Professional Documents
Culture Documents
Feroz A h m ad 1 9 3 8 ’de Delhi’de dünyaya geldi. Delhi Üniversitesi St. Stephen K o leji’nde H indis
tan T a rih i eğitim i ald ık tan so n ra University o f L o n d o n ’d a S O A S ’ta O rta d o ğ u tarihi çalıştı.
1 9 6 6 ’d a yazdığı The Com m ittee o f Union an d Progress in Turkish Polıtıcs teziyle University of
L on d o n ’d a doktora derecesini elde etti. 1 9 6 6-1967’de C olum b ia Üniversitesi’nde School o f In
ternational A ffairs’te ders verdi ve 1 9 6 7 ’de M assach u setts Ü niversitesi’nde T arih B ölüm ü’ nde
ders verm eye başladı. D aha so n ra T u fts Üniversitesi F ares D oğu Akdeniz Ç alışm aları Merke-
zi’nde konuk öğretim üyesi ve Fletcher O ku lu ’nda D iplom atik T arih konuk p rofesörü o larak g ö
rev yaptı. Fimekli olduktan son ra T ü rkiye’ye yerleşen ve 2 0 0 5 ’ten itibaren Yed it epe Üniversitesi
ü lu sla ra ra sı İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölüm Başkanlığı yaptıktan sonra aynı oku lda T arih Bölü
mü B aşkanlığı görevini yürütm ekte olan A hm ad’in O sm an lı’nın son dönemi ve m odern Türkiye
üzerine T ü rk çe’ye de çevrilen bazı eserleri şunlardır: İttihat ve Terakki (İstanbul, 1 9 7 1 , 1984,
1 9 8 6 , 1 9 9 4 ); Türkiye'de Ç ok P artili Rejim in A çıklam alı K ron olo jisi (Bilgi Y ayın evi, A nkara,
1 9 76, Bedia A hm ad ile birlikte); D em ok rasi Sürecinde Türkiye (Hil Yayınları, İstan b ul, 1994) ve
M odern Türkiye'nin O luşum u (Sarm al Yayınevi, İstanbul, 1995), (gözden geçirilm iş baskısıyla:
K aynak Y ayınlar, İstanbul, 1995). Bunların yanı sıra T ü rk çe’ye çevrilen bazı m akaleleri ittihat
çılıktan K em alizm e (Kaynak Y ayın ları, İstanbul, 1985) derlem esinde yer alm ıştır. A yrıca, From
E m pire T o Republic-Essays O n The L ate O ttom an E m pire A nd M odern Turkey - Volüme 1 & 2
(İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008) İngilizce olarak yayınlanmıştır.
Fer o z A hm ad
B i l KI m i Ik P e ş I n d e
TÜRKİYE
Ç e v Ir e n S e d a t C e m K a r a d e l I
ISBN 978-605-399-339-1
K a p a k D a h IlI y e V e k â l e t i , B a s in Y a y in G e n e l M ü d ü r lü ğ ü t a r a f i n d a n F r a n s i z c a y a y in l a n a n
La Tu r q u ie K e m a l I s t e d e r g is i n i n Ş u b a t 1 9 3 6 'd a 1 1 . s a y is i n d a
CUMHURİYETİN EĞİTİM BAŞARILARIYLA İLGİLİ YAZIDAN BİR FOTOĞRAF.
1. B a s k i İ s t a n bu l. A r a l ik 2 0 0 6
2 . B a s k i İs t a n bu l, N Is a n 2 0 0 7
Fe r o z A h m a d
Ç E V İR E N
S ed a t C em Ka r a d e l İ
Ktz kardeşim Ameena için ve
erkek kardeşim Farid’in (1935-2000) antstna
İçindekiler
lx Teşekkür
jd Önsöz
xv Türkçe Baskı İçin Önsöz
l BİRİNCİ BÖLÜM Osmanlılar:
Devletten İmparatorluğa (1300-1789)
3 Osmanlı H anedanı’nın O rtaya Çıkm ası
6 Ordunun Gelişimi
7 Erken O sm anlı Fetih ve Genişleme Hareketleri
10 Fatih Sultan Mehmet ve Etkisi
13 O sm anlı M ülkünün Genişlemesi
14 Kanunî Sultan Süleyman
18 Bir Devrim Çağı
21 Yeniçeri-Ulema İttifakı
22 Artan A vrupa Etkisi
221 KRONOLOJİ
223 Osmanlı İm paratorluğu (1300-1923)
231 M odern Türkiye (1923-2006)
247 Dizin
B
u kitap, O sm anlı İmparatorluğu ve m odern Türkiye tarihiyle uzun süre
li bir ilişki sonucu ortaya çıktı. Bir sentez çalışm ası olduğu için yıllar bo
yu bana ilham veren akademisyenlerin, önceden düşünm ediğim sorularıyla
konuyu yeniden değerlendirmeye beni yönelten öğrencilerin om uzları üzerin
de durm aktayım. Eser taslak halindeyken Onevvorld için onu okuyarak ya
rarlı yorum lar yapan iki okuyucuya; Onevvorld’deki editörlerim Rebecca
Clare ve Judy K earns’e profesyonellikleri ve sabırları için; m eslektaşlarım a,
özellikle de T ufts Üniversitesi Fares D oğu Akdeniz A raştırm aları Merke-
zi’nden Leila Favvaz’a destekleri ve cesaretlendirmeleri için teşekkür ederim.
A ncak, her tür m addî hata ve atlam adan sadece ben sorum luyum.
Önsöz
O
smanlı İm paratorluğu 19. ve 20. yüzyıllarda yok olm aya yüz tuttuğun
da, Osm anlılar geri dönecek bir anayurdu olmayan ender halklardan
dı. Diğer im paratorluk halkları kendi anayurtlarına dönm üşlerdi: İngilizler
sömürgelerinden çıkm aya zorlandıklarında kendi ada merkezlerine; Fransız-
lar F ran sa’ya; İspanyollar Ispanya’ya ve diğerleri kendi anayurtlarına. 20.
yüzyıla gelindiğinde, O sm anlılar’ın bir anayurdu yoktu; çünkü onlar, çeşitli
sebeplerle, Orta ve İç A sya bozkırlarından göç etmek zorunda kalm ış ve fark
lı yönlere dağılmış boylardı. Bu boylardan, aralarında liderleri O sm an’dan
(ölüm ü 1326) dolayı O sm anlılar olarak adlandırılanlar da dahil olm ak üzere
bir bölümü İslâm dünyasına göç etmiş ve İslâm dinini benimsemişlerdi.
Bu topluluklar kaynaştıkları topluluklar tarafından ‘T ü rk ’ olarak ad
landırılmıştı. Ancak, onlar kendilerini bağlı oldukları aşiretin başındaki reisin
adına göre adlandırıyorlardı. Bu sayede ortaya Selçuklular, Danişmentliler,
M enteşeoğulları ve O sm anlılar çıkmıştır. O sm anlılar, ‘T ürk’ adını, henüz bo
yun eğdirilmemiş ya da ‘uygarlaşm am ış’, ancak kendi topraklarında yaşa
m akta olan göçebe veya yerleşik, çiftçilikle uğraşan kabile grupları için kulla
nıyorlar. Yine de O sm anlılarla ilişkiye giren Venedik ve Cenova kentlerinden
tacirler, sonraları da İngiliz ve Fransızlar O sm anlılan, ‘T ü rk’ veya ‘Turque’
olarak adlandırdılar. Yunan O rtodoksları, O sm anlı yönetimini ‘Turkokrat-
y a ’ (Türk yönetimi) olarak adlandırdılar. A vrupalılar ve H ıristiyanlar için,
‘T ü rk ’ kelimesi ‘M üslüm an ’la eşanlamlı olarak düşünüldü; dolayısıyla da bir
Hıristiyan din değiştirip M üslüm an olursa ‘Türkleşti’ diye tanım landı. Türki
ye aynı zam anda İngilizce’de O sm anlı İm paratorluğu’nu ifade eden bir söz
cük oldu. Örneğin Lord Byron O sm anlı A rnavutluğundan Kasım 1 8 0 9 ’da
annesine yazarken, “ Bir süredir Türkiye’deyim: burası (Preveze) deniz kıyı
sında am a P aşa’yı ziyaret etm ek için Arnavutluk vilayetinin iç kesimlerine git
mem gerekti” diyordu. A vrupalılar arasında, im paratorluk coğrafyasından
bahsederken, O sm anlı’nın Balkanlar’daki toprakları için ‘Avrupa T ürkiyesi’;
Anadolu ve A rap vilayetleri için de ‘Asya Türkiyesi’ demek yaygındı.
Milliyetçilik fikri Fransız Devrimi’nden sonra Osmanlı İm paratorlu-
ğu’nda kendine bir geçit buldu. Öncelikle im paratorluğun gayrim üslim top
lulukları, sonraları da kendi ‘Türklükleri’, kendi dilleri ve kökleriyle ilgilen
meye başlayan bir grup M üslüm an aydın bu fikirle ilgilendiler. Yine de,
1918’de Birinci Dünya Savaşı’ndaki kesin yenilgiye kadar, halkın büyük ço
ğunluğu çokuluslu, çokdinli bir im paratorluğu sürdürmeye kararlı olduğun
dan, milliyetçilik sadece azınlıkların ilgilendiği bir konu olarak kaldı.
Ancak topyekûn yenilgiden ve galip tarafın im paratorluğu parçalaya
cağı ve im paratorluğu oluşturan toplulukların kendi kaderini tayin ilkesini
destekleyecekleri anlaşıldıktan sonra O sm anlılar, kendilerinin de milliyetçilik
ve ‘millet olm a’ kavram larına dayalı bir şekilde kimliklerini belirlemeleri ge
rektiğini kavradılar.
Milliyetçiler 1923’te cumhuriyetlerini kurdukları zaman, bunu, bölge
sel ve dolayısıyla da vatansever bir tanımla ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olarak ta
nım layarak, ‘Türk Cumhuriyeti’ şeklinde bir etnik tanım dan kaçındılar. Yine
de, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ İngilizce’de genellikle yanlış olarak ‘Republic of
Turkey’ yerine ‘Turkish R epublic’ ve Ankara’daki M eclis de Türkiye Büyük
Millet M eclisi anlam ında ‘G rand N ational Assembly o f Turkey’ olarak değil,
‘Türk Büyük Millet M eclisi’ anlam ında ‘Turkish G rand N ational A ssem bly’
olarak kullanılır. Milliyetçiler, tanım lar arasındaki farkın bilincindeydiler ve
kelimelerini dikkatle seçmişlerdi. H atta, ‘yeni Türkiye’de yaşayan insanların,
Türk, Kürt, A rap, Çerkez vd. oldukları için ‘Türkiyeli’ olarak adlandırılm ası
ve ‘T ürk’ sözcüğünün sadece etnik ‘Türkler’i nitelemesinin üzerinde de tartı
şılmıştı. Türk kelimesinin İngiltereli veya Amerikalı gibi bir anlam kazandırı
larak kullanılm asına devam edilmiştir. Diğer milliyetçi hareketler gibi, milli
yetçiler bölge temelli Türkiye devletini yaratarak ve bunu 1923’te L o zan ’da
tescil ettirerek Türkiye’nin milletini ve Türkler’i yaratm aya başladılar.
1930’ ların sonlarına doğru milliyetçiler, A nadolu'daki nüfusun çoğun
luğu için bir kimlik yaratm ak konusunda, doğuda etnik ve dille ilgili temeller
nedeniyle bu süreçten etkilenmeyen Kürtler ve O rta A nadolu’da dinsel neden
lerle etkilenmeyen Aleviler dışında, bir ölçüde başarılı olm uşlardır. Bu kimlik
problem leri, 1961 A n ayasası’nın yarattığı daha liberal siyasî ortam la su yü
züne çıkacağı 1960’ların başlarına kadar geri planda kalmıştır. H er ne kadar
1 9 9 0 ’larda devletin, rejimin liberalleştirilm esini düşünm eye başlam ası ve
üyelik kriterlerine uyum için Avrupa Birliği’nin istediği reform ların gerçekleş
tirilm esi sonucunda gelişm eler yaşanm ışsa da bu sorunlar h âlâ çözülmeyi
beklemektedir. İktidardaki Adalet ve Kalkınm a Partisi (AKP), 12-13 Aralık
2 0 0 2 ’de Kopenhag’daki AB zirvesinde üyelik için çalışm aları sonuçsuz kalın
ca, bu reformları gerçekleştirmek ve uygulam ak için geçmiştekinden çok d a
ha fazla istekli olduğu izlenimi vermektedir.
Boston, 2003
Türkçe Baskı İçin Önsöz
Ç oğu yazar, eserini olabildiğince geniş bir kitle tarafından okunm ası am a
cıyla kaleme alır. Benim arzum da hep bu yönde olm uştur. Jö n Türkler
üzerine yazdığım doktora tezi O xford University Press tarafından 1969 yılın
da yayınlandığında çok az sayıda, muhtemelen bin adet basılmıştı. Osmanlı
İm paratorluğu’nun son dönem tarihiyle ilgilenen, uzm anlaşm ış küçük bir
okuyucu kitlesine hitaben yayınlanmıştı. Birkaç yıl içinde kitabın baskısı tü
kendi. Kitap bir daha basılm adı ve kalan kopyalar üniversite kütüphanelerinin
tozlu raflarına gitti. A ncak, 1971 yılında kitabın İttihad ve Terakki, 1908-
1914 adıyla Sander Yayınevi tarafından Türkçe çevirisi yayınlandı ve o za
m andan beri basılm aya devam etti. Okurların çoğu, ders kitabı olduğu için
alan isteksiz öğrencilerden oluşsa da, kitap her yıl belli sayıda okuyucuya ula
şıyor. Bu benim için gurur verici. Sonuç olarak, kitaplarımın Türkçeye çevril
mesinden her zam an hoşnut oldum, çünkü Türk okuyucuların ilgiyi canlı tu
tacağı ve eleştirel bir bakış açısı sunacağını biliyorum.
Son dönem O sm anlu İm paratorluğu ya da modern Türkiye hakkında
İngilizce okurlarına hitaben yazarken, asla sadece diğer tarihçiler ve sosyal bi
limciler tarafından okunan “ tarihçilere tarih öğreten” biri olarak yazmadım.
D ışarıdan bakan birisi olarak ve ilgi sahibi okuyucuya konuyla ilgili analitik,
nesnel ve -um uyorum k i- kolay okunabilir bir inceleme sunm a amacını taşı
yarak yazdım.
Türkiye’ye dışarıdan bakan biri olarak yazmamın tek açıklam ası, dışa
rıdan bakmanın değişik ve belki de çok farklı bir bakış açısı sunm ası olabilir.
Bu noktada N asreddin H o ca’nın ince zekâsına başvuruyorum . H oca birçok
fıkrasında değişik benzetmeler yaparak, her şeyin dışardan farklı göründüğü
nü, değişik olduğunu çağrıştıran olaylar anlatır. Son olarak kitabımı sadece
çevirmeyip metin içinde bazı önem li noktaları açıklığa kavuşturarak T ürk
okuru için anlaşılabilir hale getiren Fahri Aral ve ekibine teşekkür ederim.
OsmanlIlar:
Devletten imparatorluğa
(1300-1789)
O SM A N L I H A N E D A N P N IN O R T A Y A Ç IK M A SI
E R K E N O SM A N LI F E T İH VE G E N İŞL E M E H A R EK ET LER İ
Dönemin kaynaklarına göre, Osmanlılar, 14. ve 15. yüzyıllarda 12.000 yeni
çeriden oluşan piyade, 8.000 civarında iyi eğitimli sipahi yani süvari ve “ dir
lik” sahipleri tarafından sağlanan 4 0 .000 kişilik eyalet askerleri ile on binler
ce başıbozuktan oluşan iyi örgütlenmiş ve disiplinli bir güce sahiplerdi. Savaş
larda tutsak alınmış A vrupalı askerler ve paralı askerler, topçu birliklerini
oluşturm aktaydı. O rhan’ın zamanından beri Hıristiyan derebeyleri de hem
A nadolu’da hem A vrupa’da savaşm ak üzere asker vermektelerdi. 1683 kadar
ileri bir tarihte, İkinci Viyana Kuşatm ası süresince, bir Eflâk birliği T un a’da
köprü oluşturm akla görevliydi. Sözüm ona ‘kutsal savaş’ı (cihad) yürüten bir
M üslüm an Osmanlı ordusu, Hıristiyan birlikler kullanm akta hiç sakınca gör
m üyordu.
Osmanlı fetihleri I. M urat (saltanatı 1359-1389) döneminde de sürdü.
1. M urat iki cephede savaştı: M üslüm an beyliklerin aralarındaki anlaşm azlık
lardan yararlandığı A n adolu’da ve yine aynı şekilde dağınık duran H ıristi
y a n la rın (Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, B oşn aklar ve A rnavutlar) olduğu
Balkanlar’da. Osmanlılar, Balkanlar’a birbirleriyle savaşm akta olan ve Os-
m anlılar’dan destek isteyen Hıristiyan yöneticilerin çağrısı üzerine girdiler.
1361 yılında I. M urat, A n k ara’yı Türkm enler’den, Edirne’yi de Bizanslı-
lar’dan aldı ve Edirne’yi 1 3 6 7 ’de Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olarak
ilan etti. I. M u rat’ın Sırp ve Balkan Hıristiyanları’ndan oluşan bir birleşik o r
duyu yendiği, Bulgaristan’daki M eriç Irmağı kıyılarında 1371’de yapılan Çir-
men Savaşı, tıpkı 1071’de M alazgirt Savaşı’nın A nadolu’ya yayılmayı m üm
kün kılması gibi, Balkanlar’ın fethine giden yolu açtı. Bizans im paratoru Os-
manlı’nın nüfuzu altına girerken, Balkanlar’daki Hıristiyan prensler O sm an
lI’nın vasalı olm ayı ve sultanın metbusu olarak O sm anlı ordusunda görev
yapmayı kabul ettiler.
Sultan 1. M urat aynı zam anda evlilikler yoluyla da topraklar elde etti.
Örneğin, oğlu Germiyanlılar’dan gelin alınca, Kütahya ve altı ilçesi Osm anlı-
lar’a çeyiz olarak verildi. Ayrıca Ham itoğulları Beyliği’nden toprak satın al
dı, ancak, prensipte fetih esas genişleme yöntemi olarak kaldı. Ancak, iki cep
hede savaşm ak zordu ve arada bir M üslüm an veya Hıristiyan güçler Osm an-
lılar’ı yenmeyi başarabiliyordu. Bunu fırsat bilen Balkanlar’daki O sm anlı te
baası ayaklan arak f. M urat’ı kendileriyle savaş m eydanında karşılaşm aya
zorladı. A nadolu değil de Balkanlar O sm anlı’nın merkez bölgesi olduğundan
M urat bu tehdidi çok ciddiye aldı. 15 Haziran 1 3 8 9 ’da, I. M urat 6 0 .0 0 0 ki
şilik bir ordunun başında, Sırplar, Bosnalılar, Eflâklılar, Boğdanlılar ve Arna-
vutlar’dan oluşan yaklaşık 100.000 kişilik bir orduyla çarpışarak onları Ko-
sova Savaşı’nda bozguna uğrattı. M urat’ın ordusu, M üslüm anlar ve Hıristi-
yanlar’dan oluşan karma bir kuvvetti, içinde Bulgar ve Sırp prenslerinin yanı
sıra Türkm en beylerinin birlikleri de bulunmaktaydı. Sırp Kralı Lazar sav aş
ta can verdi ve I. M urat da m uzaffer ordusunu denetlemeye gittiği savaş a la
nında, bağlılığını bildirmeye gelm iş bir Sırp askerinin suikastına kurban oldu.
Sırplar’ın bu yenilgisi Sırp şiirinde ve folklorunda efsane boyutlarına ulaştı;
19. yüzyılda bu savaş bir ulusal ilham kaynağına dönüştürülerek, bugün de
olduğu gibi, kullanıldı. K osova Savaşı Osm anlılar’ın Balkanlar’daki varlığını
perçinledi ve K osova bölgesi ise sahip olduğu maden kaynakları ve özellikle,
topçuluk için çok önemli olan kurşun ve çinko sayesinde Osmanlı ekonom i
sinde önemli bir yer edindi. Bu sebeple de O sm anlılar ile H absburglar bölge
için uzun süre birbirleriyle savaşm ayı sürdürdüler.
O sm anlılar güçlendikçe, Bizanslılar M urat’la sam im i ilişkiler kurmayı
denediler. İm parator İonnes Palaiologos kızlarından birini I. M urat’a gelin
olarak verdiği gibi, kızlarından ikisini de M urat’ın oğullarıyla, Bayezid ve Ya-
kup Çelebi’yle evlendirmiştir. Bu iki şehzade Germiyan (Kütahya) ile Kare-
si’ye (Balıkesir) vali olarak yollanmış, buralarda savaş ve yönetim hakkında
deneyim kazanm ışlardır. M u rat’ın en genç oğlu olan ve babasının yokluğun
da B u rsa’yı yöneten Savcı Bey, Bizans im paratorunun oğlu A ndronikos’la ba
balarını devirip tahta kendileri geçmek üzere bir kom plo kurdu. Bu kom plo
ortaya çıkınca Savcı Bey idam edilirken, A ndronikos’un ise Bizans töresince
gözleri dağlandı.
M u ra t’ın ölüm ünü takiben I. Bayezid (saltanatı 1389 -1 4 0 2 ) Koso-
va’da sultan ilan edildi. İlk uygulaması, kendi soyunun garantisi için, kardeşi
Y akup Çelebi’nin katli oldu ve böylece O sm anlı’da kardeş katli geleneğini de
başlattı. Bu uygulama şeriata karşıydı ve ancak Fatih Sultan M ehm ed zam a
nında yasallaştırılacaktı. Fatih, eğer Tanrı sultanlığı oğullarından birine ihsan
ederse, bu oğulun düzenin dirliği için kardeşlerini öldürtebileceğini ilan etti.
Ulema, bu uygulamayı kardeş katlinin devletin bekası için meşru olduğunu,
uygulamanın istikrar sağladığını ve dolayısıyla devleti güçlendirdiğini savu
nan bir fetva ile m eşrulaştırdı. Savcı Bey sultana karşı kom plo kurduğu için
katledilirken, Yakup Çelebi’nin boğdurulm ası ve yıllar içindeki diğer kardeş
katli olayları önleyici tedbir olarak gerçekleştirilecekti.
O sm anlılar’ın genişlemesi Bayezid’in parlak önderliğinde devam etti
ve Bayezid A nadolu’daki hükümranlığını Aydın, Menteşe, Saruhan, Germi
yan ve Karam an beyliklerini yenerek güçlendirdi. 1391’de İm parator İoannes
P alaiologos’un ölümü üzerine Bizans’ı kuşattı ve Bizans’ı kurtarm ak için yo
la çıkan bir Avrupa haçlı ordusunu 1 3 9 6 ’da N iğbo lu ’da yenilgiye uğrattı.
Selânik’i ele geçirdi ve Bizans kuşatm asını, kuşatm ayı kaldırm ası karşılığında
haraç alana kadar sürdürdü.
14. yüzyıl boyunca O sm anlılar egemenlikleri altına aldıkları be
rin gücünü beyliklerin dışından Hıristiyan gençlerin toplanm ası, sadece Os-
m anoğulları’na sadık olacak şekilde M üslüm anlaştırılm ası ve eğitilmesine d a
yanan devşirme sistemiyle zayıflatmaya başladılar. Fakat, 15. yüzyıla varıldı
ğında, A nadolu’da henüz bir siyasi birlik isteği veya beylikleri etkileyecek ve
daha sonraları ‘milli’ bütünlük olarak tanım lanacak bir duygu yoktu. Aslın
da, bu beyliklerin her biri diğerinin büyüyen gücüne karşı kıskançlık duyu
yordu ve özellikle de O sm anlı H anedanı’nın artan gücü tedirginlik yaratıyor
du. A nadolu, rekabet halinde olan ve kom şularının genişlemelerine karşı sa
vaşan beyliklere bölünmüştü.
Anadolu’nun Bayezid’e yenilmiş ve m ülksüz bırakılmış beyleri, M oğol
önderi Tim ur’a Bayezid’in M üslüm an yöneticilere karşı savaş açmasını engel
lemesi ve kendilerini tahtlarına yeniden oturtması am acıyla başvurdular. Cen
giz H an’dan beri en güçlü M oğol hükümdarı ve dünya tarihinin en büyük fa
tihlerinden biri olan Timur, O rta A sya’ya ve Güney R usya’daki Altınordu’ya
boyun eğdirmiş; 1398’de H indistan’ı ele geçirmiş; İran, Irak ve Suriye’yi işgal
etmişti. Tim ur, Anadolu’ya geçerek 1402’deki Ankara Savaşı’yla O sm anlılar’ı
yenilgiye uğrattı. Bayezid ele geçirildi ve sekiz ay sonra, tutsakken öldü.
T im ur’un Anadolu’ya m üdahalesi kısa süreliydi am a çok önemli s o
nuçlar doğurdu. Osmanlı gücünü yok etmiş, Anadolu beyliklerine geçici bir
hayat hakkı tanım ış ve Bizans’ın ömrünü bir elli yıl daha uzatmıştı. Tim ur,
1405’te A nadolu beyliklerini kendi kaderleriyle baş başa bırakarak öldü. Os-
m anlılar yeniden toparlanm aya çalışırken, kimin başa geçeceği Bayezid’in
oğulları a rasın d a kavgaya yol açtı ve I. M ehm ed (saltanatı 1 4 1 3 -1 4 2 1 )
1413’te nihayet sultan olarak tanındı. I. M ehmed, 1 4 2 1 ’deki ölümüne kadar
Tim ur’un ele geçirdiği toprakların büyük çoğunluğunu geri aldığı gibi Vene
dik saldırılarından korunma am acıyla küçük bir donanm a bile kurmuştu.
A m asya sancak beyi olarak görev yapan II. M urat (saltanatı 1421-
1444; 1446-1451), M ehm ed’in yerine geçti. Ancak, gücünü toplayam adan
biri Bizans diğeri de Germiyan ve Karam an beyleri tarafından desteklenen iki
sultan adayıyla uğraşm ası gerekti. 1 4 2 6 ’ya gelindiğinde her iki beylik de M u
rat’ın himayesindeydi ve ona haraç ödüyorlardı. Sonraları, M urat M akedon
ya’ya ilerledi ve 1428’de stratejik açıdan önemli liman kenti Selânik’i Vene-
dikliler’den geri aldı. M urat, bundan sonra, bir yandan M acar Kralı Jan o s
Hunyadi (1387-1456) kom utasındaki Avrupalılar’a, diğer yandan ayaklanan
K aram aniılar’a karşı iki cephede savaşm ak zorunda kaldı. M urat K aram an ’ı
1444 Tem m uzu’nda yenilgiye uğrattı ama M acarlar’la on yıllık bir ateşkes
im zalam ası gerekti. Ardından, oğlu Mehmed adına tahttan feragat ederek
M an isa’ya çekildi. M acarlar, O sm an lılar’ın zayıflığını hissederek O sm anlı
topraklarına girdi ve ateşkesi bozdu. Yeniçeriler M u rat’ı yeniden göreve dön
dürdüler ve Hıristiyan güçler 1 4 4 4 ’te V arna’da bozguna uğratıldılar. H ıristi
yan güçlerin Osm anlıları A vrupa’dan çıkarma um udu, 1 4 48’de büyük bir or
duya kom uta eden Hunyadi’nin K osov a’da yenilmesine kadar sürdü. M urat
Edirne’de öldü ve daha sonra ‘Fatih’ olarak ünlenerek II. Mehmed (saltanatı
1444-1446; 1451-1481) ikinci kez tahta çıktı.
FA TİH S U L T A N M EH M E D VE ETKİSİ
M ehmed’in ünü, 29 M ayıs 1 4 5 3 ’te Bizans’ın fethedilmesine dayanır. Bu, çok
önemli olsa da, hüküm darlığında nihayet çevresindeki Anadolu beylerinin
gücünü kırm a ve beylerden farklı olarak hizmetinde bulunan, dolayısıyla
kendine tam amen sadık ve hayatları konusunda tüm karar kendine ait olan
devşirmelerin egemenliğini kurm ası, Osmanlı tarihi açısından daha önemli
dir. Böylece, sultanın gündelik işleri ve hatta ordunun yönetimi konularını
sadrazam a bırakm asıyla, O sm anlı İm paratorluğu daha otokratik ve daha bü
rokratik bir yönetim sistemine geçti. Güçlerini beyliklerle aralarındaki ilişki
lerden alan ayanlar sınıfı, siyasal etkilerinin, topraklarının ve m allarının bü
yük bir kısmını kaybederek tam amen devlete bağımlı hale geldiler. Belki de
bu uygulam a A vrupa’da olduğu gibi Saray’a karşıt bir güç oluşturacak bir
toprak sahibi soylu sınıfının Osmanlı İm paratorluğu’nda oluşm a olasılığını
engellemiştir. Sultan, zam an içerisinde kendini yönlendirecek olan sadık hiz-
m etkârlarca desteklenen bir otokrata dönüştü. Ancak, İslâm ideolojisi sulta
nın da şeriata hesap verm esini öngördüğünden, hür doğm uş M üslüm an-
lar’dan oluşan ulema bağım sız bir siyasi güç olarak varlığını sürdürdü.
O sm anlılar 1915’e k adar İstanbul, D ersaadet, Konstantiniye olarak da
adlandırm aya devam ettikleri Bizans’ı ele geçirdikleri ve R om a’nın görevini
devraldıklarını düşünmeleri nedeniyle kendilerini bir im paratorluk m isyonu
na sahip olarak da gördüler. Her ne kadar şehir zorlu bir kuşatm adan sonra
düşm üş olsa da, pek çok Rum O rtodoks, iki K ilise’yi birleştirerek Papalık’ın
egemenliğini sağlam ak isteyen Katolikler’in aksine kendi inançlarını sürdür
me hakkı tanıyan O sm anlılar’ı memnuniyetle karşıladı. Sultan M ehm ed, O r
todoks Kilisesi’ne bir kelle vergisi vermesi karşılığında tebaası üzerinde tam
yetki tanıdı. Ermeni Kilisesi de yeni başkente taşınarak dinî ve kültürel özerk
lik kazandı. Kısa süre içinde, devlet ile dinî cem aatler arasında, 18. yüzyılda
millet sistemine, yani gerçekte özerk dinî toplum lara dönüşecek olan bir iliş
ki kuruldu. Laiklik öncesi Osm anlı toplum unda, dinî bağlılık kişisel bir me
sele değil, toplumları ilgilendiren bir meseleydi. İnsanlar konuştukları dile ve
ya ait oldukları etnik gruba göre değil, doğdukları Kilise’ye göre tasn if edili
yorlardı. Her topluluğun dinsel ve toplumsal yaşam ı geleneklerine göre ayar
lanıyordu ve bireyler o toplum un yasalarına uymak durumundaydı. M üslü
man milleti, etnik özellikleri veya dilleri ne olursa olsun tüm M üslüm anlar’ı
(Türkler’i, Kürtler’i, A raplar’ı ve mühtedileri) kapsıyordu; aynısı sadece Yu
nanlılar için değil, Balkan Slavları ve daha sonraları da Arap dünyasındaki
H ıristiyanlar’ı içeren Rum O rtodoks milleti için de geçerliydi. Aynı durum
Yahudi ve Ermeni toplum ları için de söz konusuydu. Ancak 19. yüzyılda,
milliyetçiliğin ortaya çıkışıyla milletler bir etnik renk edindiler ve Sırplar, Bul-
garlar, Katolikler, Protestanlar kendi toplum sal örgütlenmelerine kavuştular.
Ancak, 1 9 1 9 ’da bile Yunanlı Katolikler, A nadolu’yu işgal eden Yunan O rto
doks ordusundan ziyade kendilerini İtalyan K atolikler’e yakın hissetmektey
di. Millet sistemi, O sm anlılar’ın asim ilasyona yönelik bir çabaya girişm edik
lerini, sadece im paratorluğun rahat işlemesini sağlayacak pratik bir eklemlen
meye yöneldiklerini düşündürmektedir.
İstanbul, 1 4 5 3 ’teki fetihten sonra bir dünya im paratorluğunun b aş
kentine yaraşır biçimde yeniden düzenlendi, il. M ehm ed, tüm im paratorluk
tan zanaatkarlar getirterek bunları İstanbul’un yeniden inşası için kente yer
leştirdi. İstanbul’un nüfusu, özellikle 1492’de İspan ya’da yaşayan ve Yahudi-
lerin kovulm ası sonrasında im paratorlukta yerleşmeleri için davet edilmeleri
ve çoğunun başkenti seçmesiyle, giderek arttı. 1500 ile 1600 arasında İstan
bul A vrupa’nın en önemli kentlerinden birine dönüştü; 1600’de önce Paris
daha sonra da Londra tarafından geçilene kadar en büyük nüfusa sahip kent
lerden biriydi.
İm paratorluk olma yüküm lülüğü, II. M ehm ed’i aynı zamanda to p rak
larını her yönde genişletmeye yöneltti. Güney Sırbistan’daki ve Eflâk’taki Os-
manlı etkisini artırdı. 14. yüzyılda güçlenmelerinden beri, Osm anlılar için ti
caret önemli olm uştu, ama İstanbul’un fethiyle, deniz gücü ve uluslararası ti
caret O sm anlı’nın hem güvenliği hem de ekonomisi için hayati önem kazan
dı. Venedik bir rakip haline geldi; Osmanlılar donanm alarına ve şehrin g ü
venliğine özen göstermeye mecbur kaldılar. Fatih, bu düşünceyle Midilli Ada-
sı’nı ele geçirdi ve Boğazlar’ı tahkim etti. Venedik’i 1479’da bir antlaşm a im
zalam aya zorlayana kadar A kdeniz’de baskı altında tuttu. Daha sonra K ı
rım’ı ele geçirerek Kırım T atarları’m kendine bağladı ve Karadeniz’i bir Os-
manlı gölüne dönüştürdü. O sm anlılar’ın genişlemesi II. M ehmed’in 1 4 8 1 ’de
ki ölümüne kadar R odos’a ve hatta O sm anlılar’ın O tran to’yu ele geçirdiği
Güney İtalya’ya uzanan seferlerle sürdü.
II. Bayezid (saltanatı 1481-1512), kardeşi Cem Sultan’la (1459-1495)
taht için m ücadele etmek zorunda kaldı. Önce, yeniçerilere, bağlılıklarını sağ
lama am acıyla ‘cülus bahşişi’ adı altında rüşvet verdi; sonraları bu, tahta çı
kan her sultanın kabullendiği bir uygulamaya dönüştü. Cem yenildi ve onu
ellerinde tutm alarına karşılık her yıl 4 5 .000 duka altını ödenen R odos Şöval-
yeleri’ne sığındı. Cem daha sonra, onu gözaltında tutm ak için Bayezid’e şan
taj yapan P ap a’nın bir tutsağı olarak öleceği N ap o li’ye götürüldü. Tarihçiler,
Cem ’in tahtta hak iddiası ve Batılı güçlerin bunu kullanm asıyla dikkati d ağı
tılmamış olsaydı, Bayezid’in neler yapabileceğini tartışmıştır. İtalya’da o d ö
nemde hüküm süren anarşi ortam ı ve Fransızlar’ın İtalya’yı 1494’te rahatça
ele geçirmeleri gözönüne alınırsa, Osm anlılar İtalya’yı dize getirerek dünya
tarihini değiştirebilirlerdi. R o m a ’da, kentin K onstantiniye’yle aynı kaderi
paylaşacağı endişesi vardı.
O SM A N L I M Ü L K Ü N Ü N G EN İŞLEM ESİ
15. yüzyıla gelindiğinde, O sm anlılar kendilerini haraç toplayan bir im para
torluk yerine dünya ticaretine bağımlı bir devlet olarak yeniden biçimlendir
mişlerdi. Cenova ve Venedik arşivlerinde yapılm ış yakın tarihli araştırm alar
O sm an lılar’ın bölgede ticareti çok ciddiye aldıklarını gösterm ektedir. 14.
yüzyıl başlarından itibaren fetihleri, ticaret açısından bölgeden gelir getiren
Gelibolu ve Çanakkale Boğazı gibi stratejik noktaların ele geçirilmesine daya
nıyordu. Osm anlılar, Tem m uz 1496’da Venedik’i yendikten sonra, Venedik’i
yıllık haraç vermekten m uaf tuttular am a bunun yerine Venedik’in ihracatın
dan O sm anlılar’a yüzde 4 ’lük bir vergi vermesini şart koştular; ticaret Os-
m anlılar için haraç kadar önemli hale gelmişti.
A vrupa’da savaşmanın dışında, Osmanlılar M ısır ile Suriye’de M em lûk
lar ve İran’da Safevîler gibi rakiplerin tehdidine maruz kalıyordu. Safevîler’le
olan rekabet, Osmanlılar’ın Sünnî ve ortodoks İslâm ’ı ile Safevîler’in Şiî ve he-
terodoks İslâm ’ı arasında bir ideolojik rekabete de dönüşmekteydi. Bu uzun so
luklu çekişme iki imparatorluğun da enerjisini tüketmekteydi ve Avrupa gücü
nün yükselişi karşısında her iki devletin de göreceli gerilemesinin sebebiydi.
Babası Bayezid’i deviren I. Selim (saltanatı 1512-1520), dikkatini Do-
ğu’ya çevirmeye ve Şah İsm ail’in yükselen gücünün karşısına çıkmaya mecbur
kaldı. 1514’te Yavuz Sultan Selim Safevîler’i Çaldıran’da yenilgiye uğrattı ve
Azerbaycan ile Güneydoğu A nadolu’yu ele geçirdi. İki yıl sonra, Selim Mem-
lûklar’a karşı sefere çıktı ve Suriye’yi 1516’da, M ısır’ı da ertesi yıl Osmanlı top
raklarına kattı. M ısır’daki tarım ve ticaret, İstanbul’a, Hindistan ve A sya’yla ti
caretten elde edilen gelirlerin yanı sıra, önemli zenginlik kazandırdı. OsmanlI
lar ayrıca M ekke ve Medine kutsal kentlerinin koruyucusu oldular ve statüleri
dünyadaki en güçlü M üslüm an devlet olarak belirlendi. Kudüs İslâm ’ın üçün
cü kutsal kenti oldu ve Osm anlılar burada ticaret hayatını canlandırmak için
uğraştılar, birçok vakıf kurdular; Yavuz’un halefi Süleyman da K udüs’ün sur
larını yaptırdı. Kudüs, Şam veya Halep gibi büyük bir bölgesel başkent olmadı
ama İslâm ’ın üç kutsal mekânından biri olarak büyük dinsel öneme kavuştu.
İmparatorluk, yüzölçümünü ikiye katlamıştı ve İslâmî unsuru A rap eyaletleri
nin katılm asıyla güçlenmişti. Ayrıca, M ısır, O sm anlılar’ı Kızıldeniz ve Hint
O kyanusu’ndaki Portekizlilerle doğrudan ilişki içine sokmuştu.
16. yüzyılda, dünyadaki denge Akdeniz’den Atlantik’e kaydı. K ristof
K olom b’un 1 4 9 2 ’de Am erika’yı keşfi ve 1498’de V asco da G am a’nın A fri
k a’nın güneyinden H indistan’a varan yolculuğu Islâm dünyasının önemini
ortadan k ald ırım sa bile zayıflattı. Sonuçta A sya’yla olan ticaret tam am en
bitmediyse de Osmanlı hâzinesi daha az gelir elde etmeye başladı. İm parator
luk aynı zam anda sadece sultan tarafından yönetilemeyecek kadar genişledi
ve sorunlu olm aya başladı; böylece sultan her gün biraz daha fazla olarak bü
rokrasisine dayanm ak zorunda kaldı. Devşirme yöntemiyle yükselen erkekler
de Saray’daki kadınlar gibi daha etkili olmaya başladılar.
K A N U N Î S U L T A N SÜ LE Y M A N
Sultan Süleyman (saltanatı 1520-1566) belki de O sm anlı sultanlarının en ün
lüsüdür. T ürkler tarafından ‘K an un î’, Batılılarca da ‘M uhteşem Süleym an’
olarak tanınır. Süleyman, seleflerinin izinden giderek im paratorluğu genişlet
meyi sürdürdü, 1521’de Belgrad’ı aldı, 1529’da V iyana’yı kuşattı. O sm anlI
lar Kutsal Rom a-Germen İm paratoru V. Kari ile Fransa Kralı I. François ara
sındaki A vru p a çatışm asın a a k tif olarak k atıld ılar; O sm an lılar’ın rolü ,
K arl’ın M artin Luther’in Protestan reform hareketini yok edememesi b ağla
mında hayatidir. A vrupa’daki sav aşlar K anuni’ nin 1 5 6 6 ’da M acaristan ’a
yaptığı bir seferi yönetirken ölmesine kadar sürdü. Ayrıca Safevîler’e karşı da
savaşıp 1534’te Bağdat’ı fethetmiştir.
T icaret Osmanlı ekonomisinin önemli bir parçası olmuştu; M üslim ve
ya gayri-M üslim Osmanlı tüccarları Avrupa’da -özellikle İtalya’d a - ve A s
ya’da ticaret yapıyorlardı. Bunun bir sonucu olarak , 1 5 35’te Sultan Süley
man, Fransız tüccarlara ‘kapitülasyonlar’ olarak bilinen birtakım ayrıcalıklar
tanıdı. İm paratorluk sınırları içinde bulundukları sürece, Osmanlı hukuku ih
lâl edilmemek kaydıyla kendi hukuklarına ve âdetlerine göre yaşayabilecek
lerdi. Z am an içinde bu kapitülasyonlar diğer Avrupa devletlerini de kapsadı
ve Avrupa ile Osm anlılar arasında ticaretin genişlemesine yol açtı.
O sm anlı donanmasının büyümesi Akdeniz’i, bölgede ticaretin güvenli
ğini sağlam a am acıyla kontrol altında tutmak olarak açıklanabilir. Bu am aç
la Kanuni Kuzey Afrika sahilinin hâkimiyetini V. K arl’dan alm ak; Cezayir,
Tunus ve L ib y a ’da O sm anlı yönetim ini kurm ak üzere B arbaros H ayret-
tin’den yararlandı. Basra Körfezi’ni denetimi altında tutan Portekiz gücünü
yok etmek için de önemli bir çaba ortaya konm uşsa da, 1 5 38’de O sm anlı d o
nanm ası H in distan ’da G ucerat Y arım ad ası’nın güneyindeki D iu’ya k ad ar
yaptığı Hint Seferi’nden, Portekiz donanm ası karşısında tutunam ayarak geri
dönm üştür. Osmanlı gemileri, Akdeniz’in daha sakin sularına göre inşa edil
mişlerdi ve Portekiz kalyonlarıyla boy ölçüşemezlerdi. Belki de bu yüzden Os-
m anlılar, haritasını çıkarm alarına ve hakkında çok şey biliyor olm alarına
rağmen A tlantik’e açılmayı denemediler. Tıpkı D oğu A sya’daki Çinliler gibi,
O sm anlılar da Doğu Akdeniz’deki im paratorluklarından memnundular.
Kanuni Sultan Süleym an’ın yönetimine kadar, Osmanlı İm paratorlu
ğu, özerk sayılabilecek dinî cemaatlerden oluşan çokdinli bir çiftçiler, esnaf
ve zanaatkarlar toplumu üzerinde hüküm süren ve kimi zaman ulema tarafın
dan yönlendirilen bir askerî-bürokratik yönetici sınıfça idare edilen istikrarlı
bir şekil almıştı. Yönetim ve yasam a erkleri padişah ta toplanm ıştı ve padişa
ha, im paratorluk genişleyip daha bürokratik bir hal aldıkça sultanın yetkile
rinden daha fazlasını ellerinde bulunduran vezirler yardımcı oluyordu. Kanu-
ni’nin ölüm ünden sonra sadrazam sultanın pek çok yetkisini eline alm aya
başladı ve padişah gitgide daha fazla Saray merkezli hale geldi. Gayri-M üslim
toplum ların liderleri olarak cemaatlerinin dinî ve toplum sal ihtiyaçlarına ba
kan patrikler, padişahın korum asındaydılar. Farklı toplumları asim de etmek
amaçlı çalışm alar yapılm am ıştı; bu toplum lar sadece gündelik etkileşimlerin
norm alleşm esi ve kültürel değiş-tokuş için bir sosyal çerçeve yaratm ak üzere
sisteme katılmışlardı. 19. yüzyılda milliyetçiliğin ortaya çıkm asına kadar sis
tem iyi işlemekteydi ve her toplumun eğer asim de edilmiş olsalardı olanak bu
lam ayacağı şekilde kendince yaşam asına olanak tanımaktaydı.
O sm anlı yönetimi o dönem için A vrupa’yla kıyaslandığında ileriydi ve
Hıristiyan köylüler O sm anlı yönetimini kendi dindaşlarının feodal yönetim
lerine kıyasla daha rahat bulmuştu. Barbar olarak düşündüğü ‘T ürkler’e kar
şı hoşgörü beslemeyen M artin Luther (1483-1546), köylülerin vergiler daha
hafif olduğu için O sm anlılar’a meylettiğini kabul ediyordu. O sm anlı vergile
ri, padişah müreffeh topraklar fethettiği sürece hafif kalmayı sürdürdü, ancak
fetihler sona erdikten sonra ağırlaştı.
İstanbul’un fethiyle, O sm anlılar bazı Bizans yönetim uygulam alarını
benimsediler. Padişah gitgide daha zor erişilir hale geldi, gündelik işleri sad
razam ın başkanlığında toplanan ve diğer vezirlerden oluşan Divarı-t H ü m a
yun'a. bıraktı. Divan-ı H üm ayun’un başlıca üyeleri Rumeli ve A nadolu kazas
kerleri İstanbul kadısı, defterdar, mühürdar ve de vezir rütbesindeyse yeniçe
ri ağasıydı. Sonradan, şeyhülislâm yani en üst düzey dinî otorite, reisülküttap
yani dış ilişkilerden sorum lu vezir ve donanm a kom utanı olan kaptanpaşa da
divana eklendiler. Rütbesini belirten iki tuğ'a sahip bir p aşa bir eyaletin vali
si olarak atanırken, bu eyaletler tek tuğa sahip diğer paşalarca yönetilen san
cak'lara bölünmekteydi. Bunun altında bir kadı ve yerel halkı temsil eden
toprak sahiplerince yönetilen bölgeler, yani kaza'lar yer alırdı.
T oprak devlete aitti ve im paratorluk ekonom isi, devletin temel gelir
kaynakları olarak hem toprağın hem tarım üretiminin denetimine dayanm ak
taydı. T opraklar, gelirleri m aaş olarak, yöneticiler olan beylere ve vezirlere
verilen tım ar'lara ayrılmıştı. Bu tım arlar, miras yoluyla gelecek kuşaklara
kalmazdı ve sahibinin ölümü üzerine bu topraklara el konabilirdi. T opraklar
toprağı kontrol eden kişinin vârislerine geçemediğinden, A vrupa’daki gibi bir
toprak sahibi sınıf oluşam adı. T eoride, köylüler, toprak sahibine haraçlarını
ödedikleri sürece, işledikleri topraklardan çıkarılam azlardı. Bu önlem, çiftçi
lere devamlılık güvencesi verdiği gibi, Osmanlı tarihinde köylü ayaklanm ala
rının olm am asını da açıklayabilir.
Kanunî Sultan Süleyman dönem i, geleneksel olarak Osmanlı İmpara-
torluğu’nun zirve noktası olarak kabul edilir. Süleym an, bir dünya im para
torluğunun temellerini atan ilk on büyük hükümdarın sonuncusu olarak ta
nımlanır. Bu im paratorlar sadece büyük fatihler değil, aynı zam anda to p rak
larını ödünsüz bir bilgelikle yöneten yetenekli yöneticilerdi. Süleym an’dan
sonra tahta çıkan sultanların haremin zevklerine savaş alanından daha fazla
önem veren, genelde beceriksiz, sıradan ve yoz adam lar olduğu söylenir; an
cak, IV. M urat (1623-1640 arası tahtta) gibi bir sultan bunların arasında is
tisna olarak görülür. Beceriksiz hüküm darlar, Fatih Sultan Mehmed gibi bü
yük sultanların ferasetinden yoksun oldukları için, yönetimi felç edip im para
torluğu da zayıflatıyorlardı. Ancak im paratorluk, Sokullu Mehmed Paşa ve
im paratorluğu elli yıl kadar yöneten Köprülü ailesinden çıkan sadrazam lar
gibi üstün yetenekli devlet adam ları veya arada bir rastlanılan IV. M urat gibi
dirayetli sultanlar sayesinde ayakta duruyordu.
Bu açıklam a, Batı A vrupa’nın yükselişine paralel olarak O sm anlı’nın
gerilemesine ek bir açıklam a olarak sadece bir ölçüde doğrudur ve çağd aş
akadem ik dünya yeni açıklam alar aram aktadır. 16. yüzyıla gelindiğinde, Os-
manlı İm paratorluğu, hem kendi içinde hem dışarıda, son derece farklı bir or
tamda işlemekteydi: Devlet, asıl am acı topraklarını genişletmek olan ve d o la
yısıyla bir sultan-serdarın ordularına önderlik etmesine gereksinen bir devlet
ten ticaret ve genişlemekte olan Avrupa gibi ekonom ik konularla ilgilenmesi
gereken bürokratik bir devlete dönüşm üştü. O sm anlılar, ne kadar yetenekli
olursa olsun tek bir kimse tarafından yönetilemeyecek bir dünya im parator
luğu yaratm ışlardı. İktidarın aktarılm ası gerekiyordu ve sultanlar, bir sa d ra
zam ile vezirlerden oluşan bir divan, yani bir çeşit bakanlar kurulu kurm ak
zoru nda kalm ışlard ı. Sü leym an ’ın hü
küm ranlığında durum net değildi ve sul
tan , gü cü n ü n artm asın d an kıskan çlık
d u y d u ğ u sa d r a z a m ı İb ra h im P a ş a ’ yı
idam ettirtm işti. A ncak, halefi olan II.
Selim, sadrazam ına ve bürokrasisine öy
lesine bağım lı hale gelmişti ki sadrazam
daha so n rala rı B âbıâli diye tan ın acak
kendi konutunun sahibi olm uştu.
Aynı sebeple, im paratorluk hare
mi de 16. yüzyılda bir siy a sa l ik tid ar
odağı olarak ortaya çıkmıştır. Sadrazam
genelde su ltan a, sultanın bir yakınıyla
yaptığı evlilik yoluyla bağlıydı; dolayısıy
la da haremle ve haremdeki, sultanın an
Kanuni Sultan Süleyman döneminde
nesi veya gözde cariyesi olan valide sul imparatorluğun sınırları alabildiğine
tan gibi güçlü kadınlarla doğrudan bağ genişledi. Ancak bu fetih siyasetinin bir de
ekonomik yanı vardı; çünkü kimi zaman
lantısı vardı. Bazen sultan reşit değilken fethedilen topraklan korumak için yapılan
tahta çıkardı ve bu sebeple sultanın an masraflar, buralardan sağlanan gelirlerden
nesi, hüküm dar erişkin olana kadar süre daha fazlaydı. Kanuni'nin Italyan Tiziano
okuluna mensup bir ressam tarafından
cek bir vesayetin başında yer alırdı. yapılmış portresi.
16. yüzyılın ortalarına gelindiğin
de im paratorluk özellikle kârlı biçimde, ekonom ik çıkar için kullanılabilecek
topraklar açısından genişlemesinin uç sınırlarına ulaşmıştı. Bu, O sm anlı em
peryalizmi ile İspanya, İngiltere, Hollanda gibi Avrupalı güçlerin em perya
lizmleri arasındaki farktı; bu güçlerin emperyalizmdeki amaçları genelde eko
nomikti ve sömürgelerini sonuna kadar yağm alam aktaydılar. O sm anlılar ise,
‘em peryal aşırı genişlem e’ durumunun klasik bir örneğiydiler. O rta A vru
p a’da, Kuzey A frika’da, K ıbrıs’ta büyük kuvvetler ve Akdeniz’de, Ege’de, Kı-
zıldeniz’de güçlü donanm alar bulundurm aları gerekiyordu. K utsal Rom a-
Germen im paratorunun ve müttefiklerinin yanı sıra, O sm anlılar R usy a’nın
Kırım ’da yükselen gücünün yarattığı tehditle de yüzleşmek zorundaydılar.
A n adolu’da Safevîler göçebe Türkm en aşiretleri arasın da yaptıkları Şiîlik
propagandasıyla bir tehdit unsuruydular. Tüm bunlar hazine üzerine büyük
bir yük oluşturm akta, O sm an lılar’ı mali yükümlülüklerini yerine getirmek
için yeni yollar bulmaya zorlam aktaydı.
Dış dünyada ağırlık merkezinin Akdeniz havzasından Atlantik dünya-
sına kaym asıyla büyük bir dönüşüm oluşm aktaydı. Keşifler çağıyla birlikte
O sm anlılar’ın yüzyıllardır ellerinde tuttukları ticaret yolları önemlerini yitir
miş, im paratorluğun ticaretten elde ettiği gelir azalm ıştı. Ancak bu kademeli
bir süreçti ve im paratorluğu hemen etkilemedi. Yine de, im paratorluğun siya
sal ve sosyal yapısına bağlı olarak, ortada bariz bir çözüm yoktu. O sm anlı
ekonomik sistem i, Batı’nın merkantilizminin ve endüstrileşmesinin tehdidine
karşı durm aktan âcizdi.
BİR D EV R İM ÇAĞI
Batı dünyasında, feodalizmden ticarî kapitalizme dönüşüm , devrimle betim-
lenmişti: yükselen orta sınıflar -yani burjuvazi- siyasi iktidar için savaşm ak zo
runda kalmıştı. Bu, İngiltere’de 1640 ile 1688 arasında ‘Muhteşem Devrim ’le
sonuçlanmış, Fran sa’da devrim 1789 ile 1815 arasında gerçekleşmişti. Feodal
sınıfın gücüne karşı çıkacak kuvvette bir burjuvazinin olmadığı İspanya ve
Rusya gibi ülkelerde devrim olm adı ve eski yönetici sınıflar iktidarda kaldılar.
Bu durum O sm anlılar’da da aynıydı. Düzeni sağlayarak tüccar ve üreticilerin
servet kazanm asına izin verecek kadar güçlü bir yönetimi korudularsa da bun
ların kendi çıkarlarını savunabilecek bir siyasi güç olmasını engellediler. O s
manlI’daki durum, tüccarların dinî bağlılık üzerinden -R u m O rtodoks, K ato
lik, Ermeni, Yahudi ve M üslüm an o larak - ayrılmış olm asıyla daha da zorlaş
mıştı, çünkü tüccarlar haklarını savunacak ortak bir grup olarak hareket ede
miyorlardı. Osm anlılar, ekonomi açısından ticaretin önemini kavrasalar da
hiçbir zaman sadece ticaret sınıflarının çıkarlarıyla ilgili olmadıkları gibi, eko
nominin hızlı büyümesine dair bilinçli bir ilgi de göstermediler. Yine de tüke
ticinin hakkının koruyucusuydular; en önemli görevlilerden biri, çarşı ve p a
zarlarda fiyatları, malların kalitesini, ölçü ve ağırlıkları denetleyerek tüketici
nin aldatılm adığından emin olm akla görevli muhtesip’ti. Bu bile, kendi özün
de kapitalizmin ve bir pazar ekonomisinin gelişmesini engelliyordu.
Yine de, teoride ellerine fırsat verilse, bir burjuvazi dönüşümünü ger
çekleştirme rolünü oynayabilecek birtakım zengin tüccarlar vardı. Örneğin,
Şeytanoğlu olarak bilinen ve saygın bir Bizans ailesinden gelme bir R um tüc
car, kürk ticareti ile im paratorluk çapındaki tuz tekelinden bir servet elde et
miş, bu sayede Osmanlı donanm asına altmış gemi donatm ıştı. Ancak, onun
artan servetinden ve kudretinden tedirgin olan III. M urad, onu 1578’de idam
ettirdi. D aha başka zengin O sm anlı sarraf ve tüccarları da vardı am a Osm an-
lı yönetici sınıfı bunların devletin veya ekonominin karakterini etkilemesine
asla m üsaade etmedi. Avrupa’da bile böyle bir değişiklik bir devrim gerekti
rirken, Osmanlı Devleti böylesi-
ne radikal bir siyasal ve toplum
sal dönüşüm e izin verm eyecek
k ad ar kuvvetliydi. D olayısıyla,
çeşitli başkaldırılar olduysa da
siyasal düzenin ve bunu destek
leyen toplum sal sistemin başın
dan, var olan yönetici sınıfı bir
başkasıyla değiştirecek, im para
torluğa yeni bir görünüm ve yön
getirecek şiddetli bir dön üşüm
geçmedi.
Bu, ‘ O sm anlılar e tra fla
rında olan biteni anlam adı’ de
mek de değildi; Avrupa’da olan
bitenden haberdardılar. Devam-
lı o larak A vrupa’dan gelen bir
yabancı akını vardı ve bu gelen
lerden bazıları, genelde ask erî Valide-I muazzama diye de bilinen Mahpeyker Sultan ya
da KBsem Sultan, Osmanlı saray kadınlan arasında en
uzm an olarak , burada yerleşip İhtiraslı olarak, özellikle taht kavga lan sırasında çeşitli
im paratorluğun hizmetine giri entrikalar çevirmekle Un salmıştır. Turhan Sultan’ın bir
yorlardı. Cenova ve Venedik gi tertibi sonucunda öldUrUlen Kösem Sultan’ın döneminde
AvrupalI bir ressam tarafından çizilmiş gravUrU.
bi İtalyan kent-devletleriyle O s
manlI’nın ilk günlerinden beri ticari ilişkiler vardı ve M üslüm an tüccarlar da
İtalyan kentlerine yerleşmişlerdi. Fatih Sultan M ehm ed, sanat çalışm aları için
İtalya’ya öğrenciler gönderm işti ve papayla yazışm aktaydı. Sonuç olarak, Os-
m anlılar, yakınlarındaki gelişmelerden açıkça haberdardılar am a bu gelişme
leri kendi karmaşık, çokdinli toplumlarına uygulayam ıyorlardı. Aynı zam an
da, A vrupa’daki değişikliklerin kendi toplum larım nasıl etkilemeye başladığı
nı da kavrayam adılar, am a bu, im paratorluğun ve im paratorluk yönetici sını
fının karakteriydi: tutucu ve statükoya bağlıydılar, bu yüzden bir tüccar sını
fının ortaya çıkarak devleti dönüştürüp eski yönetici seçkin tabakayı yerin
den etmesine izin vermezlerdi. Osm anlılar’da devletin ekonomik politikasını
belirleyen üç ilke vardı: kent ekonomisini, özellikle de İstanbul’unkini düzen
li tutarak ordunun, bürokrasinin ve Saray’ın iyi beslenmesini sağlam ak; kent
sel ve kırsal kesimlerden vergilerle gerekli geliri elde etmek; kentlerde ve kır
sal kesimde etkin kontrollerle statükoyu sürdürm ek. İspanyol im paratorluğu
da 16. yüzyılda ve daha sonraları benzer bir politika güttü, ancak im parator
luk olm asına ve büyük servetine karşın, burjuva toplum una geçişi yapam aya
rak tüccar sınıflarca yönetilen bir ülke olarak, H ollanda ve İngiltere gibi A v
rupa devletlerinin gerisinde kaldı. Bu, bazılarının iddia ettikleri gibi bir din
meselesi (İslâm î veya Katoliklik kaynaklı) değildir; Aydınlanma öncesi em
peryalizminin özünde vardır.
Ancak, O sm anlı gerilemesi sert ve hızlı bir biçimde gerçekleşmedi. İm
paratorluk 17. yüzyıl boyunca kendini savunabilecek ve hatta 1683’te Os-
manlı ordularını ikinci kez V iyana’nın surlarının önüne kadar getirecek bir
sefer düzenleyebilecek kadar güçlüydü. 1570-1571’de Osm anlılar Tunus ile
K ıbrıs’ı ele geçirdiler ve A vrupa güçleri bu tehdidi güçlerini birleştirerek
1571’de Osmanlı donanmasını İnebahtı’da (Lepanto) büyük bir yenilgiye uğ
ratacak kadar ciddiye aldılar. O sm anlı İm paratorluğu’nun gücü öylesine bü
yüktü ki Sadrazam Sokullu M ehm ed Paşa, Sultan II. Selim ’e, İnebahtı’da yok
edilen donanm anın kolaylıkla yeni ve daha iyi gemilerle yenilenebileceğini
bildirdi. Ancak, yenilginin sonucunda II. Selim Venedik’le ve Kutsal Rom a-
Gcrmen im paratoruyla barış antlaşm ası yapm ak zorunda kaldı.
II. Selim ’in (saltanatı 1566-1574) yönetimine gelindiğinde, iktid
Sokullu M ehmed Paşa’nın (1505-1579) yanı sıra söz sahibi olanlar çoğalm ış
tı, ancak bunların hiçbiri Sokullu kadar büyük devlet adam ı değildi. Sokullu
Mehmed Paşa, Bosna’nın Sokol kasabasında doğm uş ve devşirme sistem in
den yetişmişti. Bürokraside yükselerek 1565’te sadrazam olm adan önce Sü
leyman’ın torunu ve II. Selim’in kızıyla evlenmişti. İm paratorluğu, sultan de
ğil, 1579’daki ölümüne kadar o yönetmişti.
İran’la 1578-1590 arasındaki, Avusturya’yla 1 5 9 3 ’teki gibi olağan sa
vaşların yanı sıra, Osm anlılar aynı zam anda ‘ 17. yüzyıl krizi’ olarak tanım la
nan bir sıkıntıyla da baş etmek zorunda kaldılar. Bu kriz, biraraya gelmiş bir
takım faktörlerin birleşmesiyle üstesinden gelinmesi gereken zorlu bir durum
olarak O sm an lılar’ın karşısına çıktı. D aha önceki araştırm acılar, bunun,
Amerika’dan gelen altın ve güm üşün Akdeniz sistemine Batı’yla olan ilişkisi
sayesinde girmesi sonucunda O sm anlı ekonomisinde enflasyona ve baskıya
sebep olduğunu savunuyorlardı. Hâzinenin ordu ve yönetimin m asraflarını
karşılam ak için daha fazla para bulm ası gerekiyordu. Yeni araştırm alar, na
kit para ekonomisinin Balkanlar’ın ve A nadolu’nun kıyı bölgelerinin büyük
bölümüne yayıldığını, bu sürecin 16. yüzyılda Yeni Dünya altınının gelm esiy
le hızlandığını ve bunun sonucunda da ticarileşmeyi artırdığını iddia etmekte
dir. Böylelikle vergiler mal yerine nakit olarak toplanm akta ve bu im parator
luğun bazı bölgelerinde toprağı elde tutma yöntemini değiştirmekteydi. N ü
fus artışı ve kentleşmede yaşanan genişleme; ekonominin para odaklı hale
gelmesinin artırdığı paraya talep ve im paratorluğun kısıtlı kaynaklarına uy
guladığı baskı, enflasyonist hareketi hızlandırmıştır. Devlet, H absbu rglar’a
ve Safevîler’e karşı sürdürdüğü yıpratıcı savaşlar için daha büyük bir askerî
gücü finanse etmek zorunda kalm aktaydı ve acil bir çözüm yolu, sikkelere gü
müşten çok pirinç koyarak paranın değerini azaltarak parayı devalüe tmek-
ti. Bunun sonucu sosyal kargaşayd ı ve 1 5 8 9 ’da İstanbul’daki yeniçeriler
ayaklanarak azalan m aaşlarını, düşen yaşam standartlarını protesto ettiler.
