You are on page 1of 157

nl1Sl1l

nl1Sl1 iÇiTID r
MASAL MASAL IÇtNDE
Yumı: Ahmet Omi,

TUrkiye Yayın Hakları:


Yayıncılık Yapımalik A.ş.
Mayu Golden PIlWlI No:! Kat:!O 34360 l_nbul
Td: (OıI2) 373 77 77
tık özgiln baskı: cem Yayıncvi, 1995
2. Baskı. tıt:tnbul201 ı
www.doganegmo!llc.com.u

Yayına hazırlayan: Nüket Amanocl


Kapak taSarımı: Bahar Glray
Grııitk uygulama: Havva Alp

Bııııun yı:n: YıIalırıular Basın Yayın Proın.


ve !<agıı San. TIc. Ltd.
Adrcı: Yalçın Korq cad Basın Sanayi Sıt. No:13-!4 Yenıbosna -ISTANBUL
Tel: (0212) 51S 49 47

ISBN: 978-605·09-0049-1

Sertifika No: ı ı 940


...,

sl\ı
içinDE
A~Ml:T OMIT

lii!lrrlLwnnl::u: Murac Bingöl


· .....

Bu kitaptaki dinledim. Annem


altmıs yıl önce dinlemis. Dedem küçük
gönlünü hos tutmak için bir masalcı tutmaktan çekinmemis
anlasılan. Annem daha pek çok masal dinlemis ama hepsini
anımsamıyor. Bana da anlatmıs. ben de anımsamıyorum.
Aslma bakarsanız bu kitaptaki masalları da çoktan
unutmustum.
Yıllar sonrıı evine döndügii.mde biraz
rastlantı sonucu anlattı bu masalları.

güzeliigi düstüm. Gerçi annem


masal anfattcısıdır. etkileyen yalnızca
dili degildi. llI(Jınc.ıeflı giz. çarpıcı
içerigindeki yogun anlamda sakl'ydı, Insanoglunun k#iJigindeki
temel özellikleri öylesine gerçekçi bir biçimde gözler öniine
seriyordu bu anlatım karşısında hayranlık duymamak
olanaksızdı.
Masallan yeniden dinledigimde, bunlann mutlaka yazılması
gerektigini dÜlündüm. Beni bu dÜlüneeye iten nedenlerin
başında, görsel anlatının egemen oldugu giinümüz dünyasında.
sözlü anlatıya dayalı bu masalların unutulup gidecegi endifesi yer
-ılıyordu. Yazmaya bu yüzden başladım. Kimi yerlerini geliıtirip
degiftirerek ama masallann özüne tkJkunmadan.
Sanıyorum sözlü anlatılarda ytlian.an serüven bıı masalların
da bfl$ına ge/mistir. Her dinleyen. her anlatan kendinden bir
seyler katarak masallan zenginlestirmi! ya da zayıflatmıştır.
Oldukça iyi bir anlatıcı olan annemin düS dünyasım katarak
zenginleıti:rdigi masalları büyük bir keyifle yazıya döktütümü
helinmeden geçemeyecegim.
Annem Fatma -Omitın torunlarına:
Nesrine,
Onur'a.
Nuraya,
Tanere.
Eylnne,

Erdeme,
Filiz'e,
Gü/e.
Murat'a,

Me/ihe.
Günese,
Meriçe,
Mehmet'e,
Sinana,
Sayhana
Yigife
Yagmur'a

ve Rüzgar'a
sevgiyle...
İçindekiler

. . . . .. " ...... 1
..... , ............ , ....... 27
Müezzİn'in Anlattıkları .......................... 53
Demİrei' nİn Anlattıklan .......................... 81
Kuyumcu'nun . . .. . .................. 95
.... , ........... ,'., . . . . 119
.
/'
,-

nıısııı
nıısııı içinD r
1
nl\~nL nnsl\ı (çlnnr

vvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit


oynar eski hamam içinde, bir ' bir yok-
muş. bir parıltıh denizi, ve-
rimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış. Bu ülkeyi
genç bir padişah yönetirmiş. Padişah deyip geçmeyin, bizim-
!ciı
öteki hükümdarlara hiç mi hiç benzemeımiş, Ne asık su-
de savaş meraklısıymış, halkının mutlulugu-
A U U , ........

ülkenin kalkınması çabalar Halk


padişahını sever, ülkedeki herkes onun iyiliğini istermiş. O da
davranışlarıyla bu sevgiyi fazlasıyla hak edermiş do~rusu. ülke
MAsAL MASAL İÇtNDE

hazinesini halkı içİn harcamaktan çekinmez, her fırsatta yok-


sulların, yetimlerin yardımına koşarmış.
Ama Padişahımızın küçük bir kusuru varmış. Övünmeyi
ı;ıek severmiş. Ne zaman bir iyilik yapsa tahtına kurulur, baş­
larmış anlatmaya:
"Bugün yoksullara şu kadar altın dagıttım. Açları şöyle do-
yurdum, yetimleri böyle sevindirdim" diye.
Padişah övünmeye başlar başlamaz sarayda ne kadar dalka-
vuk varsa başına toplanır, her söyledigini alkışlayarak iyice
pohpohlarlarmış onu.
Sarayda yalnızca bir kişi üzüJürmüş Padişah'ın bu haline. Bu
kişi, aynı zamanda Padişah'm çocukluk arkadaşı olan Ve-
zir'miş. Vezir, arkadaşının aptal yerine konulmasına dayana-
maz, onun bu gereksiz böbürlenme huyundan vazgeçmesini
istermiş. Ama yalan iltifadada başı göklere eren Padişah'ı bu
kötü huyundan nasıl vazgeçirecegini de bilemezmiş.
Padişah'ın yine iyilikIer yaptıgı bir gün Vezir iyice sokulmuş
tahtın yanına. Sabırla Padişah'ın övünmeye başlamasını bek-
lemiş. Yüzünde tatlı bir yorgunlukla tahta yerleşen .Padişah,
kendinden memnun güıümsemi,. Onun gütümsediğini gören
dalkavuklar bala üşüşen sinekler gibi hemen sarmı§lar çevresi-

2
Masal/çinde

ni. Padişah başlamış o gün yaptl~l iyilikleri sayıp dökmeye.


1\nlatmlş da anlatmış. Söı.ü biter bitmeı. dalkavuklardan biri
atilmış:
. "Kudretli Hüniliım" demiş, "yeryüzünde sizin kadar iyi, si-
.'

ziJl>.kad~ cöınçn başka kimse yoktur. Halk bu iyiliklerinizi


hiçair~an '
. Dalkavugun kendinden geçen
daldıeri 'kıvançla
"Öyle mi de yeryüzünde
daha zengin, yok mudur?" diye
Vezir sanki bu soruyu bekliyormuş gibi dalkavuklara fırsat
vermeden söze ~irmiş:
"Kusura bakmayın ama sizden daha cömert İnsanlar var Pa-
dişahlffi" demiş.
Böyle bir yanıt beklemeyen Padişah'ın yüzüne kara bir bu-
lut gelip çatıl mış , ela
. şekler çakmış. bulunanlar korkuyla başlarını
mişler. Ama dimdik bakmış Padişah'ın
ne.'Padişah
(CVezir Vezir ... farkında mısın?"
Vezİr boynunu bükmüş:

3
MASAL MASAL İçıNDE

"Siz sordunuz, ben de söyledim Hünlclrım" .demiş.


"Başka biri olsaydı, derhal vurdurmuştum kellesini. Bilirsin
seni severim. Söyle bakalım, niye böyle konuştun?" demiş.
"Padişahtm buradaki kullarınız gibi ben de ~izin iyiliğinizi
isterim. Ama yalan da söyleyernem. Komşu kentte kör bir
adam var, o sizden daha cömert. Ensesine vuran herkeS$! bir
kese altın veriyor ... "
.
"Ensesine vuran herkese mi?"
"Ensesine vuran herkese ya! Bu adam her sabah erkenden
kalkar. sırtına yakasız bir gömlek geçirip şehrin meydanına
oturur. Ensesine her vurana da çıkarıp bir kese altın verir."
Padişah kuşku!u gözlerle süzmüş Vezic'i:
"Bu inanılacak iş de~il" demiş. "Söylediklerin doğru çıkmaz­
sa senin için kötü olur."
Vezİr kendinden emin:
"Kolayı var Padişahırn" demiş. "Köradam'ın oturdu~u kent
bir günlük yolda. isterseniz tebdili kıyafet eyleyip varalım ya-
nına. Ne olup bittigini kendi gözlerinizle görün."
Padişah duraksamış:
"Olur mu?"
Dalkavuklar karşı çıkmaya hazırlanıyorlarmış ki Vezir yine

4
Masal Masaııçinde

davranmış:
"Neden olmasın? Hem başka kenderimizi bir kere daha zi-
yaret etmiş oluruz" demiş.
Padişah'ın yüzlindeki kara bulut dağılmış, belli belirsiz gü-

demiş. söylediklerin çıkmazsa vezirlikten


alacağım. Bunu da biJmiş oL"
"Siz nasıl uygun görürseniz Hünldrım" demiş Vezir.
hazırlıklara başlanmış. sabah ile VeLir
kıyafet iki tüccar giyinmişler. Yanlarına
yetecek kadar para alıp düşmüşler yola.
Bir gün bir gece yürümüşler. Ertesi sabah ulaşmışlar Köra-
yaşadığı Sora sora meydanını bulmuşlar.
geldiklerinde insanların upuzun bir oluştur-
du~unu görmüşler. Kuyruğun başına yaklaşmışlar ki bir de ne
görsünler. Tıpkı Vezİr'in anlattığı gibi, kör bir adam kaldırı­
ma bağdaş kurmuş oturmuyor Adamın kıpkırmı-
Bu nedenini anlamakta gecikmemişler.
Kuyrukraki insanlardan en önde yaklaşıp adamın ensesi-
ne olanca gücüyle okkalı bir tokat indirmiş. Tokadı yiyen Kö-
radam öne doğru savrulmuş, ama çok ilginç, acıyla kıvranaca-

5
MAsAL MASAL İÇINDE

~1 yerde, sanki büyük bir ermiş gibi:


"Oh! Hak müstahakmı buldu" diyerek dogrulmuş, yanında­
ki torbadan bir kese altın çıkararak ensesine vuran adama ver-
Padişah'ın şaşkınlıktan agzı açık kalmış. Vezir ise bıyık

altından gülümseyerek, haklı çıkmanın gururunu yaşıyormuş.


Bir köşe başına çekilip saatlerce Köradam'ı izlemişler. Güneş
batıp herkes evine çekilmeye başlarken Köradam da yavaşça
toparlanmış. Torbasını omzuna atıp degnegjyle arayarak
yürümeye başlamış. Padişah ile VeLir usulca yaklaşmış yanına:
"Sizinle biraz konuşmak istiyoruz" demiş Vezİr.
Sesi duyan Köradam irkiimiş:
"Ne konuşacaksınız benimle?" diyerek sesin geldigi yöne
dönmüş.
"Neden size her tokat atana bir kese altın veriyorsunuz?" di-
yerek soruyla vermiş Padişah.
Duyclugu bu ikinci sesle bir başka kişinin daha olduğunu
anlayan Köradam' ın tedirginliği artmış:
"Siz de kimsiniz?" diye sormuş.

"Biz iki yolcuyuz" demiş Padişah, sesini yumuşatarak.. "Sizin


ününüzü çok uzaklardan duyduk. Öykünüzü merak ettik, öğ­
renmek için buralara kadar geldik. Bizi eli boş döndürmeyin.

6
Masal Içinde

Köradam bir süre düşündükten sonra:


"Peki" demiş. "Size öykümü anlatacağım ama her bilginin
de bir bedeli vardır. Eger bilgimin bedelini verirseniz. merakı­
mzı gideririm."

"Ne kadar para istiyorsanız söyleyin, derhal ödeyelim" de-


miş Padişah.
"Her şey demiş Köradam.
ihtiyacım yok
"Ne istiyorsunuz diye Yezir sormuş
rakla.
"İsteğim çok basit. Buradan iki günlük yolda bir kent var. O
kentte çok maharetli bir kuyumcu yaşar. Kentte pazar kurul-
duğu gün, kuyumcu esnafı bu adamın yolunu gözler. Adam
pazara gelince herkes çevresinde halka olur. Kuyumcu, torba-
sından tavuk yumurrası büyüklüğünde bir altın çıkarır. O bü-
yüklükte bir ne görülmüş ne
Bakanların soluğu kesilir. Parası vuı",u,u
satın almak yarışmaya başlar. Haraç
durmadan fiyatı artırır. nu.",."",
lerce sürer. yumurta en fazla fiyat
rinde kalır. Ama Kuyumcu. son anda altın yumurtayı satmak-

7
MAsAL MASAL içıNDE

tan vazgeçer. Çantasından kocaman bir havaıı çıkarır. altın


yumurtayt havanın içine atıp, toz haline gdin(eye kadar dö-
ver, sonra altın tQzlarım avucunun içine döker, mezara katılan
insanların üstüne Mler. Kalabalık altın tozları m kapmak için
birbiriyle cebelleşİrken, altın yumurtayı almak ıçİn en yüksek
fiyatı veren adam yere yı~ılır kalır."
Padişah hayretle sormuş:
"Kuyumcu neden vermez peki?"
"İşte ben de onu merak. ederim. Eger bana bu Kuyumcu'nun
gizini ögrenirseniz ben de size kendi öykümü anlatırım" de-
mış.

Kuyumcu'nun öyküsünü merak eden Padişah ile Vezjr


fazla düşünmeden, öneriyi kabul etmişler. O akşam Köra-
dam'ın evinde konuk olmuş, dinlenmiş, ertesİ sabah güneş
doğmadan düşmiişler yola.
Az gitmiş uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, tam iki gün
iki gece yol gitmişler. İkinci gecenin sabahında varmışlar Ku-
yumcu'nun kentine. Kente varır varmaz pazara inmişler. Pa-
zarda hummalı bir kalabalık kıpırdanıp duruyormuş. Bizimki-
ler de kalabalı~ın arasına karışmışlar. Elmadan üzüme, fındık­
tan cevize çeşit çeşit yiyecekler; ipekli, saten, renghenk giye-

8
Masalıçinde

cekler; ak yünlü kara yünlü halılar, nakış nakış kilimlerle do-


luymuş tezgahlar. Bir süre tezgahların arasında dolaşan Padi-
şah ile Vezir, insanların pazarın arka çıkışına yakın bir yerde
toplandıgını görünce oraya yönelmişler. Bakmışlar ki kalaba-
lığın ortasında bir adam, elinde de altından yumurta:
"S atıyoruın ... Satıyorum!.." diye
"Aradıgımız diye fısıldamış
Kalabalığın yaklaşmışlar.
yoksulu herkesin gözü, ~,u,,"",,,.

pırıl pırıl çevriliymiş.


"Satıyorum ... Satıyorum ... " diye bagırdıkça altını almak is-
teyenler birbirleriyle yarışarak ha bire fıyat artırıyorlarmış. So-
nunda altın yumurta; gençten, iyi giyimli bir adamda kalmış.
Mezatı kazanan adam gülÜmseyerek Kuyumcu'ya yaklaşmış.
Adamın yüzünde sanki onu daha önceden tanıyormuş gibi bir
ifade varmış. hiç oralı değilmiş, __
.
Q,AU_

vermemış. sokup bir kese


yi Kuyumcu'ya
le bir süzmüş, adama çevirmiş.
tıkça gözleri Adamın keseyi
lukta öylece kalakalmış. Kalabalık, çıt çıkarmadan olanları iz-

9
MAsALMAsAL İÇtNDE

tiyormuş. Sonunda Kuyumcu, adamın uzattı~ı keseyi elinin


tersiyle iterek:
"Senin gibi şerefsizlerin parası bu altını alamaz'· demiş sert
bir ses tonuyla.
Yüzü kıpkırmızı olan adam başını öne eğmiş. Kuyumcu,
adama aldırmadan çantasından büyükçe bir demir havan çı­
karmış, herkesin şaşkın bakışları altında altın yumurtayı hava-
nın içine atıp çelik bir havaneliyle dövmeye baştamiş. Altın
yumurtanın taHpiisi olan adamın yüzü sararmış:
"Yapma, onu ben satın aldım, istersen daha fazlasını da ve-
ririm" demiş.
Ama dinleyen kim? Kuyumcu altın yumurtayı dövmeyi sür-
dürmüş. Kuyumcu havana her vurdugunda altını almak iste-
yen adamın yüzü biraz daha sararıyor, soluğu daralıyormuş.
Öteki hiç ,aldırmadan var gücüyle vuruyormuş havanın içinde-
ki altın yumurtaya. Altın, toz haline gelinceye kadar vurmuş
da vurmuş. Kalabalık çıt çıkarmadan izliyormuş olanları. Ku-
yumcu altını dövme işini bitirince ayağa kalkmış. Herkesin
görmesi içİn havanı yukarıya kaldırmış. Sonra içindeki altın
tozlarını sağ avucunun içine boşaltmış. Bir an durup magrur
bir tavırla, altını almak isteyen adama bakmış. Bir sItmalı gibi

10
MASAL MAsAL İÇiNDE

"Ne olurdu sanki altmı ona satsaydınız?" diye lafa karışmış


Vezİr.

"Bilmediginiz konularda alul yürütmeniz dogru degil" de-


miş Kuyumcu.
"O halde anlatın da ögrenelim şu işin gerçegini" diye taşı ge-
diğine koyınuş Padişah.
Kuyumcu bizimkileri tepeden tırnağa süzmüş:
"Anlatmasına anlatınm da" demiş, "küçük bir koşuıum var,
önce onu yerine getirmelisiniz.
"K.oşulunneyse kabulümüzdür" demiş Vezir.
"Yapmanızı istediğim şey çok kolay" diyerek açıklamaya
başlamış isteğini Kuyumcu. "Buradan üç günlük uzaklıkta bir
kent var. O kentte bir demicci yaşar. Çok yetenekli bir usta-
Adeta bir kuyumcu titizliligiyIt: çalışır. Kaba saba demir-
lerden öyle laleler, sümbüller yaratır ki adeta yapraklarının
titredİğini görür, kokularını duyar gibi olursunuz. Onun yap-
tığı kapıları, pencereleri görseniz, yolunuzdan olur, karşısın­
da durup saatlerce seyretmeden geçemezsiniz. Ama bu De-
mirci'nin başına tuhaf bir iş gelmiş. Eli işe varmıyor, bırakın
o güzelim laleleri, sümbülleri, kaç z.amandır bir at nalı bile
yapamıyor. "

12
Masal Masal/çinde

"Neden? çalışmak istemiyor mu?" sormuş Vezİr,


"Yok canım, tam tersi, adarncagız çalışma istegiyle dolu. Her
sabah dükkanını erkenden önlügünü giyiyor, ocağın!
yakıp demir nar gibi kızarıncaya kadar ateşin üstünde bekleti-
yor. gelen demiri örsün üzerine güzelce yerleştiriyor.
ların verdigi ustalıkla çekicini eline alıyor ama tam demirin
üzerine İndirecekken birden bakışları karşısındaki duvara
lıyor. Sol elinde kızarmış demir, sa~ elinde çekiciyle öylece ka-
lıyor. Sonra demiri, çekici fırlatıp karşıya dogru koşma­
ya başlıyor. Sanki karşısında duvar değil de engin kırlar uzanı­
yormuş gibi atılıyor duvarın üstüne. Tabii sert taşlara çarparak
kanlar içinde yere yığılıp kalıyor.
İşte ben, bu demireinin öyküsünü merak ederim. Eğer bana
onun öyküsünü öğrenırseniz, ben de sıze kendiminkini anla[ı­
nm" demiş.
Padişah ile Vezir anlamlı anlamlı süzmüşler birbirlerini.
"Peki" demiş Padişah. "Size Demirei'nin öyküsünü öğrene­
ceğiz,

Aslına bakarsanız Padişah ile Vezir birbiri ardına çıkan bu


engellerden da şikayetçi değillermiş. günlerin
tekdüzeliginden sonra yaşadıkları bu serüven onları giderek

13
MASAL lviASAL İÇİNDE

daha çok heyecanlandınyormuş.


O Kuyumcu'nun konu~u olmuşlar. Ertesi gun şafak1a
koyulmuşlar yola. Üç gün üç gece yol yürümüşler. Üçüncü
günün sabahı varmışlar Demİrcj'nin kentine. Kente girince,
önce gidip bir güzel karınıarını doyurmuşlar. Karınıarını do·
yurduk1arı aşevinin sahibine Demirci'yi sormuşlar. Adam he-
men tanımış:

"E~er bir iş yaptıracaksanız, ona gitmenizi salık vermem"


demiş. "Artık çalışamıyor zavallı."
Bizimkiler Demirei'yi iş için aramadıklarını söyleyince adam
onlara atölyeyi tarif etmiş.
Padişah ilc Vezİr, tarif üzerine elleriyle koymuş gibi bulmuş-
Demirci'nin atölyesini. Atölyeye geldiklerinde Demircİ
ocagm üstünden aldtı;ı kızarmış demiri örse götürüyormuş.
Hiç ses çıkarmadan merakla olacakları izlemeye başlamışlar.
Demirci büyük bir keyifle kızgın demiri örsün üzerine yatır­
mış, çekicini kaldırmış, tam indirecekken gözleri karşıdaki du-
vara kaymış, adamcagız büyülenmiş gibi oldugu yerde dona-
kalmış. Bizimkiler de Demird'nin gözlerinin takıldığı yöne
bakmışlar, kirli bir duvardan başka bir şey görememişler. Ama
Demirei'nin gözlerindeki parıltı giderek artıyormuş. Birden

/4
Masal Masal/çinde

elindeki demiri, çekici atıp duvara dogru koşmaya başlamış.


Koşmuş koşmuş ve bütün hızıyla çarpmış duvara.
Duvara çarpıp içinde yere yıgılan Demirci'yi yüzleri-
nİ acıyla buruşturarak izleyen Padişah ile Vezir, adamcağızın
yardımına koşmuşlar hemen. Alnındaki yarayı sarıp yüzüne su
serpmişler. Gözlerini açıp da onları karşısında Demireı

şaşırmış:

"Siz de kimsiniz?" diyerek tedirginlik içinde sormuş.


"Kim olduğumuz önemli Seni içinde yerde
görünce yardımına geldik" demiş Padişah.
Demirci'nin bakışları minnetle yumuşamış, Padişah ile Ve-
yardımları için teşekkür etmiş.
"Biz görevimizi yaptık" demiş Padişah. "Ama gerçekten de
teşekküretmek istiyorsan; sana işini unutturan, seni duvara
doğru delice koşturan nedir? onu "
Derinden bir ah çekmiş Demirci:
"Yararnı deşmeyin. Anlatsam bana inanmazsınız, ardımdan
diye gülersiniz.
"Niye inanmayalIID?" demiş Padişah. "Sen hele bir anlat."
"Madem bu kadar istiyorsunuz, anlatınm. Anlatırım
sizden bir var.
MAsAL MAsAL İÇtNDE

"Söyle" demiş Padişah, "Elimizden gelen bir şey ise niye


yapmayalıın?"
"Merak etmeyin canım. Çok kolay bir istek benimkisi. Bu-
radan dört günlük yolda bir kent var. Bu kentte bir müezzin
Ya§ar. Öyle hoş, öyle iyi bir adamdır ki bu miiezzin, yaşlı genç
demeden herkes ona saygı duyar. onu sever. Ama :son zaman-
larda bir hal oldu bu güzel insana. Müez.zin1i~i bıraktı. Yalnız­
ca öğle ezanı okunmaya yakın geliyor camiye. Camiye yakla-
şınca da gözünü mİnareden alamıyor. Ta elli metreden başlı­
yor minareye bakmaya. Gelişigüzel bir bakış değil bu. Sanki
kutsal bir işaret arıyor gibi büyük bir dikkatle inceliyor mina-
reyi. Sonra aradığı şeyi görmüş gibi sevinçle minareye koşu­
yor. Minarenin kapısından içeri girip hızla merdivenleri tır­
manıyor. Peşinden kimse gitmediği için minarede neler olup
bittiğini bilemiyoruz. Ama az sonra yıkılmış bir halde iniyor
aşagıya. Artık ne gözlerinde mutluluk var ne de yüzünde he-

yecan. Sanki bir anda yaşlanmış gibi ayaklarını sürüldeyerek


evinin yolunu tutuyor.
İşte ben, bu adamın gizini merak ederim. Eger bu gizi ögre-
nir bana anlatırsanız, ben de size kendi öykümü anlatmm" de-
mış.

16
MASAL MASAL iÇiNDE.

Ama yıpranmış taşlarıyla gökyüzüne uzanan eski bir minare~


den başka bir şey görememişler. Müezzinin gözleri ise her-
halde çok ilginç şeyler gördü~nden olacak, parlamaya başla­
mış, sevinçle ileri atılmış. Hızla minareye ulaşmış, göz açıp ka-
paymcaya kadar kapıdan içeri süzülerek kaybolmuş.
Olaylar tıpkı Demirei'nin anlattlgı biçimde gerçekleşiyor­
muş. Padişah ile Vezir minarenin şerefesine bakmıştar ama
Müezzİn'i görememişler. Merakla beklerneye başlamışlar. Bir
süre sonra Müezzin minarenin kapısında görünmüş. Az önce-
ki neşeli halinden hiçbir iz yokmuş. Yüzü solmuş, omuzları
çökmüş bir halde önlerinden geçmiş. Padişah ile Vezir de do-
ya doya içemedikleri nargilelerinin paralarını ödeyip düşmüş-
peşine. Adamcagızın öyle yıkılmış hali ki Padi-
şah Vezir yanına yaklaşıp, "Bize öykünü anlatır mısın?" de-
meye çekinmişler. Ama balmuşlar ki Müezzin tek katlı bir
evin kapısına doğru yöneliyor:
"Eyvah!" demiş Padişah. "Evine giriyor."
Aceleyle Müezzin'e dogru yürümüşler. Kendi derdine dalıp
giden Müezzİn burnunun dibine kadar giren Vez.ir'İ fark et-
memi§ bile.
"Merhaba" demiş Vezir.

18
MAsAL MAsAL İçıNDE

"Gelelim sorunuza" demiş. "Minarede gördii~üm şeyi size


anlatırtm. Yalnız önce benim için bir şey yapmanızı isteyece-
6:
oım, "

Bizimkiler öncekilerden alışkın ya:


"Elimizden gelen bir şeyse neden yapmayalım?" demişler.
"Aslında isteğim çok basit" demiş Müezzin. "Beş günlük
yolda bir kent var. Bu kentte bir şapkacı yaşar. O yörenin en
güzel şapkalarını bu adam diker. İşini öyle özenle yapar haf-
tada ancak bir şapka üretir. Şapkayı bitirince pazara getirir.
Zaten müşterileri onu bekliyordur. Haraç mezat satış başlar.
mezatın ortasında ka1abalı~ın arasında birilerini görür.
Mezarı falan boş verip elindeki şapkayı bırakır:
Beni bekleyin!' diye bagırarak, sanki birilerini yaka-
layacakmış gibi koşmaya başlar, Bu koşu mezarhga kadar sü-
rer. Mezarlıkta bir mezarın üstüne kapanır. kendinden geçin-
kadar ben bu Şapkacı'nın öyküsünü merak
ederim. Eger onun öyküsünü öğrenir de bana anlatırsanız, si-
ze minarede ne gördügümü söylerim.
Padişah ile Vezir, Müezzİn'e de "Olur" demişler. O akşam
Müezzin'İn evinde konuk olmuşlar. Ertesi gün sabah ezanıyla
birlikte düşmüşler gün beş gitmişler,

20
Masal/çinde

dere tepe düz gitmişler. Beşinci gecenin sabahında ulaşmışlar


Şapkacı' nın kentine. Kente varınca hemen pazara inmişler.
Pazarı gezerken, kalabalığın ortasında yüksekçe bir yere çık­
mış, elinde kaliteli kumaştan yapılmış son derece şık bir §apka
tutan, ak saçlı bir adam görmüşler. Aradıkları şapkacmın bu
adam olduğunu anlamışlar. Kalabalığın arasına
olacakları Önce her şey
lını satmak müşterileri
alışveriş Ama bir ara Şapkacı'nın
laba1ığın takılmış. Sanki artık
ran müşterilerin seslerini duymuyor gibiymiş. Padişah ile Ve-
zir, Şapkacı'daki değişimi fark etmişler. Dönüp Şapkacı'nın
gözlerinin takıldığı yöne balmuşlar ama mezatı izleyen insan-
lardan başka bir şey görememişler. Fakat Şapkacı'nın acıyla
gerilen yüzü adamın etkileyici bir görüntüyle karşılaştıgına ta-
nıklık ediyormuş. Vezir kalabalığı
mın gördüğü
"Gitmeyin! hırakmayın!" diyen "'A~'ft.a ....
varan sesi
Çevresindekiler şaşkın gözlerle "'CL~""""'-S
meye başlamışlar. Ama Şapkacı hiç kimseyi görmüyormuş.

21
MASAL MAsAL İ ÇINDE

Sanki kendisini terk eden birileri varmış da, onlara engel oı~
mak isriyormuşçasına sag elini uzatarak inlemiş:
"Durun! Ne olur beni bırakmayın!"
Olanı biteni anlamayan kalabalık, ürkerek ona yol açmış.
Kalabalığın ara.sından çıkan Şapkacı:
"Beni bırakmayın! Beni bırakmayın!" diye tekrarlayarak
elindeki şapkayı atıp, koşmaya başlamış. Bizimkiler durur mu,
hemen düşmüşler peşine. Şapkacı önde bizimkiler arkada koş­
muşlar da koşmuşlar, kentin girişinde yer alan mezarlıga ula-
şıncaya kadar sürmüş bu koşu. Şapkacı mezarlı&! girince de
yavaşlamamış, upuzun iki servinin altındaki büyükçe bir me-
zara kadar koşmuş.
Mezarın başına gelince yavaşlamış, dizleri üzerine çökerek
sanki bir sevgiliymiş gibi toprağa sarılıp ağlamaya koyulmuş.
Bizimkiler Şapkacı'nın yaptıklarına bir anlam veremeden onu
u.'_""~~a.H izlemişler. Şapkacı kendinden geçinceye kadar ağla­
mış mezarın başında. Adamcağız yarı baygm topraga yıgılınca
bizimkiler yanına gelmişler. Şapkacı'yı kaldırıp az ilerdeki çeş­
menin yamna taşımışlar. Elini yüzünü yıkamışlar. Şapkacı
kendine gelip de karşısında hiç tanımadığı kimseleri görünce
çok şaşırmış:

22
Masal Masalıçinde

bana ediyorsunuz?" diye


"Biz de pazardaydık" demiş Padişah. "Halinizi gördük. Çok
üzüldük. Belki yardımımız dokunur diye peşinizden geldik."
Şapkacı kederle başını öne egmiş:
olun" demiş. "Ama bana yardım "
söyleme" Padişah. hastaiıgın ilacı, her
derdin bir çaresi vardır."
"Benim derdimin çaresi yok" demiş Şapkacı. "Ben iflah 01-
mam.
"Yaşamdan umut kesilmez" Padişah. de derdi-
nin çaresi bizdedir."
Buruk bir gülümseme belirmiş Şapkacı'nın dudaklarında:
değil, tekmi! hekimleri gelse bulamaz
Derdimi boş yere kederlenmeyin. Yarın gidin
ışınıze.

"Olsun" demiş Padişah. "Biz çok merak ettik senin öykünü.


Keder de verse üzüntü de, dinlemek isteriz."
bu kadar ediyorsunuz?" diye Şapkacı.

Benim çok Bugüne


kadar duydugunuz en acıklı olaylar bile anlatacaklarımla boy
ölçüşemez. İnsana sevinç veren, onda yaşama istegi uyandıran

23
MASAL MAsAL İÇİNDE

birbirinden güzel öyküler varken neden benim acı öyküınü


dinlemek istiyorsunuz?"
"Acıyı bilmeden sevincin anlammı kavrayamayız." diye ya-
mdamış onu Vezir. "Anlatacakların belki de bizi yaşama daha
baglayacaktır. Hem senin öğrenmek tam beş
günlük yoldan geldik Bizi eli boş döndürrne."
Şapkacı iyice şaşırmış:
"O kadar uzaktan mı geldiniz? İyi ama öykürn niye bu
kadar ilgilendiriyor?" diye sormuş.
Bunun üzerine bizimkiler, başlarına gelenleri anlatmışlar.
Şapkacı ilgiyle dinlemiş onları:
"Peki" demiş. "Size öykürnü anlatacağım ama koşulum
var. "
Padişah ile Vezir'in yüzü hafifçe göl gelen ir gibi olmuş.
"Yok canım, korkmayın" demiş ŞapkacJ. "Ben altı günlük
yola göndermeyecegim . Ögreneceginiz öyküleri ben
dinlemek istiyorum. Anlatıldannız beni de merak içinde bı­
raktı. Köradam'm, Demırci'nin, Kuyumcu'nun, Müezzin'in
gizlerini öğrenmeden rahat edemem artık. Eger öteki öyküleri
dinledikten sonra buraya dönüp bana anlatacag-ıfllza söz verir-
seniz, ben de kendi öykümü anlatırım size."

24
Içinde

Padişah ile Vezİr Şapkadnın koşulunu kabul etmişler.


Şapkacı başlamış anlatmaya:

25
2
~IlFKJiCI 'nIl1IUIU\ TTIKUmı

"II undan yıllarca


önceydi. Evimiz bu kentin kenar
. 6) mahallelerinden birindeydj. Pek zengin degildik.
Marangozluk yaparak geçirnimizi saglardı babam.
Nedense baba meslegini pek severnedim. Beni bir terzinin ya-
nma çırak verdiler. Ustam çok iyi bir adamdı. Ben aptal bir
çocuk sayılmazdım. Kısa sürede sevdi beni. Meslegi en kısa sü-
ögretmek için elinden gelen her türlü çabayı gösterdi.
Ben de çabasını boşa çıkarmadım. Gözümü kulagımı dört açıp
bana anlatılanların hiçbirini kaçırmamaya çalıştım. Her gün

27
MASAL 1v1ASAL İçİNDE

yeni bir şey öğreniyordum; bu da beni mutlu ediyor, büyüdü-


gümü, bir işe yaradıgımı hissettiriyordu. Birkaç yıl içinde di-
lcişle kumaş arasındaki o büyülü ilişkiyi öğrendim. Ben işi öğ­
rendikçe ustamın bana olan sevgisi de artıyorau. Yıllar akıp gi-
derken meslekte hatırı sayılır bir kalfa oluvermiştim. Anık us-
tam gözü kapalı bırakıp gidiyordu bana dükkanı. Bakmayın
bu çökmüş halime, o zamanlar epeyce yakışıklıydım. Bizim
dükkamn karşısında tahta cumbalı bir ev vardı. Bu evde çok
güzel bir kız yaşıyordu, Mahalledeki bütün delikanlılar gibi
ben de kıza sevdahydım. Sevdalıydım sevdah olmasına ama
bu aşkın düşten öte şeyolmadığım da biliyordum. O kent
eşrafından birinin kızı, ben yoksul bir terzi kalfasıydım. Böy-
le düşünmeme karşın yine de içimdeki ateşi söndürmeye gü-
cüm yetmez, gözümü karşı evin penceresinden alamazdım.
Bazen tahta cumbalarm ardında bir gölgenin hareket ettiğini
görür, 'Acaba sevdi~im kız bana mı bakıyor?' diye umutlanır­
dım. Sonra kendimi toplayıp, boş hayallerden vazgeçerek di-
kişimi dikmeye devam ederdim. Tabii bu halim son derece
dikkatli bir insan olan ustamın gözünden kaçmadı. Bir gün
beni yanına çagırdı:
'Evlat' dedi. 'Sende bir hal var. Kara kara ne düşünüp durur-

28
Şapkacı 'nın Anlattıkfan

Anlat bakalım, nedir derdin?'


'Bir şey yok' dediysem de dinletemedİm. Zaten ustam karşı
evin pencerelerine bakıp iç çekrnemden durumu anlamış.
muzipçe kaldırarak
sen şu evdeki kıza sevdalısın?'
Urancımdan kıpkırmızı olmuştum. Ne söyleyecegimi bile-
meden susup kaldım.
'Utanma evladım' dedi ustam. 'Genç adamsın, olur böyle
Sahiden musun Yoksa gelip bir he-
ves seninki?'
Ustam böyle konuşunca bana bir güven geldi:
'Gelip geçici bir heves olur mu usta? Elin kızıyla oynamak
yakışır mı?'
içtenlikle güıümsedi:
'Merin evlat' dedi. 'Senden de bunu beklerdİm:
'Lakin bu işin olacagı yok usta.'
olmasın? Gidip isteriz.'
miyiz? O bize verirler usta?'
'Biz isteydim de onlar vermezlerse vermesinIer' dedi kararlı
bir tavırla.
'Usta o eşraf kızı, ben bir terzi çıragı .. .' diyecek oldum, la-

29
MAsAL MASAL İÇİNDE

fım agzımda kaldı:


'Çalışır çabalar sen de zengin olursun oğlum. Dizinde der-
man, bileğinde bu bilezik olduktan sonra korkma'
dedi. 'Hem kızın babasını tanırım, öyle paraya pula önem ve-
ren adam değildir:
N eysa lafı uzatmayalım. Sonunda ustamm dediği oldu; an-
nemi, babamı yanına alıp cuma akşamı kızı istemeye
Ben yüregim agzımda onları evde bekliyordum. İkide bir he-
yecanla pencereden bakıyor, gelip gelmediklerini kontrol
yordum. Bir saat sonra göründüler. Onları kapıda karşıladım.
Daha ben bir şey demeden halimi anlayan ustam zamanki
kendİnden emİn tavrıyla:

'Olacak olacak, sen merak etme' dedi.


Ama annemle babam pek umutlu görünmüyorlardı:
'Bir düşünelim dediler' diye fısddadı annem kulağıma. Se-
sindeki düş kırıklığı sezilmeyecek gibi değildi. Zaten başından
beri bu evliligin gerçekleşecegine inanmamıştl. Annemin söy-
ledilderİ
benim de moralimi bozdu:
'Ne zaman bildireceklermiş kararlarını?' diye yılgm bir sesle
sordum.
'Zaman vermediler ama herhalde yarın öbür gün çıkar işİn

30
Şapkacı 'nın Anlattıktan

kokusu' dedi annem.


Ustarnı uğurladıktan sonra pişmanlık duymaya başladım.
Nereden girmiştim bu işe? Boş yere kendimi [ez.il etmenin ne
anlamı vardı? Bizi reddedeceklerdi İşte. Ustama da kızıyor­
dum. Boşuna heveslendirmişti beni. Sabaha kadar bunları dü-
şünerek yatakta bir saga bir sola dönüp durdum.
Ertesi sabah kumaş almak için pazara ugradım. Bu yüzden
dükkana biraz geç gittim. Dükkandan içeri girdigimde usta-
mın sevinçle ışıldayan yüzünü Hamalın sırtından ku-
maşları indirdikten sonra:
'Gel şöyle, gel otur karşıma' dedi.
Ne söyleyecegmi merak ederek gösterdigi oturdum.
'Sabahleyin senin kızın babası beni görmeye geldi' dedi.
Sonra susarak muzip bir ifadeyle yüzüme baktı. Ben solugumu
tutmuş onu izIiyordum.
'Adamın ne söylediğini etmiyor musun?' diye sordu.
'Ne söyledi usta?' diye kekeledim.
'Hadi gözün aydın. Kızı sana verdiler' dedi.
Söylediklerine inanamıyordum:
'Sabi mi?' diye keke1emeyi sürdürdüm.
'Tabii ki sahi. Ben sana söylemedim mi, biz alırız bu kızı, diye.'

31
MASAL MAsAL İÇiNDE

Hemen kalktp ustamın elim öptüm.


'Sağ ol usta, bu iyilikleri nasıl öderim?' dedim.
'Bunlar benim görevimdi çocugum' dedi. 'Usta dediğin yal-
nızca meslegi değil yaşamı da öğretmelidir çırağma, ögretmek
de yetmez, ona destek olmalı, omuz vermelidir.'
Bir ay sonra dü~ün hazırlıklarına başladık. Sag olsun ustam
yine yalnız bırakmadı beni. Kullanmadıgı bir evİ vardı, bize
verdi. Evi gücümüz yettiğince dayadık döşedik. Altı ay sonra
da dügünümüz yapıldı. ilk gecemizde kanından. onun da be-
nİ sevdiğini, tahta cumbaların arkasında gölgesini gördüğüm­
de gerçekten de bana baktığını öğrendim. Kanmm sözleri be-
nasıl mutlu etti anlatarnam. Kendimi yeryüzünün en şanslı
adamlarından biri sayıyordum.
İkimiz için de mutlu bir yaşam başlamıştı. Bütün gün deli-
ler gibi çalışıyor, akşam olunca da sevinç içinde evirnİn yolu-
nu tutuyordum. Kapıda karımın güleç yüzünü görmek bütün
yorgunluklarımı unutturuyordu bana. Ama mutluluğumuz
uzun sürmedi. Aradan iki ay geçmişti ki, yıllardır bir toprak
anJaşmazlığı yaşanan komşu kende aramızda savaş patlak ver-
di.
Kentimİzde ne kadar genç varsa onlarla birlikte beni de as-
kere aldılar. Bir şafak vakti, çok sevdigim karımdan ayrılıp

32
Anlattıkları

düştüm
Cephede geçirdigim ilk gün her şeyin değiştiğini öğretti ba-
na. Bir gün önceki yaşamım artık çok uzaklarda kalmıştı.
Ölümle, kanla dolu günler başlamıştı. Cepheye birlikte geldi-
gim arkadaşlarımın çoğu daha ilk çatışmada gözlerimin önün-
de can verdi. Kimileri savaş alanında bacağını, kolunu bıraktı.
Daha şansh yaralarla kurtuldular.
lılardan çatışmaları önemsiz
hiç terk etmedi. Ta
baskın gününe
Haftalar sonuca ulaşmıyordu.
biz de yorulmuştuk. Aramızda bir eşitlik durumu ortaya çık­
mıştı. Ne onlar ne biz üstün gelebiliyorduk. Subayından era-
tına kadar her iki ordu da yorulmuş, yılmıştı. Siperlerin ara-
sında bir umursamazlık, boş vermişlik geziniyordu. Ama, ata-
larımız, "Su uyur düşman uyumaz" demişler. Bu rahatlıgın ne
kadar yanlış bir akşamüstü
Herkes oturmuş dinleniyorduk.
çiler de rehavet ki yaklaşan düşmanı
mişler. Baskına artık çok geçti. J.~"''''l,'U
kip karşı hepimizi ele geçirmişti.
meye kalkışanlar anında öldürüldü. Benim de içinde bulun-

33
MASAL MASAL tÇtNOE

dugum yüz arkadaşım esir alındık.


Düşman, bizi cepheden uzaklara, ken tin içlerine yolladı.
Orada bir zindana konduk. Tam ay zindanda kaldık.
Altı ay sonra bizi çıkardılar. 'Kurtulduk' diye sevinİrken bizi
kentin meydanına götürüp haraç mezar samlar. ve on ar-
kadaşımı bir toprakbeyi satın aldı. Kaçmayalım diye hepimizi
kalın urganla birbirimize bagladılar. Urganın ucu sonra-
dan çiftliğin kahyası
oldugunu öğreneceğimiz iriyarı bir ada-
mın atına bağlıydı. T oprakbeyi ile adamları atlarmın sırtında,
biz ise yürüyerek kentin dışındaki çiftlige doğru yola çıktık.
.Böy}ece yabancı topraklardaki kölelik yaşantımız başlamış
oldu. Toprakberi çok insafsız bir adamdı. Onun gözünde
ahırlarındaki domuzlardan farkımlL yoktu, Yine de zindanda-
ki günlerimizi düşündükçe buna şükrediyorduk. Bir gün
Toprakbeyi bizleri başına topladı. Mesleklerimizi sordu. Ter-
zi oldugumu söyleyince, ayırdı, Önüme bir kumaş atıp
elime igne iplik verdi. Kölelerin kaldığı odanın pencerelerini
gösterip:
'Şu pencerelere birer perde dik de görelim ustalağını' dedi.
O ögleden sonra perdeleri dikip verdim. Toprakbeyi ka-
rısı perdeleri beğenmiş olacaklar ki, adam beni yanına çağırdı:

34
Şapkacı 'nın Anlattıkları

'Artık sen tarlaya gitmeyeceksin' dedi. Böylece çiftlikteki


terzilik işini ben üstlendim. Durumumdan hiç şilclyetçi degil-
dim. En azından hiç bilmediğim rençperlikten kurtulmuş ol-
dum. Elimden ,geldigince dikkatli çalışıp bana söylenenleri
harfiyen yerine getirmeye çalışıyordum. Bu sahipleri-
min gözünde benim konumumu güçlendirdi. Birkaç hafta
sonra sahiplerimin bana karşı olan tutumları iyice değışmişti.
Öteki kölelerle kıyaslandıgında yaşam koşullanm oldukça
düzelmiştL Arkadaşlarım yeriınde olmak için neler ver-
mezlerdi. Oysa ben hiç mutlu değildim. İçimdeki özlem din-
rnek bilmiyor; karım, memleketim gözümde tütüyordu. Bir
bulsam hemen kaçacaktım. Ama bizi kentin
getirmişlerdi. Daha ilk denemernde yakalanacağımı biliyor-
dum. Yine de denedİm. Yaz sonuna doğru hasar günlerinden
birinde, herkes ışe güce dalmışken sessizce çiftlikten ayrıldım.
ile~delci ormana daldım, Aradan iki saat bile geçmemişti
arkamd.an ormanın sessizligini bozan sesler işittim. Dikkatle
dinleyince bunların köpek havlamaları oldugunu anladım.
Çılgıncasına koşmaya başladım. Ama çabam boşunaydı, beni
sonra yakaladılar. Çiftliğe getirene kadar acımasızca dövdü-
ler. Çiftlikte karanlık bir odaya kapattılar. Günlecim gecele-

35
MASAL MASAL İÇiNDE

rim birbirine karıştı. O odada ne kadar kaldığımı bilmiyorum.


Orada kaldığım sürece yalnızca kuru ekmekle su verdiler.
Sonra beni odadan çıkarıp Toprakbeyi'nin yanına götürdüler.
Adam oldukça yumuşak davrandı:
'Yetenekli bir insansm, sana kötü davranmak istemem' dedi,
'Kaçmaya çalışman boşa çaba. Senin için dünyanın parasını
ödedim. Ancak paramı karşılayacak kadar ça11~ıktan sonra se-
nİ serbest bırakabilirim.'
Benim için ödediği para ne kadardı? Bu parayı karşılamak
için ne kadar süre çalışmam gerekiyordu? Her şey belirsizdi.
Özgürlügüm adamın ağzından çıkacak sözlere bağlıydı. Ama
yapabilecegim başka bir şey de yoktu. Çaresiz boyun egdim.
Aradan yıllar geçti. Saçlarıma kırlar düştü, yüzümde çizgiler
belirdi. Ama ben umudumu hala koruyordum. Bir gün kente,
beni bekleyen karıma dönecegime inanıyordum. Belki de be-
ni ayakta tutan bu umuttu. Umudumun gerçekleşmesi için
tam on yedi yıl beklernem gerekeeekti.
Bizim Toprakbeyi avlanmayı çok severdi. O sabah erkenden
adamlarını,av köpeklerini alıp karşı dağın eteklerindeki koru-
ya avlanmaya gitti. Öğleye doğru baktık ki, ava gidenler geri
dönüyor. Neden erken döndüklerini merak ederek beklerneye

36
Anlattıklan

başladık. Yaklaşınca kafileden dört kişinin ellerinde ağaçtan


yapılmış bir sedye taşıdıklarını gördük. Biz sedyede yatanın
kim oldugunu seçmeye çalışırken, çiftlikten bir çı~lık yüksel-
di. Evin hanımı gözyaşları içinde kafileye koşmaya başladı.
Ben de ardından segirttim. Kafileye yaklaşcıgımızda sedyede
yatanın bizİm oldugunu gördüm. Atı
domuzundan u~n,uu,",,-, ____ ,.,, ___ bozulan Toprakbeyi
nınüzerine kırmıştı. Adamı hiç
ama ölümüne Üstelik belki de yakında
rakacaktı. belirsizleşmişti.
Toprakbeyi' nin karısından başka kimi kimsesi yoktu. Hiç
çocuğu da olmamıştı. Hanımın kentte ticaretle uğraşan bir er-
kek kardeşi vardı. Kazayı haber alır almaz adam çiftliğe geldi.
Cenaze kaldırıldıktan iki gün sonra çiftliğin hanımı ve karde-
şi bizleri topladı. Adam bu toprakları satıp kardeşini yanına al-
mak istediğini habere sevinmek mi
üzülmek mi? Hepimizin kafası
mızdan biri
'Biz ne
'Sizi kente hanımımız. 'Artık

zm çaresine bakmalısınız. Dilediğiniz yere gidebilir, istediği-

37
MASAL :MASAL İçiNDE

niz yerde çalışabilirsiniz.'


Salonda büyük bir sessizlik oldu. Kimse :ıçıkça sormaya ce-
saret edemiyordu. Sabredemeyerek öne çıktını:
'Sayın hanımefendi' dedim, 'artık özgür olduğumuzu mu
söylüyorsunuz?'
Çiftlik sahibesİnİn kardeşi gülümsedi;
'Evet dogru anlamışsınız' dedi. 'Anık özgürsünüz. Kentte
bizim hiçbir işimize yaramazsımz.'
Salondan çıktı~ımda tadalar boyunca sevinç çıglıkları atarak
koştugumu anımsıyorum. Yıllar önce ayrıldığım kente, kan-
ma sonunda geri dönebilecekcİm. Hemen eşyalarımı toplama-
ya koyuldum. Bu çiftlikte, bu yabancı topraklarda bir dakika
bile kalmak istemiyordum. Yanm saat sonra benim gibi rez-
canlı üç arkadaşımla birlikte çiftlikten ayrılmıştık bile. Önü-
müzde günlerce sürecek bir yol vardı. Ama kimin umurunda,
artık özgürdük Giinlerce, hatta aylarca yürüsem gıkım çık­
mazdı. Arada bir kötü düşünceler yüregimi karartmıyor da de-
ğildi. Ben kentte yokken ya sevdiIderimin başına bir felaket
gelmişse. Dile kolay, tam yedi yıl kalmıştım onlardan.
Kim bilir neler olup bitmişti yokluğumda?
Yolculugum tam kırk sürdü. KJrkıncı günün sonunda

38
Şapkacı 'nın Anlattıktan

büyüdüğüm yaklaşı:ık. Birlikte yaptığım

kervan bir handa konakladı. Kervancıbaşı:


'Bu gece burada kalalım, yarın yola devam ederiz' dedi.
benim özlem dayanılmaz almıştı ki,
bekleyernedim, Kervancıbaşmm tüm karşın

onu dinlemedim. YoJculuguma tek başıma devam ettİm. Han-


dan ayrıldıktan bir saat sonra güneş battı. Ilık bir yaz gecesi
başladı. Artık yabancısı olmadıgım toprakların üzerinde yürü-
Ayaklarım yere basmıyordu. sanki parmaklarımm
u,-,,,,u,,,,,, uçar gibi ilerliyordum. beni kim bilir
ne kadar sevinecekti. Derin kara gözlerinde yanan parıltıları
daha şimdiden görür gibiydim. İçimdeki heyecan yüregime
neşeli türkü olup yıldızlarla ovaya,
yanımda omuz omuza vermiş uzanan kadar ya-
yılıyordu.
Durup dinlenmeden saatlerce yürüdüm. Yılın her
mevsimi deli deli akan ırmağın üzerine kurulan uzun köprü-
geçerek kente girdiğimde geceyarısını geçmişti. Yıl-
ayrıldıgıffi kentin sokaklarında
yürürken nedense içi-
mi bir burukluk kaplamıştı. Oysa çok az şey degişmişti. Taş
duvarlı evlerin yan yana sıralandığı dar sokaklar, toprak yollar,
hatta ortasında küçük bir havuzun bulunduğu meydan bile

39
i'U "u uc. MASAL İÇiNDE

aynıydı. Dar sokaklardan geçerek, kentin kurulduğu yedi te-


peden en yükseginin üstünde yer alan evime yöneldim. T epe-
ye dogru çıktıkça, yürüdügüm yol, evlerin damlanyla aynı
yükseklige ulaştı. Bizim oralarda yazlar çok sıcak geçtigi için
insanlar serin olsun diye geceleri damlarda yararlaraı. Damlar-
da uyuyanları izliyordum. Onları tanıyordum, "",«ı,U,H

akrabam, komşumdu. Yokuş


beni yormuştu. genç sayılmazdım.

nm beni tanımayacaktı bile. O da


dt acaba? günkü haliyle
gözlerimin önünde. Yokuş gerçekten de zorluyordu beni. Ne-
fes nefeseydim ama yorgunluk beni engelleyemezdi. Sağdaki
boş arsayı geçince eve ulaşmış olacakttm. Bir yandan yorgun-
luk, bir yandan heyecan; agzım, dudaklafim kupkuru olmuş­
tu. Dudaklarımı yalayıp adımlarımı hızlandırdım. Artık bizim
evin damın! Bir yatak serilmişri
karım uyuyor Dizlerimdeki takatin
olmasına daha hızlandım. Ama
yatakta iki fark ettim. İnanamadım.
kaybeden gözlerim
bana bir oyun oynuyor olmalıydı. Yavaşladım. Gözümü dam-

40
Şapkacı 'nın Anlattıkları

daki yataktan ayırmadan kısa adımlarla eve yaklaştım. Hayır,


yanılmamıştım. Yatakta iki kişi vardı. Kafama üşüşen kötü
düşünceleri inatl~ kovmaya çalıştım. Bunun bir açıklaması
vardı herhalde. Annem ya da kaynanam yalnız bırakmamak
için kanmla kalmış olamaz mıydı? Eve biraz daha yaklaştım.
Artık yolla evimizi neredeyse aynı seviyeye gelmişti.
süre yolun kenarında durup yatakta kimlerin yattı~ını anla-
maya çalıştım. Tabii hiçbir şeyanlayamadım. İçime bir sıkın-
çökmüştil. Bir an buradan uzaklaşmayı, eve gün,
düz gözüyle gelmeyi bile düşündüm. Sonra böyle korkakça bir
duyguya kapıldıgıffi için kendimi suçladım. Ne olduysa gözle-
rimle görmeliydim. Yolun altındaki taş duvarının üstüne
dım. Duvarın üzerinden ilerleyerek dama çıktım. Sessizce ya-
yaklaştım. Yüreğim heyecanla çarpmaya Sonun-
karımı yakından görebildim; sola kıvnlmış sessizce
soluk alıp veriyordu; sag yanında gerçekten de biri vardı. Ama
yorganı kadar çektigi yüzünü göremiyordum.
de annemdi. O böyle tarafını örtmeden uyuyamaz-
dı. Umuda yata~ın öteki tarafına geçtim. Titreyen ellerimle
usulca kaldırdım. kaldırmasaymışım, o
dünyalar başıma yıkıldı. Karımın yanında gencecik bir adam
MAsAL MAsAL İçiNDE

yatıyordu. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Böyle şeyı


lımın ucundan bile geçirmemiştim. Ben evirnin özlemiyle ya-
nıp karım demek başka birini Ş aşkı n lı­
gım kısa sürede öfkeye dönüştü. Elim kendiliğinden cebimde~
ki uzandı. Bıçağı çıkardım, tam karıma saplayacaktım
ki, gözlerini açtı. Ayın aydınlıgında gözlerindeki heyecanı, şaş­
kınlıg! görebiliyordum. Yıllardır özlemi nİ çektiğim kadın
kuyla bana bakıyordu. Ondan nefret ediyordum, ama bir tür-
lü bıçağı bedenine saplayamıyordum. N efretim ona duydu-
gum sevgiyi aşamıyordu. Baktım olmayacak, 'Allah helanızı
versin' diyerek bıçagı attım ve kaÇ<"1rcasına çıktım evden. Ka-
ranlık sokak boyunca tepeden aşağıya koştum. Ayak seslerime
köpelder uludu. Uyku tutmayan birkaç meraklı kalkıp arkam-
dan baktı. Ne nereye gitiğimi biliyordum, ne de nerede dura-
cagımL Yalnızca koşuyordum. ırmağın kıyısına kadar gelmi-
şim. Yazgıma lanetler okuyarak suyun kenarına çöktüm. Ken-
dimi kaybedip ağlamaya başladım. Sabaha karşı içim geçmiş,
sızmışım. Yüzüme vuran gün ışığıyla uyandım. an nerede
oldugumu kestiremedim. Kendimi ha.la Toprakbeyi'nin çiftli-
ginde sandım. Ama görmeye alıştığım ağaçlar yoktu,
boşlukta kalmış gibiydim. Panik içinde dogruldum. Sonra

42
Şapkacı 'nın Anlattıkları

olanları anımsadım., Gerçekten de boşlukta kaldığımı anla~


dım. Artık gidebilecek bir evim yoktu. Bu yaştan sonra yeni-
baba dönmeyi de kendime yediremiyordum. Kalkıp
ırmak boyunca amaçsızca yürüdüm. Az sonra ırmak kenarına
toplanmış bir kaıabalı~a rastladım. Yanlarına yaklaşttm, biri-
aglaşıyor, yazıklanıyordu. Kalabalıgı yararak, olanları
lamaya çalıştım. İnsanJarın arasından geçince kıyıda yatan bi-
ri kadın biri erkek iki ceset gördüm. Boğulmuş olmalılardı.
diye merakla yaklaşınca kadını tanıdım; benim
rımdı. Yüreğimin ağzıma geldiğini hissettim. Ama kendimi
tutarakolanları öğrenmeye çalışnm. Karımın başucunda dik!-
yaşlı
'Şu yazgıya bak arkadaş' diyordu. 'Kadıncagız evlenmiş, bir-
kaç ay sonra kocası savaşa gitmiş, orada esir düşmüş. Kadın
yılmamış, sabırla beklemiş ... '
'Amma da sabırla beklemiş ha!' diye mınıdandım içimden.
'Ya yanında yatan herif?'
Adam derdi söylenmeyi sürdürdü:
eYaşamda tek istegi bir gün kocasının geri dönmesiymiş. Ko-
komşu, senin ölmi1şrür, bırak artık onu beklemeyi,
kendine münasİp bul evlen, demişler.
MASAL MASAL İÇtNDE

Her akşam kapısına gözlerini U7~klara di-


kerek kocasını beklermiş. Sonunda dün akşam aklını kaçırmış,
geceyarısı kocam geldi, diye bagırarak ırmağa koşmaya başla­
da
mu? diye şaşırdım ... yoktu ki!
Sanki adam düşündüklerimi anlamış gibi açıklamayı sürdür-
dü:
'Oglu da çok iyi, çok terbiydi bir çocuktu. Annesinin nehre
görünce peşinden Kadın kenarına
kocasının kendini nehre attıgını suya gir-
miş, hemen akıntıya kapılmış. Çocuk da annesini kurtarmak
için adamış suya. İkisi de boğulmuş. Zavallı çocuk babasının
bile
u"",,,u<u genç öldü gitti.'
babası yokmuş' karşılık yanındaki
şişman arkadaşı. 'Dayanamazdı adamcagız.'
Bunlar ne anlatıyorlardı? Kimin oğlu, ne babası?

Yanımda duran delikanlılardan yaklaşıp fısıldarcasına

'Ne olmuş evlat? Kim ölmüş?'


'Sorma be amca. Kendi halinde bir kadıncagız vardı yukarı
mahallede, dün akşam çıldırmış, kendini nehre atmış, oğlu da

44
Şapkacı 'nın Anlattıkum

ardından. İkisi ölmüş


'Kocası yok muymuş kadının?'
'Yıllar önce savaşa gitmiş, adamdan bir daha haber alınama-

'Oglu kimden?'
'Kimden olacak be amca, kocasından. Ama zavallı adamca-
gtZ bir oğlU oldugunu bile bilmiyormuş. Çünkü o savaşa gi-
derken kadın yeni hamile kalmış.'
Göğsümden gırtlagıma doğru bir şeyin yükseldiğini, soluğu­
mu kestiğini hissettim. Bu o kadar belirgindİ ki, beni boğmak
isteyen bu tıkacı yakalamak için elimi gömleğimin düğmesin­
içeri soktum. Yaptıklarıma bir anlam veremeyen delikan-
lı tuhaf tuhaf yüzü me bakmaya başladı:
'Yüzün sapsarı oldu. İyi misin amca?' diye sordu.
'Ben ne diye söylendim.
Delikanlının şaşkınlığı artıyordu:
'Gel şöyle, gölgeye otur, iyi gelir?' diyerek koluma girdi.
'Sağ 01' diyerek çıkttm delikanlının kolundan. Bir ara gözle-
karımla ogluma takıldı. Gözyaşlarımı tutamadtm, İçim­
den onlara sarılmak geldi ama yapamadım. Kaıabalı~ın arasın-
MASAL 'MASAL İçİNDE

dan sıyrılarak hızla yürümeye başladım, Sanki bu ırmaktan,


bu insanlardan, bu kentten uzaklaşırsam her şey düzelecek,
kanmla oglum yaşama yeniden dönecekti. Hiç durmadan, hiç
düşünmeden yürüdüm. Akşam geıdi~im yoldan geri dönüyor-
dum. Güneş iyice yükselmiş, acımasızca alnıma vuruyordu.
Yorulmuştum, susamıştım ama durmaktan korkuyordum.
Sanki durursam bir daha yürüyemeyecekmişim gibi geliyordu
bana. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Karşıma bir
kervan çıktı. Bu birlikte geldiğim kervandı. Beni gören Ker-
vancıbaşı atının dizginlerini çekerek önümde durdu.
'Ne bu halin?' diye sordu.
Ona hiçbir şey söylemeden yürümeyi sürdürdüm. Ama Ker-
vancıbaşı peşimi bırakmadı. Kafı1eye mola emri verip, peşim­
den geldi:
'Ne oldu sana böyle? Yoksa karının başına kötü bir şey mi
gelmiş?'

Sustum, ona ne söyleyebilirdim?.


'Yoksa başka biriyle mi evlenmiş?'
Bunu söyleyince, kendimi tutamadım aglamaya başladım.
Kervancıbaşı gün görmüş bir adamdı. Sanki öz kardeşimmiş
gibi sabırla bekledi başımda. Dakikalarea hüngür hüngür ağ~

46
Şapkacı 'nın Anlattıkları

Sonra şiddeti duruldum. Kervancıba-


şı' na olanları anlattım. Adamın yüzünün acıyla gerildiğini
gördükçe yaptıgım yanlışın büyüklüğü karşısında bir kez daha
un ufak Sözlerim bitince Kervancıbaşı elini
""","",uo. koydu:
'Büyük felaket!' dedi. 'Allah sabır versin ... Ama olan olmuş,
artık yapabileceğin bir şey yok.'
'Yapacak bir şey var' dedim kararlılıkla yüzüne bakarak
ölmeliyim.'
neden önceden düşünmemiştim
'Tek çözüm bu. Kendimi öldürmeliyim' diye yineledim.
'Bu karınla oğlunu geri getirir mi? Yaptığın çok kötü bir şey.
gerçeği bilsen yapmazdm. bir kaza oldugunu dü-

'Kaza filan değil, düpedüz cinayet' diye haykırdım.


'Kendine haksızlık ediyorsun:
<Kendimi öldürmeliyim' diye yindeyerek Kervancıbaşı'mn
bıçağa
'Hayır' dedi Kervancıbaşı ellerimi tutarak. 'İşte bunu yapar-
san gerçek bir cinayet olur. Sabretmeli ve dayanmalısın.'
'Böyle bir acıya nasıl dayanınm?'

47
MASAL l\'1ASAL İç1NDE

'Bu senin cezan. Kendini öldürmen işlediğin suçun cezasm-


dan kaçmak olur. Yaşamalı ve cezanı çekmelisin.'
O anda Kervancıbaşı'nın söylediklerine inanmadım. Ama
kendimi de öldürmedim. Daha sonra sözleri bana mantıklı
geldi. Gördüğünüz gibi cezamı çekmeye devam ediyorum."

Şapkacı'nın gözleri yine yaşarmış. Yanaklarında süzülen yaş­


ları silerek servinin altındaki iki mezarı göstermiş:
"Kanmla oğlum burada yatıyor. Ne zaman pazar kurulup da
ben diktiğim şapkayı satacak olsam, kalabalı~ın arasında onla-
n görürüm. Boyunlarını bUküp yüzü me bakarlar. 'Biz sana ne
yaptık? Neden bizi suçladın?' diye sorarlar. Sonra özür dileme-
me bile fırsat vermeden uçarak mezarlığa giderler. Ben de bel-
ki yakaiarım umuduyla peşlerinden koşartm, tam onları yaka-
layacakken mezarlarına varırlar. Oğlum mezarın taşına doku-
nur, toprak düzgün bir kapak gibi açılır, hızla mezarın içine
süzülürler. Ben de peşlerinden mezara girmek isterim ama
toprak beni kabul etmez. Mezarın başında öylece kalırım. Ag-
lamaktan. kendimden geçinceye kadar aglamaktan b3§ka çare
gelmez elimden ... "
Padişah ile Vezir ne söyleyeceklerini bilerneden Şapkacı'nm

48
Şapkac: 'nın Anlattıkları

karşısında durmuşlar. Uzun sessizlikten sonra Padişah:


"Bence cezanı fazlasıyla çekmişsin" demiş. "Artık kendine
yeni yaşam kurmalısın."
Şapkacı kan çanagına dönmüş gözlerini Padişah'a dikerek
çaresizlik içinde başını sallamış:
"Anlamıyor musunuz?" demiş. "Bu iki mezar benim içimde.
Onlardan yok ölene kadar cezayı çekeceğim."
Padişah ile Vezİr ısrarlarının sonuç vermeyecegini anlayınca
vazgeçmişler. Şapkacı'yı, karısiyla oğlunun mezarı başında bı­
rakıp yola koyulmuşlar. Çünkü önlerinde Müezzİn'in kentine
uzanan beş günlük yol varmış. Beşinci günün akşamı varmış­
lar Müezzin'in kentine. Adamın evine gelip çalmışlar kapıyı.
Padişah ile Vezir'i gören Müezzin çok sevinmiş, onları he-
men ıçeriye buyur etmiş. Yol yorgunu olan bizimkiler bu da-
veti sevinçle kabul etmişler. Konukları temizlenip karıniarını
doyurduktan sonra Müezzin meraklı bakışlarını dikerek sor-
muş:

"Eee, anlatın bakalım. Ögrenebildiniz mİ Şapkacı'nın


sünü?"
Padişah ile Vezir an kararsız kalmışlar. Anlatacakları öy-
künün korkunçlugu ikircime düşürüyormuş onları. Ama Şap-

49
lVlA.~AL MA~AL l<.,:lNOE

kaeı'nınöyküsünü anlatmazlarsa Müezzin'in gizini ögreneme-


yeceklerini de çok iyi biliyorlarmış. Sonunda meraklan ağır
basmış, Şapkacı'nın öyküsünü anlatmışlar Müezzin' e.
Öyküyü dinleyen Müezzin'İn de gözleri dolu dolu olmuş:
"Bazen düşünüyorum da" demiş "yaşam insanoğlu içİn bir
armağan mıdır, yoksa ceza mı, çözemiyorum.
"Hiç kuşkusuz yaşam bir armağandır" diye yamdamış Padi-
şah. "Ama biz insanlar öyle aciz yaratıklarız ki, bize sunulan
bu armağanın tadını çıkarmak yerine kendimİzİ acılara bogu-
yoruz.
"Haklısıfllz" demiş Müezzin. "Biz insanlar gerçekten de tu-
haf yaratıklarız. Öyle görkemli düşler kurar, öyle yapıdar or-
taya koyarız ki, görenler hayran kalır. Ama bazen de öyle kay~
paklaşır, öyle aceleci davranırız ki, o güzellikleri yaratanlarla
bu kolayc! tavrı benimseyenler aynı insanlar mıdır, anlaınak
zor1aşır. "
"Anlaşılan sizin de başınızdan ilginç bir olay geçmiş. Uma-
rım Şapkacı'nınki kadar acıldı degildir" demiş Padişah.
"Şükür ki benim öyküm o kadar korkunç değil.
"Bizi daha fazla merakta bırakmayın halde" demiş Vezir,
"Yorgun değil misİniz?" diye konuklarına nazikçe sormuş

50
Şapkacı Anlattıkları

Müezzın.
"Merakımıı. yorgunlugumuı.u çoktan aldı" demiş Padişah.
"Peki, dinleyin o halde" diyerek başlamış anlatmaya
zın:

51
I1rrııı TTJKLllJU

"IRI ki yıl önceydi. Her zamanki gibi sabah ezanını oku-


mak için c~miye gidiyordum. Ortalık yeni aydınla-
nıyordu.· Sıslerle kaplanmış sokaklardan geçerken
sanki peşimde biri varmış gibi geldi bana. Durdum, dikkatle
yanıma yöreme bakındım, kimseyi görernedim. Yoluma de-
vam ettim. bu duygu bırakmadı
ilginci, giderek artmasına
şimdeki kişiyi Kaç kez aniden
baktım, köşe bekledim ama kimseyi
Ta ki bir cuma günü ezanInı okumak için minareye

53
MASAL MASAl İÇiNDE

na
Alışkanlıgımdır, ezana başlamadan önce ıninarenin etrafın-
da dolaşır, kente bir göz atanın. O cuma günüde öyle yaptım.
yürürken de ne karşımda
Zümrüdüanka durmuyor mu? Şaşkınlıktan dilimı
yutacaktım neredeyse. Şaşırmasına şaşırmıştım ama. nedense
hiç korku duymuyordum. Korkudan çok hayranlık uyandır­
mıştı Zümrüdüanka bende. Güneşin alnnda yer yer kırmızıla-
sarısı öyle güzeIdi gözlerimi a1aml-
Camiyi, unutup büyülenmiş ölümsüzlü-
ğün, bilgeliğin simgesi olan bu büyük kuşu izlemeye başladım.
Onu dakikalarca seyrettim. Ama bir süre sonra bakmak yec-
Zümrüdüanka'ya dokunmak, parlak okşamak
dayanılmaz istek uyandı içimde. yürü- kuşa
düm. Bu büyüyü bozmaktan korkarcasına agır ağır ilerliyor-
dum ki Zümrüdüanka ona yöneldibinıi anladı. Kıpırdanarak
topladı. Gideceginden, daha cı göreme-
Hep minarenin şerefesinde kal-
sın, ben de hep ona bakayım isciyordum. Ama kuşun gözleri
tedirginlikle oynamaya başlamışn. Uçmaya hazırlanıyor gibiy-
di, Ani bir kararla ona doğru atıldım. Ben kuşun Urküp kaç-

54
Müezzin 'in Anlattıklan

korkarken beklemedigim bir şey Zümrü-


düanka bir metre kadar havalandı. sonra üzerime gelerek ko-
caman pençeleriyle beni omuzlarımdan kavradı. Birlikte hava-
",.....un.. Uçmaya başlayınca korkuyla ayaklarımı salladım. Oy-
boşunaydı,
Zümrüdüanka öyle ki. sanki
hiç ağırlığım yokmuş gibi sürükleyip götürüyordu beni.
Yaşadığım kent kısa sürede ayaklarımın altından akarak ge-
rilerde kaldı. Zümrüdüanka yükselmeyi sürdürüyordu. Bem-
bulutların geçerek gökyüzünün mavı-
ulaştık. koruyuculugundan güne-
şin yakıcı ışınlarıyla baş başa kaldık. Bereket ben Zümrüdüan-
ka'nın altında kalıyordum; kuşun dev gölgesi beni yakıcı ışın-
koruyordu, Bunun için teşekkür
borçluydum.
Uçuşumuz saatlerce sürdü. Nehirler, tepeler, denizler geçtik.
Sonunda karşımıza o güne kadar görmedigim büyüklükte bir
Dagın bulutların
metrelerce üstündeydi.
Zümrüdüanka tepesine yükseldi. ulaşu-
ğımızda bu dagın sönmüş bir volkan oldugunu gördüm, Ama
volkanın agzı o kadar genişei ki, bizim kentimiz kadar büyük
bir bölgeyi rahatlıkla içine alabilirdi. Zümrüdüanka volkamn

55
.l\1ASAL MASAL İçiNDE

içine süzüldü. Yeşilin her tonundan her çeşit agacln yan yana
sıralandıgı gümrah bir ormana doğru inmeye başlarlık Uzun-
ca bir süre bu ormanın üzerinde uçtuk. Ağaçların iyice sıklaş­
tığı yerde birden görkemli bir saray beliriverdi karşımızda.
Zümrüdüanka süzülerek indi aşag-ıya. Sanki indtmekten çe-
kinİr gibi usulca sarayın bahçesine bıraktı beni. Ayag-ım yere
degince Zümrüdüanka yeniden havalandı. Sarayın bahçesin-
deki kocaman bir palmiye ağacının tepesine kondu. Burast
onun yuvası olmalıydı. Arada bir başını uzatıp ne yaptığıma
bakmak dışında artık benimle hiç ilgilenmedi. Ben ise tanıma­
dığım bu toprakları, bu kenti keşfetmek için çekingen adım­
larla saraya ilerledİm.
Sarayın bahçesinde üzerj nilüfer çiçekleriyle kaplı kocaman
bir havuz vardı. Ço~unu hiç tanımadı~ım hoş kokulu, renga-
renk çiçekler önümde egilerek bana yol verdi. Berraklıktan di-
bi görünen suyun üstünde on iki kugu süzüıüyordu. Kugu
tüylerini kabartıp ince uzun boyunlarını uzatarak bana, 'Hoş
geldin' dediler. 'Hoş geldin' dediklerini nereden mi anladım?
Sevgiyle bakan o pırıltılı, boncuk gözler başka ne söylemiş ola-
bilirdi ki?
Bahçenin ortasında durmuş hayranlıkla çevreye hakımrken,

56
Anlattıklim

sarayın mermer merdivenlerinde bir kız gördüm. Kız merdi-


venıerden inerek yaklaştı. Yaklaşınca, kızın ne kadar güzel ol-
duğunu fark ettim. Uzun kirpiklerinin ardındaki da gözlerini
bana dikerek:
'Hoş geldiniz' dedi.
'Hoş ... Hoş ucu,"",u,," güçlükle. Güzeııi~iyle
miş gibiydim, zorluk çekiyordum.
'Sizi böyle
tümseyerek. dolayı özür diliyordu.
'Affedilecek kendimi toplayarak.
bulunmaktan rahatsız de~ilim.'
'Böyle düşünmenize çok sevindim. İstemeyerek de olsa sizi
üzmek beni kahreder. Çünkü siz dürüst ve cesur bir insansı-
,
nız.

'Nereden biliyorsunuz?' diye sordum. 'Beni tanımıyorsunuz


bile.'
'Yanılıyorsun uz, tanıyorum' dedi.
sizi izliyorum.'
'Beni mi
'Sizi izliyorum durun, aklınızı daha
madan her şeyi başından anlatayım size. Gelin şöyle oturalım,

57
MAsAL İçİNDE

daha rahat konuşuruz' diyerek çam a~açlannın altındaki ka-


meriyeyi gösterdi.
Kameriyeye dogru yürüdük. Merakım giderek artıyordu.
Kameriyedeki sıraya yan yana oturduk. Anlatmaya başladı:
'Burası Peripadişahı'nın kentidir. Ben de onun kızıyım. Bel-
ki siz bu duymamışsınızdır_ Ben
lar sizin habersizdİm.
buradan dışarı Büyüyünce babam beni
gırdı. Bizim bu dagın ardında
rin bulunduguIlu kentlerde insan denen
yaşadıgını, onların bizlerden daha zayıf yaratıldıklannı, yardı­
mımıza gereksinimleri oldugunu anlattı:
'Artık senin de insanlarla karşılaşmanın, onlarla tanışmanır
zamanı geldi kızım' dedi. 'Yarın, Zümrüdüanka seni insanla-
rın yaşadıkları yerlere götürecek. Onların arasma karışacak, ne
yaptıklarını , öğreneceksin.

yakından ~V"'~",,. Gerektiğinde onlara yardım euı::ceKS1.Il


Ama sakın kendini belli edecek
lardan uzak
Babamın dinledim. Demek
mızda başka bir dünya daha vardı. Acaba insanlar nasıl yara·

58
'in Anlattıkum

Bizlere ben'Lıyorlar mıydı? bu sorularımı ya-


nıtsız bıraktı.
'Yarın git, kendi gözlerinle gör' dedi.
O gece meraktan gözlerıme uyku girmedi, sabahı iple çek-
Günün ilk ışıkları odamın penceresinde süzülürken kalk-
tım. Hazırlanıp aşağıya indim. Zümrüdüanka bahçede beni
bekliyordu. Kanatlarını yere doğru açtı. Kanatlarının üzerine
sırtına Boylu boyunca uzandım. Zümrlidüan-
ka'nın kulagına:
'Haydi' diye fısıldadım.
Kuş sesimi duyar duymaz havalandı. IlızIa yükselmeye baş­
ladık Kısa bulutlara ulaşmıştık. O bulut senin, bu-
lut benim uçtu k da uçtuk. Sizin yaşadığınız kentin üzerine
geldiğimizde hala bir tek İnsan bile görmemiştim. Sokakların
yürüyen, haraket eden küçük şekilcikler vardı, onları
bir şeye benzetemiyordum. Zümrüdüanka bulutların arasın­
dan süzülüp alçaldı. Sizi ilk o zaman gördüm. Minarenin şe­
refesinde coşkuyla şarkı söylüyordunuz.
'Şarkı degil o, ezan' diye düzelttim.
'Şarkı ya da ezan, ne f.ırk eder? İkisi de güzel sözcüklerden
oluşmuyor mu?'
MASAL MAsAL İÇİNDE

Düşündüm, dogru söylüyordu. vermedİm. öyküsii-


nü anlatmayı sürdürdü:
'Zümrüdüanka'nın kulagına egilip, biraz daha :alçalmasını
söyledim. Minareye iyice yaklaştık. Artık sizi iyice görebiliyor-
dum. Ama sırtınız dönük oldugu .. yüzünüzü I'.'-",' ...... u

dum. Merakla sizi incelemeye başladım. Aniden bana dogru


döndünüz.'
'O zaman sizi görmüş olmam gerekmez mi?' diyetek sözünü
kestim.
'Hayır beni göremezdiniz, çünkü beni bakışlarınızdan koru-
yan bulut vardı aramızda. Neyse, bana döndügünüzde
leriniz hala kapalıydı, ezan okumayı sürdürüyordunuz. Birden
kalbimin deli gibi çarptığını hissettim. Bana ne oluyordu böy-
le? İnsanoğluyla ilk kez karşılaşan perilerin hepsi de acaba be-
nimkine benzer duygular mı hissetmişlerdi? Anlayamıyor­
dum. Ama heyecan hoşuma gidiyordu. Zümrüdüanka'ya
yavaşlamasını söyledim. Büyük kuş adeta oldugu yerde kala-
rak çırpmaya ba§ladL de ilgiyle İzledİm.
Bir yandan da insanoğlunun bize ne kadar çok benzediğine ta-
nık Ama sonsuza kadar gökyüzünde kalamazdık.
Zaten sİzin de ezanınız bitmişti, minareden inmeye hazırlanı-

60
Müezzin 'in Anlattıklan

yordunuz. Oysa yanınızdan ayrılmayı hiç istemiyordum. Ba-


bamın, sakın peri oldugunu kimseye belli etme, uyarısı olma-
sa hemen o aşagıya sizinle tanışmanın yolunu
arardım. Yine de siz aşağıya ininceye kadar gözlerimi minare-
den ayırmadım. Sonra 'Hadi gidelim' diye fısıldadım Zümrü-
düanka'ya. Hızla uzaklaşnk oradan. Zümrüdüanka kuşu, beni
kuytu bir yerde aşağıya indirdi. Artık insanların arasında do-
laşacaktım. İlgi çekmernek için delikanlı görünümüne bü-
ründüm ...
Yoo, öyle şaşkm şaşkın bakmayın yüzüme, ileride daha iyi
anlayacaksınız, biz yeteneklerinden biri istediği­
miz canlının görüntüsüne bürünebilmemizdir. Delikanlı kılı­
gında kenti dolaşmaya başladım. Bütün ara sokakları, yoksul-
ların İzbe evlerinden oluşan varoşları, görkemli zengin konak-
larını, çeşit çeşit malın satıldı ğı pazarlarınızı gezdim. Yoksul-
larla, varsıllada konuştum. Sanatçıların, askerlerin, politikacı­
ların, çiftçilerin yüzlerine baktım. Yüreklerini okudum. İnsa­
noglunun yapısını, yazgısını çözmeye çalıştım. Belki de yaşa­
mjmın en ilginç keşfı olan bu işle meşgulken bile inanın siıin
yüzün üz bir an bile gözümün önünden gitmedi. Akşama doğ­
ru yapmam gerekenleri tamamlayıp öğreneceklerimi

61
MASAL MASAL İçiNDE

dikten sonra, belki . yeniden görebilirim umuduyla ezan


okuduğunuz caminin önüne geldim. Beklentim boş çıkmadı,
az sonra sokağın ucundan göründünüz. Yakından ilk
görüşte sizden etkilenmekte hiç de haksız olmadıııını düşün­
düm. Ortadan biraz uzun boyunuz, beyaz teninizde simsiyah
iki mühür gibi ışıldayan kara size çok yakı­
şan hafif sakalınızIa öyle hoş bir görünümünüz vardı ki, bizim
perilerin arasında sizin kadar güzel bir erkeği görmemiş.
tim. Size iyice yaklaştım. Gözlerinize yakından bakmak, on-
lardaki gizi, anlamı çözmek istiyordum. Yaptım da; yer yer
dağ ateşlerine benzeyen panhıların şavkıdığı koyu, derin göz-
lerinize baktığımda anladım ki sizin içinizde kötülük barına­

maz. Bundan nasıl emin olabilirsin, bir soru ge-


lebilir. Bu da biz perHere özgü yeteneklerden biridir. Karşı­
mızdaki insanın gözlerine baktığımızda onun nasıl biri oldu-
ğunu hemen Biliyorum, insanlar gözleriyle de yalan
söyleyebilir. Ama periler de yalanla doğruyu kolayca ayırt ede-
bilirler. Sizin gözlerinizden yansıyan dürüstlüğü kentte hiç
kimsede görernedim. Baktıgım gözlerde korkaklık, riyakhlık
ve çıkarcılık vardı.'
'HemşerHerime haksızlık ediyorsunuz' diye itİraz edecek 01-

62
Müezzin 'in Anlattıktan

dum.
'inanın hiç haksızlık etmiyorum. üzücü olsa gerçek bu.
İnsanoglu iyi değiL. Belki kötü de degil. İkisinin ortası bir şey.
Bazen iyi bazen kötü. çoğu zaman kötü. Bencillik mayasında
var. Egitiliese yalnızca kendi çıkarını de~il, birlikte yaşadığı in-
sanların, hatta öteki canlıların haklarını da gözetebilen bir ya-
ratık haline gelebilir. Çünkü böyle insanlar var. Onlardan bi-
ri de sizsiniz:
'Yanılıyorsunuz. Bütün insanlar iyidir. Bazıları şeytan m
ayartmasıyla yoldan çıkar .. .' diyecek oldum.
'Şeytan da tıpkı melek gibi, insanın içinde. Seçimi insan ya-
pıyor. Günahınızı boş yere zavallı şey tan ın üstüne yıkmayın.'
Perikızı'nın söyledikleri aklımı karıştırmıştlo Ben insan hak-
kında hiç böyle düşünmemiştim. İlk kez böyle bir yorum işi­
tiyordum. O sözlerini sürdürdü:
'Siz ötekilerden farklısınız. Ama söylemek istediğim bu de-
git. Caminİn şerefesinde sİzi ilk gördüğümde yüreğimde duy-
duğum o delice kıpıetıyı yalnızca iyilik duygusunun oluştur­
ması olanaksız. Nedenini çözemedigim bambaşka, güçlü bir
duyguydu bu. Öyle güçlüydü korkınaya başlamışttm. Perİ­
ler kentine döndükten sonra belki diner, etkisi azalır diye dü-

63
MASAL MASAL İÇİNDE

şünüyordum. Ama tersi oldu. dinmek şöyle dursun bir tutku-


ya dönüştü. Her her dakika sizi d~ünüyordum. nir hafta
sonra babama yeniden insanların arasına gitmek istedigimi
söyledim. Babam [ayrımdan kuşkulanmış olacak:
'Hayrola, neden o kente gitmek istiyorsun?' diye sordu. 'Da-
ha birkaç gün önce insanların arasındaydın. Bir şey mİ oldu?'
'Yoo, hiçbir şeyolmadı' diye inkar ettim. 'İlk gezirode ka-
famda bazı sorular oluştu, onların yanıtını bulmak istiyorum'
dedim.
Yüzündeki kuşku dolu ifade degişmedi ama üsteiemedi. .
Yeniden kendnize geldim. Evinizin önünde bekledim. Evi-
nizden çıkınca adım sokak sokak sizi izlemeye başladım.
Sİzi böyle uzaktan İzlemek bile bana büyük bir mutluJ uk veri-
yordu. Ama zaman sınırlıydı, kendi kentime dönmek zorun-
daydım.
Koca volkanı aşıp kendıne döndüğümde size duyduğum
sevgi vazgeçilmez bir hal aldı. Birkaç gün sonra babama yine
insanların arasına gidece~imi söyledim. Babam uzun uzun yii-
züme baktıktan sonra:
'Bana dogruyu söyle kızım. Orada bir insanoğluna aşık ol-
dun degil mi?' diye perilere özgü şaşmaz öngörüsüyle sordu.

64
Anlattıkkm

Sustum. Suskunlu~um düşüncelerini onaylıyordu. Babam


üzüntüyle başını salladı:
'Bu sevda olmaz kızım' dedi. 'Siz farklı türde canlılarsınıı.. O
zavallı bir yaratık. Bizler kadar güçlü değiL. Onunla anlaşa-
,
mazsın.

Babama
ma kapandım. görüşmemeye başladım.
ra babam
'Peki' dedi. olarak üzerime düşeni
ni uyardım. Zümrüdüanka'yı
alıpgetirsin onu. Fakat bit koşuium var. Sevdiğin bu insanı sı­
namak istiyorum. Kırk gün burada bizimle yaşayacak. Kırk
gün boyunca istediği her şeyi yapacak, yalnızca sana dokun-
mayacak. Bu sabrı gösterir de kırk gün sana dokunmaısa o za-
man kırk gün kırk gece düğün yaparak sizi kendi ellerimle ev-
lendirecegim. dolmadan sana u.v'~uu
aldıgımız Bir daha da hiç

tirtirim' dedi.
Önerisini Babam ise
'Yerinde olsam bu kadar çabuk sevinmem kızım' dedi.

65
MAsAL MAsAL İçİNDE

senın olur sorarsan umudu


değilim.'
Babamın sözlerine aldırmadım bile, asıl endişelendigim ko-
nu, sevip sevmeyeceğinizdi. ya, sızın bitenden
yoktu. kendi gelin güveyoluyordum,
Perikızı bir an konuşmayı bırakıp soru dolu gözlerini bana
çevirdi. Uzun uzun yüzüme baktı:
'Kim bilir, belki başka bir sevdiginiz bile vardır ... ' dedi.
hayır... kimse acelecili-
dolayı duydum. gözlerinde gizlemeye
gerek duymadığı bir coşkuyla beni süzüyordu. Bakışları cesa-
retimi artırdı. Sözlerimi sürdürdüm:
siz o kadar o kadar etkileyecİsjnız görüşte

size sevdalandım' dedim.


Perikızı'nın gözlerindeki panltı neredeyse sevinç gözyaşlan­
na dönüşecekrj;

anda ne mutlu anlıyorsunuz öyleyse'


kekeleyerek.
Onu çok İyi anlıyordum. Çünkü aynı duyguları ben de his-
sediyordum. Söyleyeceklerimin hissetiklerimi tamı tamına ifa-
de etmesi olanaksızdı. Yine de bir şeyler söylemeliydim. Ama

66
Müezzin 'in Anlattıkları

tüm çabama o cılız, o yetersiz, 'Evet'ten başka bir sözcük


çıkmadı ağzımdan. Hiç bu kadar sarsıcı bir duygu yaşamamış­
tım. Bilinmez giiç beni Perikızı'na çekiyordu. Neredeyse
ona doğru uzamp narin bedenine sarılacaktım. Ama birden
Peripadİşahı' nın koydugu yasagı anımsadım. Kendimi kontrol
etmeliydim. Bakışlarımı ondan PerikıZ! dururnum-
dan habersiz:
'Gelin sarayımm gezdireyim' diyerek içen götürdü.
Sarayın içi dışından daha muhteşemdi. Bizim padişahın sa-
rayı bunun yanında bir oduneunun kulübesi gibi kalırdı. Her
yan beyazlı, kırmı1.ıh mermerlerle kaplıydı. Ama sakın ki
mermerin soğukluğu sinmiş sanmayın bu görkemli sarayın içi-
ne. Tavandan safkan kristal avizderin altında bin maharet-
le işlenmiş nakış nakış halılar, geniş koridorları süsleyen Çin
işi vazolar, fildişinden yonculmuş birbirinden harika biblolar
öyle büyük bir beceriyle yerleşrırilmişti ki, saraya giren kim
olursa olsun bu görkem karşısında ezilmez, içi sıcak duygular-
la dolardı. Yani olanca zenginligine karşın soylulugun o so-
ğuk, insana üstten bakan havası yoktu bu sarayda. Pencereleri
kaplayan sarılı, laciverdi vinayiar ışığı kınyor, güneş yer değiş­
tirdikçe sarayın koddorIarında bir renk cümbüşü yaşanıyordu.

67
MASAL MASALİçiNDE

Bu ışık cümbüşünün içinden geçerek dakikalarca dolaştık sa-


rayı. Gördülderim karşısında agzım açık kalmıştı. Ama bakış­
larımı Perikızı'na çevirdigimde. anlıyordum sevdalandıgım
kızın güzelligi karşısında sarayın görkemi hiç kalırdı. İnsan bir
an gelir bu saraydan, her biri gerçek bir sanat eseri olan eşya­
lardan sıkılabilirdi. Oysa hiç kimse Perikızı'na bakmaktan
bıkmazdı. Zaten birinci saatin sonunda gözlerim gezdiğimiz
koridorlardan. duvarda eşsiz tablolardan sık sık Perikı­
zı'na kaymaya başlamıştı. İlgimin dagıldığını anlayan Perikız!:
'İsterseniz bugünlük bırakalım, gezimizi yarın sürdürürüz'
diyerek kalacagım odaya götürdü. Dinlenmemi, gelip be-
ni yine alacağını söyledi. Odada yalnız kalınca yata~ın üzerİne
uzandım. Tatlı bir yorgunluk hissediyorduın. Perikızı'yla bir-
likte geçireceğim dakikaları, saatleri gözlerimin önüne getiri-
yor, yüre~imden bedenime yayılan esriklilde güzel düşler ku-
ruyordum. Böyle düşünürken uyuyakalmışım. Ne kadar uyu-
dum bilmiyorum. Beni Perikızı uyandırdı. Birlikte yeme~e in-
dik. Peripadişalu kırk gün dolmadan benimle görüşmeyecek­
miş. Bu habere sevindim. yalan söyleyeyim içten içe ondan
çekiniyordum. Ama kızına duyclugum aşk öyle güçlüydü ki, ,
ondan ne' kadar korkarsam korkayım de bana engel olma-

68
Anlattıkları

sına izin vermeyecektim. Hem Peripadişaht'ndan korkmam


için fazla bir neden de yoktu. Kızıyla birbirimizi seviyorduk.
O da buna karşı çıkmamış, yalnızca bir koşul öne sürmüştü.
Bunu gerçekleştirdi~im takdirde kızıyla evlenebilece~imi söy-
lemişti.Yapmam gereken tek şey sabırla kırk günün dolması-
nı beklemekri, zor bir iş değildi. İlk
ha ne oldugunu i su gibi akıp
tün günüm da dışında sevdiğimle '-1-'-""","""
konuşarak bir yandan bu ilginç
zerken bir kızı daha yakından
oluyordum. Ama on birinci gün Perikızı'nın güzelligi aklımı
karıştırmaya başladı.
Sarayın bahçesinde çevresi sarmaşık güllerle kaplı, içinde sa-
n balıkların yüzdüğü havuzun yanında dolaşıyorduk. Perikızı
sağ yanımda usulca öne eğilmiş, kırmızı bir gülün yapragında-
ki çiy Kumral bukleleri
dökülmüş, hafifçe aralanmıştı.
çinili havuz, yanı kaplayan
kulan, bunlara güzelliği eklenince

kaybettim; unutarak ona yaklaştım,


yaklaştıgımı fark edince bir adım geriledi:

69
MASAL MAsAL İÇiNDE

yapıyorsun?' diyerek kaygır1a yüzüme Sesi beni


kendime getirmişti.
'Hiiç!' diyerek hemen toparlandım. Perikızı'nın bakışları

olursun biraz ol. Ben yakın ıstemıyor


muyum sanıyorsun? Ama başka çaremiz. yok. Çok degil bir ay
kaldı. Bir ay sonra dügünümüz olacak. O zaman istedigimiz
gibi birlikte olur, gönlümüzce davranırız' dedi.
zayıfhgimdan utandım

daha olmayacak!' diye verdim. Ama gün bir


araya geldigimizde ona dokunmamak İçİn yine kendimi wr
tunum. Omuzlarına dökülen saçları, bugday rengi teni ısrarla
çagırıyordu. istek dayanılmaz bir hal başlayın-
ca kendime oluyordlım. Onunla
birlikte olmak bana işkence gibi gelmeye başlamıştı. Aklım bu
anlamsız yasagı kabul etse de içimdeki istegi basuramıyor-

beşinci dayanamadım, belki bir olur diye:


'İstersen on beş gün görüşmeyelim' dedim.
Yüzü üzüntüyle gölgelendi. Onu üzmek istemiyordum ama
benim de sabredecek halim kalmamıştı.

70
Müezzin 'in Anlattıklan

'Olur' diye mırıldandı uysalca. 'Sen nasıl İstersen öyle 01-


,
sun.
'Artık dayanamıyorum' 'Baban bize nasıl zor bir
şu! öne sürmüş şimdi daha iyi anlıyorum.
Yalvaran gözlerle yüzüme baktı:
'çoğu azı Biraz dayanmalıyız.
Sustum, kendime mi, yoksa babasına mı oldugunu bilmedi-
~im bir öfkeyle başımı salladım.
'Eğer için olacaksa, süre dedi
sıitıyla.
Onun bu ezik hali içime dokundu. Yumuşadım:
'Ben senden an olsun ayrılmak istemem dayana-
mıyorum, birkaç gün görüşmeyelim, belki böyle daha kolay
olur' dedim.
Çaresiz, önerimi etti. Ertesi kalıvaInmı
başıma yaptım. Kahvaltıdan sonra odama çekildim, öğleye ka-
dışarı çıkmadım. Öğle yemeginden sonra, kaldıgım
döndüm. günü böyle geçirdim. Dördüncü sıkılmaya
başladım. Ama katlandım, hiç dışarıya çıkmadım. Beşinci gün
yemeginden sarayın bahçesine, çinili havuzun
narına Havuzun başında durmuş, suda salınarak
MASAL MAsAL İÇİNDE

balıkları izliyordum ki. birinin yaklaştıgmı hissettim. Dön-


düm, Perikızı'ydı. Gözleri sevgiyle ışıyarak yanı ma geldi. Onu
gomnce Gülümseyişimden cesaret olacak:
'Bu kadar ayrılık yetmez mi?' diye sordu kırık bir gülümse.
meyle.
Ben de onu çok özlemİştim, dokunamıyordum ama hiç
ğilse birbirimizi görerek, konuşarak içimizdeki deli sevdayı
oyalayabilirdik.
'Haklısın, yeter' U'""',","Jl~.
Böylece yeniden eski günlerimize döndük. Bu kısa ayrılık
süresinde bile birbirimizi çok özlemiştik, İık günümüzü söyle·
şerek, dolaşarak geçirdik. Ama daha günlerde yine
anlar yaşamaya başladık. Beni ona çeken istek her gün biraz
daha artıyordu. Davranışlarıma söz geçirememekten korku-
yordum. Perikızı sakindi. Ondaki soğukkanlılığa
şıyordum . .Aşık olan biri kendini nasıl bu kadar kontrol ede·
bitirdi? Yoksa Perikızı yanılıyor muydu? Bana değil
Belki Peripadişahı'nın söyledikleri doğruydu. Belki
biz insanlar gerçekten de zayıf yaratıklardık. Yoksa periler ge-
reğinden mu mantıklıydılar? Eğer öyleyse perilerin
lardan oldukları da tartışma götürürdü. yalnızca
'VH,",~nL MASAL İçiNDE

müre rengarenk hercaimenekşelerle kaplı küçük bir tepe çıktı.


Küçük tepeyi aşınca, masmavİ bir göl serildi ayaklarımızm al-
tma. Gölü görünce, 'İyi ki Perikızı'nı dinledim de buraya gel-
dim' diye düşündüm. Kıyıdaki sazhkta balıkçıl k~ıarı birbir-
leriyle şakalaşarak neşeli neşeli dolaşıyorlardı. Gölün durgun
suları arada çdgın bir balık ""UjU'-~''''
yükselip sonra suya düşüyordu. Ancak
taptarda kadar güzel olabilirdL
hissettim. Artık
sevgilim ve vardı. Bizim dışımızdaki
unutmuştum. Göle yaklaşıp parıltılt sulara dokunduk. Suların
serin1i~i parmaklarımızdan bütün bedenimize yayıldı. Gölle
bir bütün olduk. Eski neşeme kaVuştugumu gören PerUazı
mutluluktan uçaeak gibiydi. Dakikalarea göl kıyısında koşuş­
tuk, şakalaştık; yorulunca kıyıdaki geniş gövdeli sa1kımsöğüt-
lerden birinin Gölden esen incecik
lı tadı tenimizi Perikızı sırtını salkımsöğüdün
desine vermiş, F',V"''''''U'' kısmış, belli belirsiz

yerek yaşadığı çıkarıyordu. Yüre~im


danmaya ua.;;ııG.U kurudu~nu hissettım.
mi bir titremedir aldı. Perikızı ise benim durumumdan haber-
Müezzin 'in Anlattıktan

siz öylece gütümseyip duruyordu. Ona dokunsam ne olurdu?


Yalnızca bir kerecik! Alnına düşen şu yaramaz perçemi düzelt~
se m, Peripadişahı nereden görecekri? Göremezdi Biz
bu yasa~ı çok ciddiye almıştık. Elim kendiliğinden Perikızı'na
doğru uzandı. Saçlarına usulca dokundum. Parmaklarımda
saçlarınm yumuşaklıgını hissediyordum, Perikızı saçlarına
nim mi, yoksa rüzgarın mı dokunduğunu anlayamamış olacak
ki karşı çıkmadı. İşte ona dokunmuştum, hiçbir şey de olma-
mıştı. Cesaretim Elimi aşagıya, yanagına kaydırdım.
rik.ızı elimi hissedince irkilerek gözlerini açtı:
'Ne yaptın?' diye bağırarak başını geri çekti. Gözlerinde
bir vardı.

'Kimse görmedi. kimse görmedi' diye aceleyle fısıldadım.


Gözlerindeki kaygı kaybolmadı.
'Her bitti' 'Her bitti!'
'Hiçbir şey bitmedi. Bak işte yanındayım' demeye kalmadı.
Yeri gögii inleten ses duyuldu:
'Aldığın yere götür.'
Bu ses üç kez gürledi:
'Aldığın yere götür! Aldığın yere götür!'
Önce Perikızı'nın. sonra gölün, en sonunda ormanla-
MASAL MAsAL iÇiNDE

rın gözlerimin önünde kayboldugı! tl, yeryüzünün karanhga


boguldugunu gördüm. Ortalık yeniden aydınlandıgında ken-
dimi minarenın şerefesinde buldum. ö~leydi.
Zümrüdüanka'nın beni minareden alıp götürdügü günkü gibi
tek Hernen fırladım, tclaşla. gökyüzünde
Zümrüdüanka'yı aradım. Ama engin mavilikte belli belirsiz
süzülen beyaz bulutlardan başka şey Düş
rık1ıgı içinde yere çöktüm. 'Ben ne yapnm?.' diye dövünme-
ye başladım, Az sonra merdivenlerde ayak sesleri duydum.
Gelenler cemaatten kişilerdi:
'Hayrola hoca?' dediler. 'Ezan yukarı çıktm, ne ezan
okudun ne aşagıya indin! Ne oldu, yoksa hastaı~ndm mı?'
Onların sorularından anladım ki yaşadıklarımın hepsi bir
eza n vaktine sıgacak kadar kısaymış. Beni yıkılmış bir halde
gören cemaat:
'Zavallının başına güneş geçmi~, götürüp yawalırn da biraz
dinlensin' diyerek minareden indirdiler.
Ertesi gün kendimi daha 'hissetmeye başladım, Ögle vak-
ti evden çıkarak camiye doğru yürüdüm.
Camiye yaklaşınca
gözlerim mİnarenin alemine takıldı. Bir ne geıreyim: aman
Atlahım Zümrüdüanka orada durrnuyor mu? Telaşla mİnare-

76
Müezzin 'in Anlattıklan

ye koştum, Minarenin merdivenIerini ikişer tır­


mandım. Ama şerefeye çıktlgımda ortalıkta ne Zümrüdüanka
vardı ne de ona benzer bir kuş. Büyük bir düş kırıklıgı içinde
minareden indim.
gün bugündür her öğle geldiğimde
mİnarenin aleminde Zümrüdüanka'yı görürüm. Belki Peripa-
dişah! beni afenmiştir diye umutla koşarak minareye çıkarım
ama yukarıda Anka kuşunu bulamam. Çaresizlik içinde dövü-
ne aglayarak aşagı inerim.
bitiren Müezzin kederi gizlemek için
başını öne egmiş. Padişah teselli edercesine elini dostça ada-
mın omzuna koymuş. Müezzin, başını kaldırarak:
ıçın Bunu ettim"
"Bilemiyorum" Padişah, yargıya katılmadığını bel~
li eden bİr ses tonuyla. "İnsan hem aşık hem de sabırlı olabilir
mi? Bir kelebeğİn ömrü kadar kısa olan aşk, o bekleyiş sırasın­
da solarak. yakıcılığını yitirmez Yaptlğın yanlış
bilemiyorum!"
Padişah'ın söylediklerine ne Müezzİn ne de yanıt ver-
miş. Başları önde, düşünüp kalmışlar.
Padişah ile Vezir o geceyi de Müezzin'in evinde geçirerek er-

77
MASAL MASAL İçiNDE

Demirei' nin kentine yola Dört gün


dört gece yol gitmişler. Dördüncü günün akşamı varmışlar
kente. Demirci'nin kapısını çalmışlar. Demirci onları güler
karşılamış, buyur Padişah temizle-
karınıarını
doyurduktan Demirei:
"Ogrenebildiniz Müezzın'in öyküsünü?" sormuş.
Bizimkiler Müezzin'in öyküsünü aynen duyup işittikleri gibi
Demirci'ye anlatmışlar. Demird büyük bir ilgiyle dinlemi§
Öykü
zavallı vah,"
. "lnsanogıu böyledir
te. Bir ömür boyu güzele ulaşmak için çabalar durur, ama aşk
ayağına geldiğinde birazcık sabır gösteremez. Yazık oımu~

yazık Perikızı'na demeli? yanlış. tut-


Sen tut insana gönül Gerçi ona diyeceksin,
gönül bu, söz dınler mi?"
"Öyle" demiş Padişah. "Gönül rüzgar gibidir, ele avuca sıg-
Diledi~ine gider. Sana yalnızca bakmak, olacak-
katlanmak
Vaktin ilerledigini gören Demİrd konuklarının rahatmı dü-
şünerek:
"Eh, artık sİzin yatagınızı açalım da bir göıe! uyuyun, yarın

78
Müezzin 'in Anlattıklan

kahva1tıdan sonra ben de kendi öykümü anlatınm size" demiş.


Ama bizim Padişah ile Vezİr'İn merakı yorgunluklarından
agır basmış. önerisine hemen çıkmış-
lar:
"Biz yorgunlugumuzu attık. Eger sakıncası yoksa öykünü
şimdi dinlemek demişler.
Konuklarının kararlılıgını gören Demirci bakmış ki kurtuluş
yok, başlamış anlatmaya:
i 'y. (1
·1
/. .~
~i
MASAL MAsAL ıÇtNDE

açtım geceyanları kapadım. Egdigim, büktügüm demirleri uç


uca eklesek bu kent gibi on kenti içine alır. N eyse uzatmaya~
lım, başardım. Adı anılır, hatırı sayıhr usta
dum. Ünüm bütün kente yayıldı. Ama ne çare, başıma öyle
bir iş geldi Ne yardımcı bana ne meslegim.
Şimdi anlıyorum ki mutlu olmak için ne ustalık ne de ün ye~
tiyormuş. AnlatacakJarımı dinledikten sonra siz bana hak
vereceksiniz.
Altı kadar önceydi. Ayıptır söylemesi, yemeği için bir
piliç almıştim. Malum, bizim iş beden gücüne dayandığı içİn
yedigime içtigime dikkat etmem gerekir. Şükür, iştahım da
yerinde, ögünümü ab ur cuburla geçirmem, şöyle ya@ı yüzlü
yemekleri seçerim. Bizim hanım da sağ pek beceriklidir
yemek konusunda; bir tavuklu pilav yapar parmaklarınızı yer~
sİnİz. İşte o canım bizim hanımın tavuklu pilavından
tİ. Pazara gidip besilisinden bir piliç aldım. Eve götürdüm,
'Bunu güıelce pişir' dedim hamma. Sonra dükkana döndüm,
çalışmaya devam ettim. Öğleye dogru ben kendimi iyice işe
kaptırmışken, küçük oğlum elinde yemekle kapıdan İçeri gir~
di, Daha bizİm oglan kapıda görünür görünmez gibi bir
koku kapladı dükkanın içini. Ama elimdeki işı bırakmadım.

82
Anlattıkları

Bizde gelenektir, iyi demirci elindeki demiri soğutmaz. Ben de


elimdeki demire biçim verinceye kadar çalışmak niyetindey-
dim. Varsın yemek birazcık beldesindi. Oğluma yemeği demİr
masanın üzerine bırakmasını söyledim. Çocuk yemeği bırakıp
gitti. Ben işi mi yapmayı sürdürdüm. Bir ara bakışlarım dük-
kanın penceresinden siyah bir kediye
diyi görür yemek elden gidiyoL '
rek demiri kedinin hareketlerini uU,"","",cu..
lemeye başladım.
Parlak siyah İri yeşil gözleriyle
süzen oldukça güzel bir kediydj bu. Bana bakarak, küstahça
miyavladı. Şimdi bu kediyi çekecek halim yoktu. İyice acık­
mıştım.

'Pist pist!' diyerek kediyi kovalamaya kalktım. Ama kedi be-


nim tehditlerime hiç kulak asmadı. Kendinden emin adımlar-
la dük1cinın ağır ağır ilerlemeye
Hedefi de yemeğim. Sesimi
daha tehditkar yeniden bağırdım:
'Pist pistl' .
Bir an ürker kaldırarak oldugu
du. Neler yapabilecegimi kestirrnek istercesine iri yeşil gözle-

83
MASAL MASAL İÇİNDE

riyle bir süre bana baktı. Doğrusunu söylemek gerekirse onun


bu pervasızlığı beni iyice şaşırtmışt1. Hatta yeşil gözlerinden
yansıyan parlak yü.regimde belirsiz tedirgin-
lik yarattığını söylersem abartmış olmam. Bir süre can düşma­
nı iki rakip gibi birbirimizi süzdük. Benden korkutucu bir
davranış görmeyen kedi, daha temkinli adımlarla
kararlılığından hiçbir şey yitirmeden yeniden öğle yemeğime
doğru yürümeye başladı. Ama yanılıyordu. Bende yemeğimi
kediye kaptıracak göz Hızla kedinin üzerine
dım. Kedi çevik bir hareketle geri döndü, sıçrayarak pencere-
nin kenarına ulaştı, Neşem yerine geliyordu.
'Ald m agzınm payını?' söylenerek yumruğumu
diye doğru saHadım.
Kedi pencerenin kenarından nefret dolu gözlerle bakıyordu
yüzüme.
'Ne bakıyorsun lanet hayvan?' diyerek yeniden üzerine sal-
dırdım. Hayvan korkuyla pencereden sokaga atladı. Artık
görerniyoraum. kaçmıştı ama de
muştu. Demirin kızıHığ! kaybolmuştu. Kedi yüzünden demiri
sogutmuştum. Oldu olacak yemeğimi yiyeyim diye
şündüm. Ellerimi yıkadım, masanın kurulup
Anlattıkları

pilavımı önüme aldım. Hanımın yemeğimi sardığı bez bohça-


yı açtım. Bohça açıldıkça sıcaklığını henüz yitirmeyen piliç or-
taya çıktı. İştahla pilicin sol hudunu koparıp agzıma götür-
düm. Tam ısıracakken gÖ31erim yeniden dükld.nın p~nceresi­
ne takıldı. Kedi yine pencereye gelmiş, yutkunarak elimdeki
buda bakıyordu. Kedi en ufak bir
bile kaçırmadan sürdürüyordu. Rahatsız
Budu bırakarak kalktım. Kedinin
pencereden yere atlayarak
sonunda Yeniden sevgili
başına döndüm. Budu alıp bir ısırıkta yarısını kopardım.
Do~rusu pek de lezizdi. Daha ağzımdaki lokmayı çignemeyi
yeni tamamlamışcım ki yine o mendebur kedi göründü. Bu
defa pencereden değil dükkanın kapısından bana bakıyordu.
Bir an boş vermeyi düşündüm. 'Amaan bakarsa baksın' deyip
lokmamı Budun ikinci
caktım ki karşımda durduğunu
o tuhaf yeşil gözlerimin içine bakıyordu,
haf, gözlerindeki olmuştu; yalvarır gibi
yüzüme. Ama iyice kaçmışcı.
'Vermeyeceğim işte, vermeyeceğim, sana küçücük bir kırın-

85
LVU'Jrıı. MAsAL İÇiNDE

tl bile yok!' diye bagırarak kedinin üzerine atıldıffi. Kedi her


zamanki çevikliğiyle dükkanın içlerine kaçtı, ben de peşinden
ama içerdeki ıvır zıvırın arasına karışıp kayboldu. Bir süre sa-
ğa sola bakındım, onu göremeyinee yeniden yemeğime dön-
düm. Masanın başına oturdum, tam yemeğe başlayacakken
kedi yine gelip Sinİrlerim giderek
du. Nereden belası kedi?
yım' dedim. yemeye karar verdim.
ma sonra bir de ne göreyim.
masaya Neredeyse arka ayaklarının
dogrulup masanın üzerindeki tavuğu kapacak. Yüzsüztügün
bu kadarı da fazlaydı. Kan beynime sıçramıştlo Kedinin karnı­
na bir tekme indirmeyi planlıyordum ki aklıma parlak bir fi-
kir geldi. Öfkeme hakim oldum. Zaten atacağım tekmenin
isabetli olması hayli kuşkuluydu. Bu kediden ancak kurnazlık-
la kurtulabilirdim. kanadından bir parça
diye amın. havada kaptı. Yemeye
Ama bir yandan bana bakıyor, ani
dan kaçmak altında tutuyordu.
ilgilenmiyormuş yemeyi sürdürdüm.
dirginliği giderek azalıyordu. Attıgım parçayı bitirince yine is-

86
,"VH~cJI"U İÇiNDE
...

çe vardı. Kız kapıdan içeri girdi. Tam kapıyı kaparacakken ses-


lendim:
'Dur, beni bağışla! Beni de yanına al!'
Kız kapının aralığından merhamet dolu yeşil gözleriyle yü~
züme baktı:
'Üzgünüm' bilmeyenlerle zalimler
pıdan giremezler. paylaşmayı, sonra merhamet

5ğrenmelisin.
'Dur!' diye ama o beni
Hyı kapattı. birlikte duvar
döndü. Hemen duvara yaklaştım. Elimle her bir taşını, oyu-
gunu yokladım. Çabarn boşunaydı; ne bir geçİt vardı, ne de
bir kapı. Çaresizlik içinde dizlerirnin üstüne çöktürn. O gün
akşama kadar hiçbir iş yapmadan pişmanlık içinde dövünüp
durdurn. Akşam eve dönünce olanları hanıma anlattım. Bana
inanmadı. görmüşsün' dedi. Keşke

gibi olsaydı. '>J"'~'""~" sonra yaşadıkları m


olsaydı.
Ertesi gün, erkenden açtım
önlüğümü Ateş kıvamına
içine soktum. Demir nar gibi kızarıncaya kadar bekledim.

90
Anlattıkları

Sonra demiri ateşten alıp, örsün üstüne koydum. Çekici sa~


e1ime aldım, tam demirin üstüne indirecekken, birden duvar-
daki kapı yine beliriverdi. Kapının usulca açıldığını gördüm.
Aralanan kapının arkasından o kız göründü. Çekiç ve demir
elimde öylece donakaldım. Siyah saçlı kız, yeşil gözleriyle be-
ni o inanılmaz bahçeye çagırıyordu.
ri bir yana doğru atıldım.
laştıkça kapı başlamıştı. Son bir
girerim diye Tam kapıya ulaşmıştı
kapanıverdi. duvara çarparak yere
Kendime geldigimde akşam olmuştu. İşte o gün bugündür,
ben meslegimi yapamaz oldum. Her sabah işe gelirim. Ateşi
yakarım, demiri ateşe koyanm. Demir kızanr, çekici elime alı­
nm, onu tam demire indirecekken karşı duvardaki kapı açılır,
siyah saçlı kız beni içeri çağırır. Belki girerim umuduyla atılı-
nın ama her yüzü me kapanır. Ben
van içinde Yine de yitirmedim
Bir gün kapıdan."

Öykü bitince Vezir anlamışlar ki


gibi Demird . uu"' ........... bir şey yok. Bu

an önce kurtulmasını dileyip, uyumak için izin istemişler.

91
MASAL MASAL İÇiNDE

sabah ev onlara bir sunmuş.


Bir güzel karınıarını doyuran Padişah ile Veıir yemekten son~
ra Demirci'yle vedalaşıp yeniden yola koyulmuşlar. Ee şaka
günlük varmış. Üç gece yol
Yol konakladıkları yerlerde Demird'nin
ba§ma gelenleri tarnşffiışlar. Üçüncü gün ula§ffiışlar Kuyum-
cu' nun kentine.
Kente iner inmez çalmışlar Kuyumcu'nun kapısını. Kuyum-
cu karşısında görünce Evini yedirmiş,
Konukların agırlanma bitince
"Söyleyin bakalım ögrenebildiniz mi Demird'nin öyküsü-
..
~"
nu.
demişler ve anlatmışlar öyküyü. anlatı-
ilgiyle
"Paylaşmamanın cezası demek bu kadar büyükmüş" diye
söylenmiş.

"Zalimliği de unutmayın" diye eklemiş Vezir.


sızın de paylaşmamanın kötülügünü an-
latmıyordur." diye sormuş Padişah.
"Aslma bakarsanız benim öyküm de paylaşma üzerine, ama
Demİrei' nin öyküsünden oldukça farklı."

92
Demirci 'nin Anlattıkları

"Bizi daha fazla merak içinde bırakmayın o halde" demiş


Vezir.
"Konuklarımın . için emirdir" Kuyum-
cu başlamış anlatmaya:
"I a
KUYUMcu'nun nnUHTlKLnITI

izim kuyumculugumuz çok eslcilere dayanır. Ba-


61 bam, dedem, dedemin babası hep bu meslegi sür-
düregelmişler. Öyle ki bir sonra bu kentte adı-
mız Kuyumcuzadeler olarak anılmaya başlanmış.
Rahmetli babam benim de bu meslegı sürdürmemi isterdi.
Ne yazık ki babamın bu istegini öldükten yıllar sonra yeri-
ne getirebildim. Gençligimde pek de iyi bir oğul sayılmaıdım.
Ailenin erkek çocugu oldugum beni şımartmışlardı.
Yediğim önümde yemediğim ardımdaydı. İstedikIerime ulaş­
mak için çaba harcadıgımı hiç anımsamıyorum. Tahmİn ede-
ceginiz çok mutlu bir çocukIuğum oldu, Ama yıllar hızla

95 .
MASAL MAsAL İçiNDE

geçiyordu, Babamın saçlarındaki aklar artarken ben de güçlü


kuvvetli bir delikanlı oluvermiştim. Babam bir gün beni yanı­
na çagırdı:
'Bak oğlum ben yaşlanıyorum. Artık kuyumcu dükkanına
senin sahip çıkman gerek. Orada burada gezerek vaktini çar-
çur etmemelisin, Gel şu düklclnı birlikte işletelim. Mesle~i ög-
ren, ben ölünee bu işi sen sürdüreceksin' dedi.
'Allah versin baba, o nasıl öyle?' dedim. Babam
dudaklarında buruk bir gülümsemeyle yüzüme baktı:
u .....,,""', kaçılmaz oğlum' dedi. 'Ölüm bu, çaresiz bir gün

gelecek. Ama insanın gözü arkada kalmamalı. Onun için ça-


lışmayı, işleri yürütmeyi ögrenmelisin.'
Babamın sanki yarın ölecekmiş gibi konuşması canımı sık­
mıştı. Hiç de öyle hastaya benzer bir hali yoktu. Belki beni
dükkana bağlamak böyle konuşuyordu. Ama
benim dük.lclna kapanmaya hiç niyetim yoktu. Ertesİ sabah
babam giderken annerne, benim dükkana
gelsin' demiş. Kahvahıdan sonra annem:
'Baban seni düklclnda bekliyor' dedi.
Bunu duyunca keyfım kaçtı. O gün arkadaşlarla buluşup
kentin aşağı yakasındaki ırmaIna balık tutmaya gidecektik. Bir
an duraksadım. Babamın yüzü geldi gözlerimin önüne, Onu

96
Kuyumcu 'nun Anlattıkları

istemezdİm, ama canım düllina hiç iste-


miyordu. Evden çıkttgımda hali bir karar verememıştım.
Adımlarımı sürüyerek ilerledim. Düklclna giden yol. arkadaş­
larımın birinin evinin önünden geçiyordu. Kapının önüne
yürüyüp gitmek Sonra boş vermiştik duy-
bastı. yarın giderim' vazgeçtim.
Arkadaşımın evİne yöneldim.
O gün gerçekten çok iyi vakit geçirdik. Yüzdük, balık tut-
ara yaralı tavşanın koştuk. yaralı 01-
karşın bizden yakalayamadık. Akşam
eve döndügümde babam çoktan gelmişti. Canı sıkkın gibiydi.
Sofraya oturdugumuzda:
'Dükkana niye gelmedin?' diye sordu kırgm bir ses tonuyla.
'Arkadaşlarla sözleşmiştik baba' dedim.
'Sözünden kıyamet kopardı?' diye
'Arkadaşlarıma mahcup olurdum. Hem söz verİrsen mutla-
ka uymalısın, diyen sen degil miydin?' diyerek üste çıkmaya

ikna ama da bir şey söylemedi.


sabah kalktığnnda, annem dükkana gerektiği-
ni yineledi:
'Bugün çırak da gelmeyecekmiş, mutlaka gelsin, dedi baban.'

97
Kuyumcu 'nun Anlattıkları

sa bize Hırsla çağırmaya başladık.


Hele bahs~ tutuştuktan sonra dövüşe kendimizi iyice kaptır­
dık. Dükld.na gitmem gerektiğini anımsadığımda vakit öğleyi
vV'''-''''U geçmişti. Arkadaşlarım, 'Aman bugün de gitmeyiver'

Ben de uyup dövüşünün çıkarma-


sürdürdüm.
Eve döndüğümde kapıyı babam açtı. Yüzünden düşen bin
parçaydı:
'Nerdesin sen?' bağırdı.
ilk kez bu öfkeli görüyordum.
'Sen ne biçim evlatsın?' diye sürdürdü konuşmasını. 'Senin
yüzünden dükkan yarım gün kapalı kaldı.'
'Kusura bakma baba' diyecek oldum, 'Kusuru musuru yok,
sabah erkeden birlikte dükka.na' diyerek kesti-

Gururum kırılmışu. Sofraya oturdum. Canım yemek yemek


istemiyordu. Hiç alışık olmadığım bir davranışu babamın ki.
kızmaya başlamıştım. İki dükkana diye ne-
rp"lp~l'OP dövecekti

Ertesİ sabah birlikte çıktık sokağa. Arkadaşıının evinin


önünden geçerken kederle baktım pencerelere. Şimdi uyuyor
olmalıydı. Babamın dükkanı evimize yakın bir bedestenin

99
MASAL İçiNDE

içindeydi. Kepenklerini açarak yeni iş gününe hazırlanan. kar-


şılıklı sıralanmış kuyumcu dükkanıarının arasından geçerek
bizimkine ulaştık. İlk kez bu kadar erken geLiyordum düW-
na. Babam cebinden çıkardıgı kocaman iki anahtarla iki kilidi
açtı. Tozlu kepengi kaldırarak içeri girdik. İçeride genzimi ya-
kan bir koku takılan altınları
lanılan Sıkıntıyla yüzümü
muş olmalı yı m
'Bir haftaya ",a"u,<,,,, zamanla bizim evin
ki fesleğen bu sana' dedi.
Babamın sözlerine İnanmak içimden gelmiyordu. Bana sü-
pürgeyi göstererek:
'Düklcl.nı temizlememiz gerek' dedi.
Süpürgeye doğru ilerlerken yeniden seslendi:
'Önce yerleri hafifçe ıslat ki, toz çıkmasın.'
Süpürgeyi bırakıp dükkanın arkasındaki atölyeye girdim.
Atölye~e bir Sürahiyi suyla doldurup
babamın Dükkanın zeminini .~.~"U,'''''
ladım. Ama kaçırmışım. Pek de düzgün
zeminde yer gölcükler oluştu. B~Jmı
da babamın bir ifadeyle beni
düm. O sırada çırak düWndan içeri girdi. Babamın akşamki

100
Anlattıkları

kızgınlıgı geçmemişti anlaşılan:


'Al şu süpürgeyi de sen süpür yerleri' diye ters ters söylendi.
Çırak babama sözünü tekrarlatmadı, yılışarak aldı elimden sü-
pürgeyi. Öfke ve utanç duyuyordum. Hemen o anda dükkin-
dan çıkıp gitmek istedim, ama kendimi tuttum, kaldım. Dük-
kan temizlendikten işler başladı. Babam
ne altın bunları tel fırçasıyla
mı istedi. başına geçtim.
ründügü Fırça parmaklarımın
yırıyor, kenarındaki deriler tahriş
Onuncu bileı.igi parlaurken sol işaretparmagım kanamaya
başladı. Gerçi aynı işi benden en az beş yaş küçük çırak da ya-
pıyordu ama onun derileri nasır bağlamıştı. Yine de işimi yap-
tım, on iki bileziği de parlattım. Sonunda vakit· öğle oldu. Ba-
bam:
'Ö~ce sen gidip yemeğini ye, sen gelince de ben giderim' di-
yerek beni bulunduğu uoı;;ı;;ıı;;;)ıı;;ı
kar çıkmaz aldım. Hava da .u ... uu,,'" ı::cIUbLo"'.n;u
Aydınlık bir bir güneş. Doğruca
nmı bulacağını yöneldim. Bir
gitmeye hiç Günün ortasında beni
gören arkadaşlarım çok sevindiler. Olanları anlattım.

101
MASAL MAsAL İÇİNDE

ver, zaten zenginsınız, çalışacaksın?' davra-


nışımda haklı olduğumu belirttiler. Babası ölmüş olan bir ar-
kadaşım vardı; 'İstersen eve gitme, gel bizde kal. Nasılolsa bir
çorba pişiyor, sana da yeter, bize de' dedi. İyi bir öneriydi. M-
'-"a.'"a.,;>''U''''' teklifini kabul ettim. akşam eve gitmedim. Ge-
kaldıgım kapısı Gelen Yıkılmı~
bir haldeydi. Beni görünce nasıl sevindi anlatarnam. Sabahki
otoriter halinden eser kalmamıştı. Beni eve çagırıyordu. Aslın-
babamın ben de sevinmiştim. gitme.
için bir hissediyordum. Ama babam~
sezdirmedim:
'Ben eve gelmeyeceğim' diye direttim.
Adamcagız üzüntüyle yüzüme baktı:
oğlum' yalvaran sesle. evde mera~
. y •••• _ _ ,daha fazla üzme kadıncagız!.'
Ama ben şımarıklığı ele almıştım bir kez:
'Siz zaten beni o evde istemiyorsunuz' dedim.
mu hiç Sen canımız, , di·
uzun girişecekd
'Eger benim mutlulugumu isteseydiniz, gençliginıi yaşama,
ma izin verir, gezmeme tozmama karışmazdınıı.'
Babam çaresizlik içinde başını salladı:

102
AnlLtttıklLtrı

'Biz ne yaptıksa senin iyiligin için yaptık oglum' dedi.


Babam yumuşadıkça ben edepsizleşiyordum:
'Hayır, siz beni kıskanıyorsunuz' dedim.
'İnsan hiç evladını kıskanır mı? Senin mut1ulugun bizi de se-
vindiric.'
'Öyle olsaydı, gel diye t~tturmazdınız.'
'ilerde elinde bir meslegin
yaptık bunu.'
'Allah'a yerinde, ben ni ye
keyim.'
'Öyle söyleme oğlum. liazıra dag dayanmaz. Bir de bakmış­
sın ne para kalmış elinde ne de pul.'
'Tamam, ben de hiç çalışmayacagım demiyorum ki, ama da-
ha çok gencim, yaşıtlarım gezip tozuyor. Ben de gönlümce eg-
lenmek istiyorum. Zamanı gelince sen istemesen bile gelip
otururum dükld.na' dedim.
Babam
'Ah evlad. sen degilsin biziz.
artık çok geç. Nasıl

Babamın demekle neyi kastettigini


dum ama, benim keyfim yerine gelmişti. Ayrılırken arkadaşı-

103
Kuyumcu 'nun Anlattıkları

babam. istedigim da unutma-


dı. Ben de altı arkadaşımla birlikte paraları harcamayı sürdür-
düm.
Bir gün arkadaşlarımdan biri yanıma geldi:
çok Doktora para yok. Eşten
istedik. bulamadık. yardım misin?'
diye sordu.
'Sordugun şeye bak! Tabii ki yardım ederim' dedim. 'Ne za-
gerekli para?'
sabah' arkadaşım. 'Annemi hemen doktora gö-
türmerniz gerek.'
Parayı babamdan istesem vermeyebilirdi. Üstelik bir sürü de
laf işitirdim. Ben de anneme gittim. Durumu daha da acıldı
getirerek Sözlerim anında gösterdi.
dolu dolu annem, günler sakladığı pa-
rasını bana verdi. Ben de götürüp arkadaşıma teslim ettim. İki
hafta sonra başka bir arkadaşım geldi:
'Paraya ihtiyacım var' dedi.
ne diye sordum.
<Biliyorsun kumarbazdır. Geçen kumara
sürmüş. Kaybetmiş. Adamlar ya eviniz ya paranız, diyorlar
Sokakta kalacagız. Ne olur bana yardım et' dedi.
MAsAL MASAL İÇİNDE

dedim kadar nereden


Arkadaşım gülümser gibi oldu:
'Hayır canım, paranın hepsini senden istemiyorum. Evde
zaten biraz paramız vardı, akrabalardan da bul.duk bul uştur-
iki bilezik getirsen tarnamlanmış v.", ....""....
bilezik mi?'
'Evet iki bilezik. Babanın dükkanında yüzlercesi var. İki ta-
nesİnİ çalsan ruhu bile duymaz.'
Arkadaşım bana düpedüz öneriyordu. Kendi baba-
mı sayacaktım. dogru Karşı
'Hayır, ben hırsızlık yapamam' dedim.
Arkadaşım kırılmışu:
'Haklısın' dedi. 'Senden bunu yapmanı istememeliydim.'
Yanıından bükük büylik üzÜntü
Az sonra arkadaşlara rastladım. yanla-
rına yaklaşıp, 'Merhaba' dedim. Hiçbiri selamJmı almadı.
'İyi arkadaş kötü günde belli olur' dedi içlerinden biri.
geldi mi kan demek dedi bir

arkadaşı canını dedi doktora


götürmek için benden para alan.
Demek olayı ögrenmişlerdi. Utançla başımı egdim. Yanla-

106
Anlattıkları

rından uzakl3§arak, reddettiğim arkadaşımın evine yollandım.


Kapıyı çaldım. Şansım vardı, arkadaşım evdeydi. Buruk bir
yüzle karşıladı beni.
'Tamam' dedim. 'Yapacağım, bu hafta içinde getireceğim
sana bilezikleri.'
Götürdüm dükkanından almadım.
min banyoya çıkardığı bileziklerden
dım. Annem kuşkulanmadı. Evimize C'-U1Udlj;:,'-

len yoksul Onun aldığını düşündü,


konuşulurken gözlerle beni
ettim. Renk vermemeye çalıştım. Sonuçta benim yaptıgım an-
laşılmadı. Çalışan kadın evden uzaklaştırıldı, olay da böylece
kapandı. Ama arkadaşlarımın istekleri hiç bitmiyordu. Hepsi
de belirli aralarla paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyerek geli-
yorlardı yanıma. Ben de onların, ailelerini zor durumda bırak­
mamak için yardımlarına koşuyordum. Sonunda babamın
dükkanından b3§ladım. İşte ne
man oldu. taşlı bir yüzüğü
ladı. Elimi derin acıyı okuyabiliyordum:
l U .... ""'''.

'Yazıklar 'Yazıklar olsun.'


Başka bir yüzüğü bile almadı.
yüzügü cam vitrinin üstüne fırlatıp düklclndan çıktım. O

107
VJlIhU"lL MAsAL İÇİNDE

günden sonra babam benimle hiç konuşmadı. Sanki birden


yaşlanmaya başlamıştı. Bazen annemle fısıldaştıktarım duyu-
yordum:
'Ne yapnysak kendimize ettik. Biz iyi ana ba.ba olamadık'
diye derdi dertli söyleniyorlardı.
Babamın biçimde bozulmaya
Bir ay sonra benimle konuşmuyordu.
nem de davranıyordu bana.
azabı duydum. bozulmasında
ğunu düşündüm. olsa aklım biraz
ti. Yörenin en iyi hekimlerını çağırdım. Babama baktılar. ilaç-
lar verdiler. Ama sanki babamın iyileşmeye niyeti yoktu. Ne
yemek yiyor ne de verilen ilaçları alıyordu. Giderek daha kö-
tüledi. Göz göre göre ölüme gidiyordu. Engel olamıyordum.
Ölümünden bir gün önce beni yanına çagırdı. Olanca gücünü
toplayıp konuştu. Sesi fısıhı halinde çıkıyordu:
'Ölümümden değilsin. Sakın kendini
dedi. 'Ama var. İlki, eğer bir
olursa, her . olsan bile ona hak
m verme. yaşamda iyinin yanında
de olduğunu kalmak için çalışmak
dUğunu bilsin. İkinci ögüdüme gelince, senin gidişatın iyi de-

108
Anlattıkları

ğil oğlum. Sana büyük bir servet bırakıyorum ama bu kafayla


eminim hepsini bitireceksin. har vurup harman savuracaksın.
Daha doğrusu arkadaşların bu serveti bitirecek. Sen de çok
kötü durumlara düşeceksin. Paran kalmayınca sana saygı da
duymayacaklar. Sen de bunu içine sindiremeyecek kendini öl-
dürmeyi seç:eCt:KSl
'Böyle itiraz edecek oldum,
olsun babanı dinle'
nuşmasını

'Umarım gerçekleşmez. Ama böyle


sürdürürsen ne yazık ki söylediklerim olacak. Yaşamak yük ge-
lecek sana. Dayanamayacaksın. Şimdi bana söz ver. Eğer bir
gün kendini öldürmeyi istersen. bak bu odanın tavanınabir
halka yaptırdım. O halkaya as kendini. Ölmekte olan bab~nın
hiç değilse bu dileğini yerine getireceğine söz ver.'
Söylediklerine inanmıyordum ama onu memnun etmek
için. 'Peki bir gün intihar etmeyi
sem sana söz, halkaya asacağım
Gülümsedi, uzattı. Elini tutturn,
O akşam bir suçluluk duygusu
miriyordu. görüşmemeye başladım,
bam gibi sabah erkenden kalkıp düllinı açıyor, akşama kadar

109
MASAL MAsAL İÇİNDE

çalışıyordum. sonra arkadaşlarımdan dükld.na


geldi. Yarı şaka yarı ciddi sitemlerde bulundu:
'Bu akşam dere kenarına şarap içmeye gideceğiz, sen de gel-
sene' dedi. Hemen reddettim. Ama o öyle kO]2Y teslim olacak
degildi. Israr
evde dedim.
'Çok kalmayacağız, öteki arkadaşlar da seni çok özledi, bir
iki kadeh İçer dönersin' dedi.
de iyi babam sonra kapan-
Arkadaşlarımla konuşmak belki de Akşa-
müzeri dükkanı kapayıp dere kenarına gittim. Arkadaşlarımın
alrısı da ordaydı. Beni çok sıcak karşıladılar. Babamın ölümü-
ne çok üzüldüklerİni söylediler. Yapabilecekleri bir yardım var-
sa çekinmeden istediler. İçimdeki duygu-
su kayboldu. rahadamış hissettim. Arkadaşlarımla ye-
dik içtik, şarkılar söyledik. O akşam eve epeyce geç gittim. An-
nem uyumamış, beni beklemişti. Arkadaşlarımla olduğumu da
tabii. ö~tler Ama dinleyen kim ...
gün eski yaşamı m yeniden Nerede
akşam orada sabah, bir eğlenceden ötekine koşuyorduk. He-
sapları her zamanki gibi yine ben ödüyordum. Ayrıca arkadaş­
larımın bitmek bilmeyen para isteklerini karşılamayı da sürdü-

no
Kuyumcu 'nun Anlattıkları

Üstelik altın da gerek kalmamıştı.


Çünkü hepsi benimdi. Bu arada arkadaşlarım da birer kuyum-
cu düklclnı açtılar. İşin tuhaf! bizim düklclndaki altınlar her
gün biraz daha azalırken onların sermayesi artıyordu.
neler bittiğini daha değerlendi-
Defalarca beni. basiretim bağlanmıştı bir
kez, onu dinlemedim. Ayrıca arkadaşlarımın iş güç sahibi ol-
masında ne kötülük vardı? Benim durumum hepsinden iyiy-
yardım etmemden doğal ne Bir yıl
sonra babamın dayanamayan annemi kaybettim.
Annemin ölümünden sonra beni frenleyecek hiç kimse kalma-
mıştı. İyice savurganlaştım. Atalarımın yıllarca çalışarak birik-
drdikleri servet bu savurganlığa ancak iki yıl dayanabildi. İki
sonra bir alacaklılar dayandı. bulmak
hemen arkadaşlarıma koştum. Ama hiç beklemediğim bir
tavırla karşılaştım. Hepsi de kapılarını birer birer yüzüme ka-
pattılar. İnanamıyordum. Sanki her başları sıkıştığında onlara
eden ben degildim. çalmayı sürdür-
Evlerinin bekledim. Sanki bulaşıcı hastalık
taşıyormuşum gıbi benden kaçtılar. Bir akşamüzeri, her za-
man oturduğumuz bahçeli kahveye gittim. Öyle perişan bi~
haldeydim ki cebimde çay içecek param bile yoktu. Bahçede-

III
MAsAL MAsAL İÇİNDE

ki küçük havuzun başında oturup nargile içen arkadaşlarımı


görünce sevindim. Sonunda onlan bir arada yakalamıştım.
Onlarla konuşacak, bana takındıkları dl.şlayıcı tavrın ne-
denini soracakttm. Yanlarına yaklaşttm. Beni görünce suratla~
n Tam yanlarına oturacaktım ki kalktılar.
yokmuşum gibi beni görmezden gelerek, hesaplarını ödeyip
kahveden çıktılar. Davranışları çok zoruma [mişti, arkaların­
dan yetiştim. Evi satılmasm diye annemin biLezi~ini çalıp ver-
diğim arkadaşımın yakasına yapıştım:
'Sen ne biçim insaosın, yaptığım iyiliklerin karşılıgı bu
diye bağırmaya başladım. Arkadaşım güçlü kuvvetli bir adam~
dı. itti. Yere düştüm. Hırsla düştügiim yerden fırlayarak
yeniden üstüne atıldım. Boş bulunmuştu, suratına okkalı bir
yumruk yapışnrdım, Burnu kanamaya başladı. vurmaya
devam ettim. Yardımına öteki arkadaşları yetişti, Ben kavgayı
yatıştıracaklarını sanırken birleşip saldırdılar. On-
lara karşı koymaya çalıştım ama baş edemedim, Yüzüm gözüm
kan içinde blıncaya kadar dövdüler beni, Kendime geldiğim~
de her yanım sızlıyordu, Duvarlara tutunarak. ayaga kalktım.
Güçlükle yürüyerek evin yolunu tuttum. Babam ne kadar
hak1ıymış şeyi öncesinden görmüştü. Babam
aklıma düşünce ağlamaya başladım. Onun ölümüne de ben

112
MASAL MASAL İçiNDE

un olmuştum. artık bu yapabi-


lece~im çok şey vardı. Yaşamımı yeniden kurabilir, en önem·
lisi de beni bu duruma düşüren arkadaşlarımdan intikam ala·
bitirdim.
pazar gün bir altın yumurta alıp
esnafının bulundugu gltrım. gören esnaf
fısıldaşıyordu, kimileri halime gülüyor, kimileri ise acıyordu.
Arkadaşlarım da oradaydı. N iyetimi anlamak içjn sinsi gözler-
süzüyorlardı. Kimseye aldırmadan mezar yapılan yere
Yüksekçe kaidenin üz.erine beni şaşkın
gözlerle izleyen meslektaşlarıma seslendim:
'Arkadaşlar! Elimde bugüne kadar görmediğiniz büyüklükte
altından bir yumurta var. Altın yumurrayı açık 3rtırmayla sat-
istiyorum. isteyenler buyursun, katılsın'

Pazarda bir dalgalanma oldu. Herkes benim çıldırmış oldu-


gumu sanıyordu. İnsanlar birbirine sokulmuş, fısıltı ve gülüş­
U'WA'",U,", beni konuşuyordu. Eski arkadaşlarım kahkahalar ata-
benimle alay sürdürdüler. Bu arada elimi (Or-
bama sokup altın yumurtayı çıkarmışttm bile. Güneşin altında
alev gibi yanan yumurtayı avucumda tutarak herkese gösterin-
ce, pazarı bir sessizlik kapladı. Bu şaşkınlıktan sonra, esnafın

114
Anlattıkum

arasından hayranlık duyduklarını belirten sesler yükseldi. Bu


duruma önce çok şaşıran arkadaşlarım ilk şoku atlattıktan son-
ra artık çok iyi tanıdıgım o riyakar gülümseyişleriyle yanıma
yaklaştılar. Öyle yüzsüzlerdi ki, reddedecegimden korkmasalar
sevgiyle boynuma sanlacaklardı. Ama eski günler geride kal-
mıştı. Onlara mezatı başlattım. Kuyumcu
nın arasında arkadaşlarımda
tın yumurtaya onlardan biri verdi.
yılışık bir uzatıp altını almaya
'Senin gibi parası bu altını almaya
dedim. Arkadaşım çok şaşırdı. Ben de onun fal taşı gibi açılmış
gözlerinin önünde yumurtayı havana atıp toz haline gelinceye
kadar dövdüm. Sonra altın tozlarını halkın üzerine savurdum.
Bu cömertligimi gören eski arkadaşlarım acele davrandıklarını
görerek kahroldular. Altına talip olan ise açgözlüıügün verdigi
hiddetle yere yıgıldı. O günden sonra her pazar kuruldugunda
bunu yapmayı tozlarının havada
gören arkadaşlarımın pişmanlıgı görmek
mutlu ediyor <uU'''''"."u
Kuyumcu'yu Padişah ile Vezir
"Peki ne bu iş?"
Kuyumcu muzipçe gülümsemiş:

115
MASAL MAsAL İçİNDE

"Arkadaşlarım yaptıkları yanlışı anlayıp, kendilerini düzel-


tineeye kadar" demiş. "Şimdi mesle~imde epeyce ilerledİm.
Artık atalanının yaraşır kuyumcu oldum. Kazandı­
gım paraların bir kısmıyla ben de babam gibi altın yumurtalar
yaptırıyorum. Arkadaşlarımın aklı başına gelinceye kadar altın
yumurtaları toz getirip halkın Uzerine savurmaya
vam edece~im" demiş.
Padişah ile Vezir Kuyumcu'nun davranışını takdir etmiş,
ona hak vermişler.
"Artık güzel bİr uyku çekmenin vakti geldi" demiş Kuyum-
cu ev sahibi oldugunu anımsayarak. Konuklarına kalacakları
odaları göstermiş. gün önceden yol yorgunu Padişah
Vezİr yataklarına uzanır uzanmaz uyuyakalmışlar.
Ertesi sabah erkenden düşmüşler yola. Az gitmişler uz git-
mişler. iki gün gece gitmişler. İkinci
ulaşmışlar Köradam'ın kentine. Dogruca adamın evine
onu kentin meydanınagitmeden yakalamışlar. Padişah ile Ve-
zİr'in geldiğini anlayan Köradam gülümsemiş:
"Artık kesmiştim. 'Herhalde
öyküsünü ögrenemediler, evlerine döndüler' diye düşünmeye
başlamıştım» demiş.
"Hiç öykünuzü dinlemeden döner miyiz?"
Anlattıkları

miş Padişah. Neden gecikeikterini kısaca anlatmış Köradam'a.


"O halde duydu~nuz bütün öyküleri ben de dinlemek iste-
rim" demiş.
"Olur" demişler.
"Ama" demiş Köradam, "benim şimdi kentin meydanına
gitmem gerek arada dinlenin, yol
atın. Akşam öyküleri dinleriz" demiş.
Köradam'ın kararltlığı hisseden bizimkiler
olmamışlar. konuklarının karnını doyurmuş,
ra odalarını go:stermış çıkmış. Padişah
derin bir uykuya dalmışlar.
Köradam eve döndüğünde bizimkiler haI:l uyuyormuş.
Adam onları kaldırmış, birlikte akşam yemeğine oturmuşlar.
Akşam yemeğinden sonra Köradam'a duydukları öyküleri an-
latmışlar. Büyük bir ilgiyle dinlemiş adam anlatılanları.
"İnsanoğlunun başına neler geliyor. Bunlara benzer bir ola-
yı yaşamamış de inanmazdım 4111',U1.1ru
demiş Köradam.
"Senin başına geldi?" diye sormuş
la.
"Benimki kadar tuhaf
ye başlamış anlatmaya Köradam:

III
ö
~önrIDım'm nflU\ nlKınKI

II ltı
si
enim mesl~im kervancılıku. Kırk
Develerİmle
devem vardı.
kent kent dolaşır, İnsan ve yük taşır-
dım. evirnin çalındı' ki ka-
sakallı bir
'Buyur baba' dedim.
'Kervaneıbaşı sen misİn?' diye sordu.
'Benim. Bir isteğin mi var?' dedim,
kervanın lazımsmız' dedi.
mı taşıyacagız, yük mü?' sordum,
Sakalını sıvazlayarak gülen gözlerle yüzüme baktı:
'Yük taşıyacagız. Ama bu senin bildiğin yüklerden degiL Bu

119
~"Ll'J1u., MAsAL iÇİNDE

yük taşıyanı zengin eder' dedi.


Konu ilgimi çekmeye başlamıştı.
'Ne yüküymüş ki bu?' diye sordum.
'Bu işi istiyorsan soru sorma. Yalnızca bana güven ve söyle-
diklerimi harfiyen yerine getir' dedi.
Dikkatle inceledim. Aydınlık,
bir yüzü vArdi. bir insan oldur;unu o/u:rprıunr_
du. Hiç de benzemiyordu.
'Peki' dedim. ve ben emrindeyiz.'
'Hayır' istemiyorum. Yalnızca
velerin gelecek.'
İçime bir kurt dü§tü. Yoksa oyuna mı geliyordum? ihtiyar
ik.ircimlendiğimi anladı:
i

'Korkacak bir şey yok' dedi. 'Benden sana zarar gelmez. Ama
bu işi kabul edersen en az iki yüz deve daha satın alabilirsin.'
İki yüz deve mi! Bu büyük bir kazanç demekti. Ama ya be-
ni soymak .
İhtiyar,
'Sana namus 'Sağ salim evine
de büyük
Babam dokuzunun cesaret oldugunu
Riske girmeden kazanmak olanaksızdı. ihtiyar, yıllarca çalış-

120
Köradam'ın Anftzttıklan

sam bile elde edemeyeceğim bir servetten söz ediyordu. Biraz


düşündükten sonra:
<Kabul' dedim. 'Anlaştık. zaman çıkıyoruz
'Yarın güneşle birlikte' dedi.
Bana kalsa daha ertesİ gün çıkardım yola. Hazırlıkları ancak
tamamlayabHirdik İhtiyac'm sözleri öyle ki,
şı çıkmadım. Bir kez girmiştik bu işe, sızlanmanın anla-
mı yoktu.
'O halde anlaştık Yarın keıvanm yanında buluşalım'
diyerek gitti ihtiyar. Ben de giyinip kervanın bulunduğu
yollandım. Adamlarıma olanları anlattım, şaşırdılar. Kimisi,
başına gitmel' Kimisi, 'Kısmet gelip dayan-
geri çevirme!' Ben zaten kararımı vermiştİm,
cektim. Alnıma ne yazılmışsa o olurdu. Şansımı denemeliy-
Hazırlıklara başladık. Yapacak o çok vardı ki,
kadar çalıştık
Tanyeri ağarırken İhtiyar göründü. KerVana yaklaşıp, yolcu-
hazır olduğumuzu anlayınca gülümsedi:
'Seni seçmekte yapmalluşım' hoşnudukla söylen-
di.
Adamlarırola vedalaşıp yola koyu1duk. Yüce dagları aşok,
geçideri geçtik, akşamları dağ yedik, gündüzleri
MAsAL MAsAL İÇtNDE

kızgın güneşte piştik. Tam yedi yedi gittik. Ye-


dinci günün sabahında yekpare bir kayadan oluşan kızıl bir
dağın kenarına varıp durduk.
ihtiyar devesini benimkinin yanına sürdü. Gözlerinin içi gü-
lerek:
'İşte geldik' dedi.
'Geldik mi?' diye sordum şaşkınlıkla. Ortalıkta taşınacak
yük göremiyordum.
'İşte burası' dedi ihtiyar elleriyle dagı göstererek.
mı diye alaycı sesle sordum.
'Hayır' dedi. (Da~ın içindekini.'
'Dağın içindekini mi?'
'Evet, bu dag bize kapılarını açacak, hazinesini sunacak:
Şaşkınlık içinde baktım ihtiyar'a. Yoksa adam deli miy-
di? Eger bir delinin aklına uyup da buralara kadar geldiysem
kendimi hiç bagışlamayacaknm. Ama İhtiyar kendinden emin
bir halde, deveyi dizleri üstüne çöktürüp yere indi. Dağa dog-
ru yaklaştı. Bir şeyler mınldandı. Kırmızı kayaya üç kez doku-
nup kez öptü. O güçlü bir titreme hissettim. 'Ey-
vah, deprem oluyor galiba!' diye söylendim. Sarsıntıyı devele-
rim hissetmiş olacaklar ürkerek birkaç adım geriye kaç-
tılar. Az kalsın bindiğim deveden yere yuvarlanacaktım. Ken-

122
Köradam 'ın Anlattıkları

dimi toparlayıp yeniden yaşlı döndüğümde şaşkınlık­


tan ağzlffi açık kaldı. ihtiyar'ın az önce dokunduğu yerde bir
geçit belirmişti. Yoksa bu adam bir büyücü müydü? Ona bak-
tığımı fark eden adam bana seslendi:
'Öyle şaşkın şaşkın duracağına, deveden İn de yanıma gel!'
dedi.
Dediğini yaptım. İhtiyar gözlerimin içine bakarak:
'Serveti kazanınamıza az kaldı' dedi. 'Artık sana düşüyor:
Söylediklerinden bir şey anlamamıştım.
'Ne demek istiyorsunuz?' diye sordum.
'Gördüğün gibi ben seni buraya getirdim, dağın içine giden
gizli geçidi açtım. Ama içeri giremem. Dağ bunu bana yasak-
lamıştır. Oraya ancak benden başka biri girebilir. İşte o kişi
. ,
sensın.

Korkmaya başlamıştım.
'İçerde ne var?' diye sordum.
'Büyük bir hazine ama .. .'
İhtiyar sustu. Sözlerini sürdürmeden önce dikkatle yüzü me
baktı.
'Ama .. .' yineledi m tedirginlilde.
'Hazineye ulaşmak o kadar kolay değil. Dag cesur insanları
sever. Bu yüzden içeri girecek olanı sınavdan geçirir. Bu sına-

123
lv1ASAL MAsAL İÇtNDE

vı başarırsan hazineye ulaşırsın.'


'Nasıl bir sınavmış bu?' diye sordum.
cesaret sınavı. İçeri girmez bir dehliz çıka~
cak önüne. Dehlizde türlü çeşit yaratıklar gözünü korkutmak,
seni geri döndürmek için yolunu gözlüyor. Onlardan korkma-
yacaksın. Hiçbiri sana zarar veremez. Yapabilecekleri tek şey
görüntüleriyle, sesleriyle seni ürküterek magaradan dışarı çı­
karmaya çalışmak. Onlara aldırmayacaksın. Ölümü aklından,
korkuyu yüreginden uzak tutup durmadan yürüyeceksin. Ge-
rekirse gözlerini kapa, kulaklarını tıka ama durmadan iler-
le. Beş yüz metre sonra dehliz bitecek, bir alana ulaşacaksın.
Alanın ak içinde yatan ölü göreceksin.
Ölüye yaklaş. Ölünün ayakucunda ve başucunda yedişer mum
yanıyoL Ayakucundaki yedi murnu başucuna, başucundaki
yedi mumu da ayakucuna koyacaksın. Sonra elini kefenİn içi-
ne sokup ölünün göbegine dogru uzatacaksın. Ölünün göbe-
ginde küçük kutu var. kutuyu hemen alacak'liLD. Kutu-
yu aldıgm anda ortalık aydınlanacak, bütün yaratıklar kaybo-
lacak. Ve dagın hazinesi ortaya çıkacak.'
Korkak biri sayılrnam ama İhtiyar'ın anlattıkları tüylerimi
diken diken etmişti.
'Başka türlü alamaz mıyız?' diye sordum korkuyla.

124
Köradam 'ın AnLıttıkLırı

çacaktım. Gözlerimi kapayınca hayalet kayboldu. Derin bir


soluk aldım. Ben de gözlerimi açmadan ilerledim. N asılolsa
İhtiyar'ın sözünü meydana beş adım sonra ulaşacak­
tım. Kör bir insan gibi ellerimle duvarlara tutunarak ilerleme-
ye başladım. Biraz yürümüştüm ki, yardım isteyen bir kadın
duydum. Ses cılızdı belli işitebiliyordum.
Merakla gözlerimi açtım. Az ilerde ayaklarından zincire bağ­
lanmış yaşlı bir kadın gördüm. Ellerini bana uzatmış, 'Ne olur
buradan çıkar' diye yalvarıyordu. Ona yaklaştım.
acmacak. hali vardı ki, bir an ne yapacagımı bilernedim. İh­
tiyar bana bu kadından hiç söz etmemişti. Kadını dışarı çıkar­
sam, sonra yeniden yoluma devam etsem, .. Hayır .. , Hayır ..
Böyle bir işe kalkışınamalıydım. Önce ölünün göbegindeki
kutuyu a1malıydım. Sonra bu kadıncagtzı kurtarırdım. Kadına
yaklaşıp:
'Biraz anacıgım, seni sonra kurtaracağım' dedim.
Yalvaran gözlerle yüzüme baktı:
'Dayanacak. halim kalmadı. Beni hemen kurtarmalısm.
çok geç olabilir'
'Bagışla, ama bunu yapamam. Biraz beklemelisin. Dayan, az
sonra geleceğim'
'Hayır, şimdi kurtarmalısın' ısrar Sesindeki
MASAL MAsAL İÇiNDE

ezikligin giderek kayboldugunu kadının öfkeleameye başladı­


j

gını hissettim.
<Üzgünüm ama bunu yapamam' dedim.
Kadın birden ayağa fırlayarak ellerini bana doğru U7.a.ttı, Tır­
naklarının hızla uzadıgın! gördüm. Demek bu da beni engel.
lemek için yapılan oyunlardan biriydi. Yine gözlerimi kapa-
Ama kadının korkunç çığtlığı kulaklarıında yankılanı­
yoıdu, Hemen işaretparmaklarımla kulaklarımı tıkadım. Or-
talık yine sakinleşiverdi. Gözlerim kapalı, kulaklanm tıkalı
yürümeye başladım. Yürüyüşürn biraı. yavaşlamıştl ama hiç
de~ilse hayaletlerle karşılaşmıyordum. Yüz metre kadar git-
miştim ki, ayağı m bir şeye takıldı. Geri çekilmeye çalıştım.
Ama kıpırdayamıyordum. Gözlerimi açmak zorunda kaldım.
Bir de baktım ki ne göreyim, kocaman bir yılan ayaklarıma sa-
rılmamış mı? Ayaklarımı kurtarmak istedim ama boşuna, yı·
lan o kadar güçlüydü ki, parmaklarımı bile kıpırdatamıyor­
dum. Artık gözlerim i kapamak, kulaklarımı tıkamak çö-
züm degildi. Panik içinde ba~ırmaya başladım. Sesimi duyan
ne kadar hortlak, cadı, gulyabani varsa hepsi ortaya çıktı. Kor-
kunç çıglıklar atarak çevremi sardılar. O anda bir fark et-
tim. Bu yaratıklar bana zarar veremiyor, yalnızca çevremde
uçuşup duruyorlardı. Ama yılan yürürnemi engellemeye hala

128
Köradam 'ın AnlattıklaN

ediyordu. Hordaklara önce kurtul-


malıydım. Ama nasıl? Eğer bunların tümü düş gücünün ürü-
nüyse, onları yok edebilirdİm. Düşüncelerimi toplayarak yıla­
nın varlığını yadsımaya çalıştım. Ama çevremde hayaletlerin
dolaşır, kulaklarımda sesleri bunu ba-
biraz Yeniden kapadım, kulaklarımı
tıkadım. 'Böyle bir yılan yok.. .' diye kendi kendimi ikna et-
meye çalıştım. Az sonra ayağımı oyanatabildiğimi fark ettim.
erçeKıcen de olmuştu. yenmiştim. Kendime
güvenim başladı. kulaklanından çek-
tim, gözlerimi açtım. Artık hortlakların varlıgı beni korkut-
muyor, hatta onların bedensiz çamaşırlar gibi havada öylece
asılı durmaları bana komik bile geliyordu. Adımlarımı hızlan-
yürümeyi sürdürdüm. da birlikte
Türlü gınp çıkarak engelle-
meye çalıştılar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar boşunaydı, artık
beni korkutamıyorlardı. Sonunda dehliz bitti, alana çıkrım.
On dört mumla aydınlanan ölü, ihtiyac' m söylediği gibi ala-
nın ortasında yatıyordu. yaklaştım. Bembeyaz bir
sarılmış tL Başucundaki mumu ayaku-
cundaki yedi mumu da başucuna koydum. Şimdi işin en zor
kısmına gelmiştim. Sağ elimi kefenin içine sokup ölünün gö-

129
MASAL İÇtNDE

begine doğru uzattım. Elim ölünün buz gibi soğuk tenine değ­
di. ürpeniyle irkildim. Ama vazgeçmedim. Başarıya ulaşma­
ma çok az kalmıştı. Elimi biraz daha uzatınca kutuya dokun-
dum. Hemen kutuyu aldım. Kutuyu alır almaz, o korkunç ya-
ratıklar yok oldu. Sanki mağaranın içine güneş doğmuş gibi
ortalık da nereden geliyor? .. '
reme baktım göreyim; altın, zümrüt
şit değerli L.4i)la.Lua.ı küçücük bir tepecik
manzara karşısında
turuldu. Demek yaşh adam
lemişti. Kendimi toparlayıp mağaradan dışarı çıktım. İhtiyar
geçidin ağzında merakla beni bekliyordu. Onu görür görmez:
'Başardım! Kuruyu aldım!' diyle sevinçle haykırdım.
ihtiyar soğukkanlılığını koruyordu:
'Aferin evlat' dedi. 'Başardm işte. O elindeki kuruyu bana
ver. İçerdeki hazineyi de deveIerin sırtına yükle.'
Kuruyu Develerin sırtından
kaptığım gibi içine daldım.
Hazineyi işi saatlerce sürdü.
kırkını da hazinenin büyük kısmı
deydi. Ama da olana~ı yoktu.
İhtiyar tatlı tatlı gülümseyerek yanıma geldi:

130
MASAL MAsAL İÇiNDE

'Evet' dedim. 'Benden istediğin hizmeti yerine getirdim. Ba-


na ne vereceksin?'
'Hakkın olanı alacaksın. bakalım ne istersin?'
Böyle konuşarak beni rahadatmıştı ama hala ne kadar İste­
yecegime karar vermiş değildim. Duraksadığımı anlayan yol
arkadaşım, benden davrandı:
'Bir deve yükü altın yeter
Ben yarısına bile razıydım.
'Yeter senden razı olsun' dedim,
'İyi o istediğin deveyi seç, üstündeki hazİne senindir.'
Sevinçten çılgına dönmüştüm. Ama o haldeyken bile küçük
kurnazlık yapmayı başardım. Kervanın en iri devesini
terdim.
'Al senin olsun. Altınları güle güle harca' dedi.
Artık bir adamdım. Kente dönmez bütün
veleri kendime kocaman bir yaptıracaktım.
lard~r özlemini çektiğim boııu~ içindeki yaşama nihayet kavu-
şacaktım, mola yerine ulaşıncaya uyum içinde
nan devemin sırtında birbirinden güzel düşler kurarak
geçirdim.
Molayı kalın gövdeli incir a~çlarıyla gölgelenen küçük
pınarın başında Devemden inerken, gözüm
Anlattıkum

nİm payıma düşen hazineye takıldı. N e kadar da çoktu.


'Bunların hepsi benim' diye söylendim.
Kendi kendime konuştu~umu fark eden ihtiyar muzipçe gü-
ıümsedi. İşte ne oıduys~ o anda oldu. Adamın gülümseyişi
onuruma dokundu. Sanki beni küçümsüyor gibiydi. Eee buna
da hakkı vardı yükü altın beni
çırmeye deve yükü altımn
'-''-',,,'-&&.

rak sogukkanlılıg;ını sürdürüyordu. Yaşlı


rede baktım. oldugu için bakışlarımı
medi. pınarın tadı suyuyta
Azık çıkınlanınızı açıp karmmız! doyurduk. Yeme~imizi bitir-
cligimizde İhtiyar'ın üzerine bir yorgunluk çökmüştü. Ha bire
esneyip duruyordu.
'Ben biraz kestireyim, sonra yola çıkarız' dedi.
'Olur' dedim. İçimden ona kızıyordum. Sanki burada baba-
sının kölesi vardı. O uyuyacak, ben de başında efendinin
uyanmasını öfkeyle kalkıp develerimin
rini de~iştirdim, tazeledim. Bir ara gözlerim,
devenin kaydı. Öteki otuz ....
UE'"'"... "

yükü yamnda düşen ne kadar da


tehlikeye ben yalnızca dagdaki
Ama ben ölümü, çıldıcmayı göze alarak hazineyi ele geçirmiş-

133
"nn,~nL. MASAL İÇİNDE

tim. 'Neden sanki bir deve yükü altın istedim?' diye kendime
kızmaya başladım. Benim hakkıma düşen çok dalıa fazla ol-
malıydı. Develerle işim bitince yeniden Ihtiyar' ın yanına gel-
dim. Bir çocuk gibi savunmasız, mışıl· mışı1 uyuyordu. Başu­
cuna b~ kurup oturdum. sabırla uyanmasını bekledim.
İhtiyar bir Beni başında " ....cı .. r
utançla gülUmsedi:
'Çok mu
'Yoo. o
Dogruldu, dikkatinden kaçmamıştı.
'Sende bir hal var? Ne oldu?' diye sordu.
'Daha ne olsun ... ' dedim. 'Sen beni kandırdm.'
'Kandırdım mı?' diye şaşkınlıkla söylendi.
'Kandırdm ya. Kırk deve yükü altmdan bana yalnızca bir de-
ve yükü altın verdin.'
İhtiyar anlayışla gülümsedi:
'Hay Allah' sevimli bir yaramazlık
bi. 'Düşündügün sen ne kadar istiyorsun?'
Aslında ne bilmiyordum ama sözcükler
Iiginden '"'''''''YIWl
'Ben on istiyorum' deyiverdim.
'Peki evlat' dedi. 'lstedigİn on deve yükü altın olsun. Seç is-

134
AnlattıktaN

Altıncı gece hiç uyumadan kurudaki hazineyi düşünerek bir


sa~a bir sola dönüp durdum. Sabah kalkar kalkmaz İhtiyar'ın
yakasına yapıştırn':
'Çabuk söyle bana, o kutuda ne var?'
'Sen ne gözü doymaz bir adammışsm. Aldıgm hazine seni
dünyanm en yapmaya yeter de artar.
riyorsun?' diye
Ama bende bırakacak göz yoktu:
'Sen bu v-,"",,,nn.u ... kandır. Söyle bakalım
kutuda?'
Yaşlı adam baktı niyetim ciddi, eger söylemezse gırdagını 5!-
ka~ım, 'Bırak yakamı' diye inledi. 'Bırak. Anlatacagırn.'
Bıraktım. İhtiyar derin derin soluk aldı. Nefretle yüzüme
bakarak kutuyu açtı. Kutunun içinde yeşil renkli bir tozdan
başka bir şey yoktu. Düş kırıklıgına u~ramıştım. Yaşlı adam
sa~ elinin işaretparmağını yeşil toz1a de~dirdi sonra bana yak-
laştı.
'Bu tozu yerin altını, dağların
ğu gibi görürsün. hiçbir hazine senden
dedi.
'Demek diye sevinçle
İhtiyar tozu sol gözüme sürdü. Önce gözümün içinde biı

137
MAsAL MAsAL İÇİNDE

ladım. Artık dönüş olmadığını biliyorum


açgözlü-
lüğün beni bir aptala dönüştürmesini bagışlayamıyorum" de-
mış.

Konuşacak söz kalmayınca uyku kendini hissettirmeye baş-


lamış. Vezjr Padişah o Köradam'm evinde kalmışlar.
Ertesİ sabah Kö radam:
"Birkaç gün daha burada kalın, konugum olun" diye ısrar
etmiş.
"Daha işimiz bitmedi" demiş Padişah. "Şapkacı'ya gidip öğ-
rendigimiz bütün öyküleri "
Sabahleyin Köradam' ın evinden ayrılmışlar. Kentin dışına
yeni çıkmışlar ki, ünkanm" demiş Vezİr. "Sizin oraya ka-
dar yorulmanıza gerek yok. Ben Şapkaet'ya gider verdiğimiz
sözü yerine "
Padişah Vezir'e sevgiyle bakınış:
"Sen çok zeki bir adamsın Vezir. Benim gibi akılsız bir pa-
dişalu bile eğitmesini bildin. Şapkacı' nın kentine ne sen gide-
ceksin, ne de ben. Oykülerini dinledigimiı bütün insanları sa-
raya çar;ıracağım. Danışmanun olmalarını isteyecegim."
lşittigi sözlerin anlamını tam çözemeyen Vezir soru dolu ba-
kışlarını Padişah'a çevıemiş.
"Yanlış duymadın" diye yinelemiş Padişah. "Danışmanım

140
Köradam 'ın Anlattıkları

olmalarını isteyeceğim. Biz insanların belle~i çok zayıftır.


gezi sırasında ögrendiklerimi unutmaktan, dinledigimiz öykü-
lerdeki yanlışlan korkarım. Bu yüzden
uyaracak danışmanlara gereksinimim oldugunu düşünüyo-
,.
rum. "
Padişah' ın bu düşüncesine de vermiş, Birlikte
rayın yolunu tutmuşlar, Bir gün bir gece yürümüşler, ertesi
bah saraya u1aşmışlar, Saray halkı onları büyük bir coşkuyla
karşılamış, Dönüşlerinin onuruna o gece büyük şölen
zenlenmiş, Padişah Vezir doya eglenmişler,
Ertesi gün Padişah çevresindeki dalkavukları saraydan kov-
duktan beş yazdırıp beş hazırlatmış,
hemen yola çıkartılarak Köradam'ın, Demirci'nin,
yumcu'nun, Müezzin'in ve Şapkacı'nın kentlerine yollanmış-

Aradan hafta geçmeden Köradam çıkagelmiş saraya.


Onu sırasıyla Demirei, Kuyumcu, Müezzin ve Şapkacı izle-
· Hepsi tamam olunca, Pad.işah onları başına toplamış:
"Sizin öyküleriniz bana çok ö~rerti" demiş. "Ögrendik-
lerime paha biçHemez, Ama ö~rendiklerimi unutmaktan, an-
lattığınız yan1ışlara düşmekten korkarım. Üstelik yapacağım
yanıışın cezasını ben çekmekle kalmam, ülkem
MASAL MAsAL İÇİNDE

bundan zarar görür. Bu yüzden sarayda kalıp benim danışma.


mm olmanızı istiyorum."
Konukları Padişah'ın bu sözleri karşısmda şaşkınlı~a dܧ'
müşler. Köradam söz almış:
"Bizim gibi aciz kulların sizin gibi kudretli bir hünkara ne
yararı olabilir ki?" diye sormuş boynunu bükerek.
"İster padişah olsun, ister yoksul bir köylü, insanoglunuıı
bazı davranışları var hiç degişmiyor" demiş Padişah. "Sizin
yaşadıklarınız bu davranışlara çok birer örnek. Mesela sen,
açgözlülüğün yüzünden gözlerini yitirdin; Demircİ paylaşma­
dıgı için önemli bir fırsatı kaçırdı; Kuyumcu ise har vurup
harman savurmanın. bedelini çok agır ödedi; Müezzin sabırsız­
lıgı yüzünden sevdigi kadından oldu; Şapkacı kıskançlıgı so-
nucu karısıyla oglunun ölümüne yol açtı. Sizler insano~ıunun
yapabilecegi yanlışların canlı birer kanıtısınız. Hep yanımda
kalmanızı, bana yol göstermenizi istiyorum."
Konuklar Padişah'm önerisini ilgiyle dinlemişler. Biraz dü-
şününce, bu öneti~ln onı~ı eski yaşamlarının yol açtl~l ki-
buslardan kurta'raea,k ·bjr ol~mak oldugunu anlamAşlar. Öteki
insanlara yardımda bul~narak çektikleri acılardan kurtulabile-
ceklerini dÜşünmüşler. 'Ve öneriyi benimsemişler.
O günden sonra Padiş~'ın ülkesine daha iyi yönetilmiş. Ya~

142
Köradam 'ın Anlanıklan

salardan sevgi, saygı ve adaleti dışlayan tüm maddeler çıkarıl­


mış. Hapishaneler kapanmış, bütün cezalar kaldırılmış. Gök-
yüzünden, denizden ve topraktan bereket akmaya başlamış.
Bahar görülmedik güzellikte renkler, kokularla açan yepyeni
çiçeklerle gelmiş, yaz güneşi ürünlerin tadına tat katmı§, son-
baharın hüzünlü yagmurları topragı nemlendirmiş, kışın ma-
vi karları ise doganın üstünü bereketle örterek onu bahara ha-
zırlamış.
Her sabah bolluk içınde gözlerini açan halk mutlu bir yaşam
sürmeye başlamış. Padişah'ı eskisinden daha çok sevmiş, ona
daha çok saygı göstermişler.

143
AHMETÜMİT
Masal Masal Içinde
/lydtnlık bir gökyüzü, parıltılı bir denizi, verimli
toprakları olan güzel mi güzel bir kent varmış.
Bu kenti genç bir Padifah yönetimıir Padişah
deyip geçmeyin, bizimki, öteki hükümdar/ara hiç
mi hiç benzemezmiş. Ne asık suratlı ne de savaş
meraklısıymış. Yalnızca halkının mutluluğ'unu iste}~
ülkesinin kalkınması için çabalar dururmuş.
Ama Padişahımız'ın küçük bir kusuru varmış. ))

Usta Kalemlerden Masallar dizisi, çocukları


Türkiye'nin en sevilen yazadarıyla tanıştırıyor.
Ahmet Ümit'in Masal Masal İçinde ve Olmayan
Ülke adlı iki kitabıyla başlayan diziyi, yediden
yetmişe herkes severek okuyacak.

ISBN 978-605-09-0049-1

9
iiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii!i
78605 0 900491

You might also like