You are on page 1of 35

☆ ☆

11.

Bir kaç saat uyuduktan sonra aşağı Sevgi ablaya kahvaltıya yardım ettim. İki gün
üst üste geceleri uyumuştum ve bu benim başıma şiddetli bir ağrıya sebep oldu.

“Tamam kızım, bundan sonrasını ben hallederim.”

“Olur mu öyle şey, beraber yapıyoruz işte, bir de Sude çayı demlerse bitti ondan
sonra Doğa’yı uyandırırım.”

“Ha Sude demişken, bir şey diyeceğim.”

“Ne oldu?” Evde çalışanların izinleriyle filan o ilgilenirdi, kredi kartlarımın


hepsi ondaydı. Bu güvendiğim anlamına gelmiyor sadece para benim için pek önemli
değildi. Yiyeceğimi içeceğimi karşıladığım sürece sorun yoktu.

“Kızlar biliyorsun çekiniyorlar senden biraz bu yüzden Sude dedi ki sen mi konuşsan
Çiçek hanımla.”

“Neyi?”

“Sude ile benim oğlan bir süredir görüşüyorlarmış, işte ciddiye binince dedik
isteyelim bizde kızı. Sende başta dedin ya ayda sadece 1 hafta izin var, e bizim
kızda kullanmış izinlerini korkuyor sormaya.”

“Sude ile Kerem? E onlar hep kavga ederlerdi ne oldu?”

“E ne demişler en büyük aşklar kavgayla başlarmış kızım.”

“İyi tamam, isteme ne zaman?”

“İki gün sonra yani Salı günü, sende gel hem Keremle büyüdünüz kardeş
sayılırsınız.”

“Olur ama sonra hemen dönsün ikisi de işinin başına. Aklıma gelmezdi ha bu ikisi.”

“Vallah benimde ama Sude kızımı tanıyorum ya içim rahat, zaten ondan iyi gelin
bulamazdı bana.”

“Günaaydııınn,” Doğa girdi neşeyle salona.

“Geldi benim muhabbet kuşu. İyi uyudun mu?”

“Evet de sen hiç uyumadın mı? Gece ara sıra kalktım yoktun?” Kardeşime sıkıca
sarılıp uyumuştum ve bu yıllardır çektiğim en iyi uykuydu.

“Ben pek uyuyamıyorum geceleri, bir kaç saat uyuduğuma şükür et bence dünden
sonra,”

“Niye ne oldu ki?”

“Boş ver gel kahvaltı yapalım,” dedim masayı işaret ederek ama parmağımdaki yüzüğü
tamamen unutmuştum ve saklamak için artık çok geçti çünkü Sevgi abla ve Doğa
görmüştü bile.

“Ablaaa, ne bu? Evlilik yüzüğü bu! Sen evlendin mi?”


“Öyleymiş,” dediğimde anlamaz gözlerle bana baktı “yani bende bilmiyordum. Bir beş
yıl kadardır evliymişim.”

“Nasıl ya?”

“Hani sana dedim ya başkan diye biri vardı,” kafasını olumlu şekilde salladı “ha
işte o beni oğluyla evlendirmiş.”

“Yok artık hayata bak, çeksek film diye izlenir. Ee yakışıklı mı bari eniştem.”

“Ne eniştesi kız, düzgün konuş.”

“Ne var ya hem belki bu eniştem adam çıkar öbürü çekip gitti.”

“Bunu Aselin yanında da söyleyip kızın moralini bozma, hem sen daha tanımadan niye
bu kadar enişteci oluyorsun. Belki sevmeyeceksin, belki o bana layık değildir.”

“Yok ya, zaten ablam geri zekalısı yüzünden kız hayata küsmüştü. Şu Yankı yüzünden
biraz düzeldi ama pekte güvenmiyorum açıkçası.” Ablamdan bahsediyordu, bana layık
değil kısmını da görmezden geliyordu.

“Niye ne oldu ki?”

“Bir şey olduğu yok, sadece sanki ilişkileri biraz fazla hızlı ilerliyor o kadar.”

“Ne yapsınlar Doğa? Yankı izinlerini kullanmıyor bile, ki şimdi hiç kullanamaz
çünkü bütün çalışanların programı var. Hem Aseli tanımıyor musun, inatçının teki.
Ne yapıp ne ediyor kandırıyor Yankı’yı.”

“E hazır o da kanmaya. Hem sen niye bu kadar savunuyorsun ki şu Yankı’yı?”

“Ne oldu kıskandın mı sen yoksa? E tabi sen kalk İzmirden buraya kadar onun için
gel o seni iki günlük biri için bıraksın.”

“Yok öyle değil,” dedi üzgün bir sesle “yani ben onunla vakit geçirmiyorum aslında
da işte benim de kendime göre planlarım oluy-“ durdu ve birden aklına bir şey
gelmiş gibi gözlerini kocaman açtı.

“Hih, dün Aselin doğum günüydü!”

“Evet, ben hediyemi evine yolladım bile yani tabi kabul eder mi bilmem ama.”

“Yaa ne diyorsun? Ne aldın?”

“Söylemem ayrıca yemeğini bitir bende çıkacağım zaten işlerim var.”

“Haa anladım ben.”

“Allah Allah küçük hanım, neyi anladın acaba?”

“Enişteye gideceksin demi?” Ne enişteymiş arkadaş!

“Hayır yani evet ama onun için değil.”

“E o zaman bende geleyim mi? Hem enişteciğimi görmüş olurum.” Beni seninle tehdit
ettiğini bilseydin böyle benimser miydin acaba minik kuşum.

“Olmaz! Hem bu kadar benimseme, onun için bir şey yapıcağım ve boşanacağız!”
“Ya neden ama? Hem senin de mutlu olmaya ihtiyacın var!”

“Ben mutluyum zaten sen beni affettin ya bir de Asel affetse tam olacakta işte. Hem
bir kadının mutlu olmak için bir erkeğe ihtiyacı olduğunu kim söylüyor.”

“Eğer beni de götürmezsen bu sefer küser hiç affetmem!”

“Çocuk musun sen Doğa? Hem ne bu enişte merakı?”

“Gözetim yapacağım, ondan bahsederken bu kadar soğuk davranacak kadar kötü birisi
mi diye.”

“Yok artık! Sınava sok birde adamı, böyle olmaz çünkü!”

“Hayır sevmenin sınavı olmaz!”

“Of Doğa başım şişti ablacığım hadi kahvaltımızı yapalım, olur mu?”

“Tamam, ondan sonra gideriz.” Bu kız beni çıldırtacaktı gerçekten.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra Doğa benim bineceğim arabaya benden önce koşunca artık
onu durduramazdım. Boş verdim bende, vardık çok sevdiğim kocamın evine!

“Adam paraya kıymayıp kendine şehir kadar arazi yaptırmış!”

“E ne bekliyordun? Kendini beğenmiş işte!” Tabi ki ona gerçeği anlatıp onu daha da
sevdirmeyecektim.

Arabadan iner inmez evin kapısı açıldı ve Demir çıktı.

“Hoşgeldin karıcığ-“ sözünü kesen Doğa’yı görmesiydi ve düzeltti “hoşgeldiniz.”

“Hoşbulduuuk,” dedi ve bana baktı bu mu der gibi.

“Hoşbulduk, ben hemen laboratuvara geçiyorum!”

“Girin bir önce, kahve falan içelim hem kahvaltı yapmadıysanız bir şeyler
hazırlatayım.”

“Yok, biz yedik gelmeden.”

“E ablacım, bizde kahve içeriz o zaman demi?” Ona uyarıcı bakışlar attığımda
görmezden gelip Demire doğru ilerledi.

“Ben Doğa, sizde ablamın eşisiniz galiba?” Ah Doğacığım, o seni tanıyor zaten.

“Evet Demir Turan, memnun oldum Doğa. Ablanın aksine daha samimisin bence seninle
iyi anlaşacağız. Geçin içeriye, soğuk dışarısı!” Onlar önden konuşarak yürürken
bende arkalarından ilerliyordum.

“Öyledir o, gülünce çok güzel oluyor ama pek gülmeyi sevmez. Ben küçükken de
böyleydi yani hatırladığım kadarıyla.” Ben mi yanlış görüyordum yoksa kardeşim ve
yeni tanıştığım ‘kocam’ beni mi çekiştiriyorlardı.

“Bence de, gülmek ona çok yakışıyor.” Dediğinde Doğa arkasını dönüp bana ters ters
baktı.

“Ee enişte, sen ne iş yapıyorsun?”


“Şirket yönetiyorum.” Bencil herif, sadece yaptığı işi söylese olmuyor sanki!

“Yaa öyle mi? Hangisi yani babamdan dolayı bir kaç tane biliyorum da o yüzden
sordum.”

“Turan Holding.”

“Aa evet duymuştum, geçen sene Uluslararası Mimarlık Ödüllerinde birincilik


almıştı.” Çok önemli bir bilgi, ne kadar etkileyici woaw gerçekten.

“Evet, baban ne iş yapıyor?”

“O, uygulama geliştiriyor, Aslan Digital.”

“Evet duydum adını, bir hafta önce bir arkadaşımla aynı uygulama üzerinde
çalışıyorlardı ancak baban vazgeçince kendisi devam ettirdi.” Beni tehditle
çağırdığı davetin sahibinden bahsediyordu.

“Sohbetinize doyum olmuyor ancak benim işlerim var ve bildiğim kadarıyla senin de
Demir bu yüzden kahve mi içiyoruz ne içiyorsak içelim, ben hemen işimin başına
geçeyim!” Dediğimde bahçeye çıkıp, oturmuştuk.

“Aa abla, biz konuşuyoruz sen işinin başına geçebilirsin.” Dediğinde telefonu
çaldı. “Ben şunu açıp geliyorum.”

Doğa kalktığı an Demir doğru eğildim, “bana bak ona senin tehdidinden bahsetmedim
ama bunu senin için değil onun için yaptım! Bunu fırsat bilip kendini sevdirmeye
çalışma! Hatırlatırım senin kardeşinin de hayatı benim ellerimde. Ona göre davran!”

“Vayy kimler gelmiş!” İsmini hatırlamadığım ama dün ki Demir’in arkadaşıydı, düne
dair bir kaç şeyi hatırlamıyordum. Galiba bana verdiği ilaç yüzünden, beynimi
uyuşturmuştu belli ki.

12.

“Çiçek!”

“Riyakâr!” Bazi yerler silinmiş olabilir ama onun arkamdan konuştuğunu unuttuğum
anlamına gelmiyor.

“Ne? Aa ayıp oluyor ama!” Sana mı bana mı, aptal herif.

“Ne ayıp oluyor lan pislik! Dün karşımda yenge yenge diye dolanıp arkamdan beni
eleştiriyordun.” Şaşırmış gibi ayırdı gözlerini sanki o konuşmamış gibi arkamdan.

“Nasıl ya? Sen hatırlıyor musun? Her şeyi mi?” Hatırlamamam mı gerekirdi, kesin
bunlar bir şeyler saklıyor. Zaten Demir de düne göre aşırı sakin ve hiç mıç mıç
değil.

“Berkay, defol git!” Ben şu Berkay’ın yerinde olsam alınırdım vallah, ne bu insan
arkadaşına böyle davranır mı.

Bu zamana kadar sadece bir tane olmuştu benim, o da ben küçükken evdeki çalışanın
kızı Zelda ama ben ona hep Zeliş derdim. Çok yakındık ama babam, “onlar evin
hizmetçileri sen ise evin kızısın, uzak dur o kızdan” deyip duruyordu. Bu yüzden o
pek bana yaklaşmaya cesaret edemezdi ama ben inatçı olduğum için babasına hep beni
gezmeye götürmesini söylerdim ve o da gelirdi çünkü ancak o zaman babam karışmazdı.

“E ama hatırlıyor!”

“Neyi hatırlamamam gerekiyor tam olarak?”

“Yok bir şey, sen kalacak mısın burada? Ona göre oda hazırlatayım.” Çevir konuyu
bakalım, Demir bey. Madem oyun oynamayı seviyorsun bende seninle oynarım, hadi
bakalım!

“Evet konuştuğumuz gibi tabi de bence ayrı bir odaya gerek yok gibi.” Söylediğim
şeyi yanlış anladığını düşünerek tekrarlamamı istedi.

“Evet yani evliyiz sonuçta, kağıt üzerinde olsa bile ortada bir evlilik var.”
Dediğim sırada Doğa girdi.

“Merhaba,” Berkay’a selam verip tekrar yanıma oturdu.

“Mmm-merhaba, şey ben BB-Berkay.”

“Bende Doğa,” deyip kulağıma eğilerek sessizce sordu “kekeme mi?” Diye. Bende
başımı sağ sola salladım.

“Eee Çiçek,” dedi Berkay ve Doğa’ya bakıp başını salladı ‘bu kim’ der gibi. Yavşak
kardeşime yavşamaya çalışıyordu.

“Kardeşim, hem sana ne lan it!” Birden yüzüne başka yere çevirip duruşunu düzeltti.

“Ne oluyor ya ben hiç bir şey anlamadım?” Ah benim saf kardeşim.

“Boş ver, ben Yankı’yı çağırıyorum gelip seni alsın bende işimin başına geçeyim.”

“Bırak kalsın, hem akşam yemeğini beraber yeriz eğer isterse o da kalır istemezse
Berkay bırakır evine.” Oldu canım! Onun canıyla tehdit edilerek burada kalıyorken
birde onun burada kalmasına izin vermem. Hem de o yavşak bırakıcak öyle mi!