Bu ayaklanm alar, 1592’de bastırılana kadar sürdü. 1590’larda, O rta A nado
lu toplum sal kargaşayla, adını ilk isyanı başlatan dinî liderin adından alan
Celali İsyanları olarak bilinen köylü ayaklanm aları aracılığıyla tanıştı. Şid
detli memnuniyetsizlik devletin otoritesini de sarsarak 1650’lere kadar sürdü.
A R T A N A V RU PA ETKİSİ
1 699’un ocak ayında im zalanan K arlofça A ntlaşm ası, O sm anlı-H absburg
ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Saldırgan rolündeyken Osm anlılar savun
macı rolüne geçmeye zorlanmış ve artık Avrupa örneğini ciddiye alm aya b aş
lamışlardı. Sultan III. Ahmed (saltanatı 1703-1730), ‘Lale Devri’ olarak bili
nen dönemde reform hareketinin öncülüğünü yapmıştır am a orduya Avrupa
yöntemlerini benimsetme çabaları, ulema-yeniçeri ittifakı tarafından engel
lenmiştir. O sm anlılar, 1729’da A vusturya ve Rusya ordularının tehdidiyle
karşı karşıya kalınca, modern savaş yöntemlerini yerleştirmek üzere Batılı uz
m anlar davet etmeye başladılar. Bir Fransız subayı olan Kont Alexandre de
Bonneval, H um baracı O cağı’nı yenileştirmek üzere İstanbul’a geldi. İşini k o
laylaştırmak için olsa gerek, M üslüm an olmuş ve böylece reform lardan bir
H ıristiyan’ın değil bir M üslüm an ’ ın sorum lu olm asını sağlam ıştır. Ahmet
adını alarak, 1 7 3 1 ’de Osmanlı hizmetine girdi ve 1 7 3 4 ’te bir askerî mühen
dislik okulu kurdu. Kendine paşalık rütbesi ve ertesi yıl da ‘H um baracı’ (top
çu) unvanı verildi. Ancak reformları kök salam adı ve bir Avrupalı reformcu,
Baron de Tott 1 7 6 8 ’de İstanbul’a geldiğinde, H um baracı Ahmet Paşa’nın ça
balarının neredeyse hiçbir izine rastlayam adı; H um baracı orduyu yenileştir
meye çalışm am ış gibiydi.
Baron de Tott, imparatorluk R usya’yla savaşırken askerî reformlar ger
çekleştirmek amacıyla geldi. Rus donanması 1770’e gelindiğinde Ege Denizi’ne
hâkimdi, Rus ordusu Osmanlı ordusunu Tuna boylarında yenilgiye uğratmış,
Kırım ’ı işgal etm işti. O sm an lılar o kadar büyük bozgunlara uğram ıştı ki,
1774’te Çariçe II. Katerina’yla küçültücü bir antlaşm aya zorlanmışlardı. K ü
çük Kaynarca Antlaşması, Kırım ’ı ve Karadeniz’in kuzey kıyısını Osm anlı ege
menliğinden bağımsız kılıyordu. II. Katerina, ayrıca İstanbul’daki O rtodoks
Kilisesi’ni himaye etme hakkına, dolayısıyla da R usya’yı Osmanlı içişlerine ka
rıştırma bahanesine kavuştu. Bu antlaşma, daha sonraları ‘Doğu Sorunu’ ola
rak bilinecek olan hareketin, yani Batılı güçlerin, Hıristiyan topluluklarını öne
sürerek O sm anlı İm paratorluğu’nun çokdinli karakterini söm ürm esinin de
başlangıcını belirler. Bunun karşılığında, Sultan I. Abdülhamid (saltanatı 1774-
1789 arası tahtta) Rusya -ve daha sonra diğer A vrupa güçleri- tarafından
‘Tüm M üslüm anlar’ın halifesi’ olarak tanındı. Antlaşmanın üçüncü maddesine
göre, padişah artık Rusya tarafından ele geçirilmiş olan Kırım’daki M üslüman-
lar üzerinde tüm dinî yetkilerini muhafaza edecekti. Sultanın halifelik yetkisi
büyük güçlerle yapılan daha sonraki anlaşm alarda onaylanmıştır.
H ilafet makamına etkinlik kazandırılm ası, önemli bir buluştu ve im pa
ratorluğun gelecekteki politikaları açısından hayatiydi; m uhafazakârları güç
lendirmiş ve onlara reformların önüne geçmek üzere İslâm ’ı kullanma olana
ğı vermişti. 1 2 5 8 ’de Bağdat, A bbasi halifeliğinin ortadan kalkm asından son
ra kimi birbirinden bağım sız sultanlar hilafet unvanına sahip çıkm ış, hatta
14. yüzyıl gibi erken bir tarihte bu unvan I. M urad tarafından bile kullanıl
mıştı. Yine de, O sm anlılar’ın bu unvana önem vermesi, 1774’ten, yani II. Ka-
terina’nın Osm anlı İm paratorluğu’ndaki O rtodoks Hıristiyanlar’ın koruyu
cusu olduğu m akam ına etkinlik kazandırılm ası sonraya dayanır. Buna karşı
lık olarak, padişahlar da Hıristiyan toplum larda yaşayan M üslüm an cem aat
ler üzerinde dinî yetki sahibi olduklarını iddia ettiler ve bunun A vrupa’yla
ilişkilerinde yararlı bir araç olduğunu keşfettiler.
18. yüzyıl boyunca süren ve karşı çıkanlarca engellenen bölük pö
reform hareketleri, Avrupa devletlerinin artan gücü karşısında im paratorlu
ğun durumunu düzeltmekte âciz kaldı. Katerina ile yapılan antlaşm a ne barış
getirdi ne de R usya’nın genişlemeye yönelik iştahını köreltti. 1783’te Çariçe
II. Katerina, Kırım Hanlığı’nı ilhak etti, üç yıl sonra da Osmanlılar R usy a’yla
yeniden sav aşa girdi. III. Selim , 1 7 8 9 ’da sorunlu im paratorluğun tahtına
oturduğunda, hükümdarlığı, 1 9 0 8 ’de devrimle sonlanacak olan im paratorlu
ğun en uzun sürekli reform yüzyılını başlattı.
O k u m a Ö n e r Il e r I
Stan fo rd J . Sh aw ve Ezel K u ra l S h aw , O sm a n lı İm p a ra to rlu ğ u ve M o d e rn T ü rkiye: G a z ile r
İm p a r a to r lu ğ u O sm a n lı İm p a ra to rlu ğ u n u n Y ü kselişi ve Ç ö k ü şü , 1 2 8 0 -1 8 0 8 ¡C ilt: 1],
çev. M e h m e t H a rm a n c ı, İstan b u l: E Y ay ın ları, 1 9 8 2 .
H alil İn alcık, O sm a n lı İm p a ra to rlu ğ u K la sik Ç a ğ (1 3 0 0 - 1 6 0 0 ), çev. R u şen Sezer, İstan b u l
Y ap ı K red i Y a y ın la rı, 2 0 0 3 .
Leslie P. P eirce, H a re m -i H ü m a y u n O sm a n lı İm p a r a to r lu ğ u 'n d a H ü k ü m ran lık ve K a d ın
lar, çev. A y şe B e rk tay , İstan b u l: T a r ih V ak fı Y u rt Y ay ın ları, 2 0 0 2 .
D an iel G o ffm a n , O sm a n lı D ü n y a sı Ve A v ru p a 1 3 0 0 -1 7 0 0 , çev. Ü lkün T a n se l, İstan b u l:
K ita p Y ay ın ev i, 2 0 0 4 .
İKİNCİ BÖLÜM
Reformdan Devrime
(1789-1908)
ASKERÎ R E F O R M
Selim (saltanatı 1789-1807) N isan 1 7 8 9 ’da tahta çıktığında Fransız
esnaf Yeniçeri O cağı’nın kaldırılm asını ve yerine m odern bir ordu kurulm ası
nı memnuniyetle karşılam aktaydı. Yeniçerilerin öldürülerek ortadan kaldırıl
ması hareketi ‘Vaka-i Hayriye’ olarak anıldı. II. M ahm ud, yeniçeri ağası ye
rine bir serasker tarafından yönetilecek olan yeni ordusuna, m uhafazakâr
çevrelerin de desteğini alm ak üzere, Asakir-i M ansure-i M uhammediye adını
verdi. Genelde hayvan resimleri taşıyan yeniçeri flam aları, yerlerini üzerinde
ay-yıldız motifi bulunan ve daha sonraları Cumhuriyet tarafından da benim
senecek olan tek bayrağa bıraktı. II. M ahm ud aynı zam anda modern ünifor
m alar, bürokratlarca giyilecek bir frak ve yeni düzenin -yan i yeni bir sınıfın
yükselip, eskisinin yitmesinin- bir simgesi olarak fesi tanıttı. 1831’de M eh-
med Ali P aşa’nın izinden gidilerek im paratorluğun ilk gazetesinin kurulması
da toplumun modernleşmesinde önemli bir adımdı. G azete, sadece seçkin ta
baka tarafından okunsa da, kam uoyu oluşumunu ve dilin gelişimini etkiledi.
Yeniçerilerin desteği olm adan, ulemanın elinde reform ları engelleme
gücü kalm am ıştı ve dolayısıyla da reform lar hızlanm aya başladı. M odern
yöntemleri öğrenmeleri için A vrupa’ya öğrenciler yollandı. Aralarında Tıbbi-
ye (1831) ve H arbiye’nin de (1834) bulunduğu yeni okullar kuruldu; tüm hü
kümet yapısı kurum sallaştırıldı, bürokrasiye katıldı. Yeni ordu, geçmişle tüm
bağlarını kopararak tam amen yeni bir yöntemle eğitildi; Bektaşî tarikatı ya
saklandı, böylece ordu ile din arasındaki ilişki ortadan kalkm ış oldu. Osman-
lı subayları, aldıkları modern eğitim ve görünümleriyle, laik ilerlemenin ön
cüleri oldular. Ulemanın m alî bağımsızlığı vakıflar üzerinde denetim kurul
masıyla ortadan kalktı ve şeyhülislâm da görevini hak ederek alan bir m em u
ra dönüştü. Osm anlı yönetiminin merkezi olan D ersaadet, daha sonradan ne
zaretlere (bakanlıklara) dönüşecek olan ve sadrazam tarafından yönetilen
birtakım dairelerle (toplum işleri, içişleri ve dışişleri) m odernleştirildi. II.
M ahm ud, Yunan bağımsızlık savaşı öncesinde Yunan aristokrasisi ve Fenerli
Rum lar tarafından yürütülen tercümanlık işlerini gördürm ek üzere M ü slü
man çevirmenler yetiştiren bir tercüme odası da kurdurdu. Osmanlı Rum ları
ve Ermenileri dışişlerinin yönetiminde önemli bir rol oynam aya, elçilik yap a
rak hatta bir hariciye nazırı da çıkartarak devam etseler de, M üslüm anlar da
yabancı dilleri öğrenmeye başladılar. Bu dillerin, özellikle de Fransızca’nın
öğrenilmesi, dili öğrenenleri hürriyet ve anayasacılık gibi kavram larla yüz yü
ze getirmesi bakımından radikal sonuçlar doğuracak bir gelişmeydi. III. Selim
döneminde kurulmuş olan önemli Avrupa başkentlerindeki elçilikler II. M ah
mud döneminde yenilendiler ve bu da Batı’nın bürokratik sınıf üzerindeki et
kisini artırdı.
BA BIÂ Lİ VE KAVALALI
Gerek bu reform lar gerekse sonrakilerden kârlı çıkanlar, padişahın otokratik
güçlerini ‘a n a y a sa l’ reform lar isteyerek örselem eye başlayan B â b ıâli’nin
adam larıydı. Tıpkı devşirme sisteminin 16. yüzyılın ikinci yarısında ön plana
çıkan adam ları gibi, Bâbıâli grubu da kendi iktidar taleplerini 19. yüzyılda
ortaya koyuyorlardı. Osmanlı toplum unda değişim isteyen bir yükselen orta
sınıf olm adığından, bürokratlar sultana isteklerini benimsetebilmek için A v
rupa’nın m üdahalesi olasılığını kullandılar. A vrupa’nın büyük güçleri -Ingil
tere, Fransa, Avusturya, Rusya, Prusya; 1870 sonrasında Almanya ve Italya-
‘Doğu Sorunu’nun gelişiminde çok önemli oyunculardı. Bunlar, bağım sız bir
Yunan devletini ortaya çıkartm ışlardı ve Bâbıâli’nin, Batı dünyası dışındaki
ilk başarılı modernleşmeci olan M ısır Hıdivi M ehm ed Ali P aşa’nın emellerini
dizginleyebilmek için bu güçlerin desteğine ihtiyacı vardı.
19. yüzyılın ilk yarısında M ehmet Ali çağdaş bir orduya ve endüs
ekonom iye sah ip olan bir devlet yaratm ıştı. A slın da M ehm ed A li’nin, II.
M ahm ud ve -M ısır, İngiltere’nin H indistan ve Doğu yolunda bir tehdit oluş
turduğu için- İngiltere, M ısır gibi stratejik bir ülkenin güçlü bir modern dev
let tarafından kontrol edilmesine m üsaade edemeyeceğinden, O sm anlılar’ın
ve İngiltere’nin emelleriyle çatışan bölgesel alanları vardı. M ısırlılar, 1831’de
O sm anlılar’a karşı savaş açıp, A nadolu’nun içlerine ilerleyip, sadrazam ın ko
m uta ettiği O sm anlı ordusunu yenerek başkenti tehdit ettiler. II. M ahm ud bu
durumda R usya’ya başvurm ak zorunda kaldı ve çar da buna karşılık, İstan
bul’u savunm ak üzere deniz ve kara birlikleri gönderdi. Ancak, Ruslar’dan
bir diğer M üslüm an ülkeye karşı askeri yardım almayı halka kabul ettirmek
için, şeyhülislâmdan bir fetva gerektiriyordu. II. M ahm ud, bunun sonrasında
R usya’yla 8 Tem m uz 1833 tarihinde H ünkâr İskelesi A ntlaşm ası’nı imzaladı
ki bu İstanbul üzerindeki Rus etkisinin en üst noktaya ulaştığı andı. Ancak,
İngiltere ile Fransa İstanbul üzerindeki Rus nüfuzunu sineye çekmeyi reddet
tiler ve 1839-1841 Osmanlı-M ısır savaşından sonra m üdahale ederek, M eh
med Ali’ye Suriye’yi Bâbıâli yönetimine geri verdirttiler, am a buna karşılık da
Kavalalı M ehm ed Ali’nin soyunun M ısır’ı yönetecek hanedan olduğunu k a
bul ettiler.
Bu yıllarda im paratorluğun A vrupa’ya diplom atik açıdan bağımlılığı
nın yanında, özellikle de İngiltere’ye olan ekonomik bağımlılığı da arttı. Bâ-
bıâli, 18. yüzyılda âyanına Avrupalı tüccarlara doğrudan mal satma ayrıcalı
ğı tanımaya zorlanm asıyla beraber ekonomik tekelinden vazgeçmeye başla
mıştı. 1829 Edirne Antlaşm ası devleti yükselen kırsal burjuvazi mensupları
olan Eflâk ve Boğdan âyanına da tarım ürünlerini yabancı tüccarlara devletin
belirlediği daha düşük fiyatların üzerinde ücretlerle satm a ayrıcalığı vermeye
zorladı. 1838 tarihli İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşm ası, 1914’te bu kapitü
lasyonun kaldırılışına kadar Osmanlı iktisat politikasını oluşturdu. Bu antlaş
m a, o sırada ikinci sanayi devrimini yaşam aya başlam ış olan İngiltere’ye
önemli ticari ayrıcalıklar tanıdı; İngiltere’nin o dönemde yeni pazarlara ihti
yacı vardı, böylece O sm anlılar’ı doğm akta olan bir endüstriyel uygarlığın
ekonomik ve siyasal ağm a dahil etti. Antlaşm a tüm devlet tekellerini ortadan
kaldırdığı gibi İngiliz tüccarlara da Osm anlı İm paratorluğu’nun 1914’te res
men İngiltere himayesine girene kadar ismen im paratorluğun bir parçası sayı
lan M ısır dahil her köşesinden mal alm a hakkı tanıyordu. Böylelikle, M ısır’ın
devletçe yönlendirilen ekonomisi de yok edildi. Güm rük harçları ithalatta
yüzde 5 ’e, ihracatta yüzde 12’ye ve transit geçişlerde yüzde 3 ’e yükseltildi.
Antlaşm a başlangıçta sadece İngiltere’yle imzalanmıştı am a kısa süre içinde
diğer Avrupa güçlerine de aynı ayrıcalıklar tanındı. Bâbıâli ithalat vergisini
1861-1862 görüşmelerinde yüzde 8’e ve 1907’de yüzde l l ’e yükseltmeyi b a
şardı. Bu vergileri yüzde 4 daha artırm a denemeleri um ut bırakm ayacak şe
kilde sonuçsuz kaldı. K ısacası, konulan vergi ve harçlar endüstrileşmek için
korum aya ihtiyaç duyan iç pazarı koruyam adığı gibi, 1847’den sonraki en
düstrileşme teşebbüsü de büyük bir başarısızlık yaşadı ve asla tekrarlanm adı.
H arç ve vergiler tek taraflı olarak İstanbul tarafından arttırılamıyor,
bunun için tüm imzacıların onayı gerekiyordu. Bu, İngiltere’nin 1809’da bir
antlaşm a sırasında kapitülasyonlar için zorunlu kıldığı bir koşuldu; kapitü
lasyonlar artık sultan tarafından yabancılara bahş edilen haklar olarak değil,
büyük güçler tarafından pazarlıkla elde edilen ve yalnızca iki taraflı an tlaş
mayla değiştirilebilecek haklar olarak görülmekteydi. K apitülasyonlar ve di
ğer an tlaşm alar, B âbıâli üzerinde önem li bir yük -O sm a n lıla r’ın an cak
1914’te A vrupa savaştayken üzerinden atabileceği- oldu.
BA T ILILA ŞM A H A R EK ET İ
Osmanlı devlet adam ları, M ehm ed A li’nin çağdaşlaşm a deneyini yok etmek
istemelerine rağmen, im paratorluğun İngiltere’nin kurduğu dünya pazarına
eklemlenmesinin im paratorluk açısından kârlı olacağına inanmışlardı. 1824
yılında II. M ahm ud, O sm anlı tüccarlarını koruyan ayrıcalıkları kaldırarak
bunları yabancı tüccarlarla devlet korum ası olm adan rekabete zorlam ıştı. Bu
durum, O sm anlı ticaretini ve üretimini zayıflatm aya başlam ıştır ki bu süreç
1838 Ticaret A ntlaşm ası’yla sona erecektir. Devletin ödediği ücretlerden d a
ha yüksek fiyata mallarını satm a olanağına kavuşan kırsal orta sınıf ticaretin
liberalleşm esinden yararlandı. İthal m alları satan ve Avrupa firm aları için
aracılık yapan tüccarlar da yine zenginleştiler. Ancak birçok geleneksel zan a
at, A vrupa’dan gelen ucuz ve m akine yapımı m allarla rekabete dayan am aya
rak yok olm aya yüz tuttu. İzmir, İstanbul, Selânik, Beyrut gibi lim anlar za
manla daha da çok mal ithal ve ihraç edildikçe zenginleşti, bu, R um lar’ın âtıl
bir Y unanistan’dan dinam ik O sm anlı İm paratorluğu’na göçüne sebep olan
canlı bir ekonom ik iklim yarattı.
Serbest ticaretten dengesiz bir biçimde im paratorluğun Hıristiyan to p
lulukları fayda sağladı, çünkü bunlar Osmanlı topraklarında yaşayan yaban
cı tüccarların himayesi altına alınm ışlardı. Büyük güçlerin yorumuna göre,
kendi dinlerinden olan kişileri himayeleri altına alarak onları kapitülasyon
lardan elde ettikleri hakları paylaşan kişiler haline getirme yetkisine sahipti
ler. Fransız konsoloslarının O sm anlı Katolikleri’ni, İngiltere konsoloslarının
Protestanlar’ı, R uslar’ın da O rtod ok slar’ı himaye altına alma hakları vardı.
Yalnızca Osmanlı Yahudileri dışarıda bırakılmıştı, çünkü bir Yahudi devleti
yoktu. İtalya’nın birleşmesi sonrasında İtalyan konsolosları bazı Osmanlı Ya-
hudileri’ne para karşılığı onları İtalyan himayesine almayı önerdiler. Böyle
likle, Osmanlı Yahudi cemaati, yeni bir yurtsever kimlik arayışı da dahil ol
m ak üzere M üslüm an O sm anlılar’ın sorunlarını içselleştirmeye başladı. Bu
statüler, yalnızca H ıristiyan Osmanlı tüccarlarının daha düşük vergilerden
yararlanm asına yol açm adı, aynı zam anda Osmanlı yetkililerinin -bu kişiler
statüleri gereği sadece konsolosluk m ahkem elerinde y a sla n a b ile c e k le rin
d en- Osmanlı hukuk kurallarını uygulayam am asını da beraberinde getirdi.
TANZİMAT
Tanzim at, G ülhane Hatt-ı H üm ayunu diye bilinen bir ferm anla 3 K asım
1 839’da duyurulm uştur. Bu ferm an, M üslim ve gayri-M üslim herkes için
eşitlik içeren bir çağın başlangıcını; rüşvetin, yozlaşm anın ve yargılanm adan
ceza görmenin sonunu öngörüyor, yani hukukun üstünlüğünü kuruyordu.
Tüm Osmanlı tebaasının hayatları, onurları ve mülkleri garanti ediliyor, p a
dişahın buyruğuyla herhangi bir görevlinin ortadan kaldırılabildiği ve m alla
rına el konulabildiği kulluk anlayışı ortadan kaldırılıyordu. Bu tür son olay
1837’de, II. M ah m ud’un Pertev P aşa’yı bir Saray entrikası yüzünden öldürt-
mesiydi ve M ustafa Reşid Paşa bundan dersini çıkarm ıştı. Kararnam eyle, can
ve mal güvenliği sağlanan devlet görevlileri böylece kendilerini güvence altına
aldılar. İltizam men edildiyse de birkaç yıl içinde bu yasa kaybedecek çok faz
la şeyi olan mültezimler tarafından sabote edilerek, uygulam a im paratorlu
ğun sonuna k adar devam ettirildi.
1839 T anzim at Fermanı, laikleşme konusunda önemli bir adım ve im
paratorluk parçalanana kadar devam edecek bir süreçti. Ferman, dinî cem a
atlere ayrıcalıklar tanınmasına dayanan geleneksel millet sistemi prensibini
zayıflattı, am a eşitliğin sağlanm asından memnun olsalar da cemaatler ayrıca
lıklarından vazgeçmek istemediler. Büyük güçlerden fermanın uygulamasını
izlemeleri, hatta bunlardan İstanbul yönetiminin sözlerini yerine getirip getir
mediğine bakm ak amacıyla O sm anlı eylemlerini zımnen denetlemeleri isten
di. Böylelikle, büyük güçler, reform ların garantörü oldular. Tanzim at devlet
adam ları, eğer padişah reform yolundan saparsa, onu yeniden aynı yolu izle
meye yöneltebilecek iç güçler olm adığından Avrupalı elçilerin bunu yapabile
ceğini hesapladılar. Batılılaşm a için baskı yapm ada yabancı elçiliklerin yardı
mına itimat ettiler. Özellikle İngiltere Büyükelçisi Stratford de Redcliffe C an
ning (1786-1880) bürokrasinin Batıklaştırılm asında önemli bir rol oynadı;
hatta kimi akadem isyenler, O sm anlı Batılılaşm a reform cuları arasında en et
kili isim olduğundan, Tanzim at Ferm anı’nın büyük ölçüde onun eseri oldu
ğunu öne sürmektedirler. 1847’de İngiltere büyükelçisi olm adan önce diplo
matik yaşamının büyük kısmını İstanbul’da geçirmişti ve 1858’e kadar da İs
tanbul’da kalm ış, burada ‘Büyük Elçi’ (Grand A m bassador) diye adlandırıla
rak diplom atik cam ianın duayeni olm uştu. R usya’dan ve R usya’nın O rto
doks Hıristiyanlar aracılığıyla sahip olduğu etkiden hoşlanm am aktaydı; bu
yüzden de Protestanlığın yayılmasını bir alternatif olarak öne sürmüştü. Ay
nı zam anda reform lar ve Batılılaşma için çabalarken, 1850 yılında Protestan
K ilisesi’nin ve cem aatinin bir millet olarak tanınmasını başarm ıştı.
1839 Ferm anı’nın Mehmed Ali krizini izlemesi gibi, Islahat Fermanı da
28 Şubat 1856’da, Paris Kongresi Kırım Savaşı sonrası D oğu Sorunu’nu hal
letmek için toplanırken (Şubat-Mart 1856) ilan edilmişti. Kırım Savaşı, Bâbıâ-
li hükümeti, R usya’nın im paratorluktaki O rtodokslar’ın koruyucusu olm ası
na izin verilmesi isteğinin reddi sonrasında çıkmıştı. İngiltere ve Fransa tara
fından desteklenen Osmanlılar, 4 Ekim 1853’te R usya’ya savaş ilan etmişti.
İngiltere ve Fransa savaşa 1854 M artı’nda katılmış ve çarpışm alar Kırım Ya-
rım adası’nda yaşanm ıştı. Avusturya’nın da karşıt ittifaka katılm a tehdidi ve
yenilme tehlikesi karşısında Rusya barış yapmayı kabul etti; Şubat 1856’da
ateşkes ilan edildi ve 30 M art 1856’da Paris Barış Antlaşm ası imzalandı.
Kırım Savaşı’nın başka yerel sonuçları da oldu. A vrupa orduları baş
kent yakınlarında konuşlanınca Batı m alları ticaretinde önemli bir gelişme
yaşandı. Özellikle Avrupa ile Osm anlı İm paratorluğu arasındaki ticari ileti
şim de bir devrim yaratan ilk telgraf hatları da bu vesileyle kurulmuş oldu.
M odern savaşın ve Florence Nightingale’in Kırım ’daki çalışm alarının sonucu
olarak 1868 H aziranı’nda, Kızılhaç’ın O sm anlı’daki m uadili olan örgüt ku
ruldu. Bu örgüt, önceden sadece ‘Y aralı ve H asta Osmanlı Askerlerine Y ar
dım Cemiyeti’ olarak adlandırılırken, H aziran 1877’de Hilal-i Ahmer Cem i
yeti, 1935’te de Kızılay adını alarak günümüze kadar görevine devam etti.
Kırım Savaşı sonunda yapılan Paris Antlaşm ası’yla Rusya Tuna Neh-
ri’nin ağzını ve B esarabya’nın bir bölüm ünü geleceğin R om an ya’sına; Kars
vilâyetini O sm anlılar’a bıraktı ve aynı zam anda Osmanlı İm paratorluğu’nda-
ki O rtodokslar’ın koruyucusu olma iddiasından vazgeçti. Karadeniz, antlaş
m a 1871’de gözden geçirilene kadar, tarafsızlaştrıldı. O sm anlılar, Avrupa
uyumuna dahil edildi, büyük güçler O sm anlı İm paratorluğu’nun toprak bü
tünlüğünü ve bağımsızlığını garanti ettiler. Ancak, Osm anlılar bir Avrupa dev
leti olarak kabul edilmediler ve dolayısıyla da kendilerine eşitlik tanınmadı.
O sm anlılar’ın kapitülasyonların kaldırılm ası istekleri kabul görmedi, çünkü
büyük güçler, Osmanlı toplumu ile yasalarının Avrupalılar’ın altında yaşaya
m ayacakları kadar farklı olduklarını öne sürüyorlardı. Nitekim , Batılılaşma
ve laikleşme konularında gelişme sağlam ak amacıyla, 1856 Islahat Fermanı,
1839 Tanzim at Ferm am ’mn koşullarını yineleyerek M üslüm an ve Hıristiyan
kullar arasındaki eşitliği daha kesin şekilde ifade etmekteydi. Ancak, Avrupa-
Kırım Savaşı'nda İngiltere ve Fransa’yla birlikte Çarlık Rusya’sına karşı savaşan Osmanlı Devleti galip
gelmesine rağmen, ilerde maddi kayıpları biiylik olacak ve borçlanmayı artıracak yükümlülüklerin
altına girdi. Bunlar bir anlamda ilerde kurulacak Düyun-ı Umumiye’nin de habercisiydi. Savaşta
Osmanlı paşalarını gösteren bir gravür.
lı güçler eşitlik sorununu tam amen farklı görüyorlardı. Osmanlılar için eşitlik,
tüm Osmanlı tebaasının yasalar önünde eşit olm ası, cemaatlere yönelik ayrı
calıkların din konularına ve millet kavramının da cem aat't indirgenmesiydi.
Ruslar için eşitlik, dinî cemaatlere tanınan hakların bağımsızlık mümkün ol
m azsa özerklik olarak genişletilmesiydi. İngilizler için eşitlik, Bâbıâli’nin öner
diği gibi M üslüm an ve Hıristiyan tebaaları için Osm anlı yurttaşları olarak de
ğil, kurumsal topluluklar olarak milletler arasında eşitlikti. Bâbıâli ayrıca top
lumlar arasında anlayışı sağlayacak ve padişahın şahsına ve hanedana bağlılık
üzerine bir ideoloji olan Osmanlıcılığın başarısına yardım edecek eğitim karar
ları da aldı. 1 8 6 8 ’de Mekteb-i Sultani’nin (G alatasaray Lisesi) açılışındaki
amaç, tüm toplulukların entelektüellerini laik bir ortam da birliği destekleme
amacıyla biraraya getirmekti. Başlangıçta neredeyse tüm topluluklardan tepki
almasına karşın, Mekteb-i Sultani zam anla güçlendi ve bunu başka yabancı
dinî temelli kurum lar, örneğin Amerikalı misyonerlerce kurulmuş olan R obert
Kolej izledi. Bu kurumlar im paratorluğun kozm opolit öğrenci grubu içerisin
de Osmanlıcılığın değil ama ulusal hissiyatın güçlenmesini teşvik ettiler.
1856 Fermanı Hıristiyan nüfusun -özellikle de M üslüm an orta sınıf
zayıfladıkça yükselen Hıristiyan orta sınıfın- konumunu güçlendirdi. Hıristi
yan toplulukları laikleşmişti ve böylece din adamlarının etkisi de azalmıştı.
Cem aatler bireysel ‘uluslar’ın özelliklerini göstermeye başladı ve kendi tarih
lerini, dillerini ve edebiyatlarını keşfettikleri bir ‘rönesans’ dönemi geçirdiler.
1 863’te, Ermeni toplum u kendi anayasasına ve ‘ulusal’ meclisine sahip oldu
ve bu da milli özlemleri kuvvetlendirdi. 1870 Şubatı’nda Bâbıâli Fener Patrik-
hanesi’nden bağım sız bir Bulgar K ilisesi’nin kurulmasına izin verdi, Bulgar
piskoposu (eksarh) Bulgar milletinin başı olarak atandı ve piskoposluk bir
Bulgar devleti ve Bulgar bireyi yaratm a çabalarına girişti. Bundan itibaren ki
lise törenleri Bulgarca yapılm aya başlandı, yerel lehçelerin kullanımı özellik
le okullarda dil eğitimi başladıktan sonra desteklenmedi.
M üslüm anlar Tanzim at reformlarının bu faydalarından hiçbirine sa
hip olam adılar. Kendileriyle ilintilendirebilecekleri bir ‘ulusal ibadethane’
yoktu, çünkü İslâm bir evrensel din olarak devam etmekteydi. İktisat alanın
d a, kollanan Hıristiyan tüccarlara karşı rekabette zorlandılar. Böylelikle de
artık ticaret ve üretimi bırakarak devlet memuriyetinde ve askerlikte görev
aram aya başladılar. Ancak, 1860’lara gelindiğinde, Osmanlı bürokratik kad
roları doyma noktasına ulaşm ışlardı; iş bulm ak zorlaşm akla kalmam ıştı, ay
nı zam anda yükselmek de himayeye bağlıydı. Bu yeni eğilimden etkilenenler,
yani yeni entelektüel sınıf, im paratorluğun zayıflam asından ve kendilerinin
kötü durumlarından, Osmanlı H ıristiyanları’na verilen ödünler gerekçesiyle
Tanzim at devlet adam larını sorumlu tuttular.
Y E N İ O SM A N LIL A R H A R EK ETİ
Bu toplumsal memnuniyetsizlikten, Yeni Osm anlılar olarak bilinen yeni bir
hareket doğdu. Bu, rejimi eleştiren ilk modern muhalefet hareketiydi. Yeni Os-
manlılar, yüksek bürokratları, paşaları, Avrupalıları, Levantenleri (imparator
luğa yerleşmiş Avrupa kökenlileri) ve bazı Hıristiyanları ayrıcalıklı bir grup
haline getirerek M üslüm an nüfusu ihmal ettikleri için ikaz ettiler. Bâbıâli’yi,
A vrupa’ya ekonomik ödünler verdiği ve im paratorluk ekonomisini güçsüzleş-
tirdiği için eleştirdiler: Tanzim at reformları modern bir ekonominin doğm ası
nı sağlam am ış, Osmanlı ekonomisinin Avrupa ekonomisine boyun eğmesine
yol açmıştı. İm paratorluğun bazı bölgeleri tamamıyla bir A vrupa ülkesinin
ekonomisine eklemlenmiş ve İstanbul’la ilişkileri zayıflamıştı. Suriye’nin eko
nomisi Fransa’ya, Irak’ınki de İngiltere’ye kenetlenmişti; O sm anlı İm parator
luğu parçalandığında da bu bölgeler adı geçen ülkelerin m andasına verildiler.
Y ine de, Yeni O sm an lılar
da T an zim at dönem inin bir ürü
nüydüler. O dönem basınının ve
< #
eğitim inin bir entelektüel sınıfın
gelişimini sağlayan etkisiyle o rta
ya ç ık m ış la r d ı. İb rah im Ş in a si
(1824-1871) gibi aydınlar yeni fi
kirlerini okur yazar azınlığın o k u
duğu gazetelerde ifade ediyorlardı
am a bu gazete yazıları şehir ve k a
sabaların kıraathanelerinde herke
se okunduğundan geniş bir kitleye
ulaşabiliyordu. Bâbıâli buna bası
nı sınırlam aya çalışarak ve yöneti
mi eleştiren her tür fikri y asak la
yan yasalar çıkararak engel olm a
ya çalıştı. Bu da aydınların rejimi
yıkma am açlı gizli dernekler kur
malarına yol açtı. Avrupa’ya eğitim için öğrenci gönderme ilk kez
1827’de II. Mahmud’un girişimleriyle başladı.
İsmail P aşa’nın 1867’de M ı Özellikle tıp ve mühendislik dallarında açılan
sır’ın verasete dayalı ‘hıdiv’i olarak okulların ihtiyacım karşılamak için başlatılan bu
çaba, Tanzimat’la birlikte artarak sürdü. Aralarında
kabul edilm esinin, Yeni O sm anlI
daha sonra sadrazam olacak Edhem Paşa’nın da
lar için ön ceden h esap lan m am ış bulunduğu ilk giden öğrenciler.
sonuçları oldu. İlk doğan erkek ço
cuğun tahta geçm esi kuralının kabul edilm esiyle, İsm ail P aşa’nın kardeşi
M ustafa Fazıl Paşa dışlandı ve hem bir rejim muhalifi oldu hem de Yeni Os-
manlılar’ın liderlerinden birine dönüştü. 1867 yılında A vrupa’da sürgündey
ken Sultan A bdülaziz’e (1861-1876 arası tahtta) yazdığı bir mektupta an aya
sal m onarşiyi im paratorluğun tüm sorunları için çözüm olarak gösterdi ve
tüm liberal hakların tanındığı bir hükümet çağrısında bulundu. Yeni Osman-
lılar, devletin mutlakıyetçi bir yönetim altında ıslah edilemeyeceğini düşün
dükleri için, sultanın ve bürokratlarının otokratik yönetimini sonlandırm ak
istiyorlardı. Bâbıâli, muhaliflerine karşı sert tedbirler alarak karşılık verdi;
N am ık Kem al (1840-1888) ve Ali Suavi (1839-1878) gibi gazeteciler İstan
bul’dan sürgün edildiler. İstanbul’da hükümeti ele geçiremeyen muhalefet Pa
ris’te yeniden biraraya geldi ve burada Yeni O sm anlılar Cemiyeti’ni kurdular
ve Bâbıâli’ye karşı muhalefetlerini daha uygun bir ortam da sürdürdüler.
Yaptıkları yayınlarda Yeni O sm anlılar defalarca sultan ile tebaası ara
sında bir sözleşme oluşturacak bir anayasa ile im paratorluğun meselelerini
tartışacak ve yasa çıkaracak bir temsilî hüküm et istediler. H alkın ekonomik
hayatındaki gerilemenin ve devletin m alî durumunun üzerinde durdular ve
B âbıâli’nin büyük güçlere dayanm asından ve bunların da O sm anlı işlerine
gitgide daha fazla karışm asından yakındılar. Bu faktörler M üslüm anlar ile
gayri-M üslim cemaatlerin arasını açm aktaydı ve her iki taraf ta gelecekten
üm itvar değildi. O nlar için çözüm, halkın katıldığı ve sultanın hukuka tâbi
olduğu bir yönetim kurmaktı.
Ancak, Yeni O sm anlılar devrim yaratacak değişiklikler istemiyorlardı.
A m açları düzeni yıkmak değil, düzeni daha kapsayıcı ve A vrupa’nın genişle
mesine daha dayanıklı hale getirmekti. Yeni Osm anlılar aydınlar grubuna ait
lerdi ve seçkinlerden ayrı olarak hareket edecek bir toplum sal dayanakları
yoktu. Eğitimleri ve kültürleri onları köylülerden, kentlerdeki esnaf ve zana-
atkârlardan ayırıyordu. Devrimi tetiklemek bir yana, gerçek değişim getirme
nin tek yolunun fikirlerine sempatik yaklaşan bir hükümdarı tahta çıkarm ak
olduğuna kanaat getirmişlerdi.
Nam ık Kemal Osmanlı liberalizminin fikirlerini tutarlı bir şekilde ifade
etmekteydi, dolayısıyla da Yeni Osmanlılar arasında en önemli düşünür olarak
yer aldı ve fikirleri hem yaşamında hem de ölümünden sonra önemini korudu.
Şiirleri, tiyatro oyunları, eleştiri eserleri yönetim tarafından yasaklanm asına rağ
men aydınlar arasında yaygın biçimde okunmaktaydı. Hürriyet fikrini geliştir
mesinin yanı sıra, doğal haklar kavramını da, tıpkı vatan; toprağa bağlı vatan
severlik, halk egemenliği kavramları gibi -herhalde İslâm düşüncesinde ilk kez-
tanıttı. Fikirleri arasında en etkilisi vatanseverlik/Osmanlıcılık’tı: Tüm Osmanlı-
lar’ın, dinleri ve dilleri ne olursa olsun, Osmanlı Hanedanı’na değil de Osmanlı
vatanına bağlılık borcu vardı. Fikirleri genelde Devrim sonrası Fransası’ndan
gelmekteydi ama Nam ık Kemal bunları İslâmî çevrede anlaşılabilir kılıyordu,
çünkü bu fikirleri şeriatla bağdaştırmıştı. R ousseau’nun toplum sözleşmesi kav
ramı, yöneten ile yönetilenler arasında bir sözleşme oluşturan bir İslâmî sadakat
yemini, yani biat olarak açıklanmıştı. Şeriat, kolayca biçimlendirilebilir ve nere
den gelirse gelsin gelişmeye adapte olabilirdi. Osmanlı gerilemesinin kendinden
önceki eleştirmenlerinin aksine, Nam ık Kemal hayali bir şanlı geçmişe dönme
nin imkânsız olduğunu, ama Batı’da halihazırda başarıyla denenmiş anayasacı-
lık gibi uygulamaları kabullenmenin meşrû olduğunu öne sürüyordu.
A vrupa’da sürgündeyken, N am ık Kem al, Batı’nın o çağdaki teknolo
jik gelişiminin önemini kavradı. Yine de, O sm anlılar’ın m addî gelişimi ancak
kaderciliği bırakıp, hürriyet ve gelişm e kavram larını kabullendikten sonra
sağlayabilecekleri sonucuna vardı. O sm anlılar’ın hızlı gelişme gösterem em e
sinin sebebi İslâm ’ın bir engel oluşturm ası değil, im paratorluğun dünya p aza
rının bir parçası haline dönüşm üş olm ası, ekonomik ve politik hayatının A v
rupa tarafından yönlendirilmesiydi. Üstesinden gelinmesi gereken sorun da
buydu.
İFLAS VE KA R G A ŞA : O SM A N LI
İM P A R A T O R L U Ğ U ’N U N Ç Ö Z Ü L M E Sİ
Yeni O sm anlılar Tanzim at reform larının sonuçlarını eleştirirlerken, im para
torluk, B âbıâli’nin 1875 Ekim i’nde iflas ilan etmesine yol açacak bir m alî
krize sürüklenmekteydi. İm paratorluk, 1854 yılında, Kırım Savaşı sırasında
A vrupa’dan borç alm ak zorunda kalana dek malî açıdan borcunu ödeyebilir
durumdaydı. A vrupa’dan alınan borçlar modern bir ekonominin altyapısını
hazırlam ak, karayolları ve dem iryolları yapm ak için kullanılm adı. Bunun
yerine, saray gereksiz harcam alara girdi ve modern saraylar inşa ettirdi, o r
du için silahlar satın aldı ve büyük bir donanm a kurdu. Borç alınan paranın
devasa m iktarları hanedan düğünlerine harcandı. 1 8 8 0 ’de bir prenses öld ü
ğünde ardında G alata bankerlerinden alınmış 1 6.000 altın liralık yüklü bir
borç bırakm ıştı.
İm paratorluğun ekonom ik, m ali, siyasi durumu 1875 Bosna-Hersek
ayaklanm asından kötü şekilde etkilendi. T oprak sahiplerinin söm ürüsüne
karşı bir köylü ayaklanm ası olarak başlayan olay kısa sürede dinî ve milli
motifler edinerek bir Hıristiyan Slavlar ile onların M üslüm an yöneticilerinin
mücadelesine dönüştü. Hareketin lider kadrosu Sırbistan’daki Slav kardeşle
riyle birlik için çağrıda bulundu, bu da onlara Balkanlar’daki etkisini artır
m ak isteyen R u sy a’daki pan slavist hareketin desteğini getirdi. Bu tam da
Avusturya’nın çekindiği şeydi, çünkü Slav milliyetçiliği V iyana’nın Ege Deni-
zi’ne ve Selanik limanına genişlem esini engelleyecekti. D urum , 1876 M a-
yıs’ında Bulgarlar bağımsızlık için O sm anlılar’a karşı ayaklandığında ve Sır
bistan ile K arad ağ savaş ilan ettiğinde daha da karm aşıklaştı. Büyük güçler
arasında çıkar çatışm ası yaşanıyordu, dolayısıyla da sorun diplomatik yollar
dan çözülemedi. Ruslar asileri desteklerken Avusturya-M acaristan ise pansla-
vik hareketin kendi topraklarına sıçram ası endişesiyle isyana karşı çıkıyordu.
İngiltere R usya’nın bölgede güçlenen etkisinin kendi konumunu zedeleyece
ğinden korkuyordu. 1870-1871 Alm an birleşmesi diplom asi oyununa yeni
bir aktör eklemişti ve bu oyunu daha da zor hale getiriyordu.
Osmanlılar isyanı acım asızca bastırdılar, Sırplar’ı ve K aradağlılar’ı ez
diler. İngiltere’de Liberal Parti lideri W illiam Gladstone O sm anlılar’ın Bulgar
İsyam ’nı bastırm ası olayını, Osmanlı yanlısı M uhafazakâr Başbakan Benja
min D israeli’ye karşı kullandı. Gladstone O sm anlılar’ı Hıristiyan Bulgarlar’a
zulmeden barbarlar olarak tanım layarak isyancılara İngiliz desteği için çağrı
yaptı. Bu ortam da, R usya 1877 N isam ’nda O sm anlılar’a savaş açarak ilerle
melerini durduran uzun bir kuşatm a sonrasında Plevne’yi aldı ve Rus ordula
rı 1878 baharında İstanbul kapılarına dayandılar. A yastefanos’da (Yeşilköy)
R usya Bâbıâli’ye şu koşu llan dikte ettirdi: Ege Denizi’ne uzanacak, özerk,
O sm anlılar’ın Arnavutluk ve M akedonya’ya erişimini kesecek, genişletilmiş
bir Bulgaristan; R om an ya, Sırbistan ve K a ra d a ğ ’a bağım sızlık tanınm ası;
K ars, Ardahan ve B atum ’un R usya’ya bırakılm ası; tazm inat olarak Bosna-
H ersek yönetiminin A vusturya-M acaristan’a bırakılması.
İngiltere, R uslar’ın bu nüfuz kazanımını kabul etme niyetinde değildi
ve bu nedenle İstan b u l’a sav aş gemileri gönderdi. Alm an Şansölyesi Bis
m arck, büyük güçler arası bir çatışm adan korkarak ‘güvenilir aracı’ rolü oy
nadı. Haziran-Tem m uz 1878’de Berlin K on gresi’ni topladı ve Ayastefanos
A ntlaşm ası’nı gözden geçirip, bölgede R usya, Avusturya-M acaristan, İngilte
re arasında bir denge kuran düzeltmeler yaparak Doğu Sorunu’nu çözüme
kavuşturdu. Özerk Bulgaristan’ın boyutları küçültüldü; Bulgaristan’ın güne
yinde O sm anlı kontrolünde am a Hıristiyan bir valinin yönetim inde Doğu
Rumeli vilâyeti kuruldu. Doğu Rumeli 1 8 8 5 ’te Bulgaristan’la birleşti. Sırbis
tan, K aradağ, R om anya’nın bağımsızlıkları da R usya’nın K afk aslar’daki ka
zançları ve Bosna-H ersek’in Avusturya’nın yönetimine verilmesi gibi onay
landı. 4 Haziran Kıbrıs Konvansiyonu’yla O sm anlılar Kıbrıs A dası’m, ileride
R u sy a’nın A nadolu’ya herhangi bir başka saldırısında korum a sağlam ası şar
tıyla, İngiltere’ye bıraktılar. Ayastefanos’ta bırakılan diğer topraklar Dersaa-
det’e geri verildi. Berlin Antlaşm ası, ayrıca Bâbıâli’ye, büyük güçlerin deneti
mi altında yaptırım getiren “ Ermeniler’in yerleştiği vilâyetlerde ıslahat ve
reform lar yapılm ası, bunların Çerkezler’e ve Kürtler’e karşı korun m ası” nı
içeren 61. maddeyi de içeriyordu. Bu, Osmanlı-Ermeni ilişkilerinin geleceği
için dehşetli sonuçlar getirecek bir şarttı. Kongre sonucunda O sm anlı İm pa
ratorluğu, topraklarının yaklaşık yüzde 4 0 ’ım ve nüfusunun yaklaşık yüzde
2 0 ’sini (yaklaşık iki milyon M üslüman) yitirdi. Bunların çoğu Balkanlar’dan
İstanbul ve A nadolu’ya akın akın göç ettiler. Bu kriz ve savaş sonucunda İs
tanbul nüfusu yaklaşık olarak iki katına çıktı.
İST İB D A T T A N M E ŞR U T İY E T E
A yaklanm alar ve savaş, D ersaad et’i bir ikilem içine soktu: Balkanlar’daki
ayaklanm aları bastırm akta ve buradaki m uarızlarına karşı savaş açıp kazan
m akta sorunu yoktu, am a büyük güçlerle nasıl başa çıkacağı konusunda bir
ikilem içindeydi. Reform cular, im paratorluğun A vrupa’nın anlayış ve deste
ğini kazanm ak için anayasal bir m onarşiye, meşrutiyete ihtiyacı olduğuna k a
rar verdiler. Böyle bir rejim Padişah Abdülaziz tahttayken mümkün değildi ve
dolayısıyla 30 M ayıs 1876’da tahttan çekilmeye zorlandı, dört gün sonra da
intihar etti.
Büyük reformcu devlet adam ı M idhat Paşa (1822-1884) yeni sultanın
yönetiminde Saray’ın yozlaşm asını duraksatacak ve im paratorluğa mali istik
rar getirecek seçilmiş bir M eclis’i olan bir anayasal meşrutiyet rejimi kurula
bileceğine inanıyordu. Ancak, V. M urad aklından rahatsız çıkınca tahttan in
dirilerek yerine II. Abdülhamid (1876-1909 arası tahtta) geçirildi. II. Abdül-
hamid 31 A ğustos 1 8 7 6 ’da tahta çıktı ve M idhat P aşa’ya anayasal bir hü
kümdarlık sözü verdi. Bir anayasa hazırlanmasını emretti, çünkü anayasal bir
rejimin A vrupa’nın müdahalesini önleyeceğini ve im paratorluğun kendi işle
rini yönetebileceğini hesaplam aktaydı. Ancak, büyük güçler çoktan İstan
bul’da bir konferans düzenleyerek Balkanlar’daki krizi ve bunu çözecek ted
birleri görüşm eye karar vermişlerdi.
Tersane Konferansı 23 Aralık 1 8 7 6 ’da toplandı ve Dersaadet aynı gün
anayasal rejimi ilan ederek artık konferansın gereğinin kalmadığını bildirdi.
Ancak, büyükelçiler bunu ciddiye alm ayıp reddederek Bulgaristan’a ve Bos-
na-Hersek’e özerklik tanıyan bir reform planı önerdiler. Bâbıâli bu planı red
dedince elçiler İstanbul’u terk edeceklerini ve bu durum da R usya’nın savaş
ilan edebileceğini bildiren bir uyarı yayınladılar. Bâbıâli, planı yeniden incele
di ve yeniden reddetti, bunun üzerine elçiler İstanbul’u terk ederek durumu
m uallakta bıraktılar. Başmimarı Sadrazam M idhat Paşa sultan tarafından az
ledilip sürgüne gönderilse de, yine de anayasa deneyi devam etti. 19 M art
1877’de M eclis toplandı. Bunlar dolaylı, her dinî topluluğun M eclis’e kendi
temsilcilerini gönderdikleri; bir çeşit senato denilebilecek olan Meclis-i Ayan
üyelerini de padişahın atadığı, iki turlu seçimlerdi.
M utlakıyetten meşrutiyete hızlı geçiş reform cular için hatırı sayılır bir
başarıydı. On yıldan az bir sürede A vrupa’da yüzyıllar alm ış ve Rus reform
cuların bir kuşak sonra, o da devrim aracılığıyla gerçekleştirecekleri bir deği
şimi başarm ış gibiydiler. Ayrıca, çeşitli milletlerden oluşan Meclis, süregiden
kriz ve savaş karşısında şaşırtıcı bir vatanperverlikle davranıyordu. Hüküm et
Tersane y da İstanbul Konferansı diye de bilinen ve Rus, Ingiliz, Fransız, Alman bUyUkelçileri
katıldığı için Sflfera Toplantısı olarak da adlandırılan görüşmelerin, demokrasi tarihi açısından bir
başka yanı da aynı gOn (23 Aralık 1876) Sultanahmet’teki Medis-i Mebusan binasında I. Meşrutiyetin
top atışlarıyla ilan edilmiş olmasıdır. Medis-i Mebusan önünde yağmurlu bir günde toplanmış
İstanbul halkını tasvir eden bir gravür.
O k u m a Ö n e r Il e r I
S tan fo rd J . S h a w ve Ezel K u ra l S h aw , O sm a n lı im p a r a to rlu ğ u ve M o d e rn T ü rk iye: R e
fo rm , D ev rim ve C u m h u riy et: M o d e rn T ü rk iy e'n in D o ğ u şu , 1 8 0 8 - 1 9 7 5 / C ilt 2 ], çev.
M eh m et H a rm a n c ı, İstan b u l: E Y ay ın ları, 1 9 8 2 .
N iy az i B erkes, T ü r k iy e ’d e Ç a ğ d a şla ş m a , İstan b u l: Y ap ı K redi Y a y ın la rı, 2 0 0 2 .
B ern ard Lew is, M o d e rn T ü rk iye'n in D o ğ u şu , A n k ara: T ü r k T a r ih i K u ru m u , 1 9 7 0 .
D o n ald Q u a ta e rt, O sm a n lı İm p a ra to rlu ğ u 1 7 0 0 - 1 9 2 2 , İstan b u l: İletişim Y ay ın ları, 2 0 0 3 .
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Meşrutiyet Devrimi,
Reform ve Savaş
(1908-1918)
A N A Y A SA N IN D Ö N Ü Ş Ü
A bdülham id’i sözünden dönerse mücadeleyi yeniden başlatm akla tehdit etti.
Eski rejim çökm üş olduğu için bir yasa ve düzen eksikliği vardı. Cemiyet bu
durum da kontrolü ele geçirmeyi denedi; zaten o dönemde hükümeti destekle
yecek prestij ve otoriteye sahip tek kurumdu.
Ancak, Ittihad ve T erakki Cemiyeti, her zam an için, kökleri M akedon
ya’da olan bir gizli örgüt olm uştu. Örgütte sorum luluk kapsam ında ast-üst
ilişkisi içinde ilerleyen bir hiyerarşi mevcut değildi. Cemiyet içerisinde kabul
edilmiş bir liderlik yoktu ve bu yüzden İttihad ve Terakki Cemiyeti, kararları
genel kurulun seçtiği merkez komitesinin aldığı, bir ‘liderler partisi’ olarak
adlandırılıyordu. İyi tanım lanm ış bir ideolojisi yoktu; amacı ‘im paratorluğu
kurtarm ak’ ve im paratorluğun çokdinli, çokuluslu toplumunun 20. yüzyılda
birlik içinde yaşayabilm esi am acıyla, reform yapm aktı. O sm anlı toplum u
ağırlıklı olarak M üslüm an olduğundan, İttihadçı liberaller anayasayı İslâm ’ın
devletin resmî dini olduğunu belirten 11. m addesini kaldırarak laikleştiremi-
yorlardı. İttihadçılar arasındaki İslâmcılar, anayasanın şeriatla uyumlu oldu-
ğunu çünkü şeriatın meşveret'ı onayladığını belirtiyorlardı. Böylelikle, İttiha-
dçılar şeriatın anayasal düzende baskın olduğu kurgusunu öne sürerken, m u
hafazakârlar bunun böyle olmadığı iddiasındaydı. O an için, İttihadçılar, to p
lum sınıflan arasında bir devrim yerine, yönetici seçkinler sınıfı içinde bir d ar
be gerçekleştirmekte başarılı olm uşlardı. Ancak bir yıl içerisinde toplumu sar
san reformlar uygulam aya başladılar. M eclis’i belirlemek üzere seçimlere gi
dilmesini ortaya atarak ve -M üslim veya gayri-M üslim , T ürk veya değil- eş
rafa temsil hakkı vererek parlam ento ile kabinenin toplum sal yapısını değiş
tirdiler. Bu eşraf da, buna karşılık olarak, yasam anın tabiatını değiştirdi.
Coşkulu kutlam a dönemi ağustosta sona erdi. Bunu, anayasanın ken
di durumlarını düzelteceğini düşünen işçilerin başlattığı grevler dizisi izledi.
Ancak bunlar yanılıyordu, çünkü meşrutiyetçiler ekonom ik düzenin disiplin
li ve söz dinleyen işçilere sahip bir sosyal barış gerektirdiği fikrindeydiler.
Meşrutiyet rejimi güçlenen bir O sm anlı İm paratorluğu’nun doğal olarak ken
di emperyalist emellerini baltalam aya çalışacağını düşünen dış güçleri de te-
laşâ düşürdü. İngilizler, M ısır ve H indistan’da, başarılı meşruti yönetimlerin
etkisini bildiklerinden meşrutiyetçilere karşı mesafeli, yer yer tehditkâr bir ta
vır takındılar. Diğer güçler daha güçlü tepki verdiler. Bulgaristan bağımsızlı
ğını ilan etti, Avusturya Bosna-H ersek’i ilhak etti, Girit Adası da Yunanis
tan ’la birleşme kararını açıkladı. Bu olaylar yeni rejimin saygınlığını zedele
yen darbeler oldu.
İstan bul’da Bâbıâli bürokrasisine hâkim olan liberal A hrar Fırkası
yandaşları İttihad ve Terakki Cem iyeti’ne artık siyasi iktidar Saray’dan alın
dığına göre siyaset sahnesinden çekilme baskısı yapıyordu. Ancak İttihadçı-
lar, kazanacaklarını tahmin ettikleri aralık seçimleri sonrasında daha da faz
la etkili olacaklarını düşündüklerinden çekilmeyi reddettiler. M üslüm an top
lumun alt-orta sınıfından gelen İttihatçılar kabineyi ellerine alarak ülkeyi
doğrudan yönetemeyeceklerini kavradılar. Dolayısıyla, hükümeti parlam en
toya hükmederek kontrol edeceklerine güvendiler.
1908 seçimlerinin sonuçları A hrar Fırkası yandaşlarını hayal kırıklığı
na uğrattı ve İttihadçılar’ın tahminlerini doğruladı. İttihadçılar ezici bir ço
ğunluk kazanm ış gibi duruyorlardı am a Sadrazam Kâm il Paşa İttihad ve T e
rakki Cemiyeti’nin M eclis toplandığı zam an çoğunluğa sahip olamayacağını
düşünüyordu. O an için padişah anayasal bir hüküm dar gibi davranırken k a
bine de modern, merkeziyetçi bir yapı oluşturmak am acıyla anayasal olm a
yan yasaları ele alm aya girişti. A m aç, büyük güçler tarafından kabul görecek
ve onları kapitülasyonları kaldırm aya götürerek denizaşırı haklarından vaz
geçmeye yöneltecek bir sistem yaratm aktı. Saray kontrol altına alınm ıştı, ama
Bâbıâli, yani Ahrar Fırkası tarafından yönlendirilen bürokrasi, İttihadçıları
m arjinalize ederek siyasi iktidarı tekelleştirmeyi umuyordu. Kâm il Paşa, bu
nu iktidar yapılanm asında önemli bir unsur olan Osm anlı ordusunun kontro
lünü kazanarak yapabileceğine inanıyordu. Bunun sonucu olarak, M eclis’in
desteğine sahip olduğu inancıyla, Şubat 1909’da harbiye ve bahriye nazırları
nı görevden alıp yerlerine kendi adamlarını getirdi. Ancak, kendi kabinesinin
üyeleri, Kâmil Paşa’nın kabinede çalışma arkadaşlarına danışm adan değişik
lik yapm ası sebebiyle, istifa ettiler. Meclis, 13 Şubat’ta hareketlerinin anaya
sa dışı olduğu iddiasıyla Kâm il P aşa’yı sorgulam ak için toplandı. Kâm il Paşa
istifa tehdidinde bulundu; onun yerine M eclis güvensizlik oyu verdi ve Kâmil
Paşa da kabinesi de düştü. Sabık rejime hizmet etmiş ama İttihadçı reform
program ına sıcak bakan Hüseyin Hilmi Paşa sadrazam oldu.
Kâmil Paşa’nın düşüşü Ahrar yandaşları ve tüm İttihadçı karşıtı unsur
lar için büyük bir hayal kırıklığına yol açtı. Bunların arasında özellikle Rum
Patrikliği olm ak üzere Gayri-M üslim seçkinler, sultan, mürteciler ve İngiltere
Elçiliği de vardı. M uhajçfet İttihad ve Terakki Cemiyeti karşıtı sert bir basın
kam panyası başlattı ve elçiliğin desteğinden güç buldu. Gericiler nisanda re
form lara muhalefete başlayarak İslâm ’a dayalı bir birlik çağrısı yaptılar. G a
zeteleri Volkan aracılığıyla M eclis’teki din adam larına, ordudaki erlere, kent
li alt sınıflara seslendiler.
V. M E H M E D ’İN T A H T A ÇIKIŞI
V. M ehm ed olarak bilinen M ehmed Reşat (1844-1918) 1909’da Abdülha-
m id’in yerine geçti. Abdülm ecid’in (1839-1861 arası tahtta) oğluydu ve ideal
meşrutî hükümdar olarak görülüyordu. Tahta çıktığında altmış beş yaşınday
dı; siyasi tecrübe ve kişisel hırstan yoksundu. Dolayısıyla, İttihad ve Terakki
Cemiyeti çevresine adam larını yerleştirerek Saray’da etkisini korurken, hükü
metin her dediğini yapm aya hazırdı. Hüseyin Hilmi Paşa yine sadrazam ola
rak atandı, ancak kabinesinde bir tek İttihadçı yer alm ıyordu. Toplum , alt-or-
ta sınıf mensuplarını kabinede görmeye hazır değildi. İttihadçılar bir yasayı de
ğiştirerek mebusların -kendi m ebuslarının- çeşitli bakanlıklara müsteşar ola
rak atanmasını sağlam ayı denedi. Böylelikle kabinenin işleyişini etkileyebile
ceklerini umuyorlardı. Ancak M eclis anayasanın 67. m addesini değiştirmeyi
reddetti ve İttihadçılar uygulamaya ters olarak üyelerini doğrudan kabineye
sokm aya zorlan dılar. M aliyeci ve Selanik m ebusu M ehm ed C avit (1875-
1926) Haziran 1 9 0 9 ’da maliye nazırı oldu ve ilerleyen yıllarda önemli bir rol
oynadı. Ağustosta belki de İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli ve örgü
te hâkim üyesi olan ve 1917’de sadrazam olacak M ehmed T alât, eski rejimle
yakından ilişkilendirilen Ferid Paşa’nın yerine dahiliye nazırı olarak atandı.
İttihadçılar artık kabinede rahattılar am a M eclis’teki konum lan zayıf
tı. Cemiyet kendi platform undan seçilmiş am a kendi istekleriyle çelişir şekil
de oy kullanan m ebuslar üzerinde disiplin sağlayam ıyordu. Bu arada, İttihad
ve Terakki Cem iyeti’nin bir siyasi parti olmadığını, dolayısıyla parti disiplini
ne sahip bulunmadığını belirtmekte fayda var. İttihad ve Terakki Cemiyeti,
birbiriyle rekabet eden ve genelde de çatışan çıkarlara sahip bir hareketti.
