You are on page 1of 357

Mehmet Sait ÇALKA

ISBN: 978-605-7890-34-4

Mehmet Sait ÇALKA


9 786057 890344
Klasik Türk Şiirinde

TUYUĞ
KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE TUYUĞ / Mehmet Sait ÇALKA
ISBN: 978-605-7890-34-4
Yayınevi Sertifika No: 11413
Birinci Baskı, 356 s. 23,5 cm x 16 cm
Kaynakça var, Dizin var.

Birinci Baskı : Kriter Yayınevi İstanbul 2019


Yayın Yönetmeni : Numan Ergül
Kapak Tasarımı : Gökçe Arifoğlu
Kapak Figürü (Otağ) : Henry Keene, Design For a Turkish Tent at Painshill Park,
England, c. 1760.
Mizampaj : Kriter Yayınevi
Baskı : Birlik Fotokopi Baskı Ozalit ve Büro Malzemeleri San. ve
Tic. Ltd. Şti. Yıldız Mahallesi Çırağan Cad. No: 51 Nolu
Mağaza Beşiktaş/ İstanbul Matbaa Sertifika no: 20179

© Kriter Yayinevi
Kriter Basım Yayın Dağıtım Film Müzik Reklamcılık Yapım Sanayi ve Tic. ve Ltd. Şti
Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir
yolla çoğaltılamaz.

İletişim
Kriter Yayınevi
Hobyar Mah. Ankara Cad. Güncer Han No: 17 Daire 306
Fatih / İSTANBUL
Tel: 0 212 527 31 89
info@kriteryayinevi.com

Mehmet Sait ÇALKA


Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi
calkamehmetsait@hotmail.com

ii
Klasik Türk Şiirinde

TUYUĞ
Mehmet Sait ÇALKA

Birinci Baskı
2019 – İstanbul

iii
iv
ÖN SÖZ

Klasik Türk Şiiri sahasında kullanılmış her bir nazım şeklinin elde bulunan
manzum hemen tüm eserlerin taranması suretiyle ayrı ayrı incelenip tarihsel
seyrinin ortaya konması, edebiyat tarihimizin bir bütün olarak değerlendirilmesi
açısından oldukça zaruridir. Daha önce tarafımızca yayınlanan “Divan Şiirinde Rubâî”
adlı çalışmanın yine ön sözünde belirtildiği gibi Divan şiirinde kullanılan her bir
nazım şeklinin ortaya çıkış serüvenini, biçimsel özelliğini, tarihi seyrini, dini ve
kültürel bağlantılarını inceleyip değerlendirmek edebiyat araştırmacıları için son
derece önem arz etmektedir. Altı yüz yıllık tarihi geçmişe sahip Klasik Türk şiirinin
asırları aşıp günümüze kadar gelen her bir nazım şeklini biçim ve muhteva
bakımından ayrı ayrı değerlendirerek ortaya çıkarmak, bu sahaya gönlünü ve
ömrünü vermiş birçok araştırmacının ortak arzusudur. Bu arzu neticesinde biz de bu
çalışmamızda, tamamen millî bir nazım şekli olarak kabul gören tuyuğ nazım şeklinin
biçimsel ve tarihsel serüvenini, tespit edilen yaklaşık 1500 tuyuğu da çalışmaya
katmak suretiyle ortaya koymaya çalıştık.
Tuyuğla ilgili bilimsel araştırmalar yapan bilim insanlarının başını şüphesiz
Fuad Köprülü çekmektedir. Köprülü’nün özellikle Yeni Mecmûa ve Türkiyat
Mecmûası’ndaki makaleleri, tuyuğun tarihsel serüveninin başlangıç noktasını yakala-
mak adına oldukça kayda değerdir. Fuad Köprülü’den sonra tarihsel sıraya göre Ali
Cânip Yöntem, Bayram Durubilmez, Ömer Zülfe, Rıfat Araz, Recai Kızıltunç, Xanım
Mırzəyeva, Nihat Öztoprak, Anakız Aysel Çoban, Bülent Şığva ve Yılmaz Top tuyuğ ile
ilgili çalışmamıza da yön veren irili ufaklı çok değerli çalışmalar yapmışlardır. Tuyuğ
nazım şekliyle alakalı günümüze kadar yapılan bu bilimsel çalışmalar incelendiğinde
bu nazım şeklinin sadece menşei, yapısı, divanlardaki bulunduğu yeri ile ilgili
problemleri ve yeni tespit edilen tuyuğların bilim âlemine sunulması gibi durumların
araştırma konusu olduğu görülmektedir. Yani millî bir nazım şekli olan tuyuğ ile
ilgili, görüldüğü ilk örneğinden itibaren, yapısal özelliklerinden tarihsel sürecine
kadar kapsamlı bir şekilde konu alan herhangi bir bilimsel çalışma yapılmamıştır.
İşte bu çalışmayla bu açığın kapanması ümit edilmiştir.
Şimdiye kadar ihmal edilmiş bir araştırma alanı olan tuyuğun özellikle klasik
Türk şiirindeki tarihi seyrini, anlam dünyasını, bu nazım şekliyle yazılan farklı
türleri, cinas kullanımındaki yönü dışında daha pek çok özelliklerini ortaya
koyduktan sonra tespit edilen tüm tuyuğları da ayrıca okuyucuya sunmak, bu
çalışmanın ana gayesi olmuştur.
“Klasik Türk Şiirinde Tuyuğ” adlı bu çalışma, divan şiirinde kaleme alınan ve
tespit edilebilen tüm tuyuğları kapsamaktadır. Çalışma, giriş kısmının yanı sıra üç
bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında, edebiyat kaynaklarında tuyuğ ile ilgili
yapılan mülahazalar değerlendirilmiş, ulaşılabilen klasik nazariyat kaynaklarımızda

v
tuyuğa dair tanımlamaların ne şekilde geçtiği ile ilgili bilgiler verilmiş, ardından
tuyuğun ortaya çıkışı ile ilgili Doğulu ve Batılı bilim adamlarının öne sürdükleri
teoriler hakkında izahatta bulunulmuştur.
Çalışmanın birinci bölümünde, klasik Türk şiirine ait yaklaşık 900 divanın
taranmasıyla elde edilen tuyuğların incelenmesi neticesinde, tuyuğun şekli ve kafi-
yesi, cinas durumu, mahlas kullanımı, tuyuğun diğer benzer nazım şekilleriyle olan
ilişkisi incelenmiş ve ulaşılan tespitler, tablolar ve grafiklerle de ortaya konmuştur.
Bu tespitlerin ardından tuyuğ nazım şekliyle kaleme alınmış olan edebî tarzlar ve
türler de çalışmaya dâhil edilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, tuyuğ nazım
şeklinin klasik Türk şiirindeki tarihsel gelişimi üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur.
14. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyıla kadar tuyuğda öne çıkan şairlerin söz konusu
tuyuğları kronolojik bir düzen takip edilerek değerlendirilmiştir. 19. yüzyıl sonrası
ve Cumhuriyet döneminde tuyuğun serüveni hakkında malumat verilen alt başlıkta
ise bu dönemde dikkate değer tuyuğ örneklerine sahip olan şairlerin tuyuğ özellikleri
verilmiş, diğer şairlerin ise sadece isimleri zikredilmekle yetinilmiştir. Çalışmanın
üçüncü ve son bölümünde, taranan divanlar neticesinde tespit edilen 1547 adet
tuyuğun tamamı okuyucuya sunulmuştur. Bu sayede tüm tuyuğları bir arada görme
fırsatı bulacak olan okuyucu ve araştırmacılarda tuyuğ ile ilgili yeni ufukların
açılması hedeflenmiştir.
Çalışmaya dâhil edilen tüm tuyuğların yazımında tez veya kitap olarak
yayımlanan neşirlerdeki yazımları esas tutulmuştur. Metinlerde transkripsiyon
işaretleri kullanılmamış; ancak ‫( ك ; ‘ =ع ; ’ = ء‬kâf-ı nûnî) = ñ; kapalı e = é ve uzun
vokallerin karşılıkları gösterilmiştir.
Klasik Türk şiirinde 14. asırdan 19. asrın sonuna kadar yazılan tuyuğların
tümünü mümkün olduğu kadar tespit etmeye ve incelemeye gayret ettiğimiz bu
çalışmamızda, ulaşamadığımız divanlar mutlaka bulunmaktadır. Araştırma sahasının
genişliği ve malzemenin çokluğu göz önüne alındığında bunun tabiî karşılanacağını
ümit ediyoruz. Tespit edilen tuyuğ sayısının yanında ulaşılamayan tuyuğların büyük
bir yekûn tutmayacağı ve çalışmamızın neticesini değiştirmeyeceği kanaatindeyiz. Bu
anlamda görme fırsatı bulamadığımız, gözümüzden kaçan divanlarda tuyuğların
bulunması hâlinde, söz konusu divanların naşirlerinin affına sığındığımızı da
belirtmek isteriz.
Son olarak bu çalışmamız esnasında kaynakların ve divanların temininde bize
yardımcı olan tüm meslektaşlarımıza ve başlangıcından bugüne değin ilim tahsili-
mizde üzerimizde hakkı olan tüm değerli hocalarımıza şükranlarımızı arz ederiz.

Mehmet Sait ÇALKA


2019

vi
İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ................................................................................................................................................................ Vİ

KISALTMALAR DİZİNİ .............................................................................................................................. Xİİ

GİRİŞ ...................................................................................................................................................................... 1
I. Edebiyat Kaynaklarında Tuyuğ İle İlgili Mülahazalar .............................................. 1
II. Azeri ve Çağatay Sahasında Tuyuğun Seyri ............................................................ 11
A. Azeri Edebiyatı.................................................................................................... 12
B. Çağatay Edebiyatı ............................................................................................... 13

BİRİNCİ BÖLÜM
NAZIM ŞEKLİ OLARAK TUYUĞ VE ÖZELLİKLERİ......................................................................... 17
1.1. Şekil Olarak Tuyuğ ................................................................................................. 17
1.1.1. Tuyuğlarda Kullanılan Vezin ve Kafiye ......................................................... 18
1.1.2. Tuyuğlarda Cinas........................................................................................... 28
1.1.3. Tuyuğlarda Mahlas ........................................................................................ 37
1.2. Tuyuğ’un Benzer Diğer Nazım Şekilleriyle İlişkisi ................................................ 38
1.2.1. Tuyuğun Rubâî, Kıt’â, Dü-beyt ve Nazm ile İlişkisi ....................................... 38
1.2.2. Tuyuğun Mani, Koşuk Tarhânî, Öleng ve Çenge ile İlişkisi ........................... 40
1.3. Tuyuğlarda Edebî Tarzlar ve Türler ...................................................................... 41
1.3.1. Edebî Tarzlar ................................................................................................. 43
1.3.1.2. Fahriye.............................................................................................. 45
1.3.1.3. Şikâyet-nâme .................................................................................... 46
1.3.2. Edebî Türler .................................................................................................. 58

İKİNCİ BÖLÜM
TÜRK EDEBİYATINDA TUYUĞ’UN TARİHSEL GELİŞİMİ .......................................................... 75
2.1. 14. YÜZYIL ............................................................................................................. 78
2.1.1. Alî ................................................................................................................ 79
2.1.2. Kadı Burhâneddin....................................................................................... 82
2.1.3. Seyyid Nesîmî ............................................................................................. 90
2.2. 15. YÜZYIL ........................................................................................................... 102
2.2.1. İvaz Paşa-zâde Atâî .................................................................................. 104

vii
2.2.2. Cihânşâh Hakîkî ........................................................................................ 105
2.2.3. Mevlânâ Lutfî ........................................................................................... 108
2.2.4. Eşrefoğlu Rûmî ........................................................................................ 113
2.2.5. Dede Ömer Rûşenî.................................................................................... 118
2.2.6. Ahmed-i Rıdvân ....................................................................................... 123
2.2.7. Ahmed Paşa ............................................................................................. 126
2.2.8. Ali Şîr Nevâyî ........................................................................................... 127
2.2.9. Şiban Han ................................................................................................. 130
2.3. 16. YÜZYIL ........................................................................................................... 132
2.3.1. Dukakinzâde Ahmet Bey .......................................................................... 133
2.3.2. Münîrî ........................................................................................................ 137
2.3.3. Antakyalı Kâsım Şeybânî .......................................................................... 139
2.3.4. Şah İsmâil Hatâyî ...................................................................................... 141
2.3.5. Bâbür Şah .................................................................................................. 143
2.3.6. Misâlî / Gül Baba ...................................................................................... 145
2.3.8. Muhîtî ........................................................................................................ 150
2.3.7. Arşî ............................................................................................................ 155
2.3.9. Fânî ........................................................................................................... 158
2.3.10. Pîrkâl ....................................................................................................... 161
2.3.11. Ca‘ferî ...................................................................................................... 162
2.4. 17. YÜZYIL ............................................................................................................ 164
2.4.1. Bahtî / Sultan I. Ahmed ............................................................................ 164
2.4.2. Fenâyî Cennet Mehmet Efendi ................................................................. 166
2.4.3. Mesîhî-i Tebrizî ......................................................................................... 168
2.5. 18. YÜZYIL ............................................................................................................ 170
2.5.1. Seyyid Mehmed Emîn ............................................................................... 171
2.5.2. Neccâr-zâde Şeyh Rızâ .............................................................................. 173
2.5.3. İbrâhim Nazîr/Nazîrâ ............................................................................... 176
2.5.4. Gurbî ......................................................................................................... 178
2.5.5. ‘Örfî Mahmûd Ağa ..................................................................................... 181
2.5. 19. YÜZYIL ............................................................................................................ 184
2.6.1. Mehmet Nebîl ............................................................................................ 185
2.6.2. Emirî / Ömer Han ..................................................................................... 186
2.6.3. Sûzî-i Sivasî ............................................................................................... 189
2.7. 19. YÜZYIL SONRASI ............................................................................................ 192

viii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YÜZYILLARA GÖRE TUYUĞ METİNLERİ........................................................................................ 195
14. Yüzıl ...................................................................................................................... 196
‘Alî.......................................................................................................................... 196
Kadı Burhâneddin ................................................................................................. 198
Nesîmî.................................................................................................................... 207
Hacı Akça Kindî ..................................................................................................... 231
Muhammed Timur Barga ...................................................................................... 231
15. Yüzyıl .................................................................................................................... 232
Sultan İskender Şirâzî ........................................................................................... 232
Gedâ’î .................................................................................................................... 233
Kâtib .…………………………………………………………………………………………………………………….233
Mîr Sa‘îd-i Kâbilî .................................................................................................... 233
Ebû Bekir Mirzâ..................................................................................................... 234
Cihanşâh Hakîkî .................................................................................................... 234
Kemal Ümmî .......................................................................................................... 236
Mevlânâ Lutfî......................................................................................................... 237
Eşrefoğlu Rûmî ...................................................................................................... 245
Dede Ömer Rûşenî ................................................................................................ 250
Ahmed-i Rıdvân .................................................................................................... 258
Ahmed Paşa ........................................................................................................... 261
Alî Şir Nevâyî ......................................................................................................... 262
Şiban Han .............................................................................................................. 263
Kansu Gavrî ........................................................................................................... 264
16. Yüzyıl .................................................................................................................... 265
Amrî…..………………………………………………………………………………………………………………….265
Dukakinzâde Ahmed Bey ...................................................................................... 266
Münîrî .................................................................................................................... 269
Antakyalı Kâsım Şeybânî ...................................................................................... 271
Şah İsmail Hatâî..................................................................................................... 275
Muhyiddîn Abdal ................................................................................................... 276
Bâbür Şah .............................................................................................................. 277
Lâmiî Çelebi ........................................................................................................... 278
İbrahim Gülşenî ..................................................................................................... 278
Mısâlî (Gül Baba) ................................................................................................... 279

ix
Livâyî ..................................................................................................................... 288
Sânî (Mevlânâ Efserî) ............................................................................................ 288
Hayâlî-i Gülşenî ..................................................................................................... 288
Şuhûdî .................................................................................................................... 289
Gedizli Kabûlî ........................................................................................................ 289
Muhîtî .................................................................................................................... 290
Arşî .. ......................................................................................................................................................... 295
Fânî …………………………………………………………………………………………………………...297
Pîrkâl ..................................................................................................................... 298
Ca‘Ferî .................................................................................................................... 300
Medhî ..................................................................................................................... 301
17. Yüzyıl ..................................................................................................................... 302
Bahtî (Sultan I. Ahmed) ......................................................................................... 302
Şeyhülislâm Yahyâ................................................................................................. 303
Fenâyî Cennet Mehmet Efendi .............................................................................. 303
İsmîl Habîbî Efendi ................................................................................................ 303
Ünsî Hasan ............................................................................................................. 304
Mesîhî-i Tebrizî ..................................................................................................... 304
Sofyalı Râsih .......................................................................................................... 305
18. Yüzyıl ..................................................................................................................... 306
Seyyıd Mehmed Emîn ............................................................................................ 306
Hasan Sezâyî ......................................................................................................... 308
Neccâr-Zâde Şeyh Rızâ .......................................................................................... 309
İbrâhim Nazîr/Nazîrâ............................................................................................ 310
Gurbî ..................................................................................................................... 313
Hakim Mehmed Emin ............................................................................................ 315
Ağazâde ‘Örfî ......................................................................................................... 315
Şeyh Gâlib .............................................................................................................. 316
Ebubekir Celâlî ...................................................................................................... 316
Fasîhî ..................................................................................................................... 317
19. Yüzyıl ..................................................................................................................... 318
Köstendilli Süleyman Şeyhî ................................................................................... 318
Mehmet Nebîl ........................................................................................................ 318
Emîrî (Ömer Han).................................................................................................. 319
Sûzî-i Sıvasî ............................................................................................................ 321

x
İbret Mehmet Efendi ............................................................................................. 322
Leylâ Hanım .......................................................................................................... 323
Celâl (Mahmud Celaleddin Paşa) .......................................................................... 323

SONUÇ............................................................................................................................................................. 325

KAYNAKÇA ................................................................................................................................................... 329

KİŞİ ADLARI DİZİNİ ................................................................................................................................. 340

xi
KISALTMALAR DİZİNİ

a. yer. : Aynı yer


a.g.e. : Adı geçen eser
AKM : Atatürk Kültür Merkezi
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt
Çev. : Çeviren
DİA : Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
G. : Gazel
haz. : Hazırlayan
ö. : Ölüm tarihi
s. : Sayfa
S. : Sayı
T. : Tuyuğ
t.y. : Tarih yok
TDK : Türk Dil Kurumu
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

xii
GİRİŞ

I. Edebiyat Kaynaklarında Tuyuğ İle İlgili Mülahazalar


Daha çok Çağatay ve Azeri lehçelerinde kullanılan bir kelime olan tuyuğ
“tuy+(u)g”, köken bilgisi sözlüklerinde duymak, hissetmek anlamındaki <tuy-
fiilinden türemiş bir kelime olduğu zikredilmektedir. 1 Kaynaklarda tuyuğ, tuyuk,
duyug, toyık, toyuk ve tuyuğ olarak da geçen bu kelime,2 anlam bakımından “kapalı,
gizli, imalı, cinaslı söz söyleme, şarkı söyleme; şiir, şarkı ve türkü” anlamlarına
gelmektedir.3 Altay Türkçesinde ise tuyuğ “engel, tıkaç” anlamında kullanılmıştır. 4 Bu
anlamların yanı sıra Ahmet Talat Onay, bu kelimenin “idrak” manasını da taşıdığını
dile getirmiştir.5 Fuad Köprülü ise Samoyloviç’ten şifahi olarak naklettiği görüşe göre
tuyuğun şöyle bir anlam serüveni bulunmaktadır:
“Yakut lehçesinde bugün bile tuyuğ değil, fakat toyug kelimesi,
rûhânîlerin birtakım âyinlerinde okudukları dînî manzumeler mânâsında
mevcut imiş. Düğün mânâsına gelen toy; rûhânî mânâsına gelen toyın, toyun
kelimeleriyle bağlı gibi görünen bu toyug kelimesi, öyle zannediyorum ki dînî
menşeden gelen en eski Türk şiirine verilen çok eski bir isim olacaktır.”6

Edebî bir terim olarak tuyuğ, aruzun fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbıyla yazılıp
daha çok a a x a düzeninde cinaslı kafiyelenen ve rubâî gibi, bir düşüncenin, bir
hikmetin zikredildiği, az sözle mühim fikirlerin anlatılmasına dayalı dört mısralı millî
bir nazım şekli olarak tanımlanmıştır.7 Türk Dil Kurumu’nun hazırlamış olduğu

1 Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1973, s. 37; Halil Erdoğan
Cengiz, “Divan Şiirinde Musammatlar”, Türk Dili Dergisi, Türk Şiiri Özel Sayısı II, 1986, s. 421;
Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergah Yayınları, 1999,
s. 80-83; Tuncer Gülensoy, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü,
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011, s. 940.
2 Cengiz, “Divan Şiirinde Musammatlar”, s. 421.
3 Cem Dilçin, Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1983, s. 215; Cemal
Kurnaz, Halil Çeltik, Divan Şiiri Şekil Bilgisi, (2. baskı), İstanbul: H Yayınları, 2011, s. 101.
4 Figen Dilek, “Göktürk Bengü Taşlarından Günümüz Altay Türkçesine Ulaşan Kelimeler”,
Sibirya Araştırmaları, İstanbul: Simurg Yayınları, 1997, s. 143.
5 Ahmet Talat Onay, Türk Şiirlerinin Vezni, (haz. Cemal Kurnaz), Ankara: Akçağ Yayınları,
1996, s. 163-64.
6 M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, (2. baskı), Ankara: Akçağ Yayınları, 2004, s. 209.
7 İsmail Habib, Edebiyat Bilgileri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1942, s. 130; Nihat Sami Banarlı,
Edebî Bilgiler, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1944, s. 90; Hikmet İlaydın, Türk Edebiyatında

1
Türkçe sözlükte tuyuğ, “Mâni biçiminde aruzla yazılmış manzume”1 olarak
zikredilmekle birlikte hemen tüm kaynaklarda bu nazım şeklinin millî bir nazım şekli
olduğuna dair bir ittifak söz konusudur; zira bu nazım şekline Arap ve Fars
edebiyatlarında rastlanmamaktadır.2
Başta Şeyh Ahmed Tarazî’nin kaleme aldığı Fünûnü’l-Belâga (1436-1437) adlı
yeni tespit edilen eseri ile Ali Şîr Nevâyî’nin Mizânü’l-evzân (1492’den sonra) ve
Bâbür Şah’ın Aruz Risalesi (1525’den sonra) olmak üzere klasik dönem belâgat
kitaplarından başlayarak Cumhuriyet Dönemi nazariyat diye tabir edebileceğimiz
çeşitli kaynaklarda tuyuğ nazım şeklinin az çok kendine yer bulduğuna şahit
olunmaktadır. Tarama imkânı bulabildiğimiz kaynaklarda, edebî bir terim olarak
tuyuğla alakalı bilgi vermeye çalışan edebiyat araştırmacılarının bu nazım şeklinin
özellikleri ile ilgili bilgi verirken birbirlerinden çok fazla ayrılmadığına şahit
olunmaktadır. Söz konusu bu tanımlamaları şu şekilde paylaşabiliriz:
Fuad Köprülü ve diğer bazı araştırmacılar tarafından tuyuğ ile ilgili ilk
bilgilerin Ali Şîr Nevâyî ve Bâbür Şah tarafından verildiği zikredilse de yakın
zamanda yapılan yeni çalışmalar, bunun daha da eskiye götürülebileceğini
göstermektedir. Öyle ki yapılan yeni araştırmalarda, 15. asırda Kazak bölgesinin
Taraz şehrinde yaşayan Şeyh Ahmed ibn Hudaydad Tarazî’nin kaleme aldığı
Fünûnü’l-Belâga adlı eserinde tuyuğ ile ilgili daha eski bilgilerin varlığı tespit
edilmiştir. 1436-1437 yıllarında, yani Ali Şîr Nevâyî’nin Mizânü’l-evzân adlı
eserinden yaklaşık 60 yıl önce kaleme alınan bu eser, önce Kazak Türkolog İslam
Jemeney tarafından Kiril alfabesiyle Kazakistan’da yayınlanmış,3 ardından Metin
Hakverdioğlu ile ortak çalışmayla Türkiye’de bilim âlemine tanıtılmıştır.4
Fünûnü’l-Belâga‘da Şeyh Ahmed Tarazî, nazım şekillerinden kaside, gazel,
kıt’a, rubâî, mesnevi, terci-i bend, musammat ve ferdlerin yanı sıra tuyuğ nazım
şeklinden de bahsetmiş ve diğer nazım şekilleri gibi tuyuğ örneklerine de yer
vermiştir. Eserde en dikkate değer olan şey, tuyuğa “tuyuğ” kelimesinin yanı sıra

Nazım, İstanbul: İnklab ve Aka Kitabevi, 1964, s. 112; Tahir Üzgör, Edebiyat Bilgileri,
İstanbul: Veli Yayınları, 1983, s. 251; Cengiz, “Divan Şiirinde Musammatlar”, s. 421; İsmail
Parlatır, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Yargı Yayınları, 2006, s. 1735; Muammer Yalçın,
Türk Edebiyatında Nazım ve Nesir, Konya: Çizgi Kitabevi, 2008, s. 104; Mehmet Aça, Haluk
Gökalp, İsa Kocakaplan, Başlangıcından Günümüze Türk Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi,
İstanbul: Kriter Yayınları, 2009, s. 216; M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-
Kafiye, (4. baskı), İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2011, s. 99; Nihat Öztoprak, “Tuyuğ”, DİA,
İstanbul, 2012, C. 41, s. 150.
1 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük 1-2, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1998, C.2, s. 2261.
2 Onay, Türk Şiirlerinin Vezni, s. 164; Yalçın, Türk Edebiyatında Nazım ve Nesir, s. 104.
3 İslam Jemeney, Şeyh Ahmed Tarazî-Söz Sanatı Fünûnü’l-Belâga, Almatı, Kazakistan, 2013.
4 Metin Hakverdioğlu, İslam Jemeney, “Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma (Şeyh Ahmed
İbn-i Hudaydad Tarazî- Fünûnü’l-Belâga)”, Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 5
(2015), s. 104.

2
“Türkî” isimlendirmesini de vermesidir. Tuyuğ/Türkî örneklerini Hacı Akça Kindî ve
Muhammed Timur Barga adlı şairlerden veren Şeyh Ahmed Tarazî’nin seçtiği
örneklere bakıldığında söz konusu bu örneklerin tuyuğun özelliklerine sahip
olduklarına şahit olunmaktadır:
Ger hevâ-yı vasl-ı dilber dârıdır
Yolda dikmişler muhabbet darıdır
Sen eger çün ‘âşık-ı sâdık iseñ
Bu muhabbet dârını bir dârı dir
(Muhammed Timur Barga)1

Birgil ey sîmîn-zakan iliñ man͡ga


Niçe yaşı bolgasın eyleng man͡ga
Derdin͡giz dermân-ı cânımdur menin͡g
Sağınurlar bilmegen atın͡g man͡ga
(Hacı Akça Kindî)2

Şeyh Ahmed Tarazî’nin Fünûnü’l-Belâga adlı eserinden yaklaşık 60 yıl sonra


Ali Şîr Nevâyî, Mizânü’l-evzân adlı eserinde medîd bahri hakkında bilgi verirken Türk
şairlerince ve özellikle de Çağatay şairleri arasında meclislerde yaygın olarak
söylenen ve aruzun fâ‘ilâtün fâi‘lâtün fâ‘ilün kalıbındaki şarkılara “tuyuğ” denildiğini,
iki beyitten oluşan bir nazım şekli olduğunu ve özellikle de cinaslı kafiye
kullanılmasına özen gösterilerek kaleme alındığını ifade etmiş ve böylece tuyuğda
olması gereken tüm özellikleri eserinde açıkça dile getirmiştir:
“Türk ulusı be-tahsîs Çağatay halkı ara şâyi‘ evzân kim sürûdlarına ol
vezinler bile yasap mecâlisde ayturlar, birisi ‘Tuyuğ’dur kim ikki beyitka
mukarrerdür ve sa‘y kılurlar kim tecnis aytılgay ve ol vezn remel-i müseddes-i
maksûrdur mundak kim:

Yâ Rab ol şehd ü şeker yâ leb durur


Yâ meger şehd ü şeker yalap durur
Cânıma peyveste nâvek atkalı
Gamze okın kaşıga yalap durur” 3
Yine Ali Şîr Nevâyî, yaşadığı dönemin şairlerinin Türkçeyi bırakarak şiirlerini
Farsça ve Arapça ile yazmalarına engel olmak maksadının yanı sıra onları Türk dili
ile yazmalarına teşvik etmek için kaleme aldığı ve Türk dilinin bu iki dilden üstün
olduğunu ispatlamaya çalıştığı Muhâkemetü’l-lügateyn adlı eserinde de tuyuğun millî
bir nazım şekli olduğunu vurgulamış ve cinasla söylendiğine dikkatleri çekmiştir:

1 Jemeney, Fünûnü’l-Belâga, s. 39.


2 a.yer.
3 Kemal Eraslan, Ali Şir Nevâyî Mîzânü’l-Evzân, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1993, s. 58,

115.

3
“Bu tecnîsde mundak diyilipdür kim

Nazm

Çün perî vü hûrdur atıng bigim


Sür’at içre dîv irir atıng bigim
Her hadengi kim ulus andın kaçar
Nâ-tuvân cânım sarı atıng bigim
Ve bu ikki beyt ki tecnîs-i tâmdur. Hem Türk şu‘arâsı hâssasıdur ki
Sartda yokdur ve munı tuyuğ dirler ve munung ta‘rîfin Mizânü’l-evzân atlığ
‘arûz ki bitilipdür, anda kılılıpdur.”1

Ali Şîr Nevâyî’nin Mizânü’l-evzân ve Muhâkemetü’l-lügateyn adlı eserlerinden


sonra tuyuğla ilgili bilgi veren bir diğer eser, Bâbür Şah’ın Aruz Risâlesi’dir. Bu eser,
kendinden önce Ali Şîr Nevâyî’nin aruz ve kaidelerine dair yazdığı eseri yeterli
görmemekten gelen bir ihtiyaçla ondan 35 sene sonra aynı konuda ortaya koyduğu
bir çalışmadır. Bâbür Şah bu eserinde, Nevâyî’nin Mîzânü’l-evzân’ını birçok bakımdan
yetersiz ve kusurlu bulduğunu açıkça zikretmiştir. Mîzânü’l-evzân’ının tenkit
edilecek taraflarının çok olduğunu, Nevâyî’nin rubâî nazım şekli dâhil bazı bahirlerin
vezinlerinde yanıldığını belirten Bâbür Şah, böylece eserini kaleme almaktaki
hareket noktasını da açıklığa kavuşturmuştur.2 Bâbür Şah’a göre tuyuğ, Fars
edebiyatındaki rubâîye bedeldir. Ona göre genelde a a x a olan tuyuğ kafiyesinin her
üç kafiyeli mısraında cinas bulunur ve şu özelliklere sahip olabilmektedir:

- 1., 2. ve 3. mısraları kafiyeli olur.


- 2. ve 4. mısraları kafiyeli ve cinaslı, 1. ve 3. mısraları serbest olabilir.
- 1. ve 2. mısraları kafiyeli ve cinassız olabilir.
- Her dört mısra kafiyeli ve cinaslı olabilir.
- 1., 2. ve 4. mısraların rediflerinde cinas bulunabilir.
- 1., 2. ve 4. mısraların kafiyelerinde cinas bulunabilir.
“Nicük kim Acem şuarası rubâî veznine haddi muayyen mukarrer
kılıpdurlar, Tür füsehâsı hem bu vezinge haddi muayyen mukarrer kılıp iki
beyit aytıbdurlar, Tuyuğ’ka mevsumdur. Bu vezinler Moğol hanları bile Türk
salâtîning mecâliside Tuyuğ’nın köp iştihârı bar ikandur. Her kişiye ayak
devri yitganda münâsib-i hâl Tuyuğ’nı taksim kılıb yırlar ikandur Tuyuğ nice
nevidür, bir ol kim her üç kafiyede tecnis riâyet kılurlar. (…) Yene bir ol kim
kıt’a dik burungu beyitning evvelgi mısrada kafiye riayet kılmay beyitlarnıng
kafiyesinde tecnis kiltürürler. (…) Yene bir ol kim tecnis riâyet kılay üç kafiye
bile ayturlar. (…) Yene bir ol kim tecnis riâyet kılmay iki kafiye bilür bile

1 F. Sema Barutçu Özönder, Alî Şîr Nevâyî Muhâkemetü’l-Lugateyn İki Dilin Muhakemesi, (2.
baskı), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011, s. 174.
2 Ömer Faruk Akün, “Bâbür”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1991, C. 4, s. 396.

4
ayturla. (…) Tuyuğda yene bir nice nevi hatırga yitibdür kim hiç herde
görülmaydür. Bir ol kim her tört kafiyede tecnis riâyet kılıbdur. (…) Yene bir
ol kim üç yerde tecnis redif özünde bulunubdur tecnisdin yukarıdağı kafiye
riâyet kılınıbdur. (…) Yine bir ol kim tecnisdin burun üç yerde hacib riâyet
kılınıbdur. (…)”1

Yukarıda belirtilen tariflerden anlaşıldığı kadarıyla Bâbür Şah, tuyuğla ilgili


herhangi kesin bir hükme vardığını söylemek mümkün değildir.
15. yüzyılda Sehi Bey Tezkiresi’nde geçen aşağıdaki ifadelerden ise bu yüzyılın
Anadolu şairleri arasında tuyuğun hafife alındığının ifade edilmesi ve gazelde
kabiliyetsiz kişilerin tuyuğ şairi olarak nitelendirilmesi oldukça dikkat çekicidir. Öyle
ki Sehî Bey, I. Selim devri şairlerinden Dahlî mahlasını kullanan Zeynel Paşa’dan
bahsettiği maddede Sehî’nin kaleme aldığı gazelin makta beytini ve buna Dahlî’nin
yazdığı cevabı naklederken niteliksiz şiirleri tuyuğa benzettiği görülmektedir:
“Bu fakirden bir gazel sâdır oldı ve tesâdüfen makta’ u beyt-i makta
ittifak bu nev’e düşdi:
Bülbül sadâsı gibi şi‘r-i Sehî güzeldir
Eş’âr-ı gayrlar he ana göre tuyuğdur
Anlar dahi bu beyitle cevap buyurmışlar, ol beyit budur:

Fesâne-i cünûnum destân olup okunsun


Hengâme-i belâda şi‘r-i Sehî tuyuğdur” 2

15. yüzyıl şairlerinden Yusuf Hakîkî (ö. 1486-87)’ye ait manzumenin bir
beytinden ise tuyuğun bozkırlarda söylenen türkü, şarkı anlamında da kullanıldığı
anlaşılmaktadır:
Ma’nî cemâline gözi tuş olmayanlar bu sözi
Türkün yabanda çağırup eyitdügi tuyuğlar sanur 3

Klasik dönem kaynaklarında tuyuğ hakkında elde ettiğimiz bu tespitlerin


dışında herhangi bir malumat bulunmazken Cumhuriyet döneminin hemen
öncesinde tuyuğ ile ilgili fikir beyan eden araştırmacılar ortaya çıkmıştır. Söz konusu
bu araştırmacılardan biri, İsmail Habip Sevük’ün Adana’da çıkarmış olduğu Adana
Mıntıkası Maarif Mecmuası’nda “Halk Bilgileri” başlıklı bir makale yayımlayan Ali Rıza
adlı bir araştırmacıdır. Ali Rıza’ya göre “şiir” kelimesi Türkçe değildir ve Türk
kimliğini yansıtamamaktadır. Bundan dolayı bu kelimenin yerine “Duyuk”
kelimesinin kullanılması gerekmektedir:

1 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 183-85.


2 Mustafa İsen, Sehi Bey Tezkiresi Heşt-Behişt, Ankara: Akçağ Yayınları, 1998, s. 69.
3 Erdoğan Boz, Hakîkî Yusuf- Hakîkî Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı e-Kitap Yayını, t.y., s. 317.

G.181/2.

5
“Bugün Anadolu’nun bazı yerlerinde -bilhassa muhitimizde- millî
harsımızı bütün güzelliği ve gençliği ile yaşatan birçok “aşiretler” vardır.
Bunların içinde: İlbeyli, Tacirli gibi zümreler, türkülerinin en meşhur
olanlarının ismine “duyuk” tesmiye etmektedirler. Şu halde: (Şiir)in Türkçe
ismi “duyuk”tur.
(…)
“Bütün bunlara rağmen (duyuk) kelimesi dururken ve böyle güzel bir
kelimemiz varken ve şiirden daha çok geniş bir mana yaşatırken sevimli
yazılarımıza şiir demekte ısrar etmek için bir sebep araştırmak abestir
zannederim.”1

“Duyuk” kelimesinin Anadolu’daki işlevi üzerinde epey malumat veren Ali


Rıza, netice olarak “şiir” yerine bu kelimenin kullanılması gerektiğini ifade etmesi
oldukça kayda değerdir.
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, Fuad Köprülü başta olmak üzere birçok
araştırmacının millî bir nazım şekli olan tuyuğ hakkında görüş bildirdiği
görülmektedir. Özellikle Fuad Köprülü, önce Yeni Mecmûa’da2 daha sonrasında ise
Türkiyat Mecmûası’nda3 yayımladığı makalelerinde bu nazım şeklinin ismi, şekli ve
özellikleri ile ilgili son derece değerli bilgiler vermiştir.
Fuad Köprülü, bu makalelerinde tuyuğun menşei hakkında geniş bilgi vererek
onun Türk ve İran halk edebiyatındaki çeşitli unsurların imtizacından teşekkül ettiği
ve millî bir kimliğe büründüğünü dile getirmiştir. Yeni Mecmûa’da tuyuğun sırf
Türklere mahsus bir nazım şekli olduğunu iddia eden Köprülü, bu nazım şeklini Oğuz
Türklerinin bir mahsulü olarak kabul eder. Yine Fuad Köprülü, Türkiyat
mecmuasının ikinci cildinde tuyuğ hakkındaki geniş makalesinde ise öncelikle bu
nazım şekli hakkında o güne kadar Kadı Burhanettin’in, Ali Şîr Nevâyî’nin ve Bâbür
Şah’ın üzerinde Batılı bilim adamlarının yaptıkları çalışmalarda dile getirdikleri
düşünceleri derleyerek tuyuğ hakkında fikirlerini beyan etmiştir. Özellikle Rus
müsteşrik Samoyloviç’ten naklen verdiği bilgilere göre Türk edebiyatındaki tuyuğun
ortaya çıkış serüveni dört maddeyle şöylecedir:
1. Tuyuğ başlangıçta dört mısralı ve imalı bir halk türküsüydü.
2. Sonra İran rubâîlerinden başka şekilde, dört mısralı bir şekilde
edebiyatımıza girdi ve on bir heceli Türk vezni zamanla Arap-Farsların
veznine ve sonunda da remel-i müseddesi maksûra yani “fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün”e yaklaştırıldı.

1 Ali Rıza, “Halk Bilgileri”, Adana Mıntıkası Maarif Mecmuası, S. 3 (1928), s. 7.


2 Fuad Köprülü, “Tuyuğ Şekli”, Yeni Mecmûa, S. 78 (1923), s. 262-64.
3 Köprülüzade Mehmet Fuad, “Klasik Türk Edebiyatındaki Hususi Nazım Şekilleri: Tuyuğ”,

Türkiyat, C. 2 (1926).

6
3. Sonra imalar kaldırıldı veya Arap-Farsların kullandığı cinaslara
dönüştü.
4. Sonunda cinasa sahip olmakla birlikte şekil ve vezin itibariyle Fars
rubâîlerine benzer bir şekil aldı.1

Batılı müsteşrikler arasında Tuyuğ hakkında en keskin ifadeleri ise İskoç


doğubilimci E. J. Wilkinson Gibb kullanmıştır. Osmanlı Şiir Tarihi adlı eserinde tuyuğa
bahis açan Gibb,2 bu nazım şeklinin Osmanlı şairlerince pek kullanılmayan bir nazım
şekli olduğunu iddia etmiştir ki bu ifadeleri Anadolu’da klasik üslupla şiir kaleme
alan tüm şairlerin divanlarını tetkike gitmeden verilmiş peşin bir hüküm olarak
kayda geçmiştir. Zira bu ifadeleri Gibb’in sadece Kadı Burhâneddin’in tuyuğlarını
tetkik ederek ifade ettiğini Fuad Köprülü de beyan etmiştir.3 Öyle ki Gibb’in bu
ifadelerinin peşin hükümlü ve temelsiz olduğu tuyuğun tarihi seyrini ortaya
koyduğumuz bölümden de anlaşılmaktadır. Gibb’in söz konusu ifadeleri şöyledir:
“Kafiyelenişi rubâîye çok benzeyen ancak ölçüsü tamamen farklı olan
millî bir nazım şekli de vardır. Doğu-Türk edebiyatında işlenen bu nazım
şekline duyuğ veya tuyuk adı verilmektedir. Osmanlı şairlerince pek itibar
edilmeyen bu şekil, halk edebiyatı nazım şekillerinden mâni ve rubâînin
birleşiminden ortaya çıkmış melez bir türdür denilebilir.” 4

Batılı müsteşriklerin önde gelen şahsiyetlerden Gibb’in bu yöndeki tespitlerini


de göz önünde bulundurarak Türk halk edebiyatının asli nazım şekillerinin
dörtlüklerden oluştuğunu ve bunların başını da maninin çektiğini ifade eden
Köprülü, tuyuğ nazım şeklinin de dörtlükten ibaret oluşunu, millî oluşunun en
önemli delili olarak saymıştır. Arap ve İran şiirinin nazım biriminin beyit olduğunu
belirten Köprülü’ye göre tuyuğların dörtlüklerden oluşması onu Türk halk nazım
şekillerinden mâni ve koşmalara yaklaştırmaktadır:
“Halk edebiyatımızın “mani, türkü, varsağı, koşma, deyiş, kayabaşı,
destan” kabilinden orijinal şekillerini tetkik edecek olursak, eski Türk
nazmının vahid-i kıyasisini- Arap ve Farslarda olduğu gibi iki mısradan
mürekkep beyitte değil- dört mısradan terekküp eden manide buluruz. Mesela
bizim nokta-i nazarımıza göre Türk nazmının en eski nazım şekli, hala bugün
bile mâni namını verdimiz dört mısradan mürekkep kıtalardır. Muahhar
devirlerde bu maniler birleşerek türkü ve koşmaları, sagu: mersiye ve
destanları vücuda getirmiştir. Mamafih, bu muahhar tekâmül devresinin bile

1 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 187.


2 E. J. Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi (History of Ottoman Poetry), Ankara: Akçağ Yayınları,
1999, C. I-II, s 73.
3 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 186.

4 Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi (History of Ottoman Poetry), C. I-II, s. 73.

7
herhalde Türklerin İslamiyet’i kabulünden evvelki zamanlarına ircaı lazım
geldiğini de belirtelim.” 1

Türk halk edebiyatındaki şiirlerin esas unsurunun dörtlük olduğunu belirten


Köprülü’ye göre Türkler, İslamiyet’ten sonra özellikle 13. asırda Arap ve İranlılarla
temas ettiklerinde dörtlüklerle yazılıp besteyle okunan ve Fehleviyât/Pehleviyât adı
verilen nazım şekliyle temas hâlinde oldukları bu şeklin özellikle Irak Türkleri
tarafından benimsenip yaygınlaştığını ve tuyuğ nazım şeklinin meydana gelmesinin
zeminini oluşturduğunu dile getirir. Yine Fuad Köprülü’ye göre tuyuğ nazım şeklinin
en önemli hususiyeti ise veznidir. Bu nazım şeklinin esasen Türk halk edebiyatında
11 heceli olduğunu belirten Köprülü’ye göre Türkler İranlılarla temas edince tuyuğ
nazım şeklini onlar gibi şiir söyleyebilmek için tuyuğu 11’li hece ölçüsüne tekabül
eden fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilât kalıbına uygun bir hale getirmişlerdir:
“Miladi 11. asır esnasında Oğuz Türkleri Hazar Denizi’nin cenubundan
geçerek İran, Azerbaycan, Arran, Irak, Şarkî Anadolu sahalarına gelip
yerleştikleri zaman, tabiatıyla oralardaki halk ile ihtilat ettiler. Bilhassa İranî
unsurların kesretle bulundukları mıntıkalarda onlarla münasebetleri günden
güne ziyadeleşti. Oğuz Türklerinin İranlılarla daha İslamiyet’ten evvel olan
münasebetleri, İslamiyet’in de tesiri altında, böyle arttıkça, kültür itibariyle,
her iki millet de mütekabil birtakım tesirler altında kaldılar. İşte bu asırlarda
İran’ın merkez ve Hazar sahili mıntıkalarında bulunan halk, İranlıların
umumi edebiyat lisanı olan Farisî’den ayrı bir lehçeye maliktiler- ki, CI. Huart
buna Müslüman Pehlevisi namını vermektedir (Journal Asiatique, 1910, c. XVI,
s.372)- ve bu lehçe ile “Fehleviyat: Pehleviyat” namı altında birtakım rubâîler
yazarak bunları Avramanî denilen hususi bir beste ile okumakta idiler. İşte
miladi XIII asır başlarında, bu Fehleviyat’ın Irak halkı arasında pek ziyade
yayılmış olup hatta diğer şiir nevilerine takaddüm ettiğini de biliyoruz.
Bunlar “bahr-ı müşakil-i müseddes-i mahzuf’tan yani “fâ‘ilâtün mefâ‘ilün
fa‘lün” – “fâ‘ilatün mefâ‘ilün mefâ‘il” vezninde idi. Kezalik Geylan’da mahalli
lehçe ile yazılan halk şiirlerine de Pehlevî, Fehlevî namı veriliyordu. İşte Oğuz
Türkleri, bir taraftan İslam medeniyetinin, diğer taraftan İran halk edebiyat
ve mûsikîsinin bu tesirleri altında, Fehleviyat’ı taklit ederek tuyuğları vücuda
getirdiler. Bunların kafiyesinde cinas bulunması şüphesiz, eski Türk
manilerinin bir bakiyesi olduğu gibi, bunların “fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilât”
vezniyle yazılmasını da bir taraftan Fehleviyat’ın bestesinden ayrılmamak ve
ona benzememek ihtiyazından, diğer taraftan da eski on bir heceli koşuk
ananesinden tamamıyla ayrılmamak gibi bir zaruretten ileri gelmiştir.”2

1 Köprülüzade Mehmet Fuad, “Klasik Türk Edebiyatındaki Hususi Nazım Şekilleri: Tuyuğ”, s.
188.
2 a.g.e., s. 190.

8
Türklerin neden doğrudan doğruya “fâ‘ilâtün mefâ‘ilün fa‘lün” veya “fâ‘ilâtün
mefâ‘ilün mefâ‘il” veznini kullanmadıkları şeklinde bir sorunun meydana çıktığını
ifade eden Köprülü’ye göre Fehleviyat yalnız bu vezinle değil, daha birçok benzer
vezinle yazılmıştır.1
Türk Şiirlerinin Vezni adlı eseriyle vezin ve nazım şekilleri hakkında geniş
malumat veren bir başka önemli şahsiyet ise Ahmet Talat Onay’dır. Onay tuyuğun
millî olduğuna katılırken vezin konusunda ise farklı görüşe sahiptir. Ona göre tuyuğ
aruzla değil hece ile yazılan bir şiir tarzıdır:
“Tuyuğlar tamamen hece ile yazılmış bir tarz-ı şiirdir. Şekli de vezni de
millîdir. Hecenin her şekliyle yazılabilir.”2

Ahmet Talat Onay’ın bu görüşüne eseri yayına hazırlayan Cemal Kurnaz da


katılmaktadır. Nitekim Cemal Kurnaz ve Halil Çeltik’in ortak olarak kaleme aldıkları
Divan Şiiri Şekil Bilgisi adlı çalışmada da aynı görüş savunulmuştur.3
Konu ile ilgili benzer bir görüş belirten Ali Cânip (Yöntem) de Güneş
Mecmuası’nda yayımlanan makalesinde Seyyid Nesîmî ve tuyuğları ile alakalı
inceleme yaparken öncelikle bu nazım şeklinin menşei üzerinde durur. “Tuyuğ,
İran’dan alınma Divan edebiyatına Türkler tarafından zemmedilen bir nazım şeklidir.” 4
diyen Ali Cânip, bu nazım şeklinin esasta millî olduğunu zikreder. Tuyuğun daha çok
Çağatay ve Azeri şairlerde görüldüğünü ifade eden yazara göre, dört mısradan
meydana gelen bu şekil, İran edebiyatın etkisiyle bugüne kadar fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün vezninde kullanılagelmiştir. Yazar, aynı mevzuya ilişkin olarak, benzer
görüşleri bu kez Hayat Mecmûası’nda yayımlanan makalesinde de vurgulamaya
çalışmıştır. Söz konusu makalesinde on beşinci yüzyıl şairi Atâî’nin tuyuğlarını
tanıtırken şairin gazellerindeki özgünlük kudretine değindikten sonra Türk şiirinde
tuyuğ nazım şeklinin menşeini açıklamaya girişen yazar, Köprülü’nün yukarıda
bahsedilen makalesindeki fikirlerine katılarak ona atfen şöyle der:
“Tuyuğ, Türk şairlerinin, âdâb ve erkânını Acemlerden aldıkları dîvân
edebiyatına ilâve ettikleri bir nazım şeklidir. Köprülüzâde Mehmet Fuad
Bey’in “Türkiyât” mecmûasının ikinci cildinde tuyuğa hasrettiği bir
makalesinde Türklerin öz malı olan şekillerden bahsile pek haklı olarak sâir
İslâmi edebiyatlarda bulunmayıp yalnız Türk klâsik şiirinde meydana
çıkmaları, bu nazım şekillerinin esas itibariyle Türk halk Edebiyatından
gelmekte olduğuna bir delil olduğu gibi, klâsik Türk şiirinin - sathî nazar

1 Köprülüzade Mehmet Fuad, “Klasik Türk Edebiyatındaki Hususi Nazım Şekilleri: Tuyuğ”, s.
190-91.
2 Onay, Türk Şiirlerinin Vezni, s. 167.

3 Kurnaz, Çeltik, Divan Şiiri Şekil Bilgisi, s. 102.

4 Ali Canip, “Seyit Nesimi ve Tuyuğları”, Güneş, S. 7 (1927), s. 12.

9
müdekkiklerinin zannı veçhiyle- esîrane bir taklitten ibaret olmadığını da
gösterebilir" demişti.” 1

Makalenin devamında tuyuğ nazım şeklinin Divan edebiyatına has bir şekil
olabileceği üzerinde duran yazar, konuya açıklık getirmek için öncelikle Seyyid
Nesîmî’den ve Atâî’den tuyuğ örnekleri vererek bu şeklin temel hususiyetlerini
ortaya koymaya çalışır. Ona göre bu nazım şeklinin temel hususiyetleri şunlardır:
“Tuyuğ "fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün" vezninde dört mısradan müteşekkil
bir nazımdır. Kafiye tertibi itibariyle Acemlerin rubâîsine benzer, yani ya dört
mısraı birden yahut üçüncü mısra serbest kalarak birinci, ikinci, dördüncü
mısralar hem-kafiye olur. Bir kısım tuyuğlarda kafiye ittihaz edilen
kelimelerin arasında cinasa riayet edilir, Seyyid Nesîmî’nin şu manzumesinde
olduğu gibi:

Kâf u nûn ma’nîde külli ma’nidür


Ya‘nî kâf u nûn sadefdür ma'ni dür
Mahşerün sûrı çalındı yatma dur
Gör ki ne sevdâdasın hâlün nidür”2

Meseleye ilişkin görüş belirtenlerden bir başka araştırmacı ise Rıza Nur’dur.
Rıza Nur, Anadolu mecmuasında Türk şiirinde kullanılan şekiller ve bunların isimleri
üzerine yayımladığı makalesinde, edebiyatımızda Türk şiir bilgisini teorik olarak
inceleyen eserlerin yer almadığını ifade ettikten sonra, “şiir” için “tuyuğ” kelimesinin
kullanılması gerektiğini ifade etmiştir:
“Şiire Türkler “tuyuğ” derler. Çok güzel bir kelimedir. Arapça şiirin
mânâsı da zaten budur. Türkler nasıl bir gafletle bu güzel kelimeyi bırakıp
şiir kelimesini almışlardır, bilinmez!.” 3

Günümüze yakın zamanlarda ise Halil Erdoğan Cengiz,4 Haluk İpekten,5 Cem
Dilçin,6M. A. Yekta Saraç,7 Cemal Kurnaz-Halil Çeltik8 ve Recai Kızıltunç9 gibi

1 Ali Canip, “Ataî’nin Tuyuğları”, Hayat, C. 4, nr. 93 (1928), s. 286-87; Ece Avcı, Hayat
Dergisindeki Dil ve Edebiyat Yazılarının İncelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Edirne: Trakya
Üniversitesi SBE, 2005, s. 665.
2 Avcı, Hayat Dergisi, s. 265.

3 Doktor Rıza Nur, “Türk Şiirinin Şekli ve Adları”, Anadolu, S. 3 (1340), s. 82.

4 Cengiz, “Divan Şiirinde Musammatlar”.

5 İpekten, Nazım Şekilleri ve Aruz.

6 Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, (10. baskı), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2013.

7 Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-Kafiye.

8 Kurnaz, Çeltik, Divan Şiiri Şekil Bilgisi.

9 Recai Kızıltunç, “Türk Edebiyatında Tuyuğ ve Bazı Problemleri”, Atatürk Ü. Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 37 (2008), s. 107-26.

10
araştırmacıların klasik nazım şekilleri ve aruz ile ilgili kaleme aldıkları çalışmalarına
bakıldığında tuyuğ ile ilgili önemli malumat verdikleri görülmektedir. Bu
araştırmacıların genelde birbirine yakın tanımlama ve tespitleri yaptıkları
söylenebilir. Ancak Halil Erdoğan Cengiz’in ve Cemal Kurnaz-Halil Çeltik’in
çalışmalarında ise farklı tespitlerin varlığı söz konusudur.
Çalışmamızın ana fikrine vesile olan Halil Erdoğan Cengiz, tuyuğun Azeri ve
Çağatay sahasında daha fazla kullanıldığı Anadolu sahasında ise 16. asırdan sonra
rağbetten düşüp kullanılmadığı fikrine katılmayarak her dönemdeki divanlarda
tuyuğ şekline uyan şiirlerin varlığından bahsetmiş ve bunu 19. yüzyıl şairlerinden
Adanalı Surûrî’nin cinaslarıyla, kafiyesiyle ve aruz kalıbıyla tuyuğ nazım şekline uyan
aşağıdaki manzumesini vererek ortaya koymaya çalışmıştır:
Merkeb üzre yükledürler tenbelit
Eyler âsâyişle av av tenbel it
İstirâhat çünki tenbellüktedür
Sen beni yâ Rab hemîşe tenbel it 1

Cemal Kurnaz ve Halil Çeltik’in ortak olarak yayınlamış oldukları Divan Şiiri
Şekil Bilgisi adlı çalışmalarında ise tuyuğ ile ilgili yeni ve oldukça farklı kanıları
ortaya koydukları görülür. Onlara göre tuyuğ, dörtlükten oluşan bir nazım şekli değil,
iki beyitlik bir gazel çeşidi olarak değerlendirilmelidir. Yine onlara göre tuyuğ, tıpkı
şarkı gibi gerçekte bir nazım şekli değil, genellikle fâ‘ilâtün fâ’ilâtün fâ‘ilün vezninde
yazılıp bestelenmiş veya bestelenmek için yazılmış iki beyitlik manzumelerin genel
adıdır.2

II. Azeri ve Çağatay Sahasında Tuyuğun Seyri


Daha önce Fuad Köprülü’den yaptığımız nakillerde Türklerin İslamiyet’ten
sonra özellikle 13. asırda Arap ve İranlılarla temas ettiklerinde dörtlüklerle yazılıp
besteyle okunan ve Fehleviyât/Pehleviyât adı verilen nazım şekliyle temas hâlinde
olmalarıyla bu şeklin, özellikle Irak Türkleri tarafından benimsenip yaygınlaştığını ve
bu sayede tuyuğ nazım şeklinin meydana gelmesinde önemli bir zemin oluştuğunu
dile getirmiştik. Başta Azeri ve Çağatay sahası Türk edebiyatları olmak üzere Irak
Türkmenleri, Sibirya Türkleri, Teleüt Türkleri ve son olarak Anadolu Türkleri
arasında bu nazım şeklinin kullanıldığı görülmektedir.3 Tüm bu edebiyatlarda
kullanılan tuyuğ nazım şeklini bir bütün olarak aldığımız bu çalışmada Anadolu
dışında gelişen edebiyatlarda sistematik olarak tuyuğ tespit ettiklerimiz, Azerî sahası
ve Çağatay sahası Türk edebiyatlarıdır. Türk edebiyatını bir bütün olarak
değerlendirdiğimiz bu çalışmamızda Azerî sahası ile Çağatay sahasında kaleme

1 Cengiz, “Divan Şiirinde Musammatlar”, s. 422-23.


2 Kurnaz, Çeltik, Divan Şiiri Şekil Bilgisi, s. 106-7.
3 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 189-91.

11
alınan tuyuğları da birlikte değerlendirdiğimizi söylemeliyiz. Ancak burada Azerî
sahası ile Çağatay sahasında kaleme alınan tuyuğ ve şairleri ile ilgili ön bilgi vermek
yerinde olacaktır. Aşağıda zikredilen şairlerin kaleme almış oldukları tuyuğ sayıları
ve özellikleri, tuyuğun tarihsel seyri bahsinde verilmiştir.

A. Azeri Edebiyatı
Azeri sahası Türk edebiyatında, tuyuğ nazım şeklinin en erken görüldüğü
dönem, 14. asır olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde tuyuğ denince akla gelen
şahsiyetlerden iki şair ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki, Anadolu’da yaşamasına
rağmen şiirlerinde Eski Anadolu Türkçesi ile Azeri ve Doğu Türkçesinin özelliklerini
kullanan Kadı Burhâneddin1 (ö. 1338), ikincisi ise Hurufiliğin önde gelen temsilcisi
olan Seyyid Nesîmî2 (ö. 1404-5)’dir. Söz konusu bu iki şahsiyet tuyuğ sahasının en
dikkate değer şairleridir. Öyle ki klasik Türk şiirinde tespit ettiğimiz 1547 tuyuğun
116’sını Kadı Burhâneddin; 337’sini ise Seyyid Nesîmî kaleme almıştır. Bu şairlerden
sonra 15. asırda Cihân Şâh Hakîkî3 (ö. 1467); 16. asırda Şah İsmâil Hatâyî4 (1524) ve
17. asırda ise Mesîhî-i Tebrizî5 (ö. 1655-56) Azeri sahasında tuyuğ kaleme alan diğer
şairler olarak dikkatleri çekmiştir.
Kaynaklarda yukarıda saydığımız şahsiyetlerin dışında Irak Türkmenleri
arasında da Azerî Türkçesiyle tuyuğların kaleme alındığı ancak bu tuyuğların
günümüze kadar ulaşamadığına dair bilgiler bulunmaktadır. 6 Ali Şîr Nevâyî,
Mîzânü’l-evzân adlı eserinde, aruzun medîd bahri hakkında bilgi verirken Çağatay
Türkleri arasında meclislerde yaygın olarak söylenen ve fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
kalıbındaki şarkıların Irak Türkmenleri arasında Arazvârî ile tanımlandığına işaret

1 Muharrem Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, İstanbul: İstanbul : İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, 1980; Anakız Aysel Çoban, Kadı Burhâneddin’in Tuyuğlarının Türk İslam
Edebiyatındaki Yeri ve Önemi, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi
SBE, 2015.
2 Hüseyin Ayan, Nesîmî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Türkçe Divanının Tenkitli Metni,

Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2014, s. 801-59; Ali Canip, “Seyit Nesimi ve Tuyuğları”;
Ömer Zülfe, “Seyyid Nesimî’nin Tuyuğlarına Ek”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 2,
S. 4 (2005), s. 121-35; M. Fatih Köksal, “Seyyid Nesîmî’nin Yayımlanmamış Şiirleri”, Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 50 (2009), s. 77-135.
3 Muhsin Macit, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh ve Türkçe Şiirleri, Ankara: Grafiker

Yayınları, 2002, s. 146-53.


4 Babek Cavanşir, Ekber N. Necef, Şah İsmail Hatâi Külliyatı, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2006,

s. 451-52; Şah İsmail, Hatâyî Dîvânı, (haz. Muhsin Macit), Ankara: Türkiye Yazma Eserler
Kurumu Yayınları, 2017, s. 584-85.
5 Şevket Baştürk, Mesîhî-i Tebrizî Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanının İncelenmesi,

(Yüksek Lisans Tezi), Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi SBE, 2006, s. 55-58.
6 Mehmet Kara, “Türkmen Türkleri Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı (Dördüncü Cilt) Türkiye

Dışı Türk Edebiyatları, Ankara, 1998, s. 159-78.

12
etmiştir.1 Yine Fuad Köprülü’nün nakline göre 15. asır mûsikî müelliflerinden
Abdülkadir-i Merâgî’nin Zübdetü’l-edvâr adlı eserinde, Irak Türkmenlerinin mûsikîsi
hakkında bilgi verirken bu coğrafyada Mutedil veya Mutedil Arranî denilen nağmeli
söyleyişe meylin olduğuna ve bu manzumleri bahr-ı remelden fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün vezniyle Türkçe veya Farsça olarak cinaslı ve mâniye benzer bir şekilde
terennüm edildiğine ve bu şeklin Azerî Türkçesiyle yazılmış tuyuğlara tam olarak
benzerlik gösterdiğine değinmesi,2 Irak Türkmenleri arasında bu nazım şeklinin
yazılı olmasa da şifahi olarak kullanıldığına dair bir düşünceye sevk olunmamızı
sağlayabilir. Zira gerek Türkmen edebiyatı ile ilgili yapılmış bilimsel çalışmalarda3
gerekse tarafımızca yapılan incelemelerde bu bölgede yazılı tuyuğ örneklerine
ulaşmak mümkün olmamıştır.

B. Çağatay Edebiyatı
Genel itibariyle tuyuğ nazım şekli bağlamında Çağatay sahası, ilk
örneklerinden 19. asırda görülen örneklerine kadar formunda herhangi bir
bozulmaya veya değişime uğramamış tek saha olarak karşımıza çıkmaktadır. Çağatay
sahasının en önde gelen şahsiyetlerden Ali Şîr Nevâyî, Mîzânü’l-evzân adlı eserinde
medîd bahri hakkında bilgi verirken Türklerde ve bilhassa Çağatay Türkleri arasında
meclislerde yaygın olarak söylenen ve fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbıyla yazılan
şarkılara tuyuk dendiğini zikretmiş olduğunu daha önceki bahislerde de ifade
etmiştik.4 Yine Ali Şîr Nevâyî, tuyuğ şairlerinden bahsederken tuyuğ söyleyen, tuyuğ
çığıran anlamına gelen “Türkî-gû” sıfatlandırmasını yapmış olduğu görülmektedir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Çağatay sahasında tuyuğ kaleme alan şairleri
iki kısma ayırmak mümkündür. İlk kısım şairler, elimizde divanı bulunmayan, ancak
kaynaklarda sınırlı bilgilerine ve birkaç tuyuğ örneklerine ulaştığımız şairler; ikinci
kısım şairler ise divanlarına ve dolayısıyla yazdıkları tüm tuyuğlarına ulaşılabilen
şairlerdir. Tuyuğun tarihsel seyrini ele alırken aşağıda bahsi geçen şairlerin
yazdıkları tuyuğlarla ilgili bilgileri ayrıntılı olarak vereceğimizden burada isimlerini
zikretmekle yetinmek yerinde olacaktır. Söz konusu ilk kısım şairler, 14-15. yüzyıl
şairlerinden Sultan İskender Şirâzî5 (ö. 1424), Kâtib6 (ö. 1450 sonrası), Mir Saîd7 (ö.

1 Eraslan, Ali Şir Nevâyî Mîzânü’l-Evzân, s. 58, 115.


2 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 191.
3 Kara, “Türkmen Türkleri Edebiyatı”, s. 159-78.

4 Eraslan, Ali Şir Nevâyî Mîzânü’l-Evzân, s. 58, 115.

5 Kemal Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2001,

C. I, s. 193.
6 Osman Fikri Sertkaya, “Çağatay Şârlerinden Lutfî, Kâtib ve Yûsuf Emîrî’nin Uygur Harfli

Şiirleri”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. 38 (2008), s. 193.


7 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, C. 1, s. 72.

13
1450 sonrası) ve Ebû Bekir-i Mirzâ1 (ö. 1450 sonrası)’dır. İkinci kısım şairler, yani
kaleme almış oldukları tüm tuyuğlarına ulaşabildiğimiz şairler ise 15. yüzyılda
Gedâî2 (ö. 1450 sonrası), Mevlânâ Lutfî3 (ö. 1462-63), Ali Şîr Nevâyî4 (ö. 1501) ve
Şibân Han5 (ö. 1510); 16. yüzyılda Bâbür Şah6 (ö.1530) ve Sânî Mevlânâ Efserî7 (ö.
1568); 19. yüzyılda ise Emirî / Ömer Han8 (ö. 1822)’dır.

Yukarıda sıralanan şahsiyetlerin dışında 15. asırda Orta Asya’da Kazak


bölgesinin Taraz şehrinde yaşayan Şeyh Ahmed ibn Hudaydad Tarazî’nin kaleme
aldığı Fünûnü’l-Belâga adlı eserinde tuyuğ ile ilgili bilgilere yer vermiş ve Kazak
bölgesinde de Çağatay Türkçesiyle tuyuğ kaleme alan şairlerden örnek tuyuğlar
vermiştir. 1436-1437 yıllarında, yani Ali Şîr Nevâyî’nin Mizânü’l-evzân adlı eserinden
yaklaşık 60 yıl önce kaleme alınan bu eserde tuyuğ nazım şekli ile ilgili bilgilerin
bulunması, söz konusu bölgede bu formda şiirlerin varlığını akıllara getirse de
yaptığımız taramalarda bu eserde verilen örnek tuyuğlar dışında bu şekle uygun
manzumelere ulaşılamamıştır.
Eserde Şeyh Ahmed Tarazî’nin verdiği tuyuğ örnekleri, Hacı Akça Kindî ve
Muhammed Timur Barga adlı şairlere aittir. İsimleri dışında haklarında herhangi bir
bilgiye sahip olamadığımız ve 14. asrın sonu ile 15. asrın ilk yarısı arasında
yaşadığını düşündüğümüz bu şairlerin aşağıdaki tuyuğ örnekleri, gerek vezin gerek
kafiye gerekse cinas bakımından tuyuğun özelliklerine sahip olduğunu söylemek
mümkündür:
Ger hevâ-yı vasl-ı dilber dârıdır
Yolda dikmişler muhabbet darıdır
Sen eger çün ‘âşık-ı sâdık iseñ
Bu muhabbet dârını bir dârı dir
(Muhammed Timur Barga)9

1 a.g.e., s. 192.
2 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, s. 120; Kemal Eraslan, “Gedâî”, Büyük Türk
Klasikleri, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1986, C. 3, s. 90-93.
3 Günay Karaağaç, Lutfî Divanı Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım, Ankara: Türk Dil Kurumu

Yayınları, 1997, s. 268-96.


4 Kaya Türkay, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l-Vasat Üçinci Dîvân, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları,

2002, s. 519-22.
5 Yakup Karasoy, Şiban Han Divânı (İnceleme-Metin), (Doktora Tezi), Konya: Gazi Üniversitesi

SBE, 1989, s. 289-306.


6 Bilal Yücel, Bâbür Dîvânı (Gramer-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi

Yayınları, 1995, s. 284-87.


7 Üzeyir Aslan, Ubeydullah Han (ö. 1539) Şairi Sânî ve Türkçe Divanı, Palet Yayınları, Konya

2009, 200.
8 Mustafa Tanç, Ömer Han Divanı İnceleme-Metin, Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi SBE, 1994, s.

286-90.
9 Jemeney, Fünûnü’l-Belâga, s. 39.

14
Birgil ey sîmîn-zakan iliñ man͡ga
Niçe yaşı bolgasın eyleng man͡ga
Derdin͡giz dermân-ı cânımdur menin͡g
Sağınurlar bilmegen atın͡g man͡ga
(Hacı Akça Kindî)1

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kendi ismiyle edebiyat nevilerini veren
Özbek edebiyatında da Çağatay Türkçesiyle tuyuğ kaleme alındığına dair tespitler
bulunmaktadır. Harezm denilen bölgede gelişimini sürdürmüş olan Özbek
edebiyatına bakıldığında, bu bölgede yaşadığını kesin olarak bildiğimiz Mûnis-i
Harezmî (ö. 1829)’nin tuyuğlarının görülmesi, bu nazım şeklinin Özbek edebiyatında
da varlığını sürdürmüş olduğunu göstermektedir. Mûnis-i Harezmî’nin aşağıda
verdiğimiz tuyuğuna bakıldığında da tuyuğun hemen tüm özelliklerini görmek
mümkündür:
Meni vaslin yolığa bir yândur
Düşmanim ğam otğa biryândur
Rahm uşşâk arâ bu hastağa
Bir tarafdur alar bu bir yândur
(Mûnis-i Harezmî)2

1 a.yer.
2 Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojis i-Özbek Edebiyatı II-, Ankara: C.15, Kültür
Bakanlığı Yayınları, 2000, C.15, s. 165.

15
BİRİNCİ BÖLÜM
NAZIM ŞEKLİ OLARAK TUYUĞ VE ÖZELLİKLERİ

1.1. Şekil Olarak Tuyuğ


Daha önce de belirtildiği üzere kaynaklarda tuyuk, duyuğ, toyık ve toyuk olarak
da geçen tuyuğ, klasik ve modern hemen tüm retorik ve belagat çalışmalarında
ittifakla kabul edilen görüş itibariyle, şekil olarak dört mısradan oluşan, aruzun daha
çok fâ‘ilâtün fâi‘lâtün fâ‘ilün kalıbıyla yazılıp a a x a kafiye örgüsünün yanı sıra
genellikle cinaslı uyakla kafiyelenen ve aynen rubâî gibi, bir düşüncenin, bir hikmetin
zikredildiği, az sözle mühim fikirlerin anlatılmasına dayalı millî bir nazım şeklidir.1
Aşağıda 14. yüzyıl şairlerinden Kadı Burhâneddin’den alınan örneğe bakıldığında söz
konusu tuyuğda, fâ‘ilâtün fâi‘lâtün fâ‘ilün aruz kalıbının yanı sıra a a x a kafiye
örgüsü ile cinas kullanımı söz konusudur:
fâ‘ilâtün fâi‘lâtün fâ‘ilün
Gözümden ahıduram ciger kanı
Göz kanına döymeye ciger kanı
Kaşı yay kirpükleri seher durur
Ol seher dünyâda siper kanı
(Kadı Burhâneddin)2

Türkiye’de tuyuğla ilgili ilk araştırmaları Fuad Köprülü ve Ahmet Talat Onay
yapmıştır. Buna göre Fuad Köprülü bu nazım şeklinin, halk edebiyatından divan
edebiyatına kazandırılan bir nazım şekliyken Ahmet Talat Onay’a göre ise tamamen
hece veznine dayalı bir halk edebiyatı mahsulünden başka bir şey değildir. Ahmet
Talat Onay’ın tuyuğu tanımlarken; “Tuyuklar, tamamen hece ile yazılmış bir tarz-ı
şiirdir. Şekli de, vezni de millîdir. Hecenin her şekli ile yazılabilir.”3 şeklindeki ifadeleri,
tuyuğda vezin ile ilgili ihtilafın söz konusu olduğunu göstermektedir. Fuad

1 İsmail Habib, Edebiyat Bilgileri, s. 130; Banarlı, Edebî Bilgiler, s. 90; İlaydın, Türk Edebiyatında
Nazım, s. 112; Üzgör, Edebiyat Bilgileri, s. 251; Parlatır, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, s. 1735;
Aça, Gökalp, Kocakaplan, Tür ve Şekil Bilgisi, s. 216; Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-
Kafiye, s. 99; Cengiz, “Divan Şiirinde Musammatlar”, s. 421; Yalçın, Türk Edebiyatında Nazım
ve Nesir, s. 104.
2 Muharrem Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, İstanbul : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Yayınları, 1980, s. 537.


3 Onay, Türk Şiirlerinin Vezni, s. 167.

17
Köprülü’nün şekil olarak tuyuğla ilgili yaptığı tespitleri tekrar hatırlamak gerekirse;
Rus müsteşrik Samoyloviç’ten naklen verdiği bilgilere göre Türk edebiyatındaki
tuyuğun ortaya çıkış serüveni dört maddeyle şöylecedir: “Tuyuğ başlangıçta dört
mısralı ve îmâlı bir halk türküsüydü. Sonra İran rubâîlerinden başka şekilde, dört
mısralı bir şekilde edebiyatımıza girdi ve on bir heceli Türk vezni zamanla Arap-
Farsların veznine ve sonunda da remel-i müseddesi maksûra (fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün)
yaklaştırıldı. Sonra îmâlar kaldırıldı veya Arap-Farsların kullandığı cinaslara dönüştü.
Sonunda cinasa sahip olmakla birlikte şekil ve vezin itibariyle Fars rubâîlerine benzer
bir şekil aldı.”1
Aralarında görüş ayrılığı bulunsa da gerek Fuad Köprülü, gerek Ahmet Talat
Onay, gerekse diğer araştırmacıların ortak görüşüne göre tuyuğ millî bir nazım
şeklidir ve bu nazım şeklinin belli hususiyetleri vardır. Ancak son dönemde Cemal
Kurnaz ile Halil Çeltik tarafından ortaya konan görüşe göre tuyuğ, bir nazım şekli
değil, iki beyitlik bir gazel çeşididir.2 Özellikle Halil Çeltik, tuyuğun iki beyitten
mürekkep olduğunu vurguladığı makalesinde bu nazım şeklinin öğretimi yapılırken
gazel merkezli klasik nazım şekilleri arasında gösterilmesi gerektiğini vurgulamıştır.3
Bu görüşlerin ortak buluştuğu nokta, bu şiir formunun tamamen millî olduğu üzerine
olduğunu söylesek de yaptığımız uzun incelemeler neticesinde her bir tuyuğun belli
bir kompozisyon hâlinde sunulduğu yani beyitlerin kendi içinde değil dörtlüğün
tamamen kendi içinde bir bütünlük arz ettiği ortaya çıkmasından dolayı tuyuğun
nazım şekli olarak kabul görmesi gerektiği kanısındayız.

1.1.1. Tuyuğlarda Kullanılan Vezin ve Kafiye


1.1.1.1. Tuyuğlarda Vezin
Gerek Ali Şîr Nevâyî’nin Mizânü’l-evzân adlı eserinden yaklaşık 60 yıl önce
Şeyh Ahmed ibn Hudaydad Tarazî tarafından kaleme alınan Fünûnü’l-Belâga adlı
eserde gerekse birer tuyuğ yazarı olmalarının yanında bu nazım şekli ile ilgili ilk
bilgileri veren şahsiyetlerden olan Ali Şîr Nevâyî 4 ve Bâbür Şah’ın,5 tuyuğun vezn-i
remel-i müseddes-i maksûr ile yani fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlün vezniyle yazıldığını,
ifade etmeleri Divan şiirinde kaleme alınan çoğu tuyuğun bu vezinle yazılmasını
sağlamıştır.

1 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 187.


2 Kurnaz; Çeltik, Divan Şiiri Şekil Bilgisi, 101-107.
3 Halil Çeltik, “Gazel Merkezli Klasik Nazım Şekillerinin Öğretimi”, Millî Eğitim, S. 169 (2006), s.

175-83.
4 Eraslan, Ali Şir Nevâyî Mîzânü’l-Evzân, s. 58, 115; Özönder, Alî Şîr Nevâyî Muhâkemetü’l-

lügateyn İki Dilin Muhakemesi, s. 174.


5 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 183-185'ten naklen.

18
fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlün
Gül ol ola bülbülüni gözleye
Şâh ol ola bir kulını gözleye
Hûb aña diyem ki her dem içinde
Bülbülinüñ gulgulını gözleye
(Kadı Burhâneddin)1

fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlün


Tutdı yüzünden cihânı cümle nûr
Hak hidâyet kıldı Mehdî’den zuhûr
İndi Îsâ geldi ol Mûsâ vü Tûr
Zâhir oldı mü’mine cennât-ı hûr
(Nesîmî)2

fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlün


Söylesün şol lafz-ı şekker-bâr ile
Düşmenün bağrı hasedden yarıla
Hoş çerezdür ortada kızıl üzüm
Bir araya irişicek yâr ile
(Alî)3

Aslında tuyuğun bu özel vezninden Şeyh Ahmed Tarazî’den, Ali Şîr Nevâyî’den
ve Bâbür Şah’tan çok daha önce ilk defa Nesîmî bahsetmiştir. Divan şiirinde en fazla
tuyuğ kaleme alan şairlerin başında gelen Nesîmî, tuyuğun bu özel veznini kendi tu-
yuğlarında bizzat zikretmesi, bu veznin tuyuğa has olarak kullanılageldiğinin en açık
delili olarak gösterilebilir. Nesîmî’nin iki tuyuğunda özellikle zikrettiği bu vezin for-
munu, örnek tuyuğların son mısraında fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlat şeklinde zikretmiştir:
Ey hatın Hızr u lebin âb-ı hayât
Anberin zülfün şeb-i Kadr u Berât
Mihr ü mâh ister cemâlinden zekât
Fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlât
(Nesîmî)4

1 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 591.


2 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 397.
3 Fatih Sona, Alî ve Dîvânı (14.-15.yy.), (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi SBE,

2005, s. 217.
4 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 386.

19
Ey yüzün âyât-ı envâr-ı sıfât
Zülf ü hâlin sûre-i ve’l-mürselât
Ayağın tozuna değmez kâ’inât
Fâ‘îlâtün fâ‘îlâtün fâ‘îlât
(Nesîmî)1

Özbek araştırmacı Erkin Ahmedhocayev, Gedâî’nin şiirlerini değerlendirirken


Gedâî’nin remel bahrinden fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbını çok sık
kullandığını ve bunun “Türkî aruz” olarak adlandırıldığını dolayısıyla bu bahrin Orta
Asya Türklerinin şiir diline ve genel olarak Türkçenin dil hususiyetlerine çok uygun
düştüğünü kaydetmiştir.2 Ahmedhocayev’in bu durumu dile getirmesi, remel-i
müseddesi maksûr olan fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün tuyuğ kalıbını da akıllara getirmekte
ve bu kalıbın Türkçenin dil hususiyetlerine uygun düştüğü için tuyuğların kahir
ekserinde kullanıldığını desteklemektedir.
Tuyuğ nazım şeklinde bu özel vezin dışında aynı hece sayısına sahip olan
mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün ile fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezninde kaleme alınmış
tuyuğlarımız da mevcuttur. Tuyuğlarda bu vezinlerin varlığından ilk defa Haluk
İpekten3 bahsetmiş fakat sadece 14. yüzyılda Nesîmî’nin bu kalıplarla yazılmış birkaç
tuyuğunun olduğuna işaret etmiştir. Tarafımızca yapılan taramalar neticesinde bu iki
aruz vezniyle tuyuğ yazan şair sayısı ile yazılan tuyuğ sayısının daha fazla olduğu
ortaya çıkmıştır. Öyle ki tespit edilen 1547 tuyuğun 107’si mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
vezniyle; 12’si ise fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle yazılmıştır ki bu yeni tespitin
oldukça kayda değer olduğu kanaatindeyiz. Bu iki aruz vezni ile yazılan tuyuğlar
hakkında daha ayrıntılı bilgiyi şu şekilde vermek mümkündür:

Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün


Yukarıda da belirttiğimiz gibi Divan şiirinde tespit edebildiğimiz 1547
tuyuğun 107’si bu vezinle yazılmıştır ki bu sayı azımsanacak bir sayı olarak
görülmemektedir. Yüzdelik olarak hesaplandığında bu sayı, kaleme alınmış toplam
tuyuğ sayısının % 6,4’ünü karşılamaktadır. Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere 14.
asır şairlerinden Nesîmi’nin 3; 15. asır şairlerinden Ahmed-i Rıdvân’nın 11;
Eşrefoğlu Rûmî’nin 54, Ahmed Paşa’nın 4; 16. asır şairlerinden Pîrkâl’in 9,
Dukakinzâde Ahmet Bey’in 1, Münîrî’nin 1, Amrî’nin 1, Misâlî’nin 1, Medhî’nin 2 ve
Caf‘erî’nin 1; 17. asır şairlerinden Bahtî’nin 3; 18. asır şairlerinden İbrâhim
Nazîr/Nazîrâ’nın 8, Neccâr-zâde Şey Rızâ’nın 1, Gurbî’nin 1, Ağazâde ‘Örfî’nin 2 ve

1 a.g.e., s. 387.
2 Filiz Meltem Erdem Uçar, “Gedâyî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1143'den
naklen Erkin Ahmedhocayev, Gadoiy Devon, Taşkent: Gafur Gulom Nomidegi Adabiyot ve
San’at Neşriyoti, 1973, s. 10.
3 İpekten, Nazım Şekilleri ve Aruz, s. 80-83.

20
son olarak 19. asır şairlerinden Sûzî-i Sivasî’nin 3, Mehmet Nebîl’in ise 1 tuyuğ örneği
bu vezinle yazılmıştır.

Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün


Yine yukarıda belirttiğimiz gibi Divan şiirinde kaleme alınmış tuyuğlar
arasında çok az da olsa bu vezinle yazılmış örnekleri görmek mümkündür. Tespit
edilen tuyuğların 12’si bu vezinle yazılmıştır. Bu 12 tuyuğun 1’i 14. asır şairlerinden
Nesîmî’ye; 8’i 15. asır şairlerinden Ahmed-i Rıdvân’a; 1’i 16. asır şairlerinden
Amrî’ye; 2’si ise 18. asır şairlerinden Neccâr-zâde Şey Rızâ aittir.

Tablo 1: Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbının dışında Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün ile
Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün kalıplarıyla tuyuğ kaleme alan şairler ve tuyuğ sayıları:
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün Yüzyıl Toplam Mefâ‘îlün Fe‘ilâtün
Kalıbının Dışında Tuyuğ Tuyuğ mefâ‘îlün mefâ‘ilün
Yazan Şairler Sayısı fe‘ûlün fe‘ilün
Nesîmî 14 337 3 1
Ahmed-i Rıdvân 15 37 11 8
Eşrefoğlu Rûmî 15 66 54 -
Ahmed Paşa 15 9 4 -
Dukakinzâde Ahmet Bey 16 33 1 -
Münîrî 16 21 1 -
Amrî 16 9 1 1
Misâlî (Gül Baba) 16 125 1 -
Pîrkâl 16 15 9 -
Medhî 16 3 2 -
Ca‘ferî 16 10 1 -
Bahtî (Sultan I. Ahmed) 17 11 3 -
İbrâhim Nazîr/Nazîrâ 18 31 8 -
Neccâr-zâde Şey Rızâ 18 19 1 2
Gurbî 18 31 1 -
‘Örfî Mahmûd Ağa 18 8 2 -
Sûzî-i Sivasî 19 22 3 -
Mehmet Nebîl 19 7 1 -
Toplam 107 12

Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbının dışında mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün ve


fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün aruz kalıplarıyla tuyuğ kaleme almış şairler arasında 15.
asır şairlerinden Ahmed-i Rıdvân ile Eşrefoğlu Rûmî’nin özel bir yere sahip olduğunu
söyleyebiliriz. Zira Ahmed-i Rıdvân, Dîvân’ında “Tuyuğlar” başlığı altında toplamış
olduğu 37 tuyuğun 11’ini mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle, 8’ini ise fe‘ilâtün
mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle yazmıştır. Eşrefoğlu Rûmî ise sahip olduğu 66 tuyuğun
54’ünü yani tuyuğlarının % 81’ini mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazmıştır.

21
mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
Cihânda şu kişinüñdür sa‘âdet
Özinde münderic ola se ‘âdet
Biri lutf u biri cûd u biri hulk
Bular kimde bulınursa sa‘âdet
(Medhî)1

mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün


Usandım mülk ü mâlinden cihânın
Bana zevkı gerekmezdir bu cânın
Neçe nûş eyleyim devrân elinden
Helâhil zehrini âhir zamânın
(Nesîmî)2

mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün


Seni Hakdan cüdâ ider o bir kıl
O bir kıldan dahı sen key hazer kıl
Hicâbdur bil hicâb-ender-hicâbdur
Gerekse ol kılı yüz kıla var dil
(Eşrefoğlu Rûmî)3

fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün


Aşk ile oldı gözlerüm Ceyhûn
Lâle renginde eşk olup gülgûn
Bitdi gülşende servler mevzûn
Saçı leylîye olmuşam mecnûn
(Ahmed-i Rıdvân)4

fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün


Sâye-i sünbülüñ semen besler
La’l ü yâkûtuñı ‘Aden besler
Meh cebînüñde yâsemen besler
Tenüñ ol rûhdur beden besler
(Ahmed-i Rıdvân)5

1 Nezihe Seyhan, Medhî Divanı (İnceleme-Transkripsiyonlu Metin), (Doktora Tezi), İstanbul:


Marmara Üniversitesi SBE, 2000, s. 625.
2 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 413.

3 Mustafa Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı (İnceleme-Metin), (Doktora Tezi), Malatya: İnönü

Üniversitesi SBE, 1994, s. 476.


4 Halil Çeltik, Ahmed-i Rıdvân Divanı, Ankara: Bizim Büro Yayınları, 2011, s. 695.
5 a.g.e., s. 693.

22
Söz konusu şairlerin tuyuğları arasında mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün veya
fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle kaleme alınan örneklere bakıldığında bu örneklerin
de a a x a kafiye düzeni ile yazılmalarının yanı sıra kafiyelerinde tuyuğlarda sık
kullanılan cinası da görmek mümkündür.
Eline aşkının verdimse yaka
Dedim mi kim beni odlara yaka
Gamın bir ton geyirdi egnüme kim
Ne etek bellidir anda ne yaka
(Ahmed Paşa)1

Hatın kim müşg ile mercâna yazmış


Muhabbet-nâmedir kim câna yazmış
Yazarken ruhların vasfını Ahmed
Kalem düşmüş elinden yana yazmış
(Ahmed Paşa)2

1.1.1.2. Tuyuğlarda Kafiye Düzeni


Son harf ve harekeleri birbirine uygun olan mısra veya beytin sonunda bulu-
nan kelime uyumu olarak kabul gören kafiye, 3 beyitlerle kurulan nazım şekillerinde
aa veya xa; dörtlüklerle kurulan nazım şekillerinde ise a a a a (musarra kafiye), a a x
a veya x a x a düzeninde kurulmaktadır. Tuyuğlarda kullanılan kafiye düzeninden
bahsetmek gerekirse; tespit edilen tuyuğların üç farklı şekilde kafiyelendiği ancak
daha çok a a x a ile a a a a şeklindeki kafiye ile örüldüğü görülmüştür:
x a x a kafiye düzeni: Divan şiirinde tespit ettiğimiz tuyuğları incelediğimizde
tuyuğların çoğunun a a x a şeklinde kafiyelendiği görülmüştür. Bilindiği üzere bu ka-
fiye düzeni, Divan şiirinde tek dörtlükten oluşan bir başka nazım şekli olan rubâîde
ve Türk halk edebiyatında ise manide kullanılan bir kafiye şeklidir. Özellikle maninin
bu şekilde kafiyelenmesi, daha önce de belirtildiği üzere tuyuğun maniden etkilene-
rek nihai hâlini almış olduğu fikrini güçlendirmektedir. Bu kafiye düzenine göre en
fazla tuyuğ yazan şair, 14. asır şairlerinden Kadı Burhâneddin’dir. Kadı Burhâneddin,
kaleme almış olduğu 116 tuyuğun 114’ünü bu kafiye örgüsüyle kafiyelendirmiştir.
Zülfüñ açsañ dünyâda teşvîş olur a
Katı baharsañ ciğerler rîş olur a
Gözlerüñ kan dökmeğe kuşanursa x
Dünyâda çoh kişiler dervîş olur a
Kadı Burhâneddin)4

1 Ali Nihat Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1992, s. 297.
2 a.g.e., s. 298.
3 Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, s. 77-83.

4 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 525.

23
Var ise bir zerrece ‘âruñ sünüñ a
Yokdur ey dil aşk-ile kâruñ senüñ a
Şöyle zâr ol aşk-ile kâruñ senüñ x
Halkı bîzâr eylesün zârun senüñ a
(Medhî)1

Câh ü kadrüñ çün ki arturdı Hudâ a


Cân u dilden rûz u şeb idüb du‘â a
İt ziyâde itme kem miskînlügüñ x
Her kimi görseñ digil hoş merhabâ a
(Dede Ömer Rûşenî)2

Gel berü iy Hak sözin gûş eyleyen a


Mâsivâdan kalbini boş eyleyen a
Ârif-i Rabb olan ârif kin durur x
Varlığı cümle ferâmuş eyleyen a
(Dukakinzâde Ahmet Bey)3

a a a a kafiye düzeni: Bu şekilde kafiyelenen tuyuğların her mısraı birbirle-


riyle kafiyelidir. Kaynaklarda bu tarz tuyuğlara Musarra‘ Tuyuğ adı verilmiştir.4 Türk
edebiyatında kullanılan nazım şekilleri arasında bu tarz bir adlandırma rubâîde de
bulunmaktadır. Bu şekilde kafiyelenen rubâîlere rubâî-i musarra veya terâne adı
verilmiştir.5 Divan şiirinde bu tarz kafiye örgüsüyle tuyuğ yazan şairlerin başında,
14. asır şairlerinden Seyyid Nesîmî gelmektedir. Öyle ki Seyyid Nesîmî, kaleme aldığı
337 tuyuğun 304’ünü, yani %90’ını musarra şeklinde kafiyelendirmiştir. Nesîmî’nin
dışında tuyuğlarının çoğunu musarra kafiyeli olarak kafiyelendiren şairler ve bu
şairlerin tuyuğ sayıları oldukça fazladır. Divan şiirinde tespit edebildiğimiz toplam
1547 tuyuğun 698’i, yani % 45’i musarra kafiye ile kafiyelenmiştir.
Nesîmî’den sonra tuyuğlarını daha çok musarra kafiye ile kafiyelendirmiş
şairler arasında 15. asırda Ahmed-i Rıdvân 37 tuyuğunun 33’ünü, Cihân Şâh (Hakîkî)
34 tuyuğunun 29’unu, Dede Ömer Rûşenî 114 tuyuğunun 54’ünü; 16. asırda Arşî 28
tuyuğunun 28’ini, Dukakinzâde Ahmet Bey 33 tuyuğunun 27’sini, Misâlî (Gül Baba)

1 Seyhan, Mehdî Divanı, s. 625.


2 Semra Aydemir, Dede Ömer Rûşenî (Hayatı, Eserleri ve Divanı’nın Tenkitli Metni), (Yüksek
Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi SBE, 1990, s. 261; Orhan Kemal Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî
Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânının Tenkidli Metni, (e-kitap), Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Tarihsiz, s. 230, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10601,dede-omer-
rusenipdf.pdf?0 (Erişim Tarihi: 04.10.2017).
3 Hüseyin Süzen, Dükakinzâde Ahmed Beg Divanı (İnceleme-Tenkitli Metin), (Doktora Tezi),

İstanbul: İstanbul Üniversitesi SBE, 1994, s. 420.


4 Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, s. 211.

5 Mehmet Sait Çalka, Divan Şiirinde Rubâî, (2. baskı), İstanbul: Kriter Yayınevi, 2017, s. 161.

24
125 tuyuğunun 101’ini ve son olarak Muhîtî 70 tuyuğunun 70’ini musarra kafiye ile
kafiyelendirmiştir. Tuyuğları arasında musarra kafiyeli tuyuğu bulunan tüm şairleri
ve bu şairlerin a a a a kafiyeli tuyuğ sayılarını tablo hâlinde şu şekilde gösterebiliriz:

Tablo 2: Musarra kafiye (aaaa) örgüsüyle kafiyelenmiş tuyuğ kaleme alan şairler ve
tuyuğ sayıları:
Musarra Kafiye ile Tuyuğ Yüzyıl Toplam Tuyuğ aaaa Kafiyeli
Kaleme Alan Şairler Sayısı Tuyuğ Sayısı
Alî 14 31 2
Kadı Burhâneddin 14 116 2
Nesîmî 14 337 304
Ahmed-i Rıdvân 15 37 33
Cihânşâh (Hakîkî) 15 34 29
Dede Ömer Rûşenî 15 114 54
Eşrefoğlu Rûmî 15 66 3
İvaz Paşa-zâde Atâî 15 9 4
Kansu Gavrî 15 4 4
Antakyalı Kâsım Şeybânî 16 50 2
Arşî 16 28 28
Bâbür Şah 16 15 1
Ca‘ferî 16 10 5
Dukakinzâde Ahmet Bey 16 33 27
Fânî 16 15 6
Gedizli Kabûlî 16 5 2
Misâlî (Gül Baba) 16 125 101
Muhîtî 16 70 70
Pîrkâl 16 15 8
Şuhûdî 16 2 2
Fenâyî Cennet Mehmet Efendi 17 3 3
Seyyid Mehmed Emîn 18 21 6
Sûzî-i Sivasî 19 22 2
Toplam 698

Musarra kafiye (aaaa) örgüsüyle kafiyelenmiş tuyuğlardan birkaç örnek:


Toğdu mağribden güneş indi Mesîh a
Gör Mesîhî sen misen yâhud kabîh a
Geç kinâyetden ki remz oldı sarîh a
Burgu çalındı vü haşr oldı sahîh a
(Nesîmî)1

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 805.

