You are on page 1of 386

f

î . ■
j.

"İki M u sta fa K e m a l v a rd ır:


B iri b e n , e t v e k em ik,
g e ç i c i M u sta fa K e m a l...
İk in ci M u sta fa K em a l, o n u
'b e n ' k e lim e s iy le ifa d e
e d e m e m ; O b e n d e ğ il,
b iz d ir! O m e m le k e tin h e r
k ö ş e s in d e y e n i fikir, y e n i
h a y a t v e b ü y ü k ü lkü için
u ğ ra şa n a y d ın v e sa v a şçı
b ir to p lu lu k tu r. B e n onla rın
rü ya sın ı te m s il e d iy o ru m .
B e n im te ş e b b ü s le rim ,
on la rın ö z le m in i ç e k tik le r i
ş e y le r i ta tm in için d ir.
O M u sta fa K e m a l sizsiniz,
h e p in iz sin iz . G e ç ic i
o lm a ya n , y a şa m a sı ve
b a şa rılı o lm a sı g e r e k e n
M u sta fa K e m a l o d u r ."
Mustafa Kemal ATATÜRK

,/f :" ■ ■

•••
••• • _
,
il* İN K ILA P
A kl-ı K e m a l 2 / S in a n M e y d a n

© 2014, inkılâp Kitabeyi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ

Yayıncı ve Matbaa Sertifika No: 10614

Bu kitabın her türlü yayın hakları Fikir ve Sanat Eserleri Yasası gereğince
inkılâp Kitabevi'ne aittir. Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar
dışında, yayıncının izni alınmaksızın, hiçbir şekilde kopyalanamaz, çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

Editör Ahmet Bozkurt


Yayıma hazırlayan Burcu Bilir
Kapak tasarım Okan Koç
Sayfa tasarım Derya Balcı

ISBN: 978-975-10-3211-9

14 15 16 17 9 8 7 6 5
İstanbul, 2014

Baskı ve Cilt
İnkılâp Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ
Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196 Yenibosna - İstanbul
T e l: (0212)496 11 11 (Pbx)

'!İ' İNKILÂP Kitabevi Yayın Sanayi ve Ticaret AŞ


Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sk. No. 8
34196 Yenibosna - İstanbul
Tel : (0212)496 11 11 (Pbx)
Faks : (0212)496 11 12
posta@inkilap.com
www.inkilap.com
İşte Türkiye’nin Kurtuluş Reçetesi...

2.CİLT

SİNAN M EY D A N

ir İNKILÂP
Sinan Meydan
1975 yılında Artvin'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Artvin Şavşat'ta,
yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümün­
de tamamladı. "Atatürk, Ön-Türk Tarihi ve Yakın Tarih" çalışmalarına
devam etmekte ve Bütün Dünya dergisinde yazmaktadır.

Yayımlanmış eserleri şunlardır:

1. Atatürk ve Kayıp Kıta Mu, İstanbul, 2005.


2. Son Truvalılar, "Truvalılar, Türkler ve Atatürk", İstanbul, 2005.
3. "Atatürk'ü Doğru Anlamak İçin" Nutuk'un Deşifresi, İstanbul, 2006.
4. Sarı Lacivert Kurtuluş, "Kurtuluş Savaşı'nda Fenerbahçe ve Atatürk",
İstanbul, 2006.
5. "Atatürk ve Kayıp Kıta Mu-2", Köken, İstanbul, 2008.
6. Atatürk ile Allah Arasında, "Bir Ömrün Öteki Hikâyesi", İstanbul,
2009.
7. Atatürk'ün Gizli Kurtuluş Planları, "Parola Nuh", İstanbul, 2009.
8. Sarı Paşam, "Mustafa Kemal, ittihatçılar ve II. Abdülhamit", İstanbul,
2010 .
9. Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, "Türk Tarih Tezi'nden Türk-lslam
Sentezi'ne", İstanbul, 2010.
10. Cumhuriyet Tarihi Yalanları, (1. kitap), İstanbul, 2010.
11. Cumhuriyet Tarihi Yalanları, (2. kitap), İstanbul, 2011.
12. Akl-ı Kemal, "Atatürk'ün Akıllı Projeleri", (1 .cilt), İstanbul, 2012.
13. Akl-ı Kemal, "Atatürk'ün Akıllı Projeleri", (3.cilt), İstanbul, 2012.
14. Akl-ı Kemal, "Atatürk'ün Akıllı Projeleri", (4.cilt), İstanbul, 2013.
15. El-Cevap, İstanbul, 2013.

www.sinanmeydan.com.tr
N ed en AKL-I KEMAL?

Bu Arapça tamlamayla kastettiğim MUSTAFA KEMAL ATA-


TÜRK’tür. Çünkü hem O’nun aklı kemale ermiştir; yani O, ol­
gunlaşmış, mükemmelleşmiş bir akla sahiptir, hem de O’nun adı
Kemal’dir. Bu nedenle O, AKL-I KEMAL’dir. Osmanlı Devleti’nin
son zamanlarında dilciler, Arapça tamlamalarla yeni sözcükler tü­
retmişlerdi. Ben de bu gelenekten yola çıkarak bugünlerin Atatürk
karşıtı Arapçılarına, onların anlayacağı dille seslenmek istedim...
Onlara aklıselimle hareket eden MUSTAFA KEMAL’in neler ba­
şardığını anlatmak istedim. Onlara AKL-I KEMAL’İ anlatmak
istedim... Türkçe anlattım anlamadılar, Arapça anlatırsam belki
anlarlar diye düşündüm!..

Not: Gerçek bir Türkçe âşığı olan Atatürk, 1930’larda Arap­


ça “Kemal” adını Türkçe “kale” anlamına gelen “Kamal” biçi­
minde yazıp söylemiştir.
S e v g ili k ız ım İ D İ L M A Y A M E Y D A N ’a ..
“Atatürk: Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş,
gelecek kuşaklar için örnek olacak; eğitim, bilim ve kültür alanlarında
olağanüstü bir devrimci. ”
UNESCO-1981
içindekiler

Önsöz..............................................................................................13

PROJE 1
İDEAL CUMHURİYET KÖYÜ PROJESİ

Atatürk ve Köylü...........................................................................23
Tarım Devrimi................................................................................28
Bir Dünya Projesi: İdeal Cumhuriyet Köyü................................44
Hayvan Mezarlığının Şifresi......................................................... 52
İdeal Cumhuriyet Köyleri............................................................. 61
İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nden Venüs Projesi’ne.............65
Köy Aydınlanması......................................................................... 67
Millet Mektepleri ve Halk Dershaneleri.....................................69
Köy Eğitmen Kursları....................................................................75
HALKEVLERİ PROJESİ...............................................................81
Köy Enstitüleri................................................................................99
İsmet İnönü’nün İki İsteği...........................................................111
Köy Aydınlanmasının Yok Edilişi............................................. 115
Halkevlerinden ve Köy Enstitülerinden
İmam Hatip Okullarına.............................................................. 120
ABD’nin Türk Tarımını Bitirme Projesi...................................123
PROJE 2
GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİ (GAP)
(Toprak Reformu ve İnsanlık Gölü)

Kürt Sorununun Kökleri.............................................................138


Toprak Reformu.......................................................................... 142
Toprak Reformu Nasıl Unutturuldu? ...................................... 153
Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu’daki Yatırımları................. 157
Doğu’ya Yapılan Yollar ve Köprüler........................................168
Diyarbakır İktisat Kongresi....................................................... 173
Kız Sanat Okulları ..................................................................... 176
Doğu’da Üniversite..................................................................... 179
Doğu’nun Sağlığı.........................................................................180
Doğu’ya Yardım.......................................................................... 180
İnsanlık Gölü (GAP) Projesi....................................................... 181
Atatürk’ün Hayal Ettiği Doğu.................................................. 182

PROJE 3
DEMOKRASİ PROJESİ

Atatürk’ün Formülü: Cumhuriyet=Halkçılık=Demokrasi .. 193


Demokrasiye Adanmış Bir Ömür............................................. 197
Cumhuriyetin Şifresi................................................................... 221
Neden 29 Ekim?.......................................................................... 225
Bir Tek O Başarabildi..................................................................227
Atatürk’ün En Büyük Eseri....................................................... 229
Cumhuriyet’in Taslak Çalışmaları.............................................231
Türk Demokratik Devrimi.........................................................232
Kadın Devrimi ve Demokrasi....................................................254
Türk Medeni Kanunu..................................................................269
Kadınlara Siyasal Haklar Verilmesi......................................... 272
Diktatörler Çağında Bir Demokrat: Atatürk..........................283
Demokrasinin Kitabı: Vatandaş İçin Medeni Bilgiler............ 312
1. Demokratik Ulus Tanımı.................................................. 313
2. Demokrasi ve Demokrasiye Karşı Akımlar...................313
3. Bireysel Özgürlükler.........................................................317
4. Basın Özgürlüğü................................................................319
5. Kadınların Siyasal Hakları...............................................320
Atatürk’e Göre Demokrasinin Kökeni.................................... 324
Altyapısız Demokrasi ................................................................325
Atatürk’ün Demokrasi Projesi’nin Getirdikleri .....................331
Demokrasi Projesi’nin Yok Edilmesi........................................334
İsmet İnönü’nün Irkçılarla Dansı...............................................335
Irkçı Turancılık ve Almanya....................................................... 336
Dinci Turancılık ve Amerika......................................................340
İsmet İnönü’nün Demokrasi Karnesi........................................342
Demokrat Parti Ne Kadar Demokrat?.................................... 344

Kaynakça...................................................................................... 361
İlk Kez Yayımlanan Fotoğraflarla Cumhuriyet...................... 375
Ö n sö z

Diktatörler Çağında Bir Demokrat: Atatürk


Tarihte köklü devrim yapan ülkelerden hiçbiri hemen çok
partili demokrasiye geçememiştir. Örneğin Fransa’ya demokrasi,
Fransız îhtilali’nden yıllar sonra gelebilmiştir. Bırakın demokra­
siyi, Fransa’da cumhuriyet bile defalarca yıkılıp yeniden kurul­
muştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda Avrupa’da sa­
dece İngiltere’de gerçek demokrasi vardır. İsviçre’de, İsveç’te,
Norveç’te, Finlandiya’da, Belçika’da, Hollanda’da ve Çekoslo­
vakya’da kısmen demokrasi vardır. Fransa’da gerçek demokrasi
yoktur. Örneğin savaş çıkar çıkmaz Komünist Partisi’nin yayın­
ları yasaklanmış, milletvekillikleri iptal edilmiştir. Savaştan sonra
kurulan Vichy Hükümeti, faşist anlayışın temsilcisi olmuş, Yahu­
di düşmanlığı konusunda Almanlarla işbirliği yapmıştır. 1924’te
Sovyetler Birliği’nde kanlı, baskıcı Stalin dönemi başlamıştır.
1930’ların başında Almanya’da Hitler nazizmi, İtalya’da Mus-
solini faşizmi başlamıştır. 1936’da İspanya’da Franco faşizmi
vardır. Polonya’da askeri bir darbeyle iktidara gelen Mareşal Pil-
sudaski diktatörlüğünü ilan etmiştir. Macaristan’ı diktatör Ami­
ral Horthy yönetmiştir. Romanya’da Kral Carol, Yugoslavya’da
Kral Aleksandr diktatörleşmişlerdir. Arnavutluk’ta Cumhurbaş­
kanı Zago krallığını ilan etmiştir. Bulgaristan’da 1923-1935 ara­
sında üç askeri darbe yaşanmıştır: 1936’da Çar Boris diktatör
olmuştur. Aynı dönemde Yunanistan’da da birçok darbe yaşan­
mıştır. Son olarak 1936’da darbe yapan General Metaksas dikta­
tör olmuştur. Avusturya’da 1933’te diktatörlük olmuş, 1936’da

13
Almanya ile birleşmiştir. Portekiz’de 1928’den beri Salazar’ın
diktatörlüğü vardır. Avrupa bu durumdayken Ortadoğu’da, Ak­
deniz bölgesinde bir tek demokrat ülke bile yoktur.1
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda dünyada ger­
çek anlamda bir diktatörler çağı yaşanmaktadır. Dünya ve Av­
rupa eli kanlı diktatörlerin baskısından inim inim inlerken, Tür­
kiye, halife/sultanların baskısından kurtarılmış, egemenlik ulusa
verilmiştir.
Türkiye’nin farkı hiç şüphesiz Atatürk’tür.
Atatürk yaratılış olarak demokrattır; çünkü araştıran, sor­
gulayan, eleştiren ve “D ü ş ü n c e y e d ü ş ü n c e y le k a r ş ılık verm ek
g e re k ir, ” diyen özgür ve bağımsız bir kafa yapısına sahiptir. Akıl
ve bilimi tek gerçek yol gösterici olarak kabul etmiş, hiçbir ka­
lıplaşmış düşüncenin esiri olmamıştır. Yaptığı olağanüstü işlere
rağmen hiçbir zaman “H e r şe y i b en y a p t ım !” diye böbürlenme-
miştir. Her zaman ulusunu yüceltmiş, bütün başarılarını halkıyla
paylaşmıştır.
Devrimlerini önce halka sormuş sonra halkın ayağına kadar
götürmüştür. Örneğin Ocak 1923’teki Batı Anadolu gezisiyle ku­
rulmakta olan yeni Cumhuriyet’in ilkelerini ve halifelik konusu­
nu kamuoyuyla tartışmıştır (Eskişehir-İzmit-İzmir gezisi ve İzmit
basın toplantısı). Bu seyahatin nedenini şöyle açıklamıştır: “ P a ­
d işa h lığ ın k a ld ırılış ı, h a life lik m a k a m ın ın y e tk is iz k a lışı ü z e r i­
n e h a lk ile y a k ın d a n g ö rü şm e k , r u h d u r u m u n u v e d ü ş ü n c e eğ i­
Atatürk, bu seyahatinde
lim in i b i r d a h a in ce lem ek ö n e m liy d i.”
halkı uygun yerlerde toplayarak halkla soru-yanıt biçiminde altı
yedi saat süren görüşmeler yapmıştır. 1923’te İzmir’de halkla bu­
luşmasında, halka şöyle seslenmiştir: “ E fe n d ile r, ( ...) m a k sa d ım
h a lk la k a rd e şçe s o h b e t etm ektir. B u d a k ik a d a k i m u h a ta b ın ız
T B M M R e is i ve B a ş k u m a n d a n değ ild ir. S a d e b i r m ille tv e k ili
v e s iz i ç o k seven b i r h e m şe rin iz , M u s t a fa K e m a l’dir. B u seb ep ­
le b e n d e n n e le r ö ğ ren m ek is tiy o rsa n ız se rb e st o la ra k s o rm a n ız ı
r ic a e d e r im .” 1925’teki Kılık Kıyafet Devrimi’ni ve 1928’deki

1 Bkz. Sina Akşin, Türkiye Önünde Üç Model, İstanbul, 1997, s. 93-118.

14
Harf Devrimi’ni halka anlatmak için de il il dolaşmıştır. 1930’da
seçimlerden hemen sonra bir yurt gezisine daha çıkarak halkın
şikayetlerine, sorunlarına bizzat kulak kabartmıştır. 1937’de de
doğu illerini kapsayan bir yurt gezisine çıkarak bölge halkının
sorunlarını dinlemiştir.
Yurt gezilerinde masraflı törenlerden kaçınılmasını, kurban
kesilmemesini istemiştir. Örneğin 1929 ve 1932 yıllarındaki İs­
tanbul ziyaretlerinden önce, İstanbul valiliğini, masraflı törenler­
den kaçınılması konusunda uyarmıştır. Hatta 1932’deki İstan­
bul ziyareti sırasında hiç karşılama töreni yaptırmamıştır. Hiç­
bir zaman bir koruma ordusuyla gezmemiş, hep halkın içinde,
halkla birlikte olmuştur. Kendisi de dahil hiç kimseye ayrıcalık
tanınmasını istememiştir. Örneğin bir gün trende kondüktör bir
kişiye bilet sormayınca Atatürk kondüktöre, o kişiye niçin bilet
sormadığını sormuş, “o mebus” yanıtını alınca da, “ O h n e â lâ
h a lk ç ılık !” diye karşılık vermiştir. Hiçbir zaman tek başına ye­
mek yememiş, savaşta askerleriyle, barışta dostlarıyla ve halkla
birlikte yemek yemiştir. Hiçbir şeyi ulusundan saklamamış, hep
olduğu gibi görünmüştür. Örneğin 1928’de Sarayburnu’nda yeni
harfleri halka tanıtırken halkın içinde, “Ş e re fin iz e iç iy o r u m !”
diyerek kadeh kaldırmıştır.
Kendisine başkalarının gammazlanmasından, imzasız ge­
len ihbar mektuplarından nefret etmiştir. “S a m im i v e d ü r ü s t
in s a n la r a y n ı z a m a n d a m e d e n i c e sa re t s a h ih i olur, im z a la rın ı
sa k la m a y a te n e z z ü l etm ezler, b e lli k i b u n u y a z a n a h la k sız y a ­
la n c ın ın b ir id ir , ” demiş ve bu mektupları dikkate almamıştır.
Kendisini aşırı yüceltenleri azarlamış, dost meclislerinden ve sof­
rasından uzaklaştırmıştır. Örneğin kendisine, “ B ü y ü k A ta t ü r k , ”
diye hitap edenleri, “B e n d e n s ö z e d e rk e n b ö y le r iy a k â r ifa d e le r
k u lla n m a y ın ,” diye uyarmıştır. Hiçbir zaman hoşgörüyü elden
bırakmamış, meşhur sofrasında birine sinirlendiğinde, kendisi
sofradan ayrılmıştır.
O kadar alçakgönüllüdür ki, bir baloda küçük çocukları
toplayıp masaları devirip siper yaptırıp gazoz kapaklarıyla savaş
oyunu oynamıştır.

15
Kendisine “din konusunda” çirkin iftiralar atılmasına kar­
şın hiçbir zaman dini “şov” aracı olarak kullanmamış, dinini
çok sade bir şekilde yaşamıştır. “B e n im n a ç iz v ü c u d u m elb et
b i r g ü n to p ra k o l a c a k t ı r ...” diyerek kendisinin de bir “ölümlü”
olduğunu hep hatırlamış ve hatırlatmıştır.
Sokaklara, caddelere ve şehirlere adının verilmesini iste­
memiştir. Örneğin Erzurum’da bir caddeye “Atatürk caddesi”
adının verilmesini isteyenlere, “ O c a d d e y e c u m h u r iy e t c a d d e si
a d ın ı v e r in ,” demiş; Ankara’ya “Atatürk” adının verilmesini is­
teyen bazı milletvekillerine de, “B i r ism in k a lm a sı v e sö y le n m e si
iç in şe h irle rin tem elle rin e sığ ın m a k ş a r t d eğ ild ir. T a rih z o r la n ­
m a y ı sev m eyen n a z lı b ir p erid ir. F ik ir le r i ve v ic d a n la r ı tercih
ed e r,” demiştir. Paralarda sürekli kendi fotoğrafının bulunmasını
istemeyerek, kim cumhurbaşkanı olursa paralara onun fotoğra­
fının konulmasını önermiştir. Heykeli dikildiğinde, Fatih, Yavuz,
Mimar Sinan ve Piri Reis gibi Türk büyüklerinin de heykellerinin
dikilmesini istemiştir.
Hiçbir zaman kendisini meclisin üstünde bir güç olarak gör­
memiş, bütün devrimlerini meclisin onayına/oyuna sunmuş, yasa
koyma veya yasaları veto etme hakkı olmamış, halife ve padişah
olmayı kabul etmemiştir. Kendisine CHP’nin sürekli başkanlığı
teklif edildiğinde, “M ille t in sev g i ve g ü v e n in i k a y b etm ed iğ im
m ü d d e tç e te k ra r s e ç ilirim , ” diyerek bu teklifi de reddetmiştir.
Vatan haini oldukları için yurtdışına sürgün edilen yüzelli-
liklerden bazılarını affetmiş, dahası yüzelliliklerden ölmüş olan­
ların yurt içinde kalan ailelerine de dul ve yetim maaşı verilme­
sini sağlamıştır.
Başarıdan başarıya koşmuş bir asker olmasına rağmen,
“ M e c b u r o lm a d ık ça sa v a ş b i r c in a y e t tir ” ve “ Y u rtta b a rış d ü n ­
y a d a b a rış ” diyerek hep barıştan yana olmuştur. Bu nedenle de
eski Yunan Başbakanı Venizelos, 12 Ocak 1934’te, Oslo’daki
Nobel ödül komitesine başvurarak Atatürk’ü dünya barışma
yaptığı katkılardan dolayı Nobel’e aday göstermiştir.
En önemlisi de Atatürk gerçekleştirdiği devrimle, ortaçağ

16
kalıntısı yarı bağımlı bir ümmetten, her şeyiyle çağdaş tam ba­
ğımsız bir ulus yaratmıştır.
Bütün bunlar yetmemiş, oturmuş, Türk toplumuna demok­
rasinin önemini anlatabilmek için, demokrasinin ( Vatandaş İç in
M e d e n i Bilgiler) kitabını yazmıştır. Üstelik bütün bunları 1920’le-
rin 1930’larm dünyasında, diktatörler çağında yapmıştır. îşte bu
nedenle Atatürk, diktatörler çağında bir demokrattır.
Şu an elinizde tuttuğunuz AKL-I KEMAL’in 2. cildinde,
Atatürk’ün yukarıda özetlediğim demokratik karakterinin bir
sonucu olan “özgürlük” ve “demokrasi” mücadelesinin bilinme­
yenlerine çok geniş bir şekilde yer verilmiştir.

AKL-I KEMAL’in 2. cildinde yer alan “Atatürk’ün Akıllı


Projeleri” şunlardır:

1. İDEAL CUMHURİYET KÖYÜ PROJESİ: Geleceğin proje­


si olan İdeal Cumhuriyet Köyü, Türk Tarım Devrimi ve köy
aydınlaması... ABD’nin Türk Tarım Devrimi’ne vurduğu
darbenin belgeleri...

2. HALKEVLERİ PROJESİ: Halkevleri, Halkodaları, Millet


Mektepleri, Köy Eğitmenleri, Köy Enstitüleri ve Atatürk’ten
sonra köy aydınlanmasının nasıl yok edildiği...

3. GÜNEYDOĞU ANADOLU (GAP) PROJESİ: Türkiye’de


feodalizm ve Kürt sorununun kökleri, Atatürk’ün Doğu’ya
verdiği önem, Cumhuriyet’in Doğu’daki yatırımları, Ata­
türk’ün toprak reformu mücadelesi ve Atatürk’ten sonra
toprak reformunun nasıl unutturulduğu...

4. DEMOKRASİ PROJESİ: Atatürk’ün Cumhuriyet ve demok­


rasi mücadelesinin bilinmeyenleri, Türkiye’de kadın hakları
ve demokrasi, Atatürk Cumhuriyeti’nin çağına göre demok­
ratik bir yapıda olduğunun kanıtları ve Atatürk’ten sonra
“demokrasi” diye diye demokrasinin nasıl yok edildiği...

17
AKL-I KEMAL’in sizlere ulaşmasında büyük katkıları olan
İnkılâp Kitabevi çalışanlarına, gece boyu uyumamakta direnen
beş buçuk aylık kızım İDİL MAYA MEYDAN’ı besleyerek, oy­
natarak ve susturarak bana en büyük desteği veren sevgili eşim
ÖZLEM AKKOÇ MEYDAN’a teşekkürü bir borç bilirim.

İyi okumalar...

Sinan MEYDAN
Başakşehir/İstanbul/2012

18
ATATÜRK'ÜN
AKILLI PROJELERİ
ii
P ro je i
İDEAL CUMHURİYET
KÖYÜ PROJESİ
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, “reaya” (sürü) olarak
adlandırılıp merkezden çevreye itilen, dışlanan, aşağılanan, üstü­
ne üstlük cepheden cepheye koşturulup ağır bir vergi yükü altın­
da ezilen Türk köylüsü, cumhuriyetin ilanından sonra rahat bir
nefes alabilmiştir. “K ö y lü m ille tin e fe n d is id ir,” diyen Atatürk,
ekonominin yükünü sırtlanan tarım sektörüne ve bu sektörün
lokomotifi durumundaki köylüye çok büyük bir önem vermiştir.
Türk Devrimi özünde bir köylü devrimidir. Nitekim Mahmut
Esat Bozkurt, “ T ü r k ihtilaline T ü r k k ö y lü ih tilali d en ileb ileceğ i­
n i” belirtmiştir.2 İsmet İnönü de 1930’da Sivas’ta, “A n a d o lu ’n u n
o rta sın d a k u ru lm u ş b ir k ö y lü h ü k ü m e tiy iz ,” diyerek bir anlam­
da Cumhuriyet hükümetinin kimliğini açıklamıştır.3

Atatürk ve Köylü
Kendisi de bir köy çocuğu olan Atatürk, hayatı boyunca hep
köylünün yanında olmuştur. Bilindiği gibi Atatürk’ün dayısının
Selanik Langaza yakınlarında bir çiftliği vardır. Atatürk çocuk­
ken bu çiftlikte çok güzel zamanlar geçirmiştir.
Atatürk’ün, köylünün önemini kavramasında 1914 yılında
Bulgaristan Sofya’da ateşemiliter olduğu günlerde tanık olduğu
bir olayın çok önemli bir yeri vardır. Onun, yıllar sonra söyleye­
ceği, “K ö y lü m illetin e fe n d isid ir” sözünün kaynağı da bu olaya
dayanmaktadır. Lord Kinross’tan okuyalım:
“ B ir g ü n d a nslı çay saa tin de S o fy a ’d a şık b ir g a zin o d a o tu r­
m u ş o rk e stra yı d in liy o rd u . O sıra d a k ö y lü k ılığ ın d a b ir B u lg a r

2 Mahmut Esat Bozkurt, “Öz Türk K öylüleri”, Anadolu dergisi, İkinciteşrin (Ka­
sım) 1939; Teori dergisi, S. 218, Mart 2008, s. 74.
3 Muzaffer Erdost, “Toprak Reform unun Ülkemizin Toplum sal E kon om ik ve Siya­
sal Yapısındaki Yeri”, Toprak Reformu Kongresi 1978, Ankara 1978, s. 207.

23
g irip ya n ın d a k i m asaya o tu rd u . G a rs o n u ü st ü ste ça ğ ırd ı; g a rso n
o n u ö n ce önem sem ed i, so n ra da servis y a p m a yı red d etti. A r k a ­
dan da g a zin o n u n sa h ib i k ö y lü y e çık ıp g itm esin i sö y led i. K ö y ­
lü : ‘B e n i b u ra d a n atm aya n asıl cesaret e d e rsin iz ’ d iy e k alk m ay ı
red d etti. ’B u lg a rista n ’ı b en im çalışm am yaşatıyor. B u lg a rista n ’ı
ben im tüfeğim k o r u y o r ’. B u n u n ü zerin e p o lis çağırdılar. O da
k ö y lü d e n yana çık tı. K ö y lü y e çay ve pasta g etirm ek z o ru n d a
kaldılar, o da b u n la rın p a ra sın ı tık ır tık ır ö d e d i.M u sta fa K em a l,
so n ra bu olayı a rka d a şla rın a a n la tırken ‘İşte b en T ü r k k ö y lü ­
s ü n ü n d e b ö y le o lm a sın ı is tiy o r u m ’ d e d i. ‘K ö y lü m em le k etin
e fe n d isi d u ru m u n a g e lm e d ik ç e T ü r k iy e ’d e g e rç e k b i r ile rle m e ­
d e n s ö z ed ile m e z ’. K a fa sın d a ilerid ek i K e m a list slog a n b ö y le fi­
lizlen m işti: K ö y lü m em lek etin efendisidir. ”4
Atatürk’ün köylüye verdiği önemi ortaya koyan çok sayıda
yaşanmış örnek olay vardır. Konuyu fazla uzatmamak için sade­
ce iki önemli olayı aktarmakla yetineceğim:
Atatürk, 15 Ocak 1933 tarihinde, çok yağmurlu bir günde bir
yurt gezisine çıkmıştır. İstasyon uğurlamaya gelenlerle dolmuştur.
Birden halkın içinden fırlayan bir köylü Atatürk’ün ayaklarına ka­
panmıştır. Yer ıslak ve çamurlu olduğundan köylünün üstü başı,
yüzü gözü sulu çamura bulanmıştır. Bu manzarayı gören Atatürk:
“ N a sıls ın y u r tta ş ım ? ” diye sormuştur.
Köylü, “ İy iy im P a şa m iy iy im !” diye yanıt vermiştir.
“İ y i o lm a n a se v in d im . B e n d e n n e is tiy o r s u n ? ”
“ H a y ır Paşam , b ir şey iste m iy o ru m ! ”
“ N iç in g e ld in ö y le y s e ?”
“S e n i g ö rd ü m , k e n d im i tuta m a dım , a ya k la rın a kap a n m a k
isted im . ”
“ Yok, sen ben d en b ir şey istiyo rsu n . S ö y le b a na , y a p a ca ğ ım .”
“ Sağlığın dan b a şka b ir isteğim y o k P a şa m .”
Bunun üzerine Atatürk köylüye bakarak şöyle demiştir:
“ B e n b iliy o ru m se n in b e n d e n n e iste d iğ in i. S e n b e n i k u c a k ­
la m a k is tiy o r s u n .”

4 Lord Kinros, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, 12. bas., İstanbul, 1994, s. 87.

24
Bunu duyan köylünün gözleri parlamıştır:
“E v e t P a şa m . G ö z le rim k a p a n m a d a n b ir k u ca k la sa m d iy o r­
dum . ”
Atatürk, üstü başı, yüzü gözü çamur içindeki köylüyü kolla­
rı arasına alarak yanaklarından öpmüştür. Bu sırada Atatürk’ün
de üstü başı, yüzü gözü çamur içinde kalmıştır. Köylünün sevinç
gözyaşları çamur içindeki yüzünden akmaya başlamıştır.5
Atatürk, 1936 yılında Florya Köşkü’nde bulunduğu bir gün
yaveri Nuri Conker’le birlikte köşkten kaçarak Büyükçekmece
taraflarına gitmiştir. Burada dolaşırken çift süren Halil Ağa adlı
bir köylüye rastlamıştır. Halil Ağa, çiftin bir tarafına öküz diğer
tarafına ise merkep koşmuştur. Atatürk kendisini tanımayan Halil
Ağa’ya çifte, öküz yerine neden merkep koştuğunu sormuştur. Ha­
lil Ağa, öküzünün vergi memurlarınca alındığını söylemiştir. Ata­
türk bu konuyu neden yetkililere iletmediğini sorunca Halil Ağa,
kaymakam, vali ve başvekilin kendisinin dertleriyle ilgilenmeye­
ceklerini söylemiştir. Atatürk büyük üzüntü içinde, Halil Ağa’nın
yanından ayrıldıktan sonra yaverine, İstanbul valisini, başvekili
ve bakanları köşke çağırmasını emretmiştir. Ayrıca köylü Halil
Ağa’nın da köşke çağrılmasını istemiştir. Yaver Nuri Conker, köy­
lü Halil Ağa’yı güç bela ikna ederek köşke gelmesini sağlamıştır.
Devletin üst düzey yöneticileri köşkte sofradayken Atatürk,
“ B ira z d a n e fe n d im iz g e le c e k ,” diyerek sofradakilerin dikkati­
ni çekmiş ve kısa bir süre sonra da herkesin meraklı ve şaşkın
bakışları arasında “ e fe n d ile rin in s o fra y a b u y u r m a s ı ” talimatını
vermiştir. Atatürk, köylü Halil Ağa’yı sofradakilere tanıttıktan
sonra ondan, devlet yöneticileri hakkında kendisine söyledikle­
rini burada da aynen tekrarlamasını istemiştir. Halil Ağa utana
sıkıla, yöneticiler hakkında daha önce Atatürk’e söylediklerini
tekrarlamıştır. Başvekil, vali ve kaymakam başta olmak üzere
sofradaki yöneticiler neye uğradıklarım şaşırmışlardır.
Köylü Halil Ağa sofradan ayrıldıktan sonra Atatürk, sofra­
daki yöneticilerin gözlerinin içine bakarak şunları söylemiştir:

5 Nazmi Kal, Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Ankara, 2001, s. 189.

25
“ H a l i l A ğ a ’n ın ö k ü z ü n ü e lin d e n a la n b ir y a s a y a p tık s a b u
y a s a y u r t ç ık a rla rın a a y k ırıd ır. N a s ıl y a p a r ız ? E ğ e r y a p tığ ım ız
y a s a b ö y le y o ru m la n ıy o r s a h ü k ü m e t n a s ıl b ir y ö n e tim iç in d e ­
d ir:? S o n ra u n u tm a y ın k i o la y İs t a n b u l’d a g eçiyo r. B u n u n V a n ’ı
var, B it lis ’i var, k ıy ı b u c a k ilçe si var. A c a b a o ra la rd a n e le r o lu ­
y o r ? B u ç a rk iy i d ö n m ü y o r b eyefen d iler.
B iz C u m h u r iy e ti sü s o lsu n d iy e y a p m a d ık . T o p lu m d a n y a ­
n a b i r y ö n e tim k u rm a k iç in y a p tık . H ü k ü m e tin m ü fe ttişle ri var,
k a y m a k a m la rı var. B u n la r H a l i l A ğ a ’n ın ö k ü z ü n ü v erg i b o r­
c u n d a n sa tıyorla r. Y a p tık la rın ın n e d em ek o ld u ğ u n u elb ette b il­
m e le ri g ere k ti. B u n la r s iz e h iç b ir şe y i sö y lem iy o r. H a l i l A ğ a ’n ın
ö k ü z ü n ü sa tıp v e rg i g e lir in i ş iş k in g ö ste rm e y e ç a lış ıy o r la r ...
H a d i b u n la rı b ıra k a lım , m ille tv e k ili a r k a d a şla rım ız var. Y o llu k
a lıy o rla r, to p lu m la , h a lk la k o n u şu y o rla r, b u n la r d a s iz e b ir şey
sö y lem iy o r. B i r p a rti ö rg ü tü m ü z var, h a lk ın iç in d e d irse k d ir s e ­
ğ e y a şa m a la rı g ere k li, o n la r d a y u r d u n z a r a r ın a o la n b ö y le b ir
u y g u la m a d a n s ö z etm iyo r. N e d e m e k tir b u ? B iz im to p lu m la b e­
r a b e r ve to p lu m iç in d eğ il, to p lu m a ra ğ m en b ir sistem k u rd u ğ u ­
m u z u sa n m a k tır! A s ı l ü z ü ld ü ğ ü m , p a rm a k b a stığ ım y e r b u ra sı.
B i z C u m h u r iy e ti a n la ta m a m ışız baylar. B u r a d a n b u çık ıy o r.
C u m h u riy e tin n e o ld u ğ u n u a n la tm a k z o r u n d a y ız . H ü k ü ­
m etin v e p a rtin in g ö re v i b u d u r. ( ...) Y a p tığ ım ız d e v rim le rin
y a şa m a sı b ilin ç li b ir C u m h u r iy e t ve d e v rim k u ş a ğ ın ın y e tişti­
rilm e sin e b a ğlıd ır. H a l i l A ğ a la r ın b a şın a gelenler, H ü k ü m e te ve
B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i ’n e u la şm ıy o rsa teh lik e v a r dem ek tir. ” 6
Atatürk’ün ifadesiyle, “ C u m h u r iy e t k im se siz le rin k im se si­
d i r ” . Kimsesizlerin en kimsesizi de yüzyıllarca dışlanmış, sömü­
rülmüş ve zamanla unutulmuş köylü olduğuna göre, Cumhuri­
yet, her şeyden önce köylünün kimsesidir.
Şu sözler Atatürk’e aittir:
“T ü rk iy e ’n in gerçek sa h ib i ve efendisi, g erçek ü retici olan
k ö y lü d ü r. O h ald e herkesten d a h a ç o k refah, m u tlu lu k ve servete
h a k k a za n m ış ve la yık ola n k öylüd ü r. D iy e b ilirim k i, b u g ü n k ü fe­

6 İsmet Bozdağ, “A tatürk’ün Sofrası” Günaydın gazetesi, 1975.

26
la ket ve y o k su llu ğ u n tek sebebi b u g erçeğ i g ö rem em iş olm am ızdır.
G erçe k te n y e d i a sırd a n b eri d ü n y a n ın çeşitli tarafla rına sevk ede­
rek k a n la rın ı a k ıttığ ım ız, k em ik le rin i to p ra k la rın d a b ıra k tığ ım ız
ve y e d i a sırd a n b eri em eklerini ellerin d en a lıp is r a f ey led iğ im iz
ve b u n a k a rşılık d a im a k ü ç ü k ve b o r g ö rerek d a v ra n d ığ ım ız ve
b u n ca fed a k â rlık ve ih sa n la rın a k a rşı n a n k ö rlü k , k ü sta h lık , z o r­
b a lık la u şa k derecesin e in d irm e k isted iğ im iz b u gerçek sa h ib in
h u z u ru n d a tam b ir u ta n ç ve saygı ile g erçek y e rim iz i alalım . ”7
Atatürk Cumhuriyeti’nin en belirgin özelliği, merkezi/yönetimi
dönme-devşirme-soylu unsurlara teslim eden Osmanlı’nın “ etrak-ı
bi id ra k ” diyerek “çevreye” ittiği Türk köylüsünü, “Halkçılık” ilke­
si gereğince toplumun diğer kesimleriyle eşit görerek, hatta “ m ille­
tin efendisi ” yaparak yeniden “merkeze” taşımak istemesidir. Köy­
lü, Atatürk ve Cumhuriyet sayesinde ülkenin en alt kademelerinden
en üst kademelerine kadar yükselebilme şansı bulmuştur. Nitekim
Atatürk’ün Cumhuriyeti’nde bir “çoban” başbakanlık ve cumhur­
başkanlığı gibi devletin en üst kademelerine kadar yükselebilmiştir.

Atatürk fırsat buldukça köylülerin dertlerini dinlemiştir.

7 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s. 316, 317.

27
Atatürk, cumhuriyetçi neslin köylüyü bilinçlendirmesini iste­
miştir. 1931 yılında İzmir Türk Ocağı’ndaki bir toplantıdan son­
ra orada bulunanlarla sohbet ederken, “Ç o cu k la r, tek o la ra k y a
d a k ü ç ü k -b ü y ü k g r u p la r h a lin d e tek tek d o la şıp k ö y lü le rim iz i
d e v rim le rim iz h a k k ın d a a y d ın la tm a k g ere ğ in i d u y m u y o rsu n u z .
deyince orada bu­
B a k ın ik i ü ç g e ric i-y o h a z n e le r b a şa ra b iliy o r,”
lunan gençlerden biri, “ Paşam ö d en eğ im iz y o k k i ! ” deyince Ata­
türk şunları söylemiştir: “ K ö y le r i d o la şm a k iç in ö d e n e ğ in iz m i
y o k m u ş ! B u ö d en eğ in n ered e n n a s ıl sa ğ la n a b ileceğ in i M e n e m e n
g e ric ile rin d e n , L a z İb ra h im H o c a ’d a n , N a lın c ı H a ş a n ’d a n , M a ­
n ifa tu ra c ı O s m a n ’d a n , S ü tç ü M e h m e t t e n ö ğ re n in e fe n d ile r .”8
Köylüyü “efendi” yapmak için bir devrim yapan Atatürk,
Türk ulusunun dünya üzerindeki varlığını, halkın büyük çoğun­
luğunun köylü/çiftçi olmasına bağlamıştır:
“M ille tim iz ç o k b ü y ü k a cıla r, m a ğ lu b iyetler, f a c ia la r g ö r­
m üştür. B ü tü n b u n la rd a n s o n ra y in e b u to p ra k la rd a b u lu n u ­
y o r s a b u n u n tem el se b e b i ş u n d a d ır : Ç ü n k ü T ü r k ç iftç is i b ir
e liy le k ılıc ın ı k u lla n ırk e n d iğ e r e lin d e k i s a b a n la to p ra k ta n a y ­
rılm a d ı. E ğ e r m ille tim iz in b ü y ü k ço ğ u n lu ğ u ç if t ç i o lm a sa y d ı,
b iz b u g ü n d ü n y a y ü z ü n d e b u lu n m a y a c a k tık .” 9
Atatürk, Cumhuriyet’in ekonomik siyasetinin temel ruhu­
nun köylüyü/çiftçiyi kalkındırmak olduğunu belirtmiştir:
“ E f e n d ile r ! M ille t im iz çiftç id ir. M ille t in ç iftç ilik te k i ç a ­
lışm a sın ı y e n i e k o n o m ik te d b irle rle so n h a d d e e riştirm e liy iz .
K ö y lü n ü n ç a lışm a sın ın n e tice le ri v e v e rim le rin i k e n d i m en fa ­
a ti leh in e so n h a d d e ç ık a rm a k , e k o n o m ik s iy a se tim iz in tem el
r u h u d u r .”10

Tarım Devrimi
Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’de toplam nüfusun
% 82’si tarımla uğraşmaktadır. Toplam ulusal gelirin %58’i ta­

8 Komisyon, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 25, s. 80.


9 Kocatürk, age., s. 316.
10 age., s. 317.

28
rımdan sağlanmaktadır. Ancak tarım ilkel yöntemlerle yapıldığı
için ve topraklar bilinçsiz kullanıldığı için üretim çok azdır. Tür­
kiye güya tarım ülkesidir ama çok az tarım mühendisi vardır. Ek­
meklik unun bile çoğu dışarıdan satın alınmaktadır. Sığır vebası
hayvancılığı öldürmektedir. Ayrıca köylü topraksızdır. Köylünün
sabanı ve öküzü bile yoktur.11 Doğu’da, cumhuriyetle de insan­
lıkla da bağdaşmayan aşiret düzeni vardır. Köylü hem ağanın,
hem öşür (aşar), yol ve hayvan vergilerinin hem de bu vergileri
toplayan mültezimlerin baskısı altındadır.
Gerçi Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde tarımdaki yeter­
sizliğe karşı bazı çareler aranmış ve bu çerçevede 1885’te Halkalı’da
bir Y ü k sek Tarım O k u lu açılmıştır. Ayrıca Selanik, Bursa ve Adana’
da Tarım U ygulam a O k u lla rı açılmıştır. Ancak girilen savaşlar ne­
deniyle bu okullardan beklenen verim alınamamıştır.12
Atatürk, Türkiye’nin öncelikli sorunlarından birinin tarım
olduğunu düşünerek işe başlamıştır. Konuşmalarında sıkça ta­
rımın önemine vurgu yapmıştır. Ona göre kılıç kullanmaktansa
saban kullanmak çok daha yararlıdır:
“ K ı l ı ç k u lla n a n k o l y o ru lu r, n ih a y e t k ılıc ı k ın ın a k o y a r ve
b e lk i k ılıç o k ın d a k ü flen m ey e, p a sla n m a y a m a h k û m olur, F a ­
k a t sa b a n k u lla n a n k o l g ü n g e ç tik ç e d a h a z iy a d e k u v v e tle n ir v e
d a h a ç o k k u v v e tle n d ik ç e d a h a ç o k to p ra ğ a sa h ip o lu r.” 13
Türkiye’nin bir modern tarım ülkesi olması gerektiğini be­
lirten Atatürk, bunun en kısa zamanda gerçekleşmesi için maki­
neli tarıma geçilmesi gerektiğini söylemiştir:
“ B e n d e ç iftç i o ld u ğ u m d a n b iliy o ru m , m a k in e siz z ir a a t o l­
m a z. E l em eği g ü çtü r. B ir le ş in iz ! B ir lik le r le m a k in e a lırsın ız .
S e n e d e y ü z d ö n ü m çalışır, o n m isli eker, y ü z m isli eld e e d e rsi­
n iz. B i r d e to p ra ğ a se v d iğ i to h u m u b u lu p a tm a lıd ır. M e m le k e t i­

11 1927 sayımına göre Türkiye’de 1.187.000 karasabana karşılık, büyük çoğun­


luğu 4 yıllık Cumhuriyet döneminde dağıtılan, yalnızca 211.000 demir pulluk
vardır. Yahya Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, 3. bas., İstanbul,
1994, s. 102. Metin Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi, “Ülkeye Adanmış Bir
Yaşam, 2 ”, 10. bas., İzmir, 2008 s. 300.
12 Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, Ankara, 1994, s. 262.
13 Kocatürk, age., s. 318.

29
m iz ç iftç i m em lek eti o lm a y a h e n ü z h a k k a z a n m a m ıştır. Z ir a a t
m em le k eti o la ca ğ ız. B u d a a n c a k m a k in e li z ira a tla o la c a k tır.” 14
“ E l em eği y e te rli değ ild ir. M a k in e le r d e n y a ra rla n m a k la ­
zım d ır. A s ırla rd a n b eri k u lla n m a k ta o ld u ğ u m u z s a b a n la n b ir
ta ra fa b ıra k a ca ğ ız. Ç a ğ ın ilerle m esin in g e re k tird iğ i b ü tü n z ir a i
a le t v e a ra ç ta n m em lekete g etireceğ iz. İn s a n k u v v e tin i m a k in e
ile tela fi etm ek m e c b u riy e tin d e y iz . F a k a t y a ln ız ç a lışm a k , y a ln ız
la zım o la n z ira i a le t ve a r a ç ta n eld e etm ek y e te rli d eğildir. Ç a ­
lışm a n ın y o lu n u d a b ilm e k la z ım d ır; b u n u n iç in d e ilim la z ım ­
dır, fen la zım d ır, irfa n la zım d ır. B u n d a n ö tü rü ç iftç ile rim iz i bu
g ö rü ş n o k ta sın d a y e tiştirm e k ica p eder. B u y o ld a n g id e c e ğ iz .” 15
“B ü tü n ç iftç ile rim iz in m a k in e s a h ib i o lm a sı, m a k in e k u l­
la n m a y ı b ilm esi, m a k in e y a p a c a k k u ru m la ra sa h ip o lm a sı la ­
zım d ır. B u d a y e te rli d e ğ ild ir e fe n d ile r! E ğ e r b iz b u fa a liy e t­
le rin ü rü n ü n ü ta rla d a , k ö y d e , h a rm a n d a ç ü rü m e y e m a h k û m
ed ersek , h a lk ın ça lışm a sı ö d ü ls ü z kalır. L a z ı m d ı r k i, b u ü r ü n le r
d ışa rıy a d a ile tile b ilsin . O n u n iç in d e y o lla r la zım d ır, m u h te lif
ta şıt a ra ç la rı la z ım d ır; d e m iry o lu , o to m o b il v e d iğ e r le r i... N e
h a z in d ir, e fe n d ile r! K o n y a , E s k i ş e h i r şu ra sı ve b u ra sı b ir e r h a ­
z in e o ld u ğ u h a ld e v a s ıta sız lık y ü z ü n d e n b a şk a ta ra fla ra iletile-
m iyo r. İh tiy a c ım ız o la n b i r k ısım b u ğ d a y ı d ışa rd a n g e tiriy o ru z ;
b ö y le şe y o lu r m u ? ” 16
Görüldüğü gibi Atatürk, tarımsal gelişime çok büyük bir
önem vermiş, bunun için de köylünün/çiftçinin bilim ve tekniğin
son imkânlarından yararlanması gerektiğini belirtmiştir. Tarım­
sal üretimin artırılması için fenni, makineli tarım yapılmasını,
ürünlerin sürümünü sağlamak için kara ve demir yollarının ve
taşıt araçlarının geliştirilmesini istemiştir.
Genç Cumhuriyet’in tarım politikası, 17 Şubat-4 Mart 1923
tarihleri arasındaki İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir. Kong­
reye katılan 1135 delegesinin 425’i çiftçidir.17

14 age., s. 318.
15 age., s. 318.
16 age., s. 319.
17 A. Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat-4 Mart 1923, Ankara, 1989, s. 19.

30
İktisat Kongresi kararlarında çiftçi ve tarım konusuna tam
95 madde ayrılmıştır. Öncelikle köylünün belini büken aşar ver­
gisinin kaldırılması istenmiştir. Ayrıca Ziraat Bankası aracılığıy­
la köylüye kredi sağlanması, yol vergisinin kaldırılması kararlaş­
tırılmıştır. Yabancılara toprak satışının yasaklanması istenmiştir.
Devletin çiftçiye her konuda yardım etmesi; araç, gereç ve tohum
sağlaması, zararlılarla mücadeleye destek olması talep edilmiştir.
Çiftçinin eğitilmesine ağırlık verilmesi, tarım okullarının kurul­
ması, üreticiye tarım bilgisi veren dergi, kitap ve kitapçıkların
bedelsiz olarak verilmesi, orduda askere de uygulamalı tarım
derslerinin verilmesi öngörülmüştür.18
1932’de Tarım Eğitimi Kongresi’nde köy öğretmenlerinin
aynı zamanda iyi birer tarımcı olmaları öngörülmüştür. Ayrıca
örnek çiftlikler kurulması, bazı devlet çiftliklerinde tarım eğitimi
verilmesi, orduda tarım öğretimi yapılması gibi önlemler üzerin­
de durulmuştur.19
Atatürk, Cumhuriyet’in “tarım politikasını” şöyle açıklamıştır:
“M i l l i ek o n o m in in tem eli ta n m d ır. B u n u n iç in d ir k i ta rım d a
k a lk ın m a y a b ü y ü k ö n em verm ek teyiz. K ö y le re k a d a r y a y ıla c a k
p ro g ra m lı ve p ra tik ç a lışm a la r b u a m a ca y a y ılm a y ı k o la y la ştı­
racaktır. F a k a t b u ç o k ö n em li işi isab etle a m a c ın a u la ştıra b ilm ek
iç in ilk ö n ce c id d i etütlere d a y a lı b ir ta rım p o litik a sı tesp it etm ek
ve o n u n iç in d e h e r k ö y lü n ü n ve b ü tü n v a ta n d a şla rın k o la y ca
k a v ra ya b ileceğ i ve severek ta tb ik ed eb ileceğ i b ir ta rım re jim i
k u rm a k la zım d ır. B u p o litik a ve re jim d e y e r a la b ilecek b a şlıca
ö n em li n o k ta la r ş u n la r o la b ilir: B i r d efa, m em lekette to p ra k sız
çiftç i b ıra k ılm a m a lıd ır. B u n d a n d a h a ö n e m li o la n ı ise b ir ç iftç i
a ilesin i g e ç in d ire b ile n topra ğ ın h iç b ir seb ep ve suretle b ö lü n em e z
b ir nitelikte o lm a sı, b ü y ü k çiftç i v e ç iftlik sa h ip le rin in işleteb ile­
cek leri a ra zi g en işliğ i, a ra z in in b u lu n d u ğ u m em leket b ö lg elerin in
n ü fu s y o ğ u n lu ğ u n a ve topra ğ ın v erim d erecesin e g ö re s ın ırla n d ı­
rılm a sı la zım d ır. K ü ç ü k b ü y ü k b ü tü n ç iftç ile rin iş m a k in e le rin i
a rtırm a k , ye n ile ştirm ek ve k o ru m a k ö n le m leri v a k it g eçirm ed en

18 Bkz. Ozankaya, age., s. 253.


19 age., s. 263.

31
a lın m a lıd ır. M e m le k e ti; ik lim , su ve to p ra k v e rim i b a k ım ın d a n ,
ta rım b ölgelerin e a y ırm a k gerekir. B u b ö lg elerin h e r b irin d e,
k ö y lü le rin g ö zle riy le g ö reb ilecek leri, ça lışm a la rı iç in ö rn e k tu ­
ta ca k la rı verim li, m o d e m p ra tik ta rım m erk ezleri k u m lm a lıd ır.
G e re k m e v cu t ola n ve g erek se d e b ü tü n m em lekette, ta rım b ö l­
g ele ri iç in y e n id e n k u ru la c a k ta rım m erk ezlerin in k esin tiy e u ğ ­
ra m a d a n tam v e rim li o la ra k fa a liy etlerin i, şim d iy e k a d a r o ld u ­
ğ u g ib i d evlet b ü tçesin d e n a ğ ırlık verm ek sizin k e n d i g elirleriy le
k e n d i v a rlık la rın ın id a re sin i ve g elişm esin i sa ğ la y a b ilm eleri için ,
b ü tü n b u k u ru m la r b irleştirilerek g en iş b ir işletm e k u ru m u o lu ş­
tu ru lm a lıd ır. B i r d e b a şta b u ğ d a y o lm ak ü zere, b ü tü n g ıd a ih ti­
y a ç la rım ız la sa n a y im iz in d a y a n d ığ ı çeşitli h a m m a d d e le ri tem in
ve d ış tica retim iz in esa sın ı o lu ştu ra n çeşitli ü rü n le rim iz in a y n
a y n h e r b irin d e m ik ta rla rın ı a rttırm a k , k a lite sin i y ü k seltm ek ,
ü retim m a sra fla rın ı a za ltm a k , h asta lıkla u ğ ra şm a k iç in gereken
tek n ik ve y a sa l h e r ö n lem z a m a n g eçirilm e d en a lın m a lıd ır.”
Buna göre Atatürk’ün belirlediği Cumhuriyet’in tarım poli­
tikasının temel ilkeleri şunlardır:
• Tarım milli ekonominin temelidir.
• Tarımı geliştirmek için köylere kadar planlı ve programlı ça­
lışmalar yapılmalıdır.
• Önce bilimsel incelemelere dayalı pratik ve kolay uygulana­
bilir bir tarım politikası ve tarım rejimi belirlenmelidir.
• Ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır (Toprak reformu
yapılmalıdır).
• Tarım arazileri nüfus yoğunluğuna ve toprağın verim dere­
cesine göre sınıflandırılmalıdır.
• Makineli tarıma geçilmelidir.
• Ülke; iklim, su ve toprak verimi bakımından “tarım bölge-
leri”ne ayrılmalıdır.
• Bu bölgelerde köylüye örnek olacak pratik “tarım merkez­
leri” kurulmalıdır.
• Tarım merkezleri birleştirilerek geniş bir “işletme kurumu”
oluşturulmalıdır.
• Başta buğday olmak üzere bütün gıda ihtiyaçlarıyla sanayi-

32
nin dayandığı çeşitli hammaddeleri sağlamak ve dış ticaretin
esasını oluşturan çeşitli ürünlerin ayrı ayrı her birinde mik­
tarlarını arttırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masrafla­
rını azaltmak, hastalıkla uğraşmak için gereken teknik ve
yasal her önlem zaman geçirilmeden alınmalıdır.
Atatürk, “D e v le t; tem el u n s u r o la n ç iftç iy i ve ç o b a n ı k u v ­
vetlen d irm ek m ecb u riyetin d ed ir. B u n u k u v v etlen d irm e k de öyle
lafla o lm a z ; kuvvetlen m esi a rzu y a layıktır, dem ekle d e o lm az.
İlm in , fen n in ve a srın g erek tird iğ i va sıta ve a ra çla ra fiilen (işe)
g irişm ek lazım dır, ”20 diyerek,
köylü/çiftçi ve tarım konusunda çok
önemli adımlar atmış; gerçek anlamda bir tarım devrimi yapmıştır.

Atatürk, Orman Çiftliği’nde tarım makinelerini incelerken

Atatürk Cumhuriyeti’nin köylü/çiftçi ve tarım konusundaki


o önemli adımlarından bazıları şunlardır:
• Tarım Bakanlığı kurulmuştur.
• 1925’te köylüden/çiftçiden alınan aşar (öşür) vergisi kaldı­
rılmıştır.

20 Kocatürk, age., s. 317.

33
• 1932’de Tarım Eğitimi Kongresi düzenlenmiştir.
• Örnek çiftlikler kurulmuştur.
• Tarım ve hayvancılığı desteklemek için Ziraat Bankası yeni­
den düzenlenmiştir.
• 442 sayılı “Köy Kanunu” çıkarılmıştır.
• 682 sayılı “Her Nevi Fidan ve Tohumların Meccanen Tevzi
ve Devlet Uhdesinde Bulunan Arazinin Fidanlık İhdası İçin
Ziraat Vekâletine ve Idare-i Hususiyetlere Bilabedel Tevzii
Hakkında Kanun” çıkarılmıştır.
• 3242 sayılı “Göçmenlerle, Nakledilenlere ve Muhtaç Çift­
çilere Tohumluk ve Yemlik Dağıtılması Hakkında Kanun”
çıkarılmıştır.
• Bu kanunlar doğrultusunda fidan ve tohumlar köylüye pa­
rasız dağıtılmıştır.21 Köylüye süne böceğine dirençli buğday
tohumu, altı çeşit çeltik tohumu dağıtılmıştır.
• 1930’da çıkarılan 1710 sayılı kanunla çiftçiye 3 milyon lira­
lık yardım yapılmıştır.
• 1926’da çıkarılan 852 sayılı kanunla traktör kullanan çiftçi­
lere ekonomik ve teknik yardım desteği verilmiştir.
• 1797 sayılı kanunla pulluk başta olmak üzere tarım maki­
neleri üreten işyerleri desteklenmiştir. Çok kısa bir sürede
traktör sayısı 183’ten 2000’e çıkmıştır.22
• 904 sayılı “Islah-ı Hayvanat (Hayvanları İyileştirme) Kanu­
nu” çıkarılmıştır.23
• 1928’de “Hayvan Sağlık Zabıtası Kanunu” çıkarılmıştır.
• Pendik ve Erzincan’da Bakteriyoloji Laboratuvarları kurul­
muştur.
• Ankara ve Mardin’de serum kurumlan kurulmuştur.
• Ankara Tavukçuluk Enstitüsü kurulmuştur.
• 1924’te “Zirai İtibar Birlikleri Kanunu” çık a rılm ıştır.

21 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005,14. bas., İzmir, 2005, s. 66.
22 Tarih IV, Kemalist Devrimin Tarih Dersleri, 3. bas., İstanbul, 2001, s. 282.
23 age., s. 317, 318.

34
• 1929’da Tarım Kredi Kooperatifleri kurulmuştur.24
• Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü kurulmuştur.
• Ankara Yüksek Veterinerlik Enstitüsü kurulmuştur.
• Kayseri Yonca Tohumu Temizleme Kurumu kurulmuştur.
• Eskişehir Kurak Arazi Tarımı İstasyonu kurulmuştur.
• Bursa İpekböcekçiliği Enstitüsü kurulmuştur.
• Ankara, Diyarbakır, Edirne ve Erzincan ipekböcekçiliği
okulları kurulmuştur.
• Erzincan, Kastamonu, Konya, Çorum, Sivas, Erzurum, Edir­
ne ve Kepsut’ta ziraat okulları kurulmuştur.25
• Tarım eğitimi için yurtdışına 74 öğretmen gönderilmiştir.
• 1934’te “İskân Kanunu ” çıkarılmış ve topraksız köylüye
toprak dağıtımına başlanmıştır.
• 2834 sayılı “Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri H akkın­
da Kanun” çıkarılmıştır.
• Toprak Mahsulleri Ofisi kurulmuştur.
• Devlet Üretme Çiftlikleri kurulmuştur.26
• Halkevleri ve Halkodalarında “tarım şubeleri” kurulmuştur.
• Köy yolları yapılmıştır.27
• Tohum ıslah (iyileştirme) istasyonları kurulmuştur.28
• Köylüye faizsiz ve uzun vadeli kredi verilmiştir.29
24 Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu’na göre teminat (güvence) gösterecek malı
olmayan çalışkan ve girişimci çiftçilerin “kişisel itibar” üzerinden “masrafsız ve
kefilsiz” kredi bulabilmeleri amaçlanmıştır. Böylece krediyi köylünün ayağına gö­
türme uygulaması başlatılmış ve büyük bir başarı elde edilmiştir. 1929-1932 ara­
sındaki 3 yılda 51.500 köylünün 2,5 milyon lira sermaye ve 532.000 lira ihtiyat
akçesiyle ortak olduğu 572 kredi kooperatifi kurulmuştur (Tarih IV, s. 291).
25 Tarih IV, s. 285, 286.
26 Ozankaya, age., s. 263.
27 1923-1926 yılı arasında 27.850 kilometre köy yolu açılmış, onarılmış ve düzel­
tilmiştir. Aydoğan, age., s. 73.
28 Eskişehir ve Halkaiı’da patates, Adapazarı’nda mısır, Adana’da pamuk çiftçisine
hizmet edecek tohum ıslah istasyonları kurulmuştur.
29 Osmanlı’da Ziraat Bankası’nın çiftçiye açtığı kredinin üst sınırı hiçbir zaman
ödenmiş sermayenin % 30’unu geçmemişken, bu oran Kurtuluş Savaşı sırasın­
da % 53’e, Cumhuriyet döneminde % 136’ya çıkarılmıştır. Osmanlı döneminde
1888’den 1920’ye kadar, 32 yıl içinde köylüye verilen borç toplamı 22 milyon
lirayken, Kurtuluş Savaşı sırasında, yokluk ve yoksulluk içinde, 3,5 yıl içinde
çiftçiye 7 milyon lira kredi verilmiştir. 1923-1933 arasındaki 9 yılda ise çiftçiye/
köylüye verilen kredi miktarı 121 milyon liraya çıkmıştır (Tarih, IV, s. 289).

35
• Ülkedeki iklim koşullarını sürekli inceleyip tarımcıları önce­
den uyarmak için 101 ayrı bölgede meteoroloji istasyonları
açılmıştır.
• Pamuk istasyonları kurularak kaliteli ve bölgelere uygun pa­
muğun yetiştirilmesi amaçlanmıştır.30
• Öğretmenler ve doktorlar katır sırtında dağ köylerine gide­
rek insan ve hayvan hastalıklarının kökünü kazımıştır.31
• Köy eğitmenleri, okuma yazma oranı %02 olan köylere gi­
derek hem köylülere okuma yazma öğretmiş hem de eko­
nomik, sosyal, kültürel, bilimsel konularda temel bilgiler
vermiştir.
• 1938’de Toprak Mahsulleri Ofisi kurulmuştur.
• Aralık 1938’de Birinci Köy ve Ziraat Kongresi açılmıştır.32
Şevket Süreyya Aydemir, Atatürk’ün genç Cumhuriyeti’nin
köylü, çiftçi ve tarım konusunda yaptıklarını şöyle özetlemiştir:
“Çarklar işledi. 1923’ten 1938’e kadar köylüye 200.162 li­
ralık pulluk dağıtıldı. 1933’ten 1934 senesine kadar Yüksek Or­
man Mektebi 166 mezun verdi. 3 yerde birer Orta Ziraat Mektebi
ve 1933’te Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüleri açıldı. Bu arada
3204 sayılı kanun, Orman Umum Müdürlüğü’nü hükmi şahsiyet
haline getirdi ve 1938’e kadar 2 orman reviri kuruldu,”33
Benoit Mechin, Cumhuriyet’in tarım konusundaki başarısı­
nı şöyle anlatmıştır:
“Kara ve demiryolu şebekeleri ıslah edilir edilmez ve top­
rak mahsullerinin şevkine fazla imkânlar görülür görülmez Türk
köylüleri terk edilmiş arazilerini de işlemeye ve tarım yöntem­
lerini hissedilecek şekilde ıslaha başladılar. Ağaç sabanların ve

30 Adana tohum ıslah istasyonunun ürettiği Türk pamuk tohumu iki yıl içinde
Çukurova’da ince dokumaya elverişli pamuk üretiminde kullanılmıştır. Bu başa­
rı üzerine aynı çalışma Ege bölgesine yönelik olarak Nazilli’de de başlatılmıştır
(Tarih, IV, s. 284). Nazilli’de üretilecek pamukların değerlendirilmesi için Nazilli
Sümerbank Basma Fabrikası kurulmuştur (1937).
31 Turgut Özakman, Cumhuriyet, “Türk Mucizesi”, 2. Kitap, 22. bas., Ankara,
2010, s. 665.
32 Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, C 4, İstanbul, 2000, s. 1410.
33 CHP’nin XV. Yıl Kitabı’ndan nakleden Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam,
C 2, 7. bas., İstanbul, 2000, s. 321.

36
hayvan harmanlarının yerini makineli düğenler ve traktörler
aldı. Birtakım gelişigüzel tarla, vaktiyle sapsarı renkteki hubu­
bat yığınları haftalarca hava tahribatına bırakılan yerlerde dev­
let siloları yükseldi. Binlerce senelerden beri kuraklıktan inle­
yen yerlere yeni sistem sulama kanalları ile su akıtıldı. 15.000
çeşme yapıldı ve halkın kullanımına sunuldu. Tarım koopera­
tifleri arttı. Doğrudan doğruya başbakanlığa bağlı ve bütçeden
tahsilâtlı iki komisyon faaliyete geçti. Bunlar köylünün sağlık
şartlarını iyileştirmeye memur oldular. Komisyondan birisi iskân
işleriyle, diğeri de köylülerin savaşlarda kaptıkları hastalıklarla
uğraştılar.”34
Cumhuriyet’in başarılı tarım politikası ve Atatürk’ün Örnek
Çiftlikler Projesi sonucunda bakımsız ve perişan çiftlikler her
bakımdan geliştirilmiş, insan ve hayvan hastalıkları azaltılmış,
çocuk doğumu artmış ve modern tarım yöntemleriyle çok daha
fazla ve çok daha kaliteli ürün alınmıştır.
Öncelikle bataklıklar kurutularak hem hastalıklar önlenmiş
hem de yeni tarım alanları oluşturulmuştur. Bu amaçla Hollan­
dalI uzmanlardan yararlanılmıştır.35
1924 yılında Adana pamuklarına zarar veren pembekurtla
mücadele edilmiştir. Özellikle güney illerini işgal eden çekirge sü­
rüleri yok edilmiştir. 1927 yılında güney sınırlarımıza yaklaşan
çekirge sürülerine karşı 586.000 dönüm arazi çinko levhalarla
kapatılmıştır. Sürme ve rastık hastalıklarına, portakal parazitle­
rine, zeytin sineklerine karşı devamlı bir mücadele yürütülmüş­
tür. Bazı güney illerinde buğdaylara musallat olan süne böceği
ile mücadele edilmiştir.36 Kıbrıs ve İtalya’dan tohumluk buğday
getirilerek halka dağıtılmıştır.Yine aynı şekilde pirinç üretimini
iyileştirmek için de altı tür çeltik tohumu getirtilerek halka dağı­
tılmıştır.37 Zararlılarla bilimsel yöntemlerle mücadele edebilmek

34 Benoit Mechin, Kurt ve Pars, çev. Ahmet Çuhadar 2. bas., İstanbul, 2001, s. 251.
35 August R. von Kral, Kemal Atatürk’ün Ülkesi, “Modern Türkiye’nin Gelişimi”,
çev. S. Eriş Ülger, İstanbul, 2010, s. 88.
36 Tarih, IV, s. 287.
37 age., s. 281.

37
için İzmir ve Adana’da uzmanlarca idare edilen mücadele istas­
yonları kurulmuştur.38
Pamuk üretimi ve kalitesi artırılmıştır. Bu amaçla çok sayıda
Amerikalı ve bir Belçikalı uzmanın görüşlerine başvurulmuştur.
Pamuk üretimi 1936’dan başlayarak 24.000 balyaya yükselmiş­
tir. Amerika’dan en kaliteli tohum getirilerek köylüye dağıtılmış­
tır. Adana Seyhan Irmağı’nın suladığı ovadaki ve İzmir’deki uy­
gulamalar çok başarılı olmuş, İmroz Adası’nda, Çanakkale’de,
Balıkesir ve çevresinde ve Kars’ta pamuk üretim alanları oluştu­
rulmuştur.39
Bağcılık ve bahçecilik geliştirilmiştir. Yabancı alkollü içki­
lerin dışalımının kısıtlanmasından sonra bağcılığa önem veril­
miştir. Ayda ortalama 800.000 ton olan toplam üretimin yarısı
içecek ve şarap üretiminde kullanılmak üzere üzüm suyuna ayrıl­
mış, diğer yarısı ise kuru üzüm olarak işlenmiştir.40
1936’da Rize ve Trabzon’da çay üretimine, Samsun ve Tur­
hal yakınında da soya üretimine başlanmıştır.41
1924 yılında çıkarılan bir kanunla Rize ve Borçka dolay­
larında fındık, portakal, limon, mandalina ve çay tarımı teşvik
edilmiştir. Bu kanunun amacı, halka çalılıkları ve kuru ağaçları
söktürerek yerine bahçe yaptırmaktır. Bu kanun, bir taraftan bu
gibi arazi sahiplerine çalılıkları temizlemek zorunluluğu yükledi­
ği gibi, diğer taraftan da hükümeti, bahçe yapacakların ihtiyaç
duyacağı fidanları yetiştirmek ve parasız dağıtmak için fidanlık­
lar kurmaya mecbur kılmıştır. Üç yıl için çıkarılan kanun daha
sonra üç yıl daha uzatılmıştır.42
Hayvancılığı geliştirmek için “ H a y v a n la rı İy ile ştirm e K a ­
n u n u ” çıkarılmıştır. Bu doğrultuda önce hayvan hastalıklarıyla
mücadele edilmiştir. Yılda 600.000 lira maddi zarara yol açan

38 age., s. 287.
39 age., s. 86, 87.
40 age., s. 87.
41 age., s. 86.
42 Tarih, IV, s. 283.

38
sığır vebasına karşı aşı bulunup çoğaltılmıştır. Sığır vebası, 10
yıllık bir mücadele sonunda 1932 yılında tamamen yenilmiştir.43
İnsanlara da geçen şarbon hastalığına karşı aşı bulunmuş ve her
yıl 300.000 hayvan aşılanmıştır.44 Daha sonra yabancı hayvan
türlerinden yararlanılmış, Macar uzmanların gözetiminde at ye­
tiştirilen haralar oluşturulmuştur. Karacabey, Bursa, Eskişehir
ve Ankara’da oluşturulan örnek haralarda ve Trakya, Sivas ve
Doğu’daki birkaç örnek hayvan çiftliğinde çok başarılı modern
hayvancılık yöntemleri uygulanmıştır.45 Ayrıca hayvancıların
aşı ve veteriner gereksinimleri ücretsiz karşılanmıştır. Ankara,
İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Eskişehir, Kırklareli, Kayseri,
Adana, Diyarbakır, Sivas, Erzurum ve Kars’ta hayvan pazarları
açılmış, hayvanların pazarlanmasına ve taşınmasına yardım edil­
miştir. Veterinerlerin çalışma koşulları iyileştirilmiş, Pendik ve
Erzincan’da bakteriyoloji laboratuvarları, Ankara ve Mardin’de
serum kurumlan açılmıştır. O döneme dek yurtdışından getirilen
36 tür aşı ve serumun tümü Türkiye’de üretilmiştir.46 1928’de
“H a y v a n Sağlık Z a b ıta sı K a n u n u ” çıkarılmıştır. Bu kanun 1931’
de çıkarılan 517 maddelik çok kapsamlı bir “H a y v a n Sağlık Z a ­
bıtası N iz a m n a m e si” ile tüm ülkeye yayılmıştır. Bu uygulama o
dönemde birçok gelişmiş Batı ülkesinde bile olmayan çok ileri
bir uygulamadır. Örnek ahır planları geliştirilmiş, mera ıslahı­
na önem verilmiş, Doğu Anadolu’ya hizmet için “Kayseri Yonca
Tohumu Temizleme Kurumu” açılmıştır. Tavukçuluğu geliştir­
mek için Ankara’da “Tavukçuluk Enstitüsü” kurulmuştur.47
Hububat, pamuk, patates gibi önemli tarım ürünlerinin iyi­
leştirilmesi için araştırma geliştirme kurumlan oluşturulmuştur.
Örneğin kuraklığa dayanıklı temiz hububat tohum cinslerini
araştırmak için Eskişehir ve Halkalı’da, patates ve Mısır için

43 Tarih, rv , s. 316.
44 age., s. 317, 318.
45 R. von Kral, age., s. 88.
46 Tarih, IV, s. 318.
47 Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi, 2, s. 305.

39
Adapazarı’nda; Pamuk için Adana’da tohum iyileştirme istas­
yonları açılmış ve Eskişehir’de Kurak Arazi Ziraati İstasyonu
(drayfarming) kurulmuştur.48
Balıkesir ve Çanakkale’de merinos koyunu yetiştirilmeye
başlanmıştır.49
Geçmişte çok yaygın olan ama savaşlar nedeniyle bitme
noktasına gelen ipekböcekçiliği yeniden canlandırılmıştır. Hü­
kümet, özellikle Bursa, Menderes Ovası, Diyarbakır ve Doğu
Anadolu’da ipekböceği üretme çiftlikleri kurmuştur. Bursa ve
Denizli’de de kurulan ileri düzeydeki teknik okulların labora-
tuvarlarında kaliteli ipek üretimi için çalışmalar yapmıştır.50 En
çok ipek yetiştirilen Bursa Mustafakemalpaşa’da dut fidanı ye­
tiştirmek için bir dut fidanlığı yapılmıştır. Doğu illerinde ipekbö-
cekçiliğin ilerlemesi için Erzincan’da da bir dut fidanlığı yapıl­
mıştır.51 Şamfıstığı tarımını geliştirmek için Antep’te de bir fıstık
fidanlığı kurulmuştur.52
Bağcılığı geliştirmek için Erenköy fidanlığı iyileştirilmiş ve
Bilecik, Kırklareli, Manisa, Tekirdağ ve Ankara’da fidanlıklar
kurulmuştur.53
Genç Cumhuriyet, sadece yoksul Anadolu köylüsünün/çiftçi-
sinin sorunlarıyla değil, 1924’ten itibaren mübadeleyle Anadolu’ya
gelen yoksul göçmenlerin sorunlarıyla da uğraşmak zorunda kal­
mıştır. Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da evsiz barksız kalmış insan­
lara, bu evsiz barksız göçmenler de eklenince 118.2 milyon liralık
bütçeye sahip genç Cumhuriyet’in karşı karşıya kaldığı sorunun
boyutu çok daha iyi anlaşılacaktır.54 Göçmenlere ve evleri yıkılmış

48 Tarih, IV, s. 284.


49 R. von Kral, age., s. 88.
50 age., s. 89.
51 Tarih rV, s. 283.
52 age., s. 284.
53 age., s.284
54 Kurtuluş Savaşı sırasında 830 köy tümüyle, 930 köy kısmen düşman tarafından
yakılmıştır. Yanan bina sayısı 114.408, hasar gören bina sayısı ise 11.404’tür
(Feridun Ergin, AH İktisat Meclis Raporları, Yaşar Eğitim Kültür Vakfı Yayınları,
No: 1, s. 19). Uşak’ın üçte biri, Alaşehir’in tümü, İzmir’in önemli bir bölümü

40
olanlara yiyecek ve giyecek verilmiş, felaketzedelere ordunun hay­
vanları dağıtılmıştır. Bu insanlara gıda stokları, tohumluk olarak
dağıtılmıştır. Ziraat Bankası’ndan para yardımı yapılmıştır. Ev­
leri yıkılanlar devlet dairelerinde barındırılmıştır. Toplam nüfusu
38.030 olan 6538 aile yeni konuta kavuşturulmuştur. Göçmenlere
7618 ton gıda, 22.501 çift öküz, 27.501 adet tarım aleti ve mari-
nası dağıtılmıştır. Kırsal alanda 19.279 ev tamir edilmiş, 4567 ev
yeniden yapılmış ve 66 yeni köy kurulmuştur. 6321 parça arsa ve
1.567.000 dönüm tarla, bağ ve bahçe verilmiştir.55
Genç Cumhuriyet’in Tarım Devrimi son derece başarılı ol­
muştur. İşte bazı rakamlar:
Türkiye’de ekilen arazi sathı 1925’te 1.829.000 ton iken,
1938’de 6.802.000 tona, 1953’te 13.561.000 tona çıkmıştır: Ar­
tış oranı % 1600’dür.56
Pamuk ekimine ayrılan arazi 1925’te 45.000 hektar iken,
1938’de 249.000 hektara, 1952’de 670.000 hektara yükselmiştir.57
Pamuk üretimi 1920’de 20.000 tondan 1927’de 120.000
tona,58 1952’de 165.000 tona çıkmıştır.59
Tütün üretimi 1923’te 20.500 tondan 1927’de 64.000 tona
çıkmıştır.60
Üzüm üretimi 1923’te 37.400 tondan 1927’de 40.000 tona
çıkmıştır.61
Buğday üretimi 1923’te 972 tondan 1939’da 3636 tona çık­
mıştır.62

yakılmıştır. Manisa’nın 18.000 yapısından yanlızca 500’ü ayakta kalmıştır (Lord


Kinross, Atatürk, “Bir Milletin Yeniden Doğuşu”, çev. Necdet Sender, 12. bas.,
İstanbul, 1994, s. 375).
55 Ergin, age., s. 20.
56 Mechin, age., s. 252.
57 age., s. 252.
58 Ergin, age., s. 24; Aydoğan, age., s. 301.
59 Mechin, age., s. 252.
60 Ergin, age., s. 24, Aydoğan, age., s. 301.
61 Ergin, age., s. 24, Aydoğan, age., s. 301.
62 Yahya Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, 3. bas., İstanbul, 1994,
s. 354.

41
Aynı dönemde 145.000 ton zeytin, 40.000 ton fındık, 28.000
ton incir üretilmiştir.63
1923’te 15 milyon olan koyun sayısı 23 milyona, 4 milyon
olan sığır sayısı ise 9 milyona ulaşmıştır.64
Şevket Süreyya Aydemir’in verdiği rakamlar da tarımdaki
büyük artışı doğrulamaktadır:
“ 1 9 2 3 ’te T ü r k iy e ’n in tü tü n ü retim i 2 6 .0 0 0 to n d u . 1 9 2 6 ’da
bu m ik ta r 5 4 .0 0 0 to n a çık tı. H a rp te n ö n ce 1 5 0 .0 0 0 balya olan
p a m u k ü retim i 1 9 2 3 ’te 9 0 .0 0 0 balyaya d ü şm ü ş fa k a t 1 9 2 6 ’da
Ç u k u r o v a ’d a k i o lu m su z d u ru m hesap la n m azsa 1 9 2 5 hesap la ­
rına g ö re 1 1 0 .0 0 0 balyaya k a d a r y ü k selm işti. E s k i b ir üretim
m a d d e si olan a fyo n h a rp ten ö n ce 1 0 .0 0 0 san d ığ a k a d a r ç ık tık ­
tan so n ra 1 9 2 3 ’te 2 2 0 0 sandığa k a d a r d ü şm ü ş, fa k a t 1 9 2 6 ’da
4 4 0 0 sandığa k a d a r y ü k s e lm iş ti.E g e ’n in ö ze l b ir ü retim i olan
k u ru ü zü m , en d ü şü k sev iy e sin i 1 9 2 0 ’de 1 8 .0 0 0 to n o la ra k k a y ­
d ettik ten son ra 1 9 2 3 ’te 3 6 .0 0 0 tona varm ış, 1 9 2 6 ’da gene bu
sev iye yi m uhafaza e tm iş ti.K u ru in cir 1 9 2 2 ’d e 6 2 0 0 tona k ad a r
d ü ştü . H a lb u k i h a rp ten ö n c e ortala m a 2 0 .0 0 0 to n d a yd ı. 1 9 2 6 ’da
2 7 .0 0 0 tona yü k seld i. Y ılla ra g ö re değişen fın d ık ü retim i de ba ­
rış ya p ılın ca h a rekete g eld i ve b o llu k sen esi olan 1 9 2 5 ’te 5 0 .0 0 0
to n ve m ü tea kip a zlık sen esi ola n 1 9 2 6 ’d a l6 .0 0 0 to n o la ra k o
z a m a n k i n o rm a l seviyelerd e g e lişti.” 65
Atatürk döneminde 1923-1929 yılları arasında, tarımsal
üretimin yıllık büyüme hızı %8,9’u bularak milli gelir büyüme
hızını (%8,6) geçmiştir. 1930-1939 yılları arasında küresel kapi­
talizmin yaşadığı büyük buhranın olumsuzluğuna karşın, Türk
tarım kesimi büyümesini sürdürmüştür. Bu dönemde tarımda
yıllık büyüme hızı %5,1 olarak gerçekleşmiştir.66
En büyük Cumhuriyet mucizelerinden biri tarımda gerçek­
leştirilmiştir. Cumhuriyet’in başarılı tarım politikaları sonucun­
63 Ergin, age., s. 24, Aydoğan, age., s. 302.
64 Mustafa Kaymakçı, “Bu R akam lar Tam Yılmaz Ö zdil’lik ”, www.odatv.com.
2 Kasım 2010.
65 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C .l, 9.bas., İstanbul, 1999, s. 351.
66 Kaymakçı, agm.

42
da tarımsal üretim çok ciddi miktarda artmıştır. Türkiye önce­
likle un, şeker ve bezde dışa bağımlılıktan kurtulmuştur. Köylü
üzerinde ağa ve beylerin egemenliği giderek azalmıştır.6768

ili Numaralı
Tanm K ırd ı Koojvinlifuıtn

Ortak Defteri
KoaS’Mttıluı l**ui l*ı : Z o / / f j £

Jt/tıı.' itti* UnKII «* tj.ulı umu hmtt l>ı*ı*ııı«jılMl kamtn.it.»


v/at*k »A« % karlamamı Mıuu kirdi koo|m*
llfiftin ««kari* j-auh a u arotı*«‘*t»setini okuyup Utuirtıltrinl «r corkh
«üıa fc»ıtmına 3 l»rll tunW«io« ü«j-*nıUr»k tuınlank 4r-
{i»lkltU*n iayıtm v*»artın uuanwn kalnıl a* l*s »r»ıU crtftkttk t,m »Mîria
y»ı>b rataiüık paauu *«m rjl ynkrairlı
- - - - - - - - - - - - - - - - - - -- - - - - - - - - -

j O .- * * , m r : r
ÎST
1 — 1Z
»1
nu i "

\W

V\VJ 4 >* M/ • ; a ■>

\SV> ** V i.

\ V 1.
...... ü —

1936 yılında Atatürk bir çiftçi olarak, İçel’in Tekir Köyü’nde 36 çiftçi ile
beraber, 2836 saydı yasaya göre bir tarım, kredi kooperatifi kurmak için,
30 Haziran 1936 günü Silifke Ziraat Bankası’na başvurmuştur. Sağdaki
belge o başvurunun kabul edildiğini göstermektedir. Soldaki belgede
ise Atatürk’ün Silifke Tekir’de kurulan ilk Tarım Kredi Kooperatif’nin
1 sayılı ortağı olması münasebetiyle kendisine telgraf çeken dönemin
Ekonomi Bakanı Celal Bayar’a verdiği yanıt yer almaktadır:6S

67 agm.
68 Atatürk, kooperatifin 1 numaralı kurucu üyesi olarak kooperatif kuruluş işlem­
lerinin tamamlandığım kendisine bildiren zamanın başbakanına bir telgrafla şu
yanıtı vermiştir: “T an m K redi K ooperatiflerinin ilk i olan T ekir K o op era tifin in
bittiğini sevinerek öğrendim . Bu k oop eratifte b ir sayılı üye o larak bulunm a­
mı m u habbetle y â d etm enize teşekkü r ederim . T anm K redi K ooperatiflerinin
bütün yurdu kaplam asın ı başarı gayretlerinizden bekliyoru z.” (Atatürk’ün Ta­
mim Telgraf ve Beyannameleri, C 4, Ankara, 1964, s. 576.)

43
Savaş yorgunu Türkiye, başarılı tarım politikaları sonunda
arpa ve yulafa ek olarak buğday da ihraç etmeye başlamıştır.69
Türkiye, bira üretiminde kullanılmak üzere Almanya’ya arpa,
İtalya’ya arpa ve yulaf, Almanya, Belçika, İtalya ve İsviçre’nin
yanı sıra daha düşük miktarlarda da olsa başka ülkelere de buğ­
day dışsatımı (ihracı) yapmıştır.70 Düyun-u Umumiye’ye bağlı
reji idaresinin 1925’te satın alınmasından sonra uygulanan ba­
şarılı tütün politikası sonunda 1928’de toplam tütün üretiminin
%70’i, fındık üretiminin %52’si dışsatıma (ihracata) ayrılmıştır.71
1926’da 1,5 milyon lira olan dışalım (ithalat), 1927’de 0,9
milyon liraya düşmüştür. 1930’da buğday dışalımına gerek kal­
mamıştır. O günlerde bu durumdan “Önce buğdayı bile dışarı­
dan alıyorduk, şimdi ipekliyi memlekette yapıyoruz” diye övünç
duyulmuştur.72
Tarımda ortaya çıkan bu olumlu gelişmelerde, üretici mer­
kezli, çağdaş tarımsal politikalara ağırlık verilmesi, fiyat ve vergi
değişkenleri yoluyla çiftçiler lehine kaynak yaratılması, oluştu­
rulan deneme ve araştırma istasyonları ve Anadolu’nun erkek
nüfusunun yeniden toprağa dönmesine olanak veren barış orta­
mının sağlanması gibi nedenler etkili olmuştur.73
Atatürk Cumhuriyeti, bütün bu “devrimci” adımlarla köy­
lüyü gerçekten de “milletin efendisi” yapmaya çalışmıştır, ancak
yüzyılların ihmali, kemikleşmiş feodal ilişkiler ve Atatürk’ten
sonra devrimin yarım kalması gibi nedenlerle bu konuda isteni­
len sonuç elde edilememiştir.

Bir Dünya Projesi: îdeal Cumhuriyet Köyü


Atatürk ölünceye kadar köylünün/çiftçinin dertlerine kafa
yormuştur. Kalkınmanın tabandan, yani “köyden” başlaması ge­

69 R. von Kral, age., s. 85.


70 age., s. 86.
71 Tezel, age., s. 358.
72 Ergin, age., s. 24.
73 Kaymakçı, agm.

44
rektiğini düşünen Atatürk, Türkiye’nin gerçek anlamda çağdaşlaş­
ması için “her şeyiyle çağdaş köyler” kurulması gerektiğini düşün­
müştür. Bu amaçla İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’ni geliştirmiştir.
Atatürk’ün üzerinde çalışarak uygulanmasını istediği bu
proje, Afet İnan’ın “ D e v le tç ilik İlk e s i ve T ü r k iy e C u m h u riy e ­
tinin B irin c i S a n a yi P la n ı 1 9 3 3 ” ve “ C u m h u riy e tin E llin c i Yılı
İç in K ö y le r im iz ” adlı kitaplarında yer almıştır.74
Afet İnan, aslını TTK’ya bağışladığı Atatürk’ün İdeal Cum­
huriyet Köyü Projesi’nin belgesini, Trakya Genel Müfettişi Ge­
neral Kazım Dirik’ten aldığını ve Atatürk’ün bu projeyi onayla­
yıp geliştirerek uygulanmasını istediğini belirtmiştir.
Kazım Dirik’in torunu K. Doğan Dirik, “ Vali Paşa K a z ım
D i r i k ” adlı kitabında, İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nden,
“ A ta tü rk ta ra fın d a n h azırlatılan ve k ö y k a lk ın m a sın d a b ü tü n
yu rtta ö rn e k ola ra k k u lla n ılm a sı a m a çla n a n ( ...) K a z ım D i r i k ’in
diye söz etmiştir.75
k ö y lerd e u yg u lad ığ ı plan.”
Bu projenin hem hazırlanmasında hem de uygulanmasında
büyük emeği geçen Vali Kazım Dirik, 1934 yılı sonlarında ya­
yınlanan bir demecinde İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’yle doğ­
maya başlayan yeni köylerden “örnek köyler” diye söz etmiştir:
“ Y e n i a lıştığ ım ız ö rn e k k ö y le ri, in s a n ın b a şın ı d ö n d ü re c e k
b ir in k ıla p y a r ış ı y a p m a k ta d ır. B u n u g ö rm e y e n ve sey re d em e­
ye n ler ça b u k h ü k m ed em e zle rse h aklıd ırlar. Ö y le k ö y le re ra stla ­
d ım k i k ö y ü n ü n m ek teb i, p a r k ı, s p o r m e y d a n ı, sin e m a sı, r a d ­
y o su , g e n e l tu v a leti, fe n n i m ez b a h a sı, a tış ve a v c ı k u lü b ü , ta y ­
y a re c e m iy e ti, k re d i k o o p e ra tifi, ta v u k , h o ro z ista sy o n u , G a z i
h ey k e li, 5 0 0 lira h a rc a n a ra k y a p ılm ış k ö y d u ş y e rle ri, d e m ird e n
ç ö p k u t u la n g ib i m e d e n i ve s o s y a l ih tiy a ç la ra cev a p v eren var-
lık la n b ir a ra y a to p la m ışla rd ır.

74 A. Afet İnan, Cumhuriyetin Ellinci Yık İçin Köylerimiz; A. Afet İnan, Devletçilik
İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı 1933”, Ankara, 1972, Ek 7.
75 K. Doğan Dirik, Vali Paşa Kazı Dirik, “Bandırma Vapuru’ndan Halkın Kalbi­
ne”, İstanbul 2008, s.292,293.

45
B iz im b ir y ıl ö n c e ya y ın la d ığ ım ız p ro g ra m a rtık d iy eb ilirim
k i id are a m irlerin in elin d en çık m ış, k ö y lü b ü n y esin e, o n u n m e­
d en i d uyg u la rın a ya p ışa ra k b ir k a m çı h alin d e o n la rı ya rışa sü ­
rü klem iştir. Valinin ve k a y m a k a m la rın ın ro lleri ü ç ü n c ü d ereced e
kalm ıştır. B irb irin i sey re ve ziya rete g iden , h e r b irin in k ö y ü n d e
k u s u r ara ya n, tatlı latifelerle ten k it eden k ö y g en çle rin e sık sık
ra stla rsın ız. Yeni fikre, y e n i zih n iy e te ve in k ıla p m efk u re lerin e
a ya k u yd u ra m a m ış o la n m u h ta rla r isk a m b il k ağ ıd ı g ibi, k ö y
g en çle ri tarafından alaşağı ed ilm ek te ve d erh a l şik a y e tle r y ü k se l­
m ektedir. O n u n için g ittik çe a rtan ‘in k ıla p k ıs k a n ç lığ ı’ g ü n ü n en
a ziz işaretidir.. E v e t “ k ö y le rd e in kıla p k ısk a n ç lığ ı’...
İşte b ü y ü k şeflerim izin (p a rm a k ) bastığı n o k ta b udur. ‘K ö y ­
lü y ü , G a z i m a n iv e la sı ile y ü k s e lm e k ’ ve İsm e t P a şa ’n ın b u y ru ğ u
g ib i o n la rın yetiştird iğ i ü rü n le ri değer p a ha sı ile satıp zen g in et­
m ek ve se v g ile rin i in k ıla p em e llerin e g ö re y ü k se ltm e k , sıhhatli,
n eşeli k ö y lü m ü z ü daim a g ü rb ü z ve k u v v etli g ö r m e k ... Ç ü n k ü
k ö y le rd e va rlık ve b e re k e t o lu rsa şeh ir ve k asa ba la rd a iktisa di
h a re k e tle r belirir. A k s i ta k d ird e k ö y lü de, şeh irli de, d evlet de
m u tsu z olur. İşte d e m o k ra t cu m h u riy etim izin ( ...) b elirginleşen
fa rk ı ve başarı ta blosu da b u ra d a d ır: H i ç k im se k e n d is i iç in d e ­
ğ il h erk es T ü r k ce m iy e ti iç in ç a lışm a lıd ır.” 76
Kazım Dirik’in bu konuşmasındaki “Köylerde inkılap kıs­
kançlığı”, “Gazi manivelası”, “sevgilerini inkılap emellerine göre
yükseltmek” ve “Herkesin Türk cemiyeti için çalışması” ifadeleri
çok dikkat çekicidir. Dirik, devrimin amacına ulaşması için köylü­
yü “Gazi manivelası” ile bilinçlendirerek her bakımdan yükseltip
köyleri “inkılap kıskançlığı” ile birbiriyle yarışır hale getirmek ge­
rektiğine inanmıştır.
Atatürk, bu proje konusunda Haşan Rıza Soyak’a da şunla­
rı söylemiştir: “ E ğ e r H ü k ü m e t, D i r i k ’in g irişim v e d ü ş ü n c e le rin i
b en im ser, b ir elem ed en g eçirir, d a h a d e rli to p lu , d a h a h esa p lı,
d a h a k a p sa m lı b ir b iç im e k o y a rsa , ele m ü k e m m e l b i r ‘k ö y le ri
k a lk ın d ırm a p ro g ra m ı’ g e ç e b ilir.” 77

76 Yeni Asır gazetesi, 13 Kasım 1934’ten nakleden Dirik, age., s. 289.


77 Haşan Rıza Soyak’tan aktaran, Özakman, age., s. 560.

46
Afet İnan, Cumhuriyet’in 50. yılı nedeniyle 1970’lerde tek­
rar gündeme gelen bu projenin hayata geçirilmesi için Bayındır­
lık Bakanlığı ve valilere mektuplar göndermiştir. 1970’li yıllarda
bu projenin hayata geçirilmesi için “çalışma atölyeleri” bile ku­
ran Afet İnan, finansman sorununun çözülmesi için meclise yasa
tasarısı sunulmasına da önayak olmuştur. Ancak proje bir türlü
hayata geçirilememiştir.
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nin amacı “çağ­
daş” ve “çevreci” bir köy yaratmaktır.
İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, daire yerleşim planına sa­
hiptir. Daire planın tam merkezindeki küçük dairenin etrafına,
gittikçe genişleyen dört daire eklenmiştir. Plan bu yönüyle, ilk
bakışta bir “dart tahtasını” andırmaktadır. Merkezden çevreye
doğru helezonik bir biçimde gittikçe genişleyen dört parçalı köy
planı, merkezden dışa doğru 6 yolla bölünmüştür.
Aslı Türk Tarih Kurumu’nda saklanan “İdeal Cumhuriyet
Köyü Projesi”nde okul, cami, köy konağı, sağlık ocağı, otel-
han, çocuk bahçesi ve fabrika dahil toplam 43 yapı bulunmak­
tadır. Plana göre köyün orta yerine yapılacak ‘anıt’m etrafında
sosyal tesisler, terzi, bakkal, berber gibi mekânlar yer alacaktır.
Planın tam merkezinde bir “anıt” vardır. Merkezin hemen
sağma “köy meydanı” yerleştirilmiştir. Köy meydanında ise
“köy parkı” ve “çocuk bahçesi” vardır. Köy parkının ve çocuk
bahçesinin çevresinde ise oyun yeri, telefon, itfaiye, çeşme, havuz
ve tuvalet göze çarpmaktadır. Planın sağında, en dış çemberden
dışa doğru açılan alanda çok geniş bir koruluk vardır. Korulu­
ğun sonundaki çayın kenarında, kuzeyde değirmenler, güneyde
ise “yaş ve kuru yonca ile hayvan pancar tarlası” görülmektedir.
Planın sağ üst köşesinde “hayan mezarlığı”, sol üst köşesinde ise
“asri mezarlık” vardır. Planın yine sol üst köşesinde “kireç ve taş
ocakları”na yer verilmiştir.

47
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi

48
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü’nde yer alan kurumlar,
yapdar ve alanlar şunlardır:
1. Okul ve Tatbikat Bahçesi
2. Öğretmenevi
3. Halkodası (CHP Kurağı)
4. Köy Konağı
5. Konuk Odası
6. Okuma Odası
7. Konferans Salonu
8. Otel-Han
9. Çocuk Bahçesi
10. Köy Parkı
11. Telefon Santrali ve Köy Söndürgesi
12. Radyolu Köy Gazinosu
13. Ebe ve Sağlık Kurucusu
14. Tarımbaşı
15. Hayvan Sağlık Kurucusu
16. Sosyal Kurumlar
17. Ziraat ve Et İşleri Müzesi
18. Gençler Kulübü
19. Hamam
20. Etüv Makinesi (Buğu s.)
21. Köy Yunak Yeri
22. Cami
23. Revir
24. Kooperatifler
25. Köy Dükkânları
26. Spor Alanı
27. Damızlık Tavuk, Tavşan ve Arı İstasyonları
28. Damızlık Ahır (Aygır ve Boğa)
29. Kanara
30. Mandıra
31. Değirmenler
32. Fabrika
33. Asri Mezarlık

49
34. Hayvan Mezarlığı
35. Kireç, Taş, Tuğla ve Kiremit Ocakları
36. Yonca ve Hayvan Pancar Tarlası
37. Koruluk
38. Köy Gübreliği
39. Fenni Ağıl
40. Pazar Yeri ve Köy Zahire Locası
41. Aşım Durağı
42. Panayır Yeri
43. Selektör Binası
İşte Atatürk’ün, 1930’larda üzerinde çalıştığı İdeal Cum­
huriyet Köyü Projesi... Uygulandığı halde aşiret, tarikat eksenli
feodal yapıyı yok ederek kalkınmayı ve aydınlanmayı tabandan,
köyden başlatacak; merkezinde insan, hayvan ve doğa olan çağ­
daş bir akıllı proje!...
Köy planı dikkatle incelenecek olursa köyde kültür, sanat ve
eğitime, çocukların ve gençlerin yetişmesine, tarım ve hayvancılı­
ğa çok önem verileceği, köy halkının bütün sosyal ihtiyaçlarının
karşılanacağı, bilim ve teknikten yararlanılacağı görülecektir.
• Okul ve tatbikat bahçesi, öğretmenevi, halkodası (CHP Ku­
rağı), okuma odası, konferans salonu köyde kültür, sanat ve
eğitime önem verileceğini,
• Çocuk bahçesi, gençler kulübü, spor alanı, köyde çocukla­
rın ve gençlerin çağın şartlarına göre yetişmesine önem ve­
rileceğini,
• Köy parkı, telefon santrali ve köy söndürgesi, radyolu köy ga­
zinosu, ebe ve sağlık kurucusu, hayvan sağlık kurucusu, sos­
yal kurumlar, hamam, köy yunak yeri, cami, revir, asri mezar­
lık, aşım durağı, panayır yeri, kooperatifler, köy dükkânları,
köy halkının bütün sosyal ihtiyaçlarının karşılanacağını,
• Tarımbaşı, hayvan sağlık kurucusu, ziraat ve et işleri müzesi,
damızlık tavuk, tavşan ve arı istasyonları, damızlık ahır (ay­
gır ve boğa), kanara, mandıra, yonca ve hayvan pancar tar­
lası, köy gübreliği, fenni ağıl, değirmenler, pazar yeri ve köy
zahire locası, köyde tarım ve hayvancılığa önem verileceğini,

50
• Mandıra, değirmenler, fabrika, fenni ağıl, selektör binası, zi­
raat ve et işleri müzesi, etüv makinesi (buğu s.) köyde maki­
neli tarım yapılacağını, bilim ve teknikten yararlanılacağını
göstermektedir.
Köy projesindeki öğretmenevi, okuma salonu, konferans
salonu, radyolu köy gazinosu, ziraat ve et işleri müzesi, gençler
kulübü, spor alanı, fabrika ve özellikle de hayvan mezarlığı çok
dikkat çekici yapılardır.
Orda bir köy hayal edin, uzakta! O köyün bir konferans
salonu, ziraat ve et işleri müzesi, fabrikası ve dahası bir hayvan
mezarlığı olsun!..
Bugün, 2011 Türkiyesi’nde bile böyle bir köy hayal etmek
ne kadar da zor öyle değil mi? Bugün bizim hayal bile edemedi­
ğimiz o köyü, bu ülkenin kurucusu Atatürk’ün ve ondan ilham
alan devlet adamlarının bundan 80 yıl önce hayal etmiş olması­
na ne demeli peki?
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, Atatürk’e ve
genç Cumhuriyet’e yöneltilen “acımasızlık”, “tepeden inmeci­
lik” ve “dinsizleştirmecilik” suçlamalarının ne kadar temelsiz
olduğunu gözler önüne sermesi bakımından da çok önemlidir.
Projede “hayvan mezarlığı” ve “hayvan sağlığını koruma mer­
kezinin” yer alması Atatürk’ün sadece insanları değil hayvanları da
çok sevdiğini; projede bir “caminin” yer alması ise Atatürk’ün dine
ve dindara saygılı olduğunu göstermektedir. Her şeyden önce bir
köy projesi geliştirmesi, Atatürk’ün kalkınma modelinin “tepeden
inmeci” değil, tam tersine “tabandan yükselmeci” ve “halkçı” ol­
duğunu kanıtlamaktadır.
İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, hayvan mezarlığıyla, geniş
yeşil alanlarıyla, koruluklarıyla, yaş ve kuru yonca, hayvan pan­
car tarlasıyla, tavuk, tavşan, arı, aygır ve boğa istasyonlarıyla,
insan ve hayvan sağlığını koruma merkeziyle her şeyden önce
dört dörtlük gerçek bir “çevreci” projedir. Projede, doğaya; bit­
kiye ve hayvana dolayısıyla da çevreye olağanüstü değer verildiği
görülmektedir.
Bugün, Türkiye’nin kurtuluşunu, HES’lerde, “çılgın kanal

51
projelerinde” görenlerin çevreye verdikleri önemle, “İdeal Cum­
huriyet I<öyü”nün mimarı Atatürk’ün çevreye verdiği önemi
karşılaştırınca ortaya çıkan büyük fark cidden düşündürücüdür.

Hayvan Mezarlığının Şifresi


Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nin en dikkat
çeken yönü projedeki “hayvan mezarlığı”dır. Dünyada hangi şe­
hir planlamacısı, hangi mimar veya mühendis planladığı köyde
ya da şehirde hayvan mezarlığına yer verir ki? Bugünün çağdaş
kentlerinin bile kaçında planlı hayvan mezarlığı vardır ki? İn­
san hayatının bile hiçe sayıldığı bugünün acımasız dünyasında
kim bir yerleşim planına hayvan mezarlığı koymayı düşünür ki?
Kimde vardır bu büyük sevgi, bu büyük merhamet, bu büyük
insanlık? Kimde vardır bu duyarlılık?
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nde yer alan
“hayvan mezarlığı” başlı başına bir hayvanseverlik örneğidir.
İnsan, İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’ndeki bu hayvan me­
zarlığını görünce ister istemez bazı şeyleri düşünmeden edemi­
yor: Hayatının büyük bir bölümü cephelerde, savaş meydanla­
rında geçen, gözlerinin önünde yüzlerce binlerce insanın öldüğü­
nü gören Atatürk’ün, üzerinde çalıştığı köy projesinde hayvanla­
rın ölülerini bile düşünecek kadar merhametli olması, öncelikle
ondaki insan sevgisinin boyutlarını düşündürüyor. “ B u n asıl b ir
b a ya t g ö rü ş ü d ü r ki, h a y v a n la r için bile m eza rlık p la n la m ış,” di­
ye düşünmeden edemiyor insan.
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nde hayvan me­
zarlığını görmek aslında beni hiç şaşırtmadı. Çünkü uzun yıllar­
dır Atatürk’ün hayatını inceleyen biri olarak, onun gerçek bir
hayvansever olduğunu çok iyi biliyorum.
Şimdi Atatürk’ün pek bilinmeyen “hayvan” sevgisine şöyle
bir göz atalım.
Atatürk’ü tanıyanlar, onun her ne amaçla olursa olsun hay­
vanların kurban edilmesine karşı olduğuna tanık olmuşlardır: Ör­
neğin gazeteci-yazar Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün hayvanseverli-

52
ğinden ve kurban karşıtlığından “İnce ru h lu insanlar g ibi A ta tü rk
de h a yva n la n severdi. K u rb a n kestirm ezdi. ‘ Ö m rü m d e b ir ta v u ­
ğ u n b o ğ a z la n d ığ ım g ö rm e m işim d ir,’ d e rd i,” 78 diye söz
etmiştir.
Kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun da benzer gözlemleri vardır:
“ A ta tü rk k u rb a n bayram ında veya h erh a n g i b ir tö ren d e k u rb a n
kesilm esine k a rş ıy d ı... B u hayvan velev k i b ir tavuk olsu n k esil­
m esine ta ha m m ül edem ez ve de h u zu rla rın d a katiyen hayvan k e ­
silm esini istem ezdi. ( ...) ‘Ş a ş ın y o r u m şu ta vu k, h in d i, k o y u n k e ­
senlere, k a sa p la ra , n a s ıl o b ıça ğ ı a lıp d a c a n lı ca n lı b ir y a ra tığ ı
kesip, ö ld ü rü p d e risin i, iç in i, d ışın ı o y u p çık a ra b iliy o rla r, b a y a ­
ğ ı y ü re k isteyen b ir iş ,’ d er ve son ra , ‘A lla h , A lla h ’ d iye başını sa­
ğa sola çevirerek şaşkınlığını y ü z m im ik leriyle de ifade e d e rd i.” 79
Atatürk, yurt gezilerinde kendisini karşılamak için yapılan
törenlerde kurban kesilmesini istememiştir. Buna karşın İran
Şahı’yla birlikte çıktığı bir Türkiye gezisinde Çanakkale Kiraz­
lıdaki karşılama töreninde ısrarla kurban kesilmek istenmesine
büyük tepki göstermiştir.80
Atatürk, hayvanların kurban edilmesine o kadar çok üzül­
müştür ki, bir ara Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye, Kurban
Bayramı’nda kurban kesilmesi yerine hayır kumrularına bağış ya­
pılmasının dini bakımdan doğru olup olmadığını sormuştur.81
Atatürk, çok yoğun temposuna rağmen değişik zamanlar­
da köpek beslemiştir. Örneğin 1916’da 16. Kolordu Komutanı
olarak Doğu Cephesi’ne giderken, Sofya’da ateşemiliter olarak
görev yaptığı günlerde yavru olarak aldığı ve bizzat terbiye et­
tiği seter cinsinden Alp adlı bir köpeği de yanında götürmüştür.
Bazen güneşin sıcaklığıyla kavrulan yol üzerinde yürüyemeyecek
hale gelen Alp’in, aralıklarla Atatürk’ün atının önüne gelip acı acı
havlamaları çoğu kez bir süvari erinin kucağında sona ermiştir.82

78 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, ty, s. 633.


79 Mustafa Kemal Ulusu, Atatürk’ün Yanı Başında, “Çankaya Köşkü Kütüphane­
cisi Nuri Ulusu’nun Hatıraları”, İstanbul, 2008. s. 192.
80 age., s. 192.
81 Sinan Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, “Bir Ömrün Öteki Hikâyesi”, 3.
bas., İstanbul, 2009, s. 792.
82 Erol Mütercimler, Fikrimizin Rehberi, İstanbul, 2008, s. 339.

53
Atatürk Sofya’da köpeği Alp’le birlikte (en sağda)83

Yaveri Cevat Abbas, Atatürk’le köpeği Alp arasındaki ilişki­


den şöyle söz etmiştir:
“ K e n d isin e ç o k sad ık o lan bu k ö p e k daim a k u m a n d a n ım ın
o d a sın d a yatardı. U y k u d a n k a lk m a zam a n ını ö ğ ren m iş olan
A lp , k u m a n d a n ım ın a lışılm ış zam a n ın ı g eçirm iş u zu n u y k u s u n ­
d a n şüphelenir, cib in liğ i açar, nefes alıp a lm adığım d inlerd i.
K ö p e ğ in h eyeca n ın ı g ö re n k u m a n d a n ım n efesin i keser, h a re­
k etsiz b ir h ald e s o n u c u b e k le r d i... A lp b irk a ç k e z n efes d inlem ek
h a re k e tin i yin eled ik ten so n ra telaşını arttırır, havlar, o d a için d e
k o şa r ve n iha yet k u m a n d a n ım ın sey y a r k a ry o la sı altına g irerek
k a m b u rla ştırd ığ ı sırtı ile h a re k e t etm eyen efen d isin i k ald ırm a ya
çalışırd ı.
B u d erece h assasiyet g ö stere n A lp , k u m a n d a n ım ın en sadık
b e k çiliğ in i S u riye fela ketin e k a d a r yaptı. N a b lu s g eri çekilişin d e
B e y tü lh a sa n ’da tu tu ld u ğ u m u z ceh en n em i b ir ta yya re b o m b a rd ı­
m a n ın d a n şaşıran A lp , b ir d aha b izi bulam adı. O g ü n lerd e N a b - 8
3

83 Fotoğraflar; ATATÜRK, hzl. Mehmet Özel, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, s.


28; Hanri Benazus Koleksiyonu; “S ofya’da A skeri A taşeyken A rkadaşlarıyla”,
www.isteataturk.com. 27 Mart 2010.

54
lus’taki karargâhımıza döndüğünü ve bilahare kaybolduğunu
çok seneler sonra haber vermişlerdi. ”S4
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında da Alber adlı bir kö­
peği vardır. Alber, beyaz-sarı renklerde bir av köpeğidir. Atatürk,
Kurtuluş Savaşı sırasında ele geçirilen Yunan komutanların bi­
rinden alman Alber’i çok sevmiş, onun ölümünden derin bir
üzüntü duymuştur.8485

Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında köpeği Alber’le

84 Turgut Gürer, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, Cepheden Meclise Büyük
Önder ile 24 Yd, İstanbul, 2006, s. 172-174.
85 Dr. Altan Armutak, Performans gazetesinden nakleden Bekir Coşkun, “A tatürk’ün
K öpeği”, Hürriyet gazetesi, 30 Ocak 2000.

55
Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında köpeği Alber’le

Atatürk’ün Alp ve Alber’den sonra çok sevdiği Foks adlı bir


köpeği daha olmuştur. Seyyar fotoğrafçılık yapan Haşan Efen­
di adındaki birisinden 50 lira gibi yüksek bir fiyata satın aldığı
Foks, aslında bir sokak köpeğidir. Foks, Atatürk’ün en sevdiği
hayvan olarak Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde her zaman el üs­
tünde tutulmuş, ona her zaman büyük özen gösterilmiştir.86
Atatürk’ün, çok sevdiği köpeği Foks’la ilişkisini, kütüpha­
necisi Nuri Ulusu’dan dinleyelim:
“Atatürk’ün bir dönem Foks adlı bir köpeği olmuştur...
Foks’u sevmişti, ona alışmıştı. Bir gün Ankara’da bir vilayete ta­
yini çıkan valilerden bir zat, Atatürk’e veda ziyareti için köşke
gelmişti. Atatürk, çalışma odasına valiyi kabul etmişti. Misafiri
Atatürk’ün yanına getirdiğimizde Vali Bey, Atatürk’e doğru yak­
laşıp eski İstanbul efendilerinin yarı beline kadar eğilerek el öpme
merasimine tam başlarken, Atatürk’ün devamlı ayağının dibin­

86 agm.

56
de otura n k öp eğ i F o k s , bu ham leye y a b a n a old uğ u nd a n , san k i
A ta tü rk ’e b ir saldırı olacağını sanarak b ird en b ire bu zatın p a ça ­
sına d oğru ani b ir ham le yapm ıştı. Ç o k k o rk a n Vali Bey, k en d in i
toparlayam adan yere yu va rlanınca, odada olan bizler g ülm em ek
için ken d im izi z o r tutm uştuk. A ta tü rk ise, m isafirinin b ö yle k o ­
m ik b ir d u ru m a d üşm esine neden olan k ö p eğ i F o k s ’a ço k kızm ıştı.

Atatürk’ün köpek sevgisinin belge fotoğrafları

B u F o k s k ö p e k le, k o m ik b ir tren y o lc u lu ğ u m u z vardır. İ s ­


ta nb u l F lo r y a ’d a yız, em ir g eldi, b a n liy ö tren iyle S ir k e c i’y e d o ğ ru
b ir şeh ir d ola şm a sı v a r d endi. Y e şilk ö y ’e arabalarla g eld ik , h iç
k im seye yin e h a b er verilm ed iğ i için sad e b ir vatandaş g ib i istas­

57
y o n a çık tık . G id ip h ep im ize b irin c i m e v k i biletini sıraya g irerek
a ld ık . F a k a t F o k s A ta t ü r k ’ten a yrılm a d ığı için, o n u da bizim le
b irlik te b irin c i m ev k ie g e tird ik . B ira z so n ra biletçi, b iletlerim izi
g ö rü p zım b a la m a k için g eld i, zım b a la dı, am a sıra k ö p e ğ e g elin ­
ce, ‘B u b irin c i m ev k id e g id em ez, bileti n e re d e ? ’ d ey in ce fu rg o n
b iletin i g ö sterd ik . ‘B u biletle b u ra d a g id e m e z !’ y a n ıtım verin ce
A ta tü rk , ‘P e k iy i, a lın fu rg o n a g ö tü rü n , n e y a p a lım ’ d em esiyle
b iletçi k ö p e ğ i g ö tü rm e k için eğildiğinde F o k s a n id en ‘h ır r ’ diye
b iletçin in eline b ir sa ld ırd ı k i, b iletçi; ‘K a lsın , k a lsın , b u ra d a k a l­
s ın ! ’ d iye k a çıve rd i!.. A ta tü rk , ‘N e d e n k ö p eğ e b ile t so ra rs ın be
a d a m !’ d iyerek bu olaya ç o k g ü lm ü ştü .
B u o la yd a n b ir m ü d d e t ev v el de yin e m isa firi R e ş it G a lip
B e y ’in a ya k ların a sa ld ırıp , p a ça sın d a n ısırm a sın d a n so n ra F o k s
b u sefer de h iç ya p m a dığ ı b ir şek ild e sa h ib i A ta t ü r k ’e d e sald ırıp
ısırm ıştı. H e p im iz in ö d ü k o p m u ştu , am a n eyse d işle rin i ç o k fazla
g eçirm em işti, ted a viyle b irk a ç g ü n d e iyileşm işti.
İşte bu ola yla rın p eş p eşe o lm a sın d a n so n ra çiftliğe g ö n d e ­
rilen F o k s , bura d a da h ırçın lığ ın ı ve sa ld ırg a nlığ ın ı a rtırm aya
başladığı için, çiftlik b a yta rla rı A t a t ü r k ’ü de ikn a ed erek F o k s ’u
iğne ile ö ld ü rd ü . A rd ın d a n da, A ta tü rk bu k ö p e ğ i ç o k sevm işti,
d iy e k ö p e ğ i alıp g ü zelce , m u n ta za m a n d erisin i soy m u şla r, yırtıcı
k u şla rın , k a rta l vs. g ib i içi n asıl d o ld u ru lu y o rsa , F o k s ’u n da içi­
n i, g ü zelce b ir d o ld u ra ra k b ir cam ekâ n a k o yu verm işler.
B ir m ü d d e t g eçm işti, b ir g ü n çiftliğe g id ild i. B u o la yd a n h iç ­
b ir b ilgisi ve h a b eri o lm a y a n A ta tü rk , ca m ek â n ın ö n ü n e gelip
de F o k s ’u canlı g ib i g ö rü n ce , b ird e n b ire ç o k şa şırd ı ve b ir an
ç o k h ü zü n le n d i, b ir san d a lye istedi o tu rd u . C a m e k â n d a k i cansız
k ö p e ğ e b a ktı ve b ir m ü d d e t so n ra bize d ö n e re k , ‘S e v d iğ im b ir
k ö p e ğ i b u h a ld e g ö rem em , b u n u d e rh a l b u ra d a n ç ık a r ttır ın ve
ç iftlik te m ü sa it b i r y e re g ö m ü n ,’ d iye talim at v erd i. T a lim a t y e­
rin e g etirild i ve F o k s g ö m ü ld ü .
E r t e s i g ü n İb ra h im b ize, ‘Yahu b u k ö p e k A t a t ü r k ’ü ben im
ya n ım d a ısırm ıştı, on a ra ğ m en d o lg u lu h a lin i g ö rü n c e nered eyse
g ö z le ri d o ld u , h a y ret d eğ il m i? ’ dem işti. B ir g ü n m era k ın a y e­
n ik d ü şü p A ta t ü r k ’e b u n u so rd u ğ u n d a , A t a t ü r k ’ü n k en d isin e

58
cevab en, ‘İb ra h im , h e r ısıra n a k ız a rsa k y a n d ık ! F o k s , e sa sın d a
b a n a fe n a lık y a p m a k , c a n ım ı a c ıtm a k iç in ısırm a d ı, ö y le o lsa y ­
d ı ben o n u h isse d e rd im , o ö y le b ir k ö p e k d eğ ild i. O n u n iç in o
d o ld u ru lm u ş h a lin i içim e s in d ir e m e d im ,’ d em iş. B u n d a n da ne
d en li hassas b ir ya p ıya sahip o ld u ğ u a çık ça g ö rü lm ü y o r m u ? O
h er şey i en iyi bilir, g ö rü r ve ona g ö re de d a vra n ırd ı. ”87
Foks’un hikâyesini Falih Rıfkı Atay da benzer şekilde anlat­
mıştır.88
Uzun yıllar Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı’nda korunan
Foks, 2002’den beri Anıtkabir’de Atatürk ve Kurtuluş Savaşı
Müzesi’nde sergilenmektedir.

Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi’nde sergilenen Foks

Atatürk’ün sevdiği hayvanlardan biri de attır. İyi bir binici


olan Atatürk’ün değişik zamanlarda çok sevdiği atları olmuştur.
Sabiha Gökçen Atatürk’ün at sevgisini şöyle anlatmıştır:
“ P a şa ’n ın a t tu tk u su vard ı. B ü tü n h ayvan la rı sev erd i am a
atlara k a rşı ç o k ba şka b ir zaafı va rd ı. O n la rın , ba şla rın ı, sırtla rı­
nı, yelelerini, k u y ru k la rın ı o k şa rk e n ellerin in sevgi ile titred iğin i,
g ö zle rin in sevg i ile p a rla d ığ ını ç o k g ö rm ü şü m d ü r. O n u n k a d a r
ata g ü zel b in en b ir insan daha g ö rm e d im d ersem yeridir. S ık sık

87 Ulusu, age., s. 48-50.


88 Atay, age., s. 633-634.

59
at gezintileri yapar, yorgunluğunu bu çok sevdiği hayvanların
sırtında, onlarla konuşarak dinlendirir di. Bana öyle geliyor ki
atların da Paşa’ya karşı çok başka bir sevgileri vardı. Bazen se­
yislerine başkaldıran, huysuzlaşan bu hayvanlar Gazi Paşa’nm
sesi ile hemen yumuşay w erirler, terslenmekten vazgeçerek ken­
dilerini binicilerine teslim ederlerdi. Onu at sırtında seyretmenin
çok ayrı bir zevki vardı.”89
Bir ara Atatürk’ün bir tayı vardır. Bu tayı çok sevmiştir. Bir
muayene esnasında bu tayın ruam hastalığına yakalandığı anla­
şılmıştır. Hem tıbba hem de yasaya göre tayın öldürülmesi gerek­
mektedir.
Tayın öldürüleceğini öğrenen Atatürk çok üzülmüştür. Tayı
son kez okşayıp sevmek istemiş­
tir. Ancak baytar heyeti, tehlike­
li olduğu gerekçesiyle bu isteği
geri çevirmiştir. Ancak Atatürk,
eldiven giyerek hayvanı sevmek
konusunda ısrar edince doktor­
lar çaresiz izin vermişler ve Ata­
türk de tayını son kez gözyaşları
içinde okşayıp sevmiştir.
Atatürk bu olayı anlattığı
gece, “B e n im ç o c u ğ u m o lm a d ı­
ğ ın d a g iz li n e d e n v e isa b e t v a r­
m ış; eğ er e v la d ım ı k a y b etm iş
o lsa y d ım , s o n s u z k e d e r ve elem
d u y a rd ım , ”
demiştir.90
Bir keresinde de Atatürk, yeni doğum yapmış atını ve tayını
akşam sofrası kalabalığında parke salona getirterek misafirlerine
göstermiştir.91 Atatürk en çok Sakarya adlı atını sevmiştir.

89 Sabiha Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, hzl. Oktay Verel, İs­
tanbul, 1982, s. 41.
90 Asaf İlbay, “A tatürk’ün Hususi H ayatı”, Tan gazetesi, 13 Temmuz 1949’dan
nakleden Ahmet Bekir Palazoğlu, Atatürk Kimdir, “Atatürk’ün İnsanlığı”, C 2,
Ankara, 2005, s. 98; Mütercimler, age., s. 1109.
91 Mütercimler, age., s. 1109.

60
Köpekler ve atlar dışında Atatürk’ün en çok sevdiği hayvanlar
kuşlardır. Sabiha Gökçen, “ O n u n b ir tek kuşa ateş ettiğini h iç kim se
g ö rm e m iştir. .. ” demiştir.92 Atatürk’ün, kuşçu Nuri Usta’nın baktı­
ğı çok sayıda güvercini vardır. Onların yemlenmelerini ve uçuşları­
nı büyük bir hazla izlemiştir.93 Bir gezide kendisine armağan edilen
güvercinleri yememiş, “ B u b ıld ırc ın la r k esilm eyecek, h ep sin e iy i
b a kıla ca k , sa ra y ın k u ş la n ola ra k m u h a fa za e d i l e c e k diyerek
bahçede bir kafeste saklanmalarını istemiştir. O günden sonra da
bir daha güvercin yememiştir.94 Fakat ne yazık ki Atatürk’ün yeme­
ğe kıyamadığı o güvercinler birkaç gün sonra bir kedi tarafından
yenmiştir.95Atatürk kanaryaları da çok sevmiştir. Bir ara Yalova’da
kanarya beslemiştir. Bir gün kafesten çıkartılan kanaryayı öpmek
isterken kuş kaçıp büyük bir Çin vazosunun içine düşmüştür. Ka­
narya tüm uğraşlara rağmen vazodan çıkarılamayınca Atatürk’ün
emriyle vazo kırılarak kuş kurtarılmıştır. Çiftlikteki Marmara
Köşkü’nde her sabah düzenlenen çay partilerine katılan müzisyen
Cevat Memduh Altar, Atatürk’ün iki beyaz kanaryası olduğunu,
onların kafesini mermer masanın üzerine koydurup kapaklarını
açtırttığını ve uçuşlarını zevkle seyrettiğini anlatmıştır.96
Atatürk’ün bir dönem de uzun tüylü bir Ankara kedisi vardır.97
Sanırım Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nde ne­
den bir hayvan mezarlığına yer verdiği şimdi çok daha iyi anla­
şılmıştır!..

İdeal Cumhuriyet Köyleri


Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, zannedildiği gi­
bi sadece kâğıt üzerinde kalan bir proje olmamıştır. Atatürk, bu

92 Gökçen, age., s. 361.


93 Mütercimler, age., s. 1110.
94 Halit Kıvanç, “İlk Kadın Tayyarecimiz Sabiha G ö kçen ”, Milliyet gazetesi, Yıl 7,
S. 2356, 6 Aralık 1956, s. 4; Gökçen, age., s. 361, 362.
95 Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı’mn Gizli Defteri, drl. Turhan Gürkan, İstan­
bul, 1971, s. 75.
96 Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Kendine Özgü Bir Yaşam ve Kişilik,
2. bas., Ankara, 2008, s. 658, 659.
97 Mütercimler, age., s. 18.

61
projenin bir an önce hayata geçirilmesini istemiştir. Bu doğrultu­
da ilk aşamada 1935 yılında İzmir’in köylerinde bir imar planı
hazırlanmıştır. Bu plana göre geliri fazla olan köyler beş yıldan
önce, geliri orta köyler beş yılda, geliri daha az olanlar da on
yılda tamamen imar edilecektir.98 Bu programın en sonuna, “Ke­
malist Bir Türk Köyünün Planı” konulmuştur99. Vali Kazım Di­
rik, bu planı bizzat düzenleyerek köylere göndermiştir. Özellikle
İzmir ve civarındaki köyler planı uygulamak için adeta birbiriyle
yarışmıştır. Dirik, planın uygulanmasını geciktiren, işi ağırdan
alan köylere gitmeyerek bir anlamda o köyleri cezalandırmıştır.
Dirik’in köylerine gelmediğini gören köylüler işleri hızlandırma­
ları gerektiğini anlamıştır.100
Kazım Dirik, o günlerde Bergama’dan dönerken uğradığı
bir örnek köyün okuma odasında toplanan çok sayıdaki Türk
köylüsüne şunları söylemiştir:
“ B ü tü n k ö y le rim iz se fe rb e r h a ld e d ir. H e p s i k ö y le rin i y ü k ­
seltm ek , h ayatlarını, ya şa yışla rın ı d ü zeltm ek ve k a za n çla rın ı a r­
tırm a k için b irb irle riyle ya rış yapıyorlar. B e n C u m h u riy e t k ö y lü ­
sü n ü n için d e k i ateşe ve im a na aşığım . B ü t ü n h a y a tım ı k ö y le rd e
g e ç irm e k , k ö y lü le ri A ta t ü r k ’ü n ve C u m h u r i y e f i n iste d iğ i s e v i­
y e y e y ü k se ltm e k iç in u ğ ra şıy o ru m . B u u lusa l savaşta h erh a ld e
başarılı olacağız. K a lk ın m a b ir ç o k k ö y le rim iz d e fa z la sıy la b a ş­
lam ıştır. Ş u re s im le rin i g ö r d ü ğ ü n ü z k ö y le rd e a n d a çla r, o ku lla r,
ç o c u k b a h çele ri, o y u n y e r le r i ve d a h a b irç o k m o d e m iş le r b a ­
şa rılm a k ta d ır. S iz in k ö y ü n ü z d e y a p ıla n işle ri d a h a g en işle te­
ceğ iz. D a h a c a n lı v e g ö z e ç a r p a r b i r p la n ü s tü n d e işleyeceğ iz.
İ y i ü rü n , g ü z e l d a m ız lık h a y v a n la r, o rd u m u z a k a tırla r, sü tlü
in ek ler, k o y u n ve k e ç ile r ve h e r c in s m a l y e tiştire c e ğ iz . T a v u k ­
la rım ız ı d a u n u tm a y a ca ğ ız . Ş u b a şla d ığ ın ız o k u lla b irlik te tam
b ir ö rn e k k ö y k u ra c a ğ ız . M e z b a h a m ız ç o k iy id ir. K ö y iç in m ü ­
k e m m e l b ir g e lir k a y n a ğ ı o lm u ştu r. Ş u k a h v e le rd e k i esk i h a y a tı
y e n ile ştirm e k , tem iz, sa ğ lık lı, a ç ık ve g e n iş b i r k ö y g a z in o su

98 Planın ayrıntıları için bkz. Dirik, age., s. 289, 290.


99 age., s. 289.
100 age., s. 289 ve dipnot 61.