1909 M art’ında İttihad ve Terakki Cemiyeti bir meclis grubunun veya bir
‘parti’nin kurulmasını kabul ederek disiplin sağlam ayı um du. Ancak fikir işe
yaram adı ve ‘p arti’ye bağlı m ebuslar 67. maddenin değiştirilmesine karşı oy
verdiler. Şubat 1 9 1 0 ’da bir hizip İttihad ve Terakki Cem iyeti’nden ayrılarak
Ahali Fırkası’nı kurdu ve yekvücut cemiyet efsanesini ortadan kaldırdı.
M ahm ud Şevket’in gözetimi altında siyasi faaliyetler tarafsızlaştı. Ah-
rarcılar gözden düştü ve bir süre için gölgede kaldı. İttihadçılar, her ne kadar
M ahm ud Şevket reform ve modernleşme programlarını benimsemiş olsa da,
paşanın kıdemsiz ortakları olarak çalışm aya zorlandılar. Bu arada, Ahrarcı-
lar yaralarını sararak , kendilerini yeniden düzenlediler ve Kasım 1911’de, im
paratorluktaki tüm İttihad ve Terakki Cemiyeti karşıtı grupların bir ittifakı
olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı kurdular.
B aşarısızlığa uğrayan karşıdevrim sonrasında, reform cular mecliste
m uhalefetsiz kalm ışlardı ve bu sayede önemli yasaları kolaylıkla geçirebili
yorlardı. Bunların üç am acı vardı: birincisi, 1908 Tem m uzu’ndan beri ortaya
çıkan gelişmeleri anayasaya aktarm ak; İkincisi, im paratorluğu ve im parator
luğun idari m ekanizm asını m odernleştirip bütünleştirmek; üçüncüsü, büyük
güçlerin hoşlanacağı yasalar çıkararak yabancıların im paratorluk hukukun
dan m uaf tutulm asına yol açan durum u ortadan kaldırıp, bu devletlerin ken
dilerine tanınm ış olan kapitülasyonlardan vazgeçmelerini sağlam ak. 1909
anayasa değişiklikleri yetkiyi padişahtan alarak bunu yasam a organına ve hü
kümete devretti. Yalnız, im paratorluğu m odernleştirm e am açlı reform lar
Türk olm ayan gayri-M üslim nüfus arasında önemli ölçüde rahatsızlık yarat
tığı gibi Arnavutluk’ta da büyük isyanlara yol açtı. Yine yönetimin kapitülas
yonların kaldırılm asına yönelik çabalan da başarısızlıkla sonuçlandı. Büyük
güçler direnerek herhangi bir tavizden kaçındıkları gibi, ayrıca B âbıâli’den
yeni tavizler istediler. Bunun sonucunda, im paratorluk, İstanbul yönetimi Ey
lül 1 9 1 4 ’te A vrupa’daki savaştan yararlanarak kapitülasyonları kaldırana
kadar, bir yarı sömürge halinde kaldı. Bu süreçte, kapitülasyonlar reformları
engellemekte, Osmanlı egemenliğini ve bizzat m odern, bağım sız bir devlet
kavram ını zedelemekteydi. Tüm zorluklara karşın, reformlar, özellikle de Ca-
vit Bey’in idaresinde malî rejim reformları, önemli değişimler yarattı. 1909’da
148 m ilyon lira olan gelirler 1 9 1 0 ’da 184 m ilyona yükseldi. B ugünkü
IM F’nin bir öncülü olan Düyun-ı Umumiye İdaresi bile rejimin İdarî başarıla
rını övgüyle karşıladı. A n ad olu’da, hatta yasaların pek geçmediği D o ğu ’da
bile, şartlar önemli ölçüde ilerlemişti. İngiltere elçilik m aslahatgüzarı, Van
vilâyetinde anayasa sonrasında şartların iyileştiğini, köylülerin artık Kürt aşi
retlerinin saldırılarından bile korkm adıklarını, siyasi sebeplerle tutuklanm a
dıklarını ve hükümet yetkilileri ile jandarm aya barınak temin etmek zorunda
kalm adıklarını belirtmekteydi.
Reform lara ve gelişen şartlara rağmen, bir ölçüde M ahm ud Şevket Pa-
şa’nın kaprisli tavırları, bir ölçüde de İttihad ve T erakki Cemiyeti içindeki g ö
rüş farklılıklarından doğan hizipler yüzünden epeyce fazla bir siyasi gerginlik
vardı. 1910-1 9 1 1 ’de anlaşm azlık öylesine arttı ki, 10 Şubat 1911’de T alât
Bey dahiliye nazırlığı görevinden istifa etmek zorunda kaldı ve yerini daha
ılımlı olan Halil Bey’e (Menteşe) bıraktı. Bu tür ödünler siyasi istikrar doğur
madığı gibi, İttihad ve T erakki, meclisin kontrolünü de kaybetti. Siyasi du
rum , İtaly a’nın O sm anlı İm p aratorlu ğu ’na sa v a ş ilan etmesi ve 2 9 Eylül
1911’de Libya’da T rab lu sgarp ’a saldırmasıyla daha da ağırlaştı. D ah a önce
Rom a büyükelçisi olan ve Hilm i Paşa’dan sonra sadrazam lığa atanan İbra
him H akkı Paşa, istifa etmek zorunda kaldı, yerine seksen yaşına yaklaşan
M ehm ed Sait Paşa sadrazam oldu. M ahm ud Şevket Paşa ile İttihad ve T erak
ki Cemiyeti, savaş sebebiyle, özellikle de İtalyanlar bazı Ege adalarını işgal
ederek Çanakkale Boğazı’nı ablukaya aldıktan sonra, büyük prestij kaybına
uğradılar. Bunun üzerine İttihadçılar, hazır hâlâ im paratorlukta kendi istek
lerini yaptırabilm e güçleri varken, M eclis’in dağıtılm asını ve 1912 ilkbaha
rında erken seçimlere gidilmesini kararlaştırdılar. 1912 seçimleri, İttihadçılar
güç kullanma ve hile yoluna gittiklerinden ‘sopalı seçimler’ diye bilinir. İttiha-
dçılar bu seçimlerde, M akedonya’daki destekçilerini yitirme pahasına da ol
sa, büyük bir başarı elde ettiler. Yine de İttihadçılar iktidarın tadını uzun sü
re çıkaram adılar. 1 9 1 2 ’nin temmuz ayında, kendilerine H alâsk âr Zabitan
G rubu adını veren ve 1908 darbesini yapan ekibi hatırlatan bir askerî grup,
hükümete bir ültim atom vererek M ehm ed Sait Paşa’yı istifaya zorladı.
geldiği’ söylenilmişti. Kâm il Paşa daha sonra ‘eğer İtilaf Devletleri’nin, özel
likle de İngiltere’nin desteği’ olursa İstanbul’da iktidara gelme arzusunu be
lirtmişti. Grey’in ‘Türkiye’deki yönetim açısından uygun bir yabancı kontro
lünün kurulup kurulam am ası sorununu’ değerlendirmesini istedi. ‘Bu tür bir
yaklaşım Türkiye’yi yok olm aktan korum anın tek yoluydu, Kâm il Paşa da bu
görevi üstlenmeye gönülden razıydı. T ab iî İngiltere ve İtilaf Devletleri’nin bu
yabancı kontrolünü empoze etmesi gerekiyordu, çünkü bunu kendi başına
ortay a atm ayı başaram azd ı. A ncak, eğer onlar böyle bir siyaset güderse,
memnuniyetle yardım cı olurdu.’
İttihadçılar bir kom plodan şüphelendiler ve K âm il P aşa İstanbul’a
döndüğü 28 M ayıs’tan itibaren fiilî ev hapsinde tutuldu. İstanbul muhafızı
Ahmed Cemal Bey anılarında ‘Paşanın İstanbul’a dönüşü, isyanın çıkm ak
üzere olduğunun en kesin deliliydi’ diye yazar ve M ahm ud Şevket Paşa’yı,
‘ [Kâmil Paşa] İstanbul’a cesedinizin üzerinden sadrazam yapılm ak üzere geti
rildi. Paşanın gelişi ayaklanm anın hemen olacağının gizli bir işaretidir’ diye
ikaz ettiğini belirtir. Gerçekten de 11 H aziran’da, Edirne’nin kaybının Ittiha-
dçılar’ın prestijini zedelediğine kanaat getiren liberaller, M ehmet Şevket Pa-
şa ’yı öldürdüler am a iktidarı ellerine geçiremediler. Kom plo ortaya çıkarıldı,
kısa sürede muhalefet safdışı bırakılarak O sm anlı tarihinde yeni bir sayfa
açıldı.
30 M ayıs Londra A ntlaşm ası’na kadar, Enez-Midye hattının batısın
daki tüm topraklar gibi Edirne de Bulgarlar’a bırakıldı. 23 O cak darbesinin
kahram anı Enver Bey prestij kaybettiği gibi İttihad ve Terakki Cem iyeti’nde-
ki konum undan da oldu ve Ali Fethi Bey [Okyar] (1880-1943) genel sekreter
seçildi. M ahm ud Şevket Paşa suikastından sonra İttihadçılar nihayet iktidara
hâkim di. M ısırlı bir prens olan ve aynı zam anda hariciye nazırlığını da elinde
tutan Sait Halim Paşa (1863-1921) tarafından kurulan kabine, hâlâ ılımlıydı.
Kabinenin am acı, bir A rap sadrazam ın yanı sıra bir Lübnanlı Hıristiyan olan
Süleym an el-Bustani ile D aşn ak milliyetçi hareketi mensubu O skan Efen-
di’nin de katılımıyla A rap vilâyetlerinin ve Ermeni toplumunun gönüllerini
alm aktı. Kabinede Rum bakan olm am ası, Balkan Savaşı’nın Yunan milliyet
çiliğini güçlendirdiğinin ve artık Rum toplum unun güvenilir ve O sm anlı ca
m iasının parçası olaf'ak görülm ediğinin bir işaretiydi. Kabine ayrıca T alât
Bey (dahiliye), Halil Bey (Menteşe) (Şûrayı Devlet başkanı), İbrahim (adliye)
ve Şükrü Bey (maarif) beyler gibi önde gelen İttihadçılar’ı da kapsıyordu. H ü
kümet muhalefete karşı sert önlemler aldı ve 3 0 0 ’den fazla m uhalif tedbir
olarak Karadeniz limanlarına sürgüne gönderildi. Sultanın bir akrabası olan
D am at Salih Paşa gibi birtakım kom plocular asılarak idam edildiler.
B alkan lar’daki m üttefikler arasındaki ayrılıklar sonunda savaşa yol
açtı. 28 H aziran 1913’te Bulgaristan Sırp ve Yunanlılar’a saldırdı, 11 Tem-
m uz’da Rom anya Bulgaristan’a savaş açtı; ertesi gün Osm anlılar durum dan
yararlanarak Balkan devletlerinden bağımsız olarak savaşa katıldılar. T rak
ya’yı savunm asız bulan O sm anlılar, kısa süre önce kaybetmiş oldukları top
rakları geri alm aya başladılar. Bir irade-i şahane eskiden im paratorluk top
rakları olan yerlerin ele geçirilmesini buyururken, basın da zafer sarhoşu Yu
nanlılar alm adan Edirne’nin zapt edilmesini istiyordu. Ancak kabine, Londra
A ntlaşm ası’nın ihlâli durum unda büyük güçlerin müdahale ihtimali endişesi
yüzünden bölünmüştü. İttihadçılar, 23 Ocak darbesinin sebebinin Edirne ol
duğunu belirterek eylem istiyor ve kenti alm adıkça İttihad ve T erakki Cemi-
yeti’nin yönetimde bulunmasına dair manevi hakkın elden gideceğini söylü
yorlardı. 22 Tem m uz’da, devrimin beşinci yıldönümünden bir gün önce, En
ver Bey ordunun başında Edirne’ye girdi ve İttihadçılar, sözlerinde durarak
kaybettikleri prestijin bir kısmını geri kazandılar. Yabancıların baskı ve v aat
lerine karşın Bâbıâli Edirne’yi geri vermemekte ısrar etti. Seçim bölgesi Edir
ne olan T alât Bey, basına ‘Osmanlı vatanseverliği artacak güm rük vergileri
karşılığı satılık değildir... Edirne ancak bizim kenti savunm ak için son askeri
ne kadar kendini feda etmeye hazır olan sadık ve cesur ordum uzun kanı p a
hasına satın alınabilir’ açıklam asını yaptı. Büyük güçler -İngiltere, Fransa,
R usya, Almanya, A vusturya-M acaristan ve İtalya- İstanbul’a karşı ortak bir
cephe ortaya koyam adılar. İtalya T ürk taraftarı bir tutum sergiledi; öte yan
dan Alman büyükelçisi Berlin’den talim at almadığını belirtti. Sofya tek başı
na kalmıştı ve İstanbul’la doğrudan müzakerelere girmesi gerekti. Sonunda,
2 9 Eylül’de O sm an lılar ile Bulgarlar arasın da bir an tlaşm a im zalanarak -
Edirne ve D im etoka’yı da kapsayarak-D oğu Trakya O sm anlılar’a bırakıldı.
A ntlaşm a, ayrıca gelecekte çok ağır sonuçları olacak olan nüfus mübadelesi
hakkında m addeler de içermekteydi.
Y E N İLG İN İN Y A N SIM A LA R I
Balkan Savaşı’nın ağır yenilgileri, İttihadçılar arasında bir kendinden şüphe ve
kendini dinleme dönemi başlattı. Balkan ittifakına hemen teslim olmaya razı
olm asalar da büyük güçlerin emri vakilerine karşı daha uysaldılar. Osmanlı
kurumlannı çağdaşlaştırm ak için de yabancı uzmanlığının gerekli olduğuna
karar verdiler. Dolayısıyla da ekim ayında, Bâbıâli Alm anya’yla bir antlaşma
im zalayarak Osm anlı ordusunu modernize edecek askerî heyetin görevlerini
belirledi. İngiltere heyetine başkanlık eden Amiral Lim pus’a göre, İngiltere’yle
imzalanan deniz kuvvetleri hakkındaki antlaşm a donanm ayı yeniden yarata
cak ve daha da önemlisi, im paratorlukta ağır sanayii başlatacaktı. Ahmet Ce
mal Bey, Sir Henry W ilson’a ‘Türkler askerî eğitmenlerini [yani Almanlar’ı]
değiştiremezler [am a], geri kalan tüm konularda, mâliyede, yönetimde, d o
nanm ada, yalnız İngiltere’nin rehberliğini arzu ederler’ diyecekti. Ancak İngi-
lizler, Osm anlılar’ı kanatları altına alarak R uslar’ı dışlayacak durumda değil
diler ve bunun A vrupa güçler dengesindeki etkilerinden korkuyorlardı.
1913’ün haziran ayında, R uslar büyük güçlerin büyükelçilerine Os-
manlı Ermenileri’nin mağduriyetlerinin karşılanm asını, tıpkı Lübnan örne
ğinde olduğu gibi D oğu A nadolu’daki Ermeni vilâyetleri diye bilinen vilâyet
lerin bir Hıristiyan vali yönetimine verilmesini önerdi. Tem m uzda Bâbıâli,
O sm anlı nüfusunun isteklerini dinlem ek am acıyla Y ü zb aşı Deedes ile üç
M üslüm an’dan oluşan bir heyet gönderdi. Bu arada, dürüstlüğü ve adaletiyle
tanınan Albay Havvker Erzurum, T rabzon ve Van jandarm asının başına geti
rildi. Adliye Nezareti’nde danışm anlık yapm ış ve im paratorluğu gayet iyi ta
nıyan K ont O strorog’a göre, ‘Ermeni sorununun doğrudan ve etkin yollarla
çözülmesi gerektiğinden haberdar olan Türkler, Ermeni reformunu İngiltere
kontrolü altında gerçekleştirmeye istekliydi. Sırf diplom atik sebepler bile pla
nın gerçekleştirilmesini engelledi’.
Şubat 1914’te Bâbıâli büyük güçlerin D oğu A nadolu’yu her biri kü
çük, tarafsız devletlerden seçilmiş bir genel müfettişe sahip olacak altı bölge
ye ayırm a önerisini kabul etti. Genel müfettişler etkili yönetim için gerekli re
form larla görevlendirilecekti. Ancak, yabancı denetimindeki bu reform lar,
gazeteci Ahmet Emin Y alm an ’ın izlenimlerine göre, ‘Doğu Sorunu jargonun
da kesip atm aya bir girizgâhtı. Türk egemenlik haklarının devamı kurgusu,
her hal ve şartta, bir uyutucu malzeme’ demekti. N isan 1914’te, R us ajan la
rınca kışkırtılan Kürt aşiretleri Bitlis Ermenileri’ne saldırınca, Bâbıâli bölgeye
asker gönderdi ve Ermeni topluluklarına kendilerini savunmaları am acıyla si
lah dağıttı. Bir Ermeni gazetesi, gericilere karşı kenti savunm ak üzere Osman-
lı yönetiminin silah dağıtacak kadar kendilerine güvenmesini övdü. Aslında,
Bitlis Ermenileri’nin silahlandırılm ası, İttihadçı devletin zayıflığını gösteriyor
du; bu, devletin Doğu A nadolu’daki tebaasını koruyam ayacağının, yani her
modern devletin en temel görevini yerine getiremeyeceğinin, sam im i bir itira
fıydı. A ncak, isyankâr Kürtler daha sonra ortaya çıkabilecek şiddet olayları
nın önüne geçilmesi amacıyla cezalandırıldılar. M ayıs ayında, on bir kişi suç
lu bulunarak idam edildi ve cesetleri herkesin görm esi amacıyla kentte teşhir
edildi. Tem m uzda reform programının ilerleyebilmesi için M eclis, iki genel
müfettiş ve bunların emrindeki kişiler için 4 0 .0 0 0 sterlinlik bir harcam ayı
onayladı.
Osmanlıların Balkan Savaşı süresince ve sonrasında diplom asi alanın
da dışlanm asından beri İttihadçılar A vrupa’daki iki bloktan biriyle ittifak
kurm aları gerektiğine karar vermişlerdi. Bu ya İngiltere, Fransa ve R u sy a’dan
oluşan Üçlü İtilaf olacaktı veya Almanya, A vusturya ve İtalya’dan kurulu
olan Üçlü İttifak. İttihadçılar Üçlü İtilafı tercih ederek sırasıyla İngiltere,
Fransa ve R usya’ya yanaştılar, ancak bunların her biri tarafından geri çevril
diler. Alm anya da Balkan Sav aşı’ndaki O sm anlılar’ın başarısızlıkları sonra
sında İstanbul’la bir ittifaka girmekte aynı derecede kararsızdı; O sm anlılar
hem askerî hem diplom atik bir yük olmaya adaydı. Ancak H aziran 1914’te
Avusturya-Sırbistan savaşının çıkmasından sonra, Berlin, bir O sm anlı işbirli
ğinden kazanacağı şeylerin kaybedeceklerinden daha fazla olduğunu hesapla
dı. Berlin ancak savaşa gireceğinden kesinlikle emin olduğu zaman İstanbul’a
yöneldi. 28 Tem m uz’da Berlin, B âbıâli’ye, “ Bâbıâli ordusunu sadece savaş
durum unda Alman askerî yönetimine bırakır” ve Rusya savaşa düşm an kuv
vet olarak katıldığı takdirde Osm anlılar A lm anya’nın yanında yer almayı ka
bul ederlerse, R usya’ya karşı Osmanlı toprak bütünlüğünü korum a garanti
siyle kesin ittifak antlaşm ası şartları önerdi. Alman im paratoru, Osmanlı İm-
paratorluğu’nu ve halifeliği, İngiltere’ye karşı cihad ilan etmenin temeli ola
rak gördü. Nitekim büyükelçisine ‘İngiltere’nin suratından Hıristiyan barış-
çıllığı m askesi apaçık yırtılmalıdır... Türkiye ve H indistan’daki konsolosları
mız, ajanlarımız ve diğerleri, tüm M üslüm an âlemini bu tiksindirici, yalancı
ve vicdansız millete karşı vahşice ayaklanm ak üzere tutuşturm alıdır; çünkü
biz ölümcül yaralar da alsak en azından İngiltere de H indistan’ı kaybedecek
tir’ diye yazıyordu.
A LM A N Y A ’YLA İT T İF A K
Gizli ittifak 2 A ğustos 1 9 1 4’te imzalandı. Bâbıâli, askerî heyete ‘savaş yöne
timinde etkin kontrol’ konusunda güvence vererek Osmanlı ordusunu bu he
yete bağladı. Alman tarihçi Fritz Fischer’e göre, ‘ittifak bir yandan Cihad’a
yol verecek pan-İslâm ist hareketi serbest bırakm ak içindi. ... Türkiye böylece
A lm anya’nın savaş stratejisinde ikili bir rol üstlendi: R usya’nın Karadeniz’de
ve Batılı müttefikleriyle iletişimini sekteye uğratan B oğazlar’ın koruyucusu
rolü ile aynı zam an da R usya’nın güney kanadına karşı süreğen bir tehdit
oluşturup bu şekilde İngiltere’nin en kolay incinebilir iki noktasına, Hindis
tan ve M ısır’a saldırı için bir sıçrama tahtası oluşturma rolü’ .
İttihadçılar, A lm anya’yla ittifakı im paratorluğu Avrupa emperyaliz
minin hırsından korum ak için bir sigorta anlaşm ası olarak gördüler. O d ö
nemdeki çoğu gözlem ci gibi savaşın kısa süreceğini ve Alm an hâmileri tara
fından kollanacakları bir müzakereli antlaşm ayla biteceğini düşündüler. İn
giltere’nin O sm anlılar için İngiltere tersanelerinde inşa edilm iş iki savaş ge
misine el koyma kararı, ülkenin genel hissiyatında derin izler bıraktı ve Al
m anya’nın im paratorluktaki konum unu güçlendirdi. İngiltere filosu, İstan
bul savaşa katılm adan çok önce B oğazlar’ı ablukaya alm aya başlam ıştı. K a
bine buna 3 A ğustos’ta sıkıyönetim ve seferberlik ilan ederek karşılık verdi.
T alât Bey, seferberliğin savunm aya yönelik bir önlem olduğunu; İngiltere ile
Fransa Osmanlı top rak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunm ası için ay
rı ayrı garanti vermeleri, ayrıca kapitülasyonların kaldırılm asını kabul etme
leri durumunda B âb ıâli’nin savaş sonuna kadar tarafsız kalacağını açıkladı.
Londra ve Paris bunu yapm aya isteksizdi; İtilaf Devletleri’ni bir arada tutan
en önemli unsurlardan biri de O sm anlı topraklarının bölünüp paylaştırılm a
sı sözüydü.
Seferberliğin ekonom ik sonuçları, özellikle de tarım da, çok ciddi ol
du. On sekiz ile kırk yaş arası erkekler tam da h asat zamanı askere çağrıldı
lar ve kadınlar onların işlerini üstlenmek zorunda kaldı. Ülkenin zaten kötü
durum da olan mâliyesi de olum suz bir şekilde etkilendi ve hüküm eti Ber
lin’in avucuna daha da fazla itti. 10 A ğustos’ta iki Alman savaş gemisinin,
Goeben ve Breslau’nun M arm ara Denizi’ne sığınm aları, özellikle de önceden
İngilizler tarafın dan kon trol edilen O sm anlı d on an m asın a karşı, Alm an-
lar’ın elini daha da güçlendirdi. Osmanlı kabinesi gemilerin silahsızlandırıl
masını önerdi. Ancak İstanbul’daki Alman büyükelçisi Baron von W angen
heim böyle bir önlemi alm ayı reddetti ve O sm anlılar gemileri geri çevirirler
se R u slar’a katılarak im paratorluğu parçalam a tehdidinde bulundu. Kabine
bu tehdit üzerine başka bir önlem i, A lm anlar’ın gemileri O sm anlılara sattığı
kurgusunu tercih etti. İttihadçılar çekingen m izaçlı insanlar değillerdi ve bu
olayı büyük güçlere karşı ellerini güçlendirmekte kullandılar. Eylülde kapi
tülasyonları tek taraflı olarak ve diplom atik protestolara karşın lağvettiler.
Aynı zam an da, Bulgaristan ve Rom anya Üçlü İttifak tarafından ikna edilme
dikçe sav aşa girmeyeceklerini ifade ederek tarafsızlıklarını vurguladılar. Ey
lül 1 9 1 4 ’teki M arne M uh arebesi’nin Fran sa’nın başarısıyla sonuçlanm ası,
İttihadçılar arasındaki tarafsızlık yanlılarını güçlendirdi. Fransa’daki başarı
sızlıktan sonra Alman Genelkurm ay’ı, savaş planlarında önemli değişiklikle
re gitm ek ve R usya’ya karşı bir “ yerinde tu tm a” operasyonu yapm ak zorun
da kaldı. Bu, O sm anlılar’ın K afkaslarda R u sy a’ya karşı bir cephe açm asını
gerektiriyordu. Bu andan itibaren, Bâbıâli’ye karşı baskı günden güne arttı;
hüküm et altı haftalık seferberliğin m alî sıkıntısını hissetmeye başlad ık ça
Berlin de B âb ıâli’nin para ihtiyacından yararlandı. Alm anya, A m iral W il
helm Souchon yönetime getirilip Amiral Lim pus yönetimindeki İngiltere he
yeti geri çağrılınca, O sm anlı donanm asını da tüm den kontrol eder hale gel
di. 1 9 0 4 ’ten beri O sm anlı G üm rük, sonra da M aliye nezaretlerinde danış
manlık yapm ış olan Richard C raw ford da istifa edince, Alman uzm anlar Os-
manlı D evleti’ni fiilen ele geçirdiler!
Am erikan elçisi, ‘... A lm anya’nın Türk donanm ası üzerinde büyük etki
si var; askerî heyetleri fiilen T ürk ordusunu yönetiyor. Ayrıca von der Goltz
[Golç Paşa] ile büyükelçileri de kabineye danışm anlık yapıyor’ diye yazıyordu.
2 7 Eylül 1914’te Cavit Bey, günlüğünde ‘Eminim ki Alm anya biz sav a
şa girene kadar bize hiç para vermeyecek’ diye anlatıyordu. Berlin’e ülkenin
d arb o ğazd a olduğu anlatıldı ve ekim de,
O sm anlılar sav aşa girerse devamının da
geleceği vaadiyle kredinin ilk bölümü gel
di. 29 Ekim ’de, Enver P aşa’nın da deste
ğiyle, A m iral S o u ch o n K a rad e n iz ’deki
R us gemi ve lim anlarına saldırdı, böylece
O sm anlılar saldırgan taraf haline geldiler.
O layın zam anlam ası Alm an stratejisi ta
rafından belirlenmişti. Alm anlar, Polon
y a ’ya karşı daha yeni bir saldırı başlatm ış
lardı ve Rus güçlerinin Kırım ve O d esa
bölgesinde bağlı k alm asın ı istiyorlardı.
K aradeniz olayından son ra, R uslar Kaf-
k a sla r’da bir sald ırıya geçm ek zorunda
kaldılar ve Avrupa cephelerindeki birlik
lerini buraya yönlendirdiler. Osmanlıların
sav aşa girmesi O rtad o ğu ’da, özellikle de
Osm anlıların tarihi bir hak iddiasına sa Almanya güttüğü siyaset gereği
Osmanlı Devleti üzerindeki emellerini
hip olduğu M ısır’daki İngiliz güçleri üze gerçekleştirmeye doğru adımlar atarken,
rinde benzer bir etki yaptı. Rusya, İngilte özellikle orduya hâkim olmayı planladı.
Mahmud Şevket Paşa, Mahmud Muhtar
re ve Fransa Bâbıâli’ye savaş ilan ettikle
Paşa, Enver Bey gibi subayları da saflanna
rinde Osmanlıların bu güçlere karşı cihat çekti. Resimde Osmanlı ordusunda hizmet
ilan etme olanağı doğdu, tüm M üslüm an veren Baron von der Goltz (Golç Paşa)
(Sacit Kutlu Koleksiyonu).
la r ın sultan-halifenin düşm anlarına karşı
savaşm asının kutsal bir görev olduğu du
yuruldu. Amaç, söm ürgelerdeki M üslüm an halkları ayaklandırm ak ve yurt
içindeki M üslüm an askerleri de motive etmekti.
A lm an y a’nın strate jik ih tiy açların ca yön len d irilerek O sm an lılar
1 9 1 4 ’ün aralık ayında büyük bir saldırıya geçti. İngilizler buna Çanakkale
Boğazı’nın uç tabyalarını bom balayarak karşılık verdi; bu İstanbul’da büyük
endişeye yol açtığı gibi, hükümetin A n ad o lu ’da K on ya’ya veya T rak ya’da
Edirne’ye taşınm ası tartışm alarını başlattı. Sarıkam ış taarruzu, kış ortasında
böyle bir saldırıya hazır olmayan O sm anlı ordusu için bir askerî facia oldu.
Bronsart von Scellendorff’un kurmay başkanı olduğu ve Enver Paşa tarafın
dan yönetilen ordunun büyük bir bölüm ü yok oldu ve Enver 1915’in ocak
ayında İstanbul’a yıkılmış bir adam olarak döndü.
BİR İN C İ D Ü N Y A SAVAŞI’N D A O SM A N L IL A R ’IN R O LÜ
O sm anlıların savaşı iki temel aşam aya bölünebilir: Kasım 1914’ten R u sy a’da
devrimin başladığı M art 1 9 1 7 ’ye kadar olan ‘kriz ve canlanm a yılları’ olarak
nitelendirilebilecek süre; M art 1917’den Ekim 1 9 1 8 ’e kadar süren ‘umutların
belirmesi ve yenilgi’ dönemi. İlk aşam anın büyük kısm ında, im paratorluğun
durumu genelde istikrarsızdı. 1 9 1 5 ’te İngiltere ve Fransa tarafından Rusya
üzerindeki baskıyı azaltm ak ve Güney R usya’ya Karadeniz üzerinden bir ik
mal yolu açm ak amacıyla başlatılan Çanakkale seferi, im paratorluğun yaşa
mını tehdit ediyordu. O cak 1 9 1 5 ’e gelindiğinde durum İttihadçılara ayrı bir
barış antlaşm ası yapmayı düşündürecek kadar tehlikeli olmuştu. İngiltere’ye
bu teklifle yanaştılarsa da geri çevrildiler. Dış tabyalara yönelik ilk büyük
bom balam a 19 Şubat 1 9 1 5 ’te başladı. İtilaf güçlerinin Çanakkale Boğazı’nı
geçerek başkente varabileceği korkusu o kadar fazlaydı ki, İttihadçılar A na
dolu ve T rak y a’ya çekilerek mücadeleye oralardan devam etme hazırlığına gi
riştiler. M art ayına gelindiğinde durum çok um utsuzlaşm ıştı am a Fransız sa
vaş gemisi Bouvet 18 M art günü boğazın girişinde batırıldığında İttihadçı-
lar’ın m orali yükseldi. Churchill’in Çanakkale B oğazı’nı denizden bom bardı
mana tutm ası, esasında Yunanistan ve Bulgaristan’ı İtilaf Devletleri safında
savaşa sokm aya yönelik siyasi bir harekâttı. H attâ, Churchill bom bardım a
nın başkentteki Rum ve Erm eniler’in ayaklanm asına yol açacağını, İngiliz
propaganda metinlerinde ‘O sm anlı Yahudileri’nin etkisi altındaki ateistler ve
m asonlar’ olarak tanımlanan İttihadçılar’a karşı bir M üslüm an hareket baş
latacağını ummaktaydı. İngilizler, İttihad ve T erakki Cemiyeti’nin Prens Sa-
bahaddin önderliğindeki liberal muhaliflerinin fırsat buldukları anda hükü
meti devirmek için bir darbe yapacakları fikrine güveniyorlardı. D olayısıyla,
İttihadçılar iki cephede savaşm anın yanı sıra içeride de bir darbe ihtimaliyle
uğraşm ak zorunda kalacaktı. Diğer cephelerden gelen haberler de aynı dere
cede cesaret kırıcıydı: M ayıs 1 9 1 5 ’te Doğu A n adolu’ya ilerleyen R us güçleri
Tutak, M alazgirt ve V an’ı ele geçirmiş, büyük bir kış taarruzu için hazırlık
yapm aktaydılar. İngilizler’in Irak ’taki ilerleyişi, 3 H aziran’da K u t’ül-Ama-
re’yi alm alarıyla devam etti. Ö te yandan O sm anlılar M ısır’da herhangi bir
varlık gösteremediler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, o zam ana kadar tarafsız
kalmış olan İtalya’nın da İtilaf Devletleri’ne katılacağı düşünülüyordu.
A n adolu’daki Rum ve Ermeni gruplarının tehciri ve katliam ları işte
tam da bu sırada başladı, O sm anlılar Rum ve Erm eniler’in düşm anla işbirli
ği yaptığına inanm ışlardı. O sm anlı Meclisi M art 1 9 1 5 ’te oturum larına ara
verdiğinde, kabine 27 M ayıs 1915 tarihli bir kanun-ı m uvakkat yayınlaya-
Anadolu'da Ermenilere yönelik tehcir ve katliam olayları Doğu cephesinde Puslara, Irak’ta Ingilizlere
karşı alman yenilgiden sonra başladı. Gerekçe ise Ruslarla işbirliği yapbklarına inanılan Ermenilerin
savaş bölgelerinden uzaklaştırılmasıydı. O yıllardaki amele taburlarında Ermeniler.
Okum a Ö n e r Il e r I
F e ro z A h m a d , İttih at ve T e ra k k i: 1 9 0 8 -1 9 1 4 , çev. N u r a n Y av u z, İstan b u l K a y n a k Y a y ın
ları, 1 9 9 5 .
F e ro z A h m ad , “ O sm a n lı İm p a ra to rlu ğ u m u n S o n u ” , M a r ia n K ent (d er.) O sm a n lt îm p a ra -
to r lu ğ u 'n u n S o n u ve B ü y ü k G ü ç le r, İsta n b u l: T a r ih V a k fı Y u rt Y a y ın la rı, 1 9 9 9 , s.
6 -3 5 .
F e ro z A h m a d , “ W ar a n d S o ciety u nder the Y o u n g T u r k s , 1 9 0 8 - 1 9 1 8 " , T h e M o d e rn M id d
le E a st, A lbert H o u ra n i, P hilip K h ou ry ve M a r y W ilson (d er.), B erkeley ve L o s A n ge
les: U n iversity o f C a lifo r n ia P ress, 1 9 9 3 .
A y k u t K a n su , 1 9 0 8 D e v rim i, İstan b u l: İletişim , 2 0 0 1 .
A y k u t K a n su , P olitics in P o st-R e v o lu tio n a ry T u rk ey , 1 9 0 8 - 1 9 1 3 , L eid en : B rill, 2 0 0 0 .
M . N a im T u r fa n , J ö n T ü rk le rin Y ükselişi, çev. M e h m e t M o r a li, İstan b u l: A lk ım , 2 0 0 5 .
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Kemalist Dönem
(1919-1938)
A T A T Ü R K ’Ü N G E Ç M İŞİ VE İK TİD A R A Y Ü KSELİŞİ
O
smanlı İm paratorluğu, savaşın sonunda bitkinlikle çökm üş, eski yöne
tici seçkin tabakanın, halife olan padişahın başta kalm ası şartıyla galip
lerin yönetimini kabul etmişti. Ancak, Jö n Türkler dönemi tüm eksiklerine
rağm en bir M üslüm an, seçkin-karşıtı ve yeni canlanan bir burjuva sınıfı ya
ratm ıştı ki, bunlar haklarını korum ak am acıyla savaşm aya, yeni bir vatanse
verler ülkesi kurm aya hazırdı. Bu grubun üyeleri, T rakya ve A n adolu’da,
M üslüm anlar için galip devletlerden ‘adalet’ isteyen M üdafaa-i H ukuk cemi
yetleri kurdular. Bunlar, yerel isteklere aracılık eden yerel örgütlerdi, çünkü
henüz ortada ne bir ‘ulus’ kavram ı ne de bu ‘ulus’un yerleşeceği bir toprak
kavram ı vardı. 15 M ayıs 1 9 1 9 ’da Batı A nadolu’da İzmir’e çıkan Yunan güç
leri, kısa sürede ‘ulusal’ hale dönüşecek daha yaygın bir direniş hareketinin
etkeni oldu. 1934’te A tatürk soyadını alacak olan M ustafa Kem al (1881-
1938) Anadolu M üslüm anlarını harekete geçirmekte ve direnişi örgütlem ek
te hayati bir rol oynayacaktı.
M ustafa Kem al, kozm opolit bir lim an kenti (ve günümüzde Yunanis
tan ’ın ikinci büyük kenti) olan Selanik’te 1881 yılında, orta halli bir ailede
doğdu. Alt-orta sınıfa mensup M üslüm an gençlerin fırsat kısıtlılığı gözönüne
alındığında, M ustafa ya dinî bir eğitim alarak din adam ı olacak, yani ulema
sınıfına girecek ya da askerî bir eğitim alacaktı ki bu herhalde M üslüm an bir
erkek çocuk için m odern bir eğitim alm anın ve toplum katm anları arasında
yukarıya doğru tırm anmanın en kolay yoluydu.
H am idiye ordusu, m ektepli ve alaylı subaylardan oluşuyordu. M ek
tepliler modern askerî okullarda eğitilip çağdaş savaş yöntemlerini genellikle
yabancı askerî danışm anlardan öğreniyordu. Bunlar ayrıca, vatanseverlik ve
milliyetçilik, özgürlük ve kardeşlik, hukukun üstünlüğü gibi laik kavram ları,
yani kısaca Fransız devrim geleneğinden doğan fikirleri öğreniyorlardı. A lay
lılar ise, sultan-halifeye ve onun temsil ettiği kurum lara bağlılıkları nedeniy
le, öğrenim ve eğitimden geçirilm eksizin k ıtalard a yetiştirilen subaylardı.
Bunlar, geleneklerine bağlıydı ve anayasal devrim sonrasında ortaya çıkan fi
kirlerin yetiştirilme tarzlarına ters düştüğü fikrindelerdi. Mektepli subaylar,
ordunun om urgasını oluşturan ‘aydın’ kişilerdi ve İttihadçılar’ın reformlarını
destekliyorlardı. Ancak, bunların çoğu 1908 ile 1922 arasında im paratorlu
ğun girmek zorunda kaldığı savaşlarda ölmüşlerdi ve gerek ordu içerisindeki
gerekse İttihadçı ve Kemalist hareketler içerisindeki reformcu unsurlar, bu
ölümlerle zayıflamıştı.
M ustafa, Selânik’te askerî ortaokula girdi ve buradan 1895’te M anas-
tır’daki askerî liseye ve 1 8 9 9 ’da da İstanbul’daki H arp O kulu’na ilerledi.
1902 yılında teğmen rütbesini aldı ve H arp A kadem isi’ne devam etti. Bura
dan 1 9 0 5 ’te kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun olduktan sonra Şam ’daki 5.
O rdu’ya atandı. M ustafa Kem al Suriye’de ordu içi siyasette etkin hale geçe
rek yönetime karşı muhalefet hareketlerinde yer aldı. Ancak, Abdülhamid yö
netimine karşı asıl muhalefet M akedonya’da, İttihad ve Terakki önderliğinde
yoğunlaşıyordu. Öyle ki Ekim 1 9 0 7 ’de Selanik’teki 3. Ordu karargâh ın a
atandığında, hemen hareketle ilintilenebilmişti. Bu durum , 1908 Tem m u-
zu’nda anayasa yeniden yürürlüğe konulup İttihad ve Terakki Cemiyeti (İtti
had ve Terakki Partisi) birdenbire iktidar olduğunda M ustafa K em al’in ken
dini içinde bulduğu konumdu.
M ustafa Kemal İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ana kadrosunda yer al
madı; subayların politikayla ilgilenmesine karşıydı. 1909 N isanı’nda karşıdev
rimi bastıran M ahm ud Şevket P aşa’nın yönetimindeki Hareket O rdusu’na bir
kurmay subay olarak dahil oldu. Sonraları askerî meselelerle ilgilendi, konuy
la ilgili yabancı yayınları izledi ve bazı talimnameleri Türkçe’ye çevirdi. 1910
Eylülü’nde Fransız ordusunun tatbikatlarını izlemek üzere görevlendirildi ve
sonraki yıl binbaşı rütbesine terfi ettirildi. İtalya 1911 Eylülü’nde O sm anlı’nın
Trablus eyaletini -günüm üzdeki Libya’yı- işgal ettiğinde, yerel A rap güçlerini
bir gerilla savaşı için örgütlemek üzere bölgeye gönderildi. 1912-1913 Balkan
Savaşı’na ise ancak O sm anlılar bozguna uğratıldıktan sonra katıldı. Edir
ne’nin Bulgarlar’dan geri alınm ası, İttihad ve T erakki Cemiyeti tarafından en
parlak ışıklarından biri olarak hazırlanan Enver Bey’in prestijini güçlendirdi.
Bir Osmanlı prensesiyle evli olan Enver Bey, 1 9 1 4 ’ün ocak ayında harbiye na
zırı olarak atanmasının ertesinde orduyu, yeni taktiklerden kopuk kalmış Ab-
dülham id dönemi paşalarının çoğunu tasfiye ederek gençleştirdi. Bu arada,
1913 Ekim ’inde, gözde bir İttihadçı subay, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nde
Enver Bey’in rakibi ve M ustafa Kem al’in düşündeşi olan Ali Fethi [Okyar]
Sofya’ya büyükelçi olarak atandı ve M ustafa K em al’i askerî ataşe olarak yanı
na aldı. Bunlar çok önemli atam alardı; çünkü Bulgaristan’ın çıkacak bir savaş
taki konumu İstanbul için birinci derecede önemliydi ve büyükelçi ile askerî
ataşesinin raporları İttihadçı hükümet için hayatiydi. M ustafa Kem al, Sof
y a’da gerçekleşmekte olan modernleşmeden etkilendi ve bu deneyim ileride
Türkiye cumhurbaşkanı olduğunda fikirleri üzerinde etkili olacaktı.
Osmanlılar, Birinci Dünya Savaşı’na 1914 Kasım ı’nda girdiler ve İtilaf
Devletleri 1915’in ocak ayında Gelibolu Y arım adası’nı bom balam aya başla
dı. O dönemde kaym akam lığa (yarbaylığa) yükselmiş olan M u stafa Kemal,
G elibolu’da 19. Tüm en’e kom uta ediyordu. M ustafa Kemal burada başarılı
bir kom utan olarak ün salarken, ülkede İstanbul’un kurtarıcılarından biri
olarak tanındı. A nburnu’ndaki M üttefik ilerlemesini durdurm akta ve daha
sonra da A nafartalar grubu komutanı olarak hayati roller oynadı. 1 Haziran
1 915’te miralaylığa (albay) terfi etti. Aralık ayında Gelibolu’dan İstanbul’a
gitm ek üzere ayrıldığında katkılarının İttihadçı yönetim tarafından takdir
edilip ödüllendirileceğini düşünüyordu; ancak bu gerçekleşmeyecekti. İttiha-
dçılar sadece davalarına tam am en bağlı subaylara önem veriyordu ve M usta
fa Kem al bunlardan biri değildi.
Yine de, 1 9 1 6 ’da mirlivalığa (tuğgeneral) yükseltilerek R uslar’ın işga
lindeki D oğu A nadolu’da cepheye gönderildi. A ğustosta Bitlis ve M uş vilâyet
lerini R uslar’dan geri aldı, ancak M u ş’un kurtarılm ası geçici bir süre için ol
du. Yine de M ustafa K em al çevresinde karizm atik bir lider, başarı gösteren ve
girdiği her savaşı kazanan bir komutan olarak ün saldı. M ustafa Kem al yeni
görevler alm aya -Suriye’de 2. ve 7. ord u lar- devam etti; bu görevlerde, geri
çekilmek zorunda kaldığı hallerde bile, başarılı oldu. Osmanlı ordusunun Al
m anlar tarafından Berlin’in istekleri doğrultusunda yönlendirilmesinden ra
hatsızlık duyuyordu. 1 9 1 3 ’te Alman askerî heyeti Osmanlı ordusunun başına
getirildiğinden beri durum buydu.
1917 Ekim i’nde M ustafa Kemal Suriye’deki görevlerinden ayrılarak
İstanbul’a döndü. Enver P aşa’nın Alman yanlısı politikalarına m uhalif bir ki
şi olarak, İttihad ve T erakki Cemiyeti karşıtı olan tahtın vârisi Şehzade Vah-
deddin tarafından çıktığı resmî Alm anya gezisine davet edildi. Kemal ile V ah
dettin birbirleriyle iyi anlaştılar ve bu sonraları -V ahdettin’in 1918 Tem m u-
zu’nda tahta çıkm ası son rasın da- M ustafa Kem al’i, ateşkesten sonra A n ado
lu’daki birliklerin terhisini denetlem ekle görevlendirdiğinde yararlı oldu.
1918 A ğustosu’nda Kemal, ikinci kez Suriye’de 7. O rd u ’nun başına getirildi.
İngiltere’nin ilerlemesini durduram asa da düzenli bir ricatın gerçekleşmesini
sağladı. Artık savaş yeniden hareketlenemeyecek şekilde kaybedilmişti ve Os-
manlılar İtilaf Devletleri’yle Ekim 1918’de savaşın sona erdiğini belgeleyen
bir ateşkes antlaşm ası im zalam ak zorunda kaldılar. M ustafa Kemal, 13 Ka-
sım ’da İstanbul’a döndü.
İttifak Devletleri (İngiltere ve Fransa) yendikleri Osm anlılar’a istedikleri
şartları kabul ettirebileceklerini ve imparatorluğa bir koloni muamelesi yapabi
leceklerini düşündüler. Daha savaş sürerken aralarında Osmanlı İm paratorlu
ğ u n u bölen gizli antlaşm alar im zalam ışlardı. Her ne kadar bu antlaşm alar
Rusya’daki devrimden sonra geçerliliklerini yitirmişlerse de yine de yeni şartlar
altında uygulanacaklardı. Kendi açılarından, Osm anlılar anormal bir durum
yaşıyordu; yenilmiş ve gidecek ‘anayurt’tan yoksun bir imparatorluk milletiy
diler. İspanyollar İspanya’ya, İngilizler İngiltere’ye, diğerleri kendi anayurtları
na çekilmişlerdi; ancak O sm anlılar nereye gidebilirdi? İç ve Orta A sya’dan
Türk boyları olarak gelmişler ve N orm anlar’ın İngiltere’yi işgalinden sadece
beş yıl sonra, 1 0 7 1 ’de Küçük A sya’da kendilerine yer açmışlardı. Avrupa tara
fından, Asya’dan gelen ve Avrupa’da, Anadolu’da, A rabistan’da topraklar “ ele
geçirmiş” , am a oralarda bulunmaya hakkı olmayan fatihler olarak görülüyor
lardı. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa’dan ve Birinci Dünya Sa
vaşı ile de A rap topraklarından çıkarılmışlardı. Küçük A sya’yı -ya da A n ado
lu’yu- ellerinde tutuyorlardı am a bu toprakları isteyen başkaları -Yunanlılar,
Ermeniler ve Kürtler- vardı. Osm anlılar, Wilson Prensipleri diye bilinen On
Dört M adde’nin kendilerini de hem Türkler hem M üslüm anlar olarak k apsa
dığını, dolayısıyla çoğunlukta oldukları topraklar üzerinde kendi geleceklerini
belirleme hakları bulunduğunu düşünüyorlardı. Ancak, durum böyle değildi.
1920 A ğustosu’nda imzalanan Sevr Antlaşması’nın koşullarına göre, OsmanlI
lara Anadolu’nun sadece bir parçası düşmekteydi. Başkan Wilson’dan sultanın
Türkiye’si ile Ermenistan arasındaki sınırı belirlemesi istendiğinde, W ilson
Anadolu’nun, Trabzon, Erzincan, Erzurum, M uş ve Van illerinin de dahil oldu
ğu 103.600 km 2’lik bölümünü Ermeniler’e bırakmıştı. Ermenistan Cumhuriye
ti kendini Akdeniz’e bağlamak üzere Güneydoğu A nadolu’dan da toprak talep
etmekteydi yani Ermenistan A nadolu’nun üçte birini kapsayacaktı.
Osm anlı İm paratorluğu’nun çöküşü ve önde gelen İttihadçı liderleri
nin A vrupa’ya kaçışları sonrasında ülkenin yönetimi yeniden padişahla Sa
ray’ın eline geçmişti. Başlangıçta, M ustafa Kem al İstanbul odaklı, ülkenin ba
ğımsızlığını genelde diplom atik yöntemlerle sağlayacak bir strateji izleyebile
ceğini umdu. Sultanın böyle bir hareketin lideri olması ve Kemal P aşa’nın da
savaş kabinelerinde harbiye nazırı olarak önemli bir rol oynam ası bekleniyor
du. Bu tür bir strateji yürüseydi -ki İtilaf Devletleri’nin, özellikle İngi’ ı 're’nin
tutumu yüzünden yürüm ezdi- Osmanlı kurum lan ağı içerisinde sürdürüle
cek, dolayısıyla da radikal ve laik bir program yerine sultana bağlı ve siyase-
ten m uhafazakâr bir program a sahip olacaktı.
A skerî şöhreti ve İttihadçılar’a karşı olduğu bilinmesine karşın, M usta
fa K em al’e kabinede bir görev verilmedi ve kısa süre içerisinde Saray’la ilgili
olarak hayal kırıklığına uğradı. Vahdeddin, kendine verilen kısıtlı iktidarı ko
rum ak için İngiltere’nin isteklerini yerine getirmeye gönüllü görünüyordu. Bu
sırada, Jö n Türkler dönem inde siyasi ve ekonom ik iktidarı tatm ış olan yerel
seçkinler yerel ölçekli M üdafaa-i Hukuk cemiyetleri kuruyorlardı. Bu cemi
yetlerin ilklerinden bir tanesi Karadeniz kıyısında, Trabzon’da, Pontus Rum
Cum huriyeti’nin oluşturulm asına karşı kurulmuştur.
U L U SA L B A Ğ IM SIZ LIK H A R E K E T İN İN D O Ğ U ŞU
Saray, İngiltere’nin de onayıyla M ustafa K em al’i A nadolu’daki 9. O rdu’ya,
m ütareke sonrasında silah bırakm am ış O sm anlı güçlerini silahtan arındır
m ak am acıyla müfettiş olarak atadı. İstanbul’dan deniz yoluyla ayrılarak m o
dern Türk tarihindeki derinden sarsıcı bir olay olan İzmir’in Yunanlılar tara
fından işgalinden dört gün sonra, 19 M ayıs 1 9 1 9 ’da Samsun limanına vardı.
M u stafa Kemal birlikleri silahsızlandırm ak yerine, kom utanlarla görüşerek
A m asya’da ortak bir direniş genelgesi yayınladı. Saray onu harcam aya kal
kınca da görevinden istifa etti. Sonrasında M üdafa-i Hukuk örgütleri onun
çevresinde toplandılar. Bu tür örgütlerin kongreleri 1919’da Erzurum ’da (23
Tem m uz-17 Ağustos) ve Sivas’ta (4-11 Eylül) yapıldı ve her seferinde Kemal
P aşa’yı kongre başkanı olarak seçtiler. Aralık ayında M ustafa Kem al, A nado
lu’nun merkezindeki A n kara’ya taşındı ve bu kenti ulusal direniş hareketinin
merkezine dönüştürdü.
B u rad a, İngilizce’ye nation, n ation al ve nationalist o larak çevrilen
Türkçe millet, milli ve milliyetçi terimleri hakkında birkaç şey söylemek gere
kir. Bu kelimeler, bağım sızlık savaşı boyunca ve sonrasında, milliyetçiden çok
vatanperver, dışlayıcıdan çok bütünleştirici anlam larda kullanılmışlardır. Bu
Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra “birlikleri silahsızlandırmak” yerine yerel sivil önderler ile
komutanlarla görüşerek, direniş kararını uygulamaya başladı. Amasya Tamimi’nden sonra düzenlenen
Erzurum Kongresi, İstanbul hükümetini tedirgin etmişti. Ardından yapılan Sivas Kongresi öncesinde
ise şehrin İşgal edileceği söylentileri yaygınlaştı. Buna rağmen başarıyla tamamlanan Sivas Kongresi,
ilk kez Heyet-i Temsiliye İmzalı yayınladığı bildiride ulusal çıkarların savunulması isteniyordu. Sivas
Kongresi’nde Mustafa Kemal, Mazhar Müfit (Kansu), Bekir Sami (Kunduh), Rauf Bey (Orbay), HUsrev
Bey (Gerede), Ruşen Eşref (Onaydın) ve diğer delegelerle birlikte.
levi kalmadığını öne sürüp padişahlığı kaldırarak karşılık verdi. Bu andan iti
baren, İstanbul da, tüm diğer taşra gibi, A n kara’dan yönetilecekti. Vahdettin,
17 K asım 1922’de bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeden kaçtı; ertesi gün Meclis
Abdülm ecid Efendi’yi ülkenin yeni halifesi olarak seçti.
M eclis padişahlığı kaldırmıştı am a halife milliyetçi hareket içinde de
halk arasın da da büyük popüleritesiyle destek görmeye devam ediyordu.
M ustafa Kemal Paşa’nm durumu güvende olm aktan çok uzaktı. Bazı millet
vekilleri, onun M eclis’e seçilmesini, seçim yasasını değiştirip yalnızca, seçim
bölgelerinde beş yıldan fazla bir süre oturm uş olan kişilerin seçilebilmesini
sağlayarak önlemeye çalışıyorlardı. Bu, M u stafa Kem al’i, yeni Türkiye’nin sı
nırları dışında doğm uş olduğu ve Türkiye’nin hiçbir yerinde sürekli olarak
beş yıl oturmadığı için sa f dışı bırakacaktı. A ncak, değişiklik önerisi kom is
yonda geri çekildi.
M ustafa Kemal tecrit edilmiş olduğunu ve destek alanını genişletmesi
gerektiğini fark etti. Bunun sonucunda, kendi siyasi partisini, daha sonra
Cum huriyet Halk Partisi adını alacak olan ve eski rejim karşıtı herkesi temsil
eden H alk Fırkası’m kurdu. H alk terimi sosyal sınıflarından bağım sız olarak
eski düzene karşı olan herkesi kapsıyordu; temel görevleri eski düzeni ve
onun temsilcilerini alt etmek ve ‘halkın devleti’ni kurmaktı. Kem alistler kar-
şıtlarına bu anlam da ideolojik savaş açtılar ve M ustafa Kemal konuşm alar
yaparak ve basm a beyanatlar vererek mesajım tüm ülkeye yaydı.
M ustafa Kem al’in liderliği aynı zam anda bazı m uhafazakâr silah ark a
daşlarının da tehdidi altındaydı. Bunlar uzun yıllardır tanıdığı, R auf O rbay,
Ali Fuat Cebesoy, Kâzım K arabekir ve Refet Bele gibi, Ulusal Kurtuluş Sava-
şı’nda kahram anca çarpışmış am a eski meşrutiyet düzeniyle gelmiş olan ılım
lılık ve m eşruluğu kullanmak isteyen kişilerdi. M on arşi, büyük ölçüde padi
şahın taktik hatası sonucunda kaldırılmıştı ama bıı kişiler halifenin yeni T ü r
kiye’yi cum hurbaşkanı olarak yönetmesinde bir engel görm üyorlardı. Bunlar,
tıpkı kendilerinden önceki İttihadçılar gibi, Türkiye’nin önceden bir sultan-
halife, şim diyse bir cumhurbaşkanı-halife tarafından, aşağıdan sa ld ırılm a y a
cak ama yukarıdan kolayca yönlendirilebilecek bir sem bolik m akam tarafın
dan yönetilebileceğine inanıyorlardı. Öte yandan, Kem alistler ise, toptan bir
toplum sal, ekonom ik ve siyasi dönüşüm istiyorlardı. Devleti artık geleneksel
toplum kuralları ve sembolleriyle yönetmek istemiyor, Türkiye’yi 20. yüzyıl
da hızla ilerletecek yeni, laik bir ideoloji yaratm ak istiyorlardı. Kemalistler,
Batı’nın materyalizmini, teknolojisini, modern silahlarını, fikirleriyle beraber
benimsemek, böylelikle toplum u, kelimenin en geniş anlam ında, dönüştür
mek istiyorlardı. Bu, dinin devletten ayrıldığı değil, devletçe kontrol edildiği
bir laik toplum yaratm ak demekti. O nlar için çağdaşlık ekonomik ve toplum
sal boyutlarla birlikte siyaseti ve kültürü de içeren geniş bir bütünlüktü. G e
leneksel, ataerkil toplumlarını kökten ıslah ederek hem çağdaşlığı hem çağ
daşlaşmayı başarm ak istiyorlardı.
1923 sonrası Kemalizm’in siciline bakarsak rejimin gelenekselcilikten
baş döndürücü bir hızla modernliğe doğru ilerlediğini görürüz. Hüküm et de
m okratik olm ayabilirdi ama en azından yeni-ataerkil padişahlık da değildi.
Kemalistler, laikliği yani dinin devletten ayrılması ilkesini değil, devletçe de
netlenen İslâm ’ı getirdiler. İslâm ’ı, reform program ları ve devrimlerini, gerek
tiğinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından m eşrulaştıracak şekilde kullan
maya niyet ettiler. Bilgi ve bilim, ‘hayatta en hakiki m ürşit’ olarak tanım lan
maya başladı. Şehir kadınları da bir modernleşme rejiminde bir şekilde çağ
daşlaşm adan yararlanm aya başladılar.
C U M H U R İY E T İN D O Ğ U ŞU
24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşm ası, yeni Türkiye’yi ve sınırlarını tanıdı; K e
mal Paşa’nın prestijini artırdı. Bu antlaşm ayla Türkiye, bağımsızlığını ulusla
rarası alanda kabul ettirdi. O dönem de Asya ve A frika’da sadece bir avuç b a
ğımsızmış gibi görünen devlet vardı; ge
ri kalanların tümü emperyalist güçlerin
söm ürgeleri veya m an dalarıydı. A fri
ka’da Habeşistan (bugünkü Etiyopya),
Batı ve O rta A sya’da İran ve A fganis
tan, Güneydoğu ve Güney A sya’da da
T a y la n d ve Çin v a rd ı. H a b e şista n
1 935’te bir İtalyan sömürgesi oldu; İran
1 9 4 1 ’de Rusya ve İngiltere tarafından
Cumurlyatçlylz
işgal edildi ve ondan sonra sadece sözde Milliyetçiyiz
Halkçıya
bağımsızlığa sahip oldu; Afganistan İn Devletçiyi*
Lâyiha
giltere Hindistanı ile Sovyet Orta Asya- İnkılâpçıyız
C U M H U R İY E T Ç İL İK K Ö K SA LIY O R
Yeni rejim sonunda güvendeydi; eski rejim, milliyetçi m uhafazakârları ve es
ki İttihadçılarıyla birlikte yenilmişti. 1926’ya gelindiğinde, M ustafa Kemal,
insan suretlerinin simgelenmesinin günah olarak düşünüldüğü İslâm î toplu
mun anlayışına aykırı bir uygulam ayla İstanbul’da heykelini diktirecek kadar
kendinden emindi. Ertesi yıl, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında, partisinin
kongresinde Büyük N u tu k'unu okudu, bu yolla Kurtuluş Savaşı’nın hangi
zorluklarla dövüşülüp kazanıldığının yorumunu yaptı. Rejim daha özgüven
sahibi oldukça, Türkiye’yi daha da laikleştirip çağdaşlaştırm ak için adım lar
atıldı. 1 9 2 8 ’de devletin dinini İslâm olarak belirleyen m adde kaldırıldı. Latin
alfabesi, A rap afabesm in yerine konuldu ve bu Osmanlı geçmişiyle büyük bir
ayrılığa yol açtı. Eski yazı bilenler bir gecede okum a yazma bilmez hale geldi
ve işlerinden olm am ak için en kısa sürede Latin alfabesini öğrenmeleri zorun
lu oldu. Kentlerde okur yazarlık oranı arttı ve yeni yazıyla eğitilen yeni bir ne
sil, yeni ideolojiyle büyüdü.
1930’a gelindiğinde, M ustafa Kem al Paşa kendini bir kez daha çok
partili sistemi denemek isteyecek kadar güvende hissetti. 1924’teki ilk dene
me kendi yaptığı bir şey değil, rakiplerinin onun liderliğine m eydan okum ak
için ortay a çıkardıkları bir uygulam aydı. Bu kez, arkadaşı Fethi [Okyar]
Bey’den Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurmasını ve Cumhuriyet H alk Fırka-
sı’na sadık bir muhalefet yapmasını istedi. A ncak, M ustafa Kem al ülkedeki
havayı yanlış hesaplamıştı ve yeni partinin benimseneceğini, kendi partisinin
ise kabul görmeyeceğini sezememişti. Parti mitinglerinde Serbest Fırka taraf
tarları ile jandarm a arasında çatışm alar yaşandı ve seçimlerde hile iddiaları
ortaya atıldı. Dolayısıyla kasım ayında, M ustafa Kem al’in yakın bir arkadaşı
olan, Fethi Bey, M ustafa K em al’e açıktan m eydan okum aya zorlanm aktansa
partisini feshetme kararı verdi.
Aralık 1930’da yaşanan ‘Menemen O layı’ Serbest Fırka’nın popülerli
ğinden daha sorunlu çıktı. T aşra kasabası M enem en’de bir tarikat şeyhi, kış
kırttığı bazı kişilerle birlikte, şeriatın ve hilafetin yeniden kurulması için hal
ka ayaklanm a çağrısında bulundu. H alkın desteğini sağlam ası ve hareketi
bastırm ak için gönderilen m angaya kom uta eden yedek subayın başının kesil
mesiyle olayın boyutu büyüdü. Bu olay, reformların sığ, köksüz tabiatını gö-
zönüne serdi ve reformların kendiliklerinden toplum da kök salam ayacağının
işaretini verdi. Bunlar, ancak halka izah edilerek, halkın onayı ve desteği sağ
landığı sürece köklü hale gelebilirlerdi. Ancak, reformlarının ülkenin çıkarına
olduğunu düşünen Kemalistler, bunları taşrada açıklam ak için bir şey yapm a
mışlardı. Reform lardan ellerine henüz bir kazanım geçmemiş ve tüm dünyay
la birlikte 1 9 3 0 ’ların Büyük Buhran’ını yaşam akta olan halk yığınları hâlâ
bağlı bulundukları geleneklerde ve geçmişin sembollerinde teselli buluyorlar
dı. Fethi Bey önderliğindeki Serbest Fırka modern bir lider ve modern fikirler
sunmuştu. A ncak M enemen’deki kalabalık M ustafa K em al’in Cum huriyet
Türkiyesi’ne kesinlikle yakıştırm adığı gelenekçi, karanlıkçı fikirlere meylet
mişti. Kem alistler bu olayla sarsıldılar ve devrimin halkı çağdaşlığa itecek, v a
tanseverliği dinin yerine koym alarına sebep olur şekilde desteklerini kazan a
cak bir ideolojiye ihtiyacı olduğuna karar verdiler.
Kemalizm /Atatürkçülük olarak bilinen ideoloji bu tartışmanın sonu
cuydu. Partinin üçüncü kurultayında, 1931’in m ayıs ayında açıklanan altı ‘te
mel ve değişm ez ilke’den oluşuyordu: cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık,
devletçilik, laiklik ve inkılapçılık. Bu ilkeler, Cum huriyet H alk Partisi’nin al
tı okuna, ambleminin sembollerine dönüştü ve 1937 yılında da anayasaya ek
lemlendi. A ncak, bunların yorum ları akıcı ve pragm atik kaldı; büyüyen bur
juvazinin ihtiyaçlarına göre değişti.
Cumhuriyetçilik konusunda ödün yoktu çünkü bu, Osmanlı hanedanı
nın yeniden kurulması ve sultan-halifenin dönüşü demek olabilirdi. Ancak,
milliyetçilik kucaklayıcı -kökenden ziyade daha çok bölgeye bağım lı- kaldı.
M ustafa K em al’in 1933 tarihli özlüsözü ‘N e mutlu T ü rk ’üm diyene’, A lm an
ya ve İtalya’nın faşist rejimlerinde revaçta olan doğum , kan veya etniklik fik
rine tersti. Yeni Türkiye’nin sınırlarında yaşayan herkes kendine ‘T ü rk’ diye
cekti. Bu, vatanseverlerin milliyetçilik yorumuydu, ö t e yandan, A vrupa’nın
faşist rejimlerince etkilenmesi olası pan-Türkizm taraftarları, milliyetçiliğin
dogm atik, etnik ve dile dayalı tanım larına eğilim gösterdiler. Bu iki yorum
arasındaki m ücadele günümüze k ad ar devam etti. A tatürk, bir milliyetçiden
daha çok bir vatanseverdi. Devletin dinden ayrılm asından çok devletin dinî
konuları kontrol etmesi olan laiklik de aynı şekilde yorum a açıktı; kimileri li
beral bir tavır sergilerken kimileri ise aşırı bir görüşle, İslâm ’dan tam am en
kaçınan bir tavır sergilediler. L o n d ra’da yayımlanan The Times gazetesi, 14
M ayıs 1938’de Türk büyükelçisinin Londra Ritz H otel’de Peygamber’in d o
ğumu onuruna bir toplantı düzenlediğini bildiriyordu ki, bu Kem alist m ili
tanlık veya dogmatizmin bir işareti olm aktan çok uzaktı.
Türkiye, 1932 Tem m uzu’nda M illetler Cem iyeti’ne üye oldu ve saldır
ganlığa karşı ‘ortak güvenlik’ ilkesine destek verdi. Daha önceden - 1 9 2 9 ’d a -
savaşı bir ulusal siyaset unsuru olarak reddeden Fransız-Amerikan Briand-
Kellogg Paktı Türkiye Büyük Millet M eclisi tarafından onanm ıştı. 1 9 2 8 ’de
İtalya’yla bir tarafsızlık antlaşm ası imzalanmış ve 1930 H aziranı’nda Yuna
nistan’la uzlaşm a ‘cihanda sulh’ isteğini perçinlemişti. Ancak, A tatürk’ün or
tak güvenlik için desteği kelimelerden öteye geçti. Cemiyet H abeşistan’a İtal
yan saldırısı karşısında yaptırım lar uygulayınca, her ne kadar R om a yönetimi
Türkiye için bunalım yılları olan 1930’larda önemli bir ticaret ortağı olsa da
Ankara İtalya’yla ticaret yapm am aya karar verdi.
Kemalistler, M ussolini ve Hitler gibi diktatörlere boyun eğme politika
sı güden Batı’yı eleştiriyorlardı. Atatürk saldırı tehdidini B oğazlar’ı yeniden
silahlandırm ak için destek bulmakta kullandı. 1936 Tem m uzu’nda im zala
nan M ontreux Sözleşmesi, Türkiye’nin Batılı güçler tarafından ilk kez eşit
olarak görülmesi açısından önemliydi ve ülkeyi Lozan A ntlaşm ası’nın getirdi
ği bir diğer kısıtlam adan kurtarıyordu. Sözleşme, İspanya İç Savaşı’nın çıkı
şıyla aynı zamana denk geldi ve Atatürk bir kez daha ortak güvenliği destek
ledi. Eylül 1937’de, Akdeniz devletleri N yon Konferansı’nda buluşarak ‘İtal
yan korsanlığı’nı kınadılar. İnönü hükümetinin değil de A tatürk’ün kişisel ta
lim atlarıyla hareket eden Türk delegasyonu, İnönü hükümeti R o m a’nın bu
hareketi kışkırtıcı bulacağı endişesiyle karşı çıkm asına rağm en, İngiliz ve
Fransız gemilerine Akdeniz’de İtalyan saldırganlığını önleme am acıyla Türk
deniz üslerini kullanma izni verdi.
H er ne kadar M o sk o v a’yla samimi ilişkiler Türk dış politikasının te
mel taşı olarak kaldıysa da, Ankara dünyanın en büyük deniz gücü İngilte
re’nin dostluğunun değerini anladı. Eylül 1 9 3 6 ’da, Kral VIII. Edvvard’ın gay-
riresmî ziyareti bir devlet ziyareti muamelesi gördü ve Atatürk kralla birçok
kez fo toğraf çektirdi. Kralın Türkiye ziyareti ülkenin Londra’da uluslararası
siyasette önemli bir faktör ve denkmiş gibi muamele görmeye layık olduğu
fikrini verdi. A tatürk’ün yabancı demokrasilere daha yakın olm a isteği iç po
litikada da etkili oldu. C H P ’nin, rejime bir ‘faşist renk’ kattığı söylenen mut-
lakıyetçi ve devletçi genel sekreteri Recep Peker’in görevden el çektirilmesine
yol açtı.
Atatürk faşist diktatörlerin saldırgan politikalarına karşı çıkmayı sür
dürdü. Basın, Eylül 1938 tarihli ve İngiltere ile Fransa’nın Ç ekoslovakya’yı
H itler’e bıraktığı M ünih A ntlaşm ası’na eleştirel yaklaştı. Kendi ulusal kurtu
luş mücadelelerini hatırlayan gazete
ciler, Ç ekoslovaklar Alman işgaline
karşı sa v a şsa la rd ı, b ağım sızlıkları
olm asa da en azından ulusal saygın
lıklarını k o ru y acak ların ı y a z a ra k ,
hayıflandılar. 1 930’lu yıllarda A ta
tü rk ’ ün y a tıştırm a p o litik a la rın a
muhalefet ettiği o kadar az rastlanan
bir durumdu ki, İngiliz yazar George
Orvvell, “ 1935-1939 yılları arasında
faşizm e k a rşı sa v a şta hem en her
müttefik m akbul görülürken, solcu
lar k e n d ilerin i M u sta fa K e m a l’ i
överken buldular” diye yazdı.
1^38 Ekim i’ne gelindiğinde,
doktorlarının raporların a dayan an
resmî bültenler A tatürk’ün çok h as
ta olduğunu belirtiyordu. 29 Ekim ’-
deki C um huriyet’in on beşinci yılı
AtatUrk, Cumhuriyetin 15. yılında sağlığını iyice
yitirmeye başlamıştı. Hatta Cumhuriyetin 15. yıl kutlam a törenlerine katılam ayacak
kutlamalanna katılamamış, ardından da TBMM’nin kadar hastaydı. Türkiye Büyük M il
açılışında açış konuşması başvekil Celal Bayar
let M eclisi’nin yeni yasam a yılı 1 K a
tarahndan okunmuştu. Oysa halk, beş yıl önceki
10. yıl kutlamalarına damgasını vuran ve Milli sım 1938’de açıldığında cum hurbaş
MUcadele’yi kendisiyle partisinin uhdesine alarak, kanının konuşm ası başbakan Celal
bir bakıma savaş arkadaşlarını dışlayan Nutuk’u
okuyan Mustafa Kemal’i anyordu. Son yıllarında
B ayar ta ra fın d a n okundu. D o k u z
hasta ve yorgun AtatUrk. gün sonra, 10 Kasım 1938’de ülke
A tatürk’ün öldüğünü öğrendi.
Türkiye Cum huriyeti’nin cum hurbaşkanı olarak geçirdiği on beş yıl
içinde Atatürk yeni bir kimlik edinm iş ve kendi kendine yeterli ve bağım sız
bir millet yaratm ayı başarm ıştı. Bir ülkeyi yarı feodal, kırsal temellerinden
çağdaş bir endüstri ekonomisine dönüştürm e projesini başlatmıştı. T üm ulu
sun enerjisi yurt içinde gelişmeye odaklanm ışken Türkiye’nin dış politikası da
statükoyu korum ak üzerine kurulm uştu. 1923’te Cum huriyet kurulduğunda,
Türkiye kibrit gibi basit bir şeyi bile üretemez durum daydı. Ancak, 1 9 3 0 ’la-
rın ortalarına gelindiğinde, fabrikalar tekstil ürünleri, şeker, kâğıt ve çimento
üretiyordu; bir İngiliz firması demir-çelik sanayiini kurm a aşam asındaydı.
Demiryolları gibi yabancı sahipli işletmeler, her ne k adar ‘kam ulaştırm a’ ye-
rine ‘devletleştirme’ terimi seçilmiş olsa da, devlet tarafından satın alınıp ka
mulaştırılmıştı. Daha çok demiryolu hatları kurularak bunlar ulusal dem iryo
lu ağm a bağlanm ıştı; bunun amacı da ulusal bir pazar yaratm aktı. Türkiye
artık kendi kendini doyurabiliyordu ve bazı ürünlerini de A vrupa’ya ihraç
ediyordu. Yine yeni doğm akta olan tekstil sanayiinde kullanılan yün ve p a
muk gibi hammaddelerde de Karadeniz madenlerinden gelen köm ür konu
sunda olduğu gibi kendine yeterliydi.
1 9 2 0 ’lerin ortalarında, Yunanistan’la nüfus mübadelesinin sonrasın
da, tesisatçılık veya kunduracılık gibi en basit teknik işler bile Türkler tarafın
dan yapılam ıyordu, çünkü bu tür işler gayri-M üslimlerin tekelindeydi. Ancak
birkaç yıl içinde ‘yeni T ü rk ’ modern bir toplum un gereksindiği dem iryolcu
luktan banka memurluğuna kadar tüm işleri becermeyi öğrendi. Aynı zam an
da kadınlar da profesyonel işlerde, tekstil tezgâhlarında ve sekreter olarak ça
lışıyorlardı.
A tatürk 1930’ların diktatörleri gibi değildi. N utuklar atıyordu ama
bunlar asla Hitler veya M ussolin i’nin yaptıkları gibi önceden ayarlanm ış ge
niş topluluklara karşı olm uyordu. İnsanları yönlendirme am acıyla hareket
lendirmek veya bu am açla onları güçlendirmek değil onları bir kalıba sokm ak
istiyordu. Kaybedilen toprakları geri alm ak veya fütuhata girişm ek gibi bir
am acı olm adığından, halkı reform larını kabul etmeye iknaya çalışıyordu.
Devrinin liderlerinin aksine karizm ası toprak fethetme sözüne dayanm ıyor
du. Program ı genelde içişlerine yönelikti ve Cum huriyet’in tek toprak kazanı
mı 1 9 3 8 ’de o dönemde Fransız mandası altındaki Suriye’den H atay ’ın alın-
m asıydı. Ancak, 1926’da petrolüyle birlikte M u su l’u İngiltere kontrolündeki
Irak ’a bırakm ası gerekm işti. T oplum u ise hiçbir zam an örneğin General
Franco’nun 1936 sonrasında Ispanya’da yaptığı gibi geleneksel toplum sal k a
naatler ve sembollerle yönetmedi. 20. yüzyılın gerekleriyle örtüşen yeni bir
ideoloji ve sembol yaratm ayı seçti. Her ne k ad ar liberal dem okrasiyi sonra
dan kendi radikalliğini frenleyici olarak görse de, bir m uhafazakâr olm adı
ğından ne laik modernizmden ne de liberal dem okrasiden çekindi. Toplum u
sınıflar temelinde ve sınıf çatışm asına dayalı olarak incelemesiyle M arksizm
K em alizm ’e bir alternatif oluşturuyordu ve M ustafa Kemal bununla yüzleş
meyi reddetti.
Her ne kadar yaşam ı boyunca bunların hepsini tam olarak kullanma-
dıysa da, Atatürk siyasi partiler, sendikalar, hür bir basın, ifade özgürlüğü gi
bi liberal kurumların mantığını kabul etti. Rejimin varsayımı ise bu kurulula
rın T ürk toplumu gerekli gelişim aşam asına geldiğinde kullanıma sunulacağı
şeklindeydi. A tatürk 1938 K asım ı’nda öldüğünde, Cumhuriyet dönem inde
yetişmiş yeni nesil, bildikleri her şeyin onunla birlikte öldüğünü düşündü. Bir
çok kişi için A tatürksüz bir Türkiye düşünmek im kânsızdı, çünkü o yeni T ü r
kiye’yle, Cum huriyet’le eşanlamlı hale gelmişti. Bu sebeple, Atatürk’ten son
ra gelen yöneticiler, olgunlaşm a dönemine girmiş olan bir ülkeyi yönetebil
mek için kendi otoritelerini kurm ak gibi zor bir görevle karşı karşıya kaldılar.
O k u m a Ö n e r İl e r İ
A n d rew M a n g o , A ta tü rk : M o d ern T ü rk iy e 'n in K u ru cu su , İsta n b u l: R em zi, 2 0 0 4 .
Ali K azan cıg il ve F.rgun Ö zb u d u n , A ta tü rk : F o u n d er o f a M o d e rn State, L o n d ra: H u r st,
1981.
BEŞİNCİ BÖLÜM
zalam ış olsa da, tarafsız kalm ayı seçti. Türkiye’nin isteği üzerine Fransa H a
tay’ı A n kara’ya devretti. 23 A ğustos 1939 Alm an-Sovyet Paktı faşist tehdide
karşı üç taraflı bir İngiliz-Fransız-Sovyet garantisini imkânsız kıldı. Türkiye
bu noktadan itibaren tarafsızlık konusunda daha da fazla kararlıydı.
A V RU PA ’DA SAVAŞ
Ankara, A vrupa’daki savaşı iki tarafın da açık bir galibiyet kazanm am asını ve
A vrupa’ya hükmetmemesini um arak yakından izledi. M üttefikler’in zaferi
M oskova’nın lehine olurken M ihver Devletleri’nin galibiyeti de D oğu Akde
niz’de İtalyan egemenliği demekti. O dönem için Türkiye’nin dış politikası iki
taraf arasında gidip gelen dış ticareti tarafından yönetilirmiş gibi duruyordu.
18 H aziran 1941’de, Almanya R usya’yı işgal etmeden üç gün önce, Türkiye
Alm anya’yla bir saldırmazlık paktı imzaladı. R usya’nın işgali A nkara’ya nefes
alma fırsatı tanıdı, çünkü halihazırda Bulgaristan ve Yunanistan’ı işgal altında
tutan Alm anya, Sovyetler’le savaşırken bir de Türkiye’yi işgal edemezdi. T ür
kiye’de çoğu kişi Hitler’in R usya’yı kısa bir savaş sonunda alt ederek İngiltere
ve Fransa’yı barışa zorlayacağını düşünmekteydi. Sonuçta, Ankara, 1942 ya
zında eğer Rusya yenilirse Almanya saflarında savaşa katılacağını ilan etti.
Savaş, tarafsızlık ve seferberlik, ekonominin 1 9 3 0 ’larda elde ettiği ne
kadar kazanım varsa hepsini zayıflattı. Hüküm et 1940’ın ocak ayında, istif
çiliğin, vurgunculuğun ve savaşın çıkışından beri süren yokluğun önüne geç
mek amacıyla, M illi Korunma K anunu’nu yürürlüğe koym ak zorunda kaldı.
Temel ihtiyaç maddelerine narh uygulanm aya başlandı ve kiralar Nisan 1940
seviyesinde donduruldu. Çalışma günü günde üç saat uzatıldığı gibi birçok iş
yerinde haftalık tatiller de kaldırıldı. Dolaylı vergiler şeker, çay, ulaşım gibi
temel gereksinimlerde önemli ölçüde artırıldı. Alm anlar’ın R usya’daki b aşa
rısı ülkedeki ırkçılara kendi azınlıklarını taciz etme cesareti verdi ve bu öyle
bir o ölçüye ulaştı ki Kasım 1942’de M eclis, kötü bir iz bırakan ve tartışmalı
gelir vergisi yasasını, Varlık Vergisi’ni çıkardı. Verginin görünürdeki amacı
savaştan kazanç elde eden işletmelerden 3 60 milyon dolar civarında para top
lam aktı am a vergiler vergi mükellefinin zenginliğine değil dinine göre belir
lenmekteydi. M üslüm anlar, gayri-M üslim ler, yabancılar ve 17. yüzyılda İs
lâm ’ı benimsemiş bir Yahudi topluluğu olan ‘dönme’ler için ayrı ayrı listeler
vardı. Bu vergiler sonucunda pek çok gayri-M üslim varlıklarını (gayrimen-
kuller, fabrikalar, vb.) satm ak zorunda kaldı ve bunlar yeni M üslüm an bur
juvazisi tarafından piyasa değerlerinin çok altında fiyatlarla, bu sınıfı hem
zenginleştirecek hem de hükümetten yabancılaştıracak şekilde satın alındı.
Neyse ki Alm an ordusunun Şubat 1 9 4 3 ’te Stalingrad’da teslim olması
sonrasında azınlıklar üzerindeki baskı azaldı ve durum Berlin’in aleyhine
dönmeye başladı. Bir ay sonra, bir Türk Yahudisi olan Avram Galante Mec-
lis’e seçilirken, Alman yanlısı gazeteci Yunus N adi [Abalıoğlu] koltuğundan
oldu. Bunlar, İnönü’nün Alm anya’ya karşı sürdürmekte olduğu iyi niyetli ta
rafsızlık tan vazgeçerek M üttefiklere doğru kaydığının işaretiydi. Eylül
1 9 4 3 ’te Doğu A n ad o lu ’da bir çalışm a kam pına gönderilen Varlık Vergisi
kurbanları affedildi ve M art 1944’te de vergi kaldırıldı. Alm an para ve pro
pagandasıyla desteklenen ve hükümet çevresinde bile etkili olan ırkçı pan-
Türkist hareket sonunda yasaklandı ve kovuşturulmaya başlandı. 1944 M a-
yısı’nda liderleri mahkemeye çıkarıldı ve bizzat İnönü pan-Türkizm i 19 M a
yıs Gençlik Bayramı konuşm asında suçladı. Duruşma ancak 1947’de, Soğuk
Savaş döneminde, artık düşman Alm anya değil M osk ov a’yken sonuçlandı.
Sanıklar beraat ettikleri gibi bir de yıkıcı bir ideolojiye, yani komünizme kar
şı çarpışan vatanseverler olarak övüldüler! Pantürkizm, uluslararası siyaset
oyununda kullanılacak bir araç olm uştu.
Savaş sona ererken, İnönü rejimi kendini iç karartan bir durum da bul
du. Türkiye’deki insanların büyük çoğunluğu zorluk içindeydi. Piyasada, tüm
temel ihtiyaç maddelerinin kıtlığı vardı. 1942’nin ocak ayında ekmek karne
ye bağlanırken tarım ürünlerinin zorla toplanm asını öngören bir yasa da çı
karılmış, bürokrasi hariç tüm sınıflar rejimden yabancılaştırılmıştı: işadam la
rı birkaç M üslüm an ’ı zenginleştiren am a devletin ne kadar mutlakıyetçi ola
bileceğini de gösteren keyfî gelir vergileri nedeniyle; toprak ağaları ile köylü
ler tarım yasaları ve jandarmanın sert, keyfî tutumu yüzünden; kentli kitleler
se kendilerini aşırı çalıştırıp az m aaş veren ve kendilerini aç bırakan çalışm a
yasalarından dolayı bu durumdaydı.
İKİN Cİ D Ü N Y A SAVAŞI SO N R A SI
İsmet İnönü M üttefikler’in faşizm karşısındaki zaferinin bir sonucu olarak
dünyanın köklü bir şekilde değiştiğini fark etti ve yurtta bir patlam a olm adan
kendinin de durum a m üdahale etmesi gerektiğini gördü. 1 Kasım 1 9 4 5 ’te,
mevcut siyasal sistemin yeni oluşm akta olan kapitalist ve demokratik dünya
düzenine paralel bir uyum am acıyla düzeltileceğini açıkladı. Türk siyasal sis
temi bir muhalefet partisinden yoksundu ve o da böyle bir partiye izin vere
cekti. Faşistlerin yenilgisi Türkiye’de tek parti devletinin meşruiyetini zayıf
latmış olm akla birlikte, iç etkenler bunu daha da savunulm az kılıyordu. As-
kerî-bürokratik seçkinler, toprak sahipleri ve yükselen burjuvazi arasındaki
işbirliği Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve Kemalist rejimin ilk döneminin b aşarı
larına yol açm ıştı. Rejimin kendi başarısı hem kentsel hem kırsal kapitalizmin
gelişmesi, bu ittifakı eritti. Burjuvazi ile toprak ağaları sisteme artık tah am
mül etmek istemiyordu. Ayrıca, ekonomi büyük bir sermaye girişine m uhtaç
tı ve bu sadece Amerika tarafından sağlanabilirdi. W ashington ise kendince
devletçilik karşıtı güçleri ve serbest piyasa oluşum unu cesaretlendiriyordu.
Türkiye’de, sorun yalnız CH P içindeki liberal ve devletçi güçler arasındaki bir
çatışm ayla çözülebilirdi; sistemi liberalleştirmek bir yana, devletçiler devlet
üzerindeki hâkimiyetlerini daha da artırmak istiyorlardı.
O cak 1 9 4 5 ’te toprak reformu tasarısı ülkedeki düşünce sahiplerini iki
kutba ayırdı. Devletçiler toprağın yeniden dağıtılm asını, toprak ağalarının si
yasi ve iktisadi güçlerini kırm ak, Türkiye’yi Balkan devletlerine benzer bir ba
ğımsız küçük toprak sahipleri cumhuriyetine dönüştürm ek istiyordu. T oprak
Kanunu olarak bilinen tasarı yasalaşsa da, CH P, O cak 1946’da D em okrat
Parti’nin kurulm asına yol açacak şekilde parçalandı. Kurucularının tümü -
işadam ı ve bankacı Celal Bayar; bir bürokrat olan Refik Koraltan; bir profe
sör olan Fuat K öprülü; bir toprak ağası olan Adnan M enderes- CH P’nin say
gın üyeleriydi. Bunlar çok partili bir siyasal sistemin kurulm ası, demokrasinin
uygulam aya geçirilm esi ve özel m ülkiyet hakkının çiğnenmem esi çağrısını
yaptı. M uhaliflerden üçü CH P’den ihraç edildi, Bayar ise istifa etti. M uhalif
ler ihraç kararına Dem okrat Parti’yi (DP) kurarak ve Türkiye’nin siyasal ya
şam ında yeni bir sayfa açarak cevap verdiler.
D E M O K R A T P A R T I’N İN K U R U LM A SI
Başlangıçta D em okratlar da CH P’den ayrılan kişilerce kurulm uş bir diğer sa
dık muhalefet gibi görüldüler. N e de olsa tüm kurucu üyeleri uzun zamandır
tanınan, köklü Kem alistlerdi ve yönetimdeki partiyle neredeyse aynı siyasal
ve ekonomik program ı sunuyorlardı. M ahm ud Celal Bayar siyasi anlam da
borçlarını da ödem işti. Bursa’nın bir köyünde 1883’te doğm uştu. 1903’de
Deutsche Orient B an k’ın Bursa şubesine girdi ve İttihad ve T erakki’nin aktif
bir üyesi oldu. O sm anlı İmparatorluğu 1 9 1 8 ’de çöktükten sonra, Bayar İzmir
yöresinde Milli M ücadele’yi örgütledi. 1 9 2 3 ’te de İzmir milletvekili olarak
M eclis’e seçildi ve 1924 kabinesinde m übadele, imar ve iskân vekili oldu.
M ustafa Kem al’in güvenini kazanarak kısıtlı olan özel sektörü yönetmekle
görevlendirildi. 1 9 2 4 ’te, ekonomik değişim m otorlarından biri ve halen ülke
nin en önemli ekonom ik kurumlarından biri olan Türkiye îş Bankası’m kur
du. Bayar, 1932 ekonom ik krizinde iktisat vekilliğine getirildi ve 1937’de,
İnönü’den görevi devralarak A tatürk’ün son başbakanı oldu. İnönü cumhur
başkanı seçildiğinde Bayar başbakanlıktan istifa etti ve sonrasında bakanlık
görevi almadı. Siyaset sahnesine bir kez daha 1945’te C H P ’nin muhalif kana
dının lideri olarak çıkacaktı.
M ustafa İsm et İnönü de Bayar’ınkine benzer bir sosyal geçmişten gel
mekteydi. 18 8 4 ’te doğm uştu, kendi sınıfından gelen birçok genç gibi askerî
eğitim aldı. Bu, ona M üslüm an gençlere çok az olanak sunan bir toplum da
sınıf atlam a zem ini hazırlayan m odern bir eğitim görm e im kânı sağladı.
1 9 0 6 ’da yüzbaşı rütbesiyle H arp A kadem isi’nden mezun olarak im parator
luğun çeşitli yörelerinde hizmet verdi. Kurtuluş Savaşı’nda 1921 yılında so
yadını da aldığı İnönü Savaşları’nı kazandı. İnönü, Kem al P aşa’nın sadık bir
destekçisi oldu. Lozan K onferansı’na barış antlaşm asını m üzakere edecek
T ürk delegasyonunun başında gönderildi ve zeki bir m üzakereci olarak ün
saldı. 1920’ler ve 1 9 3 0 ’lar boyunca başbakanlık yaptıysa da 1937’de istifa
ya zorlandı. Parti-devlet bürokrasisinin önemli isimlerinden biri oldu, d o la
yısıyla da A tatürk’ün ölümünden sonra cum hurbaşkanı olm aya uygun bir
isimdi. Cum hurbaşkanı olarak Türkiye’yi savaştan uzak tuttu am a ‘milli şef’
unvanıyla baskıcı bir yönetim uygulam ası yüzünden kitlelerce benimsenme
di. 1945’e gelindiğinde, İnönü dünyada yaşanan değişim i görme basiretini
gösterdi. Tek parti rejiminin ayrıştırılm asında ve - b u ille de dem okrasi de
mek olm asa d a - çok partili rejimin kurulm asında liderlik etmesi gerektiğine
karar verdi.
A tatü rk’ün ölümü son rasın da Türkiye’deki hava değişm işti ve yeni
Türkiye’nin kurulm asında bu kadar hayati bir rol oynayan partiye artık g ü
venilmiyordu. CH P artık Türkiye’yi savaş sonrası yeni dünya düzeninde yö
netebilecek durum da değildi. Başlangıçta H alk Partililer ülkedeki değişimin
farkında değillerdi ve yeniden popülerlik kazanm ak için yapm aları gereken
tek şeyin birkaç yeni reform olduğunu düşündüler. D em okrat Partililer de ay
nı Kemalist felsefeyi, belki ufak bir vurgulam a dışında savunuyordu. C H P ’nin
onlardan beklediği ise resmî muhalefet gibi davranarak hükümetin m eşrulu
ğunu güçlendirmeleriydi. Başlangıçta halk bile D em okrat Parti’yi ciddiye al
madı, çünkü program ı CH P’ninkinden pek de farklı değildi. Sonuçta, an ay a
sa tüm partilerin Kemalizm ’in altı okunu benimsemesini gerektiriyordu. Ama
Dem okratlar bu ilkeleri yeni koşullara göre yorum layacaklarını ve am açları
nın Türkiye’de demokrasiyi geliştirmek olduğunu iddia ediyorlardı. M ü d ah a
leci devleti sınırlam ak, bireysel hak ve özgürlükleri geliştirmek istiyorlardı.
D em okratlar, siyasi inisiyatiflerin halktan gelmesi -p arti veya devletten gel
memesi- gerektiğini öne süren popülistlerdi. Tıpkı Jö n Türkler dönemindeki
liberaller gibi özel teşebbüs ile birey adına konuşuyorlardı. Kısa süre içinde
kentli nüfusun eğitimli kesiminden gazeteciler ve akademisyenlerin yanı sıra
burjuvazi ile entelektüellerin çoğunluğunu taraflarına çektiler. T oprak ağala
rının desteğine zaten sahiplerdi.
H alk Partililer nihayet toplum da kendilerine ve partilerine karşı husu
met hissettiklerinde partiyi ve toplum u liberalleştirm eye başladılar. İnönü
‘milli şef’ ve ‘C H P ’nin daimî başkan ı’ sıfatlarını bıraktı, partinin her dört yıl
da bir genel başkan seçmesine razı oldu. Ancak halk bunları göstermelik de
ğişiklikler olarak gördü. Haklıydı da, çünkü İnönü parti genel başkanlığın
dan uzaklaştırıldığı 1972 yılına kadar görevini korudu! CH P’deki radikaller
partilerinin köylüleri, işçileri, ortakçı köylüleri, zanaatkarları ve küçük esna
fı saflarına çekip DP’yi de büyük toprak sahiplerinin ve büyük işverenlerin
partisi olarak tecrit edecek bir ‘sınıf partisi’ olm asını istiyorlardı. A ncak bu
statü değişikliklerine rağmen C H P ’de m uhafazakârlar egemendi ve CH P her
insan için her şeyi ifade eden bir parti olarak yoluna devam etti. Bu yüzden de
CH P birçok grubun desteğini yitirdi ve Türkiye’nin azgelişm iş bölgeleri olan
Doğu ve O rta A nadolu’daki taraftarlarının desteğine güvenmeye zorlandı.
İÇ SİY A SET
Dem okratlar iktidara geldiklerinde ülkede büyük um utlar yarattılar. O toriter
tek parti rejimini sona erdirmiş, ülkeyi demokratik biçimde yönetme, çağ d aş
laşm a ve refah getirme sözü vermişlerdi. Aslına bakılırsa, iktidar partisi ile
muhalefet arasında gerçek bir ideolojik fark yoktu: her iki parti de modern,
müreffeh bir Türkiye yaratm a çalışm alarına gönül vermişti. D em okratlar,
1948’de C H P ’li bir siyasetçi tarafından ortaya atılm ış olan Türkiye’yi bir ‘kü
çük A m erika’ yapm a ve ‘her mahallede bir m ilyoner’ yaratm a sloganlarını
kullanıyorlardı. M uhalefet kendilerinin de paylaştığı bir görüşe karşı çıka
mazdı; onlar sadece bu hedeflere ulaşm a yöntemleri açısından farklılık göste
riyorlardı.
Belki de Dem okrat Partililer ile Halk Partililer arasındaki temel farklı
lık bu partilerin Türkiye’yi geliştirme eyleminin hızıydı. Seçimleri çok büyük
bir çoğunlukla kazanan D em okratlar, halkın programlarının arkasında dur
duğuna inanıyorlardı. ‘Çoğunlukçu dem okrasi’ye, yani sandıktaki sonuçtan
aldığı güçle çoğunluğun ne isterse yapabileceğine inanıyorlardı. Dolayısıyla da
eleştiriye ve programlarını gerçekleştirmekle aralarına girecek hiçbir engele ta
hammülleri yoktu. Kemalizm ideolojisine, zamanın gereklerine göre yorum la
nıp uygulanması kaydıyla katılıyorlardı. Kem alizm ’in altı okla formüle edilen
bazı ilkelerinin amaçlarına ulaştığını ve gözden geçirilmesi gerektiğini düşünü
yorlardı. Örneğin, Türkiye’nin artık korumacı bir devlete ihtiyacı yoktu; böy
lelikle serbest girişim çağında devletçilik ilkesi artık gereksizleşmişti.
D em okratlar kendilerini toplum lannı anlayan ve halk için en iyinin ne
olduğunu bilen toplumsal mühendisler olarak görüyorlardı ki bu, Kem alist
‘Halk için, halka rağmen’ düsturuyla uyumluydu. C H P ’nin Türkiye’nin kuru
luş yıllarında çok büyük bir hizmet gerçekleştirdiğini am a artık anakronizm e
düştüğünü, halkla ve ihtiyaçlarıyla temas halinde olm adığını düşünüyorlardı.
M uhalefetteki C H P’nin, dolayısıyla artık resmî muhalefet rolünü oynayarak
Türk ekonom isi ve toplumu D em okrat Parti tarafından dönüştürülürken sey
retmesini istiyorlardı. D em okrat Parti’den daha fazla din özgürlüğü isteyerek
ayrılan bir hizbin 1948’de kurduğu Millet Partisi’ne gelince, onlar da artık
gereksizdi, çünkü DP dinî faaliyetleri serbestleştirecek, Türk halkının manevi
ihtiyaçlarını karşılayacak yasalar çıkaracaktı. 16 H aziran 1950’de, iktidara
geldikten yaklaşık bir ay kadar sonra, ezanın yeniden A rapça okunm asını
mümkün kılan bir yasa çıkardılar, çünkü ezan Haziran 1 9 4 1 ’den beri T ürk
çe okunm aktaydı. Dem okratlar ayrıca anayasa metninin dilini de Osmanlı-
c a ’ya yaklaştırarak A tatürk döneminin güncellenmiş T ü rk çe’sinden uzağa
çektiler ve Türkiye’nin Osmanlı geçmişiyle yakınlaşm aya başladılar. H âkim
olm aya başlayan Soğuk Savaş ve anti-komünizm havasında, soldaki tüm par
tiler yasadışı ilan edildi, bunların önemli üyeleri ya hapsedildi ya da sürüldü.
Kom ünist bir şair olan Nâzım Hikm et ülkeden kaçıp Sovyet blokunda yaşa
m ak zorunda kalırken, solcu yazar Sabahattin Ali, CH P iktidarının son yılla
rında devletin istihbarat birimlerinin içinde olduğu iddia edilen tertip sonu
cunda bir kaçakçı tarafından öldürüldü.
1950’deki seçim başarıları D em okratlar’ı halkın kendi programlarını
desteklediğini, kendilerinin de her dört yılda bir karşısına çıkacakları ‘milli
irade’yi temsil ettiklerini düşünmeye yöneltti. Bu sebeple, ne muhalefeti ne de
muhalefetin eleştirilerini ciddiye aldılar. Dem okrat Parti yönetiminin ilk yıl
larında Avrupa’da Türk mallarına artan rağbet ve Kore Savaşı’nın yarattığı
gelişimin sonucu olarak ülke hızla büyüyorm uş gibi göründü. Ayrıca, M ars-
hall yardımı da ülkeyi Batı’ya açtı.
Türkiye, B aşbakan Adnan M enderes (1899-1961) tarafından yönetili
yordu. C um hurbaşkanı Celal Bayar onu daha deneyimli, entelektüel Fuat
K öprülü’ye (1890-1966) tercih ederek atam ıştı, çünkü M enderes hem daha
genç bir kuşağa m ensuptu hem de savaş sonrası Türkiye için güçlü bir önse
ziye sahip olduğuna inanılıyordu. Pamuk yetiştirilen Batı A nadolu’nun Aydın
yöresinden zengin bir toprak sahibi aileden geliyordu. M enderes Kemalist dö
nemde olgunlaşmış ve 1 9 3 0 ’da Ali Fethi’nin (Okyar) Serbest Cumhuriyet Fır-
k ası’nda siyasete atılmıştı. Parti kapandığında CH P’ye girm iş ve 1945’te to p
rak reformu yasa tasarısına karşı çıkanlara katılmıştı. Sonra, CH P’den ihraç
edilmiş ve D em okrat Parti’nin kurucularından biri olm uştu.
M enderes, siyasi iktidarın Türkiye’nin hızlı büyümesi için gerekli araç
olduğunu düşünüyordu. Antidem okratik yasaları değiştirmeye veya Dem ok
ratların muhalefetteyken bir ara istedikleri gibi tarafsız bir yönetim kurmaya
ayıracak zamanı yoktu. ‘Partiler üstü’ cum hurbaşkanı ilkesinden yola çıkan
Celal Bayar DP başkanlığından istifa edince Menderes parti başkanı seçildi.
Ancak bu göstermelik bir davranıştı, Bayar partiyle, tüm bağlarını kesemeye-
cek kadar yakından ilgiliydi. B aşka alan lard a, D em okrat Parti hükümeti
1 930’larda İtalya’dan alınmış olan Ceza K anunu’na sıkıca sarılarak ve Soğuk
Savaş döneminin buz gibi atmosferine uygun bir şekilde uygulam aları daha
baskıcı yaptı. Ayrıca, H alk Partililer de partinin m alvarlıklarına el konm ası
tehdidiyle baskı altında tutuldular.
M enderes’in konumu 1954 yılındaki seçim zaferinden sonra kötüleşti.
Bu sırada Türkiye bir refah dönemindeydi ve ülkede bir umut havası vardı.
Seçmenler ekon om ik büyüm eden faydalanm ış ve hoşnutluklarını, ülkeyi
açan, onu daha az bürokratik yapan yönetimi destekleyerek göstermişlerdi.
D em okrat Partililer devlet arazilerin i bazı to p rak sız köylülere d ağıtm ış,
A BD’den tarım makineleri ithal ederek çiftliklerde makineleşmeyi başlatm ış,
dolayısıyla da üretimi artırm ışlardı. Osmanlı dönem inde kurulmuş olan Z ira
at Bankası, çiftçilere kredi veriyordu, devlet de aynı zam anda buğday ve p a
muk üretimini sübvanse ederken tarım ürünleri için depolam a im kânlarını da
artırıyordu. H ava, 1 9 5 0 ’lerin ilk yarısında çiftçilerden yanayken aynı zam an
da Kore Savaşı yüzünden oluşan talep sayesinde dünya buğday fiyatları alışıl
madık derecede yükselmişti. Sonuç olarak, kırsal kesim, özellikle de büyük
çiftçiler, kazançlıydı ve DP’ye oy vermekten memnundu.
DP’yi siyasal liberalleşme vaat ettiği için desteklemiş olan kentli aydın
lar, üniversiteler ve m üteşebbisler hayal kırıklığı içindeydi; partinin iktidar
hırsı onları hayallerinden uyandırmıştı. Tek parti döneminden kalm a kurum-
larla dem okrasinin ve çok partili siyasetin yaşayam ayacağını gördüler. 1924
Anayasası ve Ceza Kanunu gibi yasalar çağdışıydı ve 20. yüzyılın ikinci yarı
sındaki Türk yaşam ına uygun hale getirilmeleri gerekiyordu. DP hüküm eti
böyle ayrıntılarla ilgilenmiyordu. M enderes, gücü arttıkça eleştirileri görm ez
den gelmeye başladı ve kendi partisi içindeki dem okrasiyi boğdu. M uhalefet
teyken D em okrat Parti tek parti dönem inde kendilerine tanınm ayan grev
hakkını tanıyacağı vaadiyle sayıca az olan işçi sınıfının desteğini kazanmıştı.
M enderes’e bu söz hatırlatıldığında ‘Türkiye’de grev mi olurm uş? Önce biraz
iktisadi ilerleme sağlayalım da bu konuyu sonra düşünürüz’ şeklinde cevap
verdi. Bu cevap demokrasiye yaklaşım ını özetliyordu; o an için dem okrasinin
ekonomik gelişme sunağında kurban edilmesi gerekiyordu!
Seçimlere dayalı güçlerine rağmen, D em okratlar kendilerini güvensiz
hissetmelerine neden olan bir aşağılık duygusuna sahiptirler. Seçmenlerin
desteğini sağlam a bağlam ışlardı ve artık iktidardaydılar am a devletin aygıtla
rının -bürokrasinin, yargının ve ordunun- arkalarında olduğundan şüpheliy
diler. Bu kurum lar Cumhuriyet H alk Partisi tarafından yaratılm ışlardı ve d o
layısıyla da muhalefete sadık oldukları konusunda kuşku vardı. Bu durum
özellikle hâlâ askerî unvanıyla, İsm et Paşa olarak bilinen, İsmet İnönü’ye bağ
lı olduğu düşünülen ordu için geçerliydi. Dem okrat Parti 1950’de seçimi ka
zandığında -son rasın da generaller harekete geçmeyince yerini büyük bir fe
rahlamaya b ırakan - bir askerî darbe söylentisi vardı. Yine de Menderes ordu
nun üst kademelerinde bir tasfiyeye gitti ve İnönü’ye sadık olduğu düşünülen
leri emekliliğe sevk ettirip yerlerine sadık Dem okrat Partilileri getirdi. Bazı
valiler ve önemli bürokratlar için de aynı uygulamaya gitti. Dem okratlar ‘p a
şa faktörü’ olarak adlandırılan ve İnönü muhalefet lideri olduğu sürece ikti
darda rahat olam ayacakları fikrine dayalı mantıksız bir korkuya kapılm ışlar
dı. ‘Kurnaz tilki’ olarak adlandırılan İnönü’nün tüm sorunlarının kaynağı o l
duğuna ve Cum huriyet H alk Partili m uhalefetin onsuz etkisiz kalacağına
inanmışlardı. H alk Partililer de bu m asala inanıyorlardı; öyle ki 1954 yılında
İnönü yetmiş yaşında olmasına karşın parti içinden onun yerini alacak bir li
der çıkmadı. İnönü 1950’de partisi seçimi kaybettiğinde siyaset yaşam ından
çekilseydi Türkiye’nin tarihi farklı bir yön alabilirdi. M enderes ve Dem okrat
Parti belki kendini daha güvende hissedip muhalefete karşı daha dürüstçe ve
hakça davranabilirdi. CH P içinde de yeni bir liderlik kadrosu oluşur, parti
kendini yenileyerek zamanın gereklerine uyabilirdi. İnönü partiyi yönettiği
müddetçe h erh an gid ir değişiklik düşünm ek imkânsızdı; o, geçmişten kalm a
bir simgeydi ve altında yeni hiçbir şeyin yetişemeyeceği devasa bir gölgesi var
dı. D em okratlar, on yıllık iktidar dönemlerinde ‘paşa faktörü’yle hesaplaş
m akta başarısız olm uşlardı.
Menderes M ayıs 1960’ta yönetime el koyan askeri cunta tarafından
asıldıktan sonra, A n kara’da anlatılan bir fıkra vardı: M enderes cennete gider
ve bir gün A tatürk’le karşılaşır, Atatürk ona Türkiye’deki siyasi hayatı sorar.
M enderes bunun üzerine Atatürk öldükten sonra memleketin başına gelenle
ri bir bir sayıp döker ve son olarak kendi idamını anlatır. Sonra da ‘Kısmet,
p aşam ’ der. A tatürk, ‘Hayır Adnan’ der, ‘kısmet değil, İsm et!’
M enderes’in demokratik olm ayan yönetimi sadece Cumhuriyet H alk
Partisi ve ‘paşa faktörü’yle açıklanam az. Kendini ne kadar güvenlikten uzak
hissetse de muhalefetin zayıf ve düzensiz olduğunu, kendine endişe edecek
hiçbir etkisi olm ayacağını biliyordu. M enderes’in siyasi endişesi kendi parti
sinin yapısı üzerine kuruluydu. D em okratlar asla muhalefetteyken göründük
leri kadar hom ojen değillerdi. Partinin tavanı Cumhuriyet H alk Partisi m uha
liflerinden oluşuyordu am a taşradaki desteğinin çoğu parti O cak 1946’da ku
rulduktan sonra siyasete girenlerden gelmekteydi. Bunlar jandarmanın köy
lerdeki sert davranışını hatırlıyorlardı ve İnönü ile C H P ’ye karşı dolaylı bir
nefretleri vardı. Çoğunun gözünü intikam isteği kör etmişti ve partilerinin, ik
tidarda olsalar bile, C H P’ye karşı sert davranm asını istiyorlardı. Bunlar lider-
DP döneminde Cumhurbaşkanlığı makamı tarafsız olmak bir yana tamamen partizanca bir anlayışla
yürütüldü. Gerçi Bayar göstermelik olarak DP başkanlığından istifa etmişti ama her hrsatta partisinin
“Cumhurbaşkanı” gibi davranmaktan da çekinmiyordu. Menderes ve Bayar bir yurt gezisinde.
lerini İnönü’yle birlik olup dolap çevirmekle itham ediyordu, hatta bunlardan
bir bölümü 1 9 4 8 ’de Dem okrat Parti’den ayrılıp M illet Partisi’ni kurm uşlardı.
İktidardayken, bu kişiler M enderes’i C H P’den farklı olm am ak ve neredeyse
aynı program ı sunm akla suçladılar.
M enderes partisinin taşra kongrelerinde defalarca bu tür eleştirilerle
karşılaştı. K ısa sürede parti içi muhalefetin meclisteki muhalefetten çok daha
zorlu olduğunu kavradı. D em okrat Parti muhaliflerini C H P’ye karşı sert ön
lemler alarak yatıştırabileceğini biliyordu. Bu politika, hükümetin C H P’ye ve
üniversiteler ile basın gibi kurum lara karşı çıkardığı antidem okratik yasaları
kısmen açıklar. M enderes böylelikle muhaliflerinin gönlünü almış olabildi
am a aynı şekilde en başından beri D P’yi siyasal serbestleşme sözüne güvene
rek destekleyen liberal aydınların desteğini de kaybetti. Aydınlar, sayıları az
olsa da düşüncelerini rahatça açıklayabiliyor, üniversitelerde, basın da ve
meslekî kuruluşlarda seslerini duyurabiliyordu. D em okrat Parti hükümetinin
sivil toplum u dem okratik özgürlükleri artırarak güçlendirmesi gerekiyordu,
bunları kısıtlayarak baltalam ası değil. Ancak, M enderes’in basına, muhalefe-
te ve üniversite özerkliğine karşı aldığı tedbirler, onun daha hür ve dem okra
tik bir Türkiye fikrini benimsemediğini gösteriyordu. İktidarın O cak 1954’te
m uhalif Millet Partisi’ni kapatabilm esi parti siyasetinin ne k adar kırılgan ola
bileceğini gösteriyordu.
Menderes 1954 seçim başarısıyla değişti. Hem halktan aldığı oy hem
meclisteki temsilci sayısı arttı. H alk öyle inandığı için doğru politikaları seç
tiğine kanaat getirdi; artık 1946’dan beri Dem okrat Parti’yi desteklemiş olan
ve partiye sempati duyan gazetecilere bile danışm aya gerek duymuyordu. H ü
kümet üzerindeki tek etkin denetim meclisteki güçlü muhalefetti. Cumhuriyet
kurulduğundan beri Türkiye Büyük M illet M eclisi devletin en güçlü kuru-
muydu. Milli egemenlik M eclis’e devredilmişti ve M eclis üyeleri arasından
cumhurbaşkanını seçiyordu. Cum hurbaşkanı başbakanı atıyor, başbakan k a
binesini milletvekilleri arasından kuruyordu. Milletvekillerinin, seçildikleri
bölgeyi değil milleti temsil etmeleri bekleniyordu.
1924 A n ay asası’na göre, meclis yasaları çıkarıyordu ve bu yasaları
gözden geçirecek bir üst meclis veya anayasaya uygunluklarını denetleyecek
bir anayasa mahkemesi yoktu. Sadece cumhurbaşkanının yasaların yürürlüğe
girmesini veto etme Tıakkı vardı am a o da iktidar partisiyle tarafsız davrana-
m ayacak kadar yakın ilişkiler içindeydi. Güçlü bir muhalefet partisinin yok
luğunda hükümet, kendi partisini hizada tutabilirse, her istediğini yapabilir
di. 1954 sonrasında M enderes’in başlıca tasası bu oldu, çünkü siyasi sorunla
rının çoğunluğu partisi içinden çıkıyordu.
Serbest girişimcilik ile siyasal liberalizmi savunan D em okrat Parti libe
ralleri hükümetin ekonomi üzerinde devlet kontrolü ve siyasal etkinlikleri en
gelleme siyasetine şiddetle karşı çıktılar. Böyle davranan liberal Dem okrat
Partililer ya istifa ettiler veya partiden ihraç edildiler. Bunlar arasında Aralık
19 5 5 ’te Hürriyet Partisi’ni kuran Fevzi Lütfü K araosm anoğlu gibi önde gelen
Dem okratlar da vardı. M enderes tam am en partisinin meclis grubuna bağlı
hale geldi ve kendi dışında tüm kabinenin yeni bir kabine kurulması am acıy
la istifasını kabul etti. Bu siyasi m anevrayla meclis, hükümeti yönetecek veya
partiyi bir arada tutacak bir başkasının olmadığını itiraf etmiş oldu. Sonra
sında Menderes meclis grubuna büyük alçakgönüllülük ve saygıyla davrandı.
E K O N O M İK E N D İŞE L E R
1955’ten sonra ekonom ide başlayan gerileme Türk siyasal yaşam ında da etki
li olm aya başladı. M aalesef 1950’lerin başındaki ekonomik mucize zayıf te
meller üzerine dayanıyordu ve yıkılmaya mahkûmdu. Besin maddeleri ve pa
m uk üretim indeki artış, yeni tarım
tekniklerine değil, ekili alanın büyü
mesine bağlıydı. 19 5 4 ’e gelindiğinde,
ekonomi durgunluk belirtileri g ö s
term eye ve büyüm e hızı düşm eye
başladı. K atlan an enflasyon 1956-
1959 yılları arasını kapsayan dönemi
belirledi; fiyatlar her yıl yüzde 18 art
tı. Bu arada ekonominin büyüme hı
zı sıradan bir oranda, yüzde 4 ’te kal
dı ki, bu yüksek nüfus artışıyla ancak
başa baş gidebiliyordu. Ekonom i ya
pay bir artış yaşam ıştı ve kendine ye
terli bir gelişmenin izleri görünm ü
yordu. Sürekli artan enflasyon, m e
mur ve işçilerin yaşam standartlarına
zarar veriyordu. Subaylar bu durum
dan bire bir etkileniyor ve düşen ya
şam standartları yüzünden m eslekle
rinin prestij kaybetmesine içerliyor
lardı. Artık orta sınıf ailelerin kızla-
, , . ...... . DP’nln uyguladığı ekonomik politika 1950’lerin
rıyla
1 evlenemedıklerı içinY
ve bu aile- . . . ... , _ . ., . .
sonuna doğru artan döviz fiyatı ve faiz hadlerine
lerin kızlarını yükselen işveren sınıfı- bağlı olarak daralmayı da beraberinde getirdi.
na vermeyi tercih etmelerinden yakı- Bu ise bankaları tasfiyeye, şirketleri de iflasa
zorluyordu. Ancak durgunluk esas olarak halka
nıyorlardı. Bu önemli siyasal sonuç- yansıdl Yok|uk|ar beraberinde kuyruktan da
lan doğurdu ve 1960 darbesine yol getirmişti. 50'li yıllarda bir gaz kuyruğu.
açan faktörlerden biri oldu.
Hüküm etin Türk lirasını aşırı değerli tutm a politikası yüzünden y a
bancı para sıkıntısı da vardı. 1958 devalüasyonuna kadar, 1 doların gerçek
değeri 10 lira civarındayken, 1 dolara 2,80 lira paritesi korunmuştu. Bunun
sonucunda, ithalat hükümet tarafından desteklendiği için çok ucuzken; öte
yandan ihraç m alları yanına yaklaşılm ayacak k ad ar pahalıydı. Bu politika
büyük ölçekte yozlaşm ayı cesaretlendirdi; eğer bir işadam ının siyasi bağlantı
ları varsa çok ucuza döviz alabilir ve ithalattan büyük kâr elde edebilirdi. Bu
dönemde servetler oluşurken hazine parasız kaldı.
Seçimler yapılması gerektiği tarihte, 195 8 ’de yapılsaydı D em okratla
rın nasıl bir sonuç elde edeceklerini bilem iyoruz. M enderes ekonom inin
1 9 5 8 ’de daha da kötü durumda olacağını düşünerek seçimleri Ekim 1957’ye
aldı. Böyle de olsa 1 9 5 7 seçimleri DP’nin gerilemesine işaret etti; Cumhuriyet
H alk Partisi’nin sandalye sayısı 3 1 ’den 1 7 8 ’e çıktı. D em okratlar hâlâ olayla
ra hâkimdi am a daha popülist bir yöntemle, dinin siyasete alet edildiği bir p o
litika güdüyorlardı. Bu, özellikle M enderes 17 Şubat 1 9 5 9 ’da L on dra’da
G atw ick H avaalanı yakınlarında bir uçak kazasından kıl payı kurtulduktan
sonra böyle oldu. M enderes’in on dört kişinin öldüğü kazadan kurtulmasını,
yandaşları bir mucize olarak niteleyerek söm ürdüler ve M enderes’i Tanrı ta
rafından daha yüce bir emele hizmet etmek için seçilmiş bir kader adam ı ola
rak gösterdiler.
1957 seçimleri döneminde D em okrat Parti artık ekonom iyi kontrol
edemiyordu. M enderes, kısa vadeli bir sorunla karşılaştığını, politikalarının
sonuçlarını alm ak için sadece zam ana ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Y ar
dım için Batı’ya döndü ve Temmuz 1 9 5 8 ’de W ashington, Türkiye’nin 400
milyon dolarlık borcunu konsolide etme amaçlı 359 milyon dolarlık bir kre
diyi onayladı. M enderes buna karşılık ekonomiyi ‘dengelemek’ üzere, 1 dola
rı 2,8 T L ’den 9,02 T L ’ye yükseltmeyi kabul etti. Stabilizasyon program ı bek
lenen etkiyi yapm adı, dolayısıyla da 1959 Ekim i’nde M enderes yeni malî kre
diler arayışında A m erika’ya gitti. Ancak, Eisenhower yönetimi para desteği
vermeyi reddetti ve M enderes Türkiye’ye eli boş döndü. Bunun ardından, So
ğuk Savaş düşmanının kredi vermeye daha yatkın olup olm adığım denemek
am acıyla Tem m uz 1 9 6 0 ’ta Sovyetler Birliği’ni ziyaret etm eye karar verdi.
Am a, Menderes M o sk o v a’yla aradaki çitleri tamir etmeye çok geç karar ver
mişti ve bu ziyaret gerçekleşemeden ordu M enderes’i devirdi.
O R D U M Ü C A D E L E Y E KARIŞIYO R
1957 seçimleri sonrasında siyasi gerilim artmıştı. M uhalefet çok daha güçlüy-
dü ve elinde kullanabileceği kozlar vardı, am a M enderes’i genel seçimde yen
mek dışında hükümeti düşürebilme olanağına sahip değildi. M enderes, otori
tesini ‘Vatan Cephesi’ adı verilen ve kendini eleştirenleri tecrit edip muhalefe
ti silahsız bırakmayı am açlayan bir ulusal cephe kurarak iyice güçlendirmek
istedi. Cepheye katılm ak istemeyenler ‘yıkıcı’ olarak tanım lanarak, katılanla-
rın adları devlet radyosundan duyuruldu. ‘Vatan Cephesi’, birlik getirmek ye
rine siyasal yaşam ı kutuplara böldü. Bu siyasal manevra işe yaram ayınca, De
m okratlar bu kez de N isan 1960’ta bir askerî darbe planlam akta olduğunu
iddia ettikleri, muhalefetin ‘yıkıcı faaliyetler’ini soruşturm ak am acıyla bir ko
misyon kurdular. A n kara’da ülkenin başka kentlere de yayılan öğrenci göste
rileri başladı. Sıkıyönetim ilan edildi am a bir işe yaram adı. Sonunda, 24 M a
yıs 1960’ta, M enderes komitenin çalışm alarını tam am ladığını ve 1960 Eylü
lü’nde erken seçimlere gidileceğini açıkladı. Ancak bu açıklam alar çok geç
kalmıştı. D em okrat Parti yönetiminden soyutlanmış subay grupları 1957’den
beri D em okrat Parti yönetimini sonlandırm a planları yapm aktaydılar. 2 7
M ayıs’ta m üdahale ettiler ve D em okrat Parti hükümetini devirdiler.
Silahlı Kuvvetler’de reform , Dem okrat Parti program ının önemli te
mellerinden biriydi. 1 9 4 7 ’de T rum an D oktrini’nin açıklanm asıyla birlikte
Pentagon hâlâ Birinci Dünya S av aşı’ndan kalma antika silahlarla mücehhez
bu orduya m odern silahlar vermeye başlam ıştı. Türkiye 1952’de N A T O ’ya
üye olunca modernizasyon daha da hızlandı. M enderes, gerekli yeniden yapı
lanmayı sağlam ak amacıyla emekli albay Seyfi K urtbek’i milli savunma b ak a
nı olarak atayınca askerî reformu destekliyor görünm üştü. Kurtbek’in yeni
den yapılanm a planı genç subaylar arasında popülerdi am a yaşlı subaylar,
özellikle modern savaş tekniklerini uygulayam ayacakları gerekçesiyle erken
emekli edileceklerinden endişe eden generaller durum dan rahatsızdı. H âlâ
davranışlarında Prusya hiyerarşisini barındıran ordunun yaşlı kuşağı daha
genç subaylarla yetkiyi paylaşm a fikrine içerliyordu. Generaller reform lara
karşı çıkarak K urtbek’in bir darbe hazırladığı dedikoduları yaydılar. M ende
res buna reform ları erteleyerek karşılık verdi ve Kurtbek de reformlarının ra
fa kaldırıldığını hissederek Tem m uz 1953’te istifa etti.
M enderes için, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden düzenlenmesi bir
öncelik değildi. M evcut durumu korum aktan ve yüksek rütbeli subaylarıyla
ters düşmemekten memnundu. İçlerinden en önde geleni Pentagon’da iyi ta
nınan Orgeneral Nuri Yam ut olm ak üzere bazı önemli generalleri partisine
kazandırm aya çalıştı. M enderes böyle yüksek rütbeli subaylar Dem okrat Par
ti yandaşı olunca, İnönü taraftarı generallerden gelecek bir tehditten m uaf
olacağını düşünüyordu.
Ordu için harcam a yapm ak D P’nin öncelikler listesinde yoktu, çünkü
Menderes Türkiye’nin kısıtlı kaynaklarını ekonomik gelişmeyi hızlandırmak
için altyapıya, yol ve fabrika yapım ına aktarmayı tercih ediyordu. Ülke zaten
milli gelirine oranla pek çok N A T O ülkesinden fazla askerî harcam a yapıyor
du. Bu harcam alar 1950’deki 248 milyon dolardan 1 9 5 3 ’te 381 milyon d ola
ra yükselerek önemli bir oranda artm ıştı. Türkler, N A T O ’ya girdiklerinde ül
kenin askerî harcam asının azalacağını, çünkü N A T O ’nun bunu destekleyece
ğini düşünm üşlerdi. Durum böyle değilken, M enderes’in, katlanan enflasyon
oranlarıyla başa baş gidebilmesi için asker m aaşlarını artırarak bütçeden d a
ha fazla para harcam aya hiç niyeti yoktu. Askerî reform harcam aları, bütçe
daha büyük bir artı verene kadar beklemek durumundaydı.
Türkiye N A T O ’ya katıldığında, ordu için daha fazla kaynak harca
m akla kalmadı, aynı zam anda ordunun karakteri de önemli ölçüde değişti.
Subaylar yeni teknoloji ve savaş yöntemleriyle karşılaşırlarken, aynı zam an
da ideolojik olarak da bölgesel sınırlı vatanseverliğin yerine Soğuk Savaş’ın
komünizm karşıtlığını koyarak daha kozm opolit oldular. H ayat tarzı kendi
ülkelerindekinden çok farklı olan diğer N A T O ülkelerine eğitim için gönde
rildiler. Yeni bir dünya görüşü ve Türkiye’de reform yapm a isteği edindiler.
Politize olarak çevrelerindeki siyasal çekişmeden rahatsızlık duymaya başla
dılar. N A T O üyeliği, subaylar arasındaki ayrımı hem siyasal hem teknolojik
açılardan derinleştirdi. Dem okratlar generalleri öyle başarıyla yanlarına çek
mişlerdi ki, alt rütbeli subaylar gizli planlarına katılacak tek bir general bul
m akta bile zorlandılar. 1950’lerde Türkiye’de Silahlı Kuvvetler rütbe ve eko
nomik durum açısından bölünmüştü.
Subaylar arasındaki rahatsızlık 1 9 5 0 ’lerin ortasından başlayarak ar
tan enflasyon, siyasi istikrarsızlık, kentlerdeki genel memnuniyetsizlik havası
üzerine kurulmuştu. Genelde alt-orta sınıftan olduklarından, iktidar partisi
nin serbest piyasa felsefesinin tehdidi altındaki sınıflarının şikâyetlerini pay
laşıyorlardı. Bu tür insanlar, Türk toplum una kimliğini kazandıran ahlâkî ve
geleneksel değerlerin eriyişine üzülüyordu. DP bu değerleri zenginlik ve gös
terişi yücelten kaba maddecilik uğruna zayıflatıyordu. 1960 cuntasının radi
kal üyelerinden O rhan Erkanlı darbeden bir süre sonra kendini şöyle ifade
ediyordu:
O k u m a Ö n e r İl e r İ
K em al K a r p a t, T u r k e y ’s P olitics: the T ra n sitio n to a M u lti-p arty Sy ste m , P rinceton , 1 9 5 9 .
B ern ard L e w is, M o d e rn T ü rk iy e ’nin D o ğ u şu , A n k ara: T ü rk T a r ih i K u ru m u , 1 9 7 0 .
C em E ro ğ u l, “ Ç o k partili sistem in k u r u lu şu ” , Irvin C em il Sch ick ve E rtuğrul A h m et T o -
n ak , G e ç iş D ö n e m in d e T ü rk iye, İsta n b u l: Belge, 1 9 9 0 .
ALTINCI BÖLÜM
Askerî Vasiler
(1960-1980)
C U N T A Y Ö N E T İM İ
950 M ayısı’ndaki seçim zaferi sonrasından çok, 2 7 M ayıs 1960 askerî
1 darbesini takip eden süreç, Türk siyasal, toplumsal ve ekonomik hayatın
da yeni bir dönem başlatmıştır. A skerî cunta yönetimini oluşturan 38 subay
dan çok azı Türkiye’nin siyasi geleceğine dair bir öngörü sahibi olarak göre
ve gelmişti. D aha sonraları bir neo-faşist partinin liderliğini yapacak olan A l
bay Alparslan T ürkeş (1917-1997) gibi kimileri kendilerine ait radikal gün
demlere sahiptiler. Ç oğu, ülkenin siyasetini günün şartlarına göre düzenleme
gayretlerinde entelektüel sınıfı takip etti.
Cuntanın am açları, 27 M ayıs 1960 sabahı radyodan darbeyi bildiren
konuşm ada açıklandı:
A z iz V a ta n d a şla r ;
B u g ü n d em o k rasim iz in içine d ü ştü ğ ü bu h ran ve so n m ü e ssif h ad isele r d o
la y ısıy la ve k ard eş k a v g a sın a m ey dan v erm em ek m a k sa d ıy la T ü rk Silah lı
K u v v e tleri m em leketin id are sin i ele alm ıştır. Bu h a r e k â ta , Silahlı K u v v e tle
rim iz , partileri içine d ü ştü k le ri u z laşm az d u ru m d a n k u rtarm ak ve p artile r
ü stü ta r a fsız bir idarenin n ez aret ve hakem liği a ltın d a , en k ısa z a m a n d a ad il
ve se rb e st seçim ler y a p tır a ra k , idareyi hangi ta r a fa m e n su p o lu rsa o lsu n se
çim i k a z a n a n la ra devir ve teslim etm ek üzere g irişm iş b u lu n m ak tad ır. G ir i
şilm iş o la n bu teşeb b ü s h içb ir şa h sa veya zü m rey e k arşı değild ir. İd arem iz
h iç k im se h a k k ın d a şa h siy a ta m ü teallik te c a v ü z k â r b ir fiile teşeb b ü s etm e
y eceği gib i ed ilm esin e de a s la m ü sa m a h a etm eyecek tir. K im o lu rsa o lsu n ve
h an g i p artiy e m en su p b u lu n u rsa b u lu n su n , her v a ta n d a ş k an u n lar ve h u
k u k p ren sip leri esasın a g ö re m u am ele g ö re cek tir.
B ü tü n v a ta n d a şla rın p artilerin ü stü n d e aynı m illetten , ay n ı so y d an g e l
m iş e v la tla rı o ld u k ların ı h a tır la y a r a k ve kin g ü tm e d e n birb irlerin e k arşı
h ü rm etle ve a n la y ışla m u am ele etm eleri ıstırap larım ızın d in m esi ve m illi
v arlığ ım ızın selam eti için z a ru rî g ö rü lm ek ted ir. K ab in ey e m en su p şah siy et
lerin T ü r k Silah lı K u vvetleri’ne sığın m aların ı rica ed iy o ru z . Şah sî em n iy et
leri k a n u n tem in atı altın d ad ır. M ü ttefik lerim ize, k o m şu la rım ız a ve bütün
d ü n y ay a h ita p ed iy oru z. G ay e m iz B irleşm iş M illetler A n a y a sa s ı’ na ve İn san
H a k la rı P ren sip leri’ne tam am ıy la riayettir. A ta tü rk ’ün ‘Y u rtta su lh , cih an
d a su lh ’ p ren sib i b ay rağ ım ız d ır. B ü tü n ittifak larım ız a ve taah h ü tlerim ize
sa d ığ ız . N A T O ’ya in an ıyoru z ve b ağ lıy ız, C K N T O ’ya in an ıy o ru z ve b a ğ lı
yız. T e k ra r ed iy o ru z d ü şü n ce m iz ‘ Y u rtta su lh , c ih an d a su lh ’tur.
‘İK İN C İ C U M H U R İY E T ’
O rdu içinde etkili olan bir grup subay, aşağıdan , ‘emir-komuta zinciri’nin dı
şından gelen bir darbe olasılığı tehlikesini görerek buna karşı tedbirler aldı.
Bunlar 1961’de Silahlı Kuvvetler Birliği adı altında birleştiler. Silahlı Kuvvet
ler Birliği, ordudaki tüm rütbeleri kapsadığı gibi tüm hareketleri gözlem ek
teydi. Kısa süre içinde, Silahlı Kuvvetler Birliği, siyasi iktidar içindeki söz sa
hibine ve yeni anayasanın güvencesine dönüştü. Bu arada, yeni bir anayasa
hazırlandı ve 9 Tem m uz 1 9 6 1 ’de oya sunuldu. Yeni an ayasa kayıtsızlıkla
karşılandı ve yüzde 4 0 civarında bir kesim anayasaya karşı oy verdi. İnsanlar,
yeni seçim kanununun getirdiği nisbî temsil sistemini ve dolayısıyla çok par
tili bir parlamentoyu desteklese de, C H P ’nin ve tek parti yönetiminin dönü
şünden korkm aktaydılar.
1961 A nayasası, 1924 A nayasası’ndan farklı özellikler taşıyordu. Ar
tık iki meclisli bir parlam ento vardı; M illet M eclisi dört yılda bir nispî temsil
esasına göre seçilen 4 50 milletvekilinden oluşuyordu. Üst meclis Senato ise
üçte biri iki yılda bir yenilenen ve altı yıllık dönemler için salt çoğunluk esa
sına göre seçilen 150 senatörden oluşuyordu. Milli Birlik Kom itesi’nin tüm
üyeleri yaşam boyu senatör olarak atan dılar ve cum hurbaşkanı da onbeş
kontenjan senatörü atadı. İki meclis bir arada toplandığında Türkiye Büyük
Millet Meclisi (TB M M ) ortaya çıkıyordu. T B M M , cum hurbaşkanını yedi yıl
lık bir dönem için ve üçte ikilik bir çoğunlukla, üyeleri arasından seçiyordu.
Cemal Gürsel, İkinci Cumhuriyet’in ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi. B aşba
kanı atadı, o da kabinenin geri kalanını belirledi. Kabine, M eclis’e karşı so
rumluydu.
Anayasa M ahkem esi, İkinci Cumhuriyet’in en tartışmalı kurumlarından
biri olarak ortaya çıktı. Yasaların anayasaya uygunluğunu değerlendirerek, bir
çok yaptırımı, m uhafazakâr hükümetlerin tepkisini çekerek, geri gönderiyordu.
Yeni anayasada belirtilen düşünce, ifade, üye olma, basın özgürlükleri de en az
yeni kurumlar kadar önemliydi. Devlet; ekonomik gelişmeyi sosyal adalet ya
ratacak, bireylerin mal sahibi olup m iras bırakabilmesini sağlayacak, çalışma
ve yatırım özgürlüklerini mümkün kılacak yaptırımlar aracılığıyla ‘sosyal ve
ekonomik haklar’ sözü veren bir ‘sosyal devlet’e dönüşmüştü.
Yüksek rütbeli kom utanlara da hükümette bir rol verilmişti. 3. m adde,
‘kanunla belirlenm iş bakan lar, G enelkurm ay başkan ı ve ordu temsilcile-
ri’nden oluşan M illi Güvenlik K uru lu’nu (M GK) ortaya çıkardı. Kendi de
emekli bir general olan cum hurbaşkanı veya yokluğunda başbakan Milli G ü
venlik Kurulu’na başkanlık edecekti. Kurulun görevi, ‘milli güvenlik ve k oor
dinasyon konularında’ kabineye yardım etmekti. ‘Milli güvenlik’ kavram ı o
kadar geniş ve o kadar çok şeyi kapsayabiliyordu ki, generaller hükümete her
konuda m üdahale edebilirdi. M art 1 9 6 2 ’de M G K ’nın yetkileri daha da artı
rıldı ve Genelkurmay başkanı, 110. m adde kendini başbakan a sorumlu kıldı
ğı için milli savunm a bakanından fiilen bağımsızlaştı.
Silahlı Kuvvetler özerkliğe kavuşm uş ve siviller tarafından yeni kur
dukları düzenin ortakları, koruyucuları olarak görülüyordu. Generaller kısa
sürede Türkiye’nin siyasi ve sosyo-ekonom ik hayatının hayati bir parçası ol
dular. Subayların m aaşları ve yaşam standartları enflasyondan etkilenmeye
cekleri bir biçim de önemli oranda artırıldı. Emekli generaller ya büyükelçi
olarak yurtdışına yollandı veya kurum ve bankalara yönetici olarak atandı.
Böylelikle sisteme katılmış oluyorlardı!
Ordu 1 9 6 1 ’de iş ve sanayi dünyasına da girdi, O rdu Yardım laşm a K u
rumu (OYAK) kuruldu. Bunun serm ayesi, subay ve astsubayların m aaşların
dan yapılan yüzde 1 0 ’luk bir kesintiden sağlandı ve ekonomideki en kârlı gi
rişimlere yatırıldı. O Y A K , sivil yöneticiler ve teknokratlarca yönetilen ayrı
bir şirket oldu am a Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı. M ensuplarına kre
di ve kâr payı emekli ikramiyesi verdiği gibi asker ailelerine ‘O rdu Pazarı’ ola
rak adlandırılan süpermarketlerde (O R-K O ) ucuz fiyata satış yaptı. Bu hiz
met, enflasyona karşı bir diğer önlemdi. O Y A K zaman içerisinde o kadar ge
nişleyerek dallanıp budaklandı ki, günümüzde otomotiv sanayiinden sigorta
cılık ve bankacılığa kadar neredeyse tüm sektörlerde faaliyette bulunmakta,
zam an zaman da devlet ve özel sektörle birlikte ‘ekonominin üçüncü gücü’
olarak adlandırılm aktadır.
Her ne kadar geçmişe ait gelenek korunsa da ordu, ‘m illet’ veya ‘Ke
m alizm ’ gibi soyut kavram lar yerine filizlenen kapitalizmin koruyucusu oldu.
En önemli görev istikrarı korum ak ve istikrar tehditle karşılaştığı zam an, teh
dit nereden gelirse gelsin, müdahale etmekti. Bununla beraber, generaller sis
temi tehdit ettikleri için sol hareketlerden hoşlanmıyorlardı am a eğer sisteme
tehdit sağ gruplardan gelirse onlara da eşit derecede tepkiyle yaklaşıyorlardı.
Serbest piyasa ekonom isi ilkesini paylaştıkları partilere hoşgörülü olsalar da
kendilerini hiçbir-p^ttiye veya lidere sürekli biçimde bağlam adılar; artık par
tiler ve liderler generallerin gönlünü alm aya çalışıyordu.
E K O N O M İK R E FO R M L A R
Milli Birlik Komitesi Dem okrat Parti iktidarının on yılından kalm a siyasal so
runları çözerken, ekonom i için de yeni temeller ortaya koym aya mecbur ol
du. Dem okratlar, gelişm e yerine büyüme getirm iş, gelişigüzel bir ekonomi
politikası uygulamışlardı. Milli Birlik Kom itesi ise hem gelişme hem büyüme
getirecek bir program benimsedi. Bu önemli görevi başarm ak için, temel öde
vi ekonomiyi beş yıllık planlar dahilinde denetlemek olan Devlet Planlama
Teşkilâtı’nı (DPT) kurdular. Devlet Planlam a Teşkilâtı, Eylül 1 9 6 0 ’ta kurul
du ve yeni anayasada da yer aldı. Bu, başbakanın başkanlık ettiği, dolayısıy
la da iktidardaki partiden etkilenen bir danışm a kuruluydu. Ayrıca, beş yıllık
planın yürürlüğe girmeden önce hükümet ve Meclis tarafından onaylanması
gerekiyordu; dolayısıyla da tüm planlam a süreci tamamen siyasi ve ideolojik
hale geldi. Çok partili sistem yerine konduktan sonra ortaya çıkan koalisyon
lar ve Dem okrat Parti görüşündeki hükümetlerin iktidarında 41. maddenin
hükmü kalmadı. Bu m adde, ‘İktisadi ve sosyal hayat, adalete, tam çalışma
esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlan
m ası amacına göre düzenlenir’ sözü veriyordu. Bu tür sözler siyasi açıdan et
kili olm aya başlam ış Türkiye’nin yeni doğm akta olan iş / sanayi çevrelerine
uymuyordu. 1961 A nayasası’nda söz verilen ‘sosyal devlet’ yerine, işçileri
kontrol edip disiplin altına alacak bir devlet istiyorlardı. Türkiye’nin geliş
mişlik seviyesinde bir ülke için grev hakkının ya da toplu sözleşmenin bir lüks
olduğunu düşünmekteydiler. O an için, sermaye ve işçi sınıfı bir arada y aşa
m aya zorlanm ışlardı am a bu bir arad a yaşam M art 1 9 7 1 ’de, ordu sorunu ser
mayenin lehine çözm ek üzere m üdahale ettiğinde sona erecekti.
Bu arad a, beş yıllık plan 1 9 6 3 ’te uygulamaya kondu ve Türkiye daha
önceden ithal etmekte olduğu m alların üretimine dayalı hızlı bir endüstrileş
me yoluna girdi. O tom obil, buzdolabı, radyo vb. m allar genelde Ford veya
Philips gibi yabancı firm alarla işbirliği içinde üretiliyordu; Türk serm ayedar
ları, dünya pazarlarında rekabet edebilecek yeni, orijinal m allar yaratm a ris
kini alabilecek girişimciler değillerdi. Onların derdi çabuk yoldan kâr elde et
mekti. Bu nedenle Kam u İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) yeniden yapılanarak
yetkin rakipler olm asına izin vermediler. Devletin, karm a ekonomilerde oldu
ğu gibi, özel sektörü sübvanse etmesini istiyorlardı. T oprak reformu yapılm a
mıştı, çiftlik gelirlerinin vergilendirilmesi yoktu, verimliliği artıracak önlemler
de söz konusu değildi. Ancak, her iki sektörde de yapısal reformların yapıl
masına karşın, K IT ’lerin yüzde 7 ’lik büyüme hedefiyle örtüşm esi, ekonomiyi
büyüttü. Dünya ekonom isi, tıpkı 1 9 5 0 ’lerde olduğu gibi buna elverişliydi.
‘Ekonomik m ucize’sini yaşayan A lm anya’dan Türk işçilerinin emek gücüne
talep vardı. İşçi ihracı Türkiye’ye iki yönden yarar sağlam aktaydı; hem köy
lüler topraklarından ayrıldığından, hem de göçmen işçiler ailelerine havale et
tikleri parayı A lm an m arkı olarak yolladıklarından döviz açısından. T ürk
ekonomisi kısa süre içinde bu işçi dövizlerine bağımlı hale geldi.
Ancak planlam aya rağmen, ekonom ik genişleme dengesiz kaldı. T a
rım sektörü plancıların umdukları hızda büyümeyi başaram adı; kentsel sek
tör ise hızlıca, am a endüstri üretiminden ziyade inşaat ve hizmet sektörlerin
de büyüdü. Kısıtlı ihracat gelirleri karşısında ekonomi A vrupa’daki Türk iş
çilerinin tasarruflarına bağımlı hale geldi. Nitekim 1 9 7 0 ’lerin başında A vru
pa ekonomisi bir düşüş eğilimine girince, bunun Türkiye üzerindeki etkisi
ciddi olacaktı.
Planlam acılar Türkiye’nin ekonom isini ve toplum sal yapısını birkaç
yıl içinde dönüştürm eyi başarm ışlardı. Türkiye artık 1 9 5 0 ’lerde olduğu gibi
devletin işlettiği küçük bir endüstri sektörü dışında ağırlıklı olarak tarım a d a
yalı değildi. 1 9 6 0 ’ların sonuna gelindiğinde, artık ortada gayri safi milli hâsı
laya (GSM H ) tarım kadar katkıda bulunan dinamik bir özel endüstri sektörü
vardı. H atta 1 9 7 3 ’te endüstri tarımı geçecekti.
D EĞ İŞEN T O P L U M SA L YAPILAR
A nadolu’dan gelen köylüler büyük şehirlerin içinde ve çevresinde kurulan ge
cekondu mahallelerinde yaşam aya başlayınca, gelişen endüstrileşme kentleş
meye yol açtı. 1 9 6 0 ’lara gelindiğinde, yeni anayasanın tanıdığı haklar saye
sinde sınıf bilincine sahip bir lider kadro önderliğinde rahat hareket edebilen,
siyaseten aktif, küçük bir işçi sınıfı vardı. İşçiler toplu sözleşme ve grev hakkı
elde etmişlerdi, am a onları sendikal düzeyde tutucu bir kuruluş olan Türkiye
İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) temsil ediyordu. Türk-İş 31 Tem
muz 1952’de bir federasyon ve birkaç işçi sendikasının biraraya gelmesi ve
A B D ’nin tanınmış işçi kuruluşu A FL-C IO ’nun yönlendirmesiyle kurulmuştu.
N e var ki, bu kuruluş ‘siyaset dışı’ kalarak ‘partilerüstü bir çizgi’ izledi. So
nunda 13 Şubat 1 9 6 7 ’de Türk-İş’ten ayrılan birkaç sendika biraraya gelerek
Türkiye Devrimci İşçi Konfederasyonu’nu (DİSK) kurdu. D İSK , Türk-İş gibi
sadece ekonomik haklar peşinde koşm uyor, siyasi talepler de öne sürüyordu.
Kurucuları arasında D İSK ’li sendikacıların da bulunduğu Türkiye İşçi Partisi
(TİP) de DİSK’i destekliyordu.
1960’lar boyunca burjuva sınıfı da hem sayıca hem de kendine güven
açısından gelişmişti. Geçm işte, am açlarına erişmek için tam amen iktidardaki
partiye güvenen burjuvazi 1 9 7 1 ’de, o günden bu döneme önemli bir siyasi rol
oynam ış olan kendi baskı grubunu, Türk Sanayicileri ve İşadam ları Derne-
ği’ni (TÜSİAD) kurdu. Pazara daha fazla mal çıkınca satın alm a kalıpları da
değişti; 1950 ’lerde radyonun, 1970’lerde televizyonun piyasaya girmesi de
toplum sal ve siyasal hayatları dönüştürdü. Hem radyo hem televizyon -y a
yınlarıyla seçmenlere doğrudan ulaşabildikleri için- kısıtlı olanaklara sahip
küçük boyutlu partilerin başarıları açısından çok önemliydi.
Yabancı sermayeyle ortaklıklar kuran büyük şirketlerin tekelleşme sü
reci, rekabet edemediklerinden yerel ve çok daha küçük ölçekli işletmelere za
rar vermeye başladı. Bu da iflaslara ve milyonların geçimini tehdit edecek şe
kilde binlerce atölyenin kapanm asına sebep oldu. Bu arada, yeni tüketim ka
lıpları da enflasyona yol açtı; daha yüksek m aaş ve ücret isteği yarattı. Türki
ye’nin ekonomisinde ve siyasetinde yaşanan tüm bu değişiklikler Milli Birlik
K om itesi’nin çok partili politikayı yeniden başlattığı 1961’den beri istikrarsız
giden siyasi durumu daha da kötüleştirdi.
1961 A nayasası, Türk halkına Cum huriyet’in kuruluşundan beri yaşa
dıkları en büyük siyasi özgürlüğü sunm uştu. Yeni devlet bir ‘sosyal devlet’
olarak tanımlanıyor; hiçbir zaman düşünülmemiş toplum sal haklar veriyor,
üniversitelere özerklik ve öğrencilere dernek kurm a hakkı, işçilere grev hakkı
tanıyordu. Bu siyasal özgürlük ortam ında, işçiler ve solcu aydınlar bir sosya
list partiyi, Türkiye İşçi Partisi’ni kurm ak üzere biraraya geldiler ve geçmişte
Kemalizm çerçevesinde dönen siyaset hayatı tartışm alarına bir ideolojik alter
natif sundular.
Y EN İ SİYASAL PA R T İLE R İN K U R U LM A SI
1961 Anayasası ile yeni yasalar siyasal, yapıyı değiştirdiyse de temeldeki yapı
lanma aynen kaldı. Dem okrat Parti kapatılm ış, anayasayı ihlâl gerekçesiyle
yargılanan liderleri hapse atılmış ve üç bakan -B aşbakan Menderes, M aliye
Bakanı Polatkan, Dışişleri Bakanı Z o rlu - idam edilmişti. Dem okrat Partililer
ise halk arasında sevilmeye devam ediyordu. 1961’de kurulan Adalet Partisi
(AP) de bu oy bankasına güveniyordu. 1961 seçimlerinde Adalet Partisi (AP)
ve Yeni Türkiye Partisi (YTP) birlikte oyların yüzde 4 8 ,5 ’ini kazandı (sırasıyla
yüzde 34,8 ve yüzde 13,7). İnönü’nün C H P ’si oyların yalnızca yüzde 3 6 ,7 ’sini
aldı ki bu sonuç, gerek oy gerekse M eclis’teki sandalye sayısı olarak hükümeti
kurmak için yetersizdi. Generaller, bir ‘yeni
D P’ tarzı hükümete izin vermeyeceklerinden,
İnönü’den Kasım 1 9 6 1 ’den 1964’e kadar ül
keyi yönetecek üç koalisyon hükümetinden
birincisini kurmasını istediler.
Bu yıllarda siyasal istikrarsızlık vardı
am a koalisyonları bir arada tutan yalnızca
askerî m üdahale tehdidiydi. Adalet Partisi,
özellikle Süleym an D em irel yönetim inde
güçlendi ve K asım 1963 yerel seçimlerinde
en başarılı parti oldu. Üçüncü İnönü koalis
yonu 12 Şubat 1 9 6 5 ’te güvenoyu alam adığı
için çekilince, Dem irel iktidarı devralm aya
hazırdı. Son koalisyonun başında AP liste
sinden seçilmiş bir bağım sız milletvekili var
dı, dolayısıyla Demirel zaten temsilen yöne
tim deydi. K oalisy on u n görevi T ü rk iy e ’yi
1965 seçimlerine taşım aktı ve bu seçimler SUleyman Demirel’in siyasal yaşamda
farklı portreleri bulunmaktadır. “Dün
Adalet Partisi’ni iktidara getirip ülkeye is dllndUr, bugün de bugün” gibi Demirel’e
tikrarı sağlam ış gibi oldu. özgü deyişler, siyasal rakipleri tarafından
Adalet Partisi Şubat 1 9 6 1 ’de kurul eleştirilse de aslında bir politik ustalığı
da içinde barındırmaktadır.
m uştu ve başlan gıçta, ordunun güvendiği (Feroz Ahmad Koleksiyonu)
R agıp G üm üşpala adlı bir emekli general tarafından yönetiliyordu. Ondan
‘yeni Dem okratlar’ı hizada tutması bekleniyordu. 1964 H aziram ’nda öldü
ğünde, parti yerine en ihtilafsız adayı, Süleyman Demirel’i seçti. Demirel bir
mühendis ve teknokrattı; Milli Birlik Kom itesi tüm Dem okrat Parti üst kad
rosunu tasfiye ettiği için liderliğe gelebilmişti. Mütevazı bir kırsal geçmişi ol
duğundan sıradan insanlarla, özellikle de onu kendi yetenekleriyle sivrilmiş
biri olarak gören gecekonduda yaşayan A nadolu’dan kentlere göçm üş kesim
lerle ilişki kurabiliyordu.
Y E N İ SİY ASET VE D A H A G EN İŞ D Ü N Y A
19 6 0 ’ların siyaset yaşam ı önceki on yıllara göre çok değişikti. Ülke siyasileş
miş ve 1961 A nayasası ideolojik tartışm a için yeni bir çerçeve oluşturmuştu.
İlk kez olarak, ülkenin geleneksel siyasetine, özellikle dış politika konusunda
m eydan okuyan bir sol ortaya çıkmıştı. Ülke artık kendini tecrit edilmiş ola
rak görm üyor ve insanlar, özellikle öğrenciler, küçük kasabalarda bile kolay
lıkla bulunabilen yeni solcu M arksist literatürü takip edebiliyor, dünyada ne
ler olup bittiğinden haberdar olabiliyorlardı. Bu eğilimlerden rahatsız olan
m uhafazakâr güçler sola karşı, mücadelelerinin M oskova’nın komünizmine
karşı olduğunu belirterek, örgütlenmeye başladılar.
Türkiye’deki siyasal olaylar Soğuk S av aş’tan ve O rtadoğu’daki olay
lardan etkileniyordu. W ashington’daki siyaset üreticileri O rtadoğu ve A s
ya’da milliyetçiliğin yükselişini dikkatle izliyor ve milliyetçiliğin Batı çıkarla
rına en az komünizm kadar büyük bir tehdit olduğunu düşünüyorlardı. Bu
nun sonucunda Amerikan yönetimi Kasım 1 9 5 8 ’de, İslâm ’ın milliyetçilik ve
kom ünizm e karşı bir panzehir olarak kullanılabileceğini öngören bir iç hiz
met belgesi -5820/1 num aralı Ulusal Güvenlik Kurumu [NSA] belgesi- ya
yınladı. 1960 sonrasında birçok Türk milliyetçisi ABD politikalarını ve ken
di hükümetlerinin bunlara gözü kapalı uyumunu eleştirmeye başlam ışlardı.
Milli Birlik Komitesi Türkiye’nin N A T O ’ya bağlılığını tekrar tekrar bildiri
yordu, Sovyet nükleer tehdidine rağmen Ekim 1962 Küba Füze Krizi’nde İnö
nü W ashington’ın yanında yer almıştı. Ancak Türkler, Kennedy yönetiminin
M o sk o v a’yla pazarlığında Türkiye’deki Jüpiter füzelerinden vazgeçtiğini öğ
rendiler. Kısa süre sonra açıklandı ki, Sovyetler’le savaş durum unda N A TO
plancılarına göre İstanbul ve Batı Anadolu dışında kalan A nadolu’nun büyük
kısmı feda edilebilirdi! Türkiye’nin dış ilişkileri gündelik politikanın bir par
çasına dönüşmüştü.
KIBRIS SO R U N U
Y unanistan’ la 1 9 6 3 -1 9 6 4 kışında y aşan an Kıbrıs sorun u, olayı kritik bir
noktaya taşıdı. Geçm işte Menderes hükümeti, Kıbrıs R um milliyetçi hareketi
İngiltere’den bağım sızlık ve Y unanistan’la birleşme istediğinde soruna karış
mıştı. Bunun üzerine başta, Türkiye ve -a d a nüfusunun yüzde 20 kadarını
oluşturan- Kıbrıs Türkleri İngiltere’yi ve mevcut durumun korunmasını des
tekledi. Ankara 1 9 5 5 ’te İngiltere’nin etkisinin azaldığı sırada, İngiltere’den
adayı 1878’de alm ış olduğu T ürkler’e geri vermesini istedi. Hem İngiltere
hem de Türkiye, Kıbrıs Rum ları’nın İngiliz yönetimini T ürk yönetimine ter
cih edeceğini düşünüyordu!. R um lar bu öneriyi kabul edilemez buldu. Bu
önerinin kabul edilmeyeceğini bilen A nkara, 1957’de taksim önerisinde bu
lundu ve bu konuda baskı yaptı. 1 9 5 9 ’da taraflar uzun görüşm eler sonrasın
da, bir Kıbrıs Cum huriyeti’nin kurulm asında ve Kıbrıs Türkleri’nin anayasal
haklarının İngiltere, Yunanistan ve Türkiye garantörlüğü altında olm ası üze
rinde anlaştı. 15 A ğustos 1960’ta, bir Kıbrıs Rum asıllı başkan (Başpiskopos
M akarios) ve bir Kıbrıs Türk asıllı başkan yardımcısı (Dr. Fazıl Küçük) ön
derliğinde Kıbrıs Cumhuriyeti ortaya çıktı.
Başkan M ak arios iktidar paylaşım ı öngören anayasayı uygulanamaz
buldu. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye tarafından garanti edilen 1960 Ant
laşm ası tarafından kısıtlanm ayacağını belirtti. 1963 sonlarında adadaki iki
toplum arasında şiddet olayları başladı ve 13 M art 1 9 6 4 ’te İnönü, derhal
ateşkes olm azsa garantörlerden biri olarak tek taraflı m üdahalede bulunula
cağı tehdidinde bulundu. M akarios İnönü’nün notasını reddetti am a öte yan
dan Türk bölgelerinden kuşatm a kaldırıldı ve esirler salıverildi.
Türkiye’de milliyetçi duygular harekete geçmişti. T oplum da Türk tezi
nin adil olduğu inancıyla, askerî m üdahale için büyük destek vardı. O cak
1 9 6 6 ’da, ABD B aşk an ı John son tarafın d an B aşb ak an İnön ü’ye H aziran
1964’te gönderilm iş bir mektubun açıklanm ası ülke çapında infiale neden o l
du. M ektupta, İnönü’ye Türklerin W ashington tarafından sağlanm ış silahla
rı ABD onayı olm ad an kullanam ayacağı söyleniyor, N A T O ’nun da 'eğer
Türkiye, N A T O müttefiklerinin tam onay ve bilgisi dışında Sovyet m üdaha
lesiyle sonuçlanacak bir adım atarsa, Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’nin
yardımına gelmeyeceğini’ belirten bir uyarı da yapılıyordu.
Bunu Am erikan karşıtı gösteriler izledi, 1968’de doruğa çıkan gençlik
olaylarından sonra Amerikan 6. Filosu’nun Türk lim anlarına gelmesi fiilen
imkânsızlaştı. O laylar değişik gösterilerle 12 M art 1971 askerî müdahalesine
kadar sürdü. Milliyetçiler ile solcular, bağlantısız bir Türkiye için çağrıda bu-
1968 dünyada olduğu gibi Türkiye’de de toplumsal hareketlerin, gençlik eylemlerinin yükseldiği
bir yıl oldu. Ne var kİ, Türkiye’de eylemlerin anti-emperyalist karakteri hemen biçimlenerek, anti-
Amerikan niteliğe büründü. Resimde 1969’da ABD 6. Filosu’na karşı yapılan bir mitingten görünüm
(İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları Arşivi).
lunm aya başladılar ve hatta hükümet bile dışişleri bakanlığından ülkenin dış
ilişkilerini mevcut dünya şartlarına göre gözden geçirmesini istedi. Uzun sü
ren değerlendirmeler sonrasında dışişleri bakanlığı, o sıralar bir ortak pazar
ve siyasal birlik oluşturm a sürecindeki A vrupa’ya daha fazla yakınlaşm ayı
önerdi. Türk Genelkurmayı, Kıbrıs gibi ‘ulusal çıkar’ durum larında kullanıl
m ak üzere N A T O ’dan bağım sız bir bölüm oluşturm aya karar verdi.
Amerikan karşıtlığı toplum u m uhafazakâr sağ ve bazen neo-Kemalist
olarak adlandırılan milliyetçi ve radikal bir sol olarak kutuplara ayırdı. Sol
A B D ’yi, Türkiye’nin bağım lı hale geldiği kapitalist dünyanın lideri olarak gö
rüyordu. Bunlar, Türkiye’nin 1919’dan bu yana tarihini emperyalizme karşı
bir bağım sızlık m ücadelesi -padişahın sadece iktidarda kalabilm ek uğruna
vazgeçmeye hazır olduğu bağımsızlığın m ücadelesi- olarak görüyorlardı. On
lara göre İkinci Dünya Savaşı sonrasında hem CH P hem DP, T rum an Doktri-
ni’ni ve M arshall Planı’m kabul ederek, N A T O ’ya ve Bağdat Paktı’na katılıp,
Türkiye’yi Batı’nın bir uzantısına dönüştürerek Kem alizm ’e ihanet etmişlerdi.
Son olaylar bu tür bir siyasetin milli çıkarlara karşı olduğunu gösterm işti.
Dolayısıyla bu politikanın bırakılm ası gerekliydi. Üniversitelerdeki öğrenci
topluluklarının, Türkiye İşçi Partisi’nin ve sendikaların eleştirisi bu yöndeydi.
Cumhuriyet H alk Partisi bu radikal fikirlerin bir kısm ından etkilenmişti ve
bunlara ‘ortanın solu ’ olarak adlandırılan bir siyasi duruş ve ‘Bu düzen değiş
meli’ sloganını benimseyerek karşılık verdi.
Sağ ise bu radikal milliyetçi fikirlerden irkildi, bunların kom ünizm
propagandası olduğunu söyleyerek karşı çıkıp, saldırdı. 1 958’de N SA dokü
manının öne sürdüğü gibi ‘kom ünizm in panzehiri’ olarak İslâm ’a yöneldi.
1962’de kurulan Komünizmle M ücadele Derneği İslâm ’ı sola karşı bir silah
olarak kullandı. Bu eğilim, milliyetçilik ve komünizmle savaşm ak amacıyla
Dünya İslâm Birliği adında bir örgütün kurulduğu Suudî A rabistan’dan gelen
para yardımının cesaretlendirmesiyle, 1 9 6 0 ’lar boyunca devam etti. Hızlı sa
nayileşme ile birlikte, yerel zenaat ve ticarete zarar veren tekellerin büyümesi
gibi gelişmeler karşısında, kendilerine destek sağlayabilm ek amacıyla T ürki
ye’nin taşra alt-orta sınıf mensupları da İslâm ’ı kullandılar.
1965’te iktidara gelen Adalet Partisi’nin bu yeni güçlerle baş etmesi ge
rekiyordu. O ysa önderi Süleyman Demirel, A BD ’yle ilintilendirilen kapitaliz
min yeni yüzünü temsil ediyordu. Eisenhower bursuyla A B D ’de bir yıl geçir
mişti ve sonrasında da Türkiye’de iş yapan bir çokuluslu Amerikan inşaat fir
m asında çalışm aya başlam ıştı. D em irel’in kendi de politikaları da bundan
ötürü hem soldan hem de onu bir m ason olarak tanım layan dinci sağdan ge
len saldırılar için kolay bir hedef oluşturuyordu. 1960’larm sonlarında Dem i
rel’in durumu fiilen savunulamaz olm uştu. Kıbrıs sorunu ise Kıbrıs Türkleri
kendi bölgelerinde kuşatm a altında yaşar veya İngiltere’ye ya da Avustral
y a’ya göç ederken çözülmeden duruyordu. Öğrenciler ve işçiler daha militan-
laşm ıştı; Amerikan karşıtlığı, Am erika Birleşik Devletleri’nin Vietnam’a m ü
dahalesi, N isan 1 9 6 7 ’de Yunanistan’da yaşanan ‘A lbaylar D arbesi’ ve H azi
ran 1967 Arap-İsrail Savaşı’yla artm ıştı. Bu son iki olay, A B D ’nin Doğu A k
deniz’deki egemenliğini güçlendirirken Türkiye’nin bölgedeki rolünü de z a
yıflatmıştı.
İşçiler ile sermaye arasındaki çatışm a, özellikle Paris’teki öğrenciler ve
işçiler neredeyse bir devrim gerçekleştirmeyi başardıktan sonra, gitgide kötü
leşmişti. Bu olaylar Türkiye’yi etkiliyor, bir yandan solu cesaretlendirirken,
diğer yandan da hükümete karşı potansiyel tehditleri ortaya çıkarıyordu. D a
ha 1967’de bazı işçi sendikaları iktidarlardan yana ve ‘politik olm ayan’ Türk-
İş’ten ayrılarak ‘devrim ci’ olarak tanım ladıkları kendi konfederasyonlarını
D İSK ’i kurmuşlardı. T ürk-İş’in, gayriresmî olarak Adalet Partisi’yle ilişkileri
vardı, bu da hükümete ve işverenlere işçileri denetleme şansı tanıyordu. H ü
küm et ve işverenler, işçilerin militanlığından, onların uysal T ürk-İş’e rağmen
güçlenmelerinden endişe ettiler. Sendikaların denetimini kaybettiklerini gör
dükleri zaman, çok geç olm adan harekete geçerek yeniden bu denetimi ele al
m aya karar verdiler.
SİY A SA L B Ö L Ü N M E
Solcu saldırıların yanı sıra, hükümetin sosyo-ekonom ik gelişmelerin etkisiyle
parçalanan bir siyasal sağla da uğraşm ası gerekti. Anadolu çapında gelenek
sel orta sınıf tarafından işletilen küçük ölçekli işletmelerin İstanbul-M arm ara
yöresinde kümelenmiş büyük, kozm opolit şirketlerin rekabetine dayanması
m üm kün değildi. Bunlar, Demirel’in kendilerine ihanet ettiğini ve büyük hol
dingleri desteklediğini düşünüyordu. Bu da bu grubun 1969 seçimleri sonra
sında Adalet Partisi’nden ayrılarak partinin seçmen gücünü azaltm asıyla so
nuçlandı. Seçmen kütlesi A lparslan T ürkeş’in neo-faşist M illiyetçi Hareket
Partisi (MHP) veya C H P ’den ortanın solu program ına karşı çıkarak ayrılan
Profesör Turhan Feyzioğlu’nun kurduğu Güven Partisi (GP), Profesör N ec
mettin Erbakan’ın Milli N izam Partisi (M N P) veya AP’den ayrılan muhalifle
rin oluşturduğu Dem okratik Parti (DP) gibi küçük, sağcı partilere yöneldi.
T ürkeş hem tekelci kapitalizm e hem komünizme karşı olduğunu söyleyen bir
aşırı milliyetçiydi, Feyzioğlu basitçe ortanın sağındaydı ve sundukları Demi-
rel’den çok da farklı değildi, Erbakan sermaye tekellerini Hıristiyan/Yahudi
Batı’nın uşakları olarak tanım layan ‘İslâm î’ jargonu kullanıyordu. Türkeş ve
E rbak an ’ın partileri ancak ilerde 1990’larda seçim başarısı bulabildiler; o za
m ana kadar Adalet Partisi’ne bir alternatif değil am a 1970’lerin koalisyon
hükümetlerinde yararlı birer ortak oldular. Ancak o an için sağdaki bölünme
siyasi istikrarsızlığın baş faktörü haline gelmişti.
1 9 7 0 ’lerin başlarına gelindiğinde, Türkiye’deki durum patlam aya ha
zır hale gelmişti. Öğrenci ve işçi militanlığı, toplum sal ve ekonom ik değişik
likler, büyüyen politik çatışm a ve dünyanın durumu tehlikeli bir durum ya
ratm ıştı. O rtada bir ‘yükselen umutlar devrim i’ vardı; toplum un çoğunluğu
için gerçekleşmeyen um utlar. 1 9 6 0 ’lar boyunca işçi transfer eden ‘Alman
ekonom ik mucizesi’nin sona ermesiyle birlikte başlayan yaygın bir işsizlik
vardı. İş ve eğitim çevreleri gençlere yeterli yer açamazken hızlı bir nüfus ar
tışı yaşanıyordu. Gereğinden kalabalık okullar ve üniversiteler hem sol hem
de sağ için militan bulm a yerleri olarak idealdi ve bu gençler 12 M art 1971
askerî müdahalesine yol açan istikrarsızlığın meydana gelmesinde hayati bir
rol oynadılar.
Demirel M eclis’teki durumu 1961 seçim yasasıyla getirilmiş olan ‘m il
li bakiye sistemi’ni M art 1968’de kaldırtarak kontrol etmeyi denedi. Bu sis
tem Türkiye İşçi Partisi’nin 1965 seçimlerinde 14 sandalye sahibi olm asına
olanak tanırken, partinin temsilcileri de muhalefette önemli bir yer edinmiş
lerdi. Değişiklik durumu farklılaştırdı ve 1969’da TİP mecliste sadece iki san
dalye kazanabildi. Partinin lideri M ehm et Ali Aybar meclisi ‘Yeni kanun ge
çerse, memleketteki huzursuzluk yeni bir seviyeye yükselir demokrasinin
başına gelenlerden siz sorum lu olursun uz’ şeklinde uyardı. Artık mecliste
memnuniyetsizliğini açıklayam ayan sol, İşçi Partisi yıkım ve şiddeti teşvik et
mese de, hıncını sok ağa taşıdı. Sol, Dem irel’in Meclis aracılığıyla reform ve
iktidar yolunu kapadığına inanıyordu. Bir kısım sol için tek çare, ‘milli de
m okratik devrim’ fikrine sıcak bakan radikal subaylarla ortak gerçekleştirile
cek bir askerî darbeydi. Başka bir grup ise daha da m ilitanlaşarak M aoculu-
ğu ve Latin Am erika gerillalarının fikirlerini de benimsedi.
Demirel, M eclis’te temsil edilen solu zayıflattıktan sonra, D İSK ’i ve
temsil ettiği siyasi işçi sendikalarını yok etmeye ve Türk-İş’i güçlendirmeye gi
rişti. Hükümetin sendikalar, toplu sözleşm e ve grev yasalarında yapm ak iste
diği değişiklikler, işçilerin özgürce sendika seçimini engelliyor, bir sendikanın
ülke çapında faaliyet göstermesi için o işkolunda işçilerin üçte birini örgütlen
mesini ön görüyordu. Bunun D İSK ’i ortad an kaldıracağı düşünülüyordu.
15/16 Haziran 1 9 7 0 ’te sadece DİSK üyeleri değil, genelde işçiler, yasaya k ar
şı protestolara başladılar ve İstanbul’dan İzmit’e kadar olan tüm bölgede g ö s
teriler yapıldı. Yetkililer İstanbul B oğazı’ndaki karşılıklı vapur seferlerini,
olayların İstanbul’un Avrupa yakasına sıçramasını engelleme amacıyla iptal
ettiler. Sağcılar gösteriyi ‘devrimin kostüm lü provası’ olarak tanımladı, göz
lemciler, siviller huzur ve düzeni sağlayam adığı için askerlerin müdahale ede
ceğini düşündü. Demirel ise bu kadar liberal ve özgürlükçü bir anayasayla ül
kenin yönetilemeyeceğinden yakınarak anayasanın değiştirilerek daha otori
ter yapılması gerektiğini öne sürüyordu.
Generaller, solun radikal subaylarla ilişkisinden haberdarlardı. H er
ikisi de 1963’te kurulmuş olan M illi İstihbarat Teşkilâtı ve Askerî İstihbarat,
ordudaki kom ploları köstebekleri sayesinde biliyordu. 1 9 7 0 ’te 56 general ve
516 albay emekli edilince, basın ordu da tasfiyeden söz etti. ‘Em ir-kom uta
zinciri’nin dışındaki subaylardan bir m üdahale tehdidi vardı ve generaller
bunlardan önce davranarak kendi reform program larını uygulayıp radikalle
ri bastırm aya karar vermişlerdi.
1971 başında Türkiye tam bir k arg aşa içindeydi. Solcu m ilitan öğ
renciler bankaları soyuyor, Amerikan askerlerini kaçırıyor ve A m erikan he
deflerine saldırıyordu. M H P ’ye bağlı neo-faşist m ilitanlar olan Bozkurtlar
da hüküm eti eleştiren profesörleri hedef alıyordu. Devamlı bir grev hali var
dı ve 1 O cak ile askerlerin m üdahale ettiği 12 M art 1971 günleri arasında
kaybedilen işgünü daha önceki her yıldan daha fazlaydı. İslâm cılar daha
saldırgan hale gelip A tatü rk’ü ve K em alizm ’i reddederek orduyu galeyana
getiriyordu.
8 M art’ta, durumu kontrol edemeyen Demirel kendi parti grubunun
desteğini yitirdi. Bu olay, askerî müdahaleyi tetikledi; generaller kendi parti
sini bile desteğini alam ayan Demirel’in gitmesi gerektiğine k an aat getirdiler.
D olayısıyla, 12 M art’ta dört önemli general -G enelkurm ay başkanı ve Kara,
H ava, Deniz kuvvetleri kom utanları- Cum hurbaşkanı Cevdet Sunay ile M ec
lis ve Senato başkanlarına birer muhtıra sundular. Bunlar, hükümetin istifa
sını ve güçlü, güvenilir, an ayasaca belirlenmiş reformları uygulam aya mukte
dir yeni bir hükümetin kurulmasını istediler. Demirel, kerhen istifa etti ve bu
istifa, Türkiye’yi zor günlerde yönetecek anti-dem okratik önlemleri geçirecek
bir ‘partiler üstü’ hükümetin kurulması yolunu açtı.
duğu yüzlerce kişi gözaltına alındı. İşkence olağanlaştı; artık bilgi alm ak am a
cıyla değil, siyasi m ahkûm lara siyaseti bıraktıracak kadar dirençlerini kırmak
üzere kullanılıyordu. N e var ki baskı, E lrom ’u kurtarm aya yetmedi; hatta
belki de yetkililerin İstanbul’da ev ev bir aram a emrettikleri 21/22 M ayıs ge
cesi öldürülmesini hızlandırmış bile olabilir. Sıkıyönetim altında siyasi baskı,
sonraki iki yılın gündemine yerleşti ve hiç kalkm adı.
Hükümet, sağın ülkenin sorunları için suçladığı 1961 A nayasası’nda de
ğişiklikler yaptı. Fiilen devlet ve toplumdaki her kurum değiştirildi: sendikalar,
basın, radyo ve televizyon, üniversiteler, Danıştay, Anayasa M ahkemesi, M ec
lis, Senato ve Yargıtay. 1961 Anayasası’nın güvence altına aldığı liberal hak ve
özgürlüklere set çekilerek, N ihat Erim’in deyişiyle ‘ 12 M art öncesi döneme ge
ri dönme ihtimali’nin ortadan kalkması sağlandı. Toplum için 1960’ların de
mokratikleşme hareketi çok masraflı hale gelirken, liberal 1961 Anayasası da
kapitalizm yolunda hızlı ilerleme isteyen bir ülke için çok büyük bir lüks oldu.
Değişiklikler, kam uoyunda tartışılm adan ve tüm partilerin desteğiyle
yapıldı. Yalnızca 12 M art öncesinde T İP’ten ihraç edilm iş ve bağımsız bir
milletvekili olarak meclise girmiş olan M ehmet Ali Aybar, mecliste durumu
şu sözlerle eleştirdi: ‘A nayasa değişiklik önerileri, şimdiki dem okratik anaya
samızın temel ilkesine ters düşer; am açları sosyalizmi ezmektir, bu ise dem ok
ratik rejim anlayışıyla bağdaşm az.’ Erim de buna şöyle katıldı: Anayasa so s
yalizme kapalıydı am a sosyal dem okrasiye değil.
Meclis ve Senato, otuz beş değişiklik maddesi kabul etti, anayasaya
dokuz yeni geçici m adde ekledi. Türk Devleti artık bir ‘sosyal devlet’ değildi
ve herhangi türden bir sosyal adalet kurm a iddiasından vazgeçmişti. Demirel,
gerçek reformlar yapm a fırsatı ortaya çıktığında, AP’li bakanları kabineden
çekerek bir hükümet krizi yarattı. O , ileriye bakıyordu. Askerî rejim geçiciy
di ve Demirel’in kazanm ayı amaçladığı seçimleri yaptırarak iktidarı partilere
devredecekti. D olayısıyla partinin halk tabanını ayakta tutm ak ve sadece bü
yük şirketlere yarayacak reformlara destek olm am ak lazımdı. Ekonom ide re
form için uğraşan on bir reformcu bakan, Aralık 1 9 7 1 ’de kabineye Demi-
rel’ın eski maliye bakanı atanınca sonunda reform olasılığının kalmadığını
anladılar. Durumu protesto ederek istifa ettiler ve Erim de onları izleyerek is
tifa etmeye mecbur kaldı.
İkinci Erim kabinesi (11 Aralık 1971-22 M ayıs 1972) Demirel’in des
teğine muhtaç olduğu için hiçbir reform cu yasayı geçiremedi. Anayasa deği
şiklikleri dışında, yoğun Amerikan baskısıyla alınan haşhaş ekiminin yasak
lanm ası kararı hariç, Erim pek bir şey yapam adı; bu karar da 1973’te parti
lere dayalı siyaset yeniden başlayınca iptal edildi. Sonraki iki kabine -Ferit
M elen ve N aim T alu kabineleri- ülkeyi Ekim 1973 seçimlerine kadar idare
etmeyi am açlayan geçici hükümetlerdi. Bu dönemde toplum sal ve ekonomik
sorunlar çözülemedi ve Türkiye sıkıyönetimle iç içe yaşam aya devam etti. An
cak, seçim vaadiyle ülkedeki hava değişmeye başlamıştı. 1 9 5 0 ’den beri Türk
seçmenleri seçimleri, kendi umutlarını ve memnuniyetsizliklerini belirtmek
açısından, çok ciddiye almıştı. 1973 seçimlerinden önce, Parlam ento’daki
partiler Cum hurbaşkanı Cevdet Sunay’ın halefini seçmek durumundaydılar.
1 9 6 0 ’tan beri cum hurbaşkanlığı asker-sivil ilişkileri arasında arabuluculuk
yapm ış ve cum hurbaşkanın adı hep generallerce belirlenen asker kökenli biri
olmuştu. Cum hurbaşkanının iki meclis tarafından seçimi bir formalite olarak
görülüyordu. Sunay’ın görev süresi 1973 M artı’nda sona erdiğinde, general
ler, M eclis’in G enelkurm ay Başkan ı O rgeneral Faruk G ü rler’i seçeceğini
umuyorlardı. Gürler emekli olmuş ve seçilebilmek am acıyla Cum hurbaşkan
lığı kontenjanından Senato’ya girmişti. Ancak, Parlam ento’daki en büyük iki
partinin genel başkan ları Demirel ve Ecevit işbirliği yapm ayı reddettiler.
Uzun tartışm alar sonrasında, generaller siyasetçilere, Silahlı Kuvvetler tara
fından kabul edilebilir olm ası kaydıyla, kendi cum hurbaşkanlarını seçmeleri
ni söylediler. Sonunda, 6 N isan 1973’te, Parlam ento emekli oram iral Fahri
K orutürk’ü Türkiye’nin altıncı cumhurbaşkanı olarak seçti. Korutürk bir as
kerdi ve partilerden bağım sızdı, ama kozm opolit ve liberal olarak tanınıyor
du; üstelik Devlet Güvenlik M ahkem eleri’nin kurulmasına karşı çıkan bir se
natördü. Onun seçilmesi, Silahlı Kuvvetler’e ters bir yanıt olarak görüldü.
K O A L İSY O N H Ü K Ü M E T İ: CHP-M SP
Sonuçta, CHP-M SP koalisyonu siyasi oportünizm sayesinde kuruldu ve aynı
neden yüzünden de sona erdi. Her iki lider de kendilerini m eşrulaştırm ak zo
rundaydı ve bunun en iyi yolu, özellikle partisi 1 9 7 1 ’de yasaklanan Erbakan
için hükümet olmaktı. Yine de koalisyonun kurulm ası, üç aylık hararetli bir
pazarlık süreci sonrasında O cak 1974’te gerçekleşti.
K oalisyon ne iş dünyasını ne de generalleri telaşlandıran ılımlı bir
program sundu; yine de sağ, hükümetin siyasal suçlular için genel af, sendi
kaların yitirdiği hakların geri verilmesi ve askerî rejimin açtığı yaraların iyileş
tirilmesini içeren önerilerine karşı çıktı. Sağ, program ı Batı’da ekonom ik sı
kıntı yüzünden işsizliğin arttığı bir dönemde anarşiye bir çağrı olarak suçladı.
Ecevit liderliğindeki koalisyonun kurulm ası ‘Bozkurtlar’ tarafından
başlatılan siyasi şiddetle dam galandı. Siyasi terör, Türkiye’de hayatın bir p ar
çasın a dönüşm üştü, öyle ki, şiddet 1 9 7 0 ’ler boyunca yoğu n laşarak Eylül
1980 askerî darbesinin gerekçesini oluşturacaktı. 1971 darbesi öncesinde sol
Bülent Ecevit Türkiye’nin siyasal yaşamında hep dürüstlüğün sembolü olagelmiş, kitlelerin gözünde
özellikle bu kişiliğiyle öne çıkmış bir politikacıdır. CHP içinde Erim’e ve İnönü’ye karşı mücadelesi
de hep bu çerçeve içinde gelişti. CHP Genel Başkanı olduğu yıllarda “Emek En Yüce Değerdir” yazılı
pankartın altında.
terörizm devrimi tetiklemek amacıyla tasarlanm ıştı. Buna karşılık, sağ terö
rizmin amacı ise ülkenin moralini bozup bir belirsizlik ortam ı yaratarak, sıkı
yönetim yasalarının ve askerî düzenin kitlelerce benimsenmesini sağlam aktı.
Demirel muhalefette, hem tahrik edici hem de korkutucuydu. Bülent Ecevit’e
genelde, 1973’te CIA destekli bir darbe sonrası öldürülen Şili lideri Allen-
de’den yola çıkarak ‘Büllende’ diyor ve Ecevit’in de Allende’nin sonunu pay
laşabileceğini im a ediyordu!
Koalisyon hükümeti 7 Şubat 1 9 7 4 ’te güvenoyu aldıktan sonra seçim
kam panyası sırasında verdiği sözlerini yerine getirmeye koyuldu. H aşhaş eki
mi serbest bırakıldı, yüzlerce siyasi tutuklunun salıverilmesini sağlayacak bir
a f kanunu çıkarıldı. Ecevit’in, özellikle K ıbrıs’ta Başkan M ak ario s’a karşı ya
pılan bir darbe sonrasında orduya m üdahale emri vermesi sonrasında kazan
dığı büyük sevgi, koalisyonda gerginlik yarattı. 15 Tem m uz 1974’te, Atina
cuntasından aldığı emirle harekete geçen Kıbrıs Rum Milli M uhafız Kuvvet
leri, hükümeti devirerek yönetimi ele geçirdi. İngiltere Türkiye’yle ortak ha-
rekâta girişmeyi reddedince, Ankara, 1960 antlaşm asının garantörlerinden
biri olarak tek başına m üdahale kararı aldı. T ürk birlikleri adaya 20 Tem-
m uz’da çıktılar ve 14 A ğu stos’ta ikinci bir saldırı başlatarak adanın yüzde
4 0 ’ını ele geçirdiler. Artık ortada Kıbrıs’ın fiilî bir paylaşımı vardı. Türkiye ile
Yunanistan arasındaki ilişkiler zaten Ege Denizi’ndeki karasuları üzerine bir
tartışm a dolayısıyla gergindi. Kıbrıs olayıyla birlikte ilişkiler daha da bozul
du, bugün de konuya, görüşmelerin düzenli şekilde devam etmesine rağmen,
diplom atik çözüm bulunamamıştır.
Türkiye’de Ecevit bir anda kahram an oluverdi ve Erbakan’la arasın da
ki gerilim o kadar arttı ki, 18 Eylül’de Ecevit istifa etmeye karar verdi, çünkü
yeni seçimlerin partisini iktidara getireceğinden emindi. Ancak, sağ partiler
seçim önerisini eğer seçim yapılırsa bunun kendileri için intihar olacağını bil
diklerinden kabul etmediler ve seçim yapılm adı. Ecevit krizi 241 gün boyun
ca hükümetin olmadığı bir durum yarattı. Bir geçici hükümet güvenoyu alm a
yı başaram adı ve Demirel sonunda, 31 M art 1 9 7 5 ’te, ‘Milliyetçi Cephe’ ola
rak bilinen sağcı bir koalisyon kurmayı başardı.
Milliyetçi Cephe Adalet, Milli Selâmet, Cumhuriyetçi Güven ve M illi
yetçi H areket Partilerinden oluşuyordu ve mecliste Demokratik Parti’den ay
rılan bağım sızlar tarafından da destekleniyordu. M H P, lideri T ürkeş’in baş
bakan yardımcısı olduğu koalisyona neo-faşist bir hava veriyordu. ‘M eclis’te
Demirel, sokakta T ürkeş’ sloganını yaygınlaştıran Bozkurtlar, seçim kuvvet
lerini zayıflatm ak üzere sosyal dem okratlara sataşıyorlardı. Devrimci Sol ve
Devrimci Yol gibi örgütler etrafında örgütlenen aşırı solcu güçler de buna
karşılık vererek kargaşaya katıldılar.
Demirel koalisyonunun kurulması, bir erken genel seçim olasılığını or
tadan kaldırdı ve koalisyon üyeleri bu fırsatı devleti kadrolaştırm akta kullan
dılar. A dalet Partisi basını kontrol etti; M H P ve M SP eğitimi alarak militan
larını kontrol ettikleri okul ve üniversitelerden yetiştirmeye başladı. Bunun
yanı sıra Güm rük ve Tekel Bakanlığı’nı kontrol etmeleri de kendi hareketleri
için dışarıdan silah getirtebilmelerini sağlıyordu. Sağ militanlar, liderleri ikti
dardaki koalisyonda olduğu, onları koruyup kolladıkları ve siyasi rakiplerine
dehşet salm alarını sağladığı için, kendilerini artık devletin bir parçası olarak
görüyorlardı. Sadece CH P toplantılarına değil, aynı zam anda Aleviler ile
Kürtler’e de CH P’yi destekledikleri, laik oldukları ve kendileri gibi düşünm e
dikleri için saldırdılar.
Şiddet ortamına rağm en, 12 Ekim 1975 Senato seçimlerinde C H P ’nin
konum u güçlendi ve partinin oyları 1973’teki yüzde 3 3 ,2 9 ’dan yaklaşık ola
rak yüzde 4 4 ’e yükseldi. AP’nin oy oranı da yaklaşık yüzde 3 0 ’dan yüzde
4 0 ’a çıkarken sağın küçük partilerinin oy oranları azaldı. 1 9 7 0 ’lerin ortasına
doğru, sanki iki partili bir sisteme doğru bir gidiş vardı. Bu şartlar altında oy
ları bölen küçük partiler bir erken seçimden kaçınm ak istiyorlardı, bunun
için de Milliyetçi Cephe koalisyonunu, seçim öncesi partilerini güçlendirme
ye çalışırken devam ettirmeye kararlıydılar. Siyasi şiddet 1 9 7 6 ’da da devam
etti, Demirel sıkıyönetim ilan etmeyi önerse de laik ordudan korkan İslamcı
ortakları tarafından reddedildi. M H P’nin şiddeti körüklediği herkesin bildiği
bir gerçekti am a partinin başkanı başbakan yardımcısı olduğu için hiç kimse
bir şey yapamıyordu.
19 M ayıs 1 9 7 6 ’daki Gençlik ve Spor Bayramı kutlam aları sonrasında
T ürkeş’in başını çektiği bir tür faşizm korkusu başlamıştı. Demirel bile endi
şelenmiş ve kendini aşırı sağdaki ortaklarından kurtarm ak için seçim yapıl
m asını kabul etmeye karar vermişti. A nayasaya göre seçimlerin Ekim 1977’de
yapılm ası gerekiyordu am a nisan ayında AP ve CHP birlikte hareket ederek
seçimlerin 5 H aziran 1 9 7 7 ’de yapılması yönünde oy verdi.
Seçim kararı açıklandıktan sonra siyasi şiddet arttı ve 1 M ayıs 1977’de-
ki İşçi Bayramı kutlam alarında doruk noktasına ulaştı. İşçiler, ‘yükselen fa
şizm dalgası’na karşı dev bir miting düzenlemişlerdi ve her şey silah seslerinin
duyulmasıyla panik çıkıp 34 kişinin ölm esi ve yüzlerce insanın yaralanm ası
na kadar sükûnet içinde gitti. H alk, 1 M ayıs katliamının, seçmenlerin gözü
nü korkutm ak için devletin içindeki sağcı güçler tarafından düzenlendiğine
emindi. Ancak, beş hafta sonra seçimler yapıldığında, seçmenlerin gözünün
korkm adığı görüldü. Seçime katılan seçmen sayısı 1973’ten yüksekti (yüzde
6 6 ,8 ’e karşılık yüzde 72,4) ve AP’nin oyların yüzde 3 6 ,9 ’unu kazandığı se
çimlerde CHP oyların yüzde 4 1 ,4 ’ünü aldı. İslamcıların oyları düştü, sadece
neo-faşist M H P M eclis’teki sandalye sayısını 3 ’ten 16’ya çıkarabildi. Şiddet
ve devlet olanaklarını kullanmak etkili olm uştu.
Bu kez, Ecevit bir CH P hükümeti kurm ak için ihtiyacı olan 226 san
dalyeden 13 eksiğine sahipti. Bir azınlık hükümeti kurdu am a güvenoyu ala
m adı; 21 Temmuz 1 9 7 7 ’de Demirel, TÜ SİA D başta olm ak üzere tüm iş dün
yası bir CHP-AP koalisyonu isterken, ikinci M illiyetçi Cephe hükümetini
kurdu. İş âlemi güçlenip, düşüncelerini çok daha rahatça ifade edebilse de,
hâlâ partilere siyasetini dikte ettiremiyordu. Seçimler istikrar sağlam ayı başa
ram am ıştı; siyasal hayatta kutuplaşm a hız kazandı ve siyasal şiddet durm ak
sızın devam etti. İkinci M C hükümeti, 11 Aralık 1977 yerel seçimleri sonra
sında Demirel güvenoyu alam ayınca, ideolojik farklılıklar yüzünden dağıldı.
ı Mayıs İşçi Bayramı ilk kez 1976’da büyük bir mitingle Taksim Meydam’nda kutlandı. Ancak bir
yıl sonraki kutlama, sorumluları bugün dahi ortaya çıkarılamayan bir provokasyon sonucunda kana
bulandı ve 34 kişi yaşamını yitirdi. Ondan sonra her 1 Mayıs'ta Türkiye toplumu yıllar önce yaşanan
kanlı olayların korkulu hayaletiyle yaşayacaktı.
Ilımlılar AP’den istifa ettiler, çünkü parti radikallerin elinde rehin kalmıştı.
Ertesi hafta Ecevit, AP’den istifa eden bağım sızlar ve Cumhuriyetçi Güven
Partisi’nden m uhafazakârlarla bir koalisyon kurdu. Bu tür bir koalisyon re
form lar gerçekleştirmek üzere kurulmamıştı ve kısa sürede C H P’nin seçmen
desteğini zayıflattı; Ecevit için m uhafazakârlarla ortak bir hükümet kurm ak,
neredeyse 1974’teki istifası kadar büyük bir siyasi hata olmuştu.
Reform ları uygulam adaki başarısızlığının yanı sıra Ecevit aynı zam an
da aşayiş ve düzeni sağlam ayı da başaram am ış ve 1978’in ilk on beş günün
de otuz siyasi cinayet işlenmişti. Temmuzda polis olaylarla başa çıkam ayınca
Ecevit, sıkıyönetimin yakın olduğunun ilk işareti olarak, jandarm adan yar
dım istedi. Sağ, önde gelen aydınları hedef alm aya başladı ki, bunların en
önemlisi 1 Şubat 1979’da A bdi îpekçi’nin öldürülm esiydi. İpekçi hem de
m okrasi yanlısı liberal gazetecilerin en önemlilerinden biri, hem de kendi de
kariyerine gazeteci olarak başlayan Başbakan Ecevit’in yakın bir arkadaşıydı.
H er zamanki gibi çok az sağcı tutuklandı. îpekçi’nin katili ise yakalandıktan
sonra askerî hapisaneden kaçıp, tüm dünyada M ayıs 1981’de Papa II. Johan-
nes-Paulus’a suikast teşebbüsünde bulunan, Türk olarak küresel anlam da kö
tü bir şöhret kazanacak olan Mehmet Ali Ağca idi.
Bozkurtlar laik oldukları ve C H P ’yi destekledikleri için bu kez de Ale
vi toplumunu hedef aldılar. Aleviler, M alaty a’da (Nisan 1978), Sivas’ta (Ey
lül 1978) ve Bingöl’de (Ekim 1978) saldırıya uğradı. Şiddetin amacı Alevi-
ler’in iktisaden ortadan kaldırılmasıydı. M eclis’te muhalefet sıkıyönetim uy
gulanm asını istiyordu, Ecevit ise mevcut yasaların daha kesin olarak uygulan
m asıyla sorunu çözebileceği düşüncesiyle bu konuda çekimserdi. Ancak, 22
A ralık’ta, küçük bir Anadolu şehri olan K ahram anm araş’taki Aleviler’in ör
gütlü şekilde katledilm eye başlanm ası, planlarını değiştirdi. Bozkurtlar bir
gün önce silahlı saldırı sonucu ölen iki sol görüşlü öğretmenin cenaze törenin
de 'Komünistlere ve Aleviler’e cenaze töreni yok, bunların namazı kılınmaz’
diye bağırdılar. O laylar büyüdü, sonuçta 105 kişi öldü, 176 kişi yaralandı,
2 0 0 ’den fazla ev ve işyeri tahrip edildi. H ava Kuvvetleri jetleri ve bir mekani-
ze birlik sükûneti sağlam ak üzere bölgeye gönderildi. 25 A ralık’ta Ecevit on
üç Anadolu kentinde sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. Terörü engelle
meyi başaram am ası, seçmenler nezdinde oy kaybetmesinin önemli bir sebe
biydi. Ancak, şiddet sıkıyönetim döneminde de devam etti. M uhalefet Ece
vit’in generallere koşullar dayattığını, bu yüzden de generallerin teröristlere
karşı başarılı olam adıklarını öne sürüyordu. Yine de generaller artık Doğu
A nadolu’nun Kürt nüfuslu bölgelerini kontrolleri altına alm ışlar, 1979’daki
1 M ayıs gösterilerini yasaklam ayı başarm ışlardı. Bu önlemler, Ecevıt’e olan
desteği daha da azalttı ve 14 Ekim ’de kısm î Senato ve bazı bölgelerde arase
çim yapıldığında, C H P oyları düşerken AP oyları her iki seçimde de arttı. Yi
ne yüzde 73’lük yüksek bir katılım oranı vardı; her şeye rağmen seçmenler yi
ne de oy sandığına güveniyorlardı. Yenilgisinin ardından Ecevit 16 Ekim’de
istifa etti. Halk bir üçüncü Milliyetçi Cephe hükümetini taham m ül edilemez
bulduğundan Demirel, burjuvazinin Ecevit’le bir ‘büyük koalisyon’ kurma is
teğini reddederek, 12 K asım ’da bir azınlık hükümeti kurdu. Sağın desteğiyle
Demirel 25 Kasım 1 9 7 9 ’da güvenoyu aldı.
T Ü R K İY E ’N İN Y E N İL E N E N S T R A T E JİK Ö N EM İ
T ürkiye’nin stratejik önemi 1978/1979 İran İslâm Devrimi ve Sovyetler’in
1979 Aralık ayında A fganistan’a m üdahalesiyle büyük ölçüde değişti. Ba-
tı’nın Türkiye’de istikrarlı bir rejime ihtiyacı vardı. Bunu siyasi partiler başa
ram ıyor, belki generaller bunun üstesinden gelirdi... Aralık 1979’a gelindiğin
de generaller bir sonraki müdahalelerinin zam anlam asını ve tabiatını tartış
m aya başlam ışlardı. Her şeyden önce, politikacılara işlerini düzene koym ala
rını söylemeyi kararlaştırdılar. Eğer terörizmi ve kan dökülmesini önlemek is
teselerdi, 12 Eylül 1 9 8 0 ’den çok daha önce m üdahale etmeleri gerekirdi, en
dişeleri daha çok İran’daki gelişmeler ve Sovyetler Birliği’yle ‘ikinci Soğuk Sa-
vaş’ın çıkm ası üzerineydi. D ah a N isan 1979’da The G uardian’m Brüksel m u
habiri ‘Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Türkiye ... artık sadece [N A T O ’daki] gü
ney kanat için değil tüm Batı için hayati bir stratejik öneme sahip görülm ek
tedir’ diye yazdı. Ancak, siyasi kargaşa içindeki Türkiye, yeni sorum lulukla
rını yüklenmekten âcizdi. O cak 1980’de, yeni ABD-Türkiye Savunm a ve İş
birliği A ntlaşm ası’nın şartları sonuçlandırılırken, Demirel, Türkiye’nin Ege
Denizi’ndeki hakları tanınm adan, ileride Türk üslerinin Acil M üdahale Gücü
tarafından kullanılmasını veya Yunanistan’ın N A T O ’nun politik kanadına
dönüşünü kolaylaştırmayı reddetti. W ashington, Demirel yönetiminde T ürki
ye’nin kendine biçilen bölgesel rolü oynayam ayacağına karar verdi. Washin-
gton’a göre bunu sadece askerler yapabilirdi.
Generaller, Ege hava sahası konusunda Yunanistan lehine Dışişleri Ba-
kanlığı’na bile haber vermeden tek taraflı tavizlerde bulundular ve m artta Sa
vunma ve İşbirliği A ntlaşm ası’nın im zalanm asıyla, Ecevit’in ‘çok boyutlu’ dış
politika fikri bırakılarak, Türkiye kendini Batı’ya endeksledi. Demirel ayrıca,
terörün sadece soldan kaynaklandığım , çünkü Bozkurtlar’ın komünizmle sa
vaşta devletin müttefikleri olduğunu söyleyen generallere terörizmi ezmede
tam yetki tanıdı. Ancak generaller günde yaklaşık yirmi can alan şiddete son
vermeyi başaram adılar. Bitmeyen şiddet askerî m üdahale için ortam hazırla
dı; pek çokları generallerin darbesini ülkeyi pençesine almış olan anarşi ve ka
ostan kurtuluş olarak memnuniyetle karşıladı.
A R T A N EK O N O M İK SIK IN T I
Terörizmin yanı sıra ekonomi de sadece askerlerin sağlayabileceği bir sıkı disip
lin ve toplum sal barış ortam ına ihtiyaç duyuyordu. 1970’ler boyunca, tüm ko
alisyonlar, Ecevit 1978/19 7 9 ’daki iktidar döneminde konuyla uğraşm aya zor-
lanana kadar, ekonomiyi gözardı etmişlerdi. Bu dönemde birbirini izleyen hü
kümetler döneminde dünya çapında bir kötüye gidişin yanı sıra, 1974 petrol fi
yatları şoku, 5 Şubat 1975 Amerikan am bargosuyla ve Kıbrıs müdahalesinin
ardından gelen Avrupa kaynaklı kısıtlamalarla uğraşm ak zorunda kalmışlardı.
Kuzey Kıbrıs’ın askerî olarak elde tutulmasının getirdiği maliyet ve Kıbrıs Türk
hükümetine verilen yardım lar ekono
miye önemli bir yük getirmekteydi.
Bir gözleri seçimde olduğundan tüm
siyasi partiler, popülist politikalar iz
lem iş, her sektörde kam u parasıyla
sü b v a n siy o n la r d a ğ ıtm ış, böylece
yüksek istihdam oranları ve ekono
mik büyümeyi cesaretlendirmek iste
mişlerdi. Bütçe açıklarını kapatm ak
için borç para alıyorlardı. Sonunda,
E cevit U lu slararası P ara Fo n u ’yla
(IMF) masaya oturm ak ve ekonomiyi
kurtarm ak için IM F’nin sert koşulla
rını kabul etmek zorunda kalmıştı.
A ncak hem IM F hem de TÜ SİA D ,
kemer sıkma programının uygulana
bilmesi için Ecevit’in vermek istedi
ğinden daha fazla ödün istiyorlardı.
Sonunda Ecevit, ihracatı cesaretlen
dirmek amacıyla yurt içinde tüketimi
sınırladı ve tüm bunlar Ekim 1979
Senato seçimlerinde desteğini zayıfla
tarak, Ecevit’i istifaya zorladı. 1979’da ikinci petrol kriz diye adlandırılan olay,
E konom i, A m erikan desteği petrol fiyatlarından yeni artışlara yolaçtı. Ekonomi
sayesinde, İran Devrimi sonrasında duraklayarak enflasyon hızlandı ve ardından
yokluklar başladı. Başta petrol UrUnleri olmak
düzelme belirtileri gösterdi. Demirel Üzere yağ, şeker gibi temel gıda maddeleri
azınlık hükümeti, ekonom ik danış bulunmaz oldu. 70’li yılların sonunda bir tlipgaz
kuyruğu (Yapı Kredi Yayınlan’mn izniyle).
m an olarak atanan T urgut Özal ön
derliğinde IM F’nin program ını uy
guladı. Özal, siyasetin 2 4 O cak 1980’de uygulam aya soktuğu ekonomik ön
lemlere engel olduğunu düşünen bir teknokrattı. Türk lirası yüzde 48,9 ora
nında devalüe edildi ve -petrol ve petrol ürünleri, çimento, şeker, kâğıt, kö
m ür, sigara ve alkollü içkiler dahil- neredeyse tüm ürünlerin fiyatları tüketi
mi azaltm ak am acıyla hızla arttı. Amaç, yurtiçi tüketim yerine ihracata daya
nan yeni bir ekonomi yaratm aktı. Türkiye kapitalist dünyanın ve küreselleş
menin içine açıkça ve hızla atılmıştı.
Ö zal’ın ekonom i programı ise büyük toplumsal ve ekonom ik kargaşa
yaratacak bir dönüşümün başlangıcıydı. Ö zal reçetesinin başarısı için gene
rallerden partilere dayalı politikanın beş yıl süreyle askıya alınmasını istedi.
İşte 12 Eylül 1980 askerî darbesi de ona tam bunu sağladı. Generaller, siya
sal sistem için yeni temeller hazırlam ak üzere T ürk halkını siyaset dışı bıraka
rak uzun vadeli istikrar sağlam ayı planladılar. Geçmişte 1971’in kısıtlam ala
rı yetersiz kalmıştı. Ülke politikacıların köhnemiş tutumlarından bıkmıştı ve
askerlerin yönetime el koym asını kabule hazırdı. Demirel terörizmi durdura
madı, çünkü azınlık hükümetini sağlam a alm ak üzere M H P’ye ihtiyacı vardı
ve İslam cılar da aynı sebeple hoş görülmeliydi. Generaller müdahaleye hazır
dılar ve tarih 11 Temmuz olarak saptandı. Ancak Ecevit’in Demirel hüküme
tini bir gensoruyla devirememesi darbeyi erteletti. Generaller tam da Ecevit’in
yapm ayı beceremediği şeyi yaparm ış gibi görünm ek istemediler. A ncak, ağus
tosta Ecevit ve Erbakan, Dem irel’in (ve generallerin) dış politikasına ilişkin
bir gensoru önergesi verilmesi konusunda anlaştılar ve 5 Eylül’de Dem irel’in
dışişleri bakanı Hayrettin Erkmen istifaya zorlandı. Ertesi gün, K on ya’da dü
zenlenen bir ‘ Kudüs’ü K urtarm a’ mitingi, bu mitingde laik devlete hakaret
edildiği için, generalleri hiddetlendirdi. Dem irel’e karşı başka gensoru öner
geleri de vardı ama 9 ve 10 Eylül’de M eclis’te yeterli çoğunluk sağlan am adı
ğından bunlar işleme konulam adılar. Siyasal hayat felç olm uştu. 12 Eylül
1980’de generaller durum a m üdahale etti ve ülkeyi rahatlatarak iktidara el
koydular.
O k u m a Ö n e r Il e r I
F ero z A h m a d , T h e T u rkish E x p e r im e n t in D e m o c ra c y : 1 9 S 0 - Î 9 7 5 , L o n d o n : H u r st, B o u l
d er, C o lo .: W estview P ress, 1 9 7 7 .
M a r g re t K ru h en h u h l, P o litic a l K id n a p p in g s in T u rk ey , 1 9 7 1 - 1 9 7 2 , San ta M o n ic a , C al.:
R an d, 1977.
Ja n e C o u s in s, T u rk ey : T o rtu re A n d P o litical P ersecu tio n , L o n d r a : Pluto P ress, 1 9 7 3 .
G e o rg e H a r r is, T u rkey : C o p in g w ith C risis, B ou ld er, C o lo .: W estview P ress, 1 9 8 5 .
R o g e r N y e , “ C iv il-M ilitary C o n fr o n ta tio n in T u rk ey : the 1 9 7 3 Presidential E le c tio n ” , In
te r n a tio n a l Jo u r n a l o f M id d le E a s t Stu d ies, say ı 8 , n o .2 , N isa n 1 9 7 7 , s. 2 0 9 - 2 8 .
W illiam H a le , T ü rk iy e 'd e O r d u ve S iy aset: 1 7 8 9 ’d a n G ü n ü m ü z e , çev. A h m et F eth i, İstan
bu l: H il Y ay ın ları, 1 9 9 6 .
YEDİNCİ BÖLÜM
T
ürkiye’de çok az insan iktidarı ele geçiren generallerin niyetlerinden ha
berdardı. Generaller, devlet ile onun vatandaşlarını sosyal bölünme ve
ekonomik çöküşten korum ak, politikacılar ile siyasi partilerin sorum lu olduk
ları anarşi ve şiddetten kurtarmak için m üdahale ettiklerini belirtmişlerdi. Ay
rıca devlet otoritesinin de tarafsız bir şekilde tekrar inşa edileceği sözünü ver
mişlerdi. Bunun için de, başkanlığını dönemin Genelkurmay başkanı Kenan
Evren’in üstlendiği ve kuvvet komutanlarının da katıldığı Milli Güvenlik Kon-
seyi’ni (M GK) kurdular. M G K , hangi yolu seçmeleri gerektiğini bilemeyen Si
lahlı Kuvvetler’in diğer yüksek rütbeli kom utanları için sadece bir cepheydi.
H er zaman olduğu gibi ılımlı ve sertlik yanlısı kom utanlar görevdeydiler üste
lik sertlik yanlıları sıkıyönetimden, kanun ve düzenin yeniden kurulmasından
sorum luydular. Birinci O rdu ve Sıkıyönetim Kom utanı O rgeneral Necdet
Üruğ, kendi alanında isteklerini kabul ettirebilen sertlik yanlısı kom utanlar
dandı. Fakat, bu hizipleşmeler generallerin bağlı bulundukları sıkı hiyerarşi
prensiplerinden dolayı hiçbir zaman toplum a yansımadı. Generallerin hepsi,
A tatürk’ün 1938 yılındaki ölümünden bu yana hâlâ Cumhuriyet ideallerine
sadakat anlamında Kem alizm ’i desteklemeye kararlıydılar. Sertlik yanlısı ge
neraller bu iç tartışmayı kazanırken, M G K de yeni bir anayasa, eskilerin yeri
ne yeni siyasetçiler, hatta seçimlerde yarışacak, ordunun kendi siyasi partisinin
de yer alacağı yeni bir siyasal sistem kurmaya karar verdi. Asıl am açları, 1961
A nayasası’nın getirmiş olduğu liberal rejimi kesinlikle parçalam aktı.
M G K işe anayasayı askıya alıp, Parlam ento’yu feshederek; partileri
kapatıp liderlerini de gözaltına alarak başladı. İşçi sendikalarının faaliyetleri
de tıpkı Barolar ve Tabip O daları benzeri meslek odalarının faaliyetleri gibi
askıya alındı; grevler yasadışı ilan edildi ve grevdeki işçilere işlerine dönm ele
ri emredildi. İşverenler, yapılanları yeni bir ekonom ik yapı oluşturulm a yo
lunda atılan adım lar kabul ederek alkışladılar. Siyasi bağlantıları nedeniyle
kendilerinden şüphelenilen yerel yöneticiler, belediye başkanları ve valiler g ö
revden alınarak yerlerine askerî personel yerleştirildi.
16 Eylül’de, Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren cuntanın, gelecek
askerî müdahaleleri gereksiz kılmak üzere toplum un siyaset dışında tutulm a
sı planını açıkladı. Evren, T ürk toplum yaşamının neredeyse her alanında ra
dikal yenilik sözü verdiyse de dış politikayı ve - o ara 24 Ocak 1980 p rogra
mıyla yeniden yapılandırılma aşam asında o la n - ekonomiyi dikkate alm adı.
Emekli oram iral Bülend Ulusu yönetimindeki yeni kabine 21 Eylül’de açık
landı: Bakanların çoğu bürokrat, profesör, emekli subaylardı ve Demirel dö
neminde ekonomiden sorum lu olan Turgut Özal da kabinede görevini koru
m aktaydı. Ö zal, Dünya Bankası’nda çalışmış ve Batı’daki finans çevreleri ile
Türkiye’deki iş çevrelerince tanınan bir isimdi. Cunta ekonomiyi idare için
ona güveniyordu. Rejim, ayrıca, İran Devrimi ve Sovyetler’in A fganistan’a
m üdahalesi sonrasında W ashington için hayati olarak addedilen Batı yanlısı
bir askerî ve dış politika benimsedi. Ulusu hükümeti, Amerika’nın teşvikiyle,
Y unanistan’ın N A T O ’nun askerî kanadına dönüşü hakkındaki vetosunu kar
şılık beklemeden kaldırdı. Çünkü Yunanistan, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs m ü
dahalesi sonrasında askerî kanattan ayrılmıştı.
Cunta, siyasal hayatın yeniden inşasına öncelik veriyordu. Buna da -
sosyalistler, komünistler aşırılar, sosyal dem okratlar, sendikacılar, örgüt ola
rak DİSK hatta Türk toplumunun en seçkin aydınlarından oluşan Barış Der
neği üyeleri d ah il- ‘sol’un her türünü ezmekle başladı. Cunta kendisi gibi
‘Türk-İslâm sentezi’ ideolojisini benimsediği halde M H P ’yle bağlantılı aşırı
sağı da ezmişti. O an için cuntanın temel görevi ‘terörle mücadele’ idi. Bunu,
binlerce tutuklam a ve gözaltı takip etti; Batı’da rejimin şanına leke süren iş
kence, yaygın ve sistemli bir hal aldı. Fakat cunta, Amerikan desteğine ve
stratejik önemine dayanarak, buna pabuç bırakm adı ve acımasız baskı ve şid
det devam etti.
Kendince bir düzen kuran M G K , Ekim 1 9 8 1 ’de, yeni bir an ay asa ha
zırlam ası am acıyla bir D anışm a Kurulu atadı. Bu sırada, siyasi partileri orta
dan kaldıran ve m alvarlıklarına el koyan bir yasa da kabul edildi. K asım da,
Y ü k se k Ö ğ retim K a n u n u ’ yla
(Y Ö K ) eğitim, ‘milliyetçi-muha-
fazak âr’ ellere teslim edildi ve li
beral öğretim üyeleri 1402 sayılı
y a say la üniversitelerden atıldı.
O cak 1 9 8 2 ’de, M G K , a n ay asa
taslağında değişiklik yaparak bu
nu referandum la halka sun duk
tan sonra siyasal hayatın yeniden
başlangıcı için takvim i açıkladı.
H a lk a n ay asa y ı k a b u l edecek
olursa, seçimler yeni siyasi parti 12 EylOl 1980 darbesi özellikle 1961 Anayasası’nın
getirmiş olduğu nisbi özgürlük ortamına doğrudan
ler ve seçim yasaları çerçevesinde yönelmiş bir hareketti. Cuntanın lideri Orgeneral
1983 sonlarında yapılabilecekti. Kenan Evren ise özgürlük karşıta, sığ ve yüzeysel
bilgisiyle öne çıkarken; askerî yöntemlerin topluma
Evren’in a çık lam ası so n
da uygulanabileceğini sanıyordu. Bunun toplumda
rasın da kam uoyunda bir tartış yarattığı zararlar ise çok büyük oldu.
m a yaşandı ve aydınlar norm al
siyasal yaşam a dönüşü beklemeye başladılar. Bu eğilimle telaşlanan general
ler, 12 Şubat 1982’de yayım lanan bir yasayla eski politikacıların kam uoyuna
yönelik siyasi tartışm alara girmelerini yasakladılar. Bunu tutuklam alar takip
etti ve eski başbakanlardan Bülent Ecevit yargılanarak hapsedildi. Bu durum,
ülkenin hâlâ sıkıyönetimde olduğuna dair açık bir uyarıydı.
17 Tem m uz’da açıklanan anayasa taslağında bütün güçler devlet baş
kanlığı m akam ında toplanm ıştı. Devlet başkanı parlam entonun tıkandığını
düşündüğünde parlam entoyu feshedip genel seçim kararı alabilir, ülkeyi ka
rarnamelerle yönetebilir ve fiilen Anayasa M ahkem esi üyelerinin tümünü ata
yabilirdi. Bir başkanlık konseyi, yani yeni bir kimlik altında gizlenmiş M G K ,
devlet başkanına danışm anlık yapacaktı. D iğer hükümlerle de basın özgürlü
ğü ve sendikalar dizginlenmiş olacaktı. Bu, aslında ‘özgürlüksüz dem okrasi’
anlam ına geliyordu. A nayasa taslağının siyasi hükümleri, kam uoyundaki tar
tışm alar sonrasında daha da sıkılaştırıldı. 19 Ekim ’de cunta, yasa ve anayasa
değişikliklerini veto etme yetkisi vererek devlet başkanının gücünü artırdı.
D ah a sonraları bu referandum a sunuldu. Bunların yanında, cum hurbaşkanı
na, askerî hâkim ve yüksek dereceli memurları seçme, genelkurmay başkanı-
nı atam a (kendi atadığı başbakanla istişare sonucunda) ve M G K ’yi toplam a
ve buna başkanlık etme yetkileri de tanındı. Yeni anayasa 7 K asım ’da halk ta
rafından onaylanacak olursa, Orgeneral Evren otom atik olarak yedi yıllığına
cum hurbaşkanı, M G K ’deki diğer dört general de danışm anları olacaklardı.
Son olarak , yeni anayasa, cum hurbaşkanı tarafından im zalanacak emir ve
kararnam elere karşı herhangi bir yasal hareketi hüküm süz hale getiriyordu.
Yeni kanunlar 1980 Parlam entosu’nun tüm üyelerini beş yıllığına, siyasi p ar
ti liderlerini de on yıllığına her türlü siyasi faaliyetten uzaklaştıracaktı ve ye
ni siyasi partilerin kurulmasına, çoğu üyeleri eski partilerden geliyorsa izin
verilmeyecekti. Amaç, yeni ve ‘temiz’ politikacıları sisteme kazandırm aktı,
ancak bunun gerçekleşmesi oldukça zor hatta im kânsızdı.
A nayasa taslağı eleştirilere m aruz kalınca cunta taslak hakkındaki her
türlü tartışm ayı yasakladı, Evren’e taslak lehine propaganda yapm a yetkisi
verildi. Seçmenler, sivil düzene dönüşün tek yolunun benimsemedikleri bir
anayasaya ‘evet’ oyu vermek olduğunu anladılar. Bu yüzden anayasaya ezici
bir oranla -yüzde 91,37 geçerli o y la- lehte oy verildi. Generaller bunu yine de
rejime güven oyu olarak algıladılar. Böylece, toplum tarafından en az -tak lit
etmeye çok uğraştığı- Atatürk kadar benimsendiğine inanan Kenan Evren 9
Kasım 1982’de Türkiye’nin yedinci cum hurbaşkanı oldu.
1983 G E N E L SE Ç İM LER İ
Generallerin açık desteğine rağmen -kim bilir belki de bu destek yüzünden-
Sunalp kaybetti ve Ö zal 6 Kasım seçimlerinden galip çıktı. Ö zal’ın Anavatan
Partisi (ANAP) oyların yüzde 4 5 ,1 4 ’ünü alırken C alp ’ın Halkçı Partisi oyla
rın yüzde 3 0 ,4 6 ’sım topladı, Sunalp’ın M illiyetçi D em okrasi Partisi yüzde
2 3 ,2 7 ’lik bir yüzdeyle üçüncü oldu. Oy kullanm ayanlara uygulanan 10.000
T L (yaklaşık 25 ABD doları) civarında bir ceza sayesinde yüzde 9 2 ,3 0 ’luk re
kor bir katılım gerçekleşti. Yine de, bu zafer Ö zal’ın konum una m eşruluk ka
zandırm adı; çünkü iki gerçek partinin -S O D E P ve Büyük Türkiye Partisi’nin-
seçimlere katılm asına izin verilmemişti. Bu nedenle, ertesi yıl yapılacak olan
yerel seçimler A N A P’ın kendini ispat etmesi için uygun bir zemindi. Özal,
SO D EP ile Büyük Türkiye Partisi yerine kurulan Doğru Yol Partisi’ni çok cid
diye aldı ve bu partiyi kazanm ak için kayırmacılık avantajlarını kullandı. K a
yırmacılık, kurulu sistemin sim gesi olmuştu. Özellikle, fon sistemi, yasam aya
karşı yürütmeyi güçlendirmek için oluşturulm uştu. Bu ‘fon’ lar, ne M eclis’in
ne de M aliye Bakanlığı’nın kontrolünde olan bütçe dışı değerli birer finans
kaynağı idiler.
Ö zal yerel seçimleri kazandı am a oy oram yüzde 4 5 ’ten yüzde 4 1 ’e ge
riledi. M illiyetçi Dem okrasi Partisi ile Halkçı Parti’nin oyları sonlarını işaret
eder şekilde yüzde 10’a düştü. M erkez-sol SO D EP ile merkez-sağ DYP, Mec-
lis’e girem em elerine rağm en m uhalefeti o lu ştu rd u lar. Bu durum , ancak
1987’de yapılacak olan genel seçimlerde düzeltilebilecekti. Bu sırada, Ö zal,
mecliste ciddi bir rakibi olm adan yönetmeye devam ediyordu. Özal kendi hü
kümetinin ideolojiye dayanm ayan bir birlik olm asıyla övünen bir faydacıydı.
ANAP, parçalanm ış partilerin hiçbirinin devamı olm am asının yanı sıra tüm
bu partilerdeki iyi unsur ve fikirleri biraraya getirebilm iş bir partiydi. Adalet
Partisi kadar m uhafazakâr, gelenekselciler kadar İslâmcı, neo-faşistler kadar
milliyetçi, sosyal adalete olan inancından dolayı da C H P kadar ortanın soluy
du. A slında ANAP m uhafazakâr, demokratik olm ayan, serbest piyasaya ve
küresel değerlere bağlı bir partiydi. Partinin liderliğini ve politikalarını sorgu
layan liberaller ise partiden ayrılm ak zorunda bırakılmışlardı.
Turgut Özal, kanun ve düzeni generallere bırakarak ekonomiye od ak
landı. Generallerden beş yıllık bir ‘sosyal barış’ dönemi -protesto ve grevlerin
olmayacağı bir dönem - yaratmalarını istedi. Sosyal demokratlar ise SO D EP ve
yeni kurulan Demokratik Sol Parti (DSP) olm ak üzere ikiye bölünmüşlerdi.
A N A P’a rak ip olarak sadece D oğru Yol Partisi kalm ıştı. A N A P, T urgut
Ö zal’ın kardeşleri Korkut ve Y usuf’un, eşi Semra’nın da aktif katılımlarıyla bir
tür aile kurumuna dönüşmüştü. Türkiye’de oluşturmak istedikleri sistem için,
Amerika’da ‘Reagan devrimi’ni yaşam ış genç parlak kişileri partiye aldılar.
T ıpkı A m erika’daki m uhafazakârların ‘sessiz çoğunluğun sesi’ olm ala
rı gibi, Ö zal da ‘ortadirek’in sesi olduğunu iddia etti. Ekonomik ve sosyal sı
nırların kaldırılarak Türkiye için daha parlak ve zengin bir gelecek oluşturu
lacağına dair verilen sözler toplum un hayal gücüne hitap ediyordu. ‘İş yapan’
hükümeti sayesinde Türkiye’nin çığır açan, büyük güç haline gelecek olan bir
ülke olacağını vaat etti. Ancak yasaklı parti liderleri Ö zal’a meydan ok um ak
ta gecikmedi. Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi, Necmettin E rb ak an ’ın
Refah Partisi, A lparslan T ü rk e ş’in Milliyetçi Ç alışm a Partisi. Öte yandan
Halkçı Parti ve SODEP de birleşmiş, solun ana partisi olarak Sosyaldem okrat
Halkçı Parti’yi (SHP) oluşturm uşlardı. Dokuz partiden oluşan sağ her zam an
kinden daha fazla bölünm üş durum daydı. Sağın başlıca partileri, şimdilik,
A navatan ve Doğru Y ol partileriydi.
E K O N O M İK SO R U N L A R Ö N E ÇIK IY O R
T ürkiye’nin ekonom ik gelişim i 1 9 5 0 ’lerden beri birkaç radikal aşam adan
geçmiştir. Ülke 1950’lerde yaşanan bir on yıllık plansız ekonomi sonrasında
ithal ikameci sanayileşme modelini 1960’lar ve 1 9 7 0 ’lerde başarıyla uygula
mış ve ürettiği m allar için bir iç pazar yaratabilm işti, ancak bu m allar dünya
piyasalarında rekabet edemediği için ihracat olanağı bulam adı. Rekabet ede
bilmek için sendikaların disipline sokulm ası ve işçi ücretlerinin düşürülm esi
gerekiyordu. Tüm bunların parlam enter siyaset ve 1970’lerin koalisyon hü
kümetleriyle yapılması olanaksızdı. Dolayısıyla, 1 9 8 0 ’lerin askerî rejim leri
nin temel görevlerinden biri parlam enter siyaseti sonlandırm ak iken bir diğe
ri de ‘uluslararası piyasa güçleri’ ve küreselleşme etkisinde bir ekonom ik ge
lişme temeli oluşturmaktı. Türkiye daha üretken olm ak ve rekabet edebilmek
üzere işçilerine daha düşük ücretler ödemek zorundaydı.
Hüküm ete küresel piyasaya girebilmek için birtakım hayati değişiklik
lere gitmesi önerildi. Bunların arasında devletin, ülkenin altyapısını hazırla
mak, yollarını, iletişimini ve enerji gereksinimlerini karşılam ak üzere barajla
rını kurm ak am acıyla 1930’lardan beri hayati bir rol oynadığı üretimden çe
kilmesi vardı. Başka gereklilikler kam u iktisadi kuruluşlarının özelleştirilme
sini, özel sektörün ve yabancı yatırımcıların üretim sürecinde başrol oyn am a
sını içermekteydi. Devletin aynı zam anda, korunan sanayi dallarından koru
mayı kaldırm ası lazımdı, çünkü devletçilik karşıtlarına göre bu dallar zayıf ve
verimsizdi, tüketicilere kalitesiz ve pahalı ürünler sunm aktaydılar. O ysa kali
teli m allar ihraç edilebilir ve böylece ülkeye, çok ihtiyaç duyulan döviz kazan
dırılabilirdi.
Bu politikaların sonuçlarından biri, her zam an dengesiz olagelen gelir
dağılımının daha da bozularak zenginleri daha zengin ederken, orta ve alt sı
nıfları iyice zayıflatması olm uştu. Dünya Bankası’na göre, Türkiye en kötü
gelir dağılım ına sahip yedi ülkeden biriydi. Türk iktisatçılarına göre, 1980-
1986 yılları arasında ücretlerden özel sektöre 30 trilyon lira transfer edilm iş
ti. DPT, on yıl içerisinde Türkiye G S M H ’si içinde ücretlerin oranının 19 7 7 ’de
yüzde 3 6 ’dan 1 9 8 7 ’de yüzde 1 8 ’e gerilediğini hesapladı.
Halkın çoğunluğunun acı hissetmesine (bir sosyal güvenlik ağı olm adı
ğından) karşın 1 9 8 0 ’lerin ekonom i politikaları dikkate değer sonuçlar doğu r
du. Enflasyon düştü, döviz ve yabancı mallar bulunm aya başladı. K aram sar
geçen 1970’lerin sonlarından sonra, ülkedeki hava ferah ve iyimserdi. Basın
bir ‘ihracat m ucizesi’nden bahsediyordu, çünkü 1 9 7 9 ’da 2,3 m ilyar dolar
olan ihracat rakam ları, 1 9 8 8 ’de 11,7 milyar dolara yükselmişti. Bu ‘muci-
ze’nin bir sebebi, savaşan taraflardan her ikisinin de T ürk mallarına ilgi gös
terdiği 1980-1988 tran-Irak S av aşı’ydı ve bir süre için Türkiye’nin O rtad o
ğu’ya olan ihracatı ana pazarı olan Avrupa’ya ihracatını geçmişti. Ekonom i
de yozlaşm a, bu yıllarda, devletten teşvik alabilm ek için firmaların ‘hayalî ih-
racat’a girişmeleri çerçevesinde, salgın hale getirmişti.
İhracat teşvikleri, A n ad olu’daki küçük işletmelerin zararın a T ürki
ye’nin batısındaki büyük holdinglerin işine yarıyordu, oysa bu küçük işletme
ler arasında birleşmeler başlam ış ve İstanbul ile M arm ara bölgesinin büyük
kapitalist iştirakleriyle rekabet edebilecek holdingler ortaya çıkartm ıştı. Bu
işletmeler ‘Anadolu kaplanları’ olarak biliniyor ve bunlar TÜ SİA D gibi ku-
rum lara m uhalif olan E rb ak an ’ın Refah Partisi’ni destekliyorlardı. Anadolu
K aplanları, M üstakil Sanayici ve İşadam ları Derneği’ni (M ÜSİAD) kurdular:
kısaltm adaki ‘M ’nin aslında ‘M üslüm an’ kelimesi için kullanıldığı bilinmek
teydi; ‘M üstakil’ laikleri kandırm ak amacıyla oradaydı. Bu arada, K oç ve Sa
bancı gibi holdingler de büyüyerek, Türkiye’nin kendinin yatırım a ihtiyacı
varken Balkanlar, R usya ve Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında Orta
Asya Türk cumhuriyetlerine yatırım yaparak, ‘küresel etki’ diye adlandırılan
konum a erişmişlerdi. 1992 yazında, Cum hurbaşkanı Özal, Karadeniz devlet
leri arasında işbirliğini sağlam ak üzere bir konferans düzenledi. Bu aslında,
Türkiye Ö zal’ın istediği türden bir rolü oynam aya yetecek kaynaklara sahip
olm asa da iyi bir fikirdi. Bu, ‘ekonomik Darvvincilik’ zamanıydı -en sağlam
olan ayakta kalabilirdi; küçük veya zayıf olanlar ya ortadan kalkıyor ya da
şirket birleşmeleri aracılığıyla yutuluyorlardı.
Türkiye, İran’daki devrim (1978-1979) ve Sovyetler’in A fganistan’ı iş
gali (1978) sonrasında ‘İkinci Soğuk Sav aş’ta stratejik bir değer halini alm ış
tı. 1 9 8 1 ’de Yunanistan’da Andreas Papandreu’nun sosyalist partisinin muha
fazakârların neredeyse elli yıl süren iktidarını sonlandırarak seçimleri kazan
m ası, Türkiye’nin Amerikan politika belirleyicileri gözündeki değerini artırdı.
Ö zal, kendi politikalarının Türkiye’ye -kendi sözleriyle- ‘köşeyi döndürdü
ğünü’, ‘çağ atlattığını’ ve Türkiye’nin ‘Batı A sya’nın Jap on ya’sı’ olm a yolun
da ilerlediğini belirtti. Ancak tüm bunlar bir aldatm acaydı, çünkü sanayi ya
tırımları aslında hizmet sektörüne oranla azalm ıştı ve bu da -en iyi tabirle de
ğişken bir endüstri o lan - turizmi temel bir döviz kaynağı yapm ıştı. Zenginle-
şenler girişimciler değil rantiye sınıfıydı. Sözde ekonomik mucize servis bede
li hükümet için bir kâbusa dönüşm üş olan devasa bir dış borç tarafından kar
şılanmıştı. Öte yandan Türkiye’nin borçlarını 19 9 5 ’e kadar ödem esi düşünü
lüyordu am a sonuçta bunu da yapam adı. 2 0 0 2 ’de bile bunları ödeyememişti.
A nkara Ticaret O dası, bir araştırm asında son yirmi yıl içinde ülkenin faiz
olarak ülkenin ekonomik geleceğini tehdit edecek kadar büyük rakam lar öde
diğini hesapladı.
T Ü R K İY E ’N İN D EĞ İŞEN SO SY O -E K O N O M İK G Ö R Ü N Ü M Ü
Bununla birlikte yine de, Türkiye’nin toplumu ve ekonom isi Özal döneminde
dönüşüme uğradı. Türkiye, hükümetten isteklerde bulunup bu isteklerin ger
çekleştirilmesini sağlayacak kentli nüfusun onda birine hizmet veren bir tüke
tim toplum u oldu. Her ne k ad ar medya -özellikle de televizyon- reklam ları
tüketim m allarını en fakirlere k ad ar getirse de, yeni zenginler için her şey
mevcuttu! O tom obiller -özellikle de ithal otom obiller- birer statü sim gesi ol
du; tıpkı sanat eserleri, antikalar ve eski kitapların oldukları gibi. Yine de,
durm adan artan pahalılık yüzünden nüfusun ücret ve m aaşla geçinen büyük
çoğunluğu zar zor geçinmeyi başarıyordu. İşe girme ölçütleri de değişiyordu:
Üniversite mezunları artık düşük m aaşlarla devlet kurum larında çalışm ak de
ğil, m aaşların yüksek olduğu ve gelecekten umut vaat eden özel sektörde,
özellikle de yabancı firm alarda çalışm ak istiyorlardı. Üniversiteler bu yeni
müşteri kitlesine hizmet edip özel sektörün aralıksız olarak ihtiyaç duyduğu
şirket müdürleri yetiştirmek üzere özelleştirildi. Bu sınıf için geçerli dil İngiliz
ce’ydi ve T ürk basınında bu işler için verilen ilanlar bile -çoğunluğun bilm e
diği- İngilizce olarak veriliyordu.
Turgut Ö zal, yorucu geçen O rtaasya Türk cumhuriyetleri turu dönü
şünde, 17 N isan 1993’te öldü. 16 M ayıs’ta M eclis tarafından seçilen Süley
man Demirel, Ö zal’ın yerine cum hurbaşkanı oldu. Demirel, eğer D oğru Yol
Partisi yönetimini partiye tanıttığı T ansu Çiller’e verirse parti üzerindeki kon
trolünü sürdüreceğini düşünm üştü. Parti başkanlığı için Çiller ilk akla gelen
seçim değildi, çünkü partiye yeni katılm ış ve görece gençti, üstelik ortada d a
ha eski ve liderlikte daha iddialı birçok kişi vardı. A ncak, Çiller genç, kadın,
çekici, rakiplerine karşı daha iyi eğitimli olma avantajlarına sahipti. Sadece
bir iktisatçı değildi, aynı zam anda İngilizce ve A lm anca’yı akıcı konuşuyordu.
Kozm opolit bir görüntüsü vardı ve Batı’yı iyi tanıyordu. Dünya çapında seç
menler genç, dinam ik liderleri tercih eder gibiydiler ve Türkiye de buna bir is
tisna oluşturm uyordu. Genç bir M esut Yılmaz A N A P’ı Ö zal’dan devralmıştı
ve İnönü’nün SH P’si de, İnönü Eylül 1993’te İnönü’nün yerine daha genç bir
lideri, M urat K arayalçın’ı seçmişti. Bir kadını DYP’nin başına seçmek ve böy-
lece gelecek seçimlerde partinin durumunu iyileştirmek siyaseten de anlam lıy
dı. Rakiplerinin niteliklerine karşı koyabilecekti; özellikle de seçmenlerin ya
rısını oluşturan kadınlar arasında. İş dünyasının Ç iller’e verdiği açık destek
de yadsınam azdı. Üstelik, Çiller’in muhtemel başarısı, ilham için geçmişe b a
karmış gibi duran İslâm dünyası içinde ileriye bakan bir M üslüm an ülke ola
rak Türkiye’nin Batı’daki imajını da güçlendirecekti.
Çiller, kamuoyu gündemine 1980’lerin sonlarında Turgut Ö zal’ın eko
nomi politikalarını eleştirerek girdi. İş âleminde elde ettiği destek onun Süley
man D em irel’in çevresine iktisadi konularda bir danışm an olarak girmesini
sağladı. Siyasete girmeden önce Am erika’da N ew Ham pshire ve Connecticut
üniversitelerinden aldığı derecelerle İstan bul’da Boğaziçi Ü niversitesi’nde
ekonomi dersi vermekteydi. Böylece, parti kongresinde erkek rakiplerini alt
etti, partinin lideri ve Türkiye’nin ilk kadın başbakanı oldu.
Çiller’in SH P’yle kurduğu koalisyon hükümetine 25 H aziran 1993’te
güvenoyu verildi ve Çiller ülkenin kaderini ellerine aldı. K oalisyondaki küçük
ortak olarak SHP, sağcı bir liderin siyasetini desteklediğinden sosyal dem ok
ratların ülkedeki imajı sarsılm aya başladı. Sosyal dem okratların program ı,
sisteme meydan okum aya yetmeyecek kadar çekingen am a ülkenin iş dünya
sının tutucularınca kabul edilemeyecek kadar da gözü pekti. Hızlı bir büyü
me üzerine kurulu program 1 9 9 0 ’ların ekonom ik kriziyle başa çıkm aktan
âcizdi. Dolayısıyla Çiller’in programının karşısında hiçbir engel yoktu. B aşa
rısı, Türkiye’nin ekonomi, A vrupa Birliği’ne girm ek ve Kürt sorununun son-
landırılması gibi birçok sorununa yanıt bulm asına bağlıydı. Türkiye, Kürdis-
tan İşçi Partisi’nin (PKK) isyan başlattığı A ğustos 1 9 8 4 ’ten beri sıkıntılı gün
ler yaşıyordu. Bu savaş yılda yaklaşık 7 m ilyar dolara patlıyordu. M uh afa
zakârlar savaşa bir çözüm bulam azlarsa, İslâm cılar kenarda onlara meydan
okum ak üzere bekliyorlardı.
K Ü R T SO RU N U
Bugünkü şekliyle Kürt sorunu, 1960’larda D oğu halkının daha geniş kültürel
özgürlük isteyip devletin asim ilasyon politikasını sorgulam aya başladığı yıl
larda ortaya çıktı. Kürtlerin istekleri, A nkara’nın özellikle çok partili siyaset
döneminde göz ardı ettiği, bölgenin geri kalm ışlığı üzerinde odaklanıyordu.
D em okrat Parti tarafından desteklenen serbest piyasa ekonomisi büyük to p
rak ağalarına, aşiret reislerine ve varlıklı köylülere yaramıştı. Köylülerin ken
di topraklarını ekmeyi başaram adığı ve bundan ötürü buraları satıp, ıfgat ol
dukları bu dönemde, topraksızlık daha da arttı. İsyanın başladığı 1984 yılın
da yapılan bir araştırm a, D iyarbakır’daki köylü ailelerinden yüzde 4 5 ’inin ve
U rfa’dakilerin yüzde 4 7 ’sinin toprağı olm adığını gösteriyordu. Özel sektör
deki sınaî üretimi dünya piyasalarına mal yollanacak lim anlara yakın olan
Batı A nadolu’da yoğunlaşm ıştı. Sonuçta, D oğu ve Güneydoğu’da yüksek de
recede işsizlik vardı ve insanlar -K ürtler ve T ürkler- genelde ‘feodal’ olarak
tanım lanan koşullarda yaşıyorlardı.
1 9 6 0 ’larda Kürt aydınları, Türkiye İşçi Partisi ve ortanın solundaki
Cumhuriyet H alk Partisi aracılığıyla çabalarını sürdürürlerse mücadelelerin
de başarılı olacaklarını düşündüler. Ancak, Türk siyasal eliti, özellikle de a s
kerî kesim, ordunun devlete karşı her türlü başkaldırıyı bastıracağını ve bu
nun ‘ayrılıkçılık’ ve bölücülük olduğunu düşünerek bir siyasal çözümü des
teklemeyi reddettiler. 1920’deki ölü doğan Sevr A n tlaşm asın dan beri Türk-
ler, hep Sevr kompleksiyle yaşıyorlardı. Bu siyasal elit, Batı dünyasının milli
yetçiler karşısında yenildiğini hiç unutmadı. Bunlara göre Batılılar, 1 9 2 0 ’de
uygulatam adıkları koşullan şim di bir Kürt devleti kurdurm a ve Ermenilere
toprak talebi şeklinde sürekli dayatıyorlardı.
Başlangıçta, yönetimde söz sahibi olanlar Kürt başkaldırısını askerî yön
temlerle çözülebilecek önemsiz bir iç sorun olarak gördüler. 1980’lerde ise ge
neraller daha sert bir tutum aldılar ve 1983’te Türkçe dışında herhangi bir baş
ka dilin kullanımını yasaklayan bir yasa çıkardılar. Bu yasa, yalnızca çocukları
na Kürtçe isim vermeleri engellenen Kürtler’e uygulandı ve Kürtler genelde Do-
ğu’da güvenlik güçlerinin baskısına maruz kaldılar. Özal bu sorunla siyasi ola
rak ilgilenmeyi denedi ama ilerleme sağlayamadı: Dille ilgili yasayı yürürlükten
kaldırdı; hatta kendinin ‘yarı K ürt’ olduğunu iddia edecek kadar ileri gitti am a
yine de bir sonuç alamadı. Durumla alay edercesine, M eclis’te özellikle SH P’li-
ler arasında birçok Kürt milletvekili vardı ki, bunlar kurdukları Kürt partisi ge
nel seçimlere kanlamayınca M eclis’e girmek için SHP’ye katılmışlardı.
1991’deki Körfez Savaşı ve Saddam H üseyin’in yenilgisi sonrasında
durum çok değişti. Kuzey Irak özerkleştirildi, Iraklı Kürtler’e bölgenin kon
trolü verildi ve bunlar Batılı güçler tarafından korunm aya başlandı. PKK K u
zey Irak’tan modern silahlar edindi ve gerilla kuvvetleri yerine düzenli bir o r
du gibi davranm aya başladı. PKK militanları, yaptıkları bir eylem sonrasında
Iraklı Kürtler’in kontrolündeki bölgeye çekilebiliyor, bu da Türk ordusunu
PKK üslerini yok etmek am acıyla düzenli şekilde Irak topraklarına girmeye
zorluyordu. Ayrıca PKK, A n kara’yı sıkıştırmak am acıyla Kürtler’i kullanan
İran, Suriye ve Y u n an istan gibi kom şu devletlerce de desteklen iyordu.
1980’lerde PKK M arksist bir örgüt olduğunu iddia ederken, Sovyetler Birli-
ği’nin çöküşü sonrasında İslâm î jargon kullanmaya başladı. Sorun, aynı z a
manda uluslararası boyuta taşındı ve yabancı sivil toplum kuruluşları m üca
deleyi izlemeye ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Kürt halkının insan haklarını ih
lâl etmekle suçlam aya başladılar.
Siyasetçiler mücadeleyi yum uşatm aya çalışırlarken, ordu ve aşırı sağ
gerilim i tırm an d ırdı. 1 9 9 2 ’de B a şb a k a n D em irel, hüküm etlerin genelde
inkâr etmeyi seçtiği ‘Kürt gerçeği’ni tanıdıklarını açıklayacak k adar ileri git
ti. Aralık 19 9 4 ’te Türkiye’nin W ashington büyükelçisi W ashington P o st’tâ
ki bir başyazıyı yanıtlarken, K ürtler’in Türkiye’de var olan yirmi altı etnik
topluluktan sadece biri olduğunu belirtti. Bunlar azınlık değil, ülkenin ortak
sahipleriydi. ‘Türkiye’deki etnik farklılık Birleşik Devletler’dekine benze
m ektedir.’ Bu açıklam a, T ürkiye’de resmî erkânın bir bölüm ünün, aşırı sağın
dışlam acı milliyetçiliğini bırakarak içselleştirici bir m illiyetçilik/vatansever
lik anlayışına yöneldiğini düşündürtüyordu. İki hafta sonra basın, B aşbakan
Tansu Ç iller’in A tatürk’ün ünlü özdeyişi ‘N e m utlu T ü rk’üm diyene’nin ‘N e
mutlu Türkiye vatandaşıyım diyene’ şekline dönüştürülm esini önerdiğini ya
zıyordu.
Ancak bu tür fikirlerin, askerî harekâta ve ekonomik yıkım a; her yıl
binlerce can kaybına sebep olan ve 1992 sonrası artan doğudaki çatışm aya
etkisi yoktu. Öyle görünüyordu ki bu çatışm anın sürmesinden kazançlı olan
lar vardı ve savaştan çıkarı olan bu güçler çatışm anın bitmesini istem iyorlar
dı. O rdu, bölgede çeyrek milyon asker görevlendirdiği gibi, Kürt aşiretlerin
den PK K ’yla mücadele için silahlandırılan ve böylece hem para hem de ‘iş’ sa
hibi olan korucuları da harekete geçirmişti. PK K ’nın yerel destek bulam aya
rak ‘sudan çıkmış balığa’ dönm esi için köyler boşaltılıp yıkılmıştı. Böylesi
köylerden yaklaşık iki milyon göçmen A nadolu şehirlerine yerleşti. D aha
şanslı olanlar, PKK adına bir lobi oluşturdukları ve onun adına ajitasyon yap
tıkları Batı A vrupa’ya kaçtılar.
M art 1993’te PKK lideri Abdullah Ö calan tarafından ilan edilen tek
taraflı ateşkes, operasyonları yoğunlaştırarak artık isyanın kökünü kazıyabi-
leceklerini düşünen generaller tarafından bir zayıflık işareti olarak algılandı.
Bunun üzerine Kuzey Irak’a O cak 1994 ve M art 1 9 9 5 ’te harekât düzenledi
ler am a sonuca ulaşam adılar. İsyan, bir yandan her yıl binlerce can alm aya
devam ederken, bir yandan da Türkiye’yi Batı’dan soyutluyordu. Ilımlı Kürt
siyasetçilerin siyasi partiler kurarak, seçimlere katılarak ve M eclis’te dertleri
ni an latarak siyasal sürecin bir parçası olm alarına da izin verilmedi. Halkın
Emek Partisi (HEP) Tem m uz 1 9 9 3 ’te, tıpkı sonraki benzerleri gibi, A nayasa
M ahkem esi tarafından kapatıldı. Sonuçta M ayıs 19 9 4 ’te H A D EP (Halkın
Dem okrasi Partisi) bunun yerine geçti. Bu partilere mensup milletvekilleri
‘bölücü faaliyetler’ yaptıkları gerekçesiyle siyasal çözüme kapılar kapatılarak
hapsedildi. 19 9 0 ’lar boyunca Kürtler’e Avrupa desteği artarak devam eder
ken yarım milyon civarında evsiz barksız kalm ış Kürt de A vrupa’ya yayıldı.
1998 H aziranı’nda D ortm und’daki bir Kürt mitingine, bir eski D anim arka
başbakanı, bir eski Yunan bakan ve Yeşiller Partisi katıldı. Sonuçta, PKK a s
kerî açıdan yıprandıkça diplom atik açıdan güç kazandı.
A nkara, 1 9 9 8 ’in ekim ayında Suriye hükümetini, Abdullah Ö calan ’ı
ve PK K ’yı Suriye’den sın ırdışı etm eye zo rlad ı, son u n d a Ö ca lan ’ ı Şu b at
1 9 9 9 ’da K en ya N a iro b i’de y a k a lad ı. Ö calan y argılan d ı ve 29 H az iran
1999’da idam a mahkûm edildi. Ceza uygulanm adı, çünkü Ankara kararın
Avrupa İnsan Hakları M ahkem esi tarafından değerlendirilmesini bekledi. O
zam ana k adar Avrupa Birliği (AB) Kürt davasına sahip çıkmıştı ve A n ka
ra’dan, Türkiye A B’ye üyelik konuşm aları için değerlendirilmeden önce idam
cezasının kaldırılm asında, K ürtler’e Kürtçe eğitim ve iletişim hakkı tanınm a
sında ısrar etti. 2002 yılında bu iki konu koalisyon hükümetinde ayrılık ya
rattı ve koalisyonun geleceğini tehdit etti.
PK K ’ya karşı savaş, Türkiye’de ‘derin devlet’ olarak bilinen devlet un
surları ile yasadışı unsurlar -v eya ‘m afya’- arasındaki gayriresmî ittifakı da
ortaya çıkardı. Bu, çoğu zam an basında üstü kapalı olarak söz edilen bir iliş
ki olsa da, ‘Susurluk O layı’ olarak bilinen, Kasım 1 9 9 6 ’daki bir trafik kaza
sıyla açığa çıktı. Tem m uzda bir gazeteci, bir röportajda devletin bir çete ol
mayı bırakıp, hukukun üstünlüğünü kabul etmesini istediğini söylemişti. Bir
Mercedes Balıkesir-İstanbul yolunda bir kam yona çarpıp dört yolcusundan
üçü öldüğü zam an, bu gazeteci haklı çıktı. Ölenler, 1 9 7 0 ’lerde solcuların k at
ledilmesi olaylarına karışmış bir neo-faşist militan ve artık devletle çalışan bir
suçlu olan Abdullah Çatlı, kız arkadaşı, İstanbul emniyet müdür yardım cısı
ve devlet güvenliği meseleleriyle uğraşan Hüseyin K ocad ağ’dı. Yaralı olarak
kurtulan kişi, PK K ’ya karşı koruculuk hareketinde yer alan bir Kürt aşiret re
isi ve T ansu Çiller’in DYP’sinin üyesi ve aynı zam anda Urfa milletvekili Sedat
Bucak’tı. Devlet görevlileri, suçlular ve neofaşistler arasındaki gizli anlaşm a,
ordunun solu ezmek amacıyla bir ittifaka giriştiği 1 9 7 0 ’lerde başlam ıştı. Bu
tür bir dayanışm a, 1980 darbesinden sonra gereksiz hale gelmişti am a suçlu
ların ‘hayalî ihracat’ ve kaçakçılıktan elde ettikleri paralarla devlete sızarak
görevlileri satın almaları Özal döneminde yeniden canlandı. Bu işbirliği, daha
sonra PK K ’ya ve diğer ‘devlet düşm anları’na karşı kullanıldı ve bu yüzden de
işledikleri suçlar cezasız kaldı.
Olay ülkede büyük infial yarattı ve Türkiye siyasetinde bir diğer d ö
nüm noktası olarak görüldü. A ncak, yıllar içerisinde olaya çok fazla bü rok
rat ve politikacı karışmış olduğundan, ciddi bir sonuç elde edilemedi. Bunun
la birlikte, kam uoyu tüm açıklam alara karşın süregiden, devlet ile suçlular
arasındaki suç ortaklığından artık haberdardı. T ürkiye’nin önünde halledil
mesi gereken daha önemli sorunlar var gibiydi ve bunların belki de en önem
lisi A B’yle ilişkilerdi.
T Ü R K İY E VE A ET
Türkiye, W ashington’ın önderlik ettiği Batı dünyasına İkinci D ünya Sava-
şı’ndan sonra katıldı. Trum an Doktrini, M arshall Planı ve N A T O bu ilişkiyi
güçlendirerek, Türkiye’nin Batı güvenlik düzenlemelerindeki yerini garantile
di. A vrupa Ekonomik T opluluğu’nun (AET) şekillendiği 1950’lerde, Ankara,
Y u n an istan ’ı takip edip ekon om ik sistem in bir p arçası olm ak am acıyla
A E T ’ye katılm ak üzere başvurdu. 1964’teki Kıbrıs olayları sırasındaki ‘Jo h n
son m ektubu’ sonrasında, Türkiye ABD bağlantısından soğuyarak ve kendi
ni daha fazla Avrupa’nın bir parçası olarak görmeye başladı; A vrupa, artık
Türk m alları için önemli bir pazar ve yatırım m alları için bir tedarik merkezi
ne dönüşm üştü. Yaklaşık olarak üç milyon kişi veya başka bir ifadeyle T ür
kiye nüfusunun yaklaşık yüzde 5 ’i kadar Türk işçisi Avrupa’ya göçtükçe bağ
lar daha da sıkılaştı. A nkara A E T ’yle O rtaklık A ntlaşm ası’nı 1 9 6 3 ’te im zala
dı. A ncak, Temmuz 1 9 8 0 ’de Türkiye’den Y unanistan’la bir arada tam üyelik
için başvurm ası istenildiğinde, Başbakan Süleyman Demirel A ET karşıtı İs-
lâm cılar’ı memnun etmek ve zayıf azınlık hükümetine desteklerini sağlam ak
üzere başvuruyu erteledi. Türkiye treni kaçırırken, Yunanistan, A E T ’ye erte
si yıl katıldı. O zam andan beri, Türkiye’nin A E T ’ye -sonraki adıyla Avrupa
Birliği’ne—katılma çabaları başarısızlık ve hayal kırıklığıyla sonuçlandı. An
cak 1 O cak 1996’da yürürlüğe giren Güm rük Birliği Antlaşması Türkiye’nin
sözde ‘piyasa güçleri’ne tam bağımlı halde küreselleşme dünyasına girişini be
lirledi. Güm rük birliğiyle, Türkiye en iyi pazarlık şansını kaybetti, artık AB,
A nkara’ya tam üyelik için m üzakere takvimi vermeden önce şartlar öne süre
bilecekti.
T Ü R K İY E ’N İN SİYASİ H U Z U R S U Z L U Ğ U
Türkiye’nin siyasi huzursuzluğunun kökleri ve birçok buna bağlı sorunu çö
zememesi, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında kurulan siyasal rejimle bağlantı
lıdır. Generaller, eski siyasetçileri yasaklayıp yeni kurum lar oluşturarak tüm
sistemi siyaset dışında tutm ayı başardılar. Eski siyasetçiler Demirel, Ecevit,
Erbakan ve Türkeş’in hakları 1987 referandum uyla iade edilene kadar ülke
nin tüm siyasal dokusu değiştirilmişti. M erkez sol ile merkez sağ parçalan
mıştı ve sistem dışı partiler, örneğin İslam cılar ve neo-faşistler, kritik bir rol
oynam aya başlamıştı. Bu yıllarda, Türkiye, hem merkez sol hem merkez sağ
tarafından onaylanan küreselleşme dünyasının bir parçası olmuştu, dolayısıy
la da sosyal dem okrasi sadece ismi konmuş bir sosyal demokrasiydi. Söylem
leri bir yana bırakılacak olursa partiler arasında ciddi bir fark kalm am ıştı; bu
artık ideolojinin ölümüydü. Ve bu sebeple de farklı partilerden sosyal dem ok
ratlar 1990’lar boyunca DYP’yle ortak hükümetler kurabilmişlerdi.
T urgut Ö zal Nisan 1 9 9 3 ’te ölünce, Demirel’in cum hurbaşkanı olm a
kararı, partisi için bir felâketin habercisi oldu. T ansu Çiller liderliğinde parti
hızla geriledi, bunun sonucunda da Refah Partisi 2 4 Aralık 1995 seçimlerini
oyların yüzde 2 1 ,3 8 ’i ve 158 sandalyeyle kazandı. O sıralarda Çiller’in sırf oy
larını artırabilm ek için İran’la savaşa girmeyi bile düşündüğü söyleniyordu!
Seçimlerin sonunda D oğru Y o l’un oyları yüzde 19 ,1 8’e ve sandalye sa
yısı da 135’e düştü; A NA P’ın da oyları yüzde 19,65 ve M eclis’teki sandalye
sayısı 132 oldu. Merkez sağ partiler oyların yaklaşık yüzde 4 0 ’ını ve toplam
da 267 sandalye kazanmışlardı. Belki birleşebilseler istikrarlı bir hükümet ku
rabilirlerdi am a liderler arasındaki çekişme yüzünden bu söz konusu değildi.
Sosyal dem okratlar da oyların yaklaşık yüzde 2 5 ’ini kazanmışlardı -D SP yüz
de 14,64 ve CHP-yüzde 1 0 ,7 1 - fakat onlar da liderler arası çekişme yüzün
den birleşem iyorlardı. D iğer p artiler m eclise girm ek için gereken yüzde
1 0 ’luk barajı geçememişlerdi.
Bir koalisyon hükümetinin kurulması yine zor görünüyordu. İslam cı
lar bunu başaram adı ancak Çiller de merkez sağı kendi liderliğinde birleştir
meyi denese de o da başarısız oldu. Aslında, Çiller’in yetersiz liderlik vasfı yü
zünden D Y P de dağılıyor, m u h alif hizip D em ok ratik Türkiye P artisi’ni
(DTP) kuruyordu. Siyasetçiler kendi aralarında kavga ederken, basın H a k k â
ri’de halkın karınlarını çöplüklerden doyurduğunu yazm aktaydı. P K K ’ya
karşı savaş yüzünden yoksulluk dayanılm az boyutlara ulaşmıştı.
AB Ü Y ELİĞ İN İN A R T A N Ö N E M İ
Avrupa Birliği’ne girmek hükümetin görevi olmuştu. Ekim 1999’da bir AB
komisyonu, ‘K openhag Kriterleri’ olarak bilinen ve ekonom ide reformu, in
san hakları ve azınlıkların yani Kürtler’in korunmasını da içeren kriterleri ye
rine getirmek şartıyla Türkiye’nin üye adayı olarak değerlendirilmesini öner
di. Ayrıca koalisyon hükümeti IM F’nin yüzde 25 enflasyon oranını düşürmek
ve bütçe açığını küçültmek için askerî harcam alarda kısıntı öngören acı reçe
tesini de kabul etti. Üç ortak, idam cezası konusunda harekete geçmek için
önce Avrupa İnsan H akları M ahkem esi’nin Öcalan davasındaki kararını bek
lemeyi kararlaştırdı. M H P lideri Bahçeli, partisindeki m uhalefete ve Öca-
lan’ın idamına yönelik isteklere rağm en, Ecevit’in düşünce biçimini benimse
mişti. Ancak, 21 Ekim ’de akademisyen-gazeteci Ahmet Taner Kışlalı’nın ö l
dürülmesi demokratikleşmeye ve A vrupa’yla yakınlaşm aya bir darbe olarak
düşünüldü. Geçm işte buna benzer cinayetler işlenmiş ve katilleri hâlâ yakala
namamıştı.
AB’nin üyelik için koşullarım kabul etme konusu, liderlerin fedakâr
lıklarına rağmen koalisyonu böldü. Güçlü bir hükümet, AB bunları istediği
için değil, ancak reformlar Türkiye’yi demokratik bir toplum a dönüştürece
ği, modern dünyayla aynı düzeye getireceği, toplum sal barış sağlayacağı ge
rekçeleriyle reform ları uygulardı. Ancak, Türkiye’de böyle bir hükümet yok
tu. Ülke, daha 1996’da üyelikle birlikte gelen önemli getiriler olm adan G üm
rük Birliği’ne katılırken önemli özverilerde bulunmuştu ki, üyelik, o yüzden
bu kadar hayatiydi. Anketler, halkın yüzde 60-70’inin A B’ye katılm aktan ya
na olduğunu am a Avrupa’nın M üslüm an Türkiye’ye bakışı konusunda k a
ramsarlık taşıdığını gösteriyordu. Bir ‘Hıristiyan kulübü’ hiç M üslüm an bir
ülkeyi üye olarak kabul eder miydi? Buna askerlerin yanıtı değişiyordu: Bir
emekli general AB üyeliğinin Türkiye tarihine karşı olduğunu, Kem alist dev
rimle çatıştığın ı söylerken G en elku rm ay B aşk an ı O rgeneral K ıvrıkoğlu
‘AB’ye katılm ak bir jeopolitik ihtiyaçtır’ şeklinde görüş bildiriyordu. Gene
raller, A B ’nin ordunun A vrupa’da olduğu gibi sivillerin denetimine girme is
teğine karşıydılar. Başbakan Ecevit bu nedenle T Ü SİA D ’ın Milli Güvenlik
Kurulu’ndaki generallerin rolünü ortadan kaldırmak veya azaltm ak yolunda
ki önerisini reddetti. Büyük serm aye AB’ye katılm aktan yanaydı. Büyük ser
mayenin politik lobisi olan TÜ SİA D da Türkiye’nin küresel pazarda rekabet
edebilecek firm alara ihtiyacı olduğu inancından yola çıkarak bankaların ve
şirketlerin birleşmeleri gerektiği konusunda ısrarcıydı.
Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon, hiç yoktan bir fırtına patlayıp
Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonom ik krizi ortaya çıkana kadar, son beş yı
lın en uzun ve istikrarlı hükümeti olarak yirmi bir ay sürm üştü. 19 Şubat
2 0 0 1 ’de Ecevit Cum hurbaşkanı Sezer’le, Sezer’in kendini kabinedeki yolsuz
lukları görm ezden gelmek ve soruşturm aları engellem ekle suçlayınca, bir
kavgaya girişti. İddiaya göre koalisyonda yolsuzluk yaygındı ve kendisi yol
suzluğa bulaştırılam ayacak olan Ecevit, kabinesinde yolsuzluğa karışm ış ba
kanlara göz yumuyordu. Başbakan toplantıdan ‘Bu ciddi bir krizdir’ diyerek
öfkeyle ayrıldı. Sözleri finans piyasalarında bir hareketlenme yaşattı ve k o a
lisyonun dağılacağından endişe eden yatırım cılar yüzünden birkaç dakika
içinde hisse senetleri yüzde 7 değer kaybetti. Faiz oranları neredeyse yüzde
3.000 arttı ve M erkez Bankası, yatırımcılar liradan kaçıp dolar ve euro’ya y a
tırım yaparken, yaklaşık -döviz rezervlerinin beşte biri o lan - 5 milyar dolar
kaybetti. Bu, yatırımcıların yatırımlarını alıp daha güvenli piyasalara kaçm a
larını sağlayan düzenlemelerin bir sonucuydu. Türkiye’nin m alî durumu bir
süredir zayıftı ve Ecevit’in sözleri zaten kopacak olan fırtınayı tetiklemişti.
K asım 2 0 0 0 ’de A nkara’ya 11,4 milyar dolar vermiş olan IM F durum a
yeniden m üdahale etti ve D ünya Bankası başkan yardım cılarından Kem al
Derviş, ekonom iden sorumlu bakan olarak, iktisadi ve m alî reformları denet
lemek üzere Türkiye’ye gönderildi. Hüküm et Türk H ava Yolları, Petrol O fi
si, PETKİM , BO TA Ş, Vakıfbank, TED A Ş ve T E K E L gibi işletmelerini özel
leştirmeyi kabul etti. Tüm bu özelleştirmelerden, eğer alıcı bulunabilirse, 10
milyar dolar civarında bir gelir bekleniyordu.
Devam eden ekonomik krizin, O cak 2 0 0 0 ’de başlatılan istikrar p rog
ramının ve IM F reçetesinin daha şimdiden toplumun büyük kesimi üzerinde
olumsuz etkileri olmuştu. Genel durum bu yeni krizle daha da kötüleşti. İlaç
firmaları Türkiye’ye ilaç ithalatını kestikleri için insanlar ilaçsızlıktan ölüyor
lardı. Fabrikalar kapanıp durduğundan büyük işsizlik vardı ve küçük işletm e
ler, sıkı krediler, enflasyonu düşürm ek amacıyla yavaşlayan üretim ve yüksek
vergiler arasında sıkışıp kalmışlardı.
Bazı M H P ’li bakanlar ekonom ik reformların uygulanmasını engelle
yince, işlerin yürümesi için Dünya Bankası’nın baskı uygulam ası gerekti. D u
rumdan endişeli olan Milli Güvenlik Kurulu, ekonominin daha da kötüleşm e
si durumunda bir toplumsal patlam a olasılığını değerlendirdi. Daha şimdiden
zenginlerin savurganlığını eleştiren, ‘Yağm acılar burada, işçiler nerede?’ ve
‘Patronlar burada, işçiler nerede?’ gibi sloganların duyulduğu gösteriler dü
zenleniyordu. O rtada, koalisyonun krizi atlatam ayacağı ve yeni seçimler için
bir geçici hüküm et kurulacağı söylentileri dolaşıyordu. Sonuçta, 16 Tem -
muz’da Ecevit, geçici teknokratlar hükümeti söylentilerinin demokrasiye g ü
veni zedelediği ve piyasanın koalisyonun IM F reformlarını uygulama beceri
sine olan güvenini sarstığı uyarısında bulundu. Ertesi gün, Kemal Derviş’e ve
IM F reform larına itiraz eden M H P ’li Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz istifa etti.
Türkiye’nin ekonomik sorunları için kısa vadeli bir çözüm yoktu, insan
lar protestolarına ve acı çekmeye devam ettiler. Piyasalar yeniden düşmüş ve
Amerikan doları 1,5 milyon lira seviyesine çıkmıştı. Asgarî ücretin 100 milyon
lira olduğu ortam da, sendikalar dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının işçi
leri yoksulluk içinde yaşamaya zorlayarak 797 milyon liraya çıktığını hesapla
dılar. Kasım ayında Türkiye’nin her yanından işçiler A nkara’ya yürüyerek ‘iş
sizlik, yoksulluk, yolsuzluk ve savaş’ı protesto ettiler. Başbakanlık konutunun
önünde üç çocuk annesi bir kadın ‘Açlıktan ölüyorum’ diyerek kendini yaktı.
Kasım ayında hükümet ekonominin durumuyla ilgili bir rapor yayınladığında,
sekiz ay içinde 14.875 işyerinin bir milyon kişiyi işsiz bırakarak kapandığı gö
rüldü. Aileler bölünüyordu ve suç oranı yükselmişti. Sendikaların araştırma ra
poru ayrıca zengin-fakir gelir dağılımı farkının büyüdüğünü, fakirleri ve işsizle
ri koruyacak bir sosyal güvenlik ağı olmadığını da gösteriyordu.
11 Eylül 2 0 0 1 ’de N ew Y ork’un İkiz Kuleler’i ile Pentagon’a yapılan
saldırılar, birdenbire Başkan Bush’un ‘teröre karşı sav aş’ında Türkiye’nin ro
lünü güçlendirdi. Türk hükümeti savaşa tereddütsüz katıldı ve W ashington
tarafından daha fazla krediyle ödüllendirildi. Türkiye’ye iyileşme program ına
destek olarak acilen ek bir 13 milyar dolar verilecekti. Ankara üslerini ve ha
va sahasını Amerikan askerî araçlarına açtı, Ecevit ‘Am erika’nın U sam e bin
Ladin’e yönelik ikna edici kanıtlar bulması bizi de ikna etmiştir’ açıklam asını
yaptı. H üküm et, özel kuvvetlerden 90 kişilik bir birliği A fganistan’a gönder
meyi kabul etti ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem ‘Bu sadece A BD’nin savaşı de
ğil, Türkiye’nin de sav aşıd ır.... Bu İslâm ’a karşı bir savaş değil; terörizmin di
ni veya coğrafyası yoktur’ açıklam asını yaptı. Ecevit ‘Dost ve müttefik ülke
lerin Türkiye’nin öneminin farkına vararak’ kredi başvuruları zam anı geldi
ğinde ‘Türkiye’nin gereksinimlerini gözönüne alm aları’nı istedi.
Bu sırada, koalisyon A B’yi memnun etmek için reformlara devam et
meye çalışıyordu. M eclis, toplum u liberalleştirmeye yönelik amaçlı otuz dört
anayasa maddesi değişikliğini öngören bir paketi ele alıyordu; ancak idam ce
zasının kaldırılm ası, Kürtler’e yayın hakkı ve Kürtçe eğitim, generallerin ülke
siyasetindeki gücünün kısılması gibi nazik konularda anlaşm a sağlanam adı.
M esut Yılm az ve kabinedeki liberaller bu konuları desteklerken, Devlet Bah-
çeli’nin başında bulunduğu M H P ve birçok general bunlara karşıydı. Liberal
ler, Türkiye’nin AB’den başka alternatifi olm adığını iddia ediyorlardı ancak
Bahçeli ve aşırı sağ, idam cezasının kaldırılm ası, Kürtçe yayın ve eğitim gibi
konuların Türkiye’nin bütünlüğüne karşı Türkiye’deki sözde AB yanlısı lobi
ve AB görevlileri tarafından desteklenen bir kom plo olduğu gerekçesiyle
AB’ye karşı çıkıyorlardı. Bahçeli’nin A nadolu’daki alt-orta sınıf oylarından
yana endişesi vardı, bunlar küreselleşmeden zarar görüp M H P ve İslam cılar
gibi radikallere oy vermişlerdi. Bahçeli sonraki seçimde de bunların oylarını
garantilem ek istiyordu.
S iyasal ve ekonom ik h ayat, yetmiş yedi yaşın d ak i Ecevit 4 M ayıs
2 0 0 2 ’de aniden hastalanarak hastaneye kaldırılınca, olumsuz şekilde etkilen
di. Ecevit’in hastalığı, görevden ayrılıp ayrılm ayacağı, yerine kimin geçeceğiy
le ilgili spekülasyonları bir kriz yarattı ve piyasalar buna büyük bir düşüşle
karşılık verdi. Ecevit 17 M ayıs’ta yeniden hastaneye kaldırıldı am a istifasının
koalisyonun dağılm asına, erken seçimlerle tam ülke ekonomiye ve A B’ye gir
meye odaklanm ışken bir siyasi krize sebep olacağı endişesiyle istifa etmedi.
Koalisyon felç olmuştu. Üç parti de erken seçim durum unda yüzde 10 barajı
nı aşam ayacaklarını ve parlam ento dışı kalacaklarını biliyordu. K am uoyu
araştırm aları, İstanbul’un eski İslam cı belediye başkanı Recep Tayyip E rdo
ğ an ’ın liderliğinde yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınm a Partisi’nin (AKP)
erken seçimlerde favori olduğunu gösteriyordu. Bu dönem deki tek parlak
olay, haziran ayında Türk Milli Futbol T akım ı’nın Dünya K upası’nda yarı fi
nale kadar çıkm ası ve kupayı kazanacak olan Brezilya’ya yenilerek üçüncü
olmasıydı.
7 Tem m uz’da Devlet Bahçeli’nin 3 Kasım ’da bir erken seçim yapılm a
sını istemesi krizi tetikledi. Ertesi gün Devlet Bakanı H üsam ettin Özkan ve yi
ne DSP’den üç bakan daha istifa ettiler. Başka bakanların ve milletvekilleri
nin istifaları, Ecevit eğer koalisyon M eclis’te çoğunluğa sahip olm azsa istifa
edeceğini açıklayana kadar, devam etti. Dışişleri Bakanı İsm ail Cem de kabi
neden istifa edince, İsmail Cem, Kem al Derviş ve H üsam ettin Ö zkan’ın lider
lik yapacağı ve ülkeyi merkez sağ partilerin (ANAP ve DYP) desteğiyle yöne
tecek yeni bir siyasi parti kurulacağı söylentileri ortaya çıktı. Yeni parti aşırı
milliyetçileri sa f dışı bırakarak A B’yi 12 Aralık 2002 Kopenhag zirvesi önce
sinde tatmin edecek reformları gerçekleştirecekti. Ancak, 16 A ğustos’ta Ece
vit, istifa etmeyerek ülkeyi bir erken seçime taşımayı kabul etti. DSP m uhalif
leri iktidarı ele geçirerek AB ve IM F yanlısı bir koalisyon oluşturma m anev
ralarında başarısız oldular. İstifa ederek gemilerini de yakm ışlardı ve seçim
lerde mücadele edecek yeni bir parti kurm aktan başka seçenekleri yoktu.
Eski dışişleri bakanı İsmail C em ’in lideri olduğu Yeni Türkiye Partisi
(YTP) 22 Tem m uz’da kuruldu. Ancak, üçlünün en önemli ismi olan Kemal
Derviş kendini partiye adam aktan vazgeçince, yeni partiyi güçsüz ve renksiz
bıraktı. Derviş, ağustosta istifa edip, merkez sağdan da unsurlarla solda bir
birlik gerçekleştirmeyi denedikten sonra, C H P’ye katıldı. Gelecek seçimlerde
tek başına iktidara gelebilecek, 1 9 9 0 ’lar boyunca Türkiye’yi rahatsız etmiş
politik ve ekonom ik krizleri bitirecek politikalar uygulam aya muktedir bir
hükümet çıkartacak, ‘çağdaş sosyal dem okrasi’ adını verdiği bir hareket ya
ratm ak istiyordu. D erviş, böyle bir hareketi oluşturm ayı başaram ayın ca
YTP’nin de Türkiye’deki tüm partiler gibi başarısız olacağım gördü. D olayı
sıyla da başarı şansı olan tek merkez sol partiye, C H P ’ye katıldı. Anketler,
Deniz Baykal yönetimindeki Cum huriyet H alk Partisi’nin yüzde 6 ve AKP’nin
ise yüzde 20 civarında oy alacağını öngörüyorlardı. Baykal 1999 seçimlerin
de Parlam ento’ya girmeyi başaram am ıştı ve 2 0 0 2 ’de de bunu yapabileceği
kuşkuluydu. A ncak, Derviş CH P’ye katıldıktan sonra kurulu düzenin m edya
sı Derviş’i ve C H P ’yi olabilecek en fazla şekilde desteklemeye başladı ve p a r
tinin muhtemel oy oranı ‘Kemal Derviş faktörü’ sayesinde yüzde 6 ,9 ’dan yüz
de 14,3’e çıktı. Öte yandan, A K P’nin oy oranı da yüzde 2 5 ’e yükselmişti. Bu
gerçekle karşılaşınca, 18 Eylül’de, iş dünyası adına konuşan TÜSÎAD B aşk a
nı Tuncay Özilhan, özellikle de Kemal Derviş ekonominin başında olursa, bir
CHP-AKP koalisyonunu tercih ettiğini belirtti. Bu, burjuvazinin um uduydu:
3 Kasım seçimleri iki partili bir koalisyon oluşturacak ve böylece CH P de
AKP’li ortaklarının ‘aşırıcı, İslâm cı’ eğilimlerini kontrol edebilecekti.
3 K asım ’daki seçim sonuçları büyük bir sürpriz yarattı, çünkü AKP se
çimlerden yüzde 34 oy ve hükümet kurmaya yeten sayının üzerinde, 363 san
dalyeyle çıkmıştı. Cumhuriyet H alk Partisi oyların yüzde 19’unu alarak 180
sandalye kazanm ıştı ve tek muhalefet partisiydi. D iğer partilerin tümü yüzde
10 barajının altında kalmışlardı ve dolayısıyla da M eclis’te temsil edilm iyor
lardı. Seçmenler, sanki eski parti liderleri Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, N ec
mettin Erbakan, M esut Yılmaz ve T ansu Çiller’i bir kenara atmış gibiydi. İşa
damı Cem U zan’ın yeni kurduğu Genç Parti bile oyların sadece yüzde 7 ,2 ’si-
ni almıştı. U zan’ın kam panyası profesyonel danışm anlarca düzenlenmiş, m i
tinglerinde halka bedava konserler verilmiş, yiyecek dağıtılmış, U zan’ın sahip
olduğu m edya kuruluşlarında çok propagandası yapılmıştı.
A KP’nin ve lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısının ardında ne ya
tıyordu? Eğer seçim sonuçlarına bakacak olunursa, seçmenler yeni bir lider
istiyorlardı am a yeni bir parti istem iyorlardı; dolayısıyla Erdoğan bu vasfa
uyuyordu. Rakiplerinin çoğunun aksine sistemin içinden gelmeyen yeni tür
bir liderdi. İstanbul’un kabadayılarıyla ünlü bir semti olan K asım paşa’dan,
mütevazı bir geçmişten geliyordu, çağdaş bir eğitime sahip değildi, bildiği bir
yabancı dil yoktu. Ancak, kendini İstanbul belediye başkanı olarak ve işlerin
yapılmasını sağlayan bir siyasetçi kimliğiyle kanıtlam ıştı -ve bu arada dolar
milyoneri olduğu söyleniyordu. Partinin sembolüydü am a tek lideri değildi,
kurulu düzen tarafından baskı ve soruşturm alara uğruyordu.
A K P’nin kökleri siyasal İslâm ’da da olsa, liderlerinin çoğu merkeze
kaymış ve partilerinin, tıpkı A vrupa’daki Hıristiyan dem okratlar gibi M üslü
man dem okrat olduğunu ve laik demokratik olduğunu belirtmişlerdi. K am u
oyu araştırm aları, partinin desteğinin yüzde 51 kırsal, yüzde 49 kentsel ve
destekçilerinin genelde erkekler olduğunu gösteriyordu. Ev kadınları (yüzde
17) AKP’ye oy verirken kentli çalışan kadınlar A K P’ye uzak duruyorlardı.
AKP, kısa süre önce kurulan Saadet Partisi’nin aksine önceki İslâmcı partile
rin bir devam ı değildi. Seçmenler, Türk siyasal İslâm ’ının en önemli lideri
Necmettin Erbakan FP’yi desteklemek için çok uğraşsa da, bu partiye sadece
yüzde 2,5 oy vererek partiyi dışladılar ve bağım sız aday olan Erbakan da
M e c lis ’e girem edi. A K P
w
WO«LD
|C0 #O*lC A n ad o lu ’da ortaya çıkan
«•0* 1 9 , m uhalif eliti temsil ediyor
fC 0"O "C
du ve so n u n d a ik tid a ra
gelmişti. Bu yüzden İstan
bul’da yayımlanan Sabah
gazetesi, seçim sonuçlarını
‘A nadolu ihtilâli’ başlığıy
la duyurdu.
Parti hâlâ İslâm cı-
w0«l0 la r ’ ın desteğin e d a y a n ı
yordu, ancak sadece yüz
İ
Recep Tayyip Erdoğan’ın yükselişi, partisi AKP'nin yllzde 34 gibi de 2 2 ’lik bir azınlık şeriat
bir oy oranıyla şefimi kazanması, yeni ve farklı görUnüme sahip isterk en bunların yüzde
bir liderle birlikte, kimi zaman rejimin klasik söyleminin dışına
da çıksa, yine de “sistemin içinde” kalan bir siyasal kuruluşun 4 3 ’ü şeriata karşıydı. G e
başansı olarak değerlendirildi. Zamanla Türkiye’nin siyasal nelde şeriat korkusu to p
yaşamında alışılmışın dışında bir üslup geliştiren Erdoğan, bu
lum un yüzde l ’ ine d ü ş
yanıyla değişik tepkilere tfe'maruz kaldı.
m ü ş tü . A K P o y la r ın ın
yüzde 2 7 ’sini FP’nin tabanından, yüzde 2 2 ’sini de diğer partilerden aldı. Par
tinin geniş bir tabanı vardı ve onu ‘siyasal İslâm ’ın partisi olarak tanım lam ak
da, ‘tepki oyları aldığını’ söylemek de yanlıştı. Süregiden ekonomik krizden,
devasa işsizlik oranlarından, yükselen fiyatlardan endişeli seçmenler, güven
lerini İstanbul’u düzgün idare edebilmiş bir lidere emanet etmişlerdi, şimdi de
aynısını Türkiye çapında yapabileceğini düşünüyorlardı.
Recep T ayyip Erdoğan hapis cezası nedeniyle milletvekili olam adığın
dan Abdullah Gül 16 Kasım 2 0 0 2 ’de başbakan olarak atandı. Gül, A nayasa
değiştirilip Erdoğan yerini alana kadar emanetçi başbakan olarak görüldü.
A bdullah G ül 1 9 5 0 ’de K a y seri’de doğm uştu. İstanbul Üniversite-
si’nden bir iktisat doktorası vardı ve İngiltere’de okum uştu. İktisat dersleri
vermiş ve 1 9 9 1 ’de Refah Partisi’yle siyasete girm eden önce Suudî A rab is
tan’da İslâm K alkınm a Bankası’nda çalışmıştı. 2001 A ğustosu’nda AKP’nin
kurucu üyelerinden biri olmuştu. Belki de karizmatik E rdoğan ’dan daha faz
la deneyimli bir kişiydi.
Gül hüküm eti, Kıbrıs’ın birleşm esi amaçlı Genel Sekreter Kofi An-
nan’ın adıyla anılan Birleşmiş M illetler Planı; başka bir tarih verilmeden ön
ce Aralık 2 0 0 4 ’te A nkara’nın insan hakları karnesinin gözden geçirileceği AB
üyelik sorunu; IM F’yle müzakereler ve Türkiye’nin devasa borcu; yurtiçinde
ekonominin sorunları ve buna bağlı işsizlik ve yoksulluk; insan hakları ve iş
kence; türban konusu ve generallerin uyarısı; Irak ile A BD arasında bir olası
savaş (A BD ’nin yoğun baskısıyla Türkiye Amerikan birliklerine Irak’a geçiş
hakkı tanımıştı) gibi birçok girift sorunla karşı karşıyaydı. Bu m uazzam so
runlar halledilmeyi bekliyorlardı. H üküm et ihtiyatlı başladı. M eclis’i ve kabi
neyi kontrol etseler de devleti, yani orduyu ve bürokrasinin tümünü, kontrol
etmediklerini biliyorlardı.
Bu iki partili Meclis oluşum unun 1950’lerdekine benzer bir siyasal d u
rum yaratm ası da mümkündü. Bu ise Dem okrat Parti’nin M eclis’te ezici bir
çoğunluğa sahip olması yüzünden her istediğini yapabileceğini iddia ettiği bir
‘çoğunlukçu dem okrasi’ ortam ının oluşm asıydı. Bu, Dem okrat Parti’yi de
m okrasi dışı davranışlara yöneltm iş ve M ayıs 1960 darbesini hazırlam ıştı.
Ancak, AKP geçmişten ders alm ışa benziyor, bu yüzden muhalefete ve halkın
çoğunluğunu oluşturan laik kesime karşı sorum luluk içinde davranm ası gere
kir. Ayrıca seçmenlerin yüzde 4 5 ’i, yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle tem
sil bile edilemediğinden hükümetin meşruiyetini zayıflatm aktadır.
Başbakan Gül durumun farkında görünüyordu. Basına ilk açıklam a
sında ‘Gizli bir gündemimiz yok. Şeffaflığı ve sorum luluğu garantilem ek için
uğraşacağım . Hiçbir sürpriz yapm ayacağız. Seçkinci değiliz. H alk ço
cuklarıyız, halkın orta ve fakir kesimlerinden geliyoruz. Önceliğimiz bu ke
simlere biraz rahatlam a sağlam ak. Çok çalışacağız. Öncelikle Devlet G üven
lik M ahkem eleri’yle ve gözaltı süresiyle ilgileneceğiz’ diye konuştu.
Ancak Abdullah Gül, Erdoğan’ın Meclis’e seçilmesi, başbakan ve parti
lideri olabilm esi için Anayasa değişikliği yapılmasına kadar bekleyen em anet
çi başbakan olarak görüldü. Dünya, Erdoğan’a sanki eş yöneticiymiş gibi dav
ranıyordu. Erdoğan, dünyada çeşitli yerlere gerçek lider gibi görüldüğü ziya
retler yaptı, açıklam alarda bulundu. Atina’yı, K openhag’ı, New Y ork’u, Was-
hington’ı, M oskova’yı ve D avos’u ziyaret etti; tüm bu yerlerde protokolle, kır
mızı halıyla karşılandı. Anayasa değişikliği O cak 2 0 0 3 ’te kabul edildi ve Erdo
ğan 9 M art’ta Siirt ara seçimiyle parlamentoya girdi. Abdullah Gül 11 M art’ta
istifa etti ve Cum hurbaşkanı Sezer Erdoğan’ı yeni başbakan olarak atadı.
Bu arad a, 1 M art’ta Türkiye’nin kurulu düzeni, Meclis Irak savaşında
kuzeyden bir cephe açm ak am acıyla A nadolu’da 6 2 .0 0 0 Amerikan askerinin
konuşlanm asına yönelik hükümet önerisini reddedince, hükümette bir sarsın
tı yaşandı. M uhalefetle ortaklık içerisinde yüz kadar iktidar partisi milletve
kili tezkereye ret oyu verdi. Bu oy büyük bir sürprizdi, çünkü bir ay kadar ön
ce, 6 Şubat’ta Meclis ABD güçlerine Türkiye’deki üslerini modernize etme ve
Kuzey Irak’a ağır malzeme taşım a izni vermişti. Neredeyse herkes -m edya,
büyük iş çevreleri, generaller, siyasetçiler- Türkiye’nin ABD önderliğindeki
koalisyonun aktif bir üyesi olacağını düşünüyordu. ‘Ö düller’ oldukça dik k a
te değerdi: kriz içindeki ekonomiyi ayağa kaldırmak için Amerikan m alî yar
dımı, düşük faizli, uzun vadeli krediler; savaş sonrası Irak’ın inşasından alına
cak işler ve savaş sonrası Irak’ta söz sahibi olm ak gibi. Hükümetin yenilgisi
iktidar partisinin derinden bölünmüş olduğunu gösterdi. Seçmenler, A KP’yi
seçerek, eski siyasal kurumların çoğunu bir kenara itmiş ve A nadolu’nun b ağ
rından bir yeni liderler nesline yol açm ışlardı. Önceki parti yönetimlerinin a k
sine, AKP liderinin dediğini yapan, sıkıca kontrol edilen ve seçkinlerce yön
lendirilen bir parti değildi. Kam uoyunun fikrine duyarlıydı ve savaş karşıtı
gösterilerin ret oyunda önemli bir rolü olmuştu. Bazı Türkler’in belirttiği gi
bi, bunun sonucunda dem okrasi kavram ı değişmişti.
KIBRIS H EP G Ü N D E M D E
24 N isan ’da K ıbrıs’taki referandum larda Türk toplum u adanın birleşmesine
yüzde 6 5 ’lik bir oranla evet derken, Rum lar yüzde 7 6 ’lık bir oranla birleşm e
yi reddetti. Bu durum AB karşısında A nkara’nın elini güçlendirdi, fakat hü
kümet AB kriterlerini karşılayabilm ek için yasalar geçirmeye devam etti. 26
Eylül’de M eclis ceza yasasında A B standartlarına ulaşm ak için kapsam lı re
formları tam am ladı. Yasanın yaklaşık 350 m addesi değiştirilerek son dönem
lerin en radikal yasa değişikliği yapıldı. Yeni yasada işkence ve nam us cina
yetlerine karşı ağır cezalar, yolsuzluğa karşı daha sert yaptırımlar ve ifade öz
gürlüğü üzerinde daha az kısıtlam a bulunuyordu. Zinayı yasadışı saym aya
yönelik yasa üzerindeki tartışm a A vrupa’da Türkiyenin laikliğini korum aya
dair k ararlılığı konusunda şüph e uyandırdı. Y aygın bir desteğe rağm en
AB’nin itirazlarını gidermek için yasadan vazgeçildi. Ekim ayında AB K om is
yonu Türkiye’nin siyasal kriterleri yerine getirerek üyelik önündeki ilk grup
engeli başarıyla aştığını ifade etti ve katılım m üzakerelerinin başlam asın ı
önerdi. N ihayet 17 A ralık’ta AB Türkiye’nin üyeliğini koşullu olarak kabul
etti ve katılım müzakerelerinin açılış tarihi olarak Ekim 2 0 0 5 ’i belirledi.
Liberal basın görüşmelerin “ yeni bir A vrupa ve yeni bir Türkiye” ya
ratacak uzun bir yolculuğun başlangıcı olarak gördü. Am a aynı zam anda, ba
zı Avrupa ülkelerinin sürekli olarak Türkiye’nin karşılam asını istedikleri ta
lepler ortaya atarak Türkiye’nin yolunu tıkam aları nedeniyle milliyetçi bir
tepki de ortaya çıktı. Bu nedenle muhalefet partileri, özellikle de CHP sosyal
dem okrat kimliğini korum ak yerine milliyetçi ve m ahufazakâr bir kimliğe bü
rünüyordu. AKP de partinin başörtüsünü üniversiteler gibi kam usal alanlar
da serbest bırakm a ve İmam-Hatip liselerinden mezun olanlar için daha fazla
iş olanağı yaratm a konularında hayal kırıklığına uğrayan radikal İslamcı k a
nadını yabacılaştıran kendi politikalarından etkilendi. Diğer yandan, T ürki
ye’deki laik güçler Erdoğan’ın parti yandaşlarını bürokrasi kademelerine dol
durup devlette kadrolaşm aya giderek, toplumu İslâm laştırm aya dönük gizli
bir gündemi olduğundan korkuyorlardı. Erdoğan’ın Aralık 2 0 0 5 ’te alkol sa
tışlarına kısmi bir yasak getirmesi de bu korkuyu pekiştirdi.
Sezer’in dönem i 2 0 0 7 ’de bittiğinde, mevcut meclisin Erdoğan’ı yeni
Cum hurbaşkanı olarak seçeceğine ilişkin tartışm alar laik güçleri harekete ge
çirdi. Çıkış yolu olarak da AKP’yi böyle bir çoğunluktan yoksun bırakacak
bir erken seçim önerildi. Erdoğan ise erken seçim düşüncesini değerlendirme
yi reddetti. Vatan, gazetesi tarafından yapılan bir ankette (17 O cak 2006)
A KP’nin % 2 9 .9 ’luk bir oy oranına ulaşacağı saptandı; bu oran da Cumhur-
başkanı’nı seçmek için yetersizdi. C H P ’nin % 14, DYP’nin % 13 ve M H P’nin
% 11,5’lik bir oy oranı yakalayacağı tahmin ediliyordu. H aziran ayında Bü
lent Ecevit’in eşi R ahşan Ecevit, iktidar partisine karşı sağ ile solu birleştire
rek bir koalisyon oluşturmayı am açlayan bir kam panya başlattı. Bu kam pan
ya prensipte hoş karşılansa da, hiçbir parti lideri katılm ayı kabul etmedi ve
“ küçük havuzda büyük balık” olarak kalmayı tercih etti.
Bugün, Cum hurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça, siyasal yaşam kutuplaş
mış ve gergin bir hal alm aktadır. Erdoğan partisinin gerilimi düşürecek bir
aday göstereceğini açıkladı ama şimdiye kadar böyle bir taahütte bulunmadı.
Aynı zam anda hükümetinin reform program ında bir gevşeme olmadığını söy
ledi, ancak partisi, sağın sürekli olarak yazarların görüşlerini özgürce söyle
melerini taciz yoluyla engellemek için kullandığı 301. m addeyi değiştirmeyi
başaram adı.
A ğustos 2 0 0 6 ’da gerçekleştirilen bir kam uoyu araştırm ası yeni bir
mecliste en az dört partinin yer alacağını ve hiçbir partinin bir koalisyondan
kaçınm ak için gerekli olacak % 4 0 ’lık orana u laşam ay acağın ı gösterdi.
A KP’nin % 30 civarında oy toplayacağı ve bunun da A K P’yi, DYP gibi bir
sağcı partiyle koalisyon kurmaya zorlayacağı tahmin ediliyor. Ancak E rd o
ğan Cum hurbaşkanı seçilirse AKP’de, daha önce Turgut Ö zal’ın Cum hurbaş
kanlığına yükseldiği dönemde A N A P’ta, Süleyman Demirel Cum hurbaşkanı
olduğunda ise D Y P’de görülen türden bir gerileme yaşanacağı düşünülüyor.
Bununla birlikte, Y aşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı seçilmesi de sivil-
asker ilişkileri açısından iyiye işaret değil. Büyükanıt çeşitli meselelerde daha
sert bir tutum benimseyen bir şahin olararak tanınıyor; aynı zam anda katı bir
laik ve özellikle köktendinci tehdidin bu kadar büyük olduğu bir dönem de
ordunun gerici İslamcı hareketlerle mücadele etmesinin anayasal bir görev ol
duğuna inanıyor.
O k u m a Ö n e r Il e r I
M etin H e p e r, A y şe Ö n cü ve H ein z K r a m e r (der.), T u rk ey a n d the W est, L o n d ra : I.B T a u -
ris, 1 9 9 3 .
T o su n A rıcan lı ve D a n i R o d rik , T h e P o litic a l E c o n o m y o f T u rk e y : D e b t, A d ju stm e n t a n d
Su sta in a b ility : L o n d ra : M a c m illa n , 1 9 9 0 .
Je n n y W h ite, I s la m ist M o b iliz a tio n in T u rk e y , Se attle: U n iv ersity o f W a sh in g to n P ress,
2002 .
Sencer A y a ta ve A y şe G ü n eş A y a ta , “ R e lig io u s C o m m u n itie s, Se cu larism an d Secu rity in
T u r k e y ” , N e w F ro n tiers in M id d le E a s t Secu rity , der. L e n o re M a rtin , N e w Y o rk : P alg-
rave, 2 0 0 1 , s. 1 0 7 -2 6 .
Sencer A y a ta ve A y şe G ü n eş A y a ta , “ E th n icity an d Secu rity P ro b lem s in T u r k e y ” , N e w
F ro n tiers in M id d le E a st Secu rity , d er. L e n o re M a rtin , N e w Y o rk : P algrav e, 2 0 0 1 , s.
1 2 7 -5 0 .
V* t w ;.
X' i»| V
^SEKİZİNCİ BÖLÜM
2
005 yılının başlarından itibaren Adalet ve K alkınm a Partisi’nin (AKP) te
mel kaygısı sadece 2 0 0 7 genel seçimlerini kazanm ak değildi. Parlam ento
da yeni anayasayı tek başına yazabilecek bir çoğunluğa da erişmek istiyorlar
dı. M uhalefetin süregiden zayıflığı partiye daha da fazla özgüven aşılıyordu.
Ana muhalefetteki Cum huriyet H alk Partisi (CH P), Deniz Baykal li
derliğinde durağan seyrine devam diyordu. Öte yandan basın (5 O cak 2005)
CH P içindeki bölünmeyi ve Baykal liderliğinin yakında zora gireceğini tartış
maya açtı. Rekabet, İstanbul’un bir üst pazar bölgesi olan Şişli’nin genç ve di
namik belediye başkanı M ustafa Sarıgöl’den geldi. Türkiye’nin mevcut siyasi
kültüründe bu meydan okum adan bir şey çıkmadı. 2 0 K asım ’da Baykal ra
kipsiz olarak genel başkan seçildi ve CH P 2007 seçimlerine Baykal liderliğin
de girdi. M uhalefet sadece AKP politikalarını eleştirip hiçbir geçerli çözüm
önerisi sunm ayarak topallam aya devam etti.
Eğer A KP’ye karşı muhalefet diye bir şey vardıysa o da hakları ihlal
edilen kentli kadınlardan geldi. 8 M art’ta İstanbul’da yapılan eylem polis ta
rafından sert bir şekilde bastırıldı. Asker de henüz susturulam am ıştı. R adikal
gazetesinde çıkan habere göre (25 N isan 2005) Genelkurmay Başkanı Hilmi
Özkök, irtica tehlikesinin devletin gözleri önünde devam ettiğini bir yandan
da Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) AB taleplerini suistim al ettiğini söylüyor
du. Ö zkök, A B’nin Türkiye’nin kıymetini bilmediğini ve devletin üniter yapı
sının m utlak ve bölünmez olduğunu söylüyordu. A BD ile de herhangi bir kriz
yoktu.
29 M ayıs’ta Fran sa’da yapılan AB referandumunda katılımcılar ana
yasaya karşı “ H ayır” (% 5 5 ’e 45 gibi bir oranla) oyu kullandı. Bu durum AB
projesinin yarıda kalmasını getirdi ve Türkiye’nin katılım şansını zora soktu.
Öte yandan A nkara gene de olumlu bir tutum takınmaya çalıştı. Dışişleri Ba
kanı Abdullah Gül referandumun müzakereleri başlatm ak için bir engel teş
kil etmediğini söyledi. Türkiye ayağında Erdoğan da bu tutum a sahip çıktı.
İşin doğrusu referandum , Sadece H üküm et’in ABD ile ilişkileri güçlendirmek
konusundaki kararlılığını arttırdı.
Başbakan Erdoğan Haziran ayında W ashington’a gitti. Türk basını Er
d oğan ’ın Başkan O bam a ile buluşm asından sonra W ashington’un Kürt soru
nuna karışm aktaki gönülsüzlüğü yüzünden stratejik ortaklığın hâlâ sallantı
da olduğunu yazıyordu.
ABD, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki kalıcı PKK üslerini yok etme talep
lerini reddediyordu.
Öte yandan, Erdoğan New Y o rk ’ta İftira ve K aralam a ile Mücadele
Birliği’nden şeref m adalyası aldı. Bu m adalya W ashington’un Ankara ile iliş
kilerinde bir telafi ^dımı ve Yahudi lobisinin desteğinin kazanılm ası olarak
görüldü. Eski ABD elçilerinden Gündüz Aktan, bu gelişmeyi ABD ile yeni bir
dönemin başlangıcı olarak nitelendiriyordu. Buna ek olarak N ew York Times
(11 Haziran), Erdoğan’ın Avrupa’daki m anzara yüzünden gergin olduğunu,
giderek daha fazla A B D ’ye döndüğünü söylüyordu. Bir T ürk işadam ından
alıntı yapan gazetede şöyle deniyordu: “ AB’ye güvenmeyin. A BD ’ye bakın.
Gerçek dostumuz o n lar.”
Dış ilişkilerden bağım sız olarak esas dram içeride hüküm et asker iliş-
kilerindeydi. H üküm et, ne kadar inkâr etseler de, bir yandan orduyu sivil de
netim altına alabilm ek ve generallerin gücünü sınırlayabilm ek için AB kriter
lerinden faydalanm aya çalışıyordu. Hilmi Ö zkök, halka açık bir demecinde
ordunun gücünün terörle mücadelede sınırlı kaldığını söylüyordu. Ö zkök,
halk, sivil yönetim, sivil toplum ve silahlı kuvvetler arasın da tam bir işbirli
ği kurulması çağrısı yaptı. O sırada daha yeni bir bom balam a eyleminde a s
ker ve sivilleri öldürm üş, yaralam ış olan PK K ’ye karşı orduya daha fazla yet
ki verilmesini istiyordu (Cumhuriyet, 8 Haziran). Bu açıklam alara cevaben
hemen ertesi gün A dalet Bakanı Cemil Çiçek, bir değişiklik olm adığını asker
ve hükümetin tek ses ve tek yumruk olduğunu söyledi. Çiçek, terör sorunu
karşısında hükümet ve ordunun aynı safta olduğunu ve aralarında iletişim
problem i olm adığını söylüyordu. Çiçek ayrıca mevcut yasaların herhangi bir
durum la baş etmek için yeterli olduğunu, gerek görülürse değişiklik yapıla
bileceğini de belirtiyor ve ekliyordu: “ A B’den baskı değil işbirliği görm ek is
tiyoruz.”
O anda orduyla ilişkilerini beklemeye alan Erdoğan, ilgisini Kürt so ru
nuna gösterdi. A ğustos’ta Türkiye’nin güneydoğusunda bir il olan D iyarb a
kır’a giden E rdoğan Kürt sorununun dem okratik yollarla çözülebileceğini
ilan etti: “ A nayasal düzen dahilinde her sorunu daha çok dem okrasi dah a
çok vatandaşlık hukuku daha çok refahla çözeceğiz, bu anlayışla çözüyoruz
ve çözeceğiz d e...”
Milliyet (11 Ağustos) gazetesi başbakanın Kürt sorununu kabul ederek
yeni bir sayfa açtığını yazıyordu. Ertesi gün Erdoğan devletin geçmişte bazı
yanlışlar yaptığını kabul ediyordu: “ Kürt sorunu hepimizin sorunudur, be
nim sorunum dur. Geçmişteki hataları kabul etmemek büyük devletlere yak ış
maz. Çözüm daha fazla dem okrasi, daha fazla hukuk, daha fazla refah tır.”
Basın Erdoğan’ın, Başkan Bush’a yaraşır bir güvenlik çemberi içinde, boş bir
meydana konuştuğunu yazıyordu.
Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması hem Ankara hem de Avrupalı politi
kacılar arasında takdirle karşılandı. AB diplomatları Erdoğan’ın bu inisiyatifi
ni desteklediklerini söylediler. Erdoğan’ın bu çıkışına karşılık olarak, Fransa
Cum hurbaşkanı Jacques Chirac ve Alm anya’nın m ahufazakâr lideri Angela
Merkel, mevcut konuşmalarla ilgili ciddi şüphelerini dile getirdi. İkisi de A n ka
ra’yı AB’ye üye olmayı uman bir ülke “ ruh hali” ne bakıldığında icraata geç
mekte başarısız olm akla suçladı. Gerçekten de Eylül başındaki AB konuşm ala
rı duraklamaya girdi. 2 Eylül günü Erdoğan AB hükümetlerini kendi kam uoyu
na boyun eğmekle suçlayarak artık daha fazla taviz vermeyeceğini ilan etti.
Ekim ayında Chirac durumu daha da zora sokarak Türkiye’nin 4 0 yıl
lık AB hayalini gerçekleştirebilmek için “ büyük bir kültürel devrim” geçirm e
si gerektiğini söyledi. Türkiye, idam cezasını kaldırm ak, pazarını A vrupa
mallarına açm ak, Kürtlere serbest dil haklarını vermek gibi büyük adım ları
zaten atmıştı am a AB daha fazlasını istiyordu. AB, askerin sivil otoriteye tabi
olm ası, siyasi tutsakların serbest kalm ası, Kıbrıs’ın tanınması ve Türk liman
ve havalimanlarının Kıbrıs gemi ve uçaklarına açılm ası, yargı reformlarının
hızlanması ve insan hakları uygulam alarının AB ile eşdeğer hale gelmesini is
tiyordu. 2005 yılı sonunda durum buydu. Vaziyet, çok uzun yıllar boyunca
aynı kalm aya devam etti.
Avrupa A K P’nin Kürt sorunu konusundaki inisiyatifine sempatiyle ba-
kıyorduysa da muhalefet gayet hasm ane bir tutum alm ıştı. Merkez sağ parti
leri olan DYP ve M H P Başbakan’ın bu gayretlerini lanetledi ve bu konuda sa-
dece hainlerin destek vereceğini söyledi. CH P lideri Baykal, Erdoğan’ın Kürt
sorunuyla terör sorununu birbirine karıştırdığını açıkladı. Partiler A KP’ye
yönelik açıklam alar yaparken Ege’de turistlere ve askerî hedeflere yönelik bir
saldırı dalgasından sonra PKK bir aylık ateşkes ilan etti.
Erdoğan’ın bu çıkışı generaller tarafından da çok iyi karşılanmamıştı.
A ğustos’ta emekli olacak olan 1. O rdu Kom utanı Hurşit T olon , Başbakan’a
sert bir mesaj gönderdi. Tolon, 1 9 2 3 ’te Cum huriyet’i kurm uş olan Kemalist-
lerin duruşundan taviz vermeyeceğini söylüyordu. T olon ’a göre Erdoğan de
m okrasi üstüne atıp tutarken, PKK ve A B ’ye tavizler verirken aynen bunu ya
pıyordu. 23 A ğustos’taki M G K toplantısında geri adım attı ve Kürt sorunu
nun yanlış anlaşılm aya m üsait olduğunu kabul etti. Erdoğan, Kürt halkını
tekrar kazanm ak gerektiğini söylüyordu.
Türkiye, Irak’ta yaşananlara şahit olmanın sıkıntısını yaşıyordu. Yeni
Irak A nayasası’nda Kürtçe ve A rapça resm î dil ilan edilmiş ve hukukun kay
nağının Islâm hukuku olacağı ilan edilmişti. Sorunu çözmek için çeşitli giri
şimler oldu am a sonraki yedi senede fazla büyük bir atılım olm adı.
AKP’nin iktidara geldiği 2 0 0 2 ’den beri bir adım adım İslâm laşm a kor
kusu vardı. AKP elindeki Ankara yerel yönetiminde laik ve ilerici önderlerin
adlarının verildiği sokak isimlerinin değiştirileceğine dair raporlar vardı. En
son örnek daha önce Abdullah Cevdet olan bir sokağın adını, Ermeni Soykı
rımı iddialarına karşı resmî tezin savunucularından, Y usuf H alaçoğlu olarak
değiştirilmesi teklifiydi. Abdullah Cevdet (1869-1932), Latin Alfabesi, mede
ni kanun ve laikliğin savunuculuğunu yaptığı için tslâm cılar tarafından sevil
meyen bir isimdi. M ehm et Akif (1873-1936) bu yüzden Abdullah Cevdet’i
dönek olarak tanımlıyordu. Abdullah Cevdet o kadar sevilmiyordu ki İslâm-
cılar onun Türk ırkını yeniden canlandırm ak için A vrupa’dan erkek ithal
edilmesini savunduğunu söylüyordu. 1910 yılında A bdullah Cevdet, Rein-
hart Dozy’nin İslâm Tarihi isimli eserini tercüme etmişti am a kitap yasaklan
mış, mevcut kop yalan da denize atılmıştı.
Böylesi bir vu ku at generallerde endişe uyandırm ıştı. Genelkurm ay
Başkanı Y aşar Büyükanıt, “ çanların Türkiye için çaldığını” söylüyordu. T ür
kiye için birinci tehdit irtica, ikinci tehdit ise bölünme yani P K K ’ydi. Büyüka-
mt, resmî dairelerden Atatürk resimlerinin kaldırılması çağrısının ise Türki
ye’yi uyandırm ası gerektiren ifadeler olarak nitelendiriyordu (Milliyet, 27
Ekim 2005).
AKP iktidarı üniversiteler için de savaş halindeydi. Laik ilkelere sadık
üniversiteler ile siyasal İslâm köklü iktidar arasındaki kavganın kurbanı Van
100. Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın oldu. Aşkın, yolsuzluk iddialarıy
la tutuklandı ve rektör olup cezaevine giren ilk Türk akademisyen oldu. Sav
cı A şkın’ı yo lsu zlu k la suçlarken rektörleri atay an b ağım sız kurul onun
V an ’daki tarik atlar tarafından kurulan bir kom plonun kurbanı olduğunu
söylüyordu. A şk ın ’ın evi polisler tarafından aran dığın da Yüksek Öğretim
Kurulu (YÖK) bu eylemi üniversite özgürlüğüne karşı bir hareket olarak ni
telendiriyordu. Hüküm et Y Ö K ’ü bir kere ele geçirdiği zam an onlarca üniver
siteye kendi rektörlerini atayabilecekti.
2006 yılı başlarında siyasi istikrarsızlığın sona ereceğine dair söylentiler
vardı. Bu yüzden Erdoğan cumhurbaşkanlığı yarışına girmeye karar verdi. Öte
yandan 1990’larda cumhurbaşkanı olm aya karar verip kendi partilerini yok
etmiş olan Süleyman Demirel ve Turgut Ö zal’la aynı hatayı mı yapacaktı?
Takvim e göre Kasım 2 0 0 7 ’de seçime gidilmesi gerekiyordu. Erdoğan
aynı yıl cum hurbaşkanlığına aday olursa bu seçimlerde A KP’nin epey zorlan
ması anlam ına gelecekti. Çok say ıd a insan başın da E rdoğan olduğu için
AKP’ye oy veriyordu. Erdoğansız AKP için bu kadar desteği çekmek m üşkül
bir iş olacaktı. AKP, muhtemelen tek başına iktidar olam ayacak, koalisyon
lar için tekrar yol açılacaktı. 2006 yılı boyunca yapılan ana tartışm a buydu.
O cak 2 0 0 7 ’de yapılan bir ankette katılımcılar E rdoğan ’ın cum hurbaş
kanlığına karşı oy kullanmıştı. Buna rağmen belli m akam ları ele geçirm ek
AKP için önem kazanmıştı. Zira, 15 yeni üniversiteye yapılan rektör atam a
ları meclisten gidip cum hurbaşkanlığına geldiğinde dönemin cum hurbaşkanı
Ahmet Necdet Sezer tarafından yeniden görüşülmesi için veto edilmişti. Öte
yandan, meclis yasayı değişiklik yapm adan tekrar onayladı. Bu yüzden AKP
için kendi adayını Cum hurbaşkanlığına çıkarm ak bir öncelik haline geldi.
Erdoğan aday olmayı reddedince Abdullah G ül’ün aday olacağına d a
ir spekülasyonlar arttı. Sonunda Gül cum hurbaşkanı adayı olduysa da Gül,
367 şartı yüzünden seçilemedi. A slında Abdullah G ül’ün aldığı 357 oy, cum
hurbaşkanlığı seçimlerinde o zam ana kadarki en yüksek oydu, am a ana m u
halefet partisi CH P bu oylamayı geçersiz sayıp A nayasa M ahkem esi’ne götür
dü. Anayasa M ahkem esi C H P’nin itirazını haklı gördü ve meclisteki birinci
tur oylamayı geçersiz ilan etti. Aynı gün Başbakan erken seçimlerin 22 T em
muz’da yapılacağını ilan etti.
Birdenbire başka bir kurum daha siyaset sahnesine yön verdi: O rdu.
AKP, A B’nin Kopenhag Kriterleri’ni karşılayabilm ek için çok sayıda hukuki
değişiklik yapm ış olduğu için bu gelişme sürpriz oldu. 2 9 M art’ta haftalık h a
ber dergisi N o k ta 'da emekli bir amiralin günlüklerine dayanan bir haberde
emekli generallerin hükümete karşı darbe tasarladığı söyleniyordu. Bu girişim
daha sonra Ergenekon kom plosu olarak anılacaktı. Birkaç hafta sonra 27 Ni-
san ’da Genelkurmay tarafından yayınlanan E-M uhtıra’da cumhurbaşkanlığı
seçimleri sürecinde laiklik üzerinde durulm ası gerektiği söylendi. Bu yüzden
T S K bu sürecin dışın da kalam azdı. Ertesi gün m uhtıraya karşılık olarak
Cumhuriyet tarihinde ilk defa hükümet bir karşı uyarı yayınladı ve Genelkur
m ay ın Başbakanlığa bağlı olduğunu hatırlattı.
Halk seçim kam panyasına büyük ilgi gösterdi. AKP % 47 oranında oy
alarak ezici bir çoğunluk elde etti. Bu zafer siyasi tıkanıklığı ortadan kaldırdı
ve M H P, 367 sorununun ortadan kalkm ası için vekillerinin cum hurbaşkanlı
ğı seçimlerine katılacağını açıkladı. CH P ise eğer Gül seçilirse cum hurbaşkan
lığını boykot edeceğini söyledi. 28 A ğustos 2 0 0 7 ’de A bdullah Gül cumhur
başkanı seçildi.
Gül, barışçıl bir şekilde devlet başkanı ve başkom utan olmayı başar
mıştı. Kam panya boyunca askerin sırf karısının başörtüsü yüzünden laiklik
konusunda endişe taşım asına gerek olm adığı konusunda tem inat verdi. Gül,
gazetelere verdiği demeçte Türkiye’nin yasalarla yönetildiğini ve insan hakla
rının, istenen kıyafetin giyilebilmesi de dahil olm ak üzere, anayasa tarafından
güvence altına alındığını söylüyordu.
16 A ğustos’ta Büyükanıt’a G ü l’ün cum hurbaşkanlığı sorulduğunda
“ Ben konuşunca borsanın düştüğünü söylüyorlar,” diyerek sessiz kalmayı
tercih etti. Öte yandan siyasi gözlemciler 4 M ayıs 2 0 0 7 ’de D olm abahçe’de
Erdoğan ve Büyükanıt buluşm asında neler konuşulduğunu m erak ediyorlar
dı. İki buçuk saat süren toplantıda neler konuşulduğunu iki taraf da açıkla
m ayı hâlâ reddetmektedir. Öte yandan 2 0 A ğustos’ta B aşbakan spekülas
yonları bitirmek için ordunun siyasetten uzak durmasını istedi. “ ...Bırakın
konuşulanlar sarayda kalsın. Kurum lanınız, görevlerini anayasal çerçevede
yürütm ektedir.”
Abdullah G ül’ün cumhurbaşkanı olm ası birçokları tarafından laikliğin
son kalesinin İslam cılar tarafından ele geçirilmesi olarak görüldü. Cumhur
başkanlığı seçimleri arifesinde Genelkurmay şer odaklarının saldırısı altında
olduklarını ilan etti. Genelkurmay Başkanı Y aşar Büyükanıt T SK internet si
tesinde şöyle yazıyordu:
Ç e v İr e n B a l k a n T a l u
O k u m a Ö n e r Il e r I
R .Q . M e ch a m , “ F ro m the A sh es o f V irtu e, a P rom ise o f L igh t: the T r a n sfo r m a tio n o f P o
litical Islam in T u r k e y ” , T h ird W orld Q u a rte rly , 2 5 /2 , 2 0 0 4 , s. 3 3 9 -3 5 8 .
Kronoloji
1071 Malazgirt Savaşı sonunda Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı.
1095 Birinci Haçlı Seferi.
1207 Selçuklular Bizans egemenliğindeki Antalya’yı ele geçirdiler.
1219 İran’ı istilaya başlayan Moğollar, fethettikleri İran’da 1256 yılından 1336 yılına
kadar hüküm sürecek olan Ilhanlı Devleti’ni kurdular ve Anadolu'ya yöneldiler.
1261-1300 Batı A n a d o lu 'd a Menteşe, Aydın, Saruhan, Karesi ve Osm anlı beylikleri
kuruldu.
I. Murat (1359-1389)
1361 Edirne (Adrianopolis) fethedildi ve sonraki yıllarda Osmanlı Devleti’nin ikinci
başkenti oldu.
1363-1365 Güney Bulgaristan ve Trakya’ya doğru genişleme.
1 3 7 1 -1 3 7 3 Bizans'a karşı Çirmen Zaferi ile Balkanlar’daki Osmanlı hâkimiyeti tanındı.
1385 Sofya fethedildi.
1386 Karamanoğulları yönetimindeki Konya fethedildi.
1389 Kosova Savaşı (20 Haziran) sonucu Balkan ittifakı yenilgiye uğradı.
I. Bayezid (Yıldırım), (1389-1402)
1396 Niğbolu (Nikopolis) Savaşı’yla Haçlılar bozguna uğradı.
1402 Ankara Sav a şı’yla Beyazit'in imparatorluğu Timur tarafından yıkıldı.
1402-1413 Fetret Devri: Beyazit’in oğulları arasında yaşanan ve I. Mehm ed’in iktidarı ele
geçirmesiyle sonuçlanan iç savaş.
I. Mehmed (1413-1421)
İç savaştan sonra yıkılan devlet düzenini yeniden kurdu.
I. Ahmet (1603-1617)
1606 Avusturya’yla barış yapıldı.
1609 Anadolu'daki CelalT Isyanları'nı bastırmak içingirişimlerdebulunuldu.
1612 Hollanda’ya kapitülasyon imtiyazı verildi.
I. Mahmud (1730-1754)
1730-1736 İran’la yapılan savaş sonucu Azerbaycan kaybedildi.
1736-1739 Rusya ve Avusturya’yla savaş.
1739 Rusya ve Avusturya'yla yapılan barış antlaşması sonucu Belgrad geri alındı.
1740 Rusya’ya karşı Osmanlı-lsveç ittifakı.
1743-1746 Osmanlı-lran Savaşı.
I. AbdUlhamld (1774-1789)
1774 R uslar k a rşısın d a bozgu na u ğrayan O sm anlı Devleti Küçük Kaynarca
A ntla şm a sı’nı imzaladı. Kırım ve Karadeniz’in kuzey kıyıları bağımsızlık
kazandı. Çariçe Katarina İstanbul’daki Ortodoks Kilisesi’nin koruyuculuğu
hakkım elde etti.
1783 Rusya Kırım Hanlığı’nı ilhak etti.
1784 Matbaa tekrar açıldı.
1787 Rusya'yla savaş.
1788 İsveç Rusya'ya savaş ilan etti.
Abdülmecit (1839-1861)
1839 Tanzimat Fermanı olarak da bilinen Gülhane Hatt-ı Hüm ayunu’yla reform
programı yürürlüğe kondu.
1853-1856 Osmanlı, Ingiltere ve Fransa ile Rusya arasında Kırım Savaşı.
1856 Islahat Fermanı ilan edildi. Paris Antlaşması. Sultan, ‘Avrupa siyasal, kültürel
ve ekonomik yörüngesi’ne girmeye zorlandı.
1858 İmparatorluktaki özel mülkiyeti tanıyan arazi kanunnamesi yürürlüğe girdi.
Abdülaziz (1861-1876)
1868 Kızıl Haç’ı m odel alan O sm anlılar Hilal i Ahmer Cem iyeti’ni kurdular.
İstanbul’da Galatasaray Lisesi açıldı.
1870 Rum Ortodoks Kilisesi’nden bağımsız olan Bulgar Kilisesi’nin kurulmasına
padişah tarafından izin verildi.
1875 6 Ekim: Osmanlı mâliyesi iflasını istedi.
1876 Tahttan çekilmeye zorlanan Sultan Abdülaziz intihar etti.
11 E y lü l 1 8 5 , 1 9 2 , 2 4 2 , 2 4 4 A m a s y a 1 0 , 8 5 , 86
1 9 6 0 d a rb e si 1 1 9 , 1 3 0 , 1 8 9 A m e rik a B irleşik D evletleri (A B D ) 7 4 ,
1 9 6 1 a n a y a sa sı 1 3 0 , 1 3 3 - 1 3 6 , 1 4 2 -1 4 4 , 1 1 1 ,1 1 2 ,1 1 5 , 134, 1 3 6 -1 3 9 , 143,
1 5 9 , 1 6 1 ,2 3 9 1 5 4 , 1 6 3 , 1 7 5 ,1 7 8 , 1 8 1 , 1 8 5 , 189-
192, 199, 20 0 , 20 9 , 2 3 4 -2 3 7 , 23 9 ,
A b b a s i h alifeliği 2 3 2 4 0 , 242-2 4 4
A b d ü la z iz 3 9 , 4 3 , 2 2 8 K o n g re si 2 3 4
A b d ü lm e cid 3 4 , 3 5 , 5 8 , 8 9 , 2 2 8 A n a d o lu
A d a k , F eh im 1 78 B atı 7 1 , 8 1 , 8 7 , 1 1 4 , 1 3 6 , 1 7 1 , 2 2 3 ,
A d ale t P artisi 1 3 5 , 1 3 9 , 1 4 0 , 1 4 3 , 145- 224, 232;
1 4 8 , 1 5 0 -1 5 3 , 1 6 2 , 1 6 4 , 2 0 6 , 2 0 8 , D oğu 65, 66, 70, 83, 104, 153, 224,
2 1 5 , 2 3 6 , 238 229;
A d a le t ve K a lk ın m a P artisi (A K P ) 1 8 0 , G üneydoğu 13, 84, 181, 24 6
18 6 -1 9 0 , 193, 194, 199, 2 0 1 -2 0 4 , a n a y a sa 4 0 , 4 3 , 5 3 , 5 6 , 6 0 , 8 2 , 1 0 7 , 1 1 4 ,
2 0 6 , 2 0 8 , 209, 2 1 1 , 2 1 2 , 2 1 4 -2 1 9 , 1 2 9 , 1 3 0 , 1 4 2 , 1 4 5 , 1 5 9 - 1 6 2 ,1 8 5 ,
2 4 2 -2 4 6 188, 189, 203, 204 , 2 0 6 , 2 1 4 , 228,
A dan a 5 7, 229 229, 236, 239, 243, 245
k a tlia m la rı 58 m ah k em esi 1 1 8 , 1 2 8 , 1 3 1 , 1 4 4 , 1 6 1 ,
A fg a n ista n 7 2 , 7 4 , 9 1 , 1 5 3 , 1 6 0 , 1 6 9 , 1 8 5 , 1 7 3 , 1 8 0 ,1 8 2 , 2 0 3 , 2 0 7 , 2 1 0 , 2 4 1 ,
232 242
A frik a 1 4 , 1 7 , 4 5 , 7 2 , 9 0 , 9 1 , 2 1 8 ta sla ğ ı 1 6 1 , 1 6 2 , 2 1 4 , 2 1 5
A ğ c a , M e h m e t Ali 153 a n a y a sa l devrim 82
A h m et İzzet P a şa 75 A n ıtk a b ir 1 7 8 , 18 0
A h m ed R ız a 4 8 , 4 9 , 5 7 A n k a ra S a v a şı 1 0 , 2 2 4
A k b u lu t, Y ıld ırım 1 6 6 , 1 6 7 , 2 3 9 A n n a n , K o fi 1 8 8 , 1 9 2 , 2 4 4
A k ç u ra , Y u su f 4 6 , 7 2 A n ta ly a 2 2 3 , 2 3 0
A k den iz 1 2 , 1 4 , 1 5 , 1 7 , 2 0 , 8 4 , 8 8 , 9 5 ,1 6 6 an ti-e m p ery alist 138
b ö lg e si 2 3 3 A r a b ista n 7 3 , 84
D o ğ u 15, 103, 139 A r a p 1 1 , 1 3, 6 4 , 7 2 -7 4 , 8 2 , 8 4 , 9 3 , 1 1 2 ,
A le m d a r M u sta fa P a şa 2 8 , 2 9 1 3 9 , 2 0 9 , 2 1 1 ,2 2 9 , 2 3 7
Alevi 1 5 0 , 1 53 d ü n y a sı 11
Ali Fethi Bey 6 4 ey aletleri 13
Ali K e m a l 6 2 A r a p ç a 1 1 4 ,2 0 2 , 2 3 2 , 2 3 4
A lm an 4 1 , 4 2 , 4 4 , 4 5 , 5 8 , 6 5 , 6 7 - 6 9 , 7 1 , A r a p la r 1 1 , 5 3 , 86
74-7 6 , 83, 9 6 ,1 0 4 ,1 3 3 , 140, 192, A r a ş, T e v fik R ü ştü 2 3 3
229, 233, 234 A rn av u tlu k 7 , 4 2 , 4 6 , 6 0
A lm a n c a 1 6 7 , 1 7 0 A sia M in ö r 3
A lm an y a 3 1 , 4 5 , 4 7 , 6 5 - 6 9 , 7 3 , 7 4 , 7 6, a sim ila sy o n 1 2 , 171
8 4, 94, 101, 103, 104, 110, 133, 201, A sy a 1 3 -1 5 , 4 5 , 8 4 , 9 0 , 9 1 , 1 3 6 , 1 6 6 , 169
2 2 9 , 232-2 3 4 a ta e rk il 9 0 , 2 0 9
A ltan , Ç etin 143 A ta tü rk , M u sta fa K em al 7 4 , 8 1 - 9 8 , 101-
103, 106, 107, 109, 110, 112, 114, Bele, R e fet 8 8 , 9 0 , 1 0 2
1 1 6 , 1 2 8 , 1 4 2 , 1 4 6 , 1 5 9 , 1 6 2 ,1 7 3 , B elgrad 1 4 , 2 7 , 2 2 4 , 2 2 6 , 2 2 7
180, 190, 2 0 2 , 2 0 5 , 2 30-233, 2 4 0 Berkes, N iy a z i 4 9
A tina 2 9 , 1 4 9 , 1 8 9 , 2 3 5 Berlin 4 6 , 6 5 - 6 8 , 7 2 , 7 4 , 7 5 , 8 3 , 1 0 4 , 1 1 0 ,
A vru pa B irliği (A B ) 1 7 1 , 1 7 4 , 1 7 5 , 1 8 2 , 232, 234
183 , 1 8 5 , 1 8 6 , 1 8 8 , 1 9 0 -1 9 3 , 199- Berlin A n tla şm a sı 4 2 , 4 6
201, 206, 2 0 8 , 21 2 , 219, 239, 24 1 -2 4 6 Berlin D u v arı 1 6 6
A vru pa E k o n o m ik T o p lu lu ğ u (A E T ) 1 7 5 , Berlin K o n g re si 4 2 , 4 6 , 2 2 9
236 birey 11, 3 8 , 7 5 , 1 0 2 , 1 0 7 , 1 1 1 , 131
A v u straly a 1 3 9 Birinci D ü n y a S a v a şı 4 5 , 7 0 , 7 5 , 8 3 , 8 4 ,
A vu stu ry a 2 0 , 2 2 , 3 1 , 3 6 , 4 1 , 4 2 , 4 6 , 5 5 , 9 2 , 1 0 2 , 121
6 2, 6 5, 6 6 , 7 4, 76, 225-227 Birleşm iş M ille tler (B M ) 1 1 3 , 1 2 8 , 1 8 8 ,
A y b ar, M e h m e t A li 1 4 1 , 145 207, 209, 239
A ydın 4 , 9 , 1 1 4 , 2 2 3 Bitlis 6 6 , 8 3 , 2 2 9
A y d ın lan m a 2 0 B izans 3 -5 , 8 -1 1 , 1 5, 18, 6 1 ,2 2 3
ayrım cılık 2 3 4 B izans İm p a r a to r u 3 -5 , 8, 9
A zerb aycan 1 3 , 2 8 , 2 2 5 , 2 2 7 , 2 4 5 B o ğ d an 8, 3 2
azınlık 3 9 , 5 8 , 1 0 4 , 1 5 1 , 1 5 3 ,1 5 5 , 1 5 6 , B o sn a H ersek 4 1 - 4 3 , 55
173, 1 7-177, 182, 188, 2 1 0 , 2 3 8 , 2 4 2 B ölgesel k o n g re le r 2 3 0
B rüksel 1 5 4 , 2 0 8
B ab ik y an , H a g o p 58 B u cak , S e d a t 1 7 4
B ağ d at 1 4 , 2 1 , 2 3 , 1 1 2 , 1 3 8 , 2 2 4 , 2 2 5 , B u lgar 7 , 8 , 1 1 , 3 8 , 4 1 , 4 2 , 4 6 , 5 3 , 6 1 , 6 4 ,
235, 244 68, 72, 75, 82, 228
Bahçeli, D evlet 1 8 2 , 1 8 5 -1 8 7 , 2 0 8 , 2 1 0 , B u lg arca 38
21 6 , 243 B u lgaristan 7 , 8, 4 2 , 4 3 , 5 5 , 6 1 , 6 4 , 6 8 ,
Baku 2 4 5 70, 72, 7 5 ,8 3 ,1 0 3 ,2 2 3 ,2 2 9
B alk an S a v a şla rı 6 1 , 6 4 -6 6 , 7 2 , 7 6 , 8 2 , 8 6 , b u rju va 18, 2 0 , 3 2 , 4 8 , 7 6 , 8 1 , 9 1 , 9 2 , 9 4 ,
229 104, 105, 107, 130, 134, 153, 179,
B alk an la r 4 , 5 , 7 , 8 , 2 0 , 2 7 , 2 8 , 4 1 - 4 4 , 4 6 , 187
6 1 , 6 3 , 6 4 , 7 2 , 8 6 ,1 6 9 , 1 8 1 , 2 2 3 , B u rsa 4 , 9 , 8 8 , 1 0 6 , 2 2 3
224, 229, 233 B u sh , G e o rg e W . 1 6 6 , 1 8 5 , 1 9 0 , 1 9 3 , 2 0 1 ,
B a rb a ro s H ay rettin 14 239, 242, 244
B asra 14 b ü ro k rasi 1 4, 17, 1 9 , 2 0 , 3 1 , 3 5 , 4 8 , 5 5 ,
b aşö rtü sü 1 9 4 , 2 0 4 - 2 0 6 , 2 0 9 , 2 1 3 , 241 56, 102, 10, 106, 108, 109, 115, 128,
Batı d ü n y ası 1 8 , 3 1 , 1 7 2 , 1 75 189, 194
Batı em p e ry aliz m i 4 5 bütçe 1 2 1 , 1 2 2 , 1 5 5 , 1 6 4 , 1 7 7 , 1 8 5 , 2 1 2 ,
B atılılaşm a 3 3 , 3 5 , 3 6 , 4 5 21 5
B atum 4 2 Büyük T ü rk iy e P artisi 162, 163
B atu r, M u h sin 2 3 7 bü yü m e hızı 1 8 , 1 1 4 , 1 1 5 , 1 1 9 , 1 3 2 , 1 3 3 ,
B ay ar, C elal M a h m u d 9 6 , 1 0 1 , 1 0 2 , 1 0 5 , 1 3 9 , 1 5 5 , 1 7 1 ,2 1 2
106, 108, 112, 114, 117, 129, 2 3 2 ,
234 C alifo rn ia 7 7
Bayezid 8 - 1 0 , 1 2 , 1 3 , 2 2 4 C eb e so y , A li F u a t 9 0 , 9 2 , 102
B ay k al, D e n iz 1 8 6 , 1 9 9 , 2 0 2 , 2 0 9 - 2 1 2 C elali İsy an ları 2 1 , 2 2 5
B ay ku rt, F a k ir 1 4 3 C em , İsm ail 1 8 5 , 186
C em S u lta n 12 D e e d e s (A lb ay ) 6 5
c e m a a t 1 1 , 1 5 , 2 3 , 3 4 -3 8 , 4 0 D e m ira ğ , N u r i 2 3 4
C em iy et 5 4 , 5 9 , 8 1 , 8 5 , 9 5 D e m irel, S ü ley m an 1 3 5 , 1 3 6 , 1 3 9 - 1 4 6 ,
C en eviz 2 2 4 1 4 9 - 1 5 6 , 1 6 0 , 1 6 2 , 1 6 4 , 1 6 5 ,1 6 7 ,
C e n o v a 1 3 , 19 1 7 0 -1 7 2 , 175, 176, 180, 1 8 2 , 195,
C ez ay ir 14 2 0 3 , 2 1 4 , 2 3 6 -2 4 2
C IA 1 4 9 d e m o k r a si 4 4 , 9 5 , 9 7 , 9 9 , 1 0 6 , 1 0 7 , 1 1 1 ,
cih ad 7 , 6 7 , 6 9 113, 115, 127, 128, 141, 14 5 , 146,
C in d o ru k , H ü sa m ettin 181 148, 152, 161, 163, 176, 17 7 , 184,
C o n n e c ticu t 171 1 8 6 , 1 8 9 -1 9 1 , 2 0 1 , 2 0 2 , 2 0 8 , 2 1 0 ,
C ravvford , R ic h a rd 68 2 1 5 , 2 1 7 -2 1 9 , 243
C u m h u riy et H a lk P artisi (C H P ) 8 9 , 9 1 , D e m o k r a t P arti (D P) 1 0 0 , 1 0 5 - 1 0 9 , 112-
9 4 , 9 5 , 1 0 1 , 1 0 2 , 1 0 5 - 1 0 9 , 1 1 1 , 113- 122, 128, 132, 135, 136, 138, 140,
1 1 7 , 1 2 0 , 1 2 2 , 1 2 8 , 1 3 0 , 1 3 6 ,1 3 8 - 1 43, 146, 171, 189, 2 1 4 , 234-2 3 6
1 4 0 , 1 4 3 , 1 4 6 -1 5 3 , 1 6 2 - 1 6 4 , 1 7 2 , d e m o k ra tik le şm e 1 4 4 , 1 8 2 , 1 9 2 , 2 4 4 , 2 4 5
1 76, 180, 186, 187, 193, 194, 199, d e m o k r a tla r 1 0 6 -1 0 9 , 1 1 3 - 1 1 6 , 1 1 8 -1 2 0 ,
202-2 04, 208, 209, 211-217, 219, 1 2 2 ,1 3 2 ,1 3 6 ,1 8 7 ,2 3 5 , 242
2 3 3 , 2 3 4 , 2 36-238, 2 4 0 , 2 4 3 -2 4 5 d en iz g ü c ü 1 2, 95
cu m h u riy etçi 9 3 , 9 4 , 1 4 7 , 1 5 0 , 1 5 2 , 2 3 2 d ereb ey ler 7
c u n ta 1 1 6 , 1 2 2 , 1 2 7 -1 2 9 , 1 4 3 , 1 4 9 , 160- d erin d evlet 1 7 4 , 1 9 1 , 2 4 1 , 2 4 2
1 6 2 , 2 0 6 , 2 3 6 ,2 3 7 D e rv iş, K e m al 1 8 4 , 1 8 6 , 1 8 7 , 2 4 2 , 24 3
d e v a lü a sy o n 1 0 8 , 1 1 9 , 2 2 5 , 2 3 6 , 2 3 7
ç a ğ d a ş la ş m a 3 3 , 4 9 , 7 6 , 9 0 , 9 1 , 1 1 3 d evletçilik 9 4 , 1 0 2 , 1 0 5 , 1 0 9 , 1 1 3 , 1 6 3 ,
Ç a n a k k a le B o ğ azı 4, 1 3 , 2 2 , 6 0 , 6 9 , 7 0 , 168, 232
226 d ev rim 1 8 , 3 6 , 4 0 , 4 3 , 4 9 , 5 5 , 5 6 , 6 2 , 72-
ç a tışm a 1 4 , 3 0 , 4 1 , 4 2 , 5 7 , 6 1 , 6 2 , 9 3 , 9 7 , 7 4, 82, 139, 141, 169, 176, 20 1 , 238
10 1 , 105, 108, 109, 13 9 , 140, 173, d ev rim ci 4 8 , 7 3 , 1 0 9 , 1 3 4 , 1 4 0
1 8 1 ,2 0 7 ,2 1 7 ,2 1 8 ,2 3 3 d ev şirm e 5 -7 , 9, 11, 1 4 , 2 0 , 2 7 , 2 8 , 31
Ç a tlı, A b d u llah 174 d ış b o rç 1 6 9 , 181
Ç e rk e z 4 2 , 8 6 , 8 7 dil 3 8 , 4 6 , 1 6 7 , 1 7 0 , 1 8 7 , 2 0 1 , 2 0 2
çete 4 6 , 1 7 4 , 2 0 5 D im e to k a 65
Ç iller, T a n su 1 7 0 , 1 7 1 , 1 7 3 , 1 7 4 , 1 7 6 , d in a d a m la r ı 3 8 , 56
1 77, 180, 181, 187, 2 4 0 , 241 d in sel 1 1 , 13
Ç in 91 d irlik 7
Ç in liler 15 D iu 1 4 , 2 2 4
ç o k u lu slu 4 6 , 5 4 , 1 39 d iv a n 1 5 , 16
D iy a n e t İşleri B aşk an lığ ı 9 0
D a n ışm a M eclisi 2 3 9 D iy a rb a k ır 1 7 1 , 1 8 1 , 201
D a n im a r k a 1 73 d o g m a tik 9 4
d a rb e le r 2 8 , 5 5 , 6 1 , 6 2 , 6 4 , 7 0 , 7 2 , 7 4 , 9 1 , d o la r 1 0 4 , 1 1 9 -1 2 1 , 1 6 3 , 1 6 8 , 1 7 1 , 178,
1 0 9 , 1 1 6 , 1 1 9 - 1 2 2 ,1 2 7 - 1 3 0 ,1 3 9 , 1 8 1 , 1 8 3 -1 8 5 , 1 8 7 , 2 0 8 , 2 1 2 , 2 1 5 ,
1 4 1 , 142, 144, 146, 1 4 8 , 149, 154, 2 3 6 , 2 3 7 , 240, 243
1 5 6 , 1 6 1 ,1 6 3 , 1 7 4 , 1 7 5 , 1 7 9 , 1 8 2 , D o rtm u n d 173
1 89, 204, 205, 207, 2 1 0 , 211, 214, d o stlu k a n tla şm a sı 1 1 0 , 2 3 0 , 2 3 1 , 2 3 4
2 3 5 ,2 3 6 , 238, 245 d ö v iz 1 1 9 , 1 3 3 , 1 6 8 , 1 6 9 , 1 8 3 , 2 4 2
D ü n y a B a n k a sı 1 4 3 , 1 6 0 , 1 6 8 , 1 8 3 , 1 8 4 , E sa d , B eşir 1 9 2 , 2 4 4
242 E skişeh ir 3 , 88
d ü n y a ek o n o m isi 3 4 , 1 33 eşitlik 3 5 - 3 7 , 5 3 , 9 1 , 1 0 8 , 2 0 9
eşra f 55
E cevit, Bülen t 1 4 6 - 1 5 6 , 1 6 1 , 1 6 7 , 1 7 5 , E tiyo pya 91
1 7 6 ,1 8 0 - 1 8 7 , 1 9 4 , 2 1 2 , 2 1 3 , 2 3 7 - 2 4 3 etnik k öken 5 3 , 8 7
E dirne 8 , 1 0 , 5 8 , 6 1 , 6 2 , 6 4 , 6 5 , 6 9 , 8 2 , E u ro 183
8 8 ,2 2 3 E vren, K e n an 1 5 9 - 1 6 2 , 1 6 6 , 2 3 9
Edirne A n tla şm a sı 2 9 , 3 2 , 2 2 8
E d w ard , V III (K ra l) 95 faiz 1 1 9 , 1 4 7 , 1 6 9 , 1 8 3 , 1 9 0 , 2 4 2
Ege F arsça 2 3 2
ad a la rı 6 0 , 61 faşist 9 4 - 9 6 ,1 0 1 , 1 0 1 ,1 0 3 , 1 0 5 , 1 2 7 ,
D enizi 2 3 , 4 1 , 4 2 , 1 5 0 , 1 5 4 140, 14 2 , 14 3 , 150, 151, 164, 167,
egem en 4 6 , 1 0 7 , 2 0 6 , 241 1 7 4 ,1 7 5 , 2 3 3 , 2 3 7 , 2 3 8
egem en g ü ç 5 8 Fatih Su ltan M e h m e d 9, 1 0, 1 6 , 19
egem enlik 9 , 1 1 , 2 3 , 4 0 , 6 0 , 6 3 , 6 6 , 1 0 3 , FBI 143
1 1 8 ,1 3 9 , 2 2 3 , 2 2 4 , 235 feod al 7 , 1 5 , 1 8 , 4 6 , 9 6 ,1 7 1
eğitim 6 , 7 , 3 1 , 3 7 , 3 8 -4 0 , 4 8 , 8 1 , 8 2 , 1 0 6 , F erdin an d (B u lg a r Ç arı) 75
1 0 7 ,1 2 2 , 1 4 0 , 1 5 0 ,1 6 1 ,1 7 0 , 1 7 4 , Ferid P aşa 5 9
179, 1 8 5 , 1 8 7 , 2 0 6 ,2 1 7 , 243 Ç a k m a k , Fevzi 101
ek o n om ik “ " Filipinler 91
bü yü m e 1 1 5 , 1 55 Filistin 2 2 9
gelişim 1 1 1 , 1 1 5 , 1 2 1 , 1 3 1 , 1 4 0 , 1 6 7 , F ord 133
168 F ran co 9 7
h ak la r 1 3 1 , 1 3 4 F ran ço is, I. 14
em ek 1 3 3 , 1 4 9 F ran sa 1 8, 2 8 , 2 9 , 3 1 , 3 6 -3 8 , 4 0 , 4 5 - 4 7 ,
em pery alist 4 5 , 5 5 , 7 4 , 9 1 , 138 6 5 -7 0 , 7 3 , 8 4 , 9 5 , 1 0 2 -1 0 4 , 2 0 0 , 2 0 1 ,
en d ü strileşm e 1 8 , 3 3 , 1 3 3 , 1 3 4 225, 228, 229, 232, 233, 235, 237,
Enez 64 240, 245
en flasy o n 2 0 , 2 1 , 2 7 , 1 0 8 , 1 1 9 , 1 2 1 , 1 2 2 , F ran sa K ralı 14
1 3 1 , 1 3 2 , 1 3 4 , 1 5 5 , 1 6 8 ,1 8 2 , 1 8 4 , F ran sız 1 2 , 1 4 , 2 2 , 2 7 , 2 8 , 3 1 , 3 3 , 4 4 , 4 5 ,
225, 240 4 7, 5 8, 6 2 , 70, 72, 82, 88, 91, 9 5 , 9 7,
Enver Bey 6 2 , 6 4 , 6 9 , 83 1 0 3 ,2 2 7 , 2 3 3
E rb a k a n , N e c m e ttin 1 4 0 , 1 4 7 , 1 4 8 , 1 5 0 , D evrim i 2 7 , 2 7 , 2 2 7
156, 1 6 4 , 1 6 7 , 169, 175-180, 1 8 7 , F ran sızca 31
237, 2 3 8 , 241
E rd o ğ a n , R e c e p T a y y ip 1 8 0 , 1 8 6 - 1 9 4 , G a la ta 41
20 0 -2 1 9 , 2 4 1 -2 4 6 G a la ta s a ra y 3 7 , 2 2 8
E rim , N ih a t 1 4 3 - 1 4 6 , 1 4 9 , 2 3 9 gecek on d u 1 3 4 , 13 6
E rk an lı, O rh a n 1 2 2 , 1 29 G elib olu 4 , 1 3 , 7 2 , 7 3 , 8 3 , 2 2 3 , 2 2 9
Erm eni 1 1 , 1 8 , 2 8 , 3 1 , 3 8 , 4 2 , 4 6 , 4 7 , 5 3 , gelir d ağ ılım ı 1 6 8 , 18 4
57, 58, 64-6 6 , 7 0, 71, 84, 87, 88, 172, gerilla 8 2 , 1 4 1 , 1 7 2
202, 209, 210, 225, 229 G erm en 1 4 , 1 7 , 2 0 , 2 2 5
Erm en istan 2 8 , 8 4 , 2 2 7 G erm iyan 4 , 8 -1 0
E rzu rum 6 5 , 7 3 , 8 4 -8 6 , 2 3 0 G irit A d ası 4 6 , 5 5 , 2 2 6
G o ffm a n , D an iel 2 4 h izipçilik 1 3 0
g öç 4 2 , 6 3 , 139 h izm et se k tö rü 16 9
g ö çm en 1 7 3 H o lla n d a 1 7 , 2 0 , 4 7 , 2 2 5
işçi 1 3 3 H ü rriy e t 3 1 , 4 0 , 4 1 , 5 4 , 5 9 , 1 0 8 , 1 4 4
grev 5 5 , 1 2 8 , 1 4 1 , 1 4 2 , 1 6 0 , 1 6 4 , 2 3 2 H ü sey in H ilm i P aşa 5 6 , 58
hakkı 115, 128, 133, 134 H ü se y in , S a d d a m 1 7 2 , 2 4 0 , 2 4 4
G rey , E d w a rd (Sir) 6 1 , 63
G ay ri S afi M illi H a sıla (G S M H ) 1 3 3 , 1 6 8 , Irak 1 0 , 3 8 , 7 0 , 7 1 , 7 3 , 1 1 2 , 1 2 3 , 166-
178 1 68, 172, 173, 181, 1 8 9 -1 9 2 , 2 0 0 ,
G ü l, A b d u lla h 1 8 8 , 1 8 9 , 2 0 0 , 2 0 3 - 2 0 5 , 202, 217, 229, 232, 235, 239, 240,
2 0 7 , 2 1 0 , 2 1 3 , 2 1 5 , 2 1 6 , 2 1 8 , 243- 243, 244
245 Iraklı 1 6 7 , 1 7 2 , 2 4 0
G ü m rü k B irliği 1 7 5 , 1 8 3 , 2 4 1 ırkçı 1 0 4
G ü n ey İtaly a 12
G ü n ey R u sy a 1 0 , 7 0 İb rah im P a şa 1 7, 2 9 , 2 2 7
G ü rc ista n 1 8 1 , 2 4 5 iç s a v a ş 3 4 , 8 7 , 1 1 1 , 2 2 4 , 2 3 2
g ü ven lik 1 2 , 1 4 , 3 5 , 7 1 , 7 5 , 9 5 , 1 1 0 , 1 1 6 , id eoloji 1 1, 1 3, 2 1 , 3 7 , 4 5 , 5 4 , 7 2 , 7 4 , 9 0,
168, 172, 174, 183, 184, 2 0 1 , 20 7 , 9 3 , 9 4 , 9 7 , 1 0 4 ,1 0 9 , 1 1 3 , 1 2 2 ,1 3 2 ,
2 1 1 ,2 4 0 1 3 5 , 1 3 6 , 146, 1 4 8 ,1 5 1 , 1 6 0 ,1 6 4 ,
1 6 7 , 1 7 6 , 1 7 9 , 2 0 6 , 2 0 9 , 2 3 2 , 2 4 2 , 24 6
H a b e şista n 9 1 , 9 5 , 2 3 2 ih ra c a t m u cizesi 168
H a c ı B e k ta ş 6 İkinci D ü n y a Savaşı 1 0 2 ,1 1 0 , 1 3 8 , 1 7 5 , 233
H açlı Seferi 2 2 3 ik tisad i 1 0 5 , 1 1 0 , 1 1 5 , 1 2 2 , 1 3 2 , 1 3 3 ,
H a ç lıla r 4 5 , 2 2 4 1 6 8 , 1 7 1 , 1 7 7 , 18 4
H a le p 13 tikin , B a k i 181
halife 2 3 , 4 5 , 6 7 , 6 9 , 7 2 , 8 1 , 8 2 , 8 7 , 89- İn giliz 3 2 , 3 7 , 4 2 , 4 4 , 4 7 , 5 5 , 6 5 , 6 8 -7 3 ,
9 2 , 9 4 , 2 3 0 , 231 7 5 , 8 4 , 8 7 -8 9 , 9 5 , 9 6 , 1 0 3 , 1 3 7 , 1 9 2 ,
H alil Bey (M en teşe) 6 0 , 6 4 , 7 2 2 1 7 , 2 2 8 ,2 2 9 , 2 3 0 , 2 3 3 , 2 4 4
H a lk ın D e m o k ra si Partisi (H A D E P ) 1 7 3 , İn gilizce 3 , 8 5 , 17 0
181 İn giltere 3 , 17, 18, 2 0 , 2 9 , 3 1 -3 8 , 4 1 , 4 2 ,
H am as 179 4 5 -4 7 , 56, 60, 61, 63, 65-7 0 , 73, 74,
h a ra ç 9 , 1 0 , 1 3 , 16 8 4, 85, 87, 91, 95, 9 7, 10 2 , 103, 110,
H a rr is, G e o rg e 156 112, 137, 139, 149, 188, 192, 21 6 ,
H a w k e r (A lb ay ) 65 225, 228, 229, 233, 235, 236, 240
h a y a t h a k k ı 10 İn ön ü h ü k ü m eti 95
H ıristiy a n 4 - 1 1 , 15, 2 2 , 2 3 , 3 3 , 3 4 , 3 6 -3 8 , İn ön ü , E rd a l 1 6 2 , 1 6 7 , 1 7 0 , 2 3 2
4 1 , 4 2 , 4 6 , 64, 65, 67, 7 6 , 87, 140, İn ön ü , İsm et 1 0 1 -1 1 2 , 1 1 5 -1 1 7 , 1 2 1 , 135-
183, 187, 227 137, 146, 147, 149, 162, 163, 233-2 3 7
H in d ista n 1 0 , 1 3 , 14, 3 2 , 4 5 , 5 5 , 6 7 , 7 2, in san h a k la rı 1 2 8 , 1 7 2 , 1 7 4 , 1 8 2 , 1 8 8 ,
9 1 ,2 2 4 189, 191, 192, 2 0 1 , 2 0 4 , 2 0 8 , 2 0 9 ,
H in t 1 3 , 14 2 42, 244
H itler, A d o lf 9 5 , 9 7 ,1 0 2 , 1 0 3 , 1 7 8 , 2 0 7 , İp ek çi, A b d i 1 5 2 , 153
23 2 -2 3 4 İran 1 0 , 1 3 , 2 0 , 4 5 , 7 2 , 7 4 , 9 1 , 1 1 0 , 1 1 2 ,
h iy e rarşi 5 4 , 9 1 , 1 2 1 , 1 2 3 , 1 3 0 , 1 5 9 1 5 3 - 1 5 5 , 1 6 0 , 1 6 8 , 1 6 9 , 1 7 2 , 176-
H iz b u lla h 1 7 9 , 2 4 2 179, 2 23, 225, 227, 232, 235, 238
isk ân 7 1 , 1 0 6 k ab in e 5 5 , 5 6 , 5 8 , 5 9 , 6 1 , 6 2 , 6 4 , 6 7 , 6 8 ,
İslâm 7 0 , 8 5 , 1 0 6 , 1 1 8 , 1 2 8 , 1 2 9 , 1 3 1 , 1 43-
d ü n yası 5 , 1 4 , 4 5 , 9 2 , 1 7 0 , 1 9 2 , 2 0 9 1 4 5 ,1 4 8 , 1 6 0 , 1 6 6 , 1 6 7 , 1 7 7 , 1 8 3 ,
k ök ten ciliğ i 2 7 1 8 5 ,1 8 6 , 1 8 9 , 2 3 6 , 2 3 7 , 2 3 9 , 2 4 0
ülkeleri 1 7 7 K a fk a sla r 4 2 , 6 8 , 6 9 , 7 3 - 7 5 ,1 8 1
İslam cı 4 5 , 4 6 , 5 4 , 1 4 2 , 1 4 7 , 1 4 8 , 1 5 1 , K ah ire 2 9 , 6 2
156, 163, 1 6 4 , 1 6 6 ,1 7 1 ,1 7 5 - 1 7 8 , k am u sal alan 1 9 4
1 8 0 , 1 8 1 , 1 8 5 - 1 8 8 , 1 9 4 ,1 9 5 , 2 0 2 , K an ta k u z e n o s 4 , 5
204, 206, 209, 213, 232, 238, 240- K an un i Su ltan Sü ley m an 1 4 -1 7 , 21
242, 244 k ap italist 3 4 , 1 0 5 , 1 3 8 , 1 5 5 , 1 6 9 , 2 0 6 ,
İslâm î d evrim 1 7 6 243
İsm ail P aşa 3 9 k ap italizm 1 8 , 7 6 , 1 0 5 , 1 3 2 ,1 3 9 , 1 4 0 ,
İsp an y a 1 2 , 1 7 , 1 8 , 4 6 , 8 4 , 9 7 , 2 0 5 , 2 1 6 , 144
224 k ap itü la sy o n la r 1 4 , 3 3 , 3 6 , 4 7 , 5 5 , 5 9 , 6 0 ,
İç S a v aşı 9 5 , 2 3 2 67, 68, 76, 225
İspan yol 1 9 , 8 4 K a ra P an terler 1 4 3
İsrail 1 3 9 , 1 4 3 , 1 7 6 , 1 7 7 , 1 7 9 , 1 8 1 , 2 0 7 , K arad en iz 1 2 , 2 3 , 3 6 , 6 4 , 6 7 , 6 9 , 7 0 , 7 4 ,
2 0 9 ,2 1 1 ,2 1 3 ,2 3 5 ,2 3 7 , 240 85, 97, 169, 2 2 5 , 227
İstan b ul K o n fe ra n sı 4 4 K a ram an 9 , 10
istih d am 155 K a ra m a n lıla r 4 , 10
istik rar p ro g ra m ı 1 8 4 , K a r a o sm a n o ğ lu , A tilla 1 4 3 , 1 4 4
lsveç 2 2 6 , 2 2 7 k ard eş katli 9 , 2 1 , 2 2 5
İsviçre 178 K aresi 4 , 9 , 2 2 3
İşçi Partisi 141 karm a e k o n o m i 13 3
işçi K a rs 3 6 , 4 2 , 1 1 0
se n d ik aları 1 3 4 , 1 3 9 , 1 4 1 , 1 6 0 K ato lik 1 1 , 1 2 , 1 8 , 2 0 , 33
sınıfı 7 6 , 1 1 5 , 1 3 3 , 1 34 K ato lik lik 2 0
işsizlik 1 4 0 , 1 4 8 , 1 7 1 , 1 8 4 ,1 8 8 , 1 8 9 , 2 0 8 , K av ak çı, M e rv e 2 4 2
2 1 2 ,2 1 3 K av alalı M e h m e d Ali P aşa 2 8 , 3 2
işveren 1 0 7 , 1 1 9 , 1 4 0 , 160 K ay seri 18 8
İtalya 1 2 , 1 3 , 1 9 , 3 1 , 3 4 , 4 7 , 6 0 , 6 1 , 6 5 , K em al, Y a ş a r 14 3
6 6, 7 0, 8 2 , 9 4 , 9 5 ,1 0 1 , 114, 2 2 9 , 2 3 2 K e m alist id e o lo ji 1 0 9 , 2 0 9
İtalyan 1 2 , 1 4 , 1 7 , 1 9 , 3 4 , 4 6 , 5 8 , 6 0 , 9 1 , K em alizm 8 9 , 9 0 , 9 4 , 9 7 , 1 0 1 , 1 0 7 , 1 1 3 ,
95, 103, 2 3 0 , 232 132, 135, 139, 142, 159, 23 3
İtilaf D evletleri 6 3 , 6 7 , 7 0 , 7 2 , 7 4 , 8 3 - 8 5 , K enya 1 7 4 , 1 8 0
229 K ıh rıs 17, 2 0 , 4 2 , 7 4 , 1 3 7 -1 3 9 , 1 4 9 , 1 5 0 ,
İzm ir 3 3 , 8 1 , 8 5 , 8 8 , 9 3 , 1 0 6 , 2 1 8 , 2 2 4 , 1 5 4 ,1 6 0 , 1 7 5 , 1 8 2 , 1 8 8 , 1 9 2 , 1 9 3 ,
230, 235 2 01, 2 2 5 , 235 -2 3 9 , 244, 245
İzm it 141 K ırım 1 2 ,1 7 , 2 3 , 3 6 , 2 2 4 , 2 2 6 , 2 2 7
İznik 2 2 3 S av aşı 3 6 , 3 7 , 4 1 , 2 2 8
kırsal 7 , 1 9 , 3 2 , 3 3 , 9 6 , 105, 1 1 5 , 1 3 6 , 1 8 7
Ja p o n la r 2 3 4 K ışlalı, A h m et T a n e r 18 2
Ja p o n y a 7 4 , 9 1 , 1 6 9 , 2 3 2 Kızıl H a ç 2 2 8
Jü p iter füzeleri 1 3 6 K ızılden iz 1 3 , 17
K ilise 1 1, 2 3 , 3 6 , 3 8 , 2 1 0 , 2 2 7 , 2 2 8
kim lik 3 4 , 9 6 , 1 4 8 , 1 6 1 , 2 4 0 k ü reselle şm e 1 5 5 , 1 6 8 , 1 7 5 , 1 7 6 , 1 7 9 ,
k o a lisy o n h ü kü m etleri 1 3 5 , 1 4 0 , 1 4 8 , 1 8 5 , 2 0 6 , 2 3 9 , 24 1
149, 1 6 8 ,1 7 1 ,1 7 4 ,1 7 6 ,1 8 0 ,1 8 2 , K ü rt 8 7 , 9 2 , 1 4 2 , 1 4 3 , 1 5 3 , 1 6 6 , 1 6 7 , 1 7 1 ,
236, 240, 242 1 72-174, 177, 179, 181, 182, 192,
K o c a d a ğ , H ü seyin 174 200-20 2, 210, 212, 2 1 3 , 2 1 6 , 217,
K o lo m b , K r isto f 14 219, 229, 231, 240, 241, 244, 245
k o lo n i 8 4 , 2 2 4 K ü rt a şire t 6 0 , 6 6 , 2 3 2
k o m ü n ist 7 6 , 1 0 9 , 1 1 4 , 1 4 2 , 1 5 3 , 1 6 0 , K ü rtçe 1 7 2 , 1 8 5 , 1 9 1 , 2 0 2 , 2 4 3 , 2 4 4
232 K ü rtler 1 1 , 4 2 , 5 3 , 6 6 , 8 4 , 8 6 , 8 8 , 150,
k o m ü n iz m 1 0 4 , 1 2 2 , 1 3 6 , 1 3 9 , 1 4 0 , 1 5 4 , 1 7 1 , 1 7 2 -1 7 4 , 1 8 2 , 1 8 5 , 1 9 0 , 1 9 2 ,
236 2 0 1 ,2 1 4 ,2 1 6 , 21 7 , 2 4 0 , 244
K on ya 3, 69, 156, 2 23, 2 2 8 , 2 3 7 K ü ta h y a 8, 9 , 88
K open h ag 182, 186, 189, 191, 2 0 3 , 242
K o r a lta n , R e fik 1 0 5 , 2 3 4 L a d in , Bin U sam e 185
K ore 2 3 5 laik 3 1 , 3 7 , 4 8 , 4 9 , 8 2 , 8 5 , 9 0 , 9 7 , 1 4 8 ,
K o re S a v a şı 1 1 2 , 1 1 4 , 1 1 5 1 5 0 , 1 5 1 , 1 5 3 , 1 5 6 , 1 7 7 - 1 8 0 ,1 8 7 ,
K o r u tü rk , F ah ri 1 4 6 , 2 3 8 1 8 9 , 1 9 3 -1 9 5 , 2 0 2 , 2 0 4 , 2 0 6 , 2 0 7 ,
K o s o v a 8 -1 0 , 1 8 1 , 2 2 6 2 3 1 , 2 3 2 , 2 4 2 , 2 4 4 -2 4 6
K o s o v a S a v a şı 8, 2 2 3 , 2 2 4 laik leşm e 3 5 , 3 6 , 46
k o z m o p o lit 3 7 , 8 1 ,1 2 2 , 1 4 0 , 1 4 6 , 1 6 7 ,1 7 0 laik lik 1 1 , 8 9 , 9 4 , 1 0 8 , 1 7 9 , 1 8 0 , 2 0 4 ,
köle 5 , 6 2 0 5 , 2 0 8 , 2 1 3 , 2 3 2 , 24 1
K ö p rü lü , F azıl A h m et 2 2 , 2 2 6 L a tin alfa b e si 9 3 , 2 0 2 , 23 1
K ö p rü lü M e h m e d P aşa 2 2 , 2 2 6 L atin A m e rik a 141
K ö rfe z K rizi 1 6 6 , 1 6 7 Lazar 8
K ö r fe z S a v a şı 172 L e h istan 2 2 5 , 2 2 6
k rallık 2 9 , 7 7 , 2 2 8 Len in , V lad im ir İliç 1 1 0
K u d ü s 1 3 , 4 5 , 1 5 6 , 179 lib e ral 5 4 , 6 1 , 6 4 , 1 0 7 , 1 1 7 , 1 1 8 , 1 6 4 ,
K u rtb e k , Seyfi 121 185, 2 0 9 ,2 1 0 ,2 1 8 ,2 1 9
K u r tu lu ş S a v a şı 8 7 , 8 8 , 9 0 , 9 2 , 9 3 , 1 0 5 , lib e ralle şm e 3 3 , 3 4 , 1 1 5 , 2 3 4
1 0 6 ,2 1 0 , 230 L ib y a 1 4 ,6 0 , 8 2 , 1 7 7 , 178
K u ta n , R e ca i 1 80 L o n dra 12, 6 1 , 6 4, 6 7, 7 1 , 9 4 , 9 5, 110,
K u tsa l R o m a G erm en İm p a r a to r lu ğ u 2 2 5 120, 1 9 1 ,2 3 3 ,2 3 6
K u v ey t 1 6 6 , 2 3 9 L o s A n g e les 7 7
K u z ey A frik a 1 4 , 17, 4 5 , 7 2 , 2 1 8 L o z a n A n tlaşm ası 9 0 , 9 5 , 2 3 1
K u z ey Irak 1 7 2 , 1 7 3 , 1 9 0 , 2 0 0 , 2 1 7 , 2 4 0 , Lübn an 6 4 , 6 5 , 20 9
243, 244
K ü ba 136 M acar 1 0 ,2 1 ,4 5 , 227
K ü ç ü k A sya 3, 84 M a c a r is ta n 14, 4 1 , 4 2 , 6 5 , 2 2 4 , 2 2 6 , 2 3 5
K ü ç ü k K a y n a rc a 2 3 , 2 2 7 M a k e d o n y a 1 0, 4 2 , 4 6 , 5 4 , 5 6 , 6 1 , 82
K ü ç ü k , F azıl 137 M a lta 8 8 , 2 2 4
K ü r d ista n 1 7 1 , 1 9 9 , 2 3 9 M a n a stır 5 2 , 82
K ü r d ista n İşçi P artisi (P K K ) 1 7 1 - 1 7 4 , 1 7 6 , M a n is a 10
180, 199, 200, 202, 210, 213, 216, M a r k sis t 1 3 6 , 1 7 2
2 1 7 ,2 3 9 - 2 4 2 , 246 M a r k siz m 9 7
k ü resel p a z a r 183 M a r m a r a D enizi 4 , 5 7 , 6 8 , 1 4 0 , 16 9
M a rsh a ll Planı 1 1 1 , 1 3 8 , 175 m on arşi 3 9 , 4 3 , 9 0 , 2 3 5
M artin L u th er 1 4 , 15 M ora 2 9, 2 2 4 , 2 2 6
M ed in e 13 M o sk o v a 8 8 , 9 5 , 1 0 3 , 1 0 4 ,1 1 0 , 1 2 0 , 1 3 6 ,
m edrese 4 8 , 5 6 189, 2 3 3 ,2 3 4 ,2 3 6
m ed y a 1 7 0 , 1 7 7 , 1 8 6 , 1 8 7 , 19 0 , 1 9 3 , 2 0 8 , M u sta fa F azıl P aşa 3 9
211 m ülk 9 , 1 3 , 2 7 , 3 5
M eh m ed I. 1 0 , 2 2 4 m ülkiyet 2 8 , 3 4 , 1 0 6 , 2 2 8
M eh m ed II. 2 , 1 0 , 1 2 , 2 2 4 m ülteci 1 6 7 , 2 4 0
M eh m ed III. 2 2 5 M ü n ih A n tla şm a sı 9 5
M eh m ed IV. 2 2 , 2 2 6 M ü slü m an 3 , 4 , 6 -9 , 1 1 , 1 3, 18, 1 9, 2 2 ,
M eh m ed V . 5 8 , 2 2 9 2 3 , 2 9 , 3 1 , 3 2 , 3 4 , 3 6 -3 8 , 4 0 - 4 2 , 4 4 -
M eh m ed V I. 75 4 6, 4 8, 5 3 -5 6 , 5 8 , 65, 67, 69, 7 0, 7 2,
M ekke 13, 2 2 4 7 4 , 7 5 , 8 1 , 8 4 , 8 7 , 8 8 , 1 0 4 -1 0 6 , 1 6 9 ,
M eriç Irm ağı 8 170, 178, 183, 187, 2 2 9 , 2 4 2 , 246
M erkez B a n k ası 1 7 8 , 1 8 3 , 2 4 2 m ü ttefikler 1 7, 6 4 , 6 7 , 7 3 , 8 3 , 8 7 , 9 6 ,
M eşru tiy et 3 4 , 4 3 , 4 4 , 4 6 , 5 1 , 5 2 , 5 5 - 5 8 , 103, 104, 1 0 5 , 110, 128, 137, 154,
75, 76, 77, 90 1 8 5 , 1 9 2 ,2 1 1
M ısır 13, 2 7 , 2 8 , 2 9 , 3 1 , 3 9 , 4 6 , 4 7 , 5 3 ,
55, 67, 6 9 , 7 0 , 7 4 , 1 1 2 ,1 2 3 ,1 3 0 , N a iro b i 1 7 4 , 24 1
2 0 7 ,2 1 5 ,2 2 4 , 2 2 6 , 227 N a m ık K e m al 3 9 , 4 0 , 4 5
M ısırlı 3 2 , 6 4 - -— N a p o li 12
M idilli 12 N a sır 1 1 2 , 1 2 3 , 1 3 0
m ilis 142 N A T O 1 1 1 , 1 1 2 , 1 2 1 ,1 2 2 , 1 2 8 , 1 3 6 - 1 3 8 ,
m ilitan 1 3 9 - 1 4 2 , 1 5 0 , 1 7 2 , 1 7 4 , 1 7 9 , 2 1 6 , 154, 1 6 0 , 1 7 5 , 1 7 7 , 1 7 9 , 1 8 0 , 1 9 1 ,
237, 238 2 3 5 -2 3 7
millet sistem i 1 1 , 1 2 , 3 5 n eo faşist 1 7 4 , 2 3 7 , 2 3 8
M illetler C em iyeti 8 8 , 9 5 , 2 3 2 N ew H a m p sh ire 171
m illi gelir 121 N ew Y o rk 1 8 5 , 1 8 9 , 1 9 5 , 2 0 0 , 2 4 2
m illi m ü cad ele 7 7 , 9 6 , 106 nü fu s artışı 2 1 , 1 1 9 , 140
M illiyet 2 0 1 , 2 0 2 , 2 0 8 , 2 1 2 , 2 4 0 nü fu s b ask ısı 2 2 5
m illiyetçi 1 1 , 1 5 , 4 1 , 4 5 , 4 6 , 6 4 , 7 2 , 7 4 ,
76, 82, 8 5 , 8 7 ,8 8 ,8 9 ,9 1 ,9 3 , 94, O rh an Bey 4 -6
112 , 1 3 6 - 1 4 0 , 1 4 3 , 1 6 4 , 1 6 6 , 1 6 7 , O rta A n ad o lu 2 1 , 2 2 , 1 0 8 , 148
172, 173, 1 7 9 -1 8 1 , 186, 194, 2 1 0 , O rta A sya 1 0 , 8 4 , 9 1 , 1 6 8 , 169
230, 232 o rta sın ıf 1 8 , 3 1 , 3 3 , 3 4 , 3 8 , 4 8 , 4 9 , 5 5 ,
M illiyetçi H a re k e t P artisi (M H P ) 1 4 0 , 5 9 , 8 1 , 1 1 9 , 1 2 2 , 1 3 9 , 140, 1 7 9 , 1 8 5 ,
1 4 2 , 1 4 7 , 1 4 8 , 1 5 0 , 1 5 1 , 1 5 6 ,1 6 0 , 237
1 8 0 -1 8 2 , 1 8 4 , 1 8 5 , 1 9 4 , 2 0 1 , 2 0 4 , O rta d o ğ u 6 9 , 7 4 , 7 7 , 1 1 1 , 1 1 2 , 1 3 6 , 1 6 8 ,
2 0 8 , 2 1 0 , 2 1 4 , 2 1 6 , 2 3 8 , 2 4 2 -2 4 6 1 9 2 ,1 9 3 , 2 0 7 , 2 0 9 , 2 1 1 , 2 1 3 , 2 3 5 ,
m illiyetçilik 1 1 , 1 5 , 4 1 , 4 5 , 4 6 , 6 4 , 7 2 , 7 4 , 244
8 2 , 9 4 , 1 1 2 , 1 3 6 , 1 3 9 , 1 4 3 ,1 7 3 , 1 7 9 , O rto d o k s 1 1 -1 3 , 1 8 , 2 3 , 3 3 , 3 6 , 2 1 0 , 2 2 7 ,
1 8 1 ,2 3 2 228
m odern leşm e 3 0 , 3 1 , 5 9 , 8 3 , 90 O rw ell, G e o rg e 96
M o ğ o lla r 3 , 2 2 3 O sm an I. 3, 4 , 2 2 3
M o h a ç S a v a şı 2 2 4 , 2 2 6 O sm an II. 2 2 5
O sm a n III. 2 2 7 P o rte k iz 1 3 -1 5 , 2 2 4
O sm a n lı B a n k a sı 4 7 p o stm o d e rn 1 7 9
O sm a n lı d o n a n m a sı 1 4 , 1 8 , 2 0 , 6 8 , 2 2 5 P ra g B a h arı 2 3 7
O sm a n lı h an ed an ı 3, 9, 4 0 , 7 2 , 9 2 , 9 4 , P rin ceton 123
225, 231 P ro te stan 1 1, 1 4 , 3 3 , 36
O sm a n lı İm p a ra to rlu ğ u 1 1 , 1 5 , 1 6 , 2 0 , p r o te sto 2 1 , 6 8 , 1 4 1 , 1 4 5 , 1 6 4 , 1 8 4 , 2 0 6 ,
2 3 , 2 4 , 32, 33, 36, 3 8, 4 2 , 4 5 , 46, 49, 2 1 8 ,2 3 0
5 3 , 5 5 , 6 0 , 6 7 , 7 1 , 7 5 , 7 7 , 8 4 , 8 5, P ru sy a 3 1 , 121
106, 223, 228, 229
O sm a n lı to p ra k la rı 10, 1 3 , 3 3 , 4 6 , 6 7 , 68 ra d ik a l 1 9 , 3 1 , 6 2 , 8 5 , 9 2 , 9 7 , 1 0 7 ,1 0 8 ,
O sm a n lı Y ah u d ileri 3 4 , 7 0 , 8 7 1 2 2 , 1 2 3 , 1 2 7 , 1 3 0 , 1 3 8 , 1 3 9 , 141-
O tr a n to 12 143, 152, 160, 165, 167, 179, 185,
o y verm e 1 1 5 , 2 3 1 193, 194, 199, 2 3 1 ,2 3 6 , 23 9
risk 9 2 , 13 3
Ö c a la n , A b d u llah 1 7 3 , 1 7 4 , 1 8 0 , 1 8 2 , R o d o s 12, 224
2 1 6 ,2 1 7 , 241 R o m a 3 , 1 1 , 1 3 , 1 4, 1 7 , 2 0 , 6 0 , 9 5 , 2 2 5 ,
Ö z a l, T u r g u t 1 5 5 , 1 5 6 , 1 6 0 , 1 6 3 - 1 7 2 , 232
174, 176, 194, 20 3 , 2 1 4 , 2 3 9 , 240 R om anya 29, 36, 42, 64, 68, 95, 232
özel m ü lk iy e t R u m 3 , 1 1, 18, 2 1 , 3 1 , 3 3 , 5 3 , 5 6 , 5 7 , 6 4 ,
öz erk lik 3 4 , 1 0 6 , 2 2 8 70, 7 1 , 85, 8 7, 137, 149, 193, 210,
ö z g ü rlü k 5 3 , 8 2 , 9 7 , 1 0 7 , 1 0 8 , 1 1 1 , 1 1 3 , 224, 225, 228, 237, 238, 245
1 1 7 , 1 3 1 ,1 3 4 , 135, 1 4 1 , 1 4 4 , 148, R u m e li 1 5 , 4 2 , 5 7 , 63
1 6 1 , 1 7 1 ,1 8 2 ,1 9 1 , 193, 2 0 3 , 205, R u s 2 3 , 3 2 , 42-4 5 , 66, 6 9 , 7 0 , 7 3-75, 88,
208, 209 226, 227, 234
R u sla r 2 8 , 3 2 , 3 3 , 3 7 , 4 1 , 4 2 , 6 5 , 6 8 , 6 9 ,
P ak ista n 1 1 2 , 1 2 3 , 2 3 5 71, 83, 226, 227, 229
P ap a 1 1 , 1 2 , 9 2 , 1 5 3 , 1 6 9 R u sy a 1 0 , 1 7 , 1 8 , 2 2 , 2 3 , 2 7 , 2 9 , 3 1 , 3 2 ,
P aris 1 2 , 3 6 , 3 9 , 6 7 , 1 3 9 , 2 2 8 , 2 3 7 3 5 - 3 7 , 4 1 -4 7 , 6 2 , 6 5 - 7 4 , 8 4 , 9 1 , 1 0 3 ,
p a r la m e n to 5 5 , 1 0 9 , 1 2 8 , 1 3 0 , 1 4 3 , 1 4 5 , 104, 110, 112, 169, 2 2 6 -2 2 9 , 23 3 ,
146, 1 60-162, 185, 186, 189, 199, 245
206, 214, 215, 229, 230, 237, 243
p arti d isip lin i 5 9 sa d r a z a m 6 , 1 1, 15-17, 2 0 , 2 2 , 2 8 , 3 1 , 3 2 ,
Pehlevi, Ş a h R ıza 2 3 2 3 9, 4 3 , 55, 56, 58, 6 0 , 62-6 4 , 7 1, 74,
P en n sylvan ia 2 4 2 226, 227
P en tag o n 1 1 0 - 1 1 2 , 1 2 1 , 1 8 5 , 1 9 0 , 2 4 4 S afev îler 1 3 , 1 4, 17, 2 1 , 2 2 4 , 2 2 5
petro l fiy a tla rı 1 5 4 , 1 55 S a m su n 8 5 , 1 0 2 , 2 3 0
p iy a sa 3 4 , 1 0 4 , 1 0 5 , 1 0 8 , 1 2 2 , 1 3 2 , 134, Saru h an 4 , 9, 223
1 6 4 , 1 6 8 , 1 7 1 , 1 7 5 , 1 8 3 - 1 8 5 , 191 Se attle 19 5
p iy a sa e k o n o m isi 1 3 2 , 1 7 1 , 191 Se lan ik 9 , 1 0 , 3 3 , 4 1 , 4 6 , 5 7 , 5 9 , 8 1 , 8 2 ,
p o lis 1 4 2 , 1 5 2 , 1 6 6 , 1 9 9 , 2 0 3 , 2 1 1 , 2 17- 87, 224
219, 223, 224, 237 Selim , I. 1 3 , 2 2 4
P o lo n y a 6 9 , 2 2 6 , 2 3 3 Selim , II. 1 7 , 2 0 , 2 2 5
P o n tu s R u m C um h u riy eti 85 Selim , III. 2 3 , 2 7 , 3 0 , 3 1 , 2 2 7 , 2 2 8
p o p ü list p o litik a 155 se n d ik a la r 9 7 , 1 2 8 , 1 3 4 , 1 3 9 - 1 4 4 , 1 4 8 ,
p o p ü list siy a se t 1 30 160, 161, 165, 168, 184, 2 0 6 , 208
se rb est p iy a sa 1 0 5 , 1 0 8 , 1 2 2 , 1 3 2 , 1 6 4 , Şah İsm ail 1 3 , 2 2 4
171 Ş am 13, 8 2 ,2 1 1
se rb est ticaret 3 3 , 2 2 8 şe riat 6 , 9, 1 1 , 2 1 , 4 0 , 5 4 , 5 5 , 5 6 , 9 3 , 18 8
serm ay e 1 0 5 , 1 1 1 , 1 3 1 , 1 3 3 , 1 3 4 , 1 3 9 , şeyh ü lislâm 1 5 , 3 1 , 3 2 , 5 7
140, 147, 1 7 8 , 183 şid d et 1 9 , 2 1 , 4 6 , 6 6 , 1 1 8 , 1 3 7 , 1 4 1 ,1 4 8 ,
sığın m a 6 8 , 1 2 8 , 2 2 6 150, 151, 15 3 , 154, 159, 160, 2 0 6 ,
sın ıf 1 1 , 1 5 , 1 6 , 1 8 -2 0 , 2 8 , 3 0 , 3 1 , 3 3 , 3 4 , 2 1 0 , 2 1 8 , 2 1 9 , 2 3 5 -2 3 8
38, 39, 4 7 -4 9 , 5 5, 56, 59, 72, 7 6, 81, Şili 149
8 9 , 9 7 , 1 0 4 - 1 0 7 , 1 1 5 , 1 1 9 ,1 2 2 , 1 2 7 ,
1 3 3 , 1 3 4 , 1 3 9 , 1 4 0 , 1 6 8 -1 7 0 , 1 7 9 , taciz 1 0 4 , 1 9 4
1 8 5 ,2 1 3 ,2 3 7 T an rı 9, 12 0
Sırb istan 1 2 , 2 8 , 2 9 , 4 1 , 4 2 , 6 1 , 6 6 , 2 2 4 T a n z im a t (F erm an ı) 3 5 , 3 6 , 2 2 8
Sırp 7, 8, 1 1 , 2 8 , 4 2 , 4 6 , 6 4 , 7 2 , 2 2 7 T a n z im a t re fo rm la rı 3 8 , 41
Siv as 8 5 , 8 6 , 1 5 3 , 2 3 0 tarım 1 3 ,1 6 , 3 2 , 4 7 , 4 8 , 6 8 , 1 0 5 , 1 1 5 ,
sivil to p lu m 1 1 7 , 1 4 6 , 1 7 2 , 1 8 2 , 2 0 0 1 1 9 , 133
siy asal sa ğ 1 4 0 T a y la n d 91
siy asal y a şam 1 0 6 , 1 1 8 , 1 2 0 , 1 3 5 , 1 4 9 , tek parti 9 1 , 1 0 5 , 1 0 7 , 1 0 9 , 1 1 1 , 1 1 3 ,
161, 182, 188, 194 1 1 5 ,1 2 8 , 1 3 0 , 2 1 4
siy asi partiler 9 7 , 1 5 3 , 1 5 5 , 1 5 9 - 1 6 2 , 1 6 5 , tekelci 14 0
1 7 3 ,2 3 8 , 2 3 9 terör 1 4 3 , 1 4 8 , 1 5 3 , 1 5 4 , 1 6 0 , 1 6 6 , 1 8 5 ,
Slav 1 1 , 4 1 , 4 5 200, 202, 219, 237, 240, 244
Sofya 6 5 , 7 2 , 7 5 , 8 3 , 2 2 3 terörizm 1 4 9 , 1 5 4 , 1 5 6 , 1 8 5 , 1 9 2 , 2 1 3 ,
So ğ u k S a v a ş 1 0 4 , 1 0 9 - 1 1 1 , 1 1 4 , 1 2 0 , 1 2 2 , 242
136, 154, 16 9 , 190, 192, 23 4 , 2 3 5 , The G u a rd ia n 1 5 4
240 T h e o d o ra 4
so sy al güvenlik 1 6 8 , 1 8 4 T ic are t O d a sı 1 6 9
so sy a list 1 3 5 , 1 6 0 , 1 6 9 ticaretin g en işlem esi 14
so sy alizm 1 4 5 , 1 4 7 T im u r (M o ğ o l ö n d e r i) 9, 1 0, 2 2 4
so sy o -e k o n o m ik 1 3 1 , 1 4 0 , 1 4 2 , 1 7 0 T ü rk iye İşçi P artisi (TİP) 1 3 4 , 1 3 5 , 1 3 9 ,
Sovyet 9 1 , 1 0 3 , 1 1 0 - 1 1 2 , 1 1 4 , 1 3 6 , 1 3 7 , 1 4 1 -1 4 3 , 1 4 5 , 1 4 6 , , 1 7 2 , 2 3 8
166, 2 3 1 ,2 3 3 - 2 3 5 , 237 T okat 246
Sovyetler B irliği (S S C B ) 1 0 3 , 1 1 0 -1 1 2 , T o p k a p ı S a ra y ı 2
120, 136, 137, 153, 154, 160, 169, to p lu sö zleşm e 1 3 3 , 1 3 4 , 141
172, 2 3 0 , 2 3 2 -2 3 4 , 237 to p lu m sal
sö m ü rge 1 7 , 4 5 , 6 0 , 6 9 , 9 1 , 1 09 h areketler 1 3 8
Stalin , V . Jo s e p h 1 0 2 , 1 0 4 ,1 1 0 , 1 1 1 , 2 3 3 , yapı 5 5 , 1 3 3 , 1 3 4 , 2 0 9
234 T ra b lu s 82
S tan fo rd 2 4 , 4 9 T r a b lu sg a r p 6 0 , 2 2 9
su ç 1 7 4 , 1 8 4 , 2 0 5 , 2 0 8 T ra b z o n 6 5 , 7 3 , 8 4 , 8 5 , 2 3 4
Suriye 1 0 , 1 3 , 3 2 , 3 8 , 8 2 -8 4 , 8 8 , 9 7 , 1 2 3 , T rak y a 4 6 , 6 4 , 6 5 , 6 9 , 7 0 , 8 1 , 2 2 3
172, 174, 19 2 , 2 0 7 , 20 9 , 21 1 , 2 2 4 , T R T 165
226, 240, 244 T u n a N eh ri 7 , 2 3 , 2 9 , 36
Sünni 1 3 , 1 9 2 T u n u s 1 4, 2 0 , 4 6 , 4 7 , 2 2 5
Sü veyş K a n a lı 2 3 5 T u rh an Su ltan 19
tüketim m alları 1 7 0
T ü rk V ietn am 9 1 , 13 9
asıllı 1 3 7 V iy an a 7 , 1 4, 2 0 , 2 2 , 4 1 , 2 2 6
d e le g a sy o n u 9 5 , 1 0 6 ; işçi 1 3 3 , 17 5 V o lk an g az etesi 5 6
T ü r k ç e 6 , 8 2 , 8 5 ,1 1 4 , 1 7 2 , 2 0 5 , 2 0 6 , 2 3 4
T ü rk iy e B ü y ü k M illet M e clisi (T B M M ) W a sh in g to n 7 3 , 7 4 , 9 1 , 1 0 5 , 1 1 0 -1 1 2 ,
8 9, 9 1, 95, 96, 101, 118, 130, 131, 120, 136, 137, 154, 160, 173, 175,
230, 232 1 7 8 , 1 8 5 ,1 8 9 - 1 9 2 , 2 0 0 , 2 0 7 , 2 0 8 ,
T ü rk iy e C u m h u riy eti 7 7 , 9 6 , 2 0 4 , 2 3 1 , 242, 244
239
T ü rk le r 1 1 , 1 4 , 15, 4 6 , 5 3 , 6 5 , 6 6 , 7 6 , 8 4, y ab an c ı 1 9, 3 2 , 3 3 , 3 5 , 3 7 , 4 6 , 4 7 , 5 7 , 5 9,
8 6 , 9 7 , 1 2 1 , 1 3 6 ,1 3 7 , 1 3 9 , 1 7 1 , 1 7 2 , 6 3 , 6 5 , 6 6 , 8 2 , 8 7, 9 5 , 9 6 , 1 0 4 ,1 0 5 ,
190, 192, 223, 230, 238 1 0 8 , 1 1 9 ,1 3 3 , 1 6 6 , 1 6 8 , 1 7 0 , 1 7 2 ,
242
U k ra y n a 2 2 6 y a b a n c ı dil 3 1 ,1 6 7 , 1 8 7
u lem a 6 , 9 , 1 1 , 1 5 , 2 1 , 2 2 , 2 7 - 3 1 , 4 8 , 81 y ab an c ı serm ay e 1 1 1 , 1 3 4 , 1 4 7 , 17 8
u lu s 81 Y a h u d i 1 1 , 12, 18, 3 4 , 4 6 , 5 3 , 7 0 , 8 7 ,
u lu sal m ü ca d ele 9 2 104, 140, 20 0 , 224
U lu slara ra sı P ara Fonu (IM F ) 6 0 , 1 5 5 , 177, Y a rh isa r 5
1 8 2 - 1 8 4 ,1 8 6 , 1 8 8 , 2 3 6 , 2 4 2 , 24 3 y atırım m alları 175
u lu sla ra ra sı ticaret 12 yeni d ü n y a 2 0 , 7 4 , 107
U N E SC O 177, 207 Y eni O sm a n lıla r 38-41
yeni te k n o lo ji 122
ü cret 3 2 , 3 3 , 1 3 4 , 1 6 8 , 1 7 0 , 1 8 4 yen içeriler 4 , 6 , 7, 1 0, 1 2 , 1 5 , 2 1 , 2 2 , 27-
Ü çü n cü D ü n y a 1 13 30, 2 2 5 , 22 6 , 228
ü n iversiteler 1 0 8 , 1 1 5 , 1 1 7 , 1 1 8 , 1 2 8 , Y eşiller P artisi 174
1 3 4 , 1 3 8 - 1 4 0 , 1 4 2 ,1 4 4 , 1 4 6 , 1 5 0 , y o k su llu k 1 7 6 , 1 8 4 , 189
161, 170, 171, 177, 188, 1 9 4 , 2 0 2 , y o lsu z lu k 1 6 5 , 1 7 6 , 1 8 0 , 1 8 1 , 1 8 3 , 1 8 4 ,
2 0 3 , 2 0 5 , 206, 20 9 , 2 3 7 , 2 4 1 , 245 193, 203, 238, 239, 241, 242
Y u n an B ağ ım sız lık S av aşı 2 9 , 3 1 , 2 2 8
V an 6 0 , 6 5 , 7 0 , 8 4 , 2 0 2 , 2 0 3 Y u n a n ista n 2 9 , 3 3 , 4 6 , 5 5 , 6 1 , 7 0 , 8 1 , 8 7 ,
V arlık V ergisi 1 0 4 , 2 3 4 8 8 , 9 5 , 9 7 , 1 0 3 ,1 1 0 - 1 1 2 , 1 3 7 , 1 3 9 ,
V a rn a 1 0 , 2 2 4 1 5 0 , 154, 1 6 0 ,1 6 9 ,1 7 2 , 175, 2 2 9 ,
v a ta n 4 0 , 7 6 2 3 2 -2 3 7
v a ta n d a şlık 8 7 , 2 0 1 Y u n a n lıla r 3 , 7 , 1 1, 1 2 , 2 9 , 4 6 , 6 4 , 8 4 , 8 5,
V en ed ik 1 0 , 1 2 , 1 3 , 1 9 , 2 0 , 2 2 , 2 2 4 - 2 2 7 230
vergi 6 , 1 1 , 1 3 , 1 5 , 1 9 , 2 0 , 2 8 , 3 2 - 3 4 , 4 7 ,
5 4 , 6 5 , 7 2 ,1 0 4 , 105, 1 3 3 , 1 8 4 , 2 0 8 , zen gin lik 1 3, 1 0 4 , 1 2 2
213 Z ir a a t B a n k a sı 4 7 , 115
Türkiye'de tarihçilerin, siyaset ve toplum bilimcilerin yakından tanıdığı bir isim
olan Feroz Ahmad, bu eserinde Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan günümüz
Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan sürecin toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel
veçhelerini "bir kimlik arayışı" sorunsalında incelerken; bu arayışın peşinde
koşulan yüzlerce yıllık serüvenin geniş çerçevesini büyük bir ustalıkla çiziyor.
Yazar, kendi deyişiyle "tarihçilere tarih öğreten biri olarak değil" dışardan analitik
ve nesnel bakan biri olarak, günümüz dünyasında modern Türkiye
Cumhuriyeti'nin önüne Batılılar tarafından sürekli konulan siyaset-ordu,
demokrasi-cumhuriyet, din-laiklik ikilemlerinin yarattığı gerilimleri incelerken,
bunların kaynaklarına da nüfuz edebiliyor. Eskilerin deyimiyle "müfit ve muhtasar"
olan bu kitabın, Türkiye tarihi için yepyeni bir referans olacağına inanıyoruz.
Bu çalışma kırk yıl sürmüş bir araştırmanın herkesin anlayabileceği bir özeti...
Batılı ve Ortadoğulu akademisyenlerin güncel çalışmalarıyla yazarın içerden
bakış ve yorumunun birleştiği bu eser İslâm, küreselleşme ve Türkiye'nin Amerika
ve Avrupa Birliği ile ilişkileri gibi zorlu güncel konuları tarihsel arkaplanı içinde
incelemektedir...
Haşan Kayalı, California Üniversitesi, San Diego