25
Hüsn-ile ‘âlemde dilber nûrdur a
Yüzini gören didi ki hûrdur a
‘Âşıka baş oynamak destûrdur a
‘Işk-ıla Gavrî dahı meşhûrdur a
(Kansu Gavrî)1

Bak yüzüñde sûret-i Yezdân’ı gör a


Ya‘ni Fazlu’llâh-ı ‘âlîşânı gör a
‘Arş-ı veche nâzil oldı anı gör a
Gör ne tahta geçdi ol sultânı gör a
(Misâlî/Gül Baba)2

Bil vücûduñ hayme-i mî‘âd imiş a


Kâdî anda lâm u fî vü dâd imiş a
Sözlerüñden kâf u nûn îcâd imiş a
Âdem ü Havvâ hemân bir âd imiş a
(Muhîtî)3

x a x a kafiye düzeni: Bu kafiye düzeni aslında Divan şiiri nazım şekillerinden


kıt’âda kullanılan bir kafiye örgüsüdür. Ancak divanlarında tuyuğ başlığı altında
bulunan ve tamamen tuyuğ özelliklerini taşıyan dörtlüklerin bazılarına bakıldığında
bu kafiye düzeniyle kaleme alınmış oldukları görülmektedir. Bu tarz kafiye örgüsüyle
yazılmış tuyuğ örneklerinin sayısı oldukça sınırlı olsa da örnek olarak
gösterilebilecek tuyuğların varlığı kayda değerdir. Örneğin 15. asır Çağatay sahası
şairlerinden Gedâ’î’nin Dîvân’ı incelendiğinde tuyuğ başlığı altında kaleme alınmış 5
tuyuğun 5’inin de bu kafiye örgüsüyle düzenlendiği görülmektedir. Gedâ’î’nin dışında
yine 15. asır Çağatay sahası şairlerinden Ali Şîr Nevâyî’nin kaleme aldığı 13
tuyuğunun 2’si, Mevlânâ Lutfî’nin 113 tuyuğunun 9’u ve Bâbür Şah’ın 15 tuyuğunun
2’si; 16. asır Anadolu sahası şairlerinden Antakyalı Kâsım Şeybânî’nin 50 tuyuğunun
12’si bu kafiye ile kafiyelenmiştir. Bunların dışında, 15. asır Azeri sahası şairlerinden
Cihân Şâh Hakîkî’nin, 18. asır Anadolu sahası şairlerinden Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın
ve 19. asır şairlerinden Leylâ Hanım’ın da birer tuyuğ örneği bu tarz kafiye ile
örüldükleri tespit edilmiştir.
Tuyuğ nazım şeklinin en güçlü şekilde icra edildiği saha olan Çağatay
sahasında Gedâ’î, Ali Şîr Nevâyî ve Mevlânâ Lutfî’nin bu tarz kafiye düzeni ile
yazılmış tuyuğlarının bulunması ve söz konusu bu tuyuğlarda tuyuğun en önemli

1 Orhan Yavuz, Kansu Gavrî’nin Türkçe Dîvânı (Metin-İnceleme-Tıpkıbasım), Konya: Selçuk


Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, 2002, s. 132.
2 Deva Güneş, Misâlî Dîvânı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Kütahya: Dumlupınar

Üniversitesi SBE, 2011, s. 663.


3 Abdullah Tataroğlu, Muhîtî Hayatı, Eserleri ve Edebî Kişiliği Dîvânının Tenkitli Metni, (Yüksek

Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1995, s. 321.

26
özelliklerinden biri olan cinasın bulunması, bu kafiye düzeninin tuyuğ nazım
şeklinde kullanılabilirliğini açıkça göstermektedir. Bu kafiye örgüsüyle kafiyelenmiş
tuyuğ kaleme alan şairleri ve tuyuğ sayılarını tablo hâlinde şu şekilde gösterebiliriz:
Tablo 3: x a x a kafiye örgüsüyle kafiyelenmiş tuyuğ kaleme alan şairler ve
tuyuğ sayıları:
xaxa Kafiye Örgüsüyle Tuyuğ Yüzyıl Toplam Xaxa Kafiyeli
Kaleme Alan Şairler Tuyuğ Tuyuğ Sayısı
Sayısı
Gedâ’î 15 5 5
Ali Şîr Nevâyî 15 13 2
Cihân Şâh (Hakîkî) 15 34 2
Mevlânâ Lutfî 15 113 13
Antakyalı Kâsım Şeybânî 16 48 12
Bâbür Şah 16 15 2
Neccâr-zâde Şeyh Rızâ 18 19 1
Leylâ Hanım 19 2 1
Toplam 38

Yukarıda da zikrettiğimiz gibi x a x a kafiye düzeniyle kaleme alınmış


tuyuğların en dikkat çeken özelliklerinin başında, hemen tümünde cinas kullanımına
hassasiyet gösterilmesidir. Bu durum, söz konusu manzumelerin tuyuğ olduklarına
dair elimizi güçlendiren kanıt olarak zikredilebilir. Aşağıda verdiğimiz örneklerde de
altı çizilen sözcüklerde görüleceği gibi cinaslara yer verilmiştir. Gedâ’î’nin örneğinde
cinas-ı lâhık; Mevlânâ Lutfî’nin örneğinde cinas-ı mefrûk; Bâbür Şâh’ın ilk örneğinde
cinas-ı mefrûk, ikinci örneğinde ise cinas-ı mutarraf bulunmaktadır:

Zümre-i ağyârdın hîç gam degül x


Ger kişige öz habîbi yâr ise a
Ger kabûliyetka kâbil körsen͡giz x
Uş turuptur cân sizin͡gdür bâr ise a
(Gedâî)1
Tan͡g yili zülfün͡g ‘anberin kiltürür x
Cân fedâ bolsun anın͡g salkınına a
Köz ü kaşın͡g barça ‘âlemni kırar x
Hâcet irmestür kılıç sal kınına a
(Mevlânâ Lutfî)1

1 János Eckmann, The Divan of Gadai, Bloomington: Puublished by İndiana University, 1971, s.
247.

27
Kılmasa ol ay nazar man͡ga ni tan͡g x
Tin͡gri tâli‘ çün man͡ga yaratmadı a
Okı yarar irdi kön͡glüm derdiga x
Niteyin kön͡glüm üçün yâr atmadı a
(Bâbür Şah)2

Kâbil ü Gazni ilige aytın͡gız x


Bizge yir imdi Hoşâb Debîredür a
Kay sarıga barga biz kim milk ü mâl x
Bizge munda Hak ta‘âlâ biredür a
(Bâbür Şah)3

1.1.2. Tuyuğlarda Cinas


Kelime anlamı, iki veya daha fazla şeyin birbirine benzemesi olan cinas,
belagatın bedî‘ kısmının lafzî sanatlarından olup yazılışları ve okunuşları aynı; fakat
anlamları farklı kelimelerle oluşturulmuş bir edebî sanattır.4 Ahmed Cevdet Paşa’ya
göre bu sanatın yüz yetmiş kadar farklı çeşidi vardır.5 Ancak en fazla kullanılan 7-8
çeşidi vardır.6 Çalışmamızın başında da zikrettiğimiz üzere tuyuğun en önemli
özelliklerinden biri kafiyelerinde genellikle cinasın kullanılmasıdır. Öyle ki
manzumelerinde tuyuğ tespit ettiğimiz 67 şairin 60’ının tuyuğlarında cinas
bulunmaktadır. Bu sayı tuyuğ yazan şair sayısının % 94’ünü kapsamaktadır. Yine
tespit ettiğimiz bu şairlerin kaleme almış oldukları 1547 adet tuyuğun 893’ünde,
yani toplam tuyuğ sayısının % 64’ünde cinas kullanılmıştır. Cinaslı 893 tuyuğun
yüzyıllara göre dağılımından bahsetmek gerekirse, 14. asırda 329 tuyuğ; 15. asırda
248 tuyuğ; 16. asırda 213 tuyuğ; 17. asırda 13 tuyuğ; 18. asırda 56 tuyuğ ve son
olarak 19. asırda 34 tuyuğ cinaslı olarak kaleme alınmıştır.

1 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. 279.


2 Yücel, Bâbür Dîvânı, s. 287.
3 a.yer.

4 Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniye, (haz. Turgut Karabey, Mehmet Atalay), Ankara:

Akçağ Yayınları, 2000, s. 113; Tâhirü’l-Mevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul: Enderun Kitabevi,
1973, s. 31; Üzgör, Edebiyat Bilgileri, s. 113; M. A. Yekta Saraç, Klasik Edebiyat Bilgisi Belâgat,
(7. baskı), İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2010, s. 245; İsa Kocakaplan, Açıklamalı Edebî
Sanatlar, (2. baskı), İstanbul: Damla Yayınevi, 1998, s. 29-47; Hasan Aktaş, Klasik Türk
Şiirinde Edebî Sanatlar, Edirne: Yort Savul Yayınları, 2004, s. 269-300; Menemenlizâde
Mehmet Tâhir, Osmanlı Edebiyatı -Belâgat-, (haz. M. Fatih Köksal, Vedat Ali Tok), Ankara:
Kurgan Edebiyat Yayınları, 2013, s. 105-7.
5 Ahmed Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniye, s. 113.

6 Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, s. 467-80; Saraç, Belâgat, s. 245-53.

28
329
350

300 248
250 213

200

150

100 56
34
50 13

0
14. yy 15. yy 16. yy 17. yy 18. yy 19. yy

Grafik 1: Cinaslı tuyuğların yüzyıllara göre sayıca dağılımı.

Divan şiirinde tuyuğları arasında en fazla cinaslı tuyuğa yer veren şairlerden
bahsetmek gerekirse, 14. asırda Âlî, Kadı Burhâneddin ve Nesîmî; 15. asırda Cihân
Şâh (Hakîkî), Mevlânâ Lutfî, Eşrefoğlu Rûmî, Dede Ömer Rûşenî, Ahmed-i Rıdvân ve
Şiban Han; 16. asırda Dukakinzâde Ahmet Bey, Antakyalı Kâsım Şeybânî, Şah İsmâil
Hatâyî, Bâbür Şah, Misâlî (Gül Baba), Muhîtî ve Münîrî; 17. asırda Mesîhî-i Tebrizî;
18. asırda Seyyid Mehmed Emîn, İbrâhim Nazîrâ ve Gurbî; 18. asırda ise Emirî
mahlaslı Ömer Han ve Sûzî-i Sivasî’dir. Sıraladığımız bu şairlerin yanı sıra
tuyuğlarında cinas kullanan şairler ve bu şairlerin cinaslı tuyuğ sayıları aşağıdaki
tabloda verilmiştir.

Tablo 4: Tuyuğlarında cinas kullanan şairler ve bu şairlerin cinaslı tuyuğ sayıları ile
yüzyıllara göre dağılımı.
Tuyuğ Kaleme Alan Yüzyıl Tuyuğ Cinaslı Yüzyıllara
Şairler Sayısı Tuyuğ Göre Cinaslı
Sayısı Tuyuğ Sayısı
1.Alî 14 30 24
2. Kadı Burhâneddin 14 116 80 329
3. Nesîmî 14 337 224
4. Muhammed Timur Barga 14-15 1 1
5. Sultan İskender Şirâzî 15 1 1
6. Gedâ’î 15 5 2
7. Mîr Sa‘îd-i Kâbilî 15 1 1
8. İvaz Paşa-zâde Atâî 15 9 4
9. Cihânşâh (Hakîkî) 15 34 21
248
10. Kemal Ümmî 15 1 1
11. Mevlânâ Lutfî 15 113 79

29
12. Eşrefoğlu Rûmî 15 66 30
13. Dede Ömer Rûşenî 15 114 57
14. Ahmed-i Rıdvân 15 37 26
15. Ahmed Paşa 15 9 7
16. Ali Şîr Nevâyî 15 13 7
17. Şiban Han 15 14 10
18. Kansu Gavrî 15 4 2
19. Amrî 16 9 8
20. Dukakinzâde Ahmet Bey 16 33 20
21. Antakyalı Kâsım Şeybânî 16 50 23
22. Şah İsmâil Hatâyî 16 10 7
23. Muhyiddîn Abdâl 16 6 4
24. Bâbür Şah 16 15 14
25. İbrâhim Gülşenî 16 3 3
26. Misâlî (Gül Baba) 16 125 71
27. Livâyî 16 3 2
28. Sânî (Mevlânâ Efserî) 16 2 2 213
29. Hayâlî-i Gülşenî 16 4 2
30. Şuhûdî 16 2 2
31. Gedizli Kabûlî 16 5 4
32. Arşî 16 28 7
33. Muhîtî 16 70 16
34. Ca‘ferî 16 10 1
35. Fânî 16 15 6
36. Medhî 16 3 3
37. Münîrî 16 21 12
38. Pîrkâl 16 15 6
39. Bahtî (Sultan I. Ahmed) 17 11 1
40. Fenâyî Cennet Mehmet Efendi 17 3 2
41. Ünsî Hasan 17 1 1
13
42. Mesîhî-i Tebrizî 17 10 8
43. Sofyalı Yusuf Râsih 17 1 1
44. Seyyid Mehmed Emîn 18 21 17
45. Hasan Sezâyî 18 5 4
46. Neccâr-zâde Şeyh Rızâ 18 19 2
47. İbrâhim Nazîr/Nazîrâ 18 31 10
48. Gurbî 18 31 16
56
49. Hakim Mehmed Emin 18 1 1
50. ‘Örfî Mahmûd Ağa 18 8 3
51. Şeyh Gâlib 18 2 2
52. Fasîhî 18 1 1
53. Köstendilli Süleyman Şeyhî 19 1 1

30
54. Mehmet Nebîl 19 7 3
55. Emirî / Ömer Han 19 24 21
56. Sûzî-i Sivasî 19 22 6 34
57. İbret Mehmet Efendi 19 1 1
58. Leylâ Hanım 19 1 1
59. Celâl (Mahmûd Celaleddin Paşa) 19 1 1
Cinaslı Tuyuğ Sayısı 893 893

Cinasın hemen hemen tüm çeşitlerini tuyuğ örneklerinde görmek


mümkündür. En fazla kullanılan cinas çeşitlerinin başında ise cinas-ı lâhık
gelmektedir. Yaptığımız incelemeler neticesinde kafiyelerinde cinas kullanılan 893
tuyuğun 422’sinde yani yaklaşık % 45’inde cinas-ı lâhık kullanıldığı ortaya çıkmıştır.
Cinas-ı lâhıktan sonra en fazla kullanılan cinas çeşitleri, cinas-ı mürekkebin alt
türlerinden cinas-ı mefrûk, cinas-ı merfû‘ ve cinas-ı muharref; cinas-ı nâkısın alt
türlerinden cinas-ı mutarraf ve son olarak cinas-ı mükerrer olarak dikkatleri
çekmektedir. Cinasın cinas-ı tam çeşidi özel bir gayret ve kelime hazinesi
gerektirdiğinden çoğu şair tarafından bir veya iki örnek dışında kullanılmadığı
görülmektedir. Tuyuğlarda kullanılan cinas çeşitlerini örnek tuyuğlarla şu şekilde
vermek mümkündür:

1.1.2.1. Cinas-ı Tam


Söylenişleri ve yazılışları bir, anlamları farklı olan iki sözcükle yapılan cinastır.
(Örnek: yüz / yüz- ; yer yer seni / yer yer seni ) Yukarıda da belirttiğimiz gibi cinas-ı
tam çeşidinin özel bir gayret ve kelime hazinesini gerektirmesi, cinas-ı tam
örneklerinin cinas-ı lâhık örneklerinden daha az verilmesine neden olmuş olduğu
söylenebilir:
Aşağıdaki örnek tuyuğun 1. ve 4. mısraları arasında cinas-ı tam; 2. mısraında
ise cinas-ı mefrûk vardır. 1. mısraında, “alma”: al- fiili emir kipi 2. tekil şahıs olumsuz
çekimi; 2. mısraında, “al ma”: İşte, haydi al! 4. mısraında, “alma”: elma meyvesi.
Ala gözüñe göñül alma direm
Eyle olur sanki ben al ma direm
Ruhlaruña iricek şâhum nazar
Dutduğıñuñ adını alma direm
(Alî)1

Aşağıdaki örnek tuyuğda 1. mısra ile 2. ve 4. mısralar arasında cinas-ı tam


vardır. 1. mısrada, yaşım: benim gözyaşım; 2 ve 4. mısralardaki yaşım: ömürce benim
yaşım.

1 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 215; Yılmaz Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun: Aklından Bir
Tuyuğ Tut”, Atatürk Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 60 (2017), s. 42.

31
Nakş tutmış közde ol yaşım minin͡g
Eyle kim barmas bu yan yaşım minin͡g
Kâmım olmakdur habîbimdin yırak
Ger hod olsun Hızrça yaşım minin
(Ali Şîr Nevâyî)1

Aşağıdaki örnek tuyuğda ise 1., 2. ve 4. mısralarda geçen “al/âl” sözcüklerinde


cinas-ı tam vardır. 1. mısrada, “al”: almak fiilinin 1. tekil şahıs emri; 2. mısrada “al”:
kırmızı; 4. mısralarda “âl”: Arapça’da soy anlamına gelen kelime olarak
kullanılmıştır.
İy perî-veş gül yüzün͡gdin perde al
Kim gamıdın közde yaşım boldı al
Yâr bolgaylar san͡ga mahşer küni
Ahmed-i muhtâr ile ashâb u âl
(Emîrî, Ömer Han)2

1.1.2.2. Cinas-ı Mürekkeb


Cinaslı sözcüklerden birinin iki ayrı sözcük olan cinas çeşididir. İki çeşitte
görülür:
a. Cinas-ı Mefrûk: Cinaslı sözcüklerden birinin iki ayrı sözcük olan cinas
çeşididir. (Örnek: günâh / gün âh; Oldurur / ol durur; negam/ ne gam)

Şol kuş ki tutgan kuşnı âzâd kılur


Sanma ki dünyede ol az ad kılur
Bağdâdnı kim vîrân kıla bilür
Ol yine bu vîrânı bağdâd kılur
(Kadı Burhâneddin)3

Mini bî-hâl iylegen yâr ay durur


Kim anın͡g vaslı man͡ga yaray durur
Ger visâli bolmasa kiter yirim
Ya Horâsan yâ Hıtâ yâ Rey durur
(Bâbür Şah)4

b. Cinas-ı Merfû‘: Cinaslı sözcüklerden birine başka bir sözcüğün parçasının


eklenmesiyle tamamlanan cinas çeşididir. (Örnek: sakızı / tersâ kızı)

1 Türkay, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l-Vasat, s. 521.


2 Tanç, Ömer Han, s. 287.
3 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 593.

4 Yücel, Bâbür Dîvânı, s. 284.

32
İy Hakı her yerde kaydursan ki var
Sende bes Hak var imiş Hak sende var
Enbiyânuñ sırrını bilmez davar
Kısmet olmaz dîve râh-ı hoşgüvâr
(Nesîmî)1

Körmedük insân munun͡g tig nâzenîn


Körgüzür gûyâ melek yüz ya perî
Barça cân dîvâne vü şeydâ kılur
Zülf-i ‘anber-bar ile yüz yaparı
(Mevlânâ Lutfî)2

1.1.2.3. Cinas-ı Muharref


Arap harflerine göre yazılışları aynı, harekeleri yani okunuşları farklı olan
sözcüklerle yapılan cinastır. (Örnek: ‫ ﻗﻮل‬kavl / kul; ‫ ورد‬verd / vird )
Cehennem esfelî ola saña yurt
Ne deyvire o vakt işbu savul yort
Karıncadan za‘îf olasın anda
Zîrâ bunda işitmedüñdi ögüt
(Eşrefoğlu Rûmî)3

Sin huzûrda-sın Benâyî kol kanı


Nâgehân tapsan͡g töker-sin kul kanı
Fi‘lin͡g irür tîz ü açıgın͡g yaman
Kul kadîrin bilge-sin bul kul kanı
(Şiban Han)4

1.1.2.4. Cinas-ı Nâkıs


Cinaslı sözcüklerden birinde fazla bir harf bulunan cinas çeşididir. Bu cinas,
söz konusu fazla harfin sözcüğün başında, ortasında veya sonunda oluşuna göre
cinas-ı mutarraf, cinas-ı müşevveş ve cinas-ı müzeyyel şeklinde üç farklı şekilde
adlandırılır. Tuyuğlar arasından bu üç cinas çeşidinden sadece cinas-ı mutarraf’a
örnek tespit edilmiştir.
a. Cinas-ı Mutarraf: Cinaslı sözcüklerden birinin başında fazla harf bulunan
cinas çeşididir. (Örnek: ‘ârif / ma‘ârif; râhat / cerâhat)

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 814.


2 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. 295.
3 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 469.

4 Karasoy, Şiban Han, s. 291.

33
‘Ayn u lâm u yîye añla Kanberüm
Fî vü dâd ü lâma ya‘nî çâkerüm
Otuz iki nokta çün kim mazharum
Gün gibi her zerreden bil azharum
(Muhîtî)1

Senden özge hûba gönlüm virmeyem


Virmek istersem İlâhî irmeyem
‘Işkuñı buldum şırât-ı mustakîm
Yol budur gayrı tarîka girmeyem
(Amrî)2

Cân bu meydân içre âgâh ola gâh


‘Işk erinüñ varlığı âh ola âh
Kim bu yolda toğru ger varur ise
Erligün evreninde şâh ola şâh
(Kadı Burhâneddin)3

1.1.2.5. Cinas-ı Kalb


Cinası meydana getiren kelimelerdeki harflerin sıralanışının farklı olmasıyla
orataya çıkan cinas çeşididir. (Örnek: ‫ ﻓﻠﻚ‬felek / ‫ ﻛﻠﻒ‬kelef; ‫ اھﻤﺎل‬ihmâl / ‫ اﻣﮭﺎل‬imhâl;
‫ رﯾﺤﺎن‬reyhân / ‫ ﺣﯿﺮان‬hayrân)
Dilberâ zülfüñ ‘aceb reyhân-ımış
Hüsnüñe ‘âşık senüñ hayrân-ımış
Sevdügüm bir dilber-i cânân-ımış
Hüsn içinde Yûsuf-ı Ken‘ân-ımış
(Kansu Gavrî)4

1.1.2.6. Cinas-ı Lâhık (Cinas-ı Mütekârib)


Cinas-ı Mütekârib adıyla da anılabilen bu cinas, cinaslı sözcükler arasında bir
harfin değişik olmasıyla oluşan cinas çeşididir. Değişik olan harf, başta, ortada veya
sonda olabilirken tuyuğlarda sadece başta ve sondaki harfin değişik olma durumları
tespit edilmiştir.
Söz konusu değişik harf, cinaslı olan sözcüklerin başında bulunabilir. Örnek:
‫ اﯾﻮان‬eyvân /‫ ﻛﯿﻮان‬keyvân; vefâ / cefâ vb.

1 Tataroğlu, Muhîtî, s. 332.


2 Mehmet Çavuşoğlu, Amrî Divan Tenkidli Basım, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, 1979, s. 185.
3 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 524.

4 Yavuz, Kansu Gavrî, s. 133.

34
Düşdi dil sen dil-rübânuñ derdine
Hîç rahm itmezdi benzüm zerdine
Âh kim zerdâli gibi zerd olup
İrmedüm dâmen tozına gerdine
(Alî)1

Hakka şükür koçlaruñ devrânıdur


Cümle ‘âlem bu demüñ hayrânıdur
Güñ batardan gün toğan yire degin
‘Işk erinñ bir nefes seyrânıdur
(Kadı Burhâneddin)2

Söz konusu değişik harf, cinaslı olan sözcüklerin ortasında bulunabilir. Örnek:
bâd / bîd; sâfî / sûfî vb.

Toğdu mağribden güneş indi Mesîh


Gör Mesîhî sen misen yâhud kabîh
Geç kinâyetden ki remz oldı sarîh
Burgu çalındı vü haşr oldı sahîh
(Nesîmî)3

‘Aşkdur söz söyleden ‘âşıklara


‘Aşkdur yol gösteren sâdıklara
‘Aşka hâl itdiler her müşkili
‘Aşk rehber oldı hep sâliklere
(Seyyid Mehmet Emin)4

1.1.2.7. Cinas-ı Mükerrer (Cinas-ı Müzdevic)


Cinas-ı Müzdevic adıyla da anılabilen bu cinas, cinaslı sözcüklerden birinin,
ötekinin son hecesiyle ses ve yazılış bakımından aynı olmasına dayanan cinas
çeşididir. (Örnek: gerdûn / dûn; nesîm / sîm; dinâr / nâr; dirhem / hem)
İde Huda rûz u şebüñ Kadr ü ‘îd
İzzet ü devlet ile ömrüñ mezîd
Çeşm-i bed ez-rûy-ı tû bâdâ ba‘îd
Sayyahake’llâhu sabâha’s-sa‘îd
(İbrâhim Nazîrâ)1

1 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 218.


2 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 586.
3 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 805.

4 Mahmut Gider, Seyyid Mehmed Emin Efendi Divanı, (Tenkitli Metin-İnceleme), (Yüksek Lisans

Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi SBE, 2011, s. 498.

35
Âdem iseñ bil nedür âdemde dem
Rûh-ı Kudsî nefha-ı vech-i kadem
Ol demi bilen bilür âdem nedür
Aña diñ mevcûd bu bâkîyse ‘adem
(İbrâhim Gülşenî)2

Yâr eğer biz kulı bile yâr ise


Kulıyuz ancağ olur ikrâr ise
Biz ana virdük canı özi bilsüñ
Ger yâr ise yoğ ise ağyâr ise
(Kadı Burhâneddin)3

1.1.2.8. Cinas-ı Hat (Cinas-ı Musahhaf - Cinas-ı Hattî)


Cinas-ı Musahhaf veya Cinas-ı Hattî olarak da anılabilen bu cinas, Arap
harflerine göre, yazılış şekilleri aynı ancak noktaları farklı harflerin kullanıldığı cinas
çeşididir. (Örnek: ‫‘ ﻋﺎﻗﻞ‬âkil / ‫ ﻏﺎﻓﻞ‬gâfil; ‫ رﺣﻤﺖ‬rahmet / ‫ زﺣﻤﺖ‬zahmet; ‫ ﺣﺎأز‬hâiz /
‫ﺟﺎأز‬câiz )
Turmadın âlemde idersin sehâ
Ben kuluñâ dâyimâ derd ü belâ
Pâdişâh u heft-kişversin şehâ
Lâyık oldur k’idesin dâyim ‘atâ
(Ahmed-i Rıdvân)4

Sâl u fâl u nesl ü asl u baht u taht


Dâyimâ olsun karînüñ olma saht
Tâli‘-i mes‘ûduñ olsun ‘izz ü baht
Asl-ı sâbiteyn makarruñ yüce taht
(Ahmed-i Rıdvân)5

Fâ vü zâd u lâma düşdi göñlümüz


Gördi aynı câma düşdi göñlümüz
Ârzû-yı hâma düşdi göñlümüz
Gör ne muhkem dâma düşdi göñlümüz
(Nesîmî)1

1 Necdet Şengün, Nazîr İbrâhim ve Dîvânı, (Doktora Tezi), İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE,
2006, s. 875.
2 Mehmet Akay, İbrâhim Gülşenî’nin Dîvânı Metin-Dil Hususiyetleri-Sözlük, (Doktora Tezi),

Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1996, s. 259.


3 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 529.

4 Çeltik, Ahmed-i Rıdvân Divanı, 2011, s. 698.

5 a.g.e., s. 699.

36
1.1.3. Tuyuğlarda Mahlas
Nazım şekilleri ile ilgili bilgi veren kaynaklarda, rubaîde olduğu gibi tuyuğda
da mahlasın kullanılmadığı ile ilgili bilgiler mevcuttur.2 Ancak gerek rubâîde gerekse
tuyuğda bunun istisnalarının varlığı zikredilmiştir. Yaptığımız taramalarda tuyuğ
kaleme alan 25 şairin 68 tuyuğunda mahlas tespit edilmiştir. Yani tespit edilen 1547
tuyuğun 68’inde mahlas bulunmaktadır. Tuyuğda mahlas kullanan şairlerin başında,
15. asır şairlerinden Dede Ömer Rûşenî ve Şiban Han; 16. asır şairlerinden Şah İsmâil
Hatâyî ve 18. asır şairlerinden ‘Örfî Mahmûd Ağa gelmektedir. Dede Ömer Rûşenî,
kaleme aldığı 114 tuyuğun 13’ünde; Şah İsmâil Hatâyî, kaleme aldığı 10 tuyuğun
tümünde; ‘Örfî Mahmûd Ağa ise kaleme aldığı 8 tuyuğun 5’inde mahlas kullanmıştır.
Nesîmî’nin 337 tuyuğu arsında 6 tuyuğun mahlaslı olduğunu da burada zikretmek
gerekmektedir.
Rûşenî var dime bildüm men meni
Sen kaçan diye idüñ bilseñ seni
Saña bu benlük yeter iy Rûşenî
Kim diyesin bende yoh mâ’ vü menî
(Dede Ömer Rûşenî)3

Men Hüseynî mezhebem şâhuñ kulı


Ya‘ni ki ma‘nîde Allâhuñ kulı
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Olmayınca uşbu dergâhuñ kulı
(Şah İsmâil Hatâyî)4

Tâlib-i cânân olan bî-dâr olur


Zikr u fikri dâ’imâ dîdâr olur
‘Örfiyâ sende degil bu güft u gû
Söyleden dâ’im seni Cebbâr olur
(‘Örfî Mahmûd Ağa)5

Yukarıda zikredilen şairlerle birlikte 14. asırda 2; 15. asırda 6; 16. asırda 8; 17.
asırda 1; 18. asırda 5 ve son olarak 19. asırda 4 şair tuyuğlarda mahlas kullanmıştır.
Tuyuğlarında mahlas kullanan şairler ve mahlaslı tuyuğlarının sayıca dökümünü
tablo hâlinde şu şekilde vermek mümkündür:

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 818.


2 İpekten, Nazım Şekilleri ve Aruz, s. 81; Öztoprak, “Tuyuğ”, s. 450.
3 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 236; Aydemir (Tunç), Dede Ömer Rûşenî, s. 296.

4 Şah İsmail, Hatâyî Dîvânı, s. 284; Cavanşir, Necef, Şah İsmail Hatâi, s. 452.

5 Lokman Turan, Edirneli Örfî Mahmûd Ağa, Dîvân (İnceleme-Metin), Ankara: Vizyon Yayıncılık,

2011, s. 677.

37
Tablo 5: Tuyuğlarında mahlas kullanan şairler ve mahlaslı tuyuğlarının sayıca
dökümü:
Tuyuğlarda Mahlas Yüzyıl Tuyuğ Mahlaslı Tuyuğ
Kullanan Şairler Sayısı Sayısı
1. Alî 14 31 2
2. Nesîmî 14 337 6
3. Gedâ’î 15 5 1
4. Ahmed Paşa 15 9 1
5. Ahmed-i Rıdvân 15 37 2
6. Dede Ömer Rûşenî 15 114 13
7. Eşrefoğlu Rûmî 15 66 4
8. Şiban Han 15 14 4
9. Amrî 16 9 1
10. Arşî 16 28 1
11. Livâyî 16 3 1
12. Misâlî (Gül Baba) 16 125 2
13. Sânî 16 2 1
14. Muhîtî 16 70 1
15. Şah İsmâil Hatâyî 16 10 10
16. Bahtî (Sultan I. Ahmed) 17 11 4
17. Neccâr-zâde Şeyh Rızâ 18 19 1
18. İbrâhim Nazîr/Nazîrâ 18 31 2
19. Gurbî 18 31 1
20. ‘Örfî Mahmûd Ağa 18 8 5
21. Seyyid Mehmed Emîn 18 21 1
22. Leylâ Hanım 19 1 1
23. Mehmet Nebîl 19 7 1
24. Emirî / Ömer Han 19 24 1
25. Sûzî-i Sivasî 19 22 1
Toplam 68

1.2. Tuyuğ’un Benzer Diğer Nazım Şekilleriyle İlişkisi


1.2.1. Tuyuğun Rubâî, Kıt’â, Dü-beyt ve Nazm ile İlişkisi
Divan şairlerinin kaleme almış oldukları ve divanlarında yer verdikleri başta
tuyuğ olmak üzere rubâî, dübeyt ve kıt‘a gibi nazım şekillerinin divanlarındaki
yerleri ve adlandırılmalarıyla ilgili bazı problemler bulunmaktadır. Nitekim yakın
geçmişte Halil Çeltik ve Recai Kızıltunç kaleme aldıkları makalelerde bu problemlere
dikkatleri çekmişlerdir.1

1 Halil Çeltik, “Tenkitli Divan Neşirlerinde Nazım Şekli Problemleri”, Turkish Studies/Türkoloji
Araştırmaları, C. 2/3 (2007), s. 189-99; Kızıltunç, “Tuyug ve Bazı Problemleri”, s. 107-26.

38
Tarafımızca daha önce yayınlanan Divan Şiirinde Rubâî adlı çalışmada bu
konuya bahis açılmıştır. Yapılan inceleme ve değerlendirmelerde, şair ve müstensih
hatalarının tuyuğ, rubâî ve diğer dörtlüklerden oluşan nazım şekillerinin birbirinden
ayrılmasında engelleyici rol oynadığı anlaşılmıştır. Öyle ki divan tertibinde genellikle
divanın sonlarında yer alan mukattaât veya rubâiyyât başlıklı kısımlar, bazen sadece
kıt’aları veya rubâîleri değil; karışık olarak rubâî, dübeyt, tuyuğ, nazm ve kıt’a gibi
dört mısra ya da iki beyitle yazılabilen manzumeleri ihtiva edebilmektedir. Söz
konusu bu bölümlerde, her dörtlüğün üzerinde nazım şeklinin adının da
belirtilmediği düşünüldüğünde bu nazım şekillerini birbirinden ayırmak
araştırmacılar için bazen imkânsız hâle gelebilmektedir. Söz konusu bu dörtlükleri
ve özellikle çalışma konumuz olan tuyuğu diğer nazım şekillerinden ayırt edebilmek
için bu nazım şekilleri arasındaki benzerlik ve farklılıkları bilmek gerekmektedir. 1
Şimdiye kadar şekil olarak işlediğimiz tuyuğun, rubâî, dübeyt, kıt‘a ve nazm ile
olan benzerlik ve farklılıklarını tablo içerisinde şu şekilde özetlemek mümkündür:

Tablo 6: Tuyuğun Rubâî, Kıt’â, Dü-beyt ve Nazm ile İlişkisini gösteren tablo:
Nazım Nazım Vezin Kafiye Mahlas Konu
Şekli Birimi
Tuyuğ Dörtlük Fâ‘ilâtün, Fâ‘ilâtün, Fâ‘ilün aaxa Yok Genellikle âşıkane
aaaa (İstisnaları
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Fe‘ûlün var)
Fe’ilâtün Mefâ‘ilün Fe‘ilün (x a x a)
(Nadiren) nadiren
Rubâî Dörtlük Ahrem ve Ahreb özel rubâî aaxa Yok Felsefî düşünce,
kalıpları (a a a a) (İstisnaları tasavvuf, fikir,
var) sosyal hayat, vs.
(x a x a)
nadiren
Dübeyt Sadece Her vezinle yazılabilir. aa xa Yok Genellikle âşıkane
iki Beyit (a a a a) (İstisnaları (fikir, düşünce,
(x a x a) var) mehdiye vs. de
var.)
Kıt‘a Beyit Her vezinle yazılabilir xa xa Yok Aşk, bir fikir, bir
(En az (a b a b) (İstisnaları nükte, bir kişiyi
iki beyit) nadiren var) övme-yerme,
tarih düşürme vs.
Nazm Beyit Her vezinle yazılabilir aa ba Yok Daha çok övgü,
(En az (a a a a) (İstisnaları yergi ve tarih
iki beyit) nadiren var) düşürme

1 Çalka, Divan Şiirinde Rubâî, s. 162.

39
1.2.2. Tuyuğun Mani, Koşuk Tarhânî, Öleng ve Çenge ile İlişkisi
Bilindiği gibi mâni halk şiirinde en küçük nazım şeklidir. Daha çok 7 heceli
olarak söylenen manilerin yanı sıra sayıları az da olsa 8 ve 11 heceden oluşan
maniler de bulunmaktadır. Yine maniler genel olarak 4 dizeden oluşur; ancak çok az
da olsa 5, 8, 10, 11 ve 14 dizeden oluşan manilere de rastlanmaktadır. Birinci, ikinci
ve dördüncü dizeleri uyaklı olan manilerin üçüncü dizesi serbesttir. 1 Çalışmamızın
başında tuyuğun ortaya çıkış serüveni ile ilgili ortaya atılan teoriler üzerinde
tartışırken özellikle W. Gibb, Fuat Köprülü ve Ahmet Talat Onay’ın görüşlerinden
yararlanıldığını belirtmiştik. Buna göre tuyuğun formu dört mısra olmakla birlikte
divan edebiyatındaki Fars kaynaklı rubâî ile Türklerin halk arasında gelişen
edebiyatlarının en önemli nazım şekillerinden olan mâni ve koşuğun birleşmesinden
ortaya çıktığı ile ilgili görüşlere daha mantıksal çerçevede yaklaşılması gerektiği
üzerinde bir fikir beyan edilmişti. Öyle ki W. Gibb’in,
“Kafiyelenişi rubâîye çok benzeyen ancak ölçüsü tamamen farklı olan
millî bir nazım şekli de vardır. Doğu-Türk edebiyatında işlenen bu nazım
şekline duyuğ veya tuyuk adı verilmektedir. Osmanlı şairlerince pek itibar
edilmeyen bu şekil, halk edebiyatı nazım şekillerinden mâni ve rubâînin
birleşiminden ortaya çıkmış melez bir türdür denilebilir.” 2

şeklindeki görüşünü Fuat Köprülü de desteklemiş ve Türk halk edebiyatının asli


nazım şekillerinin dörtlüklerden oluştuğunu ve bunların başını da maninin çektiğini
ifade etmiştir. Köprülü’ye göre tuyuğ nazım şekli de dörtlükten ibarettir ve tamamen
millîdir. Arap ve İran şiirinin nazım biriminin beyit olduğunu belirten Köprülü’ye
göre tuyuğların dörtlüklerden oluşması onu Türk halk nazım şekillerinden mâni ve
koşmalara yaklaştırmaktadır.3
Yine Köprülü’ye göre Türk halk edebiyatındaki şiirlerin esas unsuru
dörtlüktür. Türkler, İslamiyet’ten sonra özellikle 13. asırda Arap ve İranlılarla temas
ettiklerinde dörtlüklerle yazılıp besteyle okunan ve Fehleviyât/Pehleviyât adı verilen
nazım şekliyle temas hâlinde olmuşlardır. İşte bu şekil, özellikle Irak Türkleri
tarafından benimsenip yaygınlaşmış ve tuyuğ nazım şeklinin meydana gelmesinin
zeminini oluşturmuştur.4 Hatta bundan evvel Türkler arasında meclislerde ezgiyle
söylenen Koşuk/Türkî (Türkü); Tarhanların meclislerinde söylenen Tarhânî;
Çağatay Türkleri arasında, özellikle Özbek ve Kırgızlar arasında “Düğün Türküsü”
olarak bilinen Öleng ve son olarak yine Orta Asya Türkleri arasında gelin karşılama

1 Mâni için bk. Nevzat Gözaydın, “Anonim Halk Şiiri Üzerine”, Türk Dili Dergisi, Türk Şiiri Özel
Sayısı III, S. 445-450 (1989), s. 3-25; Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, s. 279.
2 Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi (History of Ottoman Poetry), C. I-II, s. 73.
3 Köprülüzade Mehmet Fuad, “Klasik Türk Edebiyatındaki Hususi Nazım Şekilleri: Tuyuğ”,
s. 188.
4 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 191-92; Köprülüzade Mehmet Fuad, “Klasik Türk
Edebiyatındaki Hususi Nazım Şekilleri: Tuyuğ”, s. 190.

40
alayında söylenen Çenge’nin genellikle 11 heceli aruz vezinleriyle yazıldıkları ve
dolayısıyla bu nazım şekillerinin bir bileşiminden yine meclislerde söylenen bir
nazım şekli olan tuyuğun ortaya çıktığı üzerinde bir teoriden bahsedilebilir.1
Ahmet Talat Onay ise Kadı Burhâneddin tuyuğlarını değerlendirmeye alırken
onun tuyuğlarının çoğu bilim adamı tarafından fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün ile yazıldığı
kabul edilse de bunun yanlış olduğunu, aslında Türk halk şiirindeki 11 heceli nazım
şekillerin 7+4 şeklinde yazılan formunda yazıldığını dile getirmiştir. Bunun da mâni
formundan başka bir şey olmadığını dile getirmiştir. Ahmet Talat Onay, Fuat Köprü-
lü’nün Tuyuğ ile ilgili müphem ve tereddütlü ifadelerinin olduğunu iddia ederek
“Tuyuğlar tamamen hece ile yazılmış bir şiir tarzıdır. Şekli de vezni de millîdir.
Hecenin her şekliyle yazılabilir.”2 şeklinde bu konudaki son sözünü ifade etmiştir.
Bu tartışmanın bize bakan tarafı, bu nazım şeklinin tamamen millî olup
olmadığıyla alakalıdır. Gerek W. Gibb gerek Köprülü gerekse Onay’ın tuyuğun
tamamen millî bir nazım şekli olduğuna dair kanaatleri ortaktır. Ancak Onay’ın
tuyuğu sadece hece veznine hasretmesi, hamasi duygularla ifade edilen ve sadece
Kadı Burhâneddin’in tuyuğlarını baz alarak verilen peşin bir hüküm olduğu ile ilgili
bir kanaat oluşturmaktadır. Zira tarafımızca tespit edilen 1547 tuyuğun 1428’i
fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle, 107’si mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle ve 12’si
ise fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle kaleme alınmış olmaları Onay’ın bu
düşüncesinin peşin hükümlü olduğunu ortaya çıkarmıştır.

1.3. Tuyuğlarda Edebî Tarzlar ve Türler


Divan şiiri geleneğinde kaleme alınmış tuyuğlarda hasb-i hâl, medhiye,
fahriye, nasihat ve şikâyet gibi sunuş/ifade biçimlerinin yanı sıra pek çok dini ve
sosyal türe ait birçok örnek bulunmaktadır. Bu anlamda tuyuğ nazım şekli, birçok
tarzın ve türün icra edilebildiği bir nazım şekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Tevhid,
na’t, mi‘râciye, hilye, esmâ-i hüsnâ, mu’cizât-ı nebî ve düvazimam gibi dini türlerin
yanı sıra sâkî-nâme ve cülusiye gibi sosyal içerikli türler tuyuğlarda kullanılan
başlıca türler arasındadır.
Tarafımızca yapılan divan taramaları neticesinde tespit edilen tuyuğların tarz
ve türe göre sayıca değerlendirmesini yapmak gerekirse; bir sunuş biçimi olarak en
fazla kullanılan tarzlar; nasihat-nâme, hasb-i hâl, şikâyet-nâme ve münâcaât olurken
en fazla işlenen türler ise tevhîd, na’t, sâkî-nâme ve düvazimam türüdür. Yine yapılan
taramalar neticesine göre klasik Türk şiirinde kaleme alınmış tuyuğları, Sûfiyâne,
Hakîmâne/Ârifâne, Âşıkane/Şûhâne ve Rindâne üslupları içerisinde değerlendirdiği-
mizde ise, kaleme alınan tuyuğların çoğunun sûfiyâne bir üslupla yazıldığını; sûfi-
yâne tuyuğların ardından ise hakîmâne, âşıkane ve rindâne üsluplarının sıralandığını
söyleyebiliriz. Söz konusu bu değerlendirmeyi grafikler hâlinde şu şekilde vermek

1 Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 2, s. 194-99.


2 Onay, Türk Şiirlerinin Vezni, s. 54, 163, 167.

41
mümkündür:

500 408
400 302
300
200 147 136
90
100
0

Grafik 2. Tuyuğlarda En Fazla Kullanılan Edebî Tarzlar ve Tuyuğ Sayılarına


Göre Oranları

140 123
120 108
100 76
80
60 45
40 24 27
20
0

Grafik 3. Tuyuğlarda En Fazla Kullanılan Edebî Tarzlar ve Tuyuğ Sayılarına


Göre Oranları

800 754
700
600
500
395
400
300 254
200 143
100
0
Sûfiyâne Hakîmâne Âşıkâne Rindâne

Grafik 4. Divan Şiirinde Sûfiyâne, Hakîmâne/Ârifâne, Âşıkane/Şûhâne ve


Rindâne Üslupta Kaleme Alınan Rubâî Sayıları

42
Bu değerlendirmeden sonra, şairlerin kaleme aldıkları tuyuğların hangi sunuş
biçimleriyle işledikleri, yani hangi tarzları kullandıklarını incelemek yerinde
olacaktır.

1.3.1. Edebî Tarzlar


1.3.1.1. Medhiye
Bir kişiyi övmek maksadıyla kaleme alınmış metin veya şiir anlamıyla klasik
edebiyatta bir anlatım tarzına verilen ad olan mehdiye, Divan edebiyatında dört
halifeyi, din ve devlet büyüklerini övmek için yazılan şiirlerdir.1 Genel olarak kaside na-
zım şeklinde kullanılmış olan bu edebî tarz, başka nazım şekilleriyle de icra edilmiş
olup tuyuğ da bu nazım şekilleri arasındadır. Tuyuğ nazım şekliyle kaleme alınmış
olan medhiyeler incelendiğinde iki farklı grupla karşılaşılmaktadır. Bunlar, İslam
dininde değer verilen şahıslara yapılan medhiyeler ile Osmanlı devlet adamlarına
yapılan medhiyelerdir. Ancak tuyuğda din büyüklerine yapılan medhiyelerin dışında
devlet adamlarına yapılan medhiyeler bulunmamaktadır. Haklarında medhiye
yazılan dini şahsiyetler arasında Alevi-Bektaşi geleneğinde en fazla övülen
şahsiyetler olan başta Hz. Alî olmak üzere, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğer 12 imam
arasında bulunan şahsiyetler ile Hurufi şairlerinin piri, hatta mehdisi olarak kabul
gören Fazlullah-ı Hurufi bulunmaktadır. Bu İslâm büyükleri arasında, kendisiyle ilgili
en fazla medhiye yazılan kişi ise Fazlullah-ı Hurufi olarak dikkat çekmektedir.
Başta Nesîmî olmak üzere hemen tüm Hurufi şairlerin tuyuğlarında Fazlullah-ı
Hurufi’ye yapılmış medhiyelere rastlamak mümkündür. Özellikle bazı Hurufi şairleri,
gerek tam olarak ismiyle gerekse sadece Fazl (‫ )ﻓﻀﻞ‬ifadesiyle Fazlullah-ı Hurufi’nin
makamını uluhiyete varacak kadar ileriye götürdüklerine şahit olunmaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi tuyuğ nazım şekliyle Fazlullah-ı Hurufi’ye medhiye
kaleme alan şairlerin başında 14. asırda Nesîmî (T. 100, 101, 102, 127, 147, 212, 213,
221, 249, 257, 307, 327)2 gelmektedir. Nesîmî’den sonra ise 16. asırda Misâlî Gül
Baba (T. 12, 19, 43, 45, 48, 52, 63, 64, 65, 70, 76, 78, 84, 98)’nın, Muhîtî (T. 1, 16, 17,
18, 19, 20, 33, 35, 45, 67)’nin ve Arşî (T. 1, 2, 3, 4, 5)’nin bu tarzda yazılmış tuyuğları
mevcuttur:
Bir ‘acâ’ib şâha düşdi göñlümüz
Bedr yüzlü mâha düşdi göñlümüz
Tâ ki Fazlu’llâha düşdi göñlümüz
Uş hakîkî râha düşdi göñlümüz3

1 Metin Akkuş, Klasik Türk Şiirinin Anlam Dünyası Edebî Türler ve Tarzlar, Erzurum: Fenomen,
2007, s. 143.
2 T: Tuyuğ. Sayıları verilen bu tuyuğlar çalışmamızın sonunda verilen tuğların numaralarını

göstermektedir.
3 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 819.

43
Bak yüzüñde sûret-i Yezdân’ı gör
Ya‘ni Fazlu’llâh-ı ‘âlîşânı gör
‘Arş-ı veche nâzil oldı anı gör
Gör ne tahta geçdi ol sultânı gör1

Tuyuğ nazım şekliyle Hz. Alî medhiyeleri kaleme alan şairlerin başında ise
yine 14. asır şairlerinden Nesîmî (T. 252, 296, 297) gelmektedir. Nesîmî’den sonra
ise 16. asırda Şah İsmail Hatâî (T. 2, 6, 8, 9, 10), Misâlî Gül Baba (T. 119), Arşî (T. 12)
ve Muhîtî (T. 3, 6)’nin bu tarzda yazılmış tuyuğları mevcuttur:
Nâr-ı Mûsâ vü ‘asâdur şâh ‘Alî
Âfitâb-ı kibriyâdur şâh ‘Alî
Âyet-i Hak nümâdur şâh ‘Alî
İbtidâ vü intihâdur şâh ‘Alî2

Gül-sitân-ı melekûtdur şâh ‘Alî


Şîr-i kûh-ı ceberûtdur şâh ‘Alî
Yûnus u deryâ vü hûtdur şâh ‘Alî
Hem ‘asâ Mûsî dûddur şâh ‘Alî3

Bil elif tek ferd ü yektâdur ‘Alî


Asl-ı ‘ilm u noktâ-i bâdür ‘Alî
Mazhar-ı fazl-ı Te‘âlâdur ‘Alî
Hâmûş olmaz nutk-ı gûyâdur ‘Alî 4

18. asır şairlerinden İbrâhim Nazîr/Nazîrâ’nın Gülşenî tarikatına mensup


olduğu bilinmektedir. Gülşenî Tarikatının Sezâiyye kolu şeyhlerinden Sezâyî-i
Gülşenî’ye intisap eden İbrâhim Nazîr/Nazîrâ, tarikat pirini tuyuğlarında methetmiş
ve onun tasavvufi hâlini okuyucuylarla paylaşmıştır. Buna göre İbrâhim
Nazîr/Nazîrâ, şeyhinin ilm-i ledünnün vârisi olduğunu, Allah’ın “ol/kün” emrinin
sırlarına vâkıf olduğunu ve nükteli söz söylemede de mahir olduğunu vurgulamıştır:
Vâris-i ilm-i ledündür Gülşenî
Ârif-i esrâr-ı kündür Gülşenî
Vâkıf-ı ahvâl bî-şın ü bî-sin
Nüktedân-ı her sühandur Gülşenî5

1 Mehmet Dede, Divân-ı Gül Baba ve Transkripsiyonlu Metni, (Yüksek Lisans Tezi), Sakarya:
Sakarya Üniversitesi SBE, 2001, s. 470.
2 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 855.

3 a.yer.

4 Tataroğlu, Muhîtî, s. 305.

5 Şengün, Nazîr İbrâhim, s. 861.

44
İbrâhim Nazîr/Nazîrâ, Gülşenî tarikatına mensup olmasına rağmen bir ara
intisap etmiş olduğu Rifaiyye tarikatının piri olan Seyyid Ahmed er-Rifâî (ö. 1182)
için de tuyuğ nazım şekliyle bir medhiye kaleme almıştır. Seyyid Ahmed er-Rifâî’yi
seyidler zümresinin önderi olarak takdim eden İbrâhim Nazîr, ondan feyiz alanların
dahi zamanın kutbu hâline geldiğinden bahsederek Seyyid Ahmed er-Rifâî’nin
tasavvufi mertebesini açıklamaya çalışmıştır.
Velîler zümresinüñ pîşvâsı
Cenâb-ı Hazret-i Şeyh Rıfâ‘î
Zamânında olanlar kutbu’l-aktâb
İderler idi andan intifâ‘ı1

1.3.1.2. Fahriye
Arapça bir kelime olan “fahr”, öğünülecek şey, övülmeye lâyık kişi;
böbürlenme, büyüklenme ve övünme anlamına gelmektedir. Divan şiirinde edebî bir
tarz olarak fahriye, şairlerin kendi özelliklerinden övünerek söz ettikleri manzume
veya manzumelerin bir bölümüdür.2 Şairler bazen şairliklerinin üstünlüğünden
bazen mensup oldukları tarikat yolundan bazen âşıklık mesleğindeki durumundan
bazen de sahip oldukları daha başka ulvi özelliklerinden dolayı kendilerini övme
çabası içerine girerler. Hal böyle olunca başta kaside olmak üzere pek çok nazım
şeklinde bu edebî tarzla karşılaşmak mümkün olabilmektedir. Tuyuğ nazım şekliyle
kaleme alınmış manzumelerde de bu tarza rastlanmaktadır.
Tuyuğlarında fahriye örneği veren şairlerden bahsetmek gerekirse beş şairin
tuyuğlarında bu tarz örneğin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bu şairler; 14. asır şairle-
rinden Kadı Burhâneddin (T. 54), 15. asır şairlerinden Şiban Han (T. 11), 16. asır
şairlerinden Misâlî (95, 96, 97), Muhîtî (T. 46) ve Antakyalı Kâsım Şeybânî (T. 8)’dir.
Örneğin Benâyî mahlasını kullanan Şiban Han kendisinden bahsettiği
aşağıdaki örnekte, kendini ilim bağlamında bugün Pakistan sınırlarında bulunan ve
zamanında kültür ve ilim şehri olarak kabul edilen Multan’a benzettiği görülür. Yine
ilimde kendini bir ummana benzeten Şiban Han, bu şekilde fahriyede iddialı
olduğunu göstermiştir:
Ay Benâyî ‘ilm içinde kân-sin
Sin ayagın͡g almasan͡g Multân-sin
İl ayagıda yürigil kân isen͡g
Uşbu fennin͡g içide ummân-sin3

Antakyalı Kâsım Şeybânî’nin fahriye örneği incelendiğinde ise şairin tasavvuf


yolunda herkesten üstün olduğunu, herkesten daha kâmil olduğunu ve kendisinin

1 a.g.e., s. 877.
2 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 65.
3 Karasoy, Şiban Han, s. 301.

45
etrafındakilere önder olduğunu iddia ederek çevresindekileri kendine bağlama
gayreti içine girdiği görülmektedir:
Hutbe bende okunur fâzıl benem
Hem dahı bu hâlete kâbil benem
Muktedî sizler size ben muktedâ
Cümleñüzden şübhesüz kâmil benem1

16. asır şairlerinden Misâlî ise en güzel surette yaratılmış bir mahluk olarak ve
Allah’ın yeryüzündeki bir halifesi olarak övündüğü görülmektedir. Şaire göre Allah
kâinatı kendi sıfatlarıyla bezemiştir, insan kâinatın özü olduğuna göre Allah’ın
nurunun da mazharının da bir insan olduğunu ve dolayısıyla kendisinin de bu
vasıflara haiz olduğunu ifade ederek kendisini methetmiştir:
Berr ü bahr u ‘arş u âfâkı menem
Nûr-ı zât-ı fazl-ı Hallâk’ı menem
Mazhar-ı Hakk’am çü Hak bâkî menem
Âb-ı kevser suyıyam sâkî menem2

1.3.1.3. Şikâyet-nâme
Durumundan memnun olmayıp yakınma veya başına gelen bir dertten
sızlanma anlamına gelen şikâyet, edebî tarz olarak metinde yazar/şairin kişisel veya
toplumsal herhangi bir durumdan olumsuz yönde söz etmesi tavrının bir görünüşüdür.3
Şikâyet-nâme genellikle kasidelerde bir bölüm veya birkaç beyit hâlinde verilmesinin
yanı sıra mesnevi, kıt’a, rubâî ve tuyuğ nazım şekilleriyle de yazıldıkları görülür. Bu
tarzda tuyuğ kaleme alan şairlerin sayısı oldukça fazla olmakla birlikte bu tarzla en
dikkat çeken tuyuğlar kaleme alan şairler arasında 14. asır şairlerinden Kadı
Burhâneddin (T. 9, 31, 32, 37, 41), 15. asır şairlerinden Mevlânâ Lutfî (T. 21, 29, 42),
16. asır şairlerinden Bâbür Şah (T. 4, 5) ve Fânî (T. 1, 2, 3), 17. asır şairlerinden Bahtî
(T. 1, 2, 3, 4, 5, 11), 18. asır şairlerinden İbrâhim Nazîr/Nazîrâ (T. 9, 23), 19. asır
şairlerinden Mehmet Nebîl (T. 1) ve Ömer Han (T. 5, 11, 17, 24) sayılabilir.
Şikâyet tarzında kaleme alınan tuyuğlar incelendiğinde şairlerin farklı
üsluplarla yakındıkları durumları ortaya koydukları görülür. Öyle ki bazen
kendinden (tazallüm), bazen aşktan/sevgiliden, bazen toplumdan, bazen de
felekten/talihten şikâyet ettiklerine şahit olunmaktadır. Örneğin sevgiliden şikâyet
ettiği tuyuğlarında Kadı Burhâneddin, sevgilinin işinin her daim naz edip âşığını
azarlamak, terslemek, paylamak ve rencide etmek olduğunu; büyülü gözleriyle, fitne

1 Bünyamin Taş, Antakyalı Kâsım Şeybânî ve Nasihatnâme’si, İstanbul: Kriter Yayınevi, 2018, s.
172.
2 Güneş, Misâlî Dîvânı, s. 676.

3 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 252.

46
çıkaran bakışlarıyla âşıklarını birbirine düşürdüğünü buna ise sabırla tahammül
edilmesi gerektiğini, gönlün bundan başka çaresinin olmadığını ifade etmiştir:
Dilberüñ işi ‘itâb u nâz olur
Çeşm-i câdû gamzesi gammâz olur
İy göñül sabr it tahammül kıl ana
Yâra irişmek işi az az olur1

Câdû gözi cânumı şikâr ider


Ben kulıyam ol anı inkâr ider
Tutağıyıçün şeker didüm idi
Göñüline geldi tekrar ider2

Sevgilinin vefasızlığından ve umursamazlığından şikâyet eden bir başka tuyuğ


şairi Mevlânâ Lutfî, sevgilinin yan bakışı olan gamzesinden çektiği eziyetten gözyaşı
döktüğünü ve bu durumdan sevgilinin bihaber olduğunu, hatta ölse dahi sevgilinin
hiç üzülmeyeceğini ifade ederek sevgilinin ne derece gaddar olduğunu vurgulamaya
çalışmıştır:
Köz yaşım toprak ile ger katıla
Kilmegey min cevridin hakkâ tile
Gamzesi öltürdi vü ol bîhaber
Min eger ölsem ni gam ol katıla3

Tâ-be-key vaslın͡g temennâsı üçün


Köz kanın töküp kireyin kanga min
Veh kaçan bolgay ki la‘lın͡g şerbetin
Ança çağlığ içke min kim kanga min4

Dîvân’ında kaleme aldığı hemen tüm tuyuğlarda âşıkane bir üslup kullanmaya
gayret gösteren Bâbür Şah da aşkın ve bilhassa sevgilinin verdiği ıstıraptan şikâyet
etmiştir. Bir yandan sevgilinin güzelliğini öven Bâbür Şah, öte yandan sevgilinin her
daim kendisine yalan söylediğinden, yalancı olduğundan yakındığı görülmektedir:
Ol ki her közi gazâl-i Çin durur
Kaşıda peyveste anın͡g çîn durur
Çünki köp yalgan ayıttı ol man͡ga
Ger disem yalgançı anı çın durur5

1 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 527.


2 a.g.e., s. 529.
3 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. 273.

4 a.g.e., s. 278.

5 Yücel, Bâbür Dîvânı, s. 284.

47
17. asır şairlerinden Bahtî, sevgiliden yakındığı tuyuğlarında, sevgilinin
nazından ve istiğnasından, âşığın yüzüne bir kez olsun bakmamasından yakınsa da
sevgilinin vefa göstereceği bir günün geleceğinden ümitli olduğu görülmektedir:
Âh kim ol serv-kad bakmaz baña
Nâz u istiğnâ ider ol dilrübâ
Bahtiyâ eyleme âh ile zâr
Bir gün ola eyleye mihr ü vefâ1

Senüñ aşkuñ beni dîvâne itdi


Belüm bükdi dilüm vîrâne itdi
Vefâ gelmez imiş senden kapuñda
İşigünüñ kuluñ cânâna itdi2

18. asır şairlerinden İbrâhim Nazîr/Nazîrâ ise dönemin sosyal durumundan ve


kendi nefsinden şikâyet ettiği tuyuğlara sahiptir. İbrâhim Nazîr’in dönemin sosyal
durumundan şikâyet ettiği tuyuğunda yaşadığı dönemde kimsede vefadan eser
kalmadığı, kimseden kimseye herhangi bir faydanın gelmediğine değinerek sosyal
hayatın yozlaştığına dikkatleri çekerken kendi nefsinden yakındığı örnek tuyuğunda
ise nefsin acziyetinden yakınmasının yanı sıra Allah’tan başkasına el açmaktan dolayı
kendini ve çevredekilerini de kınadığı görülür:
Bî-vefâlar içre olmış kâ’ide
Kimseden bir kimseye yok fâ’ide
Mâluñı bî-hûde isrâf eyleme
Her zaman inmez semâdan mâ’ide3

Oluruz nefsüñ elinden ‘âciz


Dimezüz kimseye amma acız
Kerem ü lutf-ı Hudâ hâzır iken
Ya neden gayrilere muhtâcuz4

1.3.1.4. Nasihat
Başta din ve ahlak olmak üzere yaşamın her alanında öğüt veren, hayat
içerisinde başarılı ve örnek bir insan olma yollarını gösteren eserlere veya
manzumelere nasihat-nâme denir. Bu yönleriyle nasihat-nâmeler, islâmî temellere
dayalı ahlâkî davranış kurallarını özlü formüller hâlinde yeni kuşaklara aktarmak

1 İsa Kayaalp, I. Ahmed ve Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi SBE,
1991, s. 61.
2 a.g.e., s. 70.

3 Şengün, Nazîr İbrâhim, s. 867.

4 a.g.e., s. 881.

48
amacıyla yazılmış öğretici eserler, öğüt kitaplarıdır.1 Nasihat-nâmelerde şairlerin asıl
amacı, okuyucunun merhamet, şefkat, cömertlik ve yardımseverlik gibi kâmil bir
ahlaka ulaşabilmesi olunca çoğu şairin bir mürşit edasına bürünerek okuyucuya
nasihatler sunduğu görülmektedir. Divan şiirinde genellikle mesnevi nazım şekliyle
kaleme alınmış olan nasihat-nâmeler, mesnevinin haricinde divanlarda kaside, kıt’a,
musammat, rubâî ve tuyuğ nazım şekilleriyle de yazılabilmiştir.
Tespit etme imkânı bulduğumuz tuyuğlar arasında en fazla başvurulan ifade
biçimi nasihat tarzıdır. Öyle ki tespit edilen 1547 tuyuğun 408’i bu tarzda yazıldığı
ortaya çıkmıştır. Söz konusu tuyuğlar incelendiğinde özellikle dînî ve tasavvufi
içerikli tuyuğlar arasında nasihat tarzının daha sık kullanıldığı görülmektedir. Bu
tuyuğlarda sunulan nasihatleri sıralamak gerekirse bunlar, dünyevi güzelliklerin
geçici olduğu, dünyaya bağlanılmaması gerektiği, bu yönde gafletten uyanıp hak yola
erişmenin elzem olduğu, yüce yaratıcıya itaat etme, kendi nefsini tanıma ve kadere
rıza gösterme ve son olarak bir dervişe veya bir tarikat yoluna intisap etmenin
gerekliliği ile ilgili olduğunu söylemek mümkündür.
Bu tarzda tuyuğ kaleme alan şairler hakkında bilgi vermek gerekirse, hemen
her yüzyılda, tuyuğ kaleme alan şairlerin tuyuğları arasında bu tarzda tuyuğ
örneklerini görmek mümkündür. 14. asır şairlerinden Alî, Kadı Burhâneddin ve
Nesîmî; 15. asır şairlerinden İvaz Paşa-zâde Atâî, Cihânşâh Hakîkî, Mevlânâ Lutfî,
Dede Ömer Rûşenî; 16. asır şairlerinden Dukakinzâde Ahmet Beg, Antakyalı Kâsım
Şeybânî, Şah İsmail Hatâyî, Misâlî (Gül Baba), Fânî ve Pirkâl; 17. asır şairlerinden
Mesîhî-i Tebrizî; 18. asır şairlerinden Seyyid Mehmed Emîn, Neccâr-zâde Şey Rızâ,
İbrâhim Nazîrâ, Gurbî ve Örfî Mahmûd Ağa ve son olarak Emîrî/Ömer Han ve Sûzî-i
Sivasî nasihat tarzında tuyuğ örnekleri veren şairler olarak zikredilebilir. Kronolojik
sıraya göre nasihat üslubuyla kaleme alınan tuyuğlardan birkaç örnek vermek
gerekirse 14. asır şairlerinden Alî’nin tuyuğlarına bakıldığında şairin öncelikle kendi
nefsine nasihat ettiği örnekler dikkatleri çekmektedir:
Ey Alî sen virme göñül degmeye
‘Ârif olan ‘ışk işine degmeye
Sen aña ‘âşık dime hergiz sakın
Kim benefşe bigi boynın egmeye2

Aynı yüzyılın bir diğer şairi olan Nesîmî, Hurufilik düşüncesi dışında genel
tasavvuf bahsini işlediği tuyuğlarında daha çok nasihat tarzını kullandığı görülür.
Öyle ki Nesîmî, abd, âbid, sâcid, vücûd, vasl, marifetullah, fenâ, bekâ, rızâ gibi
tasavvuf kavramları ışığında nasihatlerini dile getirmiştir. Bu tuyuğlarında rızâ-yı

1 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 103; Rıdvân Canım, Divan Edebiyatında Türler, Ankara:
Grafiker Yayınları, 2010, s. 180.
2 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 59.

49
ilahiyi her şeyin üzerinde tutan Nesîmî, dünyanın geçici ve süfli yüzüne
aldanılmaması gerektiği üzerinde durmuştur:
Gel rızâsın iste Hakkın sen müdâm
Çünki Hakdur yâruñı iste müdâm
Dünye mühmeldür anuñ devri tamâm
Sal elüñden uçmada iy nîk-nâm1

Senlik ola ger senüñle bir nefes


Bulımaya vasl-ı yâra dest-res
Ma‘rifetden bî-fenâ urma nefes
Ma‘rifetsüzdür fenâsuz sözi kes2

Perdesüz ma‘bûdını gör ‘âbid ol


Olma şeytân gel türâba sâcid ol
Cennet-i bâkî na‘îm-i hâlid ol
Geç ikilikden vücûd-ı vâhid ol3

Yine çoğu sufide görülen ve genellikle “ol!”, “bil!”, “kıl!” gibi emir ve telkin
ifadelerini kullandığı görülen Nesîmî, nasihatlerinde insanın Allah’ı bulmada en kolay
yolun secdeye kapanmasını, kâinata doğru bir şekilde nazar etmesini ve her şeyden
önemlisi sâdık bir Hak âşığı olması gerektiğini vurgulamıştır.
Hakka toğru bah vü Hakı toğru bil
Toğru kavl ol toğru fi’l ol toğru dil
Çün buyurdu üscüdü Rabb-ı celîl
Üscüdü yetmez mi insâna delîl4

Huccetü’llâh oldı nutkuñ nâtık ol


Hakka ihlâs iste Hakdan sâdık ol
Ger likâ Hakdan dilerseñ ‘âşık ol
Hâliku’l-halkı gör andan hâlik ol5

15. asra bakıldığında bu yüzyılda tuyuğda nasihat tarzını en yoğun kullanan


şairin Eşrefoğlu Rûmî olduğu görülmektedir. Kaleme aldığı çoğu tuyuğunu bu tarzda
yazmış olan Rûmî, özellikle tasavvuf mecrasında yol almak isteyen müridlere
nasihatlerini sunmuştur. Özellikle sâlikin tasavvuf yolundaki mecrasında hakiki aşka
ulaşmasında yegâne koşulun benliğinden geçmek olduğunu ifade eden Rûmî, bu

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 837.


2 a.g.e., s. 820.
3 a.g.e., s. 835.

4 a.g.e., s. 834.

5 a.g.e., s. 835.

50
telkinleri yaparken âdeta sohbet halkasında bulunup etrafındaki müritlere nasihat
eden bir mürşit edasında olduğu görülür:
Bu varlığuñ saña yavlak tuzakdur
Tuzakdan kaçmağa key er gerekdür
Gel imdi bendleri merdâne kes kim
Tuzâğa tutılan dostdan ırakdur1

Sözüm añladuñısa iy karındaş


Bu sırrı keşf idüp uş eyledüm fâş
Eger âşıkısañ al bu sözümden
Kamu sermâyeyi var eyle târâş2

Nasihatlerinin devamında dünyaya bağlanılmaması gerektiğine vurgu yapan


Eşrefoğlu Rûmî, nefsin insanın en büyük düşmanı olduğunu, ancak nefsine uyanlar
için de tövbe kapısının her daim açık olduğunu vurgulayarak tövbeyle günahların
bağışlanacağının altını çizmiştir:
İy gözlü kişi buña añlayu bak
Buña göñül virenlerdür ki ahmak
Bî-hûde yirlere ‘ömri çüritme
Fenâdur bu fenâ gerçek muhakkak 3

Gelüñ insâfa iy nefse uyanlar


Demidür kim uyana uyuyanlar
Döneler Hakka nefsi terk ideler
Bağışlanur bugün tevbe idenler4

15. asrın bir başka sufi şairi olan Dede Ömer Rûşenî de tuyuğlarında nasihat
tarzını kullanan şairlerdendir. Hilye özelliği taşıyan ilk 45 tuyuğundan sonra bir
şeyhe intisap etmenin gerekliliği üzerinde duran Dede Ömer Rûşenî, intisap edilen
şeyhe de mutlak itaat etmenin şart olduğunu, mürşide asla sövülmemesini hatta
“niçin” dahi denmemesi gerektiğini vurgulayarak tasavvuftaki adabı telkin etmeye
çalışmıştır:
Hoş dimiş bu sözi bir ehl-i salâh
Câm-ı Hakdan içici her demde râh
Tapmayub iki cihânda feyz-i fazl
Pîrine niçün diyen tapmaz felâh5

1 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 464.


2 a.g.e., s. 465.
3 a.g.e., s. 467.

4 a.g.e., s. 470.

5 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 230.

51
Bir azîzüñ sözidür bu iy ahî
Şeyhine niçün diyen oñmaz dahi
Hem olur mürtedd ü merdûd-ı ebed
Uçmah ehli iken olur dûzahî 1

Sögme üstâduña zinhâr iy püser


Nişe kim üstâdına her kim söger
Öynine uran uyuz it kimi ol
‘Âkıbet olur uyuz u kûr u ker2

Nasihatlerinin devamında sufinin kendinden yani benliğinden geçip sessizliğe


bürünmesini, hırkasının ardına çekilip dünyaya başını kaldırmamasını telkin eden
Dede Ömer Rûşenî, ancak bu şekilde olgunluğa erişeceğini ifade etmiştir. Bunu
yaparken de nasıl ki ham olan şarabın fıçıda yerinde duramayıp coşup taştığını,
piştikten sonra ise dinginliğe eriştiği örneğini sunarak telkinlerini somutlaştırma
yoluna gitmiştir.
Sûfî iseñ bî-hod olub ol hamûş
Hırkaña çek başuñı itme hurûş
Hâm iken coşar egerçi humda mey
Puhte olandan soñra itmez hîc cûş3

Çün ki dervîş oldı sâhib-ma‘rifet


Añadur dâyim sıfatsuzluh sıfat
Anda benlük kalmadı bir kılca bes
Anı dervîş ohur ehl-i menkabet 4

15. asrın ikinci yarısıyla 16. asrın ilk çeyreğinde yaşamış olan Kâsım Şeybânî
de tuyuğ nazım şeklinde nasihat tarzını kullanan önde gelen şahsiyetler arasında
dikkatleri çekmektedir. Özellikle Nasihatnâme adlı eserinde araya yerleştirdiği 50
tuyuğu bulunan Kâsım Şeybânî, söz konusu tüm bu tuyuğlarında nasihat üslubunu
kullanmıştır.
Dostı terk eyle ve ahbâbıñ unut
Tâ bulasın Hayy u Bâkî Lâ-yemût
Tut nasihat aç dil ü cân sem’ini
Hem sañadur hem bañadur bu ögüt5

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 231.
3 a.g.e., s. 231-32.

4 a.g.e., s. 234-35.

5 Taş, Antakyalı Kâsım Şeybânî, s. 118.

52
Tuyuğlarında özellikle ilim kesbetmenin değeri üzerinde duran Kâsım
Şeybânî, ilmin insana şeref kazandırdığını, cehaletle hiçbir yolun katedilemeyeceğini
ve buna ek olarak cahilin Allah katında da değersiz olduğunu vurgulamıştır:
‘İlm-ile olur kişiye her şeref
İmdi ömrüñ kılma gel gayra telef
Cehl-ile hîç kimse menzil almadı
İlmi yok kişi hemân dürsüz sadef 1

İşbu yol key incelerden incedür


Her kişiye ilmi mikdârıncadur
Kadri yokdur Hak katında câhiliñ
Déme kim zâhirde ol yüz bincedür2

Yine 15. asrın ikinci yarısıyla 16. asrın ilk çeyreğinde yaşamış olan
Dukakinzâde Ahmet Bey’in de nasihat tarzını kullanan şairlerden biri olarak
karşımıza çıktığı görülür. Tasavvuf içerikli tuyuğlarında bir mürşit edasında
nasihatlerini dile getiren Dukakinzâde Ahmet Bey, özellikle tasavvufun
düsturlarından kabul edilen kendinden feragat etmeyi, benliğini satmayı ve vahdete
erişmeyi engelleyen kesretten yani mâsivadan kurtulmayı okuyucuya tembihlemiş
ve ancak bu yolla ârif-i Rab yani Allah’ı hakkıyla bilen biri olunabileceğini
vurgulamıştır:
Kendüligden geçmeyen hodbîn olur
İkilikde kaldı ol hodbîn olur
Senlik ü benlik hicâbından geçen
Kurtılur kesretden ol Hak-bîn olur3

Gel berü iy Hak sözin gûş eyleyen


Mâsivâdan kalbini boş eyleyen
Ârif-i Rabb olan ârif kim-durur
Varlığı cümle ferâmuş eyleyen4

16. asrın en önemli Hurufi şairlerinden olan Misâlî de bu tarzda tuyuğ kaleme
alan şairlerdendir. Hurufilik propagandasının dışında kalan tuyuğlarında genel
olarak dinî-tasavvufi öğretiler çerçevesinde nasihatlerini sunmuş olan Misâlî,
özellikle tövbenin önemi, nefse uymanın tehlikeleri, Kur’ân okumanın faydaları,
geçici olan bu dünyanın insanın ahiretine verdiği zararları gibi konularda okuyucuya
öğütler vermiştir:

1 a.g.e., s. 139.
2 a.g.e., s. 147.
3 Süzen, Dükakinzâde Ahmed Beg Divanı, s. 419-20.

4 a.yer.

53
Saña keşf olmazsa Hak’dan ‘ilm-i rûh
İrmeden hakka sürersen ‘ömr-i Nûh
Burc-ı mağribden göründi âfitâb
Tevbe itmek ıssı itmez ey nasûh1

Nutka gel ey mâh bulsun cân haz


Hak nefesden eylemez mi insân haz
Okı Kur’ân başla bismi’llah ile
Kılmaz ise ger ne gam şeytân haz2

Dilâ el çek büyükler tapusından


Gözüñ ayırma hiç Hak kapusından
Düriş kıl âhiret dârını ma‘mûr
Cihânuñ geç bu vîrân yapusından3

17. asra gelindiğinde ise nasihat tarzında kaleme aldığı tuyuğlarıyla dikkate
değer örneklere sahip olan şairin Mesîhî-i Tebrizî olduğu görülür. Özellikle hırs ve
tamah üzerinde durarak dünya malına ve güzelliklerine meyledilmemesi gerektiğini
vurgulayan Tebrizî, dünya güzelliklerine karşı duyulan hırsın kölelikten başka bir
şey olmadığını, dolayısıyla hür olmanın yegâne çaresinin aç gözlü olmayıp dünya
nimetlerinin arkasından koşmamak olduğunu vurgulamıştır:
İtme nefsini ki esîr hırs u âz
Hırs u âzuñ kaydıdın köñülü âz
Ger dilesin dehr ara âzâdelik
Dehr köp u âzına meyl eyle az4

18. asırda ise bu tarzdaki tuyuğlarıyla en dikkat çeken şair İbrâhim


Nazîr/Nazîrâ’dır. Gülşenî tarikatına mensup olan şairin kaleme aldığı tuyuğlarının
önemli bir kısmında nasihat tarzını kullanan İbrâhim Nazîr/Nazîrâ, özellikle tasavvuf
adabında istişareye yani görüş alışverişine oldukça dikkat edilmesine ilişkin
aşağıdaki örnek tuyuğu kayda değerdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de Allah, Hz.
Peygambere istişareyi ve meşvereti emretmiştir. Âl-i İmran suresinin 159. ayetinde
“Bir hususta karar vereceğin zaman onlara danış. Karar verdikten sonra da artık
Allah’a tevekkül et” mealinde olan bu emir, ِ ‫ﷲ‬ّ ‫َوﺷ َِﺎورْ ھُمْ ﻓ ِﻲ اﻷ َﻣْ ِر ﻓَﺈ َِذا ﻋَزَ ﻣْ تَ َﻓﺗ ََوﻛﱠ ْل ﻋَﻠ َﻰ‬
şeklinde Kur’ân’da geçmektedir. İşte İbrâhim Nazîr de bu ayeti göz önünde
bulundurarak aşağıdaki örnekte olduğu gibi okuyucuya nasihatlerini sunmuştur:

1 Dede, Divân-ı Gül Baba, s. 467.


2 a.g.e., s. 473.
3 a.g.e., s. 477.

4 Baştürk, Mesîhî-i Tebrizî, s. 55.

54
Meşveretle emr olunmışdur şehâ
Her zamân re’yiñe itme iktidâ
Çün dinilmişdür ferâmûş eyleme
Vakt olur kim müctehid eyler hatâ1

1.3.1.5. Hasb-i Hâl / Arz-ı Hâl / Iyâdet


Divan şiirinde sıklıkla kullanılan ifade biçimleri olan Hasb-i hâl veya arz-ı hâl,
biriyle görüşüp dertleşme, halleşme, sohbet tarzında konuşma ve durumunu arz etme
anlamında kullanılırken ıyâdet ise, hatırını sorma, ziyaretinde bulunma ve hasta
ziyareti gibi anlamlara gelmektedir.2 Hemen her türlü nazım biçiminde kullanılabilen
bu ifade biçimleri tuyuğda da sıklıkla kullanılmıştır. Hatta bu edebî tarzlar,
nasihatten sonra tuyuğda en fazla kullanılan tarzlar olarak dikkatleri çekmektedir.
Özellikle sufi şairlerin bir derviş edasıyla okuyucuya/müritlere nasihat ettiği
tuyuğlarda dile getirmek istedikleri ifadeleri karşılıklı konuşur gibi paylaştıkları ve
bu şekilde daha tesirli olabileceklerini düşünmeleri, bu tarzın çok sık kullanılmasını
sağlamıştır. Tuyuğ kaleme alan hemen her şairde örneğine rastlayabildiğimiz bu
tarzın en başarılı uygulayıcıları 14. asırda Kadı Burhâneddin ve Nesîmî; 15. asırda
Mevlânâ Lutfî, Eşrefoğlu Rûmî ve Dede Ömer Rûşenî; 16. asırda ise Antakyalı Kâsım
Şeybânî, Misâlî ve Muhîtî; 18. asırda ise Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’dır.
Yâr oldur ki yâr ile hem-derd ola
Yârından yüz kaytaran yâr serd ola
Yimek içmek yahşılıh günin gören
Er güninde ger döne nâmerd ola
(Kadı Burhâneddin)3

Rûşenîyem ne bozorgam men ne hurd


İçdügüm meydür ne sâfîdür ne dürd
Sen baña añma bihişt ü dûzahı
Di kalender dime baña cürd ü mürd
(Dede Ömer Rûşenî)4

Eyle serin hazret-i cânâna arz


Ya‘ni sultân-ı celîlü’ş-şâna arz
Gayrıdan mahfi gerekdir râz-ı dil
Hasb-i hâlin etme her nâ-dâna arz
(Neccâr-zâde Şeyh Rızâ)1

1 Şengün, Nazîr İbrâhim, s. 863.


2 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 91.
3 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 533.

4 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 237.

55
‘Arz-ı hâlin etme her nâ-dâna ‘arz
Eyle bir sultân-ı ‘âlî-şâna ‘arz
Derd-i dildir derdine dermân olan
Derdini kıl hazret-i dermâna ‘arz
(Neccâr-zâde Şeyh Rızâ)2

1.3.1.6. Münâcât/Duanâme/Niyaz-nâme/Medednâme
Kulun güçsüzlüğünü, acziyetini, durumlar karşısındaki yetersizliğini mutlak
güç sahibi olan yaratıcaya arz ettiği metinler olan münâcât edebî bir tür olarak
Allah’a yalvarmak, yakarmak, niyâz ve dua etmek maksadıyla kaleme alınan
metinlerin ortak adı’dır.3 Divan şiirinde birçok nazım şekliyle örneklerine
rastlayabildiğimiz bu edebî tarz, tuyuğ nazım şeklinde de icra edilmiştir. Bu tarzda
tuyuğ kaleme alan şairler, 15. asır şairlerinden Dede Ömer Rûşenî ile 18. asır
şairlerinden İbrâhim Nazîr/Nazîrâ, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ ve Gurbî’dir. Münâcât
tarzında kaleme alınmış olan örneklere bakıldığında yaratıcıya farklı istek ve
arzuların arz edildiği görülmektedir. Örneğin aşağıdaki ilk tuyuğda Dede Ömer
Rûşenî, yaratıcıdan Aydın ilinin kendisine iskân edeceği ve vefat edeceği yer olarak
kalmasını dilerken ikinci örnek tuyuğda İbrâhim Nazîr/Nazîrâ ise kusurlarını ve
eksiklerini affetmesinin yanında gönlünü kaplamış olan hüznün bertaraf olması için
Allah’a münâcâtta bulunmuştur.
Rûşenî ister müdâmî yâ İlâh
Aydın ili ola aña cây-gâh
Münkir-i bed-nâmuñ ammâ istegi
Tûnadur yâ Tunca yâ Âb-ı siyâh4

Bu gice yatmışuz yâ Rab vebâle


Yüzüm yok dergehüñe ‘arz-ı hâle
Dil-i mahzûnumı şâd eyle yâ Rab
Kerem eyle Nazîr-i bî-mecâle5

İnsanın başına gelebilecek bütün müşküllerin Allah tarafından


çözülebileceğine ve gönül derdinin dermanının da yine kendisi olduğuna tam bir
teslimiyetle inanan 17. asır sufi şairlerinden Fenâyî Cennet Mehmet Efendi bu
yöndeki münâcâtını şöyle dile getirmektedir:

1 Tülin Danacı, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi
SBE, 1988, s. 52.
2 a.g.e., s. 450.

3 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 103; Canım, Divan Edebiyatında Türler, s. 168.

4 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 244.

5 Şengün, Nazîr İbrâhim, s. 888.

56
Hâlümüze Bârî ihsân eyleye
Cümle müşkilleri âsân eyleye
Mazhar-ı esrâr-ı ‘irfân eyleye
Cân u dil derdine dermân eyleye1

Bir başka örnekte Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, Allah’a “Gaybın nâzımı” sıfatını verip
en güzel matlaın Allah tarafından kaleme alındığını vurguladıktan sonra, kendi
nazmına ihsanda bulunmasını ve şiirlerinin devamının gelmesi dileğiyle Rabb’ine
niyaz etmiştir. Aynı yüzyılın bir başka şairi Gurbî ise Esmâ-i hüsnâ’yı aracı kılarak
her işte Allah’tan yardım talep etmiştir:
Nâzım-ı gayb ede hüsn-i matla‘
Nâme-i şevkime mısra‘ mısra‘
Hâme-i nazmıma lutf et yâ-Rabb
Gelmesin evvel ü âhir makta‘
(Neccâr-zâde Şeyh Rızâ)2

İy Hüve’l-Hallâk u Rabbü’l-‘âlemin
İy Kaviyy u Mun‘im u Kâdir Metîn
Zâhir u Bâtında lutf it bizlere
Her ne yirde olsavuz ol sen mu‘in
(Gurbî)3

1.3.1.7. Muammâ/Lugaz
Her iki kelime de günümüz Türkçesinde kısaca bilmece anlamındadır.
Arapçada lugaz, bilmece, bulmaca, yanıltmaca demektir.4 Kelime anlamı itibarıyla
gizlenen ve karışık gösterilen şey anlamına gelen muammâ ise remiz ve îmâ yoluyla,
yani doğrudan değil; dolaylı olarak, işaret ile bir isme delâlet eden sözdür.5 Edebî
terim olarak ise muammâ, remz ve îmâ yoluyla bir isme delâlet eden mevzûn sözdür.6
Muammâ ile lugaz arasındaki belirleyici özellik, muammâda gizlenmiş, bulunması
istenen ad, ya Allah’ın sıfatlarından biri veya tasavvuf ulusu, büyük din/devlet adamı
yani insan adıyken lugazda ise canlı cansız varlıkları, her türlü soyut/somut kavramı
veya eşyayı konu edinir.7

1 Alim Yıldız, Fenayi Cennet Efendi Divanı, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 432.
2 Danacı, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, s. 453-54.
3 Sibel Akbulut Selçuk, XVIII. Yüzyıl Şairi Gurbî’nin Divanı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans

Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 2007, s. 216.


4 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 169.

5 Saraç, Belâgat, s. 289.

6 M. A. Yekta Saraç, “Muammâ ve Divan Edebiyatındaki Seyri”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S.

27 (1997), s. 297.
7 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 169.

57
Gazel, kaside, kıt’â ve daha başka nazım şekilleriyle de yazılabilen muammâ ve
lugaz örneklerine tuyuğlar arasında da rastlanmaktadır. Tuyuğları arasında
muammâ/lugaz türüne örnek teşkil edecek örneklerin tespit edildiği şairler, 15. asır
şairlerinden Ahmed Paşa (T. 8), Dede Ömer Rûşenî (T. 111, 112) ve Şiban Han (T. 11,
12, 13, 14)’dır. Ancak bu şairlerin arasında en dikkate değer örnekleri Şiban Han
vermiştir. Muammâda, anlamın kapalı tutulması, yani ifade edilmek istenen sözün
ta‘miyeli söylenmesi, bir fesâhat kusuru olarak kabul edilir. Bu kusurun izale
edilmesi için de bu tarz yazılan manzumelerin başına, aşağıda Ahmed Paşa ve Şiban
Han’dan alınan örneklerde de görüldüğü gibi genellikle ta‘miye edilen sözün veya
ismin yazıldığı görülür.
Lugaz-ı Satranç
Ol ne turfa kal‘adır k’anda dü reng
Cânsız erler var ederler sulh u ceng
Sulh eder ol kal‘ayı def‘i harâb
Ceng ma‘mûr eder anı bî-dreng
(Ahmed Paşa)1

Çistân-ı İğne
Ol nedür kim yolıda güller biter
Yol yürige irse koymay öter
Ağzı közinin͡g yaşıdur reng-be-reng
Pîl tişini ağusı andın yiter
(Şiban Han)2

Çistân-ı Ok
Bir yılan kördüm ki ikki başı bar
Ağzı birdür ayağı bir tişi bar
Gâh ağzın saklayıpdur bir yılan
Ol yılanın͡g hasretinden kan yutar
(Şiban Han)3

1.3.2. Edebî Türler


1.3.2.1. Tevhid
Kelime olarak bir kılma, bir sayma, birliğine inanma veya Allah’tan başka ilah
olmadığını ikrar eden “Lâ-ilâhe illallâh” sözünü tekrar etme anlamına gelen tevhid,
Allah’ın zâtını akıl ve zihinle algılanan her şeyden soyutlamak olarak kabul

1 Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, s. 301.


2 Karasoy, Şiban Han, s. 306.
3 a.yer.

58
görmektedir.1 Edebî bir terim olarak ise, Allah’ın mutlak varlığı ve birliği hakkında
kaleme alınan metinlere verilen addır. 2 Divan şiiri geleneği çerçevesinde yazılan
tevhidlerin ortak özelliklerinin belirgin olmasına rağmen şairlerin birikim ve
meşreplerine göre bu şiirlerin renklilik ve çeşitlilik gösterdiği söylenebilir.3
Münâcaâtın alt tarzları olan niyâz-nâme, dua-nâme ve meded-nâme de bu renk ve
çeşitliliğin yansıması sonucunda ortaya çıkan ifade biçimleridir. Divan şiirinde
tevhid, genellikle mesnevilerin ilk bölümü olarak icra edilmiş ancak mesnevinin
dışında kaside, gazel, terci-i bend, terkib-i bend, rubâî ve tuyuğ gibi nazım
şekillerinde de bu türe örnekler verilmiştir.
Tarama imkânı bulduğumuz 900’e yakın divanda, tuyuğ nazım şekliyle tevhid
türüne örnek olacak çok sayıda manzumeye rastlanmıştır. Hatta tuyuğ nazım şekliyle
kaleme alınmış manzumelerde en fazla bu türden tuyuğ kaleme alındığını söylemek
mümkündür. Tuyuğlar arasında bu türe örnek olacak 123 tuyuğ tespit edilmiştir. Söz
konusu bu tuyuğlar özellikle sufi şairlerin tuyuğları arasında daha sık görülmektedir.
Tevhid türüne en dikkate değer örnek veren tuyuğ şairleri, 14. asırda Nesîmî, 15.
asırda Mevlânâ Lutfî, Dede Ömer Rûşenî ve Cihanşah Hakîkî; 16. asırda Antakyalı
Kâsım Şeybânî ve son olarak 18. asır şairlerinden Gurbî ve İbrâhim Nazîr/Nazîrâ’dır.
Bu şairlerden özellikle Nesîmî ve Gurbî’nin tevhide dair örnekleri son derece kayda
değerdir. Nesîmî’nin bu türden olan tuyuğları incelendiğinde daha çok nasihat ve
hikmet eksenli bir üslupla kaleme alındıkları görülür:
Hakka yâr ol kim saña yâr ol yeter
Çün Hakı yâr eyledüñ var ol yeter
Nûra nûr ol nâra nâr ol yeter
Âdeme oldur sezâ-vâr ol yeter4

Her ne kim takdîr-i Yezdânî kılur


Ayn-i hikmetdür Hak erzânî kılur
Şâh iki âlemde insânı kılur
Her ne kim göñlü diler anı kılur5

Cümle Hakdur her ne kim mevcûd imiş


Hakka sâcid Hakka Hak mescûd imiş
Çün iki âlemde bir ma‘bûd imiş
Secdeden başın çeken merdûd imiş6

1 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2012, s. 359.
2 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 257.
3 Mustafa İsen, Muhsin Macit, Türk Edebiyatında Tevhîdler, Ankara: TDV Yayınları, 1992, s. XI.

4 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 807.

5 a.g.e., s. 818.

6 a.g.e., s. 821.

59
Gurbî’nin tevhide dair örneklerine bakıldığında ise Allah’ın güzel isimleri
olarak bilinen Esmâ-i Hüsnâ ile süslenerek kaleme alınmış oldukları görülmektedir:
İy Hüve’l-Hallâk u Rabbü’l-‘âlemin
İy Kaviyy u Mun‘im u Kâdir Metîn
Zâhir u Bâtında lutf it bizlere
Her ne yirde olsavuz ol sen mu‘in1

Görmedüm işitmedüm Hakdan ulu


Yirde gökde ins ü cinde gel berü
Lutf u ihsânıyla ‘âlemler kamu
Her zamândur anuñ-ile toptolu2

Cümle mevcûdâta birdür bil İlâh


Kaplamışdur halkı bir nûr-ı siyâh
Anuñ içün añlamazlar özlerin
Yirde gökde bunca bu cünd u sipâh3

Nesîmî ve Gurbî’nin yanı sıra Dede Ömer Rûşenî’nin de bu türden iddialı


örneklerinin olduğu söylenebilir. İkinci bir ilahın olmadığına vurgu yaptığı aşağıdaki
örnek tuyuğda Rûşenî, Allah’ın kullarından veya başka bir mahluktan yardım talep
etmenin yersiz olduğunun altını çizmiştir:
Vâhidî kim yok-durur sâni aña
Cümle mahlûkâtdur sânî aña
Mü’min olana ne hâcet istemek
Vâhid olmasına burhânî aña4

1.3.2.2. Na’t
Arapça bir kelime olan ve bir kimsede bulunan şeyleri vasfetmek, onu tavsifte
mübâlağa etmek; bir şeyi medhederek anlatma, vasıflandırma5 anlamına gelen na’t,
edebiyatta Hazret-i peygamberi övmek maksadıyla kaleme alınan manzumelere
verilen isimdir. Bu manzumeler, Hazret-i peygambere karşı duyulan sevgi, saygı;
peygamberliği, onun mucizeleri, hicreti, yaşadığı sıkıntıları, şefâati ve miracı,
mucizeleri gibi yaşadığı doğaüstü olayları konu edinen metinlerdir.6 Daha çok Hazret-i
Peygamber için kaleme alınan bu türden manzumelerin diğer peygamberler ve din
büyükleri için kaleme alınmış örneklerine de rastlamak mümkündür.

1 Selçuk, Gurbî’nin Divanı, s. 216.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 216-17.

4 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 244.

5 Emine Yeniterzi, Divan Şiirinde Na’t, Ankara: TDV Yayınları, 1993, s. 1.

6 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 181.