62
Siz ne kadar çok çalışırsanız, ben sizi o kadar
y a p m a k g e re k lid ir.
çok sever ve bağlanırım. Yapılan işlerden çok memnunum se­
vinçle ayrılıyorum.” 101 Bu doğrultuda Trakya’nın bazı bölgele­
rinde çalışmalar yapılmış, Polenezköy civarında bir Cumhuriyet
köyü kurulmuş, Ankara’da Temelli köyünde bu plana göre bazı
çalışmalar yapılmıştır.
Ankara Temelli köyünde, bölgenin yapısı nedeniyle tam anla­
mıyla bir dairesel plan uygulanamamıştır. Ancak Polenezköy’deki
Cumhuriyet Köyü’nde daire şeklinde bir yapı oluşturulmuştur:
Ortada bir meydan ve meydana açılan geniş yollar, planın uygu­
landığını göstermektedir. Ancak planı oluşturan diğer üniteler ha­
yata geçirilememiştir.101102
Örnek Köyler konusunda özellikle Kazım Dirik’in çabala­
rıyla Trakya’da çok yoğun çalışmalar yapılmıştır. 1936 yılında
yapılan 32 örnek köy 1938 yılında 200’ü bulmuştur. Bu örnek
köyler, köylünün özverisi, yardımı ve çalışmasıyla hayata geçiril­
miştir. Yapılan çalışmalardan, getirilen hizmetlerden çok mem­
nun kalan köylüler, örnek köylerin kurulması için ellerinden ge­
leni yapmışlardır.103104
Kazım Dirik’in Trakya’daki örnek köyler çalışmalarıyla ön
plana çıkması Ankara’da bazılarını rahatsız etmeye başlamıştır.
Recep Peker, “Köy Kanunu”na göre köylüden fazla vergi aldığı
iddiasıyla Kazım Dirik’i Atatürk’e şikayet etmiştir. Bunun üzeri­
ne Atatürk, Trakya’ya gelerek Kazım Dirik’in yaptırdığı örnek
köyleri ziyaret etmiştir. Köylerde incelemeler yapıp köylülerle
konuşan Atatürk, köylerin çağdaşlığından ve köylülerin mutlu­
luğundan çok memnun kalmıştır.104“Girdikleri evlerdeki temiz­
lik, kitaplar, fotoğraflar ve karyola gibi düzgün eşya bilhassa

101 Yeni Asır gazetesi, 1 Mayıs 1935’ten nakleden Dirik, age., s. 291.
102 Bugün Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü’nü hayata geçirmek için kurulmuş
olan bazı gençlik örgütlenmeleri vardır. Bu konudaki çalışmaları http://www.
cumhuriyetkoyu.org/ adlı siteden takip edebilirsiniz.
103 Dirik, age., s. 291.
104 Hulusi Turgut, Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul, 2005, s. 603-604; Dirik, age., s.
294, 295.

63
ta k d irlerin i c elb etm iştir ...”105 Böylece Recep Peker’in şikayetinin
yersiz ve temelsiz olduğunu da anlamıştır.
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, daha sonra
Başbakan İnönü’nün “Kombinalar”, Başbakan Bülent Ecevit’in
“Köykent” ve MHP’nin ‘Tarımkent” projelerine esin kaynağı
olmuştur.106
İsmet İnönü 29 Aralık 1937 tarihinde TBMM’de yaptığı
konuşmada açıkladığı Köycülük Programı’nm ikinci maddesine
göre köy birlikleri kurulması ve bu birliklerde yarı kolektif bir
çalışma sistemine geçilmesi istenmiştir. Bu yeni sistemde yer ala­
cak her köy ve köyler birliği bir “kombina” teşkil edecektir. İlk
aşamada 1000 kombina kurulacaktır.
İsmet İnönü, kombinaları şöyle anlatmıştır:
“ Yeni aletler, h a rm a n m a kin eleri, sü rm e ve sula m a tertip ­
leriyle p la n lı ola ra k ta nzim edilm iş b u lu n a n z ira a t k o m b in a la r
v ü c u d a g etirm ek istiy o ru z . B u k om bin alar, to p ra ğ ın ve m u h itin
ica p la rın a g ö re b ira z b ü y ü k , b ira z k ü ç ü k o la b ilecek se de h erh a l­
de h er b iri b ir b ü tü n lü k h a lin d e olacaktır. B u k o m b in a la ra O rta
A n a d o lu ve D o ğ u A n a d o lu ’da ç o k ih tiy a ç vardır.
D ü ş ü n d ü ğ ü m ü z ilk p la n 1 0 0 0 k o m b in a ü ze rin e tesis o lu n a ­
caktır. B u n la r d ö rt sen elik b ir tecrü b en in vereceğ i n eticeye g ö re
y a p ıla ca k ve çoğ a ltıla ca ktır ,:”107
Şevket Süreyya Aydemir, İnönü’nün Kombinalar Projesi
hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“ K o m b in a la ra g elin ce ( ...) k ö y d e b irlik le r ya ra tılm ası, bu
b irlik le rin , tek n ik iskelet, y a n i m a kin e istih sal vasıtaları m ih veri
etra fınd a teşkila tlan d ırılm ası fik ri adeta b ir d o k trin in harekete
g eçirilişiy d i. K ö y le r; a srın tek n iğ in e adım u y d u ra b ilecek b irer

105 Dirik, age., s. 294.


106 Köykent Projesi’nin ayrıntıları için bkz. Cihan Erdönmez, “K öykent: Olumlu ve
Olumsuz Yönleriyle Bir Kırsal kalkınm a Projesinin Çözüm lenm esi”, Süleyman
Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Ser: A, S. 2, Yıl: 2005, s. 35-51;
Elif Çolakoğlu, “Kırsal Kalkınm a Projelerine Bir Çözüm Arayışı O larak Köy-
Kent Projesi”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C 3, S. 6, 2007, s. 187-202.
107 Aydemir, İkinci Adam, C 2, s. 324.

64
müstahsil ünite haline gelecekti. Bu, ileri, inkılâpçı bir hareketti.
Bu kombinaların, gene her biri birer kom bina olan devlet zirai
işletmeleri veya üretme çiftlikleri ile işbirliğine gidebilmeleri ha­
linde bu işbirliğinden en ziyade köyler kazançlı çıkabilirdi.”108
Kombinalar Projesi, basının ilgisizliği, siyasilerin vurdum­
duymazlığı ve îsmet İnönü’nün başbakanlıktan ayrılması ve
özellikle de Atatürk’ün ölmesi gibi nedenlerle gündemden düşe­
rek unutulmuştur.109
Bülent Ecevit, Köy-Kent Projesi’nin, Atatürk tarafından plan­
lanan, programlanan, şekilleri çizilen İdeal Cumhuriyet Köyü
Projesi’nden esinlenilerek hayata geçirilmek istendiğini bizzat ifa­
de etmiştir.110
Bülent Ecevit, Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’
nden esinlenerek hazırlattığı Köykent Projesi’ni uygulamaya da
geçirmiştir. Bolu-Taşkesti, Van-Özalp Köy (1978-79 ilk uygula­
ma) ve Ordu Mesudiye Köykent Projesi bunların başında gel­
mektedir.

İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nden Venüs Projesi’ne


Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, sadece bir Tür­
kiye projesi değil, bir dünya projesidir; hatta geleceğin projesidir.
Şöyle ki, Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi, dünya
çapında bir hareket olan ve “tüm insanlığın iyiliği için bilim­
sel yöntemlerle büyük bir sosyal kalkınmayı” savunan Zeitgeist
Hareketi tarafından geleceğin “Venüs Projesi” olarak dünyaya
sunulmuştur.111
Dünyayı kasıp kavuran Zeitgeist filmlerinde112 anlatılan Ve­

108 age., s. 326.


109 age., s. 329.
110 Bülent Ecevit, “Köylü Milletin E fendisi O lm alıdır”, http:/Avww.dsp.org.tr.
(Erişim Tarihi: 28 Mayıs 2002).
111 Zeitgeist Hareketi hakkındaki tartışmalar için bkz. Komisyon, Zeitgeist Ne
Anlatıyor? İstanbul, 2010.
112 İlk belgesel film, 2 0 0 7 ’de Zeitgeist: The Movie; ikinci, Zeitgeist: Addendum
2 0 0 8 ’de yayınlanmıştı. Zeitgeist”in 3. filmi Zeitgeist - Moving Forvvard adıyla
vizyona girmiştir.

65
nüs Projesi dikkatle incelendiğinde Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet
Köyü Projesi’nden (ç)almtı olduğu görülecektir. Ancak Venüs
Projesi’nin yaratıcısının 1916 doğumlu Jacgue Fresco olduğu ile­
ri sürülmektedir.
Zeitgeist Hareketi, 3. filminde Venüs Projesi’ni anlatmıştır.
Proje, gelecekteki medeniyetin nasıl planlanması gerektiğine dair
tespitlerde ve öngörülerde bulunmuştur.
Filmde, Venüs Projesi’yle ilgili çizimler yer almış ve teknolo­
ji ile çevrenin ideal kullanımından söz edilmiştir.

Görüldüğü gibi, Venüs Projesi çizimlerindeki “kent planı”


Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’ndeki “köy planına”
şaşırtıcı derecede benzemektedir.113
Ya geleceğin projesi olan Venüs Projesi’ni hazırlayanlar Ata­
türk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nden esinlenmiş ya da
Atatürk ve genç Cumhuriyet’i kuranlar 80 yıl kadar önce gelece­
ğin projesini akıl edebilmiştir. Hangisi doğru olursa olsun, her iki
durumda da bir kez daha Atatürk’ün “dehası” ile şekillenen genç
Cumhuriyet’in büyük başarısı gözler önüne serilmekte ve bizlerin
bu dehaya karşı nasıl “kayıtsız” kaldığımız görülmektedir.

113 Mehmet Öcal, “A tatürk’ün İdeal Cumhuriyet K öyü Projesi, Venüs Projesi Ol­
m uş”, Eğitim Yuvası Formu, 30 Nisan 2011.

66
Venüs Projesi’ndeki kent planı çizimi

Köy Aydınlanması
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi dikkatle incele­
necek olursa Atatürk’ün kafasındaki ideal köyün; eğitime, bili­
me, kültüre, sanata, ekonomiye önem verilen, sosyal olanakların
çok fazla olduğu çağdaş ve çevreci bir köy olduğu görülecektir.
Atatürk, kafasındaki “ideal köyü” hayata geçirebilmek için köy
halkını her konuda aydınlatmak ve bilinçlendirmek istemiştir.
Bu amaçla da Millet Mektepleri, Halk Dershaneleri, Köy Öğ­
retmen Okulları, Köy Eğitmen Kursları ve Halkevleri kurmuş ve
Köy Enstitülerinin altyapısını hazırlamıştır.
Nitekim Atatürk, İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nde 3 nu­
marada Halkodası (CHP Kurağı)’na yer vermiştir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye, nüfusunun %80’i
köylerde yaşayan bir tarım ülkesidir. Ancak bu köylerin yaklaşık
%90’ında okul yoktur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’de­

67
ki 40.000 köyün sadece 5000’inde okul vardır. Köylerde hâlâ
eski dönemlerdeki gibi “hocalar” etkilidir.114
Genç Cumhuriyet eğitim ve ekonomi arasında doğrudan bir
ilişki kurmuştur. Ekonomik kalkınmanın ancak köyden başlatı­
lacak bilimsel ve pratik bir eğitim seferberliği ile mümkün olaca­
ğını düşünerek hareket etmiştir. Türk ekonomisinin ve onun bel
kemiği durumundaki köy ekonomisinin temeli tarıma dayandı­
ğından tarımsal eğitime ağırlık vermiştir.
Bu nedenle İzmir İktisat Kongresi’nde, nüfusun % 90’mı
oluşturan köylünün eğitim olanaklarına kavuşturulması öncelik­
li konulardan biri olarak ele alınmıştır. Bu eğitimin köylünün
işine yarayacak, uygulamalı ve pratik bir eğitim olmasına dikkat
edilmiştir. Bu nedenle özellikle tarımsal eğitime ağırlık verilmiş­
tir. Kongrede bu konuda alınan kararlar şunlardır:
1. Köylülere tarımın tüm dallarını uygulamalı olarak öğrete­
cek biçimde yazılmış kitap ve dergilerin bastırılarak ücretsiz
dağıtılması,
2. İlkokullarda ve ortaöğretim basamağındaki okullarda sana­
yi ve tarımın yine uygulamalı olarak öğretilmesi,
3. Her ilde birbirine yakın köyler için yeter toprağı olan birer
yatılı ilkokul açılması ve buralarda uygulamalı ve kuramsal
tarım derslerinin de öğretilmesi,
4. Her ilde büyüklüğüne göre bir ya da daha çok sayıda uygu­
lamalı tarım öğretimi yapılacak örnek çiftlikler niteliğinde
çiftlikler açılması,
5. Köylerdeki ilkokulların hepsinin beş dönümlük bir bahçesi,
iki ineklik, tekniğe uygun bir ahırı, yeni yöntemlere göre bir
arılığı ve öğretmenler için iki odalı bir evi bulunması.115
Görüldüğü gibi genç Cumhuriyet’in köy okullarındaki eği­
tim programı, doğudan köy ekonomisini geliştirmek için tasar­
lanmış bir programdır. Cumhuriyet’in köy okulu sadece kuru
bilgilerin ezberletildiği hayatın gerçeklerinden kopuk bir yer

114 Cemil Öztürk, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası, Ankara, 1996, s.
250, 251.
115 Ozankaya, age., s.253.

68
değil, küçük çağdaş bir tarımsal işletme olarak düşünülmüştür.
Böylece köy gençleri hem çağdaş bir eğitim öğretim alacaklar,
hem de modern tarım tekniklerini öğrenerek üretim yapacak­
lardı. Bu program, öğretmeni bir eve ve işletmeye sahip kılarak
köy halkının gerçek bir parçası ve doğal önderi yapmayı amaçla­
mıştır. Köy imamlarının yerini köy öğretmenlerinin alma zamanı
gelmiştir artık...

Millet Mektepleri ve Halk Dershaneleri


Atatürk, halk eğitimiyle ilgili ilk adımını daha Kurtuluş Sava­
şı yıllarında, 15 Temmuz 1921’deki Maarif (Eğitim) Kongresi’yle
atmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nm ardından 15 Temmuz 1923’te Birinci
Heyet-i İlmiye Toplantısı yapılmıştır. Bu toplantı sonunda bir
“ H a lk E ğ itim i R a p o r u ” hazırlanmış ve 25 Kasım 1923’te de
halk eğitimi çalışmaları başlatılmıştır.
1926 yılında da İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne bağlı “Halk
Terbiyesi Şubesi” açılmıştır.
11 Kasım 1928’de “M ille t M e k te p le r i T a lim a tn a m e si” ka­
bul edilmiş, 1 Ocak 1929’da da Millet Mektepleri’nin ilk ders­
hanesi açılmıştır.
Halk dershanelerinde, eski harfleri bilenlerin iki ay, bilme­
yenlerin ise dört ay eğitim görmeleri kararlaştırılmıştır. Atatürk
de “başöğretmen” olarak kasaba kasaba, köy köy, halkın aya­
ğına kadar giderek bu Halk dershanelerinde halka yeni harfleri
öğretmiştir.116
Ülkenin her yanında açılan Millet Mekteplerine 15 ile 45
yaşları arasındaki tüm yurttaşların katılmaları zorunlu tutul­
muştur. 45 yaşının üzerindeki yurttaşlar için bu kurslara katıl­
mak isteğe bırakılmıştır.
Millet Mektepleri Talimatnamesi’ne göre herkese yeni harf­
lerle okuma yazma öğretilmesinin amaçlandığı, okuma yazma

116 Firdevs Gümüşoğlu, Ülkü Dergisi ve Kemalist Toplum, İstanbul, 2005, s. 82-84.

69
seferberliğinin köylerden başlatılması gerektiği vurgulanmıştır.
Örneğin talimatnamenin 2. maddesinde, “Millet Mekteplerinin
umumi teşkilatı sabit ve seyyar olmak üzere (A) ve (B) dershane­
lerinden, halk okuma odalarıyla, köy yatı dershanelerinden (ya­
tılı okul) m ü r e k k e p t ir denilirken, 3. maddesinde de, “Şehir ve
kasabalarda ve mektebi bulunan köylerde açılan Millet Mektebi
dershanelerine sabit; mektepsiz köylere bir devre için muallim
(öğretmen) göndermek suretiyle açılan dershanelere de seyyar
dershane denir,” denilmiştir.117
A tipi dershanelerde hiç okuma yazma bilmeyenler veya
Arapça harfleri okuyup yazabilenlere yeni harfler öğretilmişken,
B tipi dershanelerde ise A tipi dershaneyi bitirmiş olanlara “yurt­
taşlık bilgisi” ile hayatta gerekli olan temel bilgiler verilmiştir.
A tipi dershanede öğretmen haftada dört saat alfabe, okuma
yazma ve imla kuralları ile, haftada iki saat temel matematik
kavramlarını öğretmekle yükümlüdür. B tipi dershanelerde ise
iki saat okuma yazma, iki saat hesap ve ölçüler, bir saat sağlık
bilgisi ve bir saat yurt bilgisi dersleri öğretilmiştir.118
Millet Mekteplerinde halka yalnızca okuma yazma öğre­
tilmemiş, aynı zamanda günlük yaşamda gerekli matematik ve
sağlık bilgileri ile çağdaş yurttaş olabilmek için gereken bütün
temel bilgiler verilmiştir.
Atatürk, özellikle kırsal kesimde, köylerde halk eğitimini
yaygınlaştırmak amacıyla çok sayıda kitap hazırlatmıştır. Bunlar:
“Köy Kıraati”, “Halk Okuma Kitabı”, “Millet Mektepleri ile Halk
Dershanelerine Mahsus Yurt Bilgisi” gibi adlar taşıyan pratik ki­
taplardır. Çok anlaşılır ve arı duru bir dille yazılmış olan bu kitap­
larda halk, “ağa, şeyh, derviş, hacı, hoca” diye adlandırılan kişilere
ve tarikat öğretilerine karşı dikkatli olması konusunda uyarılmış,
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedeninin köylünün ihmal
edilmesi ve yoksullaşması olduğu belirtilmiş ve kadının toplumsal
yaşamda daha ön planda yer alması gerektiğinin altı çizilmiştir.119

117 age., s. 84.


118 age., s. 85.
119 age., s. 88.

70
. , 11 u m u > i : 5 ? '♦

♦I Cilit M . v ........

MİLLET MEKTEPLERİ r'*


•I O e ırsa ıın ıe sll m e s u S»
ı V © S Ü İ J t® S I I
!♦
*5
m
H*
%«4yb «(M- Vilâyeti <«:**
i#
*1 Kıizcisi Şehri J U K I*
1 Semti f*
Nahiyesi
*ş Mahallesi dyl-ffcın
$*
•i Köyü

.4 </i o h
*İİ ÎVıçr it t t
•S ¥ ■$3
*?
^jg /~//- ft? dan / - / - / / / tarih ne katlar
kadar
t:-*
üanım

« İ J/«W Mektebi & dersanesinde okuyan
*Ş: Kek—ir
ı| yapılan im tihanlarda m u vaffak olmuş ve kendisine bu ine- p»
^ zuniyet vesikası verilmiştir, /jj / / / HA?/ §»
$•
I*
«i Millet Mektebi Vilâyet Millet m ektepleri 1»

i m uallim i idare heyeti reisi namına §*
l'mıımi kâtip I»
£•
ş*
ş*
i '^ I»

?SSW # :W sî !P W W W ,3?^■•*
< Kastamonu V . Matbuası )

Millet Mekteplerini bitirenlere verilen vesika

“ K ö y K ıra a ti” adlı kitaptaki bir okuma parçası, Atatürk’ün


“İdeal Cumhuriyet Köyü” derken aslında neyi amaçladığını göz­
ler önüne sermesi bakımından çok dikkat çekicidir.
İşte “ G a z i ve M e h m e t ç ik ” adlı o okuma parçası:
“ H e r tarafta m ek tep ler a çılıp çoğ a lm aya başladı. Ç o c u k la r
A ra p ç a m a va lla rın ve asılsız m a sa lla rın y e rin e topra ğ ın n a sıl e k i­
lip b içileceğ im , m a d en in n asıl çık a rılıp işleneceğini, d u t y a p ra ğ ı­
nın nasıl atlas olacağını ö ğ ren m eye k o y u ld u .

71
B ir taraftan B ü y ü k M ille t M e c lisi halkın rahatına, m em leketin
ilerlem esine yarayacak b irço k k a n u n yaptı. H e rk e s tarlasına k ö y ü ­
ne sahip oldu. A şa r kalktı. D ö r t karı alm ak yasak o ldu. K a d ın ı,
keyfi istem eyince eski p a b u ç g ibi sokağa atm ak âdeti kalktı. (...)
T ü r k k ö y lü sü , M e h m e tç ik , o rd u d a ik en o k u y u p yazm aya
h eveslen m işti. Y ılla rca çalıştıkta n so n ra harfleri b ira z se ç e r ve
lâ k in b ir tü rlü b irb irin e ek ley ere k d o ğ ru d ü rü s t o k u y u p ya za ­
m a zd ı. H o ş , ya ln ız o değil, k ö y ü n im am ı da, m u h ta rı da m e k tu p ­
la rın, g azetelerin için d en b ir tü rlü çık a m a zla rd ı y a ... B e lli id i ki
b u eciş b ü cü ş işaretlerd e aşılm a z b ir z o rlu k vard ı. ( ...)
A ra p h arflerin i yılla rca çalıştığı halde sö k em e m işti. B u T ü r k
h a rflerin i b ir ay için d e su g ib i ö ğ ren di. B u n la rın b iri b irin e ek len ­
m esi de k ola y d ı. Ş im d i g azeteleri, kita p la rı g ü rü l g ü rü l oku m a ya ,
h esap la rın ı, m ek tu p la rın ı h a rıl h a rıl yazm aya b a şla d ı.” 120
Halk dershanelerinde ve Halkodalarında okutulması için
hazırlatılan bu ders kitaplarıyla halk, pek çok konuda aydın­
latılmak, bilinçlendirilmek istenmiştir. Bu konulardan biri de
“sağlıklı çevre koşulları” ve “hastalıkların nedenleri”dir. Örne­
ğin “ K ö y K ıra a ti” adlı kitapta “ S a z lık ö y ü n D e r d i ” adlı yazıda
bu konular şöyle işlenmiştir:
“S a z lık ö y ile K a h ra m a n la r k ö y ü n ü n arası a n ca k b ir saat
çeker, am a in sa n ların ın g ü rb ü z lü ğ ü n e ve sağlam lığına b a kılın ca
a y rılık la rı çok tu r. S a z lık ö y h a lk ın ın ya rıd a n fazlası sarı ve cılız­
dır. Ç o c u k la rın ın y ü z le ri so lg u n b o y u n la rı a rm u t sapı g ib i ince,
k a rın la rı d a vu l g ib i şişk in , b a ca kla rı değnek g ib i z a y ıf ... K a h r a ­
m a n la r k ö y ü n e g elin ce iş b ü sb ü tü n değişir. B u n la rın ço ğ u kapı
g ib i iri, d e m ir g ib i sağlam adam lardır. H a rm a n lık la rd a o yn a ya n
ç o c u k la r k ırm ızı sura tlı to p u z g ib i yuvarlaktır.
B irb irin e k o m şu o la n bu ik i k ö y in sa n la rın d a k i a yrılığ ın se­
b eb in i ç o k m era k ettim . K a h ra m a n la ra g eld iğ im zam a n işi k ö y ­
lü d en s o rd u m ; bana:
‘E s k id e n K a h ra m a n la r, S a z lı’d an daha k ö tü idi. G e z ic ilik
in sa n a ç o k şey ler öğ retiyor. B e n d e a sk erlik te k ö y d e n çık m ıştım .

120 Anonim, Köy Kıraati, Devlet Matbaası, İstanbul, 1928, s. 14-17.

72
B e ş altı y ıl b irç o k m em le k et d o laştım . B i r k ö y ü sıtm a d a n k u rta r­
m a n ın ç o k k o la y b ir iş o ld u ğ u n u ö ğ ren d im .
B u ra ya d ö n d ü ğ ü m ilk yıl k en d i ev im d en başlayarak yavaş
yavaş b ü tü n k ö y ü n evlerin d ek i p en ce rele re ç o k ince d elik li tel
g eçirttim . K a sa b a d a n a ldığım ız bu teller sıtm ayı taşıyan sin e k ­
lerin evlere g irm esin e ve m arazi a çılm asına engel o lu y o rd u . A m a
iş b u n u n la b itm ed i. E v le r in , tarlaların k en a rla rın d a su la r birikir,
bataklık ya p a rla rd ı; sin e k le r b u ra la rd an ü rerlerd i. O ya z başında
bu su b irik in tilerin e b irk a ç kere ga z yağı d ö k tü m . G a z yağı sin e k ­
lerin yu m u rta la rın ı ö ld ü rü y o rd u . F a y d a sın ı anlayınca k ö y lü de
buna alıştı. S o n ra d ü şü n d ü m ki, bu b a ta klıkla ra y o l açan, d u rg u n
suları çaya a k ıtsa k , gaz yağı d ö k m ey e, bu y ü zd en ziyana g irm eye
hacet ka lm a ya ca k . E r te s i g ü n k ö y lü y ü to pla d ım , işi anlattım hep
b ir o ld u k . B e ş on g ü n için d e k ö y ü n etra fınd a d u rg u n su b ıra k m a ­
d ık. İşte b ö ylece sin ek lerin k ö k ü k u r u d u ; sineklerle b era b er sıt­
m anın da a rka sı k esildi. Ş im d i ara da n o tu z yıld a n fazla geçm iştir.
K ö y ü m ü z d e b ir tek sıtm alı, b ir tek cılız insan yo k tur. ’
A yrılırken A h m e t A ğ a ’nın m übarek ellerini öptüm . Sazlıkö-
y ü ’nün derdini, bütü n A n a d o lu k öylerin in derdini d üşündüm . B u n ­
dan sonra her k öyd e b ir A h m e t A ğ a ’nın yetişm esini ve onu n yaptığı
gibi k ö y ü m ü sıtm adan kurutm asına içim den dua ettim .” 111
Millet Mekteplerini bitirenlerin öğrendiklerini unutmama­
ları için de haftalık H a lk gazetesi yayımlanmıştır. Gerek kitaplar
gerek gazeteler Millet Mekteplerinde öğrenim görenlere ücretsiz
dağıtılmıştır.12122
Atatürk, İdeal Cumhuriyet Köyü’nü hayata geçirmek için
her şeyden önce köylünün bilinçlendirilmesini amaçlamıştır.
1929-1933 tarihleri arasında Türkiye’de 54.050 Millet Mek­
tebi açılmıştır. Bunun 18.589’u kentlerde, 35.461’i köylerdedir.
Beş yıl içinde Millet Mekteplerine devam eden 2.305.924 kişi­
den 1.124.926 kişi yeni yazıyı öğrenip diploma almıştır.123 1929-

121 age. s. 58-60.


122 Ozankaya, age., s. 257.
123 Bilal Şimşir, Türk Yazı Devrimi, Ankara, 2008, s. 242-245; Ozankaya, age.,
s. 257.

73
1936 tarihleri arasında Millet Mekteplerinden toplam 2.546.051
kişi diploma almıştır.124 Hiç okuma yazma bilmeyen 458.000
köylü kadından 152.968’ine Millet Mekteplerinde okuryazarlık
belgesi verilmiştir.125
Resmi istatistiklere göre 1929-1950 yılları arasında A ve B
dershaneleri olarak adlandırılan 84.000’e yakın Millet Mektebi
açılmıştır. A dershanelerinden 1.400.000’den fazla kişi, B ders­
hanelerinden 350.000’den fazla kişi belge almıştır.126
Türkiye’de 1927 yılında okuma yazma oranı erkeklerde
%7 kadınlarda %04 iken, Harf Devrimi’nden 7 yıl sonra, 1935
nüfus sayımına göre (toplam 17 milyon) okuma yazma oranı
% 19,2’ye yükselmiştir. Bu oran, Harf Devrimi öncesinin nere­
deyse üç katıdır.127 Okuma yazma oranı sürekli artarak 1940-
41’de %22,4’e yükselmiştir. Neresinden bakılırsa bakılsın bu
artış bir dünya rekorudur.
Türkiye’de 1727-1927 yılları arasındaki 200 yılda yaklaşık
30.000 kitap basılmışken, Harf Devrimi’nin yapıldığı 1928 yı­
lından 1943 yılına kadar geçen 15 yıllık sürede 31.000 kitap
basılmıştır. Sadece bu rakam bile Harf Devrimi’nin olağanüstü
başarısını gözler önüne sermeye yeter.
Görüldüğü gibi Atatürk, Harf Devrimi’yle Türkiye’yi bir
gecede cahil bırakmamış, tam tersine Harf Devrimi’nden sonra
yeni harfleri halka öğretmek için açtığı Millet Mektepleriyle ve
Halkevleriyle halkı Türk tarihinin hiçbir döneminde olmadığı
kadar hızlı bir şekilde aydınlatmış, bilinçlendirmiştir.128
Benoit Mechin’in dediği gibi: “Gazi bu sonucu elde etmek
için bütün memleketi okula gönderiyordu. Bilgili insanlarla hiç
okuma yazma bilmeyenler, sokak süpürgecileri ile hocalar ve
milletvekilleri, köylülerle birlikte askerler ve memurlar, hepsi

124 Sami N. Özerdim, Yazı Devriminin Öyküsü, Ağustos 1998, s. 24-45.


125 Şimşir, age., s. 245.
126 Turhan Oğuzkan, Türkiye Cumhuriyeti’nde Halk Eğitimi, ek, s. 83’ten nakleden
H. Fethi Gözler, Atatürk İnkılâpları, Türk İnkılâbı, İstanbul, 1985, s. 256.
127 Özakman, age., s. 792, dipnot 436a.
128 Harf Devrimi’ne yönelik eleştirilere verilen yanıtlar için bkz. Sinan Meydan,
Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 1. Kitap, İstanbul, 2010, s. 419 vd.

74
okula devama mecbur edildiler. Ve böylece herkes okuyup yaza­
cak ve önlerinde yeni bilgi kapılarının açıldığını göreceklerdi.”129

Köy Eğitmen Kursları


Cumhuriyet kurulduğunda tüm ülkedeki toplam öğretmen
sayısı 3000 kadardır. Bunların da yarısı öğretmen okulu çıkışlı
değildir. Erkek öğretmen okullarında 400, kız öğretmen okulla­
rında ise 300 kadar öğrenci vardır. 4 Kasım 1920’de Balıkesir
Milletvekili Vehbi Bey, TBMM’de yaptığı konuşmada eğitimin
içler acısı durumunu şu sözlerle ortaya koymuştur: “Bir kasaba­
da yalnızca birkaç yüz hane gayrimüslim buna karşılık binlerce
hane Müslüman yaşadığı halde, gayrimüslimlerin düzenli ilko­
kulları, ortaokulları, yüksek öğrenim görmüş öğretmenleri oldu­
ğunu görüyoruz. Buna karşılık on binlerce Müslüman nüfusun
bir tek okulu yoktur.” Aynı toplantıda birçok milletvekili, kendi
illerinde hiç okul bulunmadığını dile getirmiştir.130
İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nde okul, öğretmenevi ve
okuma odası gibi mekânlara yer veren Atatürk, köylünün eği­
timine çok büyük bir önem vermiştir. Millet Mektepleriyle bu
konuda önemli bir başarı elde edilmiştir, ancak zaman içinde
büyük bir öğretmen sıkıntısı baş göstermiştir. Mustafa Necati
Bey’in gayretleriyle Köy Öğretmen Okulları kurulmuştur. Bunlar
Türkiye’de öğretmen yetiştirmek için kurulmuş ilk okullardır.131
Ancak bu okullarda istenilen sonuç alınamamıştır. Bunun üzeri­
ne Atatürk, dönemin Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a, “ O r d u d a n
y a ra rla n ıla m a z m t? O rd u m u z d a n e ç a v u ş la r v a rd ı, b iliy o rs u n .
diyerek soruna çö­
O n la rd a n ö ğ retm en y e tiştirile m e z m i ? ” 132
züm getirmiştir. Bunun üzerine askerliğini çavuş olarak yapmış
köylü çocuklarının, sekiz aylık bir kursta, köylüye okuma yazma
ve basit hesap öğretecek, onlara sosyal ve ekonomik hayatların­

129 Mechin, age., s. 273.


130 Ozankaya, age., s. 228, 229.
131 öztürk, age., s. 250.
132 Bahattin Uyar, Tonguç’un Eğitmenleri, Ankara, 2000, s. 77.

75
da rehber olacak şekilde yetiştirildikten sonra köylere “eğitmen”
olarak atanmalarına başlanmıştır.133
Atatürk’ün işaretiyle harekete geçen Bakan Saffet Arıkan,
ilköğretim genel müdürü olarak görevlendirdiği İsmail Hakkı
Tonguç’la birlikte çalışmaya başlamıştır.134

Saffet Arıkan î. Hakkı Tonguç

Tonguç, köyleri dolaşarak bir rapor hazırlamıştır. O rapor


doğrultusunda öğretmen yetiştirme konusunda kısa sürede çok
ciddi adımlar atılmıştır. Yetiştirilecek yeni tip öğretmen, köyün
adeta bir parçası olacaktır. Bu köy öğretmeni, Cumhuriyet’in
değerlerini ve eğitim politikasını en basit bir dille çocuklara ve
büyüklere anlatacaktır. Bu köy öğretmeni, köyü içerden dönüş­

133 Öztürk, age., s. 250.


134 Cumhuriyet’in en önemli projelerinden biri milli eğitimdir. Atatürk, çağdaşlık
ve bağımsızlık ideallerinin ancak laik ve ulusal bir eğitimle mümkün olabi­
leceğini görmüş ve bu doğrultuda daha Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren
çalışmalar başlamıştır. İlk eğitim kongresi, Kurtuluş Savaşı devam ederken
1921 yılında toplanmıştır. Atatürk, Eğitim Devrimi’ni yaparken hem yerli hem
de yabancı uzmanlardan yararlanmıştır. John Dewey, Kemerrer, Köhne gibi
dünyanın en önde gelen eğitim bilimcileri ve felsefecileri Türkiye’ye çağrılmış,
onların görüşleri Türkiye’nin koşullarına uyarlanarak hayata geçirilmiştir. Ata­
türk, Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına hep ülkenin en değerli eğitimcilerini
getirmiştir. Öncelikle Mustafa Necati Bey gelmiştir. Onun eğitim kadrosun­
da Rüştü Uzel, Cevat Dursunoğlu, İsmail Hakkı Tonguç vardır. Daha sonra
1930’larda Saffet Arıkan gelmiştir. Saffet Arıkan, Halil Fikret Kant’ın faşizan
görüşlerine önem vermeyerek İlk Öğretim Genel Müdürlüğü’ne İsmail Hakkı
Tonguç’u getirmiştir (Ozankaya, age., s. 242).

76
türecektir. 6-8 aylık kısa süreli kurslarla eğitimden geçirilerek
köye gönderilecek olan yeni köy öğretmeninin adı “eğitmen”dir.
Eğitmene, köyde yaşayabileceği ve çalışabileceği büyüklükte, ge­
reksinimini karşılayacak kadar tarla, temel araç gereçler ve çok
az miktarda bir maaş verilecektir. Eğitmenler, askerliğini yapmış,
iyi derecede okuma yazma bilen uyanık gençlerden seçilmiştir.
Sonraları, eğitmenlerin eşleri, kızları, kardeşleri ve yakın akra­
balarından oluşan “kadın eğitmen” yetiştirme denemesi de ya­
pılmıştır.
İsmail Hakkı Tonguç’un köyleri dolaşarak hazırladığı rapo­
ra göre köy öğretmeninin/eğitmeninin nitelikleri şöyle olmalıdır:
1. Eğitmen köy hayatını yaşayarak öğrenmiş olmalıdır.
2. Yaş, bilgi, görüş, anlayış bakımlarından köyde yapacağı iş­
ler dolayısıyla karşılaşacağı güçlükleri yenebilecek durumda
olmalıdır.
3. Sade fakat ileri bir yaşamı köye sokabilmek için bıkmadan
çalışabilmelidir.
4. Köyün zorunlu eğitim çağındaki çocuklarıyla gençlerine
okuma yazma, hesap, yurt ve yaşama bilgilerini, yürürlük­
teki eğitim-bilim yöntemlerine göre öğretebilecek düzeyde
olmalıdır.
5. Köyde, özellikle eğitim, tarım işleri ve genel yaşam düzeyini
yükseltici işler bakımından devleti temsil edebilecek kudret­
te olmalı, devleti temsil edebilmelidir.
6. Köyün, devletin ve kendi alınyazısının, birbirine bağlı oldu­
ğunu bilerek çalışabilmelidir.135
Tonguç’un bu raporu, bazı itirazlara karşın tarım ve eğitim
bakanlıklarının işbirliğiyle 11 Haziran 1937’de mecliste kabul
edilmiştir.
Kanunun 1. maddesi şöyledir: “Nüfusları öğretmen gönde­
rilmesine elverişli olmayan köylerin, öğretim ve eğitim işlerini
görmek, ziraat işlerinin fenni bir şekilde yapılması için köylülere
rehberlik etmek üzere köy öğretmenleri istihdam edilir.”136
135 Gümüşoğlu, age., s. 94-95.
136 Anonim, Köy Eğitmenleri Kanun ve Talimatnamesi, Kanun No: 3238, 13.

77
Atatürk bir okul Atatürk, bir gencin dilekçesini
ziyaretinde (1937) incelerken (Kasım 1930)

İlk eğitmen kursu, Eskişehir’in Çifteler Çiftliği’nde açıl­


mıştır. 1936’da açılan bu deneme kursunda üç proje ile üç okul
bitirilmiş, ayrıca tarım aletlerinin bakım ve onarımı, atların ve
ineklerin yapay tohumlama işleri, ekinlerin, otların biçilip har­
manlanması gibi işler yapılmıştır. Bu işler, yaparak, yaşayarak
gerçekleştirilen bir eğitim süreciyle tamamlanmıştır. Sınıf sistemi
yerine grupla çalışmaya, ekip/takım çalışmasına; teorik bilgiden
çok gözlem, deney ve uygulamaya ağırlık verilmiştir.137
Köy eğitmenlerinin, köy hayatında karşılaşacakları sorunla­
rı, basit ve pratik çözümlerle ortadan kaldıracak tarzda yetiştiril­
meleri amaçlanmıştır. Bunun için ilk dönemlerde eğitmenlere yol
gösterecek “kılavuz” ders kitapları hazırlanmıştır. Bu kitaplardan
“Okuma Kitabı”nm bizzat eğitmenlerce hazırlanması istenmiştir.
“ Burada, daha önce hiçbir yerde görülmemiş bir uygulama
söz konusudur. Eğitmenin ders kitabı yine eğitmene yazdırıla-
caktır. Haşan Âli Yücel’in, eğitmen adaylarının hazırladığı me­
tinler üzerinde düzeltme yapılmaması için gönderdiği talimat
anlamlıdır. Bu uygulamada; uygarlık merkezinden uzak bir köy­
de çalışacak olan eğitmenin, o köye yabancı bir üslupla eğitim
vermesine engel olmak, köylü-eğitmen yabancılaşmasının önüne
geçmek ve öğretmenin ‘yaban’ olarak görülmesini engellemek
başlıca kaygıyı oluşturur. ”138

137 Uyar, age., s. 106.


138 Gümüşoğlu, age., s. 97.

78
Alman bu karar kısa sürede uygulanmış ve bu doğrultu­
da eğitmenlerin yazdıkları okuma parçalarından oluşan “Halk
Okuma Kitabı” yayınlanmıştır. Kitabın yazılış amacı “giriş” bö­
lümünde şöyle ifade edilmiştir:
“ Yazılar seçilirken mevzuların köy hayatına dair olanlarına
fazla kıymet verilmişti. Bu suretle köylüler arasında yayılması
faydalı görülen kıymetlerin çoğu, hikâye, türkü, destan ve temsil
şeklinde yazılmış olan parçalarla ifade edilmiş bulunmaktadır.
Bunlar birçok insanın seve seve okuyacakları yazılardır.”139
Köy Öğretmenleri Kanun ve Talimatnamesi’nde belirtildiği
gibi bu projede merkezden ve pazar yerlerinden uzak köylerde
köylünün üretimini artırmak ve sağlığı tehdit eden koşulları or­
tadan kaldırmak birincil görev olarak belirlenmiştir. Bunun dı­
şında okuma yazma, yurt ve yaşam bilgisi dersleriyle “köydeki
durağan hayata hâkim olacak şekilde” yeni bir atmosfer yaratıl­
ması amaçlanmıştır. Burada, “köyün kaderiyle kendi kaderinin
ve devletin kaderinin birbirine bağlılığına” yapılan vurgu çok
dikkat çekicidir.140
Eğitmen, bakanlığın kendisine verdiği plan dahilinde, köy­
lülerin de yardımıyla şu görevleri yerine getirmekle yükümlüdür:
• Köy okulu yapacak,
• Köyün zirai (tarım) durumunu kayıt ve tespit edecek,
• Fidanlık yetiştirecek,
• Köy içinde birer hektardan az olmamak üzere koru ve mey­
ve bahçesi oluşturacak,
• Bulunduğu köyün yağmur durumunu tespit edecek,
• Fenni kümes, kovan gibi araçlardan köylüleri yararlandıra­
rak köye örnek olacak...141
Köy eğitmenlerine verilen bu görevler, Atatürk’ün yeşillik­
lerle bezeli, modern tarım yapılan ve köy halkı için her türlü

139 Anonim, Halk Okuma Kitabı, Tarım ve Kültür Bakanlığı Köy Eğitmeni, Tarım
ve Kültür Bakanlığı Köy Eğitmeni Yetiştirme Kursları Neşriyatı, S. 23, Devlet
Basımevi İstanbul, s. 1.
140 Gümüşoğlu, age., s. 95.
141 Anonim, Köy Eğitmenleri Kanun ve Talimatnamesi, Kanun No: 3238, s. 8-10.

79
sosyal imkâna sahip İdeal Cumhuriyet Köyü’nün düşünceden
uygulamaya geçirilmesinde herkesten çok köy eğitmenlerine (öğ­
retmenlerine) güvendiğini ve herkesten çok onlara görev ve so­
rumluluk yüklediğini göstermektedir.
Turgut Özakman, Cumhuriyet’in Köy Eğitmenleri Projesi’
yle köylerin çehresinin nasıl değiştiğini şöyle ifade etmiştir:
“Çatısında al bayrağın dalgalandığı beyaz badanalı, tek
katlı küçük köy okulları köylere Cumhuriyeti, uygarlığı, bilgiyi,
aydınlanmayı getirmişti. Öğretmen köye tarımda, hayvan bakı­
mında sağlık konusunda bilgice yardımcı oluyordu. Köy İhtiyar
Heyetinin kâtipliğini yapıyordu. Köylü, el altından dinsiz diye
tanıtılan köy eğitmenlerinin dini de iyi bildiklerini görüp ayıl­
maktaydı. Öğretmen köylüyle aynı dili konuşuyordu: Hepsi köy
kökenliydi çünkü. Köyü, köylüyü iyi biliyordu. Köy için yetişti­
rilmişlerdi.
Okuma-yazma öğrenen köylünün kitaplardan yararlanma­
sı, okumayı unutmaması için, köylerde okuma odası kurulmaya
başlanmıştı. Bunlar ya muhtarlığın bir bölümü, ya köy okulu­
nun bir köşesi, belki bir raftı. Bakanlık buralara parasız kitaplar
yolluyordu. Köycülük kolları da okuma odası olan köylere ziya­
rete geldikleri zaman armağan olarak kitaplar getiriyorlardı.”ul
Bu Köy Eğitmenleri Projesi ileride Köy Enstitüleri Projesi’ne
kaynaklık edecektir.
Türkiye’nin dört bir yanında asırlardır ihmal edilmiş, ka­
derine terk edilmiş, okuma yazma oranının % 1’lerde, 2’lerde
seyrettiği köylere eğitim, üretim, bilgi, kültür ve sanat götürmek
için hayata geçirilen Köy Eğitmenleri Projesi kısa zamanda çok
büyük bir başarı elde etmiştir. Köyler kalkınmaya, köylüler ay­
dınlanmaya, üretim ve kültür artmaya başlamıştır.
Köy Eğitmenleri Projesi sayesinde 1940’ların ortalarına
gelindiğinde Türkiye’deki 40.000 köyün 7.000’ine daha okul
götürülmüştür.142143 Koskoca Osmanlı’da sadece 5.000 köye okul

142 Özakman, age., s. 525.


143 Öztürk, age., s. 251.

80
götürülebilmişken, genç Cumhuriyet sadece 4 yılda (1936-1940)
7.000 köye okul götürmüştür. Böylece toplamda 12.000 köy
okula ve öğretmene kavuşmuştur.
17 Nisan 1948 tarihli bir genelgeyle Köy Eğitmen Kursları
kapatılmıştır.144

HALKEVLERİ PROJESİ
Atatürk’ün toplumsal aydınlanma projelerinin başında Hal­
kevleri gelmektedir. Halkevleriyle köyden kente bütün bir top­
lumun eksiksiz bir şekilde aydınlatılması amaçlanmıştır. Millet
Mektepleriyle başlayan okuma yazma seferberliği ve halk aydın­
lanması, Halkevleriyle daha da artırılarak devam ettirilmiştir.
Halkevleri, Çekoslovakya’da dernek olarak örgütlenen, kent
ve kasabalarda merkezleri, köylerde lokalleri olan, Çek ve Slovak
toplumunu kültürel olarak canlı tutan “Sokollar”dan esinlenile­
rek hayata geçirilmiştir. 1930’ların başında Atatürk’ün önerisiyle
ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in çağrısıyla bir
ekip oluşturularak Sokol benzeri bir örgütlenme için çalışmalara
başlanmıştır.145
Halkevlerinin açılmasına Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1931’
deki 3. Kurultayı’nda karar verilmiştir.
1912’de İttihat ve Terakki’nin kurduğu Türk Ocakları ka­
patılarak onun yerine Halkevleri açılmış, Türk Ocaklarının mal
varlıkları da Halkevlerine devredilmiştir.146
Atatürk, çağdaş demokratik devrimini halka benimsetmek
amacıyla kurduğu Halkevlerinin başına Dr. Reşit Galip’i getir­
miştir.
Türk Rönesansı’m başlatacak olan Halkevleri, 19 Şubat 1932’
de Ankara’da yapılan bir törenle açılmıştır. Türkiye genelinde An­

144 Gümüşoğlu, age., s. 99.


145 age., s. 129.
146 Yusuf Sarınay, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları -1912
-1931-, İstanbul 1994, s. 144-145; Tevfik Çavdar, “H alkevleri”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C 4, s. 878-879.

81
kara Halkevi’yle birlikte aynı anda 14 Halkevi açılmıştır.147 Kısa
süre sonra bu sayı 24’e çıkmıştır.
Ankara Halkevi’nin açılışında konuşan Dr. Reşit Galip,
Halkevlerinin açılış amaçlarını şöyle ifade etmiştir:
“ Davamız, uygarlık yarışında yitirilen zamanı en kısa za­
manda kazanmak, layık olduğumuz dereceye yani en ileriye var­
maktır. Bugün 14 ilimizde birden partili partisiz her vatandaşın
yararlanabileceği Halkevleri halkın hizmetine giriyor. Bu sayı
her yıl yeni katılacak Halkevleri ile binleri aşacak ve bu kültür
ve eğitim kurumlan bütün yurdu kaplayacaktır. Ara sıra devrim-
lerin bittiğinden bahsedenlere rastlıyoruz. Bu görüş tembel, yor­
gun, cesaretsiz ruhların görüşüdür. Çünkü bitmeyen bir özlem,
yorgunluk tanımaz bir çalışma, gevşekliğe düşman bir irade ile
ilerlemek, engelleri çatır çatır kırmak, yol kesen olumsuz ruhu
nerede bulursak orada boğarak arayı ışık hızıyla kapatmak zo­
rundayız. ”

Her Halkevi kendi yönetim organlarını kendi seçecektir.


Halkevleri gerçekten halkın evleri olmuş, tüm vatandaşları hiç­
bir ayrım gözetmeden kucaklamıştır.
Halkevlerinin Ankara’da bir genel merkezi de yoktur; sade­
ce eşgüdümü sağlamak amacıyla Halkevleri Bürosu vardır.
Halkevleri Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar konferans­
lar, sohbetler, konserler, sergiler, kurslar, tiyatro ve film gösteri­
leri, anma toplantıları, çevre ve köy araştırmaları, folklor çalış­
maları, derlemeler, sosyal yardım faaliyetleri, bireysel ve kitlesel
sporlar, kitap ve dergi yayımlama, kütüphane kurma gibi birçok
farklı alanda eğitici ve aydınlatıcı etkinlikler yapmıştır.
Her Halkevinde bir okuma odası bulunması ve gezici kütüp­
hanelerle okuma alışkanlığının artırılması amaçlanmıştır.
Halkevleri eğitim-kültür-aydınlanma seferberliğini, hayatın
bütün alanlarında çalışarak, halka her konuda yardım etmeyi
ilke edinmiş öğretmenler ve gönüllü genç kadınlar ve erkeklerle
gerçekleştirmiştir.
147 Bu Halkevleri şunlardır: Ankara, Adana, Afyon, Aydın, Bursa, Çanakkale, De­
nizli, Diyarbakır, Eskişehir, Konya, İstanbul, İzmir, Samsun, Van.

82
Halkevleri 1932’den itibaren doğrudan CHP’ye bağlı olarak
teşkilatlanmaya başlamış ve hızla ülke geneline yayılmıştır. Par­
tinin ve yeni kurumun amacı “Halkevleri Yönetmeliği”nde şu
cümlelerle ifade edilmiştir:
“Partimiz, kılavuzluğu ile kurtardığı vatanı siyasal, sosyal
ve ekonom ik derin ve sağlam temeller üzerinde yükseltmek ka­
rar ve dölenindedir (azim). Partimiz, Türk ulusunu medeniyet
alanında da layık olduğu yere yani en yüksek dereceye çıkaraca­
ğı davasındadır. Son iki, üç asırlık siyasal ve sosyal düşüklük ve
gerileme etkelerinin (amil) ulusal hayat yürüyüşüne verdiği ağır­
lık ve bu süre içinde başka ulusların aldığı yol gözümüzün önün­
dedir. Bu görü bize nasıl çalışmamız gerekli olduğunu anlatır.”148
İkinci yılında sayıları 80’e çıkan Halkevleri sadece illerde
değil ilçelerde de açılmaya başlanmıştır. Bafra, Alanya, İnebolu,
Urla, Nazilli, Milas, Mudanya, Bergama, Kula, Silvan, Ünye, Ür­
güp, Ödemiş gibi ilçelerde Halkevleri açılmıştır.
Başbakan İsmet İnönü, ikinci açılış yıldönümü kutlama­
sında yaptığı konuşmada, “Halkevlerine yön gösteren düşünce
yurtseverliktir. Halkevleri bütün vatandaşların ortak malıdır.
Herkes burada bir araya gelerek vatanın geleceği için program­
lar geliştirecektir. Yeni Türklerin bilim, kültür ve spor çerçeve­
sinde yetiştirilmesine çalışıyoruz,” demiştir.149
Halkevlerinde, o sırada dünya genelinde etkili olan modern
mimarlığın belirgin etkileri görülmüştür. Bu nedenle Halkevle­
ri, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş temellerinin atılması
ve ulusun bilinçlendirilmesi hem de Erken Cumhuriyet Dönemi
modern Türk mimarlığının gelişimi açısından büyük önem taşı­
maktadır.
Yeni Türkiye’de “ulus bilinci” oluşturmak ve bu bilinci sağ­
lamlaştırmak; yeni Türkiye halkına devrimleri benimsetmek ve
onları bu yönde eğitmek amacıyla kurulan Halkevleri, bilim ka­
dar sanatın da toplumda yer edinmesine öncülük etmiş ve gerçek
anlamda kültürel bir devrim başlatmıştır.

148 C.H.P. Halk Evleri Öğreneği, Ankara, 1935, s. 3.


149 Özakman, age., s. 503.

83
Halkevleri, o döneme kadar gençlerin okul ve arkadaş
çevresiyle, yetişkinlerin cami ve tarikat çevresiyle sınırlı olan
mekânsal çerçeveyi genişletmesi ve böylece yeni ve çağdaş bir
toplumsal katılım anlayışı yaratması ile sosyal bir devrim niteliği
taşımaktadır. Cumhuriyet’in anıtsal Halkevi projeleri ve bu pro­
jeler doğrultusunda yurdun dört bir yanında inşa edilen Halkevi
binaları, Cumhuriyet’in kendine özgü bir mimari anlayış gelişti­
remediği iddiasını tamamen çürütmektedir.

Kayseri Halkevi, Leman Tomsu-Münevver Belen (1937)

Genç Türkiye Cumhuriyeti, 20. yüzyılın ilk yarısında tüm


dünyadaki tasarım eğilimlerini etkisi altına alan modernizmden
etkilenmiştir. Cumhuriyet’in önemli simgelerinden olan Halkevi
binaları, Türkiye mimarlık tarihinde çok özel bir yere sahip eser­
lerdir. Sosyal hayatta yaşanan modernleşmenin mimari alandaki
karşılığı Halkevleridir.
Her kentte ve kasabada kurulması hedeflenen Halkevlerin-
den, bu hedef doğrultusunda 1931-1951 tarihleri arasında toplam
478 tane inşa edilmiştir. Dönemin başarılı mimarlarının ilgilendiği
öncelikli konulardan biri Halkevleri olmuştur. Ekonomik, sosyal
ve kültürel anlamda yeniden inşa edilmekte olan ülke genelinde,
kentlerin modern bakış açısına göre planlanması, önde gelen şe­
hircilik anlayışları arasındadır. Cumhuriyet’in şehircilik anlayışı,
başlangıç itibariyle çok ileri düzeyde bir anlayıştır. Her şehirde
mutlaka bir “Gazi Bulvarı” veya “Atatürk Caddesi” bulunması,
bu toplanma mekânlarının kentin ana aksını meydana getirmesi
ve bu aksın bir “Cumhuriyet Meydanı” ile bağlanması, anlayışın
temelini oluşturmuştur. Halkevi binaları da alınan imar kararları-

84
na göre ilkokul, belediye binası ve hükümet konağı ile birlikte bu
anacaddelerde veya meydanda konumlandırılmıştır. Zonguldak
ve Bursa Halkevleri, bu duruma iyi birer örnek oluşturmaktadır.

İzmit Halkevi, Seyfi Arıkan, (1939)

Halkevlerinin kuruluş yönetmeliğinde, yapıların mimari prog­


ramı da yer almıştır, ancak binalar elbette her kentte yerel gereksi­
nimlere ve değişikliklere göre farklılıklar göstermiştir. Sinema, gös­
teri ve buna benzer etkinlikler için bir salon, derslikler, kütüphane,
jimnastik salonu ve idari kısım, tipik bir Halkevinin bölümleri ola­
rak sıralanmıştır. Açık alan olarak ise avlu, meydan veya bahçe
kullanılmıştır. Kıyı kentlerinde “su sporu” için ayrılan özel alanlar
olan “kayıkhaneler”, yapının yerine bağlı olarak en iyi manzara­
nın algılandığı noktaya konumlandırılan ve balo veya düğün gibi
organizasyonlar için kullanılan “salon”, büyük Halkevlerinde ise
önemli etkinliklere özel kıyafetlerle katıhnması ve girişte paltoların
çıkarılması gerektiği alışkanlığını toplum yaşamına yerleştirecek
“vestiyer” işlevi gören “gardırop odası”, her Halkevinde bulun­
ması gereken temel birimlere ek olarak rastlanan mekânlar ara­
sındadır. Tüm bu işlevsel mekânlar, modern toplumlarda günlük
yaşamın bir parçası olan ve çağdaşlaşma yolunda önemli birer

85
sosyal adım olarak nitelendirilebilecek davranışları Türk halkına
benimsetme amacına yönelik olarak tasarlanmıştır.
Cumhuriyet’in çağdaş uygarlık idealini yansıtan Halkevleri
arasında yarışmayla yapılan Kadıköy Halkevi önemli bir örnek­
tir. Ayakta kalan birkaç Halkevinden biri olan Kadıköy Halkevi
Projesi, yarışmada birinci olan Rüknettin Güney’e aittir. A. Sabri
ve Emin Onat’tan oluşan ekibin ikinci olduğu yarışmada, Leman
Tomsu ise üçüncülük ödülü almıştır.

Kadıköy Halkevi Proje Yarışması,


l ’incilik Ödülü Rüknettin Güney (1938)

Kadıköy Halkevi Proje Yarışması, 2 ’ncilik Ödülü:


A. Sabri-Emin Onat (1938)
Kadıköy Halkevi Proje Yarışması, 3 ’üncülük Ödülü:
Leman Tomsu, (1938)

Yine yarışma sonucu belirlenen Bursa Halkevi mimari pro­


jesinin sahipleri ise Münevver Belen ve Abidin Mortaş’tır. Döne­
me ilişkin kapsamlı bir kaynak olan A r k i t e k f e başvurulduğun­
da, 1930’lu yılların tüm önemli mimarlarının mutlaka bir veya
birkaç tane Halkevi projesi tasarladığı görülecektir.150

Bursa Halkevi Mimari Proje Yarışması,


1 ’incilik Ödülü: Münevver Belen

150 Ayşe Dorukan, Cumhuriyetin Çağdaşlaşma Düşüncesinin Yaşama ve Mekâna


Yansımaları: Halkevi Binaları Örneği, ITÜ Fen Bilimleri Enstitüsü, Bina Bilgisi
Programı, Yayımlanmamış Doktora Tezi.

87
İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nin sahibi Atatürk, Halkev­
lerinin mimari projeleriyle de yakından ilgilenmiş, projeleri göz­
den geçirerek görüş ve önerilerini bildirmiştir.
Halkevleri kısa sürede tüm ülkeye yayılmıştır. İkinci kuruluş
yılında (1933) ülke genelindeki Halkevi sayısı 80’i aşmıştır. Bu
Halkevlerinde 1663 toplantı yapılmış, bu toplantılara 500.529
kişi katılmıştır. Ayrıca 915 konferans, 373 konser, 515 temsil
verilmiş, bu etkinlikleri toplam 478.837 kişi izlemiştir. Halkevi
kitaplıklarındaki toplam kitap sayısı 60.000’i aşmıştır. Kitaplık­
lardan yararlananların sayısı ise 150.000’i geçmiştir. Halkevleri
sözcük, atasözü, masal, halk müziği, halk dansları, halk şiirleri,
halk hikâyeleri ve yerel meslek terimleri derlemiştir.151 Halkevle­
rinde amatör tiyatro kursları açılmıştır. Türkiye tarihi boyunca
hiçbir dönemde böyle bir “kültür patlaması” yaşanmamıştır.
Halkevi sayısı 1935 yılında 103’e,152 1936 yılında ise 136’ya
yükselmiştir. Türkiye’nin sadece İstanbul, Ankara, İzmir gibi bü­
yük kentlerinde değil; Van, Bingöl, Tunceli, Lüleburgaz, Safran­
bolu gibi Anadolu’nun doğusundan batısına, kuzeyinden güne­
yine birçok iline ve ilçesine Halkevi yapılmıştır. Örneğin 1936’da
açılan Halkevleri şunlardır: Akhisar, Ayancık, Babaeski, Bandır­
ma, Birecik, Bolvadin, Bor, Çapakçur (Bingöl), Çarşamba, De­
veli, Devrek, Elbistan, Ereğli, Fethiye, Gebze, Gelibolu, Gerze,
Gönen, Harput, İskilip, Kilis, Kırşehir, Lüleburgaz, Nevşehir,
Niksar, Salihli, Siverek, Turgutlu, Yalvaç, Safranbolu, Zile. Hal­
kevleri, Atatürk’ün çağdaş demokratik halk devrimi kapsamın­
da yüzyıllardır unutulmuş, neredeyse hiçbir yatırım yapılmamış
Anadolu’ya dengeli bir şekilde dağıtılmıştır. 1936’da Halkevleri­
nin üye sayısı 55.000’e çıkmıştır.

151 Anıl Çeçen, Halkevleri, Ankara, 1990, s. 122-123.


152 1935’te açılan Halkevleri şunlardır: Akçakoca, Alaşehir, Ayvalık, Bartın, Bay­
burt, Beşiktaş, Beyoğlu, Şişli, Üsküdar, Şehremini, Burdur, Dinar, Edremit, Ge­
rede, Göynük, İnegöl, Kadıköy, Kandıra, Merzifon, Mudurnu, Simav, Söke,
Tire (Çeçen, age., s. 125).

88
Atatürk Tunceli Pertek Halkevi’nde (1937)

Halkevlerinin amaçlarım ve yaptıkları çalışmaları çok daha


iyi anlamak için özellikle Anadolu’daki herhangi bir Halkevi-
nin bir yıllık faaliyetlerine göz atmak gerekir. Örneğin, Kayseri
Halkevi’nin 1932 yılındaki faaliyetlerinden bazıları şunlardır:
1. Kayseri Belediyesi’nin bahçesinde Halkevi kütüphanesi ve
okuma salonu açılmıştır.
2. Halka sunulmak üzere çok yoğun bir güzel sanatlar progra­
mı hazırlanmıştır.
3. Kayseri Vilayet Gazetesi’nde köylülere modern tarım tek­
nikleri öğretmek amacıyla “ Z ir a i Ö ğ ü t le r ” adlı bir yazı di­
zisi yayınlanmıştır.
4. Cumhuriyet Bayramı, Halkevinde halkın katılımıyla çok
coşkulu bir şekilde kutlanmıştır.
5. Halkevinde tarım, ekonomi, tarih, sanat ve dil konularında
çok sayıda konferans verilmiştir. Örneğin bu konferanslar­
dan birinde Kayseri tarihine ait 5-6 bin yıllık izler gösteril­
miş ve anlatılmıştır.
6. Halkevi salonunda Kayserili halk şairleri deyişlerini saz eşli­
ğinde söylemiştir.

89
7. Okuma-yazma bilen vatandaşları “medeni bilgiler” konusun­
da aydınlatmak amacıyla Hacı Mahmut Mektebi’nde haftada
üç gün, 18:00-20.00 saatleri arasında bir kurs açılmıştır.
8. Halkevi binasında isteyenlere Fransızca, İngilizce ve Alman­
ca ücretsiz olarak öğretilmiştir153.
Bunlar Kayseri Halkevi’nin ilk açıldığı yıl gerçekleştirdiği belli
başlı faaliyetlerden bazılarıdır. Halkevi ilerleyen yıllarda çok daha
çeşitli faaliyetler gerçekleştirmiştir. Örneğin, 22 Haziran 1937 Pa­
zartesi gününden itibaren lisenin Müzik Öğretmeni Hikmet Bey
tarafından verilecek Batı müziği ve keman kursuna kayıtların baş­
layacağı duyurulmuş ve derslerin her pazar günü saat 10:00’da
Halkevinde verileceği belirtilmiştir.154 Asıl şaşırtıcı olan bu kursa
gösterilen ilginin çok fazla olması nedeniyle pazar günü 10.00’da
verileceği duyurulan kursun sah ve cuma akşamları saat 20:00’da
devam edeceğinin açıklanmış olmasıdır.155 1937’de Halkevinin aç­
tığı Batı müziği ve keman kursuna Kayserililerin yoğun ilgi göster­
miş olması bugünün (2012) Türkiyesi’nden Kayseri’ye bakan bir
insanın inanamayacağı bir durumdur doğrusu.
Görülen o ki, Türkiye Halkevleriyle aydınlanmaya başla­
mıştır. Kim ne derse desin bunun adı Anadolu Rönesansı’dır.
Nafi Atuf Kansu, 1935 yılında Türkiye genelindeki Halkev­
lerinde yapılan etkinlikleri şöyle sıralamıştır:
• 782 gösteri düzenlenmiş, bu gösterileri 294.000 kişi izlemiştir.
• 776 konser verilmiş, bu konserleri 137.000 kişi dinlemiştir.
• 636 film gösterilmiş, bu filmleri 296.000 kişi izlemiştir.
• 1503 konferans verilmiş, bu konferanslara 322.000 kişi ka­
tılmıştır.
• 740 özel gece yapılmış, bu gecelere 233.000 kişi katılmıştır.
• 23 sergi açılmış, bu sergileri 34.000 kişi gezmiştir.

153 Mustafa Şanal, “Atatürk D önem inde Kayseri H alkevi ve Faaliyetleri (1932-
1 9 38)”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 2006, S. 64-66, s.263-265
154 “H alkevi B aşkan lığın dan ”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 22.06, 1937’den aktaran
Şanal, agm., s. 281.
155 “H alkevi B aşkan lığın dan ”, Kayseri Vilayet Gazetesi, 2 8 .0 6 .1937’den aktaran
Şanal, agm., s. 281.

90
• 36 yerli malı günü düzenlenmiş, bugünleri 224.000 kişi pay­
laşmıştır.
• 1867 spor günü yapılmış, bugünlere 48.000 kişi katılmıştır.
• 495 köy gezisi yapılmış, bu gezilere 21.000 kişi katılmıştır.
• 1370 eğlence gecesi düzenlenmiş, bu gecelere 400.000 kişi
katılmıştır.
• 211 çaylı sohbet toplantısına 46.000 kişi katılmıştır.
• Halkevlerindeki kitap sayısı 107.000’e ulaşmıştır.
• Sözcük derleme çalışmaları sonunda 40.000 fiş elde edilmiştir.
• Sadece Ankara Halkevi Edebiyat Kolu 29 konferans, 15
oturum; Güzel Sanatlar Kolu ise 25 konser düzenlemiştir.
• Köylerde halk ozanlarına ulaşılarak ozan geleneği destek­
lenmiştir.
• Kooperatifçilik desteklenmiştir.
• Halk müziğinde derleme çalışmaları yapılmış, Ankara ve
Bartın’da köylü koroları kurulmuştur.
• Tiyatro kolları kasabaları, köyleri dolaşarak temsiller ver­
miştir.
• Bölge tiyatrolarının temelleri atılmıştır.
• Köy seyirlik oyunları derlenmiştir.
• Küçük orkestralar ve korolar kurulmuştur.
• Sosyal yardım kolları kurulmuştur.
• Ankara Halkevi’nin Ankara Cezaevi’nde açtığı kursta 300
hükümlüye okuma yazma öğretilmiştir.156
İçişleri Bakanı ve Parti Genel Sekreteri B. Şükrü Kaya, 20
Şubat 1938’de, altıncı kuruluş yıldönümü nedeniyle vermiş ol­
duğu konferansta, Halkevlerinin kısa süredeki büyük başarısını
rakamlarla ortaya koymuştur.
Şükrü Kaya’nın verdiği bilgiye göre 1932’de 24 Halkevi ve
34.000 üyesi vardır. Aradan geçen altı yıl sonra, 1938’de ise bu
rakam 209 Halkevine ve erkek-kadın 100.000’den fazla üyeye
ulaşmıştır.157 Halkevlerinin, toplumu bilinçlendirme ve eğitme
programına uygun olarak büyük bir çaba ve gayret sarf edilmiş­
156 Çeçen, age., s. 128-136; Özakman, age., s. 557, 558.
157 B. Şükrü Kaya “ Halkevlerinin Açılış konferansı”, “Ülkü-Halkevleri Dergisi”,
C 11, S. 61 (Mart 1938), s. 1.

91
tir. Bu faaliyetler çerçevesinde 1933’te Halkevlerinde 915 konfe­
rans verilmişken, bu sayı 1938’de 3056 olmuştur. Yine 1933’teki
373 konser, 1938’de 1164 konsere çıkmıştır. 1933’teki 511 tem­
sil (tiyatro) 1938’de 1549’a çıkmıştır. Diğer taraftan sinema ve
radyo sayısı da artmıştır. Halkevleri kütüphanelerinde (kitap sa­
raylar) de devamlı bir kitap artışı söz konusudur. Bu sayı 1933’te
59.444, 1938’de ise 129.362 cilde ulaşmıştır. Aynı yıllarda oku­
yucu sayısı 149.000’den 1.590.000’e yükselmiştir. Köylere ay­
rı bir önem verilerek köy gezileri yapılmış, sergiler açılmış ve
halk dershaneleri açılmıştır. Halkevlerinde 1935’te 59 sergi açıl­
mışken, 1938’de 179 sergi açılmıştır. Köy gezileri 1935’te 495
iken, 1938’de ulaşılan köylerin sayısı 1495’i bulmuştur. Halk
dershanelerinde verilen ders adedi 8300’den, 16.000’e ulaşmış­
tır. Halkevlerine 1935’te 500.000 vatandaş gelmişken, 1938’de
evlere gelenlerin sayısı 6.642.000 kişiye ulaşmıştır. 1937’de faal
üye sayısı 95.253’tür. Bunların 8877’si öğretmen, 15.577’si çift­
çi, 23.935’i işçi, 5113’ü tüccar, 1551’i doktor, 1904’ü avukat,
diğerleri de başka sanat ve mesleklere mensup vatandaşlardır.158
Devlet Tiyatroları’nın 1960
yılında 500.000 seyirciye ulaşa­
madığı bir Türkiye’de Halkevle­
rinin daha 1933 yılında 500.000
seyirciye ulaşmış olması çok
ama çok dikkat çekicidir.159
Halkevlerinde dokuz kol fa­
aliyeti yürütülmüştür. 1. Dil ve
edebiyat; 2. Güzel sanatlar; 3. Ti­
yatro; 4. Spor; 5. Sosyal yardım;
6. Tarih ve müze; 7. Halk dersha­
neleri ve kurslar; 8. Kütüphane
ve yayın; 9. Köycülük.160

158 agm., s. 2.
159 Özakman, age., s. 784, dipnot 403.
160 Bu alanlardaki faaliyetlerin ayrıntıları için bkz. Gümüşoğlu, age., s. 133-138.

92
Atatürk, Ankara Halkevi’nin kütüphanesinin onuncu yılda
hazır olmasını istemiştir. Halkevlerinin kurulduğu ilk sekiz yıl­
da 2 milyon kişi kütüphanelerden yararlanmıştır ki, bu rakam
ülkedeki tüm okuryazarların %6’sına denk gelmektedir.161 1938
yılında Halkevi kütüphanelerinde 129.362 kitap vardır ve bu
kitaplardan 1.590.000 okur yararlanmaktadır. Etkinlikler için
Halkevlerine gelenlerin toplam sayısı ise 6.642.000 kişidir.162 Bu
rakamlar, Cumhuriyet’in çok kısa bir zamanda nasıl büyük bir
kültürel dönüşüm yarattığını gözler önüne sermesi bakımından
çok dikkat çekicidir.

Halkevlerinde halkın her konuda çağdaş bilgilerle donatıl­


ması amaçlanmıştır. Halkevlerinde, dil, edebiyat, tarih, güzel sa­
natlar konularında çalışmalar yapılmış, tiyatro oyunları oynan­
mış, spor etkinlikleri, sosyal yardım programları düzenlenmiş,
halk dershaneleri ve kursları açılmıştır.
Halkevlerine yüklenen “toplumsal değişim” rolünü, İsmail
Hakkı Baltacıoğlu, “H a lk ın E v i ” adlı eserinde şöyle ifade etmiştir:
“ H a lk e vle rin in ilk m ü him vazifesi h er alanda gerilikle sava ş­
m a ktır: A h la kta , sanatta, m uaşerette, m u sik ide, tiyatroda, m im a ­

161 Gümüşoğlu, age., s. 139.


162 Alper Akçam, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, Ankara, 2009, s. 354.

93
rid e g erilikle savaşm ak. H a lk e v le ri bütü n bu O rta za m a n , ya h u t
19. a sır artıklarıyla karşılaşm aları ve onları g en çlik havasından
atm alıdır. B u n u n için ik i şey g erekir: Ö n c e m illi k ü ltü r şu u ru , so n ­
ra da k ü ltü rü yaym ak. H a lk e v i m illi edebiyatın evi olm alıdır. H a l­
k ev i m illi m u sik inin evi olm alıdır. H a lk e vle ri m illi resm in tezyini
sanatın evi olm alıdır. H a lk e v i m illi yaşayışın evi olm alıdır. B ü tü n
bu m illi k ü ltü r tatları H a lk e v in d e tadılm alıdır. H a lk e vle rin d e ir-
ticayla savaşıldığı kadar, m u ka llitlik (taklitçilik), k o zm o p o litlik
(k a rışıklık ), soysu zlu k la da sa va şm a lıd ır,” 163
Halkevleri yüzyıllardır kaderine terk edilmiş Türk halkını
çok kısa bir sürede her bakımdan bilinçlendirmeye ve aydınlat­
maya başlamıştır. Birçok ilde ve ilçede halk, Halkevleri sayesinde
tiyatroyu, konseri, çok sesli müziği tanımış, böylece dinle sarıp
sarmalanmış kendi sınırlı dünyalarının dışına çıkarak sanatın ev­
rensel zevkine varmıştır. Halkevlerinde açılan okuma yazma, sat­
ranç, daktilo, tiyatro, saz, koro, biçki-dikiş, hah, çocuk bakımı,
çocuk eğitimi, ilkyardım gibi kurslarda töre kıskacına sıkışmış
on binlerce genç kız yetişmiştir. Halkevlerindeki toplantılarda
Mimar Sinan, Fuzuli, Yunus Emre, Karacaoğlan, Ziya Gökalp,
Namık Kemal gibi Türk büyükleri anılarak halka tarih bilinci
verilmiştir. Halkevleri, kentlerde kasabalarda ve köylerde küçük
orkestralar, bandolar, korolar kurmuştur. Spor çalışmaları ya­
pılmış, Türk diline önem verilmiş, Türk dilini zenginleştirecek
derleme ve tarama çalışmaları yapılmış ve 26 Eylül’lerde dil bay­
ramı kutlanmıştır. Halkevlerinde her yıl yüzlerce sohbet toplan­
tısı yapılmış ve konferans düzenlenmiştir. Bir yıl içinde yüz köye
giden Halkevleri vardır. Halkevlerinin köycülük kollarına katı­
lan Cumhuriyet’in idealist doktorları, ebeleri, hemşireleri, öğret­
menleri, tarımcıları, fencileri yüzlerce yıldır ağanın, şeyhin, şıhın
insafına bırakılmış köylere girmiştir. Köycülük kolları kısa süre­
de köylülerle kaynaşmış, dostluk kurmuş, birçok konuda bilgi
vermiş ve köylülere eğitici kitapçıklar dağıtmıştır. Türk köylü­
sünün genlerine işlemiş olan kadın-erkek dayanışması, eski köy

163 İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, Halkın Evi, Ankara, 1950, s. 33.

94
oyunları canlandırılmış, toprak bayramı, bağ bozumu, harman,
hıdrellez, nevruz kutlamaları şenliklerle bayram havasında kut­
lanmaya başlanmıştır. Cumhuriyet’in, gerçek anlamda bir halk
devrimi olduğunun en somut kanıtlarından biri Halkevleridir.164
Halkevlerinin köylerin aydınlatılmasında nasıl bir işle­
ve sahip olduğunu anlamak için Anadolu’daki bir Halkevinin
köycülük kolunun bir yıllık faaliyet raporuna bakmak gerekir.
Örneğin, Kayseri Halkevi’nin köycülük kolunun 1933 yılındaki
faaliyetlerinden bazıları şunlardır:
1. Halkevinde yapılan çok sayıda müsamere ve konserlere
köylüler çağrılmış ve köylere çok sayıda gezi düzenlenmiştir.
2. Köycülük kolunun doğal üyesi olan köy öğretmenleri aracı­
lığıyla birçok köylü vatandaşa okuma-yazma öğretilmiştir.
3. Yazı bilmeyen çok sayıda köylünün mektup ve dilekçeleri
yazılmıştır.
4. Yardıma muhtaç köylülerden 461 kişi ücretsiz olarak hasta­
neye yatırılmıştır.
5. Köylerde bulunan harp malûlleri ile şehit aile ve çocuklarının
şehirdeki işleri takip edilerek onlara yardımcı olunmuştur.
6. Yardıma muhtaç asker aileleri ile toprak sahibi olup da top­
raklarını ekemeyenlerin tarlaları imece yoluyla ektirilmiştir.
7. Suyu olmayan İspile Köyü’ne sondaj aleti gönderilerek ge­
rekli inceleme yapılmıştır.165
Kayseri Halkevi’nin 1937 yılı faaliyet raporundan Halkevi
kollarının birçok köyü ziyaret ettiği anlaşılmaktadır.
Örneğin, 1937 yılının Eylül ayının ilk haftasında Halkevinin
köycüler, spor ve sosyal yardım kolu üyeleri, doktorlar ve aydın­
lardan oluşan bir kafile Kanardı köyüne yaya olarak gitmiştir.
Halkevi üyeleri bu köyde çeşitli faaliyetlerde bulunup köylü ço­
cuklara şeker ve her eve asılmak üzere bir Atatürk resmi hediye
etmiştir.166

164 Atatürk’ün çağdaş demokratik halk devrimini burjuva devrimi olarak adlandı­
ran “köksüz solcularımızın” bu gerçeklerden haberi var mıdır acaba!
165 Şanal, agm., s. 268.
166 agm., s. 282.

95
12 Aralık 1937’de Halkevi’nin köycüler, spor ve sosyal
yardım kolları üyelerinden oluşan 32 kişilik bir kafile Vali Adli
Bayram’ın başkanlığında, Kayseri’ye 8 kilometre uzaklıkta bulu­
nan Anbar köyüne yaya olarak gitmiştir.167
19 Aralık 1937’de Halkevi’nin köycüler,spor ve sosyal yar­
dım ile dil, edebiyat ve tarih kolları üyelerinden 46 kişilik bir
kafile Vali Adli Bayman’ın gözetiminde Kayseri’ye 12 kilometre
mesafede bulunan eski Kayseri yerleşmelerinden Kaneş-Gültepe-
Karahöyük köyüne yaya olarak gitmiştir.168
Bu köy gezilerde mutlaka doktorlar yer almış ve hastalar üc­
retsiz muayene ve tedavi edilerek ilaçları da ücretsiz verilmiştir.169
1937 yılının ilk beş ayı sonunda Kayseri Halkevi’nin faali­
yetlerinden Ülkü dergisi şöyle övgüyle söz etmiştir:
“... H e r hafta h e r m a h a llen in k a d ın la rın ı film g ö sterm ek
için d a vet ed erek sin em a n ın b aşında ve a ra sın d a kısa ve özlü,
ye rli ağzı fa k a t g a rplı fik ri ile telk in ler ya p m a ya ö n em veriyorlar.
H e r p a za r k ö y lü y ü en iyi a nlayan ve k ö y işleri ile en y a k ın d a n
en fazla salahiyetle ilgilenen in sa n lard a n to p la n a n verim li b ir
h eyetle k ö y g ezilerin i ya p m a ya d evam e d iy o rla r; b u n d a n so n ra
y a p tık la rı k ö y g ezileri için daha esaslı, şık lığ ın d a n ziya d e d erli
to p lu o lu şu n a eh em m iy et verilm iş b ro şü rle r n eşred ere k K a y se ri
k ö y le rin i b ir b ü tü n m em lek ete tanıtm aya ç a lış a c a k la r d ır ...” 170
Görüldüğü gibi Kayseri Halkevi bir taraftan köylüyü eğitip
kültürlendirirken, diğer taraftan Halkevi kolları köylünün aya­
ğına kadar giderek köylünün akla gelebilecek her türlü sorunuy­
la ilgilenip çözümler üretmiştir. Halkevlerinin, köylünün ayağına
kadar gitmesi, Atatürk’ün Halkçılık ilkesinin en iyi uygulamala­
rından biridir. Bu uygulama, onun “ K ö y lü m illetin e fe n d isid ir ”
sözünün sadece bir slogan olmadığını göstermesi bakımından da
dikkate değerdir.

167 agm., s. 283.


168 agm., s. 283.
169 agm., s. 276.
170 Ülkü dergisi, S. 51, C 9, Mayıs 1937, s. 219-220’den nakleden Şanal, agm., s. 280.

96
“ A ta tü rk halk eğitim ine ç o k b ü y ü k ö n em v e riy o rd u . H a lk
egem enliği h a lk ın eğitilm iş olm asın ı da g e re k tiriy o rd u . B u ev ­
lerde o k u m a ya zm a öğretilir, bu evlerd en p iy a n o , k em a n sesleri
yükselir, bu ev lerd e k o n fe ra n sla r verilir, o y u n la r serg ilen ir di. ”171

Halkevinde eğitim öğrenim gören gençler

Halkevleri halkı aydınlatmak için çok sayıda kitap, dergi ve


broşür yayımlamıştır. Ankara’da Şubat 1933’te yayma başlayan
Ü lk ü dergisinin yanı sıra her Halkevi kendi dergisini çıkarmıştır.
Halkevi dergilerinin sayısı, Ü lk ü dahil, 62-75 arasındadır.172
Halkevlerinin en önemli yayın organı olan Ü lk ü dergisi, hal­
ka, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini, bağımsızlığın özgürlüğün
ve çağdaşlığın önemini halkın diliyle anlatmaya çalışan bir yayın
organıdır. Bu dergide Atatürk devrimleri, Atatürk’ün, tarih, dil
ve kültür çalışmaları bütün boyutlarıyla ve halkın anlayacağı bir
dille halka anlatılmıştır.
Ü lk ü dergisinin en dikkati çeken yönlerinden biri, Atatürk’ün
“ K ö y lü m illetin efen d isid ir” anlayışı gereği “köycülük” konusuna

171 Bedia, Akarsu, Atatürk Devrimi ve Temelleri, 3. bas., İstanbul, 2003, s. 102.
172 Gümüşoğlu, age., s. 141.

97
çok geniş yer vermesidir. Ü lk ü dergisinde köycülük, Atatürk’ün
“Halkçılık” ilkesinin en önemli boyutu olarak işlenmiştir. Özellik­
le 1940 yılına kadar Ü lk ü ’de çıkan halkın yaşam düzeyinin yük­
seltilmesinden söz edilen neredeyse her yazıda “köy” hem bir so­
run olarak hem de kültürün “saf kaynağı” olarak ele alınmıştır.173
Köycülüğü ayrıntılı olarak ilk işleyen K a d ro dergisidir. K a d ro
dergisi, toprak reformuyla feodalizmin tasfiyesine vurgu yapar­
ken; Ü lk ü dergisi, kültürel değişimle köyün dönüştürülebileceğine
vurgu yapmıştır. Bunun yanında her iki dergi de kalkınmanın an­
cak köylüyü köyünde tutarak sağlanabileceğini savunmuştur.
K a d r o dergisindeki “köycülük” tartışmalarında “köy eko­
nomisi” üzerinde durulmuştur. Özellikle İsmail Hüsrev (Tökin)
ve Vedat Nedim (Tör) yazılarında Türkiye’nin köy ekonomisini
ve toplumsal yapısını işlemişlerdir.174
Ü lk ü dergisinde yer alan “köycülük” yazıları, köylünün eği­
tim ve kültür düzeyini yükseltmek (yetişkinlerin ve çocukların
eğitimi), üretim araçlarını modernleştirmek, köy imarı (köy mi­
marisi), köy monografileri, köy kent ilişkisi ve köyün ülke kal­
kınmasındaki yeri konularındadır.
Dergide, Nusret Kemel (Köymen), A. Süreyya İşgör, Sela-
haddin Kandemir, Kerim Öner, Abdullah Ziya, Muallim Kemal,
Trakyalı Ali Galip gibi yazarlar “köycülük” konulu yazılar ka­
leme almışlardır.175
Halkevleri Projesi’ni bitirirken tekrar hatırlatalım: 1936 yılın­
da 103 Halkevi çatısı altında çeşitli etkinliklere katılan insan sayısı
2.100.000’dir.176 1938 yılında etkinlikler için Halkevlerine gelenle­
rin toplam sayısı ise 6.642.000 kişidir. Dile kolay! Türkiye’de bir
yıl içinde 6.642.000 insan bilimle, sanatla, sporla ve kültürle ilgi­
lenmiştir.

173 age.,s. 211.


174 age., s. 213.
175 age., s. 217.
176 age., s. 375.

98
*
i

Ankara Halkevi (1930’lar)

1927’de Türkiye’de okuma yazma oram erkelerde %7, ka­


dınlarda ise %04’tü. 1929’da kurulan Millet Mektepleri ve
1932’de kurulan Halkevleri sayesinde Türkiye’de okuma yazma
oram 1935 nüfus sayımına göre, erkelerde %23’e, kadınlarda ise
%8’e çıkmıştır.177
İşte Atatürk ve Cumhuriyet mucizesi budur...
Halkevleri 2 Mayıs 1951’de kapatılmış, ancak 27 Mayıs
196l ’den sonra Kültür Dernekleri adıyla yeniden çalışmaya baş­
lamıştır.

Köy Enstitüleri
Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’nin bir yansıma­
sı da Köy Enstitüleridir. ABD’li Fay Kırby, Köy Enstitüleri için
-biraz da abartarak- “K e m a liz m ’in ta k en d isi , ” demiştir.178
Köyün ve köylünün kalkındırılmasının ancak köyün ve köylü-

177 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007, s. 237.


178 Fay Kırby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, 2. bas., Ankara, 2000, s. 270; Ak-
çam, age., s. 101, s. 109. Yalnız, Köy Enstitülerinin bir dönemden sonra
Kemalizm’den bazı ciddi “sapmalar” gösterdiği de unutulmamalıdır.

99
nün temel ihtiyaçlarım sağlayacak çağdaş bir eğitimle mümkün ola­
cağım düşünen Atatürk, Köy Eğitmenleri (Öğretmenleri) Projesi’ni
hayata geçirmişti. Bu proje, köyün içeriden dönüşümünü sağlama­
ya ve köyün eğitimine yönelik ilk köklü girişimdir. 1936’da uygu­
lanmaya başlanan Köy Eğitmenleri Projesi, 1940’lardaki Köy Ens­
titüleri Projesi’nin ön hazırlığı ve laboratuvarı işlevini görmüştür.179
Köy Enstitüleri Projesi, özgün bir “tabandan kalkınma”
projesidir. Yıllarca Köy Enstitüleri üzerinde çalışan Fay Kırby,
bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“ İk in c i ö n em li s o n u ç asıl K ö y E n stitü le rin in P esta lo zzi, D e-
w ey, K e rsb e n ste in e r g ib i B a tı eğitim cilerinin d ü şü n c e le rin e g ö re
k u ru lm u ş eğitim sistem le rin d en a lınarak a çılm ış o k u lla r değil,
o n la rd a n bazı tem el n ok ta la rd a ve a yrıca n itelik ve n icelik b a k ı­
m ın d a n da değişik b ir sistem e dayandığıdır. ( ...) Ü ç ü n c ü so n u ç,
K ö y E n stitü le rin in B a tılı eğ itim cilerin d ü şü n ve sistem lerin in
ta k lid i olm adığı g ibi, şu ya da bu p a rtin in , şu ya da bu b a ka ­
n ın k eyfin e dayalı b ir b u lu ş da olm adığıdır. ( ...) K ö y E n s titü le r i­
n in , T ü r k iy e ’n in eğitim s o ru n u n d o ğa l ve z o ru n lu ola ra k vardığı
u zu n a ra m a la r ve d en ey ler so n u n d a k o le k t if çalışm alarla o rtaya
çık a rılm ış b ir eser old u ğ u , o n d a h içb ir ya p a ylık ve siya sa l çık a r
b u lu n m a d ığ ı in celem ed e a p a çık b elirtilm iştir. ”180
17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı “K ö y En stitü le ri Yasa­
s ı”mecliste tek oturumda 278 oyla ve oybirliğiyle kabul edilmiştir.
O oylamaya katılmayan 148 milletvekilinden üçü sonraki yıllarda
Köy Enstitülerinin kapatılmasına neden olacak Demokrat Parti ku­
rucularından Adnan Menderes, Celal Bayar ve Fuat Köprülü’dür.181
Tarım Bakanlığı’nın belirlediği 11 değişik yörede Köy Ens­
titüleri kurulmuştur. 1937-38’de açılmış olan 3 öğretmen okulu
da enstitüye dönüştürülmüştür.
Köy Enstitüleri, köy öğretmeni ve diğer meslek erbabını ye­
tiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde
Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) tarafından açılmıştır.

179 Gümüşoğlu, age., s. 102.


180 Kırby, age., s. VII.
181 Gümüşoğlu, age., s. 102.

100
Enstitüye alınacak öğrenciler, 5 yıllık köy okullarını bitiren­
ler arasından seçilmiş ve enstitüde 5 yıl okumuştur. Bu öğreti­
min yarısı kültür, yarısı da teknik-tarımdır. Teknik-tarım dersleri
uygulamalıdır. Mezunlar gittikleri yörede bir okula atanmıştır.
Öğretmenin geleceği, 3 yıl önceden köye bildirilmiş, köyün öğ-
retmenevi ve okul yapması istenmiştir. Devlet öğretmene kendi
ihtiyaçlarını karşılayacak ve tarım derslerine yetecek kadar top­
rak, tarım aletleri ve 60 TL sermaye vermiştir. Öğretmenlere ilk
altı ayda yalnızca 20 TL aylık verilmiştir.182
Köy Enstitülerinin kuruluşuna ilişkin yasaya göre, hayatları
boyunca köylerde çalışacak olan öğretmenlerin görevleri ayrıntı­
lı olarak belirlenmiştir.
Bu görevlerden bazıları şunlardır:
Madde 5: Bu kuramlarda öğrenimlerini bitirerek öğretmen
olanlar, 20 yıl çalışmak zorundadır... Ayrılanlar, devlet kuram­
larına ve memurluklara alınmazlar.
Madde 6: Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenler, atandıkları
köylerin her türlü eğitim, öğretim işlerini görürler. Örnek bağ,
bahçe, atölye gibi tesisler kurarak köylüye önderlik ederler, bun­
lardan yararlanmalarına yardımcı olurlar.
Madde 11: Öğretmenlere, üretim için ve öğrencilerin uy­
gulama yapacağı araçlar, tohum, çiftlik, fidan vb. araç gereçler
okul demirbaşlarına geçirilerek, devletçe verilir.
Madde 14: İşletmedeki her türlü eşya, hayvan vb. okulun
malıdır. İşletmeden elde edilecek ürün öğretmenin olur.183
Bu kanun sayesinde Türkiye’de, eşine pedagoji tarihinde rast­
lanmayan bir ilköğretim seferberliği başlatılmıştır.184 Bu seferber­
liğin sonucunda 1940 yılında 11 enstitü açılmıştır. İlk mezunlarını
verdiği 1945-1946 yılında enstitü sayısı 20’yi bulmuştur.185
Enstitüler kısa sürede büyük bir başarı elde etmiştir. Enstitü­

182 Akşin, age., s. 237, 238.


183 Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, 1997, s. 154; Gümüşoğlu,
age., s. 103.
184 İsmail Hakkı Tonguç, Canlandırılacak Köy, Ankara, 1998, s. 532.
185 Gümüşoğlu, age., s. 102, 103.

101
lerde yetişen öğretmenlerin köylere dağılmasıyla okul ve öğrenci
sayılarında büyük bir artış görülmüştür.
1924-1936 yılları arasındaki 12 yılda ilkokul sayısı %25’lik
bir artışla 4894’ten 6112’ye çıkmış; 1936-1946 yılları arasındaki
10 yılda ise bu sayı, %146’lık bir artışla 6112’den 15.009’a çık­
mıştır. Öğrenci sayısındaki artış ise ilk dönemde %92, ikinci dö­
nemde ise % 114’tür. İsmail Hakkı Tonguç’un verdiği bilgilere göre
bu ikinci dönemde asıl artış köylerde olmuştur. Bu dönemde okul
sayısındaki artış %185, öğrenci sayısındaki artış ise %119’dur.186
İsmet İnönü’nün 7 Ağustos 1944 tarihli İzmir Radyosu ko­
nuşmasında, 1929-1930 ders yılında ilkokulu bitirenlerin sayısı
17.000 iken 1943-1944 yılında bu sayının 75.000’e çıktığını bil­
dirmiştir. Yalnızca 1945 yılı rakamlarıyla ilkokullardaki öğren­
ci sayısının bir önceki yıla göre 23.415 artması, Türkiye’deki
ilköğretim seferberliğinin gerçekten de çok büyük bir başarıya
ulaştığını kanıtlamaktadır.187
Köy Enstitüleri için yapılacak binalar, yerleşim yerine ve ik­
lim koşullarına göre mimarlar ve mühendisler arasında yapılan
yarışmayla projelendirilmiştir. İlke olarak, tek katlı çok bina ya­
pılmasına karar verilmiştir. Binalar öğretmenlerin, öğrencilerin
ve köylülerin “imece” usulü yardımıyla inşa edilmiştir.
1942 yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde bir yüksek bölüm
açılmıştır. Yüksek Köy Enstitüsü’nde bulunan kollar şunlardır:
• Güzel Sanatlar,
• Yapıcılık,
• Maden İşleri,
• Hayvan Bakımı,
• Kümes Hayvancılığı,
• Tarla ve Bahçe Ziraatı,
• Zirai İşletme Ekonomisi,
• Köy ve El Sanatları Kolları...188
186 İsmail Hakkı Tonguç, Kitaplaşmamış Yazılar, C 1, Sunuş, 2. bas., Ocak 1998,
s. 5 ’ten nakleden Akçam, age., s. 29.
187 Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi, S. 356, 26 Kasım 1945’ten nakleden
Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç, 3. bas., İzmir,
2007, s. 458.
188 Tonguç, Canlandırılacak Köy, s. 535.

102
Sayıları 21 olan Köy Enstitülerindeki kitap sayısı ise 100.000’
dir. “ B u n la rd a n 7 5 .0 0 0 ’i geriye d ö n ü ş (1 9 4 6 sonrası) dönem inde,
2 5 .0 0 0 ’i kapandıktan son ra siyasetçilerin b uyrukları ile yasaklana­
rak m utfak, ham am ocaklarında yaktırılm ıştır.” m 1
9
8

Çalköy Köy Enstitiisü’nde kendi binalarının


tuğlalarını üreten öğrenciler

Kendi okulunu kendi yapan enstitü öğrencileri

189 Halil Oran, Köy Enstitüleri; Mevlüt Kaplan, Aydınlanma Devrimi ve Köy
Enstitüleri’nden aktaran Akçam, age., s. 125.

103
Köy Enstitüleri, öğrencilerin bireysel yeteneklerini ortaya
çıkarıp geliştirerek öğrencilere çağdaş dünyanın imkânlarından
yararlanmayı ve zevk almayı öğretecek ve özgüven aşılayacak bir
eğitim ve öğretim programı uygulamıştır. Öğrenciler için yüzme,
ata binme, dağa tırmanma, motorlu deniz araçları çalıştırma,
mandolin, flüt çalma, ulusal oyunlar oynama, radyo ve gramo­
fondan müzik dinleme, köy gezilerine çıkma, çevre incelemeleri
yapma, kitap, dergi okuma, kitaplık, müze kurma, eğlence dü­
zenleme, temsiller verme, türkü söyleme gibi çeşitli etkinlikler
gerçekleştirilmiş; öğrencilere kız erkek ayrımı yapmadan bisik­
let, motosiklet kullanımı öğretilmiştir.190

Köy Enstitüsü orkestrası Köy Enstitülerinde karma


eğitim vardı

Köy Enstitülerinde kız öğrenciler, erkek öğrencilerle birlikte


eğitim görüp eşit yurttaşlık bilinciyle yetiştirilmiştir.
Köy Enstitüleri, insan merkezli bir projedir. Köy Enstitü­
lerinde öğretmek, öğrenmek, işbirliği içinde çalışarak üretmek
mantığı geçerlidir. Köy Enstitülerinde öğretmenler öğrenci, öğ­
renciler öğretmendir: Öğretmenler henüz öğrenciyken köy ya­
şamını tanımışlar ve bu yaşamı nasıl daha çağdaş ve verimli bir
hale getirebileceklerini düşünerek öğretmen olmuşlardır.
“ Ta rla la rd a ve sınıfta fed â k â rlık ru h u için d e p ra tik eğitim
g ö re n E n s titü m ezu n la rı, k ö y le rd e k i cehalet, y o k su llu k , bağnaz­
lığın am an sız d üşm a nıyd ılar. Ö z e llik le k ız m ezunlar, g ö n d e ril­

190 Gümüşoğlu, age., s. 105.

104
d ik le ri k ö y ü n öğ retm en i, ebesi ve sağlık m em u ru olm uşlar, k ö y
yaşam ında ö n e m li b irç o k eğitim ve h izm e t işlerin i b ü y ü k b ir c o ş ­
”191192
k u için d e ye rin e g etirm işlerdir.
Alper Akçam’ın çok doğru bir şekilde belirttiği gibi, “Köy
E n stitü le rin d e k i b u ya şa m g ö k te n zem b ille in d irilm em iş, K e m a ­
list k u ra m cıla r ta ra fın d a n da kurg u lan m a m ıştır. B u yaşam , y e n i­
den ca n la n d ırılm ış A n a d o lu ya şa m ıd ır zaten. K a d ın ı k en d in d en
a yrı tu tm a m ış g ö çe b e g ele n e k li k a n to p lu lu k la rın ın o rta ça ğ k a ­
ra nlığ ın ın h en ü z y o k etm ey i başa ra m ad ığ ı, C u m h u r iy e t’in c a n ­
la nd ırm a etk in liğ iyle b u lu şm u ş d a vra n ış b içim id ir.” m
Öğrenciler, kendi yaptıkları binalarda barınmışlar, kendi
diktiklerini giymişler, kendi ektikleri ağaçları sulamışlar, kendi
yetiştirdikleri sebze ve meyveleri tüketmişler, kendi yazdıkları
piyesleri oynamışlar, kendi kurdukları elektrik şebekeleriyle ay­
dınlanmışlar; kısacası kendi ürettiklerini tüketmişlerdir.
Enstitü öğretmenleri ve öğrencileri sadece kendi bireysel ay­
dınlanmalarını sağlamakla kalmamışlar, köy halkının da aydın­
lanması için büyük çaba harcamışlardır.

Müzik aleti çalan Dikiş makinesi kullanan bir


bir enstitü öğrencisi enstitü öğrencisi

191 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1996, s. 321-322.


192 Akçam, age., s. 47.

105
Köy Enstitülerinin 1930’ların ve 1940’ların faşist Avrupası’
ndan esinlenilerek hayata geçirildiği, Köy Enstitülerinin başında­
ki İsmail Hakkı Tonguç’un “faşizan bir gençlik” yaratmak iste­
diği iddiaları tamamen gerçekdışıdır.
Her cumartesi yapılan ve tüm yöneticilerin eleştirilebildiği
genel toplantılar, vazgeçilmez günlük serbest okuma saatleri,
öğrencilerin öğretmenleri hakkındaki düşünceleri taşıdıkları def­
terlere özgürce yazmaları ve enstitülerin halkla kurduğu dostça
ilişkiler, Köy Enstitülerinin “faşist kurumlar” olduğu iddiasını
çürütmektedir.193
Fay Kırby’ın da belirttiği gibi, Köy Enstitülerinin “E ğ itm e n
d ü şü n ü tü m ü yle u lu sa ld ır; h iç b ir yerd en k o p y a edilm em iştir. B u ­
n u n A lm a n y a ’da elli y ıl ö n c e d en en ip b ıra k ılm ış b ir y ö n tem o l­
d u ğ u y o lu n d a k i sa vın , ya ln ızca ra stla n tısa l b ir ben zerliğ e da ya ­
n a ra k varılm ış b ir ya rg ı o lm a k ta n öte b ir d eğ eri y o k t u r .” 194 Köy
Enstitülerinin başındaki Tonguç, “faşizme” tamamen karşı bir
Türk hümanistidir. Nitekim Alman faşistleri iktidara gelir gel­
mez, Tonguç’a kaynaklık etmiş birçok düşünürü tutuklamışlar-
dır. Antifaşist bir roman olan “ F o n ta m a ra ” yı Hasanoğlan Köy
Enstitüsü’ndeki tarım öğretmeni İzzet Palamar’a hediye etmesin­
den dolayı suçlanan Tonguç, faşizm karşıtlığından dolayı Türki­
ye’deki Nazi kuyrukçularının boy hedefi olmuştur. Komünistlik­
le suçlanarak işinden, ekmeğinden edilmiştir.195
Şu düşünceler İsmail Hakkı Tonguç’a aittir:
“ T ek p a rti rejim lerin d e daim a ik tid a r m e v k iin d e b u lu n a n
p a rti, h ü k ü m e tleri, o k u lu n y a ln ız k en d i p a rtile rin in ilkelerin i
u yg u la ya n b ir cih a z h alin e g elm esin i en tabii h a lle rin d e n b iri a d ­
d ed iy o rla rd ı. ( ...) B u o la y y ü z ü n d e n o k u l b ilim sel m u h ta riy e tin i
ta m a m en k a y b e d iy o r ve b ir p o litik a aleti h alin e g eliy o rd u . A rtık
o ra d a ç o c u k la rın , p e d a g o ji ve p s ik o lo ji b ilim lerin in k a id ele rin ­
d en ziya d e p a rtin in d ü n y a g ö rü şü n e ve h a y a t a n la yışın a g ö re

193 age., s. 224.


194 Kırby, age., s. 120; Akçam, age., s. 336.
195 Akçam, age., s. 111.

106
ica t edilm iş s u n i b ir p ed a g o jin in d ik ta ettird iğ i esaslara u y u la ra k
eğitilm eleri icap e d iy o rd u . Particiler, h erh a n g i b ir seb ep le y e rle ­
rin d e n a yrılın ca , g ü n ü n b irin d e b a şka b ir p a rti iş başına g eçecek
ve a yn ı şek ild e h a re k e t ed ecek o lu rsa ç o c u k la rın ve g en çle rin ne
hale d ü şecek lerin e ö n em v e rm iy o rla rd ı. ( ...) F a şiza n ilkelerin e
g ö re id are ed ilen m em leketlerde, p a rtin in ica t ettiği ro ze tle ri
g ö ğ ü slerin d e taşıyan, siyah veya k a h v eren g i g ö m le k le ri g iyen
ü n ifo rm a lı, k ızlı e rk e k li p a rti m en su b u g en ç sü rü leri, ik i cih a n
savaşı a ra sın d a k i yılla rd a b ir k ısım A v ru p a şeh irlerin d e p ek sık
g ö rü n ü rle rd i. ”196
Türkiye’de tek parti iktidarının olduğu bir dönemde “tek
parti” yönetimini, particiliği ve Avrupa’daki “faşist sistemi”
eleştiren, bütün hayatı “faşizmle” mücadeleyle geçmiş İsmail
Hakkı Tonguç’u “faşizan” diye suçlamak büyük bir yalandır.
Köy Enstitülerinin “din düşmanı” olduğu tezi de doğru de­
ğildir. Örneğin Çifteler Köy Enstitüsü’nde din konusu, tarih ve
politikanın bir parçası olarak ele alınmış, Sünni ve Alevi gelenek
ve görenekler incelenerek dinlerin bugünkü kültür yapısı içindeki
yerleri konuşulmuştur. Ayrıca Alevi ve Sünni öğrenciler bir araya
gelerek her iki kültüre ait oyunları birlikte oynamışlardır.197
Köy Enstitüleri, Komünist Rusya’daki gibi “dinsizleştirme”
politikasının uygulandığı kurumlar olmamalarına karşın, top­
lumun “dindarlaşmasım” amaçlayan kurumlar da olmamıştır.
Köy Enstitülerinde “din” yerine “akla” ve “bilime” vurgu ya­
pılmıştır. Ancak Türk köylüsünün asırlardır en temel problem­
lerinden birinin “Allah ile aldatılmak” olduğu dikkate alınacak
olursa, köylüyü aydınlatmak, köylüyü bilinçlendirmek amacıyla
yola çıkan Köy Enstitülerinde “gerçek din eğitiminin” olmama­
sı bence büyük bir eksikliktir. Toplumu neredeyse her konuda
bilinçlendiren Köy Enstitülerinin, toplumu en çok ihtiyacı olan
konuda, din konusunda da bilinçlendirmesi gerekirdi. Köylünün

196 Tonguç, Canlandırılacak Köy, s. 517-518.


197 Akçam, age., s. 131.

107
“dindarla-dinciyi” ayırt edecek düzeye getirilmesi bile dini kul­
lanan “gerici” çevrelere büyük bir darbe vuracak, böylece “din
istismarıyla” toplumsal aydınlanmanın engellenmesi önlene­
cekti. Ayrıca Köy Enstitülerinin “din” karşısındaki “kaygısız”
tutumu, sonraki süreçte Köy Enstitülerinin “din karşıtı” olarak
algılanmasına yol açmış ve bu algı Köy Enstitülerinin sonunu
hazırlamıştır.
Köy Enstitülerinin eleştirilecek temel özelliklerinden biri
Atatürk’ün Ön Türk merkezli Türk Tarih Tezi’nin yerine Yu-
nan-Roma eksenli Greko-Latin Tezi’ni işlemesidir. Haşan Âli
Yücel’in Antik Yunan ve Roma kaynaklarını çevirmesiyle baş­
layan “Greko-Latin” hayranlığı, Atatürk’ün “millet inşasında”
çok önemli yer tutan ve bilimsel olarak da çok güçlü referanslara
sahip olan Türk Tarih Tezi’nin unutulmasına yol açmıştır. Asır­
lardır ihmal edilmiş, kendi tarihinden habersiz Türk köylüsüne
yapılacak en büyük iyiliklerden biri, ona Antik Yunan ve Roma
tarihini değil, köklerinin bağlı olduğu eski Türk tarihini öğret­
mek olmalıydı. Atatürk’ün çok büyük önem verdiği Halkevleri
ile daha sonraki dönemde açılan Köy Enstitüleri arasındaki en
ciddi fark “tarih öğretimi” konusunda karşımıza çıkmaktadır.
Halkevlerinde Türk Tarih Tezi öğretilirken Köy Enstitülerinde
Greko-Latin Tezi öğretilmiştir.
Köy Enstitülerinin Türkiye’nin “milli bünyesine” aykırı,
“Batıcı” insan tipi yetiştirdiği iddiası da -enstitülerin son za­
manları hariç- doğru değildir. Tam tersine, Köy Enstitülerinin
kuruluş amacı, asırlardır Türk kültürünün yerine Arap kültürü­
ne alıştırılmış, böylece ulusal kimliği, kişiliği unutturulmuş, kır­
sala mahkûm edilmiş ve geri bırakılmış Türk köylüsünü, çağdaş
değerlerle ve kendi öz kültürüyle yüzleştirmektir. Köylerde halk
ağızlarından yapılan tarama ve derleme çalışmaları, köylerde oy­
nanan eski Türk oyunları, canlandırılan eski Türk gelenekleri ve
görenekleri, kadın-erkek birlikte yapılan törenler ve toplantılar,
Türk köylüsüne eski öz kültürünü hatırlatmak için enstitülerde
yapılan çalışmalardan sadece birkaçıdır.

108
Tarlada çalışan enstitü öğrencileri

Cumhuriyet’in Atatürklü yıllarında “milli kültür” denilince


Türk ulusuna ait eski öz değerler; kadın erkek eşitliği, eski Türk ta­
rihi, Türk dili, Türk gelenekleri ve görenekleri, eski Türk oyunları,
Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, Alevilik, Bektaşilik gibi tasavvuf
ekolleri vb. unsurlar akla gelirken; 1946’dan sonra “milli kültür”
denilince, Arap kültürüne ait eski öz değerler; Arap dili, Arap ge­
lenekleri ve görenekleri, İslam dini, türban, Nurculuk, Nakşilik ve
Kadirilik tarikatları vb. unsurlar akla gelmeye başlamıştır.
1950’den sonra “milli kültür” ve “yerellik” denilince, aslında
kastedilen Türk kültürü değil, Türk kültürüne boca edilmiş vıcık
vıcık Arap kültürüdür. Bu dönemde “ yerellikle bütünleşm e denilen
şey, h er sokağa b ir cam i, cam inin altına b ir m arket, A levi köylerini
de kapsam ak üzere h er k ö y e b ir im am gönderilm esi, K u ra n k ursu,
m edrese açılm ası, tarikat örgütlenm esinin k öylere kadar uzanm ası,
türban ve çarşafın neyi sem bolize ettiği bilinciyle birlikte en uzak
kırsal alanlara ve ilk o k u l çağındaki çocu kla ra k adar gitm iş olması,
8 0 ’li yıllardan önce toplum çoğunluğunun gelip geçtiğini bile ay­
rım sam adığı k an d il günlerinin topluca b ir dinsel ayin olarak k u t­
lanması, b üyük kentlerin bulvarlarında bile iş günlerinde sokaklara
kadar taşmış cam i cem aatleri oluşturulm ası ise, gerçekten de T ü r­
kiye epeyce ‘yerellikle bütünleşm iştir’! A m a yerellığin içindeki ritü-

109
eller birer ikişer ortadan kalkm ış, kız-erkek birlikte eğlenilen k ö y
düğünlerinde kadınlar ayrı b ir alanda eğlenm eye zo rla n ır olm uş,
A n k a ra ’nın doğu sun d a ki tüm yerleşim birim lerindeki toplantılar­
da karem lik-selam lık uygulam aları başlatılmış, daha yirm i otuz yıl
öncesine kadar A n a d o lu ’d a ki tüm kültürlerin birlikte kutladığı ve
m evsim sel bir ‘kış yarılam a tö ren i’ bir insanlık geleneği olan yılbaşı
b ir H ıristiya n bayram ı olarak algılanmaya başlanm ış, daha b irçok
benzer gelişm e ya şa nm ıştır... ” 198

Köy Enstitülerindeki etkinliklerden görüntüler

Köy Enstitüleri, köy aydınlaması için çok önemli yayınlar


yapmıştır. Bunlardan en önemlisi, Milli Eğitim Bakanlığı tara­
fından 17.000 adet basılıp ülkenin dört bir yanma dağıtılan K ö y
E n s titü le ri D e rg is i’d ır.199
Köy Enstitüleri Projesi, Türkiye’nin kültür ortamını “ileri”
anlamda çok ciddi bir şekilde değiştirmiştir. Köy Enstitülerindeki
17.341 öğretmen arasından 300 yazar ve şair, 4000’e yakın müzik

198 age., s. 89, 90.


199 age., s. 84.

110
öğretmeni ve ressam çıkmıştır.200 Örneğin Fakir Baykurt, Mahmut
Makal, Talip Aydın gibi ünlü yazarlar enstitü kökenlidir.
1940’ta kurulmaya başlayan Köy Enstitülerinin sayısı
1944’te 20’ye, öğrenci sayısı 16.400’e ulaşmıştır. 4 yılda çeşitli
ihtiyaçları karşılayan 306 yapı tamamlanmıştır. 15.000 dönüm
alan ekilip biçilmiştir. Meyveli meyvesiz 250.000 fidan dikilmiş­
tir. 1500 dönümlük alana sebze ekilmiştir. 1200 dönümlük alana
bağ kurulmuştur. 9000 baş hayvan bakılmıştır.201
Köy Enstitülerinde 1954 yılına değin 25.000 enstitülü öğ­
retmen yetiştirilmiştir.202 Bu kadar kısa zamanda, üstelik savaş
şartlarının yokluk günlerinde, Türkiye’nin değişik köylerinde
25.000 öğretmen yetiştirilmiş olması, dünya ölçeğinde büyük
bir başarıdır.
Köy Enstitülerinden yetişen “bilinçli” ve “aktivist” gençlik
Türkiye’de 1960 sonrasındaki gençlik hareketlerinin, TÖS, TİP
gibi büyük siyasal örgütlerin öncülüğünü yapmıştır.203
ABD’li Fay Kırby’a göre Köy Enstitüleri Projesi, 20. yüz­
yılda benzerine çok az rastlanan sonuçlar vermiştir: “ Ya ln ız
T ü r k iy e ’de d eğ il tü m d ü n ya d a 2 0 . y ü z y ılın d ili ile k en d in i a ç ık ­
la ya b ilecek k ö y lü en d er sayılacak b ir o la y d ır .” 204
Bu büyük başarıları hiçe sayarak Atatürk’ün önderliğinde
gerçekleştirilen Cumhuriyet Devrimi’ne dil uzatanların büyük
bir yanılgı veya ihanet içinde oldukları çok açıktır.

İsmet İnönü’nün İki İsteği


Atatürk’ün İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi’ni hayata geçir­
mek için yoğun çaba sarf eden İsmet İnönü, “köylerin birleşti­
rilmesi” ve “kombinalar” projeleriyle İdeal Cumhuriyet Köyü
Projesini daha da geliştirmiştir.

200 age., s. 30.


201 Mehmet Başaran, Özgürleşme Eylemi, Köy Enstitüleri, 4. bas., İstanbul, 2006,
s. 29; Akçam, age., s. 347.
202 Akşın, age., s. 238.
203 Akçam, age., s. 30.
204 Kırby, age., s. 271.

111
İsmet İnönü’nün 1940’larda köy ve köylü adına iki önem­
li isteği daha vardır. İnönü, köylüyü gerçekten milletin efendisi
yapmak için Köy Enstitülerinin sayılarının artırılarak en az 60’a
çıkarılmasını ve 200.000 tarımcı yetiştirilmesini istemiştir.205206
İsmet İnönü’nün neden ısrarla 200.000 tarımcı yetiştirilme­
sini istediği sorusuna Engin Tonguç şu yanıtı vermiştir:
“B u n u to p ra k ağalarına k a rşı tu tu m u n u n ışığında in ce­
lem ek gerekir. B irk a ç y ıl için d e 2 0 0 .0 0 0 ta rım cı h an g i alanda
k u lla n ıla c a k tır? B u n la r K ö y E n stitü le rin d e n a lın a ra k yetiştiri­
leceğin e g ö re en y o k s u l k ö y le rd e n ve ço ğ u n lu k la to p ra k sız, ya
da az to p ra k lı a ilelerden gelecektir. T o p ra k la rı o lm azsa, b un la rı
k ö y le re ta rım cı ola ra k g ö n d e rm e k le ne elde e d ile c e k tir? B u n la ­
rın tarım m em u ru ola ra k d evlet h izm etin d e çalıştırılm a la rı da
d ü şü n ü lem ez. 4 0 .0 0 0 k ö y için 2 0 0 .0 0 0 tarım m e m u r u ... Ü re ­
tim ya p a m aya n m e m u r y e tiştirm en in de anlam ı y o k tu r. B ize
g ö re İ n ö n ü ’n ü n bu ta sa rısın ın b ir tek am acı olsa gerekir. E n kısa
sü re d e çö zü m le n m e si g ere k tiğ in i sö y led iğ i to p ra k re fo rm u s o ­
ru n u n d a bu 2 0 0 .0 0 0 k işilik ta rım a k a d ro su n d a n y a ra rla n m a k .
T o p ra k re fo rm u n u g e rç e k le ştird ik te n so n ra ilk yılla rd a ortaya
çık a b ile ce k verim d ü şü k lü ğ ü n e ve e k o n o m ik b un a lım a k a rşı bu
k a d ro y u kulla n a ra k d iren m ek . B ö y le b ir refo rm d a k en d isin e
d estek ola ca k b ir k a d ro sa ğ la m a k ” 106
Ancak İnönü, bu iki isteğini hayata geçirmek için bürok­
rasiden destek görmemiştir. Tarım Bakanı konuyu sürüncemede
bırakırken Eîasan Âli Yücel de bu isteklere sıcak bakmamıştır.
Yücel, personel, örgütlenme ve para yönlerinden İnönü’nün bu
iki isteğinin hayata geçirilmesinin doğru olmadığını belirtmiştir.
İsmail Hakkı Tonguç da konuya sıcak bakmamıştır.
Yücel ve Tonguç, İnönü’nün bu iki isteğinin gerçekleştiri­
lemeyeceğini kendisine bildirdiklerinde İnönü onlara şu yanıtı
vermiştir:
“ Ç o k b ü y ü k fırs a t k a ç ır ıy o r s u n u z . B u sa v a ş y ılla r ın d a n

205 Avcıoğlu, age., s. 1415-1418.


206 age., s. 1416, 1417.

112
y a ra rla n a ra k , b u n la rı y a p m a lıy d ın ız . S a v a şta n s o n ra ne o la c a ­
ğ ı b e lli d e ğ ild ir.B u n la n n h iç b ir is in i b iz e y a p tırm a y a ca k la rd ır.
İle r id e b e n i d in le m e d iğ in iz e ç o k p iş m a n o la c a k s ın ız .” 107
Zaman İnönü’yü haklı çıkarmıştır. Köy Enstitülerinin sa­
yısının 60’a çıkarılmaması ve 200.000 tarımcı yetiştirilmemesi
ilerleyen yıllarda hem köy aydınlanmasını hem de tarım politi­
kalarını olumsuz yönde etkilemiştir.
Nitekim Tonguç, 1946 yılından sonra İnönü’nün haklı oldu­
ğunu şöyle ifade etmiştir:
“ G e rçe k te n o n u dinlem ediğim ize so n ra d a n ç o k p işm a n o l­
dum . İtir a f edeyim ki, bu tasarının g erçek leşm esi benim de g ö z ü m ­
de çok b ü y ü m ü ştü . E ğ e r benim a klım yatsaydı Y ü c e l’e rağm en
işe g irişird im . B ü tü n K ö y E n stitü le ri işind e p işm a n lık d u y d u ğ u m
tek n ok ta budur. E ğ e r enstitülerin sayısını 6 0 ’a çıka rıp g erçek ten
2 0 0 .0 0 0 ta rım cı yetiştir ehilm iş olsa ydık ço k daha şiddetle gelecek
olan tep kiler (1 9 4 6 sonrası) sırasında ipe gitm ek bile bana vız g e­
lirdi. G ö z ü m a rkada kalm azdı. A m a bu fırsatı k a ç ırd ık ”2
07208
1946’dan itibaren ABD’nin dümen suyuna giren Türkiye’de
bırakın Köy Enstitülerinin sayısını artırmayı mevcut Köy Ens­
titülerinin yaşamasına bile izin verilmemiştir. 1950’lerde ABD
ile yapılan ikili anlaşmalarla Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu bütün
tarım ürünleri ABD’den satın alındığı için bırakın 200.000 ta­
rımcıya 100 tarımcıya bile ihtiyaç kalmamıştır!
Engin Tonguç, Köy Enstitülerinin Türkiye’de kapitalizme
karşı mücadele fırsatı yarattığını ancak 1946’dan sonra bu fırsa­
tın kaçtığını şöyle ifade etmiştir:
“ 1 9 3 5 -1 9 4 6 d ö n e m in d e T ü r k iy e k ap ita lizm e g id en k ö şey i
kesin olarak d ö n m em işti. Varlık b irik im i azdı, ö zel alanda b ir
sanayileşm eden s ö z açılam azdı. E k o n o m i kapalı idi, aracı tü c ca r
g ü çsü z id i.F e o d a l k alın tılar C H P için d e ilerici k a n a t ile m ü ca d ele
d u ru m u n d a idiler. K em a list ilkeler b ir ken ara atılm am ıştı. Ya b a n ­

207 age., s. 1417.


208 Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri, s. 271-289’dan aktaran Av-
cıoğlu, age., s. 1417.

113
cıla rın e k o n o m ik etkisi azdı. D e v le t dışarıya b o rçlu değildi. B ir
d evlet k ap ita lizm i uygulam ası sü rd ü rü lü y o rd u . A m a ib ren in özel
g irişim d en yana değil d evletçilik ten yana old u ğ u a çık tı. B ü tü n bu
k o şu lla r içerisin d e hızla g irişilecek b ir b ilin çlen d irm e kam p a nya sı
b ü tü n sistem in K e m a liz m ’in g ö sterd iğ i d o ğ ru ltu d a h a lk çı, d evlet­
çi b ir y ö n d e g elişm esini ç o k kolaylaştırabilir, b ö y le b ir gelişm e
için ta b aşından b eri en ç o k ek sikliğ i d uyu lan etken i, em e k çi s ı­
nıfların devleti d esteklem esi, g ü çlen d irm esi etk en in i sağlayabilir­
di. Ve 1 9 3 S -1 9 4 6 d ö n e m i k o şu lla rı için d e g erici-tu tu cu g ü çlerin
b ö y le b ir gelişm eye k arşı çıkm a ları ço k z o r ola bilird i. B ilin çle n ­
d irilm iş, öğretim ve eğitim g ö rm ü ş k ö y lü le rin ço ğ u o çağda boş
olan k am u la ştırılm ış to p ra k la r ü zerin d e u yg u laya ca kla rı bilgili ve
ç o k y ü k se k verim li b ir tarım , b ir ö lçü d e g erçek leştirilecek to pra k
refo rm u , devlet eliyle k u rd u ru lm a sı sü rd ü rü le n sanayi, feo d a l k a ­
lıntılara karşı b ir e k o n o m ik g ü cü ilericilere sağlayabilirdi. O n ­
ları d estekleyecek k apitalizm içte y o k tu , dışta da ç o k g ü çsü zd ü .
K ısa ca sı 1 9 4 6 ’ya k a d a r h en ü z k ö şe kapitalizm y ö n ü n d e n dönül-
m em işti. U yg u n iç ve dış k o şu lla rın b ir sü re daha d evam etm esi
d u ru m u n d a bu k ö şen in k apitalizm y ö n ü n d e d ö n ü lm esin i ö n leye­
b ilm ek ve b ir sü re ç atlam ak olanağı b elk i b ulu n a b ilird i.
1 9 3 5 ’lerde, 1 9 4 6 ’d a n so n ra h iç b ir b içim d e b u lu n m a y a n
b ir fırsa t, b ir ta rih sel ola n a k v a rd ı ve ola n a k ta n ya ra rla nılm a ya
ça lışılm ıştır.” 109
Ancak maalesef ABD emperyalizmi ve onun yerli işbirlik­
çileri yüzünden bu olanaktan yararlanılıp ne köy aydınlanması
gerçekleştirilebilmiş, ne toprak reformu yapılıp feodal unsurla­
rın kökü kazınabilmiş, ne de devletçi ve halkçı ekonomi egemen
kılınıp kapitalizm canavarı yok edilebilmiştir.
Köy Enstitülerinin öyküsünü köy kökenli dünyaca ünlü ya­
zarımız Yaşar Kemal’in şu sözleriyle bitirelim:
“ H o c a geliyor, sö y lü y o r, ç o c u k la r ezb erliyor. B u ço c u k la rı
k ö le leştirm e eğitim idir. K ö le o lan, k ö le ya p m a ya çalışır. İn sa n la r 2
9
0

209 Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri, s. 263-264’ten aktaran Avcı-
oğlu, age., s. 1418.

114
h er ye rd e b ö yle ye tiştirild ik çe barış olm az. B iz K ö y E n stitü le riy le
eğitim e ya şa ya ra k ve ya ra ta rak eğ itim i k a tm ıştık . ( ...)
2 0 . yü zyıld a T ü rk le rin yarattığı insanlığa arm ağan ettiği
en b ü yü k iştir K ö y E n stitü leri. B e n ü ç şeyle ö vü n m esin i isterim
T ü r k iy e ’n in ; A ta tü r k ’ü n g erçek leştird iğ i k en din e d ö n ü ş ve bağım ­
sızlık p olitikası, H a k k ı T o n g u ç ’u n g erçek leştird iğ i d em o k ra tik eği­
tim ve N a zım H ik m e t’in g erçekleştird iğ i in sa n cıl ulusal ş i i r . . . ” 110

Köy Aydınlanmasının Yok Edilişi


Atatürk’ün ölümünden sonra başlayan karşı devrim süre­
cinde “aydınlanmış” değil “cahil” köylülere ihtiyaç olduğu için
olsa gerek (!) Atatürk’ün ve genç Cumhuriyet’in Köy Aydınlan­
ması Projesi yok edilmiştir.
1946’da Demokrat Parti muhalefetinin baskısı sonucu Ha­
şan Âli Yücel görevden alınmış, yerine Reşat Şemsettin Sirer geti­
rilmiştir. Bu görev değişikliği hem Köy Eğitmen Kurslarının hem
Halkevlerinin hem de Köy Enstitülerinin sonunu hazırlamıştır.

Haşan Âli Yücel Reşat Şemsettin Sirer

17 Nisan 1948 tarihli bir genelgeyle Köy Eğitmen Kursları


kapatılmıştır.210211

210 Başaran, age., s. 21.


211 Gümüşoğlu, age., s. 99.

115
2 Mayıs 1951’de ise 5830 sayılı bir kararla Halkevleri, bü­
tün malvarlıklarına el konularak kapatılmıştır.
Kendisi de Halkevlerinden gelen, Aydın Halkevi’ni kurup
başkanlığını yapan Başbakan Adnan Menderes, bu kurumun ka­
patılma gerekçisini şöyle açıklamıştır:
“H a lk e vle ri, H a lk o d a la rı k u rm a k , g en çlik teşkilatım ele al­
m a k, faşist vari telakki ve d ü şü n celerin m ahsulüdür. B u n la r içtim ai
b ü n yem iz için abes, beyhu d e, g eri ve yabancı u zu v halindedir. ”212
Menderes, Halkevleri hakkında 1955 yılında da şunları söy­
lemiştir:
“ H a lk e v le ri, içi b o şa lm ış, ta rih e karışm ış, m a k sa tsız b irer
va rlık h alin d e idiler. B u n la r, p a rtile ri için b irer h ica p m evzuu
(u ta n m a k o n u su ) teşkil e d iy o r d u .”2132
4
1
Oysaki aynı Adnan Menderes, 1930 yılında Aydın Halk-
evi’nin açılış töreninde şunları söylemişti:
“ M illetim izin yü k selm esi y o lu n d a her ihtiyacı g ö ren ve sezen
B ü y ü k G a z i, içtim ai hayatım ızda, k ü ltü r hayatım ızda, ço k derin
b ir boşlu ğu ve çok şiddetli b ir ihtiyacı g ö rm ü ş, bu boşlu ğu d o ld u ­
ra ca k ve ihtiyaca cevap verecek b ir tesis ve
teşek kü lü n esasını k u rm a k , tem ellerini at­
m ak şerefini de k a z a n m ıştır... "2U
Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’
in bu değişimini, “M e n d e r e s ’in H a lk e v ­
lerin in bu iki tarifi ve d eğ erlen d irm esi
a ra sın d a ne k a d a r fa rk v a rd ır? O n u n ik ­
tidara g eld ik ten so n ra H a lk e v le rin i, daha
y u k a rıd a verd iğ im iz sö zlerle yerm esi şaş­
diye yorumlamıştır.
k ın lık yarattı, ”
Adnan Menderes Menderes’in Halkevleri hakkında
belli bir zaman arayla yaptığı bu açıklamaların siyahla beyaz

212 Adnan Menderes’in Büyük Millet Meclisi’nde 4.10.1951’de başlayan tartış­


malardaki nutkundan nakleden Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C 3, 6.
bas., İstanbul, 2000, s. 67.
213 Aydemir, age., s. 67.
214 age., s. 67.

116
kadar birbirine zıt açıklamalar olması ilk bakışta şaştırtıcı gele­
bilir; ancak Atatürk’ten sonra Türkiye’nin ABD çıkarları doğrul­
tusunda değiştirilip dönüştürüldüğü Karşı Devrim sürecinin baş
aktörlerinden birinin Menderes olduğu anımsandığında, ondaki
bu köklü değişimin son derece normal olduğu anlaşılacaktır!
Görgü tanıklarının anlattıkları, Halkevlerinin sadece kapa­
tılmadığını, aynı zamanda talan edildiğini göstermektedir:
“L e v h a la rı, kanepeleri, s p o r eşyaları, p iya n ola rı a çık g ö zler
tarafından bedava d enecek paraya alındı. A çık g ö zler, H a lk e v i’n in
m irasına k o n d u la r ve zengin oldular. G e n ç le r so k a k o rtasın da k a l­
”215
dı, onlara k im se sahip çıkm adı.
Kapatıldığı yıl 478 Halkevi merkezi, 5000 Halkevi şubesi,
4000 Halkodası vardır.216
Karşı Devrim’in en çok tepki gösterdiği kurum Köy Ensti­
tüleridir.
1944 yılında Gümüşhacıköy’de 19 Mayıs törenleri sırasında
şiir okuyan bir Köy Enstitüsü öğrencisinin sorguya çekilmesiyle
başlayan Köy Enstitüsü tartışması, kısa sürede ülke çapında bir
Köy Enstitüsü düşmanlığına dönüşmüştür.217
1946 seçimlerinde Demokrat Parti’nin 61 milletvekiliyle
meclise girmesi enstitülere yönelik eleştirileri artırmıştır. Köy
Enstitüleri, toprak ağaları ve büyük toprak sahiplerinin boy he­
defi haline gelmiştir. Örneğin başlangıçta köylünün eğitilmesinin
kendi çıkarma olacağını düşünüp Enstitüleri destekleyen Emin
Sazak, sonradan bir numaralı Enstitü düşmanı haline gelmiştir.
Eskişehir’de bir kahvede, Çifteler Köy Enstitüsü Müdürü P.auf
İnan’a rastlayan Emin Sazak, “B u itlere to p ra k v e recek lerm iş,
v ersin le r b a ka lım vereb ile cek ler m i? B e n o n la ra h a y va n , çift, ç u ­
b u k , to h u m lu k v erm ed ik te n so n ra , to p ra k la n ıp da ne o la c a k !”
demiştir.218

215 Gümüşoğlu, age., s. 144.


216 Çeçen, age., s. 259.
217 Akçam, age., s. 365.
218 Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi, s. 442.

117
Köy Enstitülerine yönelik “toprak ağası” tepkisini en güzel
yansıtan örneklerden biri Kinyas Kartal örneğidir. Kinyas Kar­
tal, “ B a k t ık ,” diyor. “ K ö y E n stitü le ri gelişiyor. B iz ağalar to p ­
la n d ık . B u K ö y E n stitü le ri o n y ıl daha sü ­
rerse D o ğ u ’da ağalık ö le c e k ... 1 9 5 0 se ç im ­
leri ö n cesin d e D e m o k ra t P a rti ile pa za rlık
y a p tık ve K ö y E n s titü le rin i kap a tm a ya sö z
v erirsen iz o y u m u zu size vereceğ iz d ed ik.
S ö z v e rd ile r; o y u m u zu v e rd ik . E n stitü le ri
de k a p a ttırd ık .”219
1947 yılında enstitü mezunu öğretmen
ve sağlık memurlarına verilen “geçim top­ Kinyas Kartal
rakları” geri alınmıştır.220
Köy Enstitülerinin kapatılış sürecinde Köy Enstitülerine yö­
nelik asılsız iddialar ortaya atılmıştır. Örneğin 19 Kasım 1951
tarihinde mecliste yapılan gizli bir oturumda Askeri Yargıç Şevki
Mutlugül, Köy Enstitülerinin “nasıl bir Komünist yuvası olduk­
ları” hakkında bilgiler vermiştir! Bu bilgiler içinde, ABD’de yer­
liler arasında ilkel site araştırması yapan Niyazi Berkes’in, Ha-
sanoğlan Köy Enstitüsü’ne çağrılıp konuşturulduğu, Köy Ensti­
tülerinde köy müziği bestelerinin sol elle yapıldığı, Hasanoğlan
Köy Enstitüsü müzik salonunun orak şeklinde kurulmuş olduğu,
Çifteler Köy Enstitüsü’nde öğrencilere “K ira m a z o v K a rd e şle r”
(dava dosyasında böyle yazılmıştır) adlı komünizm propaganda­
sı yapan bir kitabın okutulduğu gibi bilgiler vardır.221
Enstitülerin plan ve programını belirleyen Haşan Âli Yücel
ve İsmail Hakkı Tonguç görevden alınmıştır. Bakanlığa Reşat
Şemsettin Sirer getirilmiştir. Yeni bakanın ilk uygulamalarından
biri 1950-51 ders yılında “milli kültürümüze uygun olarak!”
karma eğitime son vermek olmuştur. Kısa süre içinde Enstitü­

219 Dursun Kut, “Kinyas Ağa K öy Enstitülerini Nasıl K apattırdı”, Cumhuriyet


gazetesi, 20 Temmuz 1996; Muzaffer İlhan Erdost, Küreselleşme ve Osmanh
Millet Modeli Makasında Türkiye, İstanbul, 1998, s. 77; Akçam, age., s. 112.
220 Gümüşoğlu, age., s. 108.
221 Akçam, age., s. 25.

118
lerdeki kız öğrenci sayıları azaltılmıştır. Böylece Köy Enstitüleri
aşamalı olarak işlevsizleştirilmiştir.222
Hasanoğlan Köy Enstitüsü çevresindeki yontular (heykeller)
kaldırılmış, “Toprak Adam” adlı yontu parçalanmıştır. .
Enstitülerin tarım alanları bakımsızlıktan kurumuş, hayvan­
ları açlıktan ölmüştür. Öğretmen Hidayet Gülen, “ B iz öğ ren cileri­
m izle ölen d ev g ib i boğaların başında saatlerce a ğ la d ık ,” diyerek
söz etmiştir o trajediden... Hasanoğlan’da merinos koyunları, tif­
tik keçileri, Hollanda inek ve boğaları vardı. Eski öğretmenlerden
Nazif Balcıoğlu, Enstitüye yeni atanmış bir veterinere, hastalanan
hayvanların ülkenin parasıyla geldiğini, tedavi edilmesi gerektiğini
söylediği zaman veteriner, “ B e n b ir şey yap a m am ! B e n h er şeyden
ö nce m illiyetçiyim !” karşılığını vermiştir.223
Köy Enstitüleri 27 Ocak 1954’te tamamen kapatılmıştır.224
Bundan sonraki dönem İmam Hatip Okulları dönemi olacaktır.
Atatürk Cumhuriyeti, 15 yıllık dönemde köylüye huzur ve
güven vermiştir. Köylüyü geleceğe güvenle bakan, kendine gü­
venen, okuyan, araştıran, inceleyen, aydınlanmış ve üreten bi­
linçli yurttaş haline getirmiştir. Ancak Atatürk’ten sonra köylüyü
her bakımdan kalkındıran devrimci yenilikler sürdürülmemiştir.
Atatürk’ün Köy Aydınlanma Projesi’nin devamı niteliğindeki
Köy Enstitüleri de kapatılınca köy aydınlanması tamamen yok
edilmiştir. Yoksul köylü çocuklarını modern makineli tarım tek­
nisyeni olarak yetiştiren Devlet Üretme Çiftlikleri kapatılmıştır.
Damızlık Hayvan Haraları satılmıştır. Pek çok tarım KİT’i kapa­
tılmıştır.225 Belli ki Karşı Devrim, aydınlanmış, dünyayı tanıyan,
üretken köylü yerine, aydınlanmamış, içine kapalı, dinle kandı­
rılmış oy deposu bir köylü istemiştir.
Geldiğimiz noktada bugün (2012) Türkiye, Uruguay’dan
inek, Meksika’dan mısır ithal eder duruma gelmiştir. Milliyetçi­
lik bu mudur?

222 Gümüşoğlu, age., s. 108.


223 Tonguç, age., s. 617-618; Akçam, age., s. 376.
224 Gümüşoğlu, age., s. 108, 109.
225 Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi, C 2, s. 308.

119
Halkevlerinden ve Köy Enstitülerinden İmam Hatip
Okullarına
1924 yılında çıkarılan “ T ev h id -i T ed risa t K a n u n u ” nda şöyle
bir hüküm vardır: “ M illi E ğ itim B a k a n lığ ı’nca y ü k se k din u zm a n ­
ları yetiştirm ek için ü n iversited e b ir İla h iy a t F a k ü lte si açılacak
ve im am et-hatiplik g ib i d in h izm etlerinin g ö rü le b ilm e si için de
Bu hüküm doğrultusunda 1924 yılında
a yrı o k u lla r a çıla ca k tır.”
îmam Hatip Okulları açılmıştır. Bu okullar 4 yıllık ortaöğretim
düzeyinde okullar olarak eğitim öğretim vermeye başlamıştır. An­
cak 1930 yılında öğrenci yetersizliği nedeniyle kapanmıştır.
İmam Hatip Okulları, 1949 yılında yeniden açılmış ve as­
kerliğini yapmış ortaokul mezunları okula alınmaya başlanmış­
tır. Daha sonra bu okullar 10 aylık dönemlerle biten İmam Hatip
Kursları halinde eğitime devam etmiştir. Bu kurslardan bir sene­
de ancak 50 kişi mezun olmuştur. Daha sonra bu kursların süresi
2 yıla çıkarılmıştır. Bir süre sonra bu kurslara diğer meslek okulu
mezunları da alınmaya başlamıştır.
1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti (DP) ilk iş
olarak Türkçe ezanı yeniden Arapçaya çevirmiş, daha sonra da
İmam Hatip Okullarının sayısını arttırmıştır. DP, birinci dönemi
4, ikinci dönemi 3 yıl olan 7 okul açmıştır.
İmam Hatip Okullarının sayısı 1951-1971 yılları arasında
72’ye çıkmıştır.
1963 yılında okullara parasız yatılı öğrenci alınmaya baş­
lanmıştır.
1972’den sonra ortaokuldan sonra 4 yıl eğitim-öğretim ve­
ren meslek okulları haline getirilmiştir.
İmam Hatip Okulları 1973’te lise statüsünde kabul edilmiş
ve bu okullardan mezun olanlara üniversitelerin edebiyat bö­
lümlerine girme hakkı tanınmıştır.
1974 yılında CHP-MSP koalisyonu döneminde İmam Hatip
Liselerinin ortaokul kısmı yeniden açılmıştır. Bu dönemde açılan
İmam Hatip sayısı 101’e çıkmıştır.

120
1976 yılında bir valinin Danıştay’a açtığı davanın kazanıl­
masıyla, İmam Hatiplere kız öğrenciler de alınmaya başlanmıştır.
1975-1978 yılları arasında Milliyetçi Cephe döneminde 230
İmam Hatip Lisesi açılmıştır.
12 Eylül 1980 darbesinden sonra “ T em el E ğ itim K a n u n u ”
nun 32. maddesinde yapılan değişiklikle İmam Hatiplerden me­
zun olanlara üniversitelere girebilme hakkı tanınmıştır. Her konu­
da özgürlükleri kısıtlayan darbeciler, ne hikmetse İmam Hatiple­
rin özgürlük alanını genişletmişlerdir!
1985’te Anadolu İmam Hatip Lisesi açılmıştır.
Sorgulayan, kültürlü ve bilinçli bireyler yetiştirerek top­
lumsal aydınlanmayı sağlayan Halkevlerini ve Köy Enstitüleri­
ni kapatanlar, Türkiye’nin dört bir yanını, hayata sadece dini
pencereden bakmayı öğreten, çağdaşlaşmayı “dinsizleşmek” di­
ye anlatan, Türk Devrimi’ne düşman, yeniden Osmanlılaşmayı
savunan İmam Hatip Okullarıyla donatmışlardır. İşte sayılarla
İmam Hatip şampiyonu başbakanlar:26

Başbakan Açtığı okul savısı


1951-1959 Adnan Menderes 19
1962-1963 İsmet İnönü 7
1965-1971 Süleyman Demirel 46
1974-1975 Bülent Ecevit 26
1975-1978 Süleyman Demirel 233
1978-1979 Bülent Ecevit 4
1979-1980 Süleyman Demirel 36
1984-1989 Turgut Özal 90
1990-1992 Mesut Yılmaz 23
1992-1994 Süleyman Demirel 12
1994-1995 Tansu Çiller 13
1995-1997 Diğer hükümetler 92226

226 Eğitim Sen’in raporundan nakleden İbrahim Ural, Bu da Bilmediklerimiz, İs­


tanbul, 2009, s. 108-109.

121
1950’den sonra Türkiye’de sadece sağ iktidarların değil
sol iktidarların da İmam Hatip Okulu açtıkları görülmektedir.
Türkiye’de İsmet İnönü ve Bülent Ecevit toplam 36 İmam Ha­
tip Okulu açmıştır. Bu durumun temelinde oy kaygısı vardır.
Türkiye’nin İmam Hatip Okulu açma şampiyonu ise hiç tartış­
masız Süleyman Demirel’dir. Demirel değişik dönemlerde top­
lam 327 İmam Hatip Okulu açmıştır.
Eğitim Sen’in araştırmalarına göre Türkiye’de ortalama
5000 imam hatipe ihtiyaç varken İmam Hatip Liselerinden her yıl
25.000 kişi mezun olmaktadır. İmam Hatip Okullarından 2006
yılına kadar mezun olanların sayısı 2 milyonu geçmesine karşın
hâlâ camilerde din görevlisi sıkıntısının yaşanması dikkat çekicidir.
Özellikle 2000’lerden sonra İmam Hatip Okullarının öğren­
ci sayılarında büyük artışlar görülmüştür. Örneğin İmam Ha­
tiplerde 2002-2003 öğretim yılında 28.247 kız, 42.853 erkek
olmak üzere toplam 71.100 öğrenci varken, bu sayı 2006-2007
öğretim yılında 62.168 kız, 58.500 erkek olmak üzere toplam
120.668 öğrenciye çıkmıştır. Görüldüğü gibi İmam Hatip Okul­
larının öğrenci sayılarında 4 yılda toplam %70 artış olurken, bu
artış erkek öğrencilerde %36, kız öğrencilerde ise % 120’dir.227
İmam Hatiplerin kuruluş amacı Türkiye’nin imam-hatip ihtiya­
cını karşılamak olduğuna göre ve yalnızca erkekler imam-hatip
olabildiğine göre, bu okullarda erkeklerden çok kızların eğitim
görmesinin amacı nedir acaba? diye sormadan edemeyeceğim!
Millet Mekteplerinde, Halkevlerinde ve Köy Enstitülerinde
akıl ve bilime dayanan çağdaş bir eğitim-öğretim anlayışı vardı.
Buralarda gençlere bilim, teknik, sanayi, tarım, sağlık, tarih, dil,
edebiyat, köycülük, tiyatro, resim, heykel, müzik, spor alanla­
rında temel bilgiler verilerek gençlerin yaratıcılıkları geliştirilir,
gençler bilinçli üreticiler haline getirilir, gençlerin bireysel ve
toplumsal aydınlanmaları sağlanırdı. İmam Hatiplerde ise nakil,
sezgi ve ezbere dayanan dinsel bir eğitim öğretim anlayışı vardır.
Buralarda gençlere Arapça, nakilcilik ve biat kültürü öğretilerek
227 “Kızlar İH L’de E rkekleri G eçti”, Milliyet gazetesi, 9 Şubat 2008; Altan Öy-
men, “'İmam H atipler ve Din A dam lığı”, Radikal gazetesi, 9 Eylül 2006.

122
gençlerin hayatı ve evreni dinsel eksenli olarak algılamaları sağ­
lanmaktadır. Böylece Cumhuriyet’in “bireyleştirdiği” insanların
yeniden “kullaşmaları” süreci başlamıştır. Bu süreç en çok karşı
devrimcilere yaramıştır. Hayata, evrene ve doğaya sadece dini
pencereden bakan insanların tercihleri bilim, kültür, sanat ve ay­
dınlanma değil; evliyalar, tekkeler, türbeler, falcılık, büyücülük,
çok eşlilik tartışmaları, kadının toplumsal hayattan dışlanması
ve dinselleşme yönünde olmuştur. Böyle olunca da kalkınmadan,
aydınlanmadan, sosyal adaletten, çağdaşlaşmadan söz eden si­
yasi partiler değil, dinden söz eden (daha doğrusu dini istismar
eden) siyasi partiler çok rahat iktidara gelmiştir.228
Sözün özü, Türkiye’ye 1949’a kadar öğretmenler, 1950’den
itibaren ise imamlar yol göstermiştir. Gelinen nokta ortadadır.

ABD’nin Türk Tarımını Bitirme Projesi


Atatürk’ün Tarım Devrimi, İdeal Cumhuriyet Köyü Projesi,
Halkevleri ve Köy Enstitüleri projeleri ile Türkiye’de modern ta­
rım ve hayvancılık gelişmeye başlamıştır. Çok kısa bir süre önce
dışarıdan alman birçok tarım ürünü Türkiye’de Türk köylüsü
tarafından üretilip yurt dışına satılmaya başlanmıştır. Türkiye,
Atatürk’ün akıllı projeleriyle şekillenen çağdaş, ulusal ve bağım­
sız tarım ve hayvancılık politikaları sonunda çok kısa bir sürede
kendi kendine yetebilen bir ülke haline gelmiştir. Kendi kendine
yeten Türkiye, ülkeleri borçlandırıp kendine bağımlı kılan em­
peryalizmi rahatsız etmiştir.

228 Doğru ve iyi bir din eğitimi tabii ki gereklidir. İnsanlar çocuklarım istedikle­
ri dinin ilklerine göre tabii ki özgürce yetiştirebilmelidir. Ancak dinsel eğitim
konusunda devlet tarafından asla bir zorlama ve yönlendirme yapılmamalıdır.
Okullarda din dersleri seçmeli olmalıdır. Dahası her yıl on binlerce öğrenci­
nin sadece dinsel eğitime tabi tutulduğu okullar asla bir ülkenin yaygın eğitim
kurumu haline getirilmemelidir. Aksi halde oraları zaman içinde birilerinin
arka bahçesi haline gelir! Önceleri İmam Hatiplerin amacı sadece din görevlisi
yetiştirmekken zamanla bu okullara din görevlisi olamayan kız öğrenciler de
alınmıştır. Ayrıca okullara Türkiye’nin ihtiyacı olan din görevlisi sayısının çok
üstünde öğrenci alınmıştır. Kimse kimseyi kandırmasın! Açık söyleyelim, bura­
larda insanlara dinden çok başka şeyler öğretilmiştir yıllarca!..

123
1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP) ekonomik alan­
da liberal politikalar izlemiştir.Avrupa Ödeme Birliği’ne giren
Türkiye 1950 yılının son baharında üye devletlerle olan ticareti­
ni büyük oranda serbest bırakmıştır. Türkiye, 1950-1953 yılları
arasında iyi hava şartları, tarım arazisinin genişletilmesi, Kore
Savaşı’nın yarattığı olumlu hava sayesinde dünyanın sayılı tahıl
ambarı ülkelerinden biri durumuna gelmiştir. Türkiye’nin tarım­
daki bu başarısı Türkiye için “ABD yardımını en etkili kullanan
ülke” yorumlarının yapılmasına yol açmıştır. 229
Ancak zaman içinde Türkiye’de tarım arazisinin genişle­
mesinin durması, hava şartlarının kötü gitmesi ve dünyanın da
normal şartlara dönmesiyle tarım üretimi azalmaya başlamıştır.
DP’nin uyguladığı “serbest piyasa rejimi” başarılı olmamış ve
dış ticaret büyük oranda açık vermiştir. Ekonomik şartlar ağırla­
şıp dış borçlar artınca DP 1954’te dış ticarette bazı kısıtlamalara
gitmiştir.230
İki yıl kadar önce “ABD yardımını çok iyi kullanan ülke”
diye alkışlanan Türkiye 1955’ten itibaren ABD’den tarım ürünü
satın almak için çok ağır şartlarda anlaşmalar imzalamak zorun­
da kalmıştır.
1955-1956 yılları arasında Türkiye ile ABD arasında imza­
lanan “tarım anlaşmaları” Türk tarımının gelişmesini önlemiştir.
Bu anlaşmalarla ABD tarım ürünlerine Türkiye’de her yıl geniş­
leyen pazar açmayı amaçlamıştır.
12 Kasım 1956 tarihli “Z i r a i M a d d e le r T ic a r e t in in G e liş t i­
rilm e s i ve Y a rd ım la şm a H a k k ın d a k i M u a d d e l A m e r ik a n K a n u -
n u ’n u n I. K ıs m ı G e re ğ in c e T ü r k iy e C u m h u r iy e ti H ü k ü m e t i ile
A B D H ü k ü m e ti A r a s ın d a M ü n a k it Z i r a i E m t ia A n la ş m a s ı” 231
imzalanmıştır. Bu anlaşma, ABD’nin Türk tarımını bitirme pro­
jesinin en önemli ayaklarından birini oluşturması bakımından
dikkat çekicidir:

229 Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İç Yüzü, Ankara, 1969, s. 58.


230 age., s. 58.
231 Resmi Gazete, No: 10228, 1959.

124
ABD, yardım adı altında 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşma
ile kendi ihtiyaç fazlası olan buğday, arpa, mısır, dondurulmuş
et, konserve sığır eti, don yağı ve soya yağı gibi tarımsal ve hay­
vansal ürünleri Amerikan gemileriyle taşıma ücretiyle birlikte
46.3 milyon dolar karşılığında Türkiye’ye verecektir.232
Türkiye, 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşmaya ek olarak 25
Ocak 1957 tarihli başka bir “tarım anlaşmasıyla” ABD’den şu
tarım ürünlerini satın alacaktır: Buğday, arpa, mısır, konserve sı­
ğır eti, peynir, süt tozu, pamuk tohumu, soya fasulyesi yağı... Bu
ürünler Türkiye’ye taşıma ücretiyle birlikte 19.40 milyon dolara
verilecektir.233
12 Kasım 1956 tarihli anlaşmaya göre adı geçen tarımsal ve
hayvansal ürünleri ABD aşağıdaki bağlayıcı şartlarla Türkiye’ye
verecektir:
1. Türkiye’ye satılan Amerikan tarım ürünleri fazlası, Amerika’
nın aynı malların alıcısı bilinen pazarlara ve Amerika’nın düş­
man tanıdığı ülkelere satılmayacak ve yalnız Türkiye’nin iç tü­
ketimi için kullanılacaktır.
2. Bu anlaşma ile Türkiye’de satılacak malların dünya mahsul
piyasa fiyatları üzerinde tesir yapmaması için dünya piyasa­
sı üzerinden fiyat tespit edilecektir.
3. Türkiye’nin yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen veya benzeri
mahsullerin Türkiye’den yapılacak ihracatı, Amerika tara­
fından kontrol edilecektir.
4. Amerikan tarım ürünleri fazlası Türk Lirası ile satın alınacak­
tır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na yatırılacak olan
Türk Liraları ABD Hükümeti tarafından kullanılacaktır.
5. Türk ve Amerikan Hükümetleri, Amerikan tarım ürünlerine
ait Türkiye’deki piyasa taleplerini artırmak ve geliştirmek için
devamlı gayret sarf edeceklerdir. Her iki hükümet, bu anlaş­
manın uygulanmasında özel teşebbüs sahiplerinin etkili bir
biçimde rol oynaması için ticari şartlar sağlayacaklardır.234

232 Tunçkanat, age., s. 67.


233 Resmi Gazete, No: 10228, 1959.
234 Tunçkanat, age., s. 67-68

125
Anlaşmanın dikkat çekici yönlerini şöyle değerlendirmek
mümkündür:
1. ABD yardım adı altında Türkiye’ye kendi ihtiyaç fazlası
tarımsal ve hayvansal ürünleri satacaktır. Yani Türkiye’ye
satılan ABD ürünleri ABD tüketicisinden arta kalan ikinci
sınıf ürünlerdir.
2. ABD Türkiye’ye, buğday, arpa, mısır, konserve sığır eti, pey­
nir, süt tozu, pamuk tohumu, soya fasulyesi yağı satacaktır.
Oysaki bu ürünlerin neredeyse tamamını veya eş değer baş­
ka ürünleri Türkiye’de yetiştirmek mümkündür.
3. Türkiye ABD’den satın aldığı tarımsal ve hayvansal ürünleri
ABD’nin düşmanlarına satmayacak, sadece kendisi tükete­
cektir. Yani Türkiye parasını vererek satın aldığı ikinci sınıf
ABD ürünlerini ABD’ye sorarak tüketecektir. Bunun adı ba­
ğımlılıktır.
4. Türkiye’nin yetiştirip ihraç edeceği tarım ürünlerini ABD
kontrol edecektir. Yani ABD’nin “üretmeyin” dediği tarım
ürünleri üretilmeyecek, “satmayın” dediği tarım ürünleri ih­
raç edilmeyecektir. Bunun adı sömürülmektir.
5. ABD’nin ikinci sınıf tarım ürünlerine Türkiye milyonlarca
dolar ödeyecektir. Bunun adı ABD yardımı değil, ABD ka­
zığıdır.
6. Türk ve Amerikan Hükümetleri “Amerikan tarım ürünleri­
ne ait Türkiye’deki piyasa taleplerini artırmak ve geliştirmek
için” devamlı gayret sarf edeceklerdir! Her iki hükümetin
gayret sarf edeceği nokta dikkat çekicidir: “Amerikan tarım
ürünlerine ait Türkiye’deki piyasa taleplerini arttırmak!”
Amerikan Hükümeti’nin bu yöndeki gayretini anlamak
mümkündür, ancak Türk Hükümeti’nin bu yöndeki gay­
retini anlamak mümkün değildir. Türk Hükümeti, “Ame­
rikan tarım ürünlerine ait Türkiye’deki piyasa taleplerini
arttırmak için” değil, “Amerika’dan alınan tarım ürünlerini
Türkiye’de yetiştirmek için” gayret sarf etmelidir.
Bu anlaşmayla ilgili Haydar Tunçkanat’ın şu değerlendirme­
leri çok önemlidir:

126
“Bu anlaşmada taraf olan bağımsız Türk devletinin hükü­
meti, bu ağır şartları reddetmediği gibi Amerika’nın dünya piya­
sa fiyatları üzerinden vereceği buğdayın cinsini, niteliklerini, ne
zaman ve nerede teslime dileceğine ait, böyle alışverişlerde nor­
mal sayılabilecek şartları dahi ileri sürmüyor. % 98’i Müslüman
olan Türk halkının İslam usullerine göre kesilmeyip, öldürüle­
rek kanı akıtılmayan, dondurulmuş veya konserve etlerin Türk
halkına yedirilmesi için, Türkiye’ye sevk edilecek dondurulmuş
veya konserve etlerin İslam usullerine göre kesilmiş olması şar­
tını dahi anlaşmaya koydurmuyor veya aklına dahi getirmiyor
Yine bu anlaşma ile satın alınarak sabun yapımında kendi
ürünümüz zeytinyağının yerine kullanılacak olan don yağının
içinde domuz yağının bulunmaması şartı da anlaşmaya konul­
muyor. Halkın temiz dinsel duygularına gerçekte bir değer ver­
meyen DP iktidarının, halkın bu duygularım sadece kendi çıkar­
ları ve siyasi iktidarlarının sürdürülmesi için nasıl sömürdükleri­
ni bu örnekler gün ışığına çıkarmaktadır.
Kendi öz ürünümüz zeytinyağının sabun yapımında kullanıl­
masını bir kararname ile yasaklayarak onun yerine Amerika’dan
satın alınan domuz karışımı don yağının kullanılması mecbu­
riyetini getiren DP Hükümeti, Amerika’ya pazar olma uğruna
Türk zeytinyağı üreticilerini de açlığa ve yoksulluğa mahkum
ediyordu. Türkiye’de pazarı olmayan Amerikan don ve soya
yağlarına pazar açmakla hükümet Türkiye’nin ve Türk halkının
çıkarlarına aykırı olan bu anlaşmanın uygulanmasına geçiyordu.
Zengin Amerikan çiftçisinin daha zenginleşmesi için Türkiye’nin
de sömürülmesi zorunluydu ve bunun için de yoksul Türk çiftçi­
si, zeytincisi kendi hükümeti eliyle yoksulluğa itiliyordu.
Türk tarım ürünlerinin iç piyasadaki fiyatlarının dünya pi­
yasalarındaki fiyatlara denk olduğu kabul edilse dahi Amerikan
tarım ürünleri Türkiye’ye ithal edilirken Türk kanunlarına göre
alınacak gümrük vergisi, özel idare ve belediyelere ait vergiler,
resim ve harçlar, sundurma ve antrepo ücretleri, rıhtım resmi
ve rıhtım ücretlerinden muaf tutulmuştur. Yerli ürünlerimizi ve
Türk üreticisini korumak için kanunlarla konulmuş olan bu ver­

127
giler Amerikan tarım ürünlerinin Türkiye’ye ithalinde de alınmış
olsaydı hem Türk Hükümeti vergi alarak gelirini arttıracak, aynı
zamanda Amerika’dan ithal edilen bu ürünlerin fiyatları da arta­
cağından aynı veya benzeri Türk ürünleriyle Türkiye’de rekabet
edemeyeceklerdi. Amerika bu ürünlerin fiyatlarını kendi çıkarı
için dünya piyasa fiyatlarının altında Türkiye’ye vermeyeceğine
göre en kestirme yol bu ürünlerin Türkiye’ye girişinde gümrük
vergisi, diğer harç ve resimlerden muaf tutulmasıdır. Amerika’nın
PL 480 sayılı kanuna göre yapılan bu ithalatta Amerika’dan it­
hal edilecek malların sürümünü arttırmak ve bunlara duyulan
ihtiyacı geliştirmek amacıyla ‘emtianın memleketimize girişin­
de maliyetini arttırıcı herhangi bir tesire maruz kalmayarak, en
ucuz şekilde ihtiyaç sahiplerinin istifadesine arzı zaruri bulun­
maktadır’ gerekçesiyle 6969 sayılı kanun Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nden geçirilmiş ve Amerika’nın anlaşmada öne sürdüğü
şartlara uyularak önemli bir engel daha kolaylıkla aşılmıştır. An­
cak bu kanunda Amerikan üreticisi himaye edilirken Türkiye’nin
buğday, yağlı tohumlar, et, süt, peynir ve zeytinyağı üreticileri­
nin nasıl korunacağı ve yaşayacağı düşünülmemiştir. Amerikan
tarım ürünlerine tanınan bu imtiyazlar karşısında yerli üretimin
azalması, Amerikan tarım ürünleri ithalatıyla karşılanacaktır.
Amerika tarım emtiasına tanınan imtiyazlar karşısında Türk
ürünleri elbette rekabet edemezdi. Amerikan üreticisi, kendi
devletinden başka Türk Hükümeti’ni de kendi arkasına almıştı.
Türk halkının çıkarları yerine Amerika’nın Türkiye’deki
pazarlarını genişletme ve geliştirme politikasını bu anlaşma ile
kayıtsız şartsız kabul eden bir iktidar Türk tarımı ve Türk üreti­
cisini Amerikan çiftçisinin refahı uğruna bir çıkmaza ve felakete
sürüklüyordu.”235
Amerika’nın Türk tarımını bitirme projesi, 12 Kasım 1956
tarihli anlaşma ve bu anlaşmaya ek 25 Ocak 1957 tarihli anlaş­
ma dışında, 20 Ocak 1958 tarihli anlaşmayla devam etmiştir.

235 age., s. 69-72

128
DP Hükümeti’nin Türkiye adına ABD Hükümeti ile 20
Ocak 1958 tarihinde imzaladığı “Tarım Ürünleri Anlaşmasının
belli başlı maddeleri şunlardır:
Bu anlaşmaya göre Amerika Türkiye’ye şu ürünleri satacak­
tır: Buğday, yem, soya fasulyesi veya pamuk yağı, tereyağı, yağlı
süttozu, peynir, yağsız süttozu...Türkiye bu ürünler için taşıma
masrafları da dahil 46.8 milyon dolar ödeyecektir..
Aynı anlaşmanın 2. maddesinin 1 (b) kısmında Türkiye 7
milyon doları Türkiye’deki iş hayatının geliştirilmesi amacıyla
Türkiye’deki Amerikan firmaları ile bunların ajansları, teşekkül­
leri veya şubelerine, Amerikan zirai maddelerinin kullanılması
ve tevziine yardım etmek amacıyla Amerikan firmalarıyla Türk
firmalarına verecektir.
Anlaşmanın 104 (e) bölümünün son paragrafına göre
Amerika’dan alınacak mallardan Türkiye’nin borçlanarak ala­
cağı veya Türkiye’de bu krediden yararlanacak Amerikan yerli
ve yabancı firmalarının ihracata yönelmelerine imkan yoktur.
Haydar Tunçkanat’ın değerlendirmesiyle: “A m e r ik a ’n ın m u ta d
p a za rla rına z a ra r verm ek sizin T ü r k iy e ’d e k i A m e rik a n tarım fa z­
lası ü rü n le rin e ola n ihtiyacı ve istekleri a rtıra ca k ya tırım la ra y ö ­
nelm ektir. T ü r k iy e ’d e h iç p a za rı o lm a y a n ve T ü r k h alk ı ta rafın ­
dan k u lla n ılm a y a n soy a yağı ve b u g ü n (o g ü n ) T ü r k iy e ’d e ü re ­
tilen a yçiçeğ i yağı, p a m u k ve zeytin yağ la rıyla k o la y ca rek a b e t
ed eb ilm ekte, s ü t to zu o k u lla rd a ço c u k la ra z o rla içirilerek alıştı-
rılm a kta , soy a fa su lyesi ek im i ise k asten b a b a la n m a k ta d ır.” 236
20 Ocak 1958 tarihli anlaşmanın sonunda aynı tarihli
1755 sayılı Amerikan Hükümeti’nin bir notası yayımlanmıştır.
Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren’den Tür­
kiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya gönde­
rilen nota ABD’nin Türk tarımını bitirme projesinin en somut
adımlarından biri olması bakımından çok dikkat çekicidir.
İki maddelik bu Amerika notasında, Amerika Türkiye’den
şu isteklerde bulunmuştur:

236 age., s. 75,76

129
“ a) 1 9 5 7 m a h su lü n d e n y u m u ş a k b u ğ d a y v e y a 1 A ğ u s to s 1 9 5 8
ta rih in e k a d a r d iğ e r h e rh a n g i b i r y u m u ş a k b u ğ d a y ı ih ra ç
etm ek ten k a ç ın m a y ı,
b) 1 9 5 7 m a h su lü n d e n v e y a 1 A ğ u sto s 1 9 5 8 ta rih in e k a d a r
se rt b u ğ d a y ih ra c a tın ı a sg a ri b ir se v iy e d e tu tm a y ı ve bu
d e v re z a rfın d a v u k u b u la c a k h e r se rt b u ğ d a y ih ra c a tın ı
T ü r k iy e ’n in k e n d i k a y n a k la rın d a n fin a n se e d ile c e k m u a d il
m ik ta rd a k i b u ğ d a y m ü b a a y a tı ile tela fi etm ey i ta a h h ü t et­
m ektedir.
E k s e la n s ın ız ın H ü k ü m e t in in , y u k a r ıd a iz a h e d ile n a n la ­
y ış la m u ta b ık b u lu n d u ğ u n u b ild ir d iğ in iz ta k tird e m ü te şe k k ir
k a la ca ğ ım .
E n s e ç k in s a y g ıla rım ın k a b u lü n ü ric a e d e rim E k s e l a n s ...”
Amerika Büyük Elçisi Fletcher Warren’in bu notasına Tür­
kiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 20 Ocak 1958 tarihinde
şu yanıtı vermiştir:
“ ( ...) İş b u a n la şm a y ı (2 0 O c a k 1 9 5 8 ta rih li a n la şm a ) im za
etm ek le T ü r k iy e C u m h u r iy e ti H ü k ü m e t i:
a) 1 9 5 7 m a h su lü n d e n y u m u ş a k b u ğ d a y v ey a 1 A ğ u s to s 1 9 5 8
ta rih in e k a d a r h e rh a n g i b i r y u m u şa k b u ğ d a y ı ih r a ç etm ek ­
ten k a ç ın m a y ı ve
b) 1 9 5 7 m a h su lü n d e n v ey a 1 A ğ u sto s 1 9 5 8 ta rih in e k a d a r
s e rt se rt b u ğ d a y ih ra c a tın ı a sg a ri b i r se v iy e d e tu tm a y ı ve
b u d ev re z a rfın d a v u k u b u la c a k h e r s e r t b u ğ d a y ih ra c a tın ı
T ü r k iy e ’n in k e n d i k a y n a k la rın d a n fin a n se e d ile ce k m u a d il
m ik ta rd a k i b u ğ d a y m ü b a a y a tı ile tela fi e y le m e y i ta a h h ü t
etm ektedir.
E k s e la n s ın ız ın , H ü k ü m e tim in y u k a r ıd a iz a h e d ile n a n la ­
y ış la m u ta b ık b u lu n d u ğ u n u b ild ir d iğ in iz ta k tird e m ü te şe k k ir
k a la ca ğ ım .
E n d e rin s a y g ıla rım ın k a b u lü n ü ric a e d e rim e k s e la n s ... ”237
12 Kasım 1956 tarihli anlaşmanın 4. maddesinin 4. bölü­
münde Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatının ABD tarafından

237 Resmi Gazete, No: 10228, 1959, s. 21881.

130
kontrol edileceği kabul edilmişti. 20 Ocak 1958 tarihli ABD no­
tasının resmi gazetede yayınlanmasıyla Türk dış ticaretinin ABD
kontrolüne girmesi resmen kabul ve ilan edilerek uygulamaya
konulmuştur.238
Amerika Türkiye’ye “1 A ğ u s to s 1 9 5 8 ta rih in e k a d a r b u ğ ­
d a y ih ra ç e tm e y e c e k sin /” diyor, Türkiye “ B a şü stü n e E k s e la n s ­
la r ı!” diyerek buğday ihraç etmiyor...
Amerika Türkiye’ye “E ğ e r b u y a sa ğ a u y m a zsa n ih r a ç e tti­
ğ in b u ğ d a y k a d a r A m e rik a n b u ğ d a y ın ı k e n d i k a y n a k la rın d a n
diyor, Türkiye “ B a ş ü s t ü n e E k s e la n s la r ı'.” di­
fin a n se e d e c e k s in ”
yerek bu cezayı kabul ediyor...
Amerika belirttiği tarihler arasında Türkiye’nin buğday sa­
tışını yasaklamıştır, çünkü Amerika’nın buğday satışı için belirli
pazarlardan istekler bu tarihlerde yapılacaktır. Eğer Türkiye bu
yasağa uymayıp buğday satarsa, sattığı buğday kadar Amerikan
buğdayını satın alacaktır. Amerika her şekilde kazanacak, Tür­
kiye ise her şekilde de kaybedecektir. Tunçkanat’ın ifadeleriyle,
“A m e rik a , k e n d i çık a rla rın ı k o ru m a k için B a ğ ım sız T ü r k D e v ­
letinin H ü k ü m e tin e , k a b u l ed ilm esin e im k a n o lm aya n b ir teklifi
g etireb iliy o r da T ü r k H ü k ü m e ti b u n u g eri çe v irm iy o r.” 2^
1950’lerde Türk tarımını bitirme projesini başarıyla haya­
ta geçiren ABD, projenin kalan parçalarını 1960’larda tamam­
lamaya devam etmiştir. Örneğin, 24 Şubat 1963 tarihli “Z i r a i
M a d d e le r T ic a re tin in G e liştirilm e s i H a k k ın d a k i 161 M i l y o n
ile ilgili olarak ABD Türkiye’ye 24 Ey­
D o la rlık İ k i l i A n la ş m a ”
lül 1963 tarihinde, 11513 sayılı resmi gazetede yayımlanan bir
nota vermiştir.240
Tarım ürünleri anlaşmasının bir parçası olarak verilen no­
tanın I. bölümünde ABD Türkiye’nin zeytinyağı ihracatını 1
Kasım 1962-31 Ekim 1963 tarihleri arasındaki 12 aylık dönem­
de 10.000 tonla sınırlamıştır. Eğer Türkiye’nin bu dönemdeki
zeytinyağı ihracatı ABD’nin izin verdiği miktarı aşarsa Türkiye

238 Tunçkanat, age., s. 79.


239 age., s. 79, 80.
240 Resmi Gazete, S. 11513, 1963.

131
kendi dövizi ile ABD’den aynı miktarda nebati yağ satın alarak
cezalandırılacaktır. Türkiye’nin böyle bir gücü olmadığı için ih­
tiyaçtan fazla zeytin yağı dışarıya satılmayacak, fiyatlar düşecek,
zarar eden üretici hem fakirleşecek, hem de ürününü satamadı­
ğı için üretimden vazgeçip, zeytin ağaçlarını kesip kışlık odun
olarak yakacak ve işçi olarak ya İstanbul’a ya da Almanya’ya
gidecektir. Türkiye’nin zeytin yağı üretiminin artarak dışarıya
satılması Amerikan nebati yağlarının satışını etkileyeceği için
ABD kendi ticari çıkarlarını korumak için Türkiye’nin ticari çı­
karlarını baltalamıştır. ABD, ikili anlaşmalarla Türk tarımına ve
ticaretine büyük bir darbe vurmuştur.
ABD’in isteği sonunda 1963,1964 ve 1965 yıllarında Tür­
kiye’nin nebati yağlar ve yağlı tohumlar ihracatı azaltılmış ve
6.400 tonu geçmemiştir. Yağlı tohumlar ihracatının zeytin yağı
ihracatıyla birlikte yıllık 6400 tonla sınırlandırılması, pamuk ve
ayçiçeği gibi yağlı tohum veren bitkilerin ekimini de etkilemiş ve
Amerikan soya yağı Türkiye içinde ve dışında alıp başını yürü­
müştür.241
Notanın 2. bölümüne göre Türkiye’ye satılacak Amerikan
buğdayının ithali ve kullanılması sırasında Türkiye buğday ihraç
edemeyecektir.
Notanın 3. bölümünde Amerika’dan satın alınacak tarım
ürünleri için Merkez Bankası’na yatırılacak Türk Lirası’nın
Amerikalılar tarafından nasıl kullanılacağı anlatılmıştır.
ABD’nin sömürge ülkelerinde bile benzerine az rastlanabilecek
bir küstahlıkla ve cesaretle “bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti’nin
seçilmiş hükümetine sunduğu bu nota Atatürk’ten sonra Türkiye’
nin yeniden emperyalizmin pençesine düştüğünü göstermektedir.
21 Şubat 1963 tarihli Amerikan Hükümeti’nin notasın
Türk Hükümeti aynı tarihli, 252.21 dosya numaralı ve 3125 sa­
yılı karşı notasında şu yanıtı vermiştir:
“A şa ğ ıd a m etn i k a y ıtlı 21 Ş u b a t 1 9 6 3 ta rih li m e k tu b u n u ­

241 Tunçkanat, age., s. 84.

132
cümlesinden hemen sonra Amerikan
z u a lm a k la ş e r e f d u y a r ım ”
notası aynen verilmiş ve Türk notası şöyle bitirilmiştir:
“T ü r k iy e C u m h u r iy e ti H ü k ü m e t i n in y u k a r ıd a k i h u s u s la r
ü z e rin d e m u ta b ık o ld u ğ u n u b ild irm e k le ş e r e f d u y a rım .
E k s e la n s la r ın d a n en d e rin sa y g ıla rım ın k a b u lü n ü ric a e d e ­
rim . M u h l i s E f e . ” 242
“Bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Türk Hükü-
meti’nin ABD Hükümeti’ne verdiği bu yanıt, Atatürk’ten sonra
Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’yi yeniden “bağımlı” bir ülke
haline getirdiklerini göstermektedir.
Türkiye 1950’lerde ve 1960’larda ABD’nin gerçek anlam­
da bir sömürgesi durumuna getirilmiştir. Atatürk’ün “milletin
efendisi” olarak adlandırıp her bakımdan kalkındırmaya çalış­
tığı Türk köylüsü zaman içinde bitirilmiş, bir zamanlar kendi
kendine yeten Türk tarımı baltalanmış, kendi buğdayını, kendi
pamuğunu, kendi zeytin yağını, kendi sığırını üretip ihraç etme­
sine izin verilmeyen Türkiye, Amerikan buğdayına, Amerikan
soya yağma, Amerikan pamuk tohumuna, Amerikan konserve
sığır etine mahkum edilmiştir.
Bu bölümü, Haydar Tunçkanat’ın 1969’da yayınlanan “İ k i ­
li A n la şm a la rın İ ç y ü z ü ” adlı kitabındaki şu cümlelerle bitirmek
istiyorum:
“ G e ç m iş in acı ve kanlı tecrü b e le rin d e n so n ra ö ğ ren d iğ im iz
g erçek lerd en , A ta t ü r k ’ü n k o y d u ğ u ilk elerd en a yrılm a m ış o lsa y ­
d ık , boşa g id en yılla r T ü r k iy e ’y e n eler k a za n d ırırd ı b u g ü n .”243
Tunçkanat’ın 1969’daki bu değerlendirmesi bugün 2012’de
çok daha büyük bir anlam kazanmıştır.

242 Resmi Gazete, S. 3125, 1963.


243 Tunçkanat, age., s. 87.

133
P roje 2
GÜNEYDOĞU ANADOLU
PROJESİ (GAP)
(Toprak Reformu ve İnsanlık Gölü)
Atatürk, 1923 İzmit basın toplantısında gazetecilere şunları
söylemiştir:
“ S iz in g ib i a y d ın la r, m ille ti a y d ın la tm a k iç in ç a lış a n ve
b u n u ilk e e d in e n k iş ile r g e r e k lid ir k i A n k a r a ’y a g elsin ler, h a tta
y a ln ız A n k a r a ’y a d eğ il, V a n ’a, E r z i n c a n ’a, B it lis ’e g e ls in le r ...
O b ö lg e lerd e fa y d a lı o lm a y a ç a lışsın la r. Ş im d i b u ra la rd a k o ­
n u şu rk e n , m em lek ette ş u n u y a p a lım , b u n u y a p a lım d iy o r u z .
B u iş le r k im le y a p ıla c a k ? S iz le r g ib i o rta y a g e lip ç a lışm a z la rsa
p la n la d ığ ım ız y e n ilik le r n a s ıl b a y a t b u lu r ? İşte Z iy a G ö k a lp ,
D i y a n b e k i r ( D iy a r b a k ır )’d edir. B i r g a ze te (K ü ç ü k M e c m u a ) ç ı ­
k a rıy o r. B ö lg e y e y a y d ı, e tra fın ı u y a n d ırıy o r. A z z a m a n iç in d e
b ö lg ed e y a y d ığ ı d u y a rlılık d ik k a t ç e k ic id ir. S iz in g ib i a y d ın la r
g id e ce k le ri y e rle rd e b a şlı b a şın a b i r â lem y a ra ta b ilirle r. M e m le ­
k etin y a ln ız b ir y e rin d e d eğ il, beş o n y e r in d e b ir e r ilim m e rk e z i,
n u r (ışık) m e rk e z i ve irfa n m e rk e z i y a p m a lıy ız . M i l l e t b a h t iy a r
o ls u n ... ”244
Atatürk, 1937 Doğu gezisinde Sabiha Gökçen’e de şunları
söylemiştir:
“ İn s a n ö m rü y a p ıla c a k işle rin a z a m e ti k a rş ıs ın d a ç o k c ü ­
ce k a lıy o r ... G e ç tiğ im iz y e rle rd e fa b r ik a la r ı g ö rm e k is tiy o ru m ,
e k ilm iş ta rla la r, d ü z g ü n yo lla r, e le k trik le d o n a n m ış köyler,
k ü ç ü k fa k a t c a n lı, tertem iz, s a ğ lık lı in s a n la r ın y a şa y a b ile c e ğ i
evler, b ü y ü k y e m y e ş il o rm a n la r g ö rm e k is tiy o ru m . G ü r b ü z ç o ­
c u k la rın , iy i g iy im li ç o c u k la r ın y ü z le r i s a ra rm a m a k , d a la k la ­
rı şiş o lm a y a n ç o c u k la rın o k u d u ğ u o k u lla r g ö rm e k is tiy o ru m .
İs t a n b u l’d a n e m e d e n iy e t v a rsa , A n k a r a ’y a d a n e m e d e n iy e t
g etirm ey e ç a lış ıy o rs a k , İ z m i r ’i n a s ıl m a m u r k ılıy o r s a k , y u r d u ­

244 İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, Eylül 1997, s. 41, 42 (sadeleş­
tirilmiştir).

137
m u z u n h e r ta ra fın ı a y n ı m e d e n iy e te k a v u ştu ra lım istiy o ru m . Ve
b u n u ç o k a m a ç o k y a p m a k istiy o ru m . D e d im y a , in sa n ö m rü
ç o k b ü y ü k işle ri b a şa ra b ile ce k k a d a r u z u n d eğ il. M a m u r o lm a lı
T ü r k iy e ’n in h e r b ir ta ra fı, m ü reffeh o lm a lı... ”24s
Atatürk, doğusuyla batısıyla kuzeyiyle güneyiyle, köyüyle
kentiyle, her yönüyle kalkınmış, kendi kendine yetebilen çağdaş
bir Türkiye yaratmak istemiştir. O, Osmanlı reformcularının
yaptığı gibi sadece İstanbul, İzmir ve Selanik gibi batıdaki büyük
kentleri kalkındırmayı değil, bütün ülkeyi kalkındırmayı planla­
mıştır. Kalkınma hamlesini özellikle yüzyıllardır ihmal edilip ade­
ta kaderine terk edilmiş Anadolu’dan, özellikle de Orta ve Doğu
Anadolu’dan başlatmıştır. “C u m h u r iy e t k im sesiz lerin k im sesi­
d ir ,” diyen Atatürk, en kimsesiz olan köylüden, Anadolu köylü­
sünden başlatmıştır kalkınma ve çağdaşlaşma hareketini. Türk
Devrimi’nin en temel özelliği Halkçılığıdır. Atatürk, Anadolu’da
taşrada imkânsızlıklar içinde; eğitimsiz, sanatsız, kültürsüz, sağ­
lıksız, yoksul ve yoksun köylüyü “milletin efendisi” yapma paro­
lasıyla yola çıkmıştır. Ama bu iş o kadar da kolay değildir. Yüz­
yılların ihmali ve yanlış politikaları sonucunda Anadolu, özellikle
de Doğu ve Güneydoğu Anadolu, feodalizm ve emperyalizm kıs­
kacı altında kronikleşmiş sorunlarla boğuşmaktadır. Bu nedenle
Doğu’yu kalkındırmak için her şeyden önce Doğu’daki feodalizm
sorununu çözerek işe başlamak gerekmiştir. Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’nun sorunu, genellikle ifade edildiği gibi, Kürt sorunu
değil; yüzyıllardır Kürtleri çepeçevre kuşatan ve kullanan feoda­
lizm ve emperyalizm sorunudur. Atatürk öncelikle bu tespiti yapa­
rak yola çıkmıştır.

Kürt Sorununun Kökleri


Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürtlerin feodalleşme
süreci 16. yüzyılda başlamıştır. Yavuz Sultan Selim, 16. yüzyılda
Şii İran’dan Sünni Osmanlı’ya yönelen Safevi tehlikesine kar-245

245 Gökçen, age. s. 148.

138
şı, Sünni Kürtleri “yardımcı kuvvet” ve “kalkan” olarak kul­
lanmak istemiştir. Örneğin 1514 yılındaki Çaldıran Savaşı’nda
îdris-i Bitlisi liderliğindeki Kürt aşiret reisleri, Şah İsmail’in li­
derliğindeki Safevilere karşı Osmanlı’ya yardım etmiş, Osmanlı
ordusuyla birlikte Safevi Türkmenlere karşı mücadele etmiştir.
Yavuz Sultan Selim, Kürtlerin bu yardımlarını ödüllendirmiş ve
Güneydoğu Anadolu’daki Kürt aşiretlerine “özerklik” vermiştir.
Böylece Avrupa’da derebeyliklerin yıkılmaya başladığı bir dö­
nemde Osmanlı’da derebeylikler kurulmaya başlamıştır.246
Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlamasıyla birlikte “Kürt
özerkliği”, büyük sıkıntılara yol açmış, özellikle Osmanlı’yı par­
çalamak isteyen emperyalizmin bu başına buyruk Kürt aşiret­
lerini kullanmaya başlamasıyla birlikte Kürtler, 19. yüzyıldan
itibaren Osmanlı için çok ciddi bir “sorun” olmuştur.
Osmanlı bu sorunu çözmek için yine Kürt aşiretlerine “taviz­
ler” vermiştir. Batılı uzmanların yönlendirmesi sonucu 1839’da
Tanzimat Fermanı’m yayımlayan Mustafa Reşit Paşa, “ 1 8 4 2 Vila­
yet K a n u n n a m esi” ne bir “Kürdistan Eyaleti” maddesi koydurmuş­
tur. Kürdistan eyaleti 1864 yılma kadar devam etmiştir. Aynı Mus­
tafa Reşit Paşa bir de “Kürdistan Eyaleti Madalyası” çıkarmıştır.247
19. yüzyıldan itibaren Rusya, Fransa, Amerika ve İngiltere,
Kürtleri kullanmak için bir taraftan Doğu bölgelerine ajanlar,
misyonerler ve konsoloslar gönderirken, diğer taraftan Jaba Ni-
kitin, Minorsky, Orbel gibi güdümlü biliminsanlarına kurgusal
bir Kürt tarihi ve Kürt dili hazırlatmıştır. Fransa’da bir Kürdoloji
bölümü kurulmuş, Kürt tarihi Şerefname, emperyalist çıkarla­
ra hizmet edecek biçimde Avrupa’da yeniden basılmıştır. Amaç
Kürtleri milletleştirerek, bağımsızlık vaatleriyle Türklere karşı
ayaklandırmaktır. Bunda da başarılı olunmuştur.
1839’da Osmanlı ordusunun Nizip’te Mısır Valisi Meh­
met Ali Paşa’ya yenilmesi, Hakkari’de bazı Kürt aşiretlerinin
isyanına yol açmıştır. Bu isyanlar, 1847’de bastırılmıştır. 1853-
1856 Kırım Savaşı ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Har­
246 Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, İstanbul, 2011, s. 321, 324.
247 age., s. 324, 325.

139
bi) bölgede önemli etkiler yapmıştır. 1878’de imzalanan Berlin
Antlaşması’nm 61. maddesi ile Ermenilere “ıslahat”, Kürtlere ise
“güvenlik” istenmiştir.248
1812-1914 yılları arasında Osmanlı’da görülen belli başlı
Kürtçü isyanlar ve görüldükleri yerler şunlardır:
1) Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı (1806-1808), Süley-
maniye. 2) Babanzade Ahmet Paşa İsyanı (1812), Süleymaniye.
3) Zaza Aşiretleri İsyanı (1818-1820), Dersim. 4) Revanduz Ye­
zidi İsyanı (1830-1833), Hakkari ve Çevresi. 5) Mir Muhammed
İsyanı (1832-1833), Soran. 6) Kör Mehmet Paşa İsyanı (1830-
1833), Erbil, Musul, Şirvan. 7) Garzan İsyanı (1839), Diyarbakır.
8) Bedirhan Bey İsyanı (1843-1847), Hakkari ve çevresi. 9) Yez­
dan İzzettin Şer İsyanı (1855), Bitlis. 10) Bedirhan Osman Paşa
İsyanı (1877-1878), Cizre ve Midyat. 11) Şeyh Ubeydullah İsyanı
(1880), Hakkari- Şemdinli. 12) Emin Ali Bedirhan İsyanı (1889),
Erzincan. 13) Bedirhan Halil ve Ali Remo İsyanı (1912), Mardin.
14) Molla Selim ve Şeyh Şehabettin İsyanı (1913-1914), Bitlis.
Görüldüğü gibi ayrılıkçı Kürtçüler, daha Atatürk doğma­
dan, Kurtuluş Savaşı başlamadan ve cumhuriyet ilan edilmeden
çok önce isyan etmeye başlamıştır. Osmanlı padişahları, Kürtçü
isyanları bastırmak için her yolu denemişler, ancak sonuç ala­
mamışlardır. Örneğin II. Abdülhamit, Kürtleri yeniden merkeze
bağlamak, Ermenilere karşı Kürtlerden yararlanmak için Hami-
diye Alaylarını ve Kürt Aşiret Mekteplerini kurmuştur.
19. yüzyıldan itibaren emperyalist kışkırtmalarla “etnik” ve
“dini” bir boyut kazanan Kürtçü isyanların odağında her devir­
de “feodal yapılanma” ve “aşiret kültürü” vardır. İşte bu neden­
le Atatürk’ün önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti, Güneydoğu
Anadolu’da 16. yüzyıldan beri süregelen Kürt derebeyliklerini
yıkarak, şıha, şeyhe, ağaya bağlı, eğitimsiz bölge insanını eğitip
“çağdaş” toplumun bir parçası yapmak için politikalar geliştir­
miştir. Cumhuriyet, emperyalizmin güdümündeki ağaların, şeyh­
lerin kulları, marabaları olan Kürtleri, bu ağalardan, şeyhlerden
kurtarıp “özgür bireyler” haline getirmek için çok önemli pro­

248 Ergun Aybars, Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, İstanbul, 1998, s. 25.

140
jeler geliştirmiştir. Atatürk’ün birkaç kez meclis gündemine ge­
tirdiği “toprak reformu” bu projeler içinde çok özel bir yere sa­
hiptir. Ancak Cumhuriyet’in, Kürt derebeyliklerini yıkarak Kürt
halkım özgürleştirmeye çalışması, Kürt derebeylerinin (ağaların,
şeyhlerin, aşiret reislerinin) büyük tepkisiyle karşılaşmıştır. Em­
peryalizmin de desteğini alan bu Kürt derebeyleri, Cumhuriyet’in
ilk yıllarında peşi sıra Kürtleri isyan ettirmiştir.
Türk milletinin ölüm kalım savaşı olan Kurtuluş Savaşı sı­
rasında “bağımsız Kürdistan” vaatleriyle ayrılıkçı Kürtleri ayak­
landıran emperyalizm, Anadolu’da Ali Batı İsyanı (1919), Ali
Galip Olayı (1919), Milli Aşireti İsyanı (1920), Cemil Çeto İsyanı
(1920), Koçgiri İsyanı (Ekim 1920-Haziran 1921) gibi isyanlar
çıkartarak Milli Hareket’i etkisiz hale getirmek ve Anadolu’yu
parçalamak istemiştir; ama Atatürk’ün dahiyane politikaları ve
Anadolu insanının sağduyusu sayesinde bütün bu emperyalist
kışkırtmalar ve isyanlardan sonuç alamamıştır.
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Türkiye’yi bölüp parçala­
yan Sevr Antlaşması’nın yırtılıp atılması ve Türkiye’nin “tam ba­
ğımsızlığını” tüm dünyaya kabul ettiren Lozan Antlaşması’nm
imzalanması, emperyalizmi çok rahatsız etmiştir. Atatürk’ün ön­
derliğindeki Türkiye’nin önce emperyalizme başkaldırarak “tam
bağımsızlığını” kazanması, arkasından işbirlikçi halife-sultana
başkaldırarak “ulusal egemenliğini” kazanması ve arkasından
da akıl ve bilimin rehberliğinde “çağdaşlaşması”, emperyaliz­
min adeta ezberini bozmuştur; çünkü emperyalizm hiçbir zaman
Müslümanların “tam bağımsız” ve “çağdaş” olmasını istemez;
emperyalizm her zaman hurafelerin bataklığında debelenen, geri
kalmış ve bağımlı Müslümanlar ister.
Kurtuluş Savaşı yıllarında etnik ayrımcılık yaparak Ana­
dolu’da kardeşi kardeşe boğazlatmanın hesaplarını yapan, an­
cak başarılı olamayan emperyalizm, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
da aynı yönteme başvurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı
“D in eld en g id iy o r ” yaygarasının ve “ etn ik a y rım cılığ ın ” arka­
sında emperyalizm, özellikle de İngiliz emperyalizmi vardır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, emperyalizmin yerli işbirlikçi­

141
leri, ayrılıkçı Kürtçüler, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı çok sayıda
isyan çıkarmışlardır. İşte o isyanlar:
Nasturi İsyanı (1924), Jilyan Harekâtı, Şeyh Sait İsyanı
(1925), Birinci Şemdinli İsyanı (Seyit Taha ve Seyit Abdullah
Baskını), Raçkıtan (Reskoyan) ve Raman (1925), Eruhlu Yakup
Ağa ve Oğulları İsyanı, Güyan İsyanı (Çölemerik Baskını), Ha-
co İsyanı. Sason İsyanı (1925), Birinci Ağrı İsyanı (1926), İkinci
Şemdinli İsyanı, Koçuşağı Aşireti İsyanı (1926), Mutki Aşireti
İsyanı (1927), Hakkari İsyanı (Beytüşşebap Baskını). İkinci Ağrı
İsyanı (1927), Bicar İsyanı (1927), Resul Ağa İsyanı (1929), Ten-
dürük İsyanı (1929), Savur İsyanı (1930), Zeylan İsyanı (1930),
Tutakh Ali Can İsyanı. Oramar İsyanı - Barzan Şeyhi Ahmet
İsyanı (Üçüncü Şemdinli Baskını) (1930), Üçüncü Ağrı İsyanı
(1930), Pülümür İsyanı (1930), Buban Aşireti İsyanı. Abdurrah-
man İsyanı. Abdülkuddüs İsyanı. Dersim İsyanları (1937-1938).
Bu isyanlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni daha doğmadan boğ­
mak için tertiplenmiştir.
Emperyalizme meydan okuyarak kurulan ve emperyalizme
inat çağdaşlaşmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti, kısa vadede bu
isyanlarla meşgul edilmeye, uzun vade de bölünüp parçalanmaya
çalışılmıştır. Ama, Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizmin kirli oyun­
larım bozan, yerli işbirlikçilerin bütün isyanlarını bastıran Ata­
türk, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da emperyalistlerin kirli oyun­
larını bozup yerli işbirlikçilerin tüm isyanlarını bastırmıştır.249
Atatürk, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun temel iki soru­
nundan birini, “emperyalizmi” etkisiz hale getirdikten sonra,
bölgenin diğer temel sorunu “feodalizmi”, yani aşiret, tarikat
düzenini etkisiz hale getirmek için harekete geçmiştir.

Toprak Reformu
Atatürk yüzyıllardır kaderine terk edilen; eğitimsiz, kültür­
süz, bilimsiz, sanatsız ve sağlıksız bırakılan Doğu ve Güneydoğu

249 Kürtçülüğün tarihi, Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanları ve Atatürk
Cumhuriyeti’nin Kürt politikası hakkında bkz. Meydan, Cumhuriyet Tarihi
Yalanlan, 2. Kitap, s. 144-497.

142
Anadolu’yu kalkındırıp çağdaş Türkiye’nin bir parçası yapmak
için öncelikle ağa, şeyh, şıh, tarikat egemenliğindeki feodal dü­
zeni (aşiret yapısını) yıkmayı amaçlamış, bunun için de feodal
düzeni besleyen toprakları ağadan, şeyhten, şıhtan alıp halka
dağıtmak, yani toprak reformu yapmak istemiştir.
Osmanlı Devleti’nde toprak mülkiyeti padişaha aitti. Fakat
toprağın tasarrufu has, zeamet ve tımar yoluyla beylere verilmiş­
ti. Toprakların bir kısmı ise mülk arazisi idi.
Osmanlı Devleti 16. yüzyıldan itibaren Şii-Alevi Türkmen-
lere karşı Sünni Kürtleri kullanma karşılığında Kürtlere Doğu ve
Güneydoğu’da çok geniş topraklar vermiştir.
■Tanzimat Dönemi’nde, köy topraklarında “miri” toprak dü­
zeninden “mülk” toprak düzenine geçilmiştir. Bu süreçte nüfuzlu
kişiler, ayan, eşraf verimli ve geniş toprakları türlü yollardan ken­
di üzerlerine geçirmişlerdir. Böylece toprak ağalığı ortaya çıkarak
hızla gelişmiştir.250
Türkiye’de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e toprak ağaları, elle­
rindeki toprakları şu yollarla ele geçirmiştir:
1. Padişah fermanıyla,
2. Yasadışı yollarla hazine topraklarına el koyarak,
3. Kurtuluş Savaşı’nda şehit olanların topraklarına konarak,
4. Göç ettirilen Ermenilerin ve Rumların topraklarını ele ge­
çirerek,
5. Tefecilik yoluyla yoksul köylülerin topraklarını ellerinden
alarak,
6. Toprakları zorbalıkla gasp ederek,
7. Ağalık, şeylik ve dini inançların sömürülmesi yoluyla toprak
elde ederek,
8. Rüşvet ve tapu yolsuzlukları gibi yasadışı yollarla toprakları
ele geçirerek.251
Türkiye’de toprak reformunun tarihi II. Meşrutiyet yılları­
na dayanmaktadır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908 yılında

250 Osmanlı Devleti’nde toprakların yasal olmayan yollardan nüfuzlu kişilerin eli­
ne geçmesi hakkında bkz. I. TB M M Tutanak Dergisi, Dönem 7, C 17, 18.
251 Doğu Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, “Kemalist Devrim-7”, 2. bas.,
İstanbul, 2010, s. 25.

143
Selanik’te toplanan gizli kongresinde kabul edilen 21 maddelik
programın 14. maddesinde “ çiftçin in to p ra k la n d ırılm a sı y o lla rı­
n ın a ra n a ca ğ ı ” belirtilmiştir.252
Toprak reformu II. Meşrutiyetken sonra Meclis-i Mebusan’da
da tartışılmış ve büyük toprak sahiplerinin topraklarının topraksız
çiftçilere dağıtılacağı belirtilmiştir.253
Araya giren I. Dünya Savaşı ve sonrasındaki Kurtuluş Sa­
vaşı toprak reformu tartışmalarına ara verilmesine yol açmıştır,
ancak Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında toprak reformunu bir
şekilde yeniden gündeme getirmiştir. 13 Eylül 1920’de kendi im­
zasıyla TBMM’ye sunduğu Halkçılık Programı’nda toprak me­
selesine de gönderme yapmıştır.254
Atatürk, yine Kurtuluş Savaşı günlerinde, 1 Mart 1922’de
Büyük Taarruz hazırlıkları sırasında TBMM kürsüsünden toprak
reformunu ima eden şu sözleri söylemiştir: “ T ü r k iy e ’n in h a k ik i
s a h ib i ve efend isi, h a k ik i ü re ticisi o la n k ö y lü d ü r. O h a ld e her­
kesten d a h a ç o k refah, sa a d e t ve servete m ü sta h a k ve la y ık o lan
k ö y lü d ü r. D o la y ıs ıy la T ü r k iy e B ü y ü k M ille t M e c lis i h ü k ü m e ti­
n in ik tisa d i siya seti b u a sli g a y e y i elde etm eye y ö n e lik tir ...”
255
Atatürk, Şeyh Sait İsyanı sırasında emperyalizmin, doğuda­
ki aşiret, tarikat düzenine dayanan feodal yapıdan çok rahat bir
şekilde yararlandığını görerek bu yapıyı bir an önce dağıtmak
için toprak reformuna ağırlık vermiştir.
1926 yılından itibaren hazırlatılan Şark (Doğu) raporlarının
çoğunda toprak reformundan söz edilmiştir. Raporlara göre top­
rak reformu şu gerekçelere dayandırılmıştır:
1. Derebeylik sistemini ortadan kaldırmak, halkı ağaların bas­
kısından kurtarmak,
2. İrticanın kökünü kazımak,

252 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, C 1, 2. bas., İstanbul, 1988, s. 66
253 Ümit Doğanay,“1923-1938 D önem inde Toprak R eform u Sorunu”, Atatürk
Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları, Eylül 1977, s. 365’ten nakle­
den Perinçek, age., s. 27.
254 Halkçılık Programı için bkz. Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 9, s. 323 vd.
255 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 12, s. 279.

144
3. Bölücülüğü etkisiz kılarak milli bütünlüğü sağlamak,
4. Sınıf farklarını ortadan kaldırmak,
5. Çiftçiye toprak vererek köylüyü üretici haline getirmek,
6. Toprağı verimli işleyip üretimi arttırmak,
7. Köylüyü özgürleştirip çağdaşlaştırmak,
8. Kadın erkek eşitliğini ve kız çocuklarının okutulmasını sağ­
lamak.256
1925 yılında çıkarılan 716 sayılı “ T o p ra k sız K ö y lü y e T o p ­
rak D a ğ ıtılm a sı H a k k ın d a K a n u n ” la muhacirlere ve topraksız
çiftçilere toprak dağıtılmıştır.257
1925 yılında 442 sayılı “K ö y K a n u n u ” yla köylünün kendi
emeğiyle kendi köyünü kalkındırmasını sağlayacak bir düzenle­
me getirilmiştir. Köy dernekleri kurulmuş, kadınlara köyde seç­
me ve seçilme hakkı tanınmış, kadınların köy ihtiyar heyetine
girmeleri ve muhtar olmaları sağlanmıştır.258
1925 yılında 675 sayılı “M a h a lli İsk â n la rı İz in siz T erk ey le-
yen M ü lte c ile rle A şire tle r H a k k ın d a K a n u n ” çıkarılmıştır.
1925 yılında 885 sayılı “İs k â n K a n u n u ” taslağı meclise su­
nulmuştur. Bu taslakta Türkiye’ye gelmek isteyen muhacirlerin
ve yurtiçindeki göçebelerin yerleştirilmeleri için onlara toprak
dağıtımını da içeren önlemlere yer verilmiştir. Ancak meclisin
komisyon çalışmaları sırasında toprak dağıtımını öngören mad­
deler kanundan çıkarılmıştır. “İsk â n K a n u n u ” , bu haliyle 30
Haziran 1926’da kabul edilmiştir.259
19 Haziran 1927 tarihinde kabul edilen 1097 sayılı “B a ­
zı Şa h ısla rın Ş a rk M ın tık a la rın d a n G a r p V ila yetlerin e N a k lin e
sıkıyönetim bölgesinde ve Beyazıt (Ağrı) ilinde
D a ir K a n u n ” \a
devrimlere karşı çıkan, genel güvenliği ve düzeni bozan 1500
kişi ile kaçak ve mahkûm durumundaki 80 isyancının aileleriyle

256 Perinçek, age., s. 79.


257 age., s. 35.
258 Orhan Özkaya, “T oprak Reform u, Özgürlük Bağımsızlık ve G erçek D em o k ­
rasi D em ektir”, Teori dergisi, S. 237, Ekim 2009, s. 54.
259 Perinçek, age., s. 36.

145
birlikte Batı illerine taşınmalarını öngörmüştür. Kendilerine terk
edecekleri topraklara karşılık yeni toprak verilecektir.260
1097 sayılı kanun, 5 Aralık 1927 tarihinde kabul edilen
1178 sayılı kanunla değiştirilmiştir. Batı’ya gönderilen kişilerden
Şeyh Sait Ayaklanmasına ve sonraki olaylara karışmayanların
eski topraklarına dönmelerine izin verilmiştir.261 Hükümet ayrıca
bir de af çıkarmıştır. 9 Mayıs 1928 tarihli bir yasa ile üç ay içinde
teslim olanlara aftan yararlanma imkânı tanınmıştır.262
Ağrı İsyanı nedeniyle Haziran 1927’de 1164 sayılı bir ka­
nunla merkezi Diyarbakır’da olan bir Genel Müfettişlik kurul­
muştur. Müfettişliğin başına Mahmut Tali (Öngören) Bey geti­
rilmiştir. Müfettişlik bölgesi, Ağrı, Van, Muş, Bitlis, Hakkari,
Siirt, Mardin, Diyarbakır, Urfa, Elazığ ve Tunceli’yi kapsamıştır.
Sonradan bu müfettişlik üçe çıkarılmıştır.
Atatürk, 1928 yılında TBMM’yi açış konuşmasında toprak­
sız çiftçiye toprak dağıtılmasının Doğu’da huzur ve güveni sağ­
layacağını belirtmiştir:
“ D o ğ u v ila y e tle rim iz in b ir k ıs m ın d a m e y d a n a g etirilen
U m u m i M ü fe ttiş lik isa b e tli v e fa y d a lı o lm u ştu r. C u m h u r iy e t
k a n u n la rın ın e m n iy e tle sığ ın ıla c a k y e g â n e y e r o ld u ğ u n u n a n ­
la şılm a sı, b u h a v a lid e h u z u r ve g elişm e iç in esa slı b a şla n gıçtır.
Y e n i fa a liy e t d e v re m iz d e g erek b u h a v a lid e, g e re k m em lek etin
d iğ e r k ıs ım la rın d a to p ra ğ ı o lm a y a n ç iftç ile re to p ra k te d a rik et­
m e k m eselesi ile e h e m m iy e tli o la ra k m eşg u l o la c a ğ ız .” 263
Atatürk, 1929 yılında TBMM’yi açış konuşmasında bir kere
daha toprak reformundan söz etmiştir:
“ Ç iftç iy e a ra z i v e rm e k d e h ü k ü m e tin d e v a m lı ta k ip etm esi
la z ım g elen b ir k eyfiyettir. Ç a lış a n T ü r k k ö y lü s ü n ü n işle y e b i­

260 T B M M Zabıt Ceridesi, Devre: 2, C 33, 18 Haziran 1927, s. 153-159; Hâki-


miyet-i Milliye, 24 Aralık 1926; Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara,
2009, s. 226.
261 Fikret Babuş, “T ürkiye’de iskân ve Toprak Sorunu”, Teori dergisi, S. 218,
Mart 2008, s. 53; Perinçek, age., s. 37.
262 Aybars, age., s. 228.
263 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 22, s. 279.

146
leceği k a d a r to p ra k tem in etm ek , m em le k e tin ü re tim in i z e n g in ­
leştirecek b a şlıc a ç a re le rd e n d ir.” 264
11 Haziran 1929 tarihli ve 1505 sayılı “ Ş a rk M e n a tık ı D a ­
adlı kanunla hükümete “arazi istimlak
h ilin d e M u h ta ç Z ü r r a a ”
hakkı” tanınmıştır. Bu kanuna göre, 1927’de çıkan kanun gere­
ği hâzineye intikal etmesi gereken araziden köylü, aşiret efradı,
göçebe ve muhacirlere dağıtılmış olan yerler, dağıtım yapılanla­
rın üzerinde bırakılacak, hükümet doğudaki isyan bölgelerinde
büyük arazi sahiplerine ait yerleri topraksız köylülere dağıtmak
üzere kamulaştırabilecekti. Arazi sahiplerine, isterlerse 500 ile
2000 dönüm arasında bir alan bırakılacak geri kalanın değeri
1914 yılında kayıtlı vergi değerinin en az 8, en çok 10 katı olmak
üzere ödenecekti. Vergi kıymeti olmayan yerlerde ise aynı nispet
dahilinde tapu kıymeti esas kabul edilip, bedelleri sahiplerine ve­
rilerek hükümet tarafından el konulacaktı.265 Özetle bu kanunla
Doğu illerinden Batı’ya göç ettirilenlerin topraklarının, köylü­
ye, aşiret üyelerine ve göçmenlere dağıtılması öngörülmüştür.
Batı’ya göç ettirilen ailelere de göç ettirildikleri yerlerde toprak
verilecektir. Bu kanuna bağlı olarak çıkartılan 9132 sayılı hükü­
met kararnamesiyle bazı çiftlikler kamulaştırılıp Doğu’dan göç
ettirilenlere dağıtılmıştır.266 Başbakan İsmet Paşa, 9 Kasım 1929
günü mecliste yaptığı konuşmada verdiği bilgilere göre, kanunun
çıktığı yıl Doğu’da 20.000 dönümü büyük arazi sahiplerinden
kamulaştırılan alanlar olmak üzere, 110.000 dönüm tarım ara­
zisi topraksız köylüye dağıtılmıştır.267
25 Aralık 1929 tarihinde çıkartılan diğer bir kararnamey­
le Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak dağıtılması kabul
edilmiştir.268

264 age., C 22, s. 361.


265 Ömer Lütfi Barkan, “ Çiftçiyi T opraklandırm a Kanunu ve Türkiye’de Zirai Bir
Reform un Ana M eseleleri”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası,
C 6, S. 1-2, Ekim 1944-Ocak 1945, s. 60.
266 Perinçek, age., s. 37.
267 İsmet İnönü, Söylev ve Demeçler, İstanbul, 1946, s. 200, 201.
268 BCA, 080.18.01.21.01, 08 0.18.01.07.63.04’ten aktaran Erdal İnce, Türk Si­
yasal Yaşamında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, İstanbul, 2009, s. 35; Pe­
rinçek, age., s. 37.

147
1930 yılında “A r a z i T ev zii K a ra rn a m e s i” çıkarılarak top­
raksız köylüye bir miktar daha toprak dağıtılmıştır.269
Böylece 1923-1934 arasında topraksız köylülere toplam
6.787.234 dönüm arazi, 157.422 dönüm bağ ve 168.659 dönüm
bahçe dağıtılmıştır.270
Atatürk 1928, 1929 meclisi açış konuşmalarında toprak re­
formundan söz ettikten sonra 1930 ve 1931’de çıktığı üç aylık
uzun yurt gezileri sırasında da toprak dağıtılmasıyla ilgilenmiş
ve bu konudaki yakınmaları dinlemiştir.271
1925’teki Şeyh Sait İsyanı ve 1926-1930 arasındaki Ağrı
İsyanları, Doğu’nun güvenliği açısından bir an önce oradaki fe­
odal yapıyı dağıtmak gerektiğini gösterdiğinden 1930’larda top­
rak reformu çok daha büyük önem kazanmıştır.
14 Haziran 1934 tarihinde 2510 sayılı “İsk â n K a n u n u ” ka­
bul edilmiştir. Hükümet 1932 yılında “İsk â n K a n u n u ”m ı hazırla­
yarak meclis gündemine getirmiştir. Ancak kanun iki yıldan fazla
bir zaman mecliste bekletilmiştir. Kanunda aşiret ağalığına karşı
köktenci hükümlere yer verilmiştir. Ağalığın belini kırmak için
yoksul ve topraksız köylüye toprak dağıtılması amaçlanmıştır.272
Kanunun 10. maddesi şöyledir: “A ş ir e t reisliğ i, b eyliğ i,
a ğ a lığ ı ve şe y h liğ i ve b u n la r ın h e rh a n g i b ir b elg ey e v ey a g ö rg ü
v e g ö ren eğ e d a y a n a n h e r tü rlü te şk ila t v e o rg a n la rı k a ld ır ıl­
m ış tır ” . Kanun bu maddesiyle, “A şiretle rin şa h siyetlerin e veya
o n la ra g ö n d e rm e ya p ıla ra k reis, bey, ağa ve şeyh lere ait olarak
ta nın m ış, kayıtlı ve k a y ıtsız b ü tü n ta şın m azla rın ta zm in atsız ka-
m u la ştırılıp g ö çm en lere, m ü ltecilere, g ö çeb elere, n a k lo lun a n la -
ra, to p ra k sız ve az to p ra k lı y e rli çiftçilere dağıtılıp tapuya bağ­
la nm a sını ” öngörmüştür.273
269 Perinçek, age., s. 37.
270 Barkan, agm., s. s. 61.
271 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 25, s. 43 vd., 48 vd.
272 İskân Kanunu hakkında bkz. Fikret Babuş, OsmanlI’dan Günümüze Etnik-
Sosyal Politikalar Çerçevesinde Göç ve İskân Siyaseti ve Uygulamaları, Ocak
2006, s. 135-294.
273 Doğu Perinçek, “ Cumhuriyet D önem inde Kam ulaştırm a”, Teori dergisi, S.
134, Mart 2001, s. 32 vd. nakleden Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu,
s. 107, 109.

148
“İs k â n K a n u n u ” ve sonrasındaki düzenlemelerle 1934-1944
arasında toplam 4.606.059 dönüm arazi topraksız köylüye da­
ğıtılmıştır.274
1935 yılında toplanan (9-16 Mayıs) CHP 4. Büyük Kurul­
tayında ilk kez toprak reformuna yer verilmiştir.275 14 Mayıs
1935 tarihinde kabul edilen CHP Programı’nın 34. maddesi şöy-
ledir: “H e r T ü r k ç iftç is in i y e te r to p ra k s a h ib i etm ek p a r tim iz in
a n a g a y e le rin d e n b irid ir. T o p ra k sız ç iftç iy e to p ra k d a ğ ıtm a k
iç in ö zg ü is tim la k k a n u n la rı ç ık a rm a k lü z u m lu d u r. ”276
5 Haziran 1935’te “ Vakıflar K a n u n u ” çıkarılmıştır. Bu kanun­
la Vakıf toprakları eylemli olarak tasfiye dilmiş, böylece feodal,
dinsel kuramların temelini oluşturan büyük vakıf topraklan devlet
mülkiyetine alınıp satış yoluyla özelleştirilmiştir. Ancak bu toprak­
ların varlıklı ailelerin eline geçmesi istenilen sonucu vermemiştir.277
1935’te “ T u n c e li K a n u n la r ı” diye bilinen üç kanun çıkarıl­
mıştır. 1) 25 Aralık 1935 tarihinde 2884 sayılı “ T u n celi V ila y eti­
n in İd a re si H a k k ın d a k i K a n u n ” çıkarılmıştır. 2) Bazı idari teşki­
latların yapılmasına dair 2885 sayılı kanun çıkarılmıştır. 3) Af ve
askerlik işlerine dair 2887 ve 3204 sayılı kanunlar çıkarılmıştır.
“ T u n celi K a n u n u ” nun 1. maddesine göre Tunceli vilayetine ko­
lordu komutanı rütbesinde bir general, vali ve komutan olarak
atanacaktır.278 Başbakan İsmet İnönü, Tunceli kanunlarının ge­
rekçesini, “ K e n d ile rin i b irta k ım a ğ aların ve m ü teg a llib en in n ü ­
fu z tesirlerin d en k o ru m a y a m u k te d ir o lm a ya n ca h il ve zavallı
halkı h ü k ü m e t cih a zla rıyla k o r u m a k ”
olarak açıklamıştır,279
1935’te İçişleri Bakanlığı bir “ T o p ra k K a n u n u T a s a r ıs ı”
hazırlamıştır. Tasarı, tarım yapılan toprağın miras veya başka
yollardan parçalanmasını ve şehirlere göçü engellemeyi amaçla­

274 Uğur Mumcu, Kürt Dosyası, s. 7 3 ’ten nakleden Perinçek, Toprak Ağalığı ve
Kürt Sorunu, s. 111.
275 Perinçek, age., s. 98 vd.
276 Bkz. Doğu Perinçek, Atatürk’ün CHP Program ve Tüzükleri, İstanbul, 200 8 , s.
182 vd.
277 Perinçek, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, s. 113, 114.
278 age., s. 115.
279 TB M M Zabıt Ceridesi, Devre: 5, İçtima: 1, C 7, s. 1.

149
mıştır. Köylü ailesi için “çiftçi ocağı” tanımlaması yapılması ta­
sarının dikkat çekici yönlerinden biridir. Tasarıda, bir çiftçi aile­
sinin yaşamına yetecek toprakla birlikte, hayvan, alet ve tohum
yanında ailenin barındığı ev, ambar, ahır gibi yerleşim unsurla­
rının tamamı “çiftçi ocağı” kapsamında gösterilmiştir.280 Tasarı­
da, iskân sınırının iki katından fazla toprağı olanların toprakları
dağıtım kapsamına alınmıştır. Ancak tasarı kanunlaşmamıştır.281
Atatürk, 1936 yılında TBMM’yi açış konuşmasında bir an
önce toprak reformu yapılması gerektiğini belirtmiştir:
“ T o p ra k K a n u n u ’n u n b i r n etice y e v a rm a s ın ı K a m u t a y ’m
y ü k se k h im a y e sin d e n b ek lerim . H e r T ü r k ç iftç i a ile s in in g e ç i­
n eceğ i ve ça lışa ca ğ ı to p ra ğ a m a lik o lm a sı, b e h e m a h a l la z ım ­
dır. V a ta n ın sa ğ la m tem eli ve im a n b u esastadır. B u n d a n fa zla
o la ra k , b ü y ü k a ra z iy i m o d e m v a sıta la rla işletip v a ta n a fa zla
is tih s a l tem in e d e b ilm e sin i teşvik etm ek is te r iz .” 282
Atatürk, 1937 yılında TBMM’yi açış konuşmasında toprak
reformu konusunda şunları söylemiştir: “M i l l i e k o n o m in in tem e­
li ziraattır. B u n u n iç in d ir k i, zira a tta k a lk ın m a y a b ü y ü k önem
v erm ek teyiz... F a k a t b u h a y a ti işi isabetle a m a c ın a u la ştıra b il­
m ek iç in ilk önce, c id d i etü tlere d a y a n a n b i r z ir a a t siy a se tin i
tesp it etm ek ve o n u n iç in d e h e r k ö y lü n ü n ve b ü tü n va ta n d a şla -
n n k a v ra ya b ileceğ i ve severek ta tb ik ed ebileceği b ir z ira a t rejim i
k u rm a k la zım d ır... B u siy a se t ve rejim d e ö n em le y e r a lab ilecek
b a şlıca n o k ta la r ş u n la rd ır: B i r d efa m em lekette to p ra k sız çiftçi
b ıra k ılm a m a lıd ır. B u n d a n d a h a ö n em li o la n ı ise, b i r çiftç i a ile­
s in i g eçin d ireb ile cek to p ra ğ ın h iç b ir sebep ve su retle b ö lü n em ez
b ir m a h iy e t a lm a sın ı, b ü y ü k ç iftç i ve ç iftlik sa h ip le rin in işlete­
b ilecek leri a ra zi g e n işliğ in i a ra z in in b u lu n d u ğ u m em lek et b ö l­
g e le rin in n ü fu s k esafetin e ve to p ra k v erim d erecesin e g ö re sın ır­
la m a k la zım d ır.”283 Atatürk bu konuşmasında toprak mülkiyet

280 Serkan Tuna, “1930’lu Yıllarda”, s. 130’dan nakleden Perinçek, age., s. 117.
281 Perinçek, age., s. 117.
282 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, Ankara, 1961, s. 389.
283 T B M M Zabıt Ceridesi, C 2 0 ,1 9 3 7 , s. 4. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1,
s. 394.

150
dağılımım düzenlemek için üç ana ilke ortaya koymuştur. Bunlar:
l)Memlekette topraksız çiftçi bırakmamak; 2) Bir çiftçi ailesini
geçindirebilecek toprağın, hiçbir sebep ve suretle bölünmesine izin
vermemek; 3) Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işleyebilecekleri
arazi genişliğini makul ölçütlerle sınırlandırmaktır.284
Atatürk’ün ortaya koyduğu bu ilkeler doğrultusunda devle­
tin bütün birimleri yoğun bir çalışma içine girmiştir.
Bu ilkeler öncelikle, 1937 Ekimi’nde kurulan Celal Bayar
Hükümeti’nin programına aynen alınmıştır. Hükümet programı­
na göre, konuyla ilgili kanun taslağı en kısa zamanda hazırlana­
rak meclisin onayına sunulmuştur.285
1937’de İçişleri Bakanlığı bir “ T o p ra k K a n u n u T a sa rısı”
hazırlamıştır. Tasarının en ilginç yanı Rusya, Balkan ülkeleri ve
Avrupa’daki deneyimleri dikkate alarak hazırlanmış olmasıdır.
Tasarıya göre, işlenmemiş toprakları işlenebilir hale getirmek, iş­
lenenleri daha verimli kılmak ve işlenecek yeni topraklar bulmak
konusunda görüşlere yer verilmiştir. Tasarıya göre hükümet,
2000 dönümün üzerindeki topraklar ile işletilmeyen toprakları
üzerindeki yapılarla birlikte istimlak edebilecekti. Bu tasarıda,
1935 tasarısındaki “çiftçi ocağı” kavramından vazgeçilmiştir.286
1937’de Sağlık Bakanlığı bir “ T o p ra k K a n u n T a sa rısı” ha­
zırlamıştır. Bu tasarıda mülkiyet için tapu kaydı öne çıkarılmış­
tır. Tasarıya göre toprak dağıtılacak olanların bizzat çiftçilik ya­
pacaklarını taahhüt etmeleri gerekmektedir. Dağıtılacak toprak
eğer üç yıl işletilmezse geri alınacaktır.287
1937’de kamulaştırma ve toprak dağıtımı için anayasa deği­
şikliği yapılmıştır. 13 Şubat 1937’de Anayasa’nın 74. maddesine
şu fıkra eklenmiştir:
“ Ç if t ç iy i to p ra k s a h ib i y a p m a k ve o rm a n la rı d e v le t ta ra ­
fın d a n id a re etm ek iç in istim la k o lu n a c a k a r a z i ve o rm a n la rın

284 Suat Akşoy, “A tatürk’ün Toprak Reform una İlişkin G örüşleri”, Ata’nın Anı­
sına Doğumunun 100. Yılında Tarım Semineri, Ankara Üniversitesi Ziraat Fa­
kültesi, 12-16 Ekim 1981, Ankara, 1982, s. 42.
285 İsmail Arar, Hükümet Programları 1920-1965, İstanbul, 1966, s. 76.
286 Serkan Tuna, “1 9 3 0 ’lu Yıllar”, s. 132 vd. aktaran Perinçek, age., s. 117, 118.
287 Perinçek, age., s. 118.

151
istim la k b ed elle ri v e b u b e d e lle rin ö d en m esi s u re ti ö z e l k a n u n ­
”288
la rla ta y in e d ilir.
1938’de Tarım Bakanlığı bir “ T o p ra k K a n u n T a sa rısı” ha­
zırlamıştır. Daha önceki tasarıların kanunlaşmaması üzerine
165 maddelik yeni bir tasarı hazırlanmıştır. Ancak bu tasarı da
kanunlaştırılamamıştır.289
Genç Cumhuriyet, 1923-1938 yılları arasında 246.431 ai­
leye toplam 9.983.750 dekar toprak dağıtmıştır. 1940-1944 yıl­
ları arasında ise 619 köyde 53.000 aileye 875.000 dekar toprak
verilmiştir. Vakıflar İdaresi tarafından satılan topraklar ise Zi­
raat Bankası tarafından satın alınıp çiftçilere dağıtılmıştır. Bu
toprakları da ilave edince 1944 tarihine kadar Cumhuriyet dö­
neminde dağıtılan arazinin genel toplamı 11-12 milyon dekara
ulaşmaktadır.290 Atatürk’ün hayatında dağıtılan toprak miktarı
bu dönemde dağıtılan toprakların %91’i gibi çok büyük bir kıs­
mını oluşturmuştur. Bu durum Atatürk’ün “muhtaç çiftçiyi top­
raklandırma” konusundaki hassasiyetini göstermektedir. 1946
yılı itibariyle Türkiye’de 13 milyon hektar olan işlenen toprak
miktarının yaklaşık %9’u devlet tarafından dağıtılmak suretiyle
mülkiyet yapısı iyileştirilmeye çalışılmıştır.291
1927’deki ilk ziraat sayımına göre Türkiye’de toplam
231.500.000 dönüm ekilebilir arazi vardır. Bu ekilebilir arazi­
nin ancak 43.637.727 dönümü, yani altıda bir kadarı ekilmek­
tedir.292 “Yapılamadı” dediğimiz “toprak reformu” sayesinde
1923-1944 yılları arasında 11-12 milyon dekar toprağın top­
raksız çiftçiye dağıtılabilmiş olması, neresinden bakılacak olursa
olsun ciddi bir başarıdır, ancak yeterli değildir.
Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk’ün ölümünden bir yıl sonra

288 age., s. 119.


289 age., s. 119.
290 Ömer Lütfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi: Toplu Eserler 1, İstanbul,
1980, s. 454, 455.
291 İbrahim İnci, “Atatürk D önem i Türkiyesi’nde T oprak M ülkiyet Dağılımı ile
İlgili Bazı D üzenlem eler,” A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Er­
zurum, 2010, s. 357.
292 Aydemir, İkinci Adam, C 2, s. 339.

152
Kasım 1939’da, “İh tila l çiftçi için şim d iy e k a d a r ne y a p tı? ” so­
rusunu şöyle yanıtlamıştır:
“ Ş ü p h e y o k k i b ir şey ya p ılm a d ı den em ez. A sk e rlik b ir b u ­
çu k sen eye indi. A ş a r kald ırıld ı. K o o p e ra tifle r g ü n d en g ü n e k ö y ­
lere d o ğ ru ya yılıyor. M e k te p le r açılıyor. B ü y ü k çiftlik le r yavaş
yavaş h alk a dağıtılıyor. B u n la r m ü h im işlerd ir fa ka t şü p h e y o k
k i h er şey değildir. K ö y lü m eselesi b u n d a n ib aret değildir. ( ...)
K ö y lü b a şk a la rın ın hesab ın a çalıştığı g ib i em eğinin de d eğ erin i
alam ıyor. ( ...) İşte kaba taslak b a k ın ca k ö y lü a ra zi sahibidir. ( ...)
E k ip b iç iy o r g ib i g ö rü n ü r. F a k a t h a k ik a t b ira z d eşilince anla şılır
ki, k ö y lü n ü n elin d ek i ü retim vasıtaları ba şkasın m dır. H a tta k ö y ­
lü n ü n k en d isi b i l e ...” 293
Atatürk, toprak reformu konusunda 1928, 1929, 1936 ve
1937 meclis açış konuşmalarında çok önemli mesajlar vermiştir.
Toprak reformu konusu 1935’te CHP 4. Büyük Kurultayı’nda
tartışılmış ve parti programına alınmıştır. Bu doğrultuda çok
ciddi hazırlıklar, çok önemli çalışmalar yapılmış, çok sayıda ta­
sarı hazırlanmış ve birçok kanun çıkarılmıştır. Sonuçta, özellikle
1934-1938 arasında topraksız köylüye çok ciddi oranda; 90.000
kadar aileye 3 milyon dönüm kadar toprak dağıtılmıştır.294 An­
cak Atatürk’ün ve genç Cumhuriyet’in bütün iyi niyetli çabala­
rına karşın aralıksız devam eden karşı devrimci ve emperyalist
destekli “feodal isyanlar” ve Atatürk’ün zamansız ölümü, top­
rak reformunun yarım kalmasına neden olmuştur.

Toprak Reformu Nasıl Unutturuldu?


Atatürk’ün en önemli projelerinden biri olan toprak refor­
mu, Atatürk’ün ölümünden sonra bir süre daha gündemdeki ye­
rini korumuş, bir süre daha bu konuda önemli adımlar atılmıştır,
ancak 1950’lerden sonra yavaş yavaş “ütopik bir devrimci ide­
al” halini alarak zaman içinde adeta unutturulmuştur.

293 Mahmut Esat Bozkurt, “Öz Türk Köylüleri”, Anadolu Dergisi, İkinciteşrin
(Kasım), 1939.
294 Perinçek, age., s. 152.

153
TBMM, 11 Haziran 1945 tarihinde, Atatürk dönemindeki
toprak reformu tecrübelerinden yararlanarak, “ Ç iftç iy i T o p ra k ­
la n d ırm a K a n u n u ”nu kabul etmiştir. Kanun, İsmet İnönü ve Ta­
rım Bakanı Şevket Raşit Hatiboğlu’nun girişimleriyle hazırlan­
mıştır.295 Genel kurul kararında çiftçiyi topraklandırmanın bir
“devrim hareketi” olduğu belirtilmiştir.296
Kanunun kabulünden dört gün sonra TBMM bir de “ T o p ­
ra k B a y ra m ı K a n u n u ” çıkarmıştır.297
“ Ç iftç iy i T o p ra k la n d ırm a K a n u n u ”, Atatürk’ün en önemli
vasiyetlerinden biri olan toprak reformunun tam olarak hayata
geçirilmesi bakımından çok büyük ve cesur bir adımdır. Bu bü­
yük ve cesur adım, çok geçmeden içerde büyük toprak sahibi fe­
odal unsurların, dışarıda ise feodal unsurları kullanmaya alışmış
emperyalist güçlerin dikkatini ve tepkisini çekmiştir.
Kanunun 17. maddesine göre topraksız veya az topraklı
çiftçiyi topraklandırmak için devlet, büyük toprak sahiplerinin
topraklarını kamulaştırabilecekti. Kamulaştırma gerekirse top­
rak sahibine yalnızca 50 dönüm toprak bırakacak kadar kap­
samlı olabilecekti. 21. maddeye göre de kamulaştırma bedelleri
de gerçek değere göre değil, arazi vergisine matrah olarak beyan
edilen değerden ödenecekti. Bu maddeler büyük toprak sahibi
milletvekillerini çok rahatsız etmiştir. Aydm’ın büyük toprak sa­
hiplerinden Adnan Menderes, yasa görüşülürken ağır eleştiriler
getiren milletvekillerinin başında gelmiştir.298
1945 Haziram’mn başında “ Ç iftç iy i T o p ra k la n d ırm a K a n u ­
n u ” gündeme gelir gelmez, CHP’li Adnan Menderes, Celal Ba-
yar, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan, 7 Haziran 1945 tarihinde
CHP grubuna “Dörtlü Takrir” diye bilinen bir önerge vererek
partilerinden ayrılmışlar ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi
kurmuşlardır.299

295 Akşin, age., s. 242.


296 Resmi Gazete, 15 Haziran 1945, Düstur, 3, Tertip, C 26.
297 Perinçek, age., s. 156.
298 Akşin, age., s. 242.
299 age., s. 242, 244.

154
Görülen o ki, “ Ç iftçiy i T o p ra k la n d ırm a K a n u n u ”, Demok­
rat Parti’nin kuruluşunda etkili olmuştur.300 “ K im ile ri D e m o k ra t
P a rti’nin (D P ) k u ru lu şu n u d o ğ ru d a n Ç iftç iy i T op ra k la n d ırm a
K a n u n u ’na olan m uhalefete bağlarlar. D P ’n in salt b un d a n k a y n a k ­
landığını öne sü rm e k abartılı olur, am a D P ’nin k u ru lu ş ve y a yg ın ­
laşm a aşam asında b u n u n ö nem li b ir p ayı old uğ u söylenebilir. ” wı
Cumhuriyet’in ortaçağ artığı kurum ve düşüncelere karşı ver­
diği savaş, gücünü bu ortaçağ artığı kurum ve düşüncelerden alan
kişilerin tepkisini çekmiştir. Örneğin Eskişehir Milletvekili Emin
Sazak bu kişiler adına TBMM kürsüsünden şunları söylemiştir:
“ P a d işa h ı d e v ird ik , halifeyi k o v d u k , şa p k a y ı g iy d ik , L a tin
h arflerin i k a b u lle n d ik , tek k eleri k a p a ttık , bazı g ere k çelerle Var­
lık V erg isi’n i bile k a b u l ettik, fa ka t b u n u k a b u l e d e m iy o ru m .” 3013
2
0
Emin Sazak’ın kabul edemediği; ağanın, şeyhin, şıhm olma­
dığı, halkın ezilmediği, eşit bir toplumsal
düzendir. Emin Sazak’ın kabul edemedi­
ği; yüzyıllardır halkın kanını emerek,
halkın topraklarını gasp ederek halkı sö­
müren feodal düzenin yıkılmasıdır. Emin
Sazak, aslında köylünün milletin efendi­
si olmasını kabul edememiştir.
Mecliste “ Ç iftç iy i T o p ra k la n d ırm a
K a n u n u ”m m tartışıldığı günlerde Emin
Sazak, dönemin Tarım Bakanı Şevket
Raşit Hatipoğlu’na şöyle bağırmıştır:
“ Ta sa rıyı g eri a l! Sen b u n u İ n ö n ü ’
n ü n em riyle y a p ıy o rsu n . Tasarı g eri alınırsa B e y lik k ö p r ü ’d e k i
3 0 .0 0 0 d ö n ü m ü h ibe e d iy o ru m .”
Hatipoğlu: “ K a n u n la alsak ne o lu r ? ”
Sazak: “ K a n u n la olm az. D e v le t a ra ziy i zo rla alırsa E s k iş e h ir
h a va lisin d e E m i n Sa zak ölür. B u d ü z e n i b o za rsın ız. ’’303

300 Aydemir, age., s. 350.


301 Akşin, age., s. 243.
302 Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş, İstanbul, 1982, s. 27.
303 Perinçek, age., s. 158. Aydemir, age., s. 346, 347.

155
Emin Sazak, bu düzenden beslenmektedir ve bu nedenle bu
düzenin yıkılmasını kendi ölümü olarak görmektedir. Ama keşke
Emin Sazak, ölümü göze alarak bu düzenin yıkılmasını savuna-
bilseydi.
1936 yılında toprak reformunu savunan Celal Bayar bile 1945
yılında “ Ç iftçiyi T opra klan d ırm a K a n u n u ”m muhalefet etmiştir.304
“ Ç iftç iy i T o p ra k la n d ırm a K a n u n u ” na karşı çıkanlar, bu ka­
nunu “Bolşeviklik” olarak adlandırmışlardır.305

Celal Bayar Ş. R. Hatipoğlu İsmet İnönü

Kanuna yönelik eleştiriler artınca bu kanunu getiren ve ıs­


rarla savunan Ziraat Bakam Şevket Reşit Hatipoğlu, Ağustos
1945’te bakanlıktan ayrılmış ve yerine bu kanunun baş muhalifi
büyük toprak sahibi Cavit Oral, Ziraat Bakanı yapılmıştır.306
Bu beklenmedik görev değişikliğinin anlamı çok geçmeden
anlaşılacaktır. Türkiye 1945 yılından itibaren “tam bağımsızlık”
ilkesini bir kenara bırakıp ABD eksenine kaymaya başlamıştır.
İsmet İnönü’nün, “ 1 9 4 5 k o n se n sü sü ” ile “Küçük Amerika” ol­
ma hayalleri kurmaya başlayan Türkiye, birçok konuda olduğu
gibi toprak reformu konusunda da geri adım atmak zorunda bı­
rakılmıştır. İnönü’nün genç bakanı Nihat Erim, “Küçük Ameri­
ka olma hedefini” dosta düşmana ilan etmiştir.307

304 Perinçek, age., s. 159.


305 Aydemir, age., s. 347, 348.
306 age., s. 350.
307 Perinçek, age., s. 160.

156
Nisan 1946 başında Amerikan Missouri zırhlısı İstanbul’a
gelmiş, 1947’de Truman Doktrini çerçevesinde ABD-Türkiye
arasında bir “A s k e r i Ya rd ım A n la şm a sı ” yapılmış, 1948’de yine
ABD ile bir ekonomik yardım anlaşması imzalanmıştır.308
27 Mart 1950’de, 5618 sayılı bir kanunla, “ Ç iftç iy i T o p r a k ­
la nd ırm a K a n u n u ” nun bazı maddeleri değiştirilmiş ve kanuna
bazı yeni maddeler eklenmiştir.309 Böylece “ Ç iftç iy i T o p ra k la n ­
d ırm a K a n u n u ” nun ruhu değiştirilmiş ve kısa süre sonra da uy­
gulanmaktan vazgeçilmiştir.
Karşı devrime kurban giden “ Ç iftç iy i T o p ra k la n d ırm a K a ­
n u n u ” sayesinde 25 yılda ancak 1.500.000 dönüm toprak ka­
mulaştırılmıştır.310
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra yeniden gün­
deme gelen toprak reformu, 1970’lerde Bülent Ecevit tarafından
bir kere daha gündeme getirilmiş, ancak bir türlü düşünceden
uygulamaya geçirilememiştir.311
İsmet İnönü, 1973 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakül­
tesinde yaptığı konuşmada toprak reformu hakkında şöyle bir
özeleştiri yapmıştır:
“ Z ira a tta m ü h im b ir şeyi ya p a m a d ık . T o p ra k refo rm u n d a n
s ö z edeceğim . T o p ra k re fo rm u n u ya p a m a d ık . T o p ra k re fo rm u
ö zel şeylere, m en fa atlere d o k u n a n b ir şeydir. B ü y ü k ö lçü d e siy a ­
set m ü essir o lm u ştu r

Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu’daki Yatırımları


Atatürk Doğu ve Güneydoğu’daki sorunları çözmek için ön­
celikle Doğu’yu çok daha yakından tanımak gerektiğini düşün­
müştür. Bu amaçla 1926 yılından itibaren bölgeye inceleme he­
yetleri ve raportörler göndererek “şark raporları” hazırlatmıştır.
Atatürk, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Projesini geliştirirken bu
raporları dikkate almıştır.
308 Akşin, age., s. 240.
309 Aydemir, age., s. 350, 351.
310 Perinçek, age., s. 160.
311 Ayrıntılar için bkz. Perinçek, age., s. 161 vd.

157
30 kadar “şark raporu” arasında Kütahya Milletvekili Neşit
Hakkı Uluğ’un “ D o ğ u ’dan B ir M e k t u p ” başlıklı çalışması (1925),
Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in raporu (1926), Elaziz Valisi Ce­
mal Bardakçı’nın raporu (1926), Başvekil İsmet İnönü’nün raporu
(1935) ve İktisat vekili Celal Bayar’ın raporu (1936) en dikkat çe­
kenler arasındadır.312
Şark raporlarına göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu gerçek­
leri şunlardır:
1. Derebeylik sistemi/feodal sistem halkı sömürmektedir.
2. Kürt marabası, ağalar ve şeyhler tarafından ezilmektedir.
3. Dinsel sömürü ve baskılar hat safhadadır.
4. Bölgede Cumhuriyet otoritesi ve güvenliği yoktur.
5. Aşiretler arasında silahlı kavgalar vardır.
6. Eşkıyalık ve çapulculuk çok yaygındır.
7. Bölge Kürtleşmektedir.
8. Bölgenin durumundan Cumhuriyet hükümetleri de sorum­
ludur.313
9. Üretim eski yöntemlerle yapılmaktadır. Fırat ve Murat ne­
hirlerinden tarımda yararlanılmamaktadır.
10. Bölgenin imkânsızlıklarından dolayı yöneticiler ve memur­
lar bölgeye gidememektedir.
11. Halk hükümet ile eşkıya arasına sıkışmış, korku psikolojisi
içinde yaşamaktadır.
12. Bölgede yabancıların propaganda faaliyetleri vardır.
13. Dikkate değer, esnaf, tüccar ve sanatkâr yoktur.
14. Yol durumu çok kötüdür.
15. Tabiat şartları çok zordur.314
Şark raporlarında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu gerçekleri bu
şekilde belirlendikten sonra çözüm yolları da şöyle belirlenmiştir:
1. Devletin yaptırım gücünün etkili olarak kullanılması,

312 Şark raporlarının ayrıntıları için bkz. Perinçek, age., s. 47 vd.


313 Ayrıntılar için bkz. Perinçek, age., s. 54-71.
314 Hamit Pehlivanlı, “ Cumhuriyetin îlk Yıllarından Günümüze D oğu ve Güney­
doğu A nadolu’nun M eseleleri: Ö rnek R aporlar Işığında Karşılaştırmalı Bir in ­
celem e”, Yeni Türkiye, S. 23-24, Eylül-Aralık 1998, s. 232-437.

158
2. Derebeylik ilişkilerinin, ağalığın, beyliğin ve şeyhliğin köklü
bir şekilde tasfiye edilmesi,
3. Topraksız ve az topraklı köylüye toprak dağıtılması,
4. Başta ağalar ve aşiret reisleri olmak üzere halkın başka yer­
lere yerleştirilmesi,
5. Kamu yönetiminin iyileştirilmesi,
6. Halkın kazanılması için bölgeye kamu hizmetlerinin götü­
rülmesi,
7. Bölge halkının Türkleştirilmesi,
8. Okullar açılarak, kız çocuklar başta olmak üzere bölge hal­
kının eğitilmesi,
9. Yol, su, elektrik, köprü gibi kamu hizmetlerinin götürülmesi.315
Görüldüğü gibi şark raporlarındaki çözüm önerileri, askeri,
siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik alanları kapsamaktadır.
Atatürk ve genç Cumhuriyet, sorunun sadece askeri ve güvenlik
önlemleriyle değil, siyasi, kültürel ve ekonomik önlemlerle çözü­
lebileceğini bilimsel bir biçimde ortaya koymuştur.
Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Projesi’nin temel
ayakları şunlardır:
1. Bölge halkının en çabuk biçimde eğitilmesi,
2. Bölgede kalıcı yatırımların yapılması,
3. Adaletli paylaşım için toprak ağalığının bitirilmesi,
4. Halka saygı ve şefkat ile yaklaşarak halkla bütünleşilmesi.316
Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Projesi’nin toprak
reformundan sonraki en önemli adımı, bölgeye “kamu hizmeti”
götürmektir. Bütün şark raporlarında, Doğu ve Güneydoğu hal­
kına bir an önce kamu hizmeti götürülmesi üzerinde durulmuş­
tur. Raporlara göre:
1. Halka her ilçede sağlık hizmeti verilmeli ve ilaç sağlanmalı.
Bu iş için bölgede idealist doktorlar görevlendirilmelidir.
2. Okullar açılmalı, bölge halkına özellikle de kız çocuklarına
eğitim verilmelidir.

315 Perinçek, age., s. 74 vd.


316 Ramazan Topdemir, Atatürk’ün Doğu Güneydoğu Politikası ve GAP, İstanbul,
2009, s. 159.

159
3. Demiryolları ve karayolları tamamlanmalıdır.
4. Madenler işletilmeli, fabrikalar açılmalı, halka iş ve geçim
kaynağı sağlanmalıdır.
İşin en ilginç tarafı, bütün bunları önerdikten sonra bunları
başarmanın “ olm a ya ca k h a y a l” olduğunu söyleyen raportörler
de vardır.317
İşte Atatürk, kimilerine göre bu olmayacak hayalleri gerçeğe
dönüştürmek için büyük bir inanç ve azimle çalışmalara başlamıştır.
Cumhuriyet, Doğu’da toprak reformundan sonra kamu hiz­
metine el atmıştır.
Örneğin Tunceli’ye iki yıl içinde 480 kilometre yol yapılmış­
tır. Bu yollar sayesinde Tunceli halkı ticaret yapmaya başlamıştır.
Sağlık ocakları ve Halkevleri yapılmıştır. Neşit Hakkı’nm deyi­
şiyle, “azametli binalar”, hükümet konakları, köprüler, kışlalar,
karakollar, inşa edilmiştir.318
Turgut Özakman, genç Cumhuriyet’in Tunceli’ye yaptığı ba­
zı yatırımları “ C u m h u riy e t T ü r k M u c iz e s i” adlı kitabında şöyle
anlatmıştır:
“ T u n c e li’yi çev reley en şeh rin için d en g eçen ırm aklar, d ereler
ü ze rin d e bazı k ö p rü le r ya p ılm ıştı, yen ileri d e y a p ılıy o rd u . B a şlı­
ca y o lla r a çılıy o r; o k u l, sağlık ocağı, h ü k ü m e t k on a ğ ı, k a ra k o l,
m e m u r evleri, kışla g ib i y a p ıla rın da tem elleri atılıyor, ya da te­
m elleri atılm ış olan b in a la r y ü k se liy o rd u . B u işler ile S iv a s-E rz in -
can, E la z ığ -B in g ö l d e m iry o lu n d a T u n celililer çalışıyor, cep lerin e
em ek lerin in karşılığı olan tem iz pa ra g iriy o rd u . A sa y işi sağlam ak
için ilçelere, b u ca k la ra k ü ç ü k ja n d a rm a b irlik le ri yerleştirilm işti.
K ö y lü le re to p ra k d a ğıtım ı sü rü y o rd u . K a y m a k a m lık la ra , b u ca k
m ü d ü rlü k le rin e ya asker, ya d en eyim li siv il y ö n e tic ile r atanm ıştı.
H a lk a saygıyla m u am ele e d iy o rla rd ı.” 319
“ G ü n d e 6 0 k a m y o n inşaat m alzem esi g e liy o rd u T u n c e li’ye.
H e r ya n d a inşaat vard ı. Sağlık m erk ezleri ve 19 o k u l yen id en

317 Örneğin Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey raporunda böyle demiştir. Perinçek,
age., s. 90, 91.
3 1 S Perinçek, age., s. 131.
319 Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi, 2. Kitap, s. 588.

160
a çılm ıştı. K ö y lü le re to p ra k v e riliy o rd u . T a rım B a k a n lığ ı k ö y lü le ­
re fidan ve to h u m d a ğ ıtıy o rd u . A ğ a ç la r a şıla n ıy o rd u . H a lk , ağa­
ların, reislerin , sey itlerin ellerind en k a y ıy o rd u . H a lk ı ta hrik için
b irço k yalan u y d u r u ld u ... ”320321
“ A ğalar, beyler, seyitler ya zık k i T u n c e li h a lk ın ın b ir b ö lü ­
m ü n ü k a n d ırm ış, şaşırtm ış, isyana sü rü k le m işle rd i. 1k i y ıl sab-
retselerd i T u n ce li, y o lla n , k ö p rü le ri, k a ra k o lla rı, sağlık o ca k la ­
rı, m a h k em eleri, h a lk ev leri o k u m a o d a la rı, o k u m a y a başlayan
o ğulları, k ızla rı, to p ra k sah ib i o lm u ş k ö y lü le ri, k re d i v erecek
b a nk a la rı ile b ir B a tı ili g ib i ola ca ktı. ”
“ Yol, k ö p rü , oku l, karakol, sağlık ocağı yapım ına ara verilm e­
yecek, çatışm a olm ayan her yerde yapım lara aynı hızla devam edile­
cekti. Tun celi soru n u n u n ilacı güvenlik, iş ve eğitimdi. E n ço k o k u l
T u n celi’ye yapılacak, Tunceli okur-yazar oranı en yü ksek il olacaktı.
E la z ığ ’da yatılı b ir k ız oku lu açılacak, y ö red ek i ailelerin izin verdiği
kızlar bu okula alınacak, bitten tem izlenecek, giydirilecek, eğitile­
cek, b irço k beceriyle donatılacak, m eslek sahibi yapılacaklardı. ”m
Özakman çok haklıdır. Genç Cumhuriyet’in en çok yatı­
rım yaptığı Doğu illerinin başında Tunceli gelmektedir. Dahiliye
Vekili Faik Öztırak 7 Temmuz 1939’da Tunceli’de yapılan bina
inşaatı, köprüler, yollar, memur ve subay evleri hakkında şu bil­
gileri vermiştir:
Bina inşaatı: Pülümür, Nazimiye, Mameki, Sin ve Ovacık’ta
9 kışla; Nazimiye, Mameki, Hozat, Ovacık ve Pertek’de 5 hü­
kümet konağı; Duziğ, Hakis, Seyidhan, Tüllük, Karaoğlan ve
Amutka’da 6 karakol; Nazimiye, Mazkird, Sahsik, Tümüşmek,
Dervişcemal, İncik, Türktanır ve Ovacık’ta 8 okul yapılmıştır.
Köprüler (Betonarme): 60 metre uzunluğunda Alişan köp­
rüsü, 180 metre uzunluğunda Külüşkür köprüsü, 60 metre uzun­
luğunda Cip köprüsü, 106 metre uzunluğunda Pertek köprüsü,
60 metre uzunluğunda Sürgeç köprüsü, Pülümür’de ayrıca 4 be­
ton köprü, 100 metre uzunluğunda Mazgirt köprüsü, 80 metre
uzunluğunda Türüşmek köprüsü, 120 metre uzunluğunda Ma-
320 age., s. 794, dipnot 443.
321 age., s. 591.

161
meki köprüsü, 80 metre uzunluğunda Seyithan köprüsü, 80 met­
re yüksekliğinde Ovacık köprüsü yapılmaktadır. (Ahşap): 180
metre uzunluğunda Dinar, 120 metre uzunluğunda Mameki, 60
metre uzunluğunda Seyithan köprülerinin de yapımı sürmektedir.
Memur ve Subay evleri: Nazmiye’de 6, Mameki’de 48, Sin’
de 8, Ovacık’ta 10 olmak üzere toplam 72 adet yapılmıştır.322
Sürekli isyanlarla çalkalanan, dolayısıyla sürekli asayiş sorun­
larının yaşandığı, coğrafi ve toplumsal yapıdan kaynaklanan zor­
lukların geçit vermediği bir bölgeye yatırım yapmanın güçlüğüne
karşın, genç Cumhuriyet’in yine de en çok yatırım yaptığı bölge
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmuştur. Nitekim aynı dö­
nemde ülkenin diğer bölgelerinde asayiş problemi yaşanmamasına
karşın, bu bölgelerde Doğu illeri ortalamalarının altında kamu har­
caması almış iller vardır.323 Örneğin 1939 yılında İstanbul-Dağye-
nice-Saray yolu Tekirdağ-Malkara-Keşan yolu için 1.000.000 lira
ayrılırken Tunceli’nin inşası için 2.000.000 lira ödenek ayrılmış­
tır.324 Bu nedenle o dönemdeki göreceli “yatırım azlığını”, “ G e n ç
C u m h u riye t D o ğ u ’ya yatırım ya p m a d ı!” yalanıyla değil de, ülkenin
genel ekonomik koşullarıyla açıklamak daha doğru olacaktır.325
Ayrıca bölgedeki isyanlar, ülke ekonomisine ciddi yükler ge­
tirmiştir. İngiliz T h e T im es gazetesine göre Türkiye’nin sadece
Şeyh Sait İsyam’ndaki kaybı 20 milyon Paund’tur. Buna rağmen,
genç Cumhuriyet, bölgenin asayişini sağlamak ve bayındırlık
hizmetleri götürmek için uzun yıllar boyunca bölgeye “özel ve
olağanüstü” ödenekler aktarmıştır.326 Hatta “Tunceli” adında
yeni bir il bile kurmuştur.327 Bu ilin kurulmasına ilişkin yasa

322 T B M M Zabıt Ceridesi, Devre 6, C 4, s. 176.


323 Sait Aşkın, ‘'Atatürk D önem inde D oğu Anadolu, (1923-1938)”, Atatürk Araş­
tırma Merkezi Dergisi, S. 50, C 17, Temmuz, 2011.
324 BCA, FK: 30-18.1.2, YN: 88.82.2, T: 25.8.1939.
325 Aşkın, agm.
326 Örnek olarak Tunceli bölgesindeki yol işleri için her yıl 1.350.000 TL olmak
üzere üç yıllık program bütçeye, o günün koşullarında ayrı bir yük getirmiştir.
Bkz. Ayın Tarihi, Haziran 1936, S. 30, s. 67.
327 Tunceli, 4 Ocak 1936 tarih ve 3197 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “ Ye­
niden D oku z Kaza ve Beş Vilayet Teşkiline ve Bunlarla Otuz iki N ahiyeye Ait
K adrolar H akkın da K anun” ile “il” yapılmıştır.

162
teklifi, dönemin İçişleri Bakanı tarafından "... C u m h u riy e t d e v ri
m em leketin esaslı ih tiya çla rın ı tem in ed erek asıl hastalığı ted a vi
etm ek şiarı o ld u ğ u için, bura d a da m ed en i u su llerle b ir ted b ir
d ü şü n ü ld ü . Ve bu p ro g ra m ile m em le k etin h er y e rin d e o ld u ğ u
g ib i b u ra la rın da C u m h u riy e tin fey izle rin d en istifade etm esin i
g ö zetti, ” denilerek meclise sunulmuştur.328
Cengiz Özakıncı’nın deyişiyle, Dersim’i yeniden yapılan­
dırmayı amaçlayan 25 Aralık 1935 tarihli “ T u n celi V ila y eti’n in
İd a re si H a k k ın d a K a n u n ’la, ‘ C u m h u riy e t, aşiretlerin D e r s im ’ini,
insan ve yu rtta ş h a k la rın ın T u n ç e li’ne d ö n ü ş tü rm e k ” istemiştir.329
“ C u m h u riy e t, a şiretlerin ‘D e r s im ’ini, insan ve yu rtta ş h a k ­
la rının ‘T u n ç E l i ’n e d ö n ü ştü rm e k ü ze re; y ö r e y i k ö p rü ler, y o lla r,
oku lla r, h asta h a n eler, sin em a la r, tiya tro la r, h a lk e v le ri, b a n k a ­
lar, z ira a t k u r u m la n , h ü k ü m e t b in a la n , a d liy e ö rg ü tü , k a ra k o l
ve k ışla la rla d o n a tm a y a b a şla d ı. B a şk a y ö re d e n işçi g etirilip
çalıştırılm a sı ya sa ktı. B ü tü n y a p ıla r d o lg u n b ir g ü n d elik v erile­
rek y ö re d e k i a şire t ü yelerin e y a p tırıla ca k ; a şiret ü yesi, reisin d en
bağım sız b ir b ire y ola ra k çalışıp em eğin in k a rşılığ ını p a ra o la ­
rak a la ca k; y ü z y ılla r b o y u ya ln ızca k e n d i a ilesinin yaşam ı için
g ere k li şeyleri tük eteb ileceğ i k a d a r ü reten , b u n d a n fazla ü retim
ya p m a dığ ı için p a za ra g ö tü rü p satacak b ir varlığı b u lu n m a y a n ,
d o layısıyla ö zel m ü lk nedir, p a ra sa l b irik im nedir, m ü lk iy e t ö z ­
g ü rlü ğ ü n e d ir tatm am ış olan a şiret ü y e lerin in cep lerin e p a ra
g ire c e k ; a şire tte n b a ğ ım sız k e n d isin e ö z e l b irik im y a p m a y ı ve
k e n d i b ir ik im in i d ile d iğ i g ib i k u lla n m a y ı ö ğ ren en a şire t ü y e le ri
b ö y le lik le a şire t d ü z e n in d e n u z a k la şıp , in sa n ve y u rtta ş h a k la ­
rın a a d ım a ta ca k tı.

328 Bu yasanın görüşmeleri sırasında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya: “... Burası 91
aşirete münkasımdır. 1876'dan bugüne k ad ar m u htelif zam anlarda Dersim
üzerine 11 harekâtı askeriye yapılmıştır. H alk cahil, biraz da toprağın fakirliği
dolayısıyla fa k ir olur ve eli de silahlı bulunursa tabii böyle bir yerde vuku­
at eksik olm az. Fransa’da, İtalya'da, Yunanistan’da da böyle yerler vardır. ...
E fkârı um umiyem ize arz etm ek isterim ki, m em leketim izde anorm al bir vaziyet
yoktur,” demiştir. Bkz. Ayın Tarihi, Ocak 1936, s. 25 vd.
329 Cengiz Özakıncı, “D ersim ’den Tunçeli’ye Yurttaş H akları Devrimi, Dersim
D ersi”, Bütün Dünya dergisi, S. 2010/01, 1 Ocak 2010, s. 62.

163
A şire tle r D e r s im ’in in, ö zg ü r b irey y u rtta şla r C u m h u r iy e t i­
n in ‘T u n ç E l i ’ne d ö n ü ştü rü lm e si, tasarının b iricik a m a cıyd ı. Ç a ­
lışm a la r co şk u y la sü rü yo r, ya p ım ı b itirilen b ir k ö p rü n ü n A T A ­
T Ü R K tarafın dan açılacağı sö y le n iy o rd u . F a k a t ö yle olm adı. O
g ü n le ri yaşayan İh sa n S a b ri Ç a ğla ya n g il a n ıla rın d a o g ü n leri:
‘A ta tü rk Sin g eç K ö p r ü s ü ’nü açm a ya g id e ce k . O tarihte S e­
y it R ız a D e r s i m i n lid eri. D e v le t, F ıra t ü ze rin e b ir k ö p rü y a p ­
m ış. K ö p rü n ü n b a şın d a da b ir k a ra k o l. K a ra k o ld a 3 3 a sk erim iz,
b a şla rın da İsm a il H a k k ı a d ın d a b ir yed ek teğm en var. K ö p r ü y e
D e rs im lile r sald ırı d ü zen liy o r. K a r a k o l y a k ılıy o r ve 3 3 a sk erim iz
şeh it oluyor. İşte bu o la y isya n ın başlam asıdır. A ta tü rk olayla
ilg ilen iyo r ve k esin ta lim a t v e riy o r: ‘B u m esele y i k ö k ü n d e n h a l­
le d in iz ,’ d iye anlatm ıştır. ”330
Rahmi Doğanay, “ 1 9 3 0 -1 9 4 5 D ö n e m i D o ğ u A n a d o lu B ö l­
g esin d e U yg u la n a n S a n a y i P o litik a la rı ” çalışmasının
sonucunda,
genç Cumhuriyet’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da birçok ya­
tırım yaptığını doğrulamıştır:
“ D o ğ u A n a d o lu , B ir in c i S a n a yi P la n ı çerçe ve sin d e m aden,
d o k u m a ve sigara sa n a yi g ib i b irço k en d ü striye l k u ru lu şa k a v u ş­
m uştur. K a ld ı k i; bu d ö n e m k a lk ın m a ve san a yileşm e hedefleri
b ö lg esel g elişm eyi değil, b ü tü n ü lk en in to p y e k ü n g elişm esin i h e­
deflem iştir. İk in c i S a n a yi P la n ı ise daha geniş k ap sam lı olm akla
b irlik te uygu lam a d a d ü n y a ve T ü r k iy e ’n in o la ğa n üstü şartları
için d e daha etk isiz kalm ıştır. ( ...)
İz m ir İk tis a t K o n g r e s i’n d en itibaren ü lk e n in tü m ü yle b a yın ­
d ır ve m a m u r hale g etirilm esi k o n u su n d a izlenen ik tisa d i p o liti­
k a la r hem d evletin so ru m lu lu k alm ası hem de ö ze l teşeb b üsü n
ya tırım la r için teşvik ed ilm esin e yön elik tir. B ir k a ç k ez çık a rılan
Sa n a yii T eşvik K a n u n la rı da iktisa di g elişm eyi sağlam ak a m a ­
cın ı taşım aktadır. B irin c i ve İk in c i B e ş yıllık S a n a yi P la nla rı da
ü lk e n in h er tarafı için o ld u ğ u kadar, D o ğ u A n a d o lu ’da d evlet ve
ö zel teşeb b üs ya tırım la rın ın ya ygın la ştırılm a sı y ö n ü n d e hedefler
k o y m u ş, A ta tü rk de y u rt g ezilerin d e b ö lg en in ö zellik lerin e g ö re

330 agra., s. 62, 63.

164
ya p ıla ca k ya tırım la r a çısın d a n g ö rü şle rin i beyan etm iştir. A y rıca
bu g ezilerd e y a tırım la rı teşvik a m acı da d ik k a te alınm ıştır. ”331
Ramazan Topdemir de, “A t a t ü r k ’ü n D o ğ u - G ü n e y d o ğ u
P o litik a sı ve G A P ”
adlı kitabında, Atatürk döneminde genç
Cumhuriyet’in ayrım yapmadan yurdun her tarafını kalkındır­
mak için çok büyük yatırımlar yaptığını, özellikle tarımla uğra­
şan köylüye büyük kolaylıklar sağladığını ifade etmiştir:
“ Ü lk e n in en u za k k ö şele rin d e bile b a lk ın h u z u ru ve g ü v e n li­
ğ i ö ylesin e sa ğ la n m ıştır k i b u n u g eçm işin en sa k in d ö n e m le riy le
k a rşıla ştırm a k bile ye rsiz olur. H e r k e s g ü v e n için d e tarlasında
çalışm ak ta ya da zanaatım y ü rü ttü ğ ü y e rd e işin başındadır. B u
in sa n lar çalışm a la rın ın so n u çla rın d a n ya ra rla n a b ilecek lerin d e n
em in ve b u n la rın ellerin d en zo rla a lına m a ya cağ ın ın g ü v e n i iç in ­
dedirler. E k o n o m i, eğitim so sy a l y a rd ım k o n u la rın d a şim d id en
so m u t so n u ç la r alınm ıştır. D a h a ö n ce d e n v a r olan tarım o k u lla ­
rına B u r s a ’da, B a lık e sir’de, İz m i r ’de, A d a n a ’da, E r z in c a n ’da beş
y en isi eklenm iştir. Sa vaşın ve değ işm elerin işlem ez hale g etird iğ i
Z ir a a t B a n k a sı ye n id e n ça lışır hale g etirilm iş ve b irço k y e rd e ş u ­
b eler a çıla ra k h a lk ın ya rd ım ın a k o şu lm u ştu r. P ek ç o k sığın a k ve
g ö çm en refa h ları y ö n ü n d e n u yg u n y e rlere g ö n d erile rek y e rleşti­
rilm iştir. B u işin daha ç o k y ü rü tü lm e si için ö zel y a rd ım b a n k a la ­
rı k u ru lm a k üzeredir.
K ö y lü le re ö n e m li d ü zey d e ik i b u ç u k m ilyo n liralık tarım
a letleri d a ğ ıtılm ıştır ve dağıtım sü rd ü rü lm e k ted ir. A y rıca k ö y lü ­
lere tarım ara ç, g ere çleri verm ek g ere k tiğ in d e b un la rı o n a rm a k
a m acıyla serm a yesin in yü zd e 70 'in e k a tıld ığ ım ız b ir şirk e tle a n ­
laşm a ya p ılm a k üzeredir. B u anlaşm a çiftçile ri ç o k m em n u n ed e­
cek ve o n la rın ya ra rın a o la c a k tır.”
“D o ğ u ’da b u lu n a n d em iry o lla rı, k ö p rü ler, fa b rik a la r A ta ­
t ü r k ’ün eseridir. Y o k lu k la r için d e b ö lg eye k a lk ın m a ham lesi b a ş­
latılm ıştır. ” 332

331 Rahmi Doğanay, “ 1930-1945 D önem i D oğu Anadolu Bölgesinde Uygulanan


Sanayi P olitikaları”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilgiler Dergisi, C 10, S. 2, Ela­
zığ, 2000, s. 229, 230.
332 Bkz. Topdemir, age., s. 17.

165
İsmet Türkmen, “ D o ğ u A n a d o lu ’ya B a y ın d ırlık H iz m e tle ri
K a p sa m ın d a Yapılan K a m u H a rca m a la rı ve Yatırım lar, 1 920-
1938” adlı makalesinde genç Cumhuriyet’in Doğu politikasın­
dan şöyle söz etmiştir:
“ ...D e m iry o lu ya p ım ın ın yanı sıra devlet, ö zellikle ilk yıllarda
bölge h alkın ın a cil ih tiyaçlarını g iderm ek için d e p ek ço k karar
alm ıştır. U zu n savaşlar neticesi harap olan şeh irlerin im arı, harp
felaketzedelerinin iskânı g ib i k on u la ra ö n celik verilm iş ve bölgeye
g ereken ya rd ım yapılm ıştır. K a ra yolla rın ın ya p ım ı da g ö rü lm ek le
b irlikte, d em iryo lu ya p ım ı k a d a r ö ncelik taşım am ıştır. B u n u n la
birlikte C H P H ü k ü m e ti, bölge hastanelerinin, o k u lla rın ın ve diğer
d evlet k u ru m la rın ın inşası ve ona rım ı g ibi harcam alara ö ncelik
verm iştir. B ö lg ed ek i hastane ve o k u lla rın ihtiyacı olan tıbbi m al­
zem e, zam an zam an y u rt için d en ve ço ğ u n lu k la da yu rtd ışm d a n
tem in edilm iştir. D e v le t bölgeye ‘g ö çm en e v i’ ya p ım ı g ib i im ar fa­
aliyetlerine de öd en ek ayırm ıştır. K ısa cası D o ğ u A n a d o lu ’ya ya ­
p ılan yatırım ların 1 9 2 3 -1 9 2 9 yıllarında daha yü zeysel, ya n i acil
ih tiyaçların tem ini, 1 9 3 0 -1 9 3 9 yıllarında (...) daha k ö k lü , p r o ­
”333
jelerin devam ının ya p ım ı şek lin d e seyrettiğini sö y ley eb iliriz...
Atatürk Cumhuriyetinin Kürtlerin yoğun olarak yaşadık­
ları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı yatırımları
şunlardır:334
• 1924’te Diyarbakır-Ergani Madeni devletleştirilerek işlet­
meye açılmıştır.
• 1925’te -köylüyü ezen- Aşar Vergisi kaldırılmıştır.
• 1925’te 3 milyon lira sermaye ve %50 nispetinde Alman
sermayesiyle “Ergani Bakırı Türk Anonim Şirketi” kurul­
muştur.335

333 İsmet Türkmen, “D oğu A n adolu’ya Bayındırlık H izm etleri K apsam ında Yapı­
lan Kamu H arcam aları ve Yatırımlar, 1 9 20-1938”, A.Ü. Türk İnkılap Tarihi
Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 45, Bahar 2010, s. 153.
334 Topdemir, age., s. 45-47.
335 1930’lu yıllarda Ergani madeni için üretim miktarı 7500 blister olarak tasar­
lanmış ve bunun 1200 tonu ülkenin ihtiyacına alıkonularak 6300 ton ham ba­
kırın dışarıya satılması düşünülmüştür. A. Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti’nin
O. Sanayi Planı, Ankara, 1973, s. 51.

166
• 1925’te tütün rejisi yabancılardan (Fransızlardan) alınmış­
tır. Bu, Doğu’nun tütünden kazanç elde etmesini sağlamaya
yönelik çok ciddi bir adımdır.
• 1929’da Elazığ’da “Elaziz İpek Mensucat Türk Anonim
Şirketi”nin kurulmasına karar verilmiştir.336
• 1929’da “ Y o l ve K ö p r ü le r Ya p ım ına İliş k in K a n u n ” çıka­
rılarak Güneydoğu Anadolu’da pek çok yol ve köprü inşa
edilmeye başlanmıştır.
• 1932’de Ankara’da Birinci Tütün Kongresi toplanmıştır.
• 1933’te Gaziantep’te ilk lise açılmıştır.337
• 1934’te Diyarbakır-Siirt yolunda Pasur Köprüsü açılmıştır.
• 1934’te Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu tamamlanmıştır.
• 1934’te demiryolu Elazığ’a ulaşmıştır.
• 1934’te Yolçatı-Elazığ demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1934’te Siirt’te 7 yeni cadde ve 21.384 metre yeni kaldırım
yapılmıştır.
• 1934’te Elazığ’ın Maden ilçesi Alacakaya (Guleman) krom
sahası “Şark Kromları İşletmesi” idaresinde 1936’dan itiba­
ren işletilmiştir.
• 1934’te Diyarbakır İktisat Kongresi toplanmıştır.
• 1935’te Adıyaman Göksün Köprüsü açılmıştır.
• 1935’te Munzur Suyu Köprüsü açılmıştır.
• 1935’te Van Gölü işletmeye açılmıştır.338
• 1935’te Keban Maden Köprüsü açılmıştır.

336 12.9.1929 Tarih ve 1/8350 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı. C. A. Karton No:
030.18. 1/5.45.17.
337 Topderair, age., s. 97.
338 Nisan 1935’te Van Gölü İşletme îdaresi’nin bütçesi hakkında mecliste yapılan
görüşmeler sırasında İçişleri Bakam Şükrü Kaya şöyle demiştir “...Cum huriyet
Şeyh Sait vakasından ve onu takip eden hadiselerden so m a icap eden inzi­
bat tedbirlerini tam am ıyla aldı. Onu m üteakip de oranın ümranını gözetti. Bu
muntazam bir program halinde devam edecektir ve etm esi de lazımdır. Van
Gölü İşletm esi Vapurları Van Gölü sahillerinin ve havalisinin birebir irtibat
vasıtalarıdır. İk i k öy arasında, iki şehir arasında devlet şosesini yaparken nasıl
onun gelirini değil m em leketin inkişafını gözetirse, Van G ölü’nün işletilmesin­
de kullanılan vapur ve sair vesaiti nakliye m üteharrik bir köprü, bir şose telak­
ki edilmelidir. Bu bir am m e hizmetidir. Bir irat m em baı değildir. Ve uzun yıllar
böyle devam edecektir.”

167
• 1936’da Erzurum’da Kız Sanat Okulu açılmıştır.
• 1936’da Erzurum-Sivas demiryolu hattının temeli atılmıştır.
• 1936’da Yazıhan-Hekimhan demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1936’da Malatya Sigara Fabrikası kurulmuştur.339
• 1936’da Bitlis Sigara Fabrikası kurulmuştur.
• 1937’de Malatya Bez Fabrikası’mn temeli atılmıştır.340
• 1937’de Hekimhan-Çetin demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1937’de İslahiye demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1937’de Atatürk Tunceli’de Singeç Köprüsü’nü açmıştır.
• 1937’de Diyarbakır-Cizre demiryolunun temeli atılmıştır.
• 1938’de Ankara-Erzurum demiryolu Erzincan’a ulaşmıştır.
• 1938’de Sivas Çimento Fabrikası’nın yapımına başlanmıştır.341
• 1938’de Erzurum’da 900.000 TL’lık bir imar çalışmasıyla
ilçeler dahil 30 ilkokul, sinema, şehir elektriği vs. yatırımlar
gerçekleştirilmiştir.
• 1938’de Erzurum’da Ilıca nahiyesinde posta ve telgraf mer­
kezleri açılmış, 14 derslikli ilkokul binası ihale edilmiş, gazi­
no ve lokantası olan bir otel de planlamaya alınmıştır.
• 1938’de Erzurum’da Doğu Kültür Kongresi toplanmıştır.

Doğu’ya Yapılan Yollar ve Köprüler


Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu Anadolu Projesi’nin en
önemli ayaklarından birini Doğu’ya yapılan yollar (kara ve de­
mir yolları) ve köprüler oluşturmuştur.
Genç Cumhuriyet, yüzyıllarca kaderine terk edilmiş, dış
dünyayla bağlantısı kesilmiş, Doğu’ya, Doğu’nun dağ köylerine

339 720 ton sigara üretim kapasitesine sahip Malatya’daki fabrikada çevre illerin
tütünü de işlenmiştir (Ersal Yavi, Cumhuriyet Döneminde Doğu Anadolu, An­
kara, 1994, s. 118-119).
340 1939 yılında kurulan “Malatya Bez ve İplik Fabrikası” kısa sürede büyük bir
üretim hızı yakalamış, Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan da yararlanarak 1941’de
Malatya’daki 4 işyerinin toplam üretiminin % 3 2 ,2 ’sini gerçekleştirmiştir (Yurt
Ansiklopedisi, C 5, s. 5455).
341 8 Şubat 1938’de Almanlara ihale edilen Sivas Çimento Fabrikası’nın yapılış
nedeni “şark vilayetlerim izle O rta A n adolu ’d a d a h a ucuza çim ento satışım
tem in etm ek” olarak kayıtlara geçmiştir..

168
kadar şefkat ve yardım elini uzatmış, her şeyden önce Doğu’ya
yol götürmüştür.
Atatürk, 30 Eylül 1924 Erzurum gezisinde kendisini karşıla­
yanlara yol yapımına verdiği önemi şöyle ifade etmiştir:
“ E f e n d ile r ! B u d efa E r z u r u m ’a g e lirk e n a y rı a y rt m ın tı­
k a la rd a n g e çtim . M e m le k e tin şa rk ı ile g a rb ı a ra sın d a k i ir t ib a t
C u m h u r iy e t id a re s in in k â fi g ö rm e y e ce ğ i b ir d ereced ed ir. B u n u n
iç in ş a rk ı v a ta n a k sa n m a b a ğ la y a c a k b ir şim e n d ife r h a ttın ın
b u ra y a k a d a r te m d id in i, T ü r k C u m h u r iy e ti iç in h a y a ti b ir
m esele a d d e d iy o ru m . V e h ü k ü m e tin d e b u n a a y n ı e h e m m iy e ­
ti v erm ek te o ld u ğ u n u ve m em le k etin a k sa -y ı şa rk ı ile a k s a -y ı
g a rb ın ın m e d e n i m ü n a k a le v a sıta la rıy la b ir k a ç sen e z a r fın d a
b eh em a h a l b irle şe c e ğ in i size tem in e d e r im .” 342
Bu doğrultuda 1929’da “ Y o l ve K ö p r ü le r Yapım ına İliş k in
K a n u n ” çıkarılarak Güneydoğu Anadolu’da pek çok yol ve köp­
rü inşasına başlanmıştır.
Özellikle 1930-1938 arasında Doğu Anadolu’ya köprü yapı­
mında büyük bir artış görülmüştür. Örneğin Van-Bitlis yolu üze­
rinde 101 adet menfez ve köprünün yapım ve onarımı için Van
Özel İdaresi’ne 40.000 lira yardım edilmesi kararlaştırılmıştır.343
Başkale-Çölemerik yolunun inşası için Van’a 1939 mali yılı şo­
se ve köprüler tahsisatından 12.000 lira verilmiştir.344 Van-Bitlis
yolunda yapılacak köprüler için de Nafia bütçesinden 30.000 li­
ra yardım yapılması kararlaştırılmıştır.345 Ayrıca Siirt-Diyarbakır
yolundaki Gezer köprüsünün ikmal ve inşası için şose ve köprüler
tahsisatından Siirt Özel İdaresi’ne 10.000 lira verilmiştir.346
Genç Cumhuriyet, başkent Ankara’nın yollarının yapımını
bile daha sonraya bırakarak öncelikle Doğu ve Güneydoğu’nun
yollarını yapmıştır. Nitekim Ankara-Kızılcıhamam yolu yapıl­
mayarak, bu yol için ayrılan 2.755.000 liranın Trabzon-Erzu-

342 Varlık dergisi, 2 Eylül 1924, s. 3.


343 BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 8.8.9, T: 12.2.1930.
344 BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 87.50.20, T: 3.6.1939.
345 BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 14.67.14, T: 15.10.1930.
346 BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 9.13.16, T: 23.3.1930.

169
rum-Karaköse ve Erzurum-Sarıkamış yollarının yapımı için har­
canmasına 17 Kasım 1931 tarihinde karar verilmiştir.347
TBMM’nin 7 Temmuz 1939 tarihli oturumunda Dahiliye
Vekili Faik Öztırak, Elazığ-Mameki şosesinin (100 kilometre)
bittiğini Nazımıye-Mameki, Mameki-Sin, Sin-Ovacık, Sin-Hozat
yollarının otomobil işletmesine açıldığını, Pertek-Çemişgezek
yolunun açılmak üzere olduğunu söylemiştir.348
Genç Cumhuriyet’in Doğu’ya yaptığı karayollarından bazı­
ları şunlardır:
• Bitlis Yolu: Bitlis-Diyarbakır, Van-Bitlis-Muş yolları geçiş
engelleri ortadan kaldırılarak tamamlanmıştır.
• Diyarbakır Yolu: Toplam 684 kilometre yol yapılmıştır.
• Malatya-Elazığ Yolu: İlk aşamada 50 kilometre yol yapılmıştır.
• Malatya-Sivas Yolu: İlk aşamada 108 kilometre yol yapılmış­
tır. Bu yol üzerinde 38 menfez, 2 köprü ve 24 kilometre şose
yapılmıştır.349
Atatürk, yol olmadığı için adeta kaderine terk edilmiş du­
rumdaki köyleri merkeze bağlamak amacıyla köy yollarının ya­
pımına ve onarımına büyük önem vermiştir. Bu doğrultuda çok
kısa bir zamanda adeta bir dünya rekoru kırılmış ve 1923-1926
yılı arasında 27.850 kilometre köy yolu yapılmış, onarılmış ve
düzeltilmiştir. Yapımı ve onarımı tamamlanan bu köy yollarının
önemli bir bölümü Doğu’dadır.
Genç Cumhuriyet’in Doğu’ya yaptığı demiryollarından bazı­
ları şunlardır:
• 1934’te Fevzipaşa-Diyarbakır demiryolu tamamlanmıştır.
• 1934’te demiryolu Elazığ’a ulaşmıştır.
• 1934’te Yolçatı-Elazığ demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1936’da Erzurum-Sivas demiryolu hattının temeli atılmıştır.
• 1936’da Yazıhan-Hekimhan demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1937’de Hekimhan-Çetin demiryolu işletmeye açılmıştır.
• 1937’de İslahiye demiryolu işletmeye açılmıştır.

347 BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 15.76.13, T: 17.11.1930.


348 T B M M Zabıt Ceridesi, Devre 6, C 4, s. 176.
349 Topdemir, age., s. 52, 53.

170
• 1937’de Diyarbakır- Cizre demiryolunun temeli atılmıştır.
• 1938’de Ankara-Erzurum demiryolu Erzincan’a ulaşmıştır.
Demiryolu’nun Diyarbakır’a ulaşması, asırlardır merkezden
bağlantısı kopmuş Doğu’nun yeniden merkeze bağlanmasını, Do­
ğu halkının çok daha rahat bir şekilde ve çok daha kısa bir zaman­
da Batı’ya gidip gelebilmesini sağlamış, böylece Doğu’nun mede­
niyete açılması yolunda çok büyük bir adım atılmıştır. Fevzipaşa-
Diyarbakır hattının açılışında bir konuşma yapan Bayındırlık Ba­
kanı Ali Çetinkaya, Diyarbakır demiryolunun önemini şöyle ifade
etmiştir: “ D iy a rb a k ır bugün d em iryo lu vasıtasıyla M a latya ve S i­
vas ü zerind en S a m su n ’da K a ra d e n iz ’e ve diğer taraftan gene M a ­
latya ve A d ıy a m a n ü zerind en , M e r s in ’d e A k d e n iz ’e ve K a y s e ri’den
geçerek C u m h u riy e t’in idare m erk ezi ve k alb i olan A n k a r a ’ya ve
daha ötede M a rm a ra ve E g e den izin e bağlanm ış oluyor. H a t ş ü p ­
hesiz D iy a rb a k ır’da kalm ayacak, şarkta d o st ve kardeş m em leket­
lerin d em iryolla rın a kavu şa cak ve birleşecektir. ”3S0
Genç Cumhuriyet’in Doğu’ya yaptığı önemli köprüler de
şunlardır:
• Garzan Köprüsü: Siirt-Diyarbakır yolu üzerinde yapılmıştır.
1923’te başlanmış 1924’te tamamlanmıştır.
• Munzur Suyu Köprüsü: Dersim ve civarıyla bağlantıyı sağ­
lamak için yapılmıştır. 15 Eylül 1935’te açılmıştır.
• Pusur Köprüsü: Diyarbakır-Siirt yolu üzerinde, Siirt’ten 18
kilometre uzaklıktaki Pusur Suyu üzerinde yapılmıştır. 5 Ni­
san 1934’te tamamlanmıştır.
• Keban Maden Köprüsü: Elazığ-ICeban madeni yolunun 55. ki­
lometresinde Fırat Nehri üzerindedir. 2 Eylül 1935’te açılmıştır.
• Göksün Köprüsü: Adıyaman-Kahta-Pötürge’yi Gölbaşı İs-
tasyonu’na bağlayan güzergâhta Göksü Irmağı üzerine inşa
edilmiştir. Uzunluğu 112.40 metredir. Yapımına 10 Ağustos
1933’te başlanan köprü 24 Nisan 1935’te tamamlanmıştır.
• Singeç Köprüsü: Elazığ-Hozat yolunun 36 metre açıklığın­
da Tunceli Pertek’te betonarme kemer şeklindeki köprüdür.
Tunceli’nin ilk önemli eserlerindendir. 7 Kasım 1937’de Ata­

350 Diyarbakır İl Yıllığı, Ankara, 1973, s. 122.

171
türk tarafından açılmıştır. Atatürk’ün açılışını yaptığı son
eserdir.351

Atatürk, Tunceli Pertek’te, Singeç Köprüsü’nden geçerken


(17 Kasım 1937)

Genç Cumhuriyet’in en önemli başarılarından biri ülke gene­


lindeki yolların onarımı ve yeniden yapımıdır. Atatürk’ün karayol­
ları teşkilatı önce bozuk yolları “ıstılah” etmiş, sonra yavaş yavaş
büyük nakliyat yollarını düzeltmiş ve sonra da ülkenin doğusunu
batısına, kuzeyini güneyine bağlayan yeni yollar yapmıştır.
1930’da 8000 kilometre olan devlet yolları 1939’da 15.000
kilometreye, 1944’te 21.000 kilometreye ve 1954’te de 50.000
kilometreye çıkarılmıştır. Bunun 15.000 kilometrelik kısmı her
zaman kullanıldığından iyi bakılan şehirler arası yollardır.352
1923-1949 arasında 10.000 metreye yakın da köprü inşa
edilmiştir.353

351 B ayındırlık İşleri D ergisi’nden nakleden Topdemir, age., s. 53-55.


352 Mechin, age., s. 253.
353 age., s. 255.

172
Diyarbakır İktisat Kongresi
Atatürk, Doğu’nun kurtuluşunun ekonomik kalkınmayla
mümkün olacağını düşünmüştür. Bu nedenle Doğu’ya büyük
ekonomik yatırımlar yapmadan önce Diyarbakır’da bir iktisat
kongresi düzenletmiştir.
1934’te toplanan Diyarbakır İktisat Kongresi’nde Doğu il­
lerinin ticaret odası başkanları Diyarbakır’da bir araya gelerek
ekonomik sorunlar konusunda görüş alışverişinde bulunmuştur.
Kongrede Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Urfa, Malatya, illerinin
ekonomik sorunları tartışılmış ve il il şu kararlar alınmıştır:
Diyarbakır:
1. Dicle kıyılarındaki sulak arazide gayet iyi cins pancar yetişmek­
te olduğundan Diyarbakır’da bir şeker fabrikasının kurulması.
2. Takasen buradan harice sevk edilen badem, mazı ve kitreye
de teşmili.
3. Üç seneden beri Urfa ve Mardin gümrüklerinde beklemekte
olan tüccara ait 3000 balya kadar malın ithaline müsaade
edilmesi vesairedir.
Mardin:
1. Mardin, şark vilayetleri için bir iskeledir. Bu sebeple birçok
fitil, Japon bezi ve manifatura eşyası Mardin gümrüğünde
yığılmış ve ahali büyük zararlara girmiştir.
2. Suriye ile yapılacak ticari anlaşmada koyun, yün ve deri­
lerden alınmakta olan fahiş tarifenin mutedil bir dereceye
indirilmesinin temini.
Elazığ:
1. Elazığ’da bir zirai ıslah istasyonunun tesisi.
2. Sanayinin makineleştirilmesi için Fırat suyundan istifade
edilerek burada bir elektrik santralinin tesisi.
3. Ziraatın asri ihtiyaca göre modernize edilmesi hususunda
Ziraat Bankası’nm yardımlarının temini.
Urfa:
1. Ziraat ve Osmanlı bankaları memleket ihtiyacına gayrikâfi
(yetersiz) olduğundan İş Bankası’nın Urfa’da bir şubesinin
açtırılması.

173
2. Zirai ihtiyacın korunması için yün, pamuk ve çuval fabrika­
larının Urfa’da inşası.
Malatya:
1. Meyve ihracatı zamanında haftanın muayyen günlerinde
Malatya kayısılarının takasa tabi tutulması.
2. Fazla stok kayısı kalmamak ve çürümemek için meşhur Ma­
latya kayısılarının takasa tabi tutulması.
3. Malatya dokumacılık tezgâhlarına lazım olan ipliklerin da­
ha ucuz bir fiyatla temini için hükümetçe Malatya’da bir
faltör fabrikasının açılması.354
Önce 1933 I. Beş Yıllık Kalkınma Plam’nda, sonra da 1934
Diyarbakır İktisat Kongresi’nde alınan kararlardan bazıları dö­
nemin hükümeti tarafından hayata geçirilmiş ve böylece Doğu’da
fabrikalar ve sanayi kuruluşları açılmıştır.
Fethi Okyar Hükümeti’nin önemli hedeflerinden biri Doğu
Anadolu’da “dokuma sanayisine” hız kazandırmaktır. Hükümet
programında, bölgede 10.000 iğlik bir iplik fabrikası kurma he­
definden söz edilmiştir.355
Atatürk, 1937’de Celal Bayar başkanlığındaki hükümete “en
kısa yo ld a n , en ileri ve en refahlı T ü rk iy e idealine u la şm a k ” için
yeni ekonomik hedefler göstermiştir. Bu hedefler doğrultusunda
hazırlanan Celal Bayar’ın üç yıllık maden işletme ve dört yıllık sa­
nayileşme planlanı,356 kamuoyunda büyük heyecan yaratmıştır.357
Bayar’ın sanayileşme planında, Doğu Anadolu’yu doğrudan etki­
leyecek Trabzon limanı ile Sivas’ta çimento ve Motor fabrikaları,
İğdır pamuklarını işlemek için Erzurum’da iplik fabrikası kurul­
ması da yer almıştır. Ayrıca programda öngörülen üç şeker fabri­
kasından ikisinin Doğu illerinde inşası planlanmıştır.358

354 Akşam gazetesi, 18 Haziran 1934; Topdemir, age., s. 75-78.


355 “O kyar H üküm eti P rogram ı”, T.B.M .M . Kütüphanesi.
356 Başbakan Celal Bayar’ın bu ekonomik plan hakkında Anadolu Ajansı’na yap­
tığı açıklamanın tam metni için bkz. Aym Tarihi, Eylül 1938, S. 58, s. 19-22.
357 Muhittin Birgen, “Celal B ayar’ın Üçüncü Planı”, Son Posta gazetesi, 22 Eylül
1938.
358 Bkz. Asım Us, “Çifte Plan İle İcraata Giriş”, Kurun gazetesi, 20 eylül 1938;
Aym Tarihi, Eylül 1938, S. 58, s. 19-22.

174
Erzurum’da kurulacak iplik fabrikası için gereken elektrik
enerjisinin Tortum şelalesinden elde edilmesi için mühendisler
grubuna incelemeler yaptırılmış ve buradan elde edilecek ener­
jiyle “b ü tü n D o ğ u ’n u n , bilhassa E r z u r u m ’u n m ü h im b ir sanayi
m erk ezi olm ası k a b iliyetin i kazanacağı ” anlatılmıştır.359
Atatürk döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesin­
de 6124 işyeri açılmıştır.360
Genç Cumhuriyet’in Doğu’da açtığı büyük fabrikalardan
bazıları şunlardır:
• 1936’da Malatya Sigara Fabrikası açılmıştır.
• 1936’da Bitlis Sigara Fabrikası açılmıştır.
• 1937’de Malatya Bez Fabrikası’nm temeli atılmıştır.
• 1938’de Sivas Çimento Fabrikası’nın yapımına başlanmıştır.
Dahiliye Vekaleti’nin Başbakanlık’a verdiği bilgilendirme
yazısında Erzurum Aşkale’deki asfalt istasyonunun, Ağrı’daki
depo yapımının devam ettiği, Erzurum’da 100.000 liralık bir
doğum evinin temelinin atıldığı, Ardahan’ın Yalnızçam nahiyesi
hükümet konağı ile Karaman köyü eğitmen okulunun temelleri­
nin atıldığı belirtilmiştir.361
/Genç Cumhuriyet Doğu Anadolu’nun en ucundaki Bingöl’e
bile telgraf götürmüştür. Pertek-Mazgirt, Ovacık-Kemah, Nazi-
miye-Palamur, Bingöl-Çapukçur kısımları ile Pertek-Elaziz kısmı
telgraf bağlantıları 1936’da döşenmiştir.362
Erzincan Ovası’nm ıslahı için proje geliştirilmiş, bu iş için
458.500 liraya ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.363
Genç Cumhuriyet, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yönelik
bazı yatırım planlarından ödenek yetersizliğinden dolayı vazgeç­
mek zorunda kalmıştır. Örneğin 3. Umum Müfettişliği’nin İsmet
İnönü’ye sunduğu bir projede yapılması planlanan genel müfettiş­
lik, kolordu komutanlığı, posta-telgraf binası, ilkokul, 22 çift me­
mur ve subay evi, otel ve gazino binalarının yanı sıra bu mahalle­
359 Ayın Tarihi, Temmuz 1938, S. 55, s. 9.
360 Ramazan Topdemir, “Atatürk'ün Güneydoğusu”, Hürriyet gazetesi, 24 Eylül
2009.
361 BCA, FK: 30.10.0, YN: 159.113.22, T: 15.8.1938.
362 BCA, FK: 30.10.0, YN: 159.114.18, T: 13.1.1937.
363 BCA, FK: 30.10.0, YN: 158.110.1, T: 18.10.1935.

175
nin sokakları, meydanları, bahçeleri ve diğer ekleri için ilk aşama­
da 720.000 lira, yollar, meydanlar ve bahçelerle, subay ve memur
evleri için de 150.000 lira verileceği belirtilmesine karşın bu mik­
tarın yukarıdaki yatırımlara yetmeyeceği, bu işler için 2.000.000
lira gerektiği belirtilmiş ve Nafia Vekaleti’nin kendilerine ayırdığı
603.000 lira ile ancak 6 bina yapılabileceği bildirilmiş, ancak yol,
meydan, bahçe yapımının mümkün olmadığı ifade edilmiştir.364

Kız Sanat Okulları


Genç Cumhuriyet, ağanın, şeyhin, şıhın kulları durumunda­
ki genç kızları özgürleştirmek için öncelikle kızların eğitimine ve
bilinçlendirilmesine önem vermiştir. Bu amaçla Türkiye’nin dört
bir yanında kız okulları açmıştır. Cumhuriyet’in ilk 15 yılında
ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite dışında çok sayıda kız sanat
enstitüsü ve kız sanat okulu açılmıştır. Bunlara kızların yararlan­
dıkları Millet Mekteplerini ve Halkevlerini de eklemek gerekir.
Kız Sanat Enstitüleri ve Kız Sanat Okullarının sayısı -2 Sa­
nat Enstitüsü Osmanlı’dan kalmıştır- 1938’e kadar 40’a yüksel­
miştir. Bunlardan, 1928 yılında açılan Ankara’daki “ İsm e t Paşa
K ı z E n s t it ü s ü ” ile “ K a d ık ö y K ı z E n s t it ü s ü ” yatılıdır.
Ayrıca Türkiye genelinde 28 Akşam Kız Sanat Enstitüsü açıl­
mıştır.
Kız Sanat Enstitülerinin kuruluş amacı kızlarımızı aile haya­
tına bilgili, görgülü birer ev kadını olarak hazırlamak ve kızları­
mızın ekonomik özgürlüklerini kazanmalarına yardımcı olmaktır.
Enstitülerde biçki-dikiş, moda-çiçek, nakış, çamaşır, resim,
mesleki resim, giyim tarihi, ev idaresi, yemek pişirme, çocuk ba­
kımı, sağlık ve teknoloji dersleri okutulmuştur.
1926’da (idare-i beytiyye) öğretmeni yetiştirmek için “İstan­
bul Kız Öğretmen Okulu”nda bir kurs açılmıştır. Kız enstitüle­
rinde birer spor yurdu kurulmuştur. 1926-1927’de İsveç’ten biri
kadın iki uzman getirilmiştir.

364 BCA, FK: 30.10.0, YN: 71.466.85, T: 30.7.1937.

176
“İstanbul Kız Öğretmen Okulu”nda açılan kurslarda 148
erkek, 63 kadın jimnastik öğretmeni yetiştirilmiştir. Kız Öğret­
men Okullarına 1937-38 ders yılında askerlik dersi yerine biçki-
dikiş, çocuk bakımı, ev yönetimi dersleri konmuştur.365
Atatürk sadece büyük kentlerde değil, Doğu ve Güneydoğu’
da da kız okulları açtırmıştır. Doğu’da okula gönderilmeyen, ca­
hil bırakılan ve çocuk yaşta başlık parası karşılığında babası ya­
şında ağalara, şeyhlere, şıhlara satılan genç kızların en azından
bir bölümü Cumhuriyet’in Elazığ’da kurduğu yatılı Kız Enstitü­
sü ve Erzurum’da kurduğu Kız Sanat Okulu sayesinde okuma
yazma öğrenmiş, bilim, sanat ve kültürle tanışmış ve aldıkları
çağdaş eğitim sonunda Cumhuriyet’in özgür yurttaşları haline
gelmiştir.
Elazığ Kız Enstitüsü’nün Doğu bölgelerinde neler başardığı­
nı anlamak için uzun yıllar bu okulda hem öğretmenlik hem de
müdürlük yapan Sıdıka Avar’ı ta­
nımak gerekir.
Genç öğretmen Avar, Doğu’ya
gitmiştir. Oradaki genç kızları, hat­
ta bunların harasında hiç Türkçe
bilmeyenleri toplamıştır. Onları,
çağdaş Türkiye’nin özgür bireyleri
olarak yetiştirmiştir. Sonra bu ço­
cukları birer ışık huzmesi gibi köy­
lere göndermiştir.366
1939-1959 arasında tam 20 yıl
boyunca Elazığ Kız Enstitüsü’ de öğretmen ve müdür olarak çalı­

365 Müjgan Cunbur, “Atatürk D önem inde Kadın Eğitim i”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, S. 23, C 8, Mart 1992.
366 Hikmet Ferudun Es, Sıdıka Avar’ı “B ir toplum, d a h a ziyade aile yoluyla, bil­
hassa kadın yoluyla kazam labilirdi,” diyerek Atatürk’ün bölgeye gönderdiğini
belirtmiştir. Feridun Es’e göre Atatürk sözlerinin sonunda Sıdıka Avar’a: “Git,
m em leketin içine gir, dağ köylerine uzan, orad a bizden ışık bekleyen yarının a n ­
nelerini göreceksin,” demiştir. (Hikmet Feridun Es, “Sıdıka Avar”, Hayat dergisi,
1957). Sıdıka Avar, ünlü gazeteci yazar Banu Avar’ın babasının ilk eşidir. Banu
Avar, Hikmet Ferudun Es’in, “Sıdıka Avar'ı D oğu’ya bir Türk misyoneri olarak
bizzat Atatürk gönderdi” iddiasının doğru olmadığını belirtmiştir (S. M).

177
şan, at sırtında köylere giderek ailelerinin izin verdiği kız çocukla­
rını okula getiren Sıdıka Avar, “ D a ğ Ç iç e k le rim ” adlı anılarında
bu okulda binlerce kız öğrenciyi nasıl şefkatle ve sabırla her ko­
nuda aydınlatıp bilinçlendirdiğini etkileyici bir dille anlatmıştır.
Karyolayı bile bilmeyen kızların karyolanın altında yerde
yatması, ilk kez ayakkabı giyen iki kızın okuldan kaçıp üç gün
ötedeki köylerine gidip ninelerine ayakkabılarını göstermek is­
temeleri, bütün kızların Sıdıka Avar’ı, “Avar Ana” diye bağrı­
şarak, ağlaşarak uğurlamaları gibi olaylar okuyanı ağlatan cins­
tendir.367
Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik
kadından, Sıdka Avar’dan bir azize gibi bahsetmiştir. Onun hak­
kında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız
Avar şarkısı vardır. Dağ tepesindeki köylere öğrenci toplamak
için gittiği zaman köylüler, “ K ız ım ı da g ö tü r A v a r ,” diye atının
üzengisine yapışmışlardır.

Münevver bir Türk Avar köylerden topladığı öğrencileri


kadını (Sıdıka Avar) okula götürürken.
at sırtında en sarp dağ
köylerinde dolaşıyor.

367 Bkz. Sıdıka Avar, Dağ Çiçeklerim, Öğretmen Dünyası Yayınları, Ankara, 1999.

178
Sıdıka Avar köylülerle

Doğu’da Üniversite
Türkiye’de 1933 yılında İstanbul’da bir tek üniversite var­
ken, Atatürk Ankara’da ve Van’da da birer üniversite kurulması
talimatını vermiştir.
Atatürk 1 Kasım 1937 tarihli meclis açış konuşmasında bu
konuda şunları söylemiştir:
“ Ü lk e yi şim d ilik ü ç b ü y ü k k ü lt ü r b ö lgesi o la ra k d ü şü n ü p ,
B a tı b ölgesi iç in İs ta h b u l Ü n iv e r s ite s in d e b a şla m ış ola n d ü z e ltim
p ro g ra m ın ı d a h a k ö k ten b ir b içim d e u y g u la y a ra k C u m h u r iy e f e
g erçek ten ça ğ d a ş b ir ü n iv ersite k a z a n d ırm a k ; m erk ez b ö lgesi iç in
A n k a ra Ü n iv e rs ite s in i a z z a m a n d a k u rm a k ve D o ğ u b ölgesi iç in
V a n G ö lü k ıy ıla rın ın en g ü z e l b ir y e rin d e h e r b ö lü m ü n d e n , il­
k o k u lla rın d a n ü n iv ersitesin e v a rın c a y a d eğ in çağdaş b ir k ü ltü r
k en ti y a ra tm a k y o lu n d a şim d id e n ça lışılm a y a g irişilm elid ir. ”
Bu bakımdan Van Yüzüncü Yıl ve Erzurum Atatürk üniver­
sitelerinin fikir babası da Atatürk’tür.368
Ayrıca 25 Temmuz 1924’te Ankara’da Öğretmenler Birliği
Kongresi’ne katılan Atatürk, Öğretmenler Birliği kuruluşlarının
Van ve Hakkari gibi Doğu’daki öğretmenleri de kapsamasını is­
temiştir.369
368 Aşkın, agm.
369 Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, 1924-
1930”, İstanbul, 2007, s. 64.

179
Doğu’nun Sağlığı
Atatürk’ün genç Cumhuriyeti, o yıllarda Türkiye’de çok
yaygın olarak görülen, trahom, verem, sıtma gibi hastalıklarla
mücadele konusunda büyük başarılar elde etmiştir. Bu hastalık­
ların en yaygın olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerin­
de, Cumhuriyet’in genç gönüllü doktorları at sırtında dağ köy­
lerine kadar giderek binlerce hastayı tedavi edip iyileştirmiştir.
1935 yılında hazırlanan Erzincan Ovası’nın ıslahı konusunda­
ki bir raporda bölge halkında sıkça görülen sıtma hastalığı nedeniy­
le halka kinin dağıtılmasının yerinde olacağı, köylerde sıkça rastla­
nan trohom hastalığının çocukların gözlerinde salgın derecesinde
sık görüldüğü ve bu nedenle bu bölgelerde seyyar (otomobilli) bir
göz doktorunun görevlendirilerek kinin gönderilmesinin yerinde
olacağı bildirilmiştir.370
Cumhuriyet, trahom hastalığıyla mücadele konusunda Gü­
neydoğu Anadolu’da büyük bir çalışma başlatmıştır. Adana, Ga­
ziantep, Malatya, Urfa ve Maraş’taki mücadele sırasında toplam
120 yataklı trahom hastaneleri kurulmuş ve yalnızca 1934 yılında
müracaat eden 87.000 hastadan 2215’i tedavi, 4318’i ameliyat edil­
miştir.371

Doğu’ya Yardım
Genç Cumhuriyet, Doğu’yu kalkındırmaya yönelik projeler
üretip, Doğu’ya yatırımlar yapmanın dışında her zaman bölge
halkının yardımına koşmuştur. Örneğin 1922’de TBMM savaş­
tan yeni çıkmış Doğu bölgeleri halkının açlık içinde olmasından
dolayı Kars, Ardahan, Artvin illeriyle İğdır ve Diyarbakır’ın
Kulp ilçelerinin halkına yardım edilmesine karar vermiştir.372
Tüm zor şartlara karşın Atatürk, Doğu Anadolu’nun imarı
için daha cumhuriyetin ilanından önce çalışma başlatmıştır. Örne­
ğin 3 Ocak 1923 tarihli bir kanunla Doğu’da Rus işgaline uğramış
yerlerin halkından göç etmiş olanların yeniden memleketlerine

370 BCA, FK: 30.10.0, YN: 158.110.1, T: 18.10.1936.


371 Aşkın, agm.
372 BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 5.14.3, T: 30.4.1922.

180
şevkinin yapılması, bölgede kısmen ya da tamamen harap olmuş
binaların onarılması ya da yeniden yapılması için Maliye Vekaleti
bütçesine 500.000 lira konulması kararlaştırılmıştır.373
1924’te de savaştan zarar görmüş Erzurum halkının yara­
larının sarılması için Erzurum’a 50.000 lira yardım edilmiştir.
Ödenek harp felaketzedeleri tahsisatından karşılanmıştır.374
Cumhuriyet doğal afetlerde de Doğu halkının yardımına
koşmuştur. 1924 depreminde hükümet, depremden zarar gören
Erzurum, Kars, Ardahan ve Sarıkamış halkına maddi yardım ya­
pılmasını kararlaştırmıştır.3751930 depreminde resmi binalar ha­
riç 800.000 liralık zarara uğrayan Erzincan ve civarındaki halka
Hilal-i Ahmer Cemiyeti eliyle 9000 lira gönderilmiştir.376 Devlet,
1939 yılındaki Erzincan depreminde de bölge halkına elinden
gelen yardımı yapmıştır. 1924 ve 1930 depremlerinde doğulu
depremzedelere Atatürk de bizzat yardım etmiştir.

İnsanlık Gölü (GAP) Projesi


Atatürk’ün Doğu ve Güneydoğu Projesi’nin en önemli aya­
ğı, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de en büyük projesi
olan GAP’tır. V
GAP’m temellerini Atatürk atmıştır. “ B u bölgede a k a rsu la ­
rın ra sy o n e l şek ild e kulla n ılm a sı k a ra n , T ü r k iy e C u m h u r iy e ti’n in
k u ru cu su A ta t ü r k ’ü n d ü r .”377
SSCB’in Ankara Büyükelçisi bir nezaket ziyaretinde Ata­
türk’e, Dinyeper Nehri’ndeki çalışmalardan ve bu nehir üzerinde
inşa edilen büyük yapay gölden söz etmiştir.
Dinyeper Nehri Projesi, Atatürk’e, bizim de Dicle ve I’ırat
nehirleri üzerinde benzer bir proje geliştirebileceğimizi düşün­
dürmüştür. Atatürk 1936 yılında, “ B i z d e b ö y le b i r in sa n lık g ö ­
lü in şa e d e lim ,” diyerek bu düşüncesini Celal Bayar’a açmıştır.378

373 BCA, FK: 30.8.1.1, YN: 6.43.4, T: 5.1.1923.


374 BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 11.46.2, T: 2.10.1924.
375 BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 9.27.9, T: 28.5.1924; BCA, FK: 30.18.1.1, YN:
11.43.15, T: 17.9.1924.
376 BCA, FK: 30.10, YN: 119.837.17, T: 5.1.1931.
377 Topdemir, age., s. 124.
378 age., s. 17, 124.

181
Atatürk’ün talimatıyla Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde ça­
lışmalar başlatılmıştır. 1936 yılında Elektrik îşleri Etüt İdaresi
kurulmuştur. Etüt İdaresi ilk önce Fırat ve Dicle nehirleri üzerin­
de akım ölçüm istasyonları kurmuştur.
“ İd a re , ‘K e b a n P r o je s i’ ile y o ğ u n etü tlere başlam ış, F ıra t
N e h r i’n in h e r a çıd a n te tk ik i ve so n u çla rın ın tesp iti için ra sa t is­
ta syon la rı k u rm u ştu r. 1 9 3 8 y ılın d a K e b a n B o ğ a z ı’n da je o lo jik
ve to p o g ra fik etü tlere başlanm ıştır. 1 9 5 0 -1 9 6 0 yılla rı arasında
g ere k F ıra t g erek se D ic le ü ze rin d e E le k t r ik îş le r i E t ü d İd a re si
ta rafın da n s o n d a j çalışm aların a ağırlık v e rilm iştir.”379
Bu çalışmaların sonuçlarının çok olumlu çıkması üzerine
1962 yılında Fırat Nehri üzerinde Keban Barajı’nın inşasına
başlanmıştır.380

Atatürk’ün Hayal Ettiği Doğu


Atatürk’ün, Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve Tunceli gezisin­
de yanındaki Sabiha Gökçen’e söylediği sözler, onun nasıl bir
Doğu hayal ettiğini göstermektedir:
İşte Atatürk’ün hayal ettiği Doğu:
“ İn s a n ö m rü y a p ıla c a k iş le rin a za m e ti k a r ş ıs ın d a ç o k c ü ­
ce k a lıy o r G ö k ç e n ... G e ç tiğ im iz y e rle rd e fa b rik a la rı g ö rm e k
is tiy o ru m , e k ilm iş ta rla la r, d ü z g ü n yo lla r, e le k trik le d o n a n m ış
k ö y ler, k ü ç ü k fa k a t c a n lı, tertem iz, sa ğ lık lı in sa n la rın y a ş a y a ­
b ileceğ i evler, b ü y ü k y e m y e ş il o r m a n la r g ö rm e k istiy o ru m .
G ü r b ü z ç o c u k la rın , iy i g iy im li ç o c u k la r ın y ü z le r i s a ra rm a ­
m a k , d a la k la rı şiş o lm a y a n ç o c u k la r ın o k u d u ğ u o k u lla r g ö r­
m ek istiy o ru m .
İs ta n b u l’d a n e m e d e n iy e t v a rsa , A n k a r a ’y a d a n e m e d e n i­
y e t g e tirm e y e ç a lış ıy o rs a k , İ z m i r ’i n a s ıl m a m u r k ılıy o rsa k , y u r ­
d u m u z u n h e r ta ra fın ı a y n ı m ed en iy ete k a v u ştu ra lım istiy o ru m .
Ve b u n u ç o k a m a ç o k y a p m a k istiy o ru m .

379 “G A P’ın Tarihçesi”, T C Başbakanlık Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kal­


kınma İdaresi Başkanlığı İnternet Sitesi, (http://www.gap.gov.tr/gap/gap-in-
tarihcesi).
380 Topdemir, age., s. 125.

182
D e d im y a , in sa n ö m rü ç o k b ü y ü k iş le ri b a şa ra b ile ce k k a ­
d a r u z u n d eğ il. M a m u r o lm a lı T ü r k iy e ’n in h e r b i r ta ra fı, m ü ­
reffeh o lm a lı...
D e v le tin y a p a m a d ığ ın ı, m ille t; m ille tin y a p a m a d ığ ın ı d e v ­
le t y a p m a lı, h e r ş e y i y a ln ız d e v letten y a d a h e r şe y i y a ln ız m il­
letten b ek lem ek d o ğ ru o lm a z . D e v le t v e m ille t ü lk e s o r u n la r ın ı
g ö ğ ü slem ed e d a im a e l ele o lm a lıd ır.
B e n ya p a b ild iğ im k a d a rın ı y a p a y ım , so n ra ne o lursa olsun,
ben im k ita b ım d a y o k . G eleceğ i, geleceğin T ü rk iy e si’n i, d ü şü n m ek
gö revim . B i r iş a ld ık ü zerim ize, b ir sa va şın üstesinden g eld ik, şim ­
d i ek o n o m ik a la n d a sava ş v eriyo ru z, d a h a d a vereceğ iz... B u he­
ye ca n ı ya şa tm a k , b u h eyeca n ın ü rü n le rin i g ö rm ek la zım .” :m
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da fabrikalar, ekili tarlalar,
düzgün yollar, elektrikli köyler, tertemiz, canlı ve sağlıklı insan­
ların yaşayacağı evler, gürbüz çocuklar ve büyük yemyeşil or­
manlar görmek isteyen Atatürk’ün en büyük amaçlarından biri
bütün Türkiye’nin olduğu gibi Doğu’nun da kalkınmasıdır.
“ T ü r k iy e C u m h u r iy e t in i k u ra n T ü r k iy e h a lk ın a T ü r k m il­
leti d e n ir,” diyen Atatürk, Mişak-ı Milli sınırları içinde yaşayan
tüm Türkiye halkını her bakımdan kalkındırmak için hiçbir ayrım
yapmadan vatanın her bölgesine çok önemli yatırımlar yapmıştır.
Atatürk’ün ve genç Cumhuriyet’in Doğu ve Güneydoğu Ana­
dolu bölgelerini kalkındırmak için yaptığı yatırımlar, asırlardır böl­
ge halkını sömüren feodal unsurların; ağaların, şeyhlerin, şıhların
tepkisini çekmiştir. Genç Cumhuriyet’in bu yatırımları devam eder­
se bölge halkı üzerindeki nüfuzlarını tamamen kaybedeceklerini
düşünen bu feodal unsurlar, Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen
ayrılıkçı unsurlarla anlaşarak genç Cumhuriyet’e başkaldırmıştır.
Genç Cumhuriyet’in “çağdaşlaşmaya” yönelik devrimlerini, “din­
sizlik” olarak adlandırıp bu yönde propaganda yapan ayrılıkçı feo­
dal unsurlar, bölgede yapılan yolları, köprüleri, santralleri yıkarak
karakollara saldırmıştır.
İşte, 1937-1938 Dersim isyanı, böyle bir ortamda patlak
vermiştir.381382
381 Gökçen, age., s. 148.
382 Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, s. 426.

183
P roje 3
DEMOKRASİ PROJESİ
“Demokrasi yükselen bir denizdir.”
“Demokrasi insan ırkının ümididir. ”
“Demokrasi mide meselesi değildir,
fikir meselesidir."
Atatürk

Türkiye’de demokrasinin kurucusu, ümmetten millet, kul­


dan birey yaratan Atatürk’tür. Bu gerçeği görmeden klasik ezber­
leri tekrarlayarak Türkiye’nin demokratikleşme sürecini doğru
anlamak olanaksızdır.
Özer Ozankaya, Atatürk’ün Demokrasi Projesi’nden şöyle
söz etmiştir: “ T ü r k d e v rim i ( ...) devleti, aile k u ru m u n u , eğitim
k u rn m u n u ve ü stü n d eğ erler alanını d e m o k ra tik le ştire n b ir d e v ­
rim dir. B u n u da tu ta rlılık, d ü rü stlü k ve içten lik le y a p m a y ı b aşa­
ra b ild iğ i için b ir u yg a rlık p r o je s i d eğ erin d ed ir. ”383
Antik Yunan’dan ve Roma’dan beri insanlık tarihini meş­
gul eden demokrasi her şeyden önce sadece bir yönetim biçimi
değildir, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. En basit ve yalın ta­
nımıyla demokrasi; insanların kulluktan kurtulup özgür bireyler
olmasıdır. Demokrasi, önce aklın her türlü bağlardan kurtulup
özgürleşmesidir. Demokrasi kültürdür, çağdaşlıktır. Demokrasi
tahammüldür. Demokrasi inanca ve inançsızlığa saygıdır; dola­
yısıyla laikliktir. Demokrasi insana değer, halka kulak vermektir.
Demokrasi çoğunluğun tahakkümü değil azınlığın güvencesidir.
Prof. Dr. Halil İnalcık’ın ifadesiyle: “D e m o k r a s i, ö zg ü rlü ğ ü
y o k etm e ö zg ü rlü ğ ü değildir. D e m o k ra s i, to p lu m d a b a rışı g ü v e n ­
ce altına a lm ak için uzla şm a ve denge zem in id ir. ”384

383 Ozankaya, age., s. 16.


384 Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul, 2007, s. 9.

187
Batı’mn demokratikleşme süreci 15. yüzyıldaki Rönesans
ve Reform hareketleriyle başlamış, 18. yüzyıldaki Fransız Dev-
rimi’yle gelişmiştir. “E ş itlik , ö zg ü rlü k ve a d a le t” sloganlarıyla
başlayan Fransız Devrimi’yle Batı’da dinsel monarşiler, impara­
torluklar yıkılarak halk egemenliğine dayalı ulus devletler ku­
rulmuştur. Böylece kilisenin ve din adamlarının aklıyla hareket
eden, kralların baskısı altında ezilen Batı halkı, özgür aklıyla
hareket ederek kendi egemenliğini kendi eline almıştır. Böylece
Batı’nm güdümlü kulları özgür bireylere dönüşmüştür.
Montesquieu, yönetim biçimlerini despotik (istibdatçı),
monarşik (tekilci) ve republican (cumhuriyet) olarak sınıflan­
dırmıştır. Montesquieu, cumhuriyeti de aristokratik ve demok­
ratik olarak ikiye ayırmıştır. J. J. Rousseau ise yönetim biçim­
lerini monarşi, oligarşi ve demokrasi olarak sınıflandırmış ve
demokrasiyi “halk hükümeti” olarak adlandırmıştır. Türkiye’de
bu sınıflandırmaları ilk yapan kişi matbaanın kurucusu İbrahim
Müteferrika’dır. Müteferrika yönetim biçimlerini monarhia, aris-
tocratia ve demokrasi olarak sınıflandırmıştır. Montesquieu’nun
republican deyimine Yeni Osmanlı aydınları Arapça “cumhu­
riyet” karşılığını bulmuştur. Namık Kemal, “ U su l-u M e ş v e re t
H a k k ın d a M e k tu p la r ” adlı yazı dizisinde “ulusal egemenliği”,
halkın hâkimiyeti ve ahali hâkimiyeti olarak adlandırmış ve İs­
lam tarihinin ilk dönemlerindeki “meşveret” yönetimini cumhu­
riyet olarak tanımlamıştır.385 Atatürk, Namık Kemal’in bu eseri­
ni okumuştur.386
Türkiye’nin demokratikleşme tarihi Batı’ya göre çok da­
ha yenidir. Türkiye’de dinsel monarşi 1839 tarihli Tanzimat
Fermam’yla sarsılmaya başlamıştır. Padişah Abdülmecit’in ka­
nun gücünün üstünlüğünü kabul ederek halka birçok konuda
haklar vermesiyle başlayan bu kısmi demokratikleşme süreci,
1856 Islahat Fermam’yla devam etmiştir.387 Bu süreçte il meclisle­

385 Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s. 397.


386 age., s. 72.
387 Ancak bu “demokratikleşme”, Batı’nm istediği biçimde ve Batı’nm baskısıyla
gerçekleşen bir “demokratikleşme” olduğu için ulusun egemenliğine değil, bölü­

188
ri açılmış, Batılı hukuk sistemleri alınmış, kısmen çağdaş okullar
açılmış ve padişah otoritesine karşı halk iradesini ve hürriyetini
(özgürlüğünü) savunan Yeni Osmanlılar gibi muhalif gruplar or­
taya çıkmıştır. Türkiye’nin demokratikleşmesi bakımından Meş­
rutiyet Dönemi önemlidir. Bu dönem 1876 yılında ilk anayasanın
(Kanuni Esasi) kabulüyle başlamış, buna bağlı olarak Meclis-i
Mebusan açılmış ve böylece ilk kez Türk halkı oy kullanarak
kısmen de olsa kendi kendini yönetmeye başlamıştır. Ancak bu
süreç çok kısa sürmüş, 1878 yılında Sultan II. Abdülhamit ta­
rafından Meclis-i Mebusan dağıtılarak anayasa rafa kaldırılmış
ve 30 yıl kadar süren bir istibdat (baskı) dönemi yaşanmıştır. Bu
istibdat döneminde yurtiçinde filizlenen ama yurtdışmda gelişen
muhalif Jön Türk hareketi, zaman içinde önce asker-sivil muha­
liflerin yer aldığı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne sonra da İttihat
ve Terakki Partisi’ne dönüşerek sultanın istibdadına karşı hürri­
yeti (özgürlüğü) savunmuş, bu doğrultuda yayın yapmış ve son
olarak da silahlı güce başvurarak 1908 yılında sultana yeniden
Meclis-i Mebusan’ı açtırıp anayasayı ilan ettirmiştir. Bu da yet­
memiş, sultanın anayasadaki yetkilerini en aza indirmiştir.
1839-1908 arasındaki bu gelişmeler, bir taraftan dinsel mo­
narşinin egemenlik alanını gittikçe daraltırken, diğer taraftan
toplumun kısmen de olsa çağdaş değerleri tanımasını sağlamış­
tır. Önce Yeni Osmanlı sonra da Jön Türk aydınlarının öncülük
ettiği hürriyet (özgürlük) mücadelesi, Türkiye’nin demokrasi
tarihinin altyapısını oluşturması bakımından çok önemlidir. Bu
dönemde çıkan çok sayıdaki gazete ve dergide Namık Kemal,
Ziya Paşa, Şinasi, Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hak­
kı, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi Osmanlı aydınları neredeyse
bütün siyasal sistemleri ve fikir akımlarını enine boyuna tartış­
mıştır. Atatürk, Türk Devrimi’ni gerçekleştirirken bütün bu tar­
tışmalardan yararlanmıştır.

nüp parçalanmaya yol açmıştır. Anlayacağınız, Batı sadece bugün değil, geçmiş­
te de Doğu’ya “demokrasi getirmeye” çok meraklıdır. Batı’nın bugün demok­
rasi getirdiği yerlerde yaşananların neredeyse aynıları, dün demokrasi getirdiği
yerlerde de yaşanmıştır. “Tarih tekerrürden ibarettir,” diye boşuna dememişler!

189
Atatürk’ü Atatürk yapan temel özelliklerinden biri onun
demokrasi aşkıdır. Atatürk’ün uğrunda en çok mücadele ettiği
iki değerden biri bağımsızlık, diğeri ise demokrasidir. Atatürk,
bir ülkede gerçek demokrasinin kurulabilmesi için öncelikle o
ülkenin “tam bağımsız”, sonra da “laik” olması gerektiğine
inanmıştır. Bu nedenle “Atatürk’ün demokrasi anlayışı” deni­
lince çok partili sistemden önce “tam bağımsızlık” ve “laiklik”
akla gelmelidir. Nitekim Atatürk, çok partili sistemden önce tam
bağımsızlık ve laiklik için mücadele etmiştir. Nitekim Erzurum
Kongresi’nde siyasi partilerin kurulmasına yönelik teklifin red­
dedilmesi üzerine Atatürk, Mazhar Müfit Kansu’ya şu değerlen­
dirmeyi yapmıştır: “K o n g r e n in s iy a si p a rtiy e ih tiy a ç h a k k m d a -
k i te k lifi red d etm esi d e m ü k e m m e l o ld u . B e n s iy a si p a rtile rin
b u g ü n k ü v a z iy e t iç in d e a le y h in d e y im . B iz s iy a s i p a rtile re değil,
m illi b irliğ e m u h ta cız . B ö y le fela k e tli a n la rd a s iy a si p a r tile r
m ille t b e ra b e rliğ in i b ozar. ”388
Çok partili sistemin tek başına hiçbir işe yaramadığının en
açık örneği Osmanlı Devleti’nin 1908’den sonraki II. Meşrutiyet
ve Cumhuriyet’in 1946’dan sonraki II. Cumhuriyeti!) dönem­
leridir. Meşrutiyet Dönemi’nde Osmanlı’da “İttihat ve Terakki
Partisi”, “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”, “Mutedil Hürriyetperveran
Fırkası”, “Ahrar Fırkası”, “Ahali Fırkası”, hatta “Osmanlı De­
mokrat Fırkası” gibi çok sayıda siyasi parti kurulmuş olmasına
karşın ne yazık ki Osmanlı demokratikleşememiştir.389 Dikkat
edilecek olursa II. Meşrutiyet Dönemi’nde kurulan partilerin bir­
çoğunun adında “hürriyet”, “ilerleme”, “halk” sözcükleri var­

388 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C 1,


4. bas., Ankara, 1997, s. 129.
389 Hürriyet ve İtilaf Fırkası (Özgürlük ve Birleşme Partisi: Kurucusu, Damat
Ferit’tir. Siyasi görüşü liberaldir. Unsurların birleşmesi görüşünü savunmak­
tadır. İngiliz dostluğundan yanadır. Ahrar Fırkası (Özgürlükler Partisi). Kuru­
cusu Prens Sabahattin’dir. Siyasi görüşü, liberal-ademimerkeziyetçidir. Mutedil
Hürriyetperveran Fırkası (Ilımlı Liberal Parti): Arnavut ve Arap liberallerce
desteklenmiştir. Osmanlı Demokrat Fırkası: Kurucuları Abdullah Cevdet ve
İbrahim Temo’dur. Ahali Fırkası (Halk Partisi): Kurucusu İsmail Kemal’dir.
Özgürlükçüdür (bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, 3 cilt,
İstanbul, 2011; Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, İstanbul 1990).

190
dır. Hatta bir tanesinin adı “Osmanlı Demokrat Fırkası”dır. Bu
partilerin birçoğu özgürlükçü ve liberal olduğunu iddia etmiştir.
Ancak Osmanlı Devleti’nin bu “çok partili” döneminde gerçek
anlamda bir parti diktası yaşanmıştır. Öyle ki, bu dönemde yapı­
lan 1912 seçimleri “sopalı seçimler” olarak adlandırılmıştır. İt­
tihat ve Terakki Partisi, özellikle 1913’teki Babıali Baskmı’ndan
sonra, ülkedeki bütün muhalefeti susturmuştur. Benzer bir
durum 1946’dan sonraki çok partili dönemde de mevcuttur.
1946’da Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalif olarak Demokrat
Parti’nin kurulmasıyla Türkiye çok partili hayata geçmiştir; an­
cak bir türlü demokrasiye geçememiştir.390 1950’de “ Yeter S ö z
M ille tin d ir!” sloganıyla seçimleri kazanıp iktidar olan Demokrat
Parti’nin 1950-1960 arasındaki iktidarı; baskıcı, gerici, laiklik­
ten ve bağımsızlıktan büyük ödünler veren, muhalefeti ezmeye,
basını ve yargıyı kontrol altına almaya çalışan son derece anti­
demokratik bir iktidardır.391 Çok partiyle, serbest seçimlerle ve
adında “demokrasi” sözcüğü olan bir partiyle demokrasiye ge-
çiliyorsa eğer, Türkiye daha II. Meşrutiyet Dönemi’nde demok­
rasiye geçmiştir!
Bu nedenle “Atatürk ve demokrasi” tartışmalarında her şey­
den önce “çok parti = demokrasi” özdeşliğinin her zaman doğ­
ru olmadığını veya en azından eksik olduğunu bilerek hareket
etmek gerekir. İşte Atatürk, bu gerçeği çok iyi bildiği için çok

390 Demokrat Parti döneminin ne kadar demokrat(!) olduğunu görmek için bkz.
Şevket Çizmeli, Menderes Demokrasi Yıldızı, 2. bas., Ankara, 2007.
391 Türkiye’de Demokrat Parti’nin Cumhuriyet Halk Partisi karşısında seçimleri
kazanarak 1950’de iktidara gelmesini “Türkiye demokrasiye geçti” diye yo­
rumlamak çok yaygın bir hatadır. Çünkü bir ülkenin gerçekten demokrasiye
geçebilmesi için o ülkede çok partinin olması ve serbest seçimlerin yapılması
yeterli değildir. Serbest seçimler ve çok partili hayat demokrasi yolunda atılmış
güçlü adımlardır sadece... Demokratikleşen bir ülkenin her şeyden önce tam
bağımsız ve laik olması ve her türlü özgürlüklere çok geniş yer vermesi gere­
kir. Ancak 1950-1960 arasındaki Demokrat Parti iktidarı döneminde hem tam
bağımsızlık, hem laiklik hem de özgürlükler büyük darbe yemiş, toplumsal ay­
dınlanma engellenmiş, Atatürk’ün etkisiz hale getirmeye çalıştığı cemaat kültü­
rünün ve din sömürüsünün yeniden önü açılmıştır. Böyle bir ülkenin demokra­
tikleştiğini söylemek abesle iştigaldir. Nitekim sonraki dönemlerde yaşananlar,
darbeler vs., Türkiye’nin bir türlü demokratikleşemediğinin en açık kanıtıdır.
“Türkiye 1950’de demokrasiye geçti” iddiası bir II. Cumhuriyet yalanıdır.

191
partiden önce “bağımsızlık”, “ulusal egemenlik” ve “laiklik”
mücadelesi vermiştir. Bu nedenle 18 Kasım 1920’de TBMM’ye
sunduğu “Halkçılık Beyannamesinde, “ T ü r k iy e B ü y ü k M i l l e t
M e c lis i, ( ...) h a y a t v e b a ğ ım sız lığ ım tek v e k u ts a l a m a ç b ild i­
ğ i T ü r k iy e h a lk ın ı e m p e ry a liz m ve k a p ita liz m b a sk ısın d a n ve
z u lm ü n d e n k u rta ra ra k ira d e ve h â k im iy e tin in s a h ib i k ılm a k la
a m a c ın a u la şa ca ğ ı d ü şü n c e sin d e d ir , ”
demiştir.392 O, emperya­
lizmin ve kapitalizmin baskısından kurtulmadan ulusal egemen­
liğin, cumhuriyetin ve demokrasinin gerçekleşmeyeceğini çok
erken görmüştür.
Emperyalizmin ve kapitalizmin baskısından kurtulup “ba­
ğımsız”; dini kullananların baskısından kurtulup “laik” olma­
dan demokratikleşilmeyeceğinin en açık kanıtı, bugün ABD ve
Batı emperyalizminin ayakları altında çiğnenen İslam ülkeleri­
dir. Bugün ABD ve Batı emperyalizminin İslam ülkelerine na­
sıl “demokrasi” getirmeye çalıştığı hepimizin malumudur! Ör­
neğin 2003-2012 arasında ABD Irak’a “demokrasi” getirirken
1,5 milyondan fazla Müslümanı dünyanın gözleri önünde kat­
letmiştir. Bu durumu Banu Avar’ın deyişiyle, “ K a ç ın d em o k ra si
g e liy o r!”393 diye adlandırmak gerekir.
Atatürk demokrasiyi, Cumhuriyetçilik ve Halkçılık ilkele­
riyle eş anlamlı olarak kullanmıştır. “ E g e m e n lik k a y ıts ız şa rtsız
m ille tin d ir !” diyerek ulusal egemenliğe vurgu yapan Atatürk,
demokrasiye giden yolda öncelikle işgalci otoritesine, sonra pa­
dişah otoritesine ve dine dayalı saltanat sistemine son vererek
cumhuriyeti ilan etmiştir. Çünkü gerçek demokrasinin anahtarı
tam bağımsız ve laik cumhuriyettir.394

392 TB M M Zabıt Ceridesi, C 5, s. 369; Yücel Karlıklı, Türk Devriminin Temel


Belgeleri, “Siyasal Belgeler, Anayasalar, Yasalar”, İstanbul, 2010, s. 13.
393 Bkz. Banu Avar, Kaçın Demokrasi Geliyor, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2011.
394 Bugün cumhuriyetle yönetilen bazı İslam ülkeleri ve Afrika ülkeleri vardır. An­
cak bu ülkelerin nerdeyse hiçbiri tam bağımsız ve laik değildir. Bu nedenle
bu ülkelerde cumhuriyet, Arapça anlamıyla “halk yığınlarını” ifade eden bir
sözcükten başka bir anlam taşımaz. İçi boşaltılan ruhsuz bir cumhuriyetin de
padişahlıktan, krallıktan hiçbir farkı yoktur.

192
Atatürk’ün Formülü: Cumhuriyet=Halkçılık=Demokrasi
Demokrasiyi “f i k i r m esele si” diye adlandıran Atatürk, ger­
çek demokrasinin kurulabilmesi için halkın her bakımdan bi­
linçlendirilmesi ve kalkındırılması gerektiğini düşünmüştür. Bu
düşüncesini Halkçılık diye formüle etmiştir. Bu yöndeki hazırlık­
lara Kurtuluş Savaşı yıllarında başlamıştır.
Şu sözler Atatürk’e aittir:
“ B iz im h ü k ü m e tim iz , u lu s a l eg em en liğ i, u lu s a l is te n c i a n ­
la tım a k a v u ştu ra n tek h ü k ü m ettir. H ü k ü m e t şe k lim iz ta m b ir
d e m o k ra t h ü k ü m e ttir. T o p lu m b ilim b a k ım ın d a n a n la tm a k g e ­
rek irse ‘h a lk h ü k ü m e ti ’ d e riz . ”
Şu sözler de Atatürk’e aittir:
“ B iz im g ö rü şle rim iz k i ‘H a lk ç ılık ’tır. K u v v e tin , k u d re tin ,
h â k im iye tin , d o ğ ru d a n d o ğ ru y a h a lk a verilm esid ir. H a lk ın e lin ­
d e b u lu n d u ru lm a sıd ır. Ve h iç şü p h e y o k k i b u d ü n y a n ın en k u v ­
vetli esası p ren sib id ir. ”
Atatürk’ün, TBMM Hükümeti’ni, o döneme kadar geçerli
olan Bolşevik, Komünist, Sosyalist, Kapitalist ve Liberal olarak
değil de “Halk hükümeti” diye tanımlaması çok dikkat çekicidir.
Kurtuluş Savaşı işte bu “Halk hükümeti”yle ve “Halkçılık
Programı”yla yürütülmüştür.
Atatürk’ün 13 Eylül 1920’de TBMM’ye sunduğu Halkçılık
Programı, 18 Kasım 1920’de TBMM’de Halkçılık Beyanname­
si olarak kabul edilmiştir. İşte ilk kez bu beyannamede halkın
her bakımdan bilinçlendirilmesinden ve kalkındırılmasından söz
edilmiştir:
“ T ü r k iy e B ü y ü k M i l l e t M e c lis i, m illi s ın ır la r d a h ilin d e
h a lk ın ö ted en b e ri m a ru z b u lu n d u ğ u se fa le t n e d e n le rin i y e n i
ş a rtla r v e te şk ila t ile k a ld ıra ra k y e r in e refa h ve sa a d e t k o y m a y ı
b a şlıca h e d e fi sayar. B u su retle, to p ra k , eğ itim , h u k u k , m a liye,
e k o n o m i ve v a k ı f işle rin d e ve d iğ e r işlerd e to p lu m sa l k a rd e ş ­
lik ve y a rd ım la şm a y ı h â k im k ıla ra k , h a lk ın ih tiy a ç la rın a g ö re
y e n ilik ve k u r u m la n o lu ştu rm a y a ça lışa ca k tır. B u n u n iç in d e

193
s iy a s i ve so s y a l ilk e le rin i m ille tin r u h u n d a n a lm a k ve u y g u la ­
m a d a m illetin eğ ilim v e a n a n e le rin i g ö ze tm e k d ü şü n c e sin d e d ir.
B u su re tle T ü r k iy e B ü y ü k M i l l e t M e c lis i, ü lk e n in , siy a si,
e k o n o m ik , so sy a l b ü tü n ih tiy a ç la rın a g erek en h ü k ü m le ri y a v a ş
y a v a ş k a n u n şe k lin d e u y g ıd a m a y a b a şla m ıştır. ” 395
1921 Anayasası’na esas olan belge, “Halkçılık Beyanna-
mesi”dir. Atatürk, “ N u t u k ” ta bu konuda şunları söylemiştir: “İlk
T e şk ilâ tı E s a s iy e K a n u n u m u z a m en şe teşk il ed en 13 E y l ü l 1 9 2 0
ta rih li b ir p ro g ra m ı m e c lise ta k d im etm iştim . B u p ro g ra m ın ,
m ecliste 18 E y l ü l ’d e o k u n a n k ıs m ın d a n b a şk a , b u n a d a esas
o lm a k ü ze re, B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i ’n in esas m a h iy e tin i v e id a re
u su lü h a k k m d a k i g ö rü ş le ri tesb it ed en ve m e c lisin a ç ılış ın ın er­
tesin d e o k u n u p k a b u l o lu n a n ö n e rg em i de, b u k ısım la beraber,
H a lk ç ılık P ro g ra m ı u n v a n ı a ltın d a b a stırıp y a y ım la m ış t ım .”
Halkçılık Beyannamesi’nde geçen, “T ü r k iy e h a lk ın ı ( ...) ira d e
ve h â k im iy e tin in s a h ib i k ılm a k ” ifadesi, 1921 Anayasasında,
“E g e m e n lik k a y ıtsız şa rts ız m ille tin d ir ” biçiminde maddeleşti-
rilerek cumhuriyetin temeli atılmıştır. Bu bakımdan Atatürk’ün
Demokrasi Projesi’nin ruhu 1921 Anayasası, 1921 Anayasası’nın
ruhu ise Atatürk’ün Halkçılık Beyannamesi’dir.
Atatürk, Aralık 1922 tarihinde Ankara basınına, “Halkçılık
esasına dayanan ve Halk Fırkası adıyla siyasi bir fırka (parti)
kurmak niyetinde” olduğunu açıklamıştır. Eylül 1923’te kurulan
Halk Fırkası’nın adı, şüphesiz Halkçılık ilkesinden esinlenmiş
olduğu gibi, Halkçılık, 1923 tarihli ilk parti Nizamnamesinin
(Tüzük) l ’inci ve 2’nci maddelerinde yer almıştır.396
Atatürk Kurtuluş Savaşı yıllarından itibaren hep “ulusal
egemenliğe” vurgu yapmıştır. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yılla­
rında toplumsal ayrışmaları önlemek için cumhuriyeti “ulusal
egemenlik” kavramıyla örtüp gizlemiştir. Bütün Kurtuluş Savaşı
boyunca hep ulusal egemenlikten söz etmiştir. 1 Mart 1923’te

395 T B M M Zabıt Ceridesi, C 5, s. 369; Karlıklı, age., 13, 14.


396 Ergun Özbudun “Atatürk ve D em okrasi”, Atatürk, Araştırma Merkezi Dergi­
si, S. 14, C 5, Mart 1989.

194
TBMM’de yaptığı konuşmada, “H â k im iy e t in de, a d a le tin de
demiştir.397398
d a y a n a k n o k ta sı m illi e g e m e n lik t ir ”
Atatürk, ulusal egemenliğe verdiği önemi, 1923 yılında an­
nesinin mezarı başında şu sözlerle dile getirmiştir:
“M i l l e t eg em en liğ i ilele b e t d e v a m ed ecektir. V a ld e m in r u ­
h u n a ve b ü tü n e c d a t ru h u n a k a rşı ta a h h ü t ettiğ im y e m in i tek ­
r a r e d iy o ru m : A n n e m in m eza rı ö n ü n d e ve A lla h ’ın h u z u r u n d a
a h d ve p e y a m e d iy o ru m ; b u k a d a r k a n d ö k e re k m ille tin eld e
ettiğ i eg e m e n liğ in k o ru n m a s ı ve sa v u n u lm a sı iç in g e re k irse
v a ld e m in y a n m a g itm e k te a sla te re d d ü t etm eyeceğ im . M ille t in
eg em en liğ i u ğ ru n d a c a n ım ı verm ek b e n im iç in v ic d a n ve n a m u s
b o rc u o lsu n . ”39S
Atatürk devrimlerinin tamamı Türkiye’nin demokratikleşti­
rilmesine yöneliktir. Saltanatın Kaldırılması, Cumhuriyetin İlanı,
Halifeliğin Kaldırılması, Harf Devrimi, Kılık Kıyafet Devrimi,
Medeni Kanunun Kabulü, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması,
Medreselerin Kapatılması, Aşar Vergisinin Kaldırılması, Çağdaş
Okulların ve Halkevlerinin açılması, Eğitim-Öğretim Seferberli­
ğinin başlatılması, Çağdaş Hukuk Sisteminin kabul edilmesi gibi
Atatürk devrimleri, Türk insanının; padişahın, ağanın, şeyhin,
şıhın, kulları olmaktan kurtulup özgür bireyler olması için, yani
demokrasi için yapılmıştır.
Yeni Osmanlı aydınları, Montesquieu’nun ve J. J. Rousseau’
nun demokrasi/halk hükümeti diye adlandırdıkları rejimi Arap­
ça “cumhuriyet” olarak adlandırmıştır. Bu adlandırma, doğal
olarak Atatürk tarafından da benimsenmiştir. 1945 yılına kadar
Türkiye’de demokrasi ve cumhuriyet genelde aynı anlamda kul­
lanılmıştır.399
Atatürk, Cumhuriyetçiliği ve Halkçılığı demokrasiyle eşan­
lamlı olarak kullanmıştır. Atatürk daha Kurtuluş Savaşı sırasın­
da 14 Ağustos 1920’de Halkçılığı, “ K u v v e tin , k u d re tin , ege­

397 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, Ankara, 1961, s. 308.


398 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 2, Ankara, 1959, s. 76.
399 Turan, age., s. 614.

195
m e n liğ in , id a re n in d o ğ ru d a n d o ğ ru y a h a lk a v e r ilm e s i ” olarak
tanımlamıştır.400
Atatürk, 1 Mart 1921’de meclisin ikinci toplanma yılını
açarken de, “H a lk ç ılık , y a n i m illeti b iz z a t k e n d i m u k a d d e ra ­
tın a (a lın y a z ısın a ) h â k im k ılm a k esası, a n a y a s a m ız d a tesp it
e d ilm iştir,” demiştir.401
Atatürk, cumhuriyet ve demokrasiyi eşanlamlı olarak kullan­
mıştır. Örneğin ortaokullarda okutulması için dikte ettirdiği “ Va­
tandaş İç in M e d e n i B ilg ile r” kitabında demokrasiyi Halkçılık ve
Cumhuriyetçilikle aynı anlamda kullanmıştır. Atatürk, “ Vatandaş
için M e d e n i B ilg iler ” kitabında demokrasiyi şöyle tanımlamıştır:
“a) D e m o k ra si (H a lk ç ılık ): B u p ren sib e g ö re, ira d e ve h â ­
k im iy e t m illetin tü m ü n e a ittir ve a it olm alıd ır. D e m o k ra s i p r e n ­
Atatürk, aynı ki­
s ib i u lu sa l egem enlik b iç im in e d ö n ü şm ü ştü r.”
tabın “ D e v le t Ş e k ille ri” bölümünde de J. J. Rousseau’dan esinle­
nerek demokrasiyi yine Halkçılıkla eşanlamlı olarak kullanmıştır:
“I I I . D e m o k ra s i (H a lk ç ılık ): D e m o k r a s i esa sın a d a y a n a n
h ü k ü m e tle rd e h â k im iy e t, h a lk a , h a lk ın ç o ğ u n lu ğ u n a aittir. D e ­
m o k ra si p re n sib i, h â k im iy e tin m illette o ld u ğ u n u , b a şk a y e rd e
o lm a y a ca ğ ım g erektirir. B u su re tle d e m o k ra si p re n sib i, siy a si
k u v v e tin , h â k im iy e tin k ö k e n in e ve y a s a d ığ ın a d eğ in m ekted ir.
D e m o k ra s in in tam ve en b a riz şe k li c u m h u riy e ttir. ”
Atatürk yine o yıllarda ders kitabı olarak hazırlattığı ve bir
bölümünü bizzat yazdığı “ T a rih I V ”te demokrasi hakkında ge­
nel bilgiler verdikten sonra cumhuriyeti, “ M i l l e t h â k im iy e tin i,
m ille t sa lta n a tın ı en iy i tem sil ed e b ile n en y ü k se k ve b u n d a n
ö tü rü T ü r k m illetin e en la y ık ve o n u n a s il ru h u n a en u y g u n
d e v le t ş e k li” olarak tanımlamıştır. Halkçılığı da, “ Y a sa la r k a r­
şısın d a eşitlik - h i ç k im se y e a y r ıc a lık ta n ım a m a - s ı n ı f k avg a sı
k a b u l etm em e ve d e m o k ra tik iç e rik li b ir k a v r a m ,” diye adlan­
dırmıştır.

400 “ 14 Ağustos 1920’de D oğu Cephesi'yle İlgili Bir Soru Ö nergesine Verdiği Ce­
vap”, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, İstanbul, 1945, s. 97.
401 “TBMM'nin İkinci Toplanm a Yılının Açılışında Yaptığı K on u şm a”, Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri, C 1, İstanbul, 1945, s. 161.

196
1933 yılında cumhuriyeti şöyle tanımlamıştır: “ C u m h u r iy e t
re jim i d em ek , d e m o k ra si siste m i ile d e v le t şe k li d em ektir. B iz
c u m h u riy e ti k u rd u k . O , o n y a ş ım d o ld u r u r k e n d e m o k ra s in in
b ü tü n ic a p la rın ı sıra s ı g e ld ik ç e u y g u la m a y a k o y m a lıd ır.” 402
Atatürk, cumhuriyetin ilanından önce 9 Eylül 1923’te kur­
duğu partiye Halk Partisi adını vermiştir. Ancak bir yıl sonra
Terakkiperver Cumhuriyet Partisi adlı bir parti kurulunca, Halk
Partisi’nin başına cumhuriyet sözünü ekletmiştir. Böylece parti­
nin demokratik niteliğini daha da vurgulamıştır.
CHP, 1927’de Almanya’nın Karlsruhe kentinde toplanan
radikal demokratlar kongresine davet edilmiştir.403
Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Taray, Atatürk’ün bilgisi
dahilinde, 12 Nisan 1929’da yayımladığı bir genelgede, genç ku­
şakların, “ b ilin çli cu m h u riy etçi, b ilin çli d e m o k ra t ve b ilin çli laik
v a ta n d a şla r” olarak yetiştirilmeleri gerektiğini belirtmiştir.404
Atatürk’ün ilkeleri arasında demokrasinin olmadığını söy­
leyerek -düz mantık- Atatürk’ün demokrat olmadığını iddia
edenler fena halde yanılmaktadırlar anlayacağınız. Çünkü Ata­
türk, hem Halkçılığı hem de Cumhuriyetçiliği zaten demokra­
siyle eşanlamlı olarak kullanmıştır. Ayrıca CHP’nin 1931’deki
üçüncü kurultayında tuttuğu notlarda partinin ilkleri arasında
“demokrat olmaya” da yer vermiştir.405 Ancak daha sonra buna
gerek kalmadığını düşünmüştür.
Özetle Atatürk, Demokrasi Projesi’ni hazırlarken Cumhuri-
yetçilik=Halkçılık=Demokrasi formülünden hareket etmiştir.

Demokrasiye Adanmış Bir Ömür


“Atatürk’ün bütün hayatı demokrasi mücadelesiyle geçmiş­
tir.” dersek abartmış olmayız. Atatürk’ün demokrasi aşkının ve
demokrasi mücadelesinin temelinde Osmanlı Devleti’nin yüz­

402 Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 70.


403 Turan, age., s. 414.
404 age., s. 414, 415.
405 age., s. 416.

197
yıllar boyunca Türkleri dışlamış olmasına ve padişah diktasına
duyduğu tepki yatmaktadır. Atatürk, yaradılış olarak -bütün
Türkler gibi- özgürlüğüne/bağımsızlığma çok düşkündür. Her
kim tarafından olursa olsun özgürlüğünün kısıtlanmasına ta­
hammül edemeyen bir karaktere sahiptir.
Kurtuluş Savaşı sırasında, 1921 yılında “ Ö z g ü r lü k b en im
k a ra k te rim d ir. B e n c e b i r m illette şerefin , h a y siy e tin , n a m u su n
o la b ilm e si ve y a şa y a b ilm e si, m u tla k a o m ille tin ö z g ü rlü k ve
b a ğ ım sızlığ ın a sa h ip o lm a sıy la m ü m k ü n d ü r, ”
demiştir.
Onun parasız, silahsız, ordusuz, moralsiz, kısacası en
imkânsız koşullarda “Ya is tik la l y a ö lü m !” diyerek Kurtuluş
Savaşı’nı başlatmasının sırrı burada gizlidir.
Ana-baba soyunun Yörük/Türkmen olması nedeniyle atala­
rının Orta Asya bozkırlarının ve Toros Dağları’nm özgür havası­
nı solumuş olması Atatürk’ün genlerine işlemiş gibidir.
Atatürk, anılarında özgürlük/bağımsızlık tutkusundan şöyle
söz etmiştir:
“ Ç o c u k lu ğ u m d a n b e ri b ir h u y u m va rd ır. O tu r d u ğ u m ev ­
d e n e a n n e , n e k ız k a rd e ş n e d e sev d iğ im a rk a d a şla rla b irlik te
b u lu n m a k ta n h o şla n m a m . Y a ln ız ve b a ğ ım sız b u lu n m a y ı, ç o ­
c u k lu ğ u m d a n ç ık tığ ım z a m a n d a n b eri h ep y e ğ le m iş ve sü re k li
o la ra k ö y le y a şa m ışım d ır. ”
Baş eğmeyen bir yapısı vardır. Çocukluğunda arkadaşları
birdirbir oynarken o, “B e n eğ ilm em , a y a k ta d u r u r k e n ü z e rim ­
d e n a t la y ın ,” diyerek eğilmeyi reddetmiştir.
Yine çocukluk yıllarında okulda Arapça güzel yazı hocası
Kaymak Hafız’ın baskılarına başkaldırmış, bu başkaldırısı da­
yakla noktalansa da pes etmemiştir.
Atatürk’ün bu başı dik özgür karakteri, onu “baş eğmeye
mecbur eden” kişilerle ve sistemle karşı karşıya getirmiştir. Bu
nedenle, önce okulda baskıcı öğretmenlerine, sonra OsmanlI’da­
ki kavmi-i necip (üstün kavim) anlayışına ve son olarak da siste­
me, saltanata/padişahlığa başkaldırmıştım406

406 Osmanlı’da Araplar “kavm-i necip” olarak adlandırılmıştır.

198
Atatürk’ün demokrasi anlayışı askeri okullarda belirginleş­
meye başlamıştır. Özellikle İstanbul Harp Okulu’nda ve Harp
Akademisi’nde okuduğu kitaplar onu derinden etkilemiştir. Na­
mık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi gibi Yeni Osmanlı aydınları, J. J.
Rousseau, Montesquieu, Baron Holbach, David Hııme gibi ay-
dınlanmacı düşünürler, Atatürk’ün “özgürlük”, “ulusal egemen­
lik”, “cumhuriyet” ve “laiklik” gibi kavramlarla tanışmasını
sağlamıştır. Okulda vatan şairi Namık Kemal’in yazılarını hem
gizlice kendisi okumuş hem de arkadaşlarına okutmuştur. Böy-
lece, daha öğrencilik yıllarında teokratik monarşiye, padişahın
baskıcı sistemine karşı hürriyet (özgürlük)/demokrasi mücadele­
si vermeye başlamıştır.
Harp Okulu’nda arkadaşlarına cuma geceleri gizli konuş­
malar yapmıştır. Bu konuşmalarda padişahı ve saltanat sistemini
eleştirmiştir. Asım Gündüz hatıralarında Atatürk’ün cuma ko­
nuşmalarından şöyle söz etmiştir: “ O zamana kadar padişahım
çok yaşa demekten başka bir şey bilmeyen bizler için Mustafa
Kemal’in anlattıkları çok dikkat çekiciydi.”407
Atatürk, o konuşmalarından birinde arkadaşlarına şöyle
seslenmiştir:
“A r k a d a ş la r b u g ece b u ra d a s îz le r i to p la m a k ta n m a k sa ­
d ım ş u d u r : M e m le k e tin y a şa d ığ ı v a h im a n la n siz e sö y lem e y e
lü z u m g ö rm ü y o ru m . B u n a c ü m le n iz m ü d r ik s in iz . B u b e d b a h t
m em lekete k a rşı m ü h im v a z ife m iz v a rd ır. O n u k u rta rm a k b i ­
r ic ik h ed efim izd ir. B u g ü n M a k e d o n y a ’y ı ve te k m il R u m e li’y i
v a ta n b ü tü n lü ğ ü n d e n a y ırm a k istiy o rla r. M e m le k e te y a b a n c ı
n ü fu z ve h â k im iy e ti fiile n g irm iştir. P a d iş a h z e v k ve sa lta n a tın a
d ü şk ü n , h e r z ille ti y a p a c a k , m e n fu r b i r şah siyettir. M i l l e t z ü lü m
ve is tib d a t a ltın d a m a h v o lu y o r.
H ü r r iy e t o lm a y a n b i r m em lekette ö lü m ve ç ö k ü n tü v a rd ır.
H e r te ra k k in in (ile rle m e n in ) ve k u r tu lu ş u n a n a sı h ü rriy ettir.
T a rih , b u g ü n b iz e v la tla rın a b a zı b ü y ü k v a z ife le r y ü k lü y o r.
Ş im d ilik g iz li ç a lışm a k ve teşk ila tı y a y m a k z a ru rid ir. S îz le rd e n

407 Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, s. 104.

199
fe d a k â rlık b e k liy o ru m . K a h r e d ic i b ir istih d a fa k a rşı a n c a k ih ­
tila lle ce v a p v erm ek ve k ö h n e m iş o la n ç ü r ü k id a r e y i y ık m a k ,
m ille ti h â k im k ılm a k , h ü la sa v a ta n ı k u rta rm a k iç in s iz i v a z ife ­
y e d a v e t e d iy o ru m .”408
Atatürk, Harp Akademisi’nde arkadaşlarını bilinçlendirmek
için bir okul gazetesi çıkarmıştır. Bu gazetede de zaman zaman
saltanat eleştirileri yaparak özgürlüğün öneminden söz etmiştir.
Bu gizli çalışmalarından dolayı kovuşturmaya uğramış ve okul­
da gazete çıkarması yasaklanmıştır.
Atatürk, Harp Akademisinden mezun olduktan sonra da öz­
gürlük mücadelesini sürdürmüştür. 1905’te tayin olduğu Şam’da
saltanat karşıtı özgürlükçü arkadaşlarıyla birlikte “ Vatan ve
H ü r r iy e t C e m iy e ti” ni kurmuştur. Bu cemiyet daha sonra İttihat
ve Terakki’ye katılınca, Atatürk de vatan ve özgürlük mücade­
lesini İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde sürdürmeye başlamıştır.
1906 yılında Suriye’de bulunduğu sırada iki yakın arkadaşı
Müfit ve Halil’e cumhuriyetten söz etmiştir.409
Atatürk, 1909 yılındaki 31 Mart İsyanı üzerine, sadece Sul­
tan Abdülhamit’in devrilmesiyle yetinilmeyerek cumhuriyetin
ilan edilmesini önermiştir.410
İttihat ve Terakki’nin 1909 yılındaki kongresinde ordu ile
siyasetin birbirinden ayrılmasını önermiş, bu önerisi kabul edil­
meyince İttihat ve Terakki’den ayrılmıştır.
Kâzım Özalp, Atatürk’ün Balkan Savaşı’ndan sonra Sofya
Ateşemiliterliği’ne gitmeden önce (Ekim 1913) cumhuriyetten
söz ettiğini belirtmiştir.411
1913’te Sofya’da ateşemiliterken Bulgar parlamentosundaki
hararetli siyasi tartışmaları çok dikkatle izlemiştir.412
I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Enver Paşa’nın cumh
riyeti ilan etmek istediği söylentileri dolaşmaya başlamıştır. Bu

408 Sadi Borak, Atatürk, Gençlik ve Hürriyet, İstanbul, 1998, s. 16.


409 Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İstanbul, 1954, s. 34-35.
410 Cumhuriyet gazetesi, 25 Temmuz 1948, s. 4.
411 Kâzım Özalp, “Atatürk ve Cumhuriyet”, Milliyet gazetesi, 29 Ekim 1963, s. 5.
412 Özakman, age., s. 92.

200
söylentileri duyan Atatürk, cumhuriyeti ilan etmek için henüz
ortamın uygun olmadığını, bunun için daha beklemek gerektiği­
ni belirtmiştir.413
Kurtuluş Savaşı’mn başlarında işgallere karşı kurulan Müda-
faa-i Hukuk Cemiyetleri ve onların Türkiye’nin dört bir yanında
topladığı yerel kongreler ve işgalleri protesto etmek için düzenle­
nen mitingler, halkın doğrudan siyasal sürece katılımını sağlamış­
tır. Halk belki de ilk kez tamamen kendi isteğiyle kendi geleceği
hakkında çok içten bir tavır sergilemiştir. Üstelik bu tavır, padi­
şahtan tamamen bağımsız, hatta padişaha rağmen gelişmiş bir ta­
vırdır. Böylece İzmir’in işgalinden sonraki süreçte -adı konulmasa
da- bir bakıma ulusal egemenlikle monarşi karşı karşıya gelmiştir.
“ İz m i r ’in işgaliyle ortaya çık a n d ü şm a n a k arşı k o y m a b ilinci,
u lu su n o rta k b ir a m aç etrafında b irleşm esi ve bu b ilin cin A ta tü rk
tarafın dan olg un la ştırılm asıyla ö n ce ‘u lu sa l egem en liğ e’, so n ra
‘c u m h u riy e te ’ daha so n ra da ‘d e m o k ra siy e ’ d ö n ü şm ü ştü r .”414
Attilâ İlhan, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı “darbeci” zih­
niyetle değil “kongre” zihniyetiyle kazandığını belirtmiştir ki
çok haklıdır: “ M u sta fa K e m a l istese A n a d o lu h arekâ tın ı p a şa ­
lar arası b ir cu n ta , su b a yla r a ra sı b ir d ev rim k o m itesi o la ra k
k u ru p g eliştirem ez m iy d i? P ekâ lâ yapar, g eliştirird i. Ü stelik o
z a m a n k i o rd u d a b u lu n a n İttih a tçılık g eleneği elverişliyd i buna.
Yapm am ıştır. K o m ita fik ri y e rin e k o n g re (şûra) fik rin i b en im se­
m iş, a sk eri b ir h a re k e t yerin e halk h a re k e ti fik rin i uygulam ıştır.
İttih a tçıla r ne ya p m ışsa o tersin i yapar. H a lk ta n delege çağırır,
b u n la rı toplar, M ü d a fa a -i H u k u k için k a ra rla r alınm asını sağ ­
lar M illi M ü c a d e le ’n in b aşlarında. Ü stelik b u ö rg ü tlerin silahlı
eylem k an a d ı da d ü z en li o rd u değil, K u v a y ı M illiy e m ilisleridir.
Yani sila h la n m ış halktır. K o n g re le r olağan g elişm eleriyle M ille t
M e c lis i’ne, K u v a y ı M illiy e de B ü y ü k M ille t M e c lisi O r d u s u ’na
d ö n ü şü r.” 415

413 Turan, age., s. 398; Mütercimler, age., s. 377-379.


414 Sinan Meydan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak İçin” Nutuk’un Deşifresi, 2. bas.,
İstanbul, 2009, s. 213.
415 Attilâ İlhan, Hangi Atatürk, İstanbul, 2010, s. 220.

201
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için 19 Mayıs 1919’
da Anadolu’ya geçer geçmez halkın katılımıyla başlayan bu dire­
nişi “ulusal egemenlik” biçiminde formüle ederek cumhuriyetin
altyapısını hazırlamaya başlamıştır.
Atatürk, Samsun’a ayak basmasıyla başlayan yolculuğun
daha ilk adımında, 22 Mayıs 1919’da İstanbul’da Sadrazama
gönderdiği bir raporda “ulusal egemenliğe” şöyle vurgu yap­
mıştır: “M i l l e t to p lu c a h â k im iy e t (eg em en lik ) e sa sım , T ü r k lü k
d u y g u s u n u h e d e f ittih a z etm iştir. ” 416
Atatürk, Anadolu’daki bütün adımlarında her şeyden önce
ulusal egemenliğe dikkat çekmiştir.
Atatürk, 21-22 Haziran 1919 gecesi hazırladığı Amasya
Genelgesi’nde çokça “ulusal egemenliğe” vurgu yapmış, halkın
temsilcilerini Sivas ve Erzurum’da bir araya getirerek kongreler
düzenlemek istemiştir. Amasya Genelgesi’ne göre:
“M ille t in b a ğ ım sızlığ ın ı y in e m illetin a zim ve k a r a n k u rta ­
r a c a k t ır ”, “A n a d o lu ’n u n en g ü v e n li y e ri o la n S iv a s ’ta u lu sa l b ir
k o n g re to p la n m a sı k a ra rla ştm lm ıştır.” , “ B u n u n iç in b ü tü n ille ­
rin h e r sa n c a ğ ın d a n m ille tin g ü v e n in i k a z a n m ış ü ç tem silcin in
m ü m k ü n o la n en k ısa z a m a n d a ye tişm e k ü ze re y o la ç ık ılm a sı
g e re k m e k te d ir.” , “ D o ğ u ille ri a d ın a 10 T e m m u z ’d a E r z u r u m ’d a
b ir k o n g re to p la n a ca ktır. O ta rih e k a d a r ö tek i ille rin tem silcileri
d e S iv a s ’a g eleb ilirlerse E r z u r u m K o n g r e s i’n in ü y e le ri d e S iv a s
G e n e l K o n g re s i’n e k a tılm a k ü ze re h a re k e t e d e ce k tir.”
Amasya Genelgesi’nin bir de “mahrem maddesi” vardır.
Bu gizli madde yalnızca Atatürk, Ali Fuat ve Kazım Karabekir
ile Rauf ve Refet beyler arasında imzalanmış, saklanmış ve ka­
muoyuna açıklanmamıştır. Bu maddeye göre beklenmeyen bir
durumda ülkenin idaresini hemen ele almak için harekete geçile­
ceği ve Sivas Kongresi’ne Milli Meclis görünümü verileceği ifade
edilmiştir.417

416 Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Ankara,


1981, s. 44.
4 1 7 Serdar Sakin, “Milli M ücadele D önem inde A tatürk’ün D em okrasi Anlayışı ve
Uygulamaları”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 16, yıl 2004/1, s. 236.

202
Atatürk, İstanbul Hükümeti’nin baskısı üzerine Erzurum
Kongresi öncesinde, 7-8 Temmuz 1919 gecesi ordu müfettişliğin­
den ve askerlikten istifa ederek sine-i millete dönmüştür. Bundan
sonra mücadelesine sivil olarak devam etmiştir.
Atatürk, Erzurum Kongresi arifesinde, 7-8 Temmuz gece­
si Mazhar Müfit Kansu’ya gelecekte yapacaklarım açıklarken,
“ Z a fe rd e n s o n ra h ü k ü m e t ş e k li c u m h u r iy e t o la ca ktır, ” diye yaz­
dırmıştır.
Atatürk, Erzurum Kongresi’nin açış konuşmasında, “'M ille ­
tin m u k a d d e ra tın a h â k im b ir m illi ira d e n in a n c a k A n a d o lu ’d a n
d o ğ a b ileceğ in i,” belirterek “ulusal egemenliğe” dayanan bir milli
meclisin meydana getirilmesi ve gücünü ulusal egemenlikten ala­
cak bir milli hükümetin kurulması gerektiğini dile getirmiştir.418
23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi’nin 7 Ağus­
tos tarihli beyannamesinde “K u v a -y ı M illiy e y i a m il ve ira d e -i m il-
liy e y i h â k im k ılm a k esastır , ” denilerek açıkça “milli irade” (ulusal
egemenlik) sözüne yer verilmiştir. Erzurum Kongresi’nde ayrıca
milli meclisin toplanması ve ulusu ilgilendiren işlerin bu meclisin
kontrolü altında yapılması gerektiği ifade edilmiştir.
Erzurum Kongresi beyannamesinin 8. maddesi aynen şöyle-
dir: “ M ille tle rin k e n d i m u k a d d e ra tın ı b izza t tayin ettiği bu ta rih i
d evird e h ü k ü m e ti m erk eziy e m izin d e ira de-i m illiyeye tabi o lm a ­
sı zaruridir. Ç ü n k ü ira de-i m illiyeye g a yrı m ü sten id h erh a n g i b ir
h eyeti h ü k ü m e tin in d i ve şah si m u k a rre ra tı m illetçe m u ta o lm a ­
d ıkta n ba şka h a ricen de m u teb er o lm ad ığ ı ve olm ayacağı, ş im d i­
ye k a d a r m esb u k e f ’al ve n eta yiç ile sa b it olm uştur. B in a en a leyh
m illetin için d e b u lu n d u ğ u hali z ü c re t ve en d işed en k u rtu lm a k
çarelerin e b izza t tevessü lü ne h a cet k a lm a d a n h ü k ü m e ti m e rk e ­
ziyem izin M e c lis i M illiy i h em en ve b ilaifa ci zam a n topla m a sı
ve bu su retle m u ka d d e ra tı m illet ve m em le k et h a k k ın d a ittihaz
edecek b ilcü m le m u k a rrera tı m eclisi m illin in m u ra k a b e sin e a rz
etm esi m ecb u rid ir. ”419

418 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, Ankara, 1997, s. 1-5.


419 Kansu, age., s. 116.

203
Kurtuluş Savaşı günlerinde “ulusal egemenlik/milli irade”
kavramı halife/padişaha umut bağlayanları incitmeyecek biçim­
de kullanılmıştır. Çünkü ortam çok dikkatli hareket etmeyi ge­
rektirmiştir. Nitekim Erzurum Kongresi sırasında bazı hocalar
“asri” sözcüğüne takılarak, bunun insanı küfre götüreceğini ile­
ri sürmüşlerdir! Atatürk bu durumdan şöyle yakınmıştır: “A s r i
k e lim e si h o ca e fe n d ile rin ta a ssu b u n a d o k u n d u . Y a n lış te fsir ve
m ü la h a z a la ra k a p ıld ıla r. O k e lim e y i ç ık a rm a k la iy i ettik. ‘A s r i
k elim esi, şu m a n a y a m ı b u m a n a y a m ı g e lir ’ d iy e s a a tle r h a r­
c a m a n ın ve y a n lış tefsirle re y o l a ç m a n ın m a n a sı y o k t u .” 420 I.
TBMM’de de benzer gericilikler vardır. Falih Rıfkı Atay’ın an­
lattığına göre, meclisin kanun koyma yetkisi gündeme geldiğinde
iki hoca mebus meclisin sokağa doğru penceresini açarak avaz
avaz, “Allah’ın kitabı dururken kanun koymaya çalışan bir mec­
liste aza bulunamayacaklarını” haykırmışlardır. 1920 yılında da
Hoca Raif Efendi ve arkadaşları, TBMM’de kurulan Müdafaa-i
Hukuk Grubu’nun halifelik ve padişahlığı cumhuriyete çevirme
amacı güttüğünü sezerek, önce Doğu Anadolu Müdafaa-i Hu­
kuk Cemiyeti Erzurum merkez kurulunun adını “Muhafaza-i
Mukaddesat Cemiyeti”ne çevirmişler, sonra ise dernek tüzüğü­
nün başına padişahlığın, halifeliğin ve devlet biçiminin doku­
nulmazlığını sağlamak için birtakım eklemeler yaptırmışlardır.
Atatürk, bu davranışından dolayı Hoca Raif Efendi’nin uyarıl­
masını istemiştir. İşte böyle bir ortamda “cumhuriyetten” söz
etmek “kâfir” damgası yemek anlamına geleceğinden Atatürk
bu kavramı kendi ifadesiyle “vicdanında bir milli sır olarak
saklayarak” yola devam etmiştir. Hatta belli bir süre Kurtuluş
Savaşı’mn asıl amacının halife/padişahı kurtarmak olduğunu ifa­
de etmiştir.
Atatürk’ün Demokrasi Projesini nasıl inceden inceye geliş­
tirdiğini görmek için onun, Erzurum Kongresi günlerinde Maz-
har Müfit Kansu’ya “ulusal egemenlik” hakkında söylediklerini
bilmek gerekir.

420 age., s. 129.

204
Mazhar Müfit Kansu’yu dinleyelim:
“ (A ta tü rk ) ayağa k alk tı. B ir elini p a n to lo n u n u n ceb in e s o k ­
tu. B ir eli ile d e b ıy ık la rın ı b u ra ra k : ‘( ...) V a ta n ın m ü d a fa a sın ı
ve m illi is tik la li ira d e i m illiy e y e ta b i k ılm a k ve K u v a y ı m illi-
y e y i b u h ü k ü m a ltın d a tu tm a k p r e n s ib i b e lk i b ird e n e h e m m i­
y e ti k a v ra n a m a y a c a k b a sit b i r ifa d e z a n n o lu n u r. H a k ik a tte b u
b ü y ü k , h e r tü rlü z a n ve ta h m in in ü z e r in d e b ü y ü k b ir d a va d ır. ’
Paşa o d a n ın için d e b ir aşağı b ir y u k a rı d o la ştıkta n s o n ­
ra tam k a rşım a g eldi, d u rd u ve b a k ışla rın ı g ö zle rim e d ik e re k :
‘M e m le k e tte ira d e i m illiy e h â k im o la ca k K u v a y ı m illiy e d e b u
ira d e y e ta b i. H a k ik a t b u o lu n c a n e le r o lm a z ? ’ d e d i ve te k ra r
s ü k û n b u lm u ş b i r v o lk a n g ib i h a fifle y e re k k o n g re h a k k ın d a
b irk a ç n o k ta y ı k ritik etti. ‘( ...) B u n la r k ü ç ü k sa n ıla n h a k ik a tte
m ü h im o la n n o k ta la rd ır. D e m in d e sö y le d im : E n m ü h im i ‘ir a ­
d e i m illiy e ’ p re n s ib in in k a v ra n m a sı ve b en im sen m esid ir. İr a d e i
m illiy e y i m ille t işle rin e h â k im k ılm a k b ir in c i g a yem izd ir. B u
ş u u r k o n g re d e b ü tü n h â k im iy e tiy le k e n d is in i g ö ste rd i.’
Paşa, b u sö z le rin i sö y lerk en te k ra r co şm u ştu : ‘E r z u r u m ’d a
ve k o n g re d e g ö rd ü ğ ü m sa m im iy e t, m e rtlik ve fe d a k â rlık , a z im
ve im a n , b e n i d o ğ ru su ç o k c e sa re tle n d ird i. M e m le k e tim i k u r ­
ta rm a k y o lu n d a k i cesa re tim i a r t ı r d ı ...” 411
4-11 Eylül 1919 tarihleri arasındaki Sivas Kongresi’nde, Er­
zurum Kongresi’nin “ulusal egemenliğe” vurgu yapan kararları
bir kere daha onaylanarak tüm ulusa mal edilmiştir. Ayrıca Si­
vas Kongresi’nde bir an önce milli meclisin toplanması gerektiği
belirtilerek bir kere daha “ulusal egemenliğe” vurgu yapılmıştır.
“ ( ...) H ü k ü m e ti m erk eziy e m izin M e c lis i M illiy i h em en ve bilai-
fa tci v a k it topla m a sı ve bu su retle m u k a d d e ra tı m illet ve m e m ­
lek et h a k k ın d a ittih a z eyleyeceği b ilcü m le m u k a rrera tı M e c lis i
M illin in m u ra k eb esin e a rz etm esi m e c b u r id ir .” 411
Anadolu’daki gelişmeleri çok yakından takip eden İtilaf
Devletleri, Sivas Kongresi toplandığında “Millicilerin bir Ana­
dolu Cumhuriyeti” kurmaya giriştikleri kaygısına kapılmış-421
421 Kansu, age., s. 128-130.
422 Karlıktı, age., s. 8.

205
lardı. Nitekim İngiliz Yüksek Komiseri Robeck, Dışişleri Ba­
kam Curzon’a gönderdiği 17 Eylül 1919 tarihli raporda Sivas
Kongresi’ni bir cumhuriyet girişimi olarak adlandırmıştır. İngiliz
The Times gazetesi de 22 Eylül günlü sayısında kongreden “Si­
vas’taki Anadolu Cumhuriyeti” diye söz etmiştir.423
Atatürk, Temsil Heyeti ile birlikte Ankara’ya gelişinde 23
Aralık 1919 tarihinde Hacı Bektaş’ta görkemli bir şekilde kar­
şılanmıştır. Çelebi Cemalettin Efendi, Atatürk’ü Bektaşlar mev­
kiinde karşılamıştır. Atatürk, Cemalettin Efendi ile 5 saat gibi
uzun bir süre görüşmüştür. Mazhar Müfit Kansu bu görüşme
hakkında şu bilgileri vermiştir:
“Paşa’nm vaziyet ve giriştiğimiz mücadele hakkında verdiği
izahat Çelebi’nin nazarı dikkatini celbetti. Hatta Çelebi, daha
ileri giderek Cumhuriyet taraftarlığını ihsas ettirdi ise de, Paşa
zamanı olmayan bu mühim mesele için müspet veya menfi bir
cevap vermeyerek gayet tedbirli bir süratle müzakereyi idare etti.
Anlaşılıyor ki, Cemalettin Efendi cumhuriyete taraftar. .. ”424
Atatürk, o gün kendisine cumhuriyetin ilan edilmesinden
söz eden Çelebi Cemalettin Efendi’yi I. TBMM’de milletveki­
li yapmıştır. TBMM’de II. Reis Vekilliği’ne seçilen Cemalettin
Efendi, 1921’de hayata gözlerini kapamıştır.
Atatürk, Ankara’ya geldikten sonra 28 Aralık 1919’da An­
kara ileri gelenleriyle yaptığı konuşmada “ulusal egemenliğe”
vurgu yapmıştır: “T e şk ila tım ız a m illi g ü ç le rin etk en v e m illi ir a ­
d e n in egem en o lm a sı esas k a b u l ed ilm iştir. B u g ü n b ü tü n c ih a n ın
”425
m ille tle ri y a ln ız b ir eg e m e n lik ta nırla r, m ille t e g e m e n liğ i...
Ulusal egemenliğe, cumhuriyete ve dolayısıyla demokrasiye
giden yolda 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan TBMM’nin çok
önemli ve özel bir yeri vardır.
TBMM’nin açılmasına giden süreç Amasya Görüşmeleri’yle
başlamıştır. Sivas Kongresi’nden sonra İstanbul’da Damat Fe­
rit Hükümeti’nin istifa etmesinden sonra kurulan Ali Rıza Pa­

423 Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s. 398.


424 Kansu, age., C 2, s. 494.
425 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 3, Ankara, 1959, s. 11.

206
şa Hükiimeti’nin Bahriye Nazırı Salih Paşa, Amasya’ya gelerek
Temsil Heyeti lideri Atatürk’le görüşmüştür. Görüşmede Salih
Paşa ve Atatürk, Meclis-i Mebusan’ın toplanması konusunda
fikirbirliğine varmıştır. Ancak meclisin yeri konusunda anlaş­
mazlığa düşmüştür: Salih Paşa meclisin İstanbul’da toplanmasını
isterken Atatürk, İstanbul’un işgal altında olduğunu belirterek
meclisin Anadolu’da işgal altından olmayan bir ilde toplanma­
sını istemiştir. Sonunda Salih Paşa’nm dediği olmuş ve mecli­
sin İstanbul’da toplanmasına karar verilmiştir. Ancak Atatürk,
İstanbul’da açılacak bir meclisin çok geçmeden düşman süngüle­
riyle dağıtılacağını tahmin ettiği için, Anadolu Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti adayı olarak seçimleri kazanıp İstanbul’a gide­
cek milletvekillerini Ankara’da toplayarak onlara bazı talimat­
lar vermiştir. Bu arada Atatürk de Erzurum milletvekili seçil­
miştir, ancak İstanbul’daki meclis toplantılarına gitmeyecektir.
Atatürk’ün İstanbul’a gidecek milletvekillerine verdiği talimat­
lardan biri mecliste “Müdafaa-i Hukuk Grubu” adında bir grup
kurulmasıdır. Atatürk, bu grubu bir siyasi parti gibi çalıştırarak
Osmanlı Meclisi’nin Milli Hareket’e karşı bir karar almasını
engellemeyi planlamıştır. Atatürk ayrıca, mecliste kendisinin gı­
yaben başkan seçilmesini ve Misak-ı Milli’nin kabul edilmesini
istemiştir. İstanbul’daki meclise katılmayacak olan Atatürk’ün
meclise başkan seçilmek istemesinin nedeni, eğer İstanbul’daki
meclis dağıtılacak olursa -ki Atatürk kesinlikle buna inanmak­
tadır- başkanlık sıfatını kullanarak hiç zaman kaybetmeden
Ankara’da yeni bir meclis toplamak istemesidir. Çok geçmeden
Atatürk’ün ne kadar haklı olduğu anlaşılmıştır: İstanbul’daki
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin Türkiye’nin bağımsızlık bel­
gesi Misak-ı Milli’yi yayımlaması üzerine İtilaf Devletleri silah
zoruyla bu meclisi dağıtıp milletvekillerinin önemli bir kısmı­
nı tutuklayıp Malta’ya sürgün etmiştir. İstanbul’dan kaçabilen
milletvekilleri ise gizli yolarla Anadolu’ya geçerek Ankara’da
açılacak olan TBMM’ye katılmıştır. İstanbul’daki Son Osmanlı
Mebusan Meclisi’nin işgalciler tarafından silah zoruyla dağıtıl­
ması, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulup tam bağımsız

207
olmadıkça demokrasinin hiçbir anlam ifade etmediğini göster­
mesi bakımından önemlidir.
Türkiye’nin bağımsızlık belgesi olan Misak-ı Milli’de “ulu­
sal egemenliğe” çok ciddi göndermeler yapılmıştır. Türk Kur­
tuluş Savaşı’nın ne kadar “demokratik” ve “haklı” bir müca­
dele olduğunu görmek için Misak-ı Milli’ye bakmak yeterlidir.
Misak-ı Milli’nin 1. maddesinde “Arap kökenli halkın oturduğu
ve Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı devletlerin
işgali altında bulunan bölgelerin geleceği, halkın serbest oyuyla
belirlenecektir ( . . . ) ” denilerek serbest seçimlerden söz edilmiş; 2.
maddesinde, “îlk serbest kaldıkları zamanda kendi istekleriyle
anavatana katılan Kars, Ardahan ve Batum illerinde gerekirse
yeniden halkoylaması yapılabilecektir,” denilerek halkoylama-
sından söz edilmiş ve 3. maddesinde, “Batı Trakya’nın hukuksal
durumu da, halkın tam bir özgürlük içinde verecekleri oylarla
saptanmalıdır,” denilerek yine halk oylamasından söz edilmiş­
tir.426 Türkiye, Misak-ı Milli ile işgalci emperyalistlerden “ba­
ğımsızlığını” isterken adeta onlara demokrasi dersi vermiştir.
Ancak işgalci emperyalistler, bu Misak-ı Milli’yi yayımlayan
meclisi silah zoruyla dağıtarak aslında demokrasiden ne anla­
dıklarımda herkese göstermişlerdir.
İstanbul’da Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin dağıtılma­
sından sonra Atatürk hiç zaman kaybetmeden bir genelge ya­
yımlayarak seçimlerin yenilenmesini ve Ankara’da TBMM’nin
açılmasını istemiştir. Böylece ciddi bir demokrasi geleneği olma­
yan Türk ulusu, Atatürk’ün önderliğinde, Anadolu bozkırının
ortasında, Ankara’da, halkın her kesiminden temsilcilerin ka­
tıldığı, tarihin en demokratik meclislerinden birini toplamayı
başarmıştır. Mecliste hem her görüşten milletvekili hem de bu
milletvekillerinin kendi siyasi görüşleri doğrultusunda bir araya
gelerek oluşturdukları birçok grup vardır: Tesanüt Grubu, İs­
tiklal Grubu, Islahat Grubu, Halk Zümresi, Müdafaa-i Hukuk
Grubu bunlardan bazılarıdır. Kurtuluş Savaşı işte bu halk mec­

426 Karlıklı, age., s. 1 1 ,1 2 .

208
lisiyle birlikte yürütülerek kazanılmıştır. TBMM’nin 1920-1923
arasında ortaya koyduğu olgun demokratik tavır tüm dünyaya
örnek olacak niteliktedir.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’m örgütlerken ordudan önce mec­
lisin gerekli olduğunu düşünerek hareket etmiştir.
Yunus Nadi Bey, Ankara’da TBMM’nin açılması öncesinde,
4-5 Nisan 1920 gecesi Atatürk’le değişik konularda sohbet eder­
ken söz dönüp dolaşıp meclis konusuna gelmiştir. Yunus Nadi
Bey Atatürk’e, “ H e r kera m eti m eclisten b ek lem ek n iy etin d e m i­
s in iz ? ” diye sorunca Atatürk’ten şu anlamlı yanıtı almıştır:
“ B e n h e r k era m eti m ecliste n b e k ley en lerd en im . N a d i B ey ,
b ir d ev rey e y e tiştik k i o n d a h e r iş m e şru o lm a lıd ır. M i l l e t işle ­
rin d e m e şru iy e t, a n c a k m illi k a ra rla ra is n a t etm ekle, m ille tin
eğ ilim in e te rc ü m a n o lm a k la eld e ed ilir. M ille t im iz ç o k b ü y ü k ­
tür, h iç k o rk m a y a lım . O esa reti ve z ille ti k a b u l etm ez. F a k a t
o n u b ir a ra y a to p la m a k ve k e n d isin e , ‘E y m ille t! S e n e sa re t ve
z ille ti k a b u l e d e r m is in ? ’ d iy e so rm a k la zım d ır. B e n m ille tin v e­
receğ i c e v a b ı b iliy o ru m . B e n m ille tin b ü y ü k lü ğ ü n ü b iliy o r ve
b u so ru k a rş ıs ın d a o n u n o s o ru y u s o ra n ç o c u k la r ın ı c a n ı g ib i
sev eceğ in i v e a lın la n n d a n ö p e ce ğ in i b iliy o ru m . B e n b iliy o ru m
k i b u m ille t k e n d is in e b u s o ru y u s o ra n ç o c u k la r ın ın hep o esasa
d a y a n a n ta b irle rin i ve te rtib a tın ı c a n la b a şla k a b u l ed ecektir.
O n u n iç in işte b en ş im d i b u y o ld a y ım . O n u n iç in ç o k sa ğ la m
b ir y o l o ld u ğ u n a k a n i o la ra k .”
O günlerde “Meclis mi ordu mu daha önemli ve gereklidir?”
diye kafalarda soru işareti uyanmış, önce ordu olmadığı sürece
meclisin hiçbir işe yaramayacağına inananların sayısı artmıştır.
Onlara göre meclis kuramdır. Atatürk ise meclisin “kuram” de­
ğil “gerçek” olduğunu belirterek “önce meclis” diyebilen az sa­
yıdaki yurtseverden biridir:
“B e n c e m e clis k u ra m d e ğ il g e r ç e k tir ve g e rç e k le rin en b ü y ü ­
ğ ü d ü r. Ö n c e m e clis s o n ra o rd u N a d i B ey. O r d u y u y a p a c a k o la n
m ille t ve o n u n y e rin e m eclistir. Ç ü n k ü o rd u d em ek , y ü z b in le rce
in sa n , m ily o n la rc a ve m ily o n la rc a se rv e t v e z a m a n dem ek tir.
B u n a ik i ü ç şa h ıs k a r a r verem ez. B u n u a n c a k m illetin k a r a r ve

209
k a b u lü m e y d a n a ç ık a r a b ilir ve b i r kere b u h a le g e ld ik te n s o n ra
m ille tin h a y a t ve m e v c u d iy e tin e z ı t o la n m ez a lim ve ta z y ik le rin
tü m ü n ü b e rta ra f etm eye m u k t e d ir o lm a k s a la h iy e tin i y a ln ız te­
o r ik o la ra k d e ğ il fiile n d e k a z a n m ış o lu y o r u z .”427
Atatürk’ün Demokrasi Projesi’ni nasıl bir inançla geliştirdi­
ğinin en açık kanıtlarından biri onun Yunus Nadi Bey’e söylediği
bu sözlerdir... 1920’nin koşullarında, o berbat işgal günlerinde,
Ankara’da “B e n h e r k era m eti m eclisten b e k le y e n le rd e n im .”,
“M i l l e t işle rin d e m eşru iyet, a n c a k m illi k a ra rla ra is n a t etm ekle,
m illetin eğ ilim in e tercü m a n o lm a k la eld e e d ilir.” ve “Ö n c e m ec­
lis s o n ra o rd u N a d i B e y ... ”
diyen Atatürk, büyük bir kararlılıkla
TBMM’yi toplayıp işleterek, yoksul ve yoksun Anadolu’nun orta
yerinde gerçek bir savaş demokrasisi yaratmıştır.
Atatürk, Büyük Taarruz öncesinde, hazırlanması ve tamam­
lanması gereken savaş araçları arasında ulusu ilk sıraya, meclisi
ikinci sıraya, orduyu ise üçüncü sıraya koymuştur:
“B ir in c is i, en ö n e m lisi v e a s ıl o la n d o ğ ru d a n d o ğ ru y a m il­
letin k e n d isid ir. M ille t in v a rlığ ı ve b a ğ ım sızlığ ı iç in g ö n lü n d e ,
v ic d a n ın d a b e lirm iş o la n iste k ve em e llerin sa ğ la m lığ ıd ır. M i l ­
le t iç in d e k i b u isteğ i n e k a d a r g ü ç lü b ir ş e k ild e o rta y a k o y a rsa ,
b u istek ve em ellerin g e rçek leşm esi iç in n e k a d a r ç o k a zim ve
im a n g ö sterirse d ü ş m a n la ra k a rşı b a şa rı sa ğ la m a k iç in o k a d a r
g ü ç lü b i r a ra ca sa h ip o ld u ğ u m u z a in a n ırım . İ k i n c i a m a ç, m il­
leti tem sil ed en m e c lisin m illi isteğ i o rta y a k o y m a k ta ve b u n u n
g e re k le rin i in a n a ra k u y g u la m a k ta g ö stere ce ğ i k a ra rlılık ve y i ­
ğ itlik tir. M e c lis m illi isteğ i n e k a d a r b ü y ü k b ir d a y a n ışm a ve
b irlik iç in d e a k se ttire b ilirse , d ü şm a n a k a rşı o k a d a r g ü ç lü b ir
ü stü n lü k a ra c ın a sa h ip olur. ” 42S
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en kritik döneminde, fırsattan
istifade ederek, asla meclisin üstünde bir güç olmaya kalkma­
mıştır. Meclisin isteğiyle başkomutanlık görevini üstlenirken bile
bu görev için istediği olağanüstü yetkilerin üç ay gibi kısa bir
süreyle sınırlandırılmasını istemiştir:
427 A. Esat Bozyiğit, Türk Yazınında Ankara, Ankara, 2000, s. 63.
428 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, hzl. Bilge Bahadır, İstanbul, 2002, s. 499.

210
“M e c lis in sa y g ıd e ğ er ü y e le rin in g en ellik le b eliren a rz u v e is ­
tek leri ü z e rin e B a şk u m a n d a n lığ ı k a b u l e d iy o ru m . B u g ö re v i k i­
şise l o la ra k ü stlen m ek ten d o ğ a ca k y a r a r la n en b ü y ü k h ızla elde
ed eb ilm ek ve o rd u n u n m a d d i ve m a n e v i g ü c ü n ü en b ü y ü k h ızla
a r t ın p ta m a m la m a k ve y ö n e tim in i b i r k a t d a h a g ü ç le n d irm e k
iç in T ü rk iy e B ü y ü k M ille t M e c lis i’n in ta n ıd ığ ı y e tk ile ri d o ğ ru ­
d a n d o ğ ru y a k u lla n m a k k o şu lu y la k a b u l ed iy o ru m . Y a şa m ım
b o y u n c a u lu s a l eg em en liğ in en s a d ık b ir h izm e tç isi o ld u ğ u m u
u lu su n g ö z le rin d e b ir k ez d a h a d o ğ ru la m a k iç in , b u y e tk in in ü ç
a y g ib i k ısa b ir sü re y le sın ırla n d ırılm a s ın ı a y n c a isterim . ”
“O ki komutandır, o ki hareketin ruhudur, beynidir, her şe­
yidir. Kurduğu orduların başkomutanı olmak için meclis karşı­
sına çıkar, yetki ister, nefes tüketerek zar zor alır. Ne mecburiye­
ti vardır birader, paşalar nasıl olsa ondan yanaydılar, cart diye
başkomutanım dese, kim hayır diyebilecekti. Demez ama neden
demez, çünkü egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olacağı bir dev­
leti kurarken önce kendisi, herkesten uygulamasını isteyeceği bir
ana kurala uymazlık edemezdi. Uymuştur. Onu, Türkiye Büyük
Millet Meclisi ordularının başkomutanı yapan Türkiye Büyük
Millet Meclisi olmuştur.”429
Atatürk’ün silah arkadaşlarından İsmet İnönü, Kurtuluş Sa­
vaşı yıllarındaki savaş demokrasisinden şöyle söz etmiştir:
“ M illi M ü ca d e le ’nin b ir m illet m eclisi kurularak onunla bera­
ber yü rütülm esi so n derece g ü ç fakat harikulade isabetli b ir karar
o lm u ştu r... A sk e ri sahada, idari sahada, iç ve dış siyaset sahasında
bu harikulade b ir buluştur. E m sa li de hem en hem en yo k g ib id ir .”430
İnönü, Atatürk’ün ölüm yıl dönümüne rastlayan bir radyo
konuşmasında Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında demokra­
siye doğru adımlar attığını şöyle ifade etmiştir:
“ A ta tü rk , insanların tanıyabileceği en g ü ç şartlar için d e M illi
M ü ca d e le ’n in a sk eri hareketlerini ve h ü k ü m e t idaresini, ilk g ü ­
n ün d en B ü y ü k M ille t M e c lisi ile b irlikte yü rü tm ü ştür. K u d re ti eli­

429 Ilhan, age., s. 221.


430 Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul, 1981, s. 35, 36; İsmet İnönü,
Aziz Atatürk, Ankara, 1963.

211
ne a lırken ilk d ü şü n d ü ğ ü şey, b ir m illet m eclisi k u rm a k olm uştur.
A ta tü rk , d em o kra tik rejim e h ep im izd en ö nce g irm iş, inanm ış ve
o n u tatbik etm iştir. ”431
Attilâ İlhan, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında dönemin
savaş şartlarından dolayı bir “askeri demokrasi” kurduğunu,
ancak şartlar normale döndükten sonra çoğulcu demokrasiye
geçiş denemeleri yaptığını belirtmiştir.432
TBMM’nin daha önceki meclislerden farkı, tarihimizde
ilk kez egemenliği kayıtsız şartsız millete vermesidir. TBMM,
tarihimizde, üzerine halife/padişahın gölgesinin düşmediği ilk
meclistir. Bu nedenle üzerine halife/padişahın ve işgal güçlerinin
gölgesinin düştüğü Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nden farklı­
dır. TBMM, her şeyden önce “ Ya istik la l y a ö lü m !” diye yo­
la çıkan bir milletin temsilcilerinden oluşmuş, gerçek anlamda
bir bağımsızlık meclisidir. İstanbul’daki Son Osmanlı Mebusan
Meclisi’nin dağıtılmasından sonra oradaki bazı milletvekilleri­
nin Ankara’daki TBMM’ye katılmış olması, TBMM’yi Osmanlı
Mebusan Meclisi’nin devamı yapmaz. TBMM, hem İstanbul’da­
ki işbirlikçilere (padişah dahil) hem de emperyalistlere karşı
Türk ulusunun isyanıdır. Bu bakımdan tamamen özgün ve ta­
mamen yeni bir meclistir. Atatürk de bu düşüncededir. Örneğin
bir hukuk profesörü olan Celalettin Arif Bey, TBMM’yi Osmanlı
Meclisi’nin devamı olarak göstermek isteyince Atatürk kendisi­
ne, “S iz d e ğ il a n a y a sa p ro fe sö rü so k a k b a şı a v u k a tı b ile o la ­
m a z s ın ız ,” diye çok sert bir yanıt vermiştir.433
TBMM’nin aldığı 24 Nisan Kararları, ulusal egemenliğe
çok güçlü bir şekilde vurgu yaptığı için cumhuriyetin ilk güçlü
habercisidir. “M e c lisin ü stü n d e h içb ir g ü ç ve k u v v e t y o k tu r. ”,
“M e c lis e p a dişa h tem silcisi a ta n m a y a ca k tır.”, "P a d işa h ın g e­
Bu
leceği, m eclisin ilerd e vereceğ i kara ra g ö re b e lirle n e c e k tir.”
kararları alan TBMM, padişah otoritesi de dahil bütün kişisel

431 10 Kasım 1962 tarihli radyo konuşması. Hamza Eroğlu, Atatürkçülük, Anka­
ra, 1981, s. 271.
432 Ilhan, age., s. 78.
433 Meydan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak için” Nutuk’un Deşifresi, s. 221.

212
otoriteleri reddederek sadece millet egemenliğini tanımıştır. Ata­
türk “ N u t u k ” ta o gün alman kararlar konusunda şu yorumu
yapmıştır: “E fe n d ile r, b u ilk e lere d a y a n a n b ir h ü k ü m e tin n ite ­
liğ i k o la y ca a n la şıla b ilir. B ö y le b i r h ü k ü m e tin k u ru lm a sın d a
a n a ilk e k u v v e tle r b irliğ i tö resid ir. Z a m a n g e ç in c e b u ilk e le rin
ta şıd ığ ı k a v ra m la r a n la şılm a y a b a şla r.”
TBMM’de 18 Kasım 1920’de yayımlanan “Halkçılık Beyan-
namesi”nde geçen,”T ü r k iy e h a lk ın ı ( ...) ira d e ve h â k im iy e tin in
s a h ib i k ılm a k ” ifadesiyle yine çok güçlü bir şekilde “ulusal ege­
menliğe”, dolayısıyla cumhuriyete vurgu yapılmıştır.
Atatürk, her fırsatta “vicdanındaki milli sır” cumhuriye­
te yönelik adımlar atmıştır. Örneğin Milli Hareket’i halka an­
latmak için Sivas’ta İra d e -i M illiy e , Ankara’da ise H â k im iy e t-i
M illiy e adlı gazeteler kurmuştur.434 Atatürk, gazetelere bu adları
bilinçli olarak vermiştir. Her iki ad da “ulusal egemenlik” dola­
yısıyla “cumhuriyet” anlamına gelmektedir.435 Atatürk’ün, An­
kara’daki tek yapraklı H â k im iy e t-i M illiy e gazetesini çıkarmakla
görevlendirdiği Muhittin Bey’e tek tavsiyesi: “ V a r k u v v e tim iz le
h â k im iy e tin m illete a it o ld u ğ u f ik r in i n e şre d e c e ğ iz ,” olmuş­
tur.436 H â k im iy e t-i M illiy e gazetesinin 10 Ocak 1920 tarihli ilk
sayısında “hâkimiyeti milliye” kavramının meşrutiyet anlamına
gelmediği vurgulanarak, üstü kapalı da olsa bu kavramla başka
bir rejimin kastedildiği ima edilmiştir.437
Kurtuluş Savaşı sırasında cumhuriyetin en somut tanımı 1921
“ Teşkilatı E sa siy e K a n u n u ” nun (ilk anayasanın) “ Egem encik k a ­

434 Sabahattin Özel, Büyük Milletin Evladı ve Hizmetkârı Atatürk ve Atatürkçü­


lük, İstanbul, 2006, s. 66.
435 Atatürk’ün en önemli devrim stratejilerinden biri “sembolik anlatımdır”. Ata­
türk vurgulamak istediği kavramları hayatın içine sokarak halkın bu kavram­
lara alışmasını sağlamıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında halkı cumhuriyete alış­
tırmak için kurduğu gazetelerden birine İrade-i Milliye diğerine Hakimiyet-i
Milliye adlarını vermiş, 1930’larda Türk Tarih Tezi’nin gündeme geldiği dö­
nemde de halkın Hititleri ve Sümerleri sahiplenmesi için kurduğu bankalardan
birine Etibank, diğerine Sümerbank adlarını vermiştir.
436 Muhittin Birgen, “A tatürk’ü Seviyorsak”, Son Posta gazetesi, 15 Kasım 1938;
Özel, age., s. 66, 67.
437 Turan, age., s. 399.

213
yıtsız şartsız m illetin d ir ”
şeklindeki 1. maddesidir.438 Anayasaya
böyle bir madde konulması, adlandırılmamış olsa da aslında cum­
huriyetin ilan edildiğini gösterir. Ancak Atatürk, Kurtuluş Savaşı
kazanılmadan cumhuriyeti ilan etmek istemediği için bu konuyu
1923 yılına kadar vicdanında “bir milli sır olarak” saklamıştır.
Atatürk 1921 yazında not defterine, TBMM başkanmın yet­
kilerinin ve hükümet şeklinin saptanması gerektiği düşüncesiyle
şunları yazmıştır.:
“ R e is : V a z iy e t-i h u k u k iy e (B a şk a n : H u k u k i d u ru m )
H ü k ü m e tin ş e k lin i te sp it la zım .
Y e n ilik .” 439
Atatürk’ün bu notları, onun cumhuriyet konusundaki tas­
lak çalışmalarından biridir.
Anadolu’dan yayılan “ulusal egemenlik” kokuları İstanbul
Hükümeti’ni kuşkulandırmıştır. Başta Padişah Vahdettin olmak
üzere İstanbul’daki yöneticiler, Anadolu hareketinin cumhuri­
yete doğru yöneldiğini anlamıştır. Vahdettin, 1922 Şubatı’nda
Avrupa’ya giderken kendisiyle görüşen TBMM temsilcisi Yusuf
Kemal Tengirşek’ten TBMM’nin cumhuriyetçi olup olmadığını
öğrenmeye çalışmış; İstanbul Hükümeti’nde sadrazam olarak
görev alan Ali Rıza Paşa da eski sadrazamlardan Ahmet İzzet
Paşa’ya millicilerden söz ederken, “ C u m h u riy e t ya p a ca klar, c u m ­
h u r iy e ti” d iye yakmmıştır.440 Bir din bilgini olan İzmirli İsmail
Hakkı da Ayasofya Camii’nde verdiği vaazda, “ İsla m h ü k ü m -
d a rsız olm az, cu m h u riy e t o lm az, ” diyerek ulusal egemenliğe kar­
şı çıkmıştır. Atatürk, I. TBMM’de Müdafaa-i Hukuk Grubu’nu
kurduktan sonra işin cumhuriyete doğru gittiğini anlayan bazı
gericiler, kutsal sandıkları hilafet/padişahlık düzenini korumak
için Muhafaza-i Mukaddesat adlı bir örgüt kurmuştur. O gün­
lerde Kazım Karabekir Paşa bile Atatürk’ü cumhuriyete gitmekle
suçlamıştır!441 İşte bu cumhuriyet karşıtlığından dolayı Atatürk

438 Maddenin aslı “E gem enlik bilakay d ü şart m illetindir” biçimindedir. Bkz. Kar­
lıktı, age., s. 15.
439 Ali Mithat İnan, Atatürk’ün Not Defterleri, Ankara, 1998, s. 90.
440 Turan, age., s. 399.
441 age., s. 399.

214
ve Müdafaa-i Hukuk Grubu’ndakiler, Atatürk’ün vereceği işa­
rete kadar, taktik gereği, “cumhuriyet” sözünü kullanmamaya
özen göstermiştir. Örneğin Hüseyin Cahit Yalçın, R e n in gazete­
sinde çıkan “ în k ılâ b ” başlıklı yazısında, “T B M M H ü k ü m e tin in
esasında b ir c u m h u riy e t o ld uğ u b e lirg in d ir ” cümlesinden dolayı
Basın Müdürü Ahmet Ağaoğlu tarafından uyarılmıştır.442
Atatürk Demokrasi Projesi’ni planladığı gibi adım adım ha­
yata geçirmiştir. Cumhuriyeti ilan edebilmek için her şeyden ön­
ce bin yıldan fazla bir süredir devam eden bir kuruma, saltanata/
padişahlığa son vermesi gerekmiştir. Atatürk, bunun için de en
uygun zamanı beklemiştir. Kurtuluş Savaşı’nın başından itiba­
ren padişahla olan ilişkilerini çok dikkatle yürüten, Padişah’ın
İngilizlerle birlikte hareket ettiğini bilmesine karşın yeri ve za­
manı gelinceye kadar padişah yanlılarını karşısına almamak için
halife/padişahı kurtarmaktan söz eden Atatürk, Padişah’ın İngi­
lizlerle işbirliği içinde Milli Hareket’i yok etmek için açıkça ça­
lışmaya başlaması üzerine çok ağır sözlerle Padişah’ı eleştirmeye
başlamıştır. Atatürk ve silah arkadaşlarının “dinsiz ve zındık”
olduklarını, bu nedenle öldürülmelerinin dinen “uygun” olduğu­
nu belirten fetvalarının yayımlanması ve Kuvay-ı İnzibatiye (Ha­
lifelik Ordusu) adlı bir ordunun hazırlanıp milliyetçilerin üzerine
saldırtılması gibi ihanetler, Atatürk’ün, “halife/padişahı k u rta ra ­
ca ğ ız ” söylemini terk etmesinde etkili olmuştur. TBMM’de ha-
life/padişah konusundaki tartışmalar artınca Atatürk, 25 Eylül
1920 tarihinde meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada, o
koşullarda halife/padişah konusuyla bu kadar fazla ilgilenme­
nin doğru olmadığını belirtmiş ve padişahı ilk kez açıkça “hain”
olarak adlandırmıştır: “T ü r k u lu s u n u n v e o n u n b ir ic ik tem sil­
c is i b u lu n a n B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i ’n in y u r t v e u lu s u n b a ğ ım ­
s ız lığ ın ı, y a ş a m a s ın ı g ü v e n a ltın d a b u lu n d u rm a y a ç a lışırk e n ,
h a life lik v e p a d iş a h lık la , h a life ve p a d iş a h la b u d e n li ç o k il-
g ile n ilm e si sa k ın c a lıd ır. Ş im d ilik b u n la rd a n h iç sö z etm em ek
y ü k se k ç ık a r la rım ız gereğid ir. E ğ e r a m a ç b u g ü n k ü h a life ve

442 age., s. 400.

215
p a d iş a h a b a ğ lılığ ı b i r d a h a s ö y le y ip b elirtm ek se b u k iş i h a in ­
dir. D ü ş m a n la rın y u r t ve u lu sa k ö tü lü k y a p m a d a k u lla n d ık la rı
m a şa d ır. ( ...) S o ru n u k ö k ü n d e n çö z ü m le m e y e g irişe c e k o lu rsa k ,
b u g ü n iç in d e n ç ık a m a y ız , b u n u n d a z a m a n ı g e le ce k tir.” ^ 3
Beklenen zaman, Lozan Konferansı arifesinde gelmiştir.
İngilizlerin, 28 Ekim 1922’de Lozan Konferansına İstanbul
Hükümeti’ni de çağırmaları üzerine harekete geçen Atatürk, bu­
nu engellemek için saltanatın kaldırılması gerektiğini belirtmiş­
tir. 1 Kasım 1922’de halifelik ile saltanat birbirinden ayrılmış
-Atatürk’ün stratejisi gereği henüz ortam uygun olmadığı için
halifelik korunmuş- saltanat ise kaldırılmıştır.
Ancak saltanatın kaldırılması hiç de kolay olmamıştır. Mo­
narşiyi dinsel bir gereklilik zannedenlerin tepkisi Atatürk’ü bir
hayli uğraştırmıştır. Öyle ki, Atatürk’ün bazı silah arkadaşları
bile saltanatın kaldırılmasına büyük tepki duymuştur. Kazım
Karabekir Paşa, Rauf Bey ve Refet Paşa’nın saltanata gönülden
bağlı oldukları anlaşılmaktadır. Örneğin Atatürk, Rauf Bey’e
padişahlık ve halifelik konusundaki düşüncelerini sorduğunda
Rauf Bey şu yanıtı vermiştir: “ B e n , p a d işa h lık ve h alifelik o n u ru ­
na g ö n ü l ve d u yg u b a k ım ın d a n bağlıyım . Ç ü n k ü b en im babam ,
p a d işa h ın ekm eğiyle yetişm iş, O sm a n lı D e v le t i’n in ileri gelen
a d am la rı arasına geçm iştir. B e n im de k u rsa ğ ım d a o ek m ek ten
vardır. B e n iyilik b ilm ez d eğilim ve olam am . P a d işa h a bağlı k a l­
m a k b o rcu m d u r. H a life y e bağlılık ise g ö rg ü m ü n g e re ğ id ir.” Ata­
türk, aynı soruyu Refet Bey’e de sormuş, o ise şu yanıtı vermiştir:
“ R a u f B e y ’in b ü tü n d ü şü n c e ve g ö rü şlerin e k a tılırım . G e r ç e k ­
ten b izd e p a d işa h lık ta n , h a lifelik ten başka b ir y ö n etim b içim i
Atatürk aynı soruyu Ali Fuat Paşa’ya da
s ö z k o n u su olam az. ”
sormuş, ancak Ali Fuat Paşa, Moskova’dan yeni geldiğini be­
lirterek, halkın bu konudaki düşünce ve duygularım incelemeye
daha zaman bulamadığını söyleyip bu soruya yanıt vermemiş­
tir. Kazım Karabekir Paşa’nın düşünceleri de Rauf Bey ve Refet
Paşa’nın düşüncelerinden çok farklı değildir.43
443 Görüldüğü gibi Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı devam ederken Vahdettin’i “hain”
olarak adlandırmadığı iddiası da kocaman bir yalandır.

216
Ancak Atatürk kararlıdır. Muhaliflerin bütün karşı çıkışla­
rına rağmen saltanatı kaldırmak için düğmeye basmıştır. Kılıç
Ali’nin anlattığına göre, “ G a z i m ecliste a rtık saltanat a ley h in d e
k o n u şm a k za m a n ı g eld iğ ine in an m ış, B a k a n la r K u r u lu ’n da bu
işin yavaş ya va ş g ö rü şü lm e y e ba şla n m a sın ı istem iş ve bu iş için
C ela l B a y a r ’ı seçm iştir. ”
Atatürk gerçekten büyük bir stratejisttir. Saltanatı kaldırır­
ken bu işin ilk adımını muhaliflerin gizli lideri saltanatçı/hilafetçi
Rauf Bey’e attırmak istemiştir. Böylece muhalefeti etkisiz hale
getirmeyi amaçlamıştır. Atatürk, Rauf Bey’i meclisteki odasına
çağırarak onun saltanat konusundaki görüşlerini hiç bilmiyor­
muş gibi ayakta, ona: “H a life lik le p a d iş a h lığ ı b irb irin d e n a y ı­
ra ra k p a d iş a h lığ ı k a ld ıra c a ğ ız ,” demiştir. Rauf Bey’le bundan
başka bir şey konuşmamıştır. Rauf Bey odadan çıkarken Kazım
Karabekir içeri girmiştir. Atatürk, ondan da bu yolda konuşma­
sını istemiştir.
Bütün güçlüklere rağmen Atatürk’ün Demokrasi Proje­
si tıkır tıkır işlemiştir. Rauf Bey adeta efsunlanmış gibi, mecliste
Atatürk’ün kendisinden istediği şekilde konuşmuş, hatta padişah­
lığın kaldırıldığı günün bayram ilan edilmesini önermiştir. Muha­
lifler, Rauf Bey’in birdenbire düşüncelerini değiştirmesine bir an­
lam veremeyerek sessiz kalmıştır. Saltanatın kaldırılmasına ilişkin
önerge mecliste okunduğunda sadece iki kişi çok sert muhalefet
etmiştir. Bunlardan biri Mersin Milletvekili Albay Selahattin, di­
ğeri de daha sonra İzmir Suikastı’na karışarak asılacak olan Ziya
Hurşit’tir.444
Atatürk 1 Kasım 1922’deki meclis toplantısında saltanatın ve
halifeliğin tarihsel sürecini anlatan çok etkili bir konuşma yapmış­
tır. Hülagü’nün Halife Mutasım’ı asıp dünya yüzünde halifeliğe
edimli olarak son verdiğini, eğer 1517’de Mısır’ı ele geçiren Yavuz,
orada halife sanını taşıyan bir sığıntıya önem vermeseydi, halifelik
sanının zamanımıza dek sürüp gelemeyeceğini anlatmıştır.

444 Mütercimler, age., s. 765.

217
Daha sonra bu konuyla ilgili önergeler üç komisyona (Teş­
kilatı Esasiye, Şer’iye ve Adliye) verilmiştir. Atatürk, “ N u t u k ” ta,
“ B u ü ç k o m is y o n ü y e le rin in b ir a ra y a g e lip k o n u y u g ü ttü ğ ü ­
m ü z m a k sa d a u y g u n b ir ç ö z ü m e b a ğ la m a sı elb ette g ü ç tü . D u ­
demiştir. Üç ko­
ru m u y a k ın d a n b iz z a t ta k ip etm ek g e r e k ti,”
misyon bir odada toplanıp konuyu tartışmaya başlamıştır. Din
işleri komisyonundaki hocalar halifelikle saltanatın birbirinden
ayrılamayacağını iddia etmeye başlamıştır. Atatürk’ün de içinde
bulunduğu bir grup bu tartışmaları izlemiştir. Bu tartışmalardan
bir sonuç çıkmayacağını anlayan Atatürk, Karma Komisyon
Başkanı’ndan söz alarak önündeki sıranın üstüne çıkmış ve yük­
sek sesle şunları söylemiştir:
“ E fe n d ile r, eg em en liğ i h iç k im se, h iç k im se y e b ilim g e re ­
ğ i d i r d iy e g ö rü şm e y le , ta rtışm a y la verm ez. E g e m e n lik g ü çle,
erk le, z o rla a lınır. O s m a n o ğ u lla n z o rla T ü r k u lu s u n u n ege­
m e n liğ in e el k o y m u şla rd ı. B u z o rb a lık la rın ı a ltı y ü z y ıld a n b eri
sü rd ü rm ü ş le rd i. Ş im d i d e T ü r k m ille ti b u sa ld ırg a n la ra isy a n
ed e rek v e a rtık d u r d iy e re k , h â k im iy e t ve sa lta n a tı a rtık k e n d i
e lin e a lm ış b u lu n u y o r. B u b i r o ld u b ittid ir. S ö z k o n u su o la n
m illete sa lta n a tın ı, h â k im iy e tin i b ıra k a c a k m ıy ız , b ıra k m a ­
y a c a k m ıy ız m eselesi d e ğ ild ir ; m esele za te n o ld u b itti h a lin e
g e lm iş o la n b ir g erçeğ i k a n u n la ifa d e d e n ib a rettir. B u m u tla k a
o la ca k tır. B u ra d a to p la n a n la r, m e clis ve h erk es m esele y i d o ğ a l
o la ra k k a rşıla rsa s a n ırım k i u y g u n olur. A k s i ta k d ird e y in e g e r­
çe k ş e k lin e u y g u n o la ra k ifa d e edilecek tir. F a k a t b e lk i d e b a zı
k a fa la r kesilecektir. İş in ilim y ö n ü n e g e lin ce h o c a efe n d ile rin
m e ra k ve e n d işe le rin e k a p ılm a la rın a y e r yo k tu r. B u k o n u d a il­
m i a ç ık la m a la rd a b u lu n a y ım , d e d im v e u z u n u z a d ıy a b irta k ım
a ç ık la m a la r y a p tım . B u n u n ü z e rin e A n k a r a m ille tv e k ille rin d e n
H o c a M u s ta fa E f e n d i, ‘A fe d e r s in iz e fe n d im T d e d i. ‘B iz k o n u y u
b a şk a b a k ım d a n ele a lıy o r d u k , a ç ık la m a la rın ız la a y d ın la n d ık , ’
d e d i. K o n u K a rm a K o m is y o n ’d a ç ö z ü m e b a ğ la n m ıştı.” 445
Atatürk’ün, saltanatın kaldırılmasına direnenlere karşı, “A k ­

445 Atatürk, Nutuk, s. 543.

218
s i ta k d ird e b a zı k a fa la r k esile ce k tir, ”
şeklindeki “devrimci tep­
kisi”, aslında onun Demokrasi Projesi’ne ne kadar büyük önem
verdiğini göstermektedir. Atatürk’ün ilk bakışta “diktatörce”
görülebilecek bu “devrimci tepkisi” sayesinde, bin yıldan fazla
bir zamandır devam eden en büyük diktatörlük; saltanat sistemi
yıkılmış ve ulusal egemenliğin, cumhuriyetin, dolayısıyla demok­
rasinin önü açılmıştır.
Atatürk’ün anlatımıyla: “H ız la k a n u n ta sa rısı h a z ır la n ­
d ı. O g ü n m e c lisin ik in c i o tu ru m u n d a o k u n d u . A d o k u n a ra k
o y a k o n m a sı te k lifin e k a rşı k ü rs ü y e ç ık tım . D e d im k i: ‘B u eb e­
d i o la ra k k o ru n a c a k ilk e le ri y ü c e m e c lisin o y b irliğ iy le k a b u l
ed e ce ğ in i s a n ır ım .’ ‘O y a ’ sesleri y ü k s e ld i. S o n u n d a b a şk a n o y a
s u n d u ve ‘O y b ir liğ iy le k a b u l e d ilm iştir,’ d e d i. Y a ln ız o lu m s u z ­
lu k b ild ire n b ir ses işitild i. ‘B e n m u h a lifim .’ B u ses, ‘S ö z y o k ’
sesleriy le b o ğ u ld u . İşte efendiler, O s m a n lı s a lta n a tın ın y ık ılış ı
ve g ö ç ü ş tö re n in in so n a şa m a sı b ö y le g eçm iştir. ”446
Demokrasi Projesi bütün hızıyla ilerlemiştir. Şimdi sıra cum­
huriyetin ilanına gelmiştir. Atatürk yavaş yavaş, “cumhuriyet”
sözünü ağzına almaya başlamıştır. Örneğin 23 Eylül 1923 tari­
hinde N e u F re e P ress muhabirine verdiği demeçte mevcut ana­
yasanın aslında bir cumhuriyet rejimi öngördüğünü belirtmiştir:
“ Y en i T ü r k iy e E s a s T e şk ila t K a n u n u ’n u n ilk m a d d e le rin i
siz e te k ra r e d e ce ğ im : H â k im iy e t k a y ıts ız şa rts ız m illetin d ir. Y ü ­
rü tm e k u d re ti, y a sa m a y e tk is i m ille tin b ir ic ik g erçek te m silcisi
o la n m ecliste b e lirm iş ve to p la n m ıştır. B u ik i c ü m le y i b ir k e li­
m ed e ö zetlem ek k a b ild ir : C u m h u r iy e t !” 447
Atatürk’ün cumhuriyetten söz etmesinden sonra İstanbul
basını ikiye bölünmüştür. T a n in gibi İstanbul gazetelerinin çoğu
cumhuriyetin ilan edilmesinin doğru olmayacağını öne sürerken
İzmir’de çıkan T ü r k Sesi, “ Ü lk e y i a n ca k h â k im iy e ti m illiye esas­
la rının k u rta ra c a ğ ın ı” belirterek cumhuriyetin ilan edilmesini
desteklemiştir.448

446 age., s. 344.


447 Turan, age., s. 400.
448 age., s. 400.

219
Atatürk, cumhuriyetin ilam için en uygun zamanı beklemiştir.
Mecliste hükümet bunalımının yaşanmaya başlamasıyla Atatürk
beklediği fırsatı bulmuştur. Başbakan Fethi Okyar’ın içişleri ba­
kanlığı görevini bırakması, aynı gün Ali Fuat Cebesoy’un meclis
ikinci başkanlığından çekilmesi ve Kazım Karabekir’in de meclis­
teki görevlerinden ayrılması hükümet bunalımını daha da derin­
leştirmiştir. Ertesi gün toplanan Halk Partisi Grubu, Rauf Orbay’ı
meclis ikinci başkanlığına, Sabit Sağıroğlu’nu da içişleri bakanlığı­
na aday göstermiştir. Fakat bu önerilerle de sorun çözülememiştir.
Atatürk “ N u t u k ” ta o gelişmeleri şöyle yorumlamıştır: “ B i ­
z im le g ö rü şte ve y a p ıla n ç a lışm a la rd a u zla şm a v e iş b irliğ i a r a ­
m a y ı g e re k li b u lm a k sız ın b a ğ ım sız ve g iz li ç a lış a n b i r g ru p b e­
lird i. B u g ru p iy i n iy e tli v e h a k k ı tu ta r g ib i g ö rü n e re k b ü tü n
p a r ti ü y e le rin i k e n d i g ö rü ş le rin e çek m ek te b a şa rılı o lm a y a b a ş­
la d ı. Ö r n e k o la ra k b i r p a r ti to p la n tısın d a İç iş le r i B a k a n lığ ı’n d a
d a İs t a n b u l’d a b u lu n a n S a b it B e y ’in m eclisçe s e ç ilm e sin i k a r a r
a ltın a a ld ırd ı (2 5 E k i m 1 9 2 3 ). O y s a ben , S a b it B e y ’in İç iş le r i
B a k a n ı o lm a sın ı u y g u n g ö rm e m iştim . ( ...) R a u f B e y ’in d e m ec­
lis İ k in c i B a ş k a n lığ ı’n a s e ç ilm e sin i d o ğ ru b u lm u y o rd u m . Ç ü n ­
k ü R a u f B ey, d a h a d ü n h ü k ü m e t b a şk a n ı id i. O m a k a m ı, n e g i ­
b i d u y g u la rın e tk isin d e k a la ra k h a re k e t ettiğ i iç in terke m e c b u r
e d ild iğ i b ilin m e k te y d i. B u n a ra ğ m en o n u M e c lis B a ş k a n lığ ı’na
g e tirm e k le b ü tü n m e c lisin o n u n la a y n ı g ö rü şte o ld u ğ u n u , y a n i
m e c lisin L o z a n B a rış A n t la ş m a s ı’n ı y a p a n ve h ü k ü m e tte D ış iş ­
le ri B a k a n ı o la ra k b u lu n a n İs m e t P a ş a ’n ın a le y h in e o ld u ğ u n u
g ö sterm e k m a k sa d ı g ü d ü y o r d u . E fe n d ile r, y e n i m e clis ilk d ö ­
n e m in d e g iz li m u h a le fe t g r u b u n u n tu z a ğ ın a d ü şm e d u ru m u y la
k a rşı k a rşıy a k a ld ı. F e t h i B e y v e a rk a d a şla rı, h ü k ü m e t iş le ri­
n i s a k in c e y ü rü te m e y e c e k b ir d u ru m a g e tirild i. F e t h i B ey, b u
d u ru m d a n b a n a d e fa la rc a ş ik â y e t etti ve k e n d is i h ü k ü m e tte n
çe k ilm e k isted i. Ö te k i b a k a n la r d a a y n ı şe k ild e şik â y e tle rd e b u ­
lu n u y o rla rd ı. K ö tü lü k h ü k ü m e tin m eclisçe se ç ilm e sin d e n ile ri
g e liy o rd u . B u g erçeğ i ç o k ta n g ö rm ü ş tü m .”449

449 Atatürk, Nutuk, s. 622.

220
Atatürk, Bakanlar Kurulu’nun çalışamaz hale geldiğini gör­
düğünde, artık cumhuriyetin ilan edilme zamanının geldiğini de
görmüştür. Kendi ifadesiyle: “ U y g u la n m a sı iç in s ıra s ın ı b e k le ­
d iğ im b ir d ü ş ü n c e n in u y g u la n m a a la n ın ın g e ld iğ in e h ü k m e t­
m iştim . B u n u i t i r a f e t m e liy im ...” 450
Atatürk 26 Ekim akşamı Bakanlar Kurulu’nu Çankaya’da bir
toplantıya davet etmiştir. Toplantı sonunda Fethi Okyar’la birlikte
diğer bakanların da istifa etmelerine karar verilmiştir. Yalnızca gö­
revinin niteliği gereği Fevzi Çakmak’m istifa etmesine gerek görül­
memiştir. Bu karar doğrultusunda Fethi Okyar Hükümeti düşünce
meclisteki diğer gruplar yeni bir kabine oluşturabilmek için çalış­
malara başlamıştır. Ancak iki gün boyunca devam eden çalışmalar­
dan bir sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine Atatürk bir kere daha
devreye girerek 28 Ekim akşamı bazı bakanları ve milletvekillerini
Çankaya’da akşam yemeğine davet etmiştir. İsmet İnönü, Kâzım
Özalp, Fethi Okyar, R. Eşref Ünaydın, Fuat Bulca, Kemalettin Sami
ve Halit Karsıalan’la Çankaya’da bir araya gelen Atatürk, o gece
kararını açıklamıştır: “ Ya rın cu m h u riy eti ilan ed eceğiz.” 451

Cumhuriyetin Şifresi
Atatürk, “ N u t u k ”un daha başında, Anadolu’ya geçişinin iki
amacı olduğunu belirtmiştir. Bunlardan biri “tam bağımsızlık”,
diğeri ise “ulusal egemenlik”, yani cumhuriyettir.
“ E f e n d ile r ! ( ...) b ir tek k a r a r v a rd ı. O d a m illi eg em en ­
liğe d a y a n a n , k a y ıtsız , şa rtsız b a ğ ım sız y e n i b ir T ü r k d e v le ti
k u rm a k . ” 452
Atatürk, Demokrasi Projesi’nin en önemli parçası olan “cum­
huriyetin ilanı” sürecini “ N u t u k ”ta saat saat çok ayrıntılı olarak
anlatmıştır. Bu süreç dikkatle incelendiğinde Atatürk’ün kriz yö­
netimi, örgütleme becerisi, zamanlama yeteneği, kısacası başarılı
devrim stratejisi gözler önüne serilmektedir.

450 age., s. 623.


451 age., s. 625.
452 age., s. 18.

221
Şöyle ki; Atatürk “ N u t u k ” ta, “ U y g u la n m a sı iç in sıra b e k ­
le d iğ im b ir d ü ş ü n c e n in u y g u la n m a z a m a n ı g e lm iş ti,” diyerek
başlamıştır cumhuriyetin ilanını anlatmaya.
• Bu konudaki ilk görüşmeyi 25 Ekim 1923 Perşembe günü
hükümet üyeleriyle Çankaya’da, kendi evinde yapmıştır.
• İkinci görüşmeyi hemen ertesi gün 26 Ekim 1923’te yine
Çankaya’da gerçekleştirmiştir.
• Üçüncü ve en önemli görüşmeyi 28 Ekim 1923 akşamı yine
Çankaya’da yapmıştır. O gece misafirleri dağıldıktan sonra
İsmet İnönü’ye, “ Y a rın c u m h u riy e ti ila n e d e c e ğ iz ,” diyerek
Teşkilat-ı Esasiye’de yapılacak değişiklikleri belirlemiştir.
• Atatürk, 29 Ekim 1923 Pazartesi günü 13:30’da meclis kür­
süsüne gelerek içinde “cumhuriyetin” de olduğu kanun tekli­
fini sunmuştur. Atatürk’ün, “ Teşkila t-ı E s a s iy e K a n u n u ’m u ­
z u n b a zı n o k ta la rın a a ç ık lık k a z a n d ırm a k gerekir. T e k lif ş u ­
d u r. .. ” diyerek meclise sunduğu kanun teklifinin içinde kos­
koca bir rejim gizlidir. Bunun üzerine tartışmalar başlamıştır.
• 29 Ekim 1923, saat 20:30’da cumhuriyet ilan edilmiştir.
25 Ekim 1923 Perşembe günü başlayan süreç, 29 Ekim 1923
Pazartesi günü sona ermiştir. Yani Atatürk, en önemli ve radikal
devrimlerinden birini, kendi ifadesiyle “en büyük eserini”, sade­
ce 3 görüşmeyle ve sadece 4 gün içinde gerçekleştirmiştir.
İşte AKL-I KEMAL...
Atatürk, mecliste yapılan oylamada -oylamaya katılan- 158
milletvekilinin oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cum­
hurbaşkanı seçilmiştir.453
Anayasada yapılan değişikliklere göre 1. maddenin sonuna:
“ T ü r k iy e D e v le ti’n in h ü k ü m e t şek li c u m h u riy e ttir” hükmü ek­
lenmiş, 2. madde, “ T ü rk iy e D e v le t i’nin d in i İsla m dinidir. R e sm i
lisanı T ü r k ç e d ir ” biçiminde düzenlenmiştir. Böylece, cumhuri­
yeti “din dışı” görenlerin yapacakları cumhuriyet karşıtı propa­
gandanın önüne geçilmek istenmiştir. Anayasada cumhurbaşka-

453 age., s. 639.

222
nınm TBMM tarafından bir seçim dönemi için seçilmesine karar
verilmiştir. Dönemi biten cumhurbaşkanının yeniden seçilmesine
de olanak sağlanmıştır.
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı ola­
rak mecliste yaptığı ilk konuşmada şunları söylemiştir:
“ S a y g ıd e ğ e r a rk a d a şla r, d ü n y a ç a p ın d a ö n e m li ve o la ğ a ­
n ü stü o la y la r k a rş ıs ın d a sa y g ıd e ğ e r m ille tim iz in g erçek u y a ­
n ık lığ ın a ve şu u rlu lu ğ u n a d eğ erli b i r belge o la n ‘T eşk ila t-ı
E s a s iy e K a n u n u ’n u n b a zı m a d d e le rin i a ç ık lığ a k a v u ştu rm a k
iç in k u ru lm u ş o la n ö z e l k o m isy o n ta ra fın d a n y ü k se k k u r u lu ­
n u z a te k lif e d ile n k a n u n ta sa rısın ın k a b u lü d o la y ısıy la T ü r k i ­
y e D e v le ti’n in z a te n b ü tü n d ü n y a c a b ilin e n , b ilin m e si g erek en
ö zelliğ i, m ille tle ra ra sı a d ıy la a d la n d ır ıld ı. B u n u n d o ğ a l b ir
g ereğ i o lm a k ü ze re b u g ü n e k a d a r d o ğ ru d a n d o ğ ru y a M e c lis
B a ş k a n lığ ı’n d a b u lu n d u rd u ğ u m u z a rk a d a şın ız a y a p tırd ığ ım ız
b u g ö re v i C u m h u rb a ş k a n ı u n v a n ıy la y in e a y n ı a rk a d a şın ız a ,
b u a c iz a rk a d a şın ız a y ö n e ltiy o rs u n u z . B u m ü n a seb etle ş im d iy e
k a d a r h a k k ım d a g ö ste rd iğ in iz sevgi, sa m im iy e t ve g ü v e n i b ir
d efa d a h a g ö sterm e k le , y ü k se k d e ğ e rb ilirliğ in iz i is p a t etm iş
o lu y o rsu n u z . B u n d a n d o la y ı y ü c e k u r u lu n u z a g ö n lü m ü n b ü tü n
sa m im iy e ti ile te şe k k ü rle rim i su n a rım .
E fe n d ile r, a sırla rd a n b eri D o ğ u ’d a h a k sız lığ a ve z u lm e
u ğ ra m ış o la n m ille tim iz , T ü r k m ille ti g e rçe k te s o y d a n sa h ip
b u lu n d u ğ u y ü k se k ye te n e k le rd e n y o k s u n z a n n e d iliy o rd u . S o n
y ılla rd a m ille tim iz in fiili o la ra k g ö ste rd iğ i yeten ek , is tid a t ve
k a v ra y ış, k e n d i h a k k ın d a k ö tü d ü ş ü n e n le rin n e k a d a r g a fil ve
n e k a d a r g erçeğ i g ö rm e k te n u za k , g ö r ü n ü ş e a ld a n a n in s a n la r
o ld u ğ u n u p e k g ü z e l is p a t etti. M ille t im iz k e n d is in d e v a r o la n
ö ze llik le ri ve d eğ eri, h ü k ü m e tin y e n i a d ıy la , m e d e n iy e t d ü n ­
y a s ın a ç o k d a h a k o la y lık la g ö stere b ile ce k tir. T ü r k iy e C u m h u ­
riy e ti, d ü n y a d e v le tle ri a ra sın d a tu ttu ğ u y e re la y ık o ld u ğ u n u
eserleriyle is p a t ed eceklerd ir.
A rk a d a ş la r b u b ü y ü k eseri y a ra ta n T ü r k m illetin in so n d ö r t
y ıl için d e k a z a n d ığ ı zafer, b u n d a n s o n ra d a b irk a ç m isli o lm a k
ü zere k e n d in i gösterecektir. B e n d e n iz , k a z a n d ığ ım b u g ü v e n ve

223
itim a ta la yık olm a k iç in p e k ö n e m li g ö rd ü ğ ü m b ir n o k ta d a k i b ir
ih tiy a cı b ild irm e k m ecb u riy etin d e y im . O ih tiy a ç, y ü c e k u ru lu ­
m u z u n şa h sım a k a rşı g ö sterd iğ i sevgi, g ü v e n ve d esteğin d ev a m ı­
dır. A n c a k b u sa yed e ve T a n r ı’n ın y a rd ım ıy la b a n a v e rd iğ in iz ve­
receğ in iz g ö rev leri en iy i şek ild e ya p a b ile ce ğ im i ü m it ed iy o ru m .
D a im a sa y ın a rk a d a şla rım ın elle rin e ç o k s a m im i ve sık ı
b i r şe k ild e y a p ış a ra k k e n d im i o n la rın ş a h ıs la rın d a n b i r a n b ile
u z a k g ö rm e y e re k ça lışa ca ğ ım . D a im a m ille tin sev g i ve g ü v e n i­
n e d a y a n a ra k hep b irlik te ile ri g id e ce ğ iz. T ü r k iy e C u m h u r iy e ti,
m u tlu , b a şa rılı ve g a lip o la c a k tır
Cumhuriyeti gençliğinden beri inceden inceye planlayan, bu
planım hayata geçirmek için en uygun zamanı bekleyen, büyük
bir sabırla, çalışmayla ve akılla aşama aşama hareket ederek
cumhuriyeti ilan eden Atatürk, milletin temsilcilerinin karşısına
çıkıp, büyük bir tevazu, büyük bir hoşgörü ve büyük bir minnet­
le, adeta hiçbir şey yapmamış gibi konuşabilmiştir.
İşte AKL-I KEMAL budur...
Atatürk “ N u t u k ” t a Demokrasi Projesi’nin en önemli parça­
sı olan cumhuriyeti nasıl büyük bir dikkatle ve nasıl bir yöntem
ve stratejiyle ilan ettiğini şöyle anlatmıştır:
“ E fe n d ile r! S a lta n a t d e v rin d e n c u m h u riy e t d e v rin e g eçeb il­
m ek iç in h erk esin b ild iğ i ü zere g eçiş d ö n e m i y a şa d ık . B u d ö n e m ­
d e ik i a y n d ü şü n c e ve g ö rü ş b irb iriy le sü re k li o la ra k çarp ıştı.
O d ü şü n cele rd e n b iri sa lta n a t d e v rin in d eva m ettirilm esiy d i. B u
g ö rü şü n sa h ip leri b elliy d i. D iğ e r b ir d ü şü n c e sa lta n a t re jim in e
so n vererek c u m h u riy e t re jim in i k u rm a k tı. B u b izim d ü şü n ce-
m iz d i. B iz d ü şü n c e m iz i a ç ık ç a sö y lem e y i b a şla n g ıçta sa k ın ca lı
b u lu y o rd u k . A n c a k d ü ş ü n c e ve g ö rü şle rim iz i d a h a so n ra za m a n ı
g e ld iğ in d e u yg u la y a b ilm e k için , sa lta n a t ta ra fta rla rın ın g ö rü şle ­
r in i y a v a ş ya v a ş u yg u la m a a la n ın d a n u za k la ştırm a k m e c b u riy e ­
tin d e id ik . Y e n i k a n u n la r y a p ıld ık ç a , ö zellik le ‘T eşkila t-ı E s a s iy e
K a n u n u ’ y a p ılırk e n , sa lta n a t ta rafta rla rı, p a d işa h ve h a lifen in
h a k ve y e tk ile rin in a ç ık ç a b elirtilm esi iç in ıs r a r e d iy o rla rd ı. B iz
b u n u n z a m a n ı g elm ed iğ in i vey a g erek li o lm a d ığ ın ı söyleyerek, o
ta rafı g eçiştirm eye y a r a r g ö rü y o rd u k .

224
D e v le t id a re s in i, c u m h u riy e tte n s ö z e tm e k sizin , m illi ege­
m en lik ilk e le ri çe rçe v e sin d e h e r a n c u m h u riy e te d o ğ ru y ü r ü te n
re jim e tra fın d a y o ğ u n la ştırm a y a ç a lış ıy o rd u k .
B ü y ü k M i l l e t M e c lis i’n d e n d a h a b ü y ü k b ir m a ka m o lm a d ı­
ğ ın ı telk in d e ıs ra r ederek, sa lta n a t ve h ila f e t m a k a m la rı o lm a d a n
d a devleti id a re etm en in m ü m k ü n o la ca ğ ın ı isp a t etm ek la zım d ı.
D e v le t b a şk a n lığ ın d a n b a h se tm e k siz in o n u n g ö re v in i fiile n
m eclis b a şk a n ın a y a p tırıy o r d u k . U y g u la m a d a m eclis b a şk a n ı,
ik in c i b a şk a n d ı. H ü k ü m e t v a rd ı fa k a t B ü y ü k M i l l e t M e c lis i
a d ın ı ta şırd ı. K a b in e S iste m in e g e çm e k te n ç e k in iy o rd u k . Ç ü n ­
k ü sa lta n a tçıla r, h em en p a d iş a h ın y e t k is in i k u lla n m a sı g e re k ti­
ğ in i o rta y a a ta c a k la rd ı.
İşte g e ç iş d ö n e m in in b u m ü ca d e le s a h a sın d a b iz im k a b u l
ettirm ek m e c b u riy e tin d e b u lu n d u ğ u m u z o rta şek li, y a n i B ü y ü k
M i l l e t M e c lis i H ü k ü m e ti siste m in i h a k lı o la ra k y e te rsiz b u la n
ve m e şru tiy e t ş e k lin in a ç ık ç a b e lirtilm e s in i sa ğ la m a ya ç a lışa n
m u h a lifle rim iz , b ize itira z ed erek d iy o r la r d ı k i: ‘B u k u rm a k is ­
te d iğ in iz h ü k ü m e t şek li, n eye, h a n g i id a re y e b e n z iy o r? M a k s a t
ve h e d e fim iz i sö y le m e k iç in y ö n e ltile n b u tü rlü s o ru la ra b iz d e
z a m a n ın g ere ğ in e u y g u n c e v a p la r v erere k sa lta n a tç ıla rı s u s tu r ­
m a k z o ru n d a i d i k ,” 454
Atatürk, cumhuriyetin şifresini, cumhurbaşkanı seçilişinin
hemen ardından Fransız temsilcisi Mongin’in kutlamasına ver­
diği yanıtta şöyle ifade etmiştir: “ H ır p a la m a k , so n ra şa şırtm a k
iç in s a ld ırm a k ve b a şa rı k a z a n m a k .”455
İşte plan, program, strateji... İşte AKL-I KEMAL...

Neden 29 Ekim?
Cumhuriyetin ilan ediliş süreci kadar, ilan ediliş tarihinin de
bir anlamı, bir şifresi vardır. Atatürk, cumhuriyeti özellikle 29
Ekim’de ilan etmiştir. Bu tarihi bilinçli olarak seçmiştir. Atatürk,
cumhuriyetin ilanı için 29 Ekim tarihini seçerken, 30 Ekim ta­

454 age., s. 658, 659.


455 Turan, age., s. 412.

225
rihine bir gönderme yapmak, daha doğrusu emperyalizmden 30
Ekim’in “intikamını” almak istemiştir. Çünkü bilindiği gibi 30
Ekim 1918’de Anadolu’nun emperyalistlerce işgaline zemin hazır­
layan Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. Mondros Ateş­
kes Antlaşmasının Türk ulusunu nasıl bir ölüm kalım savaşının
içine sürüklediğini asla unutmayan Atatürk, imkânsızı başarıp,
Türk ulusunu emperyalizmin pençesinden kurtardıktan sonra bu
kurtuluşu cumhuriyetle taçlandırırken Mondros’u çağrıştıran 30
Ekim’in bir gün öncesinde, 29 Ekim’de cumhuriyeti ilan ederek
bir anlamda Mondros’un intikamını almıştır.
Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, Ekim 1925’te Fahrettin
Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiri olmuştur. Paşa, zih­
nini hep meşgul eden, cumhuriyetin niçin ve neden 29 Ekim’de
ilan edildiğini öğrenmek istemiştir.
Altay Paşa’ya kulak verelim:
“ A ta tü rk hep m a zlu m b ir m illet derdi. C u m h u riy e tin ilanın­
dan epey b ir süre geçm işti. B e n de, hep neden 2 9 E k im diye k en di
k en d im e sorm u şum d u r. B ir g ü n Ç a n k a y a ’da sofra dağıldıktan so n ­
ra, ‘Paşam benim d ik k a tim i çekm iştir. H e p d ü şü n d ü m . 3 0 E k im
1 9 1 8 g ü n ü m ütareke ilan edildi. A d a n a ’d a k i karargâhınızdan
B a şk e n t’e (İsta n b u l’a) verd iğ in iz şifreyi h a tırlıyo ru m . Şim d i ara­
dan zam an geçti, cu m h u riy etim izin ilanının 2 9 E k im gecesine gel­
m esi acaba b ir tesa d ü f m ü d ü r? Ü ç g ü n evvel, beş g ü n so n ra da
o la b ilird i,’ diye so rd u m .”
Bu soruya Atatürk şu yanıtı vermiştir:
“M ü ta r e k e n in ilk g ü n le r in i h a tırla rsın . S a r a y ve h ü k ü ­
m e t teslim iy eti k a b u l etm işti. H ü k ü m e t s a ra y ın , s a ra y d a İ t i l a f
D e v le tle ri’n in e lin in a ltın a g irm işti. S a ra y b u h a lin d e n m em ­
n u n d u . F a k a t, b en b u n u k a b u l ed e m e zd im . B u n a k a rşı k o y m a k ­
la b ir ç ık ış y o lu n u tem in ed e rek , b u m a zlu m m ille ti ta rih sa h ­
n e sin d e n silm e k , o rta d a n k a ld ırm a k iste y e n le re k a rşı h a rekete
g e çm ek iç in k e n d im i v a z ife li sa y m ıştım . D ü n y a d a tek b a şım ız a
id ik , fa k a t b en im in a n d ığ ım id ea le b en im le b e ra b e r o la n la r da
b a ğ la n d ıla r ve n etice h a s ıl o ld u . M ü ta r e k e 3 0 E k i m 1 9 1 8 ’d e
im z a la n m ıştı. V a ta n p a rç a la n m ış , istila y a u ğ ra m ıştı. P e k i, 3 0

226
E k im 1 9 1 8 ’d e n b iz im İ z m i r ’e g ir d iğ im iz ta rih o la n 9 E y l ü l
1 9 2 2 ’y e k a d a r k a ç y ı l g e ç ti? D ö r t y ıl. 2 9 E k i m 1 9 2 3 ’te C u m h u ­
riy e ti ila n ettik . İş te beş y ıla s ığ d ırd ığ ım ız b ü y ü k in k ılâ p , b iz im
y a ş a d ığ ım ız şa rtla ra d u ç a r o lm u ş, h a n g i m ille tin ta rih in d e v a r­
d ır ? B u m a z lu m m ille t k e n d is in in h a k k ı o la n y e re u la şm ıştır.
Ç e k tiğ im iz a c ıla rın , s ık ın tıla r ın en b ü y ü k m ü k a fa tı işte b u d u r.
B ü t ü n d ü n y a b u n u g ö rm ü ştü r. D a h a d a g ö re c e k le ri v a rd ır. B e n i
en ç o k m e su t ed e n h a d ise, b u m a z lu m m ille tin h a k ettiğ i b u
y e re g elm esid ir. S e n b e n im 3 0 E k i m 1 9 1 8 s o n ra sı g ü n le rd e k i
çek tiğ im a z a b ı b ilirsin . Y a n ım d a y d ın . M o n d r o s 3 0 E k i m ’dir.
C u m h u r iy e t 2 9 E k i m . İşte b u d a b ir m ille tin , m a zlu m b ir m ille ­
tin a h id ir. S a n ırım k i o z a m a n k i d e v le tle r b u n u a n la m ışla rd ır. ”
Atatürk bir an durup Fahrettin Altay Paşa’ya bakmış ve
sonra elini masanın üzerine vurarak şöyle demiştir:
“D e y in iz k i, b u ta rih ten s ilin m e k iste n ile n b ir m ille tin ö c ü ­
d ü r ...” Fahrettin Altay Paşa’nın, “A m a b u n d a n h iç b a h setm ed i­
niz, ” demesi üzerine Atatürk: “ Ö v ü n m e k olur, ö v ü n m e k b e n im ­
le b e ra b e r m e fk u re y e in a n a n la rın , m ille tin , o r d u n u n h a k k ıd ır, ”
demiştir.
Fahrettin Altay Paşa bu konuda şu yorumu yapmıştır:
"... C u m h u riy e tin ilanı ü ç g ü n ö n ce, ik i g ü n so n ra da o la ­
bilirdi. B a z ı a k ım la r va rd ı, o nlara k a rşı h a rek ete g eçm işti. A m a
d ik k a tim d en k a çm a ya n h u su s, m ü za k e rele rin b ir an evvel b it­
m esin i istem esiyd i. A d a n a ’d an İs t a n b u l’a verd iğ i şifred e y a n ın d a
b u lu n d u ğ u m için, m ü ta rek e k o şu lla rın a ola n şid d etli itirazını ve
o g ü n k ü a za b ın ı ç o k iyi b iliy o rd u m . ‘D iy e lim k i, bu b ir m illetin
ö c ü d ü r ’ sö z ü n d e n b ir n etice ç ık a ra b iliy o ru m , b elk i ik i n eticeyi
b ird e n elde etm ek istem işti. ”
Atatürk, cumhuriyetin ilan tarihini seçerken, dünyaya ve
Türkiye’ye bir kere daha AKL-I KEMAL’İ göstermiştir.

Bir Tek O Başarabildi


Kurtuluş Savaşı’nda, “B iz ( ...) tü m u lu s o la ra k b iz i m a h ­
vetm ek isteyen e m p e ry a lizm e k a rşı ve b iz i y u tm a k istey en k a ­

227
p ita liz m e k a rşı b ü tü n u lu s ç a m ü ca d e le etm ey i g e re k li g ö re n b ir
m esleğ i ta k ip ed en i n s a n l a r ı z diyerek emperyalizmi ve yerli
iş­
birlikçilerini bozguna uğratan Atatürk, emperyalizme asıl büyük
darbeyi 1923’te cumhuriyeti ilan ederek vurmuştur. Bir anlamda
adeta emperyalizmin ezberini bozmuştur. Daima kontrol edebi­
leceği kişiler, krallar, şahlar, sultanlar, padişahlar arayan emper­
yalizm, Türkiye’de kendisine karşı kazanılan bir zaferden son­
ra padişahlığın yıkılıp “egemenliğin ulusun eline geçmesinden”
fena halde rahatsız olmuştur. Çünkü emperyalizm, bir milleti
kontrol etmektense bir adamı kontrol etmenin çok daha kolay
olduğunu tarihi tecrübelerle görmüştür. Bu nedenle her seferinde
ulusal egemenliği, cumhuriyeti daha doğmadan boğmanın yolla­
rını aramıştır.
Örneğin 1913’te Batı Trakya’da kurulan Batı Trakya Cum­
huriyeti sadece 3 ay, 1918’de Bakü’de kurulan Azerbaycan Cum­
huriyeti Devleti sadece 23 ay ve 1919’da Kars’ta kurulan Güney­
batı Kafkas Cumhuriyeti de sadece 18 gün sonra emperyalizm
tarafından yerle bir edilmiştir.
Bugün hâlâ emperyalizmin pençesinden kurtulamayan İs­
lam dünyasında tek adamlar, diktatörler ya da göstermelik cum­
huriyetler hüküm sürmektedir.
1920’lerde Türkiye ile eşzamanlı olarak dünyanın başka
yerlerinde de emperyalizme başkaldıran uluslar vardır. Örneğin
1920’lerde Hindistan, Mısır, İrlanda gibi ülkeler de emperyaliz­
me karşı bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Ancak emperyalizm bu
ülkelerin hiçbirinde cumhuriyet ilan edilmesine izin vermemiştir.
İrlanda da İngiliz emperyalizmine başkaldıran Michael Col-
lins bağımsızlık mücadelesi sonrasında cumhuriyeti ilan etmeyi
başaramamıştır. 1922 yılında Michael Collins’e, neden cumhuri­
yeti ilan etmediğini sorduklarında verdiği yanıt çok anlamlıdır:
“ İn g iliz le r izin v e rm e d i !”
1925 yılında İran’da Rıza Şah cumhuriyet ilan etmek istemiş,
ancak İngilizler ona da izin vermemişlerdir. Atatürk, İran’da cum­
huriyetin ilan edilmesine yardım etmek istemiş, bu amaçla Tah-
ran’daki Türkiye Büyükelçisi Memduh Şevket Esendal’a gerekli

228
talimatları vermiştir. Neden cumhuriyeti ilan edemediğini soran
Memduh Şevket Esendal’a Rıza Şah: “ N e zam an bu ya b ancılar
bizi serb est b ıra k a ca k la r!” diye imalı bir yanıt vermiştir.456
İrlanda’da Michael Collins’in ve İran’da Rıza Şah’ın yapa­
madığım Türkiye’de Atatürk yapmış, 1923’te Anadolu’nun gö­
beğinde, Ankara’da dosta düşmana göstere göstere cumhuriyeti
ilan etmiştir.
1923’te ilan edilen o cumhuriyet, bütün iç ve dış saldırılara
rağmen, dünya tarihindeki tek kesintisiz cumhuriyet olarak, 89
yıldır hâlâ dimdik ayaktadır.
İşte Atatürk mucizesi budur...

Atatürk’ün En Büyük Eseri


Atatürk, “ T ü r k m ille tin in d o ğ a sın a v e â d e tle rin e en u y g u n
olduğunu belirt­
o la n y ö n e tim b iç im in in c u m h u r iy e t y ö n e t im i”
miştir.457 Montesquieu’dan esinlenerek cumhuriyetin “fazilet”
olduğunu söylemiştir. 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu zi­
yaretinde cumhuriyeti şöyle tanımlamıştır: “ C u m h u r iy e t, a h la k
e rd e m liliğ in e d a y a n a n b ir y ö n e tim d ir. C u m h u r iy e t erd em d ir.
S u lta n lık , k o rk u v e te h d id e d a y a n a n b i r y ö n e tim d ir. C u m h u r i­
y e t y ö n e tim i e rd e m li v e n a m u slu in s a n la r y e tiştirir.”
Kendi elyazıyla yazıp Afet İnan’a verdiği notta cumhuriye­
te verdiği önemi şöyle ifade etmiştir: “ B e n im iç in tek b ir h e d e f
v a r d ır: C u m h u r iy e t h ed efi. B u h ed efe u la şm a k iç in b e lirli y o l ­
d a y ü rü y e n a rk a d a şla rın b a şa rılı o lm a sı iç in g irişile c e k d o ğ ­
ru y o ld a ç o k ç a lışm a k ve ç a lış k a n o lm a k la zım d ır. A r k a d a ş la r
b en d en iltim a s b eklem em elid ir. H e p in iz b e n im n a z a rım d a k ıy ­
m etli, y ü k se k k a rd e şle rsin iz . A m m a h e p in iz e g ö ste rd iğ im h ed ef,
y ü c e k u ts a l b i r hedeftir. H e p in iz o ra y a y ö n e lm iş sin iz . H a n g in iz
d a h a g ü z e l çiz g ile rle o ra y a v a rırs a n ız , o n u elle rim ç a tla y ın c a y a
k a d a r ç a rp a ra k t a k d ir ed eceğ im .”458

456 Turan, age., s. 416.


457 Kocatürk, age., s. 71.
458 Turan, age., s. 413.

229
1923 yılında cumhuriyetin düşünce özgürlüğüne taraftar
olduğunu belirtmiştir: “ C u m h u r iy e t d ü ş ü n c e ö z g ü rlü ğ ü ta ra f­
ta n d ır. S a m im i v e m e şru o lm a k şa rtıy la h e r fik r e sa y g ı d u y a n z .
H e r d ü ş ü n c e b iz c e d eğ erlid ir. Y a ln ız k a rş ım ız d a k ile rin in sa flı
o lm a sı la z ım d ır .”459
Atatürk, cumhuriyeti “en büyük eseri” olarak adlandırmıştır.
“B e n im n a ç iz v ü c u d u m elb et b ir g ü n to p ra k o la ca ktır, a m a T ü r ­
diyen; Erzurum’da
k iy e C u m h u riy e ti ileleb et p a y id a r k a la ca k tır,”
bir caddeye kendi adının verilmesini isteyenlere, bu caddeye
“ C u m h u riy e t C a d d e si a d ın ın v erilm esin in ç o k d a h a d o ğ ru o la ­
c a ğ ın ı” belirten;460 30 Ağustos 1924’te Büyük Taarruz’un ikinci
yıldönümünde yaptığı konuşmada gençlere, “ E y y ü k se le n y e n i
n e sil! G e le c e k sizin d ir. C u m h u r iy e ti b iz k u rd u k , o n u yü celtecek
v e sü rd ü recek s iz s in iz ,” diye seslenen ve “ N u t u k ” un sonundaki
Gençliğe Hitabe’yi, .. İşte b u a h v a l ve şe ra it iç in d e d a h i vazifen
diye bitiren Ata­
T ü r k istik la l ve c u m h u riy e tin i k u r t a r m a k t ır ...”
türk için cumhuriyet, gerçekten de çok özel ve çok önemlidir. Ata­
türk için cumhuriyet, sadece bir rejim değil, özgürleşmenin, iler­
lemenin, çağdaşlaşmanın; kısacası yeni Türkiye’nin ta kendisidir.
Şu sözler Atatürk’e aittir:
“C u m h u r iy e t im k â n d em ektir. C u m h u r iy e t y a ln ız c a a d ıy la
b ile k iş i ö z g ü rlü ğ ü n ü a şıla y a n s ih ir li b ir a şıd ır. G ö r ü le c e k t ir k i,
c u m h u r iy e t im k â n la n o la n h e r ü lke, ö z g ü rlü k d a v a s ın d a e r g eç
b a ş a n lı ola ca ktır. C u m h u r iy e t k e n d isin e b a ğ lı o la n la rı en ileri
z irv e le re g ö tü re n im k â n la n verir. B a ğ ım sız lık v e ö z g ü rlü k le rin e
s a h ip o la n m ille tle r ilerle m e y o lu n d a im k â n la ra sa h ip d e m e k ­
tirler. O h a ld e c u m h u riy e t h e r a la n d a ile rle m e n in d e en b elirg in
tem in a tıd ır. C u m h u riy e ti b u a n la m ıy la ve b u k a p sa m ıy la a n la ­
m a k la zım d ır .”461

459 Kocatürk, age., s. 70.


460 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 12, s. 63.
461 Kocatürk, age., s. 70.

230
Cumhuriyet’in Taslak Çalışmaları
Atatürk’ün Demokrasi Projesi derken, “ C a n ım b ö yle p r o ­
je m i o lu r! P ro je d ed iğ in hesaplı, kita p lı, çizim li, resim li, şek illi
diyenler de çıkacaktır haliyle!
o lu r ! ”
Aslında Atatürk’ün Demokrasi Projesi’ni, gençliğinden beri
nasıl planlı ve programlı bir şekilde adım adım düşünceden uy­
gulamaya geçirdiğini gördük. Şimdi de illa çizimli, hesaplı, ki­
taplı gerçek bir proje görmek isteyenlere bir belge sunalım.
Atatürk 1923’te, cumhuriyetin ilanından hemen önce, İsma­
il Hakkı Babanzade’nin “H u k u k - u E s a s iy e ” (Anayasa Hukuku)
adlı kitabını okumuştur. Çankaya Köşkü Kütüphanesinde 620
numarada yer alan bu kitap, Atatürk’ü derinden etkilemiştir.
Atatürk bu kitabı okurken, cumhuriyetten ve demokrasiden söz
edilen yerlerin altını çizmiş, sayfa kenarlarına bazı notlar almış
ve en önemlisi de bir sayfa kenarına çok çarpıcı bir hesap yap­
mıştır.462
Atatürk, bu kitapta özellikle Montesquieu’nun cumhuri­
yet konusundaki görüşleriyle ilgilenmiştir. Örneğin Atatürk,
Babanzade’nin kitabının 115. sayfasındaki bu cümleleri işaret­
lemiştir (altını çizmiştir).
“ M o n te s q u ie u ’n u n h ü k ü m e t şek ille rin e ilişk in ola ra k o rtaya
k o y d u ğ u k u ra l ş u d u r: K a v im le r başlangıçta b ir tek k işin in g ü c ü ­
ne bağlıydılar, k i b u n a d esp o tizm denir. D a h a son ra la rı y a ln ız
k e n d i ya p tık la rı yasaya uyarlar, k i b u n a c u m h u riy e t denir. ”
Atatürk, kitabın 119. sayfasındaki şu cümlenin ise hem altı­
nı çizmiş ve hem de yanına bir çarpı (x) işareti koymuştur (ki bu
durum Atatürk’ün bu cümleyi çok önemsediğine işarettir):
“ C u m h u riy e t ve d em o k ra sileri yaşatan siya sa l fa zilettir
Nitekim, Atatürk’ün “ c u m h u r iy e t fa z ile ttir ” ifadesinin kaynağı
Montesquieu’nun işte bu cümlesidir.
Atatürk, kitabın yine 119. sayfasındaki, “ B ir d evletin başta­
k i y ö n eticile rin in çoğ u n a m u ssu z o lsu n da aşağı tabakada b u lu ­
n an la r iyi a dam olsunlar, bu g ü ç t ü r ve 25. sayfasındaki, “A n a ­

462 Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, C 8, s. 193-326.

231
yasa, h u k u k k u ra m la rın a b ü tü n ü y le u ya b ilm ek için b ir ulusa l
” cümlelerinin de altını çizmiştir.
m eclisten çık m ış olm alıdır.
Atatürk, bu paragrafın hemen yanma kendi elyazısıyla şöyle
bir hesap yapmıştır:
“ 1 9 2 3 -1 7 8 9 = 1 3 4 ”
Bilindiği gibi 1923 cumhuriyetin ilan tarihi, 1789 Fransız İh-
tilali’nin (Fransa’da cumhuriyetin ilan edilişinin) tarihidir. Yani Ata­
türk, cumhuriyet konusunda, Türkiye’nin Fransa’nın (Batı’nın) tam
134 yıl gerisinde kaldığını hesaplamıştır. Dile kolay! Tam 134 yıl!..
Neredeyse bir buçuk asır...
Atatürk, aynı kitaptaki “özgürlüğe” ve “demokrasiye” vur­
gu yapılan satırlarla da ilgilenmiştir. Örneğin 172. sayfadaki,
“ Z o r b a h ükü m etler, ne şek ild e o lursa o lsu n la r p a y id a r olam az,
a ya k ta kalam azlar. Ö z g ü r b ir ü lk e d e ise yasalara u y m a k k o ş u ­
luyla, h ü k ü m e tin b u y ru k la rın ı eleştirm ek d e k ın a m a k da caiz­
dir. ”
cümlelerini önemli bularak altını çizmiştir.
Atatürk’ün, kitabın 109. sayfasında altını çizdiği şu cümle,
onun nasıl bir demokrasi anlayışına sahip olduğunu göstermesi
bakımından önemlidir:
“ Ö z g ü rlü k sın ırla rı ne k a d a r geniş tu tu lu rsa , h ü k ü m e t o ö l­
ç ü d e sağlam olur. ”
1920’lerin dünyasında, özgürlüğün ve demokrasinin öne­
mine işaret eden bu tür cümlelerin altını çizip bu düşünceleri
kendisine ve ulusuna rehber edinebilecek Atatürk’ten başka kaç
lider vardır acaba?
İşte hesaplı, kitaplı, çizimli biçimiyle Atatürk’ün Demokrasi
Projesi’nden bir bölüm...

Türk Demokratik Devrimi


Atatürk’ün bağımsızlık ile birlikte en büyük aşkı demok­
rasidir. Bütün hayatı demokrasi mücadelesiyle geçen Atatürk,
özellikle Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki çağdaşlaşma hareketi
sırasında yapıp ettikleriyle Türkiye’yi demokratikleştirmek için
çok büyük çaba harcamıştır.

232
Türk Devrimi’nin mimarı Atatürk 1924 yılında, Türk Dev-
rimi’nin demokratik karakterini şöyle vurgulamıştır: “ B ü y ü k ,
ö n e m li b i r in k ılâ p o ld u . B u in k ılâ p , m ille tin g ü v e n liğ i a d ın a ,
h a k a d ın a y a p ıld ı. M ille t im iz d e m o k ra tik b i r h ü k ü m e t k u ra ra k
d ü şm a n o rd u la rın ı y o k etti. ”463
Attilâ İlhan, Türk Devrimi’ni “ d e m o k ra tik d e v rim ” olarak
adlandırmıştır.464 Gerçekten de emperyalizme ve yerli işbirlikçisi
halife/sulatana karşı verilen Türk Kurtuluş Savaşı ve sonrasın­
daki çağdaşlaşma hareketini en iyi anlatan kavram “demokratik
devrim” olsa gerek.
Atatürk’ün öncülük ettiği demokratik devrimi ayrıntılı ola­
rak gözler önüne sermeden önce kısa bir özet yapalım:
Atatürk, gençliğinde askeri okullarda, arkadaşlarına yaptı­
ğı konuşmalarda ve çıkardığı okul gazetesinde saltanatı eleştirip
ulusal egemenlikten söz etmiştir.
Askerliğe ilk adımım attığı yıllarda Suriye’de “ Vatan ve
H ü r riy e t C e m iy e ti” ni kurarak ve Selanik’te İttihat ve Terakki’ye
katılarak istibdat düzenine karşı özgürlük mücadelesi vermiştir.
Ordu ile siyasetin birbirinden ayrılmasını istemiş, isteği red­
dedilince İttihat ve Terakki’den ayrılmıştır.
Kurtuluş Savaşı boyunca cumhuriyeti “vicdanında bir milli
sır” olarak saklayıp her adımında “ulusal egemenliğe” vurgu ya­
parak kulakları ve kafaları yavaş yavaş cumhuriyete hazırlamıştır.
Şöyle ki:
• Amasya Genelgesi’nde, “ V a ta n ın b ü tü n lü ğ ü n ü ve m ille tin
b a ğ ım sız lığ ın ı y in e m ille tin a z m i ve k a r a n k u rta ra c a k tır, ”
diyerek ulusal egemenliğe vurgu yapmıştır.
• Erzurum Kongresi’nde, “M i l l i ir a d e y i e tk in m illi k u v v e tle ri
h â k im k ılm a k esastır , ” diyerek yine ulusal egemenliğe vurgu
yapmıştır.
• Sivas Kongresi’nde, “M i l l i M e c lis to p la n m a lıd ır ” kararıyla
bir kere daha ulusal egemenliğe vurgu yapmıştır.

463 Kocatürk, age., s. 71.


464 İlhan, age., s. 223.

233
• İşgal altındaki Anadolu’nun orta yerinde Ankara’da halkın
temsilcilerinden oluşan TBMM’yi toplayarak ulusal ege­
menliği gerçekleştirmiştir.
• “M e c lis in a m a c ı eg em en liğ i m illete v erm ek tir, ” diyen Halk­
çılık Programı’m TBMM’ye sunarak Cumhuriyetçiliği ve
Halkçılığı devletin temellerine yerleştirmiştir.
• 1921 Anayasası’na “E g e m e n lik k a y ıtsız şa rtsız m ille tin d ir ”
maddesini koydurarak cumhuriyetin altyapısını hazırlamıştır.
• Saltanatı kaldırarak monarşik düzene son verip ulusal ege­
menliğin önündeki en büyük engeli ortadan kaldırmıştır.
Cumhuriyeti ilan ederek demokrasi yolundaki en güçlü
adımlardan birini atmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi’ni kurup toplumu siyasal katılıma,
demokrasiye hazırlamıştır.
Halifeliği kaldırarak dinsel kaynaklı kişi otoritesine son ver­
miştir.
Serbest Cumhuriyet Fırkası’m kurarak, çok partili demok­
rasi denemesi yapmıştır.465
Kadınlara sosyal ve siyasal haklar vererek kadını hem top­
lumsal hayatta özgür kılmış hem de siyasal katılımcı yapmıştır.
Devrimleriyle ve ilkeleriyle kuldan birey, ümmetten millet
yaratmıştır...
Prof. Dr. Halil İnalcık, Atatürk’ün bu başarısını şöyle ifa­
de etmiştir: “A ra p ü lkelerin d e, M ısır, Ir a k ve S u r iy e ’de dar­
be h a reketleriyle iş başına gelen a sk eri b ü ro k ra sile r genellikle
A ta tü rk ö rn eğ in i b en im sem ek le beraber, d e v rim i h a lk egem en­
liği çerçevesin d e, d e m o k ra tik k u ru m la r tem eline o tu rta m a m ış­
lardır. T ü r k iy e ’n in b aşarısı buradadır. S e rb e st seçim le r b un u
kan ıtlam a kta d ır. ”466
Atatürk yönetimde, eğitimde, ekonomide, hukukta demok­
rasiyi egemen kılarak her yönüyle demokratik bir toplum ya­

465 Atatürk, eski arkadaşı ve Paris Büyükelçisi Fethi Okyar’a kurdurduğu bu par­
tiyi, rejim karşıtı mürtecilerin partiye sızmaları ve bu sırada patlak veren gerici
Menemen Olayı nedeniyle kapatmak zorunda kalmıştır.
466 İnalcık, age., s. 34.

234
ratmak istemiştir. Bunu yaparken asırların baskıcı zihniyetlerini;
monarşinin (siyasal baskı) ve teokrasinin (dinsel baskı) gücünü
kırarak işe başlamıştır. Cumhuriyetçilik ve Laiklik ilkeleri bu
bakımdan çok önemlidir. Çünkü Cumhuriyetçilikle monarşinin,
Laiklikle teokrasinin gücü kırılmıştır.
Atatürk’ün yaptığı devrimler, “ T ü r k erk eğ in e ‘Ş a p k a g iy e ­
m ezsin ! ’, T ü r k kad ın ın a , ‘S a çın ın telini ya da elini, k o lu n u , g ö z ü ­
n ü g ö ste re m e z sin !’, T ü r k insanına, ‘T iy a tro ya p a m a zsın ! M ü z ik ,
resim , h ey k e l g ü n a h tır!’ d iyen, A ra p ç a y ı ve A ra p ya zısın ı k u tsa l­
m ış g ib i g ö stere n z o rb a kafa y a p ısın ı y ık m a y ı o la na k lı kılm ıştır.
T ü r k h a lk ın ın kafasını, yazıda, d ilde, b ez p a rça sın d a , resim d e,
y o n tu d a ... b ü y ü lü b ir etk i o la b ilirm iş d iyen ilkel a nlayıştan k u r ­
tarıp ö zg ü rleştirm iştir. ”4674
68
“ T ek k e , tü rb e, za viye ve ta rik a tla r g ib i o rtaça ğ k alın tısı
b a skıcı, in sa n ları yu rtta ş değil, ik tid a r sa h ip lerin in b ir b u y ru ­
ğ un a sorg u la m a sız b o y u n eğecek u y ru k la r ola ra k k o şu lla n d ıra n
k u ru m la r kap a tıldı. Şeyh , m ü rit, m en su p , çelebi, halife, n a k ip ,
falcı, b ü y ü cü g ib i san la rın anlattığı etk in lik lerd e b u lu n u lm a sı
ya sa kla n dı. T ü r k d e v rim i ya ln ızca bilim d ışı, b a sk ıcı d ü şü n c e y i
orta d a n k a ld ırm a k , v icd a n la rı b a sk ı ve sö m ü rü d e n k u rta rm a k ,
to p lu m u ö zg ü rleştirm e k istiy o rd u . ”46S
Atatürk’ün birbirini tamamlayan devrimleri ve Cumhuriyet­
çilik, Halkçılık, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik
ilkeleri, dinsel baskının yerine özgür aklı egemen kılmıştır. Nite­
kim demokrasinin ilk kuralı, her şeyden önce aklın özgürleşme­
sidir. Demokrasi düşünce özgürlüğüyle başlar.
Atatürk, Erzurum Kongresi’nde “düşünce özgürlüğü”nden
şöyle söz etmiştir: “ Ü lkem iz b a y ın d ırlık b a k ım ın d a n old u ğ u kadar,
u lu su m u z da d ü şü n ce özgürlüğü b a k ım ın d a n , b ü tü n d ü n y a d a k i
ilerlem e ve gelişm elerle k ıy a sla n ın ca b ira z d eğ il ç o k gerid ir.”469
Aralık 1923’te şöyle demiştir: “ C u m h u r iy e t ö zg ü r d ü şü n ce

467 Ozankaya, age., s. 20.


468 age., s. 174, 175.
469 Akarsu, age., s. 35.

235
ta ra fta n d ır. S a n tim i v e y a s a l o lm a k şa rtıy la h e r d ü ş ü n c e y e h ü r ­
m e t ed e riz. H e r k a n a a t b iz c e d e ğ e r lid ir .”
Ocak 1923’te İzmit basın toplantısında da şunları söylemiştir:
“ H ü k ü m e tin d ü şü n d ü ğ ü g ib i d ü şü n m e ye h iç k im se n in m ec­
b u riy e ti yok tu r. G e rçe k ö zg ü rlü ğ ü n o ld u ğ u b ir ü lk e d e v ic d a n ö z ­
g ü rlü ğ ü v a r d ır ... ” 47(l
Şu sözler de Atatürk’e aittir: “ Ö z g ü rlü k te n d o ğ a n b u n a lım ­
la r n e k a d a r b ü y ü k o lu rs a o lsu n la r, h iç b ir z a m a n fa z la b a s­
k ın ın sa ğ la ya ca ğ ı sa h te g ü v e n lik te n d a h a te h lik e li d e ğ ild ir.” 4
471
0
7
Bedia Akarsu’nun, Atatürk’ün özgürlük ve demokrasi mü­
cadelesi hakkındaki şu değerlendirmeleri önemlidir:
“ A ta tü rk d ü şü n c e sin in tem el ilk esin in ö zg ü rlü k ve bağım ­
sızlık o ld u ğ u n u b iliy o ru z. Ö z g ü rlü ğ ü tam a n la m ıyla sağlayan
d ev let b içim i de h iç k u ş k u s u z d em o kra sid ir. A t a t ü r k ’ü n k u rd u ğ u
C u m h u riy e t’in ik i tem el ilk e si v a rd ır: 1. B ilim se l d ü şü n c e yapısı,
2. D e m o k ra tik y ö n e tim = U lu sa l egem enlik. B u ik isin in de tem e­
lin d e ö zg ü rlü k var. B ilim y o l g ö sterici ola ra k k a b u l ed ilm iştir.
A ra ştırm a , denetlem e, d ü zeltm e b ilim in en ö n e m li nitelikleridir.
B ilim k esin k o n u şm a z, b o y u n a ye n id e n araştırır, düzeltir. A yn ı
d u ru m to p lu m ola yla rı için de g eçerlid ir; d eğ işm ez yasaları y o k ­
tur. O la y la rın g id işin e g ö re to p lu m sa l d u ru m la r in celen erek za­
m ana ve g idişe g ö re y e n i k o şu lla ra u yg u n y e n i ya sa la r yapılabilir.
B u n u da a n ca k b irey lerin ö zg ü r istençleriyle seçtiğ i tem silciler­
d en k u ru lu ola n m eclis yapar. (...)
U lu su n egem en o ld u ğ u b ir to p lu m d a in sa n la r k u l o lm aktan
çık m ış, b irer yu rtta ş, b ire r b irey olm uşlardır. B ire y o lm a k h içb ir
o to ritey e bağlı olm a d a n k a ra rla rım k e n d i vereb ilm ektir. K e n d i
a klı, k e n d i g ö rg ü leriyle, k e n d i d en ey im leriyle k a ra r vereb ilen in ­
san la rın o lu ştu rd u ğ u b ir to p lu m ya ra tm ak istiy o rd u A ta tü rk de.
B a tı k ü ltü rü n e yö n elişi d e b u n u n la bağlı idi. B a tı k ü ltü rü n ü n
b elli b ir d ü zeye g elm esin i sağlayan B a tılı d ü şü n c e n in tem elleri,
k a y n a k la rı B a tı’ya tem el o lm u ş d ü şü n ü ş b içim iy d i. O da a kim
k ıla v u zlu ğ u n d a bilim sel d ü şü n ü ştü r. U ygarlığa v a rm a n ın başka

470 Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 60.


471 Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, s. 306.

236
y o lu y o k tu . B a t ı’da ö zg ü rlü k D o ğ u ’da alın ya zısı egem endi. B iz
bu alın ya zısın ı silm e k , egem enliği elim ize a lm ak z o ru n d a y d ık .
B u da in sa n la rım ızın k u l o lm a k ta n çık ıp b irey olm ası, yu rtta ş
olm ası, daha k esin d eyişle ö zg ü r b ire r y u rtta ş olm asın ı g e re k ti­
riy o rd u . B u da a n ca k laik eğitim le g erçek leşeb ilird i. E ğ itilm e m iş
b ir halk b irey olm a m a k la sü rü d u ru m u n d a kalır. B a şk a la rı y ö n e ­
tir on u . B a şk a la rı tarafın dan y ö n etilen in sa n ın so ru m lu lu ğ u da
y o k tu r. Ö z g ü r olm a ya n so ru m lu da o lm az, b a şk a la rın ın b u y ru -
ğ undadır. O n u n yerin e başkaları d ü şü n m ü ş, eylem leri ba şkala rı
ta rafın da n b elirlen m iştir. ”472
Atatürk, bütün bir Kurtuluş Savaşı’nı “önce meclis” ilkesi
doğrultusunda, meclis kararlarıyla yürütmüştür. Tüm devrimle-
rini -meclisi ikna yöntemini kullanarak- meclisin onayıyla haya­
ta geçirmiştir. Falih Rıfkı Atay’ın anlattığına göre bir defasında
oya sunduğu bir önerge kabul edilmeyince, “L ü t fe n e lle rin iz i
in d ir ir m is in iz ? G a lib a iy i iz a h e d e m e d im !” diyerek konuyu
açıklamaya devam etmiştir.473 Atatürk, meclise başkanlık yap­
madığı zamanlarda milletvekillerinin arasında rasgele bir yere
oturup konuşacağı zaman sıradan bir milletvekili gibi söz isteye­
rek ya kürsüye çıkmış ya da oturduğu yerde ayağa kalkarak ko­
nuşmuştur.474 Asla meclisin üstünde bir otorite gibi görünmemiş-
tir. Devrimler mecliste uzun uzun tartışılarak kabul edilmiştir.
Atatürk’ün temel ilkesi, “ulusal egemenlik” ve “yasallık” olmuş­
tur. “ H iç b ir şey i ‘ben y a p tım ! ’ d em ed i. H e r şey i T ü r k iy e B ü y ü k
M ille t M e c lis i’ne y a p tırd ı .”475 Atatürk, meclis konuşmalarında
yanlış anlaşılır diye “m illetim ” ifadesini kullanmaktan bile ka­
çınmıştır. Bir arkadaşının bu konudaki ısrarı üzerine, “ S e n b u
m eclisi b ilm e z sin , m ille tin k e lim e sin d e n ‘m ille t o n u n m u ’ a n la ­
m ı ç ı k a r ı r ” demiştir.476 Atatürk, ulusal egemenliğe, meclis irade­

472 Akarsu, age., s. 109, 110.


473 Sabahattin Özel, Büyük Milletin Evladı ve Hizmetkârı Atatürk ve Atatürkçü­
lük, İstanbul, 2006, s. 85.
474 Tevfik Rüştü Araş, Vatan gazetesi, 21 Temmuz 1944; Özel, age., s. 108.
475 Ozankaya, age., s. 137, 138.
476 İsmail Habip Sevük, Atatürk İçin, Ankara, 1981, s. 54; Niyazi Ahmet Banoğlu,
Nükte, Fıkra, Çizgilerle Atatürk, İkinci kitap, Yeni Tarih Dünyası Özel Sayısı,

237
sine verdiği önemi bir keresinde Enver Behnan Şapolyo’ya şöyle
ifade etmiştir: “B e n m em le k ette u y g u la m a k iste d iğ im h e rh a n ­
g i b i r f ik r i ö n c e k o n g re le r to p la y a ra k , o n la rla k o n u şa ra k , b u
f ik irle ri o n la rd a n a ld ığ ım y e tk iy e d a y a n a ra k u y g u la d ım . İşte
E r z u r u m , S iv a s k o n g re le ri, işte B ü y ü k M i l l e t M e c lis i, b u n u n en
c a n lı ifa d e le rid ir.” 477
Dünyada, 1920’de sadece 35 anayasal ve seçilmiş hükümet
varken, bu sayı 1938’de 17’ye düşmüştür. Bolşevizm, nazizm ve
faşizmin yükselmeye başladığı 1920’lerin 1930’larm dünyasın­
da demokrasiler büyük darbe yemiştir. 1918-1920 arasında 2,
1920’lerde 6, 1930’larda 9 ve 1939-1946 arasında Alman işgali
altındaki 5 Avrupa ülkesinde yasama meclislerine son verilmiş­
tir. İki dünya savaşı arasında (1918-1939) meclisleri açık olan ve
demokratik kurumlan bir şekilde işleyen ülke sayısı Avrupa’da
5 ve Amerika’da 5 olmak üzere toplam 10 ülkedir.478 1944’te
ise tüm dünyadaki 64 ülkenin sadece 12’si meclise ve anayasal
düzene sahip, demokrat olarak adlandırılabilecek ülkelerdir.479
Avrupa’da meclislerin kapatıldığı 1920’lerde Türkiye’de, hem
de bir ölüm kalım savaşının tam ortasında, bir meclis açılmıştır.
Türkiye, I. ve II. Dünya Savaşı arasında meclisini kapatmayan -da­
ha doğrusu silah zoruyla kapatılan meclisinin yerine yeni bir halk
meclisi açan- dünyadaki 10 ülkeden biridir. II. Dünya Savaşı’nda
meclislerin kapatılıp, anayasaların rafa kaldırıldığı, Nazi, faşist ve
komünist diktatörlüklerin tüm Avrupa’yı ve dünyayı kasıp kavur­
duğu bir ortamda, Türkiye, meclise ve anayasaya sahip dünyadaki
12 ülkeden biridir. Türkiye’nin sadece iki yıl sonra çok partili ha­
yata (1946), altı yıl sonra da demokrasiye (1950) geçmesinin sırrı
işte Atatürk’ün bu meclis aşkında gizlidir.
Ulusal egemenliğin ve laikliğin bir gereği olmak üzere salta­
nat ve halifelik kaldırılmış, Osmanlı hanedanı yurtdışına sürgün

İstanbul, 1954, s. 14, 15; Özel, age., s. 85.


477 Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İstanbul, 1958, s.
304; Kocatürk, age., s. 260.
478 Bunlar, İngiltere, Finlandiya, İrlanda, İsveç, İsviçre, Kanada Kolombiya, Kosta
Rika, ABD ve Uruguay’dır.
479 Fabio L. Grassi, Atatürk, çev. Eren Yücesan Cenday, İstanbul, 2009, s. 9.

238
edilmiş, Erkân-ı Harbiye Umumiye Vekâleti kaldırılmış ve ko­
mutanların milletvekili olması engellenmiştir. Böylece hem dinin
hem de ordunun siyasetle ilişkisine son verilmiştir.480 Prof. Dr.
Halil İnalcık’ın ifadesiyle, “A r tık d evletin sah ib i, efend isi h a ­
nedan veya halife değildir. T ü r k b irey leri tebaa değil, eşit va ­
tandaştırlar. E g e m e n lik h a k k ım T a n r ı’d an alan ve ya ln ız T a n rı
ö n ü n d e so ru m lu ola n p a d işa h lık b ir daha g eri g elm em ek ü zere
g itm iştir.” 481İnsanlar kulluktan kurtarılıp din, mezhep, ırk ve
cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin özgür birey yapılmıştır. Böylece
güdümlü kulların oluşturduğu bir ümmetten, özgür bireylerin
oluşturduğu bir ulus yaratılmıştır.
Dinsel baskıyı kırmak için laiklik, devlete temel yapılmıştır.
Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması ile siyasi hayat; medresele­
rin kapatılması, ‘T ev h id -i T ed risa t K a n u n u n u n kabulü ve çağdaş
okulların açılması ile eğitim öğretim hayatı; tekke ve zaviyelerin,
türbelerin kapatılması, dinsel hukukun yerine çağdaş hukukun
kabul edilmesi ile de toplumsal hayat laikleştirilmiştir. 1928 yı­
lında “D e v le tin d in i İs la m ’d ır ” maddesi anayasadan çıkarılmış,
1937’de de Laiklik anayasaya konulmuştur. Böylece demokrasi­
nin olmazsa olmaz ilkesi (laiklik) hayata geçirilmiştir.
Atatürk, siyasal katılımı sağlamak için siyasi partiler kur­
muştur. Amasya Göreşmeleri’nden sonra imzalanan protokolün
6. maddesinde çok partililik onaylanmıştır.482 23 Ekim 1919’da
Sosyal Demokrat Fırkası’nın yayımladığı bir bildiride, demokra­
sinin uygulanmasının zamanı geldiği, bunun için de mecliste ve
belediyelerde güçlü olunması gerektiği belirtilmiştir.483 Atatürk
ise Kurtuluş Savaşı kazanılmadan çok partili sistemin kurulma­
sının çok zamansız bir hareket olacağı düşüncesindedir. O, ön­
celikle tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesinden ve halkın ulusal
egemenlik, cumhuriyet düşüncesine alıştırılmasından yanadır.

480 Ozankaya, age., s. 167.


481 İnalcık, age., s. 90.
482 Mithat Sertoğlu, “A masya Protokolii'nün Tam ve G erçek M etni”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, S. 3, İstanbul, 1967, s. 12.
483 Zekai Güner-Orhan Kabataş, Milli Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Bası­
nı, Ankara, 1990, s. 244.

239
Bu nedenle 1919’da Amasya’da Ruşen Eşref Ünaydın’a, çeşitli
görüşlere dayanan siyasi partilerin kurulabilmesi için önce ül­
kenin kurtarılması gerektiğini söylemiştir. 1919’da Erzurum’da
Mazhar Müfit Kansu’ya da Erzurum Kongresi’nin, partilerin
kurulması hakkındaki önergeyi reddetmiş olmasından duyduğu
memnuniyeti dile getirmiştir.
Kurtuluş Savaşı sırasında E TBMM’de farklı siyasi görüşler­
de gruplar kurulmaya başlayınca Atatürk de Müdafaa-i Hukuk
Grubu’nu kurmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından da halkı siyasal katı­
lımcı yapmak, devrimleri halka anlatarak halkı bilinçlendirip
demokrasi kültürü oluşturmak için Cumhuriyet Halk Partisi’ni
kurmuştur. Atatürk, 1923’te Balıkesir’de yaptığı konuşmada,
“ H a lk F ır k a s ı, h a lk ım ız a s iy a si terb iy e verm ek iç in b ir o k u l
demiştir. Ancak Atatürk, Cumhuriyet’in ilk yılların­
o la c a k tır,”
da da çok partili hayata geçmenin erken olduğunu düşünmüştür.
Bu düşüncesini 20 Eylül 1924’te Samsun Belediyesi’ndeki bir
konuşmasında dile getirmiştir. Yine Aralık 1924’te T h e T im es
muhabiri McCartney’e, cumhuriyet rejimlerinde siyasi partilerin
varlığının doğal olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nde de birbirini
denetleyecek partilerin oluşacağına kuşku olmadığını belirterek:
“ B iz im T ü r k iy e ’d e b ir tek sıç ra y ış ta h em en s iz in İn g ilte r e ’d e
y ü z y ılla r b o y u n c a eld e e d e b ild iğ in iz tü m s iy a s a l d e n e y im i g e r­
çe k le ştirm e m iz b e k le n e m e z ,” demiştir.484
“T B M M ’d e tek b i r p a r tin in o lm a sı h a lin d e o p a r ti k e n d i
diyen Ata­
h ü k ü m e tin in ic ra a tın ı y e te rli ö lç ü d e eleştirem ez, ”
türk, arkadaşı Paris Büyükelçisi Ali Fethi Okyar’a 1930 yılında
Serbest Cumhuriyet Fırkası’m kurdurmuştur. Atatürk’ün, bütün
Avrupa’da demokrasi düşmanı faşist rejimlerin kol gezdiği bir
ortamda Türkiye’de çok partili demokrasiyi kurmaya çalışması
çok önemlidir. Ancak devrimin henüz tam olarak yerleşmedi­
ği, devrim karşıtlarının pusuda beklediği bir ortamda çoğulcu
demokrasinin yürümeyeceğini anlayan Atatürk, kısa bir süre

484 Eric Jan Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, İstanbul, 1992, s. 183.

240
sonra Serbest Cumhuriyet Fırkası’m kapattırmıştır. Atatürk,
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasının hemen ardından
Trabzon’da yaptığı bir konuşmada muhalefetsiz bir demokrasi­
nin nasıl olması gerektiğini şöyle anlatmıştır: “K a r ş ım ız d a b ir­
ç o k f ırk a la r v a rm ış g ib i h e r g ü n d a h a fa zla b ir fa a liy etle ç a ­
lışm a k , fik ir le r im iz i h a lk k itle le rin in iç in e y a y m a k ve k ö y le re
k a d a r g ö tü rm e k m e c b u riy e tin d e y iz . H e r a n ta rih e k a rşı, c ih a n a
k a rşı h a re k e tim iz in h esa b ın ı v e re b ile ce k b i r v a z iy e tte b u lu n ­
m a k la zım d ır. D ü ş ü n c e ve fa a liy e tle rim iz d e b u k a d a r d u y a rlı
v e tetikte b u lu n m a k su re tiy le m u h a le fe tsiz b ir f ır k a n ın s a k ın ­
Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın ka­
c a la rın ı ö n le m iş o lu r u z .” 485
patılmasının ardından patlak veren irticai, devrim karşıtı Mene­
men Olayı (23 Aralık 1930) çok partili demokrasi arayışlarını
kesintiye uğratmıştır. Bu durumu Atatürk’ün devrimci Adalet
Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, “ D e m o k ra s in in nasibi, irtica n ın
elinde o y u n ca k olm a k d eğ ild ir,” diye ifade etmiştir.486 Atatürk,
CHP’nin 1931 İzmir Kongresi’nde “demokrasi” vurgusu yap­
makla birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili bir demok­
rasi olduğunu açıklamıştır.487 Atatürk, çok partili demokrasiyi
hayata geçirmeyi başaramasa da demokratik siyaset için müca­
delesini sürdürmüştür. Örneğin CHP Genel Başkanı olarak ya­
yımladığı 21 Nisan 1931 tarihli bildiride, kendilerinin eleştiriye
açık olduklarını belirtmiştir. 1931’de yenilenecek seçimlerde 30
kadar bağımsız milletvekilliği oluşturmuştur. Atatürk, bağım­
sız adaylara oy vermeyi düşünen seçmenlere şöyle seslenmiştir:
“ B a şk a p ro g ra m d a n seçece ğ in iz m e b u sla r iç in f ır k a n ın ik in c i
se ç m e n le rin e d ik k a t n o k ta sı o la ra k g ö ste rd iğ im evsaf, y a ln ız ,
la ik , c u m h u riy e tç i, m illiy e tç i, sa m im i o lm a k tır. A ç ık b ıra k tığ ım
y e r le r iç in h iç b ir şa h siy e t le h in d e v e y a a le y h in d e h e rh a n g i b i r
te lk in im y o k t u r ve o lm a y a ca k tır. A ç ı k y e rle re a d a y lık la r ın ı k o ­

485 Falih Rıfkı Atay, “G azi’nin D üsturları”, Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 1 Şubat
1931; Özel, age., s. 127.
486 Uğur Mumcu, Uyan Gazi Kemal, 3. bas., Ankara, 2004, s. 81.
487 Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 2 Şubat 1931; Özel, age., s. 127.

241
y a c a k la r h a k k ın d a v ic d a n i k a n a a tin iz e g ö re o y v erm ek ö z e llik ­
le r ic a ettiğ im h u su stu r.” 488
8 Şubat 1935 seçimlerinde, 19 ilde bağımsız milletvekilliği i
yer bıraktırmış, azınlıkların da seçimlere katılabileceklerini açık­
lamış ve ilk kez kadınların da milletvekili seçimlerine katılmasını
sağlamıştır.489 Seçimler sonunda aralarında saygın ve ünlü isimle­
rin de yer aldığı 13 bağımsız aday ve 17 kadın aday, TBMM’ye
girmiştir.490 Seçilenler arasında Rum azınlıktan iki, Ermeni azın­
lıktan bir, Yahudi azınlıktan ise bir milletvekili yer almıştır.491
Tek parti olmasına karşın bağımsız adaylara da seçilme hakkı
tanıyan, azınlıkların ve kadınların siyasi haklarını gasp etmeyen
bir rejim, hele bir de 1930’larda kurulmuşsa, neresinden bakılırsa
bakılsın “antidemokratik” ve “diktatör” olarak adlandırılamaz.
Bu arada Atatürk, demokrasinin olanaklarından yararlanıp
demokrasiyi yok etmek isteyenlere de izin vermemiştir. 1924’te
kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, din istismarı yaparak
gericileri kışkırttığı için kapatılmıştır.492 Çünkü Atatürk, demok­
rasinin olmazsa olmazlarından birinin Laiklik olduğu düşüncesin­
dedir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’m kuran Kazım Karabe-
kirleriıı ve Rauf Orbayların, daha birkaç ay önce cumhuriyetin
ilanını erken buldukları ve bu nedenle Atatürk’ü eleştirdikleri
dikkate alınacak olursa, birkaç ay sonra üstelik adında “cumhu­
riyet” ifadesi olan bir parti kurarak çok partili demokrasiyi sa­
vunmalarının ne kadar samimi bir davranış olduğu çok tartışılır!
Atatürk “ N u t u k ” ta, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ndan şöy­
le söz etmiştir: “ C u m h u riy e t k elim esin i a ğ ız la rın a a lm a k ta n b i­
le çek in e n le rin , c u m h u riy e ti d o ğ d u ğ u g ü n b o ğ m a k isteyenlerin,
k u rd u k la rı p a rtiy e c u m h u riy e t hem d e T e ra k k ip e rv e r C u m h u r i­

488 Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 26 Nisan 1931; Özel, age., s. 129.


489 Seçimler sonunda seçilen azınlık milletvekilleri şunlardır: Berç Türker (Erme­
ni), Dr. Taptas, Istimat Zihri Özdamar, Dr. Abravaya Marmaralı (Rum). Özak-
man, age., s. 788, dipnot 421.
490 R. von Kral, age., s. 33.
491 age., s. 33.
492 Bu partiyi, Atatürk’le yollarını ayıran Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Re-
fet Bele ve Dr. Adnan Adıvar kurmuştur.

242
y e t a d ın ı v erm iş o lm a la rı n a sıl c id d iy e a lın a b ilir ve ne d erecey e
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı
k a d a r sa m im i sa y ıla b ilir.”
kuranlardan bazılarının bir yıl sonra Atatürk’e yönelik İzmir sui­
kastıyla ilişkili olduklarının anlaşılması, bu partinin nasıl bir mu­
halefet peşinde olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.
Attilâ İlhan, Atatürk’ün aslında çoğulcu demokrasiden ya­
na olduğunu, ancak önce emperyalizm ve yerli işbirlikçilerine,
sonra da karşı devrimcilere hareket alanı bırakmamak için as­
keri bir demokrasi kurduğunu belirtmiştir: “T ü r k d ev rim in d e
( ...) savaş d e m o k ra sisi d ö n e m i yaşanm ıştır. B a n a so ra rsa n ız bu
d ö n e m 1 9 1 9 ’d an başlıyor, taa D e rs im îs y a n ı’n ın ba stırılm asın a
k a d a r sü rü yo r. Ç ü n k ü M u sta fa K e m a l Paşa iktid a rı, L o z a n ’dan
so n ra k e n d i h alin e b ıra k ılm ış sayılm az. N a sıl em p ery a lizm ve
kulla n dığ ı çeşitli isyanlar, daha K u r tu lu ş Sa vaşı sıra sın d a d e v ­
rim i h ırpa la m a ya , başarısını en g ellem eye çalışm ışlarsa, so n ra
da b irta k ım iç isya n la rın , dış g a ilelerle C u m h u r iy e t’in tem elini
sarsm aya g a yret etm işler. B u y ü zd en M u sta fa K em a l, ö z g ü rlü k ­
çü lü ğ ü n ü u yg u laya m a z. K u ru lm u ş p a rtile ri kapatır, darda k a lın ­
ca a sk eri re jim i ilan eder. ( ...) M u sta fa K e m a l’in rejim in i, o n u n
sa ğ lığ ınd a ki h aliyle ö lçü p , b içip d eğ erle n d irm ek m i istiy o rsu n u z,
k ap ita lizm e g eçiş d ö n e m in d e b ir ‘a sk e ri d e m o k ra si' o ld u ğ u n u
g ö z ö n ü n d e tu ta ca k sın ız .” 493 Attilâ
İlhan’ın bu değerlendirmesi
kısmen doğru olmakla birlikte, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan
hemen sonra sivil ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirmek için ver­
diği mücadele; kurduğu siyasi partiler, toplumu demokrasiye
hazırlayacak altyapı ve üstyapı devrimleri, silah arkadaşlarıyla
kavga pahasına ordu ile siyaseti birbirinden ayırması ve savaş,
isyan vb. bütün güçlükleri mecliste halkın iradesiyle çözümle­
mesi gibi uygulamaları nedeniyle onun dönemindeki demokra­
siye, kendi ifadesiyle, “tek parti demokrasisi” demek çok daha
doğrudur. Ayrıca unutulmamalıdır ki, çok partili sistemler her
zaman demokratik olmayacakları gibi, tek partili sistemler de493

493 İlhan, age., s. 140, 141.

243
her zaman antidemokratik değillerdir.494 Daha önce de ifade et­
tiğimiz gibi, Osmanlı’nm 1908-1918 arasındaki II. Meşrutiyet
Dönemi’nde çok parti vardır ama demokrasi yoktur. Yine aynı
şekilde 1920-1940 arasında çok partili sistemin en saf biçimde
uygulandığı bazı Avrupa ülkelerinde siyasi partilerin sağduyu­
dan uzak, yıkıcı yaklaşımları, ne meclis ne de parti bırakarak
Türkiye’deki tek partili sistemi aratmıştır. “ T ü r k iy e uyguladığı
tek p a rti rejim in e k a rşın a nıla n ço ğ u d evletten d aha d em o k ra tik
Cumhuriyet’in tek parti döne­
b ir ü lk e k o n u m u n a g e lm işti.” 495
mindeki bazı antidemokratik uygulamaları ise tamamen yeni re­
jimi korumaya yöneliktir.496 Genç Cumhuriyet, 1923-1925 ara­
494 Ünlü siyaset bilimcilerden Maurice Duverger’in bu yöndeki analizi şöyledir:
“Bazı tek partiler, gerek felsefeleri, gerek yapıları bakım ından gerçek anlamda
totaliter değildir. Bunun en güzel örneğini 1923’ten 1946’ya kadar Türkiye’de
tek parti olarak faaliyet göstermiş bulunan Cumhuriyet H alk Partisi sağlam ak­
tadır. Bu partinin başta gelen özelliği, dem okratik ideolojisindedir. Bu ideoloji
hiçbir zaman, faşist ya da kom ünist kardeşleri gibi bir tarikat ya da kilise niteliği
taşımamış, üyelerine bir iman ya da mistik em poze etmemiştir. Kem alist Devrim,
özü bakım ından pragmatiktir. (...) Adının ‘Cumhuriyetçi’ oluşu bile bu partiyi
(CHP) 20. yüzyılın otoriter rejimlerinden çok, Fransız Devrim i’ne ve 19. yüzyıl
terminolojisine yaklaştırmaktadır. Konvansiyon örneğine uygun olarak bütün
iktidarı Büyük Millet M eclisi’ne veren ve ayrı bir yürütme organı kurmayı red­
deden Türk anayasası da bu benzerliği doğrulamaktadır. Sözü geçen anayasanın
tümü, onda kuvvetle ifade olunan ulusal egemenlik ilkesine dayanır. Egemenlik
kayıtsız şartsız ulusundur. Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunusu­
nun yerini, Kemalist Türkiye’de dem okrasi savunusu almıştır. Bu da ‘halkçı’ ya
da ‘sosyal’ diye nitelendirilen yeni bir dem okrasi değil, geleneksel, siyasal de­
mokrasidir. Parti, yöneticilik hakkını ‘siyasal elit’ ya da ‘işçi sınıfının öncüsü’
olm a niteliğinden yahut da liderinin Tanrı iradesine dayanışından değil, seçim ­
lerde kazandığı çoğunluktan almıştır. (...) 1935’te Cumhuriyet H alk Partisi’nin
rızasıyla birçok bağımsız şahsiyetlerin seçilmeleri sağlanmıştır. Bir m uhalefet
yaratm a yolundaki bu çabalar, çoğu zaman gülünç karşılanmışsa da, bunlar her
şeye karşın Kem al rejiminin plüralizme üstün bir değer tanıdığını ve pliiralist bir
devlet felsefesi çerçevesinde faaliyet gösterdiğini ifade etmektedir. Ö te yandan
Türk tek partisinin yapısında da totaliter bir taraf yoktu. ” (Maurice Duverger,
Siyasi Partiler, çev. Ergun Özbudun, 2. bas., Ankara, 1986, s. 359-361).
495 R. von Kral, age., s. 32.
496 Büyük bir çoğunluğu devrimin gereği olan bu uygulamalarından bazıları şunlar­
dır. 1925 Şeyh Sait İsyam’ndan sonra Takrir-i Sukun Kanunu çıkarılıp İstiklal
Mahkemeleri kurulmuştur. 1925 Şeyh Sait İsyam’ndan sonra bazı bölücüler ve
yobazlar, 1926 İzmir Suikastından sonra bazı İttihatçılar asılmıştır. 16 İstiklal
Mahkemesinde toplam 2076 kişi idam edilmiştir (Ayrıntılar için bkz. Turgut
Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, s. 647-651; Özakman,
Cumhuriyet, 2. Kitap, s. 727, dipnot 225.) Kılık Kıyafet Devrimi’ne karşı kış-

244
sında basın özgürlüğüne çok geniş yer vermiştir. Ancak zamanla
iç ve dış devrim karşıtlarının bu özgürlüğü istismar ederek genç
Cumhuriyet’e saldırmaya başlaması üzerine bazı kısıtlamalara
gitmiştir. Mahmut Goloğlu, “ D e v r im le r ve T e p k ile ri ” adlı kita­
bında bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: “O sırad a C u m h u riy e t
d ü zen in in g etird iğ i basın ö zg ü rlü ğ ü b a zıla rın ca sın ırsız b ir ş e k il­
d e ve k ö tü etk iler ya p a ca k , b elk i de ö ze l a m a çla r g ü d ecek şek ild e
k u lla n ılıy o rd u . T e h lik e li b ir g e ric i a k ım a seb ep o la bilecek y a y ın ­
lardan ö tü rü T o k s ö z gazetesi, ya b a n cı u y ru k lu y a za rla r elin d e
old u ğ u h a ld e İs ta n b u l’u n b a k ım sızlığ ın ı k o n u ed en ve b ö y lece
içişlere k a rışm a n iteliğinde b u lu n a n y a y ın la rın d a n ö tü rü O r ie n t
N e w s ga zetesi ve ya sa lar g ereği u su l işlem lerin i ya p m a ya n K e s ­
k in gazetesi kap a tılm ış, B ü y ü k M ille t M e c lis i ü yelerin i k ü ç ü m se r
ya y ın d a b u lu n a n Sada-yı H a k ga zetesi h a k k ın d a da k o v u ştu rm a
başlatılm ıştı. B a sın ö zg ü rlü ğ ü n d e n ya ra rla n a ra k en teh likeli y a ­
yın la rı ya p a n la r İs ta n b u l’da çık a n R u m c a g a ze te le rd i... ”497
Atatürk, dini kullanıp bölücülük ve rejim düşmanlığı yapan
bazı gazeteleri 1925’teki Şeyh Sait İsyam’ndan sonra kapattır-
mıştır. 1 Kasım 1925’te yaptığı meclis konuşmasında bu konuda
şunları söylemiştir:
“B a sın özg ü rlü ğ ü n d en d o ğa cak m a h su rla rın b izz a t basın ö z ­
g ü rlü ğ ü ile y o k edileceğine d a ir B ü y ü k M ille t M e c lis i’n in d o ğ ru ve
s a f a la n ın d a sayg ı d u y u la n esa sla r eğer C u m h u r iy e fin ru h u olan
erdem den y o k su n cü re t sahiplerine, b a sın ın k o y n u n d a h a y d u tlu k
fırsa tın ı verirse, eğ er k a n d ırıcıla rın ve d o ğ ru lu kta n sap m ışların

kırtıcılık yapan 27 mürteci idam edilmiştir (Özakman, Cumhuriyet, 2. kitıp, s.


715, dipnot 175a). İstiklal Mahkemeleri “devrim mahkemeleredir (Bkz. Ergun
Aybars, İstiklal Mahkemeleri, 2. bas., İstanbul, 1998). 1927, 1929 ve 1938’de
bazı komünistler tutuklanmıştır. 1930’daki Serbest Fırka denemesinden sonra
Atatürk’ün ölüme kadar her türlü parti ve örgüt kurmak yasaklanmıştır. Mason
dernekleri, Türk Ocakları, işçi dernekleri, tekkeler, CHP’nin kontrolü dışındaki
her türlü siyasi ve kültürel kurum yasaklanmıştır. 1937’den itibaren parti devlet
özdeşleştirilmiştir. Bu süreçte daha çok irticai sağ cezalandırılmıştır, sol ise nis­
peten daha az cezalandırılmıştır (Mütercimler, age., s. 6, 7). (Tek parti yönetimi­
ni antidemokratik olarak adlandıran bir çalışma için bkz. Mete Tunçay, Türkiye
Cumhuriyeti’ndc Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 3. bas., İstanbul, 1992.)
497 Goloğlu, age., s. 102.

245
d ü şü n ce a la n ın d a k i u ğ u rsu z etkileri, ta rla sınd a çalışa n m asum
v a ta n d a şla rın k a n la rın ın akm a sına , y u v a la rın ın d a ğ ılm a sın a se­
b ep olursa ve eğer en so n ra h ay d u tlu ğ u n en k ö tü sü n ü y a p a n b u tü r
sa p ık la r k a n u n la rın ö ze l m ü sa a d elerin d en y a ra rla n m a im k â n ın ı
b u lu rla rsa B ü y ü k M ille t M e c lis i’n in terbiye ve k a h red en yö n etim
e lin in işe k arışm ası ve a k ılla rın ı b a şla rın a g etirm esi gerekli olur.
M u h a k k a k ki, C u m h u riy e t d ö n e m in in k en d i z ih n iy e t ve ahlak
a n la y ışıy la bezenm iş b a sın ın ı y in e a n ca k C u m k u r iy e f in ken disi
yetiştirir. B i r ya n d a n g eçm iş g ü n le r b a sın ın ın ve b u b a sm a m en ­
su p o la n la rın d üzelm e im k â n ı o lm aya nla rı m illetin g ö zü n d e belli
o lu rk en , öte y a n d a C u m h u riy e t b a sın ın ın tem iz ve bereketli alanı
g en işleyip yükselm ektedir. B ü y ü k , tem iz ve so y lu m illetim izin y e n i
çalışm a ve u yg a rlık h a y a tın ı k ola yla ştıraca k ve cesaretlendirecek
işte b u y e n i zih n iyetteki b a sın olacaktır. ”498
Atatürk, demokrasinin altyapısının hazırlandığı bir dönem­
de, demokrasi düşmanlarının, demokrasiyi kullanarak demok­
rasiyi yok etmelerine engel olmak istemiştir. Çok okuyan biri
olarak bu konudaki tarihi tecrübeleri çok iyi bilmektedir. Nite­
kim bir keresinde Roma’da cumhuriyetten dikta rejimine nasıl
geçildiğini bizzat anlatmıştır.499
Atatürk Cumhuriyeti, Türkiye’de yaşayan gayrimüslimleri
“eşit yurttaş” kabul etmiş, asla ayrımcılık yapmamıştır. Cumhuri­
yet, Osmanlı Devleti’nin gayrimüslimlere Millet Sistemi kapsamın­
da getirdiği kısıtlamaları ve Tanzimat Fermanı kapsamında getirdiği
ayrıcalıkları ortadan kaldırmıştır. Cumhuriyet, Türkiye’de yaşayan
Müslüman-gayrimüslim herkesi, eşit yurttaş olarak görmüştür.
Osmanlı’nm klasik döneminde, Millet Sistemi’nden dolayı
İslam mahkemelerinde bir gayrimüslimin bir Müslümana karşı
tanıklığı kabul edilmemiş, 19. yüzyıl sonuna kadar bir yabancı­
nın, mal mülk edinmesine izin verilmemiş, gayrimüslimler asker
olamamış, gayrimüslimlerin giysilerinin ve evlerinin Müslüman-
lardan farklı olması istenmiş, gayrimüslimlerin Müslüman ka­

498 age., s. 165.


499 Cumhuriyet gazetesi, 10 Kasım 1961; İnalcık, age., s. 45.

246
dınlarla evlenmesine izin verilmemiş, Müslümanlıktan ayrılan
kişi ölüm cezasına çarptırılmıştır.500 Buna karşın gayrimüslimle­
rin dinsel özgürlüklerine dokunulmamış, Müslüman olan gayri-
müslümler ise (dönme-devşirmeler) devletin en üst makamlarına
kadar tırmana bilmişlerdir.
Aynı Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda Tanzimat Dönemi’nden
itibaren, Batı’nın isteği ve baskısı sonunda gayrimüslimlere çok
geniş haklar vermiştir. Bu sefer de Müslümanlar gayrimüslimler
karşısında eşitsizliğe uğramıştır. Müslüman Türkler ise zaten her
dönemde ikinci plana itilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi, tapusu olan Lozan
Antlaşmasında Fener Rum Patrikhanesi’nin siyasi ve dini yetkileri
birbirinden ayrılarak siyasi yetkileri kaldırılmıştır.501 Buna karşın,
hâlâ Türkiye’de İslam Hukuku devam ettiği için Batılı ülkeler, da­
ha önce gayrimüslimlere verilen bazı hakların devam etmesini iste­
miştir. Türkiye de bu isteği kabul etmiştir.502 Bunun üzerine Lozan
Antlaşması’nın 3. fasılında “ A zın lık la rın K o r u n m a s ı” başlığı al­
tında azınlık hakları konusu ele alınmıştır. 3. faslın 37-45 arasın­
daki maddeleri kapsamında azınlıklara her bakımdan “eşit yurt­
taşlık” hakkı tanınmış, hatta bazı ayrıcalıklar verilmiştir. Lozan
Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili kararlarından bazıları şunlardır:
1. Türkiye Devleti, din ve ırka dayalı her tür ayrımı ortadan
kaldıracaktır.
2. Askerlik görevleri dahil, bütün kamu hizmetlerinde Müs­
lüman ve gayrimüslim ayrımı yapılmayacak, kişilerin bağlı
oldukları din ve mezhepler, onların atanmalarında, yüksel­
melerinde engel sayılmayacaktır.
3. Müslüman olmayan azınlıkların, din, eğitim, basın-yayın
kurumlan kurması serbest olacak, kendi dilleriyle eğitim
yapabilecek ve mahkemelerde ifade verebileceklerdir.

500 Paul Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, çev. Fethi Ülkü 3. bas., An­
kara, 1997, s. 169.
501 age., s. 207, 211.
502 age., s. 213.

247
4. Gayrimüslimler, kişisel hukukta ve aile hukukunda Türk
Devleti’nin hukuk kurallarına uymak zorunda değillerdir.503
Türkiye, 1926’da dünyanın en son, en gelişmiş, en çağdaş me­
deni kanunlarından biri olan “İsv içre M e d e n i K a n u n u ” nu kabul
edince “eşit yurttaşlık” çerçevesinde Türkiye’deki gayrimüslimler
de bu haklardan yararlanacakları için Lozan’daki ayrıcalıklarından
vazgeçip “ T ü rk M e d e n i K a n u n u ” na tabi olmayı kabul etmiştir.
1922’de L e T em p s gazetesi adına Türkiye’ye gelen Paul
Gentizon, 1929 yılında yazdığı “ M u sta fa K e m a l ve U ya n a n D o ­
ğ u ” adlı kitabında bu gerçeği şöyle açıklamıştır:
“ M u sta fa K e m a l’in d ev rim lerin d e n İs v iç r e M e d e n i K a n u -
n u ’n u n k a b u lü , 1 9 2 6 ’d a n so n ra , T ü r k iy e ’de M ü slü m a n o lm a ­
ya n a zın lık k o n u su n a y e p y e n i b ir g ö rü n ü m v e riy o rd u . Yahudi,
E r m e n i ve R u m la r ( ...) T ü r k M e d e n i H u k u k u ’n u n b u g ü n k ü d u ­
ru m u n u ö d ü lle n d irm ek için b irb iri a rd ın d a n L o z a n ’ın k en d ileri
için tanıdığı h a k la rd a n va zg eçiyo rla rd ı. ”504
Gentizon, şöyle devam etmiştir: “ T ü rk iy e C u m h u riyeti artık
laiktir. B u k oşullar altında T ü rk çoğunluğu M ü slü m a n olm ayan
azınlık aynı görün ü ş altında bulunm aktaydı. Üstelik k ab u l edilmiş
olan İsv içre H u k u k u ırk ve din fa rkı gözetm eksizin h er yurttaşa
uygulanabilir durum daydı. B u nedenle, Yahudi, E r m e n i ve R u m ­
lar, özel kanunlara sahip olm a gereğini duym adıklarından L o z a n
A n tla şm a sın d a ‘A zın lıkla rın K o ru n m a sı’ başlığı altında yazılı olan
m addelerle tanınan haklardan vazgeçm eleri tabii b ir so n u ç oldu.
T ü rk iy e C u m h u riyeti de buna karşı h u k u k düzen in i k o y u y o r ve
böylece T ü rk iy e ’de yaşayanlar arasında herhangi b ir biçim de ırk ve
din ayrım ı yapılm aksızın b ir h u k u k birliği gerçekleştiriyordu. O la y
ço k önem liydi. B ö ylece her azınlıktan, ayrıcalıklı, özel b ir örgütten
yararlanan, hem en hem en başına b uyru k b ir varlık m eydana geti­
ren k ötü b ir sistem e so n veriyord u . B u n d a n böyle biri ötekinden
ayrı yaşayan h içb ir topluluk artık üstün kişilik iddiasında buluna­
m ayacak. A rtık devlet içinde devlet m illet içinde m illet düşüncesine

503 Hüseyin Avni Çavdaroğlu, Öncesi ve Sonrası ile Lozan, İstanbul, 2011, s. 92, 93.
504 Gentizon, age., s. 212.

248
son verilecek, bu ülkenin değişik unsurlarım , yeni kardeşlik, anlaş­
m a ve işbirliği duyguları birbirine bağlayacak. ”505
Atatürk’ün genç Cumhuriyet’i eğer baskıcı, faşizan bir siya­
set izleseydi, din ayrımı yapmış olsaydı, Türkiye’deki gayrimüs­
limler hiçbir şekilde kendilerine Lozan’da tanınmış olan ayrıca­
lıklardan vazgeçmezlerdi. Türkiye’deki Yahudi, Rum, Ermeni
toplulukların, kendilerine tanınan uluslararası koruyuculuktan
vazgeçerek, yaşadıkları ülkenin, Türkiye’nin koruyuculuğunu
kabul etmeleri, genç Cumhuriyet’in özgür ve demokratik kuru­
luş felsefesinin bir sonucudur.506507
Atatürk, ulus ve yurt kavramlarını, kavrayıcı, birleştirici,
bütünleştirici ve eşitlikçi biçimde tanımlamıştır. Örneğin milleti,
“ T ü r k iy e C u m h u r i y e t i n i k u ra n T ü r k iy e h a lk ın a T ü r k m ille ti
şeklinde tanımlamıştır. Cumhuriyet’in kurucu anayasa­
d e n ir,”
sı olan “ T eşkila t-ı E s a s iy e K a n u n u ” nun 5. fasıl 88. maddesinde
Türklük şöyle tanımlanmıştır: “ T ü r k iy e a h a lisin e d in ve ır k fa r­
k ı o lm a k s ız ın v a ta n d a şlık itib a riy le b a ğ lı h erk es (T ü rk ) ıtla k
o l u n u r ” 507
Görüldüğü gibi genç Cumhuriyet, din ve ırk bağını
değil, aidiyet duygusunu ve eşit yurttaşlığı esas almıştır. Aidiyet
duygusu ve eşit yurttaşlık demokrasinin ruhudur.
1921 ve 1924 Anayasası’nm birçok maddesinde, özgürlü­
ğe, eşitliğe, dolayısıyla demokrasiye vurgu yapılmıştır. August
R. von Kral bu gerçeği: “A n a y a sa ’da ö ze l olarak b elirtilm em iş
olm asına k a rşın , m etn in tam am ı g ö z ö n ü n d e b u lu n d u ru ld u ğ u n ­
da tam a n la m ıyla d em o k ra tik b ir C u m h u riy e t s ö z k o n u su d u r,”

505 age., s. 213, 214.


506 Nitekim Atatürk’ün sağlığında Türk vatandaşı gayrimüslimler -istisnalar hariç-
Türkiye’deki diğer Türk vatandaşlarının yaşadıkları sıkıntılardan çok farklı sı­
kıntılar yaşamamış, ayrımcılığa uğramamış ve dışlanmamıştır. Ancak, Kurtuluş
Savaşı ve öncesinde gayrimüslim azınlıklardan bazılarının Müslüman Türklere
karşı işgalci emperyalistlerin yanında yer alması, Müslüman Türklerin bilinçal­
tında gayrimüslimlere karşı ister istemez bir önyargı oluşturmuştur. Bu önyargı
zaman zaman nefret haline gelmiştir. Ancak Atatürk hayatta olduğu dönemde
genelde bu karşılıklı nefret duygularının önüne geçmeyi başarmıştır.
507 Karlıklı, age., s. 43.

249
diye ifade etmiştir.508 1921 Anayasası’nın demokratikliğine gölge
düşüren en önemli maddeler, dönemin koşullarından dolayı ana­
yasaya konulan “ D e v le tin d in i İs la m d ır ” biçimindeki 2. madde
ile sadece erkeklere seçme ve seçilme hakkı veren 10. ve 11. mad­
delerdir. Bu maddelerden ilki 1928’de anayasadan çıkarılmış, di­
ğerleri ise 1930’da ve 1934’te değiştirilmiştir.
“ Teşkila t-ı E s a s iy e K a n u n u ”nun eşit yurttaşlık, özgürlük ve
demokrasiye vurgu yapan bazı maddeleri şunlardır:
“ B e şin ci B ö lü m
M a d d e 6 8 : H e r T ü r k ö zg ü r doğar, ö zg ü r yaşar. Ö z g ü rlü k
b a şk asın a za ra r v erm ey ecek h e r tü rlü h a k k a sah ip olm aktır. H u ­
k u k u n d oğa sın d a n g elen ö zg ü rlü ğ ü n h erk es için sın ırı, b a şk ala ­
rın ın ö zg ü rlü k sınırıdır.
M a d d e 7 0 : Ş a h si m a su n iyet, v icd a n , d ü şü n ce, sö z , ya y ın , se­
ya h a t, anlaşm a, iş, a laca k ve ta sa rru f, to pla n m a, d ern ek , şirket,
h a k ve h ü rriy etleri T ü rk le r in d o ğ a l h u k u k u n d a n d ır.
M a d d e 7 2 : K a n u n e n belirlen en h a l ve şek ild en başka b ir su ­
retle h iç k im se ya k a la n a m a z ve tutu kla n a m a z.
M a d d e 7 3 : İşk e n c e , eziyet, z o rla el k o y m a ve z o rla iş y a p ­
tırm a yasaktır.
M a d d e 7 5 : H iç b ir k im se m en su p o ld u ğ u d in, m ezh ep , tari­
k a t ve felsefi y o ru m u n d a n d o la y ı k ın a n am a z!ayıpla n a m az. T o p ­
lanm a b içim i to p lu m u n g e n e l şartla rına a y k ırı olm a m a k ü zere
h e r tü rlü a yin ler serbesttir.
M a d d e 7 6 : K a n u n ile belirlen en şek il ve h a ller d ışın d a k im ­
sen in ö ze l m ü lk ü n e g irilem ez ve ü ze ri aranam az.
M a d d e 7 7 : B a sın , k a n u n çerçe ve sin d e serb esttir ve y a yın la n ­
m a d a n d en etlem e ve k o n tro le tabi değildir. ”509
Uluslararası ilişkilerde bağımsızlığı kısıtlayan bütün engel­
ler, kapitülasyonlar sökülüp atılmış ve başka uluslarla karşılıklı
haklara saygı çerçevesinde, çağdaş ilişkiler kurulmuştur. Dış po­
litikada fetihçi ve saldırgan anlayış yerine, Atatürk’ün, “ Y u rtta
b a rış d ü n y a d a b a rış ” anlayışı egemen kılınmıştır.

508 R. von Kral, age., s. 21.


509 Karlıkh, age., s. 41, 42.

250
Atatürk, laik, bilimsel ve çağdaş bir eğitim sistemi kurmuş­
tur. Okullarda aklı ve bilimi esas alan laik ve ulusal bir eğitim
verilmeye başlanmıştır. Ders kitaplarında da sorgulayıcı akıl ve
son bilimsel veriler dikkate alınmıştır. Örneğin Atatürk’ün hazır­
lattığı ders kitaplarında (T a rih , I - I I - I I I - I V ve Vatandaş İç in M e ­
d en i Bilgiler, 7-7/) hem din eleştirisi yapılmış, hem Evrim Teorisi
anlatılmış, hem dinlerin sosyal boyutuna vurgu yapılmış, hem de
her türlü faşizmden kaçınılmıştır. Ders kitaplarında, fetihçi ve
faşizan bir dil kullanılmaya başlanması 1950’den sonradır.
“ G e rç e k te n de C u m h u riy e t, eğitim k u ru m la rm ı, h e r tü rlü
d in sel d o g m a n ın b a sk ısın d a n k u rta rm a k la b ilim in , va zg eçilm ez
gereği ola n d ü şü n m e , araştırm a, so rg u la m a ve g e rçe k le ri o rtaya
k o y m a ö zg ü rlü ğ ü n ü sağlam ıştır. N a k ilc i d eğ il a k ılcı, ezb erciliğe
değil g ö zlem e, d en eye ve u yg u lam a ya dayalı eğitim v eren k u ­
ru m la r ya ra tm a ya y ö n elik tir .”510
Atatürk, sosyalizmin ve kapitalizmin baskısından uzak, halkın
çıkarlarını esas alan bir ekonomik model kurmuştur. Ekonomik ya­
tırımlar sadece büyük kentlere değil bütün ülkeye eşit bir şekilde
dağıtılmaya çalışılmıştır. Ülkenin çok değişik yerlerinde halkın her
türlü ihtiyacını karşılayan sosyal fabrikalar kurulmuştur. “Planlı
Devletçilik” ve “Karma Ekonomi” olarak adlandırılan Kemalist
Ekonomi Modeli (KEM), ulusal kalkınmayı sağladığı için, emper­
yalizmin baskısını önlemiş, böylece tam bağımsızlığı ve egemenliğin
korunmasını sağlamıştır. Kemalist Ekonomi Modeli ekonomiyi ta­
mamen devlet kontrolüne vermeyerek özel teşebbüse de çok ciddi
bir özgürlük alanı tanımıştır. Böylece hem devletin özel girişimciyi/
sermayedarı ezmesini hem de sermayedarların halkı sömürmesini
engellemiştir.511 Bunun adı ekonomide demokrasidir.
Atatürk, “ Vatandaş İç in M e d e n i B ilg ile r” kitabında ekono­
mide demokrasiyi şöyle açıklamıştır:

510 Ozankaya, age., s. 232.


511 Bu nedenle Atatürkçü ekonomik model ne sosyalizm, ne kapitalizm ne de li­
beralizm olarak adlandırılabilir. Bu tamamen Atatürk’e ve Türkiye’ye özgü bir
modeldir. “Akl-t K em a l” 3. ciltte ayrıntılı olarak incelenecek olan bu modelin
adı “Kemalist Ekonomi Modeli”dir.

251
“D e v le tin ek o n o m id e d ü z e n le y iciliğ i k a b u l ed ild iğ in d e k a r­
şıla şıla ca k ola n g ü ç lü k ş u d u r : D e v le t ile b ire y in k a rşılık lı e tk in ­
lik a la n ın ı a y ırm a k : B ire y le rin k işise l etk in lik leri, ek o n o m ik g e­
lişm e n in a n a k a y n a ğ ı o la ra k k alm a lıd ır. B u n u n iç in ilk e o la ra k
d e v le t b ire y in y e rin e g eçm em eli, b irey sel g irişim ve ö zg ü rlü ğ ü
sm ırla n d ırm a m a lıd ır. A m a b ire y in g elişim i iç in g en el k o ş u lla n
g ö z ö n ü n d e tutm alıdır. B ire y le rin g elişim in e engel o lm a m a k , o n-
la n n h e r b a k ış a çısın d a o ld u ğ u g ib i, ö zellik le e k o n o m ik a la n ­
la rd a k i ö zg ü rlü k ve g irişim le ri ö n ü n d e d ev let etk in lik le ri ile b ir
en g el o lu ştu rm a m a k d e m o k ra si ilk e lerin in en ö n e m li tem elidir. ”
Attilâ İlhan, Atatürk’ün ekonomide demokrasi düşüncesi ko­
nusunda şu değerlendirmeyi yapmıştır: “T ü rk iy e C u m huriyeti,
d em okra tik b ir devrim den doğm uştur. (Atatürk), sosyalizm değil
d em okra si am açlıyordu, burası m uhakkak. A m a bağım sız ve özgür
b ir d em okrasiyi am açladı. B u bağım sızlık ve ö zgü rlük idealidir ki,
yeni devleti, dem iryollarından başlayıp denizyollarına, m adenleri­
nin işletilm esinden başlayıp, ilk sanayi girişim lerine kadar, her alan­
da b ir kam u iktisadi teşebbüsleri şebekesine yönelm işti. B u teşeb­
büsler b ir yerde devletin egem enliğinin ve özgü rlüğ ü n ün teminatı
oluyorlardı. ”sn
Atatürk’ün yazı, dil, takvim, saat, ölçü, giyim-kuşam, sa­
nat gibi üstün değerler alanındaki devrimleriyle çağdaş değerler
benimsenmiş, bu sayede sorgulayıcı akıl, yaratıcılığı, o da özgür
düşünceyi tetiklemiştir.512513 Kendi diline uygun yazıyı kullanmaya
başlayan ve anadilinin öz.güzelliğine yönelen Türk insanı, kendini
çok daha rahat ve özgürce ifade edebilmiştir. Çağdaş kıyafetleri
giyen Türk insanı, dinsel, geleneksel ve siyasi baskılarla çağdışı
giyinmeye zorlanmaktan kurtularak özgürleşmiştir.514 Çağdaş

512 İlhan, age., s. 188.


513 Ozankaya, age., s. 16-20.
514 Şapka Devrimi’nin amacı insanlara zorla şapka giydirmek değil, insanların
din gereği sanarak başlarında taşıdıkları fesleri-sarıkları başlarından çıkartma­
larını sağlamaktır. Şapka Devrimi’yle “başa giyilen şeyin dinle ilgili olduğu”
yönündeki boş inanç kırılarak, bir anlamda, içi özgürleşen başların dışının da
özgürleşmesi amaçlanmıştır. İnsanlar şapka giymedikleri için değil, kışkırtıcılık
yaparak devrim karşıtlığı yaptıkları için cezalandırılmıştır.

252
dünyanın kullandığı takvimi, saati, ölçüyü, kullanmaya başlayan
Türk insanı, yerellikten kurtulup dünyaya uyum sağlayarak çağ­
daşlaşıp özgürleşmiştir. Atatürk, “S a n a tsız k a lm ış b ir m illetin h a ­
y a t d a m a rla rın d a n b iri k o p m u ş d e m e k t ir ” diyerek sanata büyük
önem vermiş, sanat için çok ciddi yatırımlar yapmıştır. Bu doğrul­
tuda heykel, resim, müzik ve tiyatroyla ilgilenmeye başlayan Türk
insanı, yaratıcılığım açığa çıkarıp özgürleşmiştir.
Ulusal kalkınma ve toplumsal aydınlanma tabandan; köylü-
den/çiftçiden başlatılarak tüm halkın kalkınması ve aydınlanma­
sı amaçlanmıştır.
“ T ü r k d ev rim in d e h alkı eğ itm ek, e k o n o m ik refaha k a v u ş­
tu rm a k H a lk ç ılık ilkesin in g ereklerid ir. A ta tü rk so sy a l b ir eği­
tim ci g ib i m eyd a n la rd a h alka y e n i a lfa b eyi ö ğ retm ek için saa t­
lerce çırp ın m ış b ir d evlet k u ru c u su d u r .”515
Kurtuluş Savaşı Halkçılık Programı’m kabul eden bir halk
meclisiyle yürütülmüştür. Halkçılık ilkesiyle “toplumsal eşitlik”
esas alınmıştır. “S ın ıfs ız , im tiy a z s ız k a y n a şm ış b ir k it le y iz ” slo­
ganıyla eski zamanların sınıf ayrımıyla, dönme-devşirme-soylu
saltanatından arta kalanlarla mücadele edilmiş, Türkiye’deki
bütün gayrimüslimler “eşit yurttaş” kabul edilmiştir. Alt taba­
kalar korunup kollanmış; köylüyü/çiftçiyi/halkı ezen aşar vergisi
kaldırılmış, topraksız köylüye toprak dağıtılarak feodal yapı yı­
kılmak istenmiş, din dili Türkçeleştirilerek din adamlarının halk
üzerindeki ayrıcalıklarına son verilmiş, Harf Devrimi yapılarak
tüm halkın kolayca okuryazar olması amaçlanmıştır, Millet
Mektepleri, Halkevleri, Halkodaları, Köy Enstitüleri kurularak
herkesin ulusal ve evrensel değerleri tanıması, hem bireysel hem
de toplumsal olarak kendini geliştirmesi sağlanmıştır. Bu nedenle
Prof. Dr. Halil İnalcık, Atatürkçülüğü, “ ( ...) T o p lu m u , s ın ıf k a y ­
g ıla rın d a n aza d e b ir halk ve b ü tü n in sa n ları eşit g ö rm e k ” olarak
tanımlamıştır, ki çok haklıdır.516

515 Özel, age., s. 69.


516 İnalcık, age., s. 34.

253
Kadın Devrimi ve Demokrasi

“Hz. Muhammed’itı kadın haklan


konusundaki devrimleri nerede bitiyorsa
Atatürk oradan başladı. (...) İsviçre Medeni
Kanunu’nun kabulü ile, kadını bağlayan
zincirler düştü ve peygamberin tasarladığı
kadın erkek eşitliği gerçekleşti. ”

Prof. Dr. Vera Elizabeth Flory517

Hiçbir zaman kadınsız demokrasi olmaz. Bu nedenle Ata­


türk’ün Demokrasi Projesi’nin en önemli ayaklarından biri, “ka­
dınlara sosyal ve siyasal haklar vermek” diye tanımlanabilecek
olan kadın devrimidir.
Batılı kadın 18. yüzyıldan itibaren çok uzun ve zahmetli bir
mücadele sonunda sosyal ve siyasi haklarını kazanırken, Türk ka­
dını, 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı modernleşmesi çerçevesinde
kendisine verilen kısmi haklarla yetinmek zorunda kalmıştır. İslam
öncesi Türklerde kadın-erkek her bakımdan eşitken, kadın sosyal ve
siyasi hayata katılırken, Türklerin Müslüman olmalarından sonra,
daha çok İslam dininin Arap yorumundan dolayı, Türk kadınları
önce kendi içlerine, sonra evlerine kapatılarak, eğitim hayatından,
çalışma hayatından, kısacası sosyal hayattan dışlanmıştır. Kadın
bedeninin “namahrem” olduğu ve kadının tek görevinin “analık”
olduğu düşüncesinin yaygınlık kazanmasıyla birlikte Müslüman
Türk kadınının yüzyıllar süren esaret dönemi başlamıştır.518

517 H. Fethi Gözler, Atatürk İnkılâpları, Türk İnkılâbı, İstanbul, 1985. s. 45.
518 İslamiyetten önce Türk kadını giyim kuşam olarak çok özgürdü, kapalı değil­
di. Hükümdarların eşleri devlet yönetimine katılır, kurultaylarda oy kullanır,
elçi kabullerinde bulunur ve hatta zaman zaman devlet yönetirdi. Buyruklar,
“Hatun ve Hakan buyuruyorlar ki” diye başlardı. Tek eşlilik vardı. Çocuklar
üzerinde baba kadar annenin de hakkı vardı. Bundan 600 yıl kadar önce Türk
illerini gezen Arap seyyahı İbn Batuta, Türk kadınlarını şöyle anlatmıştır: “Bu
ü lkede (Kıpçak Türkleri ülkesi) gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan tutumlardan
biri de buradaki erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu m em lekette
kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar. Gerçi, beylerin kadınlarını ilk defa
Kırım ’dan ayrılırken görmüştüm. Saltu’ya B ey’in eşini, baştan aşağı m avi ağır
kum aşlarla kaplı, pencere ve kapılan açık bulunan kendi arabasına bindiği sı-

254
Osmanlı İmparatorluğu’nda, bırakın kadın haklarını, kadının
alınıp satıldığı pazarlar vardır. Kadın esirler satın alındığı gibi, he­
diye olarak da verilmiştir. Nitekim, Ahmet Mithat Efendi 1875’de
yazdığı “ Felatun B e y ve R a k ım E f e n d i ” romanında “cariyelerden”;
Namık Kemal 1876’da yazdığı ‘'‘İn tib a h ” adlı romanında “esir ka­
dınlardan” söz etmiştir. Sami Paşazade Sezai “Sergüzeşt ” (1889)
adlı romanında ve Nabizade Nazım da “ Z e h r a ” (1895) adlı roma­
nında bu konu üzerinde durmuştur.519 Yüz otuz sene önce bir esi-
renin fiyatı 60.000 kuruştur. 1856’da yabancı devletlerin baskısı ile
kölelik resmen kaldırılmış ama, gizli olarak köle alım satımı devam
etmiştir. Nitekim 1864’teki bir resmi senette, on yaşındaki bir Çer­
kez kızının 4000 kuruşa satıldığı tespit edilmiştir.520 Harem geleneği
vardır. Padişah Abdülmecit’in (1823-1861) sarayında 800, Padişah
Abdülaziz’in (1830-1876) sarayında 400 kadın vardır.521
Çok eşlilik şeriatça onaylanmıştır. Evlenmede kadının isteği
söz konusu değildir. Boşanma erkeğin iradesine ve “boş ol” söz­
cüğünün peşi sıra üç kere tekrarlanmasına bağlıdır. Resmi nikâh
olmadığından, boşanma durumunda kadının herhangi bir hak ta­
lep etmesi de söz konusu değildir.522 Mirasta, şahitlikte kadının
iradesi ve ifadesi erkeğin yarısı kadardır. Kadın peçe ve çarşafla
örtünmeye, kafes hayatı yaşamaya zorlanmış, toplumsal hayattan
dışlanmıştır. Kadının çalışma özgürlüğü olmadığından ekonomik
özgürlüğü de yoktur. Kadının eğitim hayatı sınırlı, okuma yazama

rada seyretmiştim. (...) Sofra hazırlanınca yem eklerini bir arada yediler. E sn af
ve sanatçıların eşlerine gelince... Bunlardan birini atların çektiği bir arabada
gördüm . (...) Arabanın pencereleri açık olduğu gibi kendi yüzü d e örtülmemişti.
Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar. Bir başka
kadını da aynı şekilde gördüm. Yanındaki köleleriyle pazara süt, yoğurt getirip
satar. Karşılığında k ok u ve esanslar satın alırdı. Bazen kadınlara erkekleriyle b e ­
raber rastlarsınız ve o zam an bu adam ları kadınların hizm etkârı zannedersiniz.
Çünkü Türk erkekleri sırtlarına koyun derisinden yapılm a postlar, başlarına ise
deri külahlar giyerlerdi.” (Bkz. İsmet Parmaksızoğlu, İbn Batuta Seyahatname­
sinden Seçmeler, 1000 Temel Eser, Ankara, 1981).
519 Gözler, age., s. 122.
520 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C 8, Ankara, 1962, s. 208.
521 Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim, Ankara, 1980, s. 121.
522 Gerçi Osmanlı’da “izinname” ile şahitler huzurunda yapılan resmi nitelik taşı­
yan bir nikah akdi vardır, ancak uygulamada kadının bundan yararlandığı pek
söylenemez.

255
oranı çok düşüktür. Harf Devrimi’nden bir yıl önce (1927) bütün
Türkiye’de kadınların okuma yazma oranı yalnızca %04’tür. Gü­
neydoğu Anadolu’da kadınların okuma-yazama oranı %01 bile
değildir. Kadının erkek doktora muayene edilmesi de yasaktır. Bu
durum kadın doktorun olmadığı bir toplumda kadının göz göre
göre hastalıklara ve ölüme mahkûm edilmesi demektir.523
1789’da III. Selim, bir ferman yayımlayarak kadınların bir­
çok özgürlüğünü kısıtlamıştır. III. Osman zamanında kadınların
hiçbir gün evden çıkamayacağı, IV. Mustafa zamanında kadın­
ların kocaları ve oğulları yanlarında olsa bile sokağa çıkamaya­
cağı, arabaya binemeyeceği, ezan saatinde dışarıda kalamaya­
cağı gibi yasakları içeren fermanlar çıkarılmıştır. Ayrıca değişik
tarihlerde kadınların erkeklerle birlikte sandala binmeyecekleri,
mesire yerlerine gitmeyecekleri, ince kumaştan ferace diktirip
giymeyecekleri gibi fermanlar yayımlanmıştır.524
III. Osman, III. Ahmet ve II. Abdülhamit yayımladıkları f
manlarla peçe kullanımı zorunlu tutmuştur.525 Hicri 1861’de ise
“ Ç a r ş a f ve in ce p eçe ile g ezm en in m e n ’i ve fera cey e d ö n ü ş ” biçi­
minde bir ferman yayımlanmıştır.526
Osmanlı’da ancak 19. yüzyıldan itibaren kadınlara kimi hak­
lar verilmeye başlanmıştır. Reformist Osmanlı padişahı II. Mahmut,
kız çocuklarının da ilkokula gitmesini istemiştir. Osmanlı’da Batı­
lı anlamda “kadın hakları” konusu ilk kez Tanzimat Dönemi’nde
(1839-1876) gündeme gelmiştir. Tanzimat fermanından 4 sene sonra
Sultan Abdülmecit zamanında ilk kez Mektebi Tıbbiye bünyesinde,
kadınlar için ebelik kursu açılmıştır. 1909’da Haseki Hastanesi’nde
bir ebe mektebi kurulmuştur. Sultan Abdülmecit, 1858 yılında ya­
yımladığı yeni “A ra z i K an u n n a m esi ”nde bazı mülk türlerinde kız
ve erkek çocuklara eşit miras hakkı vermiştir. Ancak bu hak genelde
kâğıt üzerinde kalmıştır. 1859 yılında İstanbul’da ilk kız rüştiyesi
(ortaokul), açılmıştır. 1864’te ilk kez Rusçuk’ta Mithat Paşa tarafm-

523 Atay, Çankaya’dan nakleden, Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi, s. 240.


524 Gözler, age., s. 120.
525 Turgut Sönmez, “Kadın Giyim Kıışamı ve Atatürk”, Atatürk Haftası Armağa­
nı, ATEŞE Yayınları, 10 Kasım 2006, s. 152, 153.
526 Gözler, age., s. 120.

256
dan kız teknik okulu açılmıştır.527 5 yıl sonra da, 1869’da da 4 yıllık
ilk-öğretim, erkek ve kız çocuklar için zorunlu hale gelmiştir. Yine
1869’da İstanbul Yedikule’de Tophane-i Âmire’nin kurduğu Kız
Sanayi Mektebi açılmıştır. Aynı yıl kız rüştiyelerinin öğretmen ih­
tiyacını karşılamak üzere İstanbul’da “Dâr-ül-muallimât” (Kız Öğ­
retmen Okulu) hizmete girmiştir. 1874’te bu okulun öğrenci sayısı
46, dokuz kız rüştiyesinde okuyanların sayısı ise 248’dir. 1877’de
İstanbul’daki kız ortaokulu sayısı 8’e düşerken kız öğrenci sayısı
294’e yükselmiştir. 1878’de Ahmet Vefik Paşa tarafından kurulan
“Üsküdar Mekteb-i İnas”ı sonradan kız sanat okuluna dönüştü­
rülmüştür. 1879’da İstanbul’da Aksaray ve Cağaloğlu’nda iki kız
sanayi mektebi daha açılmıştır. 1880’de Münif Paşa’nın Maarif
Nazırlığı döneminde İstanbul’da ilk kız idadisi açılmıştır. Okulun
programına genel kültür, Türkçe, üç batı dili, musiki, el ve ev işleri
dersleri de alınmış, okula başlangıçta sadece 3 öğrenci kaydolmuş,
ilgisizlik yüzünden iki yıl sonra bu okul kapanmıştır. Basında çıkan
haberlerde, babaların kızlarını okula göndermeleri, kızları olma­
yanların da yardımları istenmiş, kızların ilmin tadını alamadıkla­
rından yakınılmıştır.528
Görüldüğü gibi Osmanlı’da 19. yüzyıldan itibaren açılan
kız okullarının çoğu İstanbul gibi büyük kentlerde açılmış ve bu
okullara çok az sayıda kız öğrenci devam etmiştir.529

527 age., s. 121.


528 Müjgan Cunbur, “Atatürk D önem inde Kadın Eğitimi”, Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, S. 23, C 8, Mart 1992.
529 Dârül-muallimat’tan 26 yılda 348 kız öğrenci mezun olmuştur. Aynı yıllarda 9
kız rüştiyesinde 1779, 3 kız sanat okulunda 486 öğrenci okumaktadır. İstan­
bul’daki iptidaî adı verilen ilkokullarda ise 453 kız öğrenci vardır. Ankara’daki
iki öğretmenli kız rüştiyesinde 12 öğrenciye karşılık azınlıkların 4 rüştiyesinde
239 kız öğrenci bulunmaktadır. 1893’te açılan İzmir Kız Rüştiyesi’nde 4 öğret­
men 80 öğrenciyi okutmaktadır. 1911’de de İstanbul İnas İdadisi açılmıştır. Bu
idadî 1913’te İnas Sultanîsi, 1915 yılında da Bezmi âlem Sultanîsi adım almış
ilk kız lisemizdir. 12 Eylül 1914’te kız idadilerine öğretmen yetiştirmek üzere,
Dârül-muallimat’ı Âliye’ye bağlı olarak ilk İnas Dâr-ül-fünun’u (Kız üniversite­
si) açılmış, matematik, edebiyat ve tabiî bilimler şubelerinden 1917’de toplam
18, 1918’de de 10 kız öğrenci mezun olmuştur. İnas Dâr-ül-fünun’u 1920’de
kızlar erkekler ayrı sınıflarda ders görmek üzere İstanbul Dâr-ül-fünun’u ile
birleştirilmiş, bir süre sonra kızların kendi sınıflarını boykot edip esas dersle­
re girmeleriyle de karma öğretim başlamıştır. 1916’da örgün eğitim görmemiş
kadınlar için İstanbul’da Bilgi Yurdu açılmış, ilk ayda buraya 116 kadın kay-

257
28 Haziran 1868’de T e ra k k i gazetesinde, isimsiz bir kadın
mektubu yayımlanmıştır. Bu mektupta şikâyet edilen konular­
dan biri erkeklerin çok eşliliğidir. Ayrıca başka bir kadın; aynı
ücreti ödedikleri halde vapurlarda kadınlara neden kötü yerler
ayrıldığından yakınmıştır. Bazı aydın kadınlar yavaş yavaş eşit­
sizliğe isyan etmeye başlamıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1895’te hazırladığı ilk nizam­
namesinde kadınların da cemiyete üye yazılabilecekleri, erkelerle
aynı haklara ve görevlere sahip oldukları belirtilmiştir. 1908’de
II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra sansürün kalkmasıyla
birlikte hem kadın dernekleri kurulmuş hem de kadın dergile­
ri çıkmaya başlamıştır. Halide Edip, Teali Nisvan (Kadınların
Yükselmesi) Derneği’ni kurmuştur. O günlerde kurulan başka
bir kadın derneği olan Müdafa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti de
“K a d ın la r D ü n y a s ı”, “ İn sa n iy e t, M e h a s in ”, “D e m e t ” ve “K a ­
d ı n ” gibi kadın dergileri çıkarmaya başlamıştır.530

Inci’nin kapağı Erkekler Dünyası’nın


kapağı (19 Ocak 1913)

dolmuş, bu yurtta sanat ve müzik dersleri verilmiştir (bkz. Cunbur, agm.).


530 Diğer kadın dergileri arasında, T erakk-i M ukadderat, M ü rebbie-i M u kad d e­
rat, Ayine, Şukufezar, E rk ek ler D ünyası önemli bir yere sahiptir (bkz. Leyla
Kaplan, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908-1960), Anka­
ra, 1998, s. 9 vd.).

258
19. yüzyılda açılan “Darü’l Muallimat” adlı kız öğretmen
okulundan mezun olan az sayıdaki münevver (aydın) kadın
önemli işler yapmıştır. Nezihe Muhittin, Arife Hanım ve Ulvi­
ye Mevlan gibi bazı aydın Osmanlı kadınları, kadın hakları için
mücadele etmiştir. Meşrutiyet’in en ateşli kadın hakları savunu­
cularından olan Nezihe Muhittin, Türk kadınlarının seçme ve
seçilme hakkına sahip olması için çok ciddi bir mücadele ver­
miştir.
Osmanlı’da kadın haklarını savunan erkekler de vardır.
Şemsettin Sami, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Baha Tev-
fik, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Hüseyin Rahmi, Abdullah Cev­
det bunlardan bazılarıdır.
1867’de Namık Kemal, Tasviri Efkâr gazetesinin 457. sayı­
sında “Terbiye-i Nisvan Hakkında Bir Layiha” (Kadınların Eği­
timi Konusunda Bir Tasarı) adlı yazısını yayımlamıştır. Şinasi’in
“Şair Evlenm esinden on yıl sonra, 1869’da Ahmet Mithat Efen­
di, kadınların sorunları konusunda yazılar yazmaya başlamıştır.
1872’de Namık Kemal, İbret gazetesinde “Aile H akkında” adlı
bir makale yayımlamış ve makalesinde kız çocuklarına baskı ya­
pan anne-babaları eleştirmiştir.
20. yüzyılın başında girilen savaşlar, Müslüman Türk kadı­
nının zorunlu olarak iş hayatına girmesini sağlamıştır. Erkekle­
rin cephede olduğu bu dönemde kadınlar bir taraftan evlerinin
geçimleri, diğer taraftan vatan savunması için küçük atölyeler­
de çalışmaya başlamıştır.531 İttihat ve Terakki Partisi, 7 Kasım
1917’de kabul ettiği “Aile Kanunnam esiyle imam nikâhının
tümden bağlayıcı niteliğini sınırlandırarak kadına da kocasını
boşama hakkı tanımıştır.532 “Daha önceleri, ancak ebe, hastaba­
kıcı ve daha sonra da öğretmen olabilen kadınlar için bu dönem­
de bir ileri adım daha atılmış; kadınlar memur olabilmiş, peçeleri
kalkmış ve çarşafları elbiseye yakın bir şekil almıştır.”533

531 Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, s. 596-604.


532 İlhan Başgöz, “T ürkiye’de Laikliğin Tarihsel ve Sosyal K ökleri", Bilanço 1923-
1998, 10-12 Aralık 1998.
533 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul, 1987, s. 193.

259
Teal-i Nisvan Cemiyeti’ndeki kadınlardan bir grup

Ancak Osmanlı’nın son yıllarında kadınlara tanınan bu kıs­


mi haklar ya kâğıt üzerinde kalmış, ya savaşlar nedeniyle ha­
yata geçirilememiş, ya da çok sınırlı bir kesim üzerinde etkili
olmuştur. İstanbul, İzmir ve Selanik dışındaki kadınların ne bu
kadın cemiyetlerinden, ne bu kadın dergilerinden, ne kız okul­
larından ne de “A ile K a n u n n a m e s i ”nden haberleri vardır. 20.
yüzyılın başlarında İstanbul’da bile bir kadının yanında kocası
veya ağabeyi olmadan tek başına sokağa çıkması çok yadırga­
nan bir durumdur. Sokağa çıkan kadın da hâlâ erkeğinin birkaç
metre gerisinden, yüzünü, gözünü saklayarak, sokak diplerin­
den, sinerek yürümek zorundadır. Kadın konusunda köklü bir
devrim yapmadan Müslüman Türk kadını üzerindeki yüzlerce
yıllık baskıyı kaldırmak olanaksızdır. İşte Atatürk bu gerçeği gö­
rerek yola çıkmıştır.
“ Ş u n a k a n i o lm a k la z ım d ır k i, d ü n y a y ü z ü n d e g ö rd ü ğ ü ­
diyen Atatürk, çok genç yaş­
m ü z h e r şe y k a d ın ın e s e rid ir,” 534
larından itibaren kadın erkek eşitliğini ve kadın haklarını sa­
vunmuştur. Kadınların kısmen daha fazla haklara sahip olduğu,

534 Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 113.

260
toplumsal hayattan dışlanmadığı Selanik gibi Batılı etkilere açık
bir kentte doğup büyümesi, bir süre Sofya ve Karlsbat gibi kadın
haklarına değer verilen Batılı kentlerde bulunması, kadın hakları
konusunda düşüncelerinin olgunlaşmasını sağlamıştır.
1916’da Bitlis’te, 1917’deKarlsbad’ta, 1919’da Erzurum’da,
gelecekte kadınları özgürleştireceğinden, kadınlara devrim nite­
liğinde haklar tanıyacağından söz etmiştir.
Atatürk, daha 1918 yılında kadınların özgürleştirilmesin-
den şöyle söz etmiştir:
“Bmk a d ın m eselesin d e c e s u r o la lım . V esveseyi b ır a k a lım ...
A ç ılsın la r. O n la r ın d im a ğ la rın ı c id d i ilim le r ve fe n le r ile d o n a ­
ta lım . N a m u s u , fe n n i sa ğ lık lı b iç im d e a n la ta lım . Ş e r e f ve H a y ­
s iy e t sa h ib i o lm a la rın a b ir in c i d ere ced e ö n e m v erelim . ”S3S
Atatürk, kendi ifadesiyle “ifrat ve tefritten” (aşırılıklardan)
kaçman çağdaş Türk kadınının nasıl olması gerektiğini Türk-
halkına bizzat gösterebilmek için örnek bir evlilik yapmıştır.
Atatürk’ün günümüze sürekli dedikodu malzemesi yapılan Latife
Hanım’la olan evliliği bir aşk veya mantık evliliği değil, bir model/
örnek evliliktir. Atatürk, Batı’da eğitim görmüş, birkaç yabancı
dil bilen, aynı zamanda köklerine bağlı Latife Hanım’la -henüz
kanunlaşmamış olan- medeni nikâhla evlenip, onu yurt gezilerin­
de yanında götürerek Türk kadınına, aşırılıklardan uzak, çağdaş
Türk kadınının nasıl olması gerektiğini göstermek istemiştir.536
Atatürk, Demokrasi Projesi çerçevesinde kadın haklarını
yavaş yavaş yerleştirmeye çalışmıştır. Bu amaçla sıkça kadınlı

535 A. Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, 2. bas., Ankara,
1991, s. 45.
536 “Bu kon u daki savaşı sadece sözle değil, kişiliğiyle örnek olarak da yürüttü.
Latife H an ım ’la evlenm esi sırasında yapılan resm i törende T ürkiye’de ço k es­
kiden beri uygulanagelen timi gelenekleri bir yana ittiği bilinmektedir. Evlen­
me bir pazartesi günü oldu. Oysa ü lkede evlenm e törenlerini perşem be günü
yapm ak âdetti. Tatil günü cuma olduğuna g öre perşem be arife sayılırdı. Sonra
evliliğe rıza sözü olan gelen eksel ‘ev et’ sözcüğünü kendisi ve nişanlısıyla b o ca
önünde ve tanıklar karşısında birlikte bulunarak söylem elerini istedi. Oysa g e­
leneğe göre bu sırada da birbirini görm em eleri gerekiyordu. Dahası var: Gazi,
genç karısını yüzü açık, çizmeleriyle askeri teftişlere ve lokantaya götürm ekten
çekinm iyordu. ” (Gentizon, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 132, 133.)

261
erkekli balolar (İzmir’de, Ankara’da, Trabzon’da, Mersin’de ve
Bursa’da) düzenlemiş, kadınları, bilim, sanat ve spor etkinlik­
lerine yöneltmiştir.537 Bu konuda da halka bizzat örnek olmak
istemiştir: Manevi kızlarından A. Afet İnan’ın tarihçi, Sabiha
Gökçen’in ise havacı olmasını istemiştir. Toplumda kadın erkek
ayrımının yapılmasına büyük tepki duymuştur. Örneğin bir gün
Ankara’da Cemil Bey sinemasına film seyretmeye giden Atatürk,
salonda yalnız erkekleri görünce, Cemil Bey’e, “Neden hiç k a ­
dın yok?” diye sormuş, “Paşam, kadınlara yalnız salı günleri
film gösteriyoruz,” yanıtını alınca, hemen yaverini çağırarak,
“Film seyretmek isteyen hanımları içeri bıraksınlar” talimatını
vermiştir. Kısa sürede salonu dolduran hanımlar, Atatürk’ü coş­
kuyla alkışlamıştır.538
Atatürk’e göre Kurtuluş Savaşı yıllarında cepheye kağnılarla
cephane ve mermi taşıyan, hatta cephede düşmanla savaşıp er­
keğiyle yan yana şehit düşen Türk kadını, (I. İnönü Savaşı’nda
şehit düşen genç kızlarımız vardır.) toplumsal hayatta da her ba­
kımdan erkeğiyle eşit, yan yana olmayı çoktan hak etmiştir.
9 Mayıs 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Hük
metinin ilk programı okunurken kız ve erkek farkı gözetilmeden
Türk çocuklarına verilecek eğitimin, kazandırılacak şuur ve ka­
rakterin hedefleri üzerinde durulmuştur.
Atatürk, Yunan ordusunun Anadolu içlerine doğru ilerlediği
günlerde, sanki hiçbir şey yokmuşçasına, 16 Temmuz 1921’de
Ankara’da bir “M aarif Kongresi” toplamıştır. Kongreyi bizzat
açan Atatürk, yeni devletin eğitim ilkelerinden, millî eğitimin
düzenlenmesinde alınacak tedbirlerden söz ederken kadın öğret­
menlere “Muallime ve Muallimler” (Hanımlar, Efendiler) diye­
rek öncelik tanımıştır. Kongrede “Eğitim ve Öğretim Reformu”
planını sergilemiş, tartışmış ve kararlar haline getirmiştir. Gele­
ceğin Türkiye’sinin kız ve erkek çocuklarına, kadın ve erkek tüm
halkına verilmesi gereken ulusal terbiyenin, eğitim ve öğretimin
esaslarını tespit etmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında dü­
537 Gentizon, age., s. 133-136.
538 Nazmi Kal, Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Ankara, 2001, s. 94, vd.

262
zenlediği bu kongreyle, bir taraftan eğitim öğretimin diğer taraf­
tan da kadm-erkek eşitliğinin önemini vurgulamıştır.539
Kongrenin, kadın erkek karışık düzenlenmesi TBMM’de ba­
zı milletvekillerince tepkiyle karşılanmıştır: Dönemin Millî Eği­
tim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ve Bitlis Mebusu Yusuf
Ziya Bey 10.000 lira harcayıp top tarrakaları arasında “mual­
limler kongresi” düzenlenmesini eleştirmiştir. Karesi Mebusu
Haşan Basri Bey de, “kongrenin milletin gelenek ve duygularına
uymayacak bir şekilde muhtelit bir kongre olarak düzenlendiği­
ni” söyleyerek eleştirilere katılmıştır. Karahisar-ı Sahib Mebusu
Mehmet Şükrü Bey de kongreye kadm-erkek birlikte katılın-
masınm “kadınlığı tahkir” olduğunu ifade etmiştir. Medreseli
Mebuslar ise kongrenin düzenlenmesine yardımcı olan Türkiye
Muallime ve Muallim Dernekleri Birliği’ni Atatürk’e şikâyet et­
mişlerdir. Bunun üzerine Atatürk, Birlik Başkanı Mazhar Müfit
Bey’i çağırıp hiddetle, “ H a n ım la r ın d a k a tıld ığ ı b ir lik le r to p ­
la n tısın d a s iz n e y a p m ış s ın ız ?" diye azarlamıştır. Mazhar Müfit
Bey şaşırmıştır, milletvekilleri ise memnundur. Atatürk şöyle de­
vam etmiştir: “S iz to p la n tıy a g elen m u a llim e h a n ım la rla m u a l­
lim b e y le ri a y n a y n o tu rtm u şsu n u z . H a lb u k i k a rışık o tu rtm a ­
Bu sefer mebuslar
lıy d ın ız , b ir d a h a ö y le h a re k e t e t m e y in iz .”
şaşırmış ve başları önlerinde orayı terk etmişlerdir. Bu olay kar­
ma eğitimin habercisidir. Nitekim Atatürk 31 Ocak 1923 gü­
nü İzmir’de karma eğitim konusundaki düşüncelerini halka iki
cümleyle şöyle açıklamıştır: “ M ille t im iz in , m e m le k e tim iz in ilim
y u v a la n b i r o lm a lıd ır. B ü tü n m e m le k e t ev lâ d ı k a d ın ve erk ek
a y n ı su re tte o ra d a n ç ık m a lıd ır .”540
Atatürk, Demokrasi Projesi çerçevesinde, 1923’ten itibaren
kadının ve kadın haklarının önemini vurgulayan konuşmalar
yapmaya başlamıştır.
Örneğin 31 Ocak 1923’te, İzmir’de halka konuşmasında,
kadınların erkeklerden hiçbir zaman geri olmadığını söyleyerek

539 Burhan Göksel, “Atatürk ve Türk Çocuğunun Eğitim ve Öğretim i”, Belgelerle
Türk Tarihi Dergisi, S. 71, Ağustos 1973.
540 Cunbur, agm.

263
kadınların erkeklerle aynı seviyede olmasını, kalkınmanın ancak
kadın-erkek birlikte gerçekleştirileceğini vurgulamıştır.541
21 Mart 1923’te, Konya Kızılay Şubesi’nin düzenlediği bir
toplantıda da, kadınların hak ve görevleri açısından pek çok ko­
nuya değinmiştir.
1925’te kadın hakları konusunda İnebolu’da, Kastamonu’da,
İzmit’te konuşmalar yapmıştır.
1925’te, “B i r to p lu m , b ir m illet, erk ek ve k a d ın d en ilen
ik i c in ste n m e y d a n a gelir. M ü m k ü n m ü d ü r k i b ir k ü tle n in b ir
p a r ç a s ın ı ilerletelim , d iğ e r in i g ö rm e zlik te n g e le lim d e k ü tle n in
demiştir.542
h e p si y ü k se lm e şerefin e e riş e b ils in ? ”
14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nda, öğren­
cilere sorular sormuş ve bazı soruları kendisi yanıtlamıştır.
Örneğin11T ü r k k a d ın ı n a s ıl o lm a lıd ır ? ” sorusunu şöyle yanıt­
lamıştır: “T ü r k k a d ın ı d ü n y a n ın en m ü n evver, en fa z ile tk â r ve
en a ğ ır k a d ın ı o lm a lıd ır. A ğ ı r sık lette d eğ il, a h lâ k ta , fa zilette
ağır, v a k u r b ir k a d ın o lm a lıd ır. T ü r k k a d ın ın ın v a z ifesi, T ü r k ü
z ih n iy e tiy le , p a z u su y la , a z m iy le m u h a fa za v e m ü d a fa a y a k a d ir
n e s ille r y e tiştirm e k tir... H e r h a ld e k a d ın ç o k y ü k s e k o lm a lıd ır.
B u r a d a F i k r e t m e rh u m u n c ü m le c e m a lu m o la n b i r sö z ü n ü h a ­
tırla tırım ( E lb e t se fil o lu rs a k a d ın , a lç a lır b e ş e r).”543
1928’de, kadınlarımız eğer gerçekten milletin anası olmak
istiyorlarsa, “ erk e k le rd e n d a h a ç o k a y d ın , d a h a ç o k fe y iz li, d a ­
h a fa zla b ilg ili o lm a y a m e c b u rd u rla r,” demiştir.544
Atatürk, 1 Mart 1923’te TBMM’nin dördüncü toplanma
yılını açış nutkunda, özel idarelerce yurdun çeşitli yerlerinde bir
kız öğretmen okulu ile 3 kız idadisinin ve 30 kız ilkokulunun,
Millî Eğitim Bakanlığı’nca da 1 kız lisesi ile 2 kız ortaokulunun
açıldığını müjdelemiştir.
15 Temmuz 1923’te Millî Eğitim Bakanlığı’nda Birinci Hey’eti
İlmiye toplanmış, diğer konular arasında kız ve erkek öğretmen

541 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 2, s. 85-87.


542 Kocatürk, age., s. 116, 117.
543 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 2, s. 235.
544 Kocatürk, age., s. 112.

264
okullarının tüzük ve programları üzerinde durulmuş, İstanbul Kız
Öğretmen Okulu’nda orta kısım açılması kararlaştırılmıştır.
14 Ağustos 1923 günü TBMM’de hükümet programı okun­
muş, millî eğitim konuları arasında kadınların eğitim ve öğreti­
mine de önem verileceği, bu maksatla kız öğretmen okulları, kız
liseleri ve kız sanayi idadileri açılacağı ve bunlara gerekli eğitim
araçları sağlanacağı belirtilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk anayasası ilköğretimi kız çocuklar için de
zorunlu saymıştır. 87. maddede “ K a d ın , erk ek bütü n T ü rk le rin
ilk öğretim den g eçm ek m ecb u riy etin d e o ld u k la rı ” belirtilmiştir.545
3 Mart 1924’te “ T ev h id i-i T ed risa t K a n u n u ” kabul edilerek
ve 20 Nisan 1924’te “ Teşkilât-ı E s a s iy e K a n u n u ” nun 87. mad­
desi değiştirilerek “kız ve erkek çocuklara ilköğretim zorunlulu­
ğu” getirilmiştir.
Cumhuriyet’in ilk ders yılında öğretim yapan 20 öğretmen
okulundan 7’si kız öğretmen okuludur.546
1927-28 öğretim yılında 9 erkek 2 kız teknik öğretim okulu
varken, 1938-39 öğretim yılında bu sayı 11 erkek, 13 kız teknik
öğretim okuluna yükselmiştir.547
1938’e kadar Türkiye’nin değişik yerlerinde toplam 40 kız
sanat enstitüsü ve kız sanat okulu kurulmuştur.
Bu sayede okuyan kızlarımızın sayısında büyük bir artış
görülmüştür. 1923’te ilkokullarımızda 63.000 kız öğrencimiz
varken, bu oran 1970’te 2 milyonu bulmuştur. Ortaokullardaki
kız öğrenci sayısı 1128’den 200.000’e ulaşmıştır. Liselerimizde
1923’te sadece 166 olan kız öğrenci adedi 1970’te 64.000’e yük­
selmiştir. 1923’te üniversitede (Darülfünun) sadece 168 kız öğ­
renci varken bu sayısı 1970’te 16.000’e yükselmiştir.548
Harf Devrimi’nin yapılması, Millet Mekteplerinin açılması,
karma eğitimin başlatılması gibi devrimci adımlarla kadınların

545 Cunbur, agm.


546 agm.
547 Reşit Özalp, Rakamlarla Türkiye’de Teknik ve Mesleki Öğretim, Ankara,
1956, s. 41.
548 Bkz. Burhan Göksel, “Atatürk ve Kadın H a k la n ” Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, S. 1, C 1, Kasım, 1984.

265
okuryazarlık oranları yükseltilmiştir. Cumhuriyet’in ilk yılların­
da kız öğrenci ve kadın öğretmen sayısında büyük bir artış ger­
çekleşmiştir.549
“Eğitim Birliği Kanunu” (Tevhid-i Tedrisat) ile eğitim alanın­
da kadın-erkek eşitliği sağlandıktan sonra kadını iş hayatına kata­
cak bir dizi girişimde bulunulmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın hemen
ardından 1923’te yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde Türkiye’de
ilk kez kadınlara işçi ve çiftçi delegeleri arasında yer verilmiştir.
Ayrıca beş yüz kadar izleyici arasında önemli sayıda kadın izleyici
vardır. Kongre kararlarının 1. maddesinde “Kadın erkek çalışan­
lara amele yerine işçi denilmesi”, 7. maddesinde “Kadınların ma­
denlerde çalıştırılmaması” , 10. maddesinde “Kadın işçilere sekiz
hafta doğum, her ay üç gün ay hali (regl dönemi) izni” verilmesi,
2. maddesinde “emzikhaneler açılması” öngörülmüştür.550
Atatürk, 1924’te Ticaret Bakanı Ali Cenani Bey’i, gelişen ül­
kelerdeki iş kanunlarında kadının durumunu incelemekle görev­
lendirmiştir. Bu doğrultuda bir komisyon kurulmuştur. Komis­
yonun çalışmaları sonunda çalışan kadınlara on hafta ücretli do­
ğum izni verilmesinden kadınları gece ve ağır işlerde çalıştırmayı
önlemeye yönelik bir dizi koşul getirilmiştir. Meclisin bu tasarıyı
kabul etmemesi üzerine, 1929’da kadın haklarını daha da geniş­
leten bir kanun tasarısı hazırlanmıştır. İstanbul Ticaret Odası’nın
“Türk sanayini yıkıma uğratacak”551 iddiasıyla karşı çıktığı bu
tasarı da reddedilmiştir. Bunun üzerine 1934’te öncekilerden çok
daha ileri bir “kadın işçi hakları tasarısı” hazırlanmış ve sonunda
bu üçüncü tasarı sekiz yıllık bir mücadelenin ardından 8 Haziran
1936’da 3008 sayılı “İş Kanunu” olarak kabul edilmiştir.552
Atatürk’ün çabalarıyla sonunda yasalaşan “İş Kanunu”, ka­
dınların sanayi işlerinde gece görevlendirilmesini, yaşı ne olursa
olsun maden işleri, kablo döşemesi, kanal ve tünel yapımında

549 Bkz. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1982, s. 322-328.
550 Aydoğan, Atatürk ve Türk Devrimi, “Ülkeye Adanmış Yaşam”, 2, s. 253, 254.
551 Nedjide Hanum, La legislation Ouviere de la Turquie Contemporaine, REI,
Cahier, II, S. 245, A 1928’den nakleden Berııad Caporal, Kemalizm Sonrasında
Türk Kadını, C 2, s. 19; Aydoğan, age., s. 254.
552 Aydoğan, age., s. 254.

266
çalıştırılmasını yasaklamıştır. İsteyen kadınlara gece çalışma izni
de verilmiştir. Kadınlar artık “123 çeşit ağır ve tehlikeli işte” ça­
lıştırılmayacaktır. Çok daha önemlisi işverenlerin, atölyelerinde
ve fabrikalarında kadın işçi çalıştırması zorunlu kılınmıştır.553
1926’da çıkarılan “Borçlar Kanunu”nda borçlar tanımlanır­
ken kadın-erkek ayrımı yapılmadan her iki cins eşit görülmüştür.
1926’da çıkarılan “Medeni Kanun”\a kadına “dilediği mes­
leği, sanatı seçme ve yürütme hakkı” verilmiştir. Kanun, kadının
meslek ve sanatını yürütmesine yarayan malları “dokunulmaz
mallar” saymıştır.
1930’da çıkarılan “Hıfzısıha (Toplum Sağlığını Koruma)
Kanunu”yla çocuklu kadın işçilere çalışma saatleri içinde, işleri­
ne ara vererek çocuklarını emzirme olanağı sağlanmıştır.554
Atatürk’ün genç Cumhuriyeti’nin kadınlara tanıdığı bu işçi
hakları Atatürk’ün kurduğu sosyal fabrikalarda aynen uygulan­
mıştır.555
Atatürk, kadınların sosyal hayatın tüm olanaklarından yarar­
lanmasını istemiştir. Önce 1924 yılında İstanbul’da vapur, tram­
vay ve trenlerde erkeklerle kadınları ayıran kafesler ve kadınların
bulunduğu bölümlerdeki perdeler kaldırılmıştır. Bundan sonra
kadınların kocalarının yanında seyahat edebilmeleri sağlanmıştır.
Daha sonra parklar, plajlar, mesire yerleri, salonlar kadınlara açıl­
mıştır. Kadın spor kulüpleri kurulmuştur. Beden eğitimi ve izcili­
ğin gelişmesiyle kadınlar da bu alanlarda önemli başarılar elde et­
miştir. Cumhuriyet’in ilk kadın sporcularını, ilk kadın doktorları,
ilk kadın biliminsanları, ilk kadın pilotları, ilk kadın hukukçuları
takip etmiştir. Örneğin 1930 yılında Hâkim Nezahat ve Beyhan
hanımlar, asliye hâkimliklerine atanmışlardır.556
Cumhuriyet çok kısa sürede Türk kadının çehresini öylesine
değiştirmiştir ki, son Osmanlı şeyhülislamının torunu Keriman
Halis 1932’de dünya güzeli seçilmiştir.557

553 Caporal, age., s. 34,35; Aydoğan, age., s. 254.


554 Coparal, age., s. 31, 32, 37; Aydoğan, age., s. 354, 355.
555 Atatürk’ün Sosyal Fabrika Projesi, “AKL-I KEMAL”in 3. cildinde anlatılacaktır.
556 Özakman, Cumhuriyet, 2. kitap, s. 367.
557 Bernard Caporal, age., s. 2 2 ’den nakleden Aydoğan, age., s. 248.

267
Müslüman Türk kadınının Osmanlı’nın son dönemlerinde­
ki en büyük sorunlarından biri giyim-kuşamma çok fazla mü­
dahale edilmesidir. 17. yüzyıldan beri birçok Osmanlı padişahı,
kadınların örtünmeleri, çarşaf ve peçe kullanmaları konusunda
fermanlar yayımlayarak kadınlar üzerinde bir baskı kurmuş, ka­
dınların özgürlüklerini kısıtlamıştır.
Atatürk, Türk kadınını her bakımdan özgürleştirmeye ka­
rarlıdır. Bu bakımdan koca, ağabi ve mahalle baskısıyla, pa­
dişah fermanıyla kapanmaya, çarşaf ve peçe takmaya zorlanan
Müslüman-Türk kadınını öncelikle bu türlü erkek baskısından
kurtarmak gerektiğini düşünerek işe başlamıştır. Atatürk, kadın
üzerindeki erkek baskısının dine dayandırıldığını da çok iyi bildiği
için, kadın kıyafeti konusundan söz ederken, sıkça dinin bu konu­
daki hükümlerinden de söz etmiştir. Dinimizin kadınların çarşaf
ve peçeyle kapanmalarını istemediğinin özellikle altını çizmiştir.
Atatürk Kurtuluş Savaşı’nm başlarında en yakın arkadaşla­
rına, gelecekte “tesettürü” kaldıracağından söz etmiştir. Örne­
ğin 7 Temmuz 1919 gecesi Erzurum’da yakın arkadaşı ve yaveri
Mazhar Müfit Kansu’ya, gizli kalmak kaydıyla gelecekte yapa­
cağı devrimleri yazdırırken üçüncü sıraya “te se ttü r k a lk a c a k t ır ”
diye yazdırmıştır.558
24 Eylül 1925’te Bursa Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada
da çarşaf ve peçenin kalkması gerektiğinden söz etmiştir:
“ H a n ım la r d a e rk e k le r g ib i şa p k a g iy m e lid ir. B a ş k a tü rlü
h a re k e t etm em ize im k â n y o k tu r. İşte size b ir ö r n e k : B u başla
m e d e n i b ir h a n ım A v r u p a ’y a g id ip in sa n iç in e ç ık a m a z .” 559
Atatürk, 2 Şubat 1923’te İzmir’de ve 27 Ağustos 1925’te
İnebolu’da yaptığı konuşmalarda kadınların kendilerini hayat­
tan koparacak şekilde çarşaf ve tesettürle kapanmalarının doğru
olmadığım, dinimizin hiçbir zaman bu şekilde bir giyinme (ör­
tünme) istemediğini uzun uzun anlatmıştır.560
Bir taraftan çarşaf ve peçeyle sıkı sıkıya kapanmayı eleştiren

558 Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C 1, s. 131, 132.


559 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 17, s. 324.
560 Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, s. 621-623.

268
Atatürk, diğer taraftan Avrupa’daki balolarda görülemeyecek
kadar açık saçık giyinilmesini de eleştirmiştir. Kadınlarımızın
giyinme konusunda ifrat ve tefritten kaçınmaları gerektiğini be­
lirtmiştir. 21 Mart 1923’te Konya kadınlarına bu konuda şunları
söylemiştir:
“ Ş e h irle rim iz d e k a d ın la r ım ız ın g iy in m e ta rzı ve tesettü ­
rü n d e ik i ş e k il g ö rü lü y o r, y a ifra t y a te frit g ö rü lü y o r. Y a n i y a ne
o ld u ğ u b ilin m e y e n ç o k k a p a lı, ç o k k a ra n lık d ış ş e k il g ö stere n
b ir k ıy a fe t, v e y a h u t A v r u p a ’n ın en se rb e st b a lo la rın d a b ile d ış
k ıy a fe t o la ra k a rz ed ilm ey ecek k a d a r a ç ık b i r g iy in m e . B u n u n
h e r ik is i d e şe ria tın ta vsiy e si, d in in e m ri h a ric in d e d ir. B iz im
d in im iz , k a d ın ı o tefritten d e b u ifra tta n d a u z a k tu ta r . .. ”561
Atatürk’ün Türk kadınlarına en büyük hizmetlerinden bi­
ri, din istismarıyla kadını kapanmaya zorlayan erkek baskısı­
nı kırmak için verdiği mücadeledir. Cumhuriyet, kadınları her
bakımdan bilinçlendirmekle işe başlamıştır. Atatürk, okuyan,
düşünen, sorgulayan, çalışan, ekonomik özgürlüğüne sahip, me­
deni ve siyasi haklarını kazanmış kadının, dinle beslenen erkek
baskısından kurtulacağını düşünmüştür. Bu durumdaki kadının,
kendine en yakışan çağdaş kıyafeti özgürce seçeceğini bildiği için
de kadının giyim kuşamı konusunda “zorlayıcı” hiçbir kanun
çıkarmamıştır. Sadece kadınları çarşaf ve peçe takmaya zorlayan
çağdışı anlayışla mücadele etmiştir.

Türk Medeni Kanunu


Osmanlı İmparatorluğu’nda uzun çalışmalar sonunda, on
yıl içinde 16 kitap olarak hazırlanan “ O sm a n lı M e d e n i K a n u ­
n u ” “M e c e lle ”, 1868’de yürürlüğe girmiştir. Mecelle, fıkıhın
dünya işleri ile ilgili hükümlerini bir araya toplayan bir medeni
kanundur. Dini kuralları esas aldığı için değişen toplumsal ih­
tiyaçlara yanıt vermekten çok uzaktır. Özellikle kadın hakları
konusunda dişe dokunur hiçbir yenilik getirmemiştir. Çok kesin

561 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 2, s. 153-155.

269
hükümlere sahip olduğu için hâkimin yorumuna hiç yer bırak­
maması, hükümlerinin çağdaş ticarete uygun olmaması (örneğin
197. maddedeki satış sırasında, satılacak olan şeyin mutlaka var
olması hükmü, bir hasadın ürünlerinin önceden satılmasına en­
geldir. Ayrıca ticari şirketlerle ilgili maddeleri yetersizdir), aile ve
kişi hukukunda sessiz kalıp bu konuları şer’i hukukun alanına
bırakması gibi sayısız eksikliği vardır.562
Türk kadınını iş hayatında, eğitim hayatında, özel hayatta,
kısacası toplumsal hayatta her bakımdan erkekle eşit hale ge­
tirmek isteyen Atatürk, kadına geniş haklar veren, çağdaş bir
medeni kanun hazırlanması için çalışma başlatmıştır.563
Yeni medeni kanunun gerekçesi olarak, önceki medeni kanun
Mecelle’nin kuralları ve ana hatlarının dini olduğu, kanunları dine
dayanan devletlerin kısa süre sonra ulusun isteklerini karşılayama­
dığı, çünkü dinlerin değişmez hükümler içerdiği, bu nedenle çağdaş
bir medeni kanuna ihtiyaç duyulduğu biçiminde ifade edilmiştir.564
Atatürk’ün talimatları doğrultusunda dünyadaki medeni
kanunlar incelenmiştir. 11 Eylül 1924’te, İsviçre Üniversitesi’nde
öğretim görmüş 26 hukukçudan kurulu bir komisyon, Adalet Ba­
kanı Mahmut Esat Bozkurt’un başkanlığında dünyadaki çağdaş
medeni kanunları incelemeye başlamıştır. “F ra n s ız K a n u n u ”nu
eski, “A lm a n K a n u n u ”nu ise eksik ve karışık bulan komisyon,

562 Gentizon, age., s. 174, 176.


563 Nitekim Adliye Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, hukuk devrimi nedeniyle kendi­
sine teşekkür eden İstanbul Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanma 6 Şu­
bat 1926’da çektiği telgrafta, bu kanunları Atatürk’ün ilhamıyla hazırladığını,
Cumhuriyet kanunlarında bir başarı görülüyorsa, bunun şerefinin Atatürk’e
ait olduğunu ifade etmiştir. “ Cumhuriyet kanunlarında bir m uvaffakiyet ve
bir güzellik görülüyorsa, bu şahsım a değil, doğrudan doğruya Türk İhtilâlinin
büyük lideri Gazi M ustafa K em al Paşa hazretlerine aittir. Büyük liderden aldı­
ğım m addî ve m anevî feyz ve ilham ladır k i bu kanunları hazırladım . Zaten bu
kanunlar büyük liderimizin vaz’ ettiği (ortaya koyduğu) inkılâp prensiplerinin
ifade ve tesbitindeıı başka bir şey değildir. Gizli kalm asına gönlüm ün bir türlü
razı olm adığı bu h akikati şuracıkta kayd etm ekle tarihe hizm et etmiş olm akla
m ütevellid (doğmuş) bir sürür (sevinç) duym aktayım . H ürmetlerimin kabulü
ve en sam im i duygularımın inkılâbın genç Türk hukuk nam zedlerine (aday­
larına) iblağını (iletilmesini) lütfen tavassut buyrulmasını ç o k rica ederim .”
(Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 7 Şubat 1926.)
564 Gözler, age., s. 110.

270
“İsviçre Medeni Kanunu”nda karar kılmış ve bu kanunu Türk
ihtiyaçlarına uygun hale getirmeye çalışmıştır.565
“İsviçre Medeni Kanunu”nun bazı maddeleri değiştirilerek
“Türk Medeni Kanunu” olarak kabul edilmiştir. Örneğin “İsviç­
re Kanunu”rvAz yetişkinlik çağı 20 olarak belirlenmişken, “Türk
Kanunu”nâz 18 olarak belirlenmiştir. “İsviçre Kanunu”nda ev­
lenme mal birliği ilkesine dayalıyken Türk hukukunda mal ayrı­
lığı ilkesine dayanmıştır.566
Bu çalışmalardan sonra meclis, 17 Şubat 1926’da “İsviçre
Medeni Kanunu”nu, bazı değişikliklerle “Türk Medeni Kanu­
nu” olarak kabul etmiştir.567 “Medeni Kanunu” tamamlamak
için yine İsviçre’den alınan “Borçlar Kanunu” kabul edilmiştir.
(22 Nisan 1926).568
“Türk Medeni Kanunu ”, şeriattan ve şeraitle biçimlenen
Mecelle’den ayrı olarak, aile hukukunda, miras hukukunda,
malların yönetimi konusunda kadına erkekle eşit haklar tanı­
mıştır. En önemlisi de resmi nikâhı zorunlu kılarak, birden fazla
kadınla evlenmeyi yasaklamıştır.
“Türk Medeni Kanunu ” , kadın hakları dışında özellikle mi­
ras hukuku ve toprak mülkiyeti konusunda da çok önemli yeni­
likler getirmiştir. Feodallerin (ağalar, şeyhler) ve nüfuzlu kişilerin
etkisini kırmıştır.
“Medeni Kanun”un kabulünden sonra 14 Haziran 1926’da,
Adliye Vekâleti bir yönetmelik yayımlayarak, nişanlanma, ev­
lenme, boşanma bölümlerini düzenlemiş, bunu savcılıklara ve

565 Yücel Özkaya, “Atatürk'ün H ukuk Alanında G etirdikleri”, Atatürk Araştırma


Merkezi Dergisi, S. 21, C 7, Temmuz 1991.
566 Gentizon, age., s. 182, 183.
567 İsviçre Medeni Kanunu 1912’de yürürlüğe girmiştir. O zamanki dünyada en
son hazırlanmış, dolayısıyla en çağdaş medeni kanunlardan biridir. İsviçre M e­
deni Kanunu’nun önemli bir bölümünü Eugen Huber hazırlamıştır. 1923’te
ölen Profesör Huber’in en önemli eseri, 1888 ile 1893 yılları arasında çıkardığı
“İsviçre Ö zel H ukukunun Sistemi ve T arihi” adlı dört ciltlik çalışmadır. İsviçre
hukukunun şaheseri olan bu çalışmasıyla Huber, bizim de kabul ettiğimiz İs­
viçre Medeni Kanunu’nun temelini atmıştır (Özkan Tikveş, Atatürk Devrimi ve
Türk Hukuku, İzmir, 1975, s. 151, dipnot 38).
568 Tikveş, age., s. 151.

271
köy ihtiyar heyetlerine yollamıştır. Bu kanunlar gazetelerde de
yayımlanarak halkın bilgilenmesi sağlanmıştır.569
Genç Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Medeni Ka-
nun’un kabulü ile artık Türk ailesinde kadın ve erkeğin eşit du­
ruma geldiklerini belirtmiştir:
“ B e n im d ü şü n cem e g ö re ta rih im izd e çık a n en belirgin g ö ­
rü n tü T ü r k kad ın ın a aittir. İşte elim izd ek i k a n u n tasarısı bug ü n e
k a d a r h a tu n lu ğ u n u k o ru m a sın a ra ğm en esir g ib i m u am ele g ö ren
k a d ın ım ıza o n u rlu y e rin i v erm ek g ö rev in i y a p a c a k ...”570
adlı kitabın yazarı David Hotham, “ T ü r k
“ T ü r k le r ” M ede­
ni K a n u n u ” hakkında şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“ A ta tü rk d ev rim leri için d e en h ayret v erici ve ilerici olanı,
İs v iç re M e d e n i H u k u k u ’n u n k a b u lü d ü r. Yeni m ed en i k a n u n , ço k
k a d ın alm a geleneğin i o rta d a n k a ld ırm ış, o zam ana k a d a r erk ek
egem enliği a ltında olan k a d ın a , eşit h ak tanım ıştır. B u n u n ne k a ­
d a r d e v rim ci b ir d a vra n ış o ld u ğ u n u a nla m a k için T ü r k iy e ’den
ba şka h iç b ir M ü slü m a n ü lk e n in b ö y le b ir işe k a lk ışm a d ığ ın ı ha­
tırlatm a k yeter. D iğ e r İsla m ü lk e leri şeriatı d erin leştirm e y e ça ­
balam ışlar, fa k a t h içb iri A t a t ü r k ’ü n yaptığı g ib i şeria tın yerin e
b ir A v ru p a ü lkesin in k a n u n la rın ı g etirm eye cesa ret edem em iştir.
T ü r k le r k a n u n u o ld u ğ u g ib i k a b u l etm işler, fa k a t b ir n o k ta d a
ö n e m li b ir d eğ işik lik ya p m ışla rd ır. B u da evlen m e ya şın ın tes­
p itin d e olm uştur. İ s v i ç r e K a n u n u ’nda evlen m e yaşı ola ra k er­
k e k le rd e 2 0 , k ızla rd a 18 yaşı tesp it o lun m u ştu r. T ü r k iy e ’d e g en ç
k ız la r g en ellik le 14 ya şın d a evlen d ik le ri için bu ç o k g ö rü lm ü ştü r.
B u n u n ü zerin e İ s v i ç r e Y a sa sı’ T ü r k iy e ’de e rk e k le rd e 18, k ızla r­
da da 1 7 ola ra k d eğ iştirilm iştir .”571

Kadınlara Siyasal Haklar Verilmesi


Atatürk, Demokrasi Projesi gereği kadınlara bir an önce
seçme ve seçilme hakkı vermek istemiştir. 16-17 Ocak 1923’te­

569 Özkaya, agm.


570 Gentizon, age., s. 184.
571 Gözler, age., s. 112.

272
ki İzmit basın toplantısında Vakit gazetesi yazarı Ahmet Emin
Yalman’m, “Halide Edip Hanımefendiyi milletvekili görecek
miyiz?” sorusuna, Atatürk şu yanıtı vermiştir:
“ K a n u n la ra g ö re şim d iy e k a d a r e lli b in erk ek n ü fu sa b ir
m ille tv e k ili ç ık m ıy o r m u id i? Ş im d i g e n e l o la ra k e lli b in d e b ir
m ille tv e k ili d ersek o z a m a n b u ş e k ild e erk e k le rle b irlik te k a d ın ­
la r d a s ö z k o n u su olur. K a d ın la r a b u t a b ir ile b i r seçim h a k k ı
v e rilm iş olur. ”
Bu sırada Halide Edip Hanım söze karışıp şu soruyu sor­
muştur: “Paşam, bu kararı bu meclis verir mi? Yoksa ikinci bir
meclis mi verir?”
Halide Edip Hanım’ın bu sorusuna Atatürk şu yanıtı ver­
miştir:
“B u n o k ta y ı b en b a z ıla rı ile k o n u ştu m . B u n a h e n ü z itir a z
e d e n le r var. F a k a t e r g e ç o la ca k tır. ( ...) B i z d e h e r y e rd e fa z la m ı
ta assup v a r d ır (n e d ir)? ” 572
Atatürk, kadınlara siyasal haklar verilmesi konusunda hem
eski Türk tarihinden, hem ABD’den ve İngiltere’den hem de Fin­
landiya, Norveç gibi Kuzey Avrupa ülkelerinden esinlenmiştir.
Atatürk’ün “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabındaki şu ifa­
deleri bu yargıyı doğrulamaktadır:
“ D ü n y a S a v a ş ı’n d a n b eri ç o ğ u ülkeler, k a d ın la r ın seçm e
h a k la rın ı k a b u l etm iştir. K a d ın la r ın s iy a s i h a k la rın y ü r ü t ü lm e ­
sin e k a tılm a sın ı re d d e d e n ülkeler, a n c a k F r a n s a , İta ly a , İs p a n ­
y a g ib i L a t i n ü lk e lerid ir. A m e r ik a ’d a , İn g ilte r e ’d e K u z e y A v ­
ru p a ü lk e le rin d e seçm e y e tk ile r in i y e r in e g etirm ek ted irler. ( ...)
T ü r k ta rih in in en e sk i d ö n e m le ri in ce le n e c e k o lu rsa , d e v le ti
tem sil ed en y a ln ız h ü k ü m d a r o lm a y ıp o n u n la b irlik te h a tu n u n
d a b u tem sild e o rta k o ld u ğ u n a iliş k in b elg elerin a z o lm a d ığ ı
g ö rü lü r. T ü r k m ille tin in ö n c e ve s o n r a k i tü m h a y a tı g ö z ö n ü n e
g e tirilirse , k a d ın la rı e rk e k le rin y a p tık la r ı, y a p a b ile ce k le ri, işle ­
r in en a ğ ırla rın d a d a h i ç a lışırk e n g ö rü rü z . T a rla d a , o rm a n d a ,

572 Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 71, 72. Atatürk, “Buna henüz itiraz
eden ler var, ” diyerek, devrimine itiraz edenleri ikna etmeye çalışacak kadar
demokrat bir devrimcidir.

273
sü rü d e , p a z a rd a , h e r y e rd e ve h e r işte erk e k le rle y a n y a n a ve
b a ze n o n la rd a n d a h a fa z la ç a lışm a k ta d ırla r. A r a lık s ız se fe rle r
v e m e y d a n sa v a şla rı iç in d e A t illa o r d u la r ın ın e rk e k le ri k a d ın ­
la rın d a n a y n m ı s a v a şıy o rla rd ı ? K a d ın la r d a e rk e k le rle b e ra b e r
a y n ı s e fe r ve a y n ı sa v a ş z o r lu k la r ın a g ö ğ ü s g e r m iy o r la r m ıy d ı?
O e r le a n M e y d a n S a v a ş ı’n d a , k a d ın la r, e rk e k le r a y n ı k a h ra ­
m a n lığ ın , o rta k o rg a n la rı h a lin d e b irb ir le r in in y a r d ım c ıs ı o l­
m a d ıla r m ı?
T ü r k k a d ın ın ın yeteneği g ü cü ve ü lke işlerin e ilgi ve y a k ın lığ ı­
n ı isp a t eden örnekler, ö zellikle k u rtu lu ş m ü ca d elesin de a z m ıd ır?
Ö z e tle k a d ın , seçm e k ve seçilm e k h a k k ın ı e ld e etm elidir.
Ç ü n k ü d e m o k ra s in in m a n tığ ı b u n u g erek tirir. Ç ü n k ü k a d ın ın
s a v u n a c a ğ ı m e n fa a tle r v a rd ır. Ç ü n k ü k a d ın ın to p lu m a k a rşı
y e r in e g etireceğ i g ö re v le r va rd ır. Ç ü n k ü k a d ın ın s iy a s i h a k la rı­
n ı u y g u la m a sı k e n d is i iç in f a y d a lıd ır ... ”573
Atatürk, o günlerde kırmızı bir kalemle şu notu yazmıştır:
“A m e rik a n k a d ın la rın ı t a k d ir ed e rim . Ç ü n k ü o n la r b ilh a ssa s i­
y a s i h a k la rın ı ta m a m en a lm ışla rd ır. T ü r k k a d ın la n d a ş im d iy e
k a d a r a ld ık la n h a k la rla y e tin m e y e ce k le rd ir. Y a k ın z a m a n d a
se ç m e k v e seçilm e k h a k k ın ı k a z a n a c a k la n n ı ü m it e d e rim ve
e m in im .” 574
Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesin­
den ve demokrasinin öneminden söz ettiği o günlerde (1930),
Avrupa’da birçok ülkede faşizm yükselmekte, meclisler kapatıl­
makta ve diktatörler başa geçmektedir.
Atatürk ve genç Cumhuriyet, kadınlara seçme ve seçilme
hakkının verilmesini bir “demokrasi meselesi” olarak görmüş­
tür. Yukarıda da görüldüğü gibi Atatürk 1930’da “ Vatandaş İç in
M e d e n i B ilg ile r” kitabında, “ K a d ın seçm ek ve se ç ilm e k h a k k ın ı
eld e etm elid ir, ç ü n k ü d e m o k ra s in in m a n tığ ı b u n u g e re k tirir,”
demiştir.

573 Mustafa Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler, 2. bas., Toplumsal Dönüşüm Yayın­
ları, İstanbul, 2010, s. 128, 130 (Afet İnan’dan günümüz Türkçesine çeviren
Neriman Aydın).
574 Özel, age., s. 96.

274
Sadri Maksudi Arsal da, TBMM’de 5 Aralık 1934’te yaptığı
konuşmada antidemokratik rejimlerde kadınların siyasal haklar­
dan yoksun bırakıldıklarını, kadınlara siyasal hakların verilme­
sinin Türkiye’nin demokratikleşmesinin doğal bir sonucu oldu­
ğunu vurgulamıştır.575
10 Mart 1924’te anayasanın seçme ve seçilme hakkını d
zenleyen 10. ve 11. maddeleri görüşülmüştür. Hazırlanan tasarı­
da “Her Türk’ün seçme ve seçilme hakkı olduğu”, 11. maddede
ise “30 yaşını bitiren her Türk’ün milletvekili seçilebileceği” be-
litilmiştir. Tasarı sessizce, tartışmasız kabul edilmiştir. Demek ki
artık kadınlar da seçmen ve milletvekili olabilecekti!576 II. Mah­
mut döneminde yapılan nüfus sayımında kadınların sayılmadık-
ları dikkate alınacak olursa bu devrimin büyüklüğü çok daha iyi
anlaşılacaktır. Ancak komisyon sözcüsü herkesi hayal kırıklığına
uğratarak, “Seçim kanununda kadınlara yer verilmediğini, ‘Her
Türk’ derken yalnız erkekleri düşündüklerini” belirtmiştir. Bu du­
ruma sinirlenen Recep Peker: “Kadınlar Türk değil mi beyefen­
di ? ” diye seslenmiştir. Bunun üzerine Yahya Kemal Bey, “30 yaşını
bitiren kadın ve erkek her Türk’ün milletvekili seçilme yetkisi var­
dır, ” şeklinde bir öneri vermiştir. Başkan bu öneriyi oylamaya sun­
muştur. Ancak oylama sonucunda öneri reddedilmiştir.577 Öneriye
karşı çıkanların başında yer alan Emin Bey, öneriyi savunan Tuna-
lı Hilmi Bey’e, “Böyle düşünce olmaz, dinsel yasaya saygı göster,
milletin duyarlılıklarıyla oynama,” demiştir.578 Konya Milletvekili
Vehbi Bey ise, “Bizim memleketimize Bolşeviklik daha girmedi
Hilmi Bey,” diye bağırarak tepki göstermiştir.579 Atatürk, kadın­
lara daha 1924’te seçme ve seçilme hakkı vermek istemiş, ancak
maalesef henüz kadını ikinci sınıf olarak gören ortaçağ kafasının

575 Cumhuriyet gazetesi, 3 Haziran, 1952; Özel, age., s. 97.


576 Özakman, Cumhuriyet, 2. Kitap, s. 45.
577 age., s. 45.
578 Tezer Taşkıran, Cumhuriyet’in Ellinci Yılında Türk Kadın Hakları, İstanbul,
1965, s. 98, 99; Bernard Caporal, Kemalizm Sonrası’nda Türk Kadım, 3, İs­
tanbul, 2000, s. 56, Aydoğan, age., s. 236.
579 Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, 3.
bas., İstanbul, 1994, s. 89. Aydoğan, age., s. 236.

275
buna hazır olmadığını görmüştür.580 Bu olay her yönüyle -hem
1920’lerin ortalarında kadınlara seçme ve seçilme hakkını günde­
me getirmesi hem de meclisin iradesine boyun eğmesi- Atatürk’ün
ne kadar demokratik bir anlayışa sahip olduğunu göstermektedir.
Bazı aydın ve genç milletvekilleri, toprak reformu ve kadın
hakları gibi konular yer almadığı için 1924 Anayasası’m dev­
rimci bulmayarak eleştirince Atatürk, onlara şunları söylemiştir:
“A n a y a s a m ız , p a rla m e n te r d e m o k ra si siste m in e u y g u n b ir
a n a y a sa . A m a h iç b ir d e v rim e , h a m ley e en g el d eğ il. O lm a d ığ ın ı
g ö re ce k sin iz . E n g e lle r k a fa la rd a . K a d ın la r a seçm e ve seçilm e
h a k k ın ı n iy e ç o k g ö r d ü n ü z ? K a d ın la r ca h illerse, e rk e k le r c a h il
d e ğ il m i? K a d ın s ız d e m o k ra s i o lu r m u ? E v d e a n n e n iz in , k a rd e ­
ş in iz in , e ş in iz in y ü z ü n e n a s ıl b a k ıy o r s u n u z f”’581
Süreyya Hulusi adlı bir hanım 1926’da Trabzon Türk Oca-
ğı’nda verdiği bir konferansta Türk kadınına seçme ve seçilme
hakkı verilmesi konusuna dikkat çekmiştir.582
Türk Kadınlar Birliği Başkanı Nezihe Muhittin Hanım,
1926’da yaptığı bir yazılı açıklamada, “Birkaç yıl içinde yaşa­
mın tüm alanlarında, en alçak gönüllü işlerden uzmanlık isteyen
çok büyük işlere kadar, yeteneklerini kanıtlamış olan Türk ka­
dınının artık seçme ve seçilme dahil, tüm siyasal haklara kavuş­
masını” istemiştir.583
1927’de İstanbul’da “Kadınlar Birliği” tüzüğüne, “Kadına
siyasî haklar sağlamak için çalışılacağı” yolunda bir madde ek­
lenmiştir.584
580 1923 Nisam’nda “kadınları da adet olarak sayalım” teklifine mecliste büyük
bir tepki doğmuş, onlara siyasî hak tanımak şöyle dursun, bu sayıma dahi
razı olmayan bir düşünce meclise hâkim olmuştur (Özkaya, agm.). Yine Kur­
tuluş Savaşı’na katılan 70. Alay Kumandanı Hafız Halid Bey’in kızı Nezahat
Hanım’a ilk İstiklâl Madalyasının verilmesi teklifi 30 Ocak 1921’de mecliste,
reddedilmiştir. Nezahat’ın 12 yaşında bir çocuk olması, çok daha önemlisi bir
kız olması nedeniyle kendisine ne madalya, ne askerî rütbe verilmemiş, sadece
“Büyüdüğü zaman çeyizini sağlayacak bir hediye takdimine” karar verilmiştir
(bkz. Tezer Taşkıran, Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Kadın Hakları, Başba­
kanlık Kültür Müsteşarlığı, 1973).
581 Özakman, age., s. 49.
582 Bkz. Gülgün Polat, Atatürk ve Kadın Hakları, Ankara, 1983.
583 Türk Yurdu dergisi, C 3, No: 16, 1926’dan nakleden Aydoğan, age., s. 249.
584 Göksel, agm. Kaplan, age., s. 141, 142.

276
Nezihe Muhittin Hanım, yaptığı konuşmalarda sürekli ola­
rak kadınların seçme ve seçilme haklarına sahip olmaları gerek­
tiğinden söz ederek ülke çapında bir “siyasi hak” isteği kampan­
yası başlatmıştır.585
Nezihe Muhittin’in başkanlığındaki “Kadınlar Birliği” üye­
leri İstanbul’da Atatürk’le görüştükten sonra kadınlara seçme
ve seçilme hakkı isteklerini çok daha güçlü bir şekilde dile ge­
tirmiştir.586
21 Haziran 1927’de mecliste mecburi askerlik konusu gö­
rüşülürken kadınlara siyasi hakların verilmesi konusu da tartı­
şılmış ve “kadınların er geç siyasi haklara kavuşacakları” dile
getirilmiştir.58758
Atatürk, 1930 yılından itibaren kadınların seçme ve seçil­
me hakkını kazanmaları için çok yoğun çaba harcamıştır. Önce,
ortaöğretimde okutulması için yazdığı “Vatandaş İçin Medeni
Bilgiler” kitabında “gerçek demokrasi için bir an önce kadın­
ların siyasi haklara kavuşmaları gerektiğinden” söz etmiş, son­
ra Fethi Okyar’a kurdurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın
parti programına “Kadınların da seçme hakkına sahip olması
savunulacaktır” maddesini koydurmuş, daha sonra da manevi
kızı Afet İnan’ı, “Otur çalış, konuyu iyice incele, sonra da bir
konferans ver, hakkınızı iste! Yetkilileri, demokrasinin gereğini
yerine getirmeye davet et, ” diyerek yönlendirmiştir.
Afet İnan hazırlıklarını tamamlayarak kadınlara seçme ve
seçilme hakkı verilmesi konusunda 3 Nisan 1930’da Türk Ocağı
salonunda çok etkili bir konferans vermiştir. Bu konferans özel­
likle TBMM’de “Belediye Kanunu ”nun görüşüldüğü güne c enk
getirilmiştir. Atatürk, genel sekreterden, konferans hakkında,
hükümet üyelerini, milletvekillerini, yüksek yöneticileri, aydın­
ları ve gazetecileri bilgilendirmesini istemiştir.
Sonuçta, mecliste kadınlara, belediye seçimlerinde seçme ve

585 Kaplan, age., s. 142.


586 Aydoğan, age., s. 249, Kaplan, age., s. 142.
587 Kaplan, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908-1960), s. 143.
588 Goloğlu, age., s. 308.

277
seçilme hakkı tanınmasıyla ilgili değişiklik, 316 milletvekilinden
198 milletvekilinin olumlu oyuyla kabul edilmiştir.589590Böylece 1930
yılında Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme
hakkı tanınmıştır. Atılan bu önemli adım, kadınların milletvekili
seçme ve seçilme hakkını kazanmalarının da yolunu açmıştır.
Atatürk, 1931 yılında kadınların bir an önce siyasal yaşa­
ma katılmaları gerektiğini şöyle ifade etmiştir: “ T ü r k k a d ın la n ,
m em le k etin a lın y a z ıs ın ı m ille t a d ın a id a re ed e n s iy a s i to p lu lu ­
ğ a d a h il o lm a k a rz u s u n u g ö sterm e k le , m em le k etin , m ille tin v a ­
ta n d a şla ra y ü k le d iğ i g ö re v le rin h iç b irin d e n k e n d ile r in in u za k
b ıra k ıla c a ğ ın ı d ü şü n m e zle r. Ç ü n k ü g ö re v k a rşılığ ı o lm a y a n
h a k yo k tu r. ” s9°
Atatürk, 1933 yılından itibaren kadınların milletvekili seç­
me ve seçilme hakkına sahip olmaları için çalışmalarını hızlan­
dırmıştır. 1933 yılındaki sofralarından birinde bu konuda şun­
ları söylemiştir: “ C u m h u r iy e t re jim i d em ek d e m o k ra s i sistem i
ile d e v le t ş e k li d em ektir. D e m o k r a s in in b ü tü n ic a p la n n ı sıra sı
g e ld ik ç e ta tb ik a ta k o y m a lıd ır. K a d ın h a k la n n ı ta n ım a k d a b u ­
n u n b ir g ereğ i o la ca k tır .”5915
92
Cumhuriyet’in onuncu yılı arifesinde, 26 Ekim 1933’te
TBMM’de kadınlara, köy ihtiyar heyetlerine seçme ve seçilme
hakkı tanınmıştır, ancak hâlâ milletvekili seçme ve seçilme hakkı
tanınmamıştır. Özakman’ın dediği gibi, “Erkeklerin eli bir türlü
kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı vermeye gitmiyor­
du. Kadını küçümseyen ilkel anlayış direniyordu hâlâ. ”591
1934 yılında, Atatürk’ün isteğiyle, Ankara Türk Ocağı’nda,
Türk kadınlarına milletvekilli seçme ve seçilme hakkının veril­
mesi konusunda, aydın Türk kadınları tarafından bir konferans
verilmiştir. Konuşmalar sonunda TBMM’ye kadar bir gösteri
yürüyüşü yapılmasına karar verilmiş ve bu karar uygulanmıştır.
Aydın bir kadın topluluğunun meclis önünde yüksek sesle ko­

589 Özakman, age., s. 363.


590 Kocatürk, age., s. 117, 118.
591 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 26, s. 181.
592 Özakman, age., s. 485.

278
nuşmalarını çalışma odasından duyan Atatürk, olup bitenlerden
hiç haberi yokmuş gibi, çevresindeki milletvekillerine, “B a k ın
b a k a lım h a n ım la rım ız n e is tiy o r la r ? B a n a d a b ilg i g e t ir in /”
demiştir. Gidip konuyu inceleyen milletvekillerinin telaşlı halleri
karşısında Atatürk: “A r k a d a ş la r ! K a d ın la r ım ız m ecliste g ö re v
iste ğ in d e h a k lıd ırla r. H e m e n k a n u n ta sa rısı iç in ç a lışm a la ra
b a ş l a y ı n ı z direktifini
vermiştir.593
5 Aralık 1934’te Atatürk’ün katkılarıyla İsmet İnönü’nün
ve 191 milletvekilinin hazırlayıp meclise sunduğu594 kadınlara
milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan anayasa değişikliği
önerisi, 258 milletvekilinin oybirliğiyle kabul edilmiştir. İsmet
İnönü bu konuda yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “ G e le c e k
nesiller, D ö r d ü n c ü T ü r k iy e B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i n i n T ü r k k a ­
d ın ın a b ü tü n h a k la rın ı v erm ek iç in g ö ste rd iğ i g a y re ti m in n e t ve
şü k ra n la a n a c a k tır .;”595
8 Şubat 1935’te yapılan milletvekili seçimlerine ilk kez ka­
dınlar da katılmıştır. Seçim sonucunda, 383 erkek, 17 kadın
milletvekili seçilmiştir. İlk ara seçimde bir kadın milletvekili da­
ha seçilince, mecliste toplam 18 kadın milletvekili olmuştur.596

593 Göksel, agm.


594 Atatürk, 1934 seçimlerinin yaklaştığı günlerde Çankaya’da bir gece Başbakan
İsmet İnönü’yle sabaha kadar çalışmıştır. 1923’ten beri süren mücadelenin
sonunda hazırlattığı yasa tasarısına son biçimini vermek üzeredir. Güneş do­
ğarken kadın sorunuyla ilgilenen Afet İnan’ı uyandırıp kitaplığa çağırtmıştır.
Geldiğinde, “İn ön ü ’nün elini ö p ve teşekkü r et,” demiştir. Şaşkınlık içinde ne­
denini soran Afet İnan’a, “K adınlanm tztn g en el seçim lerde oy kullan abilm esi
ve seçilm e h a k k ın a kavuşturulm ası için hüküm et, Büyük M illet M eclisi’ne
yasa teklifi verecek,” yanıtını vermiştir (A. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın
Haklarının Kazanılması, İstanbul, 1968, s. 137).
595 Özakman, age., s. 520.
596 Türkiye’de kadınlar ilk kez 1919 yılında siyasi hayata katılmıştır. Şöyle ki: 1919
yılındaki Mebusan Meclisi seçimlerinde Beypazarı’ndaki 22 seçmenin 2 0 ’si ve
Giresun’da da 8 seçmen oylarını Halide Edip Hanım’a vermiştir. Yine kadın­
ların seçme ve seçilme hakkının olmadığı dönemde yapılan II. TBM M seçim­
lerinde Latife Hanım, İzmir’den 1 oy almıştır. Bu 1 oyun çok şey ifade ettiğini
fark eden Latife Hanım: “Bu teveccühü bir İzmirli olarak değil, bir Türk kadını
olarak heyecan ve şükranla karşıladığım, ” belirtmiştir (Cumhuriyet gazetesi, 19
Aralık 1930, Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 20 Aralık 1930, Özel, age., s. 95.
Meydan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak İçin” Nutuk’un Deşifresi, s. 224).

279
Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar bir daha oransal olarak bu
kadar çok kadın milletvekili meclise girememiştir.597
Atatürk, 1924 yılından beri kadınlara seçme ve seçilme hak­
kı verilmesi için çaba harcamış ve 11 yıl içinde kadınlara bütün
seçimlerde seçme ve seçilme hakkı verilmesini sağlamıştır. Ata­
türk, bu konuda Türk Kadınlar Birliği’nden ve Türk Ocağı’ndan
yararlanmıştır.
Türk kadınının milletvekili seçme ve seçilme hakkı kazan­
ması üzerine Atatürk şunları söylemiştir:
“ B u k a r a r T ü r k k a d ın ın a so s y a l ve s iy a s i h a y a tta b ü tü n
m ille tle rin ü stü n d e y e r v erm iştir. Ç a r ş a f iç in d e , p e ç e a ltın d a ve
k a fes a rk a s ın d a k i T ü r k k a d ın ın ı a rtık ta rih le rd e a ra m a k la zım
g elecek tir. T ü r k k a d ın ı, e v d e k i ça ğ d a ş y e r in i h a k k ıy la d o ld u r ­
m u ş, iş h a y a tın ın h e r a şa m a sın d a b a şa rıla r g ö sterm iştir. S iy a si
h a y a tta , b ele d iy e se ç im le rin d e te c rü b e sin i y a p a n T ü r k k a d ın ı,
b u se fe r d e m ille tv e k ili seçm e ve seçilm e su re tiy le h a k la rın ın en
b ü y ü ğ ü n ü eld e etm iş b u lu n u y o r. Ç a ğ d a ş ü lk e le rin b ir ç o ğ u n d a
k a d ın d a n esirg en en b u h a k , b u g ü n T ü r k k a d ın ın ın e lin d e d ir ve
o n u y e tk i ve eh liyetle k u lla n a c a k tır. ”S98
Atatürk gurur duymakta ve övünmekte çok haklıdır, çün­
kü Türkiye, KADINLARA SEÇME SEÇİLME HAKKI VERME
konusunda İslam dünyasında l ’inci, Avrupa’da 7’nci, dünyada
12’nci sıradadır. Türkiye; Yeni Zelanda, Avustralya, ABD, Ka­
nada, Güney Afrika Cumhuriyeti, Finlandiya, Danimarka, İzlan­
da, Rusya, Avusturya, Almanya ve İngiltere’den sonra; Fransa
(1944-1945), Belçika (1944), İtalya (1946), Japonya (1945), Çin
(1947), Hindistan (1950), İsviçre (1971)’den önce kadınlarına
seçme seçilme hakkı vermiştir.
Atatürk’ün Türk Kadın Devrimi dünya ölçeğinde, hatta
dünya ölçeğinin üstünde çok sıra dışı ve çok başarılı bir dev­
rimdir. Örneğin 1980’de Türkiye’de çalışan nüfusun % 33,7’sini
kadınlar oluştururken, bu oran aynı yıl ABD’de % 36’dır.599

597 Özakman, age., s. 523.


598 Kocatürk, age., s. 118.
599 Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C 5, s. 1203.

280
12 Ağustos 1930 tarihinde Chiristian Monitor gazetesinde
yayımlanan bir yazıda, Türkiye’nin kadın hakları konusunda
Fransa’dan çok daha ileri olduğu şöyle ifade edilmiştir:
“Fransız kadınlarının seçime katılma isteklerini 1923 ’te 22 oy
farkla Fransa Meclisi reddetmiştir. Bu cesaret kırıcı bir davranış
örneğidir. Bugünse TBMM, belediye seçimlerine kadınların katıl­
masını sağlayan bir kanunu kabul etmiştir. Türk kadınlarına devlet
işlerinde daha fazla bir oy hakkı sağlamakla Fransızlardan ileriye
gitmiş bulunan Türkiye ve Türk hükümetinin amacı kadın ve er­
keğin yalnız sorumluluk konusunda değil ayrıcalık konusunda da
aynı haklara sahip olmasını temin etmektir. Türkiye’de feministler,
Fransa’dakilere göre daha azdır ve çalışmaları sınırlıdır. Buna rağ­
men Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk’ün desteği bulunmaktadır.”600
Türkiye’nin birçok ülkeden önce kadınlara seçme ve seçil­
me hakkı vermesi, bütün dünyanın ilgisini çekmiş, övgüsünü
almıştır. Bu nedenle Uluslararası Kadın Hakları (Sufrajistler)
Derneği’nin 12. Kongresi, 22 Nisan 1935’te İstanbul’da, Bey­
lerbeyi Sarayı’nda Türk Kadınlar Birliği’nin ev sahipliğinde top­
lanmıştır. Bu derneğin temel amacı dünyadaki bütün kadınlara
siyasi haklar verilmesi için çalışmaktır.
Atatürk’ün himayesine aldığı kongre, Türk kadınlarının si­
yasi haklara kavuşması için yaptıklarından dolayı Atatürk’e bir
teşekkür telgrafı çekmiştir. Atatürk bu telgrafa şu yanıtı vermiş­
tir: “ S iy a s i v e to p lu m sa l h a k la rın k a d ın la r ta ra fın d a n k u lla ­
n ılm a sın ın , in sa n lığ ın sa a d e ti ve p r e s t iji b a k ım ın d a n g e re k li
o ld u ğ u n a e m in im .”
Uluslararası Kadın Hakları Derneği Romanya temsilcisi
Aleksandrina Cantacuzene 1935’te, “Dünyada yeni bir dönem
başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla, anayı hak
ettiği yüksekliğe eriştirdi. Batı’ya verdiği bu dersin unutulması
mümkün değildir. ”601

600 17 Mayıs 1930, Christian Momtor, “ Cum hurbaşkanı Kem al, H areketi D es­
tekliyor”, K .60-3, D-65-1, F.l-71-76’dan nakleden Kaplan, age., s. 175.
601 Selahattin Çiller, Atatürk İçin Diyorlar ki, 4. bas., İstanbul, 1981, s. 212, Ay-
doğan, age., s. 252.

281
Avustralya delegesi Cardel Oliver de, “ T ü m d ü n y a n ın il­
g isin i ü zerin e çeken T ü rk iy e , k a d ın h ak la rı k o n u su n d a g e rç e k ­
leştird iğ i atılım larla b irç o k A v ru p a u lu su n u g erid e bırak tı. B iz i
İs t a n b u l’a getiren en b ü y ü k etk en budur. T ü m d ü n y a kad ın ları,
T ü r k k a d ın ın b u g ü n k ü h a k la rın a erişebilirse, k e n d ile rin i g e rç e k ­
ten şan slı sayacaktır. ” 602
Uluslararası Kadın Birliği yazmanı Katherin Bonifas 1935’te
Atatürk’ten “öke”, yani “dahi” diye söz ederek Türk Kadın
Devrimi’nin evrensel boyutları hakkında şunları söylemiştir:
“ A ta tü rk g ib i insanlığın en y ü k se k katına erişm iş b ir d â hin in
k a d ın la rın gen el d ü z e y in i y ü k seltm esi, u lusla rara sı k a d ın h a re­
k etin i ç o k k ola yla ştırm ıştır. A t a t ü r k ’ü n T ü r k k a d ın ın a k a za n d ır­
dığı h ak ve özg ü rlük ler, b ü tü n d ü n y a k a d ın la rın d a ö zg ü ven y a ­
ra tm ış ve m ü ca d elelerin d e o nla ra destek o lan, y a rd ım cı b ir g ü ç
verm iştir. ” 603
Kongre’ye katılan delegelerden seçilmiş bir kurul Ankara’ya
gelerek Atatürk’ü ziyaret etmiştir. O ziyaret sırasında Mısır tem­
silcisi Hûda Sarayi Atatürk’e şunları söylemiştir, “ T ü r k le r sizi
A ta tü rk , ya n i T ü rk le rin babası ola ra k isim len d iriy o rla r, ben
ise sizi A ta d o ğ u , y a n i D o ğ u ’n u n babası o la ra k isim len d irm ek
is tiy o ru m .” 604
Kadın hakları konusunda dünyadaki öncülerden biri olan
Atatürk, geleceğin dünyasında kadının yeri konusunda şunları
söylemiştir: “P ek y a k ın b i r g elecek te k a d ın ın h e r m a n a sıy la er­
k ek le e ş it o la ca ğ ı b i r d ü n y a d o ğ a c a k tır.” 605
Nitekim bugünün dünyasında, çağdaş ve gelişmiş ülkelerin
nerdeyse tamamında kadın ve erkek her bakımdan eşittir.
Görülen o ki Akl-ı Kemal dünyanın gideceği yeri çok önce­
den görüp ulusunu ona göre hazırlamıştır...

602 Çiller, age., s. 52, Aydoğan, age., s. 252.


603 Çiller, age., s. 211, 212; Aydoğan, age., s. 252, 253.
604 Hacı Anğı, Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi, İstanbul, 1983, s. 65, Aydoğan,
age., s. 252, Özakman, age., s. 527.
605 Kocatürk, age., s. 113.

282
Diktatörler Çağında Bir Demokrat: Atatürk
Tarihte köklü devrim yapan ülkelerden hiçbiri hemen çok
partili demokrasiye geçmemiştir. Örneğin Fransa’ya demokrasi,
Fransız İhtilali’nden yıllar sonra gelebilmiştir. Bırakın demokra­
siyi, Fransa’da cumhuriyet bile defalarca yıkılıp yeniden kurul­
muştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllarda Avrupa’da sa­
dece İngiltere’de gerçek demokrasi vardır. İsviçre’de, İsveç’te,
Norveç’te, Finlandiya’da, Belçika’da, Hollanda’da ve Çekos­
lovakya’da kısmen demokrasi vardır. Fransa’da gerçek demok­
rasi yoktur. Örneğin savaş çıkar çıkmaz Komünist Partisi’nin ya­
yınları yasaklanmıştır. Milletvekillikleri iptal edilmiştir. Savaştan
sonra kurulan Vichy Hükümeti, faşist anlayışın temsilcisi olmuş,
Yahudi düşmanlığı konusunda Almanlarla işbirliği yapmıştır.
1924’te Sovyetler Birliği’nde kanlı, baskıcı Stalin dönemi başla­
mıştır. 1930’ların başında Almanya’da Hitler nazizmi, İtalya’da
Mussolini faşizmi başlamıştır. 1936’da İspanya’da Franco faşizmi
vardır. Polonya’da askeri bir darbeyle iktidara gelen Mareşal Pil-
sudaski diktatörlüğünü ilan etmiştir. Macaristan’ı diktatör Ami­
ral Horthy yönetmiştir. Romanya’da Kral Carol, Yugoslavya’da
Kral Aleksandr diktatörleşmişlerdir. Arnavutluk’ta Cumhurbaş­
kanı Zago krallığını ilan etmiştir. Bulgaristan’da 1923-1935 ara­
sında üç askeri darbe yaşanmıştır. 1936’da Çar Boris diktatör ol­
muştur. Aynı dönemde Yunanistan’da da birçok darbe yaşanmış­
tır. Son olarak 1936’da darbe yapan General Metaksas diktatör
olmuştur. Avusturya’da 1933’te diktatörlük kurulmuş, 1936’da
Almanya ile birleşmiştir. Portekiz’de 1928’den beri Salazar’ın
diktatörlüğü vardır. Avrupa bu durumdayken Ortadoğu’da, Ak­
deniz bölgesinde bir tek demokrat ülke bile yoktur.606
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıllar dünyada gerçek
anlamda bir diktatörler çağı yaşanmaktadır. Dünya ve Avrupa eli
kanlı diktatörlerin baskısından inim inim inlerken, Türkiye halife/
sulatanların baskısından kurtarılmış, egemenlik ulusa verilmiştir.

606 Bkz. Sina Akşın, Türkiye Önünde Üç Model, İstanbul, 1997, s. 93-118.

283
Türkiye’nin farkı hiç şüphesiz Atatürk’tür.
Atatürk yaratılış olarak demokrattır; çünkü araştıran, sor­
gulayan, eleştiren ve, “D ü ş ü n c e y e d ü şü n c e y le k a r ş ılık v erm ek
g erekir, ” diyen özgür ve bağımsız bir kafa yapısına sahiptir. Akıl
ve bilimi tek gerçek yol gösterici olarak kabul etmiş, hiçbir ka­
lıplaşmış düşüncenin esiri olmamıştır. Yaptığı olağanüstü işlere
rağmen hiçbir zaman “ H e r şe y i b en y a p tım /” diye böbürlenme-
miştir. Her zaman ulusunu yüceltmiş, bütün başarılarını halkıy­
la paylaşmıştır. Devrimlerini önce halka sormuş, sonra halkın
ayağına kadar götürmüştür. Örneğin 1923 Ocak ayındaki Batı
Anadolu gezisiyle kurulmakta olan yeni Cumhuriyet’in ilkelerini
ve halifelik konusunu kamuoyuyla tartışmıştır. Bu seyahatin ne­
denini şöyle açıklamıştır: “P a d işa h lığ ın k a ld ır ılış ı, h a life lik m a ­
k a m ın ın y e tk is iz k a lışı ü z e rin e h a lk ile y a k ın d a n g ö rü şm e k , ru h
d u r u m u n u ve d ü ş ü n c e e ğ ilim in i b ir d a h a in ce lem ek ö n e m liy d i.”
Atatürk bu seyahatinde halkı uygun yerlerde toplayarak halkla
soru-yanıt biçiminde altı yedi saat süren görüşmeler yapmıştır.607
1923’te İzmir’de halkla buluşmasında, halka şöyle seslenmiştir:
“ E fe n d ile r, ( ...) m a k sa d ım h a lk la k a rd eşçe so h b e t etm ektir. B u
d a k ik a d a k i m u h a ta b ın ız T B M M R e is i ve B a ş k u m a n d a n d e ğ il­
dir. S a d e b ir m ille tv e k ili ve s iz i ç o k seven b ir h e m şe rin iz, M u s ­
ta fa K e m a l’dir. B u seb ep le b e n d en n e le r ö ğ ren m ek is tiy o rsa n ız
s e rb e st o la ra k s o rm a n ız ı r ic a ed e rim . ” 60S 1925 ’teki
Kılık Kıyafet
Devrimi’ni ve 1928’deki Harf Devrimi’ni halka anlatmak için de
il il dolaşmıştır. Yurt gezilerinde kendisini karşılarken masraflı
törenlerden kaçınılmasını, kurban kesilmemesini istemiştir. Ör­
neğin 1929 ve 1932 yıllarındaki İstanbul ziyaretlerinden önce,
İstanbul valiliğini, masraflı törenlerden kaçınılması konusunda
uyarmıştır. Hatta 1932’deki İstanbul ziyareti sırasında hiç karşı­
lama töreni yaptırmamıştır. Hiçbir zaman bir koruma ordusuyla
gezmemiş, hep halkın içinde, halkla birlikte olmuştur. Hiç kim­
seye ayrıcalık tanınmasını istememiştir. Örneğin “bir gün trende
kondüktör, bir kişiye bilet sormayınca Atatürk kondüktöre niçin
607 Mütercimler, age., s. 785.
608 Kocatürk, age., s. 258.

284
bilet sormadığım sormuş, “o mebus” yanıtını alınca da, “ O h ne
â lâ h a lk ç ılık /”
diye karşılık vermiştir. Hiçbir zaman tek başına
yemek yememiş, savaşta askerleriyle, barışta dostlarıyla ve halka
birlikte yemek yemiştir. Hiçbir şeyi ulusundan saklamamış, hep
olduğu gibi görünmüştür. Örneğin 1928’de Sarayburnu’nda yeni
harfleri halka tanıtırken halkın içinde, “Ş e re fin iz e iç iy o r u m V ’
diyerek kadeh kaldırmıştır. Kendisine başkalarının gammazlan­
masından, imzasız gelen ihbar mektuplarından nefret etmiştir.
“ S a m im i ve d ü r ü s t in s a n la r a y n ı z a m a n d a m ed en i c e sa re t sa ­
h ih i olur, im z a la rın ı sa k la m a y a te n e z z ü l etm ezler, b elli k i b u ­
n u y a z a n a h la k sız y a la n c ın ın b irid ir, ”demiş ve bu mektupları
dikkate almamıştır.609 Kendisini aşırı yüceltenleri azarlamış, dost
meclislerinden ve sofrasından uzaklaştırmıştı^ Örneğin kendisi­
ne “B ü y ü k A ta t ü r k ” diye hitap edenleri, “B e n d e n s ö z ed e rk e n
b ö y le riy a k â r ifa d e le r k u l l a n m a y ı n diye uyarmıştır. Hiçbir
zaman hoşgörüyü elden bırakmamış, meşhur sofrasında birine
sinirlendiğinde, kendisi sofradan ayrılmıştır. O kadar alçakgö­
nüllüdür ki, bir baloda küçük çocukları toplayıp, masaları de­
virip siper yaptırıp gazoz kapaklarıyla savaş oyunu oynamıştır.
Kendisine “din konusunda” çirkin iftiralar atılmasına karşın,
hiçbir zaman dini “şov” aracı olarak kullanmamış, dinini çok
sade bir şekilde yaşamıştır. “ B e n im n a ç iz v ü c u d u m elb et b ir g ü n
to p ra k o l a c a k t ı r ...” diyerek kendisinin de bir “ölümlü” oldu­
ğunu hep hatırlatmıştır. Sokaklara, caddelere ve şehirlere adı­
nın verilmesini istememiştir.610 Örneğin Erzurum’da bir caddeye
“Atatürk Caddesi” adının verilmesini isteyenlere, “O c a d d e y e
c u m h u riy e t c a d d e s i a d ın ı v e r in ,” demiş; Ankara’ya Atatürk
adının verilmesini isteyen bazı milletvekillerine de, “B i r ism in
k a lm a sı ve sö y le n m e si iç in şe h irle rin tem elle rin e sığ ın m a k ş a r t

609 Haşan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2004, s. 26.


610 Atatürk, sokaklara, caddelere ve şehirlere adının verilmesini istemezken, En­
ver Paşa neredeyse her yere ve her şeye adının verilmesini istemiştir. Örneğin
Enver Paşa, Almanların Osmanlı’ya “Enverland” demelerine ses çıkarmamış,
yeni alfabe denemesine “Enveriye yazısı”, ordu için hazırlattığı yeni başlıklara
“Enveriye kalpağı” adını vermiştir. Bu “Enveriye” modası o kadar ilerlemiştir
ki Enver Paşa’mn bıyıkları gibi bıyıklara da “Enveriye bıyığı” denilmiştir.

285
d eğ ild ir. T a rih z o rla n m a y ı sev m ey e n n a z lı b i r p e rid ir. F i k i r l e ­
r i v e v ic d a n la rı tercih e d e r, ” demiştir.611 Paralarda sürekli ken­
di fotoğrafının bulunmasını istemeyerek, “kim cumhurbaşkanı
olursa paralara onun fotoğrafının konulmasını” önermiştir.612
Heykeli dikildiğinde, Fatih, Yavuz, Mimar Sinan ve Piri Reis gibi
Türk büyüklerinin de heykellerinin dikilmesini istemiştir.613 Hiç­
bir zaman kendisini meclisin üstünde bir güç olarak görmemiş,
bütün devrimlerini meclisin onayına/oyuna sunmuş, yasa koy­
ma veya yasaları veto etme hakkı olmamış, halife ve padişah ol­
mayı kabul etmemiştir.614615Kendisine CHP’nin sürekli başkanlığı
teklif edildiğinde, “M ille t in sev g i ve g ü v e n in i k a y b etm ed iğ im
m ü d d e tç e te k ra r s e ç ilir im ,” 6' 5 diyerek bu teklifi de reddetmiştir.
Vatan haini oldukları için yurtdışına sürgün edilen yüzellilikler-
den bazılarını affetmiş, dahası yüzelliliklerden ölmüş olanların
yurtiçinde kalan ailelerine de dul ve yetim maaşı verilmesini

611 Ayrıntılar için bkz. Meydan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak İçin” Nutuk’un De­
şifresi, s. 241-246; Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, s. 1055 vd.
612 Atatürk’ün bu isteği doğrultusunda daha Atatürk’ün sağlığında 1927 yılın­
da çıkarılan bir kanunla, paralara cumhurbaşkanının fotoğrafının konması
kararlaştırılmıştır. Nitekim bu karar doğrultusunda Atatürk öldükten sonra
paralara yeni cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün fotoğrafı konulmuştur.
Ancak 1950’den sonraki DP-CHP rekabetinde, DP paralardan İsmet İnönü
fotoğrafını çıkartıp yeniden Atatürk fotoğrafını koydurmuştur. Bu durumun
nedeni DP’nin Atatürk sevgisinden çok İnönü düşmanlığıdır, (bkz. Meydan,
Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, s. 618 vd.)
613 Sinan Meydan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, İstanbul, 2010, s. 129.
614 Atatürk’ün N utuk’ta anlattığına göre TBM M halifeliği kaldırdığında Antalya
Milletvekili din alimi Rasih Efendi, Hilaliahmer Cemiyeti adına Mısır’a uğra­
yıp Ankara’ya dönmüştür. Rasih Efendi’nin seyahat ettiği İslam ülkelerindeki
Müslümanlar Atatürk’ün halife olmasını istemişlerdir. Rasih Efendi Ankara’ya
dönünce Müslümanların bu isteğini Atatürk’e iletmiştir. Atatürk bu isteği red­
detmiştir. Reddetme gerekçesini Rasih Efendi’ye şöyle açıklamıştır: “Rasih
E fen d i’y e verdiğim cevapta İslam ların ban a yakın lık ve sevgilerine teşekkür
ettikten sonra dedim k i: ‘Z at-ı aliniz din alim lerindensiniz. H alifenin devlet
reisi dem ek olduğunu bilirsiniz. B aşlarında kralları, im paratorları bulunan
tebaanın ba n a ulaştırdığınız arzu ve tekliflerini ben nasıl k a b u l edebilirim .
K abu l ettim desem , buna o tebaanın fertleri razı olu r mu? H alifenin em ir
ve yasağı yapılır. B eni h a life y a p m a k isteyenler em irlerim i yerin e getirm eye
m u ktedir m idirler? Bu sebep le konu, anlam ı olm ayan, kuruntuya dayan an
b ir sıfatı takın m ak gülünç olm az m ı?” (Kocatürk, age., s. 68.)
615 Kocatürk, age., s. 257.

286
sağlamıştır.616 Başarıdan başarıya koşmuş bir asker olmasına
rağmen, “M e c b u r o lm a d ık ç a sa v a ş b i r c in a y e t tir ” ve “Y u rtta
b a n ş d ü n y a d a b a r ış ” diyerek hep barıştan yana olmuştur. Bu
nedenle de Eski Yunan Başbakanı Venizelos, 12 Ocak 1934’te,
Oslo’daki Nobel ödül komitesine başvurarak Atatürk’ü dünya
barışma yaptığı katkılardan dolayı Nobel’e aday göstermiştir.617
En önemlisi de Atatürk gerçekleştirdiği devrimle ortaçağ kalın­
tısı yarı bağımlı bir ümmetten, her şeyiyle çağdaş tam bağımsız
bir ulus yaratmıştır. Bütün bunlar yetmemiş, oturmuş, Türk top-
lumuna demokrasinin önemini anlatabilmek için demokrasinin
kitabını (V atandaş İç in M e d e n i B ilg iler kitabını) yazmıştır. Üste­
lik bütün bunları 1920’lerin, 1930’larm dünyasında, diktatörler
çağında yapmıştır. İşte bu nedenle Atatürk, diktatörler çağında
bir demokrattır.
Atatürk’ün demokrat karakterinin temelinde “özgürlük”
düşüncesi yatmaktadır. Gençliğinde Padişah İL Abdülhamit’in
istibdat düzenini yıkmak için mücadele etmiş, kurduğu cemiyete
“V a ta n ve H ü r r i y e t ” adını vermiştir. “ B ü t ü n ö z g ü rlü k le rin a n a ­
s ı d ü ş ü n c e ö zg ü rlü ğ ü d ü r. ” “ D e m o k r a s i m id e m eselesi d e ğ il f i k i r
(d ü şü n c e ) m esele sid ir,” diyen Atatürk, düşünce özgürlüğüne çok
büyük bir önem vermiştir. Örneğin 20 Ocak 1921’de meclis gizli
oturumunda, Türkiye’de Bolşeviklik akımıyla mücadele edilmesi
hakkında yaptığı konuşmada, “D ü ş ü n c e y e d ü şü n c e y le k a rş ılık
v erilm esi g e re k tiğ in i” belirtmiştir:
“E f e n d ile r ! İ k i tü rlü te d b ir o la b ilir d i: B ir in c is i, d o ğ ru d a n
d o ğ ru y a ‘k o m ü n iz m ’ d iy e n in k a fa sın ı k ırm a k , R u s y a ’d a n g elen
h e r a d a m ı d e rh a l s ı n ı r d ışı etm ek g ib i şid d e te d a y a n a n k i n ­
ci te d b ir k u lla n m a k ... B u te d b irle ri u y g u la m a k ta ik i seb ep ten
fa y d a sız lık g ö rü lm ü ş tü r: B ir in c is i, siya setetı iy i ilişk ile rd e b u ­
lu n m a y ı g e re k li g ö rd ü ğ ü m ü z R u s y a C u m h u r iy e ti k o m ü n isttir,
i k in c i b ir seb ep , z o ra d a y a n a n te d b ir k u lla n m a y ı fa y d a lı g ö r­
m ed ik . Ç ü n k ü f i k i r c e re y a n la n ceb ir, ş id d e t ve k u v v etle re d ­
d ed ilem e z, b ila k is ta k v iy e ed ilir. B u n a k a rşı en e tk ili ça re, g e ­

616 Goloğlu, age., s. 205.


617 Özakman, age., s. 499, 500.

287
len f i k i r c e re y a n ın a fik ir le k a rş ılık v erm ek , fik re fik irle ceva p
verm ek tir. ”618
Atatürk, düşünce özgürlüğünün demokrasinin vazgeçilmez
unsuru olduğunun farkındadır. Ona göre ancak tam anlamıyla
özgür bireyler ülkesine yararlı olabilir, onu kurtarıp koruyabilir.619
Atatürk, özgürlük ve demokrasinin birbirine bağlı olduğunu
belirtmiştir: “Ö z g ü r lü k s ü z d e m o k ra si o lm a y a ca ğ ı g ib i d em o k -
ra sisiz d e ö z g ü rlü k d ü şü n ü le m e z . B u n la r b ir b ir in d e n h iç b ir şe­
k ild e a y rılm a y a n ik iz k a rd eştirler. B ir i z e d e le n d i m i d iğ e ri h ır­
p a la n m ış, b iri h ırp a la n d ı m ı d iğ e ri z e d e le n m iş o lu r.” 620
Atatürk 1923’te, cumhuriyetle demokrasiyi özdeş olarak
kullandığı bir konuşmasında her düşünceye saygı gösterileceğini,
her görüşün saygın olduğunu söylemiştir.62162
Atatürk, okuduğu kitaplarda da özgürlük kavramının altını
çizmiştir. Örneğin Emil Faguet’in “Liberalizm” adlı kitabındaki
düşüncelerle ilgilenmiştir. Kitabın girişindeki 1789 İnsan Hakla­
rı Bildirgesi’nin 11. maddesi Atatürk’ün dikkatini çekmiştir. O
madde şöyledir:
“Düşünce ve görüşlerin serbest iletişimi, insanın en temel
haklarından biridir. O halde her vatandaş özgürce konuşabi­
lir, yazabilir, yazdıklarım yayınlayabilir. Yeter ki, yasanın be­
lirttiği durumlarda bu özgürlüğü kötüye kullanmaya yönelik
olmasın.”611
Atatürk, Mehmet Enis’in “Tarihte Güzel Kadınlar” adlı ki­
tabını okurken de “özgürlükten” söz edilen satırların altını kır­
mızı kalemle çizmiştir. İşte o satırlardan bazıları:
“Hürriyet, kayıtsız şartsız serbest olmak değildir. Onun ka­
yıtları ve şartları vardır. Kayıtsız, şartsız serbest olmak orman­
lardaki hayvanlara mahsustur. İnsanlar ise içtimai muhitlerde,
birtakım âdetler, teamüllerle ülfet etmiş, içtimai bir terbiye al-

618 T B M M Gizli Celse Zabıtları, C 1, s. 333-336.


619 Özel, age., s. 102.
620 Gökçen, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, s. 161.
621 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 3, s. 94.
622 Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, C 18, s. 170.

288
tında yaşamak mecburiyetinde kalmış olduklarından hürriyetleri
de bu muhitlerin içtimai kaideleri ile sınırlıdır. ”
“İlmi esaslara göre ferdin hürriyeti, gayrin hürriyetinin hu­
dudu ile sınırlıdır. Başkasının hürriyet hakkını tanımayan kendi
hürriyet hakkım da tanıtamaz. Siyasi anlayış sahibi olan hakiki
ve zeki inkılâpçılar bu lekeden masundurlar. ”
“Onlar ne vakit şiddet, ne vakit yumuşaklık göstereceklerini
bilirler. Milletlerini hürriyet ve adalete doğru yürütürler. ”623
Gelişmeyi, insan düşüncesinin bir ürünü olarak gören Ata­
türk, düşünceyi harekete geçirmeye büyük önem vermiş, bunun
için de bireylerin düşüncelerini özgürce dile getirmeleri, yazma­
ları ve her türlü girişimde bulunabilme özgürlüğüne sahip olma­
ları gerektiğini belirtmiştir.624 Atatürk, “ Vatandaş İçin Medeni
Bilgiler” kitabında devletin her alanda, özellikle de ekonomik
alandaki özgürlüklere engel olmamasını demokrasinin en önemli
ilkelerinden biri olarak görmüş, bireyin özgürlüğünün engellen­
meye başlamasını devlet faaliyetinin sınırı olarak saymıştır.
Atatürk’e göre Türk milleti “tabiat” olarak, Türkiye Cum­
huriyeti de “yönetim” olarak demokrattır.625
Şu sözler Atatürk’e aittir:
“B iz im m ille tim iz esasen d em o k ra ttır. K ü lt ü r ü n ü n , g e le ­
n e k le rin in en d e rin m a z iy e a it d ö n e m le ri b u n u d o ğ ru la r. B iz im
y a p a b ile c e ğ im iz b i r şey v a rsa , b u fıtr i k a ra k te rin g e re k le rin i y a ­
p a y b ir şe k ild e m en etm ek iste y e n le ri o rta d a n k a ld ırm a k tır.” 626
Atatürk, dünya üzerinde yaşayan uluslar arasında demok­
rasiye en yatkın ulusun Türk ulusu olduğunu düşünmüştür.627
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik bir devlet”
olduğunu herkesin anlayacağı bir dille şöyle açıklamıştır:
“ T ü r k iy e d e v le tin d e ve T ü r k iy e d e v le tin i k u ra n T ü r k iy e
h a lk ın d a ta ç s a h ib i yo k tu r, d ik ta tö r y o k tu r. ( ...) B ü t ü n c ih a n

623 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, C 3, 22. bas., İstanbul, 2007, s. 485.
624 Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1954, s. 64.
625 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, s. 384.
626 Kocatürk, age., s. 283.
627 Enver Ziya Karal, “Atatürk, Siyaset A hlakı ve Siyasi Partiler”, Atatürkçülük
Nedir? 1963, s. 92.

289
b ilm e lid ir k i, a rtık b u d e v le tin ve b u m ille tin b a şın d a h iç b ir
k u v v e t yo k tu r, h iç b ir m a k a m y o k tu r. Y a ln ız b i r k u v v e t va rd ır,
o d a m illi eg em en liktir. Y a ln ız b ir m a k a m v a rd ır, o d a m ille tin
k a lb i, v ic d a n ı ve v a rlığ ıd ır .”628
Atatürk, 1930’da İstanbul Türk Ocağı’nda toplanan gençle­
re şöyle seslenmiştir:
“ D e m o k ra s in in n e o ld u ğ u n u h a lk a a n la tm a k ö ze llik le s i­
z in g ö re v in iz d ir. ( ...) C u m h u r iy e ti, o n u n g e re k le rin i y ü k se k ses­
le a n la tın ız . C u m h u r iy e t ilk e le rin i s e v d irin iz . B u n u y ü re k le re
y e rle ştirm e k iç in h iç b ir fırsa tı k a ç ır m a y ın ız .” 629
Atatürk, Türk demokrasisinin Fransa’dan ve Amerika’dan
esinlendiğini ifade etmiştir.
“ T ü r k d e m o k ra sisi F r a n s ız d e m o k ra s isin in a çtığ ı y o lu ta ­
k ip etm iş, lâ k in k e n d is in e h a s a y ır ıc ı ö z e llik te g elişm iştir. Z i ­
ra h e r m ille t in k ılâ b ın ı to p lu m sa l o rta m ın b a sk ı v e ih tiy a c ın a ,
ta b i o la n h a l ve v a z iy e tin e ve b u ih tila l v e 'in k ılâ b ın m e y d a n a
g e liş z a m a n ın a g ö re ya p a r. H e r z a m a n v e h e r y e rd e a y n ı h a d i­
se n in te k ra rın a ş a h it d e ğ il m iy iz ? H e r n e k a d a r d e m o k ra s i ve
m ille tle rin işb irliğ i etm ele ri la z ım ve m ü m k ü n se d e iş b irliğ i a n ­
c a k , g a yey e, y a n i b a rışa y ö n e lm iş ise m ü m k ü n ve fa y d a lı olur.
B u n o k ta y ı k a v ra y ıp a n la m a y a n la r, m ey d a n a g e tird iğ im iz eser
h a k k ın d a b i r fik ir ve h ü k ü m eld e ed em ezler.” 630
Atatürk’e göre, Amerikan demokrasisi yeni dünyanın en yaş­
lı, Türk demokrasisi ise eski dünyanın en genç demokrasisidir.631
Ağustos 1921’de AP muhabirine verdiği demeçte Türkiye’nin
Amerika kadar demokrat olduğunu ifade etmiştir.632 Atatürk Ka­
sım 1930’da da Ankara Orman Çiftliği’ndeki Marmara Köşkü’nde
sesli sinema makinesi önünde Amerikan elçisi Grew’in İngilizce
sunumundan sonra Amerikan kamuoyuna Türkçe olarak, iki de­
mokrat milletin karşılıklı sevgisinden söz etmiştir.633
628 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, s. 311.
629 Ozankaya, age., s. 179.
630 Kocatürk, age., s. 283.
631 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İstanbul, 1981, s. 134; Özel, age., s.
90; Meydan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak İçin” Nutuk’un Deşifresi, s. 228.
632 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 3, s. 38.
633 Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 5 Aralık 1930.

290
Atatürk 9 Kasım 1930’da kendisiyle görüşen ABD Ticaret
Bakam Yardımcısı Julius Klein’e şunları söylemiştir: “ T ü r k m il­
leti y a ra tılış b a k ım ın d a n d em o k ra ttır. A m e r ik a n h a lk ı, h e n ü z
k e n d i v a rlığ ın ın b ilin c in e v a rd ığ ı sıra la rd a d e m o k ra si p r e n s ip ­
lerin e sa rılm ış v e d e m o k ra s iy i tu tm u ştu r. Y a ra tılışta n d e m o k ra t
o la n T ü r k le r d e d e m o k ra s in in en c a n lı ö rn e ğ i o la n A m e r ik a lı­
la ra b u n e d e n le d e rin b ir sev g i d u y m a k ta d ır .3,634
Atatürk, 1923 Temmuzu’nun başında Ankara’ya gelen T h e
S tu rd a y E v e n in g P o st dergisi yazarlarından F. Macosson’un
sorduğu bir soruya verdiği yanıtta, “ E m p e r y a liz m ö lü m e m a h ­
k û m d u r, d e m o k ra s i in sa n ır k ın ın ü m id id ir, ” demiştir.6
34635
Demokrasiyi “insan ırkının ümidi” olarak tanımlayan Ata­
türk, tek partili sistemi zaman içinde çok partili sisteme dönüş­
türmeye çalışmıştır. Bu amaçla 1930 yılında, Cumhuriyet Halk
Partisi’nin yanında ona muhalefet edecek Serbest Cumhuriyet
Fırkası’m kurdurmuştur. Atatürk, bu partinin kurucusu Fethi
Okyar’ın bir sorusu üzerine ona şunları söylemiştir:
“ B ü y ü k M i l l e t M e c l i s i 3n d e ve m ille t ö n ü n d e m ille t işle rin in
se rb e st ta rtışılm a sı ve iy i n iy e tli k im se le rin ve p a rtile rin g ö r ü ş ­
le rin i o rta y a k o y a ra k m illetin y ü k se k ç ık a r la rın ı a ra m a la rı, b e ­
n im g e n ç liğ im d e n b e ri â şık ve ta ra fta r o ld u ğ u m b ir sistem d ir.
M e m n u n iy e tle g ö rü y o ru m k i la ik c u m h u r iy e t e sa sın d a b e ra b e ­
riz . Z a te n b e n im s iy a si h a y a tta b ir ta ra flı o la ra k d a im a a r a d ı­
ğ ım ve a ra y a c a ğ ım tem el b u d u r. D o la y ıs ıy la B ü y ü k M e c lis d e
a y n ı tem ele d a y a n a n y e n i b ir p a r tin in fa a liy ete g eçerek m ille t
iş le rin i serb estçe m ü n a k a şa e tm esin i c u m h u riy e tin e sa sla rın ­
d a n sa y a rım . L a i k c u m h u r iy e t esa sı d a h ilin d e p a r tin iz in h e r
tü rlü s iy a si fa a liy e t a k ım la rın ın b ir en g elle k a rşıla şm a y a c a ğ ın a
e m n iy e t e d e b ilir s in iz .” 636
Atatürk’ün burada yaptığı “laik cumhuriyet” vurgusu çok
önemlidir. Çünkü o -daha önce de belirttiğimiz gibi- “laik” ol­

634 Reşat Kaynar-Necdet Sakaoğlu, Atatürk Düşüncesi, İstanbul, 1995, s. 23.


635 Mustafa Kemal Palaoğlu, Müdafaa-i Hukuk Saati, Ankara, 1998, s. 27; Mey­
dan, age., s. 229.
636 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 23, s. 339.

291
mayan bir “cumhuriyetin” demokrasiye evirilemeyeceğini çok
iyi bilmektedir. Bu nedenle Fethi Okyar’a, “L a i k C u m h u r iy e t
esa sı d a h ilin d e p a r tin iz in h e r tü rlü s iy a si fa a liy e t a k ım la rın ın
b i r en gelle k a rşıla şm a y a c a ğ ın a e m n iy e t e d e b ilirs in iz , ” demiştir.
Ama maalesef, çok kısa bir süre sonra bütün karşı devrimci din
istismarcılarının bu partiye sızmaları üzerine Atatürk, Serbest
Cumhuriyet Fırkası’m kapattırmak zorunda kalmıştır.
Çok partili bir sistem kurmayı düşünen Atatürk Mimar
Holzmeister’in İkinci Meclis binasını çok partili sisteme uygun
şekilde planlamasını istemiştir.637
Atatürk, 1930 yılında seçmenlere yayımladığı bir bildiride,
“ Y a p tığ ın ı b ile n ve h iz m e t y o lu n d a te d b irle rin e in a n a n id e a ­
lis tle r o la ra k k e n d im iz i e le ştiriy e a çm a y ı g e re k li g ö r ü y o r u z ,”638
diyerek muhalif ve eleştirel düşüncelere açık olduklarım söyle­
miştir.
Cumhuriyet’in tek partili sisteminin bir “dikta” rejimi ol­
madığının en açık göstergesi meclis ve parti çalışmalarında
karşımıza çıkmaktadır. Parti grubu toplantılarında önemli ko­
nular çok geniş bir şekilde tartışılmış, devrimler mecliste tartı­
şılarak kanunlaşmıştır.639 Örneğin en radikal devrimlerden biri
olan Şapka Devrimi’ne karşı Nurettin Paşa bir önerge vererek
bu devrimi eleştirebilmiştir.640 Partinin yerel yönetimlere müda­
hale etmesi engellenmiştir. Örneğin Parti Genel Sekreteri Recep
Peker’in, Edirne’deki parti temsilcisinin etkisiyle Trakya Umum
Müfettişi Kazım Dirik’le uğraştığını haber alan Atatürk, “ P a rti-

637 Özakman, age., s. 764. dipnot 336.


638 Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 25, s. 117.
639 Atatürk bu gerçeği bir keresinde Prof. Dr. Reşat Kaynar’a şöyle ifade etmiş­
tir: “Lütfen m eclis tutanaklarım inceleyiniz. Tutanaklarda d a tespit edileceği
üzere en ço k konuşan benim . F akat, eğer ortaya koyduğum fikirlerden kar­
şı fikirler d a h a kuvvetli ise o zam an ben fikrim i değiştiririm . Kuvvetli olan
fikrin yanında yer alırım . Şim di size soruyorum m uhterem hocam , böyle bir
d ik ta tö r var m ıdır? B öyle b ir tartışm a yapan d ikta tör var m ıdır?” Mustafa
Ersem-Servet Avşar, “Reşat Kaynar ile Söyleşi, Atatürk'ün Yakın Çevresinde
Bulunmuş Kişilerle Röportajlar-6," Türk Silahlı Kuvvetleri Dergisi, Temmuz
2003, S. 377, s. 120’den nakleden Mütercimler, age., s. 5.
640 Goloğlu, age., s. 168 vd.

292
tıin d e v le t te m silcile rin e k a rışm a sı s ö z k o n u s u o la m a z, ” diyerek
Recep Peker’i uyarmıştır.641
Meclis genel kurulunda bazı milletvekilleri iktidara karşı oy
kullanabilmiş, mecliste bazı bakanlar hakkında yolsuzluk önergele­
ri verilebilmiş ve bunlardan bazıları yüce divana sevk edilerek ceza­
landırılmıştır.642 Örneğin 1928’de Eski Denizcilik Bakanı Osmaniye
Milletvekili İhsan Bey ile Bilecik Milletvekili Fikret Bey, Londra’da­
ki havuz (Yavuz’u onarmak için yapılacak havuz) yapımı ihalesinde
yolsuzluk yaptıkları gerekçesiyle Yüce Divan’a sevk edilmişler ve
dokunulmazlıkları kaldırılmıştır.643 Yüce Divan yargılaması sonun­
da Eski Denizcilik Bakanı Osmaniye Milletvekili İhsan Bey’in “me­
muriyet görevini kötüye kullanmak ve ihaleye fesat karıştırmak
yoluyla rüşvet yemeğe teşebbüs” suçundan iki yıl ağır hapis ceza­
sına ve iki yıl memurluk hakkından yoksun bırakılmasına; Bilecik
Milletvekili Fikret Bey’in ise dört ay hapis cezası ile 100 lira para
cezasına çarptırılmasına karar verilmiştir. Bu kişilerin milletvekil­
likleri de düşürülmüştür.644 Bir süre sonra da Eski Ticaret Baka­
nı Ali Cenani Bey hakkında meclis soruşturması açılmış, Karma
Komisyonun yaptığı soruşturma sonunda Ali Cenani Bey’in görevi
kötüye kullandığı sonucuna varılmıştır. Bunun üzerine Ali Cenani
Bey, dokunulmazlığı kaldırılıp Yüce Divan’a sevk edilmiştir.645
Atatürk döneminde yolsuzluk, görevi kötüye kullanma,
ihmal ve suiistimal gibi nedenlerle bazı milletvekilleri hakkın-

641 Atatürk bu konuda Haşan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir: “İttihat ve T erak­
k i Partisi’nin başarısızlığının en önem li nedeni, yönetim i sorumlu görevliler
yerine sorum suz particilerin eline bırakm ış olm asıdır. Bundan dolayı ço k bü ­
yük kay ıp lara uğradık. Partinin devlet tem silcilerine karışm ası söz konusu
olam az. R ecep Bey, yine Kazım D irk’ten şik ây et etti. G örevden alınm asını
istiyor. Şikâyetiyle ilgili haberleri hüküm ete verm esini istedim . K azım D irik’i
yem eğe çağır, konuş, sor, dinle, ban a sonucu bild ir... E ğer H üküm et D irik’in
girişim ve düşüncelerini benimser, b ir elem eden geçirir, d a h a derli toplu, d a h a
hesaplı, d a h a kapsam lı b ir biçim e koyarsa, ele m ükem m el b ir köyleri k a lk ın ­
dırm a program ı geçebilir.” (Özakman, age., s. 560.)
642 Turhan Feyzioğlu, Türk Milli Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkele­
rinden Biri Olarak Millet Egemenliği, İstanbul, 1989, s. 72.
643 Feridun Kandemir, Serbest Fırka, s. 18-38’den nakleden Goloğlu, age., s. 269,
270.
644 Goloğlu, age., s. 270, 271.
645 age., s. 271.

293
da meclise gensoru önergesi verilmiş, bu önergeler ve yolsuzluk
dosyaları açılıp özgürce tartışılabilmiş, bu tartışmalar basının ve
kamuoyunun gözleri önünde yapılabilmiştir. Örneğin 5 Kasım
1924’te, İmar ve İskân Bankı Refet Bey hakkında mecliste genso­
runun görüşmelerine başlanmıştır. Bu konuda ilk sözü alan Baş­
bakan İsmet Paşa, hakkında gensoru önergesi verilmiş olan İmar
ve İskân Bakanı Refet Bey’in, Meclis Başkanlığı Vekilliği’ne se­
çilmiş olmasına rağmen konunun görüşülmesine devam edilme­
sini, hatta bütün hükümet işlerinin enine boyuna görüşülmesini
istemiş ve, “ B e n g ü z e l ya n lışla m a yı, eleştiriyi s e v e r i m demiştir.
Bunun üzerine gensorunun bütün hükümet işlerini kapsayacak
şekilde genişletilmesine karar verilmiştir. Karşılıklı suçlamalar,
eleştiriler ve savunmalar yapılmıştır. Bu arada Balıkesir Millet­
vekili Hulusi Bey’in yazlık ve kışlık evleri ve zeytinlikleri aldığı
iddia edilmiştir. Eskişehir Milletvekili Arif Bey hükümeti eleşti­
rirken sürekli Kars Milletvekili Ağaoğlu Ahmet Bey ile Kozan
Milletvekili Ali Saip Bey’in sataşmalarına uğramıştır. Bu sırada
İstanbul basını da hükümeti eleştirmeye başlamıştır. Örneğin
Vatan gazetesi hükümet yanlılarının muhaliflere saldırmak için
gizli emir aldıklarını bile yazabilmiştir.646
1925’te Ardahan Milletvekili Halit Paşa mecliste tabancay­
la vurularak öldürülmüştür. Halit Paşa’nın öldürüldüğü günlerde
yolsuzluk olaylarını inceleyen soruşturma kurulunun çalışmaları
da tamamlanmıştır. Sonuçta, aralarında İstanbul Polis Müdürü ile
İzmir Valisinin de bulunduğu kırk kişiden yedisi tutuklanmıştır.647
Atatürk’ün kanun koyma ve kanunları veto etme hakkı yok­
tur.648 Atatürk hükümet işlerine doğrudan müdahale etmekten
de kaçınmıştır. Örneğin 1923’te Konya’da esnaf ve tüccarlar ta­
rafından düzenlenen ziyafette bir tüccarın, “ H ü k ü m e tin , tica re­
tim izi g eliştirm ek için n eler d ü şü n d ü ğ ü n ü ” sorması üzerine Ata­
türk; “ E v v e la ş u n u s ö y le y e y im k i, b e n d e n iz iç in iz d e h ü k ü m e t
a d ın a d eğ il, m eclis a d ın a d eğ il, o rd u a d ın a d eğ il, sa d e ce b ir

646 Goloğlu, age., s. 77, 78.


647 age., s. 112.
648 Özel, age., s. 110.

294
m ille tv e k ili g ib i, b e lk i d e y a ln ız b ir a rk a d a şın ız , b ir k a rd e ş in iz
g ib i b u lu n u y o ru m . O n u n iç in s o r u n u z a h ü k ü m e t a d ın a ce v a p
verm eye y e tk im y o k tu r. E ğ e r s o r u n u z u ‘S e n n e d iy o r s u n ? S e n in
tica re tim iz h a k k m d a k i fik r in n e d ir ? ’d iy e s o r a y d ın ız o z a m a n
cev a p v erm ek te s a k ın c a g ö rm e z d im v e k a b u l e d iy o ru m k i a s ıl
a m a c ın ız d a b u d u r,” demiştir.649
Atatürk, 1924 “ Teşkilat-ı E s a s iy e K a n u n u ” hazırlanırken
-dönemin hassas şartlarından dolayı- kendisine gerektiğinde
meclisi dağıtabilme ve kanunları veto edebilme yetkisinin tanın­
masını istemiş, fakat kendisine karşı çıkan Şükrü Saraçoğlu ve
Mahmut Esat Bozkurt’la bu konuyu sabaha kadar tartıştıktan
sonra bu isteğinden vazgeçmiştir. Dahası, kendisine karşı çıkan
bu iki gencin bakan olmalarını da desteklemiştir.650
Atatürk, Türkiye’nin kurtarıcı başkomutanı ve kurucu lideri
olmasına karşın TBMM’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimin­
de genel kurul salonundan ayrılmıştır. Fethi Bey’in kendisine
yaptığı ömür boyu cumhurbaşkanlığı teklifini, “M ille t in sev g i
ve g ü v e n in i k a y b e tm e d iğ im m ü d d e tç e te k r a r se ç ilirim , m ille ­
diyerek reddetmiştir.652 Atatürk 1923, 1927,
tin o y u esa stır,” 651
1931, 1935 yıllarında TBMM’de seçilerek cumhurbaşkanı ol­
muştur.653
Ömür boyu cumhurbaşkanlığı teklifi söylentileri üzerine ga­
zetecilere şunları söylemiştir:
“ B a n a ö ted en b e ri b u ve b u n a b e n z e r tek lifle rd e b u lu n a n la r
ç o k olm u ştu r. S iz ve k a m u o y u b ilm e lis in iz k i, b u y o ld a k i te k lif­
le r h o şu m a g itm e m iş tir ve g itm e z. B e n im g a y em T ü r k iy e ’d e, y e ­
n i T ü r k iy e C u m h u r iy e ti’n d e m ille t eg e m e n liğ in i g ü ç le n d irm e k
ve so n su z la ştırm a k tır. D e d iğ in iz g ib i b ir tek lifi, b en im id e a lim i
c id d e n re n c id e ed e n b ir a n la m d a g ö rü rü m . B u n o k ta d a şu v ey a

649 Kocatürk, age., s. 258.


650 Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, s. 4 ’ten nakleden Özel, age., s. 110.
651 Kocatürk, age., s. 257.
652 Cumhuriyet gazetesi, 2 Aralık 1925; Atatürk’ün Bütün Eserleri, C 24, s. 274,
275; Özel, age., s. 110.
653 Özel, age., s. 110.

295
b u y o ru m la ra g id e n s ö z le rin a n la m ım , b e n i iy i ta n ım ış o la n
T ü r k m ille ti b e n d en d a h a iy i ta k t ir ed er.” 654
1930 yılında başkanlık sistemi gündeme gelince, Amerikan
sistemini uygulamayı hiç düşünmediğini, sistemsiz ve kanunsuz
bir şekilde cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirmeyi asla
düşünmediğini, düşünecek adam olmadığının milletçe bilindiği­
ni açıklamıştır. Zorunlulukların başbakan olmasını gerektirme­
si halinde bu görevi alçakgönüllük ve minnetle yapmaya hazır
olduğunu, bu durumda cumhurbaşkanı kalmasına yasal imkân
kalmayacağım belirtmiştir.655
Ordu ile siyaseti birbirinden ayıran Atatürk, sivilleşmeyi sa­
vunan bir askerdir. Dünya savaş tarihine altın harflerle yazılan
zaferler kazanmış bir “mareşal” ve “gazi” olmasına karşın cum­
hurbaşkanı seçildikten sonra bir tek kez bile askeri üniformala­
rını giymemiştir.656
Şevket Süreyya Aydemir’in şu saptaması çok doğrudur: “As­
kerdi fakat, militarist değildi. Sivil idareye inanıyordu. Bu sivil
idareye de hiçbir zaman bir parti veya klik diktatörlüğü vasfı
vermedi... Militarist gösterilere hiçbir zaman yüz vermedi. Or­
dunun siyasete karışmasını, ordunun haysiyet ve itibarına aykırı
sayardı. Normal devirde orduyu, hiçbir zaman bir siyasi bas­
654 Kocatürk, age., s. 258.
655 Cumhuriyet gazetesi, 4 Ekim 1930; Özel, age., s. 111.
656 (Ozankaya, age., s. 171.) Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra askeri
üniformalarım çıkarmıştır. Bir kere, foto Ferit İbrahim Süreyya’nın, üniformalı
bir fotoğrafım çekme ricasını kırmayarak, bir kere de Ankara civarında bir ma­
nevrayı yönetmek için üniformalarını giymiştir. Atatürk, 1929 yılında Askeri
Şura üyelerine verdiği bir yemekte, “Benim artık askerliğim kalm adı, ” diyerek
askeri üniformalarını ve teçhizatlarını hatıra olarak dağıtmıştır. Cumhuriyet’in
onuncu yılında üniforma giymesi yolundaki bütün ısrarlara karşın emekli bir
asker olduğunu belirterek üniforma giymeyi reddetmiştir. İtalyan yazar Renato
Bova Scoppa, “İstanbul” adlı eserinde (Milano 1933) Atatürk’ün bu yönünden
şöyle söz etmiştir: “ Üniforması ve siyah astragan kalpağıyla sadece 14 günde
Sakarya’ya sokulan k o ca bir orduyu denize indiren gözü p ek asker, savaş sona
erince askeri üniformasını kaldırdı ve giymedi. ” (Atatürk’ün Okuduğu Kitap­
lar, C 24, s. 358; Özel, age., s. 88, 89, dipnot 17). Üniformalı Atatürk’le ilgili
en bilindik anekdot şudur: Çankaya’da İtalyan elçisinin, Mussolin’in Antalya
hakkındaki imalı sözlerini kendisine aktarması üzerine, Atatürk yanıt verme­
den konuşmayı keserek dışarı çıkmış, yarım saat sonra üzerinde mareşal üni­
formasıyla geri dönmüş ve elçiye, “Şimdi konuşalım , ” demiştir.

296
kı aleti olarak kullanmadı. Hükümet teşkilatına, kanuna ve şe­
killere bağlılığı bu alanda da üstündür. Mussolini’nin ve başka
çağdaş liderlerin, asker gücünü veya ordulaştırılmış siyasi gücü
çeşit çeşit renkte üniformalar, sıra sıra nişanlar ve tören oyun­
ları ile sokak malı kıldıkları bir devirde o, istiklal madalyasın­
dan başka bir madalya bırakmadı, bütün nişanları kaldırdı. Süs,
kordon, salkım saçak sırmalar gibi abes ve lüzumsuz takınakları
attı. Ordusuna sadeliğin vakarını verdi. Siyaset, sivil idare iş­
lerini ordunun ayakbağı kılmadı. Hatta orduyu şehir ve sokak
kalabalığı olarak teşhir etmekten de çekindi. ‘Askerler kışlaya’
dedi ve askerler kışlaya çekildiler. (...) Kapalı, karanlık bir Doğu
memleketi olan ülkesinde istedi ki kadın hayata açılsın, çocuğun
yüzü gülsün ve insanlar korkunun olduğu gibi batıl itikatların da
ürpertisini duymadan hayattan zevk alsınlar. Türkiye’de hiçbir
zaman bir cehennem hayatı, bir polis rejimi yaratmak istemedi.
Eğer milletini daha fazla refaha ulaştıramamış, daha zengin, da­
ha giyimli, daha şen yapamamışsa, suç onun değil kendisinden
evvelki devrindir. ”657
Atatürk, askeri bir diktatörlük kurmamasının nedenini şöy­
le açıklamıştır: “ B e n iste se y d im d e r h a l a sk e ri b i r d ik ta tö rlü k
k u r a r ve m em le k eti ö y le id a re y e k a lk ışırd ım . F a k a t ben iste d im
k i, m illetim iç in m o d e m b ir d e v le t k u ra y ım ve o n u y a p t ım .”658
Atatürk normal koşullarda yargı kararlarına hep saygılı
olmuş, asla yargıyı yönlendirmeye kalkmamış ve yargıyı bas­
kı altına almamıştır.659 Örneğin 9 Ocak 1936 tarihinde Anka­
ra Ağır Ceza Mahkemesi’nde Atatürk’e suikast iddiasıyla çok
önemli bir dava görülmeye başlanmıştır.660 Davanın sekiz sanığı
vardır: Yahya, Üzeyir, kardeşi Arif, Şaban Çavuş, İsmail, İdris,
Çokak Nahiye Müdürü Şemsettin ve Ali Saip Ursavaş... Savcı,

657 Aydemir, age., C 3, s. 483, 484.


658 Kocatürk, age., s. 257.
659 Devrim karşıtı hareketlerde, Türkiye Cumhuriyetine yönelik iç ve dış saldırı­
larda, “En büyük eseri Cumhuriyeti” koruma içgüdüsüyle çok nadir olsa da
yargıya müdahale ettiği olmuştur. Örneğin İzmir Suikastı yargılamaları.
660 İddianameye göre 1936 yılındaki bu suikast girişimini Çerkez Ethem organize
etmiştir.

297
hâkimlerden, sanıkları cezalandırarak rejimi güçlendirmelerini
istemiştir. Buna karşın Atatürk, başından itibaren dava ile hiç
ilgilenmemiş, yargıyı yönlendirecek en ufak bir girişimde bile bu­
lunmamıştır. 17 Şubat 1936 tarihinde sanıkların son savunmala­
rını dinleyen mahkeme heyeti, delilleri yeterli bulmayarak bütün
sanıkların beratına karar vermiştir.661 Atatürk, yargının verdiği
bu kararı büyük bir olgunluk ve saygıyla karşılamıştır. Yalnız,
Ali Saip Ursavaş’la ilgili iddialar Atatürk’ün canını sıkmıştır.
Çünkü Atatürk, Ursavaş’ın bu işle uzaktan yakından bir ilgisi
olabileceğine ihtimal vermemiştir. Bu nedenle sanıkların neden
onu da bu konuyla ilişkilendirdiklerini merak etmiştir. Ali Saip
Ursavaş’ın kaçakçılık işleri nedeniyle bu davayla ilişkilendirildi-
ğini öğrenince de bir daha onunla görüşmemiştir.662
1937’deki I. Dersim harekâtı sonrasında yakalanan Seyit
Rıza, Elazığ’da yargılandıktan sonra 6 isyancıyla birlikte idam
edilmiştir. Ancak Seyit Rıza idam edilirken başına zorla bir fötr
şapka giydirilmiş ve idamdan sonra bu haliyle bir de fotoğrafı
çekilmiştir. Bütün bunlar Atatürk’ten habersiz, bazı işgüzarlar
tarafından yapılmıştır.
Seyit Rıza’yı apar topar idam etmek için Elazığ’a gitmiş olan
merkezdeki Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil, olaylar­
dan tamamen habersiz olan Atatürk’ün, olan biteni öğrendik­
ten sonra verdiği tepkiyi ve Atatürk’ten işittiği azarı anılarında
“A ta t ü r k ’ten p a pa ra yı y e d ik ,” diye ifade etmiştir.
Çağlayangil’in anılarından okuyalım:
“ B u sırada, ‘A ta tü rk sen i ça ğ ırıyo r,’ dediler. Gittim, kahvaltı
ediyorlardı. Bana bir resim gösterdi. Seyit Rıza’nm sehpada salla­
nırken resmi çekilmiş. ‘B u resim n e E m n iy e t M ü d ü r ü ? ’ dedi. ‘H a ­
b erim y o k ,’ dedim. ‘Ö y le y s e m a iy etin e h â k im d e ğ ilsin ,’ dedi ve
ekledi. ‘Ç a b u k g it, b u resm in n eg a tifin i b u l, b a sıla n la rı im h a e t.’
Gittim, araştırdım. Bizim sivil polisimiz Macar Mustafa, ben idam
yerinden ayrılırken resim çekmiş. Bir yerlerde bastırmış ve Şükrü

661 Özakman, age., s. 549, 553.


662 Haşan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, C 1, İstanbul, 1973, s. 393-400;
Özakman, age., s. 553-555.

298
Kaya’nın yaverine vermiş. Şükrü Kaya da Atatürk’e iletmiş. O kısa
konuşmada anladım ki, Atatürk bu olayları detaylı olarak bilmi­
yor. Bu tür olayları da sevmiyor. Ve Atatürk demokrat tavırlı bir
insan. Ben hemen negatifleri, basılanları imha ettim. Resimlerden
ikisini sakladım. Atatürk’e gittim Resimlerden birini kendisine
uzattım. ‘E m r in iz yerin e getirildi, ’ dedim. ‘H e p s i im h a e d ild i m i ?
‘E d ild i efendim . Yalnız ik i tanesini sa k la d ım .’ ‘N e o la ca k o n la r ? ’
‘M ü sa a d e ed ersen iz b irin i zat-ı devletlerin e vereceğim , b irin i de
k en dim e a lık o ya ca ğ ım .’ ‘S e n b u re s im le n n e y a p a c a k sın k i ? ’
‘M ü sa a d e ed ersen iz ilerde a nılarım ı y a za ca ğ ım .’ Atatürk, ‘P e k i.
dedi. Verdim. Ve Atatürk, trenden Halkevi-
B a n a a y ırd ığ ın ı ver,’
ne hareket etti. Arabasına da binmedi.”663
1936’da Atatürk’e suikast davasının bütün sanıklarının,
savcının telkinlerine rağmen, suçsuz bulunarak berat ettirilmesi
ve Atatürk’ün bu karara saygı duyması; 1937’de Atatürk’ün, is­
yancı Seyit Rıza’nın idam edilmesi sırasında aşağılanmasına tep­
ki duyarak, bu işin sorumlularından İhsan Sabri Çağlayangil’i
azarlaması, Atatürk’ün diktatör bir lider olmadığını kanıtlayan
onlarca örnek olaydan sadece ikisidir.
Atatürk kendisine, “ S iz e d ik t a t ö r d iy o rla r, n e d e r s in iz ? ”
diye soranlara, “ B e n d ik t a t ö r o lsa m b a n a b u s o ru y u s o r a m a z ­
d ı n ı z ,” diye yanıt vermiştir.664
Atatürk, dünyada diktatörlüklerin çoğalmaya başladığı 1932
yılında, diktatörlük rejimini savunanlara şu sözleriyle adeta de­
mokrasi dersi vermiştir: “B i r d evlet, b ir m ille t d ik ta ile id a re e d i­
lem ez. D ik ta tö rle rin s o n u m u tla k a fela ketle b ite r ve m illetlerin
en b ü y ü k h ü c u m la n n a m a ru z kalırlar. F a k a t, b ir m u n ta za m id a ­
re, tem elli b ir id a re , m ed en i b ir id a re d em o k ra sid ir. D e m o k ra s i
k a tiye n b ir z a r a r verm ez. B ila k is d e m o k ra si b ir m illetin g elişm e­
s in i sağlar. O n u n iç in T ü r k iy e C u m h u r iy e ti, d em o k ra si y o lu n ­
da, d e m o k ra tik b ir sistem içe rsin d e gelişecektir, k a n a a tin d ey im .

663 Tanju Cılızoğlu, Kader Bizi Una Değil Üne İtti: Çağlayangil’in Andan, İstan­
bul, 2000, s. 72, 73.
664 Kocatürk, age., s. 257.

299
D ik ta re jim i ile h a re k e t ed en g erek M u s s o lin i, g erekse H i t l e r ’in
s o n u fela ketle b ite c e k tir ” 665
Diktatörler çağında onu da “diktatör” olarak adlandıranla-
rın çoğalması üzerine Atatürk, birçok defa, “ B e n d ik t a t ö r d e ğ i­
l im ,” diye söze başlamıştır.
İşte birkaç örnek:
“ B e n d ik ta tö r d e ğ ilim . Ç ü n k ü f ik ir le r im i v e d ü ş ü n c e le rim i
z o r a d a y a n a ra k k a b u l ettirm e y i a sla b en im se m ed im , a rz u la d ım
v e u y g u la d ım . B e n y a ş a d ığ ım z a m a n iç in d e m ille tim in b a y rın a ,
re fa h ın a ve m a d d i, m a n e v i m u tlu lu k ve o n u ru n a u y g u n g ö r d ü ­
ğ ü m ö n le m le rin a lın m a s ın a ç a lıştım . H e p s in in b ileşk e si, u y g a r
ve ile ri b ir y a ş a m ın y a ra tılm a s ı ç a b a sıd ır.” 666
“ B e n d ik ta tö r d eğ ilim . B e n im k u v v e tim o ld u ğ u n u s ö y lü ­
y o r la r ; evet, b u d o ğ ru d u r. B e n im a rz u e d ip d e y a p a m a y a ca ğ ım
h iç b ir şe y yo k tu r. Ç ü n k ü b en z o r a k i ve in sa fsız ca h a re k e t etm ek
b ilm e m . B e n c e d ikta tör, d iğ e rle rin i ira d e sin e b o y u n eğ d iren -
dir. B e n k a lp le ri k ıra ra k d eğ il, k a lp le ri k a z a n a ra k h ü k m etm ek
is te r im .” 667
Atatürk, Nazizm, faşizm ve Bolşevizm’in kol gezdiği bir
dünyada, “ D e m o k ra s i y ü k se le n b ir d e n iz d ir ,” diyebilmiştir.
Sabiha Gökçen anılarında, Nazi, faşist ve komünist dikta­
törlüklerin dünyayı kasıp kavurduğu 1930’larda Atatürk’ün, bir
gün sofrasındakilere tek tek bu diktatör rejimleri ve demokrasiyi
anlatıp “ D o ğ ru y o l h a n g isid ir? ” diye sorduğunu ve sofradakile-
rin görüşlerini aldıktan sonra diktatör rejimleri yerip demokra­
siyi övdüğünü belirtmiştir.
İşte Gökçen’in anılarındaki o bölümden bir kesit:
“ A ta tü rk ( ...) k o n u şm a sın a devam etti: ‘B iz b ü y ü k s a v a şla r
g ö rm ü ş , b ü y ü k b ir m illetiz. B u n ed en le d ü n y a n ın n erey e g itti­
ğ in i, b u g id iş in g elecek te b iz e n e g ib i o y u n la r h a z ırla m a k ta o l­

665 Mustafa Ersem-Servet Avşar, “Reşat Kaynar İle Söyleşi, Atatürk'ün Yakın Çev­
resinde Bulunmuş Kişilerle R öportajlar-6,” Türk Silahlı Kuvvetleri Dergisi,
Temmuz 2003, S. 377, s. 120’den nakleden Mütercimler, age., s. 4.
666 Mütercimler, age., s. 3.
667 Kocatürk, age., s. 260.

300
d u ğ u n u b ilm e m iz d e , g ö rm e m iz d e y a r a r v a rd ır. K o n u y a sa d e ce
sa v a ş ve b a rış a ç ıs ın d a n b a k m a k elb ette k i ya n lıştır. K e n d im iz i
d ü n y a d a n so y u tla y a m a y ız . D ü n y a n im e tle rin in e m p e ry a list ü l­
k e le r ta ra fın d a n z a m a n z a m a n p e rv a sız c a p a y la şıld ığ ın ı ve b u
p a y la şm a e sn a sın d a g elişm em iş ü lk e le rin ta rih ten s ilin d iğ in i,
h a fız a la rd a n silm e k k a d a r g a fle t o la m a z. D ü n y a n ın b u g ü n k ü
d u ru m u h iç d e p a rla k g ö rü n m ü y o r. H e r ü lk e g e n ç liğ in i b ir b a ş­
k a id e o lo jiy e sa h ip o la ra k y e tiştirm e g a y re ti iç in d e İta ly a , fa ­
şiz m id e o lo jis in e d ö r t elle sa rılm ış. B u ü lk e n in d ik ta tö rü o la n
M u s s o lin i ü lk e sin in se k iz m ily o n fa şis t g e n c in in sü n g ü sü ü z e ­
rin d e y a ş a y ıp d u rd u ğ u n u h a y k ırıp d u ru y o r. İta ly a n g e n çle rin e
k a ra g ö m le k le r g iy d ire re k ç o k ta n ta rih e g ö m ü lm ü ş b u lu n a n
R o m a İm p a r a t o r lu ğ u n u y e n id e n k u r m a y ı b u ş a rtla n d ırılm ış
g en çle re a şıla m a y a ça lışıyo r. A lm a n y a ’d a H it le r in y a ra ta ra k
g e liştirm e k te o ld u ğ u n a z ilik d e fa şiz m in b ir b a şk a , b ir b ü y ü k
teh lik e li b en ze rid ir. H it le r b ir ırk ç ıd ır. D i k k a t b u y u r u n u z , m il­
liy e tçi d e m iy o ru m , ır k ç ıd ır d iy o ru m . A lm a n ır k ın ın en ü stü n
ırk o la ra k g ö re n b ir m ecn u n d u r. T e k m il A lm a n g e n ç liğ in i p e ­
şin e ta km ış, o n la ra b u id e a li a şıla m ıştır. M o s k o v a ’d a o y n a n a n
o y u n ise b ir b a şk a tü rlü d ü r. S ta lin y a ln ız k e n d i g e n çliğ in e d e ­
ğ il, d ü n y a g e n ç liğ in e k o m ü n istlik id e o lo jis in i a şıla m a y a ç a lış ı­
yor. K o m ü n is tlik p ro p a g a n d a sın ın fu k a ra sı ve c a h ili ç o k ü lk e ­
lerd e n e k o la y ta ra fta r to p la d ığ ı ise o rta d a b ir g erçek tir. A n c a k
k o m ü n istlik d e b ir id e o lo jid ir. D iğ e r ta ra fta n v a r lık la r ın ı b a şk a
b ilh a ssa y o k s u l ve g e ri k a lm ış ü lk e le ri sö m ü re re k s ü rd ü re n , y e n i
k u ş a k la rın ı d a b u id e o lo ji ile y e tiştirm e k te o la n s iy a si v e e k o ­
n o m ik e m p e ry a listle r var. B i r d e F r a n s a ’n ın tu ttu ğ u h ü rriy e tç i
b ir d e m o k ra si y o lu v a rd ır. Y a n i g e n ç liğ i h ü rriy e te , c u m h u riy e te
ve d e m o k ra siy e b a ğ lı o la ra k y e tiştirm e y o l u ... T a b i b u g ü n s a ­
y ıla rı a rtık p e k a za la n şeria tçı, ü m m e tçi a k ım la rd a n h iç b a h ­
s e tm iy o ru m ... K ra lc ıla r ı d a b u n la ra d a h il e d e b ilir s in iz ... T ü r k
g e n çliğ i, b u g e ric i, k a ra ta a ssu b u n eg em en o ld u ğ u a k ım la rd a n
k e n d is in i k u rta rm ış tır . .. ”6<586
8

668 Gökçen, age., s. 155.

301
Atatürk, daha sonra sofradakilerin bu konudaki görüşlerini
almaya başlamıştır. Alman hayranı olan bir general sakin bir eda
ile, gençleri askeri bir disiplin altında yetiştirmekten söz edin­
ce Atatürk generalin sözünü keserek ona, “Yan/ g e n çle rim iz e
id e o lo ji o la ra k fa şiz m v e y a n a z iz m i m i b e n im se tm e m izi ö n e ri­
y o rsu n u z?” diye sormuştur. General bu soruya; “ Y u rd u n a bağ­
lı, d isip lin li b ir g en çlik ye tiştirecek o lu rsa k m illetçe ra h a t ederiz
g ib i g e liy o r bana. D a h a a çık sö y ley ey im , k o m ü n ist g ençliğe, her
za m a n b ö yle d isip lin li b ir g en çliğ i tercih ed erim , ” diye yanıt ver­
miştir. Bunun üzerine Atatürk şunları söylemiştir:
“ H a y ır ! N e k o m ü n iz m n e f a ş iz m ... B u ik i id e o lo ji d e m em ­
le k e tim iz in , u lu s u m u z u n g e rç e k le rin e , k a ra k te rin e a sla u y m a z.
Ş u n u d a h em en ila v e e d e y im k i, n e fa şiz m in n e d e n a z iz m in
s o n u y o k tu r. B e n b e lk i b u n u g ö re b ile c e k k a d a r y a ş a y a c a k d e ­
ğ ilim . A m a a ra m ız d a o n la r ın s o n u n u g ö re b ile c e k le r o la c a k tır
elbet. B u ü lk e le r b ir d efa b u y o la g ir d ile r m i b i r d a h a g e ri d ö ­
n em ezler. H a lk ı ve g e n ç liğ i s ü r e k li o la ra k h e y e ca n iç in d e tu t­
m a k iç in d u rm a d a n s ila h la n m a k , sağ a so la te h d itle r s a v u ra ra k
a y a k ta k a lm a k z o ru n d a d ırla r. B u işin so n u ise sava ştır. Ve bu
s a v a şın s o n u n d a n e fa şiz m in , n e n a z iz m in a y a k ta k a la b ilm e si­
n e o la n a k g ö re m iy o ru m . ” 669
1930’larda, diktatörler çağında bakın neler söylemiş Atatürk:
“ B i r g ü n n a z iz m in ve fa şiz m in so n u g ele cek tir. ”
“ N a z iz m in ve fa şiz m in so n u sa v a ştır. ”
“ B u sa v a şın s o n u n d a n e n a z iz m ne d e fa şiz m a y a k ta k a la ­
b ilecek tir. ”
Atatürk’ün 1930’lardaki bu öngörülerinin tamamı gerçek­
leşmiştir: Çok kısa bir süre sonra nazizm ve faşizmin saldırgan­
lıkları sonunda II. Dünya Savaşı çıkmış, bu savaş sonunda ise
nazizm ve faşizm yıkılmıştır.
İşte AKL-I KEMAL budur...
1935’te dünyadaki totaliter uygulamalardan etkilenen CHP
Genel Sekreteri Recep Peker, İtalya ve Almanya’yı inceledikten

669 age., s. 159.

302
sonra bu ülkelerdeki üniformalı gençlik teşkilatı dahil totali­
ter bir tek parti düzeni kurulmasını öngören bir parti tüzüğü
ve program taslağı hazırlayıp Atatürk’e sunmuştur. Atatürk bu
parti tüzüğünü ve program taslağını çok sert bir dille şöyle red­
detmiştir:
“ İşte o rd a s ö z ü e d ile n b ü tü n k u v v e ti k e n d in d e to p la y ıp ,
tek p a r tiy i d o la y ıs ıy la d ev leti v e ü lk e y i k e n d i b a şın a y ö n e te ­
cek Y ü k se k M e c lis ü y e le r in i... d iy o ru m . O n la r ı k im se ç e ce k ? B u
z o r b a la r k u ru lu , g ü ç ve y e tk iy i k im d e n n a s ıl a la c a k ? B u n e s a ­
k a t d ü şü n c e d ir, b u n a s ıl z ih n iy e ttir ? G ö r ü lü y o r k i, v a rm a k iste ­
d iğ im iz h e d e f h e n ü z en y a k ın a r k a d a ş la r ta ra fın d a n b ile z erre
k a d a r a n la şılm ış değ ild ir. Ç o c u k , b iz ö y le b ir y ö n e tim , ö y le b ir
re jim is tiy o ru z k i, b u ü lk e d e b ir g ü n eğ e r d ü n y a d a h ü k ü m d a r ­
lık a le y h in e g ittik ç e a rta n k u vvetler, a k ım la r k a rşısın d a k a la n ­
la r va rsa , p a d iş a h a y a n d a ş o la n la r b ile p a r ti k u rsu n la r. ”670
1930’lu yıllarda Atatürk’ün çevresindeki devlet adamları ve
gazeteciler bile Avrupa’daki faşizan diktatörlüklere sempatiyle
bakmışlar ve benzer bir idarenin Türkiye’de kurulmasını arzu-
lamışlardır. Örneğin Mahmut Soydan, Yakup Kadri Karaosma-
noğlu, Falih Rıfkı Atay, Yunus Nadi gibi H â k im iy e t-i M illiy e
yazarları bir ara makalelerinde faşizme övgüler dizmişlerdir.671
1932’de resmi bir ziyaret için İtalya’ya giden İsmet İnönü bi­
le, Mussolini ve faşizm hakkında övgü dolu sözler söylemiştir.672
Atatürk ise Nazizm’den ve faşizmden nefret etmiştir. Bu ko­
nudaki düşüncelerini birçok kere çok açık bir şekilde dile getir­
miştir. Mussolini ve Hitler hakkında, “M ille tle r a r a s ı b i r z a b ıta
teşkila tı o lsa b u ik i e şk ıy a y ı h em en tu tu k la r, ” demiştir.673
Atatürk, İtalyan diktatör Mussolini’nin bir insanlık suçlu­
su olduğunu belirtmiştir.674 Ondan “s o y t a r ı” diye söz etmiştir.675

670 İsmet Giritli, Atatürk Cumhuriyeti, İstanbul, 1984, s. 80; Feyzioğlu, age., s. 77;
Uğur Mumcu, Uyan Gazi Kemal, 3. bas., Ankara, 2004, s. 224.
671 Bkz. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 3 Aralık 193 0 ,2 6 Aralık 1930, 28 Ekim 1932.
672 Cumhuriyet gazetesi, 27 Mayıs 1932.
673 Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi, İstanbul, 1980, s. 6, 7.
674 Celal Bayar, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 1954, s. 96.
67.5 Özakman, age., s. 283.

303
M u s s o lin i’yi ü n ifo r m a s ıy la ç a lım s a ta r a k a s k e r c ilik o y n a y a n b ir
o y u n c u y a b e n z e tirk e n , H itle r ’d en d e “seyyar tenekeci” o la r a k
sö z e tm iş , o n u n M e in K a m p f f ’d a k i d e lic e d ü ş ü n c e le rin in m id e s i­
n i b u la n d ırd ığ ın ı s ö y le m iş tir.676
A ta tü r k , N a p o ly o n ’u n d a d e m o k ra s in in d o ğ u şu n u 6 0 y ıl g e ­
c ik tir d iğ i d ü şü n ce sin d e d ir.677
A ta tü r k , d ik ta tö r le r ç a ğ ın d a , d ü n y a n ın h e r h a n g i b ir y erin d e
k r a llık v e y a d ik ta tö r lü k k u ru ld u ğ u n u d u y u n c a ç o k ü z ü lm ü ş, ç o k
ö fk e le n m iş ve b u n u n m ille te ih a n e t o ld u ğ u n u b e lirtm iş tir. Ö r ­
n e ğ in A r n a v u tlu k ’ta C u m h u r b a ş k a n ı A h m e t Z a g o ’n u n 1 E y lü l
1 9 2 8 ’de k ra llığ ım ila n e tm e s in e ç o k ö fk e le n e r e k , 5 E y lü P d e bu
y e n i re jim i a s la ta n ım a y a c a ğ ın ı ila n e tm iş tir.678 Z a g o ’n u n m ille ti
ta r a fın d a n se çilm e o n u ru n u , k r a llık g ib i b a y a ğ ı b ir u n v a n a fe d a
e tm e s in i a ffe d e m e m iş tir.679
Ş e v k e t S ü rey y a A y d e m ir’in d ed iğ i g ib i, “Çağında birtakım
liderlerin yarattığı toplama kampları, işkence odaları, siyasi ci­
nayetler, aydınlara, fikir adamlarına karşı tertiplenen haysiyet
kırıcı hareketler, onun memleketinde görülmemiştir. Hatta İstik­
lal Mahkemelerinin tedhiş günlerinde bile...”680
A m e rik a lı y a z a r D . E . W e b s te r, “Atatürk Türkiyesi” ad lı
e s e rin d e , A ta tü r k ’ü n n e d e n H itle r, M u s s o lin i ve S t a lin ’d en ç o k
d a h a b ü y ü k b ir lid e r o ld u ğ u n u şö y le a ç ık la m ış tır :
“Tanınmış çağdaşlarından bazıları ne kadar korku uyandır­
mışlarsa, o da o kadar saygı uyandırdı.
Mussolini’yi kendi yurttaşları bir sokak fenerine ayakla­
rından astılar. Hitler, bir sığınakta kendi hayatına son verip,
en yakınlarına cesedini yaktırdı. Fakat Alman milletinin Nazi
zulmünü lanetleyen anıtlar dikmelerini önleyemedi. Sağlığında
676 P. Peruşev, Atatürk, çev. Naime Yılmaer, İstanbul, 1981, s. 332, 333; Özel, age.,
s. 99; Meydan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak İçin” Nutuk’un Deşifresi, s. 238.
677 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 3, s. 124.
678 İlirjana Demirlika, Arnavutluk Kaynaklarında Atatürk ve Türk Devrimi, Basıl­
mamış Yüksek Lisans Tezi, İÜ Atatürk İlkeleri İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İstan­
bul, 2001, s. 113; Özel, age., s. 91; Meydan, age., s. 238, 239.
679 Ahmet Cevat, “Büyük Gazi ve M illet”, Muhit, no:3, s. 162; Özel, age., s. 91;
Meydan, age., s. 239.
680 Aydemir, age., C 3, s. 484.

304
Haklaştırılan Stalin’in en az on milyon masum yurttaşının katili
olduğu açıklandı. Cesedi Kremlin’den atıldı. Heykelleri yıktırıl­
dı. Adı kitaplardan ve sokaklardan kaldırıldı.
Bu kişilerin çağdaşı olan Atatürk’ü, köylüsü ve kentlisi,
yaşlısı ve genci, kadını ve erkeği ile bütün bir millet gözyaşla­
rı ve sonsuz bir sevgi içinde ebediyete uğurlarken, bütün dünya
milletleri de onu aynı sevgiyle ve saygıyla selamlıyordu. Aradan
geçen yıllar Atatürk’ün büyüklüğünün Türkiye’de ve dünyada
daha iyi anlaşılmasına yol açtı.”681
A. Afet İnan Atatürk’ün, “Demokrasi esaslarına uyan bir
cumhuriyet rejiminin kurulmasını daima samimiyetle istediği­
n i belirtmiştir.682
İsmet İnönü, Atatürk’ün gerçek bir demokrat olduğunu be­
lirtmiştir: “Atatürk, temel kanaatte Cumhuriyet ve millet ege­
menliğinin, iktidar ve muhalefet partileri rejiminde olacağına yü­
rekten inanmaktaydı. Demokratik rejim, Atatürk idaresinin ama­
cı olmuştur. Atatürk, ömrünün sonuna kadar demokratik rejimi
kurmak için uğraşmış ve çok güçlükleri yenmiş, tamamlanması­
nı, milletin diğer bazı ihtiyaçları gibi yeni nesillere bırakmıştır. ”683
Kemalizm’in kitabım yazan Tekinalp’e göre Türk Devrimi
liberaldir. Atatürk de liberal ve demokrat bir liderdir. Tekinalp,
bunun gerekçeleri olarak da Atatürk’ün iliklerine kadar cumhu­
riyetçi olmasını, sınıf ayrımı yapmadan bireyin refahını ve geliş­
mesini amaçlamasını göstermiştir.684
Ünlü yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu Atatürk’ün bir
diktatör değil, devrimci bir devlet adamı olduğunu söylemiştir:
“ Yalnız düşmanlarımız değil, dostlarımız bile, ‘O gidince ne ya­
pacaksınız?’ diyorlardı. Bu endişenin sebebini Kemalist rejimin
diktatörlüklerle karıştırılmış olmasında aramalıdır. Bütün dik­
tatörlükler şahsi idarelerdir ve başa geçen insanın kuvvetinden

681 Feyzioğlu, age., s. 78, 79; Meydan, age., s. 239, 240.


682 A. Afet İnan, “Atatürk ve Cumhuriyet İdaresi”, Atatürkçülük Nedir?, Ankara,
1963, s. 97.
683 Hamza Eroğlu, Atatürkçülük, Ankara, 1981, s. 36.
684 Tekinalp, Kemalizm, İstanbul, 1988, s. 201.

305
başka bir kanuna veya müesseseye dayanmadıkları için dikta­
törlerin ömrüyle birlikte nihayet bulurlar. Halbuki Atatürk bir
diktatör değil, inkılâpçı bir devlet kurucusu idi. ”68s
Tarık Zafer Tunaya, Atatürkçülüğün temel amacının de­
mokrasiye ulaşmak olduğunu ifade etmiştir. “ Atatürk’ün siyasal
iktidarım ve kuvvetini, diktatörlük olarak değil, geri müessesele-
ri yıkma ve medeni bir düzeye çekme vasıtası olarak kabul etmek
gerekir. Atatürkçülük, uygarca bir düzeyde, yirminci yüzyılın
şartları içinde kurulacak demokratik bir sisteme ulaşmayı amaç
edinmiş bir akımdır.”685686
Attilâ İlhan, “ Mustafa Kemal Paşa, sosyalist değildi, büyük
bir demokrattı, ” demiştir.687
Murat Belge’ye göre, “ Atatürk otoriterdi. Başka türlü ol­
ması beklenemezdi. Ama komşu Bulgaristan’dan 3. Rech’e
kadar haritayı kaplayan faşist veya faşizan rejimlerden birisini
kurmamıştı. Serbest Fırka’yı kurdurması-kapattırması, bu tür
rejimlerin ve önderlerin toplumsal koşullarından ötürü yaşamak
zorunda olduğu çelişki ve paradoksların iyi bir örneğidir. Ama
Mussolini veya Hitler’in bir muhalefet partisi denemeye kalkış­
ması söz konusu olamazdı.”688
1930’ların diktatörler çağında Atatürk’ün de “diktatör” ol­
duğu yönündeki gerçekdışı iddiaların artması üzerine dönemin
aydınları bu iddialara Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yanıt ver­
mişlerdir.
Mahmut Soydan, “ Türkiye’de Diktatör Yoktur, Olamaz”
başlıklı makalesinde, Türkiye’de rejim sorununun artık tartış­
ma konusu olmaktan çıktığını, anayasanın yönetim usullerinin
ilkelerini belirlediğini, Türkiye’nin cumhuriyetçi ve laik bir dev­
let olduğunu, Atatürk’ün sultanlık, halifelik ve yakın geçmişte

685 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, 4. bas., İstanbul, 1971, s. 76.


686 Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, 2.
bas., İstanbul, 1981, s. 113.
687 İlhan, Hangi Atatürk, s. 306.
688 Murat Belge, “M ustafa K em al ve K em alizm ”, Modern Türkiye’de Siyasal Dü­
şünce, C 2, İstanbul, 2002, s. 38.

306
de ömür boyu cumhurbaşkanlığı önerilerini nasıl karşıladığının
herkesçe bilindiğini yazmıştır.689
Falih Rıfkı, “Ş ef ve Diktatör” başlıklı makalesinde Ata­
türk’ün diktatör değil şef olduğunu belirtmiş, şefin kuvvet ara­
dığında sokağa çıkıp halka gittiğini, diktatörün ise surların için­
deki saraya kapandığını, Atatürk’ün bir gün meclissiz yaşamayı
düşünmediğini, demokrasi kurumlarmı kurmak için çalıştığını,
bunların tümünün diktatörü korkutan tehlikeler olduğunu vur­
gulamıştır.690
Vedat (Nedim) Tör, Atatürk’ün ölümünün ardından yazdığı
“Son D em okrat” başlıklı makalesinde Atatürk’e karşı en büyük
günahı Ona diktatör diyenlerin işlediğini, en demokrat ülkelerde
bile halkın mutlak ve tam egemenliğinin erişilmez bir ideal ol­
duğunu, oyların %51’i ile yetinildiğini, Atatürk’ün ise milletin
%100’ünü kazandığını belirtmiştir.691
Atatürk’ün cenaze kortejini izleyen Zekeriya Sertel’in, Ata­
türk ve demokrasi konusundaki şu özeleştirisi çok çok önem­
lidir: “Vicdanımda bir hesaplaşma yapma gereğini duydum.
Sağlığında biz bu insana karşı hürriyet ve demokrasi savaşı yap­
mıştık. Onu demokrasi ve hürriyet getirmediği için adeta suçlu
sayıyorduk. Onun hareketlerini diktatörce buluyorduk. Çünkü
o vakit ormanın içindeydik. Ağaçları görüyorduk ama ormanı
bütün büyüklüğü ile göremiyorduk. Şimdi geçenleri daha aydın
görebiliyordum. Atatürk, memleketin sosyal, siyasal ve ekon o­
mik hayatında büyük devrimler yapmıştı. Halifeliği ve padişah­
lığı yıkmış, yerine bir cumhuriyet rejimi getirmişti. Halkın sosyal
hayatında ve geleneklerinde birçok esaslı değişiklikler yapmıştı.,
Halife ve padişahtan yana olanlar ona cephe almışlardı. İttihat­
çılar ona suikast tertiplemişlerdi. Emperyalistler memleket için­
de isyanlar çıkarmışlardı. İstanbul’da bütün halifeci, padişahçı

689 Mahmut Soydan, “Türkiye’de D iktatör Yoktur, O lam az", Hâkimiyet-i Milliye
gazetesi, 26 Aralık 1930.
690 Falih Rıfkı, “Ş e f ve D iktatör”, Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 4 Ocak 1931.
691 Vedat (Nedim) Tör, “Son D em okrat" , Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 15 Kasım
1938.

307
ve gerici basın Atatürk’e karşı yaylım ateşi açmıştı. Bütün bu
koşullar içinde hürriyet ve demokrasi gelişebilir miydi? Tersi­
ne, devrim düşmanlarına karşı az çok ters davranmak gerekir.
Atatürk de iç ve dış düşmanlara karşı ihtiyatlı, tedbirli bulun­
mak ihtiyacındaydı. Böyle olmakla birlikte Mussolini ve Hitler
biçiminde diktatörlüğe gitmedi. Kişi yönetiminden çok meclis
egemenliğine, yani halk egemenliğine önem verdi. Bütün koşul­
lar onun Doğulu bir diktatör olmasına elverişliydi. Fakat asker
olmasına rağmen ‘benevolent diktatorship’ diye adlandırdıkları
biçimde yumuşak, sevimli ve akıllı bir otorite kurdu. Bu otori­
te diktatörlükte olduğu gibi korkuya değil sevgiye dayanıyordu.
Ona bu kuvveti veren şey, halkın kendisine sevgiyle bağlı olma-
sındaydı... Biz eleştirilerimizi özgürce yapabiliyorduk. Nazım
Hikmet, en devrimci şiirlerini onun devrinde yazdı... Atatürk
dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yarın da büyük kalacaktır.
Biz uğrunda savaştığımız özgürlük ve demokrasiye ancak onun
açtığı yoldan ulaşabiliriz.”692
Ünlü “Atatürk” biyografisinin yazarı Lord Kinross, Tek
Parti Dönemi’ndeki rejimin tam anlamıyla bir demokrasi olma­
dığını belirtmekle birlikte, bunun başka diktatörlüklerden çok
farklı bir karakter taşıdığını belirtmiştir. “Bu rejimin demokratik
şekillere dayalı olduğunu ” ve Atatürk’ün “Anayasa ve yasalarla
çizilen çerçeveye titizlikle uyduğunu” belirtmiştir.693
Fransa’nın eski Ankara Büyükelçisi Comte de Chambrun,
Atatürk’ün istese hükümdar, halife, diktatör olabileceğini, fakat
milletinin sevgisiyle cumhurbaşkanı olmayı yeterli sayarak ba­
siretinin başka unvanlar istemesine, şiddete başvurmasına veya
hükümdarlığa özenmesine engel olduğunu belirtmiştir.694
İngiltere’nin Atatürk dönemi büyükelçilerinden Sir Perey
Loraine, Atatürk’ün kendisinden sonra devam edebilecek bir
yönetim ve hükümet sistemi kurmak için çalıştığını, düşünceleri­

692 Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, 5. bas., İstanbul, 2001, s. 192, 193.


693 Lord Kinross, Atatürk, The Rebirth of a Nation, London, 1964, s. 221, 478;
Feyzioğlu, age., s. 72.
694 Giritli, age., s. 79; Feyzioğlu, age., s. 72; Meydan, age., s. 233.

308
ni zorla kabul ettirmek yerine açıklamak ve öğretmek için çaba
harcadığını, büyük küçük herkese emir vermek şöyle dursun, ba­
kanları görevlerini yerine getirmeleri konusunda daima sorum­
lu tuttuğunu ve onun izlediği dış politikada diktatör olduğunu
çağrıştıracak hiçbir şey olmadığını belirtmiştir. Atatürk dışişle­
rinde kendisine değil doğrudan ilgili bakanlığa başvurulmasını
istemiştir. Cumhurbaşkanı olarak dışa karşı görevleri icrai değil
temsili olmuştur. Başkalarını dinlemeyi asla ihmal etmemiştir.695
Avusturya’nın ilk Türkiye Büyükelçisi August R. von Kral,
1935 yılında yazdığı “Kemal Atatürk’ün Ülkesi” adlı kitabında
Atatürk’ün neden demokrat bir lider olduğunu şöyle anlatmıştır:
“Kemal Atatürk ve arkadaşları, ulusun ortak amaç ve çı­
karlarını Türk halkına açık biçimde anlatmayı başardılar. Yep­
yeni bir vatan sevgisi, özgüven ve kararlılık ruhu aşıladıkları
bu halkı, tüm olanaklarını büyük bir özveri içinde devletin ve
ulusal birliğin hizmetine sunmaya inandırdılar. Böylece Türk
toplumunun kanında var olan, atadan kalan geleneklere ve yüz­
lerce yıllık yasalara dayanan demokratik düşünce ruhu yeniden
dirildi. Türkiye’nin yeni yöneticileri, sınıf ayrımı gözetmeksizin,
herkesin birlik ve eşitliğini vurgulayarak yeni devletin sağlam te­
meller üstüne oturmasını gerçekleştirmiş oldular. Bu demokratik
düşünce geleneği, halkın seçilmiş temsilcilerinden oluşan, dev­
letin tüm gücünü özünde toplayan, hiç kimsenin değiştiremeye­
ceği önemli kararları alan, yeni seçimlerin tarihini belirleyen ve
devlet başkanını seçen Büyük Millet Meclisi’nin tüzel kişiliğinde
somutlaşmıştır. Devlet Başkanı’nca atanan hükümet meclisin
güvenoyunu almadan hiçbir girişimde bulunamaz. Bu bir dikta­
törlük düzeni değildir. Atatürk, Millet Meclisi’nin ya da sorumlu
konumdaki hükümetin bilgisi dışında hiçbir eylemde bulunma­
mıştır. Anayasada da belirtildiği gibi sınırları belirlenmiş, gücü­
nü kendisini seçen halktan alan ve temsilci olarak görev yapan
bir hükümet söz konusudur. Kemal Atatürk’ün bu denli etkili
olmasının nedeni saygın kişiliği, kurtardığı ve birleştirdiği Türk
695 “K em al A tatürk”, The Listener dergisinden çev. Perran Eralp, Ülkü Dergisi, C
3, S. 136, s. 8-11; Özel, age., s. 107; Meydan, age., s. 233.

309
halkına karşı güvenini yerine getirirken ulaştığı unutulmaz başa­
rılar, savaştan zaferle ayrılması, devleti yeniden yapılandırması
ve ülkeye içeride çekidüzen verip dışarıda saygın bir konuma ge­
tirmiş olmasıdır. Sözü edilen başarılar, kendisine her zaman bü­
yük bir alçakgönüllülük ve sağduyuyla kullandığı kişisel gücünü
kazandırmıştır. ”696
Alman yazar Emil Ludvig, Atatürk’ün demokrasi ruhuna
sahip bir lider olduğunu belirtmiştir.697
Amerikalı gazeteci Mr. Ailen, Atatürk’ün tam bir demokrasi
ve özgürlük âşığı olduğunu ifade etmiştir.698
Başka bir Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit ise Kurtuluş
Savaşı yıllarında Anadolu’da gördüklerini ve Atatürk’le yaptı­
ğı röportajları topladığı “Bilinmeyen Türkler” adlı kitabında
Atatürk’ün “demokrat bir lider” olduğunu şöyle ifade etmiştir:
“Ülkesi savaş içerisindeyken demokratik ilkelere böylesi-
ne sadık kalan başka bir hükümet lideri tanımıyorum. Yakın
Doğu’da demokrasi kurmak için diğerlerinden çok daha fazlası­
nı yaptığı kesin. ”699
Raymond Poincare, Atatürk’ün her türlü diktatörlüğe karşı
demokrasi ve özgürlük tutkunu bir lider olduğunu belirtmiştir.700
İngiliz yazar Herbert Sideabotham, Atatürk’ün gerçek bir
demokrat olduğunu şu çarpıcı cümlelerle anlatmıştır:
“Eğer demokrat diye bir şey varsa Atatürk demokrattır.
Atatürk’ün istencinin özü gerçekten demokrat olmasıydı ve
bu öz bütün halkı etkilememiş olsaydı, devrimler gerçekleşebilir
miydii
Türk aydınları halkın iyiliği için işleyen demokrasiyi ‘Halk­
çılık’ diye niteliyorlar ki, Bentham’ın ‘En büyük sayıya en büyük
mutluluk diye” anlatmak istediği şeyin bir anlatımıdır.

696 R. von Kral, age., s. 231, 232.


697 Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 31 M art 1930.
698 Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 1 Temmuz 1930.
699 Clarence K. Streit, Bilinmeyen Türkler-Mustafa Kemal Paşa, Milliyetçi Ankara
ve Anadolu’da Gündelik Hayat, Ocak-Mart 1921, çev. M. Alper Öztürk, 2.
bas., İstanbul 2012, s. 106.
700 Özel, age., s. 107; Meydan, age., s. 233.

310
Ve bu konuda Atatürk’ün yönetimi kimi Batı demokrasile­
rini utandıra bilir. ”701
A ta tü r k , k e n d is in e n e d e n d ik ta t ö r d e n ile m e y e c e ğ in i A fe t
İn a n ’a ö r n e k le r le şö y le a n la tm ış tır :
“ B a k A fe t!.. D ik t a t ö r b a şk a , b a m b a şk a b ir şeydir. B a tı,
T ü r k iy e ’y i d e T ü r k iy e ’d e o lu p b ite n le ri d e d a h a k a v ra y a m a ­
d ı. T ü r k iy e ’n in ö z e llik le rin i b ilm iy o rla r. B ils e le r F r a n s ız la r
Ç u k u r o v a ’y a g irm e z , Y u n a n lıla rı İ z m i r ’e ç ık a rm a z , A n k a r a ’y a
k a d a r y o lla m a z la rd ı. M i l l e t b e n i b ir a z h izm e tim g eçtiğ i iç in
b ir a ile b ü y ü ğ ü o la ra k g ö r ü y o r ve sa y ıyo r. B ilir s in b iz d e a ile
b ü y ü ğ ü ç o k ö n e m lid ir. B e n im g ü c ü m işte b u . G ö r d ü ğ ü m se v ­
g iy i, sa y g ıy ı b a zı ş a ş k ın la r d ik ta tö rlü k d iy e y o ru m lu y o r. B u n a
c a n ım ın s ık ıld ığ ın ı it i r a f etm eliy im . E s k id e n b e ri d ü ş ü n d ü ğ ü m
y e n ilik le r var. B u n la r ı b irç o k in sa n la p a y la şıy o ru m . U z la ş ır­
sa k u y g u la m a y a g e ç iy o ru z . B ü t ü n d e v r im le r k a n u n la , y a n i
h ü k ü m e tin rız a sı ve m e c lisin o n a y ı ile y a p ılıy o r. B ir d e n b ir e d e
y a p m ıy o ru z . U s u l u s u l ile rliy o ru z . A r a d a z a m a n b ıra k ıy o ru z .
D ik t a t ö r o lsa m T e ra k k ip e rv e r C u m h u r iy e t F ır k a s ı k u r u la b ilir
m iy d i? A lfa b e D e v r im i iç in İs m e t P a ş a ’y ı ik n a etm ek, m eclis
ç o ğ u n lu ğ u n u k a z a n m a k iç in ü ç y ı l d ı r b e k liy o ru m . D ik t a t ö r o l­
sa m , ‘b u o la c a k ’ d e rim , o lu rd u . B iz d e k i tek p a r ti fa şis t y a d a
k o m ü n is t tek p a rtile re b en zem ez. O n l a r g ib i seçm eci, b ir ör-
n ek çi, te k tip ç i d e ğ iliz. H e rk e s ü y e o la b ilir. B u y ü z d e n p a rtid e
sa lta n a tç ılık d ış ın d a h e r tü rlü d ü ş ü n c e n in te m silcile ri var. B i r
d ik ta tö rü n p a rtis i b ö y le o lu r m u ? A n a y a s a m ız b ird e n ç o k p a r ti
k u ru lm a sın a e lv e rişli. M u s s o lin i g ib i d e m o k ra s i a le y h in d e h iç
k o n u şm a d ım . T a m tersin e id e a lim iz in d e m o k ra s i o ld u ğ u n u h e r
fırsa tta h e p im iz s ö y lü y o ru z . Ü n ifo rm a lı, sila h lı, so p a lı g e n ç lik
k o lla rım ız d a , g e n iş b i r p o lis ö rg ü tü m ü z d e y o k . D ü ş ü n s e n e İ z ­
m ir su ik a stın ı m o to rc u Ş e v k i’n in ih b a rı ile ö ğ re n d ik , İk in c is i
ra stla n tı eseri o rta y a ç ık tı. M i l l i M ü c a d e le b a şla d ığ ın d a n b e ri
se çim siz , k u r u ls u z b i r b a şım a h iç b ir iş y a p m a d ım . H e p s e ç i­

701 Ozankaya, age., s. 189, 190.

311
lerek , se ç ilm iş k u r u lla r ve m eclisle ça lıştım . M i l l i M ü c a d e le ’y i
m e c lisle sık ıy ö n e tim s iz ve s a n s ü rs ü z y ü rü ttü m . D ik ta tö r le r in
k e n d ile rin e g ö re o rd u la rı olur. B iz im o rd u m u z h a lk ın , C u m h u ­
r iy e tin o rd u su d u r. Ş im d i C u m h u r iy e ti ve ç a ğ d a şlığ ı k o ru m a k
iç in d in in sö m ü rü lm e sin e fır s a t ve iz in v e rm iy o ru z . B u d ik ta
m ıd ır ? D in i n s ö m ü rü lm e sin e fırsa t v e rd iğ in a n d a o rta lık ta ri­
katla r, cem aatler, g iz li m edreseler, c in c i h o c a la r ile d o lu v erir.
H u ra fe le re y e n i h u ra fe le r eklen ir. T ü r b e le r d o lu p taşar. Ü m m et­
ç ilik h ortla r. D in c ile r to p lu m u b a sk ı a ltın a a lırla r. M i l l i d e v ­
leti örselerler. Z o r lu k la sa ğ la m a y a ç a lıştığ ım ız b ir lik b ö lü n ü r.
B iz to p lu m u , d a y a n ışm a , b ü tü n lü k ve b a rış iç in d e tu tm a ya
ç a lış ıy o ru z . A m a c ım ız , u y g a rlığ a ve d e m o k ra tik C u m h u r iy e te
y ü r ü m e k t ir ... ”702

Demokrasinin Kitabı: Vatandaş İçin Medeni Bilgiler


D ü n y a d a ve A v ru p a ’d a m e c lis le rin k a p a tıld ığ ı, a n a y a s a la r ın
r a f a k a ld ırıld ığ ı, fa ş iz m in v e d ik ta tö rlü ğ ü n y ü k se ld iğ i 1 9 3 0 y ı­
lın d a , T ü r k iy e C u m h u riy e ti’n in k u ru c u s u A ta tü r k , A fe t İn a n ’a
d ik te e ttird iğ i “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” k ita b ın d a , d ü n ­
y a d a k i ve A v ru p a ’d a k i g e liş m e le rin a k s in e , a d e ta g e le c e ğ i g ö r e ­
re k d e m o k ra s iy i y ü c e ltm iş tir .703 B u k ita p , A t a tü r k ’ü n isteğ iy le
o r ta ö ğ r e tim k u ru m la rm d a o k u tu lm u ştu r. B ö y le c e A ta tü r k , f a ­
şiz m ç a ğ ın d a d e m o k ra s in in k ita b ın ı y a z a n ve o k ita b ı o r ta ö ğ r e ­
tim ç a ğ ın d a k i g e n çle re o k u ta n d ü n y a d a k i te k lid e r o la r a k ta r ih e
g e ç m iş tir.704

702 Bu anlatı, Atatürk’ün demokrasi konusundaki düşünce ve uygulamalarını dik­


kate alan Turgut Özakman tarafından kurgulanmıştır. Bu kurgusal anlatıyı
tarihsel gerçeklere tamamen uygun olduğunu düşündüğüm için buraya aldım
(S.M.) (Özakman, age., s. 311, 312).
703 Bkz. Afet, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Devlet Matbaası, İstanbul, 1931.
704 Atatürk’ün bu kitabı kendi adıyla değil de Afet İnan adıyla yayımlatmasının
altında da “demokratik” bir yaklaşım vardır. Çünkü Atatürk bu kitabı eğer
kendi adıyla yayımlatsaydı, kendisine duyulan büyük saygıdan dolayı kitabın
özgürce sorgulanıp eleştirilmesi mümkün olrr ayabilirdi. Bu nedenle Atatürk,
kendi yazdığı bu kitabı herkesin özgürce, irdeleyerek ve eleştirerek rahatça
okuyabilmesi için Afet İnan adıyla yayımlamıştır.

312
A ta tü r k b u k ita p ta s a d e c e d e m o k ra s iy i ta n ım la m a k la k a l­
m a m ış , d e m o k ra s in in te m e l ilk e le r in i, d e m o k ra s iy e d ü şm an
a k ım la r ı, d e m o k r a s i-ö z g ü r lü k -la ik lik -k a d ın h a k la r ı iliş k is in i ç o k
a y rın tılı o la r a k in c e le m iştir. D e m o k r a s i k a v r a m ın ı ta r ih s e l g e liş i­
m i iç in d e a n la tm ış , d e m o k r a tik u lu s ve y u rt k a v r a m la r ı ile T ü r k
m illiy e tç iliğ i v e T ü r k y u rd u k a v r a m la r ın ı d a d e m o k r a tik b ir şe ­
k ild e ta n ım la m ış tır.

İşte , “V a ta n d a ş İç in M e d e n i B ilg ile r” k ita b ın d a y e r a la n A ta ­


t ü r k ’ü n D E M O K R A S İ d ersi:

1. Demokratik Ulus Tanımı:


“ T ü r k iy e C u m h u r i y e t i n i k u ra n T ü r k iy e h a lk ın a T ü r k u lu ­
su denir. T ü r k u lu su h a lk y ö n e tim i o la n c u m h u riy e tle y ö n e t ilir
b ir devlettir. T ü r k d ev leti laiktir. H e r y e tişk in d in in i seçm e k te
ö zg ü rd ü r.
T ü r k u lu s u n u n o lu ş u m u n d a e tk ili o la n d o ğ a l ve ta rih se l
o lg u la r ş u n la r d ır : S iy a s i v a rlık ta b irlik , d i l b irliğ i, ırk ve k ö k e n
b irliğ i, y u r t b irliğ i, ta rih se l a k ra b a lık , a h la k i y a k ın lık .
Ö z e tle : Z e n g in b ir a n ıla r m ira sın a sa h ip b u lu n a n , b ir lik ­
te y a şa m a k k o n u s u n d a o rta k istek v e k a ra rd a iç te n lik li o la n
ve sa h ip o lu n a n m ira sın k o ru n m a s ın ı b irlik te s ü rd ü rm e k k o ­
n u s u n d a a r z u la n o rta k o la n in s a n la n n b irle şm e sin d e n o rta y a
ç ık a n to p lu m a u lu s a d ı verilir. ”

2. Demokrasi ve Demokrasiye Karşı Akımlar:


“D e m o k ra s in in en b elirg in ş e k li cu m h u riy e ttir. ( ...) D e ­
m o k ra si tem eli, b u g ü n ça ğ d a ş a n a y a s a n ın g e n e l a y ra c ı g ib i
g ö rü n m ek te d ir. H ü k ü m d a r lık ve o lig a rşi, a rtık z a m a n ı g eçm iş
g e ric i şe k ille rd e n b a şk a b ir n ite lik te a n la şıla m a zla r. ( ...) B i r
m ille tin p ra tik te d e m o k ra si ilk e si, o m ille t ç o ğ u n lu ğ u n u n to p ­
lu m sa l k u v v e tin in b ir so n u cu d u r. M i l l e t y e te ri d ere ced e k u v v e tli
o lu n c a , k u v v e t v e k u d re ti elin e alır. B u o la y b a zen ih tila l ile
b a ze n de h ü k ü m d a r la r ile b a rışç ı b i r a n la şm a ile o rta y a çıka r.

313
A r t ık b u g ü n d e m o k ra si d ü ş ü n c e s i sü re k li y ü k se le n b i r d e n i­
z i a n d ırm a k ta d ır. Y ir m in c i y ü z y ı l b irç o k b a sk ıc ı h ü k ü m e tle rin
b u d e n iz d e b o ğ u ld u ğ u n u g ö rm ü ştü r. Ç a r lık R u s y a s ı, O s m a n lı
P a d işa h lığ ı ve H ila fe ti, A lm a n y a ve A v u s tu r y a M a c a r is t a n im ­
p a r a to rlu k la rı b u n la rın b a şlıc a la n d ır. B u n d a n b a şk a d e m o k ra ­
s i ile y ö n e tile n P o rte k iz g ib i ılım lı h ü k ü m d a rla rın , d e m o k ra s i­
n in d a h a b elirg in b ir ş e k ild e u y g u la n m a sın ı k a p sa y a n c u m h u ­
r iy e t ile b irlik te s ilin d iğ i g ö r ü ld ü . E n s o n u n d a b u g ü n İn g ilte re ,
B e lç ik a g ib i b ü y ü k e sk i d e m o k ra sile rin , d a h a a ç ık v e d a h a iy i
d ü z e n le n m iş b ir d e m o k ra s in in g e rç e k le ştirilm e si y o lu n d a ç a lış­
tık la rı g ö rü lm ek ted ir. D e m o k r a s i d ü şü n c e si, ça ğ d a ş a n a y a sa ­
n ın b i r öğ esi o ld u ğ u g ib i d ü ş ü n c e ç o k esk idir. ( ...) T ü r k m illeti
en e sk i ta rih le rd e , m e ş h u r k u ru lta y la rıy la , b u k u ru lta y la rd a
d e v le t b a ş k a n la n n ı se çm e le riy le d e m o k ra si d ü ş ü n c e s in e n e k a ­
d a r b a ğ lı o ld u k la rım g ö sterm işlerd ir. S o n ta rih d ö n e m le rin d e
T ü r k le r in k u rd u ğ u d ev letlerd e, b a şla rın a g eçen p a d iş a h la r bu
y o ld a n a y rıla ra k b a sk ıc ı (zo rb a ) o lm u şla rd ır.
K r a lla r ın ve p a d iş a h la r ın b a sk ısın a d in le r d a y a n a k o lm u ş­
tur. K ra lla r, halifeler, p a d işa h la r, e tra fla rın ı s a ra n p a p a zla r, h o ­
c a la r ta ra fın d a n y a p ılm ış ö z e n d irm e le rle ila h i h u k u k a d a y a n ­
m ışla rd ır. E g e m e n liğ in b u h ü k ü m d a rla ra A lla h ta ra fın d a n v e­
r ilm iş o ld u ğ u d ü ş ü n c e s i u y d u ru lm u ştu r. B u n a g ö re h ü k ü m d a r­
la r a n c a k A lla h ’a k a rşı so ru m lu d u rla r. K u d r e t ve eg e m e n liğ in in
s ı n ı n y a ln ız d in k ita p la n n d a a ra n a b ilir. İla h i h u k u k a d a y a lı
b ir m u tla k ıy e t k u ra lı ö n ü n d e d e m o k ra si ilk e sin in ilk a ld ığ ı d u ­
ru m id d ia sız d ır. O ö n c e lik le h ü k ü m d a n d e v irm e y e d eğ il, o n u n
y a ln ız k u v v e tin i s ın ırla m a y a , m u tla k ıy e ti k a ld ırm a y a ça lıştı.
B u ç a lışm a 4 0 0 - 5 0 0 y ı l ö n c e s in d e başlar. Ö n c e lik le k u v v e tin
m illetten g e ld iğ i ve k u v v e t s a h ib i o lm a y a n b i r ele d ü şe rse o n u n
ele g e çirile b ile ce ğ i, b u k u v v e tin , m illetin v e k ille rin d e n o lu şa n
m e clis ta ra fın d a n k u lla n ılm a s ı g erek eceğ i ifa d e e d ild i.
O n a ltın c ı y ü z y ıld a d e m o k ra si ilk e si h ü k ü m d a r la r ın g ü c ü ­
n ü k ırm a k iç in s iy a si m ü ca d e le a ra c ı o la ra k k u lla n ıld ı.
B u m ü ca d e le d e en s o n u n d a o rta y a a tıla n d ü ş ü n c e le r ş u n ­
la rd a n o lu ş u y o rd u : ‘K u v v e t m illete aittir. O n u y a sa çe rçe v e ­

314
sin d e b ir h ü k ü m d a ra verm iştir. B a z ı d u ru m la rd a g e ri a la b ilir.’
O n s e k iz in c i y ü z y ıld a d a d e m o k ra si ilk e si k a rşı k o n u lm a z b ir
k u v v e t ve a k ım k a z a n d ı. D e m o k r a s i ilk e si m illi eg em en lik i l ­
k esi ş e k lin e g ir d i ve a n a y a sa y a g e ç ti. A r t ı k m illetle h ü k ü m d a r
a ra sın d a k i sö z le şm e d ü ş ü n c e s i k a y b o ld u . O r ta y a , eg em en liğ in
b ö lü n m e z ve h iç k im se y e v e rilm e z d ü ş ü n c e s i çık tı.
B u d ü ş ü n c e y i şö y le a ç ık la d ıla r : ‘E g e m e n lik b ire y le rin ir a ­
d e sin in ü z e rin d e , b ire y le rin o lu ş tu rd u k la rı m ille tin o rta k k iş ili­
ğ in e d a y a n a n g e n e l to p lu m sa l ir a d e d ir .’ B u n ed en le eg em en lik
tektir, p a rç a la ra a y rılm a z ve eg e m e n liğ in ifa d e ettiğ i to p lu m sa l
ira d e o n u n s a h ib i o la n o rta k k iş ilik , m ille t ta ra fın d a n h iç b ir
z a m a n b a şk a sın a d e v re d ilm e z ve b ıra k ılm a z . D e m o k r a s i ilk e si,
eg em en liğ i k u lla n a n a ra ç n e o lu rsa o lsu n esas o la ra k m ille tin
eg em en liğ in e sa h ip o lm a sın ı ve sa h ip k a lm a s ın ı g erektirir.
B u n o k ta y ı b ir k a ç k e lim e ile a ç ık la y a lım :
a. D e m o k ra s i, tem eli b a k ım d a n esas itib a riy le s iy a si n ite ­
liktedir. D e m o k ra s i b i r to p lu m sa l y a r d ım v ey a e k o n o m ik
ö rg ü t siste m i d eğ ild ir. D e m o k r a s i m a d d i refa h m eselesi d e
d eğ ild ir. B ö y le b i r g ö rü ş, v a ta n d a ş la rın s iy a si ö z g ü rlü k ih ­
tiy a c ın ı u y u tm a y ı h e d e f alır. B iz im b ild iğ im iz d e m o k ra si,
ö z e llik le s iy a s id ir ; o n u n h ed efi m ille ti id a re e d e n le r ü z e r in ­
d e k i k o n tro lü sa y esin d e , s iy a si ö zg ü rlü ğ ü sağ la m a ktır.
b. D e m o k ra s in in b ir in c i ö ze lliğ i ile o rta k ik in c i b i r ö ze lliğ i
d a h a v a rd ır. O d a ş u d u r ; d e m o k ra s i f ik ir d ir ; b ir k a fa m ese­
lesidir. H e rh a ld e b ir m id e m eselesi d eğ ild ir. H ü k ü m e t ilk e si
d e b ir a d a le t se v g isin i ve a h la k d ü ş ü n c e s in i g erek tirir. D e ­
m o k ra si m e m le k e t a şk ıd ır. A y n ı z a m a n d a b a b a lık v e a n a ­
lıktır.
c. D e m o k ra s i e sa sın d a b irey seld ir. B u ö z e llik v a ta n d a şın ege­
m en liğ e in sa n sıfa tıy la k a tılm a sıd ır.
d. E n s o n o la ra k d e m o k ra si eşitlik s e v e rd ir; b u ö z e llik d e ­
m o k ra s in in b ire y se l o lm a sı ö z e lliğ in in z o r u n lu b i r s o n u ­
cu d u r. Ş ü p h e s iz b ü tü n b ire y le r a y n ı s iy a si h a k la ra sa h ip
b u lu n m a lıd ırla r. D e m o k r a s in in , b u b ire y se l ve eşitlik s e v e r
ö z e llik le rin d e n g e n e l ve e şit o y ilk e si çık a r. B iz im d e v le t ö r­

315
g ü tü m ü z d e esas ilk e le rim iz i o lu ştu ra n d e m o k ra s i ( ...) b a zı
d ü ş ü n c e le rin h ü c u m u n a u ğ ra m a k ta d ır.
1. B o lş e v ik d ü şü n c e si
2. İh tila lc i s iy a si s e n d ik a liz m d ü şü n c e si
3. M e n fa a tle rin tem sili d ü ş ü n c e s i
B u d ü şü n c e le rin d e m o k ra s i k a v ra m ın a h ü c u m u n d a ne k a ­
d a r h a k sız o ld u k la rın ı a ç ık la y a lım .
1. B o lş e v ik d ü ş ü n c e s in in R u s y a ’d a u y g u la n a n şe k lin e b a k a ­
lım . B ü tü n R u s m ille ti iç in d e n , işçi, d e n iz ve k a ra k u v v e t­
le rin d e n ib a re t b i r a z ın lık e k o n o m ik esa sla ra d a y a lı k o ­
m ü n is t p a rtis i a d ı a ltın d a b irleşerek b ir d ik ta tö rlü k y a r a t ­
m ışla rd ır. A m a ç la rın d a m illi d eğ ild irler. K iş is e l h ü r r iy e t ve
eşitlik ta nım a zla r. H a lk eg em en liğ in e sa y g ıla rı y o k tu r. İç e r ­
d e, ç o ğ u n lu ğ u z o rla ve b a sk ı ile d ü şü n c e le rin e b o y u n eğm e­
y e z o ru n lu tu ta rla r; d ışa rıd a p ro p a g a n d a ve ih tila l ö rg ü tü
ile b ü tü n d ü n y a m ille tle rin e k e n d i ilk e le rin i y a y m a y a ç a ­
lışırla r. O y s a h ü k ü m e t o lu ş tu ru lm a sın d a n a m a ç , ö ze llik le
k iş is e l h ü rriy e tin sa ğ la n m a sıd ır. B o lşe v ik h ü k ü m e t ş e k lin d e
b a sk ı öğ esi g ö rü lm ek ted ir. B i r to p lu m a b i r k ısım in sa n la rın
d ü ş ü n c e le rin in z o rla , e s ir ve a c iz liğ in i y a şa tm a k şe k lin e el­
bette k i a k la u y g u n b ir h ü k ü m e t g ö rü şü y le b a k ılm a z.
2. İh tila lc i s iy a si s e n d ik a liz m d ü ş ü n c e sa h ip le ri d e h e r tü rlü
s iy a si k u ru lu şla rı y a ln ız k e n d i m en fa a tleri le h in e y a p tır ­
m a k ve s o n u n d a s iy a s i k u v v e t ve eg em en liğ i e lle rin e g e ç ir­
m ek isteyen iş ç i g ru p la rıd ır. B u n la r a m a ç la rın ı z o rla elde
etm ek fırsa tın ı b e k le rk e n , z a m a n z a m a n g e n e l g re v le r y a ­
p a ra k h ü k ü m e t a d a m la rı ü z e rin d e e tk ili o lm a k ta ve b a zı
işle ri k e n d ile rin d e n t a r a f b itire b ilm e k ted irle r. ( ...)
3. M e n fa a tle rin tem sili d ü şü n c e si, çeşitli m eslek s a n a t ve iş
a d a m la rı to p lu m iç in d e a y n a y n b ir e r to p lu lu k , b ir e r k ü ç ü k
to p lu m h a lin e d ö n ü şü rle rse h e r b ir to p lu lu ğ u n b irb irin d e n
fa rk lı m en fa a tleri vard ır. B u n ed en le d iy o r la r k i, h e r ö zel
m en fa a t sa h ib i g r u p la r a y n a y n m ecliste k e n d ile rin i tem sil
etm elid irler. O z a m a n seçim , m ille t b ire y le ri ta ra fın d a n d e ­
ğ il, g ru p la r ta ra fın d a n ve g ru p la n n sa h ip o ld u ğ u m en fa a t

316
d e re ce sin d e g erçekleşecektir. M e c lis t e b u g ru p la rd a n b irk a ç ı
b irleşip ik tid a r m e v k iin e g e ç in c e y a ln ız k e n d i m en fa a tleri
leb in e ça lışa ca k la rd ır. B u n a k im en g el o la c a k tır?
İşte b u se b e p le rd e n d o la y ıd ır k i b iz , b u ve b u n d a n ö n c e k i
d ü ş ü n c e le ri ü lk e ve m ille tim iz iç in u y g u n g ö rm e m e k te y iz . B iz
ü lk e b a lk ı b ire y le rin in ve ç eşitli s ı n ı f m e n s u p la rın ın d iğ e rin e
y a r d ım la rın ı a y n ı d e ğ e r ve ö z e llik te g ö rm e k te y iz . H e p s in in
m e n fa a tle rin in a y n ı d ereced e ve a y n ı e şitlik se v e rlik d u y g u s u y ­
la sa ğ la m a ya ç a lışm a k istem ek te yiz. B u şe k lin m ille tin g e n e l
m u tlu lu ğ u , d e v le t y a p ıs ın ın k u v v e tle n m e si iç in d a h a u y g u n o l­
d u ğ u in a n c ın d a y ız . B iz im d ü ş ü n c e m iz d e ç iftç i, ç o b a n , iş ç i t ü c ­
c a r san a tkâ r, d o kto r, k ısa ca h e rh a n g i b ir to p lu m sa l k u ru m d a
ç a lışa n b ir v a ta n d a ş ın h ak , m e n fa a t ve h ü r r iy e ti eşittir. D e v le te
b u a n la y ış ile y ü k s e k d ü z e y d e fa y d a lı o lm a k ve m ille tin g ü v e n
ve ira d e s in i o y e re h a rc a y a b ilm e k b izce, b iz im a n la d ığ ım ız a n ­
la m d a h a lk h ü k ü m e ti y ö n te m iy le m ü m k ü n o lm a k ta d ır.
C u m h u riy e tte m eclis, c u m h u rb a ş k a n ı ve h ü k ü m e t, h a lk ın
ö z g ü rlü ğ ü n ü , g ü v e n liğ in i ve ra h a tın ı d ü ş ü n ü p sa ğ la m a y a ç a ­
lışm a k ta n b a şk a b ir şey y a p a m a z la r ... B u n la r b ilir le r k i g ü ç
y e rin e s a lta n a t sü rm e k iç in d eğ il, u lu sa h iz m e t iç in g elm işlerd ir.
U lu s ta ra fın d a n , u lu s a d ın a k e n d ile rin e d ev leti y ö n e tm e k iz n i
v e rile n le r u lu sa h esap verm ek (z o ru n d a d ırla r). ( . . . ) ”

3. Bireysel Özgürlükler
“H e r tü rlü h a k k ın ö zg ü rlü ğ ü n k ö k e n i b irey d ir. Ç ü n k ü g e r­
çekte ö z g ü r ve s o ru m lu o la n y a ra tık y a ln ız in sa n d ır.
Ö z g ü rlü k h iç b ir z a m a n m u tla k a n la m d a a lın a m a z. D o ­
ğ a n ın k e n d is i b ile b e lli y a sa la rı izlem ek z o ru n lu lu ğ u n d a o ld u ­
ğ u n d a n m u tla k a n la m d a ö z g ü r d eğ ild ir. Ö z g ü rlü ğ ü n m u tla k
a n la m d a a lın m a s ı d u ru m u n d a h e rk e sin h erk esle k a vg a iç in d e
o lm a sı is te n iy o r dem ektir.
T ü r k le r d e m o k ra t, ö z g ü r ve so ru m lu v a ta n d a şla rd ır. T ü r k ,
b a sk ı ve e sa ret z in c ir le r in i p a rç a la y a b ilm e k iç in iç ve d ış d ü ş ­
m a n la r k a rş ıs ın d a h a y a tın ı o rta y a a ttı; ç o k k a n lı ve teh lik e li

317
m ü ca d e le le re g ird i, s a y ıs ız ö zv e rile re k a tla n d ı, b a şa rılı o ld u
a n c a k o n d a n s o n ra ö z g ü rlü ğ ü n e sa h ip o ld u . B u n e d e n le ö zg ü r­
lü k T ü r k ’ü n h a y a tıd ır. A r t ı k T ü r k iy e ’d e h e r T ü r k ö z g ü r doğar,
ö z g ü r ya şa r. ( ...)
Ç a ğ d a ş d e m o k ra sile rd e b ire y ö z g ü rlü k le ri ö z e l b ir d eğ er
v e ö n e m k a z a n m ış tır; a rtık b ire y ö z g ü rlü k le rin e d e v le tin ve h iç
k im s e n in k a rışm a sı s ö z k o n u s u değ ild ir. S ö z k o n u s u o la n ö z ­
g ü r lü k to p lu m sa l ve u y g a r in sa n ö zg ü rlü ğ ü d ü r. B u n e d e n le b i­
re y se l ö zg ü rlü ğ ü d ü ş ü n ü rk e n , h e r b ire y in ve en s o n u n d a b ü tü n
u lu s u n o rta k y a r a n v e d e v le t v a rlığ ı g ö z ö n ü n d e b u lu n d u r u l­
m a k g erekir. B ire y ö z g ü rlü ğ ü m u tla k o la m a z : B a ş k a s ın ın h a k
ve ö z g ü rlü ğ ü ve u lu s u n o rta k y a r a n b ire y ö z g ü rlü ğ ü n ü sın ırla r.
D e v le t b ire y ö z g ü rlü ğ ü n ü sa ğ la y a n b i r ö rg ü t o lm a k la b irlik te ,
a y n ı z a m a n d a b ü tü n ö z e l e tk in lik le ri g e n e l ve u lu s a l a m a ç la r
iç in b irle ştirm e k le y ü k ü m lü d ü r. B u d ü ş ü n c e ba sittir, a m a u y g u ­
la n m a sı ç o k g ü çtü r. Ç ü n k ü b ire y se l ö z g ü rlü ğ ü n ö lç ü s ü , d e v le t
e tk in lik le rin i z a y ıflığ a d ü şü rm e m e lid ir. D e v le ts iz b ir to p lu m
y a d a z a y ı f b i r d e v le t y a ş a m ın ın s o n u c u h e rk e sin h erk ese k a r­
şı m ü ca d e le etm esidir. B u m ü ca d e le ç o ğ u n lu ğ u n ö z g ü rlü ğ ü n ü
b o ğ m a y a c a k b iç im d e d e ğ iştirilm e k gerekir. (A n c a k ) b u d eğ iş­
tirm e iş i (de), b ire y in s o ru m lu lu ğ u n a , g irişim in e v e g e lişim in e
z a r a r verecek ö lç ü y e g ö tü rü lm e m e lid ir. B u h u su sla rd a a lın a c a k
ö n le m le rin a ğ ırlık ö lç ü s ü n ü ve s ın ır la r ın ın g e n işliğ in i ö lçm e k
b ü y ü k b ir san a ttır. D e v le t sa n a tı işte b ud u r.
H e r b ire y iste d iğ in i d ü şü n m e k , iste d iğ in e in a n m a k , k e n ­
d in e ö zg ü s iy a sa l b i r d ü ş ü n c e y e sa h ip o lm a k , b a ğ lı o ld u ğ u b ir
d in in g e re k le rin i y a p m a k y a d a y a p m a m a k h a k k ın a ve ö zg ü r­
lü ğ ü n e sah ip tir.
T ü r k iy e C u m h u r iy e t in d e h e r erg in d in in i seçm e k te ö z g ü r
o ld u ğ u g ib i, d in s e l tö ren ö zg ü rlü ğ ü d e d o k u n u lm a z d ır. D o ğ a l
o la ra k d in s e l tö re n le r g ü v e n liğ e v e g e n e l tö reye a y k ır ı o la m a z,
s iy a s a l g ö ste ri b iç im in d e d e y a p ıla m a z .
T ü r k iy e C u m h u r i y e t i n i n re sm i d in i y o k tu r. D e v le t y ö n e ­
tim in d e b ü tü n ya sa la r, b ilim in ça ğ d a ş u y g a rlığ a sa ğ la d ığ ı ilk e
ve b iç im le rle d ü n y a g e re k sin im le rin e g ö re y a p ılır ve u yg u la n ır.

318
D i n a n la y ışı v ic d a n işi o ld u ğ u n d a n , C u m h u r iy e t, d in d ü ş ü n ­
c e le rin i, d e v le t ve d ü n y a işle rin d e n v e siy a se tte n a y rı tu tm a y ı
u lu s u m u z u n ça ğ d a ş ile rle m e sin d e b a şlıc a b a şa rı etk en i sayar.
H o ş g ö rü (ta a ssu p su z lu k ) o k im se d e v a r d ır k i, y u r tta ş ın ın
y a d a h e rh a n g i b ir in sa n ın v ic d a n i in a n ış la rın a k a rşı h iç b ir k in
tu tm a z ; te rsin e sa y g ı g österir. H i ç o lm a z sa b a şk a la rın ın k en -
d is in in k in e u y m a y a n in a n ış la rın ı b ilm e z lik te n , d u y m a z lık ta n
gelir. ( ...)
D ü ş ü n c e le r in in a n ış la rın b a şk a b a şk a o lm a sın d a n y a k ın ­
m a m a k gerekir. Ç ü n k ü b ü tü n d ü ş ü n c e le r v e in a n ç la r b ir n o k ta ­
d a b irleşecek o lu rsa b u h a re k e tsiz lik b e lirtisid ir, ö lü m işa retid ir.
B u n u n i ç in d ir k i g e rç e k ö z g ü rlü k severler, h o şg ö rü n ü n g e n e l b ir
h u y o lm a sın ı isterler. (A n ca k ) ö z g ü rlü k ç ü o lm a y a n la ra k a rşı d a
g e n iş d a v ra n ılm a s ın ı iste y e n le rin , h iç b ir z a m a n elle ri a y a k la n
b a ğlı k u rb a n lık k o y u n d u ru m u n a ra zı o la c a k ta n d ü ş ü n ü lm e ­
m elidir. ( ...)
H o ş g ö rü n ü n y a y g ın la şm a sı, h u y d u ru m u n a g elm esi, d ü ­
şü n ce e ğ itim in in y ü k se k o lm a sın a b a ğ lıd ır. ”

4. Basın Özgürlüğü
“B a s ın ö z g ü rlü ğ ü : Ç a ğ d a ş d ü ş ü n c e ö rg ü tle n işin d e , g e rç e k ­
te ik i seçm e k e s im in e tk in liğ i v a rd ır. B u n la r d a n b ir i b a sın g i r i ­
şim le rin i o rta y a k o y a n ve y ö n eten le rd ir.
B a s ın , d ü ş ü n c e le ri o rta y a a tm a k v e y a y m a k iç in g e re k li
o la n a ra çla rd ır. (...)
İy ic e b ilm e k g e r e k ir k i, g a z e te le r o k u l k ita p la rı d eğ ild ir.
A şa ğ ılık in s a n la rın p a ra y la y a p tır d ık la r ı b a sın m ü ca d e le le ri
vard ır. B a s ın ın s o p a y la sa tın a lın a b ilm e si, u lu sla ra ra sı y ü k se k
p a ra d ü n y a s ın ın b a sın ü z e rin d e k i g iz li etk isi, y a d a y a ln ız c a
y a b a n c ı d e v le tle rin ö rtü lü ö d e n e k le rin in e tk isi, işte b u n la rın
k a m u o y u n u a ld a tıp y a n ıltm a s ın d a n g e rç e k te n k o rk u lu r.
A m a ö z g ü rlü k te n ç ık a n b u k ö t ü lü k le r h iç d e ça re siz d e ­
ğ ild ir. Ö n c e b a sın ö zg ü rlü ğ ü n e m eşru b i r s ı n ı r çizilir. İk in c is i
g a ze te le r k e n d i a ra la rın d a b i r ö rg ü t k u ra ra k b u n u n la k e n d i

319
ü z e rle rin d e a h la k i b ir e tk id e b u lu n a b ilirle r. İ l k z a m a n la rd a b ir
k a z a n ç işin d e n b a şk a b i r şe y o lm a y a n g a z e te cilik to p lu m sa l b ir
k u r u m d u ru m u n a g eleb ilir. B u n d a n b a şk a h a lk ın d ü ş ü n s e l ve
s iy a s a l eğ itim i d e b ir g ü v e n c e d ir. H a lk b irç o k g a ze te o k u m a y a
ve o n la rı b irb iriy le d en etlem e y e ve g a ze te ci y a la n la r ın a in a n ­
m a m a y a alışır.
B a s ın ö z g ü rlü ğ ü n d e n ile ri g elecek k ö tü lü k le ri o rta d a n k a l­
d ır a c a k e tk in a ra ç, a sla g eç m işte o ld u ğ u g ib i b a sın ö z g ü rlü ğ ü ­
n ü b a ğ la y a n b a ğ la r d eğ ild ir. T e rsin e y in e b a sın ö z g ü rlü ğ ü n ü n
k e n d isid ir. ” 70S

5. Kadınların Siyasal Hakları


“ K a d ın ın s iy a si y e te rsiz liğ in e m a n tık lı h iç b ir seb ep y o k tu r.
B u k o n u d a k i k a ra rs ız lık v e o lu m su z d ü ş ü n c e g e ç m işin so sy a l
d u r u m u n u n c a n çek işen b i r h a tıra sıd ır. H a tır a s ın d a n b a h set­
tiğ im d ü ş ü n c e p a p a z d ü şü n c e sid ir. S a n P o l d i y o r k i: ‘E rk e ğ e
em re tm e y i ve o n a k a rşı g ü ç k a z a n m a k k o n u su n d a k a d ın a iz in
verm em . K a d ın sessiz k a lm a lıd ır. Ç ü n k ü A d e m b a şla n g ıç ve
H a v v a s o n ra d a n v a r o lm u ş tu r !’ İn s a n la r ın k ö k le rin e c a h il o la n
b u h a v a ri u n u tu y o r k i, erk ek lere ilk ö ğ ü d ü , ilk eğ itim i v eren ve
o n u n ü z e rin d e ilk a n a lık g ü ç ve e tk isin i k u ra n k a d ın d ır.
L a t i n ü lk e le rin d e k a d ın lık h a k k ın d a d e v a m ed e n b u g ö ­
rü ş, a rtık b u g ü n k ü to p lu m la n n a h la k i ve e k o n o m ik d u r u m la r ı­
n a u ym a m a k ta d ır. İsla m ü lk e le rin d e n b a h se tm iy o ru m . Seb eb i,
T ü r k iy e C u m h u r iy e t in d e n b a şk a d ü n y a y ü z ü n d e y a tam a n la ­
m ıy la b a ğ ım sız M ü s lü m a n d e v le t y o k t u r y a d a v a r o la n la r d a
tam a n la m ıy la d e m o k ra s i y o k tu r .706
K a d ın la n , s iy a si h a k ta n y o k s u n b ıra k m a k g e re ğ in i, k a d ın ­
la erk ek a ra sın d a iş b ö lü m ü k u r a lın ın b ir s o n u c u o la ra k g ö ste­
r e n le r va rd ır. G e rç e k iş b ö lü m ü d ü şü n c e si n e k a d ın la ra ve n e d e

705 Sadeleştirilmiştir.
706 Atatürk’ten sonra aradan geçen 80 yıla rağmen bugün (2012 yılında) bile İs­
lam dünyasında Türkiye’den başka tam anlamıyla bağımsız ve demokratik bir
Müslüman ülke yoktur. İşte Cumhuriyet mucizesi... İşte AKL-I KEMAL bu
olsa gerektir...

320
erk ek lere y a p a m a y a c a k la rı g ö re v le r v e rilm e m e lid ir s o n u c u n u
o rta y a koy a r. O y s a k i k a d ın ın g e n e l ve s iy a si g ö re v le ri y e rin e
g etirm ey e ye te n e ğ i o lm a d ığ ın ı isp a ta im k â n y o k tu r, ç ü n k ü a k si
g erçek te n s a b it olm uştur.
K a d ın b u g ü n iste n ilsin , iste n ilm e sin , g e n e l ve e k o n o m ik h a ­
y a ta sa m im i b i r ş e k ild e k a rışm ıştır. K a d ın , b u g ü n tezg â h la rd a ,
fa b rik a la rd a , b ü y ü k m a ğ a za la rd a , tica reth a n e lerd e, b ü tü n g e ­
n e l h izm e tle rd e ça lışm a k ta d ır. R u s y a ’d a en e tk in s ın ıfla rd a a k ­
t i f o la ra k a sk e rlik g ö re v in i de y a p m a k ta d ır. A m e r ik a o k u lla r ın ­
d a g e n ç k ız la r sila h eğ itim leri ile ilg ile n e re k a sk e rlik g ö re v in e
h a z ırla n m a d a d ırla r.
İn g ilte re ’d e ‘S ü fr a je t ’lerin y ılla r c a k a lk ıştık la rı g a y e t ş id ­
d etli m ü ca d e le le rin seb ep o ld u ğ u o la y la rı g ö stere ce k d eğ ilim
a n c a k sa d e ce h a tırla tm a k iste rim k i, k a d ın la r ın s iy a si h a k la rın ı
ta n ım a k iç in a y n ı o la y la rın g ö rü lm e sin e d e m o k ra sin in ih tiy a c ı
y o k tu r.
İn g ilte r e ’d e 1 9 2 0 ’d e y a p ıla n b i r y a sa ‘K a d ın lık d o la y ıs ıy ­
la h e r tü rlü y e tk i s a h ib i in sa n ın o rta d a n k a ld ır ıld ığ ın ı’ o n a y ­
la m ıştır. Ş im d i İn g iliz k a d ın la n , k a r a r v erm ek k o n u m u n d a k i
g ö re v le r d e o lm a k ü ze re h e r tü rlü g ö re v le ri y a p m a k ta d ırla r.
K u z e y A v r u p a ü lk e le rin in ta m a m ı b u g ü n k a d ın la r a o y h a k k ı
verm iştir. ( ...)
B u g ü n çeşitli ü lkelerd e 1 6 0 m ily o n k a d ın m illetv ek ili, b a ­
k an , elçi o lm a k h a k k ın a sa h ip b u lu n m a k ta d ır. B u n u d a sö y le m e ­
liy iz k i seçm e h a k k ı verm ek le b ü tü n k a d ın la n n e v in i b a rk ın ı b ı­
ra k ıp p a rti m ü ca d elele rin e b a şla y a ca ğ ın ı sa n m a k d o ğ ru değildir.
K a d ın lığ ın s iy a si id e a li o la n b u h a k k a sa h ip o lm a y ı isteyen
k a d ın la n n s o s y a l ve s iy a si d ü ş ü n c e ve eğ itim d e h e r g ü n ço k
d a h a y ü k se lm e y e ç a lış m a la n n a ih tiy a ç o ld u ğ u d a u n u tu lm a ­
m a lıdır. K a d ın la r a n c a k s iy a si eğ itim e sa h ip o ld u k la n z a m a n
g erçek te n ö z g ü r o ld u k la n n ı h issed eb ilirler. A n c a k b u d u r u m d a
e v la tla n n a ö z g ü rlü ğ ü n k u tsa llığ ın ı a şıla y a b ilirle r. ( ...)
Ö z e tle k a d ın , seçm ek ve se ç ilm e k h a k k ın ı eld e etm elid ir.
Ç ü n k ü d e m o k ra s in in m a n tığ ı b u n u g erek tirir. Ç ü n k ü k a d ın ın
sa v u n a c a ğ ı m e n fa a tle r vard ır. Ç ü n k ü k a d ın ın to p lu m a k a rşı

321
y e r in e g etireceğ i g ö re v le r va rd ır. Ç ü n k ü k a d ın ın s iy a s i h a k la rı­
n ı u y g u la m a sı k e n d is i iç in fa y d a lıd ır.
T ü r k k a d ın ın a b e le d iy e se ç im le rin e k a tılım h a k k ın ın ta ­
n ın m a sı, y a sa m a m e c lisin e ü y e seçm ek ve se ç ilm e k h a k k ın ın
d a y a k ın z a m a n d a o n a y la n ıp u y g u la n a ca ğ ı ş ü p h e s iz m u tlu lu k
v e r ic i b i r ö n sö zd ü r.
T ü r k ta rih in in b u d ö n e m in e k a d a r T ü r k k a d ın ın a ç o k ta n
y a k ı ş ı r o ld u ğ u b u s iy a si h a k k ım verm ek , d o ğ a l o la ra k g e ç m işin
b a sk ıc ı y ö n e tic ile rin d e n b e k le n m e z d i. A n c a k d e m o k ra t T ü r k i ­
y e C u m h u r iy e ti’n in b u k o n u d a d a erd e m li tu tu m u n u n y ü k se k
e se rin i g ö rm e k elbette g e re k tiğ in d e n fa zla g e c ik m e y e c e k tir.” 707
Atatürk’ün “ Vatandaş İç in M e d e n i B ilg ile r ” kitabında de­
mokrasiden söz ettiği bölümler içinde özellikle altı çizilmesi ge­
reken cümleler şunlardır:
• Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu
denir.
• Demokrasinin en belirgin şekli cumhuriyettir.
• Artık bugün demokrasi düşüncesi sürekli yükselen bir denizi
andırmaktadır.
• Türk milleti en eski tarihlerde, meşhur kurultaylarıyla, bu
kurultaylarda devlet başkanlarım seçmeleriyle demokrasi
düşüncesine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir.
• Kralların ve padişahlarm baskısına dinler dayanak olmuştur.
• Demokrasi ilkesi, egemenliği kullanan araç ne olursa olsun
esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip
kalmasını gerektirir.
• Demokrasi fikirdir; bir kafa meselesidir. Herhalde bir mide
meselesi değildir.
• Demokrasi memleket aşkıdır. Aynı zamanda babalık ve ana­
lıktır.
• En son olarak demokrasi eşitlikseverdir; bu özellik demok­
rasinin bireysel olması özelliğinin zorunlu bir sonucudur.
• Bizim düşüncemizde çiftçi, çoban, işçi, tüccar, sanatkâr,
707 Kadınlara 1935 yılında milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı veril­
miştir.

322
doktor, kısaca herhangi bir toplumsal kurumda çalışan bir
vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.
• Türkler demokrat, özgür ve sorumlu vatandaşlardır. Öz­
gürlük Türk’ün hayatıdır. Artık Türkiye’de her Türk özgür
doğar, özgür yaşar.
• Başkasının hak ve özgürlüğü ve ulusun ortak yararı birey
özgürlüğünü sınırlar.
• Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendi­
ne özgü siyasal bir düşünceye sahip olmak bağlı olduğu bir
dinin gereklerini yapmak ya da yapmamak hakkına ve öz­
gürlüğüne sahiptir.
• Türkiye Cumhuriyeti’nde her ergin dinini seçmekte özgür
olduğu gibi, dinsel tören özgürlüğü de dokunulmazdır.
• Hoşgörü o kimsede vardır ki, yurttaşının ya da herhangi bir
insanın vicdani inanışlarına karşı hiçbir kin tutmaz; tersine
saygı gösterir.
• Düşüncelerin, inanışların başka başka olmasından yakın­
mamak gerekir. Çünkü bütün düşünceler ve inançlar bir
noktada birleşecek olursa bu hareketsizlik belirtisidir, ölüm
işaretidir.
• Kadının siyasi yetersizliğine mantıklı hiçbir sebep yoktur.
Bu konudaki kararsızlık ve olumsuz düşünce geçmişin sos­
yal durumunun can çekişen bir hatırasıdır.
• Kadının genel ve siyasi görevleri yerine getirmeye yeteneği
olmadığını ispata imkân yoktur, çünkü aksi gerçekten sabit
olmuştur.
• Kadınlığın siyasi ideali olan bu hakka sahip olmayı isteyen
kadınların sosyal ve siyasi düşünce ve eğitimde her gün çok
daha yükselmeye çalışmalarına ihtiyaç olduğu da unutulma­
malıdır.
• Türkiye Cumhuriyetinden başka dünya yüzünde ya tam
anlamıyla bağımsız Müslüman devlet yoktur ya da var olan­
larda tam anlamıyla demokrasi yoktur.
• Özetle kadın, seçmek ve seçilmek hakkını elde etmelidir.
Çünkü demokrasinin mantığı bunu gerektirir.

323
• Demokrat Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda da erdemli tu­
tumunun yüksek eserini görmek elbette fazla gecikmeyecektir.
Faşizm çağında demokrasinin kitabını yazan Atatürk’e “dik­
tatör” diyen “aydınların” yaşadığı bugünün (2012) Türkiyesi’nde
her şeyden çok AKLA ihtiyaç vardır!..

Atatürk’e Göre Demokrasi’nin Kökeni


Batı merkezli tarihe göre demokrasinin kökeni, eski Yunan-
cadaki demos, yani halk ve kratos, yani otorite sözcüklerinin
birleşmesinden meydana gelen demokratla sözcüğüne dayanır.
Anlamı, halk idaresidir.
Arkeolojiye, antik tarihe ve dilbilime çok meraklı olan Ata­
türk, bu konularda yüzlerce kitap okumuş olmasına karşın “de­
mokrasi” sözcüğünün kökenini, bütün dünyada kabul gören bu
bilgiden çok daha başka bir biçimde açıklamıştır. O, demokrasi
sözcüğünün kökeninin antik Yunan’a değil eski Sümer’e dayan­
dığını iddia etmiştir.
Atatürk, “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında “D e­
mokrasi İlkesinin Tarihi Gelişimi” başlığı altında bu konuda şu
bilgileri vermiştir:
“ B u n d a n en a şağı 7 0 0 0 y ı l ö n c e M e z o p o t a m y a ’d a in sa n ­
lığ ın u y g a rlık la rın d a n b ir in i k u ra n Süm er, E la m ve A k a t ka-
v im le rin d e d e m o k ra si ilk e si u y g u la n m ıştır. G e rç e k te b u T ü r k
ır k la rı, b irle şik b ir c u m h u r iy e t k u rm u şla rd ır. B u n d a n so n ra
A t in a ve İsp a rta g ib i Y u n a n şe h irle ri, b ir t ü r d e m o k ra si ile id a ­
re o lu n u rla rd ı.
R o m a ’d a d e m o k ra si h a y a tı ya şa m ıştır.
T ü r k m illeti en e sk i ta rih le rd e m e şh u r k u ru lta y la rıy la , bu
k u ru lta y la rd a d e v le t b a ş k a n la n n ı seçm e leriy le d e m o k ra si d ü ­
ş ü n c e s in e n e k a d a r b a ğ lı o ld u k la r ın ı g ö sterm işlerd ir. S o n ta rih
d ö n e m le rin d e T ü r k le r in k u rd u ğ u d evletlerd e, b a şla rın a g eçen
p a d iş a h la r b u y o ld a n a y rıla ra k b a sk ıcı o lm u ş la r d ır . .. ”708

708 Mustafa Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler, 2. bas., Toplumsal Dönüşüm Yayın­
ları, İstanbul, 2010, s. 54 (Afet İnan’dan günümüz Türkçesine çeviren Neriman

324
Atatürk’ün 1930 yılındaki bu iddiaları, son yapılan araştırma­
larla doğrulanmıştır. Gerçekten de hem antik Yunan’dan en aşağı
3000 yıl önce eski Sümer’de “demokrasi” sözcüğüne rastlanmış,
hem Sümerlerin kullandıkları eklemeli dilin şekil olarak, sözcük
yapısı olarak ve gramer kuralları bakımından Türkçeye benzediği
anlaşılmış, hem de Sümerlerle Türkler arasında sayısız kültürel ben­
zerlik ortaya çıkarılmıştır. Böylece Atatürk’ün “Sümerlerin Türk
kökenli olduğu” yönündeki iddiası doğrulanmıştır.709
Demokrasi sözcüğünün kökeni Sümercedeki DUMUGİRA-
TUKU sözcüğüne dayanmaktadır.
M. Ünal Mutlu, “Sümerce ve Etriiskçe Arkaik Türk Dilleri­
dir” adlı makalesinde bu gerçeği şöyle açıklamıştır:
“Demokrasi kavram ve kelimesinin ilk görüldüğü uygarlık
Sümer uygarlığıdır. Sümercedeki DUMUGÎRATUKU kelimesi
günümüze Demokratika, Demokrasi olarak gelmiştir. Bu kelime
ve kavramı Sümer uygarlığının doğuşundan 3000 yıl sonra tarih
sahnesinde görülen Grek uygarlığına mal etmek, bilim ve insan­
lık adına utanç verici bir durumdur. ” 710
Batı merkezli tarihe, akılla, bilgiyle, başkaldırmak bu olsa
gerektir...
AKL-I KEMAL bu olsa gerektir...

Altyapısız Demokrasi
Türkiye’de Cumhuriyet’in Atatürk’lü ve înönü’lü yıllarında
tek partinin hüküm sürdüğü ve çok partili gerçek bir demokra­
sinin kurulamadığı söylenir. Bu değerlendirme kısmen doğrudur.
Ancak bu durumun nedeni olarak ileri sürülen, Atatürk’ün tepe­
den inmeci (jakoben) bir devrim yaptığı, bu nedenle çok partili

Aydın).
709 Sümerlerle Türkler arasındaki şaşırtıcı benzerlikler için bkz. Meydan, Atatürk
ve Türklerin Saklı Tarihi, s. 391-533.
710 M. Ünal Mutlu, “Sümerce ve Etriiskçe A rkaik Tiirk D illeridir”, Tarihten Bir
Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bodrum, Sempozyum Bildirileri, TTK Ya­
yınları, Ankara, 2008, s. 120.

325
sistemin kurulmasına ve demokratik bir ortamın oluşmasına bi­
linçli olarak izin vermediği iddiası tamamen yanlıştır.
Türkiye’de 1923-1946 yılları arasında egemen olan tek par­
tili sistem, toplumu “faşizme” alıştırmak için değil “demokra­
siye” hazırlamak için kurgulanmış bir sistemdir. 1920’lerin ve
30’ların Türkiyesi’nde çok partili demokrasinin kurulabileceği
sosyal, kültürel ve toplumsal bir ortam olmadığı için Atatürk,
öncelikle demokrasinin temeli olan ulusal egemenliği ve laikliği
yerleştirmeye çalışmıştır. Bu sırada gerçekleştirdiği devrimlerle
de demokrasinin altyapısını hazırlamıştır.
“Atatürk çok partili demokrasiyi kurmadı,” diyerek Ata­
türk’ü “diktatör” diye adlandıranların, Atatürk’ün demokrasi­
ye giden yolu temizlemek için sürekli ulusal egemenlik vurgusu
yaparak saltanatı ve hilafeti kaldırıp cumhuriyeti ilan ettiğini,
eğitim-öğretim seferberliğiyle nakilci, ezberci bir biat toplumun-
dan, akılcı ve sorgulayan bir ulus yaratmak için verdiği mücade­
leyi unuttukları anlaşılmaktadır!
“Atatürk çok partili demokrasiyi kurmadı,” diyenler, o gün­
lerin Türkiyesi’nin hastalıklarla, bataklıklarla, bitle, okul ve yol
yokluğuyla, eğitimsizlikle, din istismarıyla, ekonomik yetersiz­
likle mücadele etmek zorunda olduğunu da bilmemektedirler
anlaşılan!
Atatürk döneminde Türkiye’deki demokrasiyi Avrupa ül­
kelerindeki demokrasilerle karşılaştırıp sonuç çıkarmak da son
derece yanlıştır. Çünkü Avrupa ülkeleri, Rönesansım yapmış,
laikliği içselleştirmiş, Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş, okurya­
zarlık oranı yüksek, çağdaş uygarlığın bütün nimetlerinden ya­
rarlanan ülkelerdir.
Peki ya cumhuriyet ilan edilirken Türkiye ne haldedir?
Dört yıl süren bir ölüm kalım savaşından çıkmıştır. Bu ne­
denle gerçek anlamda bir yokluk ve yoksunluk durumu hâkimdir.
Halkın çoğu ortaçağda yaşamaktadır. Ülkenin neredeyse dörtte
birinde derebeylik sistemi egemendir. Gariban halk, ağanın, şey­
hin, şıhın kölesi durumundadır. Bu insanların özgür iradeleri;
siyasi ve ekonomik özgürlükleri yoktur. Kadın erkek eşitliği söz

326
konusu değildir. Okuryazarlık oranı erkeklerde %7, kadınlarda
%04’tür. Bütün modernleşme çabalarına karşın okullarda hâlâ
falaka bir eğitim aracı durumundadır. Toplum, tekke ve tarikat­
ların, din istismarcılarının etkisi ve baskısı altındadır. Tarikat
üyeleri, şeyhlerinin görüşlerine uymak zorundadır. Mezhepler
arası çekişmelerin çok köklü ve kanlı bir geçmişi vardır. 40.000
köyün büyük bir çoğunluğunda okul yoktur. Bütün basının top­
lam tirajı 100.000’i geçmemektedir. Toplumun en temel sorunu,
sıtma, verem, trahom gibi bulaşıcı hastalıklardır.711
Takdir edilir ki, bu durumdaki bir toplumun demokrasiden
önce çok daha başka şeylere ihtiyacı vardır. Bu durumdaki bir
toplumda çok partili bir sistem olsa ne olur, olmasa ne olur? Ol­
sa bile buna demokrasi denilebilir mi? Bu koşullarda bir demok­
rasi ancak sözde demokrasi olur. Sözde demokrasinin egemen
olduğu bir ülkeye gerçek demokrasinin gelmesi çok daha zordur.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken ülke o kadar geri ve ilkel­
dir ki, Atatürk öncelikle demokrasiyle değil, ülkeyi çağdaşlaş­
tırmakla uğraşmıştır. Çünkü o, gerçek demokrasinin ancak her
yönüyle çağdaş bir ülkede kurulabileceğine inanmıştır.
Sabiha Gökçen anılarında, Atatürk’ün bir gün yakın dost­
larıyla uzun uzun Türkiye’deki ve dünyadaki demokrasiyi tar­
tıştığını belirtmiştir. Gökçen’in o tartışmaya ilişkin notları,
Atatürk’ün demokrasi anlayışını doğru anlamak bakımından
çok önemlidir.
Atatürk, Türkiye’de demokrasinin gelişimi konusunda şun­
ları söylemiştir:
“ Ü lk e m iz te o k ra si ve m o n a rş i g e riliğ in d e n k u rtu la ra k
c u m h u riy e t re jim in i b en im sem ek le d e m o k ra siy e d o ğ ru b ir a d ım
atm ıştır. Ç ü n k ü T ü r k u lu s u n u n k a ra k te rin d e ö z g ü rlü k vard ır.
D e m o k ra s i v a rd ır. E ş it lik in a n c ı v a rd ır. A n c a k b en g e rç e k d e ­
m o k ra siy e d a h a k ısa b i r z a m a n d ilim i iç in d e g e ç e b ile c e ğ im izi
u m m u ştu m . B e n i a z ç o k ta n ırs ın ız . T a h m in le rim d e p e k a ld a n ­
m am . F a k a t b u ta h m in im d e y a n ıld ığ ım ı sö y lem e k m e c b u riy e ­

711 Özakman, age., s. 812, 813.

327
tin d e y im . E lb e tte , ‘S e rb e st F ı r k a ’ d en e m e sin d e n b a h setm ek te
o ld u ğ u m u a n la m ış o la c a k s ın ız . C u m h u r iy e t H a lk P a r t is i’n in
k a r ş ıs ın d a m u h a le fe t g ö r e v i y a p m a sı g a y e si ile k u ru lm a sın a
ö n a y a k o ld u ğ u m b u p a r t in in b a şın a ve k u r u c u la r ı a ra sın a en
y a k ın la rım ı, en g ü v e n d iğ im k iş ile r i y e rle ştird im . B iliy o r s u n u z ,
id e a l d e m o k ra si id a re le rin d e b ir i b irile rin e r a k ip d u ru m d a en
a z ın d a n ik i k u v v e tli p a r ti b u lu n u r. H a lk o y la n ile b u n la rd a n
b ir in i ik tid a ra g e tirin c e ö b ü r ü o n u n ç a lış m a la n n ı denetler. P a r­
tile rin p ro g ra m la n , ü lk e n in g e n e l ç ık a r la n b a k ım ın d a n b ir b i­
r in d e n p e k fa rk lı o lm a z. V e b u p a r tile r g en e h a lk ın o y la n ile
z a m a n z a m a n y e r d eğ iştirirler. B ö y le c e b ir d en g e, b ö y lece b ir
ü lk e y e d a h i iy i h iz m e t etm e y a r ış ı başlar. İşte d e m o k ra s i b udur.
A m a b iz d e n e o ld u ? N e k a d a r re jim d ü şm a n ı, n e k a d a r h a life-
c ilik ve sa lta n a t ö zle m i çeken ler, y e n i k u rd u ğ u m u z c u m h u riy e t
r e jim in i d e v irm e k isteyen ne k a d a r k iş i v a rsa b u p a r tin in y a n ı­
n a k oştula r. Z a v a llı F e t h i B e y şa şırd ı k a ld ı. B u p a r tiy i k a p a tm a
k a r a n n ı b a n a b ild irirk e n ik im iz d e b ir y a k ın ım ız ı k a y b etm iş
k a d a r ü z g ü n d ü k . B u o la y b a n a , y u rtta d e m o k ra si re jim i k u ­
ra b ilm e k o rta m ın ın h e n ü z o lg u n lu ğ a k a v u şm u ş o lm a k ta n ne
k a d a r u za k o ld u ğ u n u g ö ste rd i. E v e t , d e m o k ra s i b e n im y a r a t ı­
lışım a en u y g u n o la n re jim d ir. Ç ü n k ü b ir re jim n e k a d a r g en iş
h a lk k itle sin e d a y a n ırs a o ü lk e iç in o d erece sa ğ la m ve y a ra rlı
olur. B i r y a p ıy ı ta sa v v u r e d in iz : Ö n c e ne y a p ılır ? T em el k a z ılır
d e ğ il m i? T em eli y a p ılır ! S a ğ la m o lm a sı, k u ra lla ra u y g u n o lm a ­
sı iç in b u a n a k o şu ld u r. Y a p ısın a ç a tısın d a n b a şla n a n b ir b in a
ta sa v v u r e d ile b ilir m i? B ö y le b ir b in a g e rç e k le ştirile b ilse bile,
sa ğ la m o la b ilir m i? B i r b in a y ı a y a k ta tu ta n n a s ıl tem eli ise, b ir
re jim i a y a k ta tu ta b ilecek o la n k u v v et, o n u n g e n iş h a lk k itle ­
le rin e , y a n i ta b a n a d a y a n m a sıd ır. A n a y a s a m ız d a k i ‘H a lk ç ılık ’
ilk e sin in felsefesi b u d u r. ”
B u sırada A ta t ü r k ’e şö y le b ir so ru s o ru lm u ştu r: “ Ş u halde
d e m o k ra siy e g eçm ed en ö n c e h alk a d em o k ra si terb iyesin in veril­
m esin e taraftarsın ız e fe n d im ? ”
A ta tü rk bu so ru y a şu ya n ıtı verm iştir: “E lb e t t e k i ö y le , el­
bette k i. B u te rb iy e y i d e a n c a k d e m o k ra si ilk e le rin e g ö n ü ld e n

328
in a n m ış k iş ile rin k u ra c a k la rı p a r tile r vereb ilir. B u g ü n ise e li­
m izd e b u k a ra k te rd e tek b ir p a r ti var. C u m h u r iy e t H a lk P a rtisi.
T ek p a rti ile d e n e y a p a rsa n ız y a p ın d e m o k ra s i o lm a z. ”
“E fe n d im , d e m o k ra si ile y ö n etilen ü lk e lerd e p a rti sayıları
ço ğ a ld ık ça ve halk k itleleri g ö rü ş a y rılık la rı y ü z ü n d en g ru p la ş­
tıkça k u ru la n h ü k ü m e tlerin ö m ü rle ri kısa o lu y o r ve d o ğ ru d ü ­
rü st b ir icraatta b u lu n a b ilm ek fırsa tın ı da bula m ıyorla r. B u n a
nasıl b ir çare b u lu n a b ilir? ”
“F r a n s a ’d a k i d u ru m d a n m ı b a h s e d iy o r s u n u z ? ”
“ E v e t efend im
“ H a a , b a k ın ız b u ö n e m li b ir k o n u d u r. B a n a k a lırsa F r a n ­
s a ’n ın b u g ü n k ü d e m o k ra sisi d ejen ere o lm u ş b ir d em o kra sid ir.
Ve en in d e s o n u n d a k en d ile ri de b u d e m o k ra siy e y e n i b ir d ü z e n
verm ek z o ru n d a k a la ca kla rd ır. B u b ir ta rih i zo ru n lu lu k tu r. L e o n
B lu m g ib i a ş ın b ir sosyalist, ü stelik s o y ca F r a n s ız , d in c e K a to lik
o lm a d a n F r a n s a ’n ın k a d e rin i elin e g eçireb iliyo r. Y ü rü m e z b u iş. ”
“P e k i sizce F ra n s a ’d a k i d e m o k ra si F r a n s a ’yı ned en bu hale
g etird i e fe n d im ? ”
“ Y e rin d e b i r s o ru b u beyler. Ş im d i d ile rse n iz eğ er b u k o n u ­
y u ö n em le v u rg u la y a lım b u ra d a . B i r k ere d e m o k ra si g e le ce ğ i­
n i a n c a k ve a n c a k a k ıl ve b ilim d e n alır. B u n la r d a n y o k s u n b ir
y ö n e tim e d e m o k ra si dem eğe o la n a k y o k tu r. D e m o k r a s in in te­
m e lin d e k iş is e l ç ık a r la r d eğ il, g e n iş h a lk k itle le rin in ve ü lk e n in
g e n e l ç ık a rla rı egem endir. B ö y le o lm a lıd ır. B i r de ö z g ü rlü k ç ü
d e m o k ra sin in d u ru m u var. Ö z g ü r lü k s ü z d e m o k ra si o lm a y a ca ğ ı
g ib i d e m o k ra s isiz d e ö z g ü rlü k d ü şü n ü le m e z . B u n la r b ir b ir in ­
d en h iç b ir ş e k ild e a y rılm a y a n ik iz k a rd eştirler. B ir i z e d e le n d i
m i d iğ e ri h ırp a la n m ış, b iri h ırp a la n d ı m ı d iğ e ri z e d e le n m iş
olur. B a t ı’d a d a p e k ç o k ö rn e ğ i g ö rü ld ü ğ ü g ib i d e m o k ra si ve
ö z g ü rlü k re jim le ri, a k ıl ve m a n tık ta n , b ilim d e n y o k su n o la ra k
u y g u la n d ığ ın d a to p lu m la r sa rsın tı g eçirm ek te d irle r. Ö n c e ta ­
b a n ı b u k o n u d a eğ itm ek, h a z ırla m a k , o lg u n la ştırm a k , b e lirli
b ir n o k ta y a g e tirm e k şarttır. B u n u d a h a ö n c e d e sö y le d iğ im g ib i
s iy a si p a rtile r, p o litik a c ıla r y a p a ca k la r, o n la ra b ilim a d a m la ­
rı, f i k i r a d a m la rı y a rd ım c ı o la ca k la rd ır. S ın ır s ız b ir ö z g ü rlü k

329
a n a rş in in b a ş m im a rıd ır. Ö z g ü rlü k le r, k iş ile rin v e to p la m la rın
y a ra rla n m a s ın a d e ğ il g e lişm e le rin e ö n c ü lü k e ttik le ri sü re ce m u ­
teb erd irler. B u o n la rd a d o ğ a l b ir içg ü d ü d ü r. A n c a k to p lu m la r
o n la rı k e n d i esk i y a s a la rın a g ö re ş a r tla n d ır d ık la r ı i ç in d ir k i,
u y a n lm a d ık la n y a d a u y a n d ın lm a d ık la n sü re ce b u d u y g u
k ü lle n e re k , h a tta ve b a tta d u m u r a u ğ ra y a ra k iç le rin d e tutsa k
kalır. Ö z g ü rlü ğ ü n a n a v a s ıfla rın d a n b ir i e şitlik o ld u ğ u n a g ö re
a d a le tin ve g erçek b ir d e m o k ra s in in d e d ü s t u r u d u r d iy e b iliriz .
D e m e k o lu y o r k i d e m o k ra s i ile ö z g ü rlü k , a d a le t ve e şitliğ i b ir­
b ir in d e n a y n d ü şü n m e k , b u n la rı b irb irin d e n a y r ıla b ilir o la ra k
k a b u l etm ek ç o k y a n lış b i r d ü ş ü n c e ta rzı olur. E v e t , n e d iy o r ­
d u k ? F r a n s a ’d a k i d u ru m d a n b a h s e d iy o rd u k d e ğ il m i? ”
“ E v e t efendim . F r a n s a ’d a k i d em o k ra sin in ü lk e y i ned en bu
bale g etird iğ in d en s ö z e d iy o rd u n u z . ”
“ Tam am , tam am , işte b u n u iyice öğrenm eli. B u so ru n u n y a ­
n ıtın ı tam olarak verm eli ve o n la rın sap m ış o ld u k la rı y o la sa p ­
m a d a n kaçm a lıyız. B e n ce F r a n s a ’y ı bu hale g etiren şey F ra n sız
a n a y a sa sın ın a şırı d ereced e h ayale d a ya n a n b ir a n a ya sa olm ası­
dır. B u ana yasa ya sığ ın a ra k k ra lcısın d a n k o m ü n istin e k a d a r b ir
a la y p a rti kurulm uştur. B u n la r g ö rü ld ü ğ ü g ib i elb irliğ i ile F r a n ­
sa C u m h u riy e ti’n i a cım a sız b ir şekilde yem ektedirler. B e n i en
ç o k d ü şü n d ü ren m esele d e budur. Ü lken in y a rın la rın ı tehlikeye
a tm a ya ca k b ir a nayasa h azırla m ak . B u n u n iç in d ir k i C u m h u ri­
y e t H a lk P a rtisi’n in altı o k u m d esin i a yn ı za m a n d a a n a y a sa n ın
ilkeleri ola ra k k a b u l etm ekten başka ç ık a r y o l yoktur. T ü rk iy e
C u m h u r iy e tin in M illiy e tç i, H a lk ç ı, F a ik , İn k ılâ p çı, C u m h u ri­
y etçi, D ev letçi b ir c u m h u riy e t o ld uğ u b elirlen d i m i, bu fikirlerin
d ışın d a , d em o k ra siyi y o zla ştıra ca k b ir p a rtiy i k im se kura m a z.
D o k trin le r k o n u su n a gelince, ben asla d o k trin istem em . D o k trin ­
ler, in sa n la rı ve kitleleri b ir n o k ta d a d o n d u ru p bırakırlar. Şa rtla n ­
dırırlar. B irta k ım k ırılm a sı so n derece g ü ç k a lıp la rın için e so k a r­
lar. B u nedenle d iy o ru m k i d o k trin istem em , d o n a r k a lırız ; b iz y ü ­
rü y ü ş h alin d eyiz. D ev a m lı y ü rü ye ce k , d eva m lı gelişecek, devam lı
m u tlu lu k la r a ra yıp b u la c a ğ ız .T ü rk u lu su b u n a la yık tır.” 712

712 Gökçen age., s. 159-161.

330
Görüldüğü gibi Atatürk, çok açık bir biçimde demokrasi­
ye taraftardır. O, Türkiye’de demokrasinin bir altyapı sorunu
olduğunu kabul ederek hareket etmiştir. Dünyadaki demokra­
sileri de yakından takip etmiştir. Dahası, Fransa gibi bazı Batılı
ülkelerdeki demokrasi anlayışlarını eleştirecek kadar demokrasi
kültürüne sahiptir. Türk Devrimi’ni düşünceden uygulamaya ge­
çirirken birçok bakımdan Fransız aydınlanmasından esinlenen
Atatürk’ün, Fransız demokrasisini eleştirmesi, onun Batı’yı çok
iyi analiz ettiğini ve Batı’nın hastalıklarının da farkında olduğu­
nu göstermektedir.

Atatürk’ün Demokrasi Projesi’nin Getirdikleri


• Atatürk döneminde Türkiye’de hiçbir zaman askeri veya si­
vil bir dikta yönetimi kurulmamıştır. Kurtuluş Savaşı bile bir
meclisle yürütülmüştür. Anayasa, yasalar, cumhurbaşkanı,
başbakan, bakanlar, hükümet ve meclis hep vardır. Ordu as­
la siyasete katıştırılmamıştır.
• Tek partili sistem vardır, ama tek parti CHP, Cumhuriyetçi­
liği ve Laikliği benimsemiştir ve herkese açıktır. Birçok farklı
görüşü tek bir parti çatısı altında toplayan bir yapıya sahiptir.
• îki kez çok parti denemesi yapılmıştır (Terakkiperver Cumhu­
riyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası). Her iki deneme
de karşı devrimciler yüzünden başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
• 1924 Anayasası, çok partili rejime elverişli bir anayasa ola­
rak hazırlanmıştır. Nitekim Türkiye 1960 yılına kadar bu
anayasa ile yönetilmiştir.
• İkinci Meclis binası çok partili sisteme uygun olarak inşa
ettirilmiştir.
• Atatürk, hiçbir zaman demokrasiyi eleştirmemiş, aşağıla­
mamış ve diktatör rejimleri yüceltmemiştir. Ortaöğretimde
okutulması için yazdığı “ Vatandaş İç in M e d e n i B ilg ile r”
kitabında demokrasiyi “ daim a y ü k se le n b ir d e n iz ” olarak
adlandırmıştır.

331
• Çok partili sistem demokrasinin çok şeyidir, ancak her şe­
yi değildir. Bir ülkede demokrasinin olabilmesi için laikli­
ğin egemen olması, aşiret düzeninin etkisiz hale getirilmesi,
hukuk devletinin varlığı, insana saygı duyulması, hoşgörü
anlayışına sahip olunması, devlet önünde eşit olunması,
okur-yazar, eğitimli olunması, kadın-erkek eşitliğinin sağ­
lanması, emeğe saygı duyulması, yargının bağımsız olması,
ordunun siyasetten ayrılması ve her şeyden önce bütün bun­
ların olabileceği bağımsız bir vatana ihtiyaç vardır. Nitekim
Atatürk’ün genç Cumhuriyet’i, bu gerekliliklerden birçoğu­
nu başarıyla gerçekleştirmiştir.
• Şeyh Sait İsyanı, İzmir Suikastı, Ağrı ve Dersim isyanları gi­
bi devrim karşıtı bölücü ve irticai ayaklanmaları bastırmak
için İstiklal Mahkemelerinin devreye sokulması, bu sırada
bazı sıkıntıların yaşanması, antidemokratik bir düzen kur­
mak olarak değil de, daha yeni yeni temelleri atılan bebeklik
çağındaki demokrasiyi, demokrasi düşmanlarından koru­
mak olarak yorumlanmalıdır.
• Dincilik ve bölücülük dışındaki bütün görüşler özgürce dile
getirilmiştir. Nitekim, Nazım Hikmet bütün önemli şiirlerini
bu dönemde yayımlamıştır.
• Kanun önünde her bakımdan kadın-erkek eşitliği sağlan­
mıştır.
• İşçi hakları arttırılmıştır. Sosyal fabrikalar kurularak işçile­
rin kültür düzeyleri yükseltilmiştir. Ekonomide demokrasi
ilkesi egemen kılınmıştır.
• Halkevleri kurularak, Türkiye’nin her bölgesinde herkesin
bilinçlenmesi sağlanmıştır.
• Aşar vergisi kaldırılarak, tarım ve hayvancılık iyileştirilerek
ve “İsk â n K a n u n u ” kabul edilerek köylünün, çiftçinin du­
rumu iyileştirilmiştir.
• Yeni Türk Harfleri kabul edilerek, Millet Mektepleri açıla­
rak, yeni okullar kurularak Türkiye’nin her bölgesinde ne­
redeyse herkese okuma yazma ve temel bilgiler öğretilmiştir.
• Saltanat ve hilafet kaldırıldığında hanedan üyeleri idam
edilmemiş, sadece sürgünle yetinilmiştir.

332
• Üniformalı gençlik örgütleri, toplama kampları kurulma­
mış, yüzellilikler bile affedilmiştir.
• Hümanist ve kültür-uygarlık eksenli bir tarih anlayışıyla
Batı’nın ırkçı tarih tezlerine başkaldırılmış; aşağılanan Türk
ulusunun ulusal onurunu korumak amacıyla Türk Tarih
Tezi ve Türk Dil Tezi geliştirilmiştir. Bu tezlerle Türklerin
“üstünlüğü” değil “eşitliği” savunulmuştur. Okutulan tarih
kitaplarında dinci, ezberci değil, akılcı, bilimsel bir anlayış
egemen olmuştur.
• Osmanlı döneminde devlet yönetiminde ayrıcalıklı bir ko­
numa sahip olan dönme-devşirme saltanatına son verilerek,
devlet yönetimi Müslüman-Türk halkına açılmıştır. Böylece
yüzyıllar sonra sıradan halk çocukları devletin en üst kade­
melerine kadar yükselebilmiştir.
• Osmanlı döneminde, önce Millet Sistemi’yle kısmen ikinci
plana itilen, sonra Tanzimat Fermam’yla şımartılan gayri­
müslimlere, Müslüman Türklerle aynı haklar verilmiştir.
• Bilime, sanata, spora, kültüre büyük bir önem verilerek hal­
kın her bakımdan kendini geliştirip, çağdaş dünyaya uyum
sağlamasına çalışılmıştır.
• Türkiye’yi dünyanın gerisinde bırakan bütün yasalar, bütün
kurumlar, ortadan kaldırılarak Türkiye’nin dünyaya uyum
sağlamasına yardım edecek yasalar ve kurumlar oluşturul­
muştur.
Türkiye, 1946’da çok partili hayata, 1950’de ise siyasal an­
lamda demokrasiye geçmiştir. Atatürk sağlığında, Türkiye’nin
o dönemdeki koşullarından dolayı, çok partili bir demokra­
si kuramamış, ama oluşturduğu altyapıyla kısa bir süre sonra
Türkiye’nin çok partili sisteme geçmesini sağlamıştır.
Atatürk’ün Demokrasi Projesi’ni, onun yine Sabiha Gökçen’
e söylediği şu sözlerle bitirelim:
“ H a y a tım d a en ç o k iste y ip d e m a a le se f b u g ü n e k a d a r g ö re ­
m ed iğ im ş e y le rin b a şın d a y u r d u m u z d a d e m o k ra sin in k u r u lm a ­
s ı k o n u su g eliyor. T ü r k u lu su ç o k z e k id ir. K e n d is i iç in h a y ırlı
o la n şe y le ri k a v ra m a k ta g e c ik m e z S a b ih a . G ir iş m iş o ld u ğ u m
d e n e m e le rin iste d iğ im g ib i s o n u ç v erm em iş o lm a sın ın n e d e n i

333
h a lk ın b u re jim i iste m em esi d e ğ ild ir k u şk u s u z . D e m o k r a s in in
g e lm e si ile b a zı k im se le rin d e h u z u r u k a ç a c a k tı, b u b i r g erçek .
O n l a r d a b u g iriş im im i ş u y a d a b u k a n a lla rd a n b a lta la d ıla r.
S o n ra d e v rim le rin k a rş ıs ın d a o la n a z d a o lsa b i r ç ık a r g ru b u ,
b ilin ç le n m e m iş h a lk ı k ışk ırttıla r. O n la r a la ik lik ilk e le ri d ış ın ­
d a , c u m h u riy e t ilk e le ri d ış ın d a b a zı va a tlerd e b u lu n d u la r. İşte
b u n a h iç b ir z a m a n ta h a m m ü l ed e m e zd im . B u g ib i hareketler,
g e n ç c u m h u riy e tim iz i d a h a p e k k ö rp e ik e n a ğ ır b i r ş e k ild e y a -
ra la y a b ilird i. B e n im s a m im iy e tim i b ir y e rd e is tis m a r etm ek is ­
tediler. B u in sa n a h la k ın ın z a a fın ı g ö steren a c ık lı b i r ta blo d ur.
Ü lk e ç ık a rla rı y e rin e , k iş is e l çık a rla r, y a d a g e r ic i a k ım la rın
b a şk a ld ırm a sı h a lin d e tecelli ed en b u o la y iç im d e ö len e k a d a r
b i r u k d e o la ra k k a la c a k t ır ç o c u ğ u m . A n c a k ş u n a k e sin lik le
in a n ıy o ru m k i, d e m o k ra si g ereğ i o la n ç o k p a r tili b i r d ö n em le,
T ü r k i y e ’m ize d e gelecektir. O z a m a n ben h a y a tta o lm a sa m b ile
ru h u m b ile s in iz k i ş a d o la ca k tır. A n c a k b u d ö n e m iç in d e tek
k o rk u m , b u g ü z e lim y ö n e tim ta rz ın ı y o z la ştıra c a k , o n u a n la m -
sız la ş tıra c a k , h atta ve h a tta h a lk ın g ö z ü n d e n d ü ş ü re c e k k iş ile r
v e p a r tile r ç ık m a sıd ır. G e r ç i B a tılı ü lk e lerd e d e d e m o k ra sile rin
y e rle şm e le ri u z u n yılla r, h a tta a s ır la r a lm ış tır a m a g e lişe n d ü n ­
y a d a T ü r k iy e ’n in b u k o n u la r d a k a y b e d e ce k v a k ti y o k t u r .” 713
Bakın ne demiş Atatürk 80 yıl önce bugünleri gürmüşçesine:
“... A n c a k ( ...) tek k o rk u m , b u g ü z e lim y ö n e tim ta rz ın ı y o z la ş ­
tıra c a k , o n u a n la m sız la ştıra c a k , h atta ve h a tta h a lk ın g ö z ü n ­
d e n d ü ş ü re c e k k iş ile r ve p a r tile r ç ık m a sıd ır.”
Bugünleri o günlerden gördüğü için şöyle bir şey de demiş
tabii: İşte b u a h v a l v e ş e ra it iç in d e d a h i v a z ife n T ü r k İs t ik ­
la l v e C u m h u r iy e ti’n i k u r ta r m a k tır ...”

Demokrasi Projesi’nin Yok Edilmesi


Atatürk, “yü k se le n b ir d e n iz ” diye adlandırdığı demokrasi­
nin altyapısını oluşturmak için büyük bir mücadele vermiştir. Bu
doğrultuda öncelikle tam bağımsız bir ülke, sonra ulusal egemen­

713 age., s. 172.

334
liğe dayanan ve eksiksiz işleyen bir parlamenter sistem kurmuştur.
Daha sonra da Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Laiklik ilkeleri doğ­
rultusunda “eşitlik” ve “özgürlük” mücadelesi vermiştir. Devrim-
leriyle her bakımdan aydınlanmış bir toplum yaratmak istemiştir.
Atatürk’ün temellerini attığı Türk demokrasisi, Atatürk’ün
ölümünden çok kısa bir süre sonra meyvelerini vermiş, Türkiye
1946’da çok partili hayata, 1950’de ise demokrasiye geçmiştir.
Ancak Türkiye o günden bugüne tam anlamıyla demokratikleş­
meyi bir türlü başaramamıştır. Çünkü, Atatürk’ün ölümünden
hemen sonra büyük yanlışlar yapılmıştır.
Atatürk Türk demokrasisini; tam bağımsızlık, ulusal egemen­
lik (Cumhuriyetçilik), Laiklik ve Halkçılık ilkeleri üzerinde yük­
seltmeyi amaçlamıştır. Ancak Atatürk’ten sonrakiler bu ilkelere
gereken önemi vermemişler, hatta bu ilkelerden vazgeçmişlerdir.
Geri dönüş, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra başlamış­
tır. Önce demokrasinin olmazsa olmazı “tam bağımsızlık” ilkesi
çiğnenmiştir.

İsmet İnönü’nün Irkçılarla Dansı


İsmet İnönü, Atatürk’ün her türlü ırkçı, dinci ve yayılmacı
milliyetçilik anlayışına karşı olduğunu unutarak, II. Dünya Sa­
vaşı başlarında Almanya ile yakınlaşma politikası gereği ırkçı
Turancılık’ın, II. Dünya Savaşı sonlarında ABD ile yakınlaşma
politikası gereği de dinci Turancılık’ın yükselmesine ses çıkarma­
mıştır. 1940’larda ırkçı Turancıların önü açılmış, dahası ırkçı Tu­
rancı propaganda zaman zaman devlet tarafından desteklenmiştir.
Irkçı bir niteliğe sahip olan Varlık Vergisi bu dönemde çıkarılmış­
tır. Bu dönemde Türkiye’de, Atatürk’ün hümanist ve kavrayıcı
milliyetçilik anlayışına karşı Nihal Atsız’m bayraktarlığını yaptığı
ırkçı Turancı bir milliyetçilik anlayışı gelişmeye başlamıştır. İsmet
İnönü, Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nı kaybedeceğini anlayınca
“Turancılık davasıyla” ırkçı Turancılardan kurtulup ABD ekseni­
ne kaymış, bu süreçte komünist ve sol akımları susturmuş ve dinci
Turancı (Türk-İslam Sentezci) akımlara hareket alanı yaratmıştır.

335
Bu süreçte, önce Milli Eğitim bakanı sonra başbakan yapılan eski
İslamcı Şemsettin Günaltay’ın rolü büyüktür.

Irkçı Turancılık ve Almanya


Atatürk, ırkçılığa kaydığı gerekçesiyle 1931’de Türk Ocak­
larını kapatmış, 1933’te İstanbul Üniversitesi’ndeki ırkçı Turancı
hocaları tavsiye etmiş, her türlü ırkçı, dinci, yayılmacı milliyet­
çilik anlayışına karşı mücadele etmiştir. Ancak, Atatürk’ün ölü­
münden sonra Türkiye’de birdenbire ırkçılık yükselmeye baş­
lamıştır. Örneğin ırkçı Turancı görüşleri nedeniyle Atatürk’ün,
İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine son verdiği Zeki Velidi To-
gan, Atatürk’ün ölümünden hemen sonra, 1939 yılında yeniden
İstanbul Üniversitesi’nde tarih profesörlüğüne atanmıştır. Bu
dönemde ırkçı Turancı yayınların sayısında çok ciddi bir artış
görülmüştür. 1939-1945 arasında Türkiye’de son derece bilinçli
olarak ırkçı Turancılık’a pirim verilmiştir.
İsmet İnönü’nün, II. Dünya Savaşı yıllarında ırkçı Turan-
cılık’a pirim vermesinin nedeni, ırkçı Almanya ile yakınlaşma
politikasıdır. Çünkü, Almanlarla yakınlaşmak beraberinde “ırk-
çıkla” yakınlaşmayı getirmiştir. Örneğin o yıllarda Nazi siyase­
tinin önemli isimlerinden F. von Papen Ankara’ya büyükelçi ola­
rak atanmıştır. Kısa süre sonra da Turancılarla von Papen ara­
sında çok sıkı ilişkiler kurulmuştur. “ T ü r k iy e ’de F a şist A lm a n
P ro p a g a n d a sı ” adlı kitabın yazarı Johannes Glasneck, Alman
emperyalizmiyle sıkı ilişkiler kuran Türkiye’deki Turancılardan,
“aldatılmış aldatıcılar” diye söz etmiştir.714
18 Haziran 1941’de Ankara’da Alman Büyükelçisi von Papen
ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Şükrü Saraçoğlu tarafından
Türk-Alman Saldırmazlık Paktı imzalanmıştır. Bu anlaşma dostluk
anlaşması olması yanında, hem ekonomik işbirliği hem de ortak
basın ve yayın çalışmalarında bulunulabileceğine yer vermiştir.
1941’de Enver Paşa’nm kardeşi Nuri Kıllıgil Paşa Almanya’ya

714 Johannes Glasneck, Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, çev. Arif Gelen,
Ankara, 1976, s. 202.

336
çağrılmıştır. Nuri Kıllıgil Paşa, Alman Dışişleri Bakanı Müsteşarı
Weizsaecker ve Müsteşar Yardımcısı Woerman ile uzun görüşme­
ler yapmıştır.715 Bu görüşmeler Alman bakanlardan Ribbentrop’a
aktarılmıştır. Nuri Paşa ayrıca Berlin’deki Türk Büyükelçiliği ile
bağlantı kurmuştur. Johannes Glasneck’e göre Nuri Paşa’nm bu
ilişkilerinden Başbakan Refik Saydam’m da haberi vardır.716
Asya’daki ve Ortadoğu’daki çıkarları için Türkiye’deki ırkçı
Turancı hareketi güçlendirip ondan yararlanmak isteyen Alman­
ya, bu amaçla “Alman Turancılık Masası”nı kurmuştur.717
Türkiye’deki Pan-Turanizm hareketini desteklemeye karar ve­
ren Hitler Almanyası, hareketin lideri olarak Nuri Kıllıgil Paşa’yı
seçmiştir.718 1941’de Hitler’le anlaşıp Turan hayalleri kuran Nuri
Paşa, Turancı Enver Paşa’nm kardeşidir. Almanlar, Türkiye’ye yö­
nelik ırkçı politikaları için Nuri Paşa dışında, II. Abdülhamit’in
oğlu Prens Abdülkadir’i de yedekte bekletmiştir.719

Hüsnü Erkilet ve Ali Fuat Erden Paşalar Hitler’le görüşürken

715 Uğur Mumcu, 4 0 ’ların Cadı Kazam, 20. bas., İstanbul, 1990, s. 1 vd.
716 Glasneck, age., s. 205-207.
717 Mumcu, age., s. 7 vd.
718 age., s. 11.
719 age., s. 11, 12.

337
II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nm en büyük düşma­
nı Sovyet Rusya’nın Türkiye ile kapı komşu olması, Hitler’in
Türkiye’yi kendi yanma çekmek istemesinde etkili olmuştur.
Hitler, bir taraftan von Papen’i büyükelçi olarak Türkiye’ye
gönderirken, diğer taraftan da Alman askeri zaferlerini göster­
mek için Türk generallerini Almanya’ya davet etmiştir. Bunun
üzerine Hüsnü Erkilet ve Ali Fuat Erden paşalar, Almanya’ya gi­
dip Doğu Ceplıesi’ni ve Hitler’in karargâhını gezmiştir.720 Ayrıca
Cemil Cahit Toydemir’in başkanlığındaki bir Türk subay heyeti
Hitler’in davetlisi olarak 25 Haziran-7 Temmuz 1943 tarihleri
arasında Doğu Cephesi’ni ve Manş Kanalı’m gezmiştir.
Bu ilişkiler sonrasında Nazi Almanyası ile İnönü Türkiyesi
o kadar yakınlaşmıştır ki, Türkiye silah ihtiyacını Almanya’dan
karşılamaya başlamıştır.721 Ayrıca Türkiye, 18 Nisan 1943 tarihli
anlaşmayla, krom ve bakır madenleriyle pamuk hammaddesinin
neredeyse tamamını Almanya’dan satın almaya başlamıştır.722
İsmet İnönü iktidarı, bir taraftan el altından Nazilerle işbir­
liği yaparken, diğer taraftan Tu­
rancılardan yararlanarak Sovyet
karşıtı bir politika izlemiştir.723
huriyetiS
Bu ilişkilerde Başbakan Şükrü P a k tın ta k v iy e ettiğ i d o s t lu k
--------- -----------■

Saraçoğlu’nun rolü çok büyük­ Millî Şefim izle Führer


arasındasamimîtebrikier
tür.724 Varlık Vergisi’nin çıkarıl­ Bufutt 4»! mrmUırV.ııtu * r ttnUetlır/uru* tu> ».-M... t*e Oan&t
ıkuna *M«t» r. * » «m ili* ftr.y a rto
masının da Alman yakınlaşma­
sıyla ilgisi vardır.725 Yine hükü­
metin göz yummasıyla ve hatta
desteklemesiyle General Hüse­
yin Emir Erkilet, General Ali Fu­
at Erden ve Enver Paşa’nm kar­
deşi Nuri Kıllıgil gibi ırkçı Tu-

720 age., s. 24, 25.


721 age., s. 29.
722 Glasneck, age., s. 274-276.
723 Akçam, age., s. 292.
724 age., s. 295.
725 Niyazi Berkes, Unutulan Yıllar, ed. Ruşen Sezen, 3. bas., İstanbul, 2005, s. 245.

338
rancılar, Nazilerin emrindeki “Bozkurt Alayları”na moral gezile­
ri düzenlemiştir.726
II. Dünya Savaşı’nı Almanya’nın kazanamayacağı anlaşı­
lınca İsmet İnönü iktidarı, birdenbire ırkçı Turancılardan kur­
tulmaya karar vermiştir. Nitekim ırkçı Turancılık’m şahlanışı
1944’teki “Turancılık davasıyla” önlenmiştir. Bu davada birçok
ırkçı Turancı yargılanıp tasfiye edilmiştir.727728
1944 yılına kadar Almanlarla yakınlaşma politikası gere­
ği ırkçı Turancılara türlü tavizler veren İsmet İnönü, 19 Mayıs
1944 tarihli konuşmasında “son zamanların zararlı ve hastalıklı
göstergesi” olarak adlandırdığı Turancılığı ve Turancıları şöyle
eleştirmiştir:
“ Turancılar.; Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir
surette derhal düşman yapmak için bir tılsım bulmuşlardır. Bu ka­
dar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mu­
kadderatını (alın yazısını) kaptırmamak için elbette Cumhuriyet’in
bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf
vatandaşları aldatan fikirleri, millet karşısında açıktan açığa mü­
nakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır. Daha da
aldanacaklardır. ”72S
1944’te ırkçı Turancılar tasfiye edilmiş, ama çok geçme­
den onların yerini dinci Turancılar almıştır. İnönü, II. Dünya
Savaşı’nın başlarında, savaşı Almanya’nın kazanacağını düşüne­
rek Nazi Almanyası’na yakınlaşma politikası izlemiş, bu nedenle
ırkçı Turancıları ön plana çıkartmış; II. Dünya Savaşı’nın son­
larında Almanya’nın yenileceğini anlayınca da ırkçı Turancıları
etkisizleştirmiştir. İnönü, 1946’dan itibaren ABD’ye yakınlaşma
politikası izleyeceği için de komünizm ve sola karşı mücadele
başlatıp dinci Turancıları ön plana çıkartmıştır.729

726 Akçam, age., s. 294.


727 Davanın ayrıntıları için bkz. Mumcu, age., s. 44 vd.
728 Mumcu, age., s. 46.
729 Meydan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, s. 378.

339
Dinci Turancılık ve Amerika
İsmet İnönü, Atatürk’ün ölümünden beş ay sonra, 1 Nisan
1939’da ABD’yle imzaladığı bir anlaşmayla ABD’ye ithalat ve
ihracat başta olmak üzere birçok konuda haklar tanımıştır. Ör­
neğin bu anlaşma ile ABD’ye %12 ile %88 oranında gümrük
indirimi yapılması kabul edilmiştir.730
27 Şubat 1946’da ABD ile yapılan başka bir anlaşma ile
ABD’den 10 milyon dolar kredi alınmıştır.731
7 Eylül 1947’de alman ekonomik kararlarla Türkiye ekono­
misi Nazi Almanyası yörüngesinden emperyalist ABD yörünge­
sine doğru yön değiştirmiştir.
Nisan 1947’de Missouri zırhlısı İstanbul’a gelmiş,
14 Şubat 1947’de IMF ile anlaşılmış,
22 Nisan 1947’de Truman Doktrini, 4 Temmuz 1948’
Marshall Planı kabul edilmiştir.732
Türkiye, 1949’da Avrupa Konseyi üyesi olmuştur.733
Böylece Türkiye, 1946-1949 arasındaki üç yıl içinde Ata­
türk’ün “tam bağımsızlık” anlayışından bir hayli uzaklaşmıştır.
İsmet İnönü, II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ABD ile
yakınlaşma politikası gereği, kendisi ile Roosevelt’in ve Was-
hington ile Atatürk’ün yan yana fotoğraflarının yer aldığı pullar
bastırmıştır.
İsmet İnönü, bu süreçte ABD istekleri doğrultusunda sol ve
komünizm ile mücadele ederek, laiklikten tavizler vererek ade­
ta dinci Turancıların (Türk-İslam Sentezcilerin) ekmeğine yağ
sürmüştür. Türkiye’de 1945-1946 yıllarında solun susturulma­
sından sonra Şemsettin Günaltay’ın iktidara gelip dini açılımlar
yapması hiç de tesadüf değildir.

730 Memduh Yaşa, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, İstanbul, 1980, s. 611.
731 Metin Aydoğan, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, 26. bas., İstanbul, 2005,
s. 127.
732 age., s. 129.
733 Sina Akşın, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007, s. 240.

340
O günlerde “ T ü r k C eza K a n u n u ” m m 141. ve 142. mad­
deleri komünizm propagandasına 7,5 yıldan 15 yıla kadar uza­
nan cezalar getirmiştir. Solcu şair Nazım Hikmet sürgün hayatı
yaşamak zorunda kalmıştır. 4 Aralık 1945’te Zekeriya Sertel’in
çıkardığı solcu T a n gazetesine saldırılmış, 1946’da üç solcu parti
kapatılmış, Recep Peker, başkanlığı sırasında Köy Enstitülerini
“daha milli” kılmaktan söz etmiş, 1947’de Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi profesörlerinden Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav
ve Behice Boran “solcu” oldukları gerekçesiyle görevlerinden
ayrılmak zorunda bırakılmıştır.754 O yıllarda Türkiye’de öyle bir
ABD seviciliği ve Rus düşmanlığı vardır ki, dünyaca ünlü Rus
salatasına bile “Amerikan salatası” denilmeye başlanmıştır.734735

734 age., s. 244.


735 age., s. 241.

341
1946’dan “sol akımlar” zincirlenirken “dinsel akımlar”
özgür bırakılmıştır. Bu çerçevede 15 Ocak 1949’da Haşan Sa­
ka istifa etmiş, yerine Şemsettin Günaltay gelmiştir. Günaltay,
II. Meşrutiyet yıllarında İslamcı akım içinde yer almış bir ta­
rihçidir. Güven oyu alırken sağlam bir demokrasi kurmaktan
söz etmiş, ancak ilk uygulamaları din alanında olmuştur. Zaten
1948’de CHP 10 aylık imam-hatip kursları açmıştı. Günaltay
Hükümeti de ilk okullara seçmeli din dersi koymuş ve Ankara
Üniversitesi’ne bağlı bir İlahiyat Fakültesi kurmuştur.736
1940’ların ikinci yarısında sadece siyaset değil, ordu da
ABD eksenine doğru kaymaya başlamış­
tır. Örneğin 1940’larm sonlarında arala­
rında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu
birçok subay ABD’de eğitim görmüştür.
1947 yılında Alparslan Türkeş ve 15
Türk subayı ABD Kara Harp Akademisi
ve Piyade Okulu’nda iki yıl eğitim gör­
müştür. ABD Piyade Okulu’ndan mezun
olan Türkeş, 1955-1957 yılları arasında
Washington’da NATO daimi Komitesi’
nde “Türk Genelkurmayı Temsil He­
Şemsettin Günaltay
yeti ”nde görev yaparken aynı zamanda
ekonomi eğitimi görmüştür. Aynı Türkeş, 1959 yılında Alman­
ya’da Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilmiş, buradaki eğiti­
minden sonra albaylığa yükseltilerek NATO Şube Müdürü ola­
rak atanmıştır.737

İsmet İnönü’nün Demokrasi Karnesi


İnönü Savaşları kahramanı ve Lozan fatihi İsmet İnönü’yü
değerlendirirken “Atatürk dönemindeki İnönü” ve “Atatürk
sonrasındaki İnönü” diye ikiye ayırarak değerlendirmek gere­
kir. “Atatürk dönemindeki İnönü”, önce Atatürk’ün en yakın

736 age., s. 246.


737 Akçam, age., s. 13.

342
silah arkadaşı, sonra iyi bir devlet adamı ve Atatürk’ün çok ya­
kın bir dostudur.738739Ancak, “Atatürk sonrasındaki İnönü”, Türk
Devrimi’nden; özellikle “tam bağımsızlık” anlayışından ciddi
tavizler veren, solu susturarak hiç istemeden ırkçı ve dinci akım­
ların gelişmesine yol açan bir liderdir.
İsmet İnönü, Köy Enstitüleri uygulamasıyla, çok partili sis­
temin altyapısını hazırlamış olmasıyla, yapıcı muhalefetiyle ve
askeri müdahalelere karşı olmasıyla demokrasiye hizmet etmiş­
tir. Ancak, solu susturup, ırkçı-dinci akımların gelişmesine izin
verdiği için ve Atatürk’ün ölümünden sonra 26 Aralık 1938’de
yapılan CHP olağanüstü kurultayında Atatürk’e “ebedi şef”,
kendisine de “milli şef” ve “değişmez genel başkan” sıfatlarının
verilmesine ses çıkarmadığı için de demokrasiye zarar vermiştir.
Sina Akşin, İsmet İnönü’nün devrim ve demokrasi karnesini
şöyle özetlemiştir: “İnönü, iktidarda olsun, muhalefette olsun Ata­
türk devriminin başarılı bir savunucusu ve sürdürücüsü oldu. Da­
hası var. Devrime önemli katkılarda bulundu. Bir köy enstitüleri,
öbürü çok partili dizgeydi. Denebilir ki, köy enstitüleri sayesinde
Atatürk devrimi geri döndürülemez bir süreç haline getirilmiştir.
Çok partili dizgeye geçilmesi ise, Atatürkçü bütünsel kalkınma an­
layışının, evrensel değerlerin ölçüt alınması anlayışının bir sonucu
sayılabilir. İnönü hem iktidarda hem muhalefette, kıraç topraklarda
yetiştirilmeye çalışılan narin bir çiçek olan çok partili dizgeyi esirge­
mek için yıllarca sabırla didindi, uğraştı. Siyasal rakibini yere seren
27 Mayıs 1960 Devrimi’nden sonra bir an önce çok partili dizgeye
dönülmesi için çaba gösterdi. Talat Aydemir’in öncülüğünü yaptığı
iki askeri darbe girişimini bizzat önleyip kırdı...”72,9
İsmet İnönü’nün hepimizin gurur duyduğu başarılarını bir
kenara koyduktan sonra hatalarını da ortaya koymamız gere­
kir. Bana kalacak olursa İnönü’nün en ciddi hatalarından birkaçı
şunlardır:

738 ismet İnönü’ye yönelik haksız saldırılara, iftiralara ve ithamlara verdiğim ya­
nıtları görmek için bkz. Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 1. Kitap, s.
364-410; Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanlan, 2. Kitap, s. 585-623.
739 Akşin, age., s. 247, 248.

343
• Irkçı ve dinci Turancılara yüz vermesi: 1940’ların başlarında
Nazi Almanyası ile yakınlaşma politikası gereği ırkçı Turan­
cılara destek olması; 1946’dan sonra ABD ile yakınlaşma
politikası gereği dinci Turancılara ses çıkarmaması, çok
daha önemlisi ırkçı ve insan haklarına aykırı Varlık Vergisi
uygulamaları...
• Solu susturması: Solcu şair Nazım Hikmet’in yıllarca hapis­
te kalması, solcu Tan matbaasının basılması, Dil, Tarih ve
Coğrafya Fakültesi’ndeki solcu hocaların tasfiye edilmesi,
sol partilerin kapatılması ve çok partili düzenin solsuz bir
sistem olarak kurulması...
• Atatürk’ün Türk Tarih Tezi’nin önce Greko-Latin Tezi’ne son­
ra Türk İslam Sentezi’ne dönüştürülmesine ses çıkarmaması...
• En önemlisi de Atatürk’ün “tam bağımsızlık” anlayışından
çok ciddi tavizler vermesi...
Bu noktada Sina Akşin’in şu değerlendirmesine katılmamak
mümkün değildir: “Belki İnönü bunları istememişti, bunlardan
rahatsız olmuştu, fakat önlemeye gücü yetmemişti. Çünkü, İnö­
nü büyük bir devlet adamıydı ve bir dönemin de milli şefiydi,
ama Atatürk denli güçlü ve etkili değildi. Onda ne Atatürk’ün
nüfuzu ne de olağanüstü kişilik gücü vardı.”740

Demokrat Parti Ne Kadar Demokrat?


Türkiye’de çok partili demokratik sistemin kuruluşunun te­
mel nedenleri şunlardır:
1. Atatürk’ün 1919-1938 yılları arasında Türkiye’de mo-
narşik sisteme ve tüm kalıntılarına son verip, ulusal egemenliğe
dayanan ve iyi işleyen bir parlamenter sistem kurmuş olması. 2.
II. Dünya Savaşı’nı demokratik sisteme sahip ülkelerin kazanmış
olması. 3. İsmet İnönü’nün mutlak iktidar hırsıyla kışkırtıcı ve
saldırgan davranmayıp, tam tersine son derece soğukkanlı ve yu­
muşak bir üslupla Türkiye’de muhalefetin filizlenmesine izin ver­

740 age., s. 248.

344
miş olması. 4. Mecliste “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”nun
görüşülmesi sırasında büyük toprak sahibi bazı milletvekilleri­
nin bu durumdan rahatsız olup kendilerini partiden dışlatmaları
ve çok geçmeden yeni bir parti kurmaları...
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 1945 yılındaki 19 Mayıs Genç­
lik ve Spor Bayramı mesajında “halk idaresi”nin geliştirileceğini
müjdelemiştir.
Aynı günlerde Türkiye’de toprak reformunu gerçekleştir­
mek için “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu Tasarısı” meclise
sunulmuştur. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Tarım Bakanı Şev­
ket Raşit Hatipoğlu tarafından hazırlanan bu kanun tasarısının
17. maddesine göre topraksız ya da az topraklı çiftçiyi toprak­
landırmak için devlet, büyük toprak sahiplerinin topraklarını
kamulaştırabilecekti. Kamulaştırma gerekirse toprak sahibinin
elindeki toprağın yarısını topraksız çiftçiye verebilecek kadar
kapsamlı olabilecekti. Üstelik, tasarının 21. maddesine göre ka­
mulaştırma bedelleri de gerçek değere göre değil, arazi vergisine
matrah olarak beyan edilen değerden ödenecekti. İşte bu mad­
deler, meclisteki bazı büyük toprak sahibi milletvekillerini çok
rahatsız etmiştir. Örneğin Aydın’ın büyük toprak sahiplerinden
Adnan Menderes, kanun tasarısı görüşülürken ağır eleştiriler ge­
tirmiştir.741
Bunun üzerine 7 Haziran 1945’te dört CHP’li milletvekili;
Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Celal Ba-
yar, CHP grubuna “parti içi demokrasiden” söz eden “Dörtlü
Takrir”i vermişlerdir. 12 Haziran’da Dörtlü Takrir reddedilmiş­

741 Atatürk’ün son olarak 1937 meclis açış konuşmasında gündeme getirdiği top­
rak reformu, 1945’te meclis gündemine gelen "Çiftçiyi Topraklandırm a K anıl­
ını"' ile gerçekleştirilmek istenmiş, ancak milletin bazı vekilleri milletten çok
kendilerini düşündüğü için Atatürk’ün bu büyük ideali maalesef gerçekleştiri­
lememiştir. Kanun, 11 Haziran 1945’te mecliste kabul edilmiş, ancak kanunu
uygulayacak kişiier etkisiz hale getirilmiştir. Öncelikle kanunun mimarların­
dan Tarım Bakanı Hatipoğlu sonraki hükümetlerde bakan yapılmamış, dahası
1948’de kurulan II. Haşan Saka Hükümeti’nde Tarım Bakanlığı’na, “Çiftçiyi
T opraklandırm a Kanunu”m karşı olan Cavit Oral getirilmiştir. Nitekim, söz
konusu 17. madde hiç uygulanmamıştır. Çok az bir miktardaki hazine toprak­
ları topraksız çiftçilere dağıtılmıştır (Akşin, age., s. 242).

345
tir. Bunun üzerine Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Ko-
raltan Vatan gazetesinde “demokratikleşmeyi” savunan yazılar
yazmaya başlamışlardır. Bu davranışı parti disiplinine aykırı bu­
lan CHP, 21 Eylül’de her üçünü de üyelikten çıkartmıştır. Bunun
üzerine 28 Eylül’de Celal Bayar arkadaşlarına destek vermek
için milletvekilliğinden istifa etmiştir.
İsmet İnönü, 1 Kasım 1945’te yaptığı TBMM’yi açış konuş­
masında ülkenin bir muhalefet partisine ihtiyacı olduğunu söy­
lemiştir. İsmet İnönü, aynı konuşmasında demokrasiden övgüyle
söz etmiştir: “Demokrasinin her millet için müşterek prensipleri
olduğu gibi, her milletin karakterine ve kültürüne göre bir çok
özellikleri de vardır. Türk milleti kendi bünyesine ve karakterine
göre, demokrasinin kendi için özelliklerini bulmaya mecburdur. ”
1945 sonlarında solcu Tan matbaası basılmış, 1946’da CHP’
nin solundaki üç parti kapatılmış ve 1947’de Dil Tarih ve Coğraf­
ya Fakültesi’ndeki 3 solcu profesör görevden ayrılmak zorunda
bırakılmıştır. Anlaşılan o ki, bir muhalefet istenmiştir, ama bu
muhalefetin solda değil sağda konuşlanması arzulanmıştır.

Soldan sağa: Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar, Fuat Köprülü

7 Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP) kurulmuştur. DP’nin


“demokrasiden” söz ederek halka yayılmaya başladığını gören
CHP, “demokrasi” konusunda yeni kurulan DP’den hiç de geri
kalmadığım göstermek için bir dizi “demokratik açılım” yapmış­
tır: Örneğin Türkiye’ye ilk kez tek dereceli seçim sistemini getir­
miş, gazete kapatma yetkisini hükümetten alarak mahkemelere
vermiş, üniversitelere özerklik vermiş, köylü ve işçinin desteğini

346
almak için Toprak Mahsulleri Vergisi’ni kaldırmış, “ Ç a lışm a B a ­
kanlığı ve İş ç i S ig o rta la n K a n u n u ” çıkarmış, İnönü’nün “değiş­
mez genel başkan” sıfatına son vermiş ve sınıf partileri ile sendi­
kaların kurulmasını kabul etmiştir. CHP bu reformlarına güvene­
rek 1947’de yapılması gereken seçimleri 1946’ya almıştır.742
Türkiye, 21 Temmuz 1946 seçimlerine iki partiyle gitmiştir.
Seçimler tek derecelidir, ama yargı denetimi yoktur. Oylar açıkta
verilmiş gizli sayılmıştır. DP 66 milletvekili çıkartmıştır, ama haklı
olarak seçimlerin dürüst yapılmadığından şikâyet etmiştir.743 Böy-
lece DP ve CHP kavgası daha ilk seçimlerden itibaren başlamıştır.
îlk büyük kongresini Ocak 1947’de yapan DP, “Hürriyet
Misakı” adlı bir bildiri yayımlamıştır. DP’liler demokratikleş­
me sağlanmazsa meclisten ayrılacaklarını belirtmişlerdir. Bunun
üzerine iki parti arasında gerginlik daha da tırmanınca Cumhur­
başkanı İsmet İnönü, hakem rolünü üstelenerek DP Genelbaşka-
nı Celal Bayar’ı ve CHP Başkanı Recep Peker’i dinledikten sonra
iki tarafı uzlaştırmaya yönelik “12 Temmuz Beyannamesi ”ni
yayımlamıştır.
Bu sırada 20 Temmuz 1948’de Mareşal Fevzi Çakmak’ın
genel başkanlığında Millet Partisi (MP) kurulmuştur.

742 (Akşin, age., s. 244.) Özetle, 1946 seçimleri ile 1950 seçimleri arasında ge­
çen zamanda CHP, DP’nin popüler çizgisine yaklaşma çabası içinde olmuştur.
CHP’nin “altı o P ’unu oluşturan ilkeler bu süreçte yumuşatılmıştır. Devrimci­
lik ilkesinin radikal niteliği azaltılarak demokratik gelişmenin önemine vurgu
yapılmış, Devletçilik ilkesi özel sektörü daha da kapsayacak biçimde yeniden
yorumlanmış, Laiklik ilkesinin “İslam düşm anlığı” biçiminde algılanmama­
sı için ise bazı önlemler alınmıştır. CHP, aynı zamanda “devlet” ile “p a rti”yi
ayırmanın yollarını aramış, küçük ilerlemeler kaydettiyse de bu konuda kamu-
oyundaki yerleşik algıyı kırmayı başaramamıştır.
743 Celal Bayar “B aşvekilim A dnan M enderes” adlı kitabında, durumu Demokrat
Parti ve kendi gözünden şöyle anlatmıştır: “DP teşkilatının sandık m üşahitleri
eliyle topladığı rakam ların hesabından, 1946 seçim lerinde D P’nin 279 m illet­
vekilliği, CH P’nin de 186 milletvekilliği kazandığı anlaşılıyordu. F akat m ec­
listeki fiili durum, 395 H alk Partisi m illetvekili ve 66 DP m illetvekili idi. Bu
rakamlar, o günlerin TBMM Başkanı Kazım K a ra bek ir’in, seçim ler arifesinde
verdiği bir özel dem eçte ‘M ecliste 60-70 m u halif milletvekilinin bulunması ye­
ter bir ölçüdür’ sözüne uyuyordu. D em ek oluyor ki, CHP iktidarı, seçim lerden
önce, DP için bir kontenjan kabu l etmiş ve bu kontenjanı, valileri vasıtasıyla
aynen tahakku k ettirmiştir.”

347
20 Haziran 1949’da ikinci büyük kongresini yapan DP bu
kongreden sonra da “Milli Teminat Andı”nı yayımlamıştır. Bu­
rada geçen “husumet” sözcüğünden dolayı CHP bu bildiriye
“Milli Husumet Andı” adını takmıştır.
Şubat 1950’de nispi temsil yerine çoğunluk sistemi ve yar­
gı denetimi getiren yeni bir seçim sistemi kabul edilmiştir.744 Bu
sistem 1950’lerde yapılan üç seçimde de CHP’nin aleyhine işle­
miştir.745
14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP, oyların %55’ini, CHP ise
%14’ünü almış ve serbest seçimler sonunda kansız kavgasız DP
iktidar olmuştur (DP: 408 sandalye, CHP: 69 sandalye).746
Celal Bayar cumhurbaşkanı, DP Genelbaşkanı Adnan Men­
deres de başbakan olmuştur. Refik Koraltan TBMM başkanı,
Fuat Köprülü ise dışişleri bakanı olmuştur. Böylece DP kurucu­
ları bir anda tüm ülke yönetimini ele geçirmiştir.
“Demokrasi” diyerek iktidara gelen DP, iktidara gelir gel­
mez, bir taraftan “dinsel açılımlar” yaparak, diğer taraftan ABD
kredileriyle ekonomiyi canlandırarak kısa sürede halkın sempa­
tisini ve güvenini kazanmıştır.
14 Mayıs’ta iktidara gelen DP, 16 Haziran’da Türkçe ezana
son verip yeniden Arapça ezana dönüşü sağlamıştır.
DP, 1951’de, CHP’nin 1948’de imam-hatip yetiştirmek
amacıyla açtığı 10 aylık kursları okula dönüştürerek İmam Ha­
tip Okullarını açmıştır.

744 Katılma oranının en yüksek olduğu 1950 seçimleri, ülkemizde ilk kez adlî de­
netim ve gözetim ilkesini getiren 21.2.1950 tarih ve 5545 sayılı “Milletvekilleri
Seçimi Kanununa" göre yapılmıştır. Seçim güvenliği tamdır. Partiler, propaganda
için radyodan yararlanmışlardır. Seçmenler karma liste imkânına sahip olmuştur.
745 Basit çoğunluk sistemine örnek verecek olursak; partilerin 4 adaylık listeler
hazırladığı bir seçim çevresinde söz gelimi üç farklı siyasi parti yarışıyor olsun.
A, B ve C partilerinin sırasıyla % 40, % 32 ve % 28 oy aldığı bir durumda, il­
gili seçim çevresinden TBM M ’ye girecek tüm vekiller, A Partisi’nin hazırladığı
listeden olacaktır. İki partili bir senaryoda durum daha da adaletsiz hale gele­
cektir; geçerli oyların yarısının bir fazlasını elde eden siyasi parti, ilgili seçim
çevresi için belirlenen tüm koltuklara sahip olacaktır.
746 (Akşin, age., s. 246, 247.) CHP, Türkiye genelinde DP’den yalnızca % 13 ora­
nında az oy almış olsa da, parlamentoda 408 DP sandalyesine karşın 69 san­
dalye edinerek işlevsiz bir muhalefet partisi haline gelmiştir.

348
DP, 1956’da ortaokullara seçmeli din dersi koydurmuştur.747
DP, 8 Ağustos 1951’de Halkevlerini kapatarak Atatürk ay­
dınlanmasının en önemli kuramlarından birine son vermiştir.
Halkevleri hâzineye devredilirken Türkiye’nin her yerinde toplam
478 Halkevi merkezi, 5000 Halkevi ve 4322 Halkodası vardı.748
DP, 1954’te Köy Enstitülerini önce klasik öğretmen okul­
larına dönüştürerek işlevsizleştirmiş, sonra da 27 Ocak 1954’te
tamamen kapatmıştır.
DP, 1950’de ABD desteğinin sürekliliği için Kore Savaşı’na
asker göndermiş, bunun karşılığında 1952’de Türkiye NATO’ya
üye yapılmıştır.
DP, 23 Haziran 1954 tarihinde ABD ile imzaladığı bir ikili
anlaşma ile ABD’ye birçok konuda, kapitülasyonları bile arata­
cak haklar vermiştir.749
Sina Akşin, DP’nin bu bağımlı, ABD eksenli dış politikası­
nı şöyle eleştirmiştir: “ A m e rik a lıla rla ya p ıla n ç o k sayıda -h a tta
k im i sö zlü o la n - ikili anlaşm a A B D ’ye ç o k g en iş h a rek et alanı
sağlam ış, b ö y lece D P ik tid a rın ın b a ğım sızlık k o n u su n d a h iç de
titiz o lm ad ığ ın ı o rtaya k o y m u ştu r. ” 7S0
DP, 14 Aralık 1953’te CHP’nin bütün malvarlığını “haksız
iktisap” diye adlandırıp hâzineye geçiren bir yasa çıkartmıştır.
Bu sayede muhalefeti zayıflatacağını düşünmüştür.
DP, 8 Temmuz 1953’te Millet Partisi’ni kapattırmıştır.
DP, 1954 seçimleri yaklaşırken, basından gelen eleştirilere
karşı çok ağır cezalar getiren bir “ B a sın K a n u n u ” çıkartmış­
tır. Bu cezalara hukuksal dayanak teşkil eden yasalardan biri,
1956’da “B a sın K a n u n u ”na eklenen 32. maddedir.
“Madde 3 2 - M e m le k e t a hla kım , aile n iza m ın ı b o za ca k veya
cü rü m işlem eye teşvik veya tahrik ed ecek şek ild e heyeca n u y a n ­
d ıra ca k tafsilat ile h a k ik i veya h aya li vakıa ları h ik â ye veya tas­
v ir veya tersim ed en ler veya in tih a r vak ıa ları h a k k ın d a h a b er

747 Din dersleri, 12 Eylül Darbesi’nden sonra zorunlu hale getirilmiştir.


748 Akşin, age., s. 250.
749 Aydoğan, age., s. 129.
750 Akşin, age., s. 260.

349
çerçevesini aşan ve okuyanları tesir altında bırakacak mahiyette
tafsilat ve resimler neşredenler hakkında (1000) liradan (10.000)
liraya kadar ağır para cezası hükmolunur. ”
Bu yasayla mahkemeye çıkarılan gazetecilerin iddialara ya­
nıt verme hakkı bile ellerinden alınmıştır.
Bu duruma tepki duyan 19 DP milletvekili “ispat hakkı” mü­
cadelesi vermeye başlamış, bunun üzerine partiden ihraç edilmiştir.
DP’den atılan 19 milletvekili 1955 sonunda Hürriyet Parti-
si’ni kurmuştur.
2 Mayıs 1954 seçimlerinde DP oyların %57’sini, CHP ise
% 36’sını almıştır. CHP, 1950 seçimlerine göre oransal olarak da­
ha yüksek oy almasına karşın sandalye sayısı 31’e inmiştir.
DP ölçüsüzce ve plansızca para saçmaya devam etmiş, para
sıkıntısı baş gösterince de ABD’den 300 milyon dolar kredi is­
temiştir, ama alamamıştır. Bunun üzerine 1955 yılında polis ve
mahkeme önlemlerine, fiyat denetimlerine ve tayınlama yönte­
mine başvurmuştur. Bu dönemde DP, memurları zorla emekliye
sevk etmiş, üniversiteler ve yargıçlar üzerinde baskı kurmuş, ga­
zetecilere ağır hapis ve para cezaları vermiştir.
1954 Genel Seçimleri’nde Osman Bölükbaşı Kırşehir’de­
ki oyların neredeyse tamamını alarak meclise girince DP bu
durumu kabullenemeyerek Kırşehir’i ilçe haline getirmiş ve
Nevşehir’e bağlamıştır. Bölükbaşı, Haziran 1957’de “meclise
alenen hakaret ettiği” gerekçesiyle hakkında Başbakanlık tez­
keresi çıkartılıp oyçokluğuyla dokunulmazlığının kaldırılması­
na karar verilerek tutuklanıp cezaevine konulmuştur. DP, 1954
Genel Seçimleri’nin hemen ardından, kendisine oy vermeyen
Adıyaman’ı Malatya’dan ayırarak ilçe yapmış, Kastamonu’nun
Abana ilçesini ise köy haline getirmiştir.
DP, 1956’da çıkardığı 6761 sayılı “Toplantılar ve Gösteri
Yürüyüşleri Hakkında Kanun” ile toplantı ve gösterileri yeni­
den “beyan” yerine “izin” esasına bağlamıştır. En az üç kişinin
yapması öngörülen bildirimde; etkinliğin konusu ve amacının,
yer ve zamanın, toplanma ve dağılma yerlerinin, idareci ve ko­
nuşmacıların kimlik ve ikametgâh bilgilerinin de belirtilmesi şart

350
koşulmuştur. Buna karşılık mülki amirliğin, bildirime konu olan
toplantı veya gösteri hakkındaki kararını, başvuruda bulunan
kişilere etkinliğin başlama saatinden önce bildirmesi kararlaş­
tırılmıştır. Mülki amirliğin başvuruyu reddettiği durumlarda
herhangi bir açıklamada bulunmakla mükellef olmadığı belirtil­
miştir. Kanun ayrıca toplantı veya gösteriyi izleyecek hükümet
komiserine, istediği durumlarda, güvenlik güçlerine kalabalığı,
ateş ederek veya zor kullanarak dağıtma yetkisi vermiştir. Bu
kanunun siyasi partilerin miting ve toplantılarını düzenleyen 2.
maddesi, seçim dönemleri dışında kalan zamanlarda siyasi pro­
paganda yapılmasını imkânsız hale getirmiştir.
“Madde 2 - Siyasi partilerce veya siyasi propoganda kasdiyle
hakiki veya hükmi şahıslar tarafından tertip edilecek toplantılar
ve gösteri yürüyüşleri ancak muhtelif seçimler dolayısiyle ‘Millet­
vekili Seçimi Kanunu’na göre muayyen olan seçim propaganda
devresi zarfında ve mezkur kanun hükümleri dairesinde yapılır. ”
Bu kanun hükmü nedeniyle muhalefet partileri propaganda
hakkını yitirirken, iktidar partisi yöneticileri ve vekilleri, hükü­
met üyesi sıfatıyla her türlü gösteri ve toplantıyı organize etmek­
ten geri durmamışlardır. Düzenlemenin sonuçları hemen görül­
meye başlanmıştır. Örneğin 1955 yazında Karadeniz gezisine
çıkan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop’ta tutuklanarak
İstanbul’a getirilmiş ve bir gün hapiste tutulmuştur. Gülek’in,
1956’da Rize’de dükkân sahiplerinin ellerini sıkması “gösteri
yürüyüşü” diye adlandırılmış ve Gülek bu nedenle 6 ay hapse
mahkûm edilmiştir. CMP’nin Giresun Kongresi’nde parti genel
başkanı Osman Bölükbaşı’nı alkışladıkları gerekçesiyle 9 dele­
ge tutuklanmıştır, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
dekanı Turan Feyzioğlu akademik yılın açılışı sebebiyle yaptığı
konuşmada siyasi içeriğe yer verdiği iddiasıyla vekâlet emrine
alınmıştır. Hürriyet Partisi (HP) Ankara İl Başkanlığı’nm toplan­
tılarını sürdürmesine izin verilmiştir. 6761 sayılı “Toplantılar ve
Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Kanun” kullanılarak girişilen an­
tidemokratik eylemler, 1957-1960 arasında da devam etmiştir.
DP, 1957 genel seçimlerinden önce yaptığı değişikliklerle; bir

351
partiden milletvekili adaylığı reddedilen kişilerin başka partiler­
den aday olmalarını yasaklamış, devlet memurlarının milletve­
kili adayı olmadan altı ay önce istifa etmelerini yasalaştırmıştır.
DP, 1957 genel seçimleri öncesinde, muhalefet partileri ara­
sında oluşan seçim ittifakı eğilimini yine yasa yoluyla engellemiş­
tir. Seçimlere bir ay kala düzenlenen yasa, muhalefet partilerinin
karma liste oluşturma şansını ortadan kaldırmış ve CHP-CMP-
HP ittifakı başlamadan sona ermiştir.
DP, 1957 seçimleri öncesinde muhalefet partilerinin radyo­
dan propaganda yapmalarını da engellemiş, buna karşın kendisi
seçim günü de dahil olmak üzere radyodan seçim propaganda­
sı yapmaya devam etmiştir. Bu hakkın muhalefetin kullanımına
kapanmasıyla ilgili Menderes şu açıklamayı yapmıştır: “Rad­
yoda konuşmanın, meydanlarda konuşmanın adabını öğrene­
lim. Ondan sonra bak isteyelim. Bugün muhalefet partileri işte
bu sebepten devlet radyosunu kullanmaktan mahrumdurlar. ”
Menderes’in bu açıklaması onun “demokrasi” anlayışını ortaya
koyması bakımından dikkat çekicidir.
1957 seçimlerinde DP oyların %48’ini, CHP ise % 41’ini al­
mıştır.751 DP yavaş da olsa erimeye başlamıştır.
1957 genel seçimlerinden hemen sonra, 27 Aralık 1957’de
Meclis İç Tüzüğü’nde yapılan değişiklik uyarınca, TBMM ça­
tısı altında bile muhalefet faaliyetleri engellenirken, basının da
TBMM’nin çalışmaları hakkında yapacağı haberler kısıtlanmıştır.
1958’de Türk ekonomisinin krizin eşiğine gelmesi üzerine
DP, IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmalarını kabul etmek zo­
runda kalmıştır. 4 Ağustos 1958’de istikrar önlemleri alınmış ve
dolar 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarılmıştır. Enflasyonu dizginlemek
için KİT ürünlerine zam yapılmıştır. İstikrar önlemleri ve ağır
devalüasyon halkı perişan etmiştir.
Bu ekonomik sıkıntıların yarattığı hoşnutsuzluğun partiye
yönelmesini engellemek için olsa gerek, DP 1958 güzünde çok
şiddetli bir baskı dönemi başlatmıştır. Bu sırada 14 Temmuz 1958
751 Osman Bölitkbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi de 4 ’er
milletvekili çıkarmıştır.

352
Irak Devrimi, DP iktidarında bir darbe veya devrimle alaşağı edil­
me korkusu başlatmıştır. Bu korku nedeniyle olsa gerek, ABD ile
zaten çok sıkı fıkı olan DP, 5 Mart 1959’da ABD ile karşılıklı
birer işbirliği paktı daha imzalamıştır. Paktlara göre, Türkiye’de
bir ayaklanma veya bir karışıklık olursa Türk hükümetinin isteği
üzerine ABD Türkiye’ye silahlı birlikler gönderecektir.752
Menderes, 6 Eylül 1958’de Balıkesir’de muhalefeti, Tür­
kiye’de Irak Devrimi’nin benzerini yapmak istemekle suçlamış
ve darağaçlarım hatırlatmıştır.
Menderes, Eylül’de İzmir’de Fransa’nın “demokratik dikta­
törü” De Gaulle düzeninden övgüyle söz etmiştir.
Menderes, 12 Ekim 1958’de Manisa’da muhalefetin “Kin ve
Husumet Cephesi”ne karşılık “Vatan Cephesi” kurulması çağrı­
sında bulunmuştur. Bu çağrının ardından faşist bir örgütlenmeyi
andırır şekilde ülkenin her tarafında Vatan Cephesi örgütleri ku­
rulmaya başlanmıştır. Vatan Cephesi’ne katılanların adları her
gün radyoda tek tek okunmuştur.
DP’nin ülkeyi hızla kutuplaştırmaya başlaması ve muhale­
feti susturma girişimlerinin artması üzerine muhalefet güç birliği
yapmış, 24 Kasım 1958’de HP, CHP ile birleşme kararı almıştır.

Milliyet İSTANBUL K İTA B E Y İ


P a z a rte si

13
1 9 5 8

Menderes’in Manisa, İnönü'nün İstanbul’daki konuşmalariyle


SÖZ DÜELLOSU TEKRAR BAŞLADI
Menderes "Millî birlik kurulmasının bir zaruret olduğunu,, söylerken İnönü de
"Gelecek seçimlerin dürüst şartlarla yapılması için teminat verilmesini,, isledi
Başvekil D.P. den C.H.P. lideri secim
oyrıtantara ve CHP
tilere kollarının açık
olduğunu tekrarladı

752 Akşin, age., s. 255.

353
Bu arada CHP 14. Kurultayı “İlk Hedefler” beyannamesini
kabul etmiştir. Bu beyanname bir tür demokratik açılım pake­
ti gibidir. Beyannamede, sosyal devlet, basın özgürlüğü, grev ve
sendika hakkı, ikinci meclis, anayasa mahkemesi, nispi temsile
dayanan seçim sistemi, özerk üniversite, yüksek yargıçlar kuru­
lu, devlet yayın araçlarının tarafsızlığı gibi ilkeler yer almıştır. Bu
ilkeler daha sonra 1961 Anayasası’mn iskeletini oluşturmuştur.
CHP “demokratik açılımdan” söz ederken “demokrasi” diye
diye iktidar olan DP, baskıcı ve diktatör bir yönetim sergilemiştir.
DP, muhalefet liderlerinin yurtta dolaşmalarına bile taham­
mül edemeyecek duruma gelmiştir. Bu yöndeki baskılara daha
1952’de başlamışlar. İnönü’nün 1952’deki Ege gezisi sırasın­
da İzmir’de kişisel müdahaleler, Akhisar ve Manisa’da DP’nin
organize ettiği protesto gösterileri yapılmıştır. 8 Ekim 1952’de
İnönü’nün Balıkesir gezisi öncesinde, kentin dışında İnönü’yü
karşılayan vali, olaylar çıkacağını, olanlardan sorumlu olmaya­
cağını, kendisini koruyamayacağını bildirmiştir. Bunun üzerine
İnönü kente girmekten vazgeçmiştir. 18 Nisan 1954’te İnönü,
Mersin’deki açık hava toplantısı sırasında DP’lilerin saldırıların­
dan kurtulabilmek için yüksekçe bir duvardan atlamak zorun­
da kalmıştır. 30 Nisan 1959’da İnönü, Uşak’ta Kurtuluş Savaşı
karargâhı olan evi ziyaret etmek istemiş ama Uşak valisi bu isteği
kabul etmemiştir. Emniyet müdürü ve Jandarma komutanının
valiyi görevden almaları sonunda İnönü kente girebilmiştir. O
gece DP’li partizanlar toplanmıştır. Ertesi gün İnönü otomobi­
linden inip kalabalığın arasından geçerken başına gelen bir taşla
yaralanmıştır. Uşak valisi İlhan Engin’in ve DP örgütünün İs­
met Paşa’ya yönelik tertipleri boşa çıkmıştır. Ancak DP il ve ilçe
başkanlarının Uşak Cumhuriyet Savcılığı’na şikayetleri üzerine
CHP Merkez İlçe Başkanı Muzaffer Mert, Gençlik Kolu Baş­
kanı Cemal Uçoğlu ve arkadaşları hakkında DP’ye hakaretten,
“ T o p la n tı ve G ö s te ri Y ü rü y ü şle ri K a n u n u ”na muhalefetten dava
açılmış, “Su çü stü K a n u n u ”na göre yürütülen dava gece geç saat­
lerde beraatla sonuçlanmıştır.753 Eylül 1959’daki Geyikli Olayla­

753 Ali Rıza Akbıyıkoğlu, Demokrasi ve İsmet Paşa, Ankara, 1986, s. 54.

354
rı (CHP ekibine yapılan saldırıdan sonra CHP yetkilileri bölgeye
girmiş ancak basının olayla ilgili haber yapması yasaklanmıştır)
ve 2 Nisan 1960’ta Kayseri’de CHP’nin Tarım Kredi Koopera­
tifleri seçimlerini kazanmasının ardından patlak veren çatışma,
durumu iyiden iyiye kritik bir hale getirmiştir. Durumu incele­
mek için Kayseri’ye hareket eden İnönü’ye engel olunmuştur.
DP, İzmir’de CHP’nin bütün etkinliklerini engellemiştir. DP’li
partizanlar D e m o k r a t İz m ir gazetesini yakmışlardır. 4 Mayıs’ta
İnönü, İstanbul’da havaalanından kente gelirken Topkapı’da
toplanan taşlı sopalı DP’li partizanların saldırısına uğramıştır.754
Bütün bunlar da yetmemiş 26 Şubat 1960 tarihinde CHP
Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Uşak olayları ile ilgili olarak
6761 sayılı “ T o p la n tı ve G ö s te ri Y ü rü y ü şle ri K a n u n u ”na mu­
halefetten dolayı dokunulmazlığının kaldırılması amacıyla ha­
zırlanan Başbakanlık Tezkeresi TBMM’ye gönderilmiştir. Uşak
C. Savcılığı’nın 21 Temmuz 1960 tarihli ve karar 960/479, Hz.
960/808 sayılı kararı ile İsmet İnönü hakkında takipsizlik kararı
vermiştir.755

İg ş Hı—TT.-r.r.r;.
Ü A K S-■■■■«»■A*«__________
M^ .— nrfm
Treni H im m etdede'de Vali Muavini ve J.K um andanı tarafından durdurulan

İnönü dün Kayseri’ ye sokulmak istenmedi


2 saat 55 dakika sûren sert m ünakaşalarda "örfi idare ilân e ltin iz m i? „ [
diye soran CHP lideri İnönü, Kayseri'de 50 bin kişi taralından karşılandı

DP, provakatif eylemlerle CHP’yi durduramaymca kanun


gücüne başvurmuştur. DP Grubu, 12 Nisan 1960’ta CHP’yi “si­
lahlı ve düzenli ayaklanmalar” hazırlamakla, bir kısım basını
754 Akşin, age., s. 257.
755 Akbıyıkoğlu, age., s. 105.

355
da bunu desteklemekle suçlayarak üç ay içinde bir “Tahkikat
Komisyonu” kuracağını bildirmiştir. 16 Nisan’da “Tahkikat Ko­
misyonu” kurulmuştur. Tamamı DP’li olan 15 kişilik komisyon
ilk aşamada üç şeyi yasaklamıştır:
1. Partilerin tüm etkinlikleri,
2. Komisyonun etkinlikleri ile ilgili yayınlar,
3. TBMM’de komisyon konusundaki görüşmeler ve bunlar
hakkmdaki yayınlar...
Ancak faşist ülkelerde olacak şekilde muhalefetin ve basının
susturulması amacıyla Tahkikat Komisyonu’nun kurulması üzerine
İsmet İnönü mecliste yaptığı konuşmada; “ B u d em okra tik rejim i
istikam etinden ayırıp baskı rejim i haline götürm ek tehlikeli b ir şey­
dir. B u yolda devam ederseniz ben de sizi k u rta ra m a m ... Şartlar
tam am olduğu zam an m illetler için ihtilal m eşru haktır, ” 756 demiştir.
DP durmak bilmemiş, muhalefet ve basın üzerindeki baskıyı da­
ha da arttırmak için 27 Nisan 1960’da “Tahkikat Ko-misyonu”na
olağanüstü yetkiler tanıyan bir kanun çıkarmıştır. Bu kanun, ko­
misyona her türlü yayınları yasaklama, süreli yayınları ve basımev-
lerini kapatma, soruşturmanın seyri sırasında önlem kararları alma
ve bu amaçla hükümetin bütün olanaklarından yararlanma yetkisi
vermiştir. Komisyonun önlem kararlarına “her ne suretle olursa ol­
sun” karşı çıkanlar 1-3 yıla kadar ağır hapis cezasına, gizli soruş­
turmalar konusunda açıklama yapanlar 6 ay ile 1 yıl arasında hapis
cezasına çarptırılacaklardır. Tahkikat Komisyonu, 27 Nisan 1960
tarihinde 7469 sayılı “ T B M M T a hk ika t E n cü m en lerin in Vazife ve
Salahiyetleri H a k k ın d a K a n u n ” ile, anayasaya aykırı biçimde, mec­
lis ve mahkemeleri de aşan yetkilerle donatılmıştır.757

7 56 Akşin, age., s. 258.


757 İşte Tahkikat Komisyonu’nun o yetkilerinden bazıları: “M ad d e 1 - Türkiye
Büyük M illet M eclisi T ahkikat encüm enleri ve naib olarak vazifelendirecekleri
tali encüm enler; Ceza M uhakem eleri Usulü Kanunu, A skerî M uhakem e Usulü
Kanunu, Basın Kanunu ile diğer kanunlarda Cumhuriyet M üddei Umumisine,
sorgu hâkim ine, sulh hâkim ine ve ask erî adlî âmirlere tanınmış olan bilcüm ­
le hak ve salâhiyetleri haizdir. M ad d e 2 - Türkiye Büyük M illet M eclisi T ahki­
kat encümenleri;
a) T ahkikatın selâm etle cereyanım temin m aksadıyla her türlü neşriyatın yasak
edilmesine,

356
İnönü, bu kanunu şöyle eleştirmiştir: “B iz tedbiri aldık. B u
tedbiri yü rü teceğ iz, d iyo rsu n u z. G a y rim e şru baskı rejim in e girm iş
olan idarelerin h ep si b öyle dem iştir. B u tedbire teşebbüs eden bas­
kı tertipçileri za n n ed iyo rla r k i: T ü r k m illetinin K o r e m illeti k ad a r
haysiyeti yoktur. ” 7SS*7
8
5
Bu konuşması üzerine meclis İnönü’ye 12 oturum meclise
katılmama cezası vermiştir.759
Tahkikat Komisyonu, ilk kararlarını 19 Nisan günü ka­
muoyuna duyurmuştur. 1 numaralı tebliğ ile vazife taksimini
gerçekleştiren Komisyon, 2 numaralı tebliğ ile partilerin ve ye­
rel teşkilatların her türlü toplantı ve kongreleri yasaklanarak
siyasi faaliyetlerini durdurmuş, 3 numaralı tebliğ ile de Tahki­
kat Komisyonu’nun bizzat yapacağı bilgilendirmeler haricinde,
Komisyon’un toplantıları, kararları ve bu kararlara ilişkin yo­
rumları içeren her türlü yayınını yasaklamıştır.
DP’nin Tahkikat Komisyonu’nu kurup ülkedeki bütün öz­
gürlükleri yok etmek için hareket ettiği 1960 baharında önce
üniversite gençliği DP’ye başkaldırmıştır. 28 Nisan’da İstanbul
Üniversitesi öğrencileri, polisi çaresiz bırakacak derecede bü­
yük bir gösteri yapmıştır. Ordu birliklerinin çağrıldığı gösteride
1 öğrenci ölmüş 40 kişi de yaralanmıştır. Ertesi gün Ankara’da
Hukuk ve Siyasal Bilgiler öğrencileri gösterilere başlamıştır. 21
Mayıs günü de Harp Okulu öğrencileri Atatürk Bulvarı’nda yü­
rüyüş yapmıştır.760
b) N eşir yasağına riayet edilm em esi halinde m evkute veya gayrim e 'kutenin
tabı veya tevziinin m en’ine,
c) M evkute veya gayrimevkutenin toplatılm asına, mevkutenin neşriyatının ta­
tiline veya m atbaanın kapatılm asına,
ç) T ahkikat için lüzumlu görülen veya sübut vasıtalarından olan her türlü ev­
rak, vesika veya eşyanın zaptına,
d) Siyasi m ahiyet arz eden toplantı, hareket, gösteri ve em sali faaliyetler h a k ­
kında tedbir ve karar alm aya,
e) T ahkikatın selâm etle intacı için lüzumlu göreceği bilcüm le tedbir ve karar­
ları ittihaz etm eye ve Hükümetin bütün vasıtalarından istifade eylem eye, dahi
salahiyetlidir”.
758 Kore diktatörü Rhee, öğrenci ve halk gösterileri karşısında 21 Nisan 1960’ta
istifa etmek zorunda kalmıştır (Akşin, age., s. 258).
759 Akşin, age., s. 258, Akbıyıkoğlu, age., s. 135.
760 Akşin, age., s. 259.

357
... n
tvn
AKSAM H
AK
JDİNİ- [
lUR
’MD
ili
i

Siyasî faaliyetler durduruldu


Dün kurulan 15 kişilik D P Tahkikat Komisyonu çalışmaya başladı ve
tahkikat sonuna kadar kongrelerle her türlü parti toplantılarını menetti
’ " ' " I — K o m i s y o n . t a h k i k a t a k o n u , . j r p' •« y s fm \
o la n m a d d e l e r le H a ili h er : j 'O '
İ L t jy ÎF İf tü rlü y a y ı n a d a y a s a h h o y d u ^ - y jf
""*****•
NUMARALI•
T EB LİĞ
J» TEBLİĞ

I t 1
Numaralı

Anlayacağınız DP, “demokrasi” diye diye “demokrasi düş­


manlığı” yaparak Türkiye’yi 27 Mayıs 1960 darbesine doğru
sürüklemiştir.761
Ali Rıza Akbıyıkoğlu, “D e m o k r a s i ve İsm e t P a şa ” adlı ki­
tabında “D e m o k ra t P a rti’n in Z ih n iy e t i” başlığı altında DP’nin
demokratlığını şöyle özetlemiştir:
“D P iktid a rı a rtık yasalara bağlı ka lm a k, k e n d i d ışın d a k a ­
lanlara hayat h a k k ı ta nım a k n iyetin d e değildir. M u h a le fe ti et­
k isiz b ıra k m a k, basını sin d irm e k , ‘d ik e n siz g ü l b a h ç e si’ ya ra t­
m a k em elindedir. İ n ö n ü ’n ü n değişiyle, ‘ik tid a r ç o k p a rtili hayat
ta rzım b en im sem em iştir.’ B a şın d a n itibaren sü re k li b ir ik tid a rın
y o lla rın ı aram ıştır.
DP liderleri, m u h a lefette b u lu n d u k la rı d ö r t y ıl b o y u n ca
ağızlarına sa k ız ettik leri ‘A n tid e m o k ra tik K a n u n la r ’ sloganını
tam am ıyla unutm uşlar, gericiliğe ö d ü n vererek h alkı k a n d ırm a ­
n ın y o lu n u tutm uşlardır. A ta t ü r k ’ün T ü rk ç e le ştird iğ i ezanın , ik ­
tid a rla rın ın daha ilk g ü n lerin d e A ra p ç a o k u n m a sın ı sağlam ıştır.
A n a ya sa n ın dilini, tek ra r 1 9 2 4 ‘Teşkilat-ı E s a siy e K a n u n u ’n un
d ilin e çevirm işlerdir.

761 DP’nin ne kadar “demokrat” olduğunu görmek için bkz. Şevket Çizmeli, Men­
deres Demokrasi Yıldızı, 2. bas., Ankara, 2007.

358
C H P m u h a lefetin in gazetesi, m atb a a sı ve m a lla n elin d en
alınm ıştır.
H e r seçim , b ü y ü k ço ğ u n lu k la k a za n ılm ış o lm asına rağm en,
iktid a rın b a şla rın ı daha ç o k h ırçın la ştırm ış; seçim ve basın y a ­
salarında ya p ıla n d eğ işik liklerle m em le k etin havası daha fazla
ağırlaştırılm ıştır. V e rd ik leri o y la r y ü z ü n d e n iller, ilçeler ceza la n ­
dırılm ıştır.
T ek p a rtili d ö n e m in M illi Ş e f ’i ik en ü lk e d e ç o k p a rtili d e­
m o k ra tik hayatı başlatan İn ö n ü , B a şb a k a n M e n d e re s tarafın dan
‘M illi M ü n a f ık ’ ola ra k tanım lanm ış, d eğ işken m iza cına g ö re,
p a rtile r a ra sın d a zam an zam a n estirdiğ i ‘b a h a r havası kısa a ra ­
larla yin e k en d isi tarafın dan b o zu lm u ştu r.
M ille ti ik iy e b ö len ‘Vatan C e p h e s i’ ica d ı D P adına, en a z ın ­
dan k o r k u n ç b ir so ru m su z lu k ö rn eğ i olm uştur. S ü re k li b ir ik ti­
d a rın tek engeli g ö rü le n C H P G e n e l B a şk a n ı İsm e t İ n ö n ü ’n ün
y o k ed ilm esi d ü şü n c e ve g irişim leri de d e m o k ra si ta rih im ize kara
b ir leke ola ra k geçm iştir.
İşin ilginç yö n ü , b ütü n bu ano rm a lliklerin, A ta tü rk ilke ve in ­
kılaplarından sapm aların ‘A ta tü rk sen i sevm ek m illi ibadettir,’ d i­
yen C ela l B a y a r’ın cu m h urb a şka n lığı d ö n e m in d e m eydana g elm e­
sidir. B a y a r D P ru m u zlu bastonla y u rt gezilerine çıkm a kta n, ‘M u ­
haliflerim izi ka rın ca g ibi ezeceğiz’ d em ek ten çekin m em iştir.” 762
Gerçek demokrasinin olmazsa olmazı “tam bağımsızlık” ve
“laiklik” konusunda akıl almaz tavizler veren, özgür iradesiyle
hareket edip karar veren bilinçli ve aydınlanmış bireyler yetiştiren
Halkevlerini, Halkodalarını ve Köy Enstitülerini kapatan, feodal
yapıya son vermek amacıyla hazırlanan toprak reformuna karşı
çıkan, muhalefeti ve basını susturmak için “Tahkikat Komisyo­
nu” kuran, ana muhalefet liderinin seçim gezilerini, radyo konuş­
malarını engelleyen DP’nin “demokrat” olduğunu iddia etmek
için ancak İkinci Cumhuriyetçi veya karşı devrimci olmak gerekir!

2. cildin sonu

762 Akbıyıkoğlu, age., s. 107-108.

359
K ayn akça

Afet, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Devlet Matbaası, İstanbul,


1931.
Ahmet Cevat, “ B ü y ü k G a z i ve M ille t ” , Muhit, no:3, s. 162.
Akarsu, Bedia, Atatürk Devrimi ve Temelleri, 3. bas., İstanbul,
2003.
Akbıyıkoğlu, Ali Rıza, Demokrasi ve İsmet Paşa, Ankara, 1986.
Akçam, Alper, Anadolu Rönesansı Esas Duruşta, Ankara, 2009.
Aksoy, Suat, “A ta t ü r k ’ü n T o p ra k R e fo rm u n a İlişk in G ö r ü ş le r i”,
Ata’nın Anısına Doğumunun 100. Yılında Tarım Semineri,
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 12-16 Ekim 1981, An­
kara, 1982, s. 42.
Akşam gazetesi, 18 Haziran 1934.
Akşin, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, 2007.
Akşin, Sina, Türkiye Önünde Üç Model, İstanbul, 1997.
Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1982.
Anğı, Hacı, Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi, İstanbul, 1983.
Anonim, Halk Okuma Kitabı, Tarım ve Kültür Bakanlığı Köy
Eğitmeni, Tarım ve Kültür Bakanlığı Köy Eğitmeni Yetiştirme
Kursları Neşriyatı, S. 23. İstanbul, 1928.
Anonim, Köy Eğitmenleri Kanun ve Talimatnamesi, Kanun No:
3238.
Anonim, Köy Kıraati, Devlet Matbaası, İstanbul, 1928.
Arar, İsmail, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, Eylül 1997.
Arar, İsmail, Hükümet Programları 1920-1965, İstanbul, 1966.
Araş, Tevfik Rüştü, Vatan gazetesi, 21 Temmuz 1944.

361
Aşkın, Sait, “ A ta tü rk D ö n e m in d e D o ğ u A n a d o lu , (1 9 2 3 -1 9 3 8 ) ”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S. 50, C 17, Temmuz,
2011 .
Atatürk, Mustafa Kemal, Medeni Bilgiler, 2. bas., Toplumsal Dö­
nüşüm Yayınları, İstanbul, 2010, s. 128, 130 (Afet İnan’dan
günümüz Türkçesine çeviren Neriman Aydın).
Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk, hzl. Bilge Bahadır, İstanbul,
2002 .
Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 30 Cilt, İstanbul,
1998-2011.
Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, Anıtkabir Derneği Yayınları, 24
cilt, Ankara, 2001.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 1, İstanbul, 1945, Ankara,
1961, Ankara 1997.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C 2, 3, Ankara, 1959.
Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, C 4, Ankara,
1964.
Atay, Falih Rıfkı, “ G a z i ’n in D ü s t u r la r ı”, Hâkimiyet-i Milliye
gazetesi, 1 Şubat 1931.
Atay, Falih Rıfkı, Atatürk Ne İdi, İstanbul, 1980.
Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2009.
Avar, Banu, Kaçın Demokrasi Geliyor, İstanbul, 2011.
Avar, Sıdıka, Dağ Çiçeklerim, Öğretmen Dünyası Yayınları, An­
kara, 1999.
Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, C.4, İstanbul, 2000.
Aybars, Ergun, İstiklal Mahkemeleri, 2. bas., İstanbul, 1998,
Ankara, 2009.
Aybars, Ergun, Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları, İs­
tanbul, 1998.
Aydemir, Şevket Süreyya, ikinci Adam, C 1, 9. bas., İstanbul, 1999.
Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam, C 3, 6. bas., İstanbul, 2000.
Aydemir, Şevket Süreyya, İkinci Adam, C 2, 7. bas., İstanbul,
2000 .

362
Aydemir, Şevket Süreyya, Tek Adam, C 3, 22. bas., İstanbul, 2007.
Aydoğan, Metin, Atatürk ve Türk Devrimi, “Ülkeye Adanmış Bir
Yaşam, 2 ”, 10. bas., İzmir, 2008.
Aydoğan, Metin, Türkiye Üzerine Notlar, 1923-2005, 14. bas.,
İzmir, 2005.
Aym Tarihi, Eylül 1938, S. 58, s. 19-22, Haziran 1936, S. 30,
s. 67, Ocak 1936, S. 25, s. 25 vd, Temmuz 1938, S. 55, s. 9.
Babuş, Fikret, “T ü r k iy e ’d e İsk â n v e T o p ra k S o r u n u ” , Teori der­
gisi, S. 218, Mart 2008, s. 53.
Babuş, Fikret, Osmanh’dan Günümüze Etnik-Sosyal Politikalar
Çerçevesinde Göç ve İskân Siyaseti ve Uygulamaları, Ocak
2006.
Baltacıoğlu, İsmayıl Hakkı, Halkın Evi, Ankara, 1950.
Banoğlu, Niyazi Ahmet, Nükte, Fıkra, Çizgilerle Atatürk, İkinci
kitap, Yeni Tarih Dünyası Özel Sayısı, İstanbul, 1954.
Barkan, Ömer Lütfi, “ Ç iftçiyi T opra klan d ırm a K a n u n u ve T ü rk iy e ’
de Z ira i B ir R e fo rm u n A n a M esele leri”, İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi Mecmuası, C 6, S. 1-2, Ekim 1944-Ocak 1945,
s. 60.
Barkan, Ömer Lütfi, Türkiye’de Toprak Meselesi: Toplu Eserler
1, İstanbul, 1980.
Başaran, Mehmet, Özgürleşme Eylemi, Köy Enstitüleri, 4. bas.,
İstanbul, 2006.
Başgöz, İlhan, “ T ü r k iy e ’d e L a ik liğ in T a rih sel ve S o sy a l K ö k le ­
r i ” , Bilanço 1923-1998, 10-12 Aralık 1998.
Bayar, Celal, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 1954.
BCA (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi), FK: 30.18.1.2, YN:
8.8.9, T: 12.2.1930.
BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 14.67.14, T: 15.10.1930.
BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 9.13.16, T: 23.3.1930.
BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 15.76.13, T: 17.11.1930.
BCA, FK: 30.18.1.2, YN: 88.82.2, T: 25.8.1939.
BCA, FK: 30.10.0, YN: 159.113.22, T: 15.8.1938.

363
BCA, FK: 30.10.0, YN: 159.114.18, T: 13.1.1937.
BCA, FK: 30.10.0, YN: 158.110.1, T: 18.10.1935.
BCA, FK: 30.10.0, YN: 71.466.85, T: 30.7.1937.
BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 5.14.3, T: 30.4.1922.
BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 6.43.4, T: 5.1.1923.
BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 11.46.2, T: 2.10.1924.
BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 9.27.9, T: 28.5.1924.
BCA, FK: 30.18.1.1, YN: 11.43.15, T: 17.9.1924.
BCA, FK: 30.10, YN: 119.837.17, T: 5.1.1931.
BCA. Karton No: 030.18.1/5.45.17.
Belge, Murat, “ M u sta fa K e m a l ve K e m a liz m ” , Modern Tür­
kiye’de Siyasal Düşünce, C 2, İstanbul, 2002.
Berkes, Niyazi, Unutulan Yıllar, ed. Ruşen Sezen, 3. bas., İstan­
bul, 2005.
Birgen, Muhittin, “ A ta t ü r k ’ü S e v iy o rsa k ” , Son Posta gazetesi,
15 Kasım 1938.
Birgen, Muhittin, “ C ela l B a y a r ’m Ü çü n cü P la n ı” , Son Posta ga­
zetesi, 22 Eylül 1938.
Birinci, Ali, Flürriyet ve İtilaf Fırkası, İstanbul, 1990.
Borak, Sadi, Atatürk, Gençlik ve Flürriyet, İstanbul, 1998.
Bozdağ, İsmet, “ A ta t ü r k ’ü n S o fra s ı” Günaydın gazetesi, 1975.
Bozkurt, Mahmut Esat, “Öz T ü r k K ö y lü le r i” , Anadolu dergisi,
İkinciteşrin (Kasım) 1939.
Bozyiğit, A. Esat, Türk Yazınında Ankara, Ankara, 2000.
C.H.P. Halk Evleri Öğreneği, Ankara, 1935.
Caporal, Bernard, Kemalizm Sonrası’nda Türk Kadını, 3, İstan­
bul, 2000.
Cılızoğlu, Tanju, Kader Bizi Una Değil Üne İtti: Çağlayangil’in
Anıları, İstanbul, 2000.
Coşkun, Bekir, “ A ta tü rk ’ü n K ö p e ğ i” , Hürriyet gazetesi, 30 Ocak
2000 .
Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C 5, s. 1203.

364
Cumhuriyet gazetesi, 2 Aralık 1925, 19 Aralık 1930, 4 Ekim
1930, 27 Mayıs 1932, 25 Temmuz 1948, 3. Haziran, 1952,
10 Kasım 1961.
Cunbur, Müjgan, “A ta tü rk D ö n e m in d e K a d ın E ğ it im i ”, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, S. 23, C 8, Mart 1992.
Çavdar, Tevfik, “ H a lk e v le r i” , Cumhuriyet Dönemi Türkiye An­
siklopedisi, C 4, s. 878-879.
Çavdaroğlu, Hüseyin Avni, Öncesi ve Sonrası ile Lozan, İstan­
bul, 2011.
Çeçen, Anıl, Halkevleri, Ankara, 1990.
Çiller, Selahattin, Atatürk İçin Diyorlar ki, 4. bas., İstanbul, 1981.
Çizmeli, Şevket, Menderes Demokrasi Yıldızı, 2. bas., Ankara,
2007.
Çolakoğlu, Elif, “ K ırs a l K a lk ın m a P ro je le rin e B ir Ç ö z ü m A r a y ı­
şı O la ra k K ö y - K e n t P r o je s i”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C
3, S. 6, 2007, s. 187-202.
Demirlika, İlirjana, Arnavutluk Kaynaklarında Atatürk ve Türk
Devrimi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İÜ Atatürk İlkeleri
İnkılâp Tarihi Enstitüsü, İstanbul, 2001.
Dirik, K. Doğan, Vali Paşa Kazı Dirik, “Bandırma Vapuru’ndan
Halkın Kalbine”, İstanbul 2008.
Diyarbakır İl Yıllığı, Ankara, 1973.
Doğanay, Rahmi, “ 1 9 3 0 -1 9 4 5 D ö n e m i D o ğ u A n a d o lu B ö lg e ­
sin d e U yg u la n a n S a n a yi P o litik a la rı” ,
Fırat Üniversitesi Sos­
yal Bilgiler Dergisi, C 10, S. 2, Elazığ, 2000, s. 229, 230.
Dorukan, Ayşe, Cumhuriyetin Çağdaşlaşma Düşüncesinin Ya­
şama ve Mekana Yansımaları: Halkevi Binaları Örneği, İTÜ
Fen Bilimleri Enstitüsü, Bina Bilgisi Programı, Yayımlanma­
mış Doktora Tezi.
Duverger, Maurice, Siyasi Partiler, çev. Ergun Özbudun, 2. bas.,
Ankara, 1986.
Ecevit, Bülent, “ K ö y lü M ille tin E f e n d is i O lm a lıd ır ” , http://
www.dsp.org.tr. (Erişim tarihi: 28.05.2002).

365
Egeli, Münir Hayri, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İstanbul,
1954.
Eralp, Perran, Ülkü Dergisi, C 3, S. 136, s. 8-11.
Erdost, Muzaffer İlhan, Küreselleşme ve Osmanlı Millet Modeli
Makasında Türkiye, İstanbul, 1998.
Erdost, Muzaffer, “T o p ra k R e fo rm u n u n Ü lk e m izin T o p lu m sa l
E k o n o m ik ve Siya sa l Y a p ısın d a k i Y e ri”, Toprak Reformu
Kongresi 1978, Ankara 1978, s. 207.
Erdönmez, Cihan, “ K ö y k e n t: O lu m lu ve O lu m s u z Y ö n leriy le
B ir K ırsa l k a lk ın m a P ro je sin in Ç ö z ü m le n m e s i” , Süleyman
Demirel Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Ser: A, Sayı:2,
Yıl: 2005, s. 35-51.
Ergin, Feridun, Ali İktisat Meclis Raporları, Yaşar Eğitim Kültür
Vakfı Yayınları, No: 1.
Eroğlu, Hamza, Atatürkçülük, Ankara, 1981.
Es, Hikmet Feridun, “ Sıd ık a A v a r ” , Hayat dergisi, 1957.
Falih Rıfkı, “ Ş e f ve D ik t a t ö r ”, Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 4
Ocak 1931.
Feyzioğlu, Turhan, Türk Milli Mücadelesi’nin ve Atatürkçülü­
ğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği, İstan­
bul, 1989.
Fotoğraflar; ATATÜRK, hzl. Mehmet Özel, T.C. Kültür Bakan­
lığı Yayınları, Ankara, ty.,
“ G A P ’ın T a rih ç e si”, TC Başbakanlık Güneydoğu Anadolu Pro­
jesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı İnternet Sitesi, (http://
www.gap.gov.tr/gap/gap-in-tarihcesi).
Gentizon, Paul, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, çev. Fethi
Ülkü 3. bas., Ankara, 1997.
Girdi, İsmet, Atatürk Cumhuriyeti, İstanbul, 1984.
Glasneck, Johannes, Türkiye’de Faşist Alman Propagandası, çev.
Arif Gelen, Ankara, 1976, s. 202.
Goloğlu, Mahmut, Demokrasiye Geçiş, İstanbul, 1982.
Goloğlu, Mahmut, Devrimler ve Tepkileri, “Türkiye Cumhuri­
yeti Tarihi, 1924-1930”, İstanbul, 2007.

366
Gökçen, Sabiha, Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, hzl.
Oktay Verel, İstanbul, 1982.
Göksel, Burhan, “A ta tü rk ve K a d ın H a k la r ı ” Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, S. 1, C 1, Kasım, 1984.
Göksel, Burhan, “A ta tü rk ve T ü r k Ç o c u ğ u n u n E ğ itim ve Ö ğ r e ­
t i m i , Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 71, Ağustos 1973.
Gözler, H. Fethi, Atatürk İnkılâpları, Türk İnkılâbı, İstanbul,
1985.
Granda, Cemal, Atatürk’ün Uşağı’nın Gizli Defteri, drl. Turhan
Gürkan, İstanbul, 1971.
Grassi, Fabio L., Atatürk, çev. Eren Yücesan Cenday, İstanbul,
2009.
Gümüşoğlu, Firdevs, Ülkü Dergisi ve Kemalist Toplum, İstan­
bul, 2005.
Güner, Zekai - Kabataş, Orhan, Milli Mücadele Dönemi Beyan­
nameleri ve Basını, Ankara, 1990.
Gürer, Turgut, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, Cepheden
Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl, İstanbul, 2006.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 7 Şubat 1926, 24 Aralık 1926, 3
Aralık 1930, 5 Aralık 1930, 20 Aralık 1930, 26 Aralık 1930,
31 Mart 1930, Temmuz 1930, 2 Şubat, 1931, 26 Nisan 1931,
28 Ekim 1932.
Hanri Benazus Koleksiyonu; “S o fy a ’da A s k e r i A ta şey k e n A r k a ­
d a şla rıyla ” , wwvy.isteataturk.com. 27 Mart 2010.
I. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 7, C 17, 18.
İdeal Cumhuriyet Köyü, http://www.cumhuriyetkoyu.org/.
İlhan, Attilâ, Hangi Atatürk, İstanbul, 2010.
İnalcık, Halil, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul, 2007.
İnan, A. Afet, “A ta tü rk ve C u m h u riy e t İd a r e s i ”, Atatürkçülük
Nedir?, Ankara, 1963.
İnan, A. Afet, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Kazanılması,
İstanbul, 1968,
İnan, A. Afet, Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bi­
rinci Sanayi Planı 1933, Ankara, 1972, Ek 7.

367
înan, A. Afet, İzmir İktisat Kongresi 17 Şubat-4 Mart 1923, An­
kara, 1989.
İnan, A. Afet, Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları,
2. bas., Ankara, 1991.
İnan, A. Afet, Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Sanayi Planı, Ankara,
1973.
İnan, Ali Mithat, Atatürk’ün Not Defterleri, Ankara, 1998.
İnce, Erdal, Türk Siyasal Yaşamında Çiftçiyi Topraklandırma
Kanunu, İstanbul, 2009.
İnci, İbrahim, “A ta tü rk D ö n e m i T ü r k iy e s i’n d e T o p ra k M ü lk iy e t
D a ğ ılım ı İle İlg ili B a z ı D ü z e n le m e le r,” A. Ü. Türkiyat Araş­
tırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2010, s. 357.
İnönü, İsmet, Aziz Atatürk, Ankara, 1963.
İnönü, İsmet, Söylev ve Demeçler, İstanbul, 1946.
İpekçi, Abdi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul, 1981.
Kal, Nazmi, Atatürk’le Yaşadıklarını Anlattılar, Ankara, 2001.
Kansu, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le
Beraber, C 1, 4. bas., Ankara, 1997.
Kaplan, Leyla, Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını
(1908-1960), Ankara, 1998.
Karal, Enver Ziya, “A ta tü r k , S iy a set A h la k ı v e S iy a si P a rtile r” ,
Atatürkçülük Nedir? 1963.
Karal, Enver Ziya, Atatürk ve Devrim, Ankara, 1980.
Karal, Enver Ziya, Atatürk’ten Düşünceler, İstanbul, 1981.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C 8, Ankara, 1962.
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Atatürk, 4. bas., İstanbul, 1971.
Karlıklı, Yücel, Türk Devriminin Temel Belgeleri, “Siyasal Bel­
geler, Anayasalar, Yasalar”, İstanbul, 2010.
Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul, 1996.
Kaya, B. Şükrü “H alkevlerinin A çılış kon fera n sı” , “Ülkü-Halkevle-
ri Dergisi”, C 11, S. 61 (Mart 1938), s. 1.
Kaymakçı, Mustafa, “ B u R a k a m la r T am Y ılm a z Ö z d i l ’lik ” ,
www.odatv.com. 02 Kasım 2010.

368
Kaynar, Reşat- Sakaoğlu, Necdet, Atatürk Düşüncesi, İstanbul,
1995.
Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul, 1954.
Kırby, Fay, Türkiye’de Köy Enstitüleri, 2. bas., Ankara, 2000.
Kıvanç, Halit, “İlk K a d ın T a y ya re cim iz Sa b ih a G ö k ç e n ” , Milli­
yet gazetesi, Yıl 7, S. 2356, 6 Aralık 1956, s. 4.
“ K ız la r İ H L ’de E rk e k le ri G e ç t i” , Milliyet gazetesi, 9 Şubat 2008.
Kinros, Lord, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, 12. bas,
İstanbul, 1994.
Kinross, Lord, Atatürk, The Rebirth of a Nation, London, 1964.
Kocatürk, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kro­
nolojisi, Ankara, 1981.
Kocatürk, Utkan, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999.
Komisyon, Zeitgeist Ne Anlatıyor?, İstanbul, 2010.
Kut, Dursun, “ K in y a s A ğ a K ö y E n s titü le r in i N a sıl K a p a ttır d ı” ,
Cumhuriyet gazetesi, 20 Temmuz 1996
Mechin, Benoit, Kurt ve Pars, çev. Ahmet Çuhadar 2. bas., İs­
tanbul, 2001.
Meydan, Sinan, Atatürk ile Allah Arasında, “Bir Ömrün Öteki
Hikâyesi”, 3. bas., İstanbul, 2009.
Meydan, Sinan, Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, İstanbul,
2010 .
Meydan, Sinan, “Atatürk’ü Doğru Anlamak İçin” Nutuk’un De­
şifresi, 2. bas., İstanbul, 2009.
Meydan, Sinan, Cumhuriyet Tarihi Yalanlan, 2. Kitap, İstanbul,
2011 .
Meydan, Sinan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 1. Kitap, İstanbul,
2010.
Mumcu, Uğur, 40’ların Cadı Kazanı, 20. bas., İstanbul, 1990,
s. 1 vd.
Mumcu, Uğur, Uyan Gazi Kemal, 3. bas., Ankara, 2004.
Mutlu, M. Ünal, “S ü m e rce ve E t r ü s k ç e A r k a ik T ü r k D ille r id ir ” ,
Tarihten Bir Kesit Etrüskler, 2-4 Haziran 2007, Bodrum,
Sempozyum Bildirileri, TTK Yayınları, Ankara, 2008, s. 120

369
Mütercimler, Erol, Fikrimizin Rehberi, İstanbul, 2008.
“ O k y a r H ü k ü m e ti P ro g ra m ı”, T.B.M.M. Kütüphanesi, 1930.
Ozankaya, Özer, Cumhuriyet Çınarı, Ankara, 1994.
Öcal, Mehmet, “A ta t ü r k ’ü n îd e a l C u m h u riy e t K ö y ü P ro je si, Ve­
n ü s P ro je s i O lm u ş ” , Eğitim Yuvası Formu, 30 Nisan 2011.
Öymen, Altan, “İm a m H a tip le r ve D in A d a m lığ ı” , Radikal ga­
zetesi, 9 Eylül 2006.
Özakıncı, Cengiz, “D e r s im ’d en T u n c e li’ye Y u rttaş H a k la rı D e v ­
rim i, D e rs im D e r s i ”, Bütün Dünya dergisi, S. 2010/01, 1
Ocak 2010, s. 62.
Özakman, Turgut, Cumhuriyet, “Türk Mucizesi”, 2. Kitap, 22.
bas., Ankara, 2010.
Özakman, Tugut, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele,
6. bas., Ankara, 2007.
Özalp, Kazım, “A ta tü rk ve C u m h u r iy e t” , Milliyet gazetesi, 29
Ekim 1963, s. 5.
Özalp, Reşit, Rakamlarla Türkiye’de Teknik ve Mesleki Öğre­
tim, Ankara, 1956.
Özbudun, Ergun “A ta tü rk ve D e m o k r a s i” , Atatürk, Araştırma
Merkezi Dergisi, S. 14, C 5, Mart 1989.
Özel, Sabahattin, Büyük Milletin Evladı ve Hizmetkarı Atatürk
ve Atatürkçülük, İstanbul, 2006.
Özerdim, Sami N., Yazı Devriminin Öyküsü, Ağustos 1998.
Özkaya, Orhan, “T o p ra k R e fo r m u , Ö z g ü rlü k B a ğ ım sızlık ve
G e r ç e k D e m o k ra s i D e m e k t ir ” , Teori dergisi, S. 237, Ekim
2009, s. 54.
Özkaya, Yücel, “A ta t ü r k ’ü n H u k u k A la n ın d a G e t ir d ik le r i ”,
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S. 21, C 7, Temmuz
1991.
Öztürk, Cemil, Atatürk Devri Öğretmen Yetiştirme Politikası,
Ankara, 1996.
Palaoğlu, Mustafa Kemal, Müdafaa-i Hukuk Saati, Ankara,
1998.

370
Palazoğlu, Ahmet Bekir, Atatürk Kimdir, “Atatürk’ün İnsanlı­
ğı”, C 2, Ankara, 2005.
Parmaksızoğlu, İsmet, İbn Batuta Seyahatnamesi’nden Seçmeler,
1000 Temel Eser, Ankara, 1981.
Pehlivanlı, Hamit, “ C u m h u riy e tin İlk Y ılla rın d a n G ü n ü m ü z e
D o ğ u ve G ü n e y d o ğ u A n a d o lu ’n u n M e se le le ri: “ Ö r n e k R a ­
p o rla r Işığ ın d a K a rşıla ştırm a lı B ir İn c e le m e ”, Yeni Türkiye,
S. 23-24, Eylül-Arahk 1998, s. 232-437.
Perinçek, Doğu, Atatürk’ün CHP Program ve Tüzükleri, İstan­
bul, 2008.
Perinçek, Doğu, Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu, “Kemalist Dev-
rim-7”, 2. bas., İstanbul, 2010.
Peruşev, P., Atatürk, çev. Naime Yılmaer, İstanbul, 1981.
Polat, Gülgün, Atatürk ve Kadın Hakları, Ankara, 1983.
R. von Kral, August, Kemal Atatürk’ün Ülkesi, “Modern Tür­
kiye’nin Gelişimi”, çev. S. Eriş Ülger, İstanbul, 2010.
Resmi Gazete, 15 Haziran 1945, Düstur, 3, Tertip, C 26.
Resmi Gazete, No: S.10228, 1959, S. 11513, 1963.
Sakin, Serdar, “M illi M ü c a d e le D ö n e m in d e A ta t ü r k ’ü n D e m o k ­
rasi A n la y ışı ve U yg u la m a la rı” , Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S. 16, yıl 2004/1, s. 236
Sarınay, Yusuf, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk
Ocakları -1912 -1931-, İstanbul, 1994.
Sertel, Zekeriya, Hatırladıklarım, 5. bas., İstanbul, 2001.
Sertoğlu, Mithat, “A m a sya P ro to k o lü ’n ü n Tam ve G e rçe k M e t ­
n i” , Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 3, İstanbul, 1967, s. 12.
Sevük, İsmail Habip, Atatürk İçin, Ankara, 1981.
Soyak, Haşan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, C 1, İstanbul, 1973.
Soyak, Haşan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul, 2004.
Soydan, Mahmut, “T ü r k iy e ’d e D ik t a t ö r Yo k tu r, O la m a z ” ,
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi, 26 Aralık 1930.
Sönmez, Turgut, “ K a d ın G iy im K uşa m ı ve A ta tü rk ” , Atatürk Haf­
tası Armağanı, ATEŞE Yayınları, 10 Kasım 2006. s. 152,153.

371
Streit, K. Clarence, Bilinmeyen Türkler-Mustafa Kemal Paşa,
Milliyetçi Ankara ve Anadolu’da Gündelik Hayat, Ocak-
Mart 1921- çev. M. Alper Öztürk, 2. bas., İstanbul, 2012.
Şanal, Mustafa, “A ta tü rk D ö n e m in d e K a y se ri H a lk e v i ve F a a ­
liyetleri (1 9 3 2 -1 9 3 8 )”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
Kasım 2006, S. 64-66.
Şapolyo, Enver Behnan, Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, İs­
tanbul, 1958.
Şimşir, Bilal, Türk Yazı Devrimi, Ankara, 2008.
Tarih IV, “Kemalist Devrimin Tarih Dersleri”, 3. bas., İstanbul,
2001, s. 282.
Taşkıran, Tezer, Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Kadın Hakları,
Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı, 1973, İstanbul, 1965.
TBMM Gizli Celse Zabıtları, C 1.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: 5, İçtima: 1, C 7, Devre: 6, C 4,
Devre: 2, C 33, C 20.
Tekinalp, Kemalizm, İstanbul, 1988.
Teori dergisi, S. 218, Mart 2008, s. 74.
Tezel, Yahya, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, 3. bas., İs­
tanbul, 1994.
Tikveş, Özkan, Atatürk Devrimi ve Türk Hukuku, İzmir, 1975.
Tonguç, Engin, Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç,
3. bas., İzmir, 2007.
Tonguç, İsmail Hakkı, Canlandırılacak Köy, Ankara, 1998.
Topdemir, Ramazan, “A t a t ü r k ’ü n G ü n e y d o ğ u s u ” , Hürriyet ga­
zetesi, 24 Eylül 2009.
Topdemir, Ramazan, Atatürk’ün Doğu Güneydoğu Politikası ve
GAP, İstanbul, 2009.
Tör, Vedat (Nedim), “S o n D e m o k r a t ” , Hâkimiyet-i Milliye ga­
zetesi, 15 Kasım 1938.
Türkmen, İsmet, “D o ğ u A n a d o lu ’ya Bayındırlık H izm etleri K a p sa ­
m ında Yapılan K a m u H a rcam aları ve Yatırımlar, 1 9 2 0 -1 9 3 8 ” ,
A.Ü. Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 45,
Bahar 2010.

372
Tunaya, Tarık Zafer, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Ata­
türkçülük, 2. bas., İstanbul, 1981, 3. bas., İstanbul, 1994.
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, C 1, 2. bas.,
İstanbul, 1988, C 3, İstanbul, 2011.
Tunçay, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin
Kurulması, 3. bas., İstanbul, 1992.
Tunçkanat, Haydar, İkili Anlaşmaların İç Yüzü, Ankara, 1969.
Turan, Şerafettin, Mustafa Kemal Atatürk, Kendine Özgü Bir
Yaşam ve Kişilik, 2. bas., Ankara, 2008.
Turgut, Hulusi, Kılıç Ali’nin Anıları, İstanbul, 2005.
Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul, 1987.
Türkoğlu, Pakize, Tonguç ve Enstitüleri, İstanbul, 1997.
Ulusu, Mustafa Kemal, Atatürk’ün Yanı Başında, “Çankaya
Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun Hatıraları”, İstanbul,
2008.
Ural, İbrahim, Bu da Bilmediklerimiz, İstanbul, 2009.
Us, Asım, “ Ç ifte P la n İle İcra a ta G ir iş ” , Kurun gazetesi, 20 eylül
1938.
Uyar, Bahattin, Tonguç’un Eğitmenleri, Ankara, 2000.
Varlık dergisi, 2 Eylül 1924, s. 3.
Yaşa, Memduh, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, İstan­
bul, 1980.
Yavi, Ersal, Cumhuriyet Döneminde Doğu Anadolu, Ankara,
1994.
Yurt Ansiklopedisi, C 5, s. 5455.
Zürcher, Eric Jan, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, İstanbul,
1992.

373
İLK KEZ YAYIMLANAN
FOTOĞRAFLARLA
CUMHURİYET*

* Atatürk 1936 yılında Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca “Fotoğraflarla Tür­


kiy e” adlı bir albüm hazırlatmıştır. Bu albümde genç Cumhuriyet’in eserleri Türk
ve dünya kamuoyuna sunulmuştur. Albümün önsözünde “1923’ten beri var olan
Kem alist Türk Cumhuriyeti ve bunun 13 yıl içinde ortaya koyduğu m addi ve m a­
nevi gerçeklerdir. Bu albüm ün görevi yeni Türkiye'nin fotoğrafik belgelerini orta­
ya koym aktır, ” denilmiştir. Şimdi göreceğiniz fotoğraflar bu albümden alınmıştır.
İsm etp aşa kız Enstitüsü Institut d e jeunes filles İsmet Pacha
İsmet Pasha Young Women‘s Institute
Ismetpascha Mâdchen-lnstitut
Yöksek Z ira a t Enstitüsü Instituts SupĞrieurs d'Agronomie (Bâtiment principall
Institutes for Higher Studies in Agriculture (Main Building)
Landwirtschaftliche Hochschule (Hauptgebâude)
H alkevi ve E tn o ğ rafy a M üzesi L a M a İ s o n d u P e u p ie e t le M u s Ğ e E t h n o g r a p h iq u e
P e o p l e 's H o u s e a n d E t h n o g r a p h ic M u s e u m
V o l k s h a u s u n d E t h n o g r a p h is c h e s M u s e u m
Z on g u ld ak-B artın yolu L a r o u t e d e Z o n g u l d a k â B a r t in
T h e Z o n g u l d a k — B a r t in R o a d
S t r a f r e Z o n g u l d a k — B a r t in
Fırat üstünde büyük köprü G r a n d p o n t s u r l'E u p h r a t e
T h e la r g e E u p h ra te s B rid g e
D îe g r o f t e E u p h r a tb r O c k e
İsm etpaşa kız Enstitüsünde bir dikiş atelyesi A t e lie r d e c o u t u r e a l’ln stffut d 'ls m e t P a c h o
D r e s s m a k ir ıg f o r C h ild r e n a t t h e İ s m e t P a s h a In stitu te
K in d e r k le id c h e n s c h n e id e r e i im İs m e t P a s a - ln s titu t

A nkara T ic a ret Lisesinde Au LycĞe de Commerce d'Ankara


A t t h e C o m m e r c ia l C o l l e g e o f A n k a r a
İm H a o d e l s ly z e u m A n k a r a s
İzm ir'de bir tütün a te ly esi M a n u f a c t u r e d e t a b a c â İzm ir
T o b a c c o M a n u f a c t u r e a t İz m ir
T a b a k m a n u f a k t u r in İzm ir
J e u n e s p a y s a n n e s d e 1‘A n a t o I ie O r i e n t a l e
D oğu A n ad o lu d a köylü kızları
P e a s a n t - G i r l s o f E a s t A n a t o lia
S a u e rn m â d c h e n O s la n a to lie n s
Sinan MEYDAN

1975 yılında Artvin'de doğdu. İlk


ve orta öğrenimini Artvin Şavşat'ta,
yükseköğrenimini İstanbul Üniversi­
tesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölü­
münde tamamladı. "Atatürk, Ön-
Türk Tarihi ve Yakın Tarih" üzerine
çalışmalarına devam etmekte ve B ü ­
tü n D ü n ya dergisinde yazmaktadır.

Yayımlanmış eserleri şunlardır:


1. Atatürk ve Kayıp Kıta Mu,
İstanbul, 2005.
2. Son Truvalılar, "Truvalılar,
Türkler ve Atatürk",
İstanbul, 2005.
3. "Atatürk'ü Doğru Anlamak
jçin" Nutuk'un Deşifresi,
İstanbul, 2006.
4. Sarı Lacivert Kurtuluş,
"Kurtuluş Savaşj'nda Fenerbahçe
ve Atatürk", İstanbul, 2006.
5. "Atatürk ve Kayıp Kıta Mu-2",
Köken, İstanbul, 2008.
6. Atatürk ile Allah Arasında,
"Bir Ömrün Öteki Hikâyesi",
İstanbul, 2009.
7. Atatürk'ün Gizli Kurtuluş
Planları, "Parola Nuh",
İstanbul, 2009.
8. Sarı Paşam, "Mustafa Kemal,
İttihatçılar ve II. Abdülhamit",
İstanbul, 2010.
9. Atatürk ve Türklerin Saklı
Tarihi, "Türk Tarih Tezinden
Türk-İslam Sentezine", İstanbul,
2010 .
10. Cumhuriyet Tarihi Yalanları
1-2, İstanbul, 2010-2011.
11. Akl-ı Kemal, "Atatürk'ün
Akıllı Projeleri", 1-3-4, İstanbul,
2012-2013.
12. El-Cevap, İstanbul, 2013.
O N A SIL YAPTI Ö T EK İLER N A SIL YIK TI?
"Devrim ve Karşı Devrim"
Dünyaya parmak ısırtan Cumhuriyet mucizesi akıllı projelerin, akıllı projeler ise AKL-I
KEMAL'in (Atatürk'ün aklının) bir ürünüdür.

AKL-I KEMAL'in 2. cildinde yer alan "Atatürk'ün Akıllı Projeleri" şunlardır:

• İDEAL CUMHURİYET KÖYÜ PROJESİ: Geleceğin yerleşim birimleri olarak tasar­


lanan ideal Cumhuriyet Köyleri ve Türk Tarım Devrimi... ABD'nin Türk Tarım Devrimi'ni
yok etme projesi...

• HALKEVLERİ PROJESİ: Halkevleri, Halkodaları, Millet Mektepleri, Köv Eğitmenleri.


Köy Enstitüleri ve Atatürk'ten sonra bütün bu projeli
• GÜNEYDOĞU ANADOLU (C
nunun kökleri, Atatürk'ün Doğu'y;
rı, Atatürk'ün toprak reformu müc
sil unutturulduğu...
• DEMOKRASİ PROJESİ: Atatü „
meyenleri, Türkiye'de kadın haklan ve demokrasi, A
demokratik bir yapıda olduğunun kanıtları ve Atatür
demokrasinin nasıl yok edildiği...

Atatürk, akıllı projelerini geliştirirken tarihi tecrübelerden; Tanzimat'tan beri devam


eden kırılgan ve kararsız Osmanlı modernleşmesinden, 15. yüzyılda başlayan Avrupa
aydınlanmasından, Türk-islam tarihinin aydınlık sayfalarından, okuduğu 5000'e yakın ki­
taptan ve Allah vergisi dehasından yararlanmıştır.
"Atatürk'ün Akıllı Projeleri", Atatürk'ün ölümünden hemen sonra yok edilmeye baş­
lanmıştır. "O'nun nasıl yaptığını, O'nun yaptıklarını ötekilerin nasıl yıktığını?" öğren­
mek, gerçek Atatürk'ü tanımak ve Türkiye'nin gerçek kurtuluş reçetesini görmek için
AKL-I KEMAL'İ okumalısınız...

"Allah aklını kullanmayanların üstüne pislik bırakır (yağdırır)."


KURAN-I KERİM, Yunus/100

"Benim m anevi mirasım Him ve akıldır."


Mustafa Kemal ATATÜRK

"Ben b u konuları daha g ençliğim den b e ri düşünen b ir insanım. E ğ e r size, b u kr


L’r
nuları y e n i düşünm eye başladığım ı söylersem inanm ayınız."
Mustafa Kemal ATATlj
j

You might also like