“Olmaz, hem ben senin bu arkadaşına güvenmiyorum! Yankı gelir alır, ayrıca evde
yemek var kendi yiyebilir!” Bunu söylediğimde, Doğa bana hayal kırıklığına uğramış
gibi bakıyordu.

“Neyime güvenmiyorsun acaba? Hem burada güvenilmeyecek biri varsa o da sensin!”


Deyip bana ters bir bakış attı.

“Allah Allah ya, benim ablama neden güvenmiyormuşsun?” Şu ikisinin kavgası ne güzel
geçer şimdi.

“Kızım sen ablanın ne mal olduğunu biliyor musun ki konuşuyorsun?” Ah Berkay ah,
Doğa olduğuna dua et yoksa o mal diyen dilini bir yerlerine sokardım!

“Ben senin kızın değilim ve ablam hakkında düzgün konuş!” Yürü be, kimin kardeşi!

“Çocuksun sen çocuk! Ayrıca ablanla istediğim gibi konuşurum, ne yapabilirsin ki?”

“Yaşım küçük olabilir ama en azından senin gibi zekası düşük biriyle kavga
etmeyecek kadar aklım var!”

Berkay bozulup sustu, Demir de gülmemek için kendini zor tutuyordu.

“Gül kardeşim gül içinde kalmasın! Neyse ya gidiyorum ben!”


Doğa zorla yemeğe kalmak için ısrar edince bende kabul ettim ancak yatmayı zaten
kendi istemedi çünkü bu gece Aselle kalmayı düşünüyordu.

Doğa’yı yanıma alıp laboratuvara gittim, ben Demirin kardeşinin vücudundaki


kimyasallara ve önceden yapılan testlerin sonuçlarına bakıyordum. Doğa ise
laboratuvarı geziyordu.

İçeriye İngilizce konuşan insanlarla birlikte Berkay girdi.

“Senin ne işin var la burada? Lan! Yoksa Cem’e zarar mı vereceksin? Çık çık!”
Eliyle bana işaret yapıyordu çıkmam için.

“Ne diyorsun lan? Ne zararı! Hem sen kimsin bana lan diyorsun?” Bir an tedirgin
olur gibi oldu sonra yanındaki beyaz giyinmiş, bilim insanı olduğunu düşündüğüm
insanları görünce rahatladı biraz da olsa.

“Ne oluyor burada?” Diye girdi Demir.

“Bu Cem’e zarar veriyor!” Dedi şikayet eden küçük çocuk gibi.

“Yok öyle bir şey, Berkay. Çıkın hepiniz!” Son cümlesini İngilizce söylemişti, ben
hariç herkese.

Berkay yine söylene söylene çıktı arkasından da diğerleri ve kapıyı kapattılar.


Demir yavaşça yanıma geldi.

“Az önce bir konuşmamız yarım kaldı.” Ha şimdi balık oltaya geldi, hadi bakalım
Demir bey.

“Hangi konuşma?” Dedim yaptığım işten başımı kaldırmazken.

“Şu beraber aynı odada kalma konusu.” Dedi kelime kelime tepkimi ölçmek için.

“E konuştuk zaten beraber kalacağız, evliyiz sonuçta.” Dedim ve beni yavaşça


yanlarımdan tuttu.

Bende oynumu devam ettirmek için kendimi onun göğsüne yasladım.

“E ama dün sen öyle demiyordun.”

Arkamı dönünce onunla göz göze geldik. Gözleri dudaklarıma kayıp tekrar gözlerime
baktı.

“Dün başka, bugün başka.” Dedim bende cilveli sesimle ancak onun bakışları hala
dudaklarımın ve gözlerimin arasında git gel yapıyordu.

“Hm,” dedi ve yavaş yavaş öpmek için eğildiğinde bende yana çekildim.

“Ama,” dedim yüzüne bakarak, “ama benim işime koyulmam gerek bu yüzden beni rahat
bırakmalısın.”

“Karımla aynı odada kalabiliyorum ama onu öpmek isteyince o benden kaçıyor. Ne
yapmaya çalışıyorsunuz küçük hanım?” Hayır hayır, umarım şimdi anlamaz.

“Sen o öpücüğü akşama sakla, şimdi küçük bir öpücükle mi kalmak istersin yoksa daha
sonra tadını çıkararak mı?” Dediğimde bana çapkın bir bakış attı. Başkana
benzetiyordum başta davranışlarını ancak şu hallerini görünce hiçbir benzerlik
göremiyorum. Başkan ağır başlı, otoriter, sert ve fazla konuşmazdı hem konuştuğu
zamanlar da boş laf etmezdi.

“Abla…” diye girdi Doğa. “Şey ben çıkıyorum ya, siz takılın.” Girdiği gibi çıkmaya
yeltenmişti.

“Doğa!”

“Ben sizi yalnız bırakayım.” Doğa’nın girmesiyle Demir çıktı.

“Nereye ablacım?”

“Ne nereye? Şurada normal çift gibi konuşuyordunuz rahat bırakmak istedim!”

“Yapma Doğa!”

“Ne yapmayayım pardon? İlerde, gerçekten evli olduğunuzda, ha bir de çocuk


yaptığınızda sorarım ben size!”

“Yok öyle bir şey! Bu evlilik asla gerçek olmayacak! Sende boş hayaller kurma, eğer
onun gerçekte nasıl biri olduğunu bilseydin emin ol böyle davranmazdın.”

“Nasıl biriymiş acaba? Anlat da bende bileyim, anca kötülüyorsun onu. Hem sana göre
iyi bir eş, çocuklarına da iyi bir baba adayı.” Deyip kaçar gibi çıktı çünkü
biliyordu kızacağımı.

İşimi bazı testler yaptıktan sonra akşam olmuştu bile, laklak etmekten doğru dürüst
çalışamamıştım.

Önceden hazırladığım eşyalarımı Yankı’dan getirmesini istedim, çünkü Cem iyileşene


kadar burada kalacaktım.

Laboratuvarın önünde beni bekleyen arabaya binip eve gittim. Salona vardığımda
gördüğüm manzarayla deliye döndüm.

Doğa ve Berkay birbirlerine gereksiz fazla yakın ve öpüşmek üzerelerdi. Varlığımı


belli etmek için öksürmüş gibi yaptım.

“Ayyy ne oluyor ya?” Diye üzerinde duran Doğa’yı yana itip panik olmuş bir şekilde
ayağı kalktı.

Doğa ise gülmemek için kendini tutuyordu.

“Asıl size ne oluyor? Lan ben sana demedim mi kardeşimden uzak dur diye!”

“Ya,” dedi ve koca adamın resmen korkudan heryeri titriyordu. “Ben, gidiyim en
iyisi.” Yanımdan çekip gidecekti ki kolundan tuttum.

“Abla boş ver onu, ben sana anlatırım olanları.” Doğa’nın alaylı sözüyle koşar
adımlarla çıktı.

“Neymiş olanlar?” Dedim sinirli bir şekilde ancak onun rahat hallerine bakılırsa
pek kızacak bir durum yoktu.

“Bu bana ‘sen çocuksun’ deyip duruyordu bende dedim ki ‘dikkat et o çocuk senin
aklını almasın’ dalga geçti. Bende ona kiminle oynadığını gösterdim.”

“İyi uzak dur ama ondan. Bir tek ondan değil hepsinden!”
“Ay niye be, ben eniştemi seviyorum.”

“İyi git sen evlen o zaman!”

“Aa abla! Eniştemi eniştem olarak seviyorum. Hem sen niye onu sevmeyi
denemiyorsun?”

“Sana ne! Sen karışma bu işlere dediğimi yap yeter!”

“Yemek hazır, buyrun geçelim sofraya.”

13. Oyun

Yemeği yedik ve Yankı eşyalarımı getirdikten sonra biraz bekleyip Doğa’yı da aldı
evine bıraktı. Tabi bunları yaparken en ufak adımında bana haber veriyordu.

Yemekten sonra biraz salonda oturmuştuk ben bilgisayarımdan şirkettekilerin bana


yolladıklarına bakıyordum. Uzun zamandır hiçbir işe bakmadığım için yapılacak tonla
iş vardı. Demir de elindeki tabletle bir şeylerle uğraşıyordu.

“Ben yatmaya gidiyorum, sende uykun gelince gelirsin karıcığım.” Dedi ve beni
başımdan öpüp yukarı çıktı.

Madem o benim hakkımda benden bir şeyler saklıyordu, bedelini de ödeyecekti! Bende
bir beş dakika sonra çıktığımda o duştaydı ve fırsattan istifade bende giyinme
odasına geçtim. Orada bana ait olmayan ama yeni alınmış gecelikler, pijamalar
vardı. Bende en seksi olanını seçtim o çıkarken bende geceliği alıp banyoya geçtim,
tabi o görmemişti. Üstümü değiştirip, benim için dizilmiş makyajlarla hafif bir
makyaj yaptım, ardından da dolaptaki tüm parfümleri koklayıp en güzelinden bolca
sıktım.

Banyodan çıktığımda o yatakta ayaklarını uzatmış oturuyordu. Yatağın diğer tarafına


geçip arkam dönük bir şekilde kenarına oturup saçlarımı topluyordum.

“Karı-karıcığım,” ilk konuştuğunda sesi normaldi. Demek ki beni farketmişti.

“Efendim?”

“Iı, bu hal,” dedi ve zar zor devam etti “bu halin ne?” Ona doğru döndüm.

“Ne var halimde? Gecelik, ne bekliyordun ayıcıklı veya kalplı pijamalar mı?”
Normalde, saten pijamalar giyiyordum ve aşırı rahat oluyordu.

“Yok, yani amacın daha çok beni uyutmamak gibime geldi.”

“Aa, niye canım? Uyu güzelce sana uyuma diyen yok.”

“Bu halinle biraz zor ama!” Dedi ve yavaşça bana doğru yaklaştı.

“Niye, ne varmış ki halimde?” Dedim çapkın bir sesle onun dudaklarına yaklaşarak.

“Ne yok ki!” Dedi ve ona fırsat vermeden kucağına oturdum.

Şaşkın ama arzu dolu bakıyordu, tam da istediğim gibi. Birbirimize çok yakındık,tam
beni öpecekti ki konuştum.
“Demir?” Dedim masum bir sesle.

“Hm?” Dedi sanki ‘söyle de öpeyim artık’ der gibi.

“Dün ne oldu hatırlamamam gereken?”

“Hiç.” Dedi umursamaz bir şekilde ve daha konuşmama izin vermeden yapıştı
dudaklarıma.

Bana cevap vermediği için aşırı sinirli olmasam belki bende ona karşılık
verebilirdim ancak şu elimin altındaki saçlarını yolup kendisine yedirmek
istiyordum.

Karşılık vermediğimi farkettiğinde durdu ve gözlerime baktı.

“Çiçek?”

“Ne var?” Dedim ters bir şekilde.

“Neye kızdın sen öyle? Yanlış bir şey mi yaptım?” Daha ne yapabilirsin aptal herif!

Cevap vermeyip kalktım kucağından, üstüme sabahlığı geçirip aşağı indim ve kendime
bir şişe şarap açtım.

O da çatılmış kaşlarıyla indi. Elimdeki şarabı alıp kendi içti ve ben de elinden
koparır gibi aldım tekrar.

“Sana ne yaptığımı merak mı ediyorsun?”

“Evet! Beni bayılttın ve ertesi gün şu Berkay iti ‘hatırlıyor musun’ diyor. Ne
sanıyordun acaba, beni geçiştirince unutacağımı mı? Yanılıyorsun o zaman, ben
hiçbir şeyi unutmam!” Egolu biri değildim ancak bazen kendimden nefret ettirecek
kuvvette bir hafızam vardı.

“Sana verdiğimiz ilacı, seninkinden daha dayanıklı bir bünyesi olan birisine verdik
ve hiçbir şeyi, ne olursa olsun hatırlamadı.”

“Bu bünyenin dayanıklılığına göre değil vücudun yapısına göre tepki verir. Ayrıca
bir daha bana bilmediğim şeyler verme!”

“Bir daha gerektirecek bir durum olmazsa olmaz zaten!”

“Az önce,” dedi ve durdu gururunu incitmiştim ancak umrumda bile değildi, “sırf şu
söylediklerimi öğrenmek için böyle bir şey yapmana gerek yoktu kısaca
sorabilirdin.”

“Sordum, sordum ama cevap vermedin!”

Sakince, hiçbir şey söylemeden çıktı odaya. Ona karşı hiçbir duygu hissetmiyordum
ancak bu yaptığımın yanlış olduğunun farkındaydım. Ne kadar beni sinirlendirse de,
şu anlık bana göre masum bir insandı ve bana karşı saygısızlık yapmamıştı.

İçimde, nedenini bilmediğim bir sinir vardı ve bunu atmam gerekiyordu. Bende siyah
deri kabanımı ve eldivenlerimi alıp kısa sürede kendime bir kurban seçtim. Uzun
zaman olmuştu ve ülkedeki olaylar artıyordu.

Şanslı kişimiz, Berna Kaya. On yıllık eşini, iki senedir gece kulüplerinde
tanıştığı herhangi erkeklerle aldatıyordu. Üç çocukları vardı ancak onlara
bakıcılar bakıyordu ve magazine göre en küçük oğlu eşinin kardeşinden.
Bundan daha iyi bir kurban seçemeyeceğime göre bende hemen çıktım yola. Yine bir
gece kulübünde ve yanında iki yakışıklı ve yüz tiplerinden yabancı olduğu belli
adamlarla locada fingirdeşiyordu. Bekledim, illa ki tuvalete gidecekti veya üsteki
özel odalara çıkacaklardı! Böyle bir yerde oda olması ayrı bir merak konusu ancak
ortamda sadece birbirini vakumlayan insan görünce daha da iyi anlıyordum.

O sırada bende, barda ağır bir şeyler içtim. Alkol beni rahatsız etmiyordu çünkü
Başkanla tanıştığımdan beri sudan daha fazla tüketiyordum. Neyse ki odaya
çıkıyorlardı, bir iki dakika dikkat çekmemek için bekledim ve ardından maskemi
takıp bende çıktım. Sarhoş oldukları için yavaş ilerliyorlardı bu yüzden direkt
karşımdaki odada olduklarını görmüştüm. Psikolojimi bozucak şeyler görmemek adına
hızlı davranıp odaya girdim. Üstümde hala geceliğim olması işimi kolaylaştırmıştı!
Bana şaşkınlıkla baktıklarında bende kabanımın ipini çözdüm.

“Beyler bir müsaade edin biz biraz hazırlanalım!” Deyip göz kırptım.

Onlar yan odaya geçerken, kız bana ters ters baktı.

“Sen kimsin be! Ve neden benim keyfimi kaçırıyorsun!”

“Aa olur mu güzelim, ben sana daha güzel bir zevk yaşatmak için geldim!”

O gözlerime şaşkınlıkla bakarken bende elime ilk geçen iple boğazını sıktım. İpi
iyice sıkılayıp düğüm yaptım ve çakmak kullanmadan göğüsüne bıçağı saplayarak
yıldız çizdim. Bir kaç dakika sonra kapı çaldı, onlarla ilgilenmemek için camdan
aşağı atladım. Biraz yüksek olduğu için ayağımı burkmuştum! Koşmaya çalışarak
yakınlara park ettiğim arabaya doğru ilerliyordum.

Ara bir sokağa girip arabayı kendi arabamla değiştirdim ve sokağın dışındaki
kameraya yakalanmamak için başka bir arabanın arkasından ilerledim bir süre.

Yol uzun olduğu için eve varmam beşi bulmuştu. Her zamanki gibi vücudum yorgundu
ancak uykum yoktu. Uyumak ümidiyle yattım yatağa, bir kaç saat sonra Demir uyandı
ve beni hiç aldırış etmeden duşa girip üstünü değiştirdi ve çıktı. Bende
uyuyamayacağımı anladığımda kalktım. Yatmadan duş aldığım için direkt giyinme
odasına geçtim, üstüme uzun kollu bir cropla siyah deri pantolon giydim. Kahvaltı
yapmadan çıktım ve laboratuvara geldim.

Biraz mola verdim ve acıktığımı anladım bu yüzden eve geçip kahvaltı yaptım. O
sırada Berkay girdi salona.

“Demir nerede?”

“Bilmem sabah uyanıp, üstünü giydi ve çıktı.”

“Sabah?”

“Evet ne var? Akşam uyanacak hali yok ya.”

“Ha yani siz ciddi ciddi aynı odada yatıyorsunuz?”

“Yok ya, ben öylesine dedim! Tabi aynı odada kalacağız aptal!”

“Dün gece yine döktürmüşsün! Niye öldürdün o kadını?”

“Sana hesap mı vereceğim?”

“Yok ben onun için demedim. Merak ettiğimden soruyorum.” Dedi tedirgin bir şekilde.
“Canım istedi öldürdüm! Hem sen niye her gün buradasın, evin barkın yok mu senin?”

“Var ama arkadaşımın evi istediğim zaman gelirim, ben sana soruyor muyum niye
burada kalıyorsun diye?”

“Soramazsın zaten evliyiz çünkü biz!”

“Hmm ne demezsin! Sende kafayı yedin iyice, Demir seni de alıştırmış bu evlilik
olayına. Demir nerde ya? İşler birikti iyice bir başına geçsin!”

“Ben nereden bileyim ayrıca ben burada kahvaltı yapıyorum keyfimi bozma! Hem ne işi
şirket ikinizin adına değil mi git sen bak ne diye kocamı yoruyorsun!”

“Onu çok önemsiyormuş gibi yapma! Hem seni ilgilendirmez şirketle alakalı değil
bahsettiğim işler.”

“Neyle alakalı? Karı kız işleri mi yoksa? Kocamı yoldan çıkartacaksın demi?”

“Hee öyle yapıcam! Neyse gidiyorum ben, Demir gelirse söyle beni arasın.”

“Bakarız, canım isterse.”

14.

Bugün kızların evine gidecektim ama tabi Yankının haberi yoktu yoksa gidip Asel’e
söylerdi. İki haftadır laboratuvardan çıkmamıştım ve biraz dinlenmek istiyordum.

Evin önüne geldiğimde, bu sefer Asel’in beni affetmesi umuduyla kapıya vurdum. Ve
tabi o açtı kapıyı. Beni görünce hevesi kaçmış gibiydi, sanki başka birini
bekliyordu. Kapıyı açık bırakıp içeri geçti.

“Asel?” Dedim sakin bir sesle. Cevap vermedi.

“Beni affedecek misin? Şimdi olmasa da olur, ilerde affeder misin?”

“Neden bu kadar kafana takıyorsun? Sen yaşadığın halde bir kere gelip bizi görmedin
bırak görmeyi sormadın bile! Seni affetmem için bir neden söyle, söyle işte o zaman
belki affedebilirim.” Gözlerini televizyondan ayırmadan konuşuyordu.

“Ben seni çok seviyorum, o yetmez mi? Hem ben seni büyüttüm, sen benim kızım
gibisin, gibi fazla kızımsın sen benim. Teyze, anne yarısı değil midir?”

“Beni dokuz yaşımda terk ettin, tamam haklısın hakkın ödenmez, çok sevdin.
Yaşadığın onca acıyla bir de Doğa ile beni büyüttün hemde bir anne gibi. Hasta
olduk sen iyileştirdin, düştük sen kaldırdın, ağladık güldürdün ama sonrasında
bırakıp gittin. Şimdi hiçbir şey yokmuş gibi davranmamı bekliyorsun.”

Sustum çünkü çok haklıydı, sadece ben onu terk etmemiştim ama o öyle düşünüyordu.

“Ben sizi terk etmedim, dinler misin başıma gelenleri anlatsam?”

“Hiçbir şey, hiçbir neden seni haklı kılmaz. Doğa duşta çıkana kadar da beni rahat
bırak!”

“Yok öyle şey! Eğer beni affetmezsen Yankı’yı bir daha göremezsin!”
“Ha şimdide tehditle mi affettireceksin kendini? Sen ne kadar iğrenç bir insan
oldun ya! Hem Yankı beni bırakmaz, sen başka bir tehdit bul!”

“Sen öyle san! Yankı, emir kulu ve tek bir cümlemle yüzüne bakmaz. Evet seni
seviyor ama bu beni dinlememesi için bir sebep değil.” Yüzüme tereddütle baktı. Ne
düşündüğünü bilmemek beni geriyordu.

“Tamam o zaman, eğer seni affedersem bir daha beni bırakıp gidecek misin?”

“Asla!” dediğimde cevap vermedi. Ama bu muhtemelen şimdi değil ama ilerde
affedeceğim demekti.

“Sana bir kez sarılabilir miyim?” Dediğimde yüzüme baktı, gözlerinde acı vardı,
yılların acısı. Cevap vermeyince bende sarıldım sımsıkı, o da bunu bekliyormuş gibi
sardı kollarını bana.

“Aa, kıskanıyorum ama!” Diye girdi Doğa salona ve o da ikimize sarıldı.

Beraber kahvaltı yaptık ardından ben yine laboratuvara geçmiştim ve işim bitene
kadar istesem de dinlenmeyecektim çünkü kafama takılıp duruyordu.

Demir, yalnızca bir kaç gündür geliyordu eve ancak ondan öncesinde üstünü
değiştirmeye geliyordu sadece. Berkay bile ondan daha çok geliyordu!

O geceden sonra bir daha konuşmadık, o bir şey demiyordu bende o bir şey demediği
için demiyordum.

Laboratuvara varır varmaz herkes etrafıma toplanıp bir şeyler geveliyorlardı ancak
hepsi bir ağızdan konuştuğu için hiçbir şey anlaşılmıyordu.

“Doktor hanım, Cem iyi değil! Kalbi neredeyse atmıyor, iki gün önceki yaptığınız
deneyi insan vücudunda denememiz gerekiyor acilen eğer geçerli olursa panzehiri
buldunuz demektir ancak olmazsa deneylere devam etmeniz gerekir ve hayati tehlikesi
daha da artabilir!” Dedi aralarından biri beni çekiştirip o kargaşadan kurtararak.

“Tamam Lucas, ben birini bulacağım ancak o zamana kadar yaşatmaya çalışın! Ve
Demir’e de hiç bir şey söylemeyin.”

Başıyla onaylayıp yanımdan uzaklaştı. Direkt odama geçtim ve deneyleri üzerinde


yapabileceğim birini aradım ve buldum da. Kurbanlarımdan birini bayıltıp buraya
getirtebilirdim. Derhal Berkay’ı aradım ve adresi verip o kişiyi getirmesini
söyledim.

Denek gelir gelmez panzehiri enjekte edip beklemeye başladım. Tepki süresi iki gün
ancak biz en ufak tehlikede sonucun olumluluğna bakıp ona göre panzehiri Cem’in
vücuduna enjekte edecektik. Aslında bütün suç benimdi, bu kadar geciktirmemeliyim.
Keşke hiç oyalanmasaydım…

Beklemekten başka çarem olmadığı için eve geçtim, herkes Cem’in başında bekliyordu
zaten. Akşam yemeği hazırlanmış ve Demir başlamıştı bile. O masanın başında
oturuyordu bende yana oturdum.

“Demir?” Seslenmeme cevap vermedi, hala kızgındı bana.

“Demir, Cem…” ismini duyar duymaz bakışları beni buldu.

“Ne olmuş Cem’e?” Benim bir şey yapmış olma ihtimalini düşünmemişti, o kadar
güveniyordu bana.

“Durumu kötüye gidiyor… Yaptığım deneylerden birini insan vücudunda denedik ancak
daha tepki göstermedi ve eğer daha da ilerlerse onu kayb-“ cümlemi tamamlamama izin
vermedi. Bir hışımla kalktı masadan ve bahçeye çıktı.

Acı bir çığlık attı ve çimenlerin üstüne çöktü. Bu durum canımı yakmıştı. Onun
yerinde bende olabilirdim diye düşündüm, gerçekten çok zor bir durum.

Yanına gidip ona sımsıkı sarıldım. O da başını göğsüme yasladı ve yüzünü boynuma
gömdü, gururunu bir kenara bırakıp hüngür hüngür ağladı.

“O benim tek ailem, Çiçek. Lütfen onu kurtar, her istediğini yaparım yeterki kurtar
onu. Yalvarırım!” Ağlayarak konuşuyordu bu yüzden nefesini boynumda hissediyordum.

“Özür dilerim çok özür dilerim, daha hızlı davranmalıydım. Bu kadar


oyalanmamalıydım, çok üzgünüm.”

Öylece kaldık kısa bir süre, kendine geldiğinde içeri girdik. Kendisine gelmesi
için duş aldırdım zorla, o duşunu alırken bende yatakta oturmuş bilgisayardan
Cem’in durumuna bakıyordum. Duşta çıktı üstünü giydi ve yanıma oturdu.

“Değişen bir şey yok şimdilik.”

“Senin bir suçun yok, ben seninle daha önce konuşmalıydım.”

Yüzünü ellerimin arasına aldım, şaşkın şaşkın baktı yüzüme.

“Özür dilerim…”

“Ne için?” Gözlerimin içine bakıyordu.

“Sana öyle davranmamalıydım, ama sende cevap vermiyordun!” Sırıttı.

“Hayır ben sana cevap vermeliydim. Çiçek…”

“Hm?”

“Teşekkür ederim. Yanımda olduğun için, her şey için.”

Sarıldım, bu sefer o da sarıldı.

“Sen uyu, zaten ben uyuyamıyorum ayaktayım. Acil bir durum olursa yanına
gideceğim.”

İki günün ardından bir değişiklik yoktu ve testler çok iyi bir sonuç vermişti.
Panzehiri vermekte kararsızdım, başka birinin vücudunda bir şey olmamış olabilir
ancak kişiden kişiye değişebiliyordu.

“Demir, panzehir hazır. Verelim mi?” Onun kararını almalıydım sonuçta onun
kardeşiydi.

“Evet, hemen!”

Verdim ve beklemeye başladım. Demir, gerginliğininden etrafa ateş püskürüyordu.


Herkese emir verip, saçma sapan bir sebep için çalışanlara bağırıyordu. Hatta az
önce kız galiba biraz fazla hassastı ki ona bağırdı için kızın gözleri dolmuştu.
15.

Bir kaç saat sonra hala değişen bir şey yoktu ve Demir hala herkese boş boş
bağırıyordu. Onu durdurmak için kolundan tutup odaya götürdüm.

“Yeter artık! İçindeki ateşi etrafa saçarak azaltamazsın! Kimseyi kendi yaran için
huzursuz etmeye hakkın yok, buradaki herkes onun için uğraşıyor bırak işlerini
yapsınlar! Git, gez, toz bir şeyler yap söz veriyorum en ufak değişiklikte sana
haber vereceğim.”

“Olmaz!”

“Demir! Sana olduğunca destek olmaya çalışıyorum çünkü benimde kardeşim ve


yeğenimden başka ailem yok, bu yüzden seni çok iyi anlıyorum. Ki sen beni onlarla
tehdit ettin ama ben seninki için elimden geleni yapıyorum. Bu yüzden ya
sakinleşirsin yada defol git!”

“Ben seni onlarla tehdit etmedim! Bu konuda çok ciddiyim, sen nasıl beni anladığın
için destek oluyorsan bende senin kardeşine düşkün olmanı anlıyorum ve ister inan
ister inanma seni tanımasaydım bile ona zarar vermezdim! Şimdi beni rahat bırak!”

“Şömdö bönö röhöt börök! Oldu canım başka?”

“Çiçek!”

“Demir!” Yılmış bir nefes verip çıktı dışarı. Çok şükür!

Ardından Berkay girdi içeri.

“Ne yaptınız?”

“Hiç, şu arkadaşını al buradan uzağa götür, yemin ediyorum insanlar istifa edecek
bunun yüzünden!”

“Ne oldu?”

“Herkese bağırıp çağırıyor. Demin bir kız ağlıyordu tuvalette.”

Kocaman bir kahkaha attı komik bir şey varmış gibi. Ben mi çok ciddi bir insanım
yoksa onlar mı çok salak diye düşünüyordum artık.

“Ee artık tanımışsındır kocanı, o böyledir emir vermeyi, bağırıp çağırmayı sever.
Aklınca forsunu gösterir ama şuradaki hatunlara yapılır mı be!”

“Berkay, ben senin o ağzını yırtmadan sus!”

“Ne dedim de ya! Hem senin şu ayıcık benim sinirimi bozmaya başladı, evin etrafına
fazladan koruma koyuyor sanki yokmuş gibi! Gönder onu yoksa elimde kalıcak!”

“Ayıcık kim lan?”

“Yankıcık, öyle söyleyince ayıcık gibi oluyor ,e kendisi de az uz bir şey değil,
herif dev gibi bir şey. O yüzden ‘ayıcık’ yakıştı ona.”

“Dikkat et de duymasın yoksa o ayıcık seni neye benzetir bilmem ve ilgilenmem de!”

“Biliyor zaten, benzetiyordu da az kalsın! Herif bütün arazide peşimden koşturdu,


en son bir kız geldi yanına ondan sonra beni unutup gitti çok şükür.”
“Hatırlatayım mı?”

“Ya bir git başımdan! Hadi bir dene Demir’e söylerim seni!”

“Çok da tın! Demir ne yapabilir ki bana? Adam yanıma gelince kedi kesiliyor,
istesem parmağımda oynatırım. Neyse sen bir beş dakika Cem’in yanında dur da bende
bir hava filan alayım daraldım.”

“Naneyi yeyince sorarım ben sana! İyi git kalırım ben burada belki kendime şuradaki
hatunlardan birini ayarlarım.”

“Düzgün konuş benimle!” Deyip çıktım. Aslında kafa insandı da her Demirle yan yana
geldiğimizde sanki dünyaya meteor düşmüş gibi bir tepki veriyordu. Kıskanıyor mu
diye düşünmüyor değilim.

Dışarı çıktığımda Demir bir bankta oturmuş sigara içiyordu, belli ki kardeşini
bırakıp gidememiş.

“Bu kadar uzağa gitmeseydin maazallah bir şey olur yetişemezsin sonra!”

“Sen çok mu komiksin?” Konuştu, her şeye gülen adam.

“Evet! Aslında çok kaliteli espri yaparım ama sizin zekanız yetmez diye
yapmıyorum.” Dediğimde sırıttı.

“Bu kadar komik bir eşim olduğunu bilseydim daha önce çıkardım karşına.”

“İlk defa biri bana böyle söyledi, yani çoğunlukla insanlar karşılarına çıkmamam
için dua ederler, sonu kötü bittiği için herhalde.”

“Sonu kötü bittiği için değildir, onların sonu geldiği içindir.” Kabul ediyorum
komikti bu, sonuçta herkes oturup eşiyle öldürdüğü insanlardan bahsetmiyor.

“Ama,” durdu ve tekrar devam etti “belki bizimkisi kötü bitmez, ne dersin?”

“İçinde ben olduğum sürece öyle bir durum olmayacak.”

“Bence büyük konuşma.” Dedi ciddi ciddi.

Yanımdan kalkıp Cem’in yanına geçti, bende biraz daha hava alıp yanına gittim.

Yatağın yanında oturmuş ona bir şeyler söylüyordu, Cem’in pek gücü olmadığı için
sadece elini sıkarak cevap veriyordu. Arkasından yaklaşıp ellerimi omzuna koydum.

“O iyi olacak.”

“Her şeyi kesinmiş gibi söylüyorsun, nerden biliyorsun belki olmayacak?” Evet çoğu
konuyu kesin konuşuyordum ancak bu konuda ismimin Çiçek olduğu kadar emindim. Az
önceki konuşmada da öyle tabi.

“Ben bilirim!” Dedim çok bilmiş gibi. “Hem o senin kardeşin, senin kadar güçlü ve
inatçıysa o zaman ben bir şey yapmasam bile iyileşir.” Diye devam ettim ve
kollarımı arkadan boynuna sardım.

“Ne inatçılığımı gördün bir ay içinde?”

“Şu sahte evlilik olayı bence cevap olarak yeterli, ha diyorsun devam et daha
sayarım.”
“Yok yok, tamam. Ama ben sevdiğim insanlardan çabuk vazgeçmem, bunu bil!”

“Ben vazgeçerim, zor bağlanırım insanlara ama tek yanlış hareketinde affım olmaz.
Bırak hayatımdan, dünyadan silerim.”

“Ama şu an beni dünyadan silmen için bir sebep yok, bu yüzden bana bağlanmaman için
de bir sebep yok.”

“Neden bu kadar taktın bana? Yoksa takıntılı sapıklardan mısın? Sapık biriyle
evliysem söyle kaçacağım bak!” Dedim şakasına.

“Yaa ne demezsin bende diyordum babam beni biriyle evlendirsin de ona sapıklık
yapayım.”

“E bilemem, sonuçta tanımıyorum seni. Berkay’a sorayım diyeceğim o da seni bana


kötülemek için zaman kolluyor.”

“Onun böyle olduğunu bakma, normalde iyi biridir de neden böyle davranıyor
anlamıyorum.”

“Kıskanmıştır beni, sonradan geldim ama beni ondan daha çok seviyorsun ondandır.”

O sırada Cem, Demir’in elini tuttu. Ona bir şey söylemeye çalışıyordu ancak
anlamıyorduk. Kalp atışlarına baktığımda yavaş yavaş yükseliyordu, kalp çarpıntısı
yaşamaması için ilaç verdim böylece daha rahat kendine gelebilirdi.

“Ne verdin?” Dedi meraklı bir şekilde.

“Kalp çarpıntısı olmaması için bir ilaç. Kalbin ritmi birden düzelirse, daha da
hızlanır ve kalp çarpıntısı yaşar.”

“Anladım.”

Bir kaç saatin ardından, Cem artık yavaş yavaş kendine geliyordu. Demir’in yüzü
gülücükler saçıyordu ve yanından ayrılmıyordu. Cem, oturur pozisyonda abisiyle
sohbet ediyordu.

“Evet,” diye girdim söze “selam Cem, ben doktor Lina. Seni iyileştiren doktorlardan
biri benim, muhtemelen yanındayken sesimi duymuşsundur ama şimdi görebiliyorsun
da.” Vücudu, gözünü açamayacak kadar bitkindi bir kaç saate kadar.

“Evet, galiba abimin eşisiniz de?”

“Öyle öyle,” dedi Demir gülerek benim cevap vermeme izin vermeden.

“Kendini nasıl hissediyorsun?”

“Yorgun ama bir o kadar da enerjik. Şurada hoplayıp zıplayabilirim.”

“Normal, sürekli yattığın için ve serumla beslendiğin için vücudunun doğal


vitaminlere ihtiyacı var. Çok fazla meyve ve sebze yemelisin.”

“Az önce yemek getirdiler ancak hiçte güzel değildi tadı.” Dedi yüzünü ekşiterek.

“Tamam halledeceğim onu, ancak sen dinlen şimdi ayağa kalkamazsın.” Kafasını
onaylar şekilde salladı. “Neyse ben sizi yalnız bırakayım abi kardeş
konuşacaklarınız vardır.” Arkamı dönüp çıkmaya yelteniyordum ki Cem konuştu.
“Yenge…” dediğinde durdum “teşekkür ederim. Beni iyileştirdiğin için çok teşekkür
ederim.”

“Rica ederim ama bana yenge deme, Lina de olur mu?”

“Olmaz!” Dedi Demir sert bir sesle.

“Zaten olmaz sen yengesin çünkü.”

Suratımda nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ancak ikiside bana bakarak kahkaha
attılar.

16.

Demir Turan

Cem biraz daha kendine gelince, Çiçek eve geçti. Muhtemelen bir aydır yapmak
istediğini yapacaktı; eşyalarını toplayıp çekip gitmek.

O hayatıma girdi gireli sanki her şey değişti. Normalde düzenimin bozulmasından
nefret ederdim ancak onun benim evimde kalması, kendini rahat hissetmesi ve
özellikle eşim sıfatıyla kalması bana gereğinden fazla huzur veriyordu. Sırf o daha
rahat etsin diye ilk günleri evde kalmadım bile çünkü benden nefret ettiği
aşikardı.

Annemi kaybettiğim gün içim koca bir nefretle doldu, hatta babama karşı bile
sinirliydim ancak onun bizi kurtarmak için yaptıklarının da farkındaydım.

O benim hayatıma girdi ve ben bütün nefreti atıp sadece ona olan sevgimle doldurdum
kalbimi. Belki o beni sevmeyecekti belki de nefret edecekti ancak o benim kalbimin
çiçeği olarak kalacaktı. Benim çiçeğim.

O çıkınca bende arkasından çıktım, onun gitmemesi için nedenler bulmam gerekti
ancak bulamıyordum. Bütün kozları onu yanımda tutmak için kullanmıştım, Cem'in
durumunu fırsat olarak görmüyordum ancak onunla biraz daha vakit geçirmemi sağladı.

Eve vardığımda, elinde anneme ait vitrindeki kadehlerden birinde, bahçede oturmuş
ayaklarını uzatmış, şarap içiyordu.

"Güzel karım?" Geldiğimi anlamıştı ancak tepki vermemişti.

"Hım?"

"Gidecek misin?" Dedim ve cevap vermesini beklemeden devam ettim, "gitmesen, hem
Cem daha doğru düzgün iyileşmedi. İstersen yine gidebilirim yani benden rahatsız
oluyorsan geceleri evde kalmam ama gitmesen?"

"Neden böyle yapıyorsun? Neden beni seviyormuş gibi yapıyorsun? Sevmiyorsun beni,
biliyorum, biliyorum çünkü kimse beni sevmedi bu hayatta herkes nefretle baktı.
Kendi ikiz kardeşim bile bana acıdığı için sevgi gösterdi. Sen şimdi, senin beni
sevdiğine inanmamı mı bekliyorsun?"

"Neden olmasın?"

"Ben bir katilim, insanları öldürüyorum! Onlara acı çektiriyorum ve bu çok güzel
bir duygu. Onların acı dolu bağırışları, yalvarır bakışları, nefret dolu küfürleri.
Bunlar olmadan yaşayamam, gerçekten benden, benim gibi bir insandan nasıl karşılık
bekliyorsun?"
"Hiçbir şey. Yanımda ol yeter, benimle ol yeter, gözlerime bak yeter. Ben daha
fazlasını istemiyorum ve istemem de."

"Ne değişecek, bak bakıyorum gözlerine," dedi ve gözlerimin içine baktı o güzel
yeşil gözleriyle, "ne değişti, ha? Gerçekten hayatında bir şeyler değişti mi?"

"Evet," dedim ve devam etmeden bir sigara yaktım.

"Ne evet? Söyle ne değişti?"

"Çiçeğim, Berkay seni buraya getirdiğimiz ilk gün bana ne dedi biliyor musun?"

"Evet, ama hangisinden bahsediyorsun bilmiyorum."

"Demişti ki, sen bir gün kendini bu kadınla evli, mutlu ve çoçuklu görüyorsan
yanılıyorsun. Ben o an fark ettim aslında ben sana her baktığımda senin o masum
halini gördüğümü ve kim ne söylerse söylesin ben senin gözlerine baktığımda yine o
masum Çiçek'i görüyorum."

"Ben masum değilim."

"Öylesin, sadece babam seni bunlara zorladı, senin beynini yıkadı." Dedim ve yine o
an içimde babama karşı bir öfke vardı.

"Değilim!" Dedi nefretle. "Ben babandan önce de adam öldürdüm ve eğer masum biri
olarak dünyaya gelseydim kimseyi öldüremezdim! Hele ki o çocuk yaşımda asla!"

"O an mecbur kaldın." Dedim sakin bir sesle ama onun acı çektiğini hissediyordum, o
göstermek istemiyordu çünkü bunu zayıflık olarak görüyordu ama ben görüyordum neler
çektiğini.

"Ya sen bir siktir olup gitsene! Ne diye geliyorsun, ne diye hayatıma giriyorsun?
Çık git amına koyum ya! Her şeye bir sebep bulma! Ben masum değilim ve hiçbir şey
bunu değiştirmeyecek o kalın kafana sok!" Birden kalktı ve bağırmaya başladı.

"Kimse beni sevmiyor sende beni sevme! Sevme beni amına koyum!"

Bende kalktım ve ona sormadan kocaman sarıldım, saçlarındaki bebek kokusu burnuma
doldu. Cem'in durumunun haberini verdiğinde boynunun güzel kokusu gelmişti ancak
onu düşünemeyecek kadar kötüydüm. Ama şu an onu doya doya içime çekiyordum.

"Bırak beni! Bırak dedim ben seni istemiyorum, sevmiyorum ve sevmek de istemiyorum.
Sende beni sevme!" Çırpınıyordu ancak gitmiyordu ve ikimizde çok iyi biliyorduk ki
onun gibi biri istese tek bir hamlede kurtulurdu. Bırakmayacağımı anlayınca o da
kendini bana bıraktı ve başını göğsüme yasladı.

Belki şu an özellikle bana değil ama sarılmaya ihtiyacı vardı, yıllardır içine
biriktirdiği acıları zehir gibi kusması gerekti, bir kez olsun başını yaslayacak
bir omuza ihtiyacı vardı. Tepki vermeyerek acısının azaldığını veya duygusuz
olduğunu düşünüyordu ama ben görüyordum.

"Şşşşş, alloooo, ne oluyo lan burada?" Berkay yine güzel bir anın içine etmişti.

Berkay'ın sesini duyunca kafasını kaldırdı ama ben hala ona sarılıyordum.

"Lan ayrılın, hadi hadi." Dedi elini sallayarak.

"Sana ne lan! Karıma sarılıyorum, sana mı soracağım!"


"Ben ne güne duruyorum, sarılmak istiyorsan gel bak benim kollarım sana her zaman
açık kardeşim!" Kollarını açıp ciddi ciddi bekledi.

"Berkay senin ağzına sıçarım, hem sana niye sarılıyorum ben?"

"Ona niye sarılıyorsun?"

"Lan!" Deyip ona doğru bir adım attım ama sadece ürkekçe geriledi. "Kafanı
kırdırtma bana!"

"Patron?" Diye bir ses geldi.

"Lan ayıcık? Ne işin var senin burada? Ha, patronunu almaya geldiiiin anladıııım."
Dedi bana imalı bir bakış atarak.

"Sana şurdan bir koyarım görürsün ayıcığı da yankıcığı da!" Elini yumruk yaptı ona
doğru.

"Ne oldu Yankı?" Dedi Çiçek sakin bir sesle.

"Şey, eve gelecek misin diye sormaya geldim. Sevgi abla soruyor, 'git bana Çiçek
kızımı getir yoksa size bir daha baklava yapmam' dedi. Eğer gelmezsen vallaha
yapmaz."

Gözlerime baktı, o an çok şey söylendi ama konuşmadık. Gitmek istiyor muydu?
Bilmiyorum. Gidecek miydi? Bilmiyorum. Ama benim onu bırakmayacağımı biliyordum.
Gözlerinin içinde gördüğüm o yaraları saracaktım.

"Patron, cevap verir misin çünkü ben şu yavşaka daha fazla dayanamıyorum!" Biz
birbirimize bakarken arkadaki ikili kavga ediyorlardı.

"Ne var lan çıkın gidin yoksa ikinizden biri elimde kalacak." Diye yükseldim.

"Kardeşim ben bir şey yapmadım, ayıcık başlattı." Diye çocuk gibi şikayet etti
canım arkadaşım!

"Neyi ben başlattım lan! Bir saattir patronunu al götür deyip duran sensin ben sus
deyince mi başlatmış oluyorum?"

"Hee la sana ne sana hesap mı vercem bir de, ohooo seninle işimiz iş!"

"Yeter! Gelmiyorum bir yere Yankı! Sende Berkay, korumamı rahat bırak ve bir daha
bu eve gelme! Kafa dinlemek istiyorum, Sevgi ablayı da buraya getir ben anlatırım
durumu ona."

"Ne?" Dedim şaşkınlıkla, "gerçekten mi karıcığım?"

Cevap vermeyip eve geçti ve üçümüzde arkasından sessizce ve şaşkınlıkla baktık. Bu


sessizliği Berkay böldü.

"Lannn, kimi kimin evinden kovuyor bu! Burası benim kardeşimin evi, istediğim zaman
gelirim lan!"

"Seni bizim, yani karımla benim, evimizden kovuyor. Hadi kardeşim hadi." Dedim
bende onun gibi ellerimi sallayarak.

Berkay, ihanete uğramış gibi elini göğsüne koyup bana ağzı açık baka kaldı.
"Kocaman adamın hallerine bak! Kaç yaşına gelmişsin, ne diye kocası tarafından
aldatılmış kadınlar gibi tepki veriyorsun." Dedi Yankı ve arkasını dönüp gitti.

“Hadi abicim hadi, yarın öğlene doğru gel beraber işlerimiz var.”

Ters ters bakıp arkasını dönüp gitti. Ben de içeri geçtim hemen.

“Güzel karımmm,” dedim ve oturarak yanına sırnaştım.

“Ben burada Cem için kalıyorum. Yanlış anlama yani.”

“Hım hım,” dedim imalı bir şekilde ve bakışları bana döndü.

“Neden öyle bakıyorsun?”

“Hiiç,” deyip yumuşacık yanağına sert bir öpücük bıraktım.

“Demir! Burada kalmam senin istediğin zaman beni öpüp sarılabileceğin anlamına
gelmiyor! Biz hala kâğıt üzerinde evliyiz.”

“Olsun, bu durumu değiştirebiliriz.”

“Of Demir, ben yatmaya gidiyorum.”

“Tamam, beraber gidelim.” Dediğimde cevap vermedi ve sadece beraber uyuduk en


azından buna bir şey dememişti.

Sabah uyandığımda duştan sesler geliyordu, bende indim ve işlerimi halletmeye


gittim.

Berkay siyah takımıyla beni kapının önünde arabaya yaslanmış bir şekilde
bekliyordu. Normalde karımla vakit geçiririm diye düşünmüştüm ancak kendisinin hala
ona olan sevgimle alakalı şüpheleri olduğu için üstüne gitmek istemiyordum.

Bu dünyada fazla kötülük var di mi? Evet ve bu kötülükleri yapanların yarısı


kendini başkalarından üstün görmek için yapıyorlar. Bazıları yetinemeyip hırsızlık
yapıyor, bazıları eğlenmek için gençleri zehirliyor, bazıları kendisini var
saymaları yada kendini göstermek için bazı kadınları kendine itaat ettiriyor ve
bazıları ise yaşadığı zorlukların acısını başkalarının canını alarak çıkarıyor.

Bütün bu kötülükler tek bir yerde toplanıyordu, onların başında da babam vardı.
Babam, sevgi dolu bir adamdı ancak annemi kaybettikten sonra tuhaf bir adama
dönüştü. Çiçek’le beni evlendirdi ancak aramıza aşılması çok zor engeller koydu,
benim öldüğümü düşündüğünde üzüldü ancak sonrasında sarılmadı bile, beni tehlikeden
uzak tutmaya çalışıyordu ama tehlikenin tam ortasına attı.

Ülkedeki yaşanan tüm pisliklerin ayrı ayrı liderleri olan örgütleri vardı ve o
liderlerin de bir başkan’ı vardı. Ve evet, bir zamanlar babama ait olan bu
başkanlık artık benimdi, maalesef.

Benim karım bu kötüleri yok etmek isterken ben o kötülerin Başkan’ıydım. Ve bu


cehennemden kurtuluş yoktu; denedim. Bırakmayı denedim, öldürmeye çalıştılar. Ben
onları öldürmeye çalıştım, yakınlarımla sınadılar. Bende olayları akışına bıraktım
ama elbette onların beni ezmesine izin vermedim!

Çiçeğim bu yaptıklarını sadece kendi ve Yankının bildiğini sanıyor ancak farkında


olmadan o örgütlerden biri de o. Yankı sadık bir korumaydı, babama da çok sâdıktı.
Biz neredeyse beraber büyümüştük, ama kaçırılma olayından sonra baya uzak düştük ve
o eğitimlerine başlamıştı. Berkay, elbette tanımıyordu onu ancak Yankı onu gayet
iyi tanıyordu ve hiçte haz etmiyordu. Organ kaçakçılardan biri hedef olarak Asel’i
görmüştü ancak Çiçek’in kimliğini açığa çıkarmadan onu kurtarmak çok zor olmuştu,
Yankıyla sevgili olması da işimi kolaylaştırmıştı.

Ülkede yapılan bütün kötülüklerden önce ben haberdar oluyordum ve ben yönetiyordum.
Onları engelleyemezdim ancak geçerli bir sebebim olduğu sürece sözümü
dinletebiliyordum.

Ben bu cehennemden kurtulmak istiyordum!

17.

Çiçek Aslan

Laboratuvar’a geçip, Cem’in durumuna göre eve gelip gelemeyeceğine karar


verecektim.

Durumu da gayet iyiydi hatta dikkatli davranırsa adım bile atabilirdi ki şu an


deniyordu bile.

“Çiçek yenge bak,” dedi hevesle ilk adımlarını atan bir bebek gibi, “artık
yürüyebiliyorum. Abime söyleyelim mi? Çok sevinir bence, hem belki eskisi gibi
onunla yüzme yarışması yaparız birlikte. Sende katılırsın, yüzebiliyorsun di mi?”

“Evet biliyorum, ama bence benimle yarışmak istemezsin.”

“Neden?”

“Ortaokulda yarışmalar düzenlenirdi ve bende hep birinci olurdum.”

“Olsun ben seni geçerim.” Dedi iddialı bir sesle.

“Abine sürpriz yapalım mı?” Şu son zamanlarda pek iyi olmadığı için hemde kendimi
affettirmek için bunu yapmak istiyordum.

“Ne gibi bir sürpriz?”

“Gel, evde anlatacağım.”

Eve geçtik ve ben Demir’i aradım.

“Alo,”

“Efendim güzel karım,”

“Ne zaman geliyorsun?”

“Bir iki saate gelirim, neden bir şey mi oldu?”

“Yoo, öylesine.”

“Çiçek?” Dedi tedirgin bir sesle.

“Hm,”

“İyi olduğuna emin misin karıcığım?”


“Evet,”

“İyi bari. Beni mi özledin yoksa?”

“Hmm, ne demezsin. Neyse kapatayım da erken gel.” Dedim alayla.

“Tmm, görüşürüz birtanem.”

Kapattıktan sonra Cem’le beraber oturduk ve sohbet ettik. O, sadece abisinden


bahsetti çünkü bu zamana kadar evden pek dışarı çıkmadığı için onun geçirdiği her
vakit abisiyleydi.

“Çiçek kızım, Demir oğlum geldi.” Diye Sevgi abla haber verince Cem mutfağa gitti.
Sabah gelmişti Sevgi abla, Demir çıktıktan sonra.

Elinde papatya buketi ile gelmişti. Muhtemelen onunla bir şeyler yaşayabileceğimi
düşündü ama bence Cem’in yürümesi daha çok sevindirecekti onu.

“Çiçeğim,” dedi yanıma sırnaşarak ve yanağıma bir öpücük kondurdu. Normalde birinin
öpmesinden hoşlanmam hatta tiksinirdim ancak şu an nedenini bilmediğim bir şekilde
bu durum beni rahatsız etmiyordu.

“Kahve içelim mi birlikte?” Dememle bana şaşkın şaşkın baktı.

“İçelim tabi de beni bunun için mi çağırdın?”

“Yoo, ben seni çağırmadım. Sadece ne zaman geldiğini sordum, sen kendin geldin
erkenden.”

“Beni özlediğini düşündüğüm için geldim...” Dedi hayal kırıklığıyla ve arkasından


Cem elinde bir pastayla geldi, bugün onun doğum günüydü. “Cem…” dedi onu görür
görmez kısık bir sesle.

“Abi bak yürüyebiliyorum, Çiçek yenge sayesinde.”

Bana döndü şaşkınlıkla. “Sen… bunun için…” eliyle Cem’i işaret ederek hala
şaşkınlıkla bakıyordu.

Sonra ayağa kalkıp beni kucağına aldı ve etrafında döndü. Başımın dönmesi dışında
bir sorun yoktu ancak Cem’in bakışlarını görene kadar. Bize sırıtarak bakıyordu,
bende geri çekildim sonra Cem’e dönüp kardeşine de kocaman sarıldı.

“Teşekkür ederim birtanem, çok teşekkür ederim.” Dedi ve yanaklarımdan tutup iki
yana da sert öpücükler bıraktı.

“Lannnnn, siz harbi karı koca gibi davranıyorsunuz ne oluyo?” Diye girdi güzel
anların katili.

“Berkay, yemin ediyorum sen bile moralimi bozamazsın bugün.”

“Aşk olsun kardeşim,” diye girdi lafa sonra jeton yeni düştü ki, “yakışıklı, e sen
yürüyorsun!” dedi şaşkınlıkla.

“Evet Berkay abi, bak.”

“Bu sefer bir şey diyemeyeceğim haklısınız,” dedi ve Demir’e sarılıp yanağını öptü.

“Lann, ne öpüyorsun! Çık git, ben evliyim. Bir de karımın yanında, şerefsize bak.”
“Ne kıymetli karın varmış. Senin ne işin var daha burada gitsene! Cem’i
iyileştirdin, işin bitti. Hadi yallah!” Diye çıkıştı bana doğru ve kolumdan tutup
çıkaracaktı ki Demir’in ve benim sert bakışlarımızla vazgeçti.

“Madem bugün güzel başladı, güzel devam ettirelim di mi?” Dedim ve Cem’in masanın
üzerine bıraktığı pastayı alıp Demir’e doğru tuttum.

“Kaç yaşına gelmişim doğum günü mü kutlayacağız gerçekten?”

“Neden, hem en son doğum gününü ne zaman kutladın acaba?” Dedi Cem.

“Hiçbir zaman!”

“Ee hadi üfle o zaman.” Gözlerimin en derinlerine baktı ardında teması kesmeden
üfledi.

“Ne diledin lan? Kesin benim için bir şey dilemiştir benim canım kardeşim, e
arkadaş olmak bunu gerektirir.” Dedi ukalaca ancak en aptal insan bile bence ne
dilediğini bilmese bile tahmin edebilirdi diye düşünüyorum.

“Berkay abi?”

“Söyle koçum.” Dedi elini Cem’in omzuna atarak.

“Farkında mısın bilmiyorum ama sadece şu çocuk seni ciddiye alıyor o da saygıdan.”
Diye cevap verdi Demir az önceki söylediğine karşılık.

“Hiç de bile! Sen kendine bak karın seni sevmiyor bile, ama ben seni seviyorum,
işte kıymetimi bilmezsen öyle platonik ergenler gibi gezersin ortalıkta.”

“Manyak mısın oğlum sen? Ben neyinin kıymetini bileceğim, seninle mi evlenip çocuk
yapayım aptal herif!”

“Tövbe estağfurullah,” dedi çok imanlı mümin kardeşimiz! “Ben onu mu kastettim,
beni hep azarlayıp hakaret etmenden bahsediyorum. Şuna da ‘karıcığım, birtanem,
çiçeğim’ diye cıvımandan bahsediyorum!” Dedi beni işaret ederek.

“Off yeter tamam, hadi pastayı yiyelim ve sonra ben uyumaya gideceğim iki haftadır
uyumuyorum bir kaç saat kestireceğim.” Dedim tartışmayı bölerek ve dediğim gibi
yedik ve ben yatmaya çıktım.

Hemen arkamda Demir belirdi.

“Bebeğim,” dedi arkamdan sarılarak, bende kıyafet odasında pijama seçiyordum yatmak
için.

“Hm?”

“Çok güzelsin,” dedi birden. Pek kendime bakmazdım ve kendimi sevdiğimde


söylenemezdi bu yüzden bu duyduğum şey pek hoşuma gitmemişti bu yüzden yüzümü
ekşittim.

“Yapma öyle, benim gözümden görmediğin için böyle davranıyorsun ama bir görsen… bu
zamana kadar dayanmama şaşarsın.”

“Ne için dayanacakmışsın.” Dedim imalı bir şekilde.

Önce boynumdan derin bir nefes çekti “o kokunu içime çekmeye,” sonra oraya bir
öpücük bıraktı “seni öpmeye,” ellerini daha sıkı sardı “sarılmaya,” ve beni kendine
çevirip gözlerime baktı “o yemyeşil gözlerinde kendimi kaybetmemeye.”

Cem’le az çok sohbet ettiğimizden, Demir’in bana karşı bir şeyler hissettiğine emin
olmuştum. Ona inanmamıştım ama Cem’e inanıyordum çünkü o diğer yaşıtlarına göre çok
masumdu. Pek fazla okula gitmeye şansı yoktu bu yüzden yalan söylemek gibi en ufak
kötü alışkanlıkları bile yoktu.

Cem’in söylediklerinden sonra bence küçücük bir şansı hakkediyordu; onunla birlikte
olmayı.

“Demir…” dedim bakışlarımı dudaklarına indirerek ve kollarımı boynuna sararak.

“Söyle Çiçeğim,” dedi ancak ben cevabımı ona öpücükle verdim. Pek küçük bir öpücük
değildi; kendimi daha iyi ifade edebilmek için.

(Buradan sonra ki kısımda yetişkin içerikler bulunuyor ve biraz fazla detaylı


olduğundan rahatsız olucaklar bölümü geçebilir.)

O da bunu bekliyor olucaktı ki hemen yapıştı o da dudaklarıma. Normalde davrandığı


gibi nazik değildi.

Birden beni kalçalarımdan tutup kucağına aldı. Dudaklarımızı ayırmadan odaya


götürdü bizi.

“Karımmm,” dedi beni yatağa yatırarak en içtenlikle. “Artık gerçekten benim karım
olacaksın.”

“Şansını zorlama, eğer devam etmek istiyorsan sus!”

Çapkınca sırıttı ve kafasını boynuma gömdü. Onu yana itip kucağına çıktım ve
kendimi ona sürtüm.

Önceden bir kaç sevgilim olmuştu ancak onlarla hiç birlikte olmamıştım, ilk
birlikteliğime önem verdiğimden değildi. Onları tahrik edip yarım bırakıyordum
çünkü onlara karşı hiçbir tutku yoktu içimde. Ama şu an onunla birlikte olmak
istiyordum, hemde çok.

Onu hissedince istemsizce gerildim. Altımdakinin büyüdükçe büyüdüğünü


hissediyordum.

O dayanamamış olacak ki beni tekrar altına alıp üstümdeki crop’u çıkardı. Sonra
altımdaki pantolona kaydı eli ancak öncesinde ben onun gömleğini sökerek çıkarttım.
Pantolonumun uçundan tuttu ve gözlerime baktı onay ister gibi. Bende kafamı aşağı
yukarı salladığımda yavaşça aşağı çekti.

Yavaş halleri beni daha çok gerdiği için bende hızla çıkardım, sonra onun
pantolonuna geçtim. Onu da çıkardım ancak baksırını daha çıkartmadan o dudaklarıma
yapıştı. Öyle tutkulu öpüyordu ki kendini kaybetmiş gibi. Hem öpüyor hemde bir
yandan kendini bana bastırıyordu. Bu yaptığı yüzünden ister istemez ağızına doğru
inledim.

Ben artık kendimi kontrol edemezken o benim iç çamaşırlarımı çıkarmıştı. Bende


onunkine uzandım ancak gerginlikten yine elim ayağım titriyordu, bu yüzden
uzattığım elimi yana çekip kendi çıkarttı.

Gördüğüm görüntü, beni bu durumdan vazgeçtirecek kadar büyüktü. Ama şu an


bırakırsam, yıllarca pişmanlığını yaşayacağım şeyler olabilirdi bu yüzden
vazgeçmedim.
Üstüme eğilip boynuma ve göğüslerime öpücükler kondururken bir eli alt tarafıma
gitti. Küçük daireler yapıyordu, yeterince ıslandığımı hissedince kalçalarımı sıktı
ve erkekliğinin ucunu hissetim oramda. Birden huylanarak ayaklarımla kendimi geri
ittim.

“Merak etme güzelim, elimden geldiğince canının yanmamasına dikkat edeceğim.” Deyip
alnıma bastırdı dudaklarını.

Tekrar kendini oraya yerleştirdi, bir kaç saniye yine gözlerime baktı ve birden
girdi içime.

Ben koca bir çığlık atarken o beni sakinleştirmek için minik buseler bırakıyordu
her yerime. Böyle bir şey yapacağını tahmin etmiştim çünkü ilk ilişkide ne kadar
yavaş davranılırsa o kadar acı olurdu ve tabi bunu da mesleğimden dolayı
biliyordum.

Bir kaç saniye bekledi sakinleşmemi, sakinleştim de ancak hala bir sızı vardı.
Yavaş yavaş git gel yapmaya başladı. Sesli inlemeye başlamıştım ve belli ki bu onu
daha da tahrik ediyordu.

Dayanamayıp birden hızlanmaya başladı, bu sefer gerçekten kendimi kaybettiğimi


hissediyordum. Gözlerim kayıyordu kendiliğinden, her yerimiz ter içindeydi.

Kasılmaya başladım ve bir süre sonra bütün vücudum titremeye başladı. Demir de
yavaş yavaş erkeksi hırlamalar çıkardığında, birden içimden çıktı.

İyice boşalınca kafasını boynuma gömüp üstüme yığıldı. Kendini sakinleştirmek ister
gibi öpüyordu.

Derin bir nefes çekip yanıma yattı. Bir kolunu başımın altından geçirip beni
göğüsüne yerleştirdi. Bir kaç günün yorgunluğuyla ve normalde aldığım ilaçlardan
daha ağır bir uyku ilacı içmemle uzun ve derin bir uykuya daldım.

18.

Saçlarıma konulan sayısız öpücüklerle açtım gözlerimi. Demir bir elinde telefonu
ile bir şeyler yapıyor diğer eliyle saçlarımla oynuyordu. Kafam göğüsüne yaslı
olduğu için telefonunu net bir şekilde görüyordum. Bir mesaj geldi Berkay’dan
“nerdesin lan insene, bir saattir ‘bekle’ diye ağaç ettin beni burada!”

Yavaşça kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Ona bakar bakmaz yüzünde gülümseme oluştu.

“Günaydın güzel karım,” deyip alnımdan öptü.

“Ne zamandır uyanıksın?” Kalkmaya yeltenmiştim ama o engelledi.

“Hiç uyumadım ki.” Dedi ve saçlarımdaki elini belime sardı.

“Berkay seni bekliyor. İnmeyecek misin?”

“Beklesin senden önemli değil. Ayrıca ben dün gece karımla mükemmel bir gece
geçirmişim, şu an bunun dışında bir şey düşünemem.” Deyip diğer elindeki telefonu
bıraktı, sarıp sarmaladı kollarıyla beni.

“Odayı basar o şimdi.” Dedim yarı alayla yarı ciddi.

“O kadarını yapmaz diye düşünüyorum,” demesine kalmadan kapı çaldı. “Yok artık!”
“Kök saldım lan burada!”

“Ben o kökleri senin münasip yerlerine sokmadan defol git Berkay!” Burnundan
soluyordu resmen.

“Gitmiyorum, burada bekliyorum hadi çabuk gel.”

“Oğlum, manyak mısın? Çıkıp gitsene! Saat sabah yedi, ne diye dikiliyorsun kapıma!”

“İşlerimiz var, sen her şeyi saldın ama işte beklemiyorlar!”

“Belanı si- neyse anladın sen beni, Berkay!” Deyip bir elini yanağıma koyup alnıma
sert bir öpücük bıraktı ve yataktan çıktı.

O duşa girene kadar bende telefonumdaki mesajlara baktım. Yankı, dün akşam üstü
yayınlanan bir haber atmış.

“Yıldız cinayetlerinden yine son dakika bir haber! Katil yine bir cinayetle kendini
gündeme getirmeyi başardı. Ancak bu sefer çok acı bir olayla karşımızda, kendisi
bugün öğlen saatlerinde dokuz yaşındaki bir kız çocuğun canını en cani şekilde
katletti. Vücudu, kan donduracak şekilde parçalanmış küçük kızın ailesi katilin en
kısa zamanda tutuklanıp ve en ağır şekilde yargılanmasını için adeta yalvarıyor.”

Emin olmak için bir kaç kanala daha baktım her yerde aynı haber ve sabah haberinde
bile sunulmuştu. “Siktir! Bu ne?”

“Katil canavar bu seferde bir masumun canını aldı!”

“O daha çok küçüktü!”

“Bence hemen öldürülsün!”

“Bir şey mi dedin hayatım?” Demir duştan çıkmış üstünü giyerken kıyafet odasından
bana sesleniyordu.

“Ben yapmadım bunu?” Dedim kısık sesle sanki birini ikna etmeye çalışıyordum.

“Neyi?” Tedirgin gözlerle bana doğru yaklaştı. Haberi görünce yüzünde şaşkınlık
belirdi. “Bir tanem, sen dün bütün gün evde değil miydin, ne bu?”

“Evdeydim! E sorun da bu ya zaten ben yapmadım ama şu an herkes benim yaptığımı


düşünüyor ve benim öldürülmem için insanlar sokağa döküldü.”

“E ama senin kim olduğunu bilmiyorlar. Şimdilik bu da bir şey, bu aralar hiçbir
belaya bulaşma. Bir çaresini bulacağız, benim şu an işlerim var daha sonra
konuşuruz güzel karım.” Üstünü giyinip gitti, bende kendime gelmek için buz gibi
suyla duş aldım.

Aşağıda kahvaltı hazır ama belli ki kimse yememiş.

“Kızım, kahvaltı hazır gel de kahvaltını yap.”

“Sağol Sevgi sultan ama benim işlerim var daha sonra gelirim.”

“Ama Çiçek yenge! Abim gitti zaten, bari sen benimle kahvaltı et.”

“Cem…” bunca zaman sonra ilk kahvaltısını yalnız yapmaması için onunla oturup
kahvaltı yapıp çıktım.
Yankı’yı aradım yolda hemen evime geçmesi için. Araziye yaklaşınca kapımda
jandarma, polis dolu olduğunu gördüm. Derhal Demir’e mesaj attım.

“Polisler kapımın önünü doldurmuş, eğer bana bir şey olursa kızları elinden
geldiğince bu işten uzak tut!”

Gergin bir şekilde arabamı kapının önüne park edip araban çıktım. Bütün silahlar
beni hedef alırken bir polis bana doğru yürüdü.

“Lina Turan, seni yıldız cinayetlerini işleme suçuyla göz altına alıyoruz.” Dedi ve
bileklerime kelepçeyi taktı. O an, o kadar hazırlıksız yakalandım ki istesem
kurtulabilirdim yada karşı çıkabilirdim ama olmadı. Elim ayağım tutmuyordu sanki.
Bunca yıl kendimi asla buna hazırlamamıştım.

Demir Turan

Çiçek’in bana attığı mesajla hemen onu aradım ama açmadı. Bende karakolun önüne
geldim.

Herkese sordum ancak hepsi ‘şu an sorguda görüşmeniz mümkün değil’ dedi. Bende
sorgu odasının önünde bekledim.

Tam üç saattir içerden çıkmıyordu, bir kaç kişi girip çıkıyordu ancak cevap
vermeden çekip gidiyorlardı.

“Üç saat oldu, birini suçsuz yere bunca saat içeride tutamazsınız! Ayrıca avukatı
olmadan sorgulayamazsınız, bu yasal değil.” Diye çıkıştım bende içerden çıkan
birine dayanamayıp.

“Karınızın yaptığı şeyler yasal ama bizimkiler değil öyle mi?”

“Benim karım yapmadı, bunu kanıtlayabiliriz ancak bir avukatı olmasına dahi izin
vermiyorsunuz! Gidin gerçek suçluları arayın, şu an sadece vakit kaybediyorsunuz!”

“O sürtük karını savunup durma!” Dayanamayıp boğazına yapıştım.

“Düzgün konuş karım hakkında yoksa o dilini sana yuttururum!”

“Polise saldırıdan ve tehditten dolayı seni de mi içeri alalım?”

“Eğer karımı göreceksem buna değer ama ilk önce onu şurdan çıkarın!”

Karımın başındaki derdin üstüne bir de kendi başımı belaya sokmamak için adamı
ittirdim ama elimde olsa onu şurada herkesin önünde boğabilirdim.

Birden içeri biri girdi ve kapı açık olduğu için bağırışları duyuluyordu. Aynı adam
kucağında benim karımla çıktı.

Onu dövmüşlerdi, benim dokunmaya kıyamadığım tenine onlar kıymıştı. Elinden oluk
oluk kan akıyordu.

İçimdeki öfkeye hakim olmaya çalışarak aldım karımı onun elinden. Alnına bir kaç
küçük öpücük konduracaktım ancak acır diye geri çekildim.

Çiçek Aslan
“Konuş! O küçücük kızın canına nasıl kıydın?” Karşımdaki adam üç saatten fazladır
sorgu odasında konuşturmaya çalışıyordu beni. Öncesinde de dayak atıp işkence
ettiler ancak bunların hiçbiri canımı yakmadı sadece tek bir şey kalbime bıçak gibi
saplandı sanki; kızın ailesi ses çıkartmasaydı asla umursamayacakları.

“Eğer susmaya devam edersen senin için çok daha kötü olur, pis sürtük!”

“Beni bununla mı korkutuyorsunuz, gerçekten mi?” Dedim alayla gülerek.

Gülmem onları daha da kızdırmış olacak ki arkamdan biri saçlarımı koparır gibi
çekiştirdi.

“Kabul et sen öldürdün, iğrenç fahişe!”

“İşlemediğim bir suç için burda canımla tehdit ediliyorum ve üstüne üstelik
hakarete uğruyorum.” Arkasına üç kere cıkladım.

Saçımı çekiştiren polis daha çok çekip yüzüme doğru hakaretler sayarak konuştu.
“Zaten senin gibi bir orospu nasıl o adamları öldürebilir ki.” Dedi ve tam saçımı
bırakacağı sırada yüzüne dolu dolu tükürdüm.

“Pis sürtük!” Dedi ve esneme bir şeyle vurdu gözlerimi kaptmamak için kendimi zor
tutuyordum.

“Şimdi itiraf edersen daha az ceza alacaksın ama eğer etmezsen bu durum idama kadar
gider!”

“Bunu siz mi söylüyorsunuz? Uyanıkken bile altınıza sıçıyorsunuz sıradaki kurban


sizsinizdir diye.”

“Bunu bir itiraf olarak mı kabul etmeliyim?” Dedi karşımdaki polis.

“Her boka itiraf deme! Olayları kendi tarafına çekmeye çalıştığını anlamadığımı mı
sanıyorsun, herkesi kendin gibi aptal sanma!”

“Karşımdaki aptal olmasaydı şu an burada olmazdı! Şimdi kimmiş aptal?”

“Eğer beni yakalamak yerine gerçek suçluları yakalamaya çalışsaydınız daha az aptal
görünürdünüz.” Sözlerimin onu daha da öfkelendirdiğini görüyordum ama hiçbir şeyden
korkmuyordum. Zaten şu üç saat içinde yaşadıklarımla kendimi en kötü duruma bile
hazırlamıştım.

Sandalyenin koluna bağlı elime bir bıçak sapladı, o an acısa da bağırmadım sadece
dişlerimi sıktım. Bir anlığına gözünde şaşkınlık gördüm ama tekrar silindi.

Sağımdaki adam tam demir bir şeyle sırtıma vuracaktı ki biri daldı odaya. Gözlerim
kapanıp kapanıp açılıyordu bu yüzden yüzünü tam kestiremiyordum.

“Yeter! Çıkın hepiniz!” Bir kaç saniye bekledi ardından tekrar “çıkın!” Dedi.

Birden bana yaklaştı ve beni çözüp kucağına aldı. Üstünde asker üniformasını gördüm
bir tek, onu da göğüsünde ki türk bayrağından anladım.

Gözlerim artık tamamen kapanmıştı ancak hala boğuk boğuk sesler duyuyordum.
Seslerden biri çok tanıdıktı.

“Bırak lan karımı, eğer ona bir şey olursa bu karakolu başınıza yıkarım!” Dedi ve
bedenim sarsıldı. Muhtemelen beni o adamın kollarından aldı. Uzun uzun yürüyüp
‘ambulans’ diye bağırdı.
Bedenimi bir yere yatırdılar ardından asker üniformalı adamın sesi geldi kulağıma.

“Dayan, artık yanındayım papatyam.” Ve o cümleden sonra attık bilincimi tamamen


kaybetmiştim.

19.

Gözlerimi bir hastanede açtım, yanıbaşımda Demir koltukta uyuyakalmış.

Uzun süredir baygındım belli ki ama başım ağrımıyordu. Sırtımı başlığa yaslamak
için hareket ettiğimde Demir hazırda bekliyormuş gibi birden gözlerini açtı.

“Şşş, sadece oturmak istedim.” Dedim onu korkutmamak için.

Gözünü kırpmadan gözlerime baktı. Birden yüzüne hüzün düştü ve beni kollarının
arasına alıp sıkı sıkı sarıldı.

“Sana bir şey olacak diye ödüm koptu, ya olsaydı? Ya ben sensiz kalsaydım?”

“Olmadı ama, bak iyiyim.” Dedim ve aklıma bir an geldi ve geri çekildim. “Demir?
Bir adam vardı, biri vardi, bir şey dedi, papatyam dedi, biri bana papatyam dedi!”

Bakışlarını kaçırdı. Bir şey saklıyordu, normalde asla gözlerini benden çekmezdi
ancak şu an bakışlarını kaçıyordu.

“Demir, söyle çabuk!”

“Güzel karım,” dedi ve bir anlığına durup devam edecekti ki biri kapıya vurdu.

Kapı açıldı ve içeri hiçte yabancı olmayan bir sima girdi. Selim. Benim kardeşimdi,
oydu.

“Bizi yalnız bırak.” Dedi sert bir sesle Demir’e. O ise boş durmadı tabi.

“Ne konuşacaksan konuş, dinlemem. Seni onunla baş başa bırakacak değilim!”

“Sana bizi yalnız bırak dedim!” Dedi tek tek kelimelerin üstüne basa basa.

“Bende, karımı seninle yalnız bırakmam dedim! İstersen kardeşi istersen annesi,
babası ol umrumda değil! Benim karımın canını yaktıklarında neredeydin lan!”

Bu sözlere Selim daha fazla ısrar etmedi. Önce bir bana baktı sonra gözlerini
kaçırdı. Yavaş ve dikkatli adımlarla yanıma yaklaştı ve yanımdaki sandalyeye
oturdu.

“Papatyam,” dedi mahcup bir sesle. Ben ama cevap vermedim.

“Biliyordum,” diye mırıldandı bir kaç kez gözle kapalı bir şekilde ve ne demek
istediğini anladım. Benim öldüğümü söylediklerinde de ‘benim kardeşim ölmedi’
diyordu, çünkü biliyordu.

Asker üniformasıylaydı, asker olmuştu. Küçükken en istediği şey buydu ve olmuştu.


Ama ben, ben asla o hayal ettiğim kişi olamadım. Doktor olmak istemiyordum aslında
avukat olmak istiyordum, ama işte küçükkendi şimdi bir anlamı yok.

“Selim…” diyebildim bir tek. Onu çok özlemiştim, ona sarılmak ve içimdeki o küçük
kız çocuğundan kurtulana kadar bırakmak istemiyordum.

“Neden gittin?” Diye bir soru yöneltti birden. Böyle bir soru bekliyordum desem
yalan olurdu, asla beklemiyordum.

“B-ben gitmek zorunda kaldım.” Bakışlarını aniden bana çevirdi.

“Zorunda? Kim sana bunu zorunlu tuttu? Kimse sen kendin gittin, bizi bırakıp gittin
ve biz yalnız kaldık.”

“Abartma Selim, herkes aynı şeyi diyor sanki sizi bir arada tutan benmişim gibi!
Benimde bir canım var bilmiyorum farkında mısınız ama var. Ben artık
dayanamıyordum. Herkes bana nefretle bakıyordu, sanki mahalle yansa benim suçummuş
gibi herkes benim üstüme geliyordu. Ben size ne yaptım da bu kadar sizde nefretle
doldunuz böyle bana karşı. Bir tek kendi hayatımı kurtarmaya çalıştım o da olmadı!
Daha çok boka battım. Hepimizin hayatı zaten mahvolacaktı bir tek ben kaçıp
kurtulmaya çalışınca mı suçlu oldum. Emin ol imkanım olsaydı sizi de yanıma alırdım
ama olmadı, olmazdı. Çünkü ben daha beter şeyler yaşadım ve artık kendimi
açıklamaktan çok yoruldum.”

O beni dikkatlice dinledi ve gözlerinde artık sadece hüzün vardı. Birden ayağı
kalktı, tam kapıya ilerliyordu ki benim sözlerimle durdu.

“Nereye?”

“Gidiyorum, belki daha az üzülürsün, belki daha az canın yanar.” Dönüp gözlerime
baktı ve ilk kez gerçekten ağlamak istedim, ona sarılıp saatlerce ağlamak. Ama
hayır o arkasını dönüp gitti, belki de o buna dayanamazdı.

Demir durumumu anlamış olacak ki tekrar sarıldı bana ama bu sefer daha sıkı. Artık
kendimi tutmak istemiyordum, bu yüzden ağlamaya başladım. Bana göre çok saçmaydı
ağlamak çünkü sonrasında hiçbir şey olamamış gibi hayatına devam ediyorsun. Ama
yinede tutamadım kendimi ve aslında Selim’in olmasına gerek olmadığını ama aslında
sadece beni gerçekten seven birine ihtiyacım olduğunu hissettim.

Bir haftanın sonunda hastaneden çıkıyordum. Demir’de bir haftadır benim yanımda
yatıyor ve hiç eve uğramıyordu.

Hastane odasından çıktığımızda kapıda ne güvenlik ne de polis vardı.

“Neden polisler yok?” Diye soru yönelttim.

“Ben hallettim bir tanem sen rahat ol.” Dediğinde yüzüne çevirdim bakışlarımı. O
yine beni görür görmez gülümsedi.

Hastaneden çıkmadan beni bir yere oturttu.

“Ben hemen geliyorum, çıkış işlemlerini halledeceğim.”

“Bir ağrı kesici de istesene.” Kafasını aşağı yukarı sallayıp yanımdan uzaklaştı.

Geri döndüğünde elinde bir paket ağrı kesici vardı. Bir tanesini alıp içtim ve
çıktık hastaneden. Bütün yol boyunca sessiz kaldım, hastanede de öyleydim. Aslında
bir hafta kalmama gerek yoktu ancak yemek yemediğim için çok fazla halsizdim.

Eve geldiğimizde arabadan zar zor iniyordum hala yer yer ağrılarım vardı. Demir
birden beni kucağına aldı.
“Ne yapıyorsun?” Dedim şaşkınlıkla.

“İyi değilsin, hala yaraların var bu yüzden kıvranıp durma odaya kadar taşıyacağım
seni.”

Ofladım ama itiraz da etmedim. Zaten buna da pek halim yoktu. Kapının önüne
geldiğimizde kapı açıldı ve biz içeri girer girmez Sevgi abla karşıladı bizi.

“Kızım, yavrum nasıl oldun, ha?” Dedi ve alnıma bir öpücük bıraktı. Ben sadece
karşıma boşluğa bakıyordum.

“İyi iyi, Sevgi abla. Odaya çıkarayım da dinlensin.” Dedi Demir benim yerime
konuşarak.

“İyi bari, istediğin bir şey olursa söyle kızım olur mu?” Dediğinde Demir gözlerini
açıp kapattı tamam der gibi.

Odaya çıkıp beni yatağın üzerine bıraktı ve yorganla sarıp sarmaladı. Tam alnıma
bir buse kondurup arkasını dönüp gidiyordu ki sözlerimle tekrar döndü.

“Gidecek misin?”

“Kalmamı mı istersin?” Dedi ve cevap vermeyip cenin pozisyonuna geçip yatağın


kenarına kıvrıldım.

Cevap vermemem onu afallatmıştı ama yünede yatağın diğer tarafına geçip tişörtünü
çıkarıp arkamdan bana sarıldı. Yüzüme öpücükler kondurup duruyordu, ama sadece
yüzüme, belki de sevgisini gösterme şekliydi.

Bir şeyler biliyordu, bir şeyler biliyordum ama onda daha fazlası vardı ve
söylemekten çekiniyor gibiydi.

En fazla ne olabilir diye kafamda kura kura uykuya daldım.

Uyandığımda hala aynıydık, Demir bana arkadan sarılmış benim sırtım onun göğsüne
yapışmış bir şekilde. Arkamı döndüm ve yüzüne baktım. Fazla pürüzsüzdü cildi ve
kumral saçları vardı yumuşacık.

Yüzünü iki elimin arasına aldım. İçimdeki hissi kontrol edemiyordum sanki ve birden
bende kendimden beklemediğim bir şey yaparak yanağından öptüm. O ise yanağını bana
daha çok yaklaştırdı.

“Uyumuyor musun sen?” Diye kızdım.

“Sen uyandırdın beni ve iyi ki uyandırdın.” Dedi sırıtarak hala gözleri kapalı bir
şekilde. Bir elimle göğüsüne vurdum ve kalkmak için hareket ettiğimde beni tekrar
kendine çekti.

“Kaçmak yok, biraz daha dinleneceksin.”

“Başım ağrıyor artık uyumaktan!” Dedim huysuzca.

“Olsun yanında ağrı kesici var ve Sevgi abladan kahvaltı isteriz odamıza.”

“Of Demir, rahat bırak beni. Benim enerjimi atmaya ihtiyacım var böylece yatmaya
değil. Alışkın değilim ben.”
“Alışman lazım o zaman, bundan sonra böyle.” Dedi ve bir eliyle beni tutarken diğer
eliyle Sevgi ablayı aradı. Kahvaltı istedi odaya, prens hazretleri.

20.

Demir Turan

Çiçek hala iyi değildi, fazla sessiz ve gözlerinden gitmeyen bir hüzün vardı. Ona
ne kadar destek olabiliyorsam oluyordum ancak Selim’in çekip gitmesinden sonra oldu
her şey, aralarında bir bağ var ancak ne kopabiliyor ne de birleşebiliyor.

Kapı çaldı ve gördüğüm kişi beni fazla şaşırttı.

“Demir oğlum, seni vicdansız insan hiç aramaz mı babaannesini?”

“Babaanne?” Pek görüşmezdik sadece telefonda konuşurduk ve bayramlarda filan


görüşürdük.

“Babaanne ya, eşşek sıpası. Birde bulmuş birini tanıştırmaya da getirmiyor.”

“Kim, kimi bulmuş?”

“Sen oğlum. Benim gelinimi bulmuşsun ya. Getir hadi bana gelinimi de tanışayım.” O
an anladım tabi neden geldiğini, aklınca gözetim yapıp Çiçek’le tanışacaktı.

“Dinleniyor şu an, pek iyi bir süreçten geçmediği için rahat bırakalım. Kendisini
daha iyi hissettiği bir zaman getiririm ben sana onu.”

“Olsun, olsun. Zaten ben bir süre buradayım. İlla ki tanışırız gelin kızımla.”

“Demir?” Diye bir ses geldi arkamdan, canım karım.

“Güzel karım. Neden kalktın?” Bakışları bir babaanneme bir bana bakıyordu.

“Ayyy sen misin benim gelinim, maşallah maşallah pekte güzelsin. Adın ne bakayım
güzel kızım?” Canım karım şaşkınlıkla baka kaldı ve cevap vermesine izin vermeden
elimi beline sarıp ben cevap verdim.

“Çiçek, babaanne. Benim güzel karım,” ve Çiçek’e dönüp ona da babaannemi tanıttım
“babaannem.”

“Memnun oldum efendim,” dedi sakin bir sesle ama bu durumdan pek hoşlanmadığını
anlıyordum. Babamın ona yaşattıklarından sonra pek hoş bakmıyordu aileme ve
haklıydı da. Hem emrivakilerden de hoşlanmazdı.

“Efendim mi, babaanne. Babaannenim kızım ben senin.”

Bir süre oturup konuştuk.

“Ee torun ne zaman?” Dedi birden ve şaşkınlıkla Çiçek’le birbirimize baka kaldık.
Asla böyle bir düşüncemiz veya isteğimiz yoktu ki zaten daha yeni yeni birbirimize
alışıyorduk. Ama olsa da fena olmazdı.

“Iı yok torun filan, yani olmayacakta.”

“Neden kızım, bir sıkıntınız falan mı var?”

“Yoo, sadece ben istemiyorum. Neden bakamayacağım bir çoçuk doğurayım ki?”
“Bakarsın kızım, çoçuk bakmaktan kolay ne var. Hem ben sana yardımcı olurum, hele
sen bir doğur da.” Çiçek bu durumdan fazlasıyla huzursuz olmuş olucak ki pek hoş
bakışlar atmıyordu ve bende bu duruma el attım.

“Babaanne, dedim ya Çiçek bu aralar iyi değil diye istersen üstüne gitme. Sende
yukarı çık dinlen istersen güzel karım.” Dediğimde o kadar bıkmış olacak ki evet
demeden veya onaylamadan hemen yukarı çıktı.

Çiçek Aslan

Hala kendime gelememiştim, aklımda onca soru ve cevaplayacak kimse yok. Artık
odadan dışarı dahi çıkmıyordum, Demir arada gidiyor ancak çok fazla kalamayıp
tekrar geliyordu.

Bir de nereden çıktığını bilmediğim babaanne. Kadın oturmuş bana torun diyor, oldu
başka?

Demir tabi ki bu durumdan rahatsız olduğumu anlayıp kendimi daha rahat hissetmem
için odaya gönderdi.

Odanın kapısı çalmasıyla tüm düşüncelerim dağıldı.

“Gel,”

“Gelinim, iyi misin yavrum. İstediğin bir şey veya ağrın sızın var mı?” Bu babaanne
niye böyle, yoksa bende mi bir sıkıntı var.

“Yok teşekkür ederim iyiyim ben.”

“İyi iyi maşallah, gelin kızım ben seninle bir şey konuşmak istiyordum da müsaitsen
geleyim mi?”

“Buyrun tabi.” Dedim oturduğum yatağın diğer kısmını işaret ederek. Geçip
oturduğunda yüzünde hüzünlü ve mahçup bir ifade vardı.

“Bak kızım, ben İdris’in yaptıklarını bilmiyordum yani daha doğrusu sana
yaptıklarını,” derin bir nefes verdi ve sonra devam etti “belli ki Demir oğlumla
bir yola girmişsiniz, hayırlı olsun inşallah Allah tamamını erdirir ama senden tek
bir şey istiyorum. Oğlumun sana yaptıklarından sonra yüzüm yok özür dilemekte pek
işe yaramayacak ama senden yinede bir şey istiyorum,” cümlesini tamamlayamadı.
Gözlerime baktı ve ellerime uzanıp tuttu.

“Demir’imi üzme olur mu? O zaten annesini kaybettiğinde çok acı çekti şimdi de onu
sen üzme olur mu?” Sustum, yani dilim dönmüyordu. Neden benden böyle bir şey
istiyordu yada ona bunu düşündürecek bir şey mi yaptım.

“Size bunu düşündürecek bir şey mi yaptım?”

“Yoook yok, olur mu kızım. Belli ki ikinizde birbirinizi seviyorsunuz, en azından


ben bunu ikinizin de gözlerinde görüyorum ama işte babaanne yüreği. Torunumun bir
daha üzülmesine katlanamam o da buna dayanamaz. Yoksa senin gibi biri onun
karşısına çıkabilecek en iyi insan.” Gözlerim mi, ne görüyordu ki?

“Anladım, ancak bizim Demir’le olan evli-“

“Güzelim?” Sözümü kesen, odaya giren Demir’in sesiydi.

“Oğlum? Ne yapıyorsun, işin bitti mi?”


“Bitti babaannem bitti ve hatta şu an karımı alıp gezmeye gideceğim.” Dedi gelip
beni alnımdan öperken. Ne gezmesi pardon?

“Olur olur, hava da güzel gezin tozun. Gençliğinizin kıymetini bilin yavrularım.”
Dedi bize şefkatle ve bana minnetle bakarken. Sözlerinin ardından çıktı odadan.

“Ne gezmesi Demir?”

“Tatil hayatım, ikimize de iyi gelecek bir tatil. Çok yorulduk, yıprandık, iyi
olmaz mıydı şu an parlayan güneşin altında sadece ikimiz hem güneşlenip hem denize
girmek.”

Olurdu aslında, hemde çok güzel. Hem ben hiç yurt dışına çıkmamıştım, param
olmadığı için değil vardı ama gerek duymadığım için.

“Yurt dışına gidelim mi o zaman?” Dediğimde gülümsedi.

“Tabi ki, zaten İspanya’ya gidiyoruz nasıl senin için uygun mu birtanem?” Başımı
salladım, ilk defa tatile gidiyordum. Tam kalkıp valiz hazırlıyordum ki duraksadım,
ilk defa biri beni düşünüp bir şey yapmıştı.

Arkamı döndüğümde Demir neden durduğumu anlamamış ve bana ‘ne oldu’ der gibi
bakıyordu. Gülümsedim ve ona kocaman sarıldım. Şaşkınlıktan o sarılamadı bile. Geri
çekildiğimde boş boş göz kırpıştırdı.

“Birtanem, sen, sen az önce gülümsedin bana hemde. Sarıldın birde. Benim karım bana
sarıldı.” Dedi ve beni kollarımdan çekip kendi daha sıkı sarıldı.

Nefes alamıyordum neredeyse “Demir!” Diyebildim sadece kesik bir sesle.

“Bebeğim,” dedi ve geri çekilir çekilmez dudaklarıma yapıştı. Ona karşılık vermeye
çalışıyordum ancak hızına yetişemiyordum. O da artık nefessiz kalınca geri çekildi.

“Demir,” dedim kısık bir sesle birbirimizin gözlerine bakarken. Sevgiyle bakarken
onaylan sesler çıkardı.

“Sakın bana bu gerçek bir evlilik değil falan tantanalarına girme. Biz birlikte
olduk, yani artık sen benim gerçek karımsın ve bunu hiçbir şey değiştiremez. Ama
tabi sen beni sevmiyorsan seni buna zorlayamam.”

“Demir bak,” devamını zar zor getirdim “bak seni daha tanımıyorum, tamam Başkanın
oğlusun olabilir ama ben ondan hiç haz etmiyorum. O adam benim hayatımı kararttı,
şimdi hiçbir şey olmamış gibi gelip seninle onun kurduğu bu evlilik oyununu
oynayamam. Hem benim hayatım bunun için müsait değil, ben bir katilim. İnsan
öldürüyorum, diyelim sana bir şans verdim ve bu ilerledi. Gün gelicek çocuk sahibi
olmak isteyeceksin ki bende çocukları çok seviyorum ama ben bir ömür boyu bebek
bakamam, baksam bile sevemem ben nasıl sevilir bilmem bu yüzden de seni baba
olmaktan mahrum bırakamam.”

“Tamam, o zaman bizde birbirimizi tanırız, tanışırız. Ben seni tanıyorum ama sadece
babamın anlattığıyla ve uzaktan görünüşünle. Çocuk konusunda da, evet isterim hemde
çok isterim senden bir çocuğum olsun ama sen istemezsen bu benim için hiçte sorun
değil sadece şunu bil eğer olurda kararın değişirse ben buradayım ve biz beraber
sevmeyi öğreneceğiz.” Sözleri o kadar içtendi ki. Gözlerinde bir umut vardı, benden
bir olumlu cevap bekliyordu. Yine bir dejavu yaşamıştım ve bu sefer kaçmayacaktım
sonucu ne olursa olsun bu adamı tanıyacaktım. Belki Başkanın üstümde bıraktığı
etkiyi söküp atardı, belki korkmadan gülebilirdim yada garipsemeden ağlayabilirdim.
Hayatta ilk kez birine güvenmeyi seçtim, çekip gitmek varken ben kalmayı seçtim.
“Demir,” diyemiyordum, cümleler ağzımdan çıkmıyordu.

“Şimdi cevap verme, gel hazırlanıp çıkalım. Kendinden emin olduğunda konuşalım.”
Vereceğim cevaptan korkuyordu.

“Ben varım, kalmayı seçiyorum. Daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum ve inan bu benim
için çok zor ama ben seni tanımak istiyorum.”

“Gerçekten mi?” Yüzüme şaşkınlıkla baktı, başta inanmadı ama sonra beni kucağına
alıp etrafında döndü. “Seni çok seviyorum benim güzel karım.” Yüzümün her tarafına
küçük öpücükler bıraktı. Onun mutluluğunu görünce ne kadar doğru bir karar
verdiğimi anladım.

İki saattir uçaktaydık ve artık çekilmez bir hale geliyordu. Hiç sevmemiştim uçakla
gezmeyi.

“Çiçeğim, biraz uyumayı mı denesen?”

“Olmuyor Demir, içim hiç rahat değil.”

“Hayatım uçak bizim, oda var istersen odaya geç yada duş var, nasıl istersen her
şey var.”

“Yok yok, hadi ben uyurken uçak türbülans yaparsa yada en kötüsü düşerse?”
Korkmuyordum ama ilk uçuşumdu her an bir şey olabilecekmiş gibi.

“İstersen gel beraber yatalım, bir şey olursa ben seni uyandırırım.”

“Olur ama eğer beni uyandırmazsan uçak düşmeden kendim uyanır seni ben öldürürüm!”
İşaret parmağımı ona doğru sallıyordum ancak o hiçte ciddiye almadan gülüp
parmağımın ucunu öptü.

“Gel karıcığım gel.” Dedi gülerek ve beni kucağına aldı.

“Demir!” Diye bağırdım şaşkınlıkla. “Bıraksana.”

“Sevgilim, iki adımlık yer bak vardık bile sanki nereye kadar taşıyabilirim.”

Yatağa yattım ama tabi yine uyuyamadım. “Demir, uyuyamıyorum ben.”

Yerinden kalkıp içeri geçti ve bir kaç saniye sonra tekrar geldi. Elinde benim
ilacım vardı.

“Sen ne ara aldın bunu?”

“Aldım bir ara işte, iç hadi bir buçuk saatimiz kaldı. Varana kadar uyu ki
vardığımızda direkt tatilimiz tadını çıkartalım.”

You might also like