60
Divan şiirinde yaygın olarak kaside nazım biçimiyle kaleme alınmış olan bu
türden manzumelerin diğer nazım biçimleriyle de yazıldıklarına şahit olunmuştur.
İşte bu nazım şekillerinden biri de tuyuğdur. Tuyuğ nazım şekliyle yazılmış manzu-
meler arasında tevhid türünden sonra en fazla tuyuğ, na’t türüyle yazılmıştır. Öyle ki
na’t türüyle yazılmış toplam tuyuğ sayısı 103’tür. Divan şiirinde bu türde en dikkate
değer tuyuğları kaleme alan şairleri sıralamak gerekirse bunlar, 14. asırda Kadı Bur-
hâneddin, 15. asırda Mevlânâ Lutfî, Dede Ömer Rûşenî, Eşrefoğlu Rûmî ve Cihanşah
Hakîkî; 16. asırda Muhîtî, Arşî ve son olarak 18. asır şairlerinden Gurbî ve İbrâhim
Nazîr/Nazîrâ’dır. Bu şairler arasında tuyuğlarını ayrı bir yere koymamız gereken iki
şair ise 15. asır şairlerinden Dede Ömer Rûşenî ile 16. asır şairlerinden Arşî’dir.
Tuyuğun tarihsel seyrini ele aldığımız bölümde de zikrettiğimiz üzere Dede
Ömer Rûşenî’nin kaleme almış olduğu 114 tuyuğun ilk 45’i hilye özelliği
taşımaktadır. İşte bu tuyuğların ilk 5’i ile son 2’si na’t türü özelliğini taşımaktadır.
Coşkun bir gönülle ifade edildiği görülen bu tuyuğlarda Rûşenî, güzellik konusunda
Hz. Resûlullâh’ın benzerinin olmadığına vurgu yaptıktan sonra sıfatlarından
bahsederek Resûlullâh’a övgüde bulunmuştur:
Yâ nebî sensin çü ser-tâ-pâ güzel
Kim ola kim dimeye saña güzel
Sensin iki dünyede hakkâ güzel
İy güzel ra‘nâ güzel zîbâ güzel 1

Ahmed-i muhtârdur aduñ senüñ


Hem-dem-i ahyârdur aduñ senüñ
Mürşid-i ahrârdur aduñ senüñ
Reh-ber-i ebrârdur aduñ senüñ2

Yâ nebî ögdi nebîde Hak seni


Nice ögebile miskîn Rûşenî
Sevdi yaratdı seni Hayy-ı Ganî
Cümlenüñ sensin güzîni ahseni3

Arşî’nin bu türden kaleme aldığı tuyuğlarına bakıldığında ise Hz. Resûlullâh


için kullanılan isim ve sıfatları bolca kullanarak onu övdüğü görülmektedir. Buna
göre Hz. Resûlullâh, Mustafâ’dır (En temiz bir şekilde seçilmiş olan), nûr-ı zât-ı
Kibriyâ’dır (Allah’ın nuru), şâhid-i fazl-ı Hudâ’dır (Allah’ın lutfunun şaihidi),4
Ahmed’dir (Pek çok övülmüş), Mahmûd’dur (methe ve övgüye değer), Ebu’l-

1 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 218.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 229.

4 Arşî Hurufi şairlerinden olunca buradaki “Fazl” kelimesinin tevriyeli olarak Fazlullah-ı

Hurufi’yi hatırlatmak için kullanıldığı söylenebilir.

61
Kâsım’dır (Kâsım’ın babası), Sırr-ı İsmâ‘il ve İbrâhim’dir (Hz. İsmâ‘il ve İbrâhim’in
sırrıdır) ve kâinata gönderilen bir rahmettir.
Hâdi-i râh-ı bekâdur Mustafâ
Nûr-ı zât-ı Kibriyâdur Mustafâ
Şâhid-i Fazl-ı Hudâdur Mustafâ
Halka Hâlıkdan ‘atâdur Mustafâ1

Ahmed ü Mahmûd Ebu’l-Kâsımdur ol


Sırr-ı İsmâ‘il ü İbrâhimdür ol
Kâinâta rahmet-i Râhimdür ol
Mülk-i şer‘-i hikmete hâkimdür ol2

Bu türe örnek veren şahsiyetlerden 15. asır şairi Eşrefoğlu Rûmî, Hz.
Resûlullâh’ın Allah’ın habibi olduğuna dikkatleri çekerek yerin ve göğün, cennet ve
cehennemin kısacası kâinatın yaratılma sebebinin Hz. Resûlullâh olduğunu, tüm
mahlukata gelecek saadetin vesilesi olduğunu vurgularken 16. asır Hurufi şairlerin-
den Muhîtî ise Hz. Resûlullâh’ın hesap gününde yapacağı şefaate dikkatleri çekmiştir:
Muhammed kim habîb-i hazret idi
Dükeli mahlûka ol devlet idi
Yir ü gök tamu uçmak gice gündüz
Bular olmaklığa sebeb ol idi 3

Fahr-ı cümle mürselîndür Mustafâ


Rahmeten li’l-‘âlemîndür Mustafâ
Çün şâfi‘-i yevm-i dîndür Mustafâ
Hâdî-i râh-ı yakîndür Mustafâ4

1.3.2.3. Sâkî-nâme
Arapça’da “su veren, su dağıtan; kadeh, içki sunan” anlamına gelen sâkî, Divan
şiirinde sıkça kullanılan bir kavramdır. Bu kelime etrafında şekillenip edebî bir terim
hâline gelen sâkî-nâme ise, içki meclisini; içkiyi (mey, şarap); içki dağıtan veya sunan
güzeli (sâkî); meclisteki eğlenceleri; yemekleri ve mezeleri; mükeyyifleri (esrar, afyon,
enfiye, tütün vb.); hânende ve sâzendeleri; sâkî, meclis, şarap, kadeh, mutrib ve Nedîmin
özelliklerini; meclisin âdâbını, örf ve âdetlerini mecazlı ya da gerçek anlamıyla anlatan
manzûm edebî eserlerdir.5 Sâkî-nâmelerin en önemli özelliği içkinin/şarabın/bâdenin

1 Bahattin Kahraman, Arşi Divânı’nın Tenkidli Metni I-II, Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1989,
s. 457.
2 a.g.e., s. 458.

3 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 481.

4 Tataroğlu, Muhîtî, s. 304.

5 Mehmet Arslan, Sâkî-nâmeler, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2012, s. 14.

62
sadece bilinen ilk anlamıyla değil, tasavvufi anlamlarıyla da kullanılmasıdır. 1 Zira
tasavvufta sâkî, feyz veren, feyze eriştiren, coşturan kişi yani şeyhtir. O, remizleri
açıklamak, hakikatleri beyan etmekle âriflerin gönüllerini Allah aşkıyla doldurur. Bu
anlamıyla sâkî, bir mürşid-i kâmildir.2
Sahbâ-nâme ve işret-nâme olarak da adlandırılan sâkî-nâmeler, Divan şiirinde
müstakil eserler hâlinde ve özellikle de mesnevi nazım şekliyle kaleme alınmıştır.
Ancak divanlarda mesnevi dışında hemen tüm nazım şekilleriyle yazılmış sâkî-nâme
örneklerine rastlanabilmektedir. Söz konusu nazım şekilleri arasında tuyuğ nazım
şekli de bulunmaktadır. Sâkî-nâme türüne örnek teşkil edecek tuyuğlar kaleme alan
şairlerin en önde gelen isimleri sıralamak gerekirse bunlar, 14. asırda, Kadı
Burhâneddin ve Nesîmî; 16. asırda Pirkâl ve 19. asırda Emîrî mahlasını kullanan
Ömer Han’dır.
Tuyuğlarla kaleme alınmış sâkî-nâme örneklerine bakıldığında hemen tüm
örneklerde sâkînin ilk anlamıyla değil de tasavvufi anlamdaki mürşid-i kâmil
anlamıyla kullanıldığı görülmüştür. Örneğin sufi bir şair olmamasına rağmen
manzumelerinde tasavvufi kavramları da kullanmasıyla tanınan Kadı Burhâneddin’in
aşağıdaki örnek tuyuğu incelendiğinde sâkî kelimesinin mürşit anlamında
kullanıldığı görülmektedir. Hak katında insanın iyi ve kötü amellerinin bulunduğunu
ifade eden Kadı Burhâneddin, sâkîden dolu bir aşk şarabı kadehi talep ederek
gönlünün pasının/kirinin temizlenmesini arzu etmiştir.
Bellüdür Hak katında girdârumuz
Eyle kim var mismil ü murdârumuz
Sâkî virgil elüme tolu ayah
Kim gide bu göñülden jengârumuz3

16. asır şairlerinden Pirkâl’in aşağıdaki örnek tuyuğunda da aşk şarabı


sunanların yani sâkîlerin evliyalar olduğu, Hakk’a giden yolda yol gösterici oldukları
dile getirildiği görülür:
Şarâb-ı aşka sâkî evliyâdur
Hakka gidenlere hoş reh-nümâdur
Yüzün görmek anuñ mahz-ı ‘atâdur
Ki vech-i evliyâ vech-i Hudâdur4

Nesîmî’nin aşağıdaki örnek tuyuğunda ilk bakışta sâkî kelimesinin birinci


anlamıyla kullanıldığı gözükse de Nesîmî’nin tasavvufi yönü düşünüldüğünde sâkî,

1 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 217.


2 Canım, Divan Edebiyatında Türler, s. 206.
3 Muharrem Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, İstanbul : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Yayınları, 1980, s. 523.


4 İslam Küçük, Pîrkâl Dîvânı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Fatih

Üniversitesi SBE, 2008, s. 232.

63
kadeh ve mey kelimelerinin tasavvufi anlamlarıyla anlaşılması gerektiği
düşünülebilir:
Sâkî-i gül-ruh elinden bir kadeh
İç perîşân hâtıruñ olsun ferah
Mey harâm ise Hakuñ lutfı halâl
Kamu mezhebde budur kavl-i esah1

1.3.2.4. Hilye
Arapça bir kelime olan hilye, sözlükte “süs, ziynet, kolye” gibi manalara
gelmekle birlikte “yaratılış, sûret ve güzel vasıflar” demektir. Osmanlı kültüründe
Resûlullâh’ın vasıflarını, bu vasıflardan bahseden kitap ve levhaları ifade etmek için
kullanılmıştır.2 Hz. Muhammed’in yazı ile yazılmış portresi hilye-i şerif’ten başka;
hilye-i fahr-ı âlem, hilye-i nebevî, evsâfu’n-nebî, ahlâku’n-nebî ve hilye-i saâdet de aynı
anlamlara gelmektedir. Osmanlı kültüründe, İslam peygamberi vasfında yazılmış
hilyeler gibi, dört halife (hilye-i çehâryâr-ı güzîn), diğer tüm peygamberler (hilye-i
enbiyâ) ve büyük mutasavvıflar için de hilyeler kaleme alınmıştır. Hem mensur hem
de manzum halde yazılabilen bu türün manzum olarak ilk ve en meşhur örneği 16.
asır şahsiyetlerinden Hâkânî (ö. 1606)’ye aittir. Hâkânî’den sonra bu türde en kayda
değer örnekleri 17. asırda Cevrî (ö. 1654) ve Neşâtî (1674); 18. asırda ise Süleyman
Nahîfî (ö. 1738) vermiştir.3
Türk edebiyatında yazılmış manzum hilyeler üzerinde doktora çalışması
yapan Mehtap Erdoğan, hilye türündeki metinlerin daha çok mesnevi nazım şekliyle
kaleme alındığını ancak az da olsa kaside, kıt’a ve diğer nazım şekilleriyle de
örneklerin varlığını tespit etmiştir.4 Söz konusu bu nazım şekillerinin arasında tuyuğ
da mevcuttur. Öyle ki 14. asır şairlerinden Nesîmî, 15. asır şairlerinden Dede Ömer
Rûşenî ve 16. asır şairlerinden ise Misâlî ve Münîrî’nin tuyuğlarında hilye özelliği
taşıyan örnekler mevcuttur. Ancak bu dört şahsiyetin arasında Dede Ömer
Rûşenî’nin hilye özelliği taşıyan örneklerinin ayrı bir yeri vardır. Zira Dede Ömer
Rûşenî’nin örnekleri, tamamen hilye yazma amacıyla kaleme alınmışlardır.
Nesîmî’nin tuyuğları arasında geçen ve hilye özelliği taşıyan örneklere
bakıldığında ise daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu manzumelerin Hz. Resûlullâh
için yazılıp yazılmadığı ile ilgili kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Nitekim Bülent
Şığva tarafından yayınlanan “Nesîmînin Tuyuğları Hilye midir?” başlıklı makalede
Nesîmî’nin tuyuğlarının Hz. Peygamber için hilye türünde kaleme alınmış olabileceği
ile ilgili görüş bildirilmiş ve bu yöndeki tespitler ortaya konmuş olsa da söz konusu

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 805.


2 Mustafa Uzun, “Hilye”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1998, C. 18, s. 44.
3 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 117-18.

4 Mehtap Erdoğan, Türk Edebiyatında Manzum Hilyeler, (Doktora Tezi), Sivas: Cumhuriyet

Üniversitesi SBE, 2011, s. 80-83.

64
bu tuyuğlarının hiçbirinde Hz. Peygamber ile ilgili “Nebî, resûl, resûlullâh vb.”
ifadelerin bulunmaması yani buradaki sevgilinin beşerî bir sevgili mi yoksa Hz.
Muhammed mi olduğu sorusunun tam cevap bulmaması, bu tuyuğların hilye olup
olmadıklarıyla ilgili ihtiyatlı davranılmasına neden olmuştur.
Tîz eder cânuma hançer kirpigüñ
Kıldı dil mülkün müsahhar kirpigüñ
Hükm ile hûn-rîz ü kâfir kirpigüñ
Âlemi tutdı ser-â-ser kirpigüñ1

Ehl-i dil bilür ki cândur gabgabuñ


Boyu nâzik müşk-i Çîndür gabgabuñ
Çün tavâf-ı ehl-i dîndür gabgabuñ
Baña âlemde hemîndür gabgabuñ2

Pertev-i nûr-ı Hudâdur ruhlaruñ


Mazhar-ı ehl-i sâfâdur ruhlaruñ
Şem‘-i cem‘-i esfiyâdur ruhlaruñ
Rûşen ol kim müntehâdur ruhlaruñ3

Nesîmî’de olduğu gibi 16. asır şairlerinden olan Misâlî’nin tuyuğlarında da


başta yüz/sîmâ olmak üzere sevgilinin yüzü, zülfü, dudakları, yanakları vb. güzellik
unsurlarının Hurufilik bağlamında işlendiği görülmektedir. Ancak Nesîmî’nin
tuyuğlarında olduğu gibi, söz konusu bu tuyuğların hiçbirinde Hz. Peygamber ile ilgili
“Nebî, resûl, resûlullâh vb.” ifadeler bulunmamaktadır. Yani buradaki sevgilinin
beşerî bir sevgili mi yoksa Hz. Muhammed mi olduğu sorusuna tam bir cevap
alınamamaktadır. Dolayısıyla bu durum, söz konusu bu tuyuğların hilye olup
olmadıklarıyla ilgili yine ihtiyatlı davranmamıza neden olmaktadır.
Ey yüzüñ ‘arş u saçuñ zıll-ı Hudâ
K’anda Mi‘râc eylemişdür Mustafâ
Ey cemâlüñ haşr-gâh-ı enbiyâ
Secde-gâh-ı asfiyâ vü etkıyâ4

Verd-i cennetdür cemâlüñde yanâğ


K’urdı cân bülbülinüñ bağrına dâğ
Dâne halüñ göñlüme zülfüñ duzâğ
Öldürür dîvâneyi zencîr ü bâğ5

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 830.


2 a.g.e., s. 831.
3 a.g.e., s. 830.

4 Dede, Divân-ı Gül Baba, s. 464.

5 a.g.e., s. 473.

65
Kıldı göñlüm ‘anberîn zülfüñ yatağ
Değdi ‘aşkuñ kişver-i dilde otağ
Gülşen-i hüsnüñe hem-dem kılma rağ
Göricek nâ-mahremi kaldur ayağ1

Leblerüñden kim ki içdi bir ayağ


Pir gibi istemez artık dayağ
Bir zamân bu nağmeye gel tut kulağ
Gör ne söyler murg-ı cân ey gül yanağ2

15. asrın sufi şairlerinden Dede Ömer Rûşenî’nin hilye özelliği taşıyan
tuyuğlarına bakıldığında ise Nesîmî ve Misâlî’nin örneklerinden ayrıldığını söylemek
mümkündür. Birbiri ardına sıraladığı ilk 45 tuyuğun ilk örneğinden itibaren Hz.
Resûlullâh’ın güzelliğine atıfta bulunan şair 45. tuyuğunda Hz. Peygamber’in
mübarek her bir uzvunun güzelliğini ve letafetini övmüştür. Bu tuyuğlarda Rûşenî,
Hz. Peygamber’in bu özelliklerini belli bir kompozisyon içinde yer verdiği görülür.
Dede Ömer Rûşenî’nin hilye özelliği taşıyan ilk 45 tuyuğunun ilk örneği şöyledir:
Yâ nebî sensin çü ser-tâ-pâ güzel
Kim ola kim dimeye saña güzel
Sensin iki dünyede hakkâ güzel
İy güzel ra‘nâ güzel zîbâ güzel3

Bu tuyuğlarda Hz. Peygamber’in başta mübarek başı olmak üzere sırasıyla,


kakülü (saçları), alnı, kaşı, gözleri, kirpikleri, yüzü, yanağı, benleri, dudakları, dili,
dişleri, çenesi, şakağı, kulakları, boynu, omuzları, iki kürek arasındaki peygamberlik
mührü, sırtı, göğsü, pazuları, bilek ve dirsek kısmı (sâ‘id), kolları, elleri, parmakları,
göbeği, tırnakları, boyu, beli ve ayakları birer tuyuğla övülmüş ve teşbihlerle
özellikleri verilmeye çalışılmıştır:
Dimişem men zıll-ı Rahmân kaşuña
Müşterîdür kavs-i mîzân kaşuña
Dil-dürür peyveste kurbân kaşuña
İy kemân-ebrû fedâ cân kaşuña4

Gülşen itdi ‘âlemi zîbâ yüzüñ


Rûşen idüp hûb u mihr-efzâ yüzüñ
Hoş güneşdür çün cihân-ârâ yüzüñ
Ne gülistândur bihişt-âsâ yüzüñ5

1 a.yer.
2 a.yer.
3 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 218.

4 a.g.e., s. 219.

5 a.g.e., s. 220.

66
Şîr mi yâ havz-ı kevser leblerüñ
Mey mi yâ kand-ı mükerrer leblerüñ
Yâ rateb mi rûh-perver leblerüñ
Yâ nebât u şehd ü ekker leblerüñ1

1.3.2.5. Düvazimam/Düvaz-nâme
Düvazdeh, düvazdeh imam, on iki imam, eimme-i isnâaşer ifadeleri, İmâmiye
mezhebinden olanlarca, Hz. Alî’den başlayıp onun soyundan gelen ve İmam Mehdî’de
sona eren velâyet sâhibi on iki imâma verilen isimdir. Şiîliğin tarihinde imamların
sayısına ve isimlerine göre çok değişik fırkalar oluşmuşsa da İsnâaşeriyye’ye göre on
iki imam şunlardır: Ali b. Ebû Tâlib (ö. 661), Hasan b. Ali (ö. 669), Hüseyin b. Ali (ö.
680), Ali Zeynelâbidîn (ö. 713), Muhammed el-Bâkır (ö. 733), Ca‘fer es-Sâdık (ö.
765), Mûsâ el-Kâzım (ö. 799), Ali er-Rızâ (ö. 818), Muhammed et-Takî el-Cevâd (ö.
835), Ali en-Nakî el-Hâdî (ö. 868), Hasan b. Ali el-Askerî (ö. 874), Muhammed el-
Mehdî el-Muntazar (el-Kāim, el-Hücce; doğumu, 29 Temmuz 869).2
Edebî bir terim olarak ise düvaz-nâme, Mevleviliğin Şems koluna bağlı
şairlerle Alevî-Bektaşî şairlerin yukarıda adı geçen on iki imamı isim ve özellikleriyle
sayan manzumelere verilen addır. Övgü maksatlı kaleme alınan bu manzumelere
“düvaz”, “düvazdeh imam” ya da “düvaz-nâme” adı da verilmektedir.3
Halk edebiyatında daha çok ilahi türü olan nefeslerle kaleme alınan düvaz-
nâmelerin örneklerini Divan şiirinde de görmek mümkündür. Çeşitli nazım
şekilleriyle yazılabilen bu tür manzumeler, tuyuğ nazım şekliyle de yazılmışlardır. Bu
türden tuyuğ kaleme alan şairler yukarıda da belirtildiği gibi daha çok Alevî-Bektaşi
geleneğinden gelen şairler olduğu görülmektedir. Bu şairler 17. asrın Hurufi
şairlerinden Muhîtî ve Muhîtî’nin talebesi olan Arşî’dir.
Dîvân’ında düvaz-nâme türünde 12 tuyuğ kaleme alan Muhîtî, bu tuyuğlarında
sırayla Hz. Alî, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, İmam Zeynelâbidin, İmam Bâkır, Cafer-i Sâdık,
İmam Musâ Kâzım, İmam Ali Rıza, İmam Tâkî, İmam Nâkî, İmam Askerî ve İmam
Mehdî’yi konu almıştır. On iki imama olan sevgi ve bağlılığını tuyuğlarda kullandığı
kelime kadrosundan da çıkarabildiğimiz Muhîtî’nin bu lirik üslubu, kendinden sonra
yetişecek olan talebesi Arşî’yi de etkilemiştir.
Bil elif tek ferd ü yektâdur ‘Alî
Asl-ı ‘ilm u noktâ-i bâdür ‘Alî
Mazhar-ı fazl-ı Te‘âlâdur ‘Alî
Hâmûş olmaz nutk-ı gûyâdur ‘Alî 4

1 a.g.e., s. 221.
2 Ethem Ruhi Fığlalı, “İsneaşeriyye”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2001, C. 23, s. 142-43.
3 Abdurrahman Güzel, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Geliştirilmiş 2. Baskı Ankara: Akçağ

Yayınları, 2004, s. 661.


4 Tataroğlu, Muhîtî, s. 305.

67
Nûr-ı çeşm-i Mustafâ durur Hasan
Sırr-ı ‘ilm-i Murtezâ durur Hasan
Sâbir-i zehr-i belâ durur Hasan
Sâhib-i halk-ı rızâ durur Hasan 1

Ma‘rifet mülkine sultândur Hüseyn


Bu cihâna ser-be-ser cândur Hüseyn
Çün şehîd-i fazl-ı Rahmândur Hüseyn
Hak yolında gör ne kurbândur Hüseyn 2

Şâh-ı ‘âlemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ


Tâc-ı Âdemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ
İsm-i a‘zamdur ‘Alî Zeyne’l-‘abâ
Sırr-ı mübhemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ3

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Muhîtî’nin müridi olan Arşî de bu türden


tuyuğlar kaleme almış ve on iki imama karşı duyduğu derin sevgiyi bu tuyuğlarda
ifade etmeye çalışmıştır. Tıpkı mürşidi Muhîtî gibi lirizm yönü ağır basan bu
tuyuğlarda Arşî’nin kelime kadrosu bakımından da şeyhinin yolundan gittiğini
söyleyebiliriz.
Taht-ı mülk-i câna serverdür ‘Alî
Mazhar-ı Allâhu ekber’dür ‘Alî
Mahrem-i sırr-ı peyâmberdür ‘Alî
Vâlid-i Şeppîr ü Şepperdür ‘Alî 4

Hasandur kurretü’l-‘ayn-ı Peyâmber


Hasandur dürr-i pâk-i âl-i Haydar
Hasandur seyyid-i zâta mutahhar
Hasandur âfitab-ı çarh-ı ahzar5

Hüseyn şâh-ı şehîd-i Kerbelâdur


Hüseyn çeşm-i çerâğ-ı evziyâdur
Hüseyn nûr-ı şu‘â-ı Mustafâdur
Hüseyn esrâr-ı zât-ı Murtazâdur6

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 306.
3 a.yer.

4 Kahraman, Arşi Divânı, s. 459.

5 a.yer.

6 a.yer.

68
Server-i ebrârdur Zeyne’l-abâ
Mazhar-ı Gaffârdur Zeyne’l-abâ
Merhem-i dîdârdur Zeyne’l-abâ
Vâkıf-ı esrârdur Zeyne’l-abâ1

Âdeta müstakil bir eser gibi tuyuğlarıda bir kompozisyon hâlinde tevhid ve
na’ten sonra on iki imamı öven Arşî, mahlasını redif olarak kullanıp Resûlullâh’ın
âline duyduğu derin sevgiyi ifade ettiği bir tuyuğuyla bu kompozisyonu
tamamlamıştır:
Tâbi‘-i âl-i Rasûlem Arşiyâ
Aşk-ı evlâda hamûlem Arşiyâ
Tâlib-i sâhib-usûlem Arşiyâ
Der-geh-i Mevlâya kulam Arşiyâ2

1.3.2.6. Besmele-nâme
Besmele kelimesi, “Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” (Rahmân ve Rahîm olan
Allah’ın adıyla.) cümlesinin Anadolu’da halk arasındaki kısaltılmış ifadesidir.
Besmele-nâme ise edebî bir tür olarak besmelenin ihtiva ettiği anlamları ve sırları
şerh eden eserlere veya manzumelere verilen isimdir. Besmele ile ilgili en çarpıcı
şerhi hiç şüphesiz Hazret-i Ali dile getirmiştir. Bilhassa tasavvufi eserlerde yeri
geldikçe anılan Hazret-i Alî’nin sözü şöyledir:

“Yüce Allah’ın bütün sırları semâvî kitaplarda, semavî kitapların sırrı


Kur’an’da; Kur’an’ın sırrı, Fâtiha Suresi’nde; Fâtiha’nın sırrı, besmelede;
besmelenin sırrı, bismillâhın b’sinde; b’nin sırrı, onun altındaki noktadadır.
Ben o b’nin altındaki noktayım.” 3

Abdurrahman Güzel’in verdiği bilgilere göre bu türden manzumeler, Hacı


Bektâş-ı Velî’nin Besmele Şerhi ve Taşlıcalı Yahyâ’nın Gencîne-i Râz gibi müstakil bir
eser olarak yazılabildiği gibi, divanlarda ve mesnevilerde farklı bir nazım şekliyle de
yazılabilmektedir.4 Divan Şiirinde Rubâî çalışmamızda da bu türden tespit ettiğimiz

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 463.
3 Adem Ceyhan, Türk Edebiyatında Hazret-i Ali Vecizeleri, Ankara: Öncü Kitap Yayınları, 2006,

s. 402.
4 Güzel, Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, s. 683.

69
örneklerden sonra,1 tuyuğ nazım şekliyle de kaleme alınmış örneklere rastlanmıştır.
Bu türden tuyuğlara sahip olan şairler, 16. asır şairlerinden Muhîtî (T. 54), Misâlî (T.
69) ve Gedizli Kabûlî (T. 3, 4)’dir.
Söz konusu bu şairler arasında besmeleyi en kayda değer bir şekilde tarif edip
edebî bir şekilde sıfatlandıran şair ise Gedizli Kabûlî’dir. Gedizli Kabûlî’ye göre bes-
mele, âdeta şiir gibi akıcı olan gül bahçesinin orta meydanı, cennet bağının servi
ağacı, söylenecek her sözün ilki, her kelimenin tutunacağı eli, varlığı mutlak olan
hazinenin fâtihi, söz kilidinin dili yani anahtarıdır.
Sahn-ı gülzâr-ı revândur besmele
Serv-i bustân-ı cinândur besmele
Bildinüz mi nice şândur besmele
Nice zî-şândan nişândur besmele2

Her suhânuñ evvelidür besmele


Her kelimâtuñ elidür besmele
Fâtih-i gencîne-i lâ-reybdür
Kufl-ı kelâmuñ dilidür besmele3

Hz. Alî’nin tabirine uygun olarak besmelenin b’sinde Kur’ân’ın mânâsını


okuduğunu dile getiren Muhîtî ise besmeleden sonra yedi ayetten oluşan ve bundan
dolayı “Seb‘al-mesânî” diye tarif edilen Fâtihâ suresini okuduğunu ve bu sureden
doğru yolun, istikamet yolunun bulunduğunu ifade etmiştir:
Bâ-ı bismi’llâhi’rrâhmâni’rrahîm
Okudum ma‘nâ-yı Kur’ân-ı ‘azîm
Sûre-i seb‘al-mesânî ey hakîm
Añla kim budur sırâte’l-mustakîm4

1.3.2.7. Esmâ-i Hüsnâ


Esmâü’l-Hüsnâ veya Esmâ-i şerîfe olarak da adlandırılan Esmâ-i Hüsnâ, Arapça
isimler anlamına gelen “esmâ” ve en güzel anlamındaki “hüsnâ” sözcüklerinin terkip
hâline getirilmesinden oluşturulmuştur. Yani bu terkip, “en güzel isimler” anlamına
gelmektedir. Dinî terminolojide Allah’ın doksan dokuz güzel ismi için kullanılan
Esmâ-i Hüsnâ, edebî terim olarak ise, Allah’ın isimlerinin zikredildiği manzûm ve
mensûr eserlerdir.5

1 Çalka, Divan Şiirinde Rubâî, s. 204-5.


2 Mustafa Erdoğan, Gedizli Kabûlî ve Dîvânı, Ankara: Gediz Belediyesi Kültür Yayınları, 2013, s.
474.
3 a.yer.

4 Tataroğlu, Muhîtî, s. 330.

5 Güzel, Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, s. 596-600; Aça, Gökalp, Kocakaplan, Tür ve Şekil Bilgisi,

s. 285.

70
Çeşitli nazım şekillerinde tercih edilebilen bir tür olan Esmâ-i Hüsnâ’nın
tuyuğ nazım şekliyle de örneklerine rastlanmıştır. Bu türe en bariz bir şekilde örnek
veren şair, 18. asır şairlerinden Gurbî (T. 8, 25)’dir. Bu türden iki tuyuğ kaleme almış
olan Gurbî, söz konusu bu iki tuyuğunda Allah’ın 19 farklı ismini zikretmiştir. Bu
isimler, Evvel (Varlığının başlangıcı olmayan), Âhir (Varlığının sonu olmayan), Hakk
(Fiilen var olan, mevcudiyeti ve ulûhiyyeti gerçek olan), Hayyü’l-ebed (Ebedî hayatla
diri), Zâhir (Varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilinin bulunması açısından
âşikâr), Bâtın (Zâtının görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açısından gizli), Ferd (Hem
zâtında hem de sıfatlarında eşi ve benzeri olmayan), Samed (Arzu ve ihtiyaçları
sebebiyle herkesin yöneldiği ulular ulusu bir müstağni), Hâlık (Takdirine uygun bir
şekilde yaratan), Bârî (Bir model olmaksızın canlıları yaratan), Kadîm (Varlığının
başlangıcı olmayan. Ezeli, evvelsiz), Ehad (Zâtında benzeri olmayan bir olan, bir tek
olan), Hallâk (Takdirine uygun bir şekilde yaratan), Rabb (Terbiye eden, ıslah eden,
yetiştiren), Kavî (Her şeye gücü yeten, kudretli), Mün‘im (Yarattıklarına sayısız
nîmetler veren, ikram ve ihsânı sınırsız olan), Kâdir (Her şeye gücü yeten, kudretli),
Metîn (Her şeye gücü yeten, kudretli) ve Mu‘în (Herkesin yardımcısı, herkese yardım
eden)’dir.1
Evvel Âhir Hakdur ol Hayyu’l-ebed
Zâhir u Bâtın O’dur Ferdü’s-samed
Hâlık u Bâri Kadîm u Lem-yezel
Didi birdür şübhesüz Ahmed Ehad2

İy Hüve’l-Hallâk u Rabbü’l-‘âlemin
İy Kaviyy u Mün‘im u Kâdir Metîn
Zâhir u Bâtında lutf it bizlere
Her ne yirde olsavuz ol sen Mu‘în3

1.3.2.8. Cülûsiye
Kelime olarak oturmak, tahta çıkmak anlamında olan cülûs, terim olarak
Osmanlı şehzâdelerinin hükümdar olup tahta çıkmaları anlamına gelmektedir. Edebî
bir terim olarak ise cülûsiye, Osmanlı şehzâdelerinin hükümdar olup tahta çıkışı
üzerine kaside nazım şekliyle yazılan, tahta çıkan padişaha sunulan kutlama konulu
manzumelere verilen addır. Mensur örnekleri bulunsa da daha çok kaside nazım
şekliyle kaleme alınmışlardır. Tuyuğ nazım şekliyle bu türe örnek teşkil eden tek
örnek Ahmed Paşa’ya (T. 1) aittir. Ahmed Paşa’nın tuyuğ özelliğine sahip bu
manzumesi, II. Bayezid’in 1481’de tahta çıkışını konu edinirken tür olarak cülûsiye,
tarz olarak ise tarih düşürmeye bir örnektir:

1 Bekir Topaloğlu, “Esmâ-i Hüsnâ”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1995, s. 414-15.
2 Selçuk, Gurbî’nin Divanı, s. 210.
3 a.g.e., s. 216.

71
Çıktı devlet tahtına Şeh Bâyezid
Ol culûs etdi cihân bahtın sa‘îd
Yazdı levh üzre kalem târihini
Kayser oldu Rûma Sultân Bâyezid1

1.3.2.9. Mi‘râciye / Mi‘râc-nâme


Kelime olarak yukarıya çıkma anlamındaki ‘urûc kökünden türetilmiş bir
kelime olan mi‘râc, çıkacak yer, merdiven; göğe çıkma anlamındadır.2 Dinî bir terim
olarak ise, Hazret-i Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder.
Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış
şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘râc” şeklinde geçerse
de Türkçede mi‘râc kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle
ele alındığı şekliyle mi‘râc hâdisesi, iki safhada meydana gelmiştir. Bunlardan Resûl-i
Ekrem’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ,
oradan göklere yükselmesine ise mi‘râc denilmiştir.3
Edebiyatta bu tarihi ve mucizevi hadiseyi konu alan eserlere mi‘râc-nâme veya
mi‘râciye adı verilir. Başta kaside ve mesnevi olmak üzere birçok nazım şekliyle
yazılabilen mirâciyelere tuyuğlar arasında da rastlamak mümkündür. Bu türde tuyuğ
kaleme alan şairler, 15. asır şairlerinden Eşrefoğlu Rûmî (T. 47) ile 18. asır
şairlerinden İbrâhim Nazîr/Nazîrâ’dır (T. 27). Eşrefoğlu Rûmî, Hakk’a erişme
yolunda bir mürşide olan ihtiyacı vurguladığı aşağıdaki tuyuğunda, Allah’a gidilen
miraç yolculuğunda Hz. Resûlullâh’ın mürşidinin de Cebrâil olduğunu ifade etmiş ve
bu yolculukta binek olarak ise Burâk’ın kullanıldığına işaret etmiştir:
Bu yola ol delîlile yüridi
Delil oldı aña Cebrâil indi
Getürdi Cebrâil çekdi Burâkı
Resûl mi‘râca gitdi ana bindi4

İbrâhim Nazîrâ da miraç hadisesini konu edindiği aşağıdaki tuyuğunda miraç


dolayısıyla tüm enbiya ve evliyaların Hz. Resûlullâh’la övünç duyduğunu
vurguladıktan sonra Cebrâil’in daha çok kanatlı bir at olarak tahayyül edilen Burâk’ı
âdeta bir seyis gibi yönlendirdiğine işaret etmiştir:
Zât-ı pâkiyle Resûlin dâ’imâ
Fahr iderler enbiyâ vü evliyâ
Lutf-ı Hakla leyle-i Mi‘râcda
Gâşiye-dâr oldı Cibril-i Hudâ1

1 Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, s. 293.


2 Akkuş, Edebî Türler ve Tarzlar, s. 159; Canım, Divan Edebiyatında Türler, s. 147.
3 Salih Sabri Yavuz, “Mi’râc”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2005, s. 132.

4 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 482.

72
1.3.2.10. Mucizât-ı Nebi / Mucizât-ı Resûlullâh
Mucizeler, dînî teyit maksadıyla ve Allah’ın emriyle peygamberler tarafından
yapılan ve halkı hayrette bırakan olağan üstü işler, hareketler ve hallerdir.2 Bu tür
hallerden bahseden ana kaynaklar Kur’ân-ı Kerim ve hadis kaynaklarıdır. Bu
kaynaklardan beslenerek Hz. Peygamber’in özelinde gerçekleşen mucizeleri
Osmanlı’nın birçok edip ve şairi, edebî bir üslupla kaleme almış ve bu metinlerin bir
tür hâlini almasını sağlamıştır. Yani edebî terim olarak Mucizât-ı Nebi;
peygamberlerin ve özellikle de Hazret-i Muhammed’in insanlara hak dinî tebliğleri
sırasında Allah’ın izni dâhilinde göstermiş oldukları mucizeleri konu alan manzûm
veya mensûr edebî metinlerdir. Söz konusu bu manzûm veya mensûr metinler,
Mu‘cizât-ı Nebî, Mu‘cizât-ı Resûlullâh, Mu‘cizât-ı Ahmediye gibi isimlerle adlandırılır.
Müstakil eserlerin yanında divanlarda gazel, kaside, kıt’a, rubâî ve tuyuğ gibi nazım
şekilleriyle de bu konu etrafında şekillenen manzumelere rastlamak mümkündür.
Tuyuğlar arasında bu türe örnek teşkil edecek tek örneği veren şair, 16. asır
şairlerinden Misâlî’dir (T. 81). Söz konusu tuyuğunda Misâlî, Hz. Resûlullâh’ın
parmağının bir işaretiyle ayın iki parçaya bölünme mucizesini hatırlatmıştır. Bu
mucizeye inanmayanlar için de Enfal suresinin 12. ayetini delil olarak göstermiştir. 3
Sûretüñden zâhir olur rûy-ı Hak
Parmağuñla ger idersen mâhı şak
Bilmeyenler hakkına buyurdı Hak
Fadribû külle benân fevka’l-‘anâk4

1 Şengün, Nazîr İbrâhim, s. 887.


2 Güzel, Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, s. 620.
3 Enfal 8/12: “İşte o anda Rabb’in meleklere şöyle vahyediyordu: Ben sizinle beraberim,

müminlere sebat verin. Kâfirlerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunlarının üstüne
vurun, parmaklarına, parmaklarına vurun.”
4 Güneş, Misâlî Dîvânı, s. 672.

73
İKİNCİ BÖLÜM
TÜRK EDEBİYATINDA TUYUĞ’UN TARİHSEL GELİŞİMİ

Belagat ve retorik kaynakların yanı sıra divanları taramak suretiyle yaptığımız


incelemelerde tuyuğun tarihsel seyrinin 14. yüzyıl itibariyle başlatılması gerektiğine
dair bir kanaat oluşmaktadır. Zira bu yüzyılın öncesine ait ilk tuyuğ örneğinin varlı-
ğıyla ilgili elimizde kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Tuyuğun tarihsel seyrine geç-
meden önce Klasik Türk şiirinde varlığını tespit ettiğimiz tuyuğ şairleri ve bu şairle-
rin yaşadıkları yüzyıl ile sahip oldukları tuyuğ sayıları hakkında bir ön bilgi vermek
yerinde olacaktır. Buna göre pek çok kaynakta 15. asırdan sonra Klasik Türk şairle-
rince tuyuğa rağbet edilmediği ile ilgili beyan edilen fikirlerin aksine 14. asırdan 19.
asra kadarki tarihsel seyirde tuyuğun hemen her asırda icra edildiğini söylemek
mümkündür. Öyle ki farklı kaynakları ve yaklaşık 900 divanı taramak suretiyle 67
şaire ait tespit ettiğimiz 1547 tuyuğun 485’i 14. asırda; 423’ü 15. asırda; 431’i 16.
asırda; 29’u 17. asırda; 121’i 18. asırda ve 58’si ise 19. asırda kaleme alınmışlardır.

Grafik 5: Yüzyıllara Göre Tuyuğ Şairi Sayısı Grafik 6: Yüzyıllara Göre Tuyuğ Sayısı

485
25 500
21 423 431
450
20 400
16 350
15 300
10 250
10 7 7 200
5 150 121
5 100 58
29
50
0 0

Yukarıda grafik olarak verdiğimiz Klasik Türk şiirinde tuyuğ kaleme alan
şairleri ve bu şairlerin kaleme aldıkları tuyuğ sayılarını tablo hâlinde ayrıntılı olarak
şu şekilde vermek mümkündür:

75
Tablo 7: Divan Şiirinde Tuyuğ Kaleme Alan Şairler ve Bu Şairlerin Kaleme Aldıkları
Tuyuğ Sayıları
Tuyuğ Kaleme Alan Yüzyıl Ölüm Türk Tuyuğların Tuyuğ
Şairler Tarihi Edebiyatı Bulunduğu Sayısı
Sahası Eserler
1. Alî 14 1375 Anadolu Divan 30
sonrası Mecmû’a-i Eş’âr
2. Kadı Burhâneddin 14 1398 Azerî Divan 116
3. Nesîmî 14 1404-05 Azerî / Divan 337
Türkmen
4. Hacı Akça Kindî 14-15 ? Çağatay Fünû’l-Belâga 1
5. Muhammed Timur 14-15 ? Çağatay Fünû’l-Belâga 1
Barga
6. Sultan İskender Şirâzî 15 1424 Çağatay Ali Şîr Nevâyî 1
Mecâlîsü’n-nefâyis
7. İvaz Paşa-zâde Atâî 15 1437 Anadolu Divan 9
8. Gedâî 15 1450 Çağatay Divan 5
sonrası
9. Kâtib 15 1450 Çağatay Sertkaya (2008) 1
sonrası
10. Mîr Saîd-i Kâbilî 15 1450 Çağatay Ali Şîr Nevâyî 1
sonrası Mecâlîsü’n-nefâyis
11. Ebû Bekir Mirzâ 15 1450 Çağatay Ali Şîr Nevâyî 1
sonrası Mecâlîsü’n-nefâyis
12. Cihân Şâh (Hakîkî) 15 1467 Azerî Divan 34
13. Kemal Ümmî 15 1475-76 Anadolu Divan 1
14. Mevlânâ Lutfî 15 1462-63 Çağatay Divan 113
15. Eşrefoğlu Rûmî 15 1469 Anadolu Divan 66
16. Dede Ömer Rûşenî 15 1487 Anadolu Divan 114
17. Ahmed-i Rıdvân 15 1528-38? Anadolu Divan 37
18. Ahmed Paşa 15 1496 Anadolu Divan 9
19. Ali Şîr Nevâyî 15 1501 Çağatay Bedâyî’ü’l-Vasat 13
20. Şiban Han 15 1510 Çağatay Divan 14
21. Kansu Gavrî 15 1516 Memlük Divan 4
Mısır
22. Amrî 16 1523-24? Anadolu Divan 9
23. Dukakinzâde Ahmet 16 1517 Anadolu Divan 33
Bey
24. Münîrî 16 1520-21 Anadolu Divan 21
25. Antakyalı Kâsım 16 1521 Anadolu Nasihat-nâme 50
Şeybânî sonrası
26. Şah İsmâil Hatâyî 16 1524 Azerî Divan 10
27. Muhyiddîn Abdâl 16 1529 Anadolu Divan 6

76
28. Bâbür Şah 16 1530 Çağatay Divan 15
29. Lâmiî Çelebî 16 1531 Anadolu Tercüme-i 2
Nefahâtü’l-Üns
30. İbrâhim Gülşenî 16 1534 Anadolu Divan 3
31. Misâlî (Gül Baba) 16 1543 Anadolu Divan 125
32. Livâyî 16 1567’de Anadolu Divan 3
sağ
33. Sânî (Mevlânâ Efserî) 16 1568 Çağatay Divan 2
34. Hayâlî-i Gülşenî 16 1569 Anadolu Divan 4
35. Şuhûdî 16 1572 Anadolu Divânçe 2
36. Gedizli Kabûlî 16 1591 Anadolu Divan 5
37. Muhîtî 16 1621 Anadolu Divan 70
öncesi
38. Arşî 16 1621 Anadolu Divan 28
39. Fânî 16 1504 Anadolu Divan 15
sonrası[?]
40. Pîrkâl 16 1548 Anadolu Divan 15
sonrası
41. Ca‘ferî 16 ? Anadolu Divan 10
42. Ş Medhî 16 ? Anadolu Divan 3
43. Bahtî (Sultan I. Ahmed) 17 1617 Anadolu Divan 11
44. Şeyhülislam Yahyâ 17 1644 Anadolu Divan 1
45. Fenâyî Cennet Mehmet 17 1664 Anadolu Divan 3
Efendi
46. İsmâ‘îl Habîbî Efendi 17 1680 Anadolu Hırz-ı Cân 2
47. Ünsî Hasan 17 1723 Anadolu Divan 1
48. Mesîhî-i Tebrizî 17 1655-56 Azeri Divan 10
49. Sofyalı Yusuf Râsih 17 ? Anadolu Divan 1
50. Seyyid Mehmed Emîn 18 1733 Anadolu Divan 21
51. Hasan Sezâyî /Câbî 18 1738 Anadolu Divan 5
Dede
52. Neccâr-zâde Şeyh Rızâ 18 1746 Anadolu Divan 19
53. İbrâhim Nazîr/Nazîrâ 18 1760-61 Anadolu Divan 31
54. Gurbî 18 1770[?] Anadolu Divan 31
55. Hakim Mehmed Emin 18 1770 Anadolu Divan 1
56. ‘Örfî Mahmûd Ağa 18 1778 Anadolu Divan 8
57. Şeyh Gâlib 18 1799 Anadolu Divan 2
58. Ebubekir Celâlî 18 1818 Anadolu Divan 2
59. Fasîhî 18 ? Anadolu Divan 1
60. Köstendilli Süleyman 19 1820 Anadolu Divan 1
Şeyhî
61. Mehmet Nebîl 19 1820 Anadolu Divan 7
62. Emirî / Ömer Han 19 1822 Çağatay Divan 24

77
63. Sûzî-i Sivasî 19 1830 Anadolu Divan 22
64. İbret Mehmet Efendi 19 1845 Anadolu Divan 1
65. Leylâ Hanım 19 1848 Anadolu Divan 2
66. Celâl (Mahmûd 19 1903 Anadolu Divan 1
Celaleddin Paşa)
Toplam Tuyuğ Sayısı 1547

Yukarıda verilen grafik ve tablodan sonra Klasik Türk şiirinde yüzyıllara göre
en fazla tuyuğ kaleme alan şairlerin tuyuğlarını incelemek yerinde olacaktır:

2.1. 14. YÜZYIL


Çalışmamızın giriş bölümünde de belirttiğimiz üzere Fuad Köprülü ve diğer
bazı araştırmacılar tarafından tuyuğ ile ilgili ilk bilgilerin Ali Şîr Nevâyî ve Bâbür Şah
tarafından verildiği zikredilse de yakın zamanda yapılan yeni çalışmalar, bunun daha
da eskiye götürülebileceğini göstermektedir. Öyle ki yapılan yeni araştırmalarda, 15.
asırda Kazak bölgesinin Taraz şehrinde yaşayan Şeyh Ahmed ibn Hudaydad
Tarazî’nin kaleme aldığı Fünûnü’l-Belâga adlı eserinde tuyuğ ile ilgili daha eski bilgi-
lerin varlığı tespit edilmiştir. 1436-1437 yıllarında, yani Ali Şîr Nevâyî’nin Mizânü’l-
evzân adlı eserinden yaklaşık 60 yıl önce kaleme alınan bu eser, önce Kazak Türkolog
İslam Jemeney tarafından Kril alfabesiyle Kazakistan’da yayınlanmış, ardından Metin
Hakverdioğlu ile ortak çalışmayla Türkiye’de bilim âlemine tanıtılmıştır.1
Fünûnü’l-Belâga‘da Şeyh Ahmed Tarazî, nazım şekillerinden kaside, gazel,
kıt’a, rubâî, mesnevi, terci-i bend, musammat ve ferdlerin yanı sıra tuyuğ nazım
şeklinden de bahsetmiş ve diğer nazım şekilleri gibi tuyuğ örneklerine de yer
vermiştir. Eserde en dikkate değer olan nokta, tuyuğa “tuyuğ” kelimesinin yanı sıra
“türkî” isimlendirmesinin de verilmiş olmasıdır. Eserde verilen tuyuğ örnekleri Hacı
Akça Kindî ve Muhammed Timur Barga adlı şairlere aittir. Ancak söz konusu bu
şairlerin o dönem şairleri mi oldukları, yoksa daha önceki yüzyıllarda yaşamış şairler
mi oldukları ile ilgili herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bu şairlerin Ali Şîr
Nevâyî’nin Mizânü’l-evzân’da verilen örneklerde veya Mecâlisü’n-nefâyis’te
bahsedilen şairler arasında bulunmamaları, onların Ali Şîr Nevâyî’nin yaşadığı
bölgenin dışında yaşadıkları veya daha önceki yüzyıllarda yaşadıklarını akla
getirmektedir. Şeyh Ahmed Tarazî’nin Fünûnü’l-Belâga‘da verdiği tuyuğ örneklerine
bakıldığında gerek Hacı Akça Kindî’nin gerekse Muhammed Timur Barga’nın nazım
şekli olarak tuyuğun özelliklerine vakıf olduklarını ve bu yönde başarılı tuyuğ
örnekleri verdiklerini söylemek mümkündür. Muhammed Timur Barga ve Hacı Akça
Kindî’nin tuyuğ örnekleri şöyledir:

1 Hakverdioğlu, Jemeney, “Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma”, s. 104.

78
Ger hevâ-yı vasl-ı dilber dârıdır
Yolda dikmişler muhabbet darıdır
Sen eger çün ‘âşık-ı sâdık iseñ
Bu muhabbet dârını bir dârı dir
(Muhammed Timur Barga)1

Birgil ey sîmîn-zakan iliñ man͡ga


Niçe yaşı bolgasın eyleng man͡ga
Derdin͡giz dermân-ı cânımdur menin͡g
Sağınurlar bilmegen atın͡g man͡ga
(Hacı Akça Kindî)2

14. asırda yaşadıkları kuvvetle muhtemel olan Muhammed Timur Barga ve


Hacı Akça Kindî’den sonra 14. asırda yaşadığı ve divan telif eylediğini kesin olarak
bildiğimiz tuyuğ şairleri; Alî (ö. 1375 sonrası), Kadı Burhâneddin (ö. 1398) ve Nesîmî
(ö. 1404-05)’dir. Bu asır, tuyuğ sayısı bakımından en verimli asır olarak karşımıza
çıkmaktadır. Tuyuğ yazan şair sayısı 5 olmasına rağmen 485 tuyuğ kaleme alınmıştır.
Bu sayı, tespit ettiğimiz 1547 toplam tuyuğ sayısının %30’unu oluşturmaktadır. Söz
konusu tuyuğların 30’u Alî’ye; 116’sı Kadı Burhâneddin’e; 337’si ise Nesîmî’ye aittir.
Bu şairlerin tuyuğlarını şu şekilde değerlendirebiliriz:

2.1.1. Alî (ö. 1375 sonrası)


Divan edebiyatının ilk dönem şairlerinden olan Alî, 14. asrın sonu ile 15. asrın
başlarında yaşamıştır. Hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi bulunmamakla birlikte
elde bulunan tek mevcut eseri Dîvân’ıdır. Dîvân’ı üzerinde Fatih Sona’nın yüksek
lisans çalışması bulunmaktadır. Bu çalışmada Sona, Alî’nin 19 tuyuğa sahip olduğunu
bildirmiştir.3 Ancak yakın bir zamanda Yılmaz Top’un tespit ettiği Mecmû‘a-i Eş‘âr
adlı mecmûada bulunan farklı tuyuğlarla birlikte Alî’nin toplam tuyuğ sayısı 30’a çık-
mıştır. Yılmaz Top’un tespit ettiği söz konusu Mecmû‘a-i Eş‘âr adlı yazma, Süleyma-
niye Kütüphanesi Yazma Bağışlar 5879 numarada kayıtlıdır. 4 Yılmaz Top tarafından
da ayrıntılı bir şekilde incelenen Alî’nin tuyuğlarına bakıldığında her tuyuğda çoğun-
luğunu meyve ve çiçeklerin oluşturduğu otuz varlıktan biri işlenmiştir. Meyve ve
çiçekler dışında tercih edilen nesnelerin de tıpkı meyve ve çiçekler gibi, koku ve
lezzet bakımından çekicilikleriyle öne çıkan varlıklar olduğu görülmektedir. Bu otuz
varlıklar, Alma (Elma), emrûd (armut), yaş üzüm, incir, ayva, bâdem, nâr, turunç,
fındık, fıstık, kara üzüm, leblebi, zerdali, kayısı, kiraz, şeftali, limon, kavun, karpuz,
şeker, helva, pâlûde (pelte), müşg (misk), anber), gül, reyhân, lâle, nergis, benefşe

1 Jemeney, Fünûnü’l-Belâga, s. 39.


2 a.yer.
3 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. XLIV.

4 Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, s. 33-68.

79
(menekşe) ve ergavân (erguvan)’dır. Alî’nin bu otuz tuyuğunun her birini, Klâsik
Türk şiirinin ideal güzeline zarif ve nükteli bir niyâz, sesleniş ve övgü olarak değer-
lendirmek de mümkündür. İdeal güzelin güzellik unsurlarının sanatlı tanıtımında
kullanılan mazmun niteliğindeki çiçek ve meyvelerin de içerisinde bulunduğu otuz
varlığın birer birer ele alındığı her bir tuyuğ; sevgilinin eşsiz güzelliğinden kendini
alamayan, vuslatı arzulayan, hasret ateşlerinde yanıp tutuşan, sevgilinin merhame-
tine sığınmaktan başka bir sermayesi olmayan bir âşık tipinin, gönlünü sevgiliye
açmasına ve onun güzelliğini meyvelerle çiçeklerle övmesine vesile olmaktadır: 1
Ala gözüñe göñül alma direm
Eyle olur sanki ben al ma direm
Ruhlaruña iricek şâhum nazar
Dutduğıñuñ adını alma direm2

Göreli zîbâ cemâlüñi gözüm


Görmez asla senden ayrugı gözüm
Bunca yimişler içinde iy sanem
Hatırıñuz diler-imiş yaş üzüm3

Sen perî-peyker nice âdem durur


Kim kemîne çâkerüñ âdem durur
Gözlerüñden añladum tutdıguñı
Kim aña beñzer meger bâdem durur4

Alî’nin tuyuğları incelendiğinde tuyuğlarının önemli özelliğinin cinas sanatını


başarılı bir şekilde kullanılması olduğu görülür. Öyle ki Türk nazmının millî karakteri
olarak da kabul edilen cinası pek çok türüyle kullanan Alî, bu yönüyle dönemin diğer
başarılı tuyuğ şairlerinden Kadı Burhâneddin ve Nesîmî ile birlikte anılmayı hak
ettiğini söylemek mümkündür. Aşağıda verdiğimiz örnekte “gül-nâr” ve iki farklı
anlamda kullanılan “nâr” kelimeleri arasında cinas vardır. Nar çiçeği anlamına gelen
“Gül-nâr” ile ateş, od anlamına gelen “nâr” kelimesi arasında cinas-ı mükerrer; meyve
anlamında kullanılan “nâr” kelimesi ile de cinas-ı tam bulunmaktadır.
Kâmetüñ serv ü ruhun gül-nârdur
Vasluñ âb-ı Hızr u hicrüñ nârdur
Yüregümi yar ki mislin göresin
Şol göñülde tutdıguñ kim nârdur

Aşağıdaki birinci örnekte tuyuğun ilk mısraında geçen “gönül çekeni”


anlamına gelen dil-beri kelimesi ile ikinci mısrada geçen ve “gönlün o şeyden uzak ve

1 a.g.e., s. 41, 51.


2 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 215; Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, 2017, s. 53.
3 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 216; Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, 2017, s. 54.

4 Sona, a. yer; Top, a. yer.

80
sâlim bulunması” anlamına gelen dil berî kelimeleri arasında cinas-ı mefrûk
bulunmaktadır. İkinci örnek tuyuğda ise derd, zerd ve gerd kelimeleri arasında cinas-
ı lâhıktan başka cinas-ı hat bulunmaktadır.
Göreli bilürem sen dil-beri
Cân u dil ğayrıdan itdi dil berî
Ca‘d-ı müşgîn üzre saç kim hûb olur
‘Ûd-ile şol dutduğuñuz ‘anberi1

Düşdi dil sen dil-rübânuñ derdine


Hîç rahm itmezdi benzüm zerdine
Âh kim zerdâli gibi zerd olup
İrmedüm dâmen tozına gerdine2

Alî’nin kaleme almış olduğu tuyuğlara Yılmaz Top’un tespitleri ışığında


bakıldığında söz konusu tuyuğların büyük bir kısmında, muhatabın belki de ideal bir
güzelin/sevgilinin, zihninde/gönlünde tuttuğu varlıkların tahmin edilmesi sürecinde
yararlanılan işaretlerin bizzat sevgilinin/güzelin güzellik unsurları olduğu ile ilgili
bir bağlantıyı kurarak tuyuğları tam olarak olmasa da bir nevi muammâ/lugaz
tarzında kaleme aldığı görülmektedir. Örneğin aşağıda verdiğimiz tuyuğda,
muhatabın aklında tuttuğu varlığın “elma” olduğu, yanaklara (ruh) bakılarak
anlaşıldığı zikredilmektedir:
Ala gözüñe göñül alma direm
Eyle olur sanki ben al ma direm
Ruhlaruña iricek şâhum nazar
Dutduğıñuñ adını alma direm3

Bir başka örnek tuyuğ incelendiğinde âşığın sevgilinin elinde tuttuğu şeyin ne
olduğu ile ilgili tahmini “kaysı” olarak zikretmesi, muhatabın dudaklarının nemli,
sulu olmasına dayandırılmakta olduğu görülmektedir. Böyle bir durumda bu otuz
tuyuğu, ideal bir güzelin birbirinden çekici güzellik unsurlarının zarif ve nükteli bir
sunumu olarak tanımlanabilecek bir kompozisyonun birimleri olarak görmek de
mümkündür.4
Gözlerüñ midür harâmî kaysıdur
Gamzeñ okın yiyene cân kaysıdur
Añladum göñlüñ zamîrin remz-ile
Kim tutağuñ bigi sulu kaysıdur5

1 Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, 2017, s. 58.


2 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 218; Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, 2017, s. 56.
3 Sona, Alî ve Dîvânı, 2005, s. 215; Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, 2017, s. 53.

4 Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun”, 2017, s. 48.

5 a.g.e., s. 56.

81
Yine Yılmaz Top’un yerinde tespitleri ışığında söylenebilir ki Alî’nin söz
konusu tuyuğları, âdeta bir oyun havasında kaleme alındığını, bir remiz yardımıyla
muhatabın aklında/gönlünde tutulan/saklanan/kapatılan/gizlenen varlıklara yönelik
sezgileri paylaşma kanalı olarak şiirin ve bilhassa da tuyuğ nazım şeklinin tercih
edilmesi de dikkate değerdir. Zira “tuyuğ” kelimesi, bu kelimenin aslı olarak
düşünülebilecek “duymak / tuymak” fiilinin “sezmek, hissetmek ve fark etmek” gibi
anlamları etrafında böyle bir işlevde değerlendirilebilecek bir nazım şeklinin adı
olmaya çok müsait görünmektedir.1
Son olarak Alî’nin tuyuğlarına mahlas kullanımı bakımından bakıldığında
tuyuğlarda genellikle mahlas kullanılmamasına rağmen Alî’nin tuyuğları arasında 2
tuyuğda mahlas kullandığı görülmektedir. Mahlasın zikredildiği bu tuyuğlarda şair,
kendi nefsine nasihatler sunmuştur:
Ey Alî sen virme göñül degmeye
‘Ârif olan ‘ışk işine degmeye
Sen aña ‘âşık dime hergiz sakın
Kim benefşe bigi boynın egmeye2

2.1.2. Kadı Burhâneddin (ö. 1398)


Asıl adı Ahmed olan Kadı Burhâneddin, Kayseri kadısı Şemseddin Muham-
med’in oğludur. Kadı Burhâneddin lakabıyla ün kazanmıştır. Kendi adıyla kurduğu
devletin de hükümdarıdır.3 Özellikle tuyuğlarıyla 14. asrın ve genel olarak da Türk
edebiyatının ünlü şairleri arasına girmeyi başaran Kadı Burhâneddin’in, kadılık,
vezirlik, nâiplik, hükümdârlık gibi görevlerde bulunduğu; entrikalar, mücadeleler ve
savaşlar içinde geçen siyasî ve askerî hayatına ait bir kısım tasâvvurların,
tahâyyüllerin onun edebî hayatına da tesir ettiği; tıp, tefsîr, hadîs, hey’et/astronomi,
İslâm hukuku gibi alanlarda dinî, ilmî ve edebî gayretlerinin olduğu bilinmektedir. 4
Şer’î hukuk sahasında telif eylediği İksîrü’s-Sa‘âdât fî Esrâri’l-‘ibâdât ve Tercîhu’t-
Tavzîh adlı eserlerden başka Türkçe Dîvân’ı ile Arapça ve Farsça şiirleri mevcuttur.
Kadı Burhâneddin’in, Türkçe divânındaki manzumelerden hareketle kullandığı dilin,
14. asır Azeri lehçesinin bir kısım özelliklerini taşıdığı; bundan dolayı da onun Azeri
sahası şairinden sayıldığı ileri sürülmüştür ki bu tespit doğrudur.5
Kadı Burhâneddin’in edebiyat sahasındaki en önemli yönü, 116 tuyuğla
Nesîmî’den sonra Türk edebiyatının en fazla tuyuğ yazan şairi olmasıdır. Kadı

1 a.g.e., s. 52.
2 a.g.e., s. 59.
3 Abdülkerim Özaydın, “Kadı Burhâneddin”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2001, C. 21,

s. 74.
4 Rıfat Araz, “Kadı Burhâneddin’in Kimlik ve Kişilik Yapısı ile Hayata Bakış Tarzının

Tuyuğlarına Yansıması”, Berceste, S. 24 (2006), s. 25.


5 a.yer.

82
Burhâneddin’in 118 tuyuğunun varlığı bilinse de söz konusu bu tuyuğların birinin
sondan veya baştan iki mısraı eksik; bir diğeri ise esasen tuyuğ kısmında yer almış
olmasına rağmen, matlaı ve maktaı olan bir gazel özelliği taşımaktadır. Bu halde Kadı
Burhâneddin’in tam olarak tuyuğ özelliği taşıyan manzume sayısı 116’dır.
Müstakil tuyuğları ilk defa 1922’de İstanbul Amerikan Mektebi müdürü Fred
Fyler Godsell tarafından Matbaa-i Amire’de tabedilmiş ve bu esere, şair Cenab
Şehabettin tarafından da bir mukaddime yazılmıştır. Bu mukaddimede Cenab
Şehabettin’in Kadı Burhâneddin hakkındaki tespitleri şöyledir:
Asrının bütün erbâb-ı asâleti gibi Kadı Burhâneddin de kılıç ve kalem
istimâlini mütesâviyen öğrenmişti. Bir taraftan binicilik idmanı için at
üstünde gezerken bir tarafta hatt-ı siyakat temrini ile meşgul olurdu ve
cirit oyunlarından yoruldukça Türk, Arap, Acem şiirlerinin mütalâasına
avdet ederdi. Mümtaz kadı, mümtaz vezir, âlim ve şecî hükümdar, elhak
cündî velhak şâir oldu… Eş‘ârı, mestî- i şarab ve mestî- i muhabbet ile
terennüm edilmiş ilhâmât-ı kalbdir. Edebiyat hürmetine Kadı‘nın sefahatını
affedelim. Zira son tahlilde Kadı Burhâneddin bir aşk şairidir, gâh Fuzûlî
gibi yanık, gâh Nedim kadar şuh, gâh Alfred de Musset’den daha samimî…”1

Kadı Burhâneddin’in tuyuğları gerek sayı ve şekil gerekse muhtevâ bakımın-


dan incelenmeye değer manzumeler olmasına rağmen yakın bir geçmişte yapılan bir
yüksek lisans çalışmasına kadar herhangi bir bilimsel incelemeye tabi tutulmamış ol-
ması oldukça üzücüdür. 2015 yılında Anakız Aysel Çoban tarafından, Prof. Dr. Ahmet
Yılmaz’ın danışmanlığında Kadı Burhâneddin’in Tuyuğlarının Türk İslam Edebiyatın-
daki Yeri ve Önemi başlığıyla Yüksek Lisans çalışması yapılmıştır. Bu çalışmada Kadı
Burhâneddin’in tuyuğları divan tahlili tarzında ayrıntılı olarak tahlil edilmiştir.
Kadı Burhâneddin’in tuyuğları muhteva olarak oldukça zengindir.
Tuyuğlarında, başta tasavvuf olmak üzere, kadere iman, savaş, yiğitlik, sevgilinin
güzelliği, aşk, şarap, sevgiliden şikâyet, sevgilinin vefasızlığı gibi konuları işleyen
Kadı Burhâneddin, hikmet ve nasihat tarzında da tuyuğ örnekleri vermiştir.
Tuyuğlarına kadere olan inancını ifade etmekle başlayan Kadı Burhâneddin,
ezelde Allah’ın insan için takdir ettiği bütün yazgıların gerçekleşeceğini, insanın bu
kader çizgisinde kendine düşeni göreceğini, zira ferman sahibinin Allah olduğunu
ifade etmiştir. Bu minvalde terennüm ettiği ve aşağıda örneklerini verdiğimiz
tuyuğların ilkinde, sıkıntıya düşmüş birinin, güçleriyle şöhret bulan; ancak bir o
kadar da geçici ve ölümlü olan Altın Orda devletinin hanı Toktamış’a veya
Timurluların ilk hanı Aksak Timur’a değil; Hakk’a sığınması gerektiğini
vurgulamıştır. İkinci örnekte ise beşerî sevgiliye ulaşmanın hükmünü de Allah’ın
verdiğini ifade ederek kadere tam bir teslimiyet göstermiştir:

1 Fred Fyler Godsell, Kadı Burhâneddin Divanı, Gazel u Rubâiyâtından Bir Kısım ve Tuyguları,
Dersaâdet: Matbaa-i Amire, 1922.

83
Ezelde Hak ne yazmış ise bolur
Göz neni ki göreceg ise görür
İki ‘âlemde Hak’a sığınmışuz
Tohtamış ne ola ya ahsah Temür1

Gözlerüñ derdlülerüñ dermânıdur


Cân u dil ol ikinüñ kurbânıdur
Canuma sevmek seni ırağ iş durur
Nitse olur ol Çalap fermânıdur2

Başka tuyuğ örneklerinde de kadere olan tam inancını dile getiren Kadı
Burhâneddin, özellikle rüya âleminde görülen düşlerle amel edilemeyeceğini, takdir
edilenin tedbirle değiştirilemeyeceğini, dolayısıyla tamamen Allah’a sığınıp onun
yolunda cihat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır:
Yoluna cân virmeyen taksîr ider
Gördügi düşini kej ta‘bîr ider
Her gişiye ne yazılganın görür
Anı bilmeyen dahi tedbîr ider3

Kendisinin bir hükümdar olmasının yanı sıra savaşçı kişiliğe sahip olması,
genel olarak şiirlerinde ve dolayısıyla da tuyuğlarında destansı, meydan okuyucu bir
söyleyiş tarzının sergilemesini sağlamıştır.4 Kadı Burhâneddin’in durmak bilmeyen
gayreti, cesur, saldırgan ve savaşçı ruh yapısı onu mücadelelerin içinde geçen sürekli
ve hareketli bir hayatın içine çekmiştir. 5 Bu da genelde şiirlerini, özelde de tuyuğla-
rını bu minvalde kaleme almasına neden olmuştur. Tuyuğlarının önemli bir kısmında
cesaret, yiğitlik konuları etrafında savaş ve harp meydanı tasvirlerini kullanmıştır.
Bu yönüyle Kadı Burhâneddin’in diğer tuyuğ şairlerinden ayrıldığını söyleyebiliriz.
Erenler meydânlarda cevlân ider
Düşmenüñ ili saru seyrân ider
Yahşi yaman hayr az şerri kamu
Dutam kamu kimseden devrân ider6

1 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 522.


2 a.g.e., s. 525.
3 a.g.e., s. 536.
4 Ömer Demirbağ, Kadı Burhâneddin ve Şiiri, Ankara: Gazi Kitabevi, 2011, s. 23.
5 Araz, “Kadı Burhâneddin’in Kimlik ve Kişilik Yapısı ile Hayata Bakış Tarzının Tuyuğlarına

Yansıması”, s. 25.
6 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 531.

84
Erenler öz yolında er tek gerek
Meydânda erkek gişi ner tek gerek
Yahşi yaman katı yumşah olsa hoş
Serverem diyen gişi erkek gerek1

Yiğitlik ve cesaret temalı tuyuğlarında dikkat çeken hususlardan biri, tabiatta


güçleriyle ön plana çıkan varlıklar olan koç, aslan ve at gibi hayvanları birer
benzetme unsuru olarak kullanmasıdır. Özellikle aşağıdaki ikinci tuyuğ örneğinde
günümüzde “Aslan Kral” olarak kullanılan tabirin “Kağan aslan” şeklinde kullanması
da oldukça dikkat çekicidir:
Hakka şükür koçlaruñ devrânıdur
Cümle ‘âlem bu demüñ hayrânıdur
Güñ batardan gün toğan yire degin
‘Işk erinüñ bir nefes seyrânıdur2

Er yiğit kayda ürker ürkülerden


Yahşi at belinlemez ilkülerden
Düşmenler bizde bolsa ditreşsüñler
Kağan aslan kaypınmaz dilkülerden 3

Yine başka bir tuyuğunda Kadı, meydana çıkan kişinin göstereceği cesareti,
“erkek” kelimesi ile ifade ettiği görülür.4 Yani komutanım (reis) diyen kişinin
öncelikle cesur olması gerektiğine vurgu yapan Kadı, er olan kişinin meydanlarda tek
olması gerektiğini ifade etmektedir.
Erenler öz yolında er tek gerek
Meydânda erkek gişi ner tek gerek
Yahşi yaman katı yumşah olsa hoş
Serverem diyen gişi erkek gerek5

Bir hükümdar ve bir komutan olarak etrafındaki askerlere ve halka hitap eder
bir tarzda kaleme aldığı aşağıdaki örnek tuyuğda Kadı Burhâneddin, kendisinin
hayatta olduğu sürece kaygılanmamaları gerektiğini, bir canının olduğunu onun da
kendilerine korkusuzca feda edebileceğini dile getirmesi, askerleri ve halkı zafere
motive etmek için şiiri bir araç olarak da kullandığının bir işaretidir:

1 a.g.e., s. 534.
2 a.g.e., s. 522.
3 a.g.e., s. 532.

4 Çoban, Kadı Burhâneddin’in Tuyuğları, s. 52.

5 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 534.

85
Üstüñde devlet bu gün sayvan olsun
Sa‘âdet yine bizge eyvân olsun
Niçe ki ben sağam u kaygurmañuz
Var cânum yiğitlere kurbân olsun1

Kadı Burhâneddin’e göre yiğitlik oturarak kazanılmaz. Kendini komutan


olarak görmek isteyenin güçlü, cesur ve cengâver olması gerekmektedir.
Gerektiğinde bu kişi, başını ortaya koyabilmelidir. Buna en güzel yiğitlik örneğinin
davası için darağacına çıkmayı göze alan Hallâc-ı Mansûr olduğuna işaret eden Kadı,
sıcak döşeğinde ölen birinin yiğit olamayacağını, olsa olsa murdar olmuş bir ceset
olduğunu ifade etmiştir:
Özini eş-şeyh gören serdâr bolur
Ene’l-hak da'vî kılan ber-dâr bolur
Er oldur hak yolına baş oynaya
Döşekde ölen yiğit murdâr bolur2

Rezm yani savaş, ceng ve yiğitlik ile ilgili yukarıda incelemeye çalıştığımız
tuyuğların yanı sıra Kadı Burhâneddin’in bezme yani ayş u işret, sohbet ve aşk
meclisine ait kaleme almış olduğu tuyuğları da mevcuttur. Hükümdar olmasının
vermiş olduğu bir ayrıcalıkla tuyuğlarında bezm ü rezmi birlikte sunduğunu
söyleyebiliriz:3
Önümüzde şem‘alar yana durur
Yiğitler kızıl süci kana durur
Bu demi gelüñ ganîmet görelüm
Ki dünyâ iy yârenler fenâ durur4

Kadı Burhâneddin’nin tuyuğlarında işlediği konular arasında beşerî ve ilahi


aşk da bulunmaktadır. Beşerî aşkı terennüm ettiği tuyuğlarında sevgilinin boyunu,
yüzünü, saçını, dudağını, gözlerini dişlerini ve daha nice güzellik unsurlarını öven
Kadı Burhâneddin, bu yönüyle Divan şiirindeki idealize edilmiş sevgili tipinin alt
zeminini de oluşturmuştur. Aşağıdaki tuyuğ incelendiğinde sevgilinin boyunun servi
ağacına, yanaklarının güle, dudaklarının kırmızı yakut taşına, dişlerinin ise inciye
benzetildiği görülür:

1 a.g.e., s. 541.
2 a.g.e., s. 534.
3 Bezm ü rezm için bk. İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Kapı Yayınları,

2012, s. 71.
4 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 535.

86
Serv kadduñ ile çendân olmaya
Gül ho yüzüñ gibi handân olmaya
La‘l ile incü durur şol ola mı
Buncılayın leb ü dendân olmaya1

Yukarıdaki örneğin yanı sıra beşerî sevgili bağlamında Kadı Burhâneddin’in


kaleme almış olduğu pek çok tuyuğu incelendiğinde, idealize edilmiş sevgilinin bu
dünyada eşinin benzerinin olmadığını, hatta cennetteki hurilerin dahi güzellikte ona
yetişemediğini vurguladığı görülür:
Saçuñ tek bu dünyâda ‘anber var mı
Gözüñ tek bâğ içinde ‘abher var mı
Cennet içre hûrîler cem‘ olıcah
Hûblara sencileyin server var mı2

Kadı Burhâneddin’e göre beşerî aşkta âşık ile maşuk aynı fikirde, aynı
meşrepte yani kısacası denk olmalıdır. Bu denklik ve uyum durumu, sevinçte ve
eğlencede de olmalı, savaşta ve barışta da olmalıdır. Ona göre âşık ile maşuk
uyuşmadıkları ve denk olmadıkları takdirde âdeta bir şişe gibi birbirlerini kırmaları
olağandır:
Yâr gerek yârıyile hem-reng ola
Ger nişât u ‘ayş u sulh u ceng ola
Ol iki yârun ki uyışmaz bile
İşleri ortada şîşe seng ola3

Sevgiliden şikâyet ettiği tuyuğlarında ise Kadı Burhâneddin, sevgilinin işinin


her daim naz edip aşığını azarlamak, terslemek, paylamak ve rencide etmek
olduğunu; büyülü gözleriyle, fitne çıkaran bakışlarıyla âşıklarını birbirine
düşürdüğünü buna ise sabırla tahammül edilmesi gerektiğini, gönlün bundan başka
çaresinin olmadığını ifade etmiştir:
Dilberüñ işi ‘itâb u nâz olur
Çeşm-i câdû gamzesi gammâz olur
İy göñül sabr it tahammül kıl ana
Yâra irişmek işi az az olur4

Sufi bir şair olmasa da Kadı Burhâneddin’in tuyuğlarında tasavvufi kavram ve


terimlere sıkça yer verildiği söylenebilir. Öyle ki beşerî aşkı yani beşerî sevgiliyi
işlediği tuyuğlarında bile tasavvufun mazmun ve remizlerini kullanmıştır. Örneğin;
saçlarıyla, fitne çıkaran bakışlarıyla ve çene çukuruyla âdeta bir âfet olan sevgilinin,

1 a.g.e., s. 526.
2 a.g.e., s. 539.
3 a.g.e., s. 538.

4 a.g.e., s. 527.

87
derviş olan âşığının aklını başından aldığını vurguladığı aşağıdaki tuyuğ
incelendiğinde beşerî sevgilinin güzellik unsurlarının yanı sıra birer tasavvuf
kavramı olan uzlet köşesi ile derviş kelimelerini de kullandığı görülmektedir:
Zülfüñe di kılmasun baña teşvîş
Gamzelerüñ kılmasun şehâ dil-rîş
Ben zenahdânuñ çâhında düşmişem
Nola ger bir gûşede dura dervîş1

Daha önce de incelemeye çalıştığımız aşağıdaki tuyuğa bakıldığında Kadı


Burhâneddin’in yiğitlik ve cesaret konusunu işlerken bile mutasavvıf şairlerin sıkça
kullandığı kelime kadrosundan yararlandığı görülür. Askeri sevk ve idare eden
komutanı şeyhe benzeten Kadı, Hak yolunda en büyük yiğidin Hallâc-ı Mansûr
olduğunu ifade etmek için ise Hallâc’ı, tasavvufta bilinen meşhur “Ene’l-Hak” sözü ile
hatırlatmıştır:
Özini eş-şeyh gören serdâr bolur
Ene’l-hak da'vî kılan ber-dâr bolur
Er oldur hak yolına baş oynaya
Döşekde ölen yiğit murdâr bolur2

Başka bir tuyuğunda Kadı Burhâneddin aşk erinin dünyada her zaman
gönlünün yaralı olduğunu, çektiği sıkıntılarla âdeta derviş çilesi çektiğini, yeme ve
giyinme gibi zaruri ihtiyacı dışında bir şeyleri talep etmesi durumunda kendisinin
canına zarar vereceğini dile getirerek âdeta tasavvuf öğretisini okuyucuya sunduğu
görülmektedir:
‘Işk eri bu dünyede dil-rîş imiş
Rencüñ içinde bu gün derviş imiş
Geymek ü yimekden artuh istemek
Er kişinüñ cânına teşviş imiş3

Tuyuğlarında bu şekilde tasavvufi kavram ve remizleri kullansa da yukarıda


da belirttiğimiz gibi Kadı Burhâneddin sufi bir şair değildir. O bir alptir ve bunu her
fırsatta dile getirmiştir. Bunu en iyi açıklayan manzumesinin aşağıda verdiğimiz
tuyuğ örneği olduğunu söylemek mümkündür. Sufilere çattığını gördüğümüz bu
tuyuğunda Kadı Burhâbeddin, sufilerin mihrabı ve namazı dilediğini, er kişinin ise
savaş meydanında ceng etmek arzusunda olduğunu ifade etmiştir:

1 a.g.e., s. 531.
2 a.g.e., s. 534.
3 a.g.e., s. 529.

88
Hemîşe ‘âşık göñli biryân bolur
Her nefes garîb gözi giryân bolur
Sûfîlerüñ dileği mihrâb nemâz
Er gişinüñ ârzûsı meydân bolur 1

Kadı Burhâneddin’in tuyuğları dil bakımından değerlendirildiğinde bu konuda


daha önce Nihat Sami Banarlı’nın bu konudaki fikirlerinden yararlanmak yerinde
olur. Buna göre Banarlı, Kadı Burhâneddin’in gazellerinin aksine tuyuğlarının daha
sade ve tabiî bir Türkçe ile söylenmiş olduğunu dile getirmiş ve bu tuyuğların Türk
halk şiirindeki millî zevkin Divan Edebiyatı’na aksetmiş ehemmiyetli örneklerden
olduklarını vurgulamıştır.2 Aşağıdaki iki örnek tuyuğa da bakıldığında içerisinde
Arapça ve Farsça kelime sayısının oldukça sınırlı olduğu, dönemin halk dilinde
kullanılan bir iki Farsça kelime ve edatın dışında tamamen tabiî bir Türkçe
kullanıldığı anlaşılmaktadır:
Gözel çoh arasında dilber kanı
Taşlar köp orta yirde cevher kanı
Koç u buğra aygırı çoh görmişüz
Ademîler içinde server kanı3

Söz diyem saña eğer inanasın


Yâr gözüñdür gözüñe ne sanasın
Yâruñı anda bilesin ne durur
Ger garîme karşu sen yasanasın4

Kadı Burhâneddin’in tuyuğlarını şekil bakımından değerlendirmek gerekirse,


şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür: Öncelikle tüm tuyuğları Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbıyla kaleme alınmıştır. Kafiye örgüsü olarak ise a a a a kafiye
örgüsüyle örgülenmiş iki tuyuğunun dışında kalan tüm tuyuğları a a x a şeklinde
kafiyelenmiştir.
Sultândan biz kullara fermân bolsa
Yâr lebinden derde bir dermân bolsa
Şol hilâlî kaşını çün gördi göz
Varlığumuz yolına kurbân bolsa5

Tuyuğlarda cinas kullanmaya oldukça gayret gösteren Kadı Burhâneddin’in


çalışmamıza dahil ettiğimiz 116 tuyuğunun 80’inde yani toplam tuyuğ sayısının
yaklaşık % 70’inde cinas kullanmıştır. Cinasın birçok çeşidiyle örnek tuyuğ veren

1 a.g.e., s. 524.
2 Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: MEB Yayınları, 2001, s. 366.
3 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s. 535.

4 a.g.e., s. 523.

5 a.g.e., s. 537.

89
Kadı Burhâneddin’in, bu yönüyle edebî gücünü de ortaya koymaya çalışmıştır.
Aşağıdaki örnek tuyuğların ilkinde birinci mısra ve ikinci mısrada geçen “kanı kanı”
kelimelerinde tam cinas; ikinci örnek tuyuğda ilk mısrada geçen “âh” ile ikinci
mısrada geçen “şâh” kelimeleri arasında cinas-ı mutarraf; üçüncü örnek tuyuğda ise
ilk mısrada geçen “cânı” ile son mısrada geçen “mercânı” kelimeleri arasında cinas-ı
mükerrer; yine aynı tuyuğun ilk mısraında geçen “cânı” ile ikinci mısraında geçen
“sanı” kelimeleri arasında cinas-ı lâhık bulunmaktadır:
Dünyâda gerçek ‘âşık kanı kanı
‘Âşık iseñ gözüñüñ kanı kanı
Her ‘âşık ma‘şûk içün baş oynarsa
Ben ‘âşıkun yoluna cânı cânı1

Kankı canda od varını âh bilür


Başda ne yazılmışın ol şâh bilür
Cân giripdür ‘ışkı yolına anuñ
Yola çıhanuñ işin Allâh bilür2

Câna cân virmeyenüñ ne cânı var


Cân virenüñ adıyile sanı var
Er gişinüñ metâ‘ı erlik olur
Cevherinüñ la‘1 ile mercânı var3

2.1.3. Seyyid Nesîmî (ö. 1404-05)


Asıl adı Seyyid İmâdüddin Nesîmî’dir. Şair kişiliğinin yanı sıra sufi ve özellikle
Hurufi kişiliğiyle Türk edebiyatında adından en fazla söz ettiren şahsiyetlerindendir.
Bütün kaynaklarda ismiyle birlikte “Seyyid” unvanı da kullanılmaktadır. Ancak
seyyidliği ile ilgili herhangi bir malumat bulunmamaktadır. Kaynaklarda kesin olarak
nerede ve ne zaman doğduğu ile ilgili yeterli bilgi bulunmamakla birlikte son
dönemde yapılan çalışmalarda da çelişkili bilgiler vardır. Öyle ki İran kaynakları
onun Şîraz ya da Şirvan’da, 16. asır tezkirecilerinden Âşık Çelebi Diyarbakır’da, Latîfî
ise Bağdat’ın Nesîm nahiyesinde doğduğunu kaydetmektedir.4 Bunların yanında son
dönemlerde yapılan farklı çalışmalarda onun doğum yeri ile ilgili birbirinden ayrı
yorum ve değerlendirmelerin yapıldığı görülmektedir. Söz konusu çalışmalarda
Nesîmî’nin doğmuş olabileceği yerler, Bağdat, Tebriz, Şiraz, Nusaybin, Bakü ve Halep
gibi yerlerdir.5 Hayatı hakkında yazılı kaynağa dayalı kesin bilgilerin bulunmaması,

1 a.g.e., s. 532.
2 a.g.e., s. 535.
3 a.g.e., s. 536.

4 A. Azmi Bilgin, “Nesîmî”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2007, C. 33, s. 3.

5 Kemal Edip Kürkçüoğlu, Seyyid Nesimi Divanı’ndan Seçmeler, İstanbul: MEB Yayınları, 1973;

Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni; Veyis Değirmençay, İmâdüddin Nesîmî ve Farsça

90
hayatı hakkında yapılan değerlendirmelere mesnetsiz rivayetlerin karışması,
Nesîmî’yi âdeta özel güce sahip bir masal kahramanı veya efsanevi bir şahsiyet
olmaya götürmüştür.1 İleri bir seviyede eğitim alan Nesîmî, gençliğinde tasavvuf
yolundan giderek dönemin meşhur mutasavvıflarından Fazlullâh-ı Hurufi ile birlikte
Bakü ve Şirvan’da bulunmuş; Hurufilik yolunun en önemli temsilcilerinden birisi
olmuştur. Her ne kadar fikirlerinden dolayı bazı yerlerde ve özellikle Anadolu’da
itibar görmemiş olsa da Ali Şîr Nevâyî’nin onu methetmesi onun Orta Asya Türk
dünyasında takdir edilen önemli bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. Riyâzu’l-
Ârifin, Fars-nâme-i Nasırî, Reyhânetü’l-Edeb, Mecâlisü’l-Uşşâk ve Tezkire-i Latıfî gibi
eserlerde de ondan övgüyle bahsedildiği görülmektedir.2
Nesîmî’nin “Tanrı’nın insan yüzünde tecelli etmesi” ve “vücudun bütün
organlarını harflerle izah” gibi fikirleri Sünnî çevrelerce tepki çekmiştir. İlahi
özelliklere sahip olan kutsallığının, muhteremliğinin korunması gerektiğini söylemiş
ve bu çerçevede taşıdığı fikirlerini ortaya koymanın yolunu Hurufilikte bulmuştur. 3
Nesîmî’nin şiirleri daha önce birçok şahıs tarafından hem kitap hem de makale
düzeyindeki çalışmalarla neşredilmiştir. Gerek İran’da gerekse Türkiye’de yapılan
neşirlerin arasında en muteber kaynak, Hüseyin Ayan’ın 2002 yılında yayınladığı
Dîvân neşri olarak kabul edilir. Ancak bu neşrin de bazı eksiklikleri ve problemleri
içerdiği söylenebilir. Nesîmî’ye ait olması mümkün olmayan bazı manzumelerin
divana dahil edilmesi, bu problemlerin başında gelmektedir. 4 Nesîmî’ye ait olan
ancak Dîvân’da bulunmayan şiirler bazı yayınlara konu olmuştur. Öyle ki son
dönemde Ömer Zülfe5 ve M. Fatih Köksal,6 şairin yeni tespit edilen bazı
manzumelerini makaleler bünyesinde neşretmişlerdir.
Nesîmî’nin tuyuğları ile ilgili bilgi vermek gerekirse, Hüseyin Ayan neşrinde
315 tuyuğu bulunan Nesîmî’nin Ömer Zülfe’nin makalesinde neşredilen farklı 20
tuyuğu ve son olarak Fatih Köksal’ın tespit ettiği 2 farklı tuyuğuyla birlikte toplamda
337 tuyuğu bulunmaktadır. İleride yapılacak neşirlerle birlikte bu sayının artacağı
muhtemeldir. Nesîmî’nin şiirlerini inceleyen Özer Şenödeyici, Nesîmî ve Hurufilik
Kitabı başlıklı çalışmasında, Nesîmî’nin elde bulunan Divan’ından hareketle şiirlerini
birbirinden farklı duyarlılıklar çerçevesinde değerlendirmenin mümkün olduğunu
ifade etmiştir. Şenödeyici’nin yerinde tespitlerine katılarak biz de Nesîmî’nin
tuyuğlarını aşağıda verilen başlıklar bağlamında inceleyebiliriz:

Divanı, İstanbul: Kurtuba Kitap, 2013; ihtimam Rüstem Aliov, Divan-ı Farisi Fazlullah Naimi
Tebrizi ve İmadüddin Nesimi Şirvani, Tahran: İntişarat-ı Dünya, t.y.
1 Özer Şenödeyici, Seyyid Nesîmî ve Hurûfîlik Kitabı, İstanbul: Kesit Yayınları, 2015, s. 49.

2 Hüseyin Ayan, Nesimi Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1990, s. 12-13.

3 Ali Cançelik, “Nesîmî Divanı’nda ‘İnsan’, ‘Âdem’ ve Bazı Temel Vasıfları”, Türkiyat Mecmuası,

C. 25/Güz (2015), s. 68-69.


4 Şenödeyici, Seyyid Nesîmî ve Hurûfîlik Kitabı, s. 51-52.

5 Zülfe, “Seyyid Nesimî’nin Tuyuğlarına Ek”, s. 121-35.

6 Köksal, “Seyyid Nesîmî’nin Yayımlanmamış Şiirleri”, s. 77-135.

91
1. Aşk ve güzellik konulu tuyuğları:
1.1. Beşerî aşkı/sevgiliyi konu alan tuyuğları: Tasavvufi bir amaç
güdülmeden, tamamen beşerî bir güzele duyulan aşkı konu edinen tuyuğları bulunan
Nesîmî’nin bu tuyuğlarında tamamen lirik bir eda hakim olduğu söylenebilir.
Gel ki müştâk olmuşam dîdâruña
Vermişem cân zülf-i anber-sâruña
Mahrem itdüñ çün meni esrâruña
İy perî gel çek meni ber-dâruña1

İy iki ‘âlemde hüsnüñ bî-nazîr


Fitneli kaşuñ kemândur gamze tîr
‘Anberîn zülfüñ tozundandur ‘abîr
Mahşer oldı kopdı hüsnüñden nefîr2

Sevgiliye duyulan hayranlığın dile getirildiği söz konusu bu tuyuğlarda,


idealize edilmiş sevgilinin güzellik unsurlarının sıralandığı, sevgilinin aşığına
çektirdiği sıkıntılardan duyulan şikâyetin dile getirildiği görülür. Nesîmî’nin ele
aldığı bu beşerî sevgilinin güzelliği, Divan şiiri geleneğindeki sevgili tipinin temelini
de oluşturduğu söylenebilir.
Virmemek dil dil-berüñ gisûsuna
Sığmaya ‘âşıklaruñ namûsuna
Ser fedâdur fitne-i cadûsuna
Cân dahı kurbân kemân-ebrûsuna3

Egri vü uğrı vü fettân kaşuña


Vâlihem hem dan-hayrân kaşuña
Gâret oldı dîn ü îmân kaşuña
İklîm-i cânumı kurbân kaşuña4

1.2. İlâhî aşkı konu alan tuyuğları: Sufîyâne bir eda sergilediği bu
tuyuğlarında Nesîmî, mutlak sevgili olan Allah’a duyulan aşkı ifade etmeye
çalışmıştır. Çoğu tuyuğlarını ve genel olarak Hurufilik perspektifiyle kaleme aldığı
tüm tuyuğlarını da bu kategoriye almak mümkündür.

1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 801.


2 a.g.e., s. 812.
3 a.g.e., s. 849.

4 a.g.e., s. 850.

92
Gelmişem kâlû belâdan mey-perest
Âşıkam mestem velî mest-i elest
İy gözüñ sevdâlaruñdan fitne mest
Sünbülüñ her târesi ma‘nîde şest1

Yukarıdaki tuyuğda kendisinin elest meclisinden beri mutlak sevgiliye


sarhoşçasına âşık olunduğunu dile getiren Nesîmî, bir başka tuyuğunda ise o aşk
meclisini hatırlatan bezmlerde şeyhin/sâkînin elinden içilecek aşk şarabının haram
olmadığını, o sarhoşluğun Allah’ın bir lütfu olduğunu ifade etmiştir:
Sâkî-i gül-ruh elinden bir kadeh
İç perîşân hâtıruñ olsun ferah
Mey harâm ise Hakuñ lutfı halâl
Kamu mezhebde budur kavl-i esah2

Elest meclisinden ayrılığı yakıcı bir firak olarak gören Nesîmî, mutlak
sevgiliden ayrılmanın verdiği acıyı ateşli bir gamın verdiği acıyla tarif etmesi,
ilerleyen yüzyıllarda pek çok sufi şairin gam kavramını bu minvalde kullanmalarını
sağlamıştır denebilir:
Gel ki gamdan cânımı yahtı firâk
Râzımı nâ-mahreme çahtı firâk
Boynuma hasret ipin tahtı firâk
Cânımı gör kim ne hoş yahtı firâk3

Rind-meşreb bir edâ ile dile getirdiği tasavvufi tuyuğları da bulunan


Nesîmî’nin bu örneklerinde riya ve gösteriş meraklısı zahitlere çattığı da
görülmektedir. Ona göre böyle olan zahitler, canlarıyla değil sadece bedenleriyle
ibadet ettiklerinden yakînî bir ilme sahip olmadıkları, verdikleri ahde vefa
göstermedikleri, dolayısıyla imanlarından şüphe edilmesi gerektiğini vurgulamıştır:
Derdine âşıklaruñ dermânı yoh
Zerkı çoh zâhidlerüñ îmânı yoh
Tenleri vardur velîkîn cânı yoh
‘Ahdına sâbit degül îkânı yoh4

1.3. Hurufiyâne aşk konulu tuyuğları:


Gerek Dîvân’ındaki kimi şiirlerde gerekse konumuz olan tuyuğların çoğunda,
Nesîmî’nin Türk edebiyatına katmayı başardığı “Hurufi güzel” imajı ve ona duyulan
sevgiyi anlatmaktadır. Şenödeyici’nin tespitleri arasında da bulunan Nesîmî’nin bu

1 a.g.e., s. 803.
2 a.g.e., s. 805.
3 a.g.e., s. 824.

4 a.g.e., s. 805.

93
şiir tarzı, kimi zaman sevgilinin güzellik unsurlarını Hurufi tevillerinde karşılığı
olacak şekilde bazı ayetlerle ve hurûf-ı mukattaalarla kimi zaman da Hurufi
remizleriyle verilmiştir. Başka herhangi bir şairde benzeri görülmeyecek türden
ifadeler içeren bu manzumeler, Nesîmî’yi hem diğer şairlerden hem de kendisini
taklit etmeye çalışan şairlerden bariz bir şekilde ayırmaktadır.1 Söz konusu
tuyuğlarda sevgilinin en fazla bahis konusu edilen güzellik unsuru, Hurufilikte
insanın en değerli yerlerinden biri olarak kabul edilen yüzüdür.
Ve’d-duhânuñ âfitâbı yüzidür
Dil-berüñ hüsnü kitâbı yüzidür
Hayme-i mî‘ad ile Mûsâyı bil
Uş bu ma‘nîden tınâbı yüzidür2

Hurufilik anlayışında insanın/sevgilinin yüzü, diğer canlılarda olmayan en


belirgin iki özelliğe sahiptir. Bu özelliklerden biri, 28 ve 32 ilahi kelimenin hatlar
şeklinde tam olarak yüzde tezahür etmesi, bir diğeri ise söz konusu bu 28 ve 32
kelimenin tamamının yüzde bulunan ağızla yani dille telaffuzunun mümkün
olabilmesidir.3
Âyet-i Seb’a’l-mesânîdür yüzüñ
Otuz ikinüñ nişânıdur yüzüñ
Bâğ-ı cennet ergavânıdur yüzüñ
Mihr ü mâhuñ armağânıdur yüzüñ4

Büyük bir öneme haiz olan sûretiyle insan, tüm canlılar içinde en büyük
öneme sahip olan varlıktır. İnsan uzuvları içerisinde esmâ-i külle haiz olan uzuvların
başında ise insanın yüzü gelmektedir. Başka bir ifadeyle esmâ, yani ilmü’l-kitâb
yüzde tecelli eder.
İy kamer yüzlü götür Hakdan nikâb
Kim yüzüñden rûşen oldı âfitâb
Arada munca nedendür bu hicâb
Şerh eder men ‘indehû ilmü’l-kitâb5

Kâbe kavseyn iki kaşın yâyıdur


Ve’d-duhanuñ şemsi yüzüñ ayıdur
Dünye vü ‘ukbâ saçuñ bir tâbıdur
Dür bilür her kim ki ol deryâyıdur1

1 Bk. Şenödeyici, Seyyid Nesîmî ve Hurûfîlik Kitabı, s. 61-62.


2 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 809.
3 Fatih Usluer, Hurufilik: İlk Elden Kaynaklarla Doğuşundan İtibaren, İstanbul: Kabalcı Yayınevi,

2014, s. 289-90.
4 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 827.

5 a.g.e., s. 802.

94
2. Didaktik tuyuğları:
2.1. Genel tasavvuf öğretisine dayalı oluşturulmuş tuyuğları: Tasavvufi
kavram ve remizlerin bolca kullanıldığı bu tuyuğlarda Nesîmî Hurufilik düşüncesini
işlediği tuyuğların aksine daha sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Bu tuyuğlarında
daha çok nasihat tarzını kullanan Nesîmî, abd, âbid, sâcid, vücûd, vasl, marifetullah,
fenâ, bekâ, rızâ gibi tasavvuf kavramları ışığında nasihatlerini dile getirmiştir. Bu
tuyuğlarında rızâ-yı ilahiyi her şeyin üzerinde tutan Nesîmî, dünyanın geçici ve süfli
yüzüne aldanılmaması gerektiği üzerinde durmuştur:
Gel rızâsın iste Hakkın sen müdâm
Çünki Hakdur yâruñı iste müdâm
Dünye mühmeldür anuñ devri tamâm
Sal elüñden uçmada iy nîk-nâm2

Senlik ola ger senüñle bir nefes


Bulımaya vasl-ı yâra dest-res
Ma‘rifetden bî-fenâ urma nefes
Ma‘rifetsüzdür fenâsuz sözi kes3

Perdesüz ma‘bûdını gör ‘âbid ol


Olma şeytân gel türâba sâcid ol
Cennet-i bâkî na‘îm-i hâlid ol
Geç ikilikden vücûd-ı vâhid ol4

2.2. Doğrudan Hurufilik öğretisine dayalı tuyuğları: Tuyuğlarının büyük


bir kısmını içine alan bu tarz tuyuğlarında Nesîmî’nin âdeta Hurufiliğin
propagandasını yaptığı görülür. Bu tuyuğlarda Nesîmî, Hurufiliğin kurucusu olan
Fazlullah-ı Esterâbâdî’yi her fırsatta överek onun yüksek faziletinden bahsetmiştir.
Bunu yaparken de Fazlullah-ı Esterâbâdî’nin gerek tam ismini gerekse (f-z-l ‫)ﻓﻀﻞ‬
harflerini kullanarak Fazlullah-ı Hurufi’yi ima etmiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğun
buna iyi bir örnek olduğu söylenebilir:
Fâ vü zâd u lâma düşdi göñlümüz
Gördi aynı câma düşdi göñlümüz
Ârzû-yı hâma düşdi göñlümüz
Gör ne muhkem dâma düşdi göñlümüz5

1 a.g.e., s. 814.
2 a.g.e., s. 837.
3 a.g.e., s. 820.

4 a.g.e., s. 835.

5 a.g.e., s. 818.

95
Başka bir tuyuğda Nesîmî, kendisinin Fazlullah-ı Esterâbâdî sayesinde gizli
sırlara eriştiğini dile getirmiş ve bunun Allah’ın bir fazlı olduğunu ifade ederek “fazl”
kelimesini tevriyeli olarak kullanmıştır. Nesîmî’nin tuyuğları arasında bu ve buna
benzer pek çok tuyuğu görmek mümkündür.
Allâhuñ Fazlı bize oldı beşîr
Beşşirü bi’l-mağfire ecrun kebîr
Göñlümüñ Kudsinde sâkindür emîr
Ya‘lemu’s-sırru’l-hafâya ve’z-zamîr1

Bir ‘acâ’ib şâha düşdi göñlümüz


Bedr yüzlü mâha düşdi göñlümüz
Tâ ki Fazlu’llâha düşdi göñlümüz
Uş hakîkî râha düşdi göñlümüz2

Çoh halâ’ik geldi vü geçdi zamân


Dediler kim bir sırı vardur nihân
Geldi Fazlu’llâh imâm-ı gayb-dân
Küntü kenzüñ sırrını kıldı ‘ıyân3

Arap alfabesinde 28 harf vardır. Bu harflere Farsçada kullanılan p, ç, j ve g ( ‫پ‬


‫ )چ ژ گ‬harfleri eklenince bu sayı 32’ye çıkar. Fazl (‫ )ﻓﺿل‬isminde işte tüm bu 32
harfi kapsayan bir sayı bulunmaktadır. Şöyle ki dat (‫ )ض‬harfi alfabede 15. sıradadır
ve dat’ın eczasındaki (‫ )ﺿﺎد‬elif ve dal harfi 15’e eklendiğinde bu sayı 17’ye çıkar, bu
iki değerin toplamı da 32’ye eşittir.4 İşte genelde Hurufi şairlerin özelde Nesîmî’nin
şiirlerinde Fazlullah Hurufi’nin adının Fazl (‫ )ﻓﺿل‬olarak kısaltılması, bu ismin harf
değerlerinin 32 “ilahi kelime” olarak adlandırılan 32 harf hizasında olmasından
kaynaklanmakta ve bu sayede Fazlullah Hurufi’ye ilahi bir makam verilme çabasına
dayanmaktadır. Özellikle aşağıdaki ikinci tuyuğda bu durumun gerek kelime gerek
sayı olarak da açıkça belirtilmiş olduğu görülmektedir:
Fazl-ı Hakdur vâkıf-ı esrârımuz
Fazl-ı Hakdan dur kamu envârımuz
Fazl-ı Hak göstermiş idi kârımuz
Fazl-ı Hakdur Fazl-ı Hak mi‘mârımuz5

1 a.g.e., s. 812.
2 a.g.e., s. 819.
3 a.g.e., s. 848.

4 Usluer, Hurufilik, s. 30.

5 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 819.

96
Mağrib ü maşrıkdan oldı seyrımuz
Yedi yıldız ay iki burc aslımuz
Bist ü heşt ü sî vü dûdur seyrimüz
Fazl-ı Hak oldı bu yolda pîrimüz1

Fazlullah Hurufi’nin en önemli eseri olan Cavidân-nâme’ye tuyuğlarında yer


veren Nesîmî, bu esere duyduğu hayranlığı gerek lazfen gerek remzen dile
getirmiştir. Hurufilerin kendileri için başucu kaynağı olarak gördükleri Cavidân-
nâme’de Fazlullah-ı Hurufi, Kur’ân-ı Kerîm’i kendi Bâtınî görüşleri doğrultusunda
te’vil ve tefsir etmeye çalışmış, bazı surelerin başında bulunan hurûf-ı mukattaanın
sırlarını çözdüğünü söyleyerek bu eserin Kur’ân-ı Kerîm’in bir tefsiri olduğunu ileri
sürmüştür.2 Aşağıda örnek olarak verdiğimiz tuyuğa bakıldığında Nesîmî’nin,
Fazlullah-ı Hurufi’nin adını “Fazl” kelimesiyle remzen vermesinin yanı sıra
“ölümsüzlük” anlamına da gelen “câvidân” kelimesinin Cavidân-nâme’ye atfen
kullanıldığı açıkça görülmektedir.
Fazl-ı hakdan câvidânîdür yüzüñ
Ehl-i a‘râfa çü ma‘nîdür yüzüñ
Büt-perestüñ şem‘-i cânıdur yüzüñ
‘Âlemüñ nâm [u] nişânıdur yüzüñ3

Fâ vü zâd u lâma düşdi göñlümüz


Ka’be vü ihrâma düşdi göñlümüz
‘Işk-ı bî-encâma düşdi göñlümüz
Câvidânî nâma düşdi göñlümüz4

Eski çağlardan beri kullanılagelen ve harflerle sayıların kutsallığını kabul


ederek harflere ve bunların karşılığı olan sayılara çeşitli sembolik anlamlar yükleyen
“hurûf” ilmine dayanan Hurufilikte harflerle Allah’ı bulma çabası da bulunmaktadır.
Eşya, isimlerden yani harflerden oluşuyorsa, eşyada da Allah’ı bulmak mümkündür.
Kün fekânuñ çünkü aslı zât imiş
Cümle eşyâ vahdet ü âyât imiş
Kim ki hayvân oldı adı at imiş
Oynadı atı velî şâh-mât imiş5

Hurufiliğe göre “eşya Allah’ın kelamının mazharıdır ve Allah mülkün sahibidir.


Mülk sahibinden sahip mülkünden ayrılmaz. Eşyanın hakikati Hak’tır. Eşyayı, Allah’ın
aynı bilmek gerekir. Kurtuluşa ermek isteyen kişinin mevcudatın tüm zahirî

1 a.g.e., s. 820.
2 Hüsamettin Aksu, “Câvidânnâme”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, C. 7, s. 173.
3 Zülfe, “Seyyid Nesimî’nin Tuyuğlarına Ek”, s. 129.

4 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 818.

5 a.g.e., s. 821.

97
suretlerini Allah’ın Kadim sıfatını tanıyarak bilmesi gerekir. Mevcudatın batınını da
Hak bilmek gerekir, çünkü Hakk’ın zatının hakikatinden başka mevcut yoktur.” 1 İşte
bu minvalde aşağıdaki örnek tuyuğ incelendiğinde harflerden yoksun bir şekilde
Allah’ın bulunamayacağı üzerinde bir iddianın söz konusu olduğu görülmektedir:
Ger dilerseñ Hâlıkı itmek ‘ıyân
Harfsüz son neçe eylersen beyân
Harfden özge hâlıka yohdur nişân
Ger tapupsan gel beyân eyle beyân 2

Bu düşüncelerden hareketle insanın da eşyaya dahil edilmesi durumunda


Nesîmî’nin kendisini de Allah’ın bir mazharı olarak görmesi olağan karşılanmalıdır.
Zira insan, yani Âdem, muallim-i esmâ ve Allah’ın bir halifesidir. Onun sûreti, yani
yüzü, 28 ve 32 harfin, dolayısıyla İlahi kelime’nin karşılığıdır. Yine bu minvalde
Nesîmî’nin çoğu tuyuğuna bakıldığında “ben” zamirini sık kullandığı ve kâinat
kitabının harflerinin de varaklarının da kendisinin olduğunu, her şeyin helak olduğu
zamanda bâkî olacak olanın kendisi olacağını ifade ettiği görülür:
Mushafuñ harfi vü evrâkı menem
Küllü şey’ün hâlikün bâkî menem
Mey menem sâğar menem sâkî menem
Âlemin semmi vü tiryâki menem3

Çün ezelden tâ-ebed bâkî menem


Kün fekânuñ halkı vü hallâkı menem
Vahdetüñ bezminde çün sâkî menem
Enfüsüñ âyât u âfâkı menem4

Lâ-mekânuñ tahtına sultân menem


Küntü kenzen sırrına bürhân menem
Hem-dem-i ‘Îsâ vü hem ‘İmrân menem
Cennet-i bâkî vü hem Rıdvân menem5

2.3. Şiî-Alevî inanışını konu alan tuyuğları: Bu tuyuğlarında genel olarak


Hz. Alî’nin faziletlerinden bahseden Nesîmî, Hz. Alî’yi Hz. Muhammed’in dışında
kalan peygamberlerden üstün tutması dikkat çekicidir:

1 Usluer, Hurufilik, s. 236.


2 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 846.
3 a.g.e., s. 842.

4 a.yer.

5 a.yer.

98
Enbiyânuñ savm ü ‘ıydı iy fülân
Şâh ‘Alîdür bil hakîkat bî-gümân
Neçe rûz u sitte eyyâm u kamu
Şâh ‘Alîdür şâh ‘Alî tahkîk inan1

Nâr-ı Mûsâ vü ‘asâdur şâh ‘Alî


Âfitâb-ı kibriyâdur şâh ‘Alî
Âyet-i Hak nümâdur şâh ‘Alî
İbtidâ vü intihâdur şâh ‘Alî2

Gül-sitân-ı melekûtdur şâh ‘Alî


Şîr-i kûh-ı ceberûtdur şâh ‘Alî
Yûnus u deryâ vü hûtdur şâh ‘Alî
Hem ‘asâ Mûsî dûddur şâh ‘Alî3

Bu değerlendirmelerin dışında yakın zamanda Bülent Şığva tarafından


yayınlanan “Nesîmînin Tuyuğları Hilye midir?” başlıklı makalede Nesîmî’nin
tuyuğlarının Hz. Peygamber için hilye türünde kaleme alınmış olabileceği ile ilgili
görüş bildirilmiş ve bu yöndeki tespitler ortaya konmuştur. Şığva’nın yaptığı
incelemede 104 adet tuyuğun hilye özelliği taşıdığını zikredilmiş ve bu tuyuğlar
arasında doğrudan doğruya yüzle ilgili 21, yanakla ilgili 2, alınla ilgili 1, gözle ilgili 2,
kaşla ilgili 2, kirpikle ilgili 2, ağızla ilgili 1, dudakla ilgili 1, dişle ilgili 1, zenahdanla
ilgili 1, gabgabla ilgili 2, hâl (ben) ile ilgili 2, saçla ilgili 4, boyla ilgili 1 adet ve ayakla
ilgili 1 adet tuyuğun bulunduğunu ifade etmiştir. 4 Şığva’nın bu tespitlerinin son
derece kayda değer olduğunu belirtmekle birlikte Nesimî’nin söz konusu bu
tuyuğlarının hiçbirinde Hz. Peygamber ile ilgili “Nebî, resûl, resûlullâh…vb.”
ifadelerin bulunmaması yani buradaki sevgilinin beşerî bir sevgili mi yoksa Hz.
Muhammed mi olduğu sorusunun tam cevap bulmaması, bu tuyuğların hilye olup
olmadıklarıyla ilgili ihtiyatlı davranılmasına neden olmuştur.
Haşr ü neşrüñ âfitabıdur yüzüñ
Sâ‘atuñ yevmü’l-hisâbıdur yüzüñ
Cennetüñ şem’ u şarâbıdur yüzüñ
Ravzânuñ hüsnü’l-me’âbıdur yüzüñ5

1 a.g.e., s. 847.
2 a.yer.
3 a.yer.

4 Bk. Bülent Şığva, “Nesîmî’nin Tuyuğları Hilye Midir?”, Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Dergisi, S. Özel Sayı 3 (2016), s. 169-92.


5 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 827.

99
Pertev-i nûr-ı Hudâdur ruhlaruñ
Mazhar-ı ehl-i sâfâdur ruhlaruñ
Şem‘-i cem‘-i esfiyâdur ruhlaruñ
Rûşen ol kim müntehâdur ruhlaruñ1

Nesîmî’nin tuyuğlarını şekil açısından değerlendirmek gerekirse şu değerlen-


dirmeleri yapmak mümkündür: Nesîmî, tespit edilen 337 tuyuğunun 333’ünü tuyuğ-
da en fazla kullanılan aruz vezni olan Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbıyla; 3’ünü Mefâ‘î-
lün mefâ‘îlün fe‘ûlün kalıbıyla; 1’ini ise Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün kalıbıyla kaleme
almıştır. Tuyuğların bazılarında son mısrada tuyuğun ana kalıbını Fâ’ilâtün fâ’ilâtün
fâ’ilât olarak zikretmesi çalışmamızda tuyuğun tarihsel seyri ve nazım şekli olarak en
temel özelliğinin bu kalıp olduğunu ortaya koyması açısından oldukça değerlidir.
İy hatuñ Hızr u lebüñ âb-ı hayât
‘Anberîn zülfüñ şeb-i Kadr ü Berât
Mihr ü mâh ister cemâlüñden zekât
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilât2

İy yüzüñ ayât-ı envâr-ı sıfât


Zülf ü hâlüñ sûre-i ve’l-mürselât
Ayağuñ tozuna değmez kâ’inât
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilât3

Divan şiirinde en fazla tuyuğ kaleme alan şairi olarak Nesîmî’nin Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün kalıbının dışında söz konusu bu farklı kalıplarla da tuyuğlarının
olması, yani bu farklı kalıplarla da tuyuğ yazılabileceğini göstermesi oldukça kayda
değerdir:
mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün
Usandum mülk ü mâlinden cihânuñ
Maña zevkı gerekmezdür bu cânuñ
Neçe nûş eyleyem devrân elinden
Helâhil zehrini âhır zamânuñ4

mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün


Şehâ bir bî-basîret âdemem men
Ki nâ-binâ-yı her dü ‘âlemem men
Kemîne kem-terem kemden kemem men
Çü şefkat kıla şâhım hürremem men1

1 a.g.e., s. 830.
2 a.g.e., s. 803.
3 a.g.e., s. 804.

4 a.g.e., s. 413.

100
Nesîmî’nin tuyuğlarının şekil olarak en dikkate değer özelliklerinden biri de
tuyuğlarında kullandığı musarra (a a a a) kafiye örgüsüdür. Öyle ki Seyyid Nesîmî,
kaleme almış olduğu 337 tuyuğun 304’ünü, yani tuyuğların %90’ını musarra
şeklinde kafiyelendirmiştir.
Toğdu mağribden güneş indi Mesîh
Gör Mesîhî sen misen yâhud kabîh
Geç kinâyetden ki remz oldı sarîh
Burgu çalındı vü haşr oldı sahîh2

Tuyuğlarda cinas kullanımına en fazla özen gösteren şairlerin başında gelen


Nesîmî, kaleme almış olduğu 337 tuyuğun 224’ünde, yani tuyuğların yaklaşık %
65’inde cinaslı kafiye kullanmıştır. Cinasın birçok çeşidiyle örnek tuyuğ veren
Nesîmî’nin cinas kullanmada oldukça mahir bir şair olduğunu söylemek
mümkündür. Örneğin aşağıdaki tuyuğların ilkinde birinci mısra ve ikinci mısrada
geçen “pervânedür” kelimesi ile ikinci mısrada geçen “pervâ nedür” ifadesi arasında
ve yine üçüncü mısrada geçen “yanadur” kelimesi ile son mısrada geçen “ya nedür”
ifadesi arasında cinas-ı mefrûk bulunmaktadır.
‘Işkuñ oduna göñül pervânedür
Tâkatın yoh bilmezem pervâ nedür
Fursat olunca göñül sen yanadur
Âşıkın âyîni budur ya nedür3

Yine aşağıda verdiğimiz iki örnek tuyuğa bakıldığında ilk tuyuğun birinci,
ikinci ve son mısrada kullanılan “yazadur” ifadesinde tam cinas bulunduğunu; ikinci
tuyuğda ise ilk iki mısrada geçen “hâlidür” kelimeleri arasında cinas-ı muharref; aynı
kelimeler ile son mısrada geçen “ahâlidür” kelimesi arasında ise cinas-ı mutarraf
görülmektedir.
Gitdi kış şimdi teveccüh yazadur
Dest-i kudret gör ne hatlar yazadur
Bir kadehden cümle eşyâ esrümiş
Ayılan birbir humârı yazadur4

Nokta-i pergâr-i kudret hâlidür


Bilmeyen şol hâli Hakdan hâlîdür
Ger toza hâli hayâli ‘aynuma
Uşta bu aynuma düşmüş ahâlidür5

1 a.g.e., s. 846.
2 a.g.e., s. 805.
3 a.g.e., s. 809.

4 a.g.e., s. 810.

5 a.g.e., s. 812.

101
Nesîmî’nin tuyuğları son olarak mahlas durumuna göre değerlendirildiğinde,
tuyuğda genellikle mahlas kullanılmamasına rağmen, Nesîmî’nin altı tuyuğunda
mahlas kullandığı, söz konusu tuyuğlarda tecrit sanatı uygulayarak kendisini Nesîmî
isminden soyutladığı görülmektedir:
Gel ki sensün Arş u kürsî sendedür
Bist ü heşt ü otuz iki sendedür
İy Nesîmî Rûh-ı Kudsî sendedür
Cümlenüñ gör neçe ‘aksi sendedür1

Ay ile güneş yüzüñ hayrânıdur


Müşk ile ‘anber saçuñ tarhânıdur
Çün Nesîmî âlemin sultânıdur
Devr anuñ devrân anuñ devrânıdur2

2.2. 15. YÜZYIL


Tuyuğ nazım şekli bağlamında bu yüzyıl incelendiğinde Anadolu sahası
şairlerinin aksine Çağatay sahası şairleri tarafından tuyuğun daha fazla benimsendiği
görülür. Özellikle Ahmed-i Dâî, Şeyhî, Necâtî, Cem Sultân, Cemâlî, Mesîhî ve Avnî gibi
Anadolu sahası edebiyatına yön vermiş şairlerin divanlarında tek bir tuyuğun dahi
bulunmaması, bu yüzyılda bu nazım şekline Anadoluda pek rağbet edilmediğinin
açık göstergesidir. Dönemin divanlarını taramak suretiyle yaptığımız inceleme
neticesinde bu yüzyılda Anadolu sahasında sadece Kemal Ümmî’nin, Eşrefoğlu
Rûmî’nin, Dede Ömer Rûşenî’nin, Ahmed-i Rıdvân’ın ve Ahmed Paşa’nın divanlarında
tuyuğ tespit edilmiştir. Anadolu şairlerince bir gazel, bir kaside gibi tuyuğa rağbet
edilmemesinin başlıca sebepleri arasında tuyuğun halk arasında söylendiği ve
havasa ait olmadığı fikrinden ileri geldiği söylenebilir. 15. yüzyılda Sehi Bey
Tezkiresi’nde geçen aşağıdaki ifadelerden ise bu yüzyılın Anadolu şairleri arasında
tuyuğun hafife alındığının ifade edilmesi ve gazelde kabiliyetsiz kişilerin tuyuğ şairi
olarak nitelendirilmesi oldukça dikkat çekicidir. Öyle ki Sehî Bey, I. Selim devri
şairlerinden Dahlî mahlasını kullanan Zeynel Paşa’dan bahsettiği maddede Sehî’nin
kaleme aldığı gazelin makta beytini ve buna Dahlî’nin yazdığı cevabı naklederken
niteliksiz şiirleri tuyuğa benzettiği görülmektedir:
“Bu fakirden bir gazel sâdır oldı ve tesâdüfen makta’ u beyt-i makta
ittifak bu nev’e düşdi:

Bülbül sadâsı gibi şi‘r-i Sehî güzeldir


Eş’âr-ı gayrlar he ana göre tuyuğdur

1 a.g.e., s. 808.
2 a.g.e., s. 814.

102
Anlar dahi bu beyitle cevap buyurmışlar, ol beyit budur:

Fesâne-i cünûnum destân olup okunsun


Hengâme-i belâda şi‘r-i Sehî tuyuğdur”1

15. yüzyıl şairlerinden Yusuf Hakîkî (ö. 1486-87)’ye ait manzumenin bir
beytinden ise tuyuğun bozkırlarda söylenen türkü, şarkı anlamında da kullanıldığı
anlaşılmaktadır:
Ma’nî cemâline gözi tuş olmayanlar bu sözi
Türk’ün yabanda çağırup eyitdügi tuyuğlar sanur 2

Yaptığımız taramalarda, bu yüzyılda divanında tuyuğ tespit edebildiğimiz şair


sayısı 16’dır. Söz konusu bu divanlarda toplam 423 tuyuğa rastlanmıştır. Bu
yüzyılda fazla tuyuğ kaleme alan şairlerin, 114 tuyuğla Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487);
113 tuyuğla Mevlânâ Lutfî (ö. 1462-63) ve 66 tuyuğla Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469)
olduğunu söylemek mümkündür. Bunların yanında 37 tuyuğla Ahmed-i Rıdvân (ö.
1528-38?); 34 tuyuğla Cihânşâh Hakîkî (ö. 1467); 14 tuyuğla Şiban Han (ö. 1510); 13
tuyuğla Ali Şîr Nevâyî (ö. 1501); 10 tuyuğla Ahmed Paşa (ö. 1496) ve 9 tuyuğla İvaz
Paşa-zâde Atâî (ö. 1437) yüzyılın en fazla tuyuğ kaleme alan diğer şairler olarak
zikredilebilir. Bazı kaynaklar bu yüzyılın en önemli tuyuğ şairinin İvaz Paşa-zâde Atâî
(ö. 1437) olduğunu zikretmektedir. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi İvaz Paşa-
zâde Atâî’nin Dîvân’ında sadece 9 tuyuğu bulunmaktadır.3 Bu bilgi, muhtemelen
Atâî’nin sahip olduğu tuyuğ sayısından değil, Anadolu’da ilk tuyuğ söyleyen şahıs
olması ile ilgilidir.
Yukarıda sıralanan şairlerin dışında bu yüzyılda 5 tuyuğla Gedâî (ö. 1450
sonrası); 4 tuyuğla Kansu Gavrî (ö. 1516) ve divanlarında tespit edilen birer tuyuğla
Sultan İskender Şirâzî (ö. 1424); Kâtib (ö. 1450 sonrası); Mîr Saîd-i Kâbilî (ö. 1450
sonrası); Ebû Bekir Mirzâ (ö. 1450 sonrası) ve son olarak Kemal Ümmî (ö. 1475-76)
tuyuğ sahasına az da olsa katkı sağlan şairler olarak zikredilebilir.
Bu yüzyılda özellikle Çağatay sahasında tuyuğ yazdığına dair bilgi bulunan
birkaç önemli şahsiyet bulunmaktadır. Bunların ilki, tuyuğlarına ulaşılamasa da
Çağatay sahasında tuyuğun ilk örneklerini veren şahıslardan biri olarak kabul gören
ve Alî Şîr Nevâyî’nin Mecâlisü’n-Nefâyis’inde bahsedilen Kâbilî mahlaslı Mîr Saîd-i
Kâbilî’dir. Doğum ve ölüm tarihi hakkında herhangi bir bilgiye sahip olamadığımız
Kâbilî’nin 15. asırda yaşadığı açıktır. Alî Şîr Nevâyî’nin övgüyle bahsettiği Kâbilî’nin
tuyuğda başarılı bir şair olduğunu Mecâlisü’n-Nefâyis’de verilen aşağıdaki örnekten
çıkarmak mümkündür:

1 İsen, Sehi Bey Tezkiresi, s. 69.


2 Boz, Hakîkî Yusuf- Hakîkî Divanı, s. 317. G.181/2.
3 Üzeyir Aslan, Ivaz Paşa Oğlu Atayi (ö.1437) Divanı, İstanbul: Kriter Yayınevi, 2016, s. 178-80.

103
Ay muhibler yitseŋiz ger yaza-siz
Gül adakında humârî yaza-siz
Ger min ölsem türbetimniŋ taşıga
Küşte’î bir şûh irür dip yaza-siz1

Çağatay sahasında tuyuğun ilk görüldüğü dönemlerde yaşayan ve kendisinden


yine Alî-Şîr Nevâyî’nin Mecâlisü’n-Nefâyis’inde bahsedilen, ancak divanına
ulaşılamayan bir başka şahıs ise Ebû Bekr Mirzâ’dır. Tam olarak ne zaman yaşadığına
dair herhangi bir bilginin bulunmadığı Ebû Bekr Mirzâ’yı 15. Yüzyıl şairleri arasında
saymak mümkündür. Mecâlisü’n-Nefâyis’de kendisine ait nakledilen tuyuğu şöyledir:
İr kirek örtense yansa yalına
Yara yip yatsa atınıng yalına
İt ölümi birle ölsün nâ-merd
İr atanıp düşmeniga yalına2

Bu bilgilerden sonra bu yüzyılda dikkate değer sayıda tuyuğ kaleme alan


şairlerin söz konusu tuyuğları hakkında şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:

2.2.1. İvaz Paşa-zâde Atâî (ö. 1437)


Fâtih Sultan Mehmed döneminde yaşamış şairlerden olan İvaz Paşa-zâde Atâî,
hem önemli bir mimar hem de Sultan II. Murâd’ın vezirliğini yapmış olan Hâcı İvaz
Paşa’nın oğlu olmasından dolayı İvaz Paşa-zâde olarak anılmıştır. Tezkirelerde
şiirlerinden övgüyle söz edilen Atâî’nin birçok şiirine dönemin ünlü şairleri Ahmed
Paşa ve Necâtî Bey tarafından nazire yazıldığı da bilinmektedir. 3 Kaynaklar Atâî ile
ilgili Anadolu’da tuyuğ nazım şeklini ilk kullanan şair olarak bahseder.4 Atâî’nin
tuyuğları ilk defa Ali Canib tarafından tanıtılmıştır. Bursa Müzesi’ndeki mecmûada
tespit edilen söz konusu bu tuyuğların “Rubâiyyât” serlevhası altında sıralandığını
dile getirmiş ve bu tuyuğları Hayat Mecmûası’nda neşretmiştir. Bu neşirde Atâî’nin 9
tuyuğu bulunmaktadır.5 Atâî’nin Dîvânı’nı yayınlayan Üzeyir Arslan’ın neşrinde de 9
tuyuğ bulunmaktadır.
İvaz Paşa-zâde Atâî’nin tuyuğları genel olarak beşerî aşk ve beşerî sevgili
üzerine kaleme alınmıştır. Sevgilinin güzellik unsurları olan saçı, gamzesi ve kaşıyla

1 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, s. C. 1, s. 387; Fatma Sabiha Kutlar Oğuz, “Kâbilî,
Mîr Sa’îd, Mîr Sa’îd-i Kâbilî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2017,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=7832 (Erişim
tarihi: 10.09.2018).
2 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, s. C. 1, s. 193, 515.

3 a.g.e., s. 15-16.

4 Günay Kut, Heşt Bihişt, Sehî Bey Tezkiresi (İnceleme-Tenkitli Metin-Dizin)., Harvard: Harvard

Üniversitesi, 1978, s. 182.


5 Ali Canip, “Ataî’nin Tuyuğları”, s. 286-87.

104
her zaman âşıkların ilgi alanında olduğunu dile getiren İvaz Paşa-zâde Atâî, bu
unsurlara âşıkların başlarını vermeye razı olduklarını dile getirmiştir.
Vermemek dil dilberüñ gîsûsına
Sığmaya âşıklaruñ nâmûsına
Ser fedâdur gamze-i câdûsına
Cân dahı kurbân kemân-ebrûsına1

Göñlüm oldı ‘ışkınuñ âvâresi


Gamzenüñ gitmez cigerden yarası
Derdüme çok istedüm dermân velî
Yoğımış la‘lüñden özge çâresi 2

Dilberüñ haddi gül-i handân-durur


Şol mutarrâ sünbüli reyhân-durur
Cân eger tenden cüdâ olsa n’ola
Ehl-i ‘ışkuñ cânı çün cânân-durur3

Tuyuğları arasında beşerî aşkın dile getirildiği bu gibi örneklerin yanı sıra
tasavvufi kavramların bulunduğu, ilahi aşk mazmunlarının terennüm edildiği iki
tuyuğa da yer veren Atâî, bu tuyuğlarında nasihat tarzını kullanmıştır. Aşağıdaki
tuyuğda Allah’ın cemâline talip olan Hak aşığının kalp gözünü açması, aşk şarabını
içmesi ve gafil olmayıp canından dahi geçmesi telkin edilmiştir.
Dîde-i irfânı aç bîdâr-ısañ
‘Işk câmın nûş kıl hüşyâr-ısañ
Olma gâfil tâlib-i dîdâr-ısañ
Serden el yu serverâ serdâr-ısañ4

Kaleme aldığı 9 tuyuğun 5’inde a a x a kafiyesi kullanan İvaz Paşa-zâde Atâî,


dördünde ise musarra a a a a kafiye kullanmıştır. Yine bu 9 tuyuğun 4’ünde cinas
kullanan Atâî, bu tuyuğlarında cinas-ı lâhık örneği vermiştir. Yukarıda verilen örnek
tuyuğun birinci mısraında geçen “bîdâr” kelimesi ile üçüncü mısraında geçen “dîdâr”
kelimeleri arasında cinas-ı lâhık kullanılmıştır.

2.2.2. Cihânşâh Hakîkî (ö. 1467)


15. yüzyılın Karakoyunlu hükümdarı olan Cihânşâh, devlet adamı olmasının
yanı sıra dönemin diğer şairleriyle irtibat hâlinde olmuş ve şiir meclislerinde şiire
karşı olan sevgisini şairlere gösterdiği ehemmiyetle ortaya koymuştur. Nitekim

1 Aslan, Ivaz Paşa Oğlu Atayi Divanı, s. 178.


2 a.g.e., s. 179.
3 a.g.e., s. 180.

4 a.g.e., s. 178.

105
kendisinin de bir divanı doldurabilecek kadar şiirleri mevcuttur. Bulunduğu
coğrafyanın da etkisiyle şiirlerinde Azeri Türkçesinin özellikleri hakimdir. Dîvân’ında
Hakîkî mahlasıyla şiirler kaleme alan Cihânşâh, dönemine yakın şairler olan Kadı
Burhâneddin ve Nesîmî’nin de tesirinde kalmıştır. Ancak Cihânşâh, şiirlerinden çok
takdir ettiği anlaşılan Nesîmî’nin ve kendisi gibi hükümdar olan Kadı Burhâneddin’in,
üretken ve içten söyleyişlerinin güzelliğini yakalayamamıştır.1
Cihânşâh hakkında araştırma ve incelemelerde bulunup şiirlerini neşreden
Muhsin Macit, Hakîkî’nin söz dağarcığının geniş olmadığını, onun şiirlerinde
tekrarlanan mısraların olduğunu ifade eder. Macit’e göre, “Siyasal istikrarın sürekli
tehdit altında bulunduğu bir mücadele ortamında mistik tecrübenin zorunlu kıldığı
soyut anlatımı tercih eden Hakîkî, gereğince düşünce dünyasında derinleşememiş,
bulduğu bir cevheri sonuna kadar işleme mecburiyetinde kalmıştır.”2

Şiirleri arasında yer verdiği 34 tuyuğla bu yüzyılda tuyuğ sahasına önemli


katkı sağlamış olan Hakîkî, bu tuyuğ sayısıyla dönemin en fazla tuyuğ kaleme alan
şairlerinden biri olmuştur. Tuyuğlarının önemli bir kısmını beşerî aşka ve beşerî
sevgilinin vasıflarına ayıran Hakîkî, bu tuyuğlarında sevgiliden şikâyet tarzını
benimseyip sevgiliden beklentilerini sıraladığı görülmektedir.
Yâr-i dilîr ol büt-i ‘ayyâr imiş
Turrası ‘anber ruhı gülnâr imiş
‘Âşıkuñ resmi gamında zâr imiş
Bâğ-ı vasl ravza-i gülzâr imiş3

Ey hat ü hâlüñde hâlüñ fitnesi


Kâbe kavseynüñ hilâlüñ fitnesi
Nergis-i mestüñde âlüñ fitnesi
‘Âlemi dutdı cemâlüñ fitnesi4

Dil-berüñ la‘lini handân isterem


Leblerinden âb-ı hayvân isterem
Çün iki âlemde bir cân isterem
Cânumı yoluñda kurbân isterem5

Tuyuğlarının bir diğer önemli bir kısmında da beşerî aşkın ve sevgilinin


terennüm edildiği görünse de tasavvuf düşüncesinin ve özellikle de Hurufiliğin bazı

1 Macit, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh ve Türkçe Şiirleri, s. 13.


2.Muhsin Macit, “Hakîkî, Cihânşâh”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1278. (Erişim
tarihi: 20.03.2018).
3 Macit, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh ve Türkçe Şiirleri, s. 148.

4 a.g.e., s. 151.

5 a.g.e., s. 153.

106
söylemlerinin işlendiği görülür. Hurufilik anlayışına göre kaleme alınmış olduğunu
söyleyebileceğimiz bu tuyuğlarda Hakîkî’nin Nesîmî gibi açık ve net bir şekilde yani
korkusuzca Hurufiliğin propagandasını yaptığı net olmasa da remiz ve ima ile bunu
gerçekleştirdiğini söylemek mümkündür. Özellikle vech, cemâl ve yüz ifadelerinin
kullanıldığı bu tuyuğlarda Hakîkî, sevgilinin güzellik unsuru olarak yüzünü
Hurufilerin de sıklıkla kullandığı gibi mushaf, kitâb-ı âyât veya ümmü’l kitâb olarak
nitelendirmiştir.
Ey iki ‘âlemde hüsnüñ âfitâb
Mushaf-ı vechüñdedür ümmü’l-kitâb
Düşdi câna âteş-i hicrüñde tâb
Şevk-ı ‘ışkuñ bağrumı kıldı kebâb1

Evvel ü âhirde çün bir zât imiş


Vâhidiyyet şânına isbât imiş
Mushaf-ı hatt-ı ruhı âyât imiş
Gayri vecheş cümlegi emvât imiş2

Vahdetüñ meh-tâbı tâbıdur yüzüñ


Zulmetüñ keşf-i hicâbıdur yüzüñ
Ehl-i tevhidüñ kitâbıdur yüzüñ
‘Ârifüñ yevmü’l-hesâbıdur yüzüñ3

Hurufilik düşüncesi dışında hikmet ve tasavvuf içeren diğer tuyuğlarında


Hakîkî, tasavvufun genel öğretileri üzerinde durmuştur. Örneğin Hakk’ı bilmenin
kendi özünü, yani kendi nefsini bilmekten geçtiğini dile getirdiği aşağıdaki tuyuğda
Hakîkî, ilahi aşkı satranç oyununa benzeterek doğru hamle yapılmadığı takdirde mat
olunmanın kaçınılmaz olduğuna işaret etmiştir.
Kim ki bilmez kendi hakkuñ zâtını
Sormagıl andan anuñ isbâtını
Oynamaz satranc-ı ‘ışkuñ atını
Görmeyen bu ruk‘anuñ şeh-mâtını4

Kadı Burhâneddin gibi sultan olması şiirlerinde ve dolayısıyla tuyuğlarında


yer yer cesaret, yiğitlik savaş ve harp meydanı konularını işleyen Hakîkî, bu tarz
tuyuğlarında nasihat üslubunu kullanmıştır.5

1 a.g.e., s. 146-47.
2 a.g.e., s. 148.
3 a.g.e., s. 149.

4 a.g.e., s. 151-52.

5 Xanım Mırzəyeva, “Cahanşah Həqiqinin Tuyuqları”, Filologiya Məsələri, S. 8 (2012), s. 340.

107
Düşmenüñ def‘ine çâre ceng olur
Gayr olan erlik yolında leng olur
Yâr ilen gerçek olan hem-reng olur
Câhilüñ ‘aklı bu fehme deng olur1

Cihânşâh Hakîkî’nin tuyuğları şekil olarak değerlendirildiğinde öncelikle göze


çarpan hususun kafiye düzeninde olduğu görülmektedir. Bilindiği üzere tuyuğlar,
genellikle a a x a şeklinde kafiyelenmektedir. Ancak Cihânşâh Hakîkî’nin kaleme
aldığı 34 tuyuğun 29’unun musarra yani a a a a kafiye düzeniyle; 4’ünü a a x a kafiye
düzeniyle; 1’ini ise x a x a kafiyesile kaleme almıştır.2 Cihânşâh Hakîkî’nin
tuyuğlarındaki bir diğer biçimsel özellik ise cinastaki çeşitliliktir. Cinas kullanımında
mahir bir görüntü çizen Hakîkî, 34 tuyuğun 21’inde cinas kullanmış ve bunu
yaparken de cinasın birçok çeşidini de denemiştir. Örneğin aşağıda verilen birinci
örnek tuyuğun ilk mısraında geçen “büryâna” sözcüğü ile ikinci ve dördüncü
mısralarda geçen “yana” sözcüğü arasında cinas-ı merfu bulunmaktadır. İkinci örnek
tuyuğda, üçüncü mısrada geçen “âlüñ” kelimesi ile diğer mısralarda geçen “hâlüñ”,
“hilâlüñ”, “cemâlüñ” kelimeleri arasında cinas-ı mutarraf bulunmaktadır. Son örnek
tuyuğda ise üçüncü mısrada geçen “hânadur” kelimesi ile son mısrada geçen
“hânedür” kelimesi arasında cinas-ı tam bulunmaktadır.
‘Işk odıyla düşmüşem büryâna men
Men haçan bu ‘ışk odından yana men
Yanmazam ‘ışkuñ odından tâ ebed
Ger bu hasret âteşinden yana men3

Ey hat ü hâlüñde hâlüñ fitnesi


Kâbe kavseynüñ hilâlüñ fitnesi
Nergis-i mestüñde âlüñ fitnesi
‘Âlemi dutdı cemâlüñ fitnesi4

Şem‘-i ruhsâruña cân pervânedür


Dil visâlüñ gencine vîrânedür
Ehl-i ‘ışkuñ meyli çün sen hânadur
Andan ötrü göñli hasret-hânedür5

2.2.3. Mevlânâ Lutfî (ö. 1462-63)


Sırasıyla Göktürk, Uygur, Karahanlı ve Harezm Türkçelerinin gelişmiş bir
devamı olarak Orta Asya’da ve özellikle de Maveraünnehir bölgesinde teşekkül edip

1 Macit, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh ve Türkçe Şiirleri, s. 148.


2 Mırzəyeva, “Cahanşah Həqiqinin Tuyuqları”, s. 340.
3 Macit, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh ve Türkçe Şiirleri, s. 147.

4 a.g.e., s. 151.

5 a.g.e., s. 153.

108
kısa sürede bütün doğu Türklüğünün ortak yazı dili hâline gelen Çağatay Türkçesi ve
edebiyatının öncü/kurucu şairlerinden olan Mevlânâ Lutfî hakkında kaynaklarda pek
fazla bilgi bulunmamakla birlikte elde bulunan kısıtlı bilgilerle onun Herat’ta
doğduğu (1367?), uzun bir ömür sürdüğü ve yine Herat civarında vefat ettiği
(1463?) ile ilgili bilgiler mevcuttur.1 Mevlânâ Lutfî, yaşadığı dönemde, Sultan Şahruh
başta olmak üzere, İskender Mirza ve Hüseyin Baykara gibi devrinin önemli devlet
adamlarına şiirler yazmıştır. Bu da onun Timurlular sarayı ile temas hâlinde
olduğunu göstermektedir.2 Çağatay edebiyatının Sekkaki, Gedâyî, Atâyî, Haydar
Tilbe, Yusuf Emîrî ve Seyyid Ahmed Mirza gibi şairleriyle çağdaş olan Mevlânâ Lutfî
hakkında Ali Şîr Nevâyi’nin Mecâlisü’n-Nefâyis3 ile Muhâkemetü’l-Lugateyn’de4
övgüyle bahsetmesi onun şairlik gücünü göstermesi açısından kayda değerdir.
Mevlânâ Lutfî’den günümüze iki önemli eser ulaşmıştır. Bunlardan birincisi tüm
şiirlerinin toplandığı Türkçe Divan’ı, ikincisi ise Gül ü Nevrûz adlı mesnevisidir.
Şairlik gücünü ortaya koyduğu asıl eseri olan Dîvân’ında gazelden sonra en fazla
manzumeyi tuyuğ nazım şekliyle vermiş olması ise son derece önemlidir.
Çağatay sahasında Ali Şîr Nevâyî’den önce yetişmiş en önemli şair olarak
kabul edilen Mevlânâ Lutfî, Dîvân’ında bulundurduğu 113 tuyuğla sadece 15. asrın
değil genel olarak Klasik Türk şiirinin en önemli tuyuğ şairleri arasına girmiştir. Öyle
ki Mevlânâ Lutfî’nin tuyuğdaki bu mahareti kendinden sonra gelen şairleri de
etkilemiş olduğunu söylemek mümkündür.
Kaleme almış olduğu 113 tuyuğun hemen tümünde beşerî aşkı ve beşerî
sevgiliyi işleyen Mevlânâ Lutfî, bu tuyuğlarda sevgiliyi methederken ondan çektiği
ayrılık acısından duyduğu ıstıraptan yakınmıştır. Aşağıdaki örnek tuyuğda Mevlânâ
Lutfî, bir yandan aşkın acısından ifade ederken bir yandan sevgilinin gönüllerin
sultanı ve güzellik madeni olduğunu vurgulamıştır:
Hüsn ilinin͡g cânı bardı niteyin
Ehl-i diller hanı bardı niteyin
Şûr-ı ‘ışkın͡g koydı kön͡glüm başıga
Ol melâhat kânı bardı niteyin5

Mevlânâ Lutfî’ye göre âşığın en büyük dileği sevgiliyle visale ermek, yani
sevgiliye kavuşmaktır. Ancak ömür sermayesi sevgiliye erişemeden tükenmekte ve

1 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. XIV.


2 Eleazar Birnbaum, “Çağatay Şairi Lutfî (Hayatı ve Eserleri)”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. 26 (1993), s. 189-90; Süleyman Efendioğlu,
“Mevlana Lutfi’nin ‘Gül ü Nevruz’ Adlı Eseri ve Yazma Nüshaları”, I. Uluslararası Bilimsel
Araştırmalar Konferansı İnsan ve Toplum Bilimleri Sempozyumu (İBAD-2016), Madrid /
İspanya, 2016, s. 577.
3 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, s. 66-67.

4 Özönder, Alî Şîr Nevâyî Muhâkemetü’l-Lugateyn, s. 188.

5 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. 268.

109
bu durum aşığın gönlünü gamla doldurup yarmaktadır. Bu duruma sevgilinin
vefasızlığı ve umursamazlığı da eklenince aşığın sevgiliye kavuşma umudunu
tamamen ortadan kaldırmaktadır:
Kiçti ‘ömr ü tüşmedi ol yâr ile
Korkaram kön͡glüm bu gamdın yarıla
Bu vefâsızlık ki sindin körmişem
İ‘tikâdım kalmadı hîç yâr ile1

Min tiler min vaslın͡g âh-ı serd ile


Dîde-i giryân u rûy-ı zerd ile
Zerreî kön͡gline te’sîr eylemes
Niçe kim nâliş kılur min derd ile2

Sevgilinin vefasızlığından, umursamazlığından şikâyet ettiği bir başka


tuyuğunda Mevlânâ Lutfî, sevgilinin yan bakışı olan gamzesinden çektiği eziyetten
gözyaşı döktüğünü ve bu durumdan sevgilinin habersiz olduğunu, haberi olsa dahi
bu durumun değişmeyeceğini, hatta ölse dahi kendisi için sevgilinin hiç
üzülmeyeceğini ifade ederek sevgilinin ne derece gaddar olduğunu vurgulamaya
çalışmıştır:
Köz yaşım toprak ile ger katıla
Kilmegey min cevridin hakkâ tile
Gamzesi öltürdi vü ol bîhaber
Min eger ölsem ni gam ol katıla3

Tâ-be-key vaslın͡g temennâsı üçün


Köz kanın töküp kireyin kanga min
Veh kaçan bolgay ki la‘lın͡g şerbetin
Ança çağlığ içke min kim kanga min4

Tuyuğların devamında karşılıksız sevgiden mustarip olduğu net bir şekilde


anlaşılan Mevlânâ Lutfî’nin, aşkına mukabele etmeyen sevgilinin kendisini
sevmediğini bilmesine rağmen bu duruma sadece hayıflandığı ve sevgiliye karşı son
derece nahif bir tavırla onu övmeye devam ettiği görülür:
Şîve ol serv-i revândın hôş turur
Lutf ol cân u cihândın hoş turur
Min siver min ol mini sivmes dirîg
Bu sivişmek ikki yandın hôş turur1

1 a.g.e., s. 269.
2 a.g.e., s. 272.
3 a.g.e., s. 273.

4 a.g.e., s. 278.

110
Mevlânâ Lutfî’nin sevgiliye karşı olan sevgi ve hürmeti o kadar yücedir ki
sevgiliden her ne kadar cevr ü cefa çekip aşkına karşı sevgiliden mukabele görmese
de ona selam göndermeyi ihmal etmez.
Ol menin͡g cân u cihânımga selâm
Cândın artuk mihribânımga selâm
Bir zamân hâlî imes min yâdıdın
Mûnis-i cân u revânımga selâm2

Aslında Mevlânâ Lutfî, düştüğü bu aşk belasına kimsenin düşmesini istemez ve


canını seven varsa bu aşk yoluna girmemesini tavsiye etmiştir. Ona göre bir kişi eğer
cânâna gönül vermişse başını dahi ortaya koyması gerekmektedir. Bu da kimseye
tavsiye edilecek bir durum değildir.
Tüşmesün bu yolga kim cânnı siver
Başnı koysun ol ki cânânnı siver
Küç bile öz kanına ortak bolur
Min kibi ol kul ki sultânnı siver3

Mevlânâ Lutfî’nin aşktan ve sevgiliden çektiği gam ve sıkıntıyı mutassavvıf


şairlerin kullandığı kelime ve remizlerle de ifade etmeye çalışmış olduğu
görülmektedir. Aşağıdaki örnek tuyuğda kullanılan âşinâ (Hakikat şarabını içerek
rûhî zevke ermiş, hakkı tanımış kişi) 4 vasl (İlm-i şuhûd ile Hakk’a ulaşma) 5 ve gam
(Mâşuk aranırken karşılaşılan engeller, sıkıntılar)6 ifadeleri sufilerce sıklıkla
kullanılan kavramlardır:
Tâ senin͡g ‘ışkın͡gga boldum âşinâ
Hîç kıla bilmen tapukdın âşinâ
Gevher-i vaslın͡g temennâsı üçün
Gam muhîtinde kılur min âşinâ7

Aşktan şikâyet etmenin yanı sıra yeri geldiğinde nasihat içerikli tuyuğlar da
terennüm eden Mevlânâ Lutfî, “dostum” anlamında kullanılan “beğim” ifadesiyle
muhataba nasihatlerini sıralamıştır. Dünyanın geçiciliği üzerinde durduğu bu
tuyuğlarında, sohbet meclislerinde bulunmayı, şarap içip dert ve gamdan
uzaklaşmayı öğütlemiştir. Şaraptan kastın yukarıda da belirtildiği üzere sufilerin
remzen kullandığı aşk şarabı olduğu düşünülmelidir:

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 284.
3 a.g.e., s. 279.

4 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul: Otto Yayınları, 2014, s.

54.
5 a.g.e., s. 519.

6 a.g.e., s. 172.

7 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. 269.

111
Tüz bigim bu demde sohbet kökini
Tut ayağ kis derd ü gamnın͡g kökini
İligin͡gdin kilse başka tut ayak
Közge ılman dünyanın͡g yer kökini1

Dinî içerikli tuyuğlarına pek rastlanmayan Mevlânâ Lutfî’nin tuyuğları


arasında sadece aşağıdaki tuyuğ örneğinin na’t türünde kaleme alındığı söylenebilir:
Ay sabâ tin͡gri üçün bolgıl resûl
Anda kim salgay kanatın Cebre‘îl
Bendedin yitkür zemîn-bûs u ayıt
Ger dem ursam sinsizin kanım sebîl2

Mevlânâ Lutfî’nin tuyuğları şekil olarak değerlendirildiğinde şu tespitleri


yapmak mümkündür: Mevlânâ Lutfî’nin tüm tuyuğları Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün
vezniyle kaleme alınmıştır. Nitekim Çağatay şairlerinin tümünün tuyuğda Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezni dışında herhangi bir vezin kullanmadıklarını bilmekteyiz.
Tuyuğlarının büyük bir kısmında tuyuğda sıklıkla kullanılan a a x a kafiye düzenini
kullanan Mevlânâ Lutfî, 13 tuyuğda ise x a x a kafiye düzenini kullanmıştır. Bu
yönüyle Mevlânâ Lutfî, tuyuğda x a x a kafiye düzenini en fazla kullanan tuyuğ şair
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Veh ki men bîhodlugımdın iy sanem
Ay yüzün͡gni körmedim bir kün kana
Kanımı töksen͡g rakîbler şâd olur
İtlerin͡gnin͡g zevki bar ârî kana3

Tan͡g yili zülfün͡g ‘anberin kiltürür


Cân fedâ bolsun anın͡g salkınına
Köz ü kaşın͡g barça ‘âlemni kırar
Hâcet irmestür kılıç sal kınına4

Mevlânâ Lutfî’nin tuyuğlarındaki dikkat çeken bir başka husus cinaslı tuyuğ
sayısıdır. Cinas kullanımında oldukça başarılı bir görüntü çizen Mevlânâ Lutfî’nin
kaleme almış olduğu 113 tuyuğun 79’unda cinas kullanımı söz konusudur. Tuyuğları
arasında birçok cinas çeşidini deneyen Mevlânâ Lutfî’nin bazı tuyuğlarında ise
birden fazla cinas örneği bulunmaktadır. Örneğin aşağıda verilen birinci örnek
tuyuğda birinci mısrada geçen “cânân aya” ifadesiyle ikinci mısrada geçen
“cânânaya” kelimesi arasında cinas-ı mefrûk; yine aynı kelime ile son mısrada geçen
“anaya” kelimesi ile ise cinas-ı mükerrer bulunmaktadır.

1 a.g.e., s. 295.
2 a.g.e., s. 288.
3 a.g.e., s. 274.

4 a.g.e., s. 279.

112
Ay yüzün͡gni ildin ay cânân aya
Tigmesün köz sin kibi cânânaya
Ay perî yüzlüg hezârân âferîn
Sizge süt birgen uşol anaya1

Aşağıda verdiğimiz bir başka örnek tuyuğa bakıldığında ise birinci mısrada
geçen “tar ile” (dar anlamında) ifadesiyle ikinci mısrada geçen “târ ile” (ip, urgan
anlamında) ifadesi arasında cinas-ı tam; bu iki ifade ile tuyuğun son mısraında geçen
“tarıla” kelimesi arasında ise cinas-ı mefrûk bulunduğu görülür:
Tâ işim tüşti bir agzı tar ile
Kön͡glümi asrar gamı bir târ ile
Köz tutar min kim közümnün͡g suyıdın
Kön͡glide tuhm-ı muhabbet tarıla2

2.2.4. Eşrefoğlu Rûmî (ö. 1469)


Asıl adı Abdullâh-ı Rûmî olan Eşrefoğlu Rûmî, 15. asırda dînî-tasavvufi Türk
edebiyatının en önemli şahsiyetlerindendir. Samîmî ve içten duygularla halka telkin
ettiği tasavvuf düşüncesini yazdığı şiirler ve kaleme aldığı tasavvufi eserlerle sunan
Eşrefoğlu Rûmî, döneminde herkesçe kabul görmüş ve sevilmiştir. Özellikle dinî,
ahlâkî ve tasavvufi mahiyette İslâm ahlâkını, tarikat adabını, nefisle mücadelenin
lüzumunu, seyr ü sülûk şartlarını ve çeşitli tasavvufi konuları ele aldığı ve Kadirîliğin
Eşrefiyye şubesinin temel kitabı kabul edilen eseri olan Müzekki’n-Nüfûs adlı eseri ile
Allah'ın emirlerine, Hz. Peygamber’in sünnetine uymanın ve ulu’l-emre itaat etmenin
insanlara kazandıracağı faydaları çeşitli örneklerle zenginleştirerek anlattığı Tarikat-
nâme adlı eseri Eşrefoğlu’nun Anadolu’da tanınmasını sağlamıştır. 3
Eşrefoğlu Rûmî’nin, bilinen tek manzum eseri Dîvân’ıdır. Daha çok Yunus
Emre’nin şiir tarzında kaleme aldığı manzumelerden oluşan Dîvân’ında aruz vezniyle
yazdığı gazel, mesnevi, koşma, tuyuğ ve kıt’a nazım biçimlerinin yanı sıra hece
vezniyle kaleme aldığı ilahîlerden oluşan toplam iki yüz yirmi manzume mevcuttur.4
Eşrefoğlu Rûmî’nin Dîvân’ı hakkında yapılan çalışmaların hiçbirinde divanda
bulunan tuyuğlarının varlığından bahsedilmemiştir. Oysa Dîvân’ıda “Rubâiyyât”
başlığı altında bulunup aruz vezniyle kaleme aldığı dörtlükler incelendiğinde bu
dörtlüklerin 66’sının tuyuğ özelliği taşıdığı görülmektedir. Gerek kafiye düzeni gerek

1 a.g.e., s. 269.
2 a.g.e., s. 270.
3 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 56-74; Mustafa Güneş, “Eşrefoğlu, Abdullah”, Türk

Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2015,


http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=7469. (Erişim
tarihi: 10.02.2018).
4 Güneş, “Eşrefoğlu, Abdullah”, a.yer.

113
aruz vezni gerekse cinas kullanımı bakımından birer tuyuğ örneği olan söz konusu
bu manzumeler tamamen tasavvufi konuların işlendiği tuyuğlar olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Dîvân’ında bulunan daha ilk tuyuğundan itibaren tamamen ilahi aşkı işleyen
Eşrefoğlu Rûmî, aşktan maksadın Allah’a duyulan aşk olduğunu, Hakk’ın cemâlinin
bu aşkla görülebileceğini ve asıl bu aşkın bâkî olduğunu vurgulamıştır:
Gel uy bu ‘ışka kim bu ‘ışk bekâdur
Bu ‘ışkuñ dâimâ meyli Hakkadur
Dilerseñ kim göresin Hak cemâlin
Bu ‘ışk gözgüsine her dem baka dur1

Bu tuyuğun devamında iki âlemin yaratılma sebebinin de aşk olduğunu ifade


eden Eşrefoğlu Rûmî, Allah’ın bu iki âlemi kendi cemâlini izlemek için bir ayna olarak
yarattığını, bu aynanın iki dünya için bir kılıftan ibaret olduğunu ve bu aynada
Allah’ın cemalinin tezahür ettiğini zikretmiştir:
Bu ‘ışkuñ gözgüsi yoklukdur iy cân
Bu gözgüde görinür rûy-ı sultân
Bu gözgünüñ gılâfıdur dü ‘âlem
Bu gözgüde ne küfür var ne îmân2

Münezzehdür bu gözgü dü cihândan


Ferâgatdur kamu assı ziyândan
Anuñçün degmeler vasf idemezler
Nihândur ‘ışk nihân-ender-nihândan3

Tasavvufun âdab ve erkanının başlıca koşullarından bir tanesi terktir.


Bırakmak vazgeçmek anlamına gelen terk dört çeşittir. Terk-i dünya: Zahit bütün
dünya nimetlerini, malı ve mülkü ahiret için terker. Terk-i ukbâ: Ârif cenneti ve
oradaki nimetleri, ilahi temaşa için terk eder. Terk-i hestî: Sâlik kendi varlığını da
terk eder. Hak’ta fâni olur. Terk-i terk: Kâmil arif terk-i de terk eder; terk diye bir
kavram kalmaz.4 İşte Eşrefoğlu Rûmî tuyuğlarının önemli bir kısmında bu adab
üzerinde durduğu görülür. Ona göre mürid, bedenini, zihnini ve duygularını
tamamen Allah’a ulaşma yolunda harcamalıdır ki hakiki dost olan Allah ile hem-dem
olsun. Bu vücutla bu gönülle hakiki dosta erişilemeyeceğini ifade eden Eşrefoğlu
Rûmî vücudu, gönlü hatta canı ve başı dahi feda ederek erişilebileceğini
vurgulamıştır:

1 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 459.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 460.

4 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 353.

114
Bu ten dükkânını var eyle yağma
Başuñdan tâ ki gide küllî gavga
Kamu sevdâları hep arduña at
Göñlüñi dostıla ko şöyle tenhâ1

Göñül iklîmini dosta bağışla


Göñülsüz gir yola sen dahı başla
Vücüduñ evine bu meydân içinde
Varılmaz bu yolı cân-ıla başla2

Tuyuğların devamında da yukarıdaki örneklerde zikredildiği gibi sâlikin


tasavvuf yolundaki mecrasında hakiki aşka ulaşmasının yegâne koşulunun
benliğinden geçmek olduğunu ifade eden Eşrefoğlu Rûmî, bu telkinleri yaparken
âdeta sohbet halkasında bulunup etrafındaki müritlere nasihat eden bir mürşit
edasında olduğu görülür:
Bu varlığuñ saña yavlak tuzakdur
Tuzakdan kaçmağa key er gerekdür
Gel imdi bendleri merdâne kes kim
Tuzâğa tutılan dostdan ırakdur3

Sözüm añladuñısa iy karındaş


Bu sırrı keşf idüp uş eyledüm fâş
Eger âşıkısañ al bu sözümden
Kamu sermâyeyi var eyle târâş4

Nasihat içeren tuyuğlarında dünyaya bağlanılmaması gerektiğine vurgu yapan


Eşrefoğlu Rûmî, nefsin insanın en büyük düşmanı olduğunu ancak nefse uyanlar için
de tövbe kapısının açık olduğunu, tövbeyle günahların bağışlanacağının altını
çizmiştir.
İy gözlü kişi buña añlayu bak
Buña göñül virenlerdür ki ahmak
Bî-hûde yirlere ‘ömri çüritme
Fenâdur bu fenâ gerçek muhakkak5

1 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 461.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 464.

4 a.g.e., s. 465.

5 a.g.e., s. 467.

115
Gelüñ insâfa iy nefse uyanlar
Demidür kim uyana uyuyanlar
Döneler Hakka nefsi terk ideler
Bağışlanur bugün tevbe idenler1

Tuyuğlarının sonunda tasavvuf yolunda mürşide olan ihtiyacın önemine


değinen Eşrefoğlu Rûmî, Cebrâil’in Mirac yolunda Hz. Peygambere yaptığı kılavuzluk
gibi mürşidin de Allah’a giden yolda müride kılavuzluk yaptığını ifade ederken
mürşidin değerine vurguda bulunmuştur:
Pes öyle olsa lâ-büddür kulağuz
Kulağuz da gerek kim ola key uz
Bu sarp yolları asân ide saña
İnişi yokışı göstere düpdüz2

Niçe biñ enbiyâlar geldi gitdi


Niçe yüz evliyâ bunda segirtdi
Birisi kulağuzsuz varmadı yol
Bu yola bunları mürşit iletdi3

Yukarıda da belirtildiği gibi tuyuğlarında genel olarak nasihat tarzını


benimseyen Eşrefoğlu Rûmî’nin tuyuğları arasında iki miraciye, bir na’t örneğine de
rastlanmaktadır. Özellikle aşkın tarifini yaptığı tuyuğları arasında kâinatın yaratılma
sebebinin aşk yani Hz. Peygamber olduğuna işaret etmiştir:
Muhammed kim habîb-i hazret idi
Dükeli mahlûka ol devlet idi
Yir ü gök tamu uçmak gice gündüz
Bular olmaklığa sebeb ol idi 4

Eşrefoğlu Rûmî’nin tuyuğlarına şekil olarak bakıldığında öncelikle


tuyuğlarının 12’sinin fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle, 54’ünün ise mefâ‘îlün
mefâ‘îlün fe‘ûlün ile kaleme alındığı görülmektedir. Tuyuğlarının büyük bir kısmında
tuyuğda sıklıkla kullanılan a a x a kafiye düzenini kullanan Eşrefoğlu Rûmî,
tuyuğlarının sadece üçünde a a a a kafiye düzenini kullanmıştır. Farklı olmaması
hasebiyle a a a a kafiye düzenine sahip tuyuğlarından bir örneği şöyledir:

1 a.g.e., s. 470.
2 a.g.e., s. 480.
3 a.g.e., s. 481.

4 a.yer.

116
Bu yolda gerçekiseñ câna kalma
Cihânuñ varlıgın bir çöpe alma
Bu kımıldı bu cünbiş virme alma
Kamu bir düş gibi bu gitme gelme1

Rûmî’nin tuyuğlarında dikkat çeken bir başka husus, cinaslardır. Sahip olduğu
66 tuyuğun 30’unda cinas kullanan Rûmî, cinasın birçok çeşidini kullanarak cinas
kullanımında başarılı olduğunu göstermiştir. Örneğin aşağıdaki ilk tuyuğda ikinci
mısra geçen “başla” (başlamak fiilinin 1. tekil şahıs emir kipi) kelimesi ile dördüncü
mısrada geçen “başla” (beden başıyla) kelimeleri arasında cinas-ı tam
bulunmaktadır. İkinci örnek tuyuğun ilk mısraında geçen “mâr it” ile ikinci mısraında
geçen “bîmâr it” ifadeleri arasında cinas-ı mükerrer; yine aynı tuyuğun ilk mısraında
geçen “mâr it” ifadesi ile son mısraında geçen “yâr it” ifadesi arasında ise cinas-ı lâhık
bulunmaktadır:
Göñül iklîmini dosta bağışla
Göñülsüz gir yola sen dahı başla
Vücüduñ evine bu meydân içinde
Varılmaz bu yolı cân-ıla başla2

Bu ‘ışk yolında seni târ u mâr it


Bu mâristânda sen seni bîmâr it
Yitür bu ‘ışkıla ‘aklı temâmet
Yiter varlık safa ‘ışk ‘ışkı yâr it3

Mahlas durumuna göre Eşrefoğlu Rûmî’nin tuyuğları değerlendirildiğinde ise


4 tuyuğunda mahlas kullandığı, söz konusu tuyuğlarda yine nasihat ve hikmet tarzını
kullandığı ve tecrit sanatını uygulayarak kendisini isminden soyutladığı
görülmektedir:
Kimüñ zâtında kim gevheri vardur
Murâd maksûd nedür bir sözden añlar
Bu sözi Eşrefoğlu Rûmî söyler
Hakkuñ tâliblerine tenbîh eyler4

Bu Eşrefoğlı Rûmî gördi ‘âlem


Örümcek avına beñzer dahı kem
Buna rağbet gözile bakmadı hiç
Taleb kılmadı bunı oldı ebsem1

1 a.g.e., s. 466.
2 a.g.e., s. 461.
3 a.g.e., s. 460.

4 a.g.e., s. 484.

117
2.2.5. Dede Ömer Rûşenî (ö. 1487)
Dede Ömer Rûşenî’nin hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi
bulunmamakla birlikte, asıl adının Ömer b. Ali İbnu binti Umur Bey olduğu
zikredilmektedir. Dede Ömer’in künyesi, soyunun Aydınoğulları’ndan Umur Bey’e
dayandığını göstermektedir. Ancak buradaki Umur Bey ifadesi yeterince açık
değildir. Zira Aydınoğulları Beyliğinde elli yıl arayla hüküm sürmüş iki Umur Bey
bulunmaktadır. Aradaki kuşaklar dikkate alındığında, şairin dedesinin birinci Umur
Bey (ö. 1348) olması akla yatkın görünmektedir.2
15. asrın en önemli sufilerinden olan Dede Ömer Rûşenî, öncelikle elliye yakın
tasavvufi ekolün kaynağı olan Halvetiye tarikatına mensup olarak tasavvuf
mecrasına girmiş, ardından kendi tarikat kolunun kurucusu olmuştur. Halvetiye ilk
kez Ömer Halvetî (ö. 750/1349) ile ortaya çıkmıştır. Ancak tarikatın asıl
kurucusunun Pîr-i sânî lakabıyla anılan Seyyid Yahyâ Şirvânî (ö. 1466) olduğu ifade
edilmektedir. Halvetiliğin dört ana kolu Cemâliye (Muhammed Hamîdüddin Cemâlî
el-Behrî, ö. 899/1494), Ahmediyye (Ahmed Şemseddin, ö. 910/1504), Şemsiye
(Şemseddin Ahmed b. Ebî’l-Berekât Muhammed b. Hasan ez-Zilî, ö. 1006/1597) ve
Dede Ömer Rûşenî’nin kurduğu Rûşenîyye’dir.3
Şiirlerinde Rûşenî mahlasını kullanan ve manzum ve mensur birçok eseri
bulunan Dede Ömer Rûşenî’nin başta Dîvân’ı olmak üzere Çoban-nâme, Miskin-nâme,
Ney-nâme, Kalem-nâme, Silsile-nâme-i Meşâyıh adlı manzum eserleri tamamen dini-
tasavvufi bir çizgide kaleme alınmıştır. Özellikle Halvetiye ve Rûşeniye’nin adab ve
erkânını konu edinen eserleri tasavvuf ve tarikatler tarihi açısından son derece
önemlidir. Dîvân’ını neşreden Orhan Kemâl Tavukçu’nun ifadesiyle Dede Ömer
Rûşenî nüfuzlu bir şeyh ve kudretli bir sanatkardır.4 Dîvân’ında çeşitli nazım
şekillerine yer veren Rûşenî, bu şekiller arasında en fazla tuyuğa yer vermesi, Dede
Ömer Rûşenî’nin gerçek anlamda bir tuyuğ şairi olduğunu ortaya koymaktadır.
Sayı olarak 114 tuyuğa sahip olan Rûşenî’nin bu tuyuğlarının en dikkat çekici
yönü, birbiri ardına sıralanan ilk 45 tuyuğunun hilye özelliği taşımasıdır. Bu
tuyuğların her birinde Rûşenî, Hz. Peygamber’in çeşitli beden özelliklerini belli bir
kompozisyon içerisinde işlediği görülür. Nesîmî’de de bu tür tuyuğların mevcut
olduğunu daha önce görmüştük. Ancak Nesîmî’nin tuyuğlarının hiçbirinde Hz.
Peygamber ile ilgili “Nebî, resûl, resûlullâh vb.” ifadelerin bulunmaması yani bahsi
geçen sevgilinin beşerî bir sevgili mi yoksa Hz. Muhammed mi olduğu sorusunun tam
cevap bulmaması, bu tuyuğların hilye olup olmadıklarıyla ilgili ihtiyatlı
davranmamıza neden olmuştu. Oysa Dede Ömer Rûşenî’nin bu tuyuğlarının Hz.
Peygamber için yazıldığı açıkça görülmektedir:

1 a.g.e., s. 473.
2 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 18; Aydemir (Tunç), Dede Ömer Rûşenî, s. 113.
3 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 28.

4 a.g.e., s. 34.

118
Yâ nebî sensin çü ser-tâ-pâ güzel
Kim ola kim dimeye saña güzel
Sensin iki dünyede hakkâ güzel
İy güzel ra‘nâ güzel zîbâ güzel1

Ahmed-i muhtârdur aduñ senüñ


Hem-dem-i ahyârdur aduñ senüñ
Mür id-i ahrârdur aduñ senüñ
Reh-ber-i ebrârdur aduñ senüñ2

Çün ki kondı nâm-ı ‘izzet tâcuña


Kim ola itmeye hürmet tâcuña
Rişte haşmet bahye devlet tâcuña
Terk terk ü tügme evket tâcuña3

Bu tuyuğlarda Hz. Peygamber’in başı başta olmak üzere sırasıyla, kakülü


(saçları), alnı, kaşı, gözleri, kirpikleri, yüzü, yanağı, benleri, dudakları, dili, dişleri,
çenesi, şakağı, kulakları, boynu, omuzları, iki kürek arasındaki peygamberlik mührü,
sırtı, göğsü, pazuları, bilek ve dirsek kısmı (sâ‘id), kolları, elleri, parmakları, göbeği,
tırnakları, boyu, beli ve ayakları birer tuyuğla övülmüş ve teşbihlerle özellikleri
verilmeye çalışılmıştır:
Dimişem men zıll-ı Rahmân kaşuña
Müşterîdür kavs-i mîzân kaşuña
Dil-dürür peyveste kurbân kaşuña
İy kemân-ebrû fedâ cân kaşuña4

Gülşen itdi ‘âlemi zîbâ yüzüñ


Rûşen idüp hûb u mihr-efzâ yüzüñ
Hoş güneşdür çün cihân-ârâ yüzüñ
Ne gülistândur bihişt-âsâ yüzüñ5

Şîr mi yâ havz-ı kevser leblerüñ


Mey mi yâ kand-ı mükerrer leblerüñ
Yâ rateb mi rûh-perver leblerüñ
Yâ nebât u şehd ü ekker leblerüñ6

1 a.g.e., s. 218.
2 a.yer.
3 a.yer.

4 a.g.e., s. 219.

5 a.g.e., s. 220.

6 a.g.e., s. 221.

119
Hilye özelliği taşıyan ilk 45 tuyuğundan sonra bir şeyhe intisap etmenin
gerekliliği üzerinde duran Dede Ömer Rûşenî, intisap edilen şeyhe de mutlak itaat
etmenin şart olduğunu, mürşide asla sövülmemesi gerektiğini hatta “niçin” dahi
denmemesi gerektiğini vurgulayarak tasavvuftaki adabı telkin etmeye çalışmıştır:
Hoş dimiş bu sözi bir ehl-i salâh
Câm-ı Hakdan içici her demde râh
Tapmayub iki cihânda feyz-i fazl
Pîrine niçün diyen tapmaz felâh1

Bir azîzüñ sözidür bu iy ahî


Şeyhine niçün diyen oñmaz dahi
Hem olur mürtedd ü merdûd-ı ebed
Uçmah ehli iken olur dûzahî2

Sögme üstâduña zinhâr iy püser


Nişe kim üstâdına her kim söger
Öynine uran uyuz it kimi ol
‘Âkıbet olur uyuz u kûr u ker3

Nasihatlerinin devamında sufinin kendinden yani benliğinden geçip sessizliğe


bürünmesini, hırkasının ardına çekilip dünyaya sırt çevirmesini telkin eden Dede
Ömer Rûşenî, ancak bu şekilde kemâle erişilebileceğini vurgulamıştır. Bunu yapar-
ken de ham olan şarabın fıçıda yerinde duramadığını, coşup taştığını, ancak piştikten
sonra dinginliğe eriştiği örneğini sunarak telkinlerini somutlaştırma yoluna gitmiştir.
Sûfî iseñ bî-hod olub ol hamûş
Hırkaña çek başuñı itme hurûş
Hâm iken coşar egerçi humda mey
Puhte olandan soñra itmez hîc cûş4

Çün ki dervîş oldı sâhib-ma‘rifet


Añadur dâyim sıfatsuzluh sıfat
Anda benlük kalmadı bir kılca bes
Anı dervîş ohur ehl-i menkabet5

Dönemin diğer sufi şairleri gibi Dede Ömer Rûşenî de tasavvufun adab ve
erkana uymanın başlıca koşullarından olan “terk”i müridlerine telkin etmiştir.
Eşrefoğlu bahsinde de zikrettiğimiz gibi bırakmak, vazgeçmek anlamına gelen terk

1 a.g.e., s. 230.
2 a.yer.
3 a.g.e., s. 231.

4 a.g.e., s. 231-32.

5 a.g.e., s. 234-35.

120
dört çeşittir. Bunlar, Terk-i dünya, Terk-i ukbâ, Terk-i hestî ve Terk-i terk’tir. Kâmil
olan ârif terki de terk eder; terk diye bir kavram kalmaz.1
Veh ne hoşdur ol k’idüb dünyâyı terk
Esbini varlıguñ idüb leng ü terk
Berki fakruñ riştesiyle berkide
Yohluguñ börkine idüb terki terk2

Öz murâduñı ko bul maksûduñı


Saluben özüñi tab ma‘bûduñı
Tapamazsın dünyede bih-bûd sen
Cümle terk eylemeseñ bih-bûduñı3

Tuyuğlarında dikkatleri çeken bir başka husus, Dede Ömer Rûşenî’nin kendisi
hakkında bilgilere de yer vermesidir. Öyle ki mensup olduğu Rûşeniye tarikatını her
fırsatta dile getiren Dede Ömer Rûşenî, söz konusu bu tuyuğlarında hem mahlasını
kullanmış hem de tarikatı ve yaşadığı il olan Aydın ilini zikretmiştir:
Rûşenîyem Rûşenîyem Rûşenî
Bende yohdur zerrece mâ’ vü menî
Olmı am dervîş bilüb anı kim
Her ki ol dervîşdür oldur ganî4

Rûşenî ister müdâmî yâ İlâh


Aydın ili ola aña cây-gâh
Münkir-i bed-nâmuñ ammâ istegi
Tûnadur yâ Tunca yâ Âb-ı siyâh5

Tuyuğlarının arasında “ol nedür” ile başlayan 111, 112, ve113 sayılı
tuyuğlarını lugaz türünde söylemiş olduğu görülmektedir. Dede Ömer Rûşenî bu
tuyuğlarının cevabını vermese de her üç lugaz tuyuğun cevabının “ayna” olma
ihtimali yüksektir. Söz konusu bu tuyuğlar şöyledir:
Ol nedür kim nutkı yok gammâzdur
Âşikârâ itdügi hep râzdur
Nesne bilmez lîk hoş ta‘lîm ider
Aña baksañ hûb u sûret-sâzdur6

1 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 353.


2 Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî, s. 235.
3 a.g.e., s. 236.

4 a.yer.

5 a.g.e., s. 244.

6 a.g.e., s. 246.

121
Ol nedür kim görinür anda cihân
Gösterür dürlü suver mânend-i cân
Göñli katıdur velî bir yum acuk
Âh itseñ burtarur yüzin hemân1

Ol ne meh-veşdür görinür anda rû


Lâldür gördügin ammâ dir kamu
Rû-be-rû dir her kişinüñ ‘aybını
Hîc utanmaz ger bed olsun ger nigû2

Dede Ömer Rûşenî’nin tuyuğlarına şekil olarak bakıldığında öncelikle bütün


tuyuğlarının fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle kaleme alındığı görülmektedir.
Tuyuğlarının yarıdan fazlasında tuyuğda sıklıkla kullanılan a a x a kafiye düzenini
kullanan Dede Ömer Rûşenî, tuyuğlarının 60’ını bu kafiye düzeninde 54’ünü ise a a a
a kafiye düzeninde kaleme almıştır.
Cinas kullanımında da mahir bir şair olarak karşımıza çıkan Dede Ömer
Rûşenî, kaleme almış olduğu 114 tuyuğun 57’sinde cinas kullanmıştır. Cinas
kullanırken farklı cinas çeşitlerine yer vermeye çalışan Rûşenî, özellikle cinas-ı
mefrûkta başarılı olduğunu göstermiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğların ilkinde ilk
mısrada geçen “keselüm” (tembellik anlamında) kelimesi ile son mısrada geçen
“keselüm” (kesmek fiilinin 1. çoğul şahıs istek kipi) ifadesinde cinas-ı tam; aynı
kelime ile ikinci mısrada geçen “kes elüm” ifadesi arasında ise cinas-ı mefrûk
bulunmaktadır. İkinci örnek tuyuğa bakıldığında ise ilk mısrada geçen “perî şâne”
ifadesiyle ikinci mısrada geçen “perîşâne” kelimesi arasında cinas-ı mefrûk; ikinci
mısrada geçen “perîşâne” kelimesi ile son mısrada geçen “perî-şâne” ifadesi arasında
ise yine cinas-ı tam bulunmaktadır.
Hizmetüñ eylemede yok keselüm
Dâmenüñ korsam elümden kes elüm
Reh-i ‘ışkuñda senüñ ölmeyenüñ
Tîg-i hicrânile başın keselüm3

Zülfine urdı ol perî şâne yine


İrdi hâlet men perîşâne yine
Fârigu’l-bâl iken iy cân Rûşenî
Virdi göñlin bir perî-şâne yine4

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 247.
3 a.g.e., s. 248.

4 a.g.e., s. 241.

122
Son olarak Dede Ömer Rûşenî’nin tuyuğlarında mahlas durumu üzerinde
durmak gerekirse Rûşenî, 13 mahlaslı tuyuğla tuyuğ şairleri arasında en fazla mahlas
kullanan şair olarak dikkatleri çekmektedir. Özellikle mahlasını redif olarak
kullandığı aşağıdaki örnek tuyuğlar oldukça dikkate değerdir:
Senden içüp câm-ı sahbâ Rûşenî
Medh ohur her demde şâhâ Rûşenî
Bendedür sen şâha cânâ Rûşenî
Medhüñ içün oldı gûyâ Rûşenî1

Olalı bî-kibr ü bî-kîn Rûşenî


Gitdi ‘ucbı tapdı teskîn Rûşenî
Bî-riyâ bî-süm‘a oldı oluben
Müflis ü dervîş ü miskîn Rûşenî2

2.2.6. Ahmed-i Rıdvân (ö. 1528-38?)


15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk yarısında II. Bâyezid, Yavuz Sultân Selîm
ve Kânûnî Sultân Süleymân dönemlerinde yaşayan Ahmed-i Rıdvân, yüzyılın hamse
şairi olarak bilinmektedir. Mesnevi nazım şeklindeki maharetini diğer nazım
şekillerinde de göstermeye çalışmış olan Ahmed-i Rıdvân, şiirlerini Dîvân’ında
toplamıştır.3 Ahmed-i Rıdvân’ın Dîvân’ında tuyuğlar başlığı altında 46 manzume
bulunmakla birlikte bu manzumelerin biri Farsça olmak üzere 37’si tuyuğ özelliği
taşımaktadır.
Tuyuğlarında genel itibariyle beşerî aşkı işleyen Ahmed-i Rıdvân, sevgilinin
güzelliği ve nazı karşısında âşığın çaresizliğini tasvir ederken, sevgiliden yana olan
şikâyetlerini de dile getirmeyi ihmal etmemiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğda, âşığın
derdine tek çarenin sevgilinin hayat veren dudakları olduğunu ifade eden Ahmed-i
Rıdvân, bu arzusuna erişememenin verdiği ıstırabı da terennüm etmiştir:
Cânum oldı aşkınuñ üftâdesi
Neyleyem ey serviler âzâdesi
Derdüme çok istedüm emsem veli
İrmedi hiç leblerünüñ bâdesi4

Virmeñüz cân dilberüñ gîsûsına


Çün zarardur ‘âkilüñ nâmûsına
Mübtelâyam gözleri câdûsına
Olmışam kurbân hilâl-ebrûsına1

1 a.g.e., s. 229.
2 a.g.e., s. 237.
3 Çeltik, Ahmed-i Rıdvân Divanı, 2011, s. 1-8.

4 a.g.e., s. 698.

123
Sufi bir şair olmayan Ahmed-i Rıdvân tuyuğlarında doğrudan tasavvuf
düşüncesini işlememiştir. Ancak bazı tuyuğlarında şiir malzemesi olarak tasavvufun
düşünce ve kavramlarını kullandığı da görülmektedir. Aşağıdaki örnek tuyuğa bakıl-
dığında insanın gönlünün marifet ehliyle hem-dem olması durumunda Allah’ın feyiz
ve bereketiyle dolacağına işaret ederken bunu kaleme aldığı divanını övmek mak-
sadıyla ifade ettiği görülmektedir. Şairin buradaki asıl maksadı tasavvuf düşüncesi
değil, kaleme aldığı divanı gül ve reyhan kokan bir bahçeye benzeterek övmektir.
Kanda kim Dîvân-ı Rıdvân olmaya
Ana gayrı verd ü reyhân olmaya
Dil kim anda feyz-i Rahmân olmaya
Ma‘rifet ehliyle handân olmaya2

Çalışmamızın başında da belirttiğimiz gibi tuyuğun ortaya çıkmasında Fars


edebiyatında bulunan ve beste ile okunan Fehleviyat/Pehleviyat nazım şeklinin
önemli bir etkisi bulunmaktadır. Yani başka bir değişle tuyuğ ile musiki bir ilişki
hâlinde olmuştur. İşte bu tesirden olsa gerek Ahmed-i Rıdvân’ın tuyuğlarında
bulunan ney, def, çeng, kudüm, saz gibi ifadeleri tuyuğ-musiki ilişkisi bağlamında
değerlendirmek yerinde olacaktır.
Çün cemâl-i yâre karşu_oldı hedef
Cân u dil zâr eyledi çün nây u def
Gül-‘izâruñ bülbülidür her taraf
Anuñ ilen buldı bu ‘âlem şeref 3

Bilmezem zülfüñ dırâzı nicedür


Ya dehânuñ sırr-ı râzı nicedür
Çeng ü kudûmüñ bu sâzı nicedür
Serv-kaddüñüñ bu nâzı nicedür4

Tuyuğlarını şekil olarak değerlendirmek gerekirse, Ahmed-i Rıdvân’ın


tuyuğlarının en önemli özelliği, tuyuğda en fazla kullanılan vezin olan Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezninin dışında tuyuğda az da olsa kullanılan diğer vezinler olan
Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün ile Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezinlerinin de kullanılmış
olmasıdır. Öyle ki Ahmed-i Rıdvân, kaleme almış olduğu 37 tuyuğun 18’inde Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün veznini; 11’inde Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini; 8’inde ise
Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün veznini kullanmıştır. Ahmed-i Rıdvân gibi 15. asrın güçlü
bir şairinin Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün dışındaki bu vezinleri kullanması, tuyuğun bu
vezinlerle de yazılabileceğini göstermesi açısından son derece kayda değerdir.

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 700.
3 a.g.e., s. 694.

4 a.g.e., s. 696.

124
fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün

Aşk ile oldı gözlerüm Ceyhûn


Lâle renginde eşk olup gülgûn
Bitdi gülşende servler mevzûn
Saçı leylîye olmuşam mecnûn1

Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün


Cihân emrüñde hep fermânuñ olsun
Rikâbuña Zuhâl olsun derbânuñ olsun
Yedi kat gök senüñ meydânuñ olsun
Ay u gün tâkuña rahşânuñ olsun2

Ahmed-i Rıdvân, tuyuğlarının çoğunu a a a a musarra kafiye örgüsüyle kaleme


almıştır. Sahip olduğu 37 tuyuğun 33’ünü yani %90’dan fazlasını bu kafiye ile sadece
dördünü a a x a kafiye örgüsüyle yazmıştır.
Dilberâ uşatma göñlüm şîşedür
Derdüñ ile içi pür-endîşedür
Aşk işi baña ezelden pîşedür
Dâyimâ derdüñ senüñ dervîşedür3

Tuyuğun önemli bir hususiyeti olarak kabul edilen cinas kullanımında da


yetenekli bir şair olduğu görülen Ahmed-i Rıdvân, sahip olduğu 37 tuyuğun 26’sında
cinas kullanması bu yeteneğinin açık göstergesidir. Cinas kullanırken farklı cinas
çeşitlerine yer vermeye gayret eden Ahmed-i Rıdvân, cinasın birçok çeşidini
uygulamayı başarmıştır. Özellikle aynı tuyuğda birden fazla cinas örneğinin
bulunması kayda değer bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Aşağıdaki örnek
tuyuğların ilkinde birinci mısrada geçen “şemşîr” kelimesi ile ikinci mısrada geçen
“şîr” kelimesi arasında cinas-ı mükerrer; yine ikinci mısrada geçen “şîr” kelimesi ile
son mısrada geçen “sîr” kelimesi arasında cinas-ı hat; son olarak ikinci, üçüncü ve
dördüncü mısrada geçen “şîr”, “zîr” ve “sîr” kelimeleri arsında ise cinas-ı lâhık
bulunmaktadır. İkinci örnek tuyuğa bakıldığında ise mısraların sonunda geçen “taht”,
“saht” ve “baht” kelimeleri arasında cinas-ı lâhık; “taht” ile “baht” kelimeleri arasında
da cinas-ı hat olduğu görülmektedir:
Ben zebânum niçe bir şemşîr idem
Medühünüñ vasfını şehd ü şîr idem
Göñlümü bâlâ vü gâhi zîr idem
İşkemüm geh aç u gâhi sîr idem1

1 a.g.e., s. 694.
2 a.g.e., s. 699.
3 a.g.e., s. 693.

125
Sâl u fâl u nesl ü asl u baht u taht
Dâyimâ olsun karînüñ olma saht
Tâli‘-i mes‘ûduñ olsun ‘izz ü baht
Asl-ı sâbiteyn makarruñ yüce taht2

Son olarak tuyuğlarındaki mahlas durumu üzerinde durmak gerekirse,


Ahmed-i Rıdvân, iki tuyuğda mahlas kullanmıştır. Söz konusu bu tuyuğlarında
kendini ve kaleme aldığı divanı methettiği görülür.
Kanda kim Dîvân-ı Rıdvân olmaya
Ana gayrı verd ü reyhân olmaya
Dil kim anda feyz-i Rahmân olmaya
Ma‘rifet ehliyle handân olmaya3

2.2.7. Ahmed Paşa (ö. 1496)


15. asır Anadolu sahası Türk edebiyatının en meşhur şairlerinden olan Ahmed
Paşa, Fâtih Sultân Mehmed devrinin (1451-1481) en kudretli şairi olarak anılmış ve
kendisine “Sultânu’ş-şuarâ” unvanı verilmiştir. Ahmed Paşa’nın elde bulunan tek
eseri Dîvân’ıdır. Özellikle Fâtih Sultân Mehmed’e sunduğu “Güneş” ve “Kerem”
kasideleri başta olmak üzere II. Bâyezid’e sunduğu “Âb” ve Cem Sultan’a sunduğu
“Benefşe” kasideleri ile ün kazanmış ve bir kaside şairi olarak bilinmiştir. 4
Dîvân’ında başta kaside olmak üzere gazel, tevarih, mukattaat ve müfredlere
yer veren Ahmed Paşa mukattaat bölümünde tuyuğun özelliklerini taşıyan 9 manzu-
meye de yer vermiştir. Tuyuğun hemen tüm özelliklerini taşıyan söz konusu bu
manzumelerin arasında bir tarih, bir de lugaz bulunmaktadır. Yine bu manzumeler
incelendiğinde gerek vezin gerek kafiye örgüsü gerekse cinas kullanımı bakımından
tuyuğun özelliklerini taşıdığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin aşağıdaki manzumeye
bakıldığında tuyuğda kullanılan fâ‘ilâlün fâ‘ilâlün fâ‘ilün vezninin kullanıldığı,
tuyuğda sık kullanılan a a x a kafiye örgüsünün kullanıldığı ve al (kırmızı), âl (hile) ve
al (al!) sözcüklerinin ise cinaslı bir şekilde kullanıldığı görülmektedir:
Ey yanagı al ü vey giydigi al
Ala gözlüm etme cân almaga âl
Âl ile bûsen aldım dostum
Ger peşîmân oldun ise yine al5

1 a.g.e., s. 697.
2 a.g.e., s. 699.
3 a.g.e., s. 700.

4 Bk. Ahmet Atilla Şentürk, Ahmet Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergah Yayınları,

2004, s. 179-81.
5 Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, s. 297.

126
Tarih ve lugaz özelliği taşıyan tuyuğları dışında kalan örneklerinde beşerî
aşktan ve sevgiliden duyduğu ıstırabı ifade eden Ahmed Paşa, bu örneklerde de
yukarıda ifade ettiğimiz tuyuğ özelliklerini sunmaya çalışmıştır. Aşağıda verdiğimiz
örnekte tuyuğda az da olsa kullanılan Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezin
kullanılmasının yanı sıra a a x a kafiye düzeni oluşturulmuş ve bu kafiyede cinas
kullanılmıştır. Tuyuğun ilk ve son mısralarında bulunan “yaka” (gömlek yakası)
kelimesi ile ikinci mısrada geçen “yaka” (yakmak fiilinin dilek istek kipiyle
çekimlenmiş hali) kelimesi arasında cinas-ı tam yapılmıştır:
Eline aşkının verdimse yaka
Dedim mi kim beni odlara yaka
Gamın bir ton geyirdi egnüme kim
Ne etek bellidir anda ne yaka1

2.2.8. Ali Şîr Nevâyî (ö. 1501)


15. yüzyılda Çağatay sahasında kaleme aldığı manzum ve mensur eserleriyle
sadece Çağatay edebiyatının değil, bütün Türk edebiyatının gerek dil gerekse
edebiyat mecrasında önde gelen simalarından olan Ali Şîr Nevâyî, tuyuğ nazım
şeklinin tarihsel gelişiminde de önemli bir rol oynamıştır. Çalışmamızın başında da
ifade ettiğimiz gibi Ali Şîr Nevâyî, Mizânü’l-evzân adlı eserinde medîd bahri hakkında
bilgi verirken Türk şairlerince ve özellikle de Çağatay şairleri arasında meclislerde
yaygın olarak söylenen ve aruzun fâ‘ilâtün fâi‘lâtün fâ‘ilün kalıbındaki şarkılara
“tuyuğ” denildiğini, iki beyitten oluşan bir nazım şekli olduğunu ve özellikle de
cinaslı kafiye kullanılmasına özen gösterilerek kaleme alındığını ifade etmiş ve
böylece tuyuğda olması gereken tüm özellikleri açıkça esrinde dile getirmiştir:
“Türk ulusı be-tahsîs Çağatay halkı ara şâyi’ evzân kim sürûdlarına ol
vezinler bile yasap mecâlisde ayturlar, birisi ‘Tuyuğ’dur kim ikki beyitka
mukarrerdür ve sa’y kılurlar kim tecnis aytılgay ve ol vezn remel-i müseddes-i
maksûrdur mundak kim:
Yâ Rab ol şehd ü şeker yâ leb durur
Yâ meger şehd ü şeker yalap durur
Cânıma peyveste nâvek atkalı
Gamze okın kaşıga yalap durur” 2

Yine Ali Şîr Nevâyî, yaşadığı dönemin şairlerinin Türkçeyi bırakarak şiirlerini
Farsça ve Arapça ile yazmalarına engel olmak maksadının yanı sıra onları Türk dili
ile yazmalarına teşvik etmek için kaleme aldığı ve Türk dilinin bu iki dilden üstün
olduğunu ispatlamaya çalıştığı Muhâkemetü’l-lügateyn adlı eserinde de tuyuğun millî
bir nazım şekli olduğunu vurgulamış ve cinasla söylendiğine dikkatleri çekmiştir:

1 a.yer.
2 Eraslan, Ali Şir Nevâî Mîzânü’l-Evzân, s. 58, 115.

127
“Bu tecnîsde mundak diyilipdür kim
Nazm
Çün perî vü hûrdur atıng bigim
Sür’at içre dîv irir atıng bigim
Her hadengi kim ulus andın kaçar
Nâ-tuvân cânım sarı atıng bigim
Ve bu ikki beyt ki tecnîs-i tâmdur. Hem Türk şu‘arâsı hâssasıdur ki
Sartda yokdur ve munı tuyuğ dirler ve munung ta‘rîfin Mizânü’l-evzân atlığ
‘arûz ki bitilipdür, anda kılılıpdur.”1

Tuyuğ hakkında verdiği son derece önemli bu bilgilerin yanı sıra kendisinin de
tuyuğları bulunan Ali Şîr Nevâyî’nin orta yaşlarda kaleme aldığı şiirlerinin toplandığı
Bedâyî’ü’l-Vasat adlı divanında 13 tuyuğa yer vermiştir. Muhteva açısından
gazellerinde olduğu gibi tuyuğlarında da sevgiliden, uzak kalmanın, vuslata
erememenin vermiş olduğu ıstırabı işleyen Ali Şîr Nevâyî, özellikle aşk ateşinden
dökülen gözyaşı üzerinde ısrarla durduğu görülmektedir.
Yağdı cevrün͡g okı hecring taşı dik
Kıldı kan kön͡glüm için hem taşı dik
Saçkalı mâhım ayağığa sipihr
Köz yaşımnın͡g la‘l ü dürrin taşı dik2

Nakş tutmış közde ol yaşım minin͡g


Eyle kim barmas bu yan yaşım minin͡g
Kâmım olmakdur habîbimdin yırak
Ger hod olsun Hızrça yaşım minin͡g3

Sevgilinin güzellik unsurlarından bahsedip sevgiliyi öven tuyuğlarında bile


sevgiliden haber alamadığını vurgulayan Ali Şîr Nevâyî, sevgiliden ayrı kalan aşığın
perişan hâlini sıklıkla dile getirmektedir. Bunu yaparken özellikle “hecr” kelimesiyle
kullanması, bu ifadenin tasavvufi boyutunu da akıllara getirmektedir.4
Ötkeli ol serv-i gül-ruhsârıdın
Yok haber ol serv-i gül-rûh sârıdın
Hecridin bâğ içre birür yâdıma
Kâmetidin serv gül ruhsârıdın5

1 Özönder, Alî Şîr Nevâyî Muhâkemetü’l-Lugateyn, s. 174.


2 Türkay, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l-Vasat, s. 521.
3 a.yer.

4 Bk. Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 215.

5 Türkay, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l-Vasat, s. 520.

128
Tı̂ğ-ı ‘ışkın͡g yâ residü r bü tmegen
Derdini her kimge aytıp bütmegen
Hecr sahrâsıdur âhım otıdın
Anda gül yâhud giyâhî bütmegen1

Ali Şîr Nevâyî’nin tuyuğları şekil olarak değerlendirildiğinde öncelikle tüm


tuyuğlarının Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle kaleme alındığını söylemek
mümkündür. Kafiye düzeni olarak 2 tuyuğunda x a x a kafiye düzenini kullanan Ali
Şîr Nevâyî, geriye kalan 11 tuyuğunda a a x a kafiye düzenini kullanmıştır.
Veh kaçanga tigrü ‘ışkın͡g kâçıdın
Közüme her lahza ot çakılgusı
Bes durur kön͡glümde ‘ışkın͡g yakma ot
Kim harâret ol hem ot çakılgusı2

Ol perî ‘ışkıda bu dîvâneni


Ey ki ister-sin kilip gülhende kör
Bir kadeh ol gülni handân iyledi
Ey gön͡gül nezzâre it gül-hande gör3

Tuyuğlarında cinas kullanımına önem verdiği görülen Ali Şîr Nevâyî, sahip
olduğu 13 tuyuğun 7’sinde cinas kullanmıştır. Genellikle cinas-ı tam ve cinas-ı
mefruk örnekleri veren Ali Şîr Nevâyî, bu cinasların uygulamasında oldukça başarılı
bir görüntü vermiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğun birinci, ikinci ve dördüncü mısraında
geçen “yaşım” kelimesini hem gözyaşı hem de yıl olarak yaş anlamında kullanılarak
cinas-ı tam örneği verilmiştir. İkinci örnek tuyuğa bakıldığında ise birinci ve son
mısrada geçen “bu tün” ifadesi ile ikinci mısrada geçen “bütün” kelimesi arasında
cinas-ı mefruk bulunduğu görülmektedir:
Nakş tutmış közde ol yaşım minin͡g
Eyle kim barmas bu yan yaşım minin͡g
Kâmım olmakdur habîbimdin yırak
Ger hod olsun Hızrça yaşım minin͡g4

Çerh tartıp hançer-i hicrân bu tün


Koymadı bir zerre bağrımnı bütün
Tünge barıp bizni bî-hâl iyledin͡g
Ni belâlığ tün imiş yâ Rab bu tün5

1 Türkay, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l-Vasat, s. 520.


2 a.g.e., s. 521.
3 a.yer.

4 a.yer.

5 a.g.e., s. 520.

129
2.2.9. Şiban Han (ö. 1510)
15. yüzyılda edebiyat sahasına katkı yapan sultan şairlerden olan Şiban Han,
Şeybânî (Özbek) adıyla anılan hanedanın kurucusu ve hanı olmasının yanı sıra
Çağatay sahası şairi olarak da şöhret bulmuştur. Ebu’l-feth lakabıyla anılan Şiban
Han’ın asıl adı Muhammed’dir. Babası Şah Budak, annesi ise Ak Kuzı Begüm’dür.
Şiban Han’ın soyu baba tarafından Cebgiz Han’a kadar ulaşmaktadır. 1 Hayatı akın ve
mücadelerle geçen Şiban Han, şiir ve edebiyatla da ilgilenmiş ve koca bir divan teşkil
edecek kadar şiirler kaleme almıştır. Dîvân’ında 400’ü aşkın manzume bulunan Şiban
Han, 300’den fazla gazeliyle bir gazel şairi olduğunu göstermiştir. Dîvân’ında
gazellerin yanı sıra 14 tuyuğun bulunması, dönemin diğer şairleri gibi onun da bu
nazım şekline karşı kayıtsız kalmadığını göstermektedir.
Şiban Han’ın şiirleri arasında bulunan bu 14 tuyuğ, Dîvân’ında “Rubâiyyât”
başlığı altında bulunmaktadır. Divanlarda tek dörtlük hâlinde bulunan nazım
şekillerinin bu tarzda bir arada toplanma probleminin varlığından daha önce
bahsedilmişti. İşte Şiban Han’ın tuyuğları da rubâîlerin arasında bulunmalarına
rağmen rubâî olmadığını tamamen tuyuğ özelliği taşıyan manzumeler olduğunu
söylemek mümkündür.
Tuyuğlarında genel olarak beşerî aşkı ve beşerî sevgiliye vuslat hasretini
işleyen Şiban Han, aşk yolunun sıkıntılarla, müşküllerle dolu olduğunu ifade ederken
sevgiliye giden bu yoldaki müşküllerin âşığı yolundan alıkoymadığını vurgulamıştır.
Dilberimnin͡g zülfi boldı müşg ile
Nideyin tüştüm anın͡g tig müşkile
Her ne bolsa min anın͡g yolında-min
Ger işim tüşse anın͡g tig müşkile2

Daha önce sultan şairlerden olan Kadı Burhâneddin’de görüldüğü gibi Şiban
Han’ın şiirlerinde de alp kişiliğe sahip olmanın tesirini görmek mümkündür.
Mücadeleci, savaşçı ruhu şiirlerinde kullandığı kelime kadrosunu etkilediği görülen
Şiban Han, tuyuğlarının bir kısmında da bu tesiri göstermiştir. Mızrak (hışt), at ve
kan gibi kavramların kullanıldığı aşağıdaki tuyuğ bu tesiri göstermesi açısından
örnek gösterilebilir:
Ay Benâyî atan͡gızga at kanı
Biz anı kul disek an͡ga at kanı
Niçe işler uşbu gil-i hâm işini
İmdi barı hışt-ı puhte at kanı3

1 Karasoy, Şiban Han, s. 10.


2 a.g.e., s. 290.
3 a.yer.

130
Şiban Han’ın gerek şiirlerinde gerekse tuyuğlarında deyimlere sıklıkla
başvurduğu görülür. Örneğin aşağıdaki tuyuğda âşığın çektiği aşk acısı ve vuslat
hasreti gibi sıkıntıları daha yoğun ve veciz bir anlatıma sokmak adına “cana ot/od
yakmak” deyimini kullanmıştır.
Niçe dilber cânıma ot yakadur
Cânımun͡g derdine dermân yakadur
As tonun͡g körgende yanmak hoş turur
Haşyesinde bilmedim ne yakadur1

Şiban Han’ın kaleme aldığı tuyuğlarının arasında dikkat çeken örnekler de


muammâ tarzında yazdığı tuyuğlarıdır.2 Dört adet muammâ tuyuğ örneği veren
Şiban Han, tuyuğların başına muammâların cevaplarını Bi-ism-i nâ-kes, Bi-ism-i
Şüdeni, Çistân-ı İğne ve Çistân-ı Ok şeklinde vermiştir.
Çistân-ı İğne
Ol nedür kim yolıda güller biter
Yol yürige irse koymay öter
Ağzı közinin͡g yaşıdur reng-be-reng
Pîl tişini ağusı andın yiter3

Çistân-ı Ok
Bir yılan kördüm ki ikki başı bar
Ağzı birdür ayağı bir tişi bar
Gâh ağzın saklayıpdur bir yılan
Ol yılanın͡g hasretinden kan yutar4

Şekil olarak tüm tuyuğlarında a a x a kafiye örgüsünü kullanmış olan Şiban


Han, cinas kullanımına da oldukça özen göstermiştir. Kaleme aldığı 14 tuyuğun
10’unda cinas kullanan şair, cinası kullanmada başarılı olduğunu göstermiştir.
Aşağıda örnek olarak verilen ilk tuyuğun birinci mısraında geçen “müşg ile” ifadesi
ile ikinci ve dördüncü mısralarında geçen “müşkile” kelimesi arasında cinas-ı mefruk
bulunmaktadır. Yine ikinci örnek tuyuğa bakıldığında birinci, ikinci ve son
mısralarda geçen “kanı” kelimeleri arasında ise cinas-ı tam bulunduğu
görülmektedir:

1 a.g.e., s. 291.
2 Dîvan şiirinde remiz ve imâ yoluyla, yani doğrudan değil dolaylı olarak, işaret ile bir isme
delalet eden söz, bilmece. Bk. Saraç, Belâgat, s. 289.
3 Karasoy, Şiban Han, s. 306.

4 a.yer.

131
Dilberimnin͡g zülfi boldı müşg ile
Nideyin tüştüm anın͡g tig müşkile
Her ne bolsa min anın͡g yolında-min
Ger işim tüşse anın͡g tig müşkile1

Ay Benâyî atan͡gızga at kanı


Biz anı kul disek an͡ga at kanı
Niçe işler uşbu gil-i hâm işini
İmdi barı hışt-ı puhte at kanı2

Son olarak tuyuğlarında mahlas durumuna göz atılacak olursa Şiban Han
“Benâyî” mahlasını, biri muammâ tuyuğ örnekleri arasında olmak üzere 4 tuyuğda
kullanmıştır.
Ay Benâyî ilm içinde kân-sin
Sin ayagın͡g almasan͡g Multân-sin
İl ayagıda yürigil kân isen͡g
Uşbu fennin͡g içide ummân-sin3

Bi-ism-i Şüdeni
Ay Benâyî ‘ilmi yok başsız denî
Nâ sezâdur her bir işde kevdenî
Sin şefâatnın͡g başını an͡ga koy
Ayağın͡ga bolur anlar kövdeni4

2.3. 16. YÜZYIL


16. yüzyılda tuyuğ nazım şeklinin şairlerce tercih edilmesi bakımından bir
önceki yüzyılla hemen hemen aynı çizgiyi takip ettiği söylenebilir. Öyle ki bu yüzyıla
ait yaptığımız divan taramaları neticesinde, 21 divan şairinin tuyuğ sahasına katkıda
bulunduğu ortaya çıkmıştır. Gazel ve kaside kadar olmasa da millî bir nazım şekli
olarak tuyuğun divanlarda kendine yer bulması son derece kayda değerdir. Klasik
şiirin diğer nazım şekillerinde zirve yapan Anadolu şairlerinin, tuyuğ nazım şekline
mesafeli durmaları ve divanlarında bu nazım şekliyle az sayıda manzume kaleme
almaları, bu nazım şekline karşı başta Sehi Bey olmak üzere bazı çevrelerin
küçümseyici ifadelerinden kaynaklandığı bir önceki yüzyılın tarihi seyrinde
bahsedilmişti. Ancak yine de bu yüzyılda 21 şairin divanında rastlanan toplam tuyuğ
sayısının 431 olması oldukça kayda değerdir.

1 a.g.e., s. 290.
2 a.yer.
3 a.g.e., s. 301.

4 a.g.e., s. 302.

132
Bu asırda Divan şairleri arasında en fazla tuyuğ kaleme alan şairler arasında,
125 tuyuğ ile Misâlî / Gül Baba (ö. 1543) başı çekmektedir. Misâlî’den sonra ise 70
tuyuğla Muhîtî (ö. 1620 öncesi); 48 tuyuğla Antakyalı Kâsım Şeybânî (ö. 1521
sonrası); 33 tuyuğla Dukakinzâde Ahmet Bey (ö. 1517); 28 tuyuğla Arşî (ö. 1621); 21
tuyuğla Münîrî (ö. 1521[?]); 15’er tuyuğla Bâbür Şah (ö. 1530), Fânî (ö. 1054 sonrası
[?]) ve Pîrkâl (ö. ?); son olarak kaleme aldıkları 10’ar tuyuğla Şah İsmâil Hatâyî
(ö.1524) ve Ca‘ferî (ö. ?) tuyuğ sahasına en fazla katkı yapan diğer önemli şairlerdir.
Bu şairlerden başka, bu yüzyılda Amrî (ö. 1523-24?)’nin 9, Muhyiddîn Abdâl (ö.
1529)’nin 6, Lâmiî Çelebî (ö. 1531)’nin 2, İbrâhim Gülşenî (ö. 1534)’nin 3, Livâyî (ö.
1567’de sağ)’nin 3, Sânî/Mevlânâ Efserî (ö. 1568)’nin 2, Hayâlî-i Gülşenî (ö.
1569)’nin 4, Şuhûdî (ö. 1572)’nin 2 ve son olarak Gedizli Kabûlî (ö. 1591)’nin 5
tuyuğu tespit edilmiştir.
Bir önceki yüzyılda Çağatay şairleri tarafından tuyuğa karşı daha fazla rağbet
gösterilirken bu yüzyılda tuyuğ kaleme alan Çağatay şairler arasında sadece Bâbür
Şah ve Sânî mahlasını kullanan Mevlânâ Efserî’nin bulunması tuyuğun yavaş yavaş
gözden düştüğünün açık göstergesidir. Anadolu sahasında ise Alevî-Bektâşî
geleneğinde yetişip daha çok Hurufiliğin tesiriyle şiirler kaleme alan Misâlî (Gül
Baba), Muhîtî, Arşî, Fânî, Pîrkâl ve Caferî gibi şairler, Nesîmî’nin üslubunu örnek
alarak Hurufilik düşüncesi etrafında şekillenen tuyuğlarıyla ön plana çıkmışlardır. Bu
yüzyılda dikkate değer sayıda tuyuğ kaleme alan şairlerin söz konusu tuyuğları
hakkında şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:

2.3.1. Dukakinzâde Ahmet Bey (ö. 1517)


Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Dukakinzâde Ahmet Bey, birbirine
karışan ve farklılıklar gösteren tarihi kaynaklardaki bilgilere göre Arnavut Dukası
Jean’ın soyundan gelen bir aileye mensup olup dedesi Sadrazam Dukakinzâde Ahmed
Paşa (ö. 921 / 1515), babası ise Kanuni Sultan Süleyman devrinde Semendire Halep
ve Mısır beylerbeyliği görevinde bulunan Mehmed Paşa (ö. 964/1556)’dır.
Dukakinzâde Ahmet Bey’in şiirleri, Kaygusuz ve Ahmedî mahlaslarını kullanan ve
daha çok ilahi türünde manzumeler yazan Bayramî Melâmîleri’nden Ahmed
Sarban’ın (ö 952 / 1545-46) şiirleriyle karıştırılmış ancak son yapılan çalışmalarla
bu karışıklık giderilmiştir.1
Dukakinzâde Ahmed Bey’in tek eseri Dîvân’ıdır. Kaynaklarda bu divanda 25
kaside, 283 gazel, 9 müseddes, 7 mesnevi, 35 mukattaat ve 17 müfredat bulunduğu
zikredilse de divan incelendiğinde Dîvân’ın mukattaat başlığı altında bulunan 35
manzumenin 33’ünün tuyuğ olduğu ortaya çıkmaktadır.

1 Nejat Sefercioğlu, “Dukakinzade Ahmed Bey”, DİA, 1994, C. 9, s. 549; Süzen, Dükakinzâde
Ahmed Beg Divanı (İnceleme-Tenkitli Metin), s. XIII-XVII; Şeyma Benli, “Dukakinzâde Ahmed
Bey”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013.

133
Kaleme almış olduğu 33 tuyuğda daha çok tasavvufi düşüncesini işleyen
Dukakinzâde Ahmed Bey, bu düşünceyi sade ve akıcı bir dille ifade etmiştir. Genelde
şiirlerinin özelde ise tuyuğlarının tasavufî eğilimi ve üslup özellikleri göz önünde
tutulduğunda Dukakinzâde Ahmed Bey’in mutasavvıf bir şair olduğu söylenebilir.
Tasavvufun en temel öğretilerinin zikredildiği aşağıdaki örnek tuyuğda, hem
dünyada hem de ahirette selameti bulmanın yolunun az yemekten, az konuşmaktan
ve az uyumaktan geçtiğine vurgu yapılmış ve bunların yapılması hâlinde Hakk’ın
sırlarına vâkıf olunacağının altı çizilmiştir.
Hoş buyurmış diñle ashâb-ı kühen
Vâkıf-ı sırr-ı Hüdâ açmaz dehen
İsteriseñ kim selâmet olasın
Az yiyüp az söyleyüp az uyı sen1

Diğer sufi şairler gibi Dukakinzâde Ahmet Bey de tasavvufi şiirlerde çok kulla-
nılan gönül kavramına sıkça değindiği ve bu kavramı redif olarak kullandığı görülür.
Bilindiği gibi gönül, insanın var olma sebebi olan aşkın merkezi, mutlak yaratıcının
tecelli ettiği mahal ve yaratıcıya ulaşmanın en önemli noktası olarak kabul görür.
Dukakinzâde Ahmet Bey’e göre gönül, hakikatin bulunduğu en yüce arş, vahdet
incisinin bulunduğu deniz, hakikat âleminin mazharı, saf bir nur, cennetteki sâkî ve
kevserdir:
Çün hakikat arş-ı a‘lâdur göñül
Arş-ı a‘lâdan mu‘allâdur göñül
Vahdetüñ dürrine deryâdur göñül
Gıllu gışdan hoş musaffâdur göñül2

Âlem-i tahkîka mazhardur göñül


Gün gibi âlemde azherdür göñül
Nûr-ı sâfidür ki enverdür göñül
Cennete sâkî vü kevserdür göñül3

Yine Dukakinzâde Ahmet Bey’e göre gönlün değişken haletleri bulunmaktadır.


Ona göre gönül, bazen köle bazen sultan; bazen âşık bazen sevgili; bazen sarhoş
bazen hayran; bazen yaşlı bir pîr bazen de genç bir oğlan oluvermektedir. Yine ona
göre gönül, bazen kederli bazen neşeli; bazen güleç bazen gözü yaşlı; bazen iman
bazen küfür ile dolu; bazen bulut bazen de yağmudur:

1 Süzen, Dükakinzâde Ahmed Beg Divanı, s. 411.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 412.

134
Gâh bende gâh sultândur göñül
Gâh âşık gâh cânândur göñül
Gâh mest gâh hayrândur göñül
Gâh pîr ü gâh oglandur göñül1

Gâh gamgîn gâh şâdândur göñül


Gâh handân gâh giryândur göñül
Gâh küfr ü gâh îmândur gönül
Gâh ebr u gâh bârândur gönül2

Tasavvuf içerikli tuyuğlarında bir mürşit edasında nasihatlerini dile getiren


Dukakinzâde Ahmet Bey, özellikle tasavvufun düsturlarından kabul edilen
kendinden feragat etmeyi, benliğini satmayı ve vahdete erişmeyi engelleyen
kesretten yani mâsivadan kurtulmayı okuyucuya tembihlemiş ve ancak bu yolla ârif-i
Rab yani Allah’ı hakkıyla bilen biri olunabileceğini vurgulamıştır:
Kendüligden geçmeyen hodbîn olur
İkilikde kaldı ol hodbîn olur
Senlik ü benlik hicâbından geçen
Kurtılur kesretden ol Hak-bîn olur3

Gel berü iy Hak sözin gûş eyleyen


Mâsivâdan kalbini boş eyleyen
Ârif-i Rabb olan ârif kim-durur
Varlığı cümle ferâmuş eyleyen4

Tuyuğlarında hangi tarikatın meslek ve meşrebinin propogandasını yaptığı ile


ilgili belli bir ipucu bulunmayan Dukakinzâde Ahmet Bey, tasavvufun genel
öğretilerinin yanında tasavvuftaki vahdet-i vücûd düşüncesini işlediği de
görülmektedir. Ona göre kâinatta Allah’tan gayrı yoktur, gayr olarak kabul edilen
kesretten kurtulması hâlinde ise Hakk’ın nurunun tecelli edeceğini ifade etmiştir.
Aç gözün cânân yüzine toğru bak
Gayr yokdur kimseye hiç tutma dak
Gayrından kurtıl iriş Hak nûrına
Nûr-ı Hak ile görinür nûr-ı Hak5

İlahi aşkın dışında beşerî aşk içerikli tuyuğları da bulunan Dukakinzâde


Ahmet Bey, beşerî sevgilinin güzelliğinden dem vururken aslında ondan neler

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 413.
3 a.g.e., s. 419-20.

4 a.yer.

5 a.g.e., s. 420.

135
çektiğini de ifade etmeye çalıştığı görülür.
Bir büt-i tersâya virdüm göñlümi
Bir kaşı genç aya virdüm göñlümi
Bir melek-sîmâya virdüm göñlümi
Bir yüzi bedr-aya virdüm göñlümi1

Bir büt-i ayyâra virdüm göñlümi


Bir saçı zünnâra virdüm göñlümi
Bir yüzi gülzâra virdüm göñlümi
Bir gözü mekkâra virdüm göñlümi 2

Göñlüm aldı bir büt-i şîrîn-zekân


Lebleri la‘l dişi dürr-i ‘Aden
Kâmeti serv [ü] izârı yâsemen
Ruhları güldür velî gonca-dehen3

Dukakinzâde Ahmet Bey’in tuyuğları şekil olarak değerlendirildiğinde öncel-


ikle Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün ile kaleme aldığı bir tuyuğu hariç tüm tuyuğlarını
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle kaleme almıştır. Tuyuğlarının hiçbirinde mahlas
kullanmayan Dukakinzâde Ahmet Bey, kafiye düzeni olarak 27 tuyuğunda a a a a
kafiye düzenini, geriye kalan 6 tuyuğunda ise a a x a kafiye düzenini kullanmıştır.
Tuyuğlarında cinaslı söyleyişe dikkat etmeye çalıştığı görülen Dukakinzâde
Ahmet Bey, cinas çeşitlerini kullanmada pek de mahir olmadığı ve cinas çeşitlerinden
sadece cinas-ı lâhık ve cinas-ı mutarraf örnekleri verebildiği söylenebilir. Örneğin
aşağıdaki tuyuğların ilkinde, birinci mısrada geçen “mazhar” sözcüğü ile ikinci
mısrada geçen “azher” sözcüğü arasında cinas-ı mutarraf bulunmaktadır. İkinci
örnek tuyuğda ise ikinci mısrada geçen “şeydâ” sözcüğü ile üçüncü mısrada geçen
“peydâ” sözcüğü arasında cinas-ı lâhık bulunmaktadır:
Âlem-i tahkîka mazhardur göñül
Gün gibi âlemde azherdür göñül
Nûr-ı sâfidür ki enverdür göñül
Cennete sâkî vü kevserdür göñül4

Mazhar-ı nûr-ı hüveydâdür göñül


Şevk ile şûrîde şeydâdur göñül
‘Işk-ı mâ‘şûk-ıla peydâdur göñül
Gör nice âlemde rüsvâdur göñül1

1 a.g.e., s. 413.
2 a.g.e., s. 415.
3 a.g.e., s. 418.

4 a.g.e., s. 412.

136
2.3.2. Münîrî (ö. 1520-21)
Münîrî, II. Bayezit ve oğlu Şehzade Ahmet Amasya’da sancak beyliği yaparken
910 (1504-1505) ve 915 (1509-1510) yılları arasında onların meclisinde bulunmuş
ve her iki idareciye sunduğu kasidelerle ön plana çıkmış bir divan şairidir. Münîrî,
şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı dışında Hz. Peygamber’in hayatını konu alan Siyer-i Nebî
adlı iki manzum eseri ile Mecmûa-i Münşeât ve Tezkiretü’l-Vekâyî adlı iki mensur
eseri telif etmiştir.2
Dîvân’ında “Tuyuğlar” başlığı altında 21 tuyuğu bulunan Münîrî, bu tuyuğların
2’sini Farsça, 19’unu ise Türkçe kaleme almıştır. Tuyuğları incelendiğinde genel
olarak beşerî aşkı ve beşerî sevgilinin güzelliğini terennüm eden Münîrî, her fırsatta
sevgiliden çektiği elem ve kederden mustarip olduğunu ifade etmiştir:
Tâ ki düşdi ‘ışk ile bî-çâre dil
Bulmadı derdine hergiz çâre dil
Kâbil-i merhem degüldür hâsılı
Tîr-i gamzeñden yidiyse yara dil3

Dil olarak olmasa da üslup olarak Ali Şîr Nevâyî’nin üslubunu hatırlatan
manzumeler kaleme alan Münîrî’nin tuyuğlarında Ali Şîr Nevâyî’de sıkça görülen
âşığın perişan hâlini ve sıfatlarını görmek mümkündür.
Gözyaşı sensiz ki la‘l-i nâb olur
La‘l-i nâbuñsuz ciger hûn-âb olur
Âkıbet dil mülkini vîrân kılur
Kanlu yaşum böyle kim seyl-âb olur4

Ruhlaruñ kim bâğ-ı cân gül-zârıdur


Sad hezârân bülbül ü gül zârîdür
Bülbül-i dil-hasteni unutma kim
Dem-be-dem hâr-ı belâ bîmârıdur5

Daha önce Nesîmî ve Dede Ömer Rûşenî gibi bazı tuyuğ şairlerinde olduğu gibi
Münîrî’nin de sevgilinin her bir güzellik unsurunu bir tuyuğunda işlediği görülür.
Ancak bu sevgilinin beşerî sevgili olduğu diğer kavram ve ifadelerden açıkça
anlaşılmaktadır. Özellikle bu tuyuğlarında özgün benzetleri yapmakla öne çıkan
Münîrî, bu yönüyle diğer şairlerden ayrıldığını söyleyebiliriz. Örneğin sevgilinin
gözlerini anlattığı aşağıdaki tuyuğunda sevgilinin gözlerini amansız bir Türk’e

1 a.yer.
2 Ersen Ersoy, II. Bayezid Devri Şairlerinden Münîrî ve Divanı (İnceleme-Metin), Ankara: Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2017, s. 1-5.
3 a.g.e., s. 380.

4 a.g.e., s. 381.

5 a.g.e., s. 383.

137
benzeten Münîrî’nin bu benzetmesi, daha önce hiç kullanılmamış bir teşbih olarak
oldukça kayda değerdir. Ona göre sevgilinin gözleri, amansız bir Türk, cihan
mülkünü yıkan bir âfet ve yan bakış oklarını fırlatma emri veren bir komutandır:
Veh ki Türk-i bî-amândur gözlerüñ
Âfet-i mülk-i cihândur gözlerüñ
Kılmaga dil mülkini her dem harâb
Gamzene haydi hemân dir gözlerüñ1

Sevgilinin güzelliğini tamamlayan unsurlardan biri olan sevgilinin benlerini


anlatırken Münîrî, hat sanatı ile ilgili hakim görüşten yararlanarak da orijinal ifadeler
ortaya koymayı başarmıştır. Şaire göre ‘ben’, sevgilinin cemâlinin (cim harfinin) yani
cimi cim yapan altındaki noktadır ve eğer hat düzgün yazılırsa noktaları ihmal
edilmezse kemal bulmuş bir hat sanatı olur. Bu tuyuğa daha geniş bir açıdan
bakıldığında kısmen Hurufiliğin de tesirinin olduğunu söylemek mümkündür:
Benlerüñdür nokta-i cîm-i cemâl
K’itdi hânâ hattuñı bî-kîl ü kâl
Hâlüñ ile hattuñı gören didi
Bî-nukat hat lâ-büd olmaz ber-kemâl2

Münîrî’nin tuyuğları şekil olarak değerlendirildiğinde öncelikle Mefâ‘îlün


mefâ‘îlün fe‘ûlün ile kaleme alınan bir tuyuğu hariç tüm tuyuğlarının Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle kaleme alındığını söylemek mümkündür. Tuyuğlarının
hiçbirinde mahlas kullanmayan Münîrî, kafiye düzeni olarak da tüm tuyuğlarında a a
x a kafiye düzenini kullanmıştır.
Tuyuğlarında cinası da ihmal etmediği görülen Münîrî, özellikle cinasın cinas-ı
mefruk çeşidinde başarılı örnekler vermiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğların ilkinde
birinci mısrada geçen “gül-zârıdur” ifadesi ile ikinci mısrada geçen “gül zârîdür”
ifadesi arasında cinas-ı mefruk bulunmaktadır. İkinci örnek tuyuğun ilk mısraında
geçen “kaygusına” kelimesi ile ikinci mısrada geçen “kaygusı ne” ifadesi arasında da
yine başarılı bir şekilde cinas-ı mefruk uygulanmıştır:
Ruhlaruñ kim bâğ-ı cân gül-zârıdur
Sad hezârân bülbül ü gül zârîdür
Bülbül-i dil-hasteni unutma kim
Dem-be-dem hâr-ı belâ bîmârıdur3

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 384.
3 a.g.e., s. 383.

138
Düşmeyen fikr-i cihân kaygusına
Gamdan âzâd oldı bes kaygusı ne
Devlet anun kim yetişür dem-be-dem
Seng-i gayret şîşe-i nâmûsına1

2.3.3. Antakyalı Kâsım Şeybânî (ö. 1521 sonrası)


15. asrın ikinci yarısıyla 16. asrın ilk çeyreğinde yaşamış olan Kâsım Şeybânî,
dönemin Vefâiyye tarikatına mensup bir sufi olarak eserlerini telif eden bir
şahsiyettir. Mensur Cevâharü’l-Ahbâr ile manzum-mensur karışık Nasihatnâme’si
bulunan Kâsım Şeybânî, her iki eserini de didaktik bir üslupla kaleme almıştır.
Nasihatnâme’sinde 50 tuyuğ kaleme alan Kâsım Şeybânî, söz konusu tüm bu
tuyuğlarında da nasihat üslubunu kullanmıştır.2
Dostı terk eyle ve ahbâbıñ unut
Tâ bulasın Hayy u Bâkî Lâ-yemût
Tut nasihat aç dil ü cân sem’ini
Hem sañadur hem bañadur bu ögüt3

Kâsım Şeybânî, kaleme almış olduğu bu 50 tuyuğun 26’sında rubâî başlığı


bulunmakla birlikte bu manzumelerin rubâî değil tamamen tuyuğ özelliği taşıdığı
anlaşılmaktadır.4 İlk tuyuğlarında özellikle ilim tahsil etmenin değeri üzerinde duran
müellif, ilmin insana şeref kazandırdığını, cehaletle hiçbir yolun aşılamayacağını ve
buna ek olarak cahilin Allah katında da değersiz olduğunu vurgulamıştır:
‘İlm-ile olur kişiye her şeref
İmdi ömrüñ kılma gel ğayra telef
Cehl-ile hîç kimse menzil almadı
İlmi yok kişi hemân dürsüz sadef 5

İşbu yol key incelerden incedür


Her kişiye ilmi mikdârıncadur
Kadri yokdur Hak katında câhiliñ
Déme kim zâhirde ol yüz bincedür6

Tuyuğları arasında kendini överek fahriye örneği de veren Kâsım Şeybânî,


kendisinin pîr olduğunu, herkesten daha faziletli ve daha kâmil olduğunu

1 a.g.e., s. 385.
2 Bünyamin Taş, Antakyalı Kâsım Şeybânî ve Nasihatnâme’si, İstanbul: Kriter Yayınevi, 2018, s.
15-37.
3 a.g.e., s. 118.

4 a.g.e., s. 41.

5 a.g.e., s. 139.

6 a.g.e., s. 147.

139
vurgulamıştır.
Hutbe bende okunur fâzıl benem
Hem dahı bu hâlete kâbil benem
Muktedî sizler size ben muktedâ
Cümleñüzden şübhesüz kâmil benem1

Kâsım Şeybânî’nin tuyuğları arasında rind-meşreb veya Epiküryen felsefe diye


tabir edilen dünyanın gelip geçici olduğunu ve dolayısıyla gününü gün edip yemeyi
ve yedirmeyi ön gören görüşe uygun nasihatleri içeren örnekler de mevcuttur.
Aşağıdaki örnek tuyuğunda Kâsım Şeybânî, bu dünyanın gelip geçici olduğunu
dolayısıyla en bedbaht kişinin malı olmasına rağmen yemesini bilmeyen kişi
olduğunu, akıllı olan kişinin ise yiyip içip başkasına da yediren kişi olduğunu
vurgulamıştır:
Zî-musîbet ẕî-cefâ şol kişiye
Mâlı tahsîl éde yéyebilmeye
‘Âkil ol kesb eyle ve yé hem yédür
Çün bilürsün dünyâ bâkî kalmaya2

Kâsım Şeybânî’nin manzumeleri ahenk kurgusu açısından geleneksel Türk şiir


zevkine yaklaşsa da lirizm konusunda aynı yakınlık söz konusu değildir.
Manzumelerinin çoğu öğretici üsluptadır. Dolayısıyla Kâsım Şeybânî’nin bediî bir
endişeyle eser telif etmediği de aşikârdır:
Zâlime inanma ve olma yakın
Nef’i yok vü cevri çok andan sakın
Tâ’atı ne deñlü çok olsa anıñ
Nef’i yok gözetmese mazlûm hakın3

Kâsım Şeybânî’nin Nasihatnâme’sinde bulunan tuyuğlar şekil olarak


değerlendirildiğinde, yukarıda da belirttiğimiz gibi 50 tuyuğun 26’sının başlığında
rubâî kaydı bulunmakla birlikte şekil olarak tuyuğ özelliklerini taşımaktadır. Kafiye
olarak bakıldığında bu 50 tuyuğun 34 adedinin a a x a, 12 adedinin x a x a ve 4
adedinin ise a a a a uyak örgüsüne sahip olduğu görülmektedir.
Tuyuğlarının 23’ünde cinas kullanan Kâsım Şeybânî, cinas kullanmada çok
mahir bir görüntü çizmese de cinas-ı tam, cinas-ı lâhık, cinas-ı merfu, cinas-ı
mutarraf ve cinas-ı mükerrer gibi cinas çeşitlerini kullanmıştır. Aşağıdaki örnek
tuyuğların ilkinde birinci mısrada geçen “incedür” kelimesi ile ikinci mısrada geçen
“mikdârıncadur” kelimesi arasında cinas-ı mutarraf; ikinci örnek tuyuğun birinci ve

1 a.g.e., s. 172.
2 a.g.e., s. 253.
3 a.g.e., s. 290.

140
ikinci mısralarında geçen “ehline” sözcükleriyle dördüncü mısrada geçen “cehline”
sözcüğü arasında ise cinas-ı mutarraf bulunmaktadır:
İşbu yol key incelerden incedür
Her kişiye ilmi mikdârıncadur
Kadri yokdur Hak katında câhiliñ
Déme kim zâhirde ol yüz bincedür1

Kıl inâyet Rabbenâ borc ehline


Tâ ki hakkı érgüreler ehline
Édeler seniñ dahı hakkıñ edâ
Ol mu’în kalma ibâdıñ cehline2

2.3.4. Şah İsmâil Hatâyî (ö.1524)


Safevî Devleti’nin kurucusu ve ilk şahı olan Şah İsmâil, Hatâyî/Hatâî mahlasını
kullanarak yazdığı şiirler dolayısıyla çağdaşları ve hayranları tarafından “sâhib-i seyf
ü kalem” diye nitelenmiştir. Şah İsmâil, Azeri edebiyatının en önemli şairlerindendir.
Şiir yazacak derecede Arapça ve Farsça bilmesine rağmen Türkçe yazarak Azeri
edebiyatının gelişmesinde önemli rol oynamış olan Hatâyî ile birlikte Azeri edebiyatı
tam anlamıyla olgunluk safhasına erişmiştir.3 Dehnâme ve Nasihatnâme adlı
eserlerinin yanı sıra hacimli bir Dîvân’a sahip olan Hatâyî, gazel ve kaside başta
olmak üzere tuyuğ nazım şekliyle de manzumeler kaleme almıştır.
Şiîliği resmî ideoloji hâline getirerek İran’da yeni bir devletin kurucusu olan
Hatâyî’nin Dîvân’ında 10 tuyuğ bulunmaktadır. Hatâyî’nin hemen tüm tuyuğlarını Hz.
Alî’nin methine ayırdığını söylemek mümkündür. Hz. Alî’ye canının feda olduğunu
ifade ederek tuyuğlarına başlayan Hatâyî, Hz. Alî’nin âlemin şâhı olduğunu ifade
etmiştir.
Yâ ‘Ali cânum saña olsun fedâ
Kul kefâ’dur şe’nine Hakdan nidâ
Bu Hatâyî göñline kılduñ nuzûl
Merhabâ ey şâh-ı ‘âlem merhabâ4

Tuyuğlarının devamında Hz. Alî’nin cihanın övünç kaynağı olan Hz.


Peygamberin en yakın dostu olduğunu da ifade eden Şah İsmail, Hz. Resulullâh’a
duyduğu muhabbeti de vurguladığı görülmektedir.

1 a.g.e., s. 147.
2 a.g.e., s. 314.
3 Adile Yılmaz Anıl, “Şah İsmail”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, C. 38, s. 256.

4 Şah İsmail, Hatâyî Dîvânı, s. 584.

141
Mustafâ fahr-i cihân sen hem-demi
Zâtuñuz hem lahmı anuñ hem demi
Ey Hatâyî bil ‘Alî’dür bî-gumân
Kab-ı kôseyn’nüñ rumûzı merhemi1

Mezhep olarak Hüseynî olduğunu da ifade eden Hatâyî, devamında yine Hz.
Alî’yi kastederek şâhın kölesi olduğunu ifade etmesi Şiîliğin ne denli propagandasını
yaptığını açıkça göstermektedir:
Men Hüseynî mezhebem şâhuñ kulı
Ya‘ni ki ma‘nîde Allâhuñ kulı
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Olmayınca uşbu dergâhuñ kulı2

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi hemen tüm tuyuğlarını Hz. Alî’nin övgüsüne
ayıran Hatâyî, üç tuyuğda “Alî” redifini kullanmıştır. Hz. Alî’nin Allah’ın zatının
mazharı olduğunu zikreden Hatâyî, Hz. Alî’nin kin ve nefret gibi duygulardan arınmış
olduğunu vurgularken kendisinin bir şah, bir hakan olarak Hz. Alî’nin kölesi olan
Kanber’e dahi köle olduğunu vurgulamıştır:
Zâtuñ Allâh mezharıdur yâ ‘Alî
Kibr ü kîn senden berîdür yâ ‘Alî
Bu Hatâyî Keyser ü Hâkân u Cem
Kanberinüñ Kenberidür yâ ‘Alî3

Tuyuğlarını şekil olarak değerlendirmek gerekirse, Hatâyî’nin tuyuğlarının en


dikkat çeken yönü, tüm tuyuğlarında mahlas kullanmasıdır. Tüm tuyuğlarını
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle kaleme alan Hatâyî, kafiye düzeni olarak da tüm
tuyuğlarında a a x a kafiye düzenini kullanmıştır.
Ol ‘Alîdür ‘âleme ümmîd olan
Ol ‘Alîdür dünyeden tecrîd olan
Ol ‘Alîdür ey Hatâyî bî-hetâ
Dünye vü ukbâda hem câvîd olan4

Ger ‘Alînüñ mülk-i insândur yeri


Der-hakîkat ‘arş-ı Rehmândur yeri
Ey Hatâyî kimde var mehr-i ‘Alî
Rehmet-i Hak bâğ-ı rızvândur yeri 5

1 a.yer.
2 a.yer.
3 a.g.e., s. 585.

4 a.yer.

5 a.yer.

142
Kaleme almış olduğu 10 tuyuğun 7’sinde cinas kullanan Hatâyî cinasta da
başarılı olduğunu göstermiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğların ilkinde ilk mısrada geçen
“hem-demi” ifadesi ile ikinci mısrada geçen “hem demi” ifadesi arasında cinas-ı tam;
ikinci örnek tuyuğun ikinci mısrada geçen “berîdür” kelimesi ile son mısrada geçen
“Kanberidür” kelimesi arasında ise cinas-ı mutarraf bulunmaktadır.
Mustafâ fahr-i cihân sen hem-demi
Zâtuñuz hem lahmı anuñ hem demi
Ey Hatâyî bil ‘Alî’dür bî-gumân
Kab-ı kôseyn’nüñ rumûzı merhemi1

Zâtuñ Allâh mezharıdur yâ ‘Alî


Kibr ü kîn senden berîdür yâ ‘Alî
Bu Hatâyî Keyser ü Hâkân u Cem
Kanberinüñ Kanberidür yâ ‘Alî 2

2.3.5. Bâbür Şah (ö. 1530)


Bâbürlü Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Bâbür Şah, kurduğu
devlet ve tarihte oynadığı önemli rol bakımından Türk tarihinin önde gelen
simalarından biri olmasının yanında, şiir, edebiyat, hat 3 ve diğer güzel sanatlara karşı
olan ilgisiyle tanınan bir sultandır. Bâbür Şah, Ali Şîr Nevâyî’den sonra Çağatay
edebiyatının en kudretli şairi olarak kabul edilir. Dîvân’ında bulunan 217 rubâî ile bir
rubâî ustası olduğunu gösteren Bâbür Şah, rubâî gibi dört mısradan oluşan tuyuğa da
ilgili olduğunu kaleme aldığı 15 tuyuğla ortaya koymuştur.4
Dîvân’ında Kaleme aldığı hemen tüm tuyuğlarda âşıkane bir üslup kullanmaya
gayret gösteren Bâbür Şah, aşkın ve bilhassa sevgilinin verdiği ıstıraptan şikâyet
etmiştir. Bir yandan sevgilinin güzelliğini öven Bâbür Şah, öte yandan sevgilinin her
daim kendisine yalan söylediğinden, yalancı olduğundan yakınmıştır:
Ol ki her közi gazâl-i Çin durur
Kaşıda peyveste anın͡g çîn durur
Çünki köp yalgan ayıttı ol man͡ga
Ger disem yalgançı anı çın durur5

1 a.g.e., s. 584.
2 a.g.e., s. 585.
3 İyi bir hattat olan Bâbür “hatt-ı Bâbürî” adıyla yeni bir hat icat etmiştir. Bk. Enver Konukçu,

“Babür”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1991, C. 4, s. 396.


4 Rubâîleri için Bk. Çalka, Divan Şiirinde Rubâî, s. 68-70.

5 Yücel, Bâbür Dîvânı, s. 284.

143
‘Işk ehli ‘ışk derdini tanın͡g
Köp yamandur derd-i ‘ışkıdın tanın͡g
Her niçe közüm aç irse köz toyar
Ger açılsa sîm dik nâzük tenin͡g1

Tuyuğlarında yaşadığı veya ilişkisi bulunan yer isimlerine de yer veren Bâbür
Şah, Orta Asya topraklarında bulunan Horasan, Çin, Hıta, Rey ve Issık Gölü gibi yer
isimlerini bol kullanmıştır. Sevgilinin buralarda olduğuna inanan Bâbür Şah, buralara
sefere çıkmasının en önemli sebebinin sevgilinin kendisi olduğunu vurgulamıştır:
Mini bî-hâl iylegen yâr ay durur
Kim anın͡g vaslı man͡ga yaray durur
Ger visâli bolmasa kiter yirim
Ya Horâsan yâ Hıtâ yâ Rey durur2

Ol ki her közi gazâl-i Çin durur


Kaşıda peyveste anın͡g çîn durur
Çünki köp yalgan ayıttı ol man͡ga
Ger disem yalgançı anı çın durur3

Cânga saldı dehr gurbet nârını


Köz yaşım boldı Mogulnın͡g nârini
Bu arada min digen dik bolmasa
Közley Isıg köl ü andın narını4

Kendinden sonra yetişen şairleri etkileyebilecek bir şiir kabiliyetine sahip


olan Bâbür Şah’ın aşağıdaki tuyuğundaki ifadelere bakıldığında aynı yüzyılda yaşayıp
kendisinden yaklaşık 30 yıl sonra vefat eden Türk edebiyatının en meşhur simala-
rından olan Fuzûlî (ö. 1556)’nin “Mende Mecnûndan füzûn âşıklık isti‘dâdı var /Âşık-ı
sâdık menem Mecnûnun ancak adı var”5 şeklindeki beytini akıllara getirmektedir.
Sin kibi bir dil-rübânı bilmenem
‘Âşık-ı sâdık ki dirler bil menem
Kıl taşavvur köz yaşımnı bir tin͡giz
Özge ‘âşık eşki yan͡glıg bilme nem6

Tuyuğlarına şekil açısından bakıldığında, öncelikle Bâbür Şah’ın bütün


tuyuğlarının Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle kaleme alınmış olduğunu söylemek

1 a.g.e., s. 286.
2 a.g.e., s. 284.
3 a.yer.

4 a.g.e., s. 285.

5 Kenan Akyüz, vd., Fuzûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000, s. 167.

6 Yücel, Bâbür Dîvânı, s. 286.

144
mümkündür. Tuyuğların kafiye durumuna bakıldığında ise, 12 tuyuğunun a a x a; 2
tuyuğunun x a x a; 1 tuyuğunun ise a a a a kafiye örgüsüyle düzenlendiği
görülmektedir. Tuyuğları cinas kullanımı açısından incelendiğinde ise 15 tuyuğun
14’ünde cinasın bulunduğuna şahit olunmaktadır ki bu, Bâbür Şah’ın cinastaki
kabiliyetini göstermesi açısından da önem arz etmektedir. Aşağıda verilen iki örnek
tuyuğun ilkinde ikinci mısrada geçen “Debîre” ifadesi ile son mısrada geçen “bire”
ifadesi arasında ise cinas-ı mutarraf bulunmaktadır. İkinci örnekte ise birinci
mısrada geçen “bilmenem” kelimesi, ikinci mısrada geçem “bil menem” ifadesi ve son
mısrada geçen “bilme nem” ifadesi arasında iki farklı cinas-ı mefruk bulunmaktadır.
Kâbil ü Gazni ilige aytın͡gız
Bizge yir imdi Hoşâb Debîredür
Kay sarıga barga biz kim milk ü mâl
Bizge munda Hak ta‘âlâ biredür1

Sin kibi bir dil-rübânı bilmenem


‘Âşık-ı sâdık ki dirler bil menem
Kıl taşavvur köz yaşımnı bir tin͡giz
Özge ‘âşık eşki yan͡glıg bilme nem2

2.3.6. Misâlî / Gül Baba (ö. 1543)


Gül Baba, Fatih Sultan Mehmed, II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim (I. Selim) ve
Kanuni Sultan Süleyman dönemlerindeki birçok savaşa katılmış ve 1543’de yapılan
Budin Seferi’nde şehit olmuş bir Bektaşi dervişidir. Kaynaklarda cenaze namazına
200.000 askerin yanı sıra Kanuni’nin de katıldığı zikredilen Gül Baba’nın cenaze
namazını Ebussuûd Efendi kıldırmıştır.3 Manzum ve mensur eserlere sahip olan Gül
Baba, şiirlerinde Misâlî mahlasını kullanmıştır. Hurufi olduğu kanaati yaygın olan Gül
Baba’nın mürettep bir Dîvân’ından başka, 969 beyitlik Feyz-nâme adlı bir mesnevisi;
besmelenin faziletlerini ve Hurufilik inanç ve kaidelerini içeren mensur Risâle-i
Besmele’si ile dünya ve ahiret saadetine giden yolları anlatan Miftâhu’l-Gayb adlı
eserleri bulunmaktadır.4
Dîvân’ında 125 tuyuğu bulunan Misâlî, Divan edebiyatında en fazla tuyuğ
kaleme alan şairler arasındadır. Muhteva olarak Nesîmî’nin ve Hurufiliğin tesirinin
açık bir şekilde görüldüğü tuyuğlarında Misâlî, daha ilk tuyuğundan itibaren üslup
olarak da Nesîmî’nin üslubunu kullandığını söylemek mümkündür.

1 a.g.e., s. 287.
2 a.g.e., s. 286.
3 İmran Gündüz Alptürker, “Misâlî, Gül Baba, Cafer”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2015,

http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=7452 (Erişim
tarihi: 02.10.2018).
4 Dede, Divân-ı Gül Baba, s. 7; Güneş, Misâlî Dîvânı, s. 21-22.

145
Misâlî’den Nesîmî’den
Ey cemâlüñ mazhar-ı zât-ı Hudâ İy cemâlüñ mazhar-ı zât-ı kadîm
Kıble-gâh-ı enbiyâ vü evliyâ Sûretüñ Allâh u Rahmân ü Rahîm
Bist heşt sî vü düdür hatlaruñ Vechüñe cümle melâ’ik ins ü cin
Ya‘ni âdemdür düraht-ı müntehâ1 Secde kıldı gayr-i şeytân-ı racîm2

Yine Nesîmî’de olduğu gibi Misâlî’nin tuyuğlarında da Hurufilik’te önemli bir


değere sahip olan 28 ve 32 sayılarının kullanıldığı ve bu sayılar ifade edilirken ya
doğrudan “otuz iki” ifadesinin veya “si vü du” ifadelerinin kullanıldığı görülmektedir.
Daha önce de ifade ettiğimiz üzere Arap alfabesinde 28 harf vardır. Bu harflere
Farsçada kullanılan p, ç, j ve g (‫ )پ چ ژ گ‬harfleri eklenince bu sayı 32’ye çıkar.
Aslında bu sayı Fazl (‫ )ﻓﻀﻞ‬ismini, yani Fazlullah-ı Hurufi kapsayan bir sayıdır. Şöyle
ki dat (‫ )ض‬harfi alfabede 15. sıradadır ve dat’ın eczasındaki (‫ )ﺿﺎد‬elif ve dal harfi
15’e eklendiğinde bu sayı 17’ye çıkar, bu iki değerin toplamı da 32’ye eşittir. 3 İşte
genelde Hurufi şairlerin özelde de Nesîmî ve Misâlî’nin şiirlerinde Fazlullah-ı
Hurufi’nin adının Fazl (‫ )ﻓﻀﻞ‬olarak kısaltılması, bu ismin harf değerlerinin 32 “ilahi
kelime” olarak adlandırılan 32 harf hizasında olmasından kaynaklanmaktadır. Bu
sayede Fazlullah-ı Hurufi’ye ilahi bir makam verilme çabası güdülmekte olduğu da
bir gerçektir.
Otuz iki nutk-ı bî-çûn u çerâ
Bir iken sî vü dü harf oldı çerâ
‘Âlem-i bi’l-kuvveden zat-ı hudâ
Hem bular oldı sıfât-ı kibriyâ4

Ey dü çeşmüñ sî vü dü esmâ-yı zât


Lâm u bâ la‘lüñ durur âb-ı hayât
Altı kerre sî vü dü ez şeş cihât
Zâhir olur uşta Hak’dan beyyinât5

Si vü dü hatuñ ki şatranc-ı sıfât


Anı sec‘ itdi yed-i kudretle zât
Pîl ü ferz ü şâh u ruh piyâde at
Oynayı gör k’olmayasın anda mât6

1 Dede, Divân-ı Gül Baba, s. 464.


2 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s. 844.
3 Usluer, Hurufilik, s. 30.

4 Dede, Divân-ı Gül Baba, s. 464.

5 a.g.e., s. 465.

6 a.yer.

146
Ey cemâlüñ sûret-i fî lâm u zâd
K’anı idrâk itmeyendür Kavm-i ‘Âd
Gösterenler râh-ı Hak’da ictihâd
Âkıbet dîdâre irdi oldı şâd1

Fazlullah-ı Hurufi’yi remzen hatırlatan 28 ve 32 sayılarının dışında


Hurufilerde 7, 8, 9, 10, 40 ve 109 gibi sayılar da önemli bir yere ve anlama sahiptir.
Örneğin yedi rakamı, haftanın yedi gününe, yedi gezegene, yedi kat semaya, insan
ruhunun yedi kapısına (iki göz, iki kulak, bir ağız ve iki burun deliği) ve yedi cennete
karşılık gelmektedir. İşte Misâlî de bu sayıların bir rumuz olduklarını, bu rumuzları
bilmeyenin bin yıl çalışıp kitap ilmi tahsil etmesi durumunda dahi Hakk’a
eremeyeceğinin altını çizmiştir:
İstivâdan yedi hat ey kâm-yâb
Heşt cennet sırrı olur feth-i bâb
Hakk’a irmez bu rumûzı bilmeyen
Cehd idüb biñ yıl ger okursa kitâb2

Ey dehânuñ mahzen ü nutk aña genc


Nûş iden ol şerbeti bulmadı renc
Yedi hattuñ otuz iki eyledi
İstivâdan ey kamer erbâb-ı senc3

Fazlullah-ı Hurufi’ye ilahi bir makam isnat eden Hurufi temsilcileri kendisini
marifetin sultanı, Allah’ın zat ve sıfatlarının bir mazharı olarak gördüklerini daha
önce söylemiştik. Misâlî ise bu makamları daha da ileriye götürerek Fazlullah’ın
mehdi ve Mesih olduğunu iddia etmiştir. Misâlî’ye göre Fazlullah, kıyametin
kopmasından evvel yer yüzüne inecek olan ve kıyametin sırlarından işaretler
verecek olan Mesih olarak Kürs-i i Hakk’a inmiş mehdîdir.
Fazl-ı Hak’dur pâdişah-ı ma‘rifet
Fazl-ı Hak’dur mazhar-ı zât [u] sıfat
Fazl-ı Hak’dur bize ‘âlî menzilet
Oldı rûşen gün gibi ez şeş-cihet4

Kürsî-i Hakk’a nüzûl itdi Mesîh


Fazl-ı Yezdân ya‘ni Mehdîdür sarîh
Virdi esrâr-ı kıyâmetden nişân
Añlayanlar oldı dîninde sahîh5

1 a.g.e., s. 467.
2 a.g.e., s. 464.
3 a.g.e., s. 466.

4 a.g.e., s. 465.

5 a.g.e., s. 466.

147
Bak yüzüñde sûret-i Yezdân’ı gör
Ya‘ni Fazlu’llâh-ı ‘âlîşânı gör
‘Arş-ı veche nâzil oldı anı gör
Gör ne tahta geçdi ol sultânı gör1

Başta Nesîmî’de olmak üzere diğer Hurufi şairlerde olduğu gibi Misâlî’nin
tuyuğlarında da başta yüz/sîmâ olmak üzere sevgilinin zülfü, dudakları, yanakları vb.
güzellik unsurlarının Hurufilik bağmanında işlendiği görülmektedir. Ancak
Nesîmî’nin tuyuğlarında olduğu gibi, söz konusu bu tuyuğlarının hiçbirinde Hz.
Peygamber ile ilgili “Nebî, resûl, resûlullâh vb.” ifadelerin bulunmaması yani
buradaki sevgilinin beşerî bir sevgili mi yoksa Hz. Muhammed mi olduğu sorusunun
tam cevap bulmaması, bu tuyuğların hilye olup olmadıklarıyla ilgili yine ihtiyatlı
davranmamıza neden olmaktadır.
Ey yüzüñ ‘arş u saçuñ zıll-ı Hudâ
K’anda Mi‘râc eylemişdür Mustafâ
Ey cemâlüñ haşr-gâh-ı enbiyâ
Secde-gâh-ı asfiyâ vü etkıyâ2

Verd-i cennetdür cemâlüñde yanâğ


K’urdı cân bülbülinüñ bağrına dâğ
Dâne halüñ göñlüme zülfüñ duzâğ
Öldürür dîvâneyi zencîr ü bâğ3

Kıldı göñlüm ‘anberîn zülfüñ yatağ


Değdi ‘aşkuñ kişver-i dilde otağ
Gülşen-i hüsnüñe hem-dem kılma rağ
Göricek nâ-mahremi kaldur ayağ4

Leblerüñden kim ki içdi bir ayağ


Pir gibi istemez artık dayağ
Bir zamân bu nağmeye gel tut kulağ
Gör ne söyler murg-ı cân ey gül yanağ5

Pek çok tuyuğunu Hurufilik propogandasına ayıran Misâlî’nin Alevî-Bektaşî


geleneğinden gelmesine rağmen tuyuğları arasında Hz. Alî’yi sadece bir tuyuğda
zikretmesi dikkat çekicidir. Ancak bu tuyuğda Fazlullah-ı Hurufi’ye yapılan
medhiyenin bir benzerinin Hz. Alî’ye de yapıldığını söylemek mümkündür:

1 a.g.e., s. 470.
2 a.g.e., s. 464.
3 a.g.e., s. 473.

4 a.yer.

5 a.yer.

148
‘Aşkuña ikrâr idüp didüm belî
Kim baña maksûd sensin yâ ‘Alî
Sûretüñ Hak’dan kitâbımdur benüm
K’anda buldum sî vü dü hattı celî1

Hurufilik propogandasının dışında kalan tuyuğlarında genel olarak dinî-


tasavvufi öğretiler çerçevesinde nasihatlerini sunan Misâlî, tövbenin önemi, nefsin
tehlikeleri, Kur’ân okumanın faydaları, geçici olan bu dünyanın insanın ahiretine
verdiği zararlar gibi konularda okuyucuya öğütler vermiştir:
Saña keşf olmazsa Hak’dan ‘ilm-i rûh
İrmeden hakka sürersen ‘ömr-i Nûh
Burc-ı mağribden göründi âfitâb
Tevbe itmek ıssı itmez ey nasûh2

Nutka gel ey mâh bulsun cân haz


Hak nefesden eylemez mi insân haz
Okı Kur’ân başla bismi’llah ile
Kılmaz ise ger ne gam şeytân haz3

Dilâ el çek büyükler tapusından


Gözüñ ayırma hiç Hak kapusından
Düriş kıl âhiret dârını ma‘mûr
Cihânuñ geç bu vîrân yapusından4

Tuyuğları şekil açısından incelendiğinde Misâlî’nin öncelikle kafiye örgüsünde


diğer pek çok tuyuğ şairinden ayrıldığı görülür. Kaleme aldığı 125 tuyuğun 101’inde
musarra kafiye kullanan Misâlî, tuyuğların 24’ünü ise a a x a kafiyesiyle örmüştür.
Tuyuğlarının 124’ünde Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını kullanırken 1’inde ise
Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün aruz kalıbını kullanmıştır.
Tuyuğları cinas kullanımı açısından incelendiğinde ise 125 tuyuğun 71’inde
cinasın bulunduğuna şahit olunan Misâlî, cinastaki kabiliyetiyle de diğer Hurufi
şairleri arasında Nesîmî’den sonra en ön plana çıkan şair olarak gösterilebilir. Daha
çok cinas-ı lâhık, cinas-ı mutarraf ve cinas-ı mükerrer örneklerini veren Misâlî, cinas-
ı tama ise az sayıda örnek vermiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğlar incelendiğinde birinci
tuyuğun ilk mısraında geçen “ezel” kelimesi ile ikinci mısrada geçen yezel kelimesi
arasında cinas-ı mutarraf; ikinci örnek tuyuğun üçüncü mısraında geçen “maksûd”
kelimesi ile son mısrada geçen “sûd” kelimesi arasında cinas-ı mükerrer; son örnek

1 a.g.e., s. 479.
2 a.g.e., s. 467.
3 a.g.e., s. 473.

4 a.g.e., s. 477.

149
tuyuğda ise birinci mısrada geçen “fark”, ikinci mısrada geçen “hark” ve son mısrada
geçen “berk” kelimeleri arasında ise cinas-ı lâhık bulunmaktadır:
Ey cemâlüñ matla‘-ı şems-i ezel
K’ol durur envâr-ı zât-ı lem-yezel
Sî vü dü hattuñ sıfât u ‘ayn-ı zât
K’irmez aña câvidân hark u halel1

Hamduli’l-lâh fazl-ı ma‘bûd eyledüñ


Enbiyâ-veş anı mescûd eyledüñ
‘Âleminden anı maksûd eyledüñ
Allâh Allâh gör ki ne sûd eyledüñ2

İstivâyı kılmayan farkında fark


Tîğla itmek gerekdür anı hark
Şol kim bu menzilde oldı ehl-i zerk
Nûr-ı dîdâr urmadı ‘aynına berk3

Son olarak tuyuğlarında mahlas durumu üzerinde durmak gerekirse,


Misâlî’nin tuyuğlarının arasında iki tuyuğda mahlas kullanıldığı görülmektedir. Bu
tuyuğların birinde yine Fazlullah-ı Hurufi’nin medhiyesi söz konusudur.
Ey Misâlî câvidândur fazl-ı Hak
Gevher-i künc-i nihândur fazl-ı Hak
Şâh-bâz-ı lâ-mekândur fazl-ı Hak
Hâlık-ı kevn u mekândur fazl-ı Hak4

2.3.8. Muhîtî (ö. 1621 öncesi)


16. yüzyılın en önde gelen Hurufi şairlerinden olan Muhîtî’nin hayatı hakkında
kaynaklarda çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Ne zaman ve nerede doğup vefat ettiği
hakkında kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Aynı yüzyılın Hurufi şairlerinden Arşî’nin
mürşidi olduğu onun vefatı üzerine Arşî’nin kendi kaleminden kaleme aldığı bir
mersiyeden anlaşılmaktadır. Arşî’nin 1621’de vefat ettiğine göre Muhîtî’nin de
1621’den önce vefat ettiği muhtemeldir. Mutaassıb bir Hurufi olduğunu
söyleyebileceğimiz Muhîtî’nin kendi döneminde yetiştirdiği Arşî ile Hurufiliği bir
sonraki yüzyıla taşımayı başarmıştır.
Bilindiği gibi Hurufiler, pirleri olan Fazlullah-ı Hurufi’nin Mehdi ve Mesih
olduğunu açıkça ikrar etmemelerine rağmen remizlerle pek çok eserde ifade

1 a.g.e., s. 476.
2 a.g.e., s. 475.
3 a.g.e., s. 474.

4 Güneş, Misâlî Dîvânı, s. 671.

150
etmişlerdir. Hatta bunu daha da ileriye taşıyıp Fazlullah’a ulûhiyet isnat eden
Hurufiler de azımsanacak sayıda değildir. Ancak Hallac-ı Mansur ve Nesîmî’nin
akibetini düşünen Hurufiler, bunu apaçık bir şekilde zikretmekten kaçınmışlardır.
Devr-i Mehdî’dür irişti Fazl-ı Hak
Zâhir oldı ma‘nî-i Rabbü’l-felak
Gözterür ‘ilmini anuñ her varak
‘Alleme’l-esmâ’e külden al sebak1

Muhîtî ise Fazlullah-ı Hurufi ile ilgili kabullerini, diğer Hurufilerin aksine daha
açık bir şekilde dile getirdiği söylenebilir. Bu çerçevede, Muhîtî’nin yoruma oldukça
az imkân sunan şu ifadeleri örnek olarak verilebilir: “Her kimse ki Hazret-i Sâhib-i
Kemâl ki Fazl-ı Zü’l-celâldür celle ismühu anun vahdâniyyetine ikrâr idüp îmân
getürmese ve anı Hüdâ-yı ber-hakk bilmese anun dîni yokdur ve îmânı dürüst degül
dimekdür” (Keşfnâme, vr. 14b) “Hazret-i Fazl-ı Rabbü’l-âlemîn ve mâlik-i yevmi’d-dîn”
(Keşfnâme, vr. 28b).2
Kısmet-nâme ve Keşfnâme adlı eserlerinden başka, şiirlerinin bir araya geldiği
Dîvân’ı bulunan ve hemen tüm eserlerinde Hurufiliğin propogandasını yapan Muhîtî,
manzumelerini bu minvalde bir araç olarak kullandığını söyleyebiliriz. Bu bilgilerden
sonra Muhîtî’nin tuyuğlarından bahsetmek gerekirse, Dîvân’ında 70 tuyuğu bulunan
Muhîtî, daha tevhid türündeki ilk tuyuğundan itibaren (‫ ) ﻓﺿل‬kelimesini remiz olarak
kullanarak Fazlullah-ı Hurufi’yi anmış ve ona olan bağlılığını her fırsatta
göstermiştir.
Evvelâ Fazl-ı Hudâ-yı zü’l-celâl
Analum k’oldur Hudâ-yı lâ-yezâl
Yok şebîhi lâ şerîk u bî misâl
Birligine cümle eşyâ oldı dâl3

Bu tuyuğdan sonra bir na’t örneği vererek Hz. Resulullah’ı konu edinen Muhîtî,
Hz. Resulullah’ın tüm peygamberlerin övünç kaynağı olduğunu ifade ettikten sonra,
Hz. Resulullah’ın âlemlere rahmet olarak gönderildiğini ve din gününde yani
mahşerde müminlere şefaatçi olacağını vurgulamıştır.
Fahr-ı cümle mürselîndür Mustafâ
Rahmeten li’l-‘âlemîndür Mustafâ
Çün şâfi‘-i yevm-i dîndür Mustafâ
Hâdî-i râh-ı yakîndür Mustafâ4

1 Tataroğlu, Muhîtî, s. 322.


2 Fatih Usluer, “Muhîtî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=476’den
naklen. (Erişim tarihi: 28.09.2018 ).
3 Tataroğlu, Muhîtî, s. 304.

4 a.yer.

151
Bu iki tuyuğdan sonra Muhîtî, Mevleviliğin Şems koluna bağlı şairler ile Alevî-
Bektaşî şairlerce sık işlenen ve halk arasında daha çok “düvaz”, “düvazdeh imam”
veya “düvezman”1 adı verilen düvaz-nâme türünde 12 tuyuğ kaleme almıştır. On iki
imamın övgüsünü konu edinen düvaz-nâme türü, daha çok halk şairlerinin tercih
ettiği bir türdür. Bir divan şairi olarak Muhîtî’nin ve ardından Arşî’nin bu türden
örneklere sahip olmaları son derece kayda değerdir. Muhîtî bu tuyuğlarında sırayla
Hz. Alî, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, İmam Zeynelâbidin, İmam Bâkır, Cafer-i Sâdık, İmam
Musâ Kâzım, İmam Ali Rıza, İmam Tâkî, İmam Nâkî, İmam Askerî ve İmam Mehdî’yi
vasıflarıyla zikretmiş ve bu silsileye onlara olan bağlılığını ikrar etmiştir.
Bil elif tek ferd ü yektâdur ‘Alî
Asl-ı ‘ilm u noktâ-i bâdür ‘Alî
Mazhar-ı fazl-ı Te‘âlâdur ‘Alî
Hâmûş olmaz nutk-ı gûyâdur ‘Alî 2

Nûr-ı çeşm-i Mustafâ durur Hasan


Sırr-ı ‘ilm-i Murtezâ durur Hasan
Sâbir-i zehr-i belâ durur Hasan
Sâhib-i halk-ı rızâ durur Hasan 3

Ma‘rifet mülkine sultândur Hüseyn


Bu cihâna ser-be-ser cândur Hüseyn
Çün şehîd-i fazl-ı Rahmândur Hüseyn
Hak yolında gör ne kurbândur Hüseyn 4

Şâh-ı ‘âlemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ


Tâc-ı Âdemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ
İsm-i a‘zamdur ‘Alî Zeyne’l-‘abâ
Sırr-ı mübhemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ5
On iki imam medhiyesinden sonra yine Fazlullah-ı Hurufi’yi konu edinen
tuyuğlarına devam eden Muhîtî, Fazlullah’ın makamını zikrederken uluhiyete
varacak kadar ileriye gittiği görülmektedir.
Zât-ı bî-hemtâ durur Fazl-ı Hudâ
Vâhid ü yektâ durur Fazl-ı Hudâ
Râzık-ı eşyâ durur Fazl-ı Hudâ
A‘zam-ı esmâ durur Fazl-ı Hudâ6

1 Güzel, Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, s. 661.


2 Tataroğlu, Muhîtî, s. 305.
3 a.yer.

4 a.g.e., s. 306.

5 a.yer.

6 a.g.e., s. 311.

152
Fâ‘il-i mutlak durur Fazl-ı Hudâ
Hâkim-i ber-hak durur Fazl-ı Hudâ
Gayb-dân-ı rak durur Fazl-ı Hudâ
Kâşif-i mutlak durur Fazl-ı Hudâ1

Muhîtî’nin Keşfnâme’sinde Fazlullah-ı Hurufi ile alakalı zikrettiği “her kimse ki


Hazret-i Sâhib-i Kemâl ki Fazl-ı Zü’l-celâldür celle ismühu anun vahdâniyyetine ikrâr
idüp îmân getürmese ve anı Hüdâ-yı ber-hakk bilmese anun dîni yokdur ve îmânı
dürüst degül dimekdür (Keşfnâme, vr. 14b)” 2 şeklindeki ifadelerine uygun tuyuğlar
kaleme alan Muhîtî, Fazlullah’ı remzen f, z ve l ( ‫ )ف ض ل‬harfleriyle Fazlullah’tan
başka her şeyi inkar ettiğini açıkça dile getirmiştir:
Fî vü dâd u lâmedür ikrârımız
Vardur andan gayriye inkârımız
Kim ki bildiyse bizim esrârımız
Aña keşf oldı kamû envârımız3

Tuyuğlarının devamında yine Fuzlullah eksenli örnekler veren Muhîtî,


Fazlullah’ı överken ona olan mensubiyetinden dolayı kendisiyle iftihar ederek
fahriye örnekleri de vermiştir.
Âlem içre biz ki Fazlu’llâhîyüz
On sekiz biñ âlemüñ âgâhiyüz
Cümle mevcûduñ muhakkak şâhıyuz
Şark u garbuñ ârif-i bi’llâhıyuz4

Biz ki eşyâda vücûd-ı ekremüz


Mazhar-ı zât u sıfât-ı a‘zamuz
Otuz iki nutk-ı pâk u Âdemüz
Bende-i Fazl-ı Hudâ-yı ‘âlemüz5

Daha önceki bahislerde de ifade ettiğimiz gibi Hurufilik anlayışında insanın


yüzü, diğer canlılarda olmayan en belirgin iki özelliğe sahiptir. Bu özelliklerden biri,
28 ve 32 ilahi kelimenin hatlar şeklinde tam olarak insanın yüzünde tezahür etmesi,
bir diğeri ise söz konusu bu 28 ve 32 kelimenin tamamının yüzde bulunan ağızla yani
dille telaffüzünün mümkün olabilmesidir.6 Diğer Hurufi şairlerinde olduğu gibi
Muhîtî’nin tuyuğlarında da bu minvalde kaleme alınan çok sayıda örneği bulmak

1 a.yer.
2 Usluer, “Muhîtî”.
3 Tataroğlu, Muhîtî, s. 317.

4 a.g.e., s. 319.

5 a.g.e., s. 320.

6 Usluer, Hurufilik, s. 289-90.

153
mümkündür. Muhîtî’ye göre insanın yüzü Allah’ın cemalinin tecelli ettiği yerdir ve
ebced hesabını bilen her kişi bu tecelliyi görebilmektedir.
Her cihetden görinen dîdâr-ı Hak
Aç gözüñ kendi yüzine toğrı bak
Tutmagıl Şeytân gibi insâna dak
Okı ‘ilm-i ebcedi var ol sebak1

Otuz iki harfdur zâtum benüm


Yazılur vechümde âyâtum benüm
Kim ki fehm eyler ‘ibârâtum benüm
Añadur cümle işârâtum benüm2

Tuyuğlarında Fazlullah Hurufi’nin en önemli eseri olan Cavidân-nâme’ye de


bahis açan Muhîtî, tıpkı Nesîmî gibi bu esere duyduğu hayranlığı gerek lazfen gerek
remzen dile getirmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Hurufilerin kendileri için
başucu kaynağı olarak gördükleri Cavidân-nâme’de Fazlullah-ı Hurufi, Kur’ân-ı
Kerîm’i kendi bâtınî görüşleri doğrultusunda te’vil ve tefsir etmeye çalışmış, bazı
sûrelerin başında bulunan hurûf-ı mukattaanın sırlarını çözdüğünü söyleyerek bu
eserin Kur’ân-ı Kerîm’in bir tefsiri olduğunu ileri sürmüştür.3 Aşağıda örnek olarak
verdiğimiz tuyuğa bakıldığında Muhîtî de Fazlullah-ı Hurufi’nin bu eserinin Kur’ân’ın
sırlarını ortaya koyduğunu ve insanın kendi özüne erişerek cahil ve mahrum
kalmaması adına Cavidân-nâme’yi okuması gerektiğini vurgulamıştır.
Zâhir oldı sırr-ı Kur’ân aç gözüñ
Câhil u mahrûm kalma der özüñ
Gavrine irişmek isterseñ sözüñ
Câvidân-nâme’ye tutgıl yüzüñ4

Tuyuğlarına şekil açısından bakıldığında Muhîtî’nin özellikle kafiye örgüsünde


diğer pek çok tuyuğ şairinden ayrıldığı görülür. Bütün tuyuğlarını tuyuğda sık
kullanılan kafiye örgüsü olan a a x a değil de a a a a musarra kafiye örgüsü ile
düzenleyen Muhîtî, bu yönüyle de Nesîmî’nin tuyuğlarından etkilendiğini
göstermiştir. Aruz vezni olarak da tek vezni kullanan Muhîtî, tüm tuyuğlarında
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını kullanmıştır. Genelde şiirlerinde, özelde ise
tuyuğlarında tamamen Hurufiliğin propagandası amacını güden Muhîtî, lafzi bir
sanat olan cinas kullanımına çok fazla eğilmemiştir. Kaleme aldığı 70 tuyuğun sadece
16’sında cinas kullanan Muhîtî, bu yönüyle diğer tuyuğ şairlerinin gerisinde
kalmıştır. Mahlas durumuna göre Muhîtî’nin tuyuğları değerlendirildiğinde ise

1 Tataroğlu, Muhîtî, s. 322.


2 a.g.e., s. 327.
3 Aksu, “Câvidânnâme”, s. 173.

4 Tataroğlu, Muhîtî, s. 323.

154
sadece bir tuyuğunda mahlas kullandığı, söz konusu bu tuyuğunda da Alevî-Bektaşî
üslubuyla Hz. Alî’nin kölesi olduğunu ifade etmiştir. Bunu yaparken de tecrit sanatını
uygulayarak kendisini isminden soyutlamıştır.
Ey Muhîtî hânedânuñ çâkeri
Olmuşam cân ile dilden kemteri
Şâh-ı merdân-ı ‘Alî’nüñ Kanberi
Kanberînüñ Kanberînüñ Kanberi1

2.3.7. Arşî (ö. 1621)


Divan edebiyatı sahasında Arşî mahlasını kullanan üç şair bulunmaktadır.
Bunların ilki Hurufi olan Arşî (ö. 1621), Tireli Arşî (ö. 1591) ve Yenipazarlı Arşî (ö.
1570)’dir. Dîvân’ında tuyuğlarına rastlanan ve incelemeye tabi tutulan Arşî ise Hurufi
olan Arşî’dir. Hayatı hakkında kaynaklarda çok sınırlı sayıda bilgi bulunan Arşî, 16.
asrın ikinci yarısı ile 17. asrın ilk çeyreğinde yaşamıştır. Aynı dönemde yaşamış bir
başka Hurufi şair olan Muhîtî’nin talebesi/mürididir.2
Dîvân’ında kalemele aldığı manzumelerin genelinden Alevî-Bektâşî bir
gelenekten beslendiği görülen Arşî’nin Hurufi olduğu da kaleme aldığı
manzumelerden anlaşılmaktadır. Kaleme aldığı 28 tuyuğda Hurufiliğin yanı sıra
Alevî-Bektâşî şairlerinin üslubunu aksettiren Arşî, daha ilk tuyuğundan itibaren
Fazlullah-ı Hurufi’nin methini ve Hurufilik remizlerini kullanarak Hurufilik
propagandasını yapmıştır. Örneğin aşağıdaki tuyuğlarda Fazlullah-ı Hurufi’nin
dünyaya gelişiyle yaratılan eşyanın rumuzlarının ortaya çıktığı, gayb ilminin
sırlarının onunla açıldığı ifade edilmiştir:
İbtidâdur ibtidâdur ibtidâ
Geldi Fazl-ı Hak bulundı intihâ
Oldı keşşâf-ı rumûz-ı mâverâ
Çeşm-i cânı aç berü gel tâliba3

Feyz-i Fazl-ı Hak tecelli eyledi


Geldi cisme cânı ihyâ eyledi
Cümleten eşyâyı güya eyledi
Gör ne lutf u gör ne i‘tâ eyledi4

1 a.g.e., s. 310.
2 Emine Çakır, “Arşî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=5661 (Erişim
tarihi: 01.10.2018).
3 Kahraman, Arşi Divânı, s. 456.

4 a.yer.

155
Fazlullah-ı Hurufi’nin methine ve Hurufilik remizlerine ayrılan ilk beş
tuyuğdan sonra, Hz. Peygamberi konu alan 4 na’t örneği veren Arşî, Hz. Peygambere
duyduğu derin sevgiyi terennüm etmiştir.
Emîn-i kenz-i Tâ hâ’dur Muhammed
Habîb-i fazl-ı yek-tâdur Muhammed
Cemâl-i Hakka binâdur Muhammed
Kemâl-i zâta dânâdur Muhammed1

Hâdi-i râh-ı bekâdur Mustafâ


Nûr-ı zât-ı Kibriyâdur Mustafâ
Şâhid-i Fazl-ı Hudâdur Mustafâ
Halka Hâlıkdan ‘atâdur Mustafâ2

Ahmed ü Mahmûd Ebu’l-Kâsımdur ol


Sırr-ı İsmâ‘il ü İbrâhimdür ol
Kâinâta rahmet-i Râhimdür ol
Mülk-i şer‘-i hikmete hâkimdür ol3

Söz konusu bu na’t örneklerinden sonra mürşidi Muhîtî gibi on iki imam
medhiyesi olarak veya düvaz imam türü olarak değerlendirilebilecek tuyuğ
örneklerini peş peşe sıralayan Arşî, sırasıyla Hz. Alî, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, İmam
Zeynelâbidin, İmam Bâkır, Cafer-i Sâdık, İmam Musâ Kâzım, İmam Ali Rıza, İmam
Tâkî, İmam Nâkî, İmam Askerî ve İmam Mehdî hakkında birer tuyuğ kaleme almıştır.
Hz. Alî’yi konu edinen tuyuğunda Arşî, Hz. Alî’nin gönüllerde taht kurduğunu, Allâhu
ekber nidasının mazharı olduğunu, Hz. Resulullah’ın mahrem sırlarını bilen güvenilir
biri olduğunu ve son olarak Hz. Hasan ve Hüseyin’in babaları olduğunu ifade
etmiştir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için kullanılan Şeppîr ve Şepper kelimeleri,
Süryanice kökenli olup Hz. Hasan (güzel) ve Hz. Hüseyin (küçük güzel)’in isim
anlamlarını karşılar.
Taht-ı mülk-i câna serverdür Ali
Mazhar-ı Allâhu ekber’dür Ali
Mahrem-i sırr-ı peyâmberdür Ali
Vâlid-i Şeppîr ü Şepperdür Ali4

On iki imam arasında ismi zikredilmeyen ancak sıfatından ve imam sırasında


sekizinci sırada olmasından ismini bildiğimiz İmam Ali Rızâ’dır. Şiîler arasında Şâh-ı
Horasan olarak bilinen İmam Ali Rızâ, Merv ve Horasan ziyaretlerinde tabiatta

1 a.g.e., s. 457.
2 a.yer.
3 a.g.e., s. 458.

4 a.g.e., s. 459.

156
oluşan harikulade kerametleriyle hatırlanır.1 İmam Ali Rızâ’nın bu sıfatını kullanan
Arşî de Fars topraklarına yaptığı ziyaretten sonra halkın sevgilisi olduğuna,
mucizevari hallerinin bulunduğuna ve birçok müşkülü hallettiğine işaret ederek
kendisini methetmiştir.
İmâm-ı heştümîn şâh-ı Horâsân
Emir-i server-i hayl-i muhibbân
Odur mu‘ciz-nümâ-yı mülk-i İrân
Odur müşkil-güşâ-yı ehl-i îmân2

On iki imamın tek tek medhiyesinden sonra genel olarak bu zatlar hakkındaki
görüşlerini bildiren Arşî, yine Hurufilik bağlamında değerlendirilebilecek ifadelerini
tuyuğlara dahil ettiği görülmektedir. Buna göre tüm bu imamların ileride gelecek
olan Fazlullah-ı Hurufi’nin zatına şahit olduklarını ifade eden Arşî, Hurufiliğin
düşünce dünyasını ve bu düşünceye olan bağlılığını açıkça göstermiştir:
Cümlesi bir nûr-ı vâhiddür bular
Zât-ı fazl-ı Hakka şâhiddür bular
Sûret-i Rahmâna sâciddür bular
Sâlih-i pâk-i muvahhiddür bular3

Bu tuyuğdan sonra on iki imama olan sadakatini ifade eden Arşî, kendisinin bu
imamlara köle olduğunu, kapılarında can verecek kadar onlara bağlı olduğunu
vurguladıktan sonra meslek ve meşrebinin Melamiliğin bir kolu olan Haydarilik
olduğunu ifade etmiştir:
On iki ma‘sûm-ı pâküñ kulıyam
Kapusında cân ile mebzûliyem
Hânedânun hâsıl u mahsûliyem
Her mevâli-meşrebüñ makbûliyem4

Tâ ezelden Haydarîyem Haydarî


Dide-i a‘danuñ oldum hançeri
Olalı âl-i Rasûlün çâkeri
Olmışam hüzn ü melâletden berî5

Tuyuğları şekil açısından incelendiğinde kafiye örgüsünde mürşidi olan


Muhîtî’den etkilenerek bütün tuyuğlarını a a a a musarra kafiye örgüsü ile
düzenlemiştir. Aruz vezni olarak da tek vezni kullanan Arşî, yine tüm tuyuğlarını
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbıyla kaleme almıştır. Tuyuğları cinas kullanımı

1 Ahmet Saim Kılavuz, “Ali er-Rıza”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1989, C. 2, s. 436.
2 Kahraman, Arşi Divânı, s. 460.
3 a.g.e., s. 462.

4 a.yer.

5 a.yer.

157
bakımından değerlendirildiğinde ise Arşî’nin cinası pek kullanmadığını, tuyuğlarının
sadece 7’sinde cinas bulunduğunu söylemek mümkündür. Cinas bulunan tuyuğlara
bakıldığında cinas çeşitlerinden sadece cinas-ı lâhık örneğinin bulunması, Arşî’nin
cinas konusunda önemli bir kabiliyete sahip olmadığını veya bu sanatı
önemsemediğini göstermektedir. Aşağıdaki örnek tuyuğun birinci mısraında rediften
önce gelen “vâhid” kelimesi ile ikinci mısrada redif öncesi kullanılan “şâhid” kelimesi
arasında cinas-ı lâhık bulunmaktadır:
Cümlesi bir nûr-ı vâhiddür bular
Zât-ı fazl-ı Hakka şâhiddür bular
Sûret-i Rahmâna sâciddür bular
Sâlih-i pâk-i muvahhiddür bular1

Son olarak mahlas durumuna göre tuyuğlarına bakıldığında ise Arşî, son
tuyuğunda mahlasını redif olarak kullanmıştır. Mahlasını son tuyuğa bırakması, daha
çok Düvaz imam türünde kaleme aldığı tuyuğlarının tümünü bu maksatla kaleme
almış olduğunu gösterir ki bu durumda Arşî’nin aslında tuyuğlarına müstakil bir eser
görüntüsü verdiğini de söylemek mümkündür.
Tâbi‘-i âl-i Rasûlem Arşiyâ
Aşk-ı evlâda hamûlem Arşiyâ
Tâlib-i sâhib-usûlem Arşiyâ
Der-geh-i Mevlâya kulam Arşiyâ2

2.3.9. Fânî (ö. 1504 sonrası[?])


Hayatı hakkında ayrıntılı bir bilgi bulunmayan Fânî, Afyonkarahisar’da
dünyaya gelmiştir. Dîvân’ı üzerinde lisasüstü çalışma yapan Abdülkadir Kayhan,
Fânî’nin Divane Mehmet Çelebi’nin dedesi Ahmed Paşa Çelebi’nin müritlerinden
olduğunu ifade etmiştir.3 Tezkirelerde belirtilmemekle birlikte Mecmûatü’t-
Tevârîhi’l-Mevleviyye’de kendisinden “Şeyh Ahmed-i Fânî” diye bahsedilmesine
dayanılarak asıl adının “Ahmed” olduğu söylenebilir. Hakkında bilgi veren
kaynaklarda ailesine dair de herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Esrâr Dede
Tezkiresi’nde 1504’te öldüğü kayıtlıysa da Gölpınarlı, Şâhidî Dede’nin Gülşen-i
Esrâr’ında Fânî’den bahsetmesine, bu eserin de 950/1544 yılında yazılmasına
dayanarak şairin daha sonraki bir tarihte ölmüş olabileceğini ileri sürmüştür.4

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 463.
3 Abdülkadir Kayhan, Divan-ı Fânî İncelemesi, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Fatih Üniversitesi

SBE, 2005, s. IX-XII.


4 İsrafil Babacan, “Fânî, Ahmed”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=3841’den
naklen (Erişim tarihi: 09.09.2018).

158
Yine Abdülkadir Kayhan’ın verdiği bilgilere göre, Fânî’nin tek
eseri Dîvân’ıdır. Gayr-ı mürettep olan Dîvân’da “râ” harfinden önceki kısım yoktur.
Eksik olan bu divanda gazellerin sayısı çoğunlukta olsa da gazellerden sonra en fazla
manzumeyi tuyuğ nazım şekliyle verdiği söylenebilir. Dîvân’ında “Çehâr mısra”
başlığı altında 15 tuyuğ kaleme alan Fânî, tuyuğları arasında beşerî aşkı işlediği
örnekleri olsa da genel olarak tasavvuf mecrasında tuyuğlarını terennüm etmiştir.
Beşerî aşkı konu edinen ilk tuyuğlarında Fânî, sevgiliye mübtela olduğunu, dilberin
yanağındaki parlaklığın gönlüne ateş düşürdüğünü, bundan dolayı da sahralara
düşüp gözyaşı döktüğünü ve bu ayrılıktan göğsünde belâ ateşi yandığını ifade
etmiştir.
Sensüz ey dilber bana yokdur karâr
Oldı sahrâlar yaşumdan lâle-zâr
Rahm kıl ben mübtelâya ey nigâr
Kim yanar şevk-i ruhuñdan dilde nâr1

Mübtelânam derdüme eyle devâ


Fürkatüñ dilde yakar nâr-ı belâ
İşigüñde ey sanem lâyık degül
Kʼola bîgâne kadîmi âşinâ2

Tasavvuf mecrasında kaleme alımış olduğu tuyuğlarında ise genellikle nasihat


tarzını kullanan Fânî, özellikle tâlib-i Hak olan müridin neler yapması gerektiği
üzerinde durduğu görülür. Buna göre mürid/tâlib, masivaya yani Allah’tan gayrısına
meyilli olmamalı ve Hakk’ı görmeye mâni olan bütün şerdelerden kendini
soyutlamalıdır:
Âdem oldı mazhar-ı envâr-ı zât
Mazhar-ı nûrı sıfât-ı kâyinât
Âdemisen gayra mâyil olmagıl
Tâ bilesin nidügin zât u sıfât3

Ehl-i ‘aşkun kıblesi dîdârdur


Sanmañuz ya seng ü yâ dîvârdur
Perdeden ger geçdüñise göresin
Kim cihânı toptolu envârdur4

Tuyuğların devamında, gönlündeki aşkını isteyen birinin dünyaya itibar


etmemesi gerektiğini telkin eden Fânî’ye göre varlık âleminde yani dünya âleminde
gülen kişinin ukbada âh u zâr edip feryad edeceğini vurgulamıştır:

1 Kayhan, Divan-ı Fânî, s. 147.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 148.

4 a.yer.

159
‘Aşkuñı iden kimesne ihtiyâr
İde mi mülk-i cihâna i‘tibâr
İşbu hestîden bu gün bunda gülen
Yarın anda ağlayısar zâr u zâr1

Cümle ‘âlem cism ü âdem cânimiş


Kalb-i âdem mazhar-ı Rahman’imiş
Şâh-ı ‘aşkun bendesi sultânimiş
Bu felekler ol şehe eyvânimiş2

Fânî, Hurufi bir şair değildir. Ancak kendinden önce ve kendi döneminde
yetişmiş olan Hurufi şairlerinin etkisinde kaldığı ve Hurufilerin şiirlerinde sık
kullandıkları bazı mefhumları manzumelerine yansıttığı görülebilmektedir.
Hurufilere göre cümle eşya âdemin yani insanın mazharıdır. Her mazharda tecelli
eden âdemdir. Yine âdem, 32 ezeli ve ebedi ilahi kelimenin mazharıdır ve Allah’ın
kadim kelamıdır.3 İşte Fânî’nin aşağıdaki tuyuğ örneğini de bu minvalde
değerlendirmek mümkündür.
‘Âlemüñ cismine âdem cânimiş
Çünki âdem mazhar-ı Rahmân’imiş
Sûretile gerçi âdem katredür
Ma‘nîyile bahr-i bî-pâyânimiş4

Tuyuğlarını biçimsel yönden değerlendirmek gerekirse Fânî, kaleme aldığı 15


tuyuğun 9’unda a a x a kafiye örgüsünü, 6’sında ise a a a a kafiye örgüsünü
kullanmıştır. Aruz vezni bakımından ise tüm tuyuğlarını, tuyuğlarda en fazla
kullanılan vezin olan Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbıyla kaleme almıştır. Cinas
kullanımında çok mahir bir duruş sergileyemeyen Fânî’nin sadece 6 tuyuğunda cinas
bulunmaktadır. Söz konusu bu altı tuyuğda ise sadece cinas-ı mükerrer ile cinas-ı
lâhık örnekleri mevcuttur. Aşağıdaki örnek tuyuğun üçüncü mısraında geçen “dâm”
sözcüğü ile son mısraında geçen “müdâm” sözcüğü arasında cinas-ı mükerrer
bulunmaktadır:
Ol güneş itdi tecellî bî-gamâm
Künc ü halvet oldı bu demde harâm
Mürg-i câna zühd-i takvâ oldı dâm
Çünkim el virdi bu dem ‘îş-i müdâm5

1 a.yer.
2 a.g.e., s. 150.
3 Usluer, Hurufilik, s. 307.

4 Kayhan, Divan-ı Fânî, s. 150.

5 a.g.e., s. 151.

160
2.3.10. Pîrkâl (ö. 1548 sonrası)
Kaynaklarda hayatı hakkında hiçbir malumat bulunmayan Pîrkâl’in Dîvân’ı
üzerinde lisansüstü çalışması bulunan İslam Küçük’ün verdiği bilgilere göre 16. asır
şairlerinden olduğunu öğrenmekteyiz. Pîrkâl’in eldeki tek eseri Dîvân’ıdır. Hayatı
hakkındaki tek kayıt da Dîvân’ını 954/1548 tarihinde tertip ettiğine dair müellifin
düştüğü kayıttır.1
Dîvân’ınında 15 tuyuğu bulunan Pîrkâl, gazellerinde genel olarak tasavvufi
yönü ağır basan bir görüntü çizse de tuyuğlarında bu görüntüden başka zâhitlere
çatan bir rind edasına sahip olduğunu da söylemek mümkündür. Zahidin ikiyüzlü
hilekar olmaktan kaçınması gerektiğine işaret eden Pîrkâl, bir pîrden aşk şarabının
içilmesi, bu durumda ümit ve korkudan, boş sözden kurtulabileceğini vurgulamıştır:
Gel ey zâhid geçe zerk u riyâdan
Şarâb-ı aşkı nûş it evliyâdan
Halâs itsün seni havf ü recâdan
Geçe bu kîl ü kâl ü mâcerâdan2

Tasavvufi içerikli tuyuğlarında daha çok gönül ve âşık üzerinde durmuş olan
Pîrkâl, özellikle âşıkları tanımlarken “vahdet denizinin gemisi”, “hakikat denizinin
incisi”, “ezel hazinesinin cevheri” ve “sonsuzluk kadehinin sarhoşu” gibi benzetmeler
kullanarak ilahi aşkı tatmış olan âşıkları methetmiştir. Yine Pîrkâl’e göre âşıklar,
İhlas suresindeki emirleri yerine getirip bu sırra vakıf olarak vahdet sırrının nuruyla
etraflarını aydınlatan kişilerdir:
Bahr-i vahdet fülküdür dil-âşıkân
Dürr-i deryâ-yı hakîkat âşıkân
Gevher-i genc-i ezeldür âşıkân
Mest-i câm-ı lem-yezeldür âşıkân3

Perde-i sırr-ı ebeddür âşıkân


Pertev-i nûr-ı ehaddür âşıkân
Sırr-ı Allâhü’s-sameddür âşıkân
Kul hüvallâhü ehaddür âşıkân4

Tuyuğlarında etrafındaki müridleri eğiten bir derviş misali nasihat üslubunu


da kullanan Pîrkâl, okuyucuya hakikate ermenin yollarını telkin etmeye çalıştığı
görülür. Pîrkâl’e göre hakikate ermenin yolu, zühd ve takva ile değil; benliğini,
varlığını ateşe atmakla mümkün olabileceğini vurgulamıştır:

1 Bk. Küçük, Pîrkâl Dîvânı, s. 5-6.


2 a.g.e., s. 2222.
3 a.g.e., s. 243.

4 a.yer.

161
Hakâyık sırrını bilmek dilersen
Ko varlıklarıñı oda bırak sen
Degüldür zühd ü takvâ ile ol hâl
Bunıñladur diseñ gitdiñ ırak sen1

Dönemin Hurufi şairlerinden etkilenerek gazellerinde Fazlullah-ı Hurufi’ye


atıfta bulunan ve Hurufiliğe ait bazı inanç değerlerini işleyen Pîrkâl, tuyuğlarında ise
sadece bir tuyuğunda bu tesirin varlığı görülür. Söz konusu tuyuğda evliyanın
yüzünü görmenin Allah’ın cemâlini görmekle bir tuyulmuştur. Vech kelimesinin “yol”
anlamı da bulunmaktadır ancak Pîrkâl’in gazellerdeki Hurufilik temayülü, Hurufilikte
kullanılan bu remzi bilinçli kullandığı yönünde düşünmemize neden olmaktadır:
Şarâb-ı aşka sâkî evliyâdur
Hakka gidenlere hoş reh-nümâdur
Yüzün görmek anuñ mahz-ı atâdur
Ki vech-i evliyâ vech-i Hudâdur2

Tuyuğlarını şekil olarak incelemek gerekirse Pîrkâl, kaleme aldığı 15 tuyuğun


8’inde a a a a musarra kafiye örgüsünü, 7’sinde ise a a x a kafiye örgüsünü
kullanmıştır. Yine kaleme aldığı tuyuğların 6’sında Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz
kalıbını kullanırken, 9’unda ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün aruz kalıbını kullanmıştır.
Cinas kullanımı açısından tuyuğlarına bakıldığında ise Pîrkâl’in cinasta pek mahir bir
görüntü çizdiği söylenemez. Sadece 6 tuyuğunda cinas kullanan Pîrkâl bunların
3’ünü Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbıyla kaleme aldığı tuyuğlarda, diğer üçünü
ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün aruz kalıbıyla kaleme aldığı tuyuğlarda kullanmıştır.

2.3.11. Ca‘ferî (ö. ?)


Divan edebiyatı sahasında çok sayıda Ca‘ferî mahlasını kullanan şair
bulunmaktadır. Çalışmamıza dahil ettiğimiz Ca‘ferî, Dîvân’ı üzerinde bir doktora, bir
yüksek lisans çalışması yapılan ancak hayatı hakkında fazla malumata sahip
olunamayan 16. asırda Şiî-Hurufi meşrep geleneğinden beslenmiş olan Ca‘ferî’dir.
Dîvân’ı üzerinde doktora çalışmasını yapan Üzeyir Dereli ve Yüksek Lisans
çalışmasını yapan Fatma Zehra Demir de hayatı hakkında ayrıntılı bir bilgiye
ulaşamadıklarını kaydetmişlerdir.3
Dîvân’ında 10 tuyuğu bulunan Ca‘ferî, bu tuyuğların üçünü Farsça olarak kale-
me almıştır. Dîvân’da rubâî başlığı altında bulunan söz konusu bu manzumeler ince-
lendiğinde rubâî değil tuyuğ oldukları anlaşılmaktadır. Tuyuğlarında genel olarak

1a.g.e., s. 263.
2a.g.e., s. 232.
3 Bk. Üzeyir Dereli, Ca’ferî’nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Divanının Tenkitli Metni,

(Doktora Tezi), Denizli: Pamukkale Üniversitesi SBE, 2003, s. 524-27; Fatma Zehra Demir,
Caferî Baba ve Divânı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi SBE, 2004, s. 361-63.

162
ehl-i beyt sevgisini konu edinen Ca‘ferî, Hz. Peygamber’i methettiği tuyuğlarında bile
Hz. Alî’yi övmeyi ihmal etmemiş ve bu duruşu hemen tüm tuyuğlarında sergilemiştir:
Ger cihânda bulmak isterseñ necât
Cümle hall olmak dilerse müşkilât
Ahmed-i Muhtârı bil nûr-ı sıfât
Haydar-ı Kerrârı bil mir’ât-ı zât1

Aña kim devlet ezelden yârdur


Muktedâsı Ahmed-i Muhtârdur
Pîşvâsı ehl-i beyt-i tayyibîn
Reh-nümâsı Haydar-ı Kerrârdur2

Alevî-Bektaşî, Hurufi ve Şiî şairler tarafından bulunduğu halifelik makamından


daha da öte bir makama yerleştirilmiş olan Hz. Alî, özellikle ilmî hüneriyle Hz.
Peygamber tarafından da övülüp “Ben ilmin/ hikmetin şehriyim, Alî de kapısıdır. İlim
isteyen kimse bu kapıdan gelsin.”3 hadîsine müşerref olmasıyla da genelde
manzumelere, özelde ise tuyuğlara konu olmuştur. Ca‘ferî tarafından da bu yönüyle
övülen Hz. Alî, Allah tarafından indirilen Kur’ân-ı Kerim’i anlamanın kapısını açacak
olan kişi olarak takdim edilmiştir:
Zât-ı Hak’dan çün nüzûl oldı kitâb
Rûz-ı mahşer geldi vakt-i ihtisâb
Cânuma her dem irişür bu hitâb
Kim Alîdendür kamuya feth-i bâb4

Şâh-ı merdân server-i dünyâ vü dîn


Kudret-i Hak şîr-i Rabbü’l-‘alemîn
Haydar-ı Kerrâr emîrü’l-mü’minîn
Saf-der-i ser-dâr imâmü’l-müttakîn5

Tuyuğlarını şekil olarak değerlendirmek gerekirse Ca‘ferî, kaleme aldığı 10


tuyuğun 5’ini a a x a kafiye örgüsüne göre, 5’ini ise a a a a musarra kafiye örgüsüne
göre düzenlemiştir. Tuyuğlarının 9’unda Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını
kullanırken, 1’inde ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün aruz kalıbını kullanmıştır. Cinas
kullanımına ise pek önem vermediği görülen Ca‘ferî, sadece bir tuyuğunda cinas
kullanmıştır.

1 Dereli, Ca’ferî Divanının Tenkitli Metni, s. 524; Demir, Caferî Baba, s. 362.
2 Dereli, Ca’ferî Divanının Tenkitli Metni, s. 525; Demir, Caferî Baba, s. 362.
3 Aynı anlama gelen hadisler için bk. Suleyman b. Ahmed b. Eyyûb Ebu’l-Kasım Taberânî, el-

Mu’cemu’l-Kebîr, thk. Hamdi b. Abdulmecid es-Selefî, Kahire: Mektebetu İbn Teymiyye, 1415,
C. XI, s. 65.
4 Demir, Caferî Baba, s. 363.

5 Dereli, Ca’ferî Divanının Tenkitli Metni, s. 526; Demir, Caferî Baba, s. 362.

163
2.4. 17. YÜZYIL
17. yüzyılda tuyuğ nazım şekli, şairlerce tercih edilmesi bakımından bir önceki
yüzyıla nazaran çok kısır bir görüntü verdiği söylenebilir. Öyle ki bu yüzyıla ait
yaptığımız divan taramaları neticesinde sadece 7 divan şairinin tuyuğ sahasına
katkıda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Ancak yine de gazel ve kaside kadar olmasa da
millî bir nazım şekli olarak tuyuğun divanlarda kendine yer bulabilmesinin oldukça
kayda değer olduğu söylenebilir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu yüzyılda 7 şairin
divanında tuyuğa rastlanmıştır. Tespit edilen tuyuğ sayısı ise sadece 29’dur. Kaleme
alınan tuyuğ sayısının o kadar az olmasının en büyük sebeplerinden biri, zirveyi
yakalamış Osmanlı edebiyatının en önde gelen şairleri olan Nailî-i Kadîm, Nef‘î,
İsmetî, Neşâtî ve Nedîm-i Kadim gibi şahsiyetlerin Sebk-i Hindî gibi üst perdeden şiir
icra edilen bir mecrada olmaları ve dolayısıyla halka yakın bir şiir tarzı olan tuyuğa
rağbet göstermemeleridir denebilir. Nitekim Sebk-i Hindî şairleri arasında bulunan
hiçbir şairin divanında tuyuğ formunda tek bir manzumeye dahi rastlanmaması bu
durumu daha net bir şekilde açıklar niteliktedir.
Bu asırda yaşamış olan Divan şairleri arasında en fazla tuyuğa sahip olan
şairler, 11 tuyuğa sahip olup Bahtî mahlasını kullanan Sultan I. Ahmed (ö. 1617) ile
şiirlerinde Azerî Türkçesi hususiyetlerini kullanan ve 10 tuyuğa sahip olan Mesîhî-i
Tebrizî (ö. 1655-56)’dir. Bu iki şairden başka, bu yüzyılda Fenâyî Cennet Mehmet
Efendi (ö. 1664)’nin 3, İsmâ‘îl Habîbî Efendi (ö. 1680)’nin 2, Şeyhülislam Yahyâ (ö.
1644), Ünsî Hasan (ö. 1723) ve Sofyalı Yusuf Râsih (ö. ?)’in ise birer tuyuğu
bulunmaktadır.
Anadolu’da yetişmiş bu şairlerin kaleme aldıkları tuyuğlar hakkında muhteva
bakımından genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, bir önceki yüzyıl şairleri
olan Misâlî, Muhîtî, Arşî, Fânî, Pîrkâl ve Ca‘ferî gibi şairlerin tuyuğlarında genel
olarak Hurufilik fikri işlenmişken bu yüzyıl tuyuğ şairlerinde böyle bir eğilime
rastlanmamaktadır. Tasavvufi aşk başta olmak üzere, beşerî aşk, sevgiliden şikâyet
ve âşığın perişan hâlinin terennüm edildiği bu yüzyıl tuyuğları arasında en dikkat
çeken tuyuğlar, Azerî sahası şairlerinden Mesîhî-i Tebrizî’nin Ali Şîr Nevâyî’yi örnek
alarak Çağatay diliyle kaleme almış olduğu tuyuğlarıdır denebilir.
15. asırda özellikle Çağatay şairleri tarafından tuyuğa karşı oldukça fazla
rağbet gösterilirken 16. asırda Çağatay şairler arasında sadece Bâbür Şah ve Sânî
mahlasını kullanan Mevlânâ Efserî’nin tuyuğları bulunmakta idi. Bu yüzyılda ise tek
bir Çağatay şairinin bulunmaması tuyuğun gözden düştüğünün açık göstergesidir. Bu
yüzyılda en fazla tuyuğ kaleme alan şairlerin söz konusu tuyuğları hakkında şu
değerlendirmeleri yapmak mümkündür:

2.4.1. Bahtî / Sultan I. Ahmed (ö. 1617)


Sultan III. Mehmed (saltanatı: 1595-1603) ve Handan Sultan (ö. 1605)’ın oğlu
olan Sultan Ahmed, III. Mehmed’in Saruhan valiliği sırasında 998/1590’da Manisa’da

164
doğdu. Ağabeyi Şehzade Mahmûd’un babası tarafından boğdurulması üzerine,
babasının ölümünün ardından 1012/1603’te 14. Osmanlı padişahı olarak tahta çıkan
I. Ahmed, 1026/1617’de 14 yıllık padişahken, 51 gün süren mide rahatsızlığından
veya kimi kaynaklara göre de şirpençe hastalığından 28 yaşındayken vefat etti.
Mezarı, kendi ismini taşıyan camiin yanındaki türbede bulunmaktadır.1
Devlet idaresinde, sert ve kuralcı tutumuna rağmen kaynaklar hayırsever ve
dindar tabiata sahip olduğunu, mütevazı bir yaşamı tercih ettiğini kaydeder. Celvetî
tarikatından Aziz Mahmûd Hüdayî’ye derinden bağlı olan Bahtî, bunu şiirlerine de
yansıtmıştır. Şiirlerinde Bahtî mahlasını kullanan Sultan Ahmed’in tek nüshası Millet
Kütüphanesi’nde olan bir Dîvânçe’si vardır.2 Bu Divançe üzerinde İsa Kayaalp
lisansüstü çalışma yapmıştır. Divançe’sinde tuyuğ özelliği taşıyan 11 manzumesi
bulunan Bahtî’nin söz konusu bu tuyuğlarında daha çok beşerî aşk ve beşerî sevgili
konusu işlenmiştir. Sevgilinin vefasızlığından, naz ve istiğnasından şikâyet eden
Bahtî, yine de âh u zâr etmemek gerektiğine inanmıştır:
Âh kim ol serv-kad bakmaz baña
Nâz u istiğnâ ider ol dilrübâ
Bahtiyâ eyleme âh ile zâr
Bir gün ola eyleye mihr ü vefâ3

Gözlerümden tañ mı kan aksa dilâ


Yârüm olan sevdügüm bakmaz baña
Bahtînüñ göñlini alup ol perî
Cevr ider ol yüzi mâhum dâ’imâ4

Kendisine mededname yazacak kadar o beşerî sevgiliden bir beklenti


içerisinde olan Bahtî, sevgiliden kendisini yıkıp viran etmemesini, bunu fırsat bilen
yabancılara/rakiplere koz vermemesini dilemiştir.
Göñlümi vîrân idüp yıkma meded
Lutf idüp agyârı güldürme meded
Güzelüm rahm eyle gel bâşuñ içün
Uşta öldüm baña zulm itme meded5

Bahtî, sevgiliye o kadar bağlanmıştır ki sevgili, hançerini Bahtî’nin göğsüne


vuracakken Bahtî, sevgiliye hiçbir mukabele göstermeden tamamen kendini teslim

1 Mücteba İlgürel, “Ahmed I”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1989, C. 2, s. 32; Ayşe
Yıldız, “Bahtî, Sultan 1. Ahmed”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=5020
(Rerişim tarihi: 10.11.2018).
2 Yıldız, “Bahtî, Sultan 1. Ahmed” a. yer.

3 Kayaalp, I. Ahmed ve Divanı, s. 61.

4 a.g.e., s. 62.

5 a.yer.

165
ettiğini ifade eder. Zira Bahtî, her şeyi ile yani teni ve canı ile kendini sevgiliye
adamıştır.
Hançer ile bekler imiş ol nigâr
Karşu tutam sînemi ursun o yâr
Tenüm anuñ cânum anuñ ben anuñ
Neyler ise eylesün ol şîvekâr1

Tuyuğlarının sonuna doğru çektiği aşk derdine hiç kimsenin giriftar


olamaması için niyazda bulunan Bahtî, Fuzûlî’nin “Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân
olmasın yâ Rab / Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab” şeklindeki niyazını
hatırlatan ifadeler kullanarak âşıklık durumunun ne denli zahmetli bir iş olduğunu
ortaya koymaya çalışmıştır:
Kimseler derde giriftâr olmasun
İñleyüp bülbül gibi zâr olmasun
‘Âşka düşüp zâr ü gamhâr olmasun
Sevdügi agyâr ile yâr olmasun 2

Tuyuğları şekil olarak değerlendirildiğinde Bahtî, kaleme aldığı 11 tuyuğun


6’sını a a x a kafiye örgüsüne göre, 5’ini ise a a a a musarra kafiye örgüsüne göre
düzenlemiştir. Yine kaleme aldığı 11 tuyuğun 8’inde Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz
kalıbını kullanan Bahtî, 3 tuyuğunda ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün aruz kalıbını
kullanmıştır. Cinas kullanımına ise pek önem vermediği görülen Bahtî’nin sadece bir
tuyuğunda cinas kullandığı görülmüştür. Mahlas kullanımı bakımından tuyuğlarına
bakıldığında ise tuyuğlarının 4’ünde mahlas kullanmayı tercih etmiştir.

2.4.2. Fenâyî Cennet Mehmet Efendi (ö. 1664)


Asıl adı Mehmed olan şair, şiirlerinde Fenâyî mahlasını kullanmıştır. Tarikat
adabına uygun yaşaması ve arif kişiliğinden dolayı isminin önüne “Cennet” eklenerek
“Cennet Mehmed Efendi” ismiyle anılmıştır. Eğitim hayatı hakkında herhangi bir bilgi
bulunmayan Fenâyî, katiplik ve vaizlik gibi eğitim gerektiren görevlerde bulun-
muştur. Kardeşi Ahmet Çelebi vasıtasıyla Aziz Mahmûd Hüdâyî’ye intisap etmiştir.
Manzumelerinde Fenâyî mahlasını kullanmış olan Mehmet Efendi’nin dinî-
tasavvufi içerikli kaleme aldığı çoğu manzumede Yunus Emre’nin ve Hüdâyî
mahlasıyla şiirler yazan şeyhi Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin üslup özelliklerini görmek
mümkündür. Özellikle kullandığı redifler de göz önünde bulundurulduğunda
Yunus’un tesirleri açıkça görülmektedir.3 Şiirdeki ustalığını kaleme almış olduğu

1a.g.e., s. 63.
2a.g.e., s. 68-69.
3 Abdullah Aydın, “Fenâyî Cennet Mehmet Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,

http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=521 (Erişim tarihi:


10.11.2018).

166
Dîvân’da sergilemiş olan Fenâyî Cennet Mehmet Efendi’nin söz konusu Dîvân’ı
üzerinde üç tez hazırlanırken iki defa da yayımlanmıştır.1
Fenâyî Cennet Mehmet Efendi’nin Dîvân’ında sadece 3 tuyuğ bulunsa da bu
sayı tuyuğun tarihi seyri açısından önem arzettiği muhakkaktır. Zira önceki
yüzyıllara göre oldukça gözden düşen tuyuğ nazım şeklinin tek bir örnekle dahi olsa
bu yüzyılın divanlarında kendine yer bulması bizim için oldukça kayda değerdir.
Fenâyî Cennet Mehmet Efendi’nin kaleme almış olduğu bu 3 tuyuğ, dinî-tasavvufi
konuları ihtiva etmektedir. İlk tuyuğunu münacaat türünde kaleme alan Fenâyî, bu
tuyuğda Allah’tan iyiliği, müşküllerinin hallini, derde düşmüş olan gönlüne dermanı
ve irfan sırlarını görebilmeyi talep etmiştir.
Hâlümüze Bârî ihsân eyleye
Cümle müşkilleri âsân eyleye
Mazhar-ı esrâr-ı ‘irfân eyleye
Cân u dil derdine dermân eyleye2

Kaleme almış olduğu ikinci tuyuğunda genellikle sufilerin kendi gönüllerine


hitap ettikleri gibi Fenâyî de kendi gönlüne hitap ederek kendisine telkinlerde
bulunduğu görülür. Buna göre Fenâyî, yeryüzünde Allah’ın nurunun perdeler altında
yani cisimlerin ardında gizli olduğunu kişinin kalp gözü ve can kulağının açık olması
durumunda, yaratıcı kudretin de inayetiyle bunların idrak edilmesinin mümkün
olabileceğini ifade etmiştir.
Ara yirden câna ref‘ ola hicâb
Göre göz envârını bî-irtiyâb
İde kullarına her dem feth-i bâb
Gûş-ı câna ire lutfuñdan hitâb3

Son tuyuğunda ehl-i irfanın hallerinden bahseden Fenâyî, Rabb’ini bilen bir
ârifin sahip olduğu makamın “Kâf” makamı olduğunu ifade etmiştir. Tasavvufi bir
kavram olarak Kâf, Kur’ân’a işarettir ki bu da Allah’ın bütün isimlerinin zuhur yeri ile
bu mazhariyeti bilen ve bildiren insan-ı kâmildir.4 Bu makamdan haberdar olmayan
bir sufinin sözlerinin anlamsız olduğunu vurgulayan Fenâyî, “Nefsini bilen Rabb’ini
bilir.” kaidesince kendi özünü bilen kişinin Allah’ın mazhariyetine de vakıf olup bu
zuhuru etrafındakilere de gösterebileceğinin altını çizmiştir.

1 Türkan Karaman, Fenayi Divanında Dini ve Tasavvufi Motifler, (Yüksek Lisans Tezi), Afyon
Kocatepe Üniversitesi SBE, 2001; Alim Yıldız, Fenâyî Divanı (Metin-Muhteva-Tahlil), (Doktora
Tezi), İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi SBE, 2002; Abdullah Aydın, Fenâyî Cennet Mehmed
Efendi ve Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi SBE, 2003; Abdullah Aydın,
Üsküdarlı Fenâyî Cennet Mehmed Efendi ve Divanı, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2004; Yıldız,
Fenayi Cennet Efendi Divanı, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları, 2010.
2 Yıldız, Fenayi Cennet Efendi Divanı, s. 432.

3 a.yer.

4 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, s. 261.

167
Ehl-i irfânuñ makâmı Kâf imiş
Ârif-i Rab ârif-i a‘râf imiş
Bilmeyen ol kâf-ı sûzı lâf imiş
Özüni bilen bugün sarrâf imiş1

Şekil olarak tuyuğları değerlendirildiğinde, Fenâyî’nin 3 tuyuğunu da a a a a


musarra kafiye ile kaleme aldığını, yine bu tuyuğların tümünde Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün
fâ‘ilün aruz kalıbını kullandığını söylemek mümkündür. Cinas kullanımına göre
tuyuğları değerlendirildiğinde ise Fenâyî’nin sadece bir tuyuğunda cinas kullandığı
görülür. Yukarıdaki örnek tuyuğda görülen söz konusu cinas, birinci mısrada geçen
“Kâf” kelimesi ile üçüncü mısrada geçen “lâf” kelimesi arasında geçen cinas-ı lâhıktır.

2.4.3. Mesîhî-i Tebrizî (ö. 1655-56)


17. yüzyıl Azerî sahası şairlerimizden olan Mesîhî-i Tebrizî’nin hayatı
hakkında kaynaklarda çok ayrıntılı bir bilgi mevcut olmamakla birlikte asıl adının
bazı kaynaklarda Rükneddin Mesut bazı kaynaklarda ise Hekim Rükna olduğu
kayıtlıdır.2 17. yüzyıl Azerî sahası şairlerinden olmasına rağmen Çağatay şairi Ali Şîr
Nevâyî’ye duyduğu hayranlık sebebiyle divanını Çağatay Türkçesi ile yazmıştır. 3
Dîvân’ına dâhil ettiği 133 rubâînin çoğunda genel olarak Ali Şîr Nevâyî’yi örnek aldığı
görülen Mesîhî-i Tebrizî, birçok rubâîyi Ali Şîr Nevâyî’nin Garâîbü’s-Sıgar adlı
divanında bulunan rubâîlerine nazire olarak kaleme almıştır. Ali Şîr Nevâyî’nin
Garâîbü’s-Sıgar adlı divanında da 133 rubâînin bulunması, Mesîhî-i Tebrizî’nin Ali Şîr
Nevâyî’ye olan edebî bağlılığını göstermesi açısından oldukça değerlidir.4
Tek dörtlükten oluşan nazım şekli bağlamında kaleme aldığı rubâîlerden
başka tuyuğ nazım şekliyle de ilgilendiğini gösteren Mesîhî-i Tebrizî, Dîvân’ında 10
tuyuğ kaleme almıştır. Tuyuğlarında da yine Ali Şîr Nevâyî üslubunu takip eden
Mesîhî-i Tebrizî, âşığın sevgili karşısındaki perişanlığını, sevgilinin istiğnasını konu
edinmiştir. Özellikle âşığın âşıklık hali olan beniz sarılığını, bahtının karalığını sıkça
kullanan Mesîhî-i Tebrizî, bu yönde Ali Şîr Nevâyî gibi renklerden oldukça
faydalanmıştır.
Nice beñzüm sarı olsun eskim al
Ey ecel rahm eyleyip cânımnı al
Rûzgârum tîredür bahtım kara
Çerh-ı ahzar tâ maña kıldı bu âl5

1 Yıldız, Fenayi Cennet Efendi Divanı, s. 442.


2 Baştürk, Mesîhî-i Tebrizî, s. 4.
3 a.g.e., s. 22.

4 Çalka, Divan Şiirinde Rubâî, s. 91.

5 Baştürk, Mesîhî-i Tebrizî, s. 55.

168
Ârızuñ güldür nigârâ yâsemen
Kim aña güldür gulâm u yâsemen
Kara zülfüñdin cüdâ sünbül kimi
Kara kıldum tün ü girdüm yasa men1

Bir kısım tuyuğlarında felekten şikâyet ettiği görülen Mesîhî-i Tebrizî,


sevgiliden ayrılığını, sevgilinin vefasızlığını ve bundan çekilen sıkıntıdan dolayı
parmaklarını dişlemesini feleğin talihsizliğine bağlamıştır.
Nice köñlüm bolsa hicrândın yara
Ey felek rahm it bir işimge yara
Min kimi dişler nedâmet parmağı
Her kim aldansa mürüvvetsiz yâra2

Tuyuğları arasında nasihat tarzına uygun örnekleri de bulunan Mesîhî-i


Tebrizî, özellikle hırs ve tamah üzerinde durarak dünya malına ve güzelliklerine
meyledilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Ona göre dünya güzelliklerine karşı
duyulan hırs, kölelikten başka bir şey değildir. Ondan dolayı hür olmanın yegâne
çaresi aç gözlü olmayıp dünya nimetlerinin arkasından koşmamaktır:
İtme nefsini ki esîr hırs u âz
Hırs u âzuñ kaydıdın köñülü âz
Ger dilesin dehr ara âzâdelik
Dehr köp u âzına meyl eyle az3

Mesîhî-i Tebrizî’nin tuyuğlarına şekil yönünden bakıldığında tuyuğlarının


tümünün a a x a kafiye ile kaleme alındığı ve yine bu tuyuğların tümünde Fâ‘ilâtün
fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbının kullanıldığı görülmektedir. Tuyuğlarında mahlas kul-
lanmamış olan Mesîhî-i Tebrizî, cinas kullanımına ise özen göstermiştir. Cinas kulla-
nımında mahir bir görüntü çizen şair, kaleme aldığı 10 tuyuğun 8’inde cinas kullan-
mıştır. Cinas çeşitlerinden çoğunu kullanan Mesîhî-i Tebrizî özellikle cinas-ı tam ve
cinas-ı mefrukta iddialı olduğunu göstermiştir. Aşağıda verilen birinci örnek tuyuğda
birinci ve ikinci mısrada geçen “yâsemen” kelimesi ile son mısrada geçen “yasa men”
ifadesi arasında cinas-ı mefruk; ikinci örnek tuyuğda ise birinci mısrada geçen “yara”
(beden yası), ikinci mısrada geçen “yara” (yaramak fiilinin 1. tekil şahıs emir çekimi),
son mısrada geçen “yâra” (sevgiliye) kelimeleri arasında cinas-ı tam bulunmaktadır.
Ârızuñ güldür nigârâ yâsemen
Kim aña güldür gulâm u yâsemen
Kara zülfüñdin cüdâ sünbül kimi
Kara kıldum tün ü girdüm yasa men1

1 a.g.e., s. 56.
2 a.g.e., s. 57.
3 a.g.e., s. 55.

169
Nice köñlüm bolsa hicrândın yara
Ey felek rahm it bir işimge yara
Min kimi dişler nedâmet parmağı
Her kim aldansa mürüvvetsiz yâra2

2.5. 18. YÜZYIL


Bu yüzyılda tuyuğ nazım şekli, bir önceki yüzyıla nispeten tercih edilirliği
bakımından biraz daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bir önceki yüzyılda Anadolu
sahasında 7 şairin divanında tespit edilebilen tuyuğ nazım şekline bu yüzyılda 10
şairin divanında rastlanmıştır. Bu nazım şekline yönelen ve tuyuğa divanlarında yer
veren şair sayısı az olsa da bir önceki yüzyılı incelediğimiz bölümde de zikrettiğimiz
gibi millî bir nazım şekli olarak bu nazım şeklinin divanlarda kendine yer bulabilmesi
oldukça kayda değerdir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu yüzyılda 10 şairin divanında
tuyuğa rastlanmıştır. Tespit edilen tuyuğ sayısı ise 121’dir ki bu sayı azımsanacak bir
sayı değildir.
Bu asırda yaşamış olan Divan şairleri arasında en fazla tuyuğa sahip olan
şairler, 31 tuyuğa sahip İbrâhim Nazîr/Nazîrâ (ö. 1760-61), yine 31 tuyuğa sahip
Gurbî (ö. 1770[?]), 21 tuyuğa sahip Seyyid Mehmed Emîn (ö. 1733) ve 19 tuyuğa
sahip Neccâr-zâde Şeyh Rızâ (ö. 1746)’dır. Bu dört şairden başka, bu yüzyılda ‘Örfî
Mahmûd Ağa (ö. 1778)’nın 8, Sezâyî/Câbî Hasan Dede (ö. 1738)’nin 5, Şeyh Gâlib (ö.
1799)’nin 2, Ebubekir Celâlî (ö. 1818)’nin 2, Hakim Mehmed Emin (ö. 1770)’nin 1 ve
son olarak Fasîhî (ö. ?)’nin 1 tuyuğu bulunmaktadır. Tuyuğun 15. yüzyıldaki en
önemli icra sahası olan Çağatay sahasında bu yüzyılda hemen hiçbir büyük şair tespit
edilememiştir. Var olan şairler arasında da tuyuğu yeniden canlandıracak, ihya
edecek bir şair çıkmamıştır.3
Bu yüzyılda kaleme alınan tuyuğların muhtevası hakkında genel bir
değerlendirme yapmak gerekirse, bu yüzyıl tuyuğlarında bir önceki yüzyıllarda
sıklıkla kullanılan Hurufilik anlayışı işlenmemiş, daha çok ilahi ve beşerî aşk konulu
tuyuğlar kaleme alınmıştır. Bir önceki yüzyılın önemli şiir ekollerinden olan Hikemi
şiir tarzının tesiri bu yüzyıl şairlerinin tuyuğlarında kendini hissettirmiş ve nasihat
tarzının kullanıldığı tuyuğlarda bir artış görülmüştür.
Kronolojik sıraya göre bu yüzyılda en fazla tuyuğ kaleme alan şairlerin söz
konusu tuyuğları hakkında şu değerlendirmeleri yapmak mümkündür:

1 a.g.e., s. 56.
2 a.g.e., s. 57.
3 Kemal Eraslan, “Çağatay Edebiyatı”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, C. 8, s. 175.

170
2.5.1. Seyyid Mehmed Emîn (ö. 1733)
Kaynaklarda asıl adı, Seyyid Mehmed Emîn Baba olarak geçen şairin doğum
tarihi ve doğum yeri ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Dedesi Emîr Sultan ile birlikte
Buhara’dan Bursa’ya gelip bu şehre yerleşmiştir. Babası Seyyid Kasım Efendi’nin de
Bursa’da doğması ve oradaki medreselerde görev yapması sebebiyle, Emîn'in
de Bursa’da doğduğu söylenebilir.1 Şiirlerinde “Seyyid” mahlasını kullanan şair,
Halvetiyye Tarikatı’nın Mısriyye koluna mensup olup Niyâzî Mısrî’nin önde gelen
halifelerindendir. Mutasavvıf bir şair olan Seyyid Mehmed Emîn
Efendi’nin Dîvân’ındaki manzumelerin çoğu hakîmâne ve sûfiyâne niteliktedir. Sanat
yapmaktan ziyade tasavvufi düşüncelerini müritlerine öğretme çabası içerisinde olan
şair, Niyâzî-i Mısri ve Yunus Emre tarzında manzumeler kaleme almıştır.2
Seyyid Mehmed Emîn’in eldeki tek deseri Dîvân’ıdır. Dîvân’ında 14 kaside, 159
gazel, 49 murabba, 2 muhammes, 1 kıta, 5 tarih ve 2 mesnevinin yanı sıra 21 tuyuğ
bulunmaktadır. Dîvân’ında “Rubâiyyât” başlığı altında verilen 21 adet manzume,
rubâî değil tuyuğ özelliklerine sahiptir. Diğer manzumelerinde olduğu gibi
tuyuğlarında da tamamen tasavvufi telkinleri okuyucuya sunmaya çalışan Seyyid
Mehmed Emîn, hemen tüm tuyuğlarında bir derviş edasıyla nasihat tarzını
kullanmıştır. Öncelikle kâmil bir dervişe sadakatle intisap etmenin önemine değinen
Seyyid Mehmed Emîn, bir müridin tek başına Hakk’a erişemeyeceğini, mutlaka bir
dervişin rehberliğine ihtiyaç duyacağını vurgulamıştır.
Bulmak isterseñ eger Hakka vüsûl
Sıdk ile bir kâmile bende ol
Gezme âfâkı yeter çekme emek
Sen saña gel iste sen de bul3

Tuyuğlarının devamında kâinatın aşktan sebep yaratıldığına dikkat çeken


Seyyid Mehmed Emîn, aşkın da aslında Allah’ın kendisi olduğunu belirtmiştir. Buna
göre aşkı, yani Allah’ı bilen “ilm-i evvel”i ve “ilm-i âhir”i, “ilm-i bâtın”ı ve “ilm-i zâhir”i
de bilir. Bu ilme ve sırra varmak için de öncelikle aşka ulaşıp âşık olunması
gerektiğinin altını çizen Seyyid Mehmed Emîn, her şeyin fenâ bulacağını Hak ile bâkî
kalacak olan şeyin sadece aşk olduğunu telkin etmiştir:
‘Aşkdur peydâ kılan bu ‘âlemi
‘Aşkdur gûyâ kılan her âdemi
İlm-i evvel ilm-i âhir ‘aşk imiş
‘Aşka ulaş âşık ol bul bu demi4

1 Gider, Seyyid Mehmed Emin Efendi Divanı, s. 2-5.


2 Mahmut Gider, “Seyyid Mehmed Emin Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1574 (Erişim
tarihi: 01.12.2018).
3 Gider, Seyyid Mehmed Emin Efendi Divanı, s. 496.

4 a.g.e., s. 498.

171
‘Âlemi zâhir kılan bu ‘aşk imiş
Âdemi bâtın kılan bu ‘aşk imiş
Çünki fânî ola küllî mâsivâ
Hakk ile bâkî kalan bu ‘aşk imiş1
Seyyid Mehmed Emîn’e göre tasavvuf yolu, aşk yoludur ve aşkın yardımı ve
inayeti âşığı maksuduna ulaştırmaktadır. Âşığa sözü söyleten de yolu bulduran da
müşkülleri halleden de aşkın kendisidir. Yine Seyyid Mehmed Emîn’e göre aşk,
imanın da kendisidir. Akılla aşka ulaşmak mümkün olmadığı gibi akıl, insanı şüpheye
götüren yalan söz üreten bir özelliğe sahiptir:
‘Aşkdur söz söyleden âşıklara
‘Aşkdur yol gösteren sâdıklara
‘Aşka hall itdiler her müşkili
‘Aşk rehber oldı hep sâliklere 2

‘Aşk imân oldı ‘akl oldı gümân


‘Akluñı terk eyle isterseñ îmân
Mâ-tekaddümden dinür söz hemân
Bir yere sığmaz yalan ile îmân3
Tuyuğlarının çoğunu bu şekilde aşkın tanımına ve özelliklerine ayıran Seyyid
Mehmed Emîn’in kalan tuyuğlarında da aşk ile aklı mukayese ettiği görülür. Şaire
göre aşk, eğer ateşse akıl ancak onun dumanıdır. Yani aşkın bulunduğu yerde akıl
oradan kaçar gider. Akıl aşka mahrem olamamıştır, dolayısıyla aşkı bulmak isteyenin
aklı terketmesi gerekmektedir:
‘Aşk âteş oldı ‘akl oldı duhân
‘Aşk geldikde ‘akl kaçar hemân
Çünki ‘aşka ‘akl mahrem olmadı
Aklı terk it ‘aşk ile bul cânâ cân4
Aşka dair bu tuyuğların ardından kendisinin müntesip olduğu tarikatı
hakkında da bilgi veren Seyyid Mehmed Emîn, yine bir dervişe intisap etmenin
önemine değindikten sonra Halvetî olunması ile ilgili telkinlerde bulunarak
tuyuğlarını sonlandırmıştır.
Nice yıllar bekler iseñ halvetî
Bulmayasın bî-delîl ol hazreti
Pîre iriş sıdk ile gir silkine
Halvetî ol Halvetî ol Halvetî 5

1 a.yer.
2 a.yer.
3 a.g.e., s. 499.

4 a.yer.

5 a.g.e., s. 500.

172
Seyyid Mehmed Emîn’in tuyuğları şekil yönünden incelendiğinde tuyuğlarının
15’ini a a x a kafiye örgüsüyle, 6’sını ise a a a a musarra kafiye ile kafiyelendiği
görülmektedir. Tuyuğların tümünde Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını kullanan
Seyyid Mehmed Emîn bu vezni kullanırken kusursuz bir görüntü vermiştir. Cinas
kullanımında da oldukça mahir olduğu görülen şairin kaleme aldığı 21 tuyuğun
17’sinde cinas kullanmıştır. Pek çok cinas çeşidini kullanabilme kabiliyetine sahip
olduğunu gösteren şairin aşağıdaki ilk örnek tuyuğunun birinci mısraında geçen
“hâl” kelimesi ile ikinci mısraında geçen “muhâl” kelimesi arasında cinas-ı mükerrer;
ikinci örnek tuyuğda ise ilk mısrada geçen “halveti” (tenhada kalmayı) kelimesi ile
son mısrada geçen “Halvetî” (Halveti tarikatı) kelimesi arasında cinas-ı tam
bulunmaktadır.
Vahdeti kesretde buldı ehi-i hâl
Kesret ehli vahdeti bulmak muhâl
Sırruñı nâdâna keşf itmek vebâl
Hâl-i Mansûrdan yüri var ibret al

Nice yıllar bekler iseñ halveti


Bulmayasın bî-delîl ol hazreti
Pîre iriş sıdk ile gir silkine
Halvetî ol Halvetî ol Halvetî1

Son olarak mahlas durumuna göre Seyyid Mehmed Emîn’in tuyuğları değer-
lendirildiğinde ise sadece bir tuyuğunda mahlas kullandığı, söz konusu tuyuğunda
ise yine nasihat tarzını kullanan şair, tecrit sanatını uygulayarak kendisini isminden
soyutladığı görülmektedir. Söz konusu bu tuyuğda Seyyid Mehmed Emîn, aşkın kulu
olarak okuyucuya doğru yolu bildirdiğini ve onun söylediği sözlerin teyit edilmesi
gerektiğini, ancak bu yolla tahkiki imana sahip olunabileceğini vurgulamıştır.
Ta ezel Seyyid durur ‘aşkuñ kulı
Kim haber virdi size toğrı yolı
Ger sözine dir ise anuñ beli
Alem içre olasız tahkik veli

2.5.2. Neccâr-zâde Şeyh Rızâ (ö. 1746)


18. yüzyılın önemli sufilerinden biri olan Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, Gerek
Edirne’de gerekse İstanbul Beşiktaş’ta bulunan Sinan Paşa Tekkesi/Neccârzâde
Tekkesi’nde post-nişînlik yapmış; hem Nakşî hem de Celvetî usulüne göre tasavvufi
ritüelleri yerine getirmiş bir tarikat şeyhidir. Manzum ve mensur birçok eseri bulu-
nan Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın şiir kabiliyetini gösteren en önemli eseri Dîvân’ıdır.

1 a.yer.

173
Klasik edebiyatta, divan tertibinde rubâî gibi tuyuğlar da genellikle divanların
sonlarında müfredlerden önce yer alan rubâiyyât, tuyuğlar veya mukattaât başlığı
altında yazıldığı ve kaleme alınan tuyuğların kafiye sırasına göre düzenlendiği
görülür. Rubâî şairleri arasında bulunan Urfalı Nâbî, (ö. 1712), Kasımpaşalı Sâlik (ö.
1800) ve Seyyid Vehbî (ö.1736) gibi bazı şairlerin mürettep divanlarında, gazellerin
kafiye harfine göre sıralanmış şekliyle, hangi harfle başlanıyorsa onunla ilgili bir
rubâî yazıldığı ve bu rubâînin de genellikle kafiye harfinin ismiyle zikredildiği
görülür.1 İşte Neccâr-zâde Şeyh Rızâ da Urfalı Nâbî, Kasımpaşalı Sâlik ve Seyyid
Vehbî’nin divan tertiplerini örnek alarak mürettep Dîvân’ında gazellerin son harf
geçişlerinde 19 tuyuğ yerleştirmiştir. Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın kaleme almış olduğu
bu 19 tuyuğ, sadece tuyuğun tarihsel gelişimi için değil, Divan şiirinde şairlerin divan
tertibindeki gelişimini göstermesi açısından da son derece kayda değerdir.
Kaleme aldığı 19 tuyuğun birini Arapça-Türkçe mülemmâ birini ise Farsça
kaleme alan Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, geri kalan 17 tuyuğunu Türkçe yazmıştır. Sabrı
telkin ettiği ve ilk tuyuğu olan söz konusu mülemmâ tuyuğ örneğinde Neccâr-zâde
Şeyh Rızâ, “Sabır, kurtuluşun anahtarıdır.” anlamına gelen Arapça meşhur “Essabru
müftâhu’l-ferec” sözünü kullanarak nasihat tarzında kullanılan üslubu sergilemiştir.
Kad bede’s-sabru müftâhu’l-ferec
Sabr eder âhir eder def ‘i harec
Vird-i ashâb-ı safâdır subh u şâm
Rabbenâ ba‘de’l-harec miskü’l-erec[?]2

Geri kalan tuyuğlarında genellikle nasihat üslubunu kullanan Neccâr-zâde


Şeyh Rızâ, tuyuğlarını okuyucuya tasavvuf adabını telkin etmek maksadıyla kaleme
aldığını ortaya koymuştur. Örneğin aşağıdaki tuyuğda şair, insanın bütün arzu ve
isteklerini sadece yüce yaradandan istemesi gerektiğini, zira her derde derman
olacak zatın ancak ve ancak kâinatın sultanı olan Allah olduğunu vurgulamıştır:
Eyle serin hazret-i cânâna arz
Ya‘ni sultân-ı celîlü’ş-şâna arz
Gayrıdan mahfi gerekdir râz-ı dil
Hasb-i hâlin etme her nâ-dâna arz3

‘Arz-ı hâlin etme her nâ-dâna ‘arz


Eyle bir sultân-ı ‘âlî-şâna ‘arz
Derd-i dildir derdine dermân olan
Derdini kıl hazret-i dermâna ‘arz4

1 Bk. Çalka, Divan Şiirinde Rubai, s. 28.


2 Danacı, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, s. 34.
3 a.g.e., s. 52.

4 a.g.e., s. 450.

174
Nasihatleri arasında özellikle sabır ve tevekkül konularına eğildiği görülen
Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, sıkıntılarından kurtulmak isteyen kişinin sabır göstermesi
durumunda kendisine ferahlık kapılarının açılacağını ve özellikle yukarıda da ifade
edildiği gibi Allah’tan başka kimseye bu konuda iltica edilmemesi gerektiğini
vurgulamıştır:
Mihnete sâbır olan buldu ferec
Feth olur bâb-ı ferah ba‘de’l-harac
Rastdır râh-ı tevekkül sûfiyâ
İlticâ-yı gayrdan lutf ile gec1
Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın tuyuğları arasında en dikkat çeken tuyuğ, şüphesiz
şiir kabiliyeti için Allah’a münacaatta bulunduğu tuyuğudur. Allah’a “Gaybın nâzımı”
sıfatını veren şair, en güzel matla‘ın Allah tarafından kaleme alındığını vurguladıktan
sonra, kendi nazmına ihsanda bulunması ve şiirlerinin devamının gelmesi için Allah’a
niyaz etmiştir:
Nâzım-ı gayb ede hüsn-i matla‘
Nâme-i şevkime mısra‘ mısra‘
Hâme-i nazmıma lutf et yâ-Rabb
Gelmesin evvel ü âhir makta‘2
Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın tuyuğlarına şekil yönünden bakıldığında kaleme
almış olduğu 19 tuyuğun 18’inde a a x a; 1’inde ise x a x a kafiye örgüsünü
kullanmıştır. Yine 19 tuyuğun 16’sında Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını
kullanan Seyyid Mehmed Emîn, 2 tuyuğunda Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün veznini, 1
tuyuğunda ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini kullanmıştır. Cinas kullanımına çok
fazla yer vermemiş olan Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın sadece 2 tuyuğunda cinas tespit
edilmiştir. Son olarak mahlas durumuna göre Neccâr-zâde Şeyh Rızâ’nın tuyuğları
değerlendirildiğinde ise sadece bir tuyuğunda mahlas kullanmış olan şairin bu
tuyuğu Farsça olarak kaleme aldığı örnekte mevcuttur.

‫ﭘﯿﮑﺮ ﻏﯿﺐ و ﺷﮭﺎدت ﺷﺎدت ﺑﺎش‬ Peyker-i gayb u şehâdet şâdet baş
‫ﭘﺮده از ﺳﺮ ﺑﺮﮔﺸﺎدت ﺷﺎد ﺑﺎش‬ Perde ez sırr berguşâdet şad baş
Mideved ber vefk-i dilhâhet Rezâ
‫ﻣﯽ دود ﺑﺮ وﻓﻖ دﻟﺨﻮاھﺖ رﺿﺎ‬
Kutb-i gerdûn-i murâdet şad baş
3‫ﻗﻄﺐ ﮔﺮدون ﻣﺮادت ﺷﺎد ﺑﺎش‬

“Gaybı ve bu dünyayı görensin, şad ol! Perdeden sır sana açıldı şad ol! (Felek),
Senin isteğin üzerine dönüyor (ey) Rıza! Muradın feleğinin kutbu şad ol!”

1 a.g.e., s. 423.
2 a.g.e., s. 453-54.
3 a.g.e., s. 448.

175
2.5.3. İbrâhim Nazîr/Nazîrâ (ö. 1760-61)
Asıl adı İbrâhim Nazîr Çelebi Efendi olan şair, manzumelerinde Nazîr ve
Nazîrâ mahlasını kullanmıştır.1 Edirne’de dünyaya gelen şair, müderrislik ve kadılık
yapmış bir devlet adamıdır. Mesleği gereği birçok yeri gezip gören şair, bir ara
Edirne'ye gelen meşhur âlim ve şair Aydoslu İsmail Hakkı Efendi ile görüşmüş ve
ondan ders almıştır. Gülşeniyye tarikatının Sezâiyye kolu şeyhlerinden Sezâyî-i
Gülşenî hazretlerine intisap eden İbrâhim Nazîr’in bu tasavvufi yönü, kaleme aldığı
pek çok eserin yanı sıra şiirlerine de yansıtmıştır.2
Sahip olduğu Dîvân’da çeşitli nazım şekillerinin yanı sıra 31 tuyuğ da kaleme
almış olan İbrâhim Nazîr, bu tuyuğların 2’sini Farsça yazmıştır. Dîvân’ındaki pek çok
şiir gibi tuyuğlarında da dinî-tasavvufi düşence eksenli bir çizgi çizen şair, her
fırsatta tasavvufun adab ve erkanı üzerinde düşüncelerini ifade etmiştir. İlk
tuyuğlarında kendisinin müntesip olduğu tarikat hakkında da bilgi veren şair,
kendisinin Gülşenî tarikatına mensup olduğunu zikretmiştir:
Mürşidânuñ ârif-i akvâliyem
Âşıkânuñ vâkıf-ı ahvâliyem
Nisbetümden olınur ise suâl
Hanikâh-ı Gülşenî abdâlıyam3

İntisap ettiği şeyh olan Sezâyî-i Gülşenî hazretleri için methiyye tarzında da
bir tuyuğ kaleme alan İbrâhim Nazîr, şeyhinin ilm-i ledünnün varisi olduğunu,
Allah’ın “ol/kün” emrinin sırlarına vakıf olduğunu ve nükteli söz söylemede de mahir
olduğunu vurgulamıştır.
Vâris-i ilm-i ledündür Gülşenî
Ârif-i esrâr-ı kündür Gülşenî
Vâkıf-ı ahvâl bî-şın ü bî-sin
Nüktedân-ı her sühandur Gülşenî4

Tasavvuf yolunu dünyevi makam ve mevkilerin üzerinde tutan İbrâhim Nazîr,


bu yola girmekle ne kadar isabetli bir karar verdiğini ifade etmek adına, dünyanın
sıkıntılarından uzak safâ içerisinde bulunduğunu, Allah’ın lütfunun bulunduğu
dergahta köle olmayı padişahlığa bile değişmediğini vurgulamıştır.

1 Şengün, Nazîr İbrahim, s. 1.


2 İsmail Hakkı Aksoyak, “Nazîr/Nazîrâ, İbrahim Nazîr Çelebi Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler
Sözlüğü, 2015,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=7105 (Erişim
tarihi: 18.11.2018).
3 Şengün, Nazîr İbrâhim, s. 861.

4 a.yer.

176
Rızâ-yı Hak ile bir bî-nevâyem
Sürûrum var göñülde pür-safâyem
Degişmem pâdişâhân ile hâlüm
Gedâ-yı dergeh-i lûtf-ı Hudâyem1

Tasavvuf adabında istişareye yani görüş alışverişine oldukça dikkat edilir.


Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de de Allah, Hz. Peygambere istişareyi ve meşvereti
emretmiştir. Âl-i İmran suresinin 159. ayetinde “Bir hususta karar vereceğin zaman
onlara danış. Karar verdikten sonra da artık Allah’a tevekkül et” mealinde olan bu
ayet, Kur’ân-ı Kerim’de ِ ‫ﷲ‬
ّ ‫ َوﺷ َِﺎورْ ھُمْ ﻓ ِﻲ اﻷ َﻣْ ِر ﻓ َﺈ َِذا ﻋَزَ ﻣْتَ َﻓﺗ ََوﻛﱠ ْل ﻋَﻠ َﻰ‬şeklinde geçmektedir.
İşte İbrâhim Nazîr de bu ayeti göz önünde bulundurarak aşağıda örnek olarak
verdiğimiz tuyuğu okuyucuya nasihat tarzında sunmuştur:
Meşveretle emr olunmışdur şehâ
Her zamân re’yiñe itme iktidâ
Çün dinilmişdür ferâmûş eyleme
Vakt olur kim müctehid eyler hatâ2

Bir başka tuyuğunda kişinin başkasının ayıbını görmemesi gerektiğini ifade


eden İbrâhim Nazîr, insanın kendi ayıplarını zor gördüğünü oysa öncelikle kendi
kusurlarıyla meşgul olunması gerektiğini vurgulamıştır. Bu ve buna benzer pek çok
mevzuda nasihatlerini sıralayan şair, bir derviş edasıyla okuyucuya telkinlerde
bulunmuştur.
Gayrı gör kendüñi görme cânâ
Merdüm-i dîde görünmez zîrâ
Ayb-ı gayra nazar itme aslâ
Kendi aybını görürsüñ a‘lâ3

Tuyuğları şekil yönünden değerlendirildiğinde İbrâhim Nazîr, kaleme almış


olduğu 31 tuyuğun 29’unda a a x a; 2’inde ise a a a a musarra kafiye örgüsünü
kullanmıştır. Yine bu tuyuğların 23’ünde Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını
kullanan İbrâhim Nazîr, 8 tuyuğunda ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini
kullanmıştır. Cinas kullanımında ise çok fazla mahir olduğu görülmeyen şairin
tuyuğlarının sadece 10’unda cinas bulunmaktadır. Cinas çeşitlerinden sadece üç
çeşidi kullanmış olduğu görülen şairin cinas-ı lâhık, cinas-ı mutarraf ve cinas-ı
mükerrere örnek verdiği tespit edilmiştir. Aşağıdaki örnek tuyuğların ilkinde birinci
mısrada geçen “erem” kelimesi ile ikinci mısrada geçen “derem” kelimesi arasında
cinas-ı mutarraf; ikinci örnek tuyuğun ilk mısraında geçen “‘îd” kelimesi ile son iki
mısrada geçen “ba‘îd” ve “sa‘îd” kelimeleri arasında ise cinas-ı mükerrer

1 a.g.e., s. 865.
2 a.g.e., s. 863.
3 a.g.e., s. 876.

177
bulunmaktadır. Yine bu cinaslardan ayrı olarak tuyuğun son iki mısraında geçen
“ba‘îd” ve “sa‘îd” kelimeleri arasında cinas-ı lâhık bulunmaktadır:
Dir iseñ vaslına cânânuñ erem
Gülşenînüñ güllerini hep derem
Cebhe-sâ-yı âsitânı olagör
Dergehidür şübhe yok bağ-ı İrem1

İde Hudâ rûz u şebüñ Kadr ü ‘îd


İzzet ü devlet ile ömrüñ mezîd
Çeşm-i bed ez-rûy-ı tû bâdâ ba‘îd
Sayyahake’llâhu sabâha’s-sa‘îd2

Son olarak mahlas durumuna göre İbrâhim Nazîr’in tuyuğlarına bakıldığında 2


tuyuğunda mahlas kullandığı, söz konusu tuyuğlarının birinde yine nasihat tarzını
bir diğerinde ise münacaat tarzını kullandığı görülür:
Bu gice yatmışuz yâ Rab vebâle
Yüzüm yok dergehüñe ‘arz-ı hâle
Dil-i mahzûnumı şâd eyle yâ Rab
Kerem eyle Nazîr-i bî-mecâle3

2.5.4. Gurbî (ö. 1770[?])


Asıl adı Ahmed olan Gurbî, günümüzde Sırbistan’ın Sancak bölgesinde yer alan
Yenipazar (Novipazar)’da dünyaya gelmiştir. Uzun bir süre Edirne’de ikamet etmiş
olan şair, Edirne yakınlarında Seyyid Ali Dergahı’nda mahlası Rahmi olan
Muhammed Musli adlı bir şeyhe intisap etmiştir ve bu intisaptan sonra “Derviş
Ahmed” ve “Ahmed el-Gurbî” olarak anılmaya başlanmıştır. Şiirlerinden bir ara
Nakşibendiliğe de bağlanmış olduğu anlaşılmakta olan Gurbî, Rumeli’de yaygın olan
bir tarikat olan Bektaşiliğe daha yakın bir çizgide olduğu görülmüştür.4
Dîvân’ında 31 tuyuğ kaleme almış olan Gurbî, tüm tuyuğlarını harf sırasına
göre sıralamıştır. Genel olarak dinî-tasavvufi çizgide kaleme aldığı bu tuyuğlarında
Gurbî, nasihat ve hasb-i hâl tarzı kullanmıştır. Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-

1 a.g.e., s. 872.
2 a.g.e., s. 875.
3 a.g.e., s. 888.

4 Sibel Akbulut Selçuk, XVIII. Yüzyıl Şairi Gurbî’nin Divanı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans

Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 2007, s. 8-9, 58-59; Mehmet Fatih Köksal, “Gurbî,
Ahmed”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=516 (Erişim
tarihi: 20.11.2018).

178
necât’ını andıran bir girişle Allah adıyla tuyuğlarına başlamış şair, tuyuğların “elif”
harfinden “y” harfine kadar tamamlanması için niyazda bulunmuştur.
Allâh Allâh di gel iy dil ibtidâ
Hayr-ile tâ bula işüñ intihâ
Didi Dervîş Ahmed Allâhum vire
Ola nazmum bu elifden tâ be-yâ1

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi tuyuğlarında genelde nasihat ve hasb-i hâl


tarzı kullanana Gurbî, karşılıklı sohbet eder tarzda dinî-tasavvufi telkinlerini
okuyucuya sunmaya çalışmış ve özellikle de bu telkinlere kulak verilmesi
gerektiğinin altını çizmiştir.
Ten türâb olınca Hakka minnet it
Âhiret mülkinde dâruñ cennet it
Bu tehîdür dime hakdur bu kelâm
Ben didigüm saña sen gel elbet it2

Okuyucudan başka kendi gönlüne de telkinlerde bulunmayı ihmal etmeyen


Gurbî, özellikle helal, haram ve mübahın neler olduğunu helalin karşılığını ehl-i
salah, haramın karşılığını zalim, mübahın karşılığını ise muktesid ile
somutlaştırmaya çalışmıştır:
İy göñül bulmak diler iseñ felâh
Bil helâl ile harâmı hem mubâh
Oldı üç kısm üzre bunlar münkasım
Muktesidle zâlim u ehl-i salâh3

Nasihatlerinin devamında ibadet etmek, dua etmek, Kur’ân okumak ve namaz


kılmak gibi dinî vecibelerin yapılması telkininde bulunan Gurbî, mahşer gününde
kurtuluşun reçetesini bu vecibelerin yerine getirilmesiyle mümkün olacağını
vurgulamıştır.
Gel tazarrû‘-ile Hakka it niyâz
Hem huzûr-ı kalb-ile kıl sen namâz
Rûz-ı mahşerde dilerseñ olasın
Cümle mahlûk içre anda ehl-i nâz4

Hikmet içerikli tuyuğlarında dünyanın yaratılma sebebi, insanın bu dünyadaki


mahiyeti üzerinde görüş bildiren Gurbî, ifade ettiği hikmetli sözlerden sonra yine

1 Selçuk, Gurbî’nin Divanı, s. 208.


2 a.yer.
3 a.g.e., s. 209.

4 a.g.e., s. 211.

179
nasihat tarzını kullanarak manzumelerindeki asıl gayesinin nasihat ve telkin
olduğunu açıkça göstermiştir.
Bahr-i dünyâ içredür âdem semek
Başı üzre devr ider dâ’im felek
Emr-i Mevlâ birle fehm it her zamân
Hizmet-i insâna kâ’im her melek1

Tuyuğlarında “bak”, “gör”, “bil” gibi ifadeleri sık kullanan Gurbî, bu gibi
ifadeleri Kur’ân-ı Kerim’in üslubundan aldığı düşünülebilr. Zîrâ Kur’ân-ı Kerim’in pek
çok ayetinde Allah, “ ْ‫( ” َﻓ ﺎﻧظُر‬bak)2, “ َ‫( ”أ َ ﻓ ََﻼ ﺗُ ﺑْﺻِ رُ ون‬Hâlâ görmüyor musunuz?)3, “ ‫أ َ ﻓ ََﻼ‬
َ‫( ”ﺗَﻌْ ﻘِﻠ ُون‬Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?)4 gibi ifadelerle insanı bakmaya,
görmeye, düşünmeye ve aklını kullanmaya yönlendirmektedir. Kudret kalemiyle
yapılan tahriratı, yani yaratılan her şeyin bakarak, görerek ve idrak ederek kerem
sahibi olan Allah’tan olduğu bilindiği takdirde hiçbir zaman elem çekilmeyeceğini
vurgulayan Gurbî, insanın bu sayede mutlu olacağına işaret etmiştir:
İrmesün dirseñ eger saña elem
Her kişiye ol yüri sâhib-kerem
Bunca tahrîrâta kıl gel bir nazar
Kim ne ikrâm itdi bu halka kalem5

Son tuyuğunda kaleme almış olduğu tuyuğlara kıt’a ismi vermiş olduğu
görülen Gurbî’nin bu ifadesiyle kıt’â ile tuyuğ arasındaki şekil ve özellik farkını
bilmediği anlaşılmaktadır. Onun gibi birçok şair ve müstensihin bu hataya düştüğü
daha önceki bahislerde tarafımızca vurgulanmıştı.
Otuz iki harf-ile didüm belî
Otuz iki kıt‘a bilgil iy velî
Pâ vu câ vu jâ vu kâ otuz iki
Yetmiş iki milletüñ olur dili6

Şekil yönünden tuyuğları incelendiğinde Gurbî, kaleme almış olduğu 31


tuyuğun tamamında a a x a kafiye örgüsünü kullanmıştır. Yine bu tuyuğların 30’unda
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını kullanan Gurbî, sadece 1 tuyuğunda Mefâ‘îlün
mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini icra etmiştir. Cinas kullanımı bakımından tuyuğlarına
bakıldığında ise 31 tuyuğun 16’sında cinas kullanan şairin cinasta da başarılı bir çizgi
çizdiği söylenebilir. Ancak cinas çeşitliliği bakımından zayıf kalan şairin özellikle

1 a.g.e., s. 215.
2 Rum: 30/50.
3 Zariyat: 51/21.

4 Saffat: 37/138.

5 Selçuk, Gurbî’nin Divanı, s. 215-16.

6 a.g.e., s. 218.

180
cinas-ı lâhık ve cinas-ı mutarraf örneği verdiği görülmektedir. Aşağıdaki örnek
tuyuğların ilkinde, birinci mısrada geçen “ırağ” kelimesi ile ikinci mısrada geçen
“firağ” kelimesi arasında cinas-ı mutarraf; ikinci örnek tuyuğun ilk mısrada geçen
“celâl”, ikinci mısrada geçen “cemâl” ve son mısrada geçen “kemâl” kelimeleri
arasında ise cinas-ı lâhık bulunmaktadır.
Senden ayru ola çokdan ol ırağ
Hubb-i dunyâdan olup terk u firâğ
Cehd idup subh u mesâ gel sa‘y kıl
Kalbüñ içre nûr-ile uyar çerâğ1

Zâhir olan ‘âlem içinde celâl


Var durur zımnında elbet bir cemâl
İkisi bir olmayınca bilesin
Bulımaz bir kimse bir işde kemâl2

Tuyuğlarını mahlas durumuna göre incelediğimizde ise Gurbî’nin 1 tuyuğunda


kendi adını, 1 tuyuğunda ise hem adını hem de mahlasını kullandığı görülmektedir.
Özellikle mahlas yerine “Derviş Ahmed” ifadesini kullandığı görülen şairin bu
kullanımı, ikinci bir mahlas olarak kendi adını da kullanabildiğini göstermesi
açısından oldukça kayda değerdir.
Allâh Allâh di gel iy dil ibtidâ
Hayr-ile tâ bula işüñ intihâ
Didi Dervîş Ahmed Allâhum vire
Ola nazmum bu elifden tâ be-yâ3

Derviş Ahmed çünki Gurbîyem didi


Bilürem ezber hesâb-ı ebcedi
Umaram Hakdan Muhammed ‘aşkına
Kim vire bana ol ‘ömr-i sermedi4

2.5.5. ‘Örfî Mahmûd Ağa (ö. 1778)


Edirne’de 1705 tarihinde dünyaya gelen Mahmûd Ağa, Osmanlı’da kethüdalığa
kadar yükselmiş, ancak bu görevden birkaç kere uzaklaştırılmıştır. Meslek hayatında
pek çok şansızlıklar yaşayan Örfî’nin, özel hayatında da mutlu olmadığı, önce çok
sevdiği eşini ardından da dört çocuğunu kaybettiği ve bu nedenle de büyük acılar
çektiği bilinmektedir. Bazı kaynaklar şairin Gülşenî tarikatına mensup olduğunu

1 a.g.e., s. 214.
2 a.g.e., s. 215.
3 a.g.e., s. 208.

4 a.g.e., s. 217.

181
belirtilmektedir. Yine kaynakların verdiği bilgiye göre Örfî, Kevkeb Hâfız (Derviş)
Mehmed’den, onun ölümü üzerine de Ahmed Şuglî’den (öl. 1140/1727) hüsnühat
dersleri alarak icazet sahibi olmuştur. 1192/1778 tarihinde vefat eden Örfî’nin
mezarı Edirne’deki Şeyhî Çelebi Camii civarındadır. Şiirlerinde Örfî mahlasını
kullanmış ve bu isimle anılagelmiş olan Mahmûd Ağa’nın şiir kabiliyetini en iyi bir
şekilde gösteren eseri Dîvân’ıdır. Dîvân’ından başka kendi başından geçen aşk
macerasını anlattığı ve hasbihâl niteliğinde bir mesnevi olan Mahabbet-nâme; 216
beyitten oluşan ve Mahabbet-nâme’nin bir devamı niteliğinde olan Leylâ ile Mecnûn;
Osmanlı tarihinin belli bir dönemini ihtiva eden Mevhûmü’t-Tevârîh ve son olarak
Mevhûmü’t-Tevârîh’in bir bölümü olarak kaleme alınmış olan Edirne Tarihçesi adlı
eserleri mevcuttur.1
Dîvân’ında Örfî’nin 8 tuyuğu bulunmaktadır. Ancak bu tuyuğlar, “Rubâiyyât”
başlığı altında yer almaktadır. Tuyuğun tek dörtlükten oluşması nedeniyle şairlerin
veya müstensihlerin bu manzumeleri “Rubâiyyât” başlığı altında toplayabildikleri
bilinmektedir. Yani söz konusu bu manzumeler rubâî değil tuyuğ özelliğine sahiptir.
Bu tuyuğların bir kısmında ilahi aşkı, bir kısmında ise beşerî aşkı konu edinen Örfî,
ilahi aşk bahsini işleyen örneklerinde genellikle elest, dîdâr, cemâl gibi tasavvufi
öğeleri kullanarak temel tasavvuf öğretileri üzerinde durmuştur. Örfî’ye göre hakiki
sevgiliyi isteyen bir kişi yani tâlib-i Hak, her daim uyanık olup aklı fikri sevgilinin
cemâlinde olur. Dünyanın dedikodularından uzak bir halde her zaman Rabb’ini
düşünür bir vaziyettedir:
Tâlib-i cânân olan bî-dâr olur
Zikr u fikri dâ’imâ dîdâr olur
‘Örfiyâ sende degil bu güft u gû
Söyleden dâ’im seni Cebbâr olur2

Kendi gönlüne nasihatler sunan örnek tuyuğunda da dünyanın Allah’ın


cemalini gösteren bir ayna suretinde olduğunu, gönlün bu aynaya bakıp Allah’ın
harika sanatlarını temaşa etmesi gerektiğini vurgulayan Örfî, güneş yüzlü sevgilinin
yüzünü görmeyi engelleyen saçlara yani masivaya baktığı takdirde günlerinin
karanlık geceye döneceğini vurgulamıştır.
Dilâ mir’âta bak seyr it cemâli
Temâşâ eyle sun‘-ı Zü’l-celâli
Mihr-i ruhsârı üzre zülf-i şeb-gûn
İder mihnet-zede rûz u leyâli3

1 Lokman Turan, “Örfî, Mahmûd Ağa”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=773 (Erişim
tarihi: 25.11.2018).
2 Turan, Edirneli Örfî Mahmûd Ağa, Dîvân, s. 677.

3 a.g.e., s. 672.

182
Kendisinden bahseden ve her mısrada mahlasını zikreden aşağıdaki örnek
tuyuğunda Örfî, sevgilinin cemâline meftun olduğunu, muhabbet mumuna pervane
olduğunu, ilahi aşk şarabıyla sarhoş olduğunu ve son olarak elest meclisine kadeh
olduğunu ifade etmiştir:
Cemâl-i yâre baksan yane ‘Örfî
Muhabbet şem‘ine pervâne ‘Örfî
Şarâb-ı ‘aşk-ile mestâne ‘Örfî
Elestüñ bezmine peymâne ‘Örfî1

Beşerî aşkı terennüm ettiği örnek tuyuğlarında ise Örfî, daha çok sevgiliden
ayrı olmasından duyduğu ıstırabı işlemiştir. Gonca dudaklı sevgiliye karşı duyduğu
aşk ateşinden gönlünün yandığını zikreden şair, gözlerinden akan gözyaşının bu
ateşi söndüremediğini, bu ateşi söndürmenin yegâne çaresinin sevgiliye vuslat
olduğunu ima etmiştir.
Âteş itdüñ göñlümi ey gonce-fem
Dökdi su sakkâ-yı ceşmi dem-be-dem
Sâkin olmaz tutusan od suyile
Senden olur baña olursa kerem 2

Yine sevgiliden şikâyet ettiği bir başka örnekte ise Örfi, sevgilinin kendisini
tuzağına düşüren avcı gözlerinden ve kaş-göz-kirpik üçgeninden oluşan yanbakış
tuzağından şikâyet etmiştir. Örfi’ye göre sevgilinin gamzesi tıpkı Tatar askerleri gibi
âşığın gönlüne doğru akınlarla saldırdığını ve bu sevgilinin asıl maksadının ne
olduğunu bilmediğini vurgulayarak sevgiliye sitem etmiştir.
Bakılmaz ceşmine merdüm-şikâruñ
Yamândur gamze-i tâtârı yârüñ
Yine ol şeh-süvâr olmuş seherde
Murâdın bilmedüm çâbük-süvâruñ3

Tuyuğlarına şekil bakımından bakıldığında Örfî’nin kaleme almış olduğu 8


tuyuğun tamamında a a x a kafiye örgüsünü kullandığı görülmektedir. Söz konusu bu
tuyuğların 6’sında Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını kullanan Örfî, 2 tuyuğunda
ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini kullanmıştır. Tuyuğlarının üçünde cinas
kullanan Örfî’nin cinas kullanımında sadece cinas-ı lâhık örneklerini vermiş olması,
cinasta çok da iddialı olmadığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Örfî’nin kaleme aldığı tuyuğların en önemli özelliği, şüphesiz mahlas
durumudur. Kaleme aldığı 8 tuyuğun 5’inde mahlas kullanan Örfî’nin bu özelliği

1 a.g.e., s. 675.
2 a.g.e., s. 676.
3 a.g.e., s. 671.

183
oldukça kayda değerdir. Özellikle mahlasını her mısrada redif olarak kullandığı
aşağıdaki örnek tuyuğu 15. asır şairlerinden Dede Ömer Rûşenî’yi hatırlatmaktadır:
Cemâl-i yâre baksan yane ‘Örfî
Muhabbet şem‘ine pervâne ‘Örfî
Şarâb-ı ‘aşk-ile mestâne ‘Örfî
Elestüñ bezmine peymâne ‘Örfî 1

2.5. 19. YÜZYIL


19. asırda Divan şiiri, özellikle asrın ilk yarısında, bir önceki yüzyılın bir deva-
mı görünümünde olmakla birlikte bir önceki asırda yetişmiş olan ve klasik şiire yeni
bir nefes ve soluk kazandıran Şeyh Gâlib’den başka klasik edebiyata eski revacını
yeniden kazandıracak, ona yeni bir nefes verip hayatta tutacak bir şair yetişmemiştir.
Bu asırda Enderunlu Vâsıf, Keçecizâde İzzet Molla ve Yenişehirli Avnî gibi önemli
şairler yetişmiş olsa da daha önceki kudretli şairlerin şiir seviyelerine ulaşamadıkları
ile ilgili kaynaklar ittifak etmiştir. Bu asırda yetişmiş şairlere bakıldığında eski şiir
ustalarını tekrarlamaktan ileriye gidememiş, orjinallik gösterme hevesiyle yapma-
cıklığa, yavanlığa ve bayağılığa düşmüş oldukları görülmüştür. 19.Asır Türk Edebiyatı
Tarihi müellifi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadeleriyle, “Tanzimat ile birlikte Fransız
edebiyatının tesirinde oluşmaya başlayan yeni edebiyatın karşısında gittikçe gücünü
kaybeden klasik edebiyat, kendi geleceği içerisinde daha değerini koruyamaz hale
gelmiştir.”2 Bu asırda, çeşitli sebeplerden dolayı divan şiirinin sorgulanmaya başlan-
ması; hazır ve değişmez sembollü hayal dünyasının tenkit edilmeye başlanması,
klasik şiirin anlam dünyasıyla meşgul olmayı düşünen bu dönem şairlerinin yeni
arayışlara yönelmelerine neden olmuştur.3 Yine de tüm bunlara rağmen yeni ortaya
çıkan edebiyat anlayışı, 600 yıllık klasik şiir anlayışından tamamıyla kopmamış,
özellikle şiirde eski ile yeni arasında önemli bir fark olmamıştır. Dil, vezin ve nazım
şekilleri büyük ölçüde korunmuştur. Ayrıca yeni edebiyatın öncülüğünü yapan
isimler eskiyi öğrenerek yetiştikleri için eski tarzda yazmayı sürdürmüşlerdir.4
Genel olarak edebiyatın seyri böyleyken tuyuğ nazım şekli bağlamında bu
yüzyıl, 17. yüzyılla birlikte en az tuyuğ kaleme alınan ikinci asır olarak dikkatleri
çekmektedir. Bu nazım şeklinin tercih edilirliği bakımından bir önceki asırdan daha
az olduğunu söyleyebildiğimiz bu yüzyılda, 7 şairin divanında tespit edilebilen tuyuğ
nazım şekline uygun kaleme alınan manzume sayısı 58’dir. Bundan önceki son iki
asırda ifade ettiğimiz gibi bu nazım şekline yönelen ve tuyuğa divanlarında yer veren
şair sayısı az olsa da millî bir nazım şekli olarak bu nazım şeklinin divanlarda

1 a.g.e., s. 675.
2 Şentürk, Kartal, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, s. 467.
3 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 10. Baskı İstanbul: Çağlayan Kitabevi,

2003, s. 5-19.
4 Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, s. 261-62.

184
kendine yer bulabilmesi oldukça dikkate değer olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
Bu asırda yaşamış olan Divan şairleri arasında en fazla tuyuğa sahip olan şairler, 24
tuyuğa sahip Emirî / Ömer Han (ö. 1822) ile 22 tuyuğa sahip Sûzî-i Sivasî (ö.
1830)’dir. Bu iki şairden başka Mehmet Nebîl (ö. 1820)’in 7, Köstendilli Süleyman
Şeyhî (ö. 1820)’in, İbret Mehmet Efendi (ö. 1845)’nin, Leylâ Hanım (ö. 1845)’ın ve
Celâl mahlasını kullanan Mahmûd Celaleddin Paşa (ö. 1903)’nın 1’er tuyuğları
mevcuttur.
Bu yüzyılda kaleme alınan tuyuğların muhtevası hakkında genel bir
değerlendirme yapmak gerekirse, bir önceki yüzyılların aksine ilahi aşktan ziyade
beşerî aşkın daha fazla işlendiği tuyuğlar kaleme alınmıştır. Özellikle Mehmet Nebîl
ve Ömer Han’ın tuyuğlarını bu yönde değerlendirmek mümkündür. Kronolojik
sıraya göre bu yüzyılda en fazla tuyuğ kaleme alan şairlerin söz konusu tuyuğları
hakkında şu değerlendirmeler yapılabilir:

2.6.1. Mehmet Nebîl (ö. 1820)


Şiirlerinde Nebîl mahlasını kullanan şair, İstanbul doğumlu olup asıl adı
Mehmed Nebîl’dir. Mehmed Nebîl Bey olarak da tanınmış olan şairin babası
vakanüvis Halil Nurî Bey, dedesi ise Feyzullah Şâkir Bey’dir. Bir önceki yüzyılın şairi
ve sadrazam Abdullah Nuri Paşa da onun büyük dedesidir. Önemli bir ailenin evladı
olarak iyi bir tahsil gördüğü anlaşılan Mehmet Nebîl, 1210/1795-96 yılında
müderris, 1225/1810-11 yılında Eyüp, daha sonra ise Kahire kadısı olmuştur. Vefat
edinceye kadar Kahire’de kalan Mehmet Nebîl, Kahire’de vefat etmiş ve orada
defnedilmiştir. Mehmed Nebîl’in önemli özelliği bu yüzyılda yaşamış olan meşhur
kadın şâirlerimizden Şeref Hanım’ın babası olmasıdır.1
Şairin bilinen tek eseri olan Dîvân’ında çeşitli nazım şekillerinin yanı sıra 7
adet tuyuğu da bulunmaktadır. Kaleme aldığı tuyuğlarda tamamen beşerî aşkı
terennüm etmiş olan Nebîl, sevgiliye duyduğu hasreti, aşkın ızdırabını ve bir âşık
olarak aşk ateşinden çektiği elemleri işlemiştir.
Hasret-i la‘liñ humâr-ı cândır
Çekdiğim hamyâze-i devrândır
Mâder-i bahtım Huda bîdâr ide
Mehd-i gamda tıfl-ı dil nâlândır2

Beşerî aşk dışında kalan bir tuyuğunda rakip olarak gördüğü birinin zarar
görmesinden duyduğu memnuniyeti dile getiren Mehmed Nebîl, bu rakibin aşk

1 Yasemin Aktaş, Mehmet Nebil ve Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi SBE,
2010, s. 1; Beyhan Kesik, “Nebîl, Mehmed Nebîl Bey”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=2908 (Erişim
tarihi: 21.11.2018).
2 Aktaş, Mehmet Nebil, s. 344.

185
rakibi mi yoksa sosyal statüde bulunan bir kişi mi olduğunu tam olarak belirtmese de
ilim kisvesi altında bir yerlere gelmeye çalışıp da bunda muvaffak olamayan bir
rakibin olduğu anlaşılmaktadır. Tuyuğun ilk mısraı, 17. asrın meşhur şairlerinden
Nef’î’nin “Esdi nesîm-i nev-bahâr açıldı güller subh dem” şeklinde başlayan meşhur
manzumesini hatırlatmasının yanı sıra Nef’î’den etkilendiğini göstermesi açısından
da kayda değerdir.
Esdi nesîm-i zafer-i rûzgâr
Değdi rakîbe nazar-ı rûzgâr
‘Âlim olan uçsa da kâr eylemez
Câhil olur mu‘teber-i rûzgâr1

Kaleme almış olduğu 7 tuyuğun tamamını a a x a kafiye örgüsüyle yazmış olan


Mehmed Nebîl, bu tuyuğların 6’sında Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını
kullanmışken 1 tuyuğunda ise Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini kullanmıştır. Yine
bu tuyuğların 3’ünde cinas kullanmış olan şair tuyuğların birinde ise mahlasını
kullanmıştır. Mahlasını kullandığı aşağıdaki örnek tuyuğun ilk mısraında geçen “râm”
kelimesi ile ikinci mısrada geçen “merâm” kelimesi arasında cinas-ı mutarraf
bulunduğu görülmektedir:
Yine ibrâm ile ol şûhı râm it
Miyânın zîb-i âgûş-ı merâm it
Hasendir resm-i istifsâr-ı hâtır
Nebîlâ zîver-i dûş-ı selâm it2

2.6.2. Emirî / Ömer Han (ö. 1822)


Son dönem Çağatay Türkçesi ile şiir kaleme almış olan Ömer Han, Hokand
hanlarından olup hanedan mensubu şairlerdendir. Asıl adı Saîd Muhammed Ömer
olan Ömer Han, son dönemde yok olmaya yüz tutmuş Çağatay edebiyatına önemli
katkıda bulunarak Çağatay diliyle ve Emîr ya da Emîrî mahlasıyla Nevâyî etkisinde
şiirler kaleme almıştır. Kaynaklarda Ömer Han’a ait şiirlerin Türkistan’da çok
sevildiği ve bestelenip meclislerde okunduğu ile ilgili kayıtlar mevcuttur. Yine Ömer
Han’ın oğlu Muhammed Âli’nin de edebiyatla ilgilendiği ve Çağatayca bir Leyla ile
Mecnun kaleme aldığı ancak tamamlayamadığı kaynaklarda geçen bilgiler
arasındadır.3
Kaynaklarda, dilinin Çağatay dili olması ve kullandığı mahlasın da Emirî
olması dolayısıyla Ömer Han’a ait divan ile 15. asır Çağatay şairlerinden Yusuf Emirî

1 a.g.e., s. 350.
2 a.g.e., s. 349.
3 Tanç, Ömer Han, s. II-III; Mustafa İsen, “Emirî, Ömer Han”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü,

2014, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1465
(Erişim tarihi: 25.11.2018).

186
divanının birbiriyle karıştırıldığı zikredilmiştir. 1 Sahip olduğu Dîvân’a klasik şiirin
çeşitli nazım şekilleriyle 381 manzume dahil eden Ömer Han, “Rubâiyyât” başlığı
altında 24 adet tuyuğa da yer vermiştir. Tuyuğların “Rubâiyyât” başlığı altında
bulunmasına rağmen bu manzumelerin rubâî değil tuyuğ oldukları aşikârdır.
Tuyuğlarını tamamen Ali Şîr Nevâyî’nin şiir üslubuyla kaleme aldığını
söyleyebileceğimiz Emirî, kullandığı kelime kadrosu bakımından da Ali Şîr
Nevâyî’nin şiirlerinde kullandığı kelime kadrosunu takip ettiği görülmektedir:
Ol perî cânımga otlar yakadur
Köygenim kön͡gliga yahşı yakadur
‘Işkıda her yan tüşüp cismimga çâk
Tilbe min pîrâhenim bî-yakadur2

Tuyuğlarında tamamen beşerî sevgiliyi konu alan Emirî, özellikle sevgilinin


güzellik unsurlarından yüz ve yanak başta olmak üzere göz, kaş ve benlerini
işlemiştir. Sevgilinin güneş gibi parlayan yanağına gök yüzündeki parlayan ayın dahi
köle olduğunu vurgulayan şair, klasik şiirde sıkça kullanılan bu teşbih ve teşhisi
birçok manzumesinde olduğu gibi aşağıda örnek verdiğimiz tuyuğunda da
kullanmıştır.
Her kiçe kök bezmide tâbendedür
Mihr-ruhsârın͡gga ay tâ bendedür
Hicr öyinçe bolmagay dûzah otı
Kim bu ot bî-tâbdur tâ bendedür3

Tuyuğlarının önemli bir kısımında sevgilinin verdiği cefadan şikâyet ettiği


görülen Emirî, sevgilinin vefasızlığından, umursamazlığından sitemde bulunsa da
zahidin kendisine verdiği nasihatlere karşı da kulaklarını tıkadığını, zira sevgiliye
hiçbir sözün kar etmediğini, sözden anlamadığını dolayısıyla kendisinin de
başkasının nasihatlerini dinlemeyeceğini ifade etmiştir:
İy sitem-ger hâlime nezzâre kıl
Pîç ü tâbım ot ara andak ki kıl
Zâhidâ pendin͡gni kılmas min kabûl
Tilbelerga sûd kılmas kâl ü kîl4

Özellikle sevgilinin yaşça kendisinden küçük olmasının da başına bela


olduğunu vurgulayan Emirî, kötü arzuları yerine getirme çabasının da büyük bir bela
olduğunun altını çizmiştir:

1 İsen, “Emirî, Ömer Han”.


2 Tanç, Ömer Han, s. 287.
3 a.g.e., s. 290.

4 a.g.e., s. 288.

187
Kön͡glüm aldı bir kiçik yaşlıg bala
Köz ü kaşı boldı cânımga belâ
Eyledim vaslı neşâtıdın su’âl
Aydı nefy-i gayr-i isbât it belâ1

Tuyuğlarında özellikle “kara” ve “belâ” kelimelerini sıklıkla kullandığı görülen


Emirî, bahtının kara olmasının altında yatan en büyük sebebin sevgilinin güzellik
unsurlarından beninin ve gözlerinin kara olmasından kaynaklandığını iddia eder:
‘Ârızın͡g kim hûy ara âsûdedür
Ahter-i bahtımdur ammâ sûdedür
Ni belâ bolmış kara hâl ü hatın͡g
Anda gûyâ köz karası sûdedür2
Şairin en büyük acılarından biri, kendisi sevgilinin yanında bulunamazken
yabancıların sevgilinin yanıbaşında oturabilmesidir. Bu hasretle yanıp tutuşan şairin
gönül yarasını iyileştirecek, gönül ateşini söndürecek tek şeyin ancak ve ancak
sakinin sunacağı şarap olduğunu vurgulamıştır:
Hem-nişîn ağyâr tâ ol yâredür
Kögrekim hasret okıdın yaradur
Mey bile sâkî himâyet bolmasa
Şıhne-i hicrân yürekni yaradur3
Tuyuğlarına şekil bakımından bakıldığında Emirî’nin kaleme almış olduğu 24
tuyuğun tamamında a a x a kafiye örgüsünü kullandığı görülmektedir. Yine bu
tuyuğların tamamında Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbını kullanan Emirî,
yukarıda da belirttiğimiz gibi tamamen Ali Şîr Nevâyî’yi örnek almıştır. Cinasın
birçok çeşidiyle örnek tuyuğ veren Emirî’nin cinas kullanmada oldukça mahir bir şair
olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle en zor cinas çeşidi olan cinas-ı tam ile
iddialı örnekler sunan Emirî, gerek kelime kadrosu gerek şiir kabiliyeti açısından
şairlik gücünü ortaya koymuştur. Örneğin aşağıdaki tuyuğun ilk mısraı ile son
mısraında geçen “âyîne” kelimesi ile ikinci mısraında geçen “ayına” kelimesi
arasında cinas-ı tam; ikinci örnek tuyuğun ilk mısraında geçen “tâbendedür” kelimesi
ile ikinci ve son mısraında geçen “tâ bendedür” ifadesi arasında ise cinas-ı mefruk
bulunmaktadır.
Dîde saht u hıyre durur âyîne
Rû-be-rû boldu cemâlin͡g ayına
Bolsa kön͡glüm dik muhabbet vâlesi
Su bolup akkay idi her âyîne4

1 a.g.e., s. 289.
2 a.g.e., s. 290.
3 a.g.e., s. 288-89.

4 a.g.e., s. 290.

188
Her kiçe kök bezmide tâbendedür
Mihr-ruhsârın͡gga ay tâ bendedür
Hicr öyinçe bolmagay dûzah otı
Kim bu ot bî-tâbdur tâ bendedür1

2.6.3. Sûzî-i Sivasî (ö. 1830)


Asıl adı Ahmed olan şair, şiirlerinde Sûzî mahlasını kullanmış ve Sûzî-i Sivasî
olarak tanınmıştır. 18. asrın sonu ile 19. asrın ilk çeyreğinde yaşamış olan Sûzî-i
Sivasî, 1765 yılında Sivas’ta doğmuştur. Şemseddîn Sivasî’nin altıncı kuşak
torunlarından olan Sûzî, Halvetiye tarikatının Sivasiye koluna mensuptur. Tekke
çevresinde yetişmiş olması gerek sosyal gerek edebî yaşamında önemli etkisi
olmuştur. Sûzî 19 yaşındayken 1783’de hacca gitmek üzere Sivas’tan ayrılmıştır.
Önce İstanbul’a giderek buradan bir gemi ile yola çıkmıştır. Yolculuk sırasında
Kahire’ye uğrayarak burada birkaç gün kalmıştır. Medine’de 72 gün kalan Sûzî, bu
yolculuğu Dîvân’ında yer alan 39 beyitlik bir Hac-nâme’de anlatmaktadır. Dönüşünde
karayoluyla Şam’a uğrayıp oradan da Sivas’a ulaşmıştır. Hac farizasından döndükten
bir süre sonra 1799’da Sivasî dergâhının post-nişîni olmuştur. Evlenmemiş olan Sûzî,
1830'da Sivas’ta vefat etmiştir. 2
Daha çok tasavvufi konulu eserlere sahip olan Sûzî, şairlik kabiliyetini Türkçe
Dîvân ve Farsça Dîvân’ında göstermiştir. Türkçe Divan’ı üzerinde farklı zamanlarda
Metin Ceylan, Abdülkadir Sağlam, Ayşe Ulusoy ve Zafer Arslan tarafından yapılmış
dört yüksek lisans çalışması ile Alim Yıldız’ın kitap neşri bulunmaktadır. Türkçe
Dîvân’ında “Hâzihi Murabba‘ât” başlığı altında bulunan manzumeler içerinde 22
tuyuğ özelliği bulunan dörtlükler kaleme alan Sûzî, bu tuyuğlara Besmele-nâme türü
diye tabir edeceğimiz tuyuğla başlamıştır. Besmeleyle başlanan her işin hayırla
sonlanacağını vurgulamıştır. Aynı bu şekilde bir başlangıç bir önceki yüzyıl
şairlerinden Gurbî’de de söz konusudur.
İsm-i Hakla başlanan kâr hayr ola
Gaflet-ile başlar iseñ şer ola
Her demiñde Hakkile ol ‘ârifâ
Haksız olan işde bak ne hayr ola3

1 a.yer.
2 Metin Ceylan, Ahmed Sûzî Dîvân’ının Edisyon Kritiği, (Yüksek Lisans Tezi), Afyon: Afyon
Kocatepe Üniversitesi SBE, 1999, s. 2-8; Abdülkadir Sağlam, Sûzî Dîvânı, (Yüksek Lisans
Tezi), Çanakkale: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi SBE, 2000, s. 21-28; Ayşe Ulusoy, Sûzî
Dîvânı (Tenkitli Metin Neşri), (Yüksek Lisans Tezi), Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi SBE, 2004,
s. 3-12; Zafer Arslan, Divan-ı Sûzî-i Sivâsî Divanı’nın Edisyon Kritiği, (Yüksek Lisans Tezi),
Kahramanmaraş: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi SBE, 2010, s. 2-5; Alim Yıldız,
“Sûzî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013 (Erişim tarihi: 28.11.2018).
3 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 319; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 327.

189
Tuyuğlarında genel olarak dini-tasavvufi muhtevayı esas alan Sûzî’nin
özellikle tasavvufun adab ve erkanını işleyerek müritlerini irşad etmek maksadını
güttüğünü söylemek mümkündür.
Hakdan ayrı tutma bir şey ‘ârifâ
Gayr ola her bir umuruñ dâimâ
Haksız olsa soñı gelmez bil yakîn
Gelse dahi fâ’ide virmez saña1

Tuyuğlarında bir mürşit edasıyla telkinlerini sunmaya çalışan Sûzî, mürşid-i


ekmel, mürşid-i hakiki olarak kabul edilen Hz. Resulullah’ın hem fiillerine hem de
sözle-rine ittiba edilerek tam bir teslimiyetle şeriatına bağlanan kişinin iki cihanda
yolunun her daim açık olacağının altını çizmiştir:
İttibâ‘ it ol Resülülüñ fi‘line
Teslim ol her ne dir ise kavline
Şer‘-i pâkine idenler iktidâ
Dü cihânda halel gelmez yolına2

Bilindiği gibi tasavvuf kültürünün önemli bir kısım şairleri rind meşrep sufiler
olarak kabul edilir. Bu şairler genel olarak zühde ve zâhide karşı çıkıp zahitlere her
fırsatta çatmışlardır. Tasavvufta kullanılan zühd kavramı, tarihin akışı içerisinde ilk
önce ahlak anlamından uzaklaşarak dünyaya ehemmiyet vermemek şeklinde bir
anlam kazanmış, daha sonra ise kişilerce dünya malından el çekmek ve çok ibadet
etmek diye telakki edilmiştir. Dinin temelinde Allah’a karşı muhabbetin, ihlas ve
samimiyetin bulunduğunu savunan bir kısım sufiler kuru kuru ve samiyetsiz bir
ibadet anlayışını güden zahitlere çatmışlardır.3 Dolayısıyla Allah’a ibadetin yanı sıra
gönül yoluyla kavuşmayı amaçlayan rind meşrep sufilere göre zâhit, hayret
makamına ve rahmet-i ilahiyeye ulaşamayan gafil biridir. Sûzî’nin aşağıya örnek
aldığımız tuyuğunda da ta-mamen bu konu işlenmiştir:
Göñül hayrândadır her demde billâh
‘Aceb seyrândadır her demde billâh
Bu gafletle kalırsan zâhidâ sen
Kalır hizlanda âhir demde billâh 4

Sûzî, tuyuğlarında insanın zatına ve özellikle de gönlüne özel bir yer


ayırmıştır. Bilindiği gibi kutsî hadis olduğu rivayet edilen bir sözde Allah, “Yere göğe

1 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 319; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 327.


2 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 319; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 327.
3 Necdet Tosun, Derviş Keşkülü, İstanbul: Erkam Yayınları, 2012, ss. 94-95.

4 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 320; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 328.

190
sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım”1 buyurmuştur. Bu yönüyle ahsen-i
takvimde yaratılmış olan insan, bir nevi Allah’ın isim ve sıfatlarının toplamı olduğu
gibi kâinatın küçük bir örneği olarak da kabul edilir. İşte Sûzî’nin aşağıdaki örnek
tuyuğunda da gönülün Allah’ın bir makamı, bir nazargahı olarak tasavvur edildiği
görülür:
Serîr-i tahtgâhi bu göñüldür
Makâm-ı Hazret-i Şâhi göñüldür
Ararsañ dostuñu gel sende ara
Ki her dem dost nazargâhı göñüldür2

Nasihatleri arasında özellikle doğruluk, sadakat ve cömertlik gibi hasletlerin


geliştirilmesi üzerinde duran Sûzî-i Sivasî, insanın doğruluktan ayrılmadığı takdirde
Allah’a dost olunacağı, aksi takdirde yalancılığın insanı her iki cihanda insanı helaka
götüreceğini ifade etmiştir. Cömertliğin faziletinden bahsettiği bir başka tuyuğunda
Sûzî, akıllı insanın cömert olması gerektiğini, zira cömert insanı Allah’ın kemale
eriştirip azizlerden eylediğini vurgulamıştır:
Her kelâmda sâdık ol sıddîkveş
Yâr olasıñ Hazrete sıddîkveş
Kizb idenler oldı helâk dü cihân
Sıdk iden oldı ‘aziz sıddîkveş3

Olma nâkes hem behîl mü’min iseñ


Kıl sehâvet merd iseñ kâmil iseñ
Hak ‘aziz eyler sehâvet ehlini
Sen dahi bul ‘izzeti ‘âkil iseñ4

Tuyuğları arasında serlevha olabilecek nitelikte oldukça kayda değer örnekler


bulunan Sûzî’nin aşağıdaki tuyuğu bu örnekler arasında gösterilebilir. Kolay gibi
gözükmesine rağmen sehl-i mümteni nevinden olan bu örnekler şairin şiirdeki
kabiliyetini göstermesi açısından oldukça önemlidir:
Cânıma cânân gerekdir gayrı yok
Sevdiğim sensin cihânda gayrı yok
Herkesiñ var sevdiği âlemde çok
Dü cihânda benim senden gayrı yok5

1 El-Aclûnî, İsmâil b. Muhammed b. Abdulhadi el-Cerrahi, Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbâs


Emme’ştehire mine’l-Ehâdîsi alâ-Elsineti’n-Nas, Beyrut: (haz. Seyh Muhammed Abdulaziz el-
Hâlidî), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1997, s. C. II, s. 195.
2 Ceylan, Ahmed Sûzî, ss. 321-22; Arslan, Divan-ı Sûzî, ss. 329-30.

3 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 326; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 334.

4 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 326; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 334.

5 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 324; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 332.

191
Tuyuğları şekil olarak incelendiğinde öncelikle Sûzî’nin kaleme almış olduğu
22 tuyuğun 19’unda Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz veznini, 3’ünde ise Mefâ‘îlün
mefâ‘îlün fe‘ûlün veznini kullandığı görülür. Yine bu tuyuğların 22’sinde a a x a kafiye
örgüsünü kullanırken 2’sinde ise a a a a musarra kafiye kullanmıştır. Cinas kullanımı
açısından tuyuğlarına bakıldığında Sûzî’nin bu minvalde pek mahir bir görüntü
çizdiğini söylemek mümkün değildir. Öyle ki kaleme aldığı 22 tuyuğun sadece
6’sında cinas kullanan Sûzî, bu tuyuğlarda da sadece cinas-ı lâhık ve cinas-ı mutarraf
örneği verebilmiştir.
Son olarak mahlas durumuna göre tuyuğları değerlendirildiğinde ise sadece
bir tuyuğunda mahlas kullandığı, söz konusu tuyuğunda yine nasihat tarzını kullanan
şairin tecrit sanatını uygulayarak kendisini isminden soyutladığı görülmektedir. Söz
konusu bu tuyuğunda “Dost istersen Allah yeter.” şeklindeki meşhur sözü hatırlatan
Sûzî, insanları terk etmenin gerekliliğini vurgulamıştır. Ona göre insanlar muhatabın
ayıplarını araştıran, affetmeyi beceremeyen bir yapıya sahiptir, oysa Allah’ın
isimlerinden birisi “Gaffâr”, yani affedici, bir diğeri ise “Settâr”, yani ayıpları örtendir.
Dolayısıyla şaire göre dost arayan kişi Hak’tan başka kimseyi aramaması
gerekmektedir:
Sûzî yârân isteme gel yâri bul
Cürmüñü afveyleyen Gaffârı bul
Terk kıl ‘aybıñ gözeden halkı sen
Sırrıñı setreyleyen Settârı bul1

2.7. 19. YÜZYIL SONRASI


Osmanlı edebiyatı sahasıyla ilgilenmiş olan hemen tüm tarihçilerin birleştiği
fikir, Divan edebiyatının Tanzimat dönemiyle birlikte sona erdiği, yerini yeni bir
edebiyat olan Tanzimat edebiyatına bıraktığıdır. Ancak ne rubâî nazım şekli için ne
de tuyuğ nazım şekli için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. 19. yüzyıl
sonrasında bile rubâî ve tuyuğun klasik çizgisini takip ederek bu nazım şekillerine
örnekler veren şairlerimiz ortaya çıkmıştır. Rubâî’nin bu dönemki seyri için gerek
Nurullah Çetin’e ait Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubâî2 adlı çalışmaya gerekse
tarafımızca yapılan Divan Şiirinde Rubâî adlı çalışmamızın ilgili bölümüne müracaat
edilebilir.
Tuyuğun bu dönemdeki seyrine tekrar dönmek gerekirse Tanzimat
döneminde klasik üslupta tuyuğ yazan şaire rastlanmadığı görülmektedir. Ancak
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde az da olsa tuyuğu icra eden şairlerin ortaya
çıktığı görülmektedir. Bunlardan birisi sufi kişiliğiyle tanınmış olan ve Kenzî
mahlasını kullanan Abdülaziz Şenol (ö. 1981)’dur. Klasik üslupla kaleme almış

1 Ceylan, Ahmed Sûzî, s. 331; Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 339.


2 Nurullah Çetin, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubâî, Ankara: Hece Yayınları, 2004.

192
olduğu şiirlerini Dîvân adı altında toplayan Abdülaziz Şenol’un Dîvân’ında 19 tuyuğ
örneği bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde tuyuğun yaşatılması adına Abdülaziz
Şenol’un göstermiş olduğu bu gayreti oldukça dikkate değerdir. Aşağıdaki örnek
tuyuğlarına bakıldığında gerek şekil gerek üslup bakımından tamamen geleneğe
bağlı bir tarzda yazıldıkları görülmektedir:
Sen güzellik bezminin sultânısın
Tendeki bu cânımın cânânısın
Bir nigâh et âşık-ı bîçârene
Sîne-i mecrûhum [âh] dermânısın1

Zâhidâ bakma bizim âhımıza


Âşıkız çünkü güzel şâhımıza
Düşe kalka gideriz râhımıza
Ereriz böylece Allah’ımıza2

Cumhuriyet döneminde az da olsa tuyuğ örneği veren ve tıpkı Abdülaziz Şenol


gibi kaleme almış olduğu manzumeleri Dîvân adı altında toplayan bir başka şair, Fânî
mahlaslı Lütfi Filiz (ö. 2007)’dir. Tuyuğlarında Abdülaziz Şenol kadar iddialı bir çizgi
çizemeyen Lütfi Filiz Dîvân’ına 3 tuyuğ dahil etmiştir. Dini-tasavvufi bir üslupla
kaleme alınan söz konusu tuyuğlara bakıldığında aruzun kısmen aksadığı
görülmektedir. Örnek bir tuyuğu şu şekilde paylaşılabilir:
Lâ ilâhe nedir bilenlerdeniz
Gizliyi âşikâr görenlerdeniz
Mü’min kulun kalbi Allâhın evi
Olduğuna îmân edenlerdeniz3

Bu iki şairden sonra Cumhuriyet döneminde yaşayıp tuyuğları ile tanınan ve


ismi bu konuda hatırlanması gereken bir başka şairimiz Talat Sait Halman (ö.
2014)’dır. Rubâî nazım şekliyle de iddialı örnekler verdiğini bildiğimiz Halman, rubâî
gibi tuyuğa da modernist unsurlar katarak bu konuda özgün örnekler vermeyi
başarmıştır. Hatta Halman, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde tuyuğ üstadı olarak
anılmıştır.4 Klasik üsluba uygun olarak kaleme alınan Halman’ın tuyuğları
incelendiğinde gerek vezin gerek kafiye özelliği bakımından gelenekten kesin
çizgilerle ayrılmadığı, sadece daha modern unsurların ve muhtevanın işlendiği
görülmektedir. Halman’ın özellikle tuyuğ redifli aşağıdaki tuyuğu, tuyuğun tarihsel
gelişimi bakımından son derece kayda değer olduğu kanaatindeyiz:

1 Abdülaziz Şenol, Kenzî Divanı, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2002, s. 295.


2 a.g.e., s. 300.
3 Lütfi Filiz, Fânî Divanı, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2002, s. 261.

4 Hasan Aktaş, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Divan Şiiri Etkileri, (Yüksek Lisans Tezi),

Malatya: İnönü Üniversitesi SBE, 1991, s. 205.

193
Dal-çiçek serpintisinden hoş tuyuğ
Tel-yürek çarpıntısından coş tuyuğ
Al da Halman’dan kıvılcım piş tuyuğ
Sır tuyuğ, sırdaş tuyuğ ser-hoş tuyuğ1

Talat Sait Halman’dan sonra tuyuğ nazım şekliyle manzume kaleme alan
dönemin diğer şairleri Ercüment Hakkı Alacakaptan (ö. 2001), Osman Numan
Baranus (ö. 2005) ve Mahmut Güç’tür. Söz konusu bu şairlerin klasik üsluptan
ayrıldıkları nokta, başlıklı tuyuğ yazmalarıdır.

1 Talat Sait Halman, Canevi, Ankara: Şiir Tiyatro Yayınları, 1980, s. 82.

194
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YÜZYILLARA GÖRE TUYUĞ METİNLERİ
14. YÜZIL
‘ALÎ1

1 6
Ala gözüñe göñül alma direm Sen perî-peyker nice âdem durur
Eyle olur sanki ben al ma direm Kim kemîne çâkerüñ âdem durur
Ruhlaruña iricek şâhum nazar Gözlerüñden añladum tutdıguñı
Dutduğıñuñ adını alma direm Kim aña beñzer meger bâdem durur
2 7
Devr sürgil tâli‘-i mes‘ûd ile Kâmetüñ serv ü ruhun gülnârdur
Müstedâm ol devlet-i Mahmûd ile Vasluñ âb-ı Hızr u hicrüñ nârdur
Tutdugın al kim bize tâ hûb ola Yüregümi yar ki mislin göresin
Dost dosta varıcak emrûd ile Şol göñülde tutdıguñ kim nârdur
3 8
Göreli zîbâ cemâlüñi gözüm İy nigâr-ı lâle-hadd ü gül-‘izâr
Görmez asla senden ayrugı gözüm Zülfüñ anber turresi hem müşk-bâr
Bunca yimişler içinde iy sanem Tutdıguñ turunc durur aç koynuñı
Hatırıñuz diler-imiş yaş üzüm Tâ kim olsun cismüñ üzre nev-bahâr
4 9
Her kaçan zülfüñ hamı zencîr ola Levh-i kudretdür yüzüñ sahîfesi
Bu cihân bir kılına nahçîr ola Hâl-i hattuñdan okutur hecesi
Bağrumı ışkuñ hevâsı şakk ider Dutdıguñ sakla ki dügün gelicek
Var ise tutdıgıñuz incîr ola Tek mi çift m’oynana fındık gicesi
5 10
İy semen-bû servi-kadd ü sîm-ten Sünbül-i terdür saçuñ hattuñ semen
Sîb-hadd ü sebze-hatt sîmün-zekan Teşnedür la‘lüñe ‘akîk-i Yemen
Kokusından bize bûy-ı cân gelür Şol leb-i handânuña beñzer şehâ
Ayvadur dutduguñ iy hulk-ı hasen Dutdıguñ fıstıkdur iy piste-dehen

11
1 Fatih Sona, Alî ve Dîvânı (14.-15.yy.),
(Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Söyleseñ şol lafz-ı şekker-bâr ile
Üniversitesi, SBE, 2005, s. 215-121; Düşmenüñ bağrı hasedden yarıla
Yılmaz Top, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Hoş çerezdür ortada kızıl üzüm
Bir Oyun: Aklından Bir Tuyuğ Tut”, Bir araya irişicek yâr-ile
Atatürk Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 60
(2017), s. 33-68.

196
12 19
Bir dem ol şâhum bizümle durmadı Âh u nâlem şöyle kıldum sûz-ile
Su bigi her yaña akar sû-be-sû Âhen-i dil nerm olımaz söz-ile
Dutdıguñ bize [e]ger sülüs ola Oldugınca ışkınuñ bâzârı nerm
Vir ki leblebü gerekmez ile bu Serd kılduñ anı bir karpuz-ile

13 20
Düşdi dil sen dil-rübânuñ derdine Dil ele getürmege dilber gerek
Hîç rahm itmezdi benzüm zerdine Terk-i ser kılmaklığa server gerek
Âh kim zerdâli gibi zerd olup Çünki şîrîn tutduñ ey şîrîn-dehen
İrmedüm dâmen tozına gerdine Bilürem sen tûtîye şekker gerek

14 21
Gözlerüñ midür harâmî kaysıdur Göñlüm alan sen gözi şehlâ durur
Gamzeñ okın yiyene cân kaysıdur Kaşı fettân zülfi pür-sevdâ durur
Añladum göñlüñ zamîrin remz-ile ‘Iyşumı telh eyleyen iy tatlı yâr
Kim tutağuñ bigi sulu kaysıdur Çün göñülde tutdıguñ helvâ durur

15 22
Çün cemâl-ile cihânı dutdıñuz Dil de hicrüñde keder-âlûdedür
Hüsni bizden oynayuban ütdiñüz Cân anuñ’çün haste vü âlûdedür
Kuluña in‘âmuñı ‘âmm eylegil Gün bigi la˘lüñ görüp [ben] ditrerem
Şol kirasdan kim göñülde dutdıñuz Bu vücûdum sanki ter pâlûdedür

16 23
Derdüme emdür lebüñ kılma gurur Sünbül-i Hindûlaruñ irdükde çîn
Bizi cânum hˇân-ı vasluñla toyur İy hüsnüñ hırmeninde hûşe-çîn
Şol göñülde tutdıguñ şeftâlinüñ ‘Alîye bu saç-ile her-dem saçın
Bir ikisi kuluña ihsân buyur Dutdıguñdur müşg sen iy hûb-ı Çîn

17 24
Tîr-i gamzeñ bağrumı yahşi deler Göreli bilürem sen dil-beri
Dost oldur dostına yahşi diler Cân u dil ğayrıdan itdi dil berî
Göñlüñüzde çünki limon tutduñuz Ca‘d-ı müşgîn üzre saç kim hûb olur
Mi‘deñüz beñzer cânum ekşi diler ‘Ûd-ile şol dutduğuñuz ‘anberi

18 25
Nice bir hicrüñ odı bağrum dele Yârlık resmi egerçi bu degül
Vasluña irdür beni ‘özrin dile Seni sevenüñ yüzine bârî gül
Sararup turfanda şol kavun gibi Bülbül bigi dilden itmegil dirîğ
Düşmüşem şehrüñde bugün ben dile Şol göñülde dutdıguñdur nâr-ı gül

197
26 29
Ay hüsnüñ şevkinde hayrân durur Ey Alî sen virme göñül degmeye
Gün yüzüñ mihriyle ser-gerdân durur ‘Ârif olan ‘ışk işine degmeye
Dutdıguñı bilürem hattuñ lebin Sen aña ‘âşık dime hergiz sakın
Gülşenüñde biten ol reyhân durur Kim benefşe bigi boynın egmeye

27 30
Karadur kaşuñ u ‘aynuñ aladur Şûh u zâlim gözlerüñden el-emân
Alasın her-dem göñüller aladur Dil diler ü cân alur virmez emân
Saña hûr Rıēvân firişteh lâledür Gözümüñ kan yaşına şâhid durur
Sebzedür hattuñ dutağuñ lâledür Vâdi-i hasretde biten ergevân

28
Subhıdem fâl-i mübârekdür yüzüñ
Hastaya râhat durur şîrîn sözüñ
Lîk beni zerd ü bîmâr eyledi
Karşuma süzüleli nerges gözün

KADI BURHÂNEDDİN1

1 3
Ezelde Hak ne yazmış ise bolur Yahşi añladum cihânda vâye yoh
Göz neni ki göreceg ise görür Yârdan özge bu humârum aya yoh
İki ‘âlemde Hak’a sığınmışuz İki ‘âlemde ümîd server durur
Tohtamış ne ola ya ahsah Temür Andan ayru dahi hîç sermâye yoh

2 4
Hakka şükür koçlaruñ devrânıdur Sencileyin dünyâda hûb az imiş
Cümle ‘âlem bu demüñ hayrânıdur Nağmeñi râst anladum şehnâz imiş
Güñ batardan gün toğan yire degin Göñüller kekliğine bu dünyâda
‘Işk erinüñ bir nefes seyrânıdur İllâ şâhîn gözlerin şehbâz imiş

5
Göñülde gizlü bolsa bir tasadur
‘Ömr ile ecel dahi hem-kâsedür
Dünyâ bezminde iki ‘âlem dahı
1 Ergin, Kadı Burhâneddin Divanı, 1980, s.
‘Işk eri katında hem bir kâsedür
586-608.
Kadı Burhâneddin divanında Tuyuğ
başlığı altında bulunan iki manzumenin
biri iki mısradan, bir diğeri ise gazel
formunda olduğundan çalışmaya dahil
edilmemiştir.

198
6 13
Bellüdür Hak katında girdârumuz Yine cân bir ‘ummâna talısardur
Eyle kim var mismil ü murdârumuz Talıban köp güherler alısardur
Sâkî virgil elüme tolu ayah Otañuzdan çıhıban kara kılıç
Kim gide bu göñülden jengârumuz Düşmenden köp illeri alısardur

7 14
Söz diyem saña eğer inanasın Devletinden kaçan olur hâksâr
Yâr gözüñdür gözüñe ne sanasın ‘Âşık olur ma‘şûkından şermsâr
Yâruñı anda bilesin ne durur Himmetümüz iki ‘âlemde gezer
Ger garîme karşu sen yasanasın Nolısar Amasiye ya Nigisar

8 15
Görmedüm sen tek latif nâzük cüvân Cân bu meydân içre âgâh ola gâh
Tapuña olsun fidâ cân u cihân ‘Işk erinüñ varlığı âh ola âh
Katrece lutfuñ bize irer bolsa Kim bu yolda toğru ger varur ise
Katre tek ola katumda bin ‘umân Erligün evreninde şâh ola şâh

9 16
Göñlümni karahladı göz karası Bu dünyâ bir nefs içün olmış yalah
Gör meni neñe saldı göz karası Dibi yahındur anun degül ırah
Dirilmek yig tağıngan imkânı var Zülfüñi tağıtma cem‘ eyle begüm
Niçesi dirile ‘ışk âvâresi Yohsa olur bu cihan alah bulah

10 17
Sohbet itdük bu gice şol yâr ile Tene mi hükm ide yâr ya câna mı
Şol karahcı gözleri ‘ayyâr ile ‘Işk eri tene câna yacana mı
Anı kılınalum anuñla bu dem Yâr yolına cân u ten oynamayan
Kim kılınmaduh dahi deyyâr ile Erenler yasakına yasana mı

11 18
Tutmagıl bizge iy cân sen dak dahi Meclisi kim hoş tutar ‘anber ‘anber
Tutmagay köp mücrime dak Hak dahi Göñüli kim aparur dilber dilber
Âdem olduğ ise tapuñda nola Dünyâ ehlinüñ başını kim çatar
Bülbül olmışdur hele laklak dahi İşini toğru kılan server server

12 19
Hemîşe ‘âşık göñli biryân bolur Gülşende dinle ne dir bülbül bülbül
Her nefes garîb gözi giryân bolur İrte gice idicek gulgul gulgul
Sûfîlerüñ dileği mihrâb nemâz Yahşi geldi gönline surâhinüñ
Er gişinüñ ârzûsı meydân bolur Anun içün başladı kulkul kulkul

199
20 27
Gözlerüñ derdlülerüñ dermânıdur Gîsûñuzda göñülüm âvâredür
Cân u dil ol ikinüñ kurbânıdur Ben ho yâram korhuñuz ağyâradur
Canuma sevmek seni ırağ iş durur Gerçi can zâr u nizâr ola tenüm
Nitse olur ol Çalap fermânıdur Göñülüñ nidem ki seng-i hâredür

21 28
Zülfüñ açsañ dünyâda teşvîş olur Sencileyin ben yâra irmemişmen
Katı baharsañ ciğerler rîş olur Men yazıya atduğum dirmemişmen
Gözlerüñ kan dökmeğe kuşanursa Tâ diken tolmayınca bâğçede
Dünyâda çoh kişiler dervîş olur Ben anı baltayile kırmamışmen

22 29
Serv kadduñ ile çendân olmaya Sen halîlullâh hûnını yaya dur
Gül ho yüzüñ gibi handân olmaya ‘Işkı odından cân ile kaya dur
La‘l ile incü durur şol ola mı Hele iy ner kükre vü meydânı al
Buncılayın leb ü dendân olmaya Çevre yanundağı kamu mâyedür

23 30
Seni sevmeyen begüm âdem degül Nat‘uñuñ yüzinde biñ âyât olur
Ne demi var kim ki bağrı dem degül Kim ki olur anda fîl ü at olur
Sen gözüñ gamzesini atma şuna Şeh ruhunı kim görürse hak tanuh
K’irmeye ger yaruñuz merhem degül Şeh dimedin ol yüzüñde mât olur

24 31
Ben seven hûblar içinde şâh imiş Kanumı içdügüne fetvâ gerek
Sanasın yılduz içinde mâh imiş İy begüm tîhüñde men selvâ gerek
Ben denize salmışam bir cânumı Sen dimez miydüñ ki ben sinüñ olam
Kamu işi başaran Allâh imiş İşbu da‘vîye bize ma‘nâ gerek

25 32
Gül ol ola bülbülini gözleye Dilberüñ işi ‘itâb u nâz olur
Şâh ol ola bir kulını gözleye Çeşm-i câdû gamzesi gammâz olur
Hûb aña diyem ki her dem içinde İy göñül sabr it tahammül kıl ana
Bülbülinüñ gulgulını gözleye Yâra irişmek işi az az olur

26 33
Zülfi ‘aklumı yabana yaya mı Dil hod anuñdur velî cân aparur
Gözleri gamzesi bini aya mı Dîni koymaz ‘akl u îmân aparur
Görmeyicek sini gözüm dünyâyı Gönlüme girdi hayâli düñ gice
Bir kemine çöpcügeze saya mı Zulmet içre âb-ı hayvân aparur

200
34 41
Ağız ağız yârdan râz olsa hoş Câdû gözi cânumı şikâr ider
Dembedem ‘işveyile nâz olsa hoş Ben kulıyam ol anı inkâr ider
Yahşı yaman ne gelürse sehl ola Tutağıyıçün şeker didüm idi
Dilberi yâr ile dem-sâz olsa hoş Göñüline geldi tekrar ider

35 42
Bayramda gözel koçlar kurbân bolur ‘Işk eri bu dünyede dil-rîş imiş
Aslanlar kayda bolsa gurrân bolur Rencüñ içinde bu gün derviş imiş
Erenler cergesinde söz söylemek Geymek ü yimekden artuh istemek
Fi’l-mesel çün zîre vü kirmân bolur Er kişinüñ cânına teşviş imiş

36 43
Şol kuş ki tutgan kuşnı âzâd kılur Her zemân suya varup gelmez señek
Sanma ki dünyede ol az ad kılur Kayda geçer er yirine her zenek
Bağdâdnı kim vîrân kıla bilür Terigriden bolsa ‘inâyet bir kula
Ol yine bu vîrânı bağdâd kılur Lâçini dahi kapar yir kükenek

37 44
Gözi cân esritmege hammâr imiş Erenler düşmenleri avlaşurlar
Kaşı göñül yıhmağâ mi‘mâr imiş Gamzeler birbirini kovlaşurlar
Diledüm hâlüm ki gözine diyem Ben kulıyam dünyâda ol nerlerüñ
Turfe budur gözleri bîmâr imiş Ki bu dem meydânumda kükreşürler

38 45
Dünyâyı çoh sınaduh bir bûyimiş Göñül alan dünyâda dilber dilber
Kamu âlem varlığı bir hûyimiş Ki ohıruz hüsnini ezber ezber
Kaplan aslan ejdehâlar cümlesi ‘Âlemde biñ kargaya bir sapan pes
Ecelüñ kıynağında âhûyimiş Dünyâda server gerek server server

39 46
Geçdi geçen var ise devrân budur Oturup cem‘ içen yârânlardur
Şimdi kopan cânlara cevlân budur Kim bunı bilür ise erenlerdür
Kimde ki var ise gelsüñ ortaya Kime kim bahar iseñ tehî bahma
Gizlemek pes neyiçün meydân budur Kancaru bahar iseñ erenlerdür

40 47
Yâr eğer biz kulı bile yâr ise Binmişüz atumuza hayrân hayrân
Kulıyuz ancağ olur ikrâr ise Kılsa yâr bizden saru seyrân seyrân
Biz ana virdük canı özi bilsüñ Çoh zemân gele vü ‘ömür çoh geçe
Ger yâr ise yoğ ise ağyâr ise İllâ kanı bu nefes kayrân kayrân

201
48 55
Dünyâda koçlar başı server bolsa Dünyâda gerçek ‘âşık kanı kanı
Koçları birbirinden sıçrar bolsa ‘Âşık iseñ gözüñüñ kanı kanı
Ne gerek anda gişi cân oynamah Her ‘âşık ma‘şûk içün baş oynarsa
Cân u dil serverine yarar bolsa Ben ‘âşıkun yoluna cânı cânı

49 56
‘Işk eri oldur ki ol mest ola mest Er yiğit kayda ürker ürkülerden
Niçe ki nîst ola ol hest ola hest Yahşi at belinlemez ilkülerden
Niçe ki başı göge yiter ise Düşmenler bizde bolsa ditreşsüñler
Yârenler arasında pest ola pest Kağan aslan kaypınmaz dilkülerden

50 57
Göñülüm tek görmedüm bir çîn göñül Yoluña cânın viren cânbâz imiş
Kamu göñül gönlüme perçin göñül ‘Işk eri ma‘şûkına dem-sâz imiş
Tolaşup zülfüñe yitürmiş özin Gizleyem dir idi ‘âşık razını
İy göñül kara göñül miskin gönül Gözyaşı yüz sarusı gammaz imiş

51 58
Erenler meydânlarda cevlân ider Ra‘iyyet gileyleri şol şâhadur
Düşmenüñ ili saru seyrân ider Giceyi gündüz kılmah şol mâhadur
Yahşi yaman hayr az şerri kamu Korkmazam bu dünyâda hiç gişiden
Dutam kamu kimseden devrân ider Cânumuñ emâneti Allâhadur

52 59
Serv kaddüm yoluna ham durur ham Erenlerüñ her işi erânedür
Gözlerüm ‘ışkuñ içün nem durur nem Kaplanlar tutduğı iş şîrânedür
Zehr içerem ‘ışkuñ içün dembedem Mayalar mâyalığın itse nola
Yimegüm ol ortada gam durur gam Buğralıhnı kılsa iş nezâledür

53 60
Zülfüñe di kılmasun baña teşvîş Buñ güninde koçlara ben işem uş
Gamzelerüñ kılmasun şehâ dil-rîş Uş beg isem hele bu dem dervîşem uş
Ben zenahdânuñ çâhında düşmişem Dostlaruma dinçlig isem ne ‘aceb
Nola ger bir gûşede dura dervîş Düşmenümüñ cânına teşvîşem uş

54 61
Her nefes gamdan göñül âzâd oldı Dünyâ diyen gişiye bir vâyedür
Göñüller bu arada dil-şâd oldı Yimek içmek bu câna bir dâyedür
Dünyâ müşerref durur adum ile Dünyâ bir geçüt durur gelen geçer
Bu ara şimdi hele bağdâd oldı İllâ server yiğide sermâyedür

202
62 69
Yâr oldur ki yâr ile hem-derd ola Yâr yüzinde incüdür dür-dânedür
Yârından yüz kaytaran yâr serd ola Zülfi dâm u kara hâli dânedür
Yimek içmek yahşılıh günin gören Yolına ölür isem tutma ‘aceb
Er güninde ger döne nâmerd ola Yâr içün cân oynamah merdânedür

63 70
Derdümüzüñ hak bilür devâsını Dünyâda er varlığı dildâr imiş
Tabakda gördi düşman behâsını ‘Ayş u ‘işret revnakı dîdâr imiş
Sıdk ile oh u kılıç ururısah Yüzi gül sünbül saçı ‘anber hatı
Koparalum Mısr ili kayasını Pes cemâli külbe-i ‘attâr imiş

64 71
Yola gider ola mı şol ner buğur Önümüzde şem‘alar yana durur
Yolı uğradı hele olsun uğur Yiğitler kızıl süci kana durur
Tengri sahlasun anı yaman gözden Bu demi gelüñ ganîmet görelüm
Meydânda kükreyicek günür güfiür Ki dünyâ iy yârenler fenâ durur

65 72
Kışladan başladı deprendi oba Gözel çoh arasında dilber kanı
Gonce yine gönlegin kıldı ‘abâ Taşlar köp orta yirde cevher kanı
Nilüfer yatdı başın taldı suya Koç u buğra aygırı çoh görmişüz
Neylesüñ gammâz durur bâd-ı sabâ Ademîler içinde server kanı

66 73
Özini eş-şeyh gören serdâr bolur Karşudan çıhıp gelen habîb imiş
Ene’l-hak da'vî kılan ber-dâr bolur Yanağında kara beñ garîb imiş
Er oldur hak yolına baş oynaya Lutf ile derdümüze kıldı devâ
Döşekde ölen yiğit murdâr bolur Bolgay mı ol yegâne tabîb imiş

67 74
Seyl ahar hele bu dem yaşum benüm Kankı canda od varını âh bilür
Yüregüm kanıyledür aşum benüm Başda ne yazılmışın ol şâh bilür
Gayret içün bir kuşah kuşanalum Cân giripdür ‘ışkı yolına anuñ
Anun içün gidiser başum benüm Yola çıhanuñ işin Allâh bilür

68 75
Erenler öz yolında er tek gerek Şöyle ki ‘anber saçı miskin olur
Meydânda erkek gişi ner tek gerek Ne ‘aceb ger cân ana miskin olur
Yahşi yaman katı yumşah olsa hoş Niçe ki cânda köz olursa odı
Serverem diyen gişi erkek gerek Âh u zâr ile birez teskîn olur

203
76 83
Câna cân virmeyenüñ ne cânı var Niçe ki gögde güneş seyrânıdur
Cân virenüñ adıyile sanı var Bu cihân erenlerüñ meydânıdur
Er gişinüñ metâ‘ı erlik olur Yi vü yidürgil al u bağışlagıl
Cevherinüñ la‘1 ile mercânı var Her zemân bir yigidüñ devrânıdur

77 84
Erenler bu dünyâya kılmaz nazar Gözlerüñ Bağdâd ili ‘ayyârıdur
Bunda ‘aklı var gişi kılmaz karâr Leblerüñ rum ilinüñ hammârıdur
Bu dünyâ kölge durur kovar kaçsañ ‘İşvelerüñ ile kimüñ sözi var
Bir gişi ki kaçar andan ol kovar Her şiveñ bu dünyânun mi‘mârıdur

78 85
üñ niçe ki seyr ider cevlânında Sultândan biz kullara fermân bolsa
Görmemiş siz tek cüvân devrânında Yâr lebinden derde bir dermân bolsa
Erenler cergesinde diyilen söz Şol hilâlî kaşını çün gördi göz
Yirine yitmek gerek meydânında Varlığumuz yolına kurbân bolsa

79 86
Yoluna cân virmeyen taksîr ider Ruhuñı görür bolsa şâm u şâmât
Gördügi düşini kej ta‘bîr ider Atını salıp yayah bolısar mât
Her gişiye ne yazılganın görür Bu sözi didüm sana inanmazsan
Anı bilmeyen dahi tedbîr ider Üsdüme yaz hücceti işde devât

80 87
Bülbül özini bu dem ta‘rîf ider Her zemâ nda ten͡gri yahar bir çerah
Nev-bahârı görenler teşrif ider Ana yaman sağınan kalur ırah
Tûtî ger bünyâd ide kavl u ‘amel Düşmeni haka sığınup basaruz
Mûna laklak mûsikî tasnif ider Sâkî tîz tut sun bize tolu ayah

81 88
Gözümden ahıduram ciğer kanı Yâr gerek yârıyile hem-reng ola
Göz kanına döymege ciğer kanı Ger nişât u 'ayş u sulh u ceng ola
Kaşı yay kirpükleri seher durur Ol iki yârun ki uyışmaz bile
Ol sehere dünyâda siper kanı İşleri ortada şîşe seng ola

82 89
Er gişi er ‘aybından kör ola ger Yârenler firâkından âh u bin âh
Dünyâda âdemîler bolar beşer Yâr içün ölmekliğe çohdur günâh
Mehege tutmayınca kim ne bile Şol gün içün ki yiğitler günidür
Sâfî midür yâhu katıhlu mı zer Cümleñüzden dilerüz bir gez Allâh

204
90 97
Tutalum süci vardur harîf kanı Yaluñuz yarıcısı bir Allâhdur
Ortada söz çoh geçer ‘ârif kanı Garîbüñ nâle vü zâr ile âhdur
Sebze vü cûy u çağır hâtır durur Yüz urıban erenler hazretinden
Yâr-ı nâzük dilber-i zarîf kanı Biz günehlü kullaruñ şey’-lillâhdur

91 98
Câna kalma ger yâra irem dirseñ ‘Işk katında zâhidâ bir deng imiş
Bâğa düşgil şeftâlû direm dirseñ Dilberler göñülleri çün seng imiş
Başa câna dünyelige kalmagıl Bu nefes ki maksûdlar buldı hâsıl
Erenler meydânına girem dirseñ Çevregi yârânlarun gülbâng imiş

92 99
Sabaha çıharmışdur mahmûr gözler Kim bilür bir nefese behâ nedür
Yayını kurıp ‘âşık göñlin gözler Ol işler ortada kul behânedür
Men anı cefâsıyçün yüzlemedüm Gişi öz eksükligin bilicegez
Ol meni ‘ışkum içün bin gez yüzler Dünyâda anun işi şehânedür

93 100
Ma‘şûkuñ hîç ‘âşıka yanmaz bağrı Bâde olmasa ‘ömür ber-bâdadur
Biñ ‘âşık yâr katında bir çöp ağrı Câna yârun sohbeti zevâdedür
Hele yâruñ yolına varlıh fidâ Kaddüñe serv-i sehî kuldur begüm
Dü şmene bir gez dahi Allah ten͡gri Niçe kim anun adı âzâdedür

94 101
Saçuñ tek bu dünyâda ‘anber var mı Cennetde yüzüñ gibi hür olmagay
Gözüñ tek bâğ içinde ‘abher var mı Mest gözüñ gibi mestûr olmagay
Cennet içre hûrîler cem‘ olıcah Yoluna cân oynamağı dilerem
Hûblara sencileyin server var mı Korhum oldur k’ana destûr olmagay

95 102
Gözi esridüp özi ayasıdur Cânum ol ki cümle ‘âlem cânıdur
Vasfumuznı dünyâya yayasıdur La‘li anun cümle cevher kânıdur
İvmegil bir dem ki yite atlusı Şükr ana ki bir nefesde gelmişüz
Bu henüz ‘ışkumuzun yayasıdur Kim bu dem erenlerüñ devrânıdur

96 103
Yârı ağyâra kor isem cehl ola Dünyâda bir câna benzer cân getür
Cefâ yârdan çeker isem sehl ola Kâfir iseñ dahi gel îmân getür
Yâr ölür ise yârıyçün gam degül Hele bu derde düşiben yanaram
Sehl ola iş çünki dilber ehl ola Buldun ise derdüme dermân getür

205
104 111
Kağan aslanlar eğer anrar ise Er midür ser-bâz u zer-bâz olmayan
Anlaya her kim ana uğrar ise Alaca ördeglere bâz olmayan
Kanda eğri var ise tutmagıl dak Yimek içmek gülmek oynamah harâm
Sâ‘ika koç kılıcı toğrar ise Er güninde yâra dem-sâz olmayan

105 112
‘Işk eri niçe yanısar nâz ile Oldı müsahhar bize çü şâmlarum
Neyleye görüñ göñül şehbâz ise Düşmene demür bolduh dostlarum
Tutalum âşık ki râzın sahlaya Her gişiler yorısun yollarına
Neyleye gözi gibi gammâz ile Çün dosta mübârekbüz düşmene şûm

106 113
Hîç oñılmaz gözlerinüñ yarası Basıcah dünyâya sen düşdi haçlar
Kıydı yavlah bana cânum pâresi Başladı hak bâtılları başın suçlar
Tağıdur zülfini ki ben tağılam Dünyâya her koç ki geldi şükr ana
Hod niçe cem‘ ola ‘ışk âvâresi Tayandı anun birle cümle koçlar

107 114
Üstüñde devlet bu gün sayvan olsun Göreli saçını bulmadum karâr
Sa‘âdet yine bizge eyvân olsun Yüzüñe bolsun fidâ gül iy nigâr
Niçe ki ben sağam u kaygurmañuz Turıcah karşuñuza men derlermen
Var cânum yiğitlere kurbân olsun Sanasın dökmiş gülga ebr-i bahar

108 115
Şol gişinüñ ki cânında derdi var Tapuña olsun fidâ ten ü cânum
Eşk-i surh u reng-i rûy-ı zerdi var Yoluña kıldum kurbân it ü hanum
Elde biş barmağı düz kim görmişdür ‘Âr u nâmûsı eğer terk itdi yâr
Merd olan yirde lâbüd nâ-merdi var Koymazam ben dünyâda ad u sanum

109 116
Bulmayam sen tek niçe arar isem Koşunlar birbirine kahşaşmaşda
İki ‘âlem halkını arar isem İki ‘âlem çerisi çahşaşmaşda
Yüregümde hem yine nakşuñ bulam Topumuz bolınısar halka ümîd
Bıçağ alıban anı yarar isem Bu cihân halkı işi ohşaşmaşda

110
Yâr eğer yüregümni yarar ise
Men anı tartınmayam yarar ise
Men özümni yolına kıldum fidâ
Nola çün insâf ana ger yâr ise

206
NESÎMÎ1

1 7
Gel ki müştâk olmuşam dîdâruña İy yanağuñdan münevver âfitâb
Vermişem cân zülf-i anber-sâruña Düşdi hüsnüñ pertevinden aya tâb
Mahrem itdüñ çün meni esrâruña Kirpiğüñ zülfüñ kaşuñ Ümmü’l-kitâb
İy perî gel çek meni ber-dâruña Oldu yüzüñden ‘ıyân yevmü’l-hisâb

2 8
Dünyeye çün cîfe didi Mustafâ İy kamer yüzlü götür Hakdan nikâb
Âdem olan olmaya tâlib aña Kim yüzüñden rûşen oldı âfitâb
İt yemidür dünye anı vir aña Arada munca nedendür bu hicâb
İte lâyıkdur çü murdâr gûrıña Şerh eder men’indehû ilmü’l-kitâb

3 9
Bî-vefâsuz dünyede umma vefâ Cânımuñ cânânesisen iy habîb
Çünkü yohdur dünye yohdan ne safâ Hûblaruñ ferzânesisen iy habîb
Rencine düşüp anuñ çekme cefâ Küntü kenzin hânesisen iy habîb
Bulmaz anuñ hastası hergiz şifâ Vahdetüñ dür-dânesisen iy habîb

4 10
Kim elif didi kim hâ bu yaña İy özüñden bî-haber gâfil garîb
Men anuñçün dimişem hâ bu yaña Bilmemişsen sen bu esrâr-ı ‘acîb
Gün yüzüñ olalı me’vâ bu yaña Olmasun mahrem bu sırra her rakîb
Cân virür ehl-i temâşâ bu yaña Hem çünân pinhân gerek sırr-ı habîb

5 11
İy yüzün men ‘indehû ilmü’l-kitâb Var elüñden atuñı yâbâna at
Kul kefâ geldi cemâlüñden hitâb Hak-perest ol Hakkı tanı olma at
Sûretüñ Hakdur götür Hakdan nikâb Dünyenüñ devrinde çün yohdur sebât
Hak budur va’llâhu a’lem bi’s-savâb Atuñı kaçurma ruhdan olma mât

6 12
İy saçuñ devrinde mestûr âfitâb İy hatuñ Hızr u lebüñ âb-ı hayât
V’ey yüzüñ âlemde meşhûr âfitâb ‘Anberîn zülfüñ şeb-i Kadr ü Berât
Utanur hüsnüñden iy hûr âfitâb Mihr ü mâh ister cemâlüñden zekât
Senden oldı mest ü mahmûr âfitâb Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilât

13
1 Ayan, Nesîmî Divanının Tenkitli Metni, s.
801-59; Zülfe, “Seyyid Nesimî’nin Kâf u nûn emrinden oldı kâ’inât
Tuyuğlarına Ek”, s. 121-35; Köksal, Hem sıfâtdur kâf u nûn hem ayn-ı zât
“Seyyid Nesîmî’nin Yayımlanmamış Kâf u nûndan vâcib oldı mümkinât
Şiirleri”, s. 77-135. Bil ki sensen âlem-i zât ü sıfât

207
14 21
İy ruhuñ ‘ışkında ‘aklum şâh-mât Toğdu mağribden güneş indi Mesîh
Selsebîldür hatuñ ayne’l-hayât Gör Mesîhî sen misen yâhud kabîh
‘Unsuruñ dört oldı haddüñ şeş cihât Geç kinâyetden ki remz oldı sarîh
Gafletüñ mestliği hem bulmaz necât Burgu çalındı vü haşr oldı sahîh

15 22
Gelmişem kâlû belâdan mey-perest Sâkî-i gül-ruh elinden bir kadeh
Âşıkam mestem velî mest-i elest İç perîşân hâtıruñ olsun ferah
İy gözüñ sevdâlaruñdan fitne mest Mey harâm ise Hakuñ lutfı halâl
Sünbülüñ her târesi ma‘nîde şest Kamu mezhebde budur kavl-i esah

16 23
İy yüzüñ ayât-ı envâr-ı sıfât Göñlümü yağmaladı şol âli çoh
Zülf ü hâlüñ sûre-i ve’l-mürselât Şol kızıl gül rengi gül-gûn âlı çoh
Ayağuñ tozuna değmez kâ’inât Zülfiñüñ sırrı uzundur hâli çoh
Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilât Şol şeker sözlü tudağuñ balı çoh

17 24
İzzet eyle ‘ömrüñe iy zü’l-hayât Talmışam şol bahra kim pâyânı yoh
Bu hayât içindür ancak bu memât Batmışam şol gence kim husrânı yoh
Dünyede üç min il ‘ömr süren kişi Bulmuşam şol bedri kim noksânı yoh
Bulmadı ancağ ölümden ol necât Girmişem ol şehre kim vîrânı yoh

18 25
Bir iki gün çün cihândur cây-ı geşt Derdine âşıklaruñ dermânı yoh
Fâ’ide ne çün gelenler der-güşeşt Zerkı çoh zâhidlerüñ îmânı yoh
Derd ile sen özüñi kılma melûl Tenleri vardur velîkîn cânı yoh
Şâdmân ol ta gelince heft ü heşt ‘Ahdına sâbit degül îkânı yoh

19 26
Düzme kuru ma‘rifetden el-gıyâs İy boyun Tûbâ yüzüñ dârü’l-hulud
Merd-i bî-ma‘nî elinden el-gıyâs Hüsnüñe hurşîd ü mâh eyler sücûd
Halüñi bilmez elinden el-gıyâs Tâli’üñ burcunda cem‘ oldı su‘ûd
Vâh bî-insâf elinden el-gıyâs Bist ü heşt ü sî vü dû yoh nûr bûd

20 27
İy tabîb-i hâzik-i nâzük-mizâc İy boyun Tûbâ yüzüñ dârü’l-hulud
Sen bilürsen hasta göñlüme ilâc Hüsnüñe hûrşîd ü mâh eyler sücûd
İy göñül öyle saña kul olmuşam İy saçın tozu abir ü müşk ü ‘ûd
Şîve ile nâza yohdur ihtiyâc Çıhdı ‘ışkuñ âteşinden çarha dûd

208
28 35
Kim ki oldı tâli‘i Hakdan sa‘îd Sûretüñ Mushafdur iy bedr-i münîr
Olmadı şeytân kimi adı mürîd Hilkatüñ ser-tâ-kademdür dil-pezîr
Kim ki nefsin bilmedi Hakdan ba‘îd Ehl-i irfân ol ne eshâb-ı sa‘îr
Gündüz ü ahşamı oldı Kadr ü ‘ıyd Bil ki Hakdur hem Semî‘ u hem Basîr

29 36
İy cemâlüñ Kul hüva’llâhu ehad İy güneş sûretlü yâr-ı dil-pezîr
Sûretüñ nakşidür Allâhu’s-samed Tal‘atuñdan udanır bedr-i münîr
Bir ucu zülfüñ ezel biri ebed Neyleyem kim men fakîrem sen emîr
Hüsnüñe şeytân imiş men lâ-seced Hasretüñden yüregüm her dem erür

30 37
İy ezel nûru cemâlüñ tâ-ebed İy göñül Hak sendedür Hak sendedür
Mende nakş oldı hayâlüñ tâ-ebed Söyle Hakkı kim ene’l-hak sendedür
Bî-gurûb oldı hilâlin tâ-ebed Hakk-ı mutlak zât-ı mutlak sendedür
İy güneş yohdur zevâlüñ tâ-ebed Mushafuñ hattı muhakkak sendedür

31 38
İy cemâlüñ kâf hâ yâ ayn sâd Gel ki sensün Arş u kürsî sendedür
Ma‘nî-i Yâsîn saçuñdan müstefâd Bist ü heşt ü otuz iki sendedür
Kadd-i mâ Tûbâ ayâ hûrî-nijâd İy Nesîmî Rûh-ı Kudsî sendedür
Secde-i vechüñde mi‘râcü’l-‘ibâd Cümlenüñ gör neçe ‘aksi sendedür

32 39
Şol kaşı Çaçı büt-i meh-veş gelür Hak te‘âlânuñ kelâmı sendedür
Kirpük ohından dolu tir-keş gelür Fâ vü zâdı bil ki lâmı sendedür
Hak meyinden gözleri ser-hoş gelür Ravzânuñ Dâru’s-selâmı sendedür
Kirpük ü kaşı hisâbı şeş gelür Gör kelâmı hem selâmı sendedür

33 40
Yâr elinden çün mey-i dil-keş gelür Fitnenüñ başı gözü sevdâsıdur
İçerem Hakdan ne gelse hoş gelür Şûr u şer hüsn-i ruhuñ kavgasıdur
On sekiz miñ âlemin sırrın bilen Kevserüñ hamrı lebüñ sahbâsıdur
Ka‘beteyni atıcak seh şeş gelür İnci dişüñ lü’lü’-yı lâlâsıdur

34 41
Hakka yâr ol kim saña yâr ol yeter Ve’d-duhânuñ âfitâbı yüzidür
Çün Hakı yâr eyledüñ var ol yeter Dil-berüñ hüsnü kitâbı yüzidür
Nûra nûr ol nâra nâr ol yeter Hayme-i mî‘ad ile Mûsâyı bil
Âdeme oldur sezâ-vâr ol yeter Uş bu ma‘nîden tınâbı yüzidür

209
42 49
Hak te’âlâ Âdem oğlu özidür Mahzen-i sıdk u safâ sinüñdedür
Otuz iki Hak kelâmı sözidür Mesken-i mihr ü vefâ sinüñdedür
Cümle âlem bil ki Allâh özidür Hasta göñlüme şifâ sinüñdedür
Âdem ol cândur ki güneş yüzidür Her ne derd olsa devâ sinüñdedür

43 50
Cevher-i ferd âdemüñ kanuñdadur Çün çeh-i Bâbil zenâhdânuñdadur
Küntü kenzen Âdemüñ şânuñdadur Habs-gâh-i dil zenâhdânuñdadur
Gerçi şeytân âdemüñ kanuñdadur Hoş-heva menzil zenâhdânuñdadur
Sırr-ı esmâ Âdemüñ cânuñdadur Mahzen-i müşküñ zenâhdânuñdadur

44 51
Ârifin cânı sadef irfânıdur Ger saña erden irişmeye nazar
Kalb-i ârif gevher Allâh kânıdur Bilmeyesen senden iy cân sen haber
Âdem iseñ ma‘nî göster âdemî Tut bir erüñ eteğin iy mu‘teber
Ma‘nîsüz âdem hacerdür ya nedür Ta ki o senden saña vire haber

45 52
Ehl-i irfân Âdemi cân bahşıdur İy ki itmek isteyen dosta sefer
Sohbeti cân u cihânda yahşıdur Senliğinden sen seni eyle güzer
Sûret-i ‘ârif dü ‘âlem nakşıdur Varlığuñ yohluğa değşür ser-te-ser
Göñlüne gir ‘ârifüñ kil taşıdur Ta bulasan vaslını dostdan eser

46 53
‘Işkuñ oduna göñül pervânedür Her ki bildi nefsini rahmândur
Tâkatın yoh bilmezem pervâ nedür Bilmeyenler nefsini şeytândur
Fursat olunca göñül sen yanadur Ehl-i ‘irfân âdemüñ insândur
Âşıkın âyîni budur ya nedür Ma‘rifetden bî-haber hayvândur

47 54
Gitdi kış şimdi teveccüh yazadur Ger Hak olduñ Hak sıfâtuñ kandadur
Dest-i kudret gör ne hatlar yazadur Hak-sıfât ol gör ki zâtuñ kandadur
Bir kadehden cümle eşyâ esrümiş Ger muhît oldun cihânuñ kandadur
Ayılan birbir humârı yazadur İy Kemâh âhır Fırâtuñ kandadur

48 55
İy göñül tâ girdişin bünyâdıdur Çoh zamâne geldi geçdi çoh medâr
‘Işk pirdür ‘akl anuñ reddâdıdur Menden ırağ olmamışdur toğru yâr
Her ne kim sâni‘ yâratdı sun‘ ile Göñlümüñ Kudsinde sâkindür emin
Varcası şâgird ü ‘akl ustâdıdur Cennet-i â‘ladadur leyl ü nehâr

210
56 63
Hak te‘âlâ varlığı Âdemdedür Gel muhît-i ‘ışka bir kez tala gör
Ev anuñdur ol bu evde demdedür Vahdetüñ dürrin içinden ala gör
Bildi [hem] şeytân bu sırrı gamdadur Âdeme kıl secde mekri sala gör
Ol sebebden ta ebed mâtemdedür Olma şeytân düşme mekr ü âla gör

57 64
Her ne yerde gökde var Âdemde var İy iki ‘âlemde hüsnüñ bî-nazîr
Her ki yılda ayda var Âdemde var Fitneli kaşuñ kemândur gamze tîr
Ne ki elde yüzde var kademde var ‘Anberîn zülfüñ tozundandur ‘abîr
Bu sözü fehm etmeyen âdem davar Mahşer oldı kopdı hüsnüñden nefîr

58 65
Hak sözin gör kim neçe dür-dânedür Hak te’âlânuñ kelâmı nûrdur
Hak sözini bilmeyenler tanadur Görmeyen ol nûrı Hakdan dûrdur
Câhil-i nâdan ne bilsin dâneyi Çün ene’l-hak söyleyen Mansûrdur
Dâneyi dâna bilir kim dânedür Geldi İsrâfîl elinde sûrdur

59 66
Nokta-i pergâr-i kudret hâlidür Kaşlaruñ yâyı meni kurbân ider
Bilmeyen şol hâli Hakdan hâlîdür Sûretüñ nakşı meni hayrân ider
Ger toza hâli hayâli ‘aynuma Ger bu kudret mu’cizi bürhân ider
Uşta bu aynuma düşmüş ahâlidür Cümle eşyâ sende ol seyrân ider

60 67
Her ki sen Şîrîn-lebi çün ad okur Saçlaruñ Kadr ü Berâtuñ leylidir
Husrev-i hûbâna şeh Ferhâd okur ‘Âşıkuñ Mecnûn ü hüsnüñ Leylîdir
Kâmetüñi sevr ile şimşâd okur Hem-demüñ dâ’im hayâlüñ haylidir
Gözlerüñi zâlim-i bî-dâd okur Sûretüñ savm ü salâtuñ leylîdir

61 68
Allâhuñ Fazlı bize oldı beşîr İy saçuñ her tâsına miñ cân esîr
Beşşirü bi’l-mağfire ecrun kebîr Sûretüñ yektâ vü hüsnüñ bî-nazîr
Göñlümüñ Kudsinde sâkindür emîr Mushafuñ yazısı reyhân u debîr
Ya‘lemu’s-sırru’l-hafâya ve’z-zamîr Hem semî‘ u bî-bedelsin hem basîr

62 69
Ustâdı egri vü hem yalancıdur Sâf içen da’im safâ hâsıl kılur
Acı yalanı anuñ zarb acıdur Dürd içen derde devâ hâsıl kılur
Fitnenüñ paşmağı anuñ tâcıdur Kim ki yâr-ı bî-vefâ hâsıl kılur
Mekr ü âl İsrâsı vü mi’râcıdur Cânuñı yüz miñ belâ hâsıl kılur

211
70 77
İy harîmî gözlerüñ yağmâcılar Çün vücûduñdur nigâra şehriyâr
Ka‘be yüzüñdür melâ’ik hâcılar Sûret ü ma‘nîde sensen şehriyâr
Âşkına ümmet olandur nâcîler Ma‘nî-i şakku’l-kamer çün sendedür
İy tudağından hacil halvâcılar İstevâ eyle cemâlüñ şehriyâr

71 78
İy Hakı her yerde kaydursan ki var Gözlerüñ ayn-ı belâdur iy püser
Sende bes Hak var imiş Hak sende var Göñlümüz sen yıkuban kim yapısar
Enbiyânuñ sırrını bilmez davar ‘Âşık olan kişiler bu dünyede
Kısmet olmaz dîve râh-ı hoşgüvâr Mahbûbuñ elin ayağın öpiser

72 79
Kâbe kavseyn iki kaşın yâyıdur Sûre-i Rahmân menem Hak mendedür
Ve’d-duhanuñ şemsi yüzüñ ayıdur Lâ-yezâlî zât-ı mutlak mendedür
Dünye vü ‘ukbâ saçuñ bir tâbıdur Küntü kenz’ un kenzi el-hak mendedür
Dür bilür her kim ki ol deryâyıdur Geldi Tûfan Nûh u zevrak mendedür

73 80
Ay ile güneş yüzüñ hayrânıdur Kıldı insân mazharından Hak zuhûr
Müşk ile ‘anber saçuñ tarhânıdur Âdemin vehcindedür sî vü dû nûr
Çün Nesîmî âlemin sultânıdur Dil-berüñdür cennet ü gılmân hûr
Devr anuñ devrân anuñ devrânıdur Vechidür Tevrât ü İncîl ü Zebûr

74 81
Tutdı yüzüñden cihânı cümle nûr Îsînüñ aslın bilen Meryemdedür
Hak hidâyet kıldı Mehdîden zuhûr Hem Süleymân hikmetî hâtemdedür
İndi Îsâ geldi ol Mûsâ vü Tûr On sekiz miñ ‘âlemüñ sırrın bilen
Zâhir oldı mü’mine cennât u hûr Ve lekad kerrem benî Âdemdedür

75 82
Cennetüñ virdi yüzüñ gül-nârıdur Kâf u nûn ma‘nîde külli ma‘nîdür
Şem‘-i vahdetdür yüzüñ gül-zârıdur Ya‘nî kâf u nûn sadefdür mâ‘nî dür
Ay ile gün yüzüñüñ envârıdur Haşr u neşrüñ sûru uş çalındı tur
Leyletü’l-İsrâ saçuñ esrârıdur Kâmetüñ geldi kıyâmet şimdidür

76 83
Kâmetüñ her dem kıyâmet gösterür Şem‘ına güneş yüzüñ pervânedür
Gör bu kaddi kim ne kâmet gösterür Cân sadefdür sûretüñ dür-dânedür
Ka‘be yüzüñden ‘alâmet gösterür Nukl u mey la‘lüñ gözüñ peymânedür
Fitneli ‘aynuñ imâmet gösterür Mest-i ‘ışkuñ mescidi mey-hânedür

212
84 91
Ârızı yârın cinân bustânıdur Fitnedür ‘aynuñ yüzüñ şems ü kamer
Ol kadi Tûbâ saçı reyhânıdur Fitne-i devr-i kamer sensen meger
Kûy-ı cennet ehli hem Rıdvânıdur Sûretüñ Hakdur budur Hakdan haber
Bes rakîb bu ortanuñ şeytânıdur Söyleyen Hakdur velî adı beşer

85 92
Akreb oldı âlemüñ halkı vü mâr İy cemâlüñ hüsnüñe hayrân kamer
Fitne yayıldı âlâ kavmiş’ş-şerâr Sünbülüñ devrindedür pinhân kamer
Kanda var bir arı bâtın toğru yâr Lem-yezel güneşsen iy tâbân kamer
Kanı insâf ü mürüvvet kimde var Gölge virdi hüsnüñe devrân kamer

86 93
Âb u hâki eyledi çün Hak hamîr Her ne kim takdîr-i Yezdânî kılur
‘Arşını halk eyledi ya‘nî serîr Ayn-i hikmetdür Hak erzânî kılur
Hüsni sultân eyledi ‘ışkı vezîr Şâh iki âlemde insânı kılur
‘Âşık u ma‘şuk ile ‘ışk oldı bir Her ne kim göñlü diler anı kılur

87 94
‘Âşıkın seyrânı ol âlemdedür Fâ vü zâd u lâma düşdi göñlümüz
Görmeyen şol âlemi mâtemdedür Ka’be vü ihrâma düşdi göñlümüz
Küntü kenz’ün gevheri Âdemdedür ‘Işk-ı bî-encâma düşdi göñlümüz
Âdem ol meydür ki câm-ı Cemdedür Câvidânî nâma düşdi göñlümüz

88 95
İy güneş yüzlü cemâlüñ fitnedür Fâ vü zâd u lâma düşdi göñlümüz
Nûn u mîm ü ayn ü dâlüñ fitnedür Gördi aynı câma düşdi göñlümüz
İy büt-i gül-çehre âlüñ fitnedir Ârzû-yı hâma düşdi göñlümüz
Gamze câdû zülf ü hâlüñ fitnedür Gör ne muhkem dâma düşdi göñlümüz

89 96
Mâhumuñ yüzüñden oldı perde dûr Perde yüzüñden götürdi mâhımuz
Geldi Hakdan âyet-i Allâhu hûr Hakdan oldı Hakka toğru râhımuz
İy hat u hâlüñ tecellî yüzü nûr Sûret ü ma’nîde Hakdur şâhımuz
Sûretüñ ma’nîsidür cennât u hûr Dinle lâilâhe illa’llâhımuz

90 97
Sûretüñ levhında Hak kıldı zuhûr Sensüz iy cân göñlüm ârâm eylemez
Zülf ü ruh-sârındadur haşr ü nüşûr Cân yanar iy sabr iy dil ârâm eylemez
İy yañağın âyet-i Allâhu nûr La‘lüñi devlet maña câm eylemez
İy boyun Tûba ruhun cennât u hûr Niçün iy serv-i gül-endâm eylemez

213
98 105
Fâ vü zâd u lâma düşdi göñlümüz ‘Işk ile ma’şûk u âşık bir imiş
Nergisüñ tek câma düşdi göñlümüz Hem emen hem emzüren hem şîr imiş
Sünbülüñden şâma düşdi göñlümüz Sûreti Mushaf yüzü tefsîr imiş
Dâne gördi dâma düşdi göñlümüz Bu’l-‘aceb kudret ‘aceb takdîr imiş

99 106
İy cemâlüñ sûret-i rahmanımuz Ehl-i ‘irfânuñ makâmı Kâf imiş
Vey dudağın çeşme-i hayvânımuz ‘Ârif-i Rab ‘ârif-i a‘râf imiş
Kaşlaruñdur ruz-ı sübhâne’llezi Bilmeyen ol kâfı sözü lâf imiş
İy visâlüñ şerbeti îmânımuz Öziñi bilen yakîn sarrâf imiş

100 107
Bir ‘acâ’ib şâha düşdi göñlümüz Çünkü hem evvel hem âhir yâr imiş
Bedr yüzlü mâha düşdi göñlümüz Küfr ü dîn ma‘nîde bir bâzâr imiş
Tâ ki Fazlu’llâha düşdi göñlümüz ‘Işkı sûfînüñ işi inkâr imiş
Uş hakîkî râha düşdi göñlümüz Hırkası büt secdesi zünnâr imiş

101 108
Fazl-ı Hakdur vâkıf-ı esrârımuz ‘Âlemi yüzü gülistân eylemiş
Fazl-ı Hakdan dur kamu envârımuz Bülbülü ser-mest ü hayrân eylemiş
Fazl-ı Hak göstermiş idi kârımuz ‘Anberîn zülfüñ perîşân eylemiş
Fazl-ı Hakdur Fazl-ı Hak mi‘mârımuz Mâhını ebrinde pinhân eylemiş

102 109
Mağrib ü maşrıkdan oldı seyrımuz Cümle Hakdur her ne kim mevcûd imiş
Yedi yıldız ay iki burc aslımuz Hakka sâcid Hakka Hak mescûd imiş
Bist ü heşt ü sî vü dûdur seyrimüz Çün iki âlemde bir ma‘bûd imiş
Fazl-ı Hak oldı bu yolda pîrimüz Secdeden başın çeken merdûd imiş

103 110
Gel rızâsın iste Hakkuñ her nefes İy yüzüñ ol levh kim mahfûz imiş
Çünkü Hakdur yâruñ ol âlemde bes Her zamân bir nev’ ile melfûz imiş
Dünye mahmildür anuñ devri ceres Enbiyâ bu noktadan mahzûz imiş
Uçıcağ cân kuşu boş kalır kafes Bu haber İblîsden mahfûz imiş

104 111
Senlik ola ger senüñle bir nefes Kün fekânuñ çünkü aslı zât imiş
Bulımaya vasl-ı yâra dest-res Cümle eşyâ vahdet ü âyât imiş
Ma‘rifetden bî-fenâ urma nefes Kim ki hayvân oldı adı at imiş
Ma‘rifetsüzdür fenâsuz sözi kes Oynadı atı velî şâh-mât imiş

214
112 119
Kaşlaruñ kim gâyet a‘lâ tâk imiş Mustafâ medlûl ü Âdem dâl imiş
Rûh anuñ mi‘râcına müştâk imiş Dâl ü medlûl Mustafâda hâl imiş
Sûretüñ kim mahzâr-ı hallâk imiş Âlem-i ulvî vü süflî kâl imiş
Kâ‘be-i cân kıble-i uşşâk imiş Kim ki bildi özini abdâl imiş

113 120
Dil-berüñ la‘linde eşyâ esrümiş ‘Âşıkuñ adı neden abdâl imiş
Sünbülüñ leylinde Esrâ esrümiş Anda kim adı hemîşe dâl imiş
Nergisüñ devrinde sevdâ esrümiş Harf-i dâl oldı vücûd-ı Hâşimî
Gözlerüñ ayık mıdur ya esrümiş Kim ki nefsin tanıdı abdâl imiş

114 121
Sen yüzi mâh-ı tamâmı buldum uş ‘Âşıkuñ adı neden abdâl imiş
Cennet ü Dâru’s-selâmı buldum uş Nûn u ‘aynı mîm ü dâlı dâl imiş
Çekmedin yolda beriyye zahmetüñ Harfler içre harf-i sâkıt dâl imiş
Ka‘be vü Beytü’l-harâmı buldum uş Her ki ‘âşıkdur adı abdâl imiş

115 122
Sûretüñ tâhâ ile yâsîn imiş Çün ezelden kudret ile bî-galat
İki kaşıuñ sûre-i tâ-sîn imiş Yüzüñe nakş eyledi sî vü dû hat
Tûr imiş yüzüñ dişüñ ve’t-tîn imiş Her Hakı görmek dilerseñ bî-vasat
Hak didi ârif seni ol hüsn imiş Bellidür fî-sûretüñ şâbin katat

116 123
Bu Nesîmînüñ çü ol dil-dârımış Görmüşem Sîmurgı men der-kûh-ı Kaf
Neçe dil-dâr kamu anda var imiş Hak durur Sîmurg u sensen kûh-ı Kaf
Nefsini bilen ülü’l-ebsâr imiş Bilmeyen Sîmurg nedür der-kûh-ı Kaf
Kim ki nefsin bilmedi ağyâr imiş Görmeyen Sîmurgı ender-kûh-ı Kaf

117 124
Ca‘d-ı zülfüñ anber-efşân eylemiş ‘Işk imiş Sîmurg u âşık küh-ı Kâf
Nâfe-i Çîni perîşân eylemiş ‘Işka sığmaz lâf u ‘ışk olmaz güzâf
Cân-ı merdüm neçe top eylemiş Kim ki ister ka’beyi itmek tavâf
Çün nigârın zülfi çevgân eylemiş Hem içi safî gerek hem dışı sâf

118 125
Çün Süleymân oğlu ustâd er imiş İy Haka müştâk olan uş sende Hak
Hâsılı gülden cihânuñ hâr imiş Ebcedi unutma yañılma sebak
Hakka yâram dir velî ağyâr imiş İy kitabından yüzü gül ber-varak
Ol yalancıdan Hudâ bî-zâr imiş Perde ref‘ oldı vü açıldı tabak

215
126 133
Gel ki gamdan cânımı yahtı firâk İy ruhuñ ‘ışkında ser-gerdân felek
Râzımı nâ-mahreme çahtı firâk Yüzüñe karşı sücûd eyler melek
Boynuma hasret ipin tahtı firâk Hüsn içinde ferdü yektâsan ne şek
Cânımı gör kim ne hoş yahtı firâk Her kişinüñ nakdini çakar mihek

127 134
Fazl-ı Hakdan çün hidâyet buldu Hak Dört gerek dört dört gerek üç dört gerek
Sûretüñ tefsîrini virdi sebak Yeddi hatt-ı istivâ üç dört gerek
Lâ tüharrek âyetüñden bir varak Seyyidi çohlar söger dehrî deyü
Okuyanlar istivâsın kıldı şak Kendözin bilenlere beş dört gerek

128 135
Çün ezân-ı hâlı Hakdan bañladuk Zâyi‘ oldı renc ü hîç oldı emek
Beş namâz sırrın hakîkat añladuk Umumu şeşdür yedi geldi se-yek
Mescid-i dilden idenler i‘tikâf İy muhâlif seyr eden çarh-ı felek
Miñ gecemüz on gün oldı tañladuk Handadur bir tanıyan hakk-ı nemek

129 136
Çün zümürrüd kıldı ‘aynuma ‘akîk Hak ‘ıyân oldı gelüñ Hakkı görüñ
Mû-be-mû eyler göñül fikr-i dakîk Hakkı bâtıldan seçüñ farkı görüñ
Dil çü gavvâs oldı der-bahr-ı ‘amîk Bedrimin yüzüñdeki şakkı görüñ
Dür getürdi gel harîdâr ol refîk ‘Âleme sığmaz ene’l-hakkı görüñ

130 137
Başuma ağalıdan sevdâ-yı ‘ışk İy hatuñ Hızr âb-ı hayvândur sözüñ
Oldı cânum bî-ser ü bî-pay-ı ‘ışk Söyle iy cân söyle kim cândur sözüñ
Vey harâb-âbâdı ma‘mûr olısar Sûretüñ ‘Arş ile rahmândur sözüñ
Çünkim oldı menzil ü me’vâ-yı ‘ışk İy sözü Hak cümle Kur’ândur sözüñ

131 138
‘Işkun ehli bî-ser ü sâmân gerek Haşr ü neşrüñ âfitabıdur yüzüñ
Dostı içün zâr u ser-gerdân gerek Sâ‘atuñ yevmü’l-hisâbıdur yüzüñ
Her kime kim mülk-i câvîdân gerek Cennetüñ şem’ u şarâbıdur yüzüñ
Fitne kaşuñ yâyına kurbân gerek Ravzânuñ hüsnü’l-me’âbıdur yüzün

132 139
Hak ‘ıyân oldı vü gitdi şirk ü şek Hak te’âlânuñ kelâmıdur yüzüñ
Vâhidüñ yohdur vücûdı müşterek Cennetüñ Dârü’s-selâmıdur yüzüñ
Çok zamân geçti vü çoh gezdi felek Âyet-i Seb’a-l-mesânîdür yüzüñ
Sende gördi ma‘den-i hüsn ü nemek Bâğ-ı cennet ergavânıdur yüzüñ

216
140 147
‘Âşıkuñ Beytü’l-harâmıdur yüzüñ Fazl-ı Hakkuñ Câvidânıdur yüzüñ
‘Ârifin Dârü’s-selâmıdur yüzüñ Âlemüñ toğrı güvâhıdur yüzüñ
Ehl-i îmânuñ imâmıdur yüzüñ Ehl-i a‘râfa çü ma‘nîdür yüzüñ
Düñye vü ukbâ tamâmıdur yüzüñ Büt-perestlik şem‘-hvânıdur yüzüñ

141 148
Âyet-i Seb’a’l-mesânîdür yüzüñ Mazhar-ı esmâ-yı kül oldı yüzüñ
Otuz ikinüñ nişânıdur yüzüñ Hakka varmak toğru yol oldı yüzüñ
Bâğ-ı cennet ergavânıdur yüzüñ Hâdî-i cümle rüsul oldı yüzüñ
Mihr ü mâhuñ armağânıdur yüzüñ Sâgar u sâkî vü mül oldı yüzüñ

142 149
Sûret-i Hakdan işâretdür yüzüñ İy güneş nûr-ı tecellîdür yüzüñ
Ehl-i tevhîde bişâretdür yüzüñ Sûreti fi’l-cümle ma’nîdür yüzüñ
Hacc u ihrâm u ziyâretdür yüzüñ Sûreti bî-çûn u mevlîdür yüzüñ
Cümle eşyâdan ibâretdür yüzüñ Ebced ile lam elif bîdür yüzüñ

143 150
Otuz ikinüñ ‘alâmıdur yüzüñ Ve’d-duhânuñ âfitâbıdur yüzüñ
Ka‘benüñ Beytü’l-hâramıdur yüzüñ Câmi‘u’l-hüsnüñ kitâbıdur yüzüñ
Otuz ikinüñ nişânıdur yüzüñ Mahşerüñ yevmü’l-hisâbıdur yüzüñ
Mihr ü mâhın armağanıdur yüzüñ Cennetüñ şem‘ u şarâbıdur yüzüñ

144 151
Pertev-i nûr-ı tecellîdür yüzüñ Ve’d-duhânuñ âfitâbıdur yüzüñ
Gülşen-i firdevs-i ‘âlîdür yüzüñ Dil-berüñ vechi kitâbıdur yüzüñ
Düşe ol kim ‘ayn-ı ma‘nîdür yüzüñ Hayme-i mi‘âd-ı cânuñ öyle bil
Hûr-ı ‘aynuñ nûr-ı aynidür yüzüñ Uşbu ma‘nîden tınâbıdur yüzüñ

145 152
Mahşerüñ hûrşîd ü mâhıdur yüzüñ Kıble-i erbâb-ı tâ‘atdur yüzüñ
Her ne kim vardur kemâhîdür yüzüñ Nüsha-i eşrât-ı sâ‘atdur yüzüñ
Sûret-i Hakkuñ güvâhıdur yüzüñ Sâni‘-ı sun‘-ı sınâ‘atdur yüzüñ
Sî vü dû nutk-ı ilâhîdür yüzüñ Gör neçe yevm-i şefâ‘atdur yüzün

146 153
‘Âşıka îmân ile dîndür yüzüñ Şem‘-ı tevfîk u hidâyetdür yüzüñ
Bir adı büt-hâne-i Çîndür yüzüñ Sûret-i Hakdan kinâyetdür yüzüñ
Ebced ü tâhâ vü yâsîndür yüzüñ Bî-bidâyet bî-nihâyetdür yüzüñ
Arş u kürsî turı sinîndür yüzüñ Hem nihâyet hem bidâyetdür yüzüñ

217
154 161
Tûtî-i câna şekerdür sözlerüñ Pertev-i nûr-ı Hudâdur ruhlaruñ
Leblerüñ la‘l ü güherdür sözlerüñ Mazhar-ı ehl-i sâfâdur ruhlaruñ
Gel nisâr et kim dürerdür sözlerüñ Şem‘-i cem‘-i esfiyâdur ruhlaruñ
İy ki mercân u güher dür sözerüñ Rûşen ol kim müntehâdur ruhlaruñ

155 162
Sihr ile sayyâd-ı cândur gözlerüñ Müşk-i terden dâneler cân benlerüñ
Fitne-i âhır zamândur gözlerüñ Rûşen etdi anber-efşân benlerüñ
Bileler kim bî-emândur gözlerüñ Kıldı Hindistânı tâlân benlerüñ
Dile gelmez dil-sitândur gözlerüñ Oldu Rûm iline sultân benlerüñ

156 163
Sihr ile iletdi câdû gözlerüñ Nâfe-i Çîn ü Hutendür benlerüñ
Nergisüñ gözinde uyku gözlerüñ Dâne-i dâm-ı belâdur benlerüñ
Merk ile her lahza yahdı gözlerüñ Micmer-i şem’-i safâdur benlerüñ
Göñlüme bırahtı korhu gözlerüñ Müşk-i Rûma pâdişâdur benlerüñ

157 164
Baş kapup her dem kemân-keş kaşlaruñ Ehl-i dil bilür ki cândur gabgabuñ
Göñlümi kıldı müşevveş kaşlaruñ Boyu nâzik müşk-i Çîndür gabgabuñ
Urdu cân mülkine âteş kaşlaruñ Çün tavâf-ı ehl-i dîndür gabgabuñ
İyledi ‘aklumı taraş kaşlaruñ Baña âlemde hemîndür gabgabuñ

158 165
Bir hadeng atdukda yâra kirpigüñ Oldu çün âb-ı mu‘allak gabgabuñ
Bin ciger diler ki yâra kirpigüñ Gûy-ı sîmîn durur el-hak gabgabuñ
Bağrıma çoh urdu yâra kirpigüñ Sîb-i cennetdür muhakkak gabgabuñ
Uş yakîndur ki… yâra kirpigüñ Bâde-i pâk ü mürevvak gabgabuñ

159 166
Tîz eder cânuma hançer kirpigüñ Serverâ serv-i revândur kâmetüñ
Kıldı dil mülkün müsahhar kirpigüñ Âşıka rûh-ı revândur kâmetüñ
Hükm ile hûn-rîz ü kâfir kirpigüñ Şâh-ı Tûbâdan nişândur kâmetüñ
Âlemi tutdı ser-â-ser kirpigüñ ‘Ar‘ar-ı bâğ-ı cinândur kâmetüñ

160 167
Kıldı tende ur sârayı ruhlaruñ Cân u dil olsun gubârı pâyünüñ
Rûşen etdi cümle ra’yı ruhlaruñ ‘Akl u ser dahı nigârı pâyünüñ
Nûra gark etdi cihânı ruhlaruñ Cümle âlem hâk-sârı pâyünüñ
Hoş müşerref tutdı cânı ruhlaruñ ‘Âşıkuñ mecmû’ varı pâyünüñ

218
168 175
Cân kimi sırrı nihândur ağzunuñ Dünyenüñ ehlinden usandı göñül
Varlığı dahı gümândur ağzunuñ Gaflet uykusından uyandı göñül
Âb-ı Kevser Hızr-ı cândur ağzunuñ Hakkı incitmekden utandı göñül
La‘lile yâkut-ı ahmer ağzunuñ Hakka döndi Hakka tayândı göñül

169 176
İy büt-i şîrîn çü şekkerdür lebüñ Bî-vefâ dünyâdan usandı göñül
Şehd ile kand-ı mükerrerdür lebüñ Yok didi dünyâyı yoh sandı göñül
Âb-ı Hızr u cûy-ı Kevserdür lebüñ Düşdi ‘ışkuñ oduna yandı göñül
Nutku dür kimi ‘ıyân durur lebüñ Vahdetüñ kand-âbına kandı göñül

170 177
İy lebi mercân güherdür dişlerüñ Gözlerüñ sevdâsına düşdi göñül
Yâ sedef içre dürerdür dişlerüñ Fitnenüñ gavgâsına düşdi göñül
Uşbu lafz ile ki terdür dişlerüñ Altı dördün tâsına düşdi göñül
Defterin dürdi dürüñ dür dişlerüñ Vahdetüñ deryâsına düşdi göñül

171 178
Dîde-i ‘irfânı aç bidâr iseñ Bir ‘acâ’ib dil-bere düşdi göñül
‘Işk câmın nûş kıl hüşyâr iseñ Bir eli yetmez yire düşdi göñül
Olma gâfil tâlib-i dîdâr iseñ Bir meh-i nîk-ahtere düşdi göñül
Serden el yu server-i ser-dâr iseñ Bir büt-i sîmîn-bere düşdi göñül

172 179
Usandum mülk ü mâlinden cihânuñ Ol bilür Hakkı ki yalancı degül
Maña zevkı gerekmezdür bu cânuñ Her ki yalan söyler ol nâcî degül
Neçe nûş eyleyem devrân elinden Hacca toğru varmayân hâcî degül
Helâhil zehrini âhır zamânuñ Toğru söz toğrulara acı degül

173 180
Gel ki sensüz bî-karâr oldı göñül İsm-i a‘zam bilmeyen insân degül
Düşdi gamdan sayrı zâr oldı göñül Ahsen-i takvîm ile ihsân degül
Derdüme hem-dem ne yâr oldı göñül Sanma kim ‘ârif olupdur Hak ile
Gör ne zâyi‘ rüzgâr oldı göñül Hakkı bilmez bes neden hayvân degül

174 181
Çün senüñdür her ne kim var iy göñül Râzık-ı erzâkımuz mer‘aş degül
Kimden umarsın atâ var iy göñül Rızkı mer‘aşdan umarsan hoş degül
Çün yetersin sen saña yâr iy göñül Kim ki arıtmaz için bî-gaş degül
Yârını bil olma ağyâr iy göñül İki üçü kim didi kim şeş degül

219
182 189
Her ki Hakkuñ ilmine mahrem degül İy behiştden tâze gelmiş tâze gül
Ol ‘azâzîl dîvdür âdem degül Havz-ı Kevser rûşen âbmış tâze gül
Ma‘rifetle geçmeyen dem dem degül Hüsnüñe iy şâh-ı ‘âlem cümle kul
Cahilüñ yohdur demi âdem degül Kim durur diyen seni kim Hak degül

183 190
Yüzüñi Hakdan çevürme Hakkı bil ‘Işk imiş bâkî vü hüsnüñ lâ-yezâl
Sûre-i ve’t-tûr ı tanı rakkı bil ‘Işka sığmaz çün ü çend ü kîl ü kâl
Mustafânuñ parmağından şakkı bil Lem yelid hüsnüñ ve lem yûled cemâl
Selsebil oldı dudağuñ zevkı bil Hüsnüñe sübhûnehu celle celâl

184 191
Hak sever hûbu vü Hakdan Hakkı bil Men otuz iki hûrûfam lem-yezel
Levh ile ve’t-tûr ı tanı rakkı bil Yokdur ortağum ne mislüm ne bedel
Gör bu bedrüñ istivâsın şakkı bil Çün ebeddür âhırum evvel ezel
Nâra satma sen anı uçmağı bil Evvel ü âhır menem ‘azze ve cel

185 192
Hakka toğru bah vü Hakı toğru bil İy cemâlüñ âfitâb-ı lâ-yezâl
Toğru kavl ol toğru fi’l ol toğru dil Vey dudağuñ çeşme-i âb-ı zülâl
Çün buyurdu üscüdü Rabb-ı celîl Bâreke’llâh iy hâbib-i hoş-hısâl
Üscüdü yetmez mi insâna delîl Yoluña cânım fedâ kanım halâl

186 193
Huccetü’llâh oldı nutkuñ nâtık ol İy yüzüñden hûr u gılmân münfa‘il
Hakka ihlâs iste Hakdan sâdık ol İy kaşından mâh-ı tâbân münfa‘il
Ger likâ Hakdan dilerseñ ‘âşık ol İy lebüñden âb-ı hayvân münfa‘il
Hâliku’l-halkı gör andan hâlik ol İy hatından verd ü reyvân münfa‘il

187 194
Geç ikilikden elif tek vâhid ol Kâmetüñden sevr ü ‘ar‘ar münfa‘il
Hakkı gör Âdemde Hakka sâcid ol Gül yüzüñden verd-i ahmer münfa‘il
Gel fenânuñ bahrına düş hâlid ol Kâkülüñden müşk ü ‘anber münfa‘il
Ka‘beyi tanı vü Lâta ‘âbid ol Leblerüñden şehd ü şekker münfa‘il

188 195
Perdesüz ma‘bûdını gör ‘âbid ol İy cemâlüñ bî-bedel hüsnüñ cemîl
Olma şeytân gel türâba sâcid ol Cümlenüñ maksûdı sensen öyle bil
Cennet-i bâkî na‘îm-i hâlid ol İy boyuñ Tûbâ dudağuñ selsebîl
Geç ikilikden vücûd-ı vâhid ol Hüsnüñe cânlar fedâ ‘âlem sebîl

220
196 203
Her neye kim baharam Hak baharam Yâra her sâ‘at selâm olsun selâm
Bahışum Hakdur ene’l-hak baharam İşret ü ayşi müdâm olsun müdâm
Hakka mutlak zât-ı mutlak baharam Yârsuz sohbet harâm olsun harâm
Bî-gümân Hakkım muhakkak baharam Yârâ bu ma‘nî tamâm olsun tamâm

197 204
Bulmuşam Hakkı ene’l-hak söylerem Ka‘beden maksûd yüzüñdür ve’s-selâm
Hak menem Hak mendedür Hak söylerem Fitneler başı gözüñdür ve’s-selâm
Gör bu esrârı ne muğlak söylerem Kâf ve’l-Kur’ân sözüñdür ve’s-selâm
Sâdıkam kavlimde saddak söylerem F’il-i mutlak özüñdür ve’s-selâm

198 205
Secde emrin tutmayân şeytân-ı şûm Vechümi Allâha teslîm etmişem
Hak yâratmış anı min nâri’s-semûm Sûret-i rahmâna ta‘zîm etmişem
Gelmedi şeytâna çün Hakdan ‘ulûm Nutkumı eşyâda taksîm etmişem
Ol cehûlüñ adıdur Hakdan zalûm Gör bu esrârı ne tefhîm etmişem

199 206
Menzil-i Mahmûd imiş ‘âlî makâm Men ezelden mest ü ser-hoş gelmişem
Ol mâkamı iste Hakdan ve’s-selâm Hızra su Mûsâyâ âteş gelmişem
Gerçi ayuñdur kamer adı müdâm Levh-ı mahfûzam münakkaş gelmişem
Dolmayınca olmadı nûrı tamâm Çâr u penc ü heft ile şeş gelmişem

200 207
Gel rızâsın iste Hakkın sen müdâm Men ezelde ‘ışk ile pîr olmuşam
Çünki Hakdur yâruñı iste müdâm Gâh ile anuñla geh bir olmuşam
Dünye mühmeldür anuñ devri tamâm Ahsen-i sûrette tahmîr olmuşam
Sal elüñden uçmada iy nîk-nâm Kâdirim her emre takdîr olmuşam

201 208
Ravza-i Rıdvân yüzüñdür ve’s-selam Sûretüñ nakşında hayrân olmuşam
Sûret-i rahmân yüzüñdür ve’s-selam Vasluña ulaşalı cân olmuşam
‘Arş-ı Hak iy cân yüzüñdür ve’s-selam ‘Akla sığmaz genc-i pinhân olmuşam
Levh ile Kur’ân yüzüñdür ve’s-selam Lâ-mekân tahtında sultân olmuşam

202 209
Levh ile Kur’ân yüzüñdür ve’s-selam Ol dem İsrâfîl ü hem sûr olmuşam
Hak te’âlâdan gelen sensin kelâm Gör ene’l-hakdan ne Mansûr olmuşam
Sûretüñ devrinde hüsn oldı tamâm Selsebilem cennet ü hûr olmuşam
İy saçın Tâhâ yüzüñ Beytü’l-harâm Gence vîrân ‘ışka ma‘mûr olmuşam

221
210 217
Alnuñun ayına hayrân olmuşam Adumı Hakdan Nesîmî yazaram
Gözlerüñ âline mihmân olmuşam Bil bu ma‘nîden ne sîmem ya zerem
Kaşlaruñ yâsına kurbân olmuşam Hem hidâyet eylerem hem azaram
Kirpiğüñ ohuna nişân olmuşam Hem büti uşadıcı hem Âzerem

211 218
‘Işk içinde gör ne hayrân olmuşam Vahdetüñ bahrında her dem yüzerem
Cism içinde ser-be-ser cân olmuşam Gevheri ol bahr içinde düzerem
‘İlm içinde bahr-ı ‘Ummân olmuşam İki yüzlüñüñ derisin yüzerem
Lâ-mekân gencine vîrân olmuşam Ma‘den-i bahrı elüñden süzerem

212 219
Fazl-ı Hakdan men hidâyet bulmuşam Vahdetüñ şehrinde seyrân eylerem
Sûretüñ nakşını âyet bulmuşam Men seni cismümde hayrân eylerem
Mertebe âlemde gâyet bulmuşam Gencümi Âdemde pinhân eylerem
Ol sebebden men velâyet bulmuşam Âdemi hem Hak hem insân eylerem

213 220
Nûr-ı ‘ışkuñ şu‘lesinde yanmışam Hakka senden koyma kim dâd eyleyem
Cigerüm kanı ile boyanmışam Tâ-ebed senden Hakı yâd eyleyem
Kandasın iy Fazl-ı zü’l-’arşi’l-azîm Sa‘yüñi hîç umuñı bâd eyleyem
Men firâkuñda zi-cân usanmışam Gamda yanan düşmeni şâd eyleyem

214 221
Men cihânda lâ’übâlî dervişem Gördüm ol ayı vü bayram eyledüm
Külli varım Hak yolunda virmişem Ol lebi mey gözleri câm eyledüm
Men ‘adem mülküñe varıp irmişem Hacca virdüm ‘azm-i ihrâm eyledüm
Bu vücûdum zînetüñ hep dirmişem Fâ vü zâd u lâmı Hak-nâm eyledüm

215 222
Mestem ol meyden ki mahmûr olmazam Gözlerüñ esrârını fâş eyledüm
Hakdan ırağ tâ-ebed dûr olmazam Gör ne meyden içerem aş eyledüm
Çün men ol sağam ki rencûr olmazam Görmeyen Hakkı adın taş eyledüm
Gam degül ger dîve meşhûr olmazam ‘Ârife tahsîn ü şâ-bâş eyledüm

216 223
Men vücûd-ı mutlakam mutlak direm Bülbül oldum bir ‘acâ’ib öterem
Hak tanıkdur Hak bilir kim Hak direm Od içimdedür bu gün hoş tozaram
Küntü kenzen sırrını muğlak direm Gerçi bu dem sözlerümden düterem
İyledüm parmağı aya şak direm Küfr ile dîni ber-â-ber tutaram

222
224 231
Mushafuñ harfi vü evrâkı menem Kıbledür yüzüñ kara kışuñ imâm
Küllü şey’ün hâlikün bâkî menem Zülf ü kaşuñdur tehiyyât ü selâm
Mey menem sâğar menem sâkî menem İy saçuñ mahşer ruhuñ Beytü’l-harâm
Âlemin semmi vü tiryâki menem Sûretüñ devrinde hüsn oldı tamâm

225 232
Çün ezelden tâ-ebed bâkî menem İy cihân ‘ışk ehline sensüz harâm
Kün fekânuñ halkı vü hallâkı menem Her dem olsun yüzüñe yüz miñ selâm
Vahdetüñ bezminde çün sâkî menem Sûretüñ Mushafdur iy Tûbâ-hırâm
Enfüsüñ âyât u âfâkı menem Kirpiğüñ kaşuñla zülfüñdür imâm

226 233
Lâ-mekânuñ tahtına sultân menem Vechüñe cebbâr-ı ‘âlemden selâm
Küntü kenzen sırrına bürhân menem Olmasun iy bedr-sîmâ lâ-yenâm
Hem-dem-i ‘Îsâ vü hem ‘İmrân menem Çün cemâlüñ Hızr imiş ‘aynuñ kelâm
Cennet-i bâkî vü hem Rıdvân menem Mazhâr-ı Allâh yüzüñ bedrü’t-tamâm

227 234
Dünyede ‘ömrümni gördüm bir dutam Dünye hâdis Allâhın zâtı kadîm
Bir dutam dünyâyı neçe bir dutam Kâdir ü kahhâr oldur hem hakîm
Biri duttum ikisini dutmadum Allâhuñ emrin tut iy göñlü selîm
Lâ-ceram dünyâ dutan ı bir dutam Varına rahmet kılandur ol rahîm

228 235
Sözüni cândan sevenler iy hümâm Sûretüñdür bi’smi’llâhi’r-rahim
Hall olur göñüldeki müşkil tamâm Sûretüñdür mazhar-ı zât-ı kadîm
Dökülür şekker dehânumdan müdâm Âyetu’llâh çünkü senden oldı fâş
Ekşimez hiç tatlı lafzum ve’s-selâm Hem lebüñden ilm ü hikmet müstakîm

229 236
Perdeden mâh-ı sıyâm oldı tamâm İy cemâlüñ mazhar-ı zât-ı kadîm
Kıble-i Beytü’l-harâm oldı tamâm Sûretüñ Allâh u Rahmân ü Rahîm
Zühd imiş sevdâ-yı hâm oldı tamâm Vechüñe cümle melâ’ik ins ü cin
Sûfiye mey vir ki câm oldı tamâm Secde kıldı gayr-i şeytân-ı racîm

230 237
Perde yüzinden götürdi Hak temâm Gel meni âvâre kılan dil-berüm
Gek Hakın dîdârını gör ve’s-selâm Bağrumı sad-pâre kılan dil-berüm
Men ezelden görmüşüm Mushâf kelâm Eşigüñde men kuluñ yanar iken
Gencini fâş eyledi Beytü’l-harâm Meylini yâdlara kılan dil-berüm

223
238 245
Nâ-gehân bûstâna girdüm subh-dem Ger dilerseñ Hâlıkı itmek ‘ıyân
Lâlenüñ gördüm elinde câm-ı Cem Harfsüz son neçe eylersen beyân
Nergis işitdüm der idi dem-be-dem Harfden özge hâlıka yohdur nişân
Dem bu demdür dem bu demdür dem bu dem Ger tapupsan gel beyân eyle beyân

239 246
İy yüzüñ bâğında sünbül lâle-çîn Lâ-mekâna râst iletdüm râhı men
Ârızuñ güldür saçuñdur müşk-i Çîn Şemsümüñ ardınca doğdı mâh-ı men
İy sözüñ toğru hadîsüñ cümle- çîn Eşiğimde mende buldum şâh-ı men
Düşdi anber- çîn saçından müşk-i Çîn Vermezem miñ tâ’atı bir âh-ı men

240 247
Hak tecellî eyledi Mûsâ için Şehâ bir bî-basîret âdemem men
Ne Aristalis ü Bû-Sîna için Ki nâ-binâ-yı her dü ‘âlemem men
İy göñül şol hûr-ı meh-sîma için Kemîne kem-terem kemden kemem men
Secde kıl hem şol kad-i bâlâ için Çü şefkat kıla şâhım hürremem men

241 248
Olmadı çün hacca ikrârım bütüñ İy öziñden bî-haber gâfil uyan
Oldun anlardan meger lâ yûkinûn Hakka gel kim Hak degül bâtıl uyan
Bilmedüñ çün Hakta vâv ü mîm ü nûn Olma fânî ‘âleme mâ’il uyan
Toncıya git sen gerekse ton bu tüñ Ma‘rifetden nesne kıl hâsıl uyan

242 249
Cânumı yandurdı şevkın kandasan Haşr mahsûd-ı halâ’ik yâ emîn
Bundasan ma‘nîde gerçi andasan Fazl-ı Hakdur rahmeden li’l-âlemîn
İy kamer yüzlü meh-i tâbânda sen Fazl ile zü’l-kuvveti hablü’l-metîn
Gel ki şeksüz bâkî vü pâyendesen Nü’tîhi men yeşâ’ü yevmü’d-dîn

243 250
Hak te‘âlâ perdesüz oldı ‘ıyân Ger sen isterseñ Hakı bilmek yakîn
Sûr urıldı sûr-ı İsrâfil uyan Gel Nesîmîden apargıl reh-berin
İy yüzüñ Hakdan otuz iki nişân Te’vîl eyle âyet-i tûri sinîn
Mushâfuñ esrârını kıldı beyân Ger olam derseñ min eshâbi’l-yakîn

244 251
Perdeden mâh-ı tamâm oldı ‘ıyân Mağrib ü maşrıkta Hakdur söyleyen
Kıble vü Beytü’l-harâm oldı ‘ıyân Kanı bir ‘âşık bu gün Hak isteyen
Zâhidüñ sevdâsı hâm oldı ‘ıyân Hak ‘ıyan oldı vü Hakkı görmeyen
Sûfîye mey vir ki câm oldı ‘ıyân Oldu şeytân Âdemi Hak bilmeyen

224
252 259
Enbiyânuñ savm ü ‘ıydı iy fülân İy hayâsı görklü vü yüzü sulu
Şâh ‘Alîdür bil hakîkat bî-gümân Kahramânî gözlerüñdür sürmelü
Neçe rûz u sitte eyyâm u kamu On sekiz miñ âlem üstinden dolu
Şâh ‘Alîdür şâh ‘Alî tahkîk inan Dile gelmez vasfuñ u şânuñ ulu

253 260
İy tolu senden cihân senden cihân İy kamer zülfüñ şebinde rû-siyâh
Hem cihânuñ ‘aynısan hem cism ü cân Mihr-i ruh-sâruuñ katında tîre-mâh
Kaşlaruñ harfinden oldı kün fekân Geçmeyen ‘ışkuñda ‘ömr oldı tebâh
Senden oldı her ne kim oldı ‘ıyân Tâ‘atuñdan özge tâ‘atlar günâh

254 261
Hakdan âgâh ol ki Hakdur câvîdân Secde eyler yüzüñe mihr ile mah
Hak buyurdu men ‘aleyhâ küllü fân Müşk-i Çin saçuñdan oldı rû-siyâh
Koy cihânı gel ki fânîdür cihân ‘Arş-ı rahmândur yüzüñ Hakdur güvâh
Gör neçe her gün gider her kârvân Hûbluğuñ Mısrında sensen padişâh

255 262
Ger seni sen tanımışsan bî-gümân İy yüzüñ Ümmü’l-kitâb ü Fâtiha
Sendedür Hak sende gör Hakkı ‘ıyân Kaşlaruñ vahy ü hitâb ü Fâtiha
Rûh-ı Kudsüñ nefhasından ya‘nî cân Sahlamış mâhı nikâb ü Fâtiha
Câvidân ol hayy ü hayy-i câvidân Cân-fezâ lâ‘lüñ şarâb ü Fâtiha

256 263
Çünkü virdüñ göñlüñi bir yâra sen Virmemek dil dil-berüñ gisûsuna
Halk idüben yâra yigrek yara sen Sığmaya ‘âşıklaruñ namûsuna
Müdde‘î ol yâr için agyâra sen Ser fedâdur fitne-i cadûsuna
Virme yâruñ sırrını deyyâra sen Cân dahı kurbân kemân-ebrûsuna

257 264
Çok halâ’ik geldi vü geçdi zamân Cân fedâ cânlar fedâ enfâsına
Dediler kim bir sırı vardur nihân Secde kıl çün Hak dimiş bâlâsına
Geldi Fazlu’llâh imâm-ı gayb-dân Düşdi ‘âlem Hak nefis kavgâsına
Küntü kenzüñ sırrını kıldı ‘ıyân Câhil irmez zülfüñüñ yektasına

258 265
Munca hây u hû vü munca hây u hû Dağıdup ol zülf hâli boyuña
Aç arığ ulağ imiş içi kuru Almagıl cânım vebâli boyuña
Gerçi olur mahşerüñ adı ulu Sünbülün ucun salalı bûyuña
Bağrumı kıldı bu bahşîş yaralu İremez idrak ü yeli boynuña

225
266 273
Egri vü uğrı vü fettân kaşuña İncedür mûdan disem mû bilüñe
Vâlihem hem dan-hayrân kaşuña Yâraşır zerrîn kemer bu bilüñe
Gâret oldı dîn ü îmân kaşuña Dolaşıcak mûy-ı Hindû bilüñe
İklîm-i cânumı kurbân kaşuña İremez tedbir ü bilü bilüñe

267 274
Oldu çün devlet müyesser başuña Handadur yâr iy göñül yâr isteme
Yâraşır zerrîn-külehler başuña Yâr anuñ adı durur var isteme
Devleti Hak itdi efser başuña Bî-vefâ dünyâda dîdâr isteme
Yâraşur miñ tâc-ı Kayser başuña Çün vefâ yohdur vefâ-dâr isteme

268 275
Reşk eder mâh-ı münevver alnuña Yârunı gel Haksan ağyâr eyleme
Müşterî cân ile çâker alnuña Dîv ile uğraşma bâzâr eyleme
Ger ide hûrşîd-i hâver alnuña Hakdan özge sen saña yâr eyleme
Şerm edüp olmaz ber-â-ber alnuña Ahsen-i takvîmi inkâr eyleme

269 276
Düşmüşem mestâne ‘aynuñ âline İy göñül her yana pervâz eyleme
Cân fedâ gül-gûn yanaguñ âline Çün kebûter tu‘me-i bâz eyleme
İy çeken parmağı ayuñ âlına Kimsenüñ sırrını kimse sahlamaz
İy cemâlüñ fitne ‘ışkuñ âline Kimseyi sen mahrem-i râz eyleme

270 277
Aslını kodum yapışdum fer‘ına Fazl Rabb-ı zü’l-celâl oldı bize
Fikr kıldum sen habimiñ sun’ına Muhsin ü hüsn ü cemâl oldı bize
Bu vücûdum yanladan kıldum sü’âl Atamuz sâhib-kemâl oldı bize
Bu sü’âlüñ aslı ne vü fer’ı ne Anamuz südi halâl oldı bize

271 278
Kim ki irdi sûretüñ ma‘nîsine Mescid ü mey-hâne bir oldı bize
Bildi kim sûret nedür ma‘nîsi ne Dîv ile şeytân esîr oldı bize
Ehl-i ma‘nî şîşesine urma taş Gam ferâh diken harîr oldı bize
Hayf ola kim şîşe-i ma‘nî sına Dil-berüñ ‘ışkı emîr oldı bize

272 279
Dolaşalı ol perîşân zülfüñe ‘Işk ile gece harîr oldı bize
Oldu hayrân ‘akl reyhân zülfüñe Cennetüñ nûru hamîr oldı bize
El uzadan mâr-ı bî-cân zülfüñe ‘Arşı Allâhuñ serîr oldı bize
Lâzım oldı terk ide cân zülfüñe İki ‘âlem cümle bir oldı bize

226
280 287
Cânımuñ la‘li meyidür câm ile Dünyânı menüm diyenler kalmadı
Zülf ü hâlüñ dânesidür dâm ile Sanasan kim bu cihâna gelmedi
Men zermânı bulmuşam eyyâm ile Her vücûda bir nişân lâbüd gerek
Vâhidem şol zât-ı bî-encâm ile Bir nîşansuz er anadan olmadı

281 288
Hakkı bâtıl sanma Hak yohdur dime İy saçuñ bûyı Mesîhânuñ demi
Rab menem rabbü’l-felak yohdur dime Fitneye hüsnüñ bırahdı ‘âlemi
Yazıcı yazan varak yohdur dime Küntü kenzüñ sırrıdur ‘ışkuñ gamı
Şem‘ı yandur sen ğasak yohdur dime Olmadı şeytân bu sırruñ mahremi

282 289
Görmüşem her şeyde Hakk-ı mutlakı Zülf-i ‘anber-sâya virdüm göñlümi
Ger degülseñ lâ-şey itürme Hakı La’l-i rûh-efzâya virdüm göñlümi
Kim ki Hakkı bulmaya oldı şakî Kaşı tek sevdâya virdüm göñlümi
Gel ki Tûfan oldı iste zevrakı Gör ne muhkem yâya virdüm göñlümi

283 290
Kim elif tek vâhid ü ferd olmadı Nâ-gehân bir aya virdüm göñlümi
Bilme merd anı kim ol merd olmadı Cân ile yagmâya virdüm göñlümi
Kim ki Hak râhında bî-gerd olmadı Hüsn-i bî-hemtâya virdüm göñlümi
Dögdügi cüz âhen-i serd olmadı Müntehâ bâlâya virdüm göñlümi

284 291
Dedüm zülfüñ kemendi perçem oldı Şol boyu ra‘nâya virdüm göñlümi
Dedüm cânım anuñçün dirhem oldı Şol gözü şehlâya virdüm göñlümi
Dedüm kûyun itiyim iy kamer-ruh Şol güneş sîmâta virdüm göñlümi
Dedi bu dahı ya’ni Âdem oldı Şol yüzü gün aya virdüm göñlümi

285 292
Sabr ile atlas olur tut yaprağı Ol yüzü zîbâya virdi göñlümi
Yigidi hvar gösterür tut yaprağı Zülfü tek sevdâya virdüm göñlümi
Bir kişi bir kişiye kılma sefer Ol kad-i bâlâya virdüm göñlümi
Yigidi yâ su çeker yâ toprağı Gör neçe sevdâya virdüm göñlümi

286 293
Ölmezindin her kim öldi ileri Gözleri pür-hâba virdüm göñlümi
Yoluna cennet sarıya yolları Lebleri cüllâba virdüm göñlümi
Havz-ı Kevser selsebîl âb-ı hayât Ol yüzü meh-tâba virdüm göñlümi
Anda elbet kandura susuzları Öz özüm gark-âba virdüm göñlümi

227
294 301
Âdeme gel âdemi bil âdemi İy kamer tal‘atlu şems-i hâverî
Âdemî olanlaruñ budur demi Ravza yüzüñdür dudağuñ Kevseri
Bu demüñ zâtında derdümüñ demi Ger seni görse idi düşde perî
Hak ruhuñ rûhı durur nedür demi Oda salaydı otuz iki peri

295 302
Kâf ile nûndan yâratdı ‘âlemi Ger diler iseñ göresen dil-beri
Erba‘în günde yoğurmuş Âdemi Geç özüñden fânî olgıl gel beri
Dem bu demdür dem bu dem bil bu demi Gel beri ister iseñ sıdk u safâ
Âdeme urdu bu demden Hak demi Göstereyin sendeki sen dil-beri

296 303
Nâr-ı Mûsâ vü ‘asâdur şâh ‘Alî Hak sıyâm ayın bize ‘ıyd eyledi
Âfitâb-ı kibriyâdur şâh ‘Alî Her ne kim Hak eyledi cîd eyledi
Âyet-i Hak nümâdur şâh ‘Alî Kim ki Hakkı dîd ü vâ-dîd eyledi
İbtidâ vü intihâdur şâh ‘Alî Adını Hak ehl-i tevhîd eyledi

297 304
Gül-sitân-ı melekûtdur şâh ‘Alî Firkatüñ derdi banâ kâr eyledi
Şîr-i kûh-ı ceberûtdur şâh ‘Alî Cânumı yandurdı efgâr eyledi
Yûnus u deryâ vü hûtdur şâh ‘Alî Gel ki şevkııı hâlümi zâr eyledi
Hem ‘asâ Mûsî dûddur şâh ‘Alî ‘Âlemi sensüz baña dar eyledi

298 305
Sûretüñ Mushafdur iy cân pâresi Kâmetüñ kapdı kıyâmet eyledi
Lutf u hüsn ol Mushafın sî-pâresi Kaddüñi gör kim ne kâmet eyledi
Câna kâr itdi firâkuñ yarası Ka‘debe her kim ikâmet eyledi
Gör nedür anuñ devâsı çâresi Gözlerüñ aña imâmet eyledi

299 306
İy muhît-ı bahrınuñ dür-dânesi İy göñül Mansûr ene’l-hak söyledi
Küntü kenzin gencinüñ vîrânesi Hak idi vü Hak didi Hak söyledi
Çün kim oldı âşikârâ gencımuz Ma‘rifet sırrını mutlak söyledi
Âdem oldı ‘âlemin dîvânesi ‘Ârif âmennâ ve saddak söyledi

300 307
Kâf ve’l-Kur’andur ol mâhın yüzi Kim ki esrâr-ı Nesîmî bilmedi
Görmesin yavuz göz ol şâhın yüzi İzzetî Fazl-ı Na‘îmi bilmedi
Fâni olmaz hergiz Allâhın yüzi Dîv ü rahmân ü rahîmi bilmedi
Hâlik olsun dîv-i güm-râhın yüzi Mazhar-ı zât-ı kadîmi bilmedi

228
308 315
Ma‘rifet ehline Hak bânâ dedi İy yüzüñ ol levh kim mahfûz idi
Ve’llezîne câhedû fînâ dedi Her zamân bir nev‘ ile melfûz idi
Sen seni kendözüñe hvâr eyleme Enbiyâ bu noktadan mahzûz idi
Hak senüñ hakkuñda kerremnâ dedi Bu haber İblîsden mahfûz idi

309
3161
Hak didi kim yer yidi vü gök yidi Müşterîdür dürr-i rahşân alnuña
Lâ-mekân tahtında gizlüdür yidi Zühre vâlih şems hayrân alnuña
Gizlü âdemde âyan oldı yidi Nice beñzer mâh-ı tâbân alnuña
Dört yedi bir kez neden oldı yidi Bende hem necm-i dur ahşân alnuña
310 317
İy kaşuñla kirpigüñ zülfüñ yedi Beñzeye mi mâh-ı tâbân alnuña
Ol yedi kim şeytân anı bilmedi Oldı mihr ü mâh hayrân alnuña
Hak bu sırrı Ahmede keşf eyledi Bahmasun dîv-ile şeytân alnuña
Şol sebebden Ahmede ümmî dedi Yazdı bi’smi’llâhi rahmân alnuña
311 318
Kirpigüñ kaşuñla zülfüñdür yidi Bir ‘aceb sâhib-kırândur gözlerüñ
Yer yedi vü gök yedi sende yidi Pâdşâh-ı ins ü cândur gözlerüñ
Ne sebebden hafdan uñ adı yidi Âfet-i cân u cihândur gözlerüñ
Munda hikmet var durur Mushaf yidi Mihr ü mâh-ı âsmândur gözlerüñ
312 319
İy lebüñ vasl-ı hayât-ı sermedî Nakdini mercâna virdi gözlerüñ
Hatt-ı hâlüñdür cemâlüñ ebcedi Yir yüzini kana virdi gözlerüñ
Kirpigüñ kaşuñla zülfüñdür yidi ‘Âlemi tîfâna virdi gözlerüñ
Ol yedi kim Ahmedi mest eyledi Dürrini ‘ummâna virdi gözlerüñ
313 320
Kim ki Hakdan tutmadı pend iy kişi Gerçi kim sırr-ı nihândur sîretüñ
Oñmadı hergiz anuñ Hakdan işi ‘Ayn-ı cânda hod ‘ayândur sîretüñ
Adı ne erkekdür anuñ ne dişi Sîret-i cân u cihândur sîretüñ
Çayuban parmağını anuñ dişi Dâstân-ı ‘âşıkândur sîretüñ
314
İy menüm göñlümi alan gözleri 1 316 ile 336 arasındaki 20 tuyuğ Ömer
Vay menem bağrumı dilen gözleri Zülfe tarafından yapılan araştırmalar
Men şikâyet kimden edem iy habîb neticesinde tespit edilmiştir. Bk. Ömer
Özleridür özleridür özleri Zülfe, “Seyyid Nesîmî’nin Tuyuğlarına
Ek”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, (2)4,
Aralık 2005, 121-135.

229
321 328
‘Âlemi pür-nûr idüpdür sûretüñ Hâm gümişdür dimiş ahmak burnuña
Pertevin meşhîr idüpdür sûretüñ Gül gibi şol iki yaprak burnuña
Hüsn ilüñ ma‘mîr idüpdür sûretüñ Beñzeyem dür gör uzuncak burnuña
Mihr ü mâhı hor idüpdür sûretüñ Şol sütûn-ı câna apbak burnuña

322 329
İrmedi şol âb-ı hayvân la‘lüñe kim didi kim sîm-i hâmdur gögsüñe
La‘l ü yâkît-ıla mercân la‘lüñe Yâ bilûrdan sâfî câmdur gögsüñe
Cân-ı şîrîn oldı kurbân la‘lüñe Her ki dirse ol ki nâmdur gögsüñe
Rûh-ı mutlakdur fedâ cân lâ‘lüñe Men direm beytü’l-harâmdur gögsüñe

323 330
Bir ‘aceb şîrîn-kelâm oldı lebüñ Mahzen-i sıdk u safâ sîneñdedür
Âyet-i yuhyi’l-‘izâm oldı lebüñ Mesken-i mihr ü vefâ sîneñdedür
Hôş zümürrüd la‘l-fâm oldı lebüñ Haste göñlüme şifâ sîneñdedür
Şol humârı yoh müdâm oldı lebüñ Hem ne derd olsa devâ sîneñdedür

324 331
İy sanem seyl-i cevâhirdür dişüñ İncedür mûdan disem mû bilüñe
Bir ‘aceb lîlî-yı fâhirdür dişüñ Yaraşur zerrîn kemer bu bilüñe
Âbdâr u pâk [ü] tâhirdür dişüñ Tolaşıcak mûy-ı hindû bilüñe
Genc-i mahfîye müzâhirdür dişüñ Çünki idrâk iremez bu bilüñe

325 332
Bir ‘aceb yâkût-ı nâtıkdur dilüñ Çeşme-i isnâ ‘aşerdür barmağuñ
Her ne kim söylerse sâdıkdur dilüñ Hem kitâb-ı bü’l-beşerdür barmağuñ
Vahdet iklîminde sâbıkdur dilüñ vahdete toġrı haberdür barmağuñ
Rûh-ı kudsî vahy-i hâlıkdur dilüñ Dürr-i beyzâ bir güherdür barmağuñ

326 333
Tûtî-i câna şekerdür sözlerüñ Hoş kıyâmet kadd-i bâlâdur boyuñ
Gel niŝâr it kim dürerdür sözlerüñ Sidre-i tûbâdan a‘lâdur boyuñ
Leblerüñ la‘l [ü] güherdür sözlerüñ Bir gül-endâm serv-i ra‘nâdur boyuñ
Söyle iy bülbül ki terdür sözlerüñ Çün sanavber lîk zîbâdur boyuñ

327 334
Fazl-ı hakdan câvidânîdür yüzüñ Âyet-i rahmet yüzüñdür ve’s-selâm
Ehl-i a‘râfa çü ma‘nîdür yüzüñ Mazhar-ı ‘izzet özüñdür ve’s-selâm
Büt-perestüñ şem‘-i cânıdur yüzüñ Nüsha-i ‘ibret gözüñdür ve’s-selâm
‘Âlemüñ nâm [u] nişânıdur yüzüñ Nükte-i hikmet sözüñdür ve’s-selâm

230
335 337
Hokka-i lûlû-yı lâlâdur göñül Gevher-i bahr-i hadâyıkdur yüzüñ
Berr ü bahrüñdeki deryâdur göñül Bâde-i nukl-i sadâyıkdur(?) yüzüñ
El-heyûlâmuz müheyyâdur göñül Gör nice ince dakâyıkdur yüzüñ
Mazhar-ı evsâf-ı mevlâdur göñül Kıble-i küll-i halâyıkdur yüzün

3361
Söyle iy zîbâ ki zîbâdur sözüñ
‘Arş er-rahmân [u] Tâhâdur sözüñ
Küll-i esmâ’-ı müsemmâdur sözüñ
Nefha-ı nutk-ı Mesîhâdur sözün

HACI AKÇA KİNDÎ2

1
Birgil ey sı̂mı̂n-zakan iliñ man͡ga
Niçe yaşı bolgasın eyleng man͡ga
Derdin͡giz dermâ n-ı cânımdur menin͡g
Sağ ınurlar bilmegen atın͡g man͡ga

MUHAMMED TİMUR BARGA3

1
Ger hevâ-yı vasl-ı dilber dârıdır
Yolda dikmişler muhabbet darıdır
Sen eger çün ‘âşık-ı sâdık iseñ
Bu muhabbet dârını bir dârı dir

1 336 ile 337. tuyuğlar, Prof. Dr. Fatih


Köksal tarafından ortaya konan yeni
tespitler ışığında ortaya çıkmıştır. Bk.
Köksal, “Seyyid Nesîmî’nin
Yayimlanmamış Şiirleri”, s. 77-135.
2 Jemeney, Fünûnü’l-Belâga, s. 39.

3 a.yer.

231
15. YÜZYIL

SULTAN İSKENDER ŞİRÂZÎ1

1
Tolun ayga nisbet ittim yârumu
Ol hacâletdin kim oldı yarumu
Tâ r-ı mû yung͡nun͡g zekâ tın min birey
Yâ Mısır'nı yâ Haleb'ni yâ Rûm'u

İVAZ PAŞAZÂDE ATAÎ2 5


1 Göñlüm oldı ‘ışkınuñ âvâresi
Gamzenüñ gitmez cigerden yarası
Vermemek dil dilberüñ gîsûsına
Derdüme çok istedüm dermân velî
Sığmaya âşıklaruñ nâmûsına
Yoğımış la‘lüñden özge çâresi
Ser fedâdur gamze-i câdûsına
Cân dahı kurbân kemân-ebrûsına 6
2 Dost cismüm milkine sultân yiter
Buyruğı anuñ baña fermân yiter
Dîde-i irfânı aç bîdâr-ısañ
Cân dahı ten milkine hükm itmesün
‘Işk câmın nûş kıl hüşyâr-ısañ
Kim bir iklîme hemân bir hân yiter
Olma gâfil tâlib-i dîdâr-ısañ
Serden el yu serverâ serdâr-ısañ 7
3 Başuma ağalıdan sevdâ-yı ‘ışk
Oldı cânum vî-ser ü bî-pây-ı ‘ışk
Ârızı yâruñ cinân bûstânıdur
Dil harâb-âbâdı ma‘mûr olısar
Kaddi tûbî saçları reyhânıdur
Çünkim oldı menzil ü me’vâ-yı ‘ışk
Kûyi cennet ehl-i dil rıdvânıdur
Pes rakîb ol ravzanuñ şeytânıdur 8
4 Dilberüñ haddi gül-i handân-durur
Şol mutarrâ sünbüli reyhân-durur
‘Işk ehli bî-ser ü sâmân gerek
Cân eger tenden cüdâ olsa n’ola
Dost zülfi bigi ser-gerdân gerek
Ehl-i ‘ışkuñ cânı çün cânân-durur
Her kime kim milk-i câvîdân gerek
Fitne kaşun yâyına kurbân gerek 9
Dost Leylî göñlümüz Mecnûn-durur
1 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis
Fitnelü kaşına cân meftûn-durur
I-II, s. C. 1, s. 193.
2 Aslan, Ivaz Paşa Oğlu Atayi Divanı, s. 178-
Yâr vaslın almayan cân nakdine
80. ‘Işk bâzârında gey mağbûn-durur

232
GEDÂ’Î 1
1 4
Tapmagay gavvâs-ı fikret sin bigin Zümre-i ağyârdın hîç gam degül
Bahr-ı hüsn içre bigim bir cevherî Ger kişige öz habîbi yâr ise
Zü lfü n͡ge vâ -beste min bu şehrde Ger kabû liyetka kâ bil kö rsen͡giz
Sinsizin yoktur man͡ga bir cevherı̂ Uş turuptur cân sizin͡gdü r bâ r ise
2
5
Hü srevâ ö srü k kö zü n͡gnü n͡g şavkıdın
Çün ki kılsam şekker ernindin su’âl
Hoş sücûd eyler dem-â-dem hoş kulak
Min Gedâga lutfı birle kilme dir
Câ y oldur kim san͡ga hurşı̂d ü mâ h
Çün barur bolsam yavukrak kaşıga
Kulluk itkeyler tutuban hoş kulak
Şûm rakîb-i bî-hakîkat kilme dir
3
Gerçi şahâ dürr-i serâb özini
Kıldı nisbet sö zü n͡ge bilmey yarak
Oz kemâ lin͡g birle cü rmini keçü r
Tapuğ un͡ga çü n ki tuttı hoş kulak

KÂTİB2
1
Yar ilen tüşdim talaşıp tirge men
Yar menin͡g kanımnı tö kse tirge men
Ança derdim sar-ı hicran derdini
Ta ki bir gü l arızın͡gdın tirge men

MÎR SA‘ÎD-İ KÂBİLÎ3


1
Ey mû hibler yitsen͡giz ger yaza siz
Gül adakında humârî yazasız
Ger min ö lsem tü rbetimnin͡g taşıga
Küşte-i bir şûh irür dip yazasız

1 Eckmann, The Divan of Gadai, s. 246-48.


2 Sertkaya, “Çağatay Şârlerinden Lutfî,
Kâtib ve Yûsuf Emîrî’nin Uygur Harfli
Şiirleri”, s. 193.
3 Eraslan, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis

I-II, s. C.1, 72; Agâh Sırrı Levend, Ali Şir


Nevaî I, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1965, s. 76.

233
EBÛ BEKİR MİRZÂ1
1
İr kirek örtense yansa yalına
Yara yib yatsa atının͡g yalına
İt ölümi bile olsun yahşırak
İr atanıp düşmanlıga yalına

CİHANŞÂH HAKÎKÎ2
1 6
Ey iki ‘âlemde hüsnüñ âfitâb Ey visâlüñ ravza-i rızvânumuz
Mushaf-ı vechüñdedür ümmü’l-kitâb V’ey dudağuñ çeşme-i hayvânumuz
Düşdi câna âteş-i hicrüñde tâb Çün iki ‘âlemde sensün cânumuz
Şevk-ı ‘ışkuñ bağrumı kıldı kebâb Küfr-i zülfüñ şerhidür îmânumuz

2 7
Ey melek mülkinde vechüñ âfitâb Vahdetüñ nûrı yüzüñ meh-tâbıdur
V’ey boyuñ sidre hatuñ ümmü’l-kitâb Leyletü’l-İsrâ saçuñ ıtnâbıdur
Cânumı yahdı gam-ı hicrüñde tâb Kevserüñ hamrı lebüñ kand-âbıdur
Şevk-ı ‘ışkuñ bağrumı kıldı kâbab Mest-i ‘ışk ol bâdenüñ gark-âbıdur

3 8
Ey ruhuñ esmâ-i maksûdât-ı gayb Düşmenüñ def‘ine çâre ceng olur
V’ey sıfâtuñ zât-ı mevcûdât-ı gayb Gayr olan erlik yolında leng olur
Şâhid ü meşhûd u mislüñ zât-ı gayb Yâr ilen gerçek olan hem-reng olur
Vâcib olmuşdur saña isbât-ı gayb Câhilüñ ‘aklı bu fehme deng olur

4 9
Nükte-i tevhîd kenzu’llâh imiş Evvel ü âhirde çün bir zât imiş
Vahdetüñ kûyında vâhid şâh imiş Vâhidiyyet şânına isbât imiş
‘Işka ikrâh eyleyen gümrâh imiş Mushaf-ı hatt-ı ruhı âyât imiş
Mü’minüñ kalbi aña âgâh imiş Gayri vecheş cümlegi emvât imiş

5 10
‘Işk odıyla düşmüşem büryâna men Yâr-i dilîr ol büt-i ‘ayyâr imiş
Men haçan bu ‘ışk odından yana men Turrası ‘anber ruhı gülnâr imiş
Yanmazam ‘ışkuñ odından tâ ebed ‘Âşıkuñ resmi gamında zâr imiş
Ger bu hasret âteşinden yana men Bâğ-ı vasl ravza-i gülzâr imiş

1 Levend, Ali Şir Nevaî I, s. 81.


2 Macit, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh
ve Türkçe Şiirleri, s. 146-53.

234
11 18
Kevserüñ âbı lebüñ ‘aynında sâf Ey hatuñ mecmû‘a-i hayru’l-kelâm
Vechüñe ehl-i sücûd eyler tavâf ‘Ârızuñ devrindedür mâh-ı sıyâm
Zerk u tezvîr oldı ma‘nîde hilâf Ey dudağuñ kevser-i yuhyi'l-izâm
Mü’mine Hakdan irişdi lâ tehâf Ka‘be-i Hakdur cemâlüñ ve’s-selâm

12 19
Ey yüzüñ meh-tâbı tâbı göñlümüñ Ey hadisüñ nükte-i hayru’l-kelâm
V’ey cemâlüñ âfitâbı göñlümüñ Şevk-ı la‘lüñden cihânı dutdı câm
Ey hatuñ ümmü’l-kitâbı göñlümüñ ‘Ârızuñ devrindedür beytü’l-harâm
Sûretüñ yevmü’l-hesâbı göñlümüñ Kaşlaruñ mihrâbına ‘aynuñ imâm

13 20
Ey yüzüñ beytü’l-harâmı göñlümüñ Mesned-i ikbâl ü devlet bulmuşam
Gamze-i ‘aynuñ imâmı göñlümüñ Tâ ser-i kûyında koydum yüz yire
Kevserüñ yuhyi’l-‘izâm ı göñlümüñ Şerh-i evsâf-ı cemâlüñ söylesen
Leblerüñ sahbâ vü câmı göñlümüñ Görsedür bir demde ma‘nâ yüz yere

14 21
Vahdetüñ meh-tâbı tâbıdur yüzüñ Ey hadîsüñ mazhar-ı kevn ü mekân
Zulmetüñ keşf-i hicâbıdur yüzüñ Ve’d-duhâ ve’l-leyli ve’ş-şems ü duhân
Ehl-i tevhîdüñ kitâbıdur yüzüñ Ey sıfâtuñdan kelâm-ı Hak beyân
‘Ârifüñ yevmü’l-hesâbıdur yüzüñ Levh-i mahfûzuñda keşf oldı ‘ıyân

15 22
Ey lebü mâ-i tahûr ı göñlümüñ Ey saçuñ zıll-ı İlâhuñ sâyesi
V’ey saçuñ zıllında nûrı gölümüñ V’ey hadîsüñ ‘âlemüñ ser-mâyesi
‘Işkuña yohdur kusûrı göñlümüñ Pîr-i ‘akluñ çün sen olduñ sâyesi
Şol cihetdendür huzûrı göñlümüñ Sendedür ‘irfân-ı ‘ışkuñ vâyesi

16 23
Ey visâlüñ cennet-âbâd-ı göñül Ey hat ü hâlüñde hâlüñ fitnesi
Ey ser-i kûyında bünyâd-ı göñül Kâbe kavseynüñ hilâlüñ fitnesi
Mihr-i ‘ışkuñ oldı üstâd-ı göñül Nergis-i mestüñde âlüñ fitnesi
‘Âlemi dutdı ferâh-şâd-ı göñül ‘Âlemi dutdı cemâlüñ fitnesi

17 24
Ey cemâlüñ âfitâb-ı lâ-yezâl Sırr-ı hikmet küntü kenzüñ râzıdur
V’ey yüzüñ devr-i kamer kaşuñ hilâl ‘Ârif-i vahdet anuñ dem-sâzıdur
Çeşme-i la‘lüñdedür âb-ı zülâl ‘Işk-bâzı be-zi-şatranc-bâzıdur
Âyet-i Hakdur ruhuñda hatt hâl Nefsini kat‘ eyleyenler gâzidür

235
25 30
Kim ki bilmez kendi hakkuñ zâtını Dil-berüñ la‘lini handân isterem
Sormagıl andan anuñ isbâtını Leblerinden âb-ı hayvân isterem
Oynamaz satranc-ı ‘ışkuñ atını Çün iki âlemde bir cân isterem
Görmeyen bu ruk‘anuñ şeh-mâtını Cânumı yoluñda kurbân isterem
26 31
Vir göñül ol gül-‘izâra tâ ebed ‘Âlem-i gaddâra ağyâr ol göñül
Koy başuñı pây-ı dâra tâ ebed Yâr ilen yâr-ı vefâdâr ol göñül
Dünye vü ‘ukbâ harâm olsun harâm Cânı kurbân eyle berdâr ol göñül
Olmayan hayrân nigâra tâ ebed Vahdetüñ kûyında pindâr ol göñül
27
32
Tâ ki men ‘azm-i dil-ârâm eyledüm
Şem‘-i ruhsâruña cân pervânedür
Terk-i fikr ü sabr u ârâm eyledüm
Dil visâlüñ gencine vîrânedür
Bî-vefâ sevdâları hâm eyledüm
Ehl-i ‘ışkuñ meyli çün sen hânadur
Özümi ‘âlemde nik-nâm eyledüm
Andan ötrü göñli hasret-hânedür
28
33
Bağrumı deldüñ gel ey cân pâresi
Hüsrevâ çün zulm ü bi-dâd eyleme
Sendedür bu zahm u derdüñ çâresi
‘Âşıkı mânend-i Ferhâd eyleme
Çün irişdi cân-ı hasret-pâresi
‘Azm-i hicrân cevr-i bünyâd eyleme
Tâkatum yohdur dahı yalvarası
Müdde‘înüñ göñlini şâd eyleme
29
34
Ey giyen ‘ışkuñ kabâ vü der‘ini
‘Aslını bilmez ne bilsün fer‘ini Ey mükerrem sûret ü hüsn ü cemâl
Dil-berüñ yolında ey dil sâbit ol Devletüñ devrinde buldı cân visâl
Gel beyân eyle bu ‘ışkuñ şer‘ini Ravza-i rızvân u hûru’l-ayn senüñ
Çekdi hüsnüñ hasretinden infi‘âl

KEMAL ÜMMÎ1
1
Dünye tadı âhiretde acıdur
Âhiret tokı bu ilüñ acıdur
İy ‘aceb cân acığın añmaz mı hiç
Şol ki göñül incidür cân acıdur

1 Hayati Yavuzer, Kemâl Ümmî Dîvânı (İnceleme-


Metin), (Doktora Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 1997, s. 676; Ramazan
Sarıçiçek, Kemâl Ümmî Hayatı, Sanatı ve Dîvânı
(İnceleme-Metin), (Doktora Tezi), Malatya:
İnönü Üniversitesi SBE, 1997, s. 817.

236
MEVLÂNÂ LUTFÎ1 7
Tâ senin͡g ‘ışkın͡gga boldum â şinâ
1
Hîç kıla bilmen tapukdın âşinâ
Yâ rab ol şemsü’z-zuhâ ya siz mü siz
Gevher-i vaslın͡g temennâ sı ü çü n
Ya meger bedrü’d-dücâ ya siz mü siz
Gam muhîtinde kılur min âşinâ
Min siver min sizni vü siz özgeni
Min müdür min bîvefâ ya siz mü siz 8
Kiçti ‘ömr ü tüşmedi ol yâr ile
2
Korkaram kö n͡glü m bu gamdın yarıla
Tonga sıgmas min ferahdın gül kibi
Bu vefâsızlık ki sindin körmişem
Kilse ol serv-i revâ n bir bir man͡ga
İ‘tikâdım kalmadı hîç yâr ile
Munça yıl kitken bu baht u devletim
Şü krü li’llâ h kim kilü r bir bir man͡ga 9
Kaysı ‘â şık kim munun͡g dik yü z kö rer
3
Közge ılmas misl-i kün ger yüz körer
Hü sn ilinin͡g câ nı bardı niteyin
Közge birle bar durur yüz mâcerâ
Ehl-i diller hanı bardı niteyin
Yârga ni dip aytayın kim yüz körer
Şû r-ı ‘ışkın͡g koydı kö n͡glü m başıga
Ol melâhat kânı bardı niteyin 10
Ay ki gamzen͡g tı̂gi câ nga sançadur
4
Hüsn içinde kaysı dil-ber sinçedür
Iy kö n͡gü l bu yolda ni gamdur san͡ga
Sihr-i tab‘ u lafz-ı gevher-bârıdın
Kim hayâ l-ı yâ r hem-demdü r san͡ga
Saçmadı hîç kim cihânda sençe dür
Sivdü n͡g ö z haddın͡gdın artuk yâ rnı
Ger sini kö ydü rseler kemdü r san͡ga 11
Tâ işim tüşti bir agzı tar ile
5
Kö n͡glü mi asrar gamı bir tâ r ile
Ay cemâl u hüsn ü nâ zın͡g bı̂-kıyâs
Kö z tutar min kim kö zü mnü n͡g suyıdın
Tin͡gridin vaslın͡gdur ancak iltimâ s
Kö n͡glide tuhm-ı muhabbet tarıla
Zü lf ü yü zü n͡g sarı şeb-revlıg bile
Bargay irdim bolmasa kiçe ayas 12
Ay kö n͡gü l yâ rsız san͡ga ni bâ r bar
6
Kayda kim ol zülf-i ‘anber-bâr bar
Ay yü zü n͡gni ildin ay câ nâ n aya
Çik cefâ vü cevr ü nâzı barını
Tigmesün köz sin kibi cânânaya
Bir kün olgay kim digeyler bar bar
Ay perî yüzlüg hezârân âferîn
Sizge süt birgen uşol anaya 13
Câ n kuşı sayd oldı kaşın͡g yasına
Ya kabul kıl bu sözümni ya sına
Kilmedin͡g derdimni bir kü n sorgalı
Ölgeli yitsem kil imdi ya sine
1 Karaağaç, Lutfî Divanı, s. 268-96.

237
14 21
Ay ki ‘â lem cü z’ ü hü snü n͡g kü l durur Köz yaşım toprak ile ger katıla
Köydi cân ‘ışkın͡gdın u ten kü l durur Kilmegey min cevridin hakkâ tile
Yü zü me bakan sayın kö n͡glü n͡g kilü r Gamzesi öltürdi vü ol bîhaber
Za’ferân ârî kişini küldürür Min eger ölsem ni gam ol katıla

15 22
Ger tenim toprak içinde gerd ola Tâ hayâtındın kişi kim mehl ola
Anda hem mihrin͡g ‘aceb ger serd ola Kiçmegey yârındın ol kim ehl ola
Şartım ol kim yâr içün baş oynasa Koymagıl bizni rakîb sözi bile
Kavlıdın yangan kişi nâmerd ola Özge yan her dem igilmek sehl ola

16 23
‘Ömrimiz kitçi gam u mihnet bile Kâ metimni niçe kaşın͡g ya kıla
Hıdmetin͡gde yü z tü men hasret bile Niçe hecr otı cânımda yakıla
Yarlıgın͡gdın bizge nef’ı̂ tigmedi Gamze birle tökti kanım ol sanem
İmdi âzâd eylegil minnet bile Tâ hınâ tig kan iline yakıla

17 24
Kö n͡glü m aldın͡g gamze-i fettân ile Tâ hayâ lın͡g kö n͡glü me kıldı nü zû l
Işikin͡gde kul bolup min câ n ile Ozgelernin͡g mihridin boldum melû l
Bizni iy gonçe agızlık tâ-be-key Bilgü lü g boldum çü dâ gın͡g birle min
Yıglatur sin ol leb-i handân ile Kim mini dâ gın͡g bile kılsun kabû l

18 25
Min tiler min vaslın͡g â h-ı serd ile Veh ki men bîhodlugımdın iy sanem
Dîde-i giryân u rûy-ı zerd ile Ay yü zü n͡gni kö rmedim bir kü n kana
Zerreı̂ kö n͡gline te’sı̂r eylemes Kanımı tö ksen͡g rakı̂bler şâd olur
Niçe kim nâliş kılur min derd ile Itlerin͡gnin͡g zevki bar â rı̂ kana

19 26
Sûret-i yûsuf nigârâ sindedür Ay visâ lin͡g devleti asl-ı fütûh
Dâyim enfâs-ı Mesîha sindedür Zü lf ü yü zü n͡g yâ dıdur â râ m-ı rûh
Yüzüm oldı za‘ferân derd ilgidin Ger ilig tutsan͡g revâ n tutkın bigim
Kıl ‘inâyet kim müdâvâ sindedür Sabr-ı eyyûb olsa yoktur ‘ömr-i nûh

20 27
Sayd kıldı bizni hayrân közleri ‘Işkın͡g otı câ n ö yige tü şkeli
Dilü boldı cân işitip sözleri Bir nefes hem tınmadım tayanmadım
Yâr eger kılsa ‘inâyet ni ‘aceb Hûblar ilgindin niçe boldum kebâb
Kulnı çün dîvâne kıldı sözleri Min yaman tevbemga hîç tayanmadım

238
28 35
Âh kim ‘ömrüm tükendi gam bile Niçe kim kan yaşıma bûy alga min
Vâsıl olmay ol mesîhâ-dem bile Almayın tâ zülfidin bûy alga min
Aldı kö n͡glü mni birev kim atını Serv-i âzâd boyı birle kul bolur
Ayta bilmen yâr u hîç mahrem bile Tâ ki ra’nâ boyıdın boy alga min

29 36
Yagı boldı çeşm-i mestin͡g il kanı Tâ ki bîhôd boldı ‘aklım boyıdın
Tutkay irdim zülf-i şaştın͡g il kanı Kalmadı kö n͡glü mde zerre bû yıdın
Öldürür sin tâ-be-key ‘uşşâknı Şîve birle serv-i reftârın körüp
Tutmasun dâ mâ n u destin͡g il kanı İltedür reşk ol perı̂nin͡g boyıdın

30 37
Kö n͡glü me her yan ki baksam dâ gı bar Câ nnı ö rter nâ r yan͡gakın͡g al ile
Her niçe derdimni disem dagı bar Ger gü mâ nın͡g bolsa kö zgü al ile
Kılça tenge bâ r-ı ‘ışkın͡g bar idi Ehl-i diller yüzini âbî kılur
Berserı̂ boldı firâ kın͡g dagı bâ r Her dem ol nârencî tonluk al ile

31 38
Örtenür cânım gazablık közidin Yâr mindin vasl-ı in‘âmın ayar
Tâ-be-key hâlımnı ol ay bilmegey Hem haber hem söz hem in‘âmın ayar
Niçe kahr itse kö n͡gü l ü zmen henü z Ni tama‘ andın tutay kim imdi iş
Kim yamanlık yahşılardın kilmegey Yitti ol yerge ki peygâmın ayar

32 39
Bolmadım bir kün min ol yârım bile Iltifâ t itmes kö n͡gü l efgâ nına
Niteyin kim derdim ol yârım bile Köz tigiptür min vefâlık kanına
Kö p cefâ tı̂gi bilen kan eyledin͡g Tilbe kö n͡glü m câ n birü r bilmes meger
Bir vefâ tîgini al yarım bile Kim vefâ kilmeydü r anın͡g şanına

33 40
Âfitâb-ı ‘â rızın͡g sü zendedü r Gerçi kizdim dünya ser-tâ-pâyını
Bizge mihrin͡g yok turur sö z andadur Kö rmedim birev anın͡g hem-tâyını
La‘lın͡g u agzın͡g hayâ lım[dur] mü dâ m Kök dagı ayga birür yüz infi‘âl
Tarı kırmızı kibi sûzândadur Kiyse zengârî keten yek-tâyını

34 41
Ceyran ol köz reşkidin yabandadur La‘l irür yâkût cân yalap turur
Iy hem inçü yü zü n͡ge ya bendedü r Ya nebât ağzı şeker yalap turur
‘Akl hı̂ç agzın͡gnı istep tapmadı Bende cânı kasdığa kaş yasına
Niçe kim cûyendeler yâbendedür Gamzesinin͡g okların yalap turur

239
42 49
Tâ -be-key vaslın͡g temennâ sı ü çü n Dil-berâ cân kalmadı siz barğalı
Köz kanın töküp kireyin kanga min Sabr u sâmân kalmadı siz barğalı
Veh kaçan bolgay ki la‘lın͡g şerbetin Hasret ü endûh ile köz yolıdın
Ança çağlığ içke min kim kanga min Akmagan kan kalmadı siz barğalı

43 50
Ol ki halk anı melâhat kânı dir Ol ki meyl itmiş menin͡g bı̂dâ dıma
Rûh anı hüsn içre hûblar hanı dir Andın özge kimse kilmes yâdıma
Örtedi gül kıldı bizni ‘ışk otı Yıglamaktur işim ü feryâd ü âh
Ol cihettin bizni âteşdânı dir Kim yiter imdi menin͡g feryâ dıma

44 51
Şîve ol serv-i revândın hôş turur Firkatın͡gnı çikkeli câ n kaydadur
Lutf ol cân u cihândın hoş turur Sabr iterge sinsiz imkân kaydadur
Min siver min ol mini sivmes dirîg Bizni bir yolı ferâ mû ş eyledin͡g
Bu sivişmek ikki yandın hôş turur Ol burunkı ‘ahd u peymân kaydadur

45 52
Tan͡g yili zü lfü n͡g ‘anberin kiltü rü r Firkatın͡gda bolmışam zâ r u za‘ı̂f
Câ n fedâ bolsun anın͡g salkınına Tin͡gri ü çü n mundın artuk kılma zâ r
Kö z ü kaşın͡g barça ‘â lemni kırar Çü n menin͡g kanımnı tö ktü n͡g hecr ile
Hâcet irmestür kılıç sal kınına Oz işikin͡g tigresinde kıl mezâ r

46 53
Mihrimizge i’tikâd itsen͡g bolur Şîveî kim serv-i âzâdımdadur
Kaygular atınça şâ d itsen͡g bolur Hem meger ol mâh-ı nev şâdımdadur
Çın kö n͡gü l birle niçe kim sivmesen͡g Tâ ebed hergiz unut bolgusı yok
Til uçındın bâ rı̂ yâ d itsen͡g bolur Bu cemâl u hüsn kim yâdımdadur

47 54
Tüşmesün bu yolga kim cânnı siver Bîvefâlık içre revnak mu bolur
Başnı koysun ol ki cânânnı siver Da‘vâ-yı ‘ışk eylese hak mu bolur
Küç bile öz kanına ortak bolur Bir sagınsan͡g bizni yıl u ay kirek
Min kibi ol kul ki sultânnı siver Yahşılarnın͡g işi mundak mu bolur

48 55
Ol mini dîvâne kılguçı perî Dil-berâ Yûsuf cemâlı sindedür
Kö n͡glü m oldı câ n tiler hem berserı̂ Dil-rü bâ lıknın͡gki hâ lı sindedü r
Fitneler bolgay ki aytıp bolmagay ‘Ömr kitçi vü mini bir sormadın͡g
Çün hırâmân çıksa öydin taşkarı Bı̂vefâ lıknın͡g kemâ lı sindedü r

240
56 63
Her niçe cevr ü cefâlar sindedür Rahmın͡gız kilmes kö n͡gü l efgâ nına
Yüz çivürmen tâ ki cânım sindedür Teşne bolmış siz bu miskîn kanına
Bîvefâlıknı körüp üzmes ümîd Geh cefâ geh nâz iter siz geh ‘itâb
Bes katık câ nlık kö n͡gü l kim mindedü r Vây veylî sizni sivgen cânına

57 64
Bu ni kaş u gamze-i ‘ayyâr irür Hasta boldum sorgalı kilmes mü siz
Bu ni şekl ü şîve vü reftâr irür Bende sarı bir nazar kılmas mu siz
Sizge âsândur eger min bolmasam Derd-i ‘ışkın͡g câ nıma kâ r eyledi
Sinsizin lı̂kin man͡ga dü şvâ r irü r Ölgeli yittim dagı bilmes mü siz

58 65
Zâ t-ı pâ kin͡gni kö rü p aytur felek Ol menin͡g câ n u cihâ nımga selâ m
Hüsn deryâsında yoktur böyle dür Cândın artuk mihribânımga selâm
Çü n tişin͡g vasfını dü rge sö zledim Bir zamân hâlî imes min yâdıdın
Başını tipretti dür kim böyledür Mûnis-i cân u revânımga selâm

59 66
Birmegil dirler vefâ sızga kö n͡gü l Azgurur ‘â lemni sö zü n͡g ay bigim
Kim anın͡g nû şındın artuk nı̂şi bar Ni belâ dur fitne kö zü n͡g ay bigim
Min tama‘ yüzmes min ölsem la’lıdın Aytayın dir min san͡ga kö n͡glümdekin
Câ n menin͡g câ nımdur ilnin͡g n’işi bar Ni diyin bilü r sin ö zü n͡g ay bigim

60 67
Ol ki şimşîr-i cefâ ilgindedür Dünya turgunça cihânda tur bigim
Derd eger birse devâ ilgindedür Devr-i hü snü n͡g tâ kıyâ met sü r bigim
Dü nyelikte minde bardur dü kö n͡gü l İkki dünyâ hûblarını nâz ile
Ol dagı biz ni vefâ ilgindedür At üçün bir kamçı birle sür bigim

61 68
Kim ki cânlık bolsa cânânı kirek Ni belâ şûh-ı sitem-ger sin bigim
Hastanın͡g elbette dermâ nı kirek Gül-ruh u serv ü sanevber sin bigim
Bir niçe kün her kişi sivgey velî Min giriftâ r u san͡ga yoktur haber
Bu muhabbetnin͡gki pâ yâ nı kirek Ni ‘aceb bî-rahm dil-ber sin bigim

62 69
Câ m-ı ‘işret her kaçan nû ş eylesen͡g Iy senin͡g her girişmen͡g kâ tilim
Gamze birle bizni medhû ş eylesen͡g Otti mecnû ndın menin͡g derd-i dilim
Hıdmetin͡gde tutmas irdim bu ü mı̂d Kö n͡glü m ö rtendi dagı câ nım çıkar
Kim mini mundak ferâmûş eylesen͡g ‘Işkın͡gız uşbulardur hâ sılım

241
70 77
Sındı kö n͡glü m şı̂şesi gam taşıdın Ay yü zü n͡gdin ay u kü n ö p astın
Kan sirâyet kıldı iç ü taşıdın Ol ten-i nâzüktür akrak astın
Korkaram sin hem vefâsızlar bigin Yoldın iltü r barçanı reftâ rın͡gız
Bolmagay sin içi küfr ü taşı dîn Her kaçan kılsan͡g ser-endâz âstîn

71 78
Kim ki ‘ışkın͡gda bigim sö zge kirer Ger tutar bolsan͡g revâ n tut il man͡ga
Sin sagınma kö n͡glide ö zge kirer Yagılıgnı koy dagı bol il man͡ga
Sü rmesiz kö zü n͡gde yü z min͡g hü sn bar Terk-i ‘ışkın͡g kılmagay min tâ ebed
Sü rme kaşan͡glık kılıp kö zge kirer Her niçe kılsa melâ met il man͡ga

72 79
Çün cefâ birle yayıldı atın͡gız Tâ ki sivdüm mihr ile mâhum sini
Gamze okını câ nımga atın͡gız Tapmadım bir kün hevâ-hâhım sini
Bu heves birle bolup min hâk-i râh Ay cefâ çı mindin ö zgeni disen͡g
Tâ basıp ö tkey mü bir kü n atın͡gız Tâ kıyâmet koymagay âhum sini

73 80
Çarh-ı kej-reftâr ilindin yaza min Kö n͡glü miznin͡g hâ lidü r hâ lâ harâ b
Çıkmadım hicrân kışındın yaza min Tapulup sin bende birle özgeçe
Bir mini yarlıg bile yâd kılmas ol Ozgege yü z lutf u ihsâ nın͡g tiger
Her niçe ol şehga kulluk yaza min Kâ şkı̂ bolsan͡g bende birle ö zgeçe

74 81
Geh seyrân üçün ol meh-i tâbân çıkadur ‘Akl u câ nnın͡g â feti dı̂n gâ reti
Kol salıp itek yıgıp hırâmân çıkadur Her ni bar ol közi birle kaştadur
Çün cilve kılıp geh nâgehân baksa kıya Kitmedi sevdâsı hergiz baştın
Her bir bakışıga yüz çüçük cân çıkadur Râst ayturlar ki devlet baştadur

75 82
Ehl-i diller yü zi tig yü z kö rsen͡giz Ay sabâ tin͡gri ü çü n bolgıl resû l
Kö zge ılman͡g misl-i kü n yü z kö rsen͡giz Anda kim salgay kanatın Cebre‘îl
Disen͡giz bendesi Yû suf tig tümen Bendedin yitkür zemîn-bûs u ayıt
Siz meger Yû suf sarı yü z kö rsen͡giz Ger dem ursam sinsizin kanım sebîl

76 83
Hâl-ı müşgîn kimde bolsa yüzde bir Sin melâhat mesnedinin͡g hanı sin
Bolgay ammâ sizge ohşaş yüzde bir Sin mesı̂hâ -dem kö n͡gü ller câ nı sin
‘Akl-ı kü l yitmes cemâ lın͡g vasfıga Hüsn mülki tig hôş irmes kişveri
Her niçe yıllar bitise yüzde bir Ay hôş ol kişver ki sin sultânı sin

242
84 91
Sin kemâl u fazl ile sultânî sin Min senin͡g ilgin͡gdin ay dil bende min
Saltanatka cemçiley erzânî sin Veh kaçan yitkey min ol dil-bende min
Hüsn mefhûmına sin sin mâ-sadak Bı̂vefâ larga mini kıldın͡g esı̂r
Hem melâhat hücceti bürhânı sin Sin man͡ga sultâ n sin ay dil bende min

85 92
Sin zarâ fet cisminin͡gki câ nı sin Her niçe kim serv-kâmetler kopar
Sin kö n͡gü ller derdinin͡g dermâ nı sin Sizge ohşattım kıyâmetler kopar
Kim yü zü n͡gni kö rse ‘aklındın kiter Ol belâlık kaşı kim kılıp yatur
Gûyiyâ sin Yûsuf-ı Ken’ânî sin Her zamân andın kıyâmet kopar

86 93
Sin letâ fet peykerinin͡g hanı sin Sabr u hûş u ‘akl u dîn ü dil barı
Hü sn evcinin͡g meh-i tâbânı sin Bardı vü kaldı du‘âçı yalguzun
Ger perî disem sini ma’zûr tut Âh urup feryâd iter min sinsizin
Çün közüm insânıdın pinhânî sin Bu vücûdumdın kalıptur yalguz ün

87 94
Sin vefâ iklı̂minin͡g sultâ nı sin Yıllar uçtum gerçi ‘ışkın͡g bâ lıdın
Sin me‘ânî vü zarâfet kânı sin Tatmadım bir zerre agzın͡g balıdın
Dünyada sin tig tapılmas âdemî Çü n san͡ga ‘ışk emgeki tü şmey durur
Sin meger firdevsnin͡g rıdvâ nı sin Ni bilü r sin hastalarnın͡g balıdın

88 95
Bâ g-ı hü snü n͡gdin gü lı̂ ger tirge min Gerçi kurutmas kö zü mnü n͡g yaşını
Baş eger barsa bu yolda tirge min Hak uzun kılsun ol aynın͡g yaşını
Ay yü zü n͡gni kü n͡ge ohşatkan üçün Yıglama kö p bu vü cû dnın͡g ‘ışk otı
Garka bolmış min uyattın tirge min Ni kurugın koygusı ni yaşını

89 96
Ger birey disen͡g hacâ let ay asin Bir nazar kıldım kul oldum aya min
Aya körgüzgil ayamay aya sin Ol sebebtin cân u dilni aya min
Yed-i beyzâ birle kıl isbât-ı hüsn Ger mini şâhımga tigürse Hudây
Sâ ‘idin͡gni niçe ildin aya sin Hazretinde ser-güzeştim aya min

90 97
Ay karakçı közli dil-ber eyle bil Bir girişme birle aldı ‘akl u hûş
Cân aya min sin kibi cânânedin Ol kuyaş yüzlüg büt-i niline-pûş
Hüsn ü lutf u sûret ü ma’nâ bile Yârga tâ mindin melâmet kilmegey
Togmagay sin tig yana cân anadın Mevc urar kö n͡glü mde ‘ışk u min hamûş

243
98 105
Dil-berâ tüştüm iligtin tile min Uyhu uçtı tüşti cânga velvele
Sindin özge ni cihânda tile min Kiçe hûblar sarı ugrın köz sala
Ger rakı̂bin͡g tü şse minin͡g koluma Bu yarukluk cümle hûblar nûrıdın
Arkasındın tâsmalar köp tile min Bir bahâne pîş imestür meş’ale

99 106
Kaşların͡g hô ş lâ civerdı̂ tâ k irü r Taptı bülbül nâledin bâzârını
Hüsn içinde bînazîr ü tak irür Kim siver gül nâle-i bâzârını
Tarta almas min firâ kın͡g niteyin Beste ger lâ f ur dise agzın͡g bile
Kılça tenge bâ r-ı ‘ışkın͡g tak irü r Sındur ol agzı açuk bâzârını

100 107
‘Aciz oldum vaslın͡gız tedbı̂rine Sinsizin ‘ayş u sürûrım kalmadı
Veh menin͡g bu tâ li’im taksı̂rine Yıglamakdın közde nûrım kalmadı
Her ni kilse kilsün ol dil-dâr üçün Ol kuyaş yü zü n͡gdin ayrılgan ü çü n
Çâ re yoktur tin͡grinin͡g takdı̂rine Kaygudın zerre huzûrım kalmadı

101 108
Tâ işittim dil-berimnin͡g ağ rıkın Ger kö n͡gü l sivdi sini kan kılmadı
Gam kısâs itti cânımga kıssa kın Küç bile özini hayrân kılmadı
Bir kün ağrıktın tenin͡g boldı hilâ l Sizdin uş munça vefâsızlık körüp
Dâyimî derdimni hem mundın sağın İ’tikâdım zerre noksân kılmadı

102 109
Min kö n͡gü l birdim yan͡gakın͡g alına Kö rmedü k insâ n munun͡g tig nâ zenîn
Bolmadım vâkıf bu mekr u alına Körgüzür gûyâ melek yüz ya perî
İmdi lâbüd çâre yok körmek kirek Barça cân dîvâne vü şeydâ kılur
Her ni tin͡gri salmış olsa alına Zülf-i ‘anber-bar ile yüz yaparı

103 110
Mihribânım ger kirerse derçemen Yâ re din͡giz kaşı yasın yazmasun
Lâle vü gül reng alur kaçarıdın Gamze okını atıban yazmasun
Ol kilürse bendedin kaçarsa cân Bizge yazgan bu yıraklık derdini
Câ n kilü r gam yok anın͡g kaçarıdın Kâ fir-i hayberga tin͡gri yazmasun

104 111
Ol sa‘âdet yarı bolgan halıdın Tüz bigim bu demde sohbet kökini
Yüz kıyâmet kıldı peydâ halıdın Tut ayag kis derd ü gamnın͡g kö kini
Boldı kâfir zülfi hüsn iklîmide Iligin͡gdin kilse başka tut ayak
Baht u devlet yüzi üzre hâlıdın Kö zge ılman dü nyanın͡g yer kö kini

244
112 113
Tilesen͡g kim ‘anber-i ter saça sin Kö rge min nâ geh yan͡gakın͡g verdini
İl ile kılgıl işâret saça sin Tartayın kö zge ayakın͡g gerdini
Şekker-efşân kıl çemende söz ile Tapka min dip vaslıdın bir kün devâ
İnfi’âl bir tûtî bülbülsâçe sin Tartaram dâ yim firâ kın͡g derdini

EŞREFOĞLU RÛMÎ1

1 6
Gel uy bu ‘ışka kim bu ‘ışk bekâdur Göñül iklîmini dosta bağışla
Bu ‘ışkuñ dâimâ meyli Hakkadur Göñülsüz gir yola sen dahı başla
Dilerseñ kim göresin Hak cemâlin Vücüduñ evine bu meydân içinde
Bu ‘ışk gözgüsine her dem baka dur Varılmaz bu yolı cân-ıla başla

2 7
Bu ‘ışkuñ gözgüsi yoklukdur iy cân Bu yolda cân u baş hirgiz añılmaz
Bu gözgüde görinür rûy-ı sultân Bu dünyâ âhiret sağışa gelmez
Bu gözgünüñ gılâfıdur dü ‘âlem Veli bî-cân olanuñ kadri artuk
Bu gözgüde ne küfür var ne îmân Anuñüçündür ki ‘âşık câna kalmaz

3 8
Münezzehdür bu gözgü dü cihândan Nitekim sende senlik ola mevcûd
Ferâgatdur kamu assı ziyândan Kalasın senligüñde şöyle merdûd
Anuñçün degmeler vasf idemezler Mûsâ didi ki Erni yâ İlâhi
Nihândur ‘ışk nihân-ender-nihândan Mûsâya len terâni didi Ma‘bûd

4 9
Bu ‘ışk yolında seni târ u mâr it Çü Mûsâ kendüden mahv oldı gitdi
Bu mâristânda sen seni bîmâr it Mûsâya Hak tecellî andan itdi
Yitür bu ‘ışkıla ‘aklı temâmet Anuñçündürki âşık varını hep
Yiter varlık safa ‘ışk ‘ışkı yâr it Getürdi tiz bâzârda yoğa satdı

5 10
Bu ten dükkânını var eyle yağma Bu ‘ışk yolında yokluk oldi ‘izzet
Başuñdan tâ ki gide küllî gavga Bulınmadı yok olmayınca vuslat
Kamu sevdâları hep arduña at Visâlin isteyü yokdan yoğa git
Göñlüñi dostıla ko şöyle tenhâ Zirâ yoklukda yokdur zerre ‘illet

1 Güneş, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı, s. 459-


93.

245
11 18
Budur yokluk ki sen senden geçesin Bilür ‘âkil niçün geldi cihâna
Fenâ suyını sâkiden içesin İnanur ‘aklıla düşmez gümâna
Temâmet varlığuñdan el yuyasın Ne işe geldise anı bitürür
Seni bunda koyup dosta kaçasın Yimez içmez uyumaz kana kana

12 19
Bu varlığuñ saña yavlak tuzakdur Bu dünyâ zevki nefsânîlerüñdür
Tuzakdan kaçmağa key er gerekdür Bu nefs içün cehennem key derindür
Gel imdi bendleri merdâne kes kim Bu nefsüñ ‘işreti zevki temâmet
Tuzâğa tutılan dostdan ırakdur Cehennemde dahı kandur irindür

13 20
Sözüm añladuñısa iy karındaş Murâd-ı nefs içün her iş kim ola
Bu sırrı keşf idüp uş eyledüm fâş Ol iş murdâr u mühmel şöyle kala
Eger âşıkısañ al bu sözümden Yarın Hak hazretine kığrılıcak
Kamu sermâyeyi var eyle târâş Senüñle ol hazrete bile gele

14 21
Bu dünyâ maksûdı âhret murâdı Seni Hak redd ide ‘aybuñ ola fâş
Bulardur aldayan bilişi yâdı Saña ol mühmel iş çün oldı yoldaş
Âşıklar yolı bir yoldan dahıdur Bize senden velîler hem nebîler
Âşık dosta gider açup kanadı Üşe saña zebânîler ura taş

15 22
Bu yolda gerçekiseñ câna kalma Cehennem esfelî ola saña yurt
Cihânuñ varlıgın bir çöpe alma Ne deyvire o vakt işbu savul yort
Bu kımıldı bu cünbiş virme alma Karıncadan za‘îf olasın anda
Kamu bir düş gibi bu gitme gelme Zîrâ bunda işitmedüñdi ögüt

16 23
Bu düşe pes niçün aldanma ‘âkil Ne deñlü bunda nefsüñ şâd idesin
Göñül virmez buña illâ ki gâfil Yarın peşmân olup feryâd idesin
Bu gâfil kişiler hayvân gibidür Uralar mıkra‘a diyeler üskut
Olur hayvân dahı ‘abese mâ’il İy nefsine uyan ol vakt nidesin

17 24
İy gözlü kişi buña añlayu bak Gelüñ insâfa iy nefse uyanlar
Buña göñül virenlerdür ki ahmak Demidür kim uyana uyuyanlar
Bî-hûde yirlere ‘ömri çüritme Döneler Hakka nefsi terk ideler
Fenâdur bu fenâ gerçek muhakkak Bağışlanur bugün tevbe idenler

246
25 32
Tiz idüñ tevbeyi kon va’deyi siz Eger tâlibiseñ iş böyle gerek
Ecel ulayı yürür tutar añsuz Eger kâzibiseñ ko çekme emek
Düşürür dâmına elbette bir gün Odur tâlib Hakkı isteye dün gün
Bozılur işbu düzgünler gümânsuz Gerekmez halkıla almağ u virmek

26 33
Bu mekkâreye inende bakışma Bu halkdur tâlibi yoldan ayırañ
Tama‘ idüp buña berk berk yapışma Bu mahlûkdan kesilür Hakka giden
Bu ömre izze câha tekye urma Neye meşgûlisen oldur murâdun
Bugün meydân benüm diyü çapışma Murâduñdur seni her yaña yiden

27 34
Bu fettâna göñül göziyle bakma Murâduñdan öte yok saña menzil
Benüm diyü buña göñül bırakma Murâduñ makşûdundur ma‘bûduñ bil
Bunun sihri tuzâğına tutılup Kamudan el çeküp fâriğ gereksin
Bunı yapup varacak yeri yıkma Murâddur key murâd olursa bir kıl

28 35
Berây-ı maslahat bir el ucıyla Seni Hakdan cüdâ ider o bir kıl
Bakar iseñ dahı bir göz ucıyla O bir kıldan dahı sen key hazer kıl
Zirâ senden bunı yine alurlar Hicâbdur bil hicâb-ender-hicâbdur
Birine dahı virürler gücile Gerekse ol kılı yüz kıla var dil

29 36
Bu dünyâ kimseye mülk olmadı mülk ‘Aduñ bil kim seni Hakdan ayırsa
Saña dinilmedi mi Limeni’l-mülk Ziyânuñ bil hûrî gılmân olursa
Buña benüm diyen key bî-edebdür Tama‘ kılma sekiz uçmağa zinhar
Pes Evvel Âhir oldı Mâlikül-mülk Bezenüben saña karşu gelürse

30 37
Bu Eşrefoğlı Rûmî gördi ‘âlem Cehennem korkusu uçmak ümîdin
Örümcek avına beñzer dahı kem Âşık añmaz bularuñ hiç birisin
Buna rağbet gözile bakmadı hiç Gözin yumdı çün ol dosta göñülden
Taleb kılmadı bunı oldı ebsem Kamu kırdı geçürdi nefs çerîsin

31 38
Üzildi külli sebebden nesebden Âşık bir sözden añlar bin cevâbı
Rızâ virdi kazâya her tarafdan Çün açdı ma‘nâ yüzinden nikâbı
Bu böyledür şu şöyle olsa dimez Bular ‘ışk şerbetini içdi kandı
Eger lutf u ger kahr gelse Hakdan Gâfil su sanuben kovar serâbı

247
39 46
Bu râzı Eşrefoğlu Rûmî açma Muhammed kim habîb-i hazret idi
Sınurı bekle zinhâr öte geçme Dükeli mahlûka ol devlet idi
Bu ‘ışk deryâsınuñ gevherlerini Yir ü gök tamu uçmak gice gündüz
Çıkarup olur olmaz yire saçma Bular olmaklığa sebeb ol idi

40 47
Ki nâdân eline düşmeye gevher Bu yola ol delîlile yüridi
Sanur nâdân anı bir kurı mermer Delil oldı aña Cebrâil indi
Yâ ilter kem bahâya satar anı Getürdi Cebrâil çekdi Burâkı
Yâ alur bir ağu kor kalur ebter Resûl mi‘râca gitdi ana bindi

41 48
Gelimdi Hakka tâlibisen karındaş Gerekmiş tâlibe elbetde mürşit
Var evvel iste bul bir yahşı yoldaş Olur pes mürşide uyan muvahhvid
Anı mürşit idüñ berk tut eliñi Eger mürşide uymazsañ iy tâlib
Seni menzile ilte kurtara baş Olursın sen yâ dehrî vü yâ mülhid

42 49
Kulağuzsuz bu yolı varamazsın Bu yola kim ki girdise delilsüz
Bu müşkil işi sen başaramazsın Anı Şeytân kodı dînsüz îmânsuz
Seni cem‘ itmege bir kimse gerek Gerekdür bil bir kulağuz gerekdür
Tağılmışsın seni devşüremezsin Varamazsın bu yolı kulağuzsuz

43 50
Bu yolda bekçiler var hiç uyumaz İlâhî tâlibi mürşide düş it
Girü dönderür usanları komaz Anuñ mürşidile vaktini hoş it
Bu yolda iz ü toz hirgiz belürmez İlâhî tâlibüñe derd bağışla
Bu yolda nâm u nişân kimse virmez Bişür derdüñ odıyla perveriş it

44 51
Pes öyle olsa lâ-büddür kulağuz İlâhî tâlibüñe vir kanâ‘at
Kulağuz da gerek kim ola key uz Kanâ‘at sabrıla muhkem irâdet
Bu sarp yolları asân ide saña Cefâya sabr ide göre vefâyı
İnişi yokışı göstere düpdüz Kanâ‘at eyleye bula harâret

45 52
Niçe biñ enbiyâlar geldi gitdi Bu sözi Eşrefoğlı Rümi söyler
Niçe yüz evliyâ bunda segirtdi Hakkuñ tâliblerine tenbîh eyler
Birisi kulağuzsuz varmadı yol Kimüñ zâtında kim gevheri vardur
Bu yola bunları mürşit iletdi Murâd maksûd nedür bu sözden anlar

248
53 60
İçmege ‘ışkuñ şarâbın şîr gerek Ol ezel bağında biz bir gül idük
Basmağa bu nefsi key delir gerek Dosta karşu söylenür gulgul idük
Konmağa şâhuñ kulına hiç kelâğ Bunda nite dek tura bu dilümüz
Pes harîf olmağa mîre mîr gerek Çün ezelde şûride bülbül idük

54 61
Var iy zâhid var ki ‘ışk yoluñ degül Biz ezelden ‘ışkı tuta gelmişüz
Söyleyem sanma ki ‘ışk dilüñ degül Tâ ebed dost vaslın öte gelmişüz
Bunda key şâhin gerek şahbâz ola Dotıla peymânı berk eyleyüp hem
Yoksa karganuñ avı senlik degül Bunda ‘ışk dürrini sata gelmişüz

55 62
Sanmagıl bu ‘ışkı sen kâğıddadur İki âlemden ötedir ‘ışk ili
‘Işkı kâğıdda diyenler mürdedür Lâ-mekân kâfından aşar ‘ışk yolı
‘Işkı yazmadı kalem var iy fakî Her tasavvurdan münezzehdür bu ‘ışk
‘Işk ezelde cânıla perverdedür Söylenür bî-harf ü bî-savt ‘ışk dili

56 63
Yoğıdı Levh ü kalem ‘ışk varıdı Biz bu ‘ışkı cândan öndin bulmışuz
Âşık u ma‘şûk u ‘ışk bir yârıdı Âşık u ‘ışk u ma‘şûk bir bilmişüz
‘Işkıla ‘âşık u ma‘şûk bir iken Medresesinde bu ‘ışkuñ biz ezel
Cebrâ’il ol arada ağyârıdı Okuyup her ilmi hâsıl kılmışuz

57 64
‘Işk dilini yine âşıklar bilür Hak müderrisdi bize medresede
Ol ezel ‘ışka ulaşuklar bilür Yoğıdı müşkilümüz her nesnede
‘Işk dilinden söylese ‘ışk mestleri Bunda ol ilmi nite unudavuz
Ol dili sanma ki ayıklar bilür Yâ nite aldaya bizi mefsede

58 65
‘Işkı isteme kitâbda iy fakî Kimüñ zâtında kim gevheri vardur
Bu kitâbda ‘ışk yokdur dost hakı Murâd maksûd nedür bir sözden añlar
Bulmayasın ‘ışkı kîl ü kâlıla Bu sözi Eşrefoğlu Rûmî söyler
Var gerek ilmüñ yüzin kırk yıl okı Hakkuñ tâliblerine tenbîh eyler

59 66
Zâhidüñ yolı tolamacdur ırak Bu ‘ışk yolında seni târumâr it
Âbidüñ yolı ta‘abıla firâk Bu maristânda sen seni bîmâr it
Âşıkuñ yolı yakîn hem toğrıdur Bitür bu ‘ışkıla ‘aklı temâmet
Vasl-ı ma‘şûk âşıka olur turak Yiter varlık saña ‘ışk ‘ışkı yâr it

249
DEDE ÖMER RÛŞENÎ 1

1 6
Yâ nebî sensin çü ser-tâ-pâ güzel Müşterîdür dürr-i rahşân alnuña
Kim ola kim dimeye saña güzel Zühre vâlih şems hayrân alnuña
Sensin iki dünyede hakkâ güzel Nice beñzer mâh-ı tâbân alnuña
İy güzel ra‘nâ güzel zîbâ güzel Bendedür her necm-i rahşân alnuña

2 7
Ahmed-i muhtârdur aduñ senüñ Dimişem men zıll-ı Rahmân kaşuña
Hem-dem-i ahyârdur aduñ senüñ Müşterîdür kavs-i mîzân kaşuña
Mürşid-i ahrârdur aduñ senüñ Dil-dürür peyveste kurbân kaşuña
Reh-ber-i ebrârdur aduñ senüñ İy kemân-ebrû fedâ cân kaşuña

3 8
Çün ki kondı nâm-ı ‘izzet tâcuña Gözleyüb hoş âhûvâne gözlerüñ
Kim ola itmeye hürmet tâcuña Kasd ider şîrâne câne gözlerüñ
Rişte haşmet bahye devlet tâcuña Tîrini koyup kemâne gözlerüñ
Terk terk ü tügme evket tâcuña Cânumı kıldı nişâne gözlerüñ

4 9
Çün ki kondı tâc-ı Rahmân başuña Hoş olup halka ber-â-ber kirpigüñ
Togsa tañ mı nûr-ı Yezdân başuña Dirdi bir araya leşker kirpigüñ
Çün kasemdür cümle Kur’ân başuña Geh çeker hışmile hançer kirpigüñ
İns ü cinn and içer iy cân başuña Gösterür geh tîg-i Hayder kirpigüñ

5 10
Gülşen-i rûyuñda gülçîn kâ’külüñ Gülşen itdi ‘âlemi zîbâ yüzüñ
Deste deste hûb çîn çîn kâ’külüñ Rûşen idüp hûb u mihr-efzâ yüzüñ
Reşk-i müşg-i Çîn ü Mâçîn kâ’külüñ Hoş güneşdür çün cihân-ârâ yüzüñ
Bûy-bahş-ı nâfe-i Çîn kâ’külüñ Ne gülistândur bihişt-âsâ yüzüñ

11
Gülşenüñde ol gül-i zanbak ki var
Hûb u zîbâdur gül-i firdevs-vâr
1 Orhan Kemal Tavukçu, Dede Ömer Rûşenî Ol gülüñ her kûşede nâlân ü zâr
Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve
Bülbül-i şûrîdesi vardur hezâr
Dîvânının Tenkidli Metni, e-kitap Ankara:
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarihsiz, s. 12
218-48; Semra Aydemir, Dede Ömer
İy güneş zıll-ı ilâhîdür hatuñ
Rûşenî (Hayatı, Eserleri ve Divanı’nın
Tenkitli Metni), (Yüksek Lisans Tezi), Cennetüñ mihr-i giyâhıdur hatuñ
Selçuk Üniversitesi, SBE, 1990, s. 261- Hind iklîmi sipâhıdur hatuñ
97. Hüsn ilinüñ pâdişâhıdur hatun

250
13 20
Hûbdur rûyuñda hindû beñlerüñ Hûbdur âb-ı mu‘allak gabgabuñ
Anber-âsâ gâliye-bû beñlerüñ Oldı bihlükde muhakkak gabgabuñ
Dânelerdür geşte her sû beñlerüñ Virdi des-enbûya revnak gabgabuñ
Yirlü yirinde ne nîgû beñlerüñ Sîb-i sîmîndür hoş elhak gabgabuñ

14 21
Didüm iy cân-ı cihân cân ağzuña Hoş sadefdür pür-dürer gûşuñ senüñ
Kân-ı kand u ekkeristân ağzuña Bir ‘aceb dürc-i güher gûşuñ senüñ
Piste-i şîrîn ü handân ağzuña Verd-i terden hûb-ter gûşuñ senüñ
Nükte-i peydâ vü pinhân ağzuña İdür Hakdan haber gûşuñ senüñ

15 22
Şîr mi yâ havz-ı kevser leblerüñ Dimi em tâvûs-ı ra‘nâ boynuña
Mey mi yâ kand-ı mükerrer leblerüñ Şem‘i kâfûr-ı musaffâ boynuña
Yâ rateb mi rûh-perver leblerüñ Pâk ü sâfî sîm sîmâ boynuña
Yâ nebât u şehd ü ekker leblerüñ Hoş ser-efrâz u dil-ârâ boynuña

16 23
Cân bağışlar câna iy cân her sözüñ Mâdihi kim ola iy cân ‘ıtfuñuñ
Her dilüñdür kûtı cân-perver sözüñ Mâdihidür Hayy Yezdân ‘ıtfuñuñ
Cânile her dil ider ezber sözüñ Vâlihidür ins ü hem cân ‘ıtfuñuñ
Tûtî-i rûha virür şekker sözüñ Çâkeridür ‘arş -ı Rahmân ‘ıtfuñuñ

17 24
Bir ‘aceb mercân-ı ahmerdür dilüñ Her kimüñ k’ola nigâhı mührüñe
Surh u zîbâ bir gül-i terdür dilüñ Nisbet itmez mihr ü mâhı mührüñe
Dil-rubâ vü rûh-perverdür dilüñ Gâh dir mihr-i ilahi mührüñe
Hûb tûtî-i suhen-verdür dilüñ Geh nişân-ı pâdişâhî mührüñe

18 25
Hokkada akd-i güherdür dişlerüñ Hak te‘âlâdür penâhı püştüñüñ
Nazm olunmış hûb dürerdür dişlerüñ Fazl-ı Rahmân tekye-gâhı püştüñüñ
Belki dürden hûb-terdür dişlerüñ Her nebîden yüce câhı püştüñüñ
Verd içinde jâlelerdür dişlerüñ Püştidür lutf-ı ilâhî püştüñüñ

19 26
Çâh-ı Bâbildür zenehdânuñ senüñ Mahzen-i esrârdur sîneñ senüñ
Gör ne menzildür zenehdânuñ senüñ Ma‘den-i envârdur sîneñ senüñ
Mesken-i dildür zenehdânuñ senüñ Gülşen-i ebrârdur sîneñ senüñ
Hall-i müşkildür zenehdânuñ senüñ Mesken-i ahrârdur sîneñ senüñ

251
27 34
Tañrı virdi kuvveti bâzûña çün Nârven olmaz ber-â-ber kaddüñe
Virüben hoş kudreti bâzûña çün Beñzemez şimşâd u ‘ar‘ar kaddüñe
Lutf idüp Hak devleti bâzûña çün Kandedür hem-tâ sanevber kaddüñe
Bahşiş itdi nusreti bâzûña çün Ney-şeker ola mı hem-ser kaddüñe

28 35
Âstînüñde dırah ân sâ‘idüñ Bir hayâl olundı gizlü bilüñe
Kevkeb-i dürrî-i rah ân sâ‘idüñ Dindi iy nâzük miyân mû bilüñe
Reşk-i mihr ü mâh-ı tâbân sâ‘idüñ Sırr-ı pinhân râz-ı nîgû bilüñe
San yed-i beyzâdur iy cân sâ‘idüñ Rişte-i bârîk-i yektû bilüñe

29 36
Her ne kârı itse kâbildür koluñ İtdi müşgîn dehr için nâfuñ senüñ
Zûr-ı bâzûda ne kâmildür koluñ Nâfe-i âhû-yı Çîn nâfuñ senüñ
Şûr u şersüz Hakka mâildür koluñ Reşk-i nâf-ı hûr-ı ‘în nâfuñ senüñ
Boynuma sal kim hamâyildür koluñ ‘Itr-bahş olduğıçün nâfuñ senüñ

30 37
Deste-i gül yâsemen mi ellerüñ Dimişem geh sünbül-i ter bûyuña
Şâh-ı terde nesteren mi ellerüñ Geh ‘abîr ü gâh ‘anber bûyuña
Perniyân mı yâ peren mi ellerüñ Nâfe-i Çîn müşg-i ezfer bûyuña
Yâ hod anlardan hasen mi ellerüñ Bu dehende rûh-perver bûyuña

31 38
Deh kalemdür hûb u ter barmahlaruñ Yâ nebî togduñ anadan hatnelü
Şâh-ı gülden hûb-ter barmahlaruñ Hoş gelüb mülk-i bekâdan hatnelü
Hoş tapubdur zîb ü fer barmahlaruñ Sensin ancak enbiyâdan hatnelü
Nagz u nîrîn ney-şeker barmahlaruñ Saña dinildi Hudâdan hatnelü

32 39
Pistedendür hûb-ter fınduhlaruñ Sad hezârân gûne tahsîn sâkuña
Gayret-i bâdâm-ı ter fınduhlaruñ Dindi sun‘-ı Hak bilûrîn sâkuña
Pisteñe koyduñ meger fınduhlaruñ Kanda beñzer ‘âc-ı sîmîn sâkuña
Kim olupdur pür-şeker fınduhlaruñ Beñzemez terlükde nesrîn sâkuña

33 40
Göze görnür misl-i ahter nâhunuñ İzidür iy cân mübârek pâyuñuñ
Cennetüñ verdine beñzer nâhunuñ Her gubârı tâc-ı târek pâyuñuñ
Hoş şukûfedür güzel her nâhunuñ Topragıdur çeşme çeşmek pâyuñuñ
San ki şâh-ı terdedür ber nâhunuñ Tozı virür göze görmek pâyuñuñ

252
41 48
Rûşenî idindi me’vâ kûyuñı Pîr elinden çün yidüñ nân u nemek
Ohuyub firdevs-i a‘lâ kûyuñı Ehl-i pîre pes yine hürmet gerek
Nice ögem ben de âhâ kûyuñı Hâne-dân-ı şeyhe sahın bed dime
Medh idüpdür Hak te‘âlâ kûyuñı Uyuz olur öynine uran köpek

42 49
Senden içüp câm-ı sahbâ Rûşenî Sögme üstâduña zinhâr iy püser
Medh ohur her demde şâhâ Rûşenî Nişe kim üstâdına her kim söger
Bendedür sen şâha cânâ Rûşenî Öynine uran uyuz it kimi ol
Medhüñ içün oldı gûyâ Rûşenî ‘Âkıbet olur uyuz u kûr u ker

43 50
Yâ nebî ögdi nebîde Hak seni Gâh rindem gâh merd-i sûfîyem
Nice ögebile miskîn Rûşenî Bî-vefâyam gâhî gâhî mûfîyem
Sevdi yaratdı seni Hayy-ı Ganî Gâh mânend-i elif hoş togruyam
Cümlenüñ sensin güzîni ahseni Gâh kej mej misl-i kâf-ı kûfîyem

44 51
Sevmişidüm men seni iy nûr-ı pâk Ol musaffâ-rû kim oldur bî-hilâf
Cân u dilden diyüben rûhî fedâk Sûfî-i safî kimi hoş pâk ü sâf
İçüben ‘ışkuñ şarâbın mest idüm Keşf-i sûrî hâsıl olmışdur aña
Ne üzüm varidi ne bâg u ne tâk Hâlini dir her k’anı ider tavâf

45 52
Men senüñ ‘ışkuñla idüm sûz-nâk Sûfî iseñ bî-hod olub ol hamûş
Ne cihân varidi ne bîm ü ne bâk Hırkaña çek başuñı itme hurûş
Ne felek peydâ idi ne mihr ü mâh Hâm iken coşar egerçi humda mey
Ne hevâ ne âb u ne âteş ne hâk Puhte olandan soñra itmez hîc cûş

46 53
Hoş dimiş bu sözi bir ehl-i salâh Sen sen ol sâlûsa sûfî söyleme
Câm-ı Hakdan içici her demde râh Her bed-i menhûsa sûfî söyleme
Tapmayub iki cihânda feyz-i fazl Vird ü kerdi pîri kimi olmayan
Pîrine niçün diyen tapmaz felâh Her sözi ma‘kûsa sûfî söyleme

47 54
Bir azîzüñ sözidür bu iy ahî Dutma mürde sen sen ol eyyâmuñ
Şeyhine niçün diyen oñmaz dahi Zinde tut zikrile subh u şâmuñı
Hem olur mürtedd ü merdûd-ı ebed Bî-karâr u vâlih u ser-geşte ol
Uçmah ehli iken olur dûzahî Terk idüben hˇâb u hur ârâmuñı

253
55 62
Bâg-ı ‘ömrüñ isteseñ pür-bâr hoş Çün ki dervîş oldı sâhib-ma‘rifet
Bâr u bergi dü meye her bâr hoş Añadur dâyim sıfatsuzluh sıfat
Gözlerüñüñ göginün ebrin Anda benlük kalmadı bir kılca bes
Eylegil her lahza bârân-bâr hoş Anı dervîş ohur ehl-i menkabet

56 63
Her ki dervîş oldı dervîş olmaz ol Veh ne hoşdur ol k’idüb dünyâyı terk
Kem degüldür añadur her nesne bol Esbini varlıguñ idüb leng ü terk
Dir aña fakr ehli dervîş ü ganî Berki fakruñ riştesiyle berkide
Buldı çün dervîşlük ehrine yol Yohluguñ börkine idüb terki terk

57 64
Gel beru dervîş geç endîşden Zinde sanma ehl-i dünyâ mürdedür
Nesne bitmez ‘âkıbet endîşden Bu sözüm mecmû‘-ı cürd ü mürdedür
Sen sen ol dervî ol hîc isteme Tâzelenmez hîç şâhı ‘ömrinüñ
‘Âkıbet-endîşlük dervîşden Bâr u bergi telhdur pejmürdedür

58 65
Söylemegil bed suhan dervîş iseñ Dehr-i dûnuñ gerdişi key zûddur
Hîç dime kon mekon dervîş iseñ Mâl u mülkinüñ ziyânı sûddur
Uzadub dil kimseyi yandurmagıl Pes gerek yeksân saña nâ-bûd u bûd
Yoh yire urma dögün dervîş iseñ Çün ki bûduñ ‘âkıbet nâ-bûddur

59 66
Gelmemiş bed-kîşlük dervîşden Öz murâduñı ko bul maksûduñı
Umma sen dervîşlük bed-kîşden Saluben özüñi tab ma‘bûduñı
Sen sen ol bed-kîşile iş olmagıl Tapamazsın dünyede bih-bûd sen
Çün ki bed irer saña ol işden Cümle terk eylemeseñ bih-bûduñı

60 67
İşler işin dün ü gün dervîş olan Câh ü kadrüñ çün ki arturdı Hudâ
Yoh yire urmaz dögün dervîş olan Cân u dilden rûz u eb idüb du‘â
Çizilüb her kişi ile söyleşür İt ziyâde itme kem miskînlügüñ
Riştede komaz dögün dervîş olan Her kimi görseñ digil hoş merhabâ

61 68
Her ki ol dervîşdür müflis gerek Rûşenîyem Rûşenîyem Rûşenî
Öz özinsüz özine mûnis gerek Bende yohdur zerrece mâ’ vü menî
Barmagın agzında koyub dâyimâ Olmışam dervîş bilüb anı kim
Misl-i nâhun zinde vü bî-his gerek Her ki ol dervîşdür oldur ganî

254
69 76
Rûşenî var dime bildüm men meni Bulduguñ çekme kenâre yüri var
Sen kaçan diye idüñ bilseñ seni Gayr-ı Hakdan it kenâre yüri var
Saña bu benlük yeter iy Rûşenî Yaramaz işlerüñi terk eyleyüb
Kim diyesin bende yoh mâ’ vü menî Cehd idüb hoş yâre yare yüri var

70 77
Var mı yohluhdan cihânda hûb-ter Her ki Hakdan eylemez endîşeyi
Yoh güneh kişiye benlükden beter ‘Âkıbet pâyında görür tîşeyi
Müflis ü dervîş ü miskîn olana Tañrıya lâyık işi işle sakın
Bende benlük yoh dimek benlük yeter İşleme aña yaramaz pîşeyi

71 78
Çün ki bende kalmadı mâ’ ü menî Çün kanâ‘at ki iye ‘âdet olur
Bir görürem dôstı vü düşmeni Her ne itse söylese tâ‘at olur
Rûşenîye iy gözimüñ rûşeni Dâyimâ Hallâkıla ol halkı ko
Oldı yeksân tîregî vü rûşenî Ragbet-i mahlûk bir sâ‘at olur

72 79
Olalı bî-kibr ü bî-kîn Rûşenî Yücelük tapmaz ki i olmasa pest
Gitdi ‘ucbı tapdı teskîn Rûşenî Nîst olmayınca olmaz kimse hest
Bî-riyâ bî-süm‘a oldı oluben ‘Âdeti komak gerek tapan Haka
Müflis ü dervîş ü miskîn Rûşenî Hak-perest olmaz olan ‘âdet-perest

73 80
Rûşenîyem ne bozorgam men ne hurd Tañrıyı bilen egerçi ehldür
İçdügüm meydür ne sâfîdür ne dürd Tanıdum dimek velîkin cehldür
Sen baña añma bihişt ü dûzahı Tañrıyı tanı velî bildüm dime
Di kalender dime baña cürd ü mürd Nite kim fâş itme sırrı sehldür

74 81
Her ne kim var dünyede halk-ı Hudâ Hakka minnet tapmışamdur fakdumı
Hûbdur gerçi ki hep iy kethudâ Nesneye degşürmeyüb hoş nakdumı
Enbiyâdan evliyâdan özgesi Rûşenîyem müşkilüm tapdı küşâd
Cümle hod-râdur hod-ârâ hod-nümâ Rûşen idüb zulmetüm hall ‘akdumı

75 82
Veh ne hoşdur hilkati mahmûd olan Bilmedügüñ sözi takrîr eyleme
Bahtı rûşen tâli‘i mes‘ûd olan Hˇâb-ı nâ-ma‘lûmı ta‘bîr eyleme
Ârzûsı hâtırından geçmedin Varuben bir kişiden işitmedin
Gâyib ü ma‘dûmiken mevcûd olan Gel kelâmullahı tefsîr eyleme

255
83 90
Her ki da‘vâ ider ol meyşûmdur ‘Işkimiş âşıkları şeydâ kılan
Ni e kim da‘vâ be-gâyet ûmdur Rind ü bed-nâm eyleyüb rüsvâ kılan
Kimse bilmez anda kimdür nîk u bed Bilmeyüb ‘ârı nedür nâmûsile
Sanma ma‘lûm ola nâ-ma‘lûmdur Dem-be-dem ma‘şûkiçün gavgâ kılan

84 91
Tapmamışdur her ki îmândan meze ‘Işkimiş Tûfân-ı Nûhı taşuran
Ol-durur islâm içinde bî-meze Tag u taşdan mevcin anuñ aşuran
Vay anuñ-çün kim müselmânam diyüb Yir yüzin gark itdüren Âdem gibi
Ehl-i îmân dirile kâfir geze Aklı kakub ussı başdan şaşuran

85 92
Sâkin ol didi baña kûyumda yâr ‘Işk ehli vâlih ü hayrân gerek
Sâkin oldum dir ki dur ol bî-karâr Bî-karâr u deng ser-gerdân gerek
Ağla dir ger ağlar olsam dir yine Müflis olub hânmândan geçüben
Niçün ağlarsın di baña zâr u zâr Bî-kumâş u bî ser ü sâmân gerek

86 93
Söylesem dir baña dil-ber ol hamûş Yek-cihet yek-rengimi ‘ışkuñ eri
Ger olam hâmûş dir hoş söyle coş Küfr ü dîn ü mezheb olanda berî
Bir ‘aceb sırdur yine dir söyleme Yetmiş iki millete mezheb viren
Cûşa gelsem söylesem itsem hurûş ‘Işkimiş kılan veli dîn serveri

87 94
Mezheb-i yâr özge ağyâr özgedür Her ki ‘ışkuñ matbahından yir müdâm
Kâr-ı tarrâr özge ‘ayyâr özgedür İçüben sâkî-i bâkîden müdâm
Merd-i mekkâr özge sehhâr özgedür Yidügi içdügi anuñ nûr olub
Murg-ı tayyâr özge seyyâr özgedür Tavf itdügi olur beytü’l-harâm

88 95
Zülfine urdı ol perî şâne yine Matbahından ‘ışkuñ iy cân ‘amû
İrdi hâlet men perîşâne yine Hûb u ferbihler-dürür anlar kamu
Fârigu’l-bâl iken iy cân Rûşenî Otla ‘ışkuñ otlagından semri hoş
Virdi göñlin bir perî-şâne yine Zişt ü lâgar anda degmez bir tesû

89 96
‘Işk bir kassâbdur âşık koyun Söylenür bu söz cihânda vardur
Âşıkı öldürmedür ‘ışka oyun Ölmemek ‘ışkuñ yolında ‘ârdur
Rûşenînüñ kalbidür iy nûr-ı ‘ayn Kaçmagıl ölmeden iy âşık sakın
Vâlih ü ser-geşte beyne’l-ısba‘ayn Öldürülmekden kaçan murdârdur

256
97 104
Ölü-y-imiş ‘ışkile dirilmeyen Ahvel ehli vahdete dü er dûçâr
Degşürüben bu teni cân kılmayan Gördügi-y-çün biri dû çârı dûçâr
Diri iken ölü-y-imiş ‘ışk eri Şaşub iy şaşı şumâr itme biri
Ölü-y-imiş diri anı bilmeyen Bir ehaddur ol kim oldur bî- şumâr

98 105
Hem-nişîn ol dâyimâ uşşâk-ile Tutdı yavuzlukda münkir çünki çâv
Hem-dem olma bir nefes fussâk-ile İsteyüb meydân-ı münkirlükde dâv
Hulk u hûyuñ eyle nîgû halk-ile Bahr-i inkâra düşüb ider inâv
Olasın tâ her nefes Hallâk-ile Halkı gördükce talar misl-i segâv

99 106
Men senüñle oldugum-çün iy Ganî Ol kişinüñ kim cihânda aklı var
Rûşenîyem Rûşenîyem Rûşenî Halka dolaşub talaşmaz kelb-vâr
İstegüm bu bes menüm senden müdâm Kurtulub güden dimekden zinhâr
Dâyimü’l-evkât idesin rûşenî Merdüm-âzâr olma nâ-hak yire var

100 107
Rûşenî ister müdâmî yâ İlâh İzz ü ta‘zîm itme abdâl oglına
Aydın ili ola aña cây-gâh Nesne ta‘lîm itme abdâl oglına
Münkir-i bed-nâmuñ ammâ istegi Sen sen ol dervîşlük ögretmeyüb
Tûnadur yâ Tunca yâ Âb-ı siyâh İlm ta‘lîm itme abdâl oglına

101 108
Vâhidî kim yok-durur sâni aña Özüñi her şahsa teslîm eyleme
Cümle mahlûkâtdur sânî aña Kendüzin bilmeze ta‘zîm eyleme
Mü’min olana ne hâcet istemek Zînhâr abdâl uşagından sakın
Vâhid olmasına burhânî aña Dime sözüñ nesne ta‘lîm eyleme

102 109
Gerçi ahvelsin eyâ münkir katı Gelmez abdâl uşagından kişilük
Renc-i beddür iki görmek illeti Var-durur zâtında çün bed-kîşlük
Bir ehaddür ol ki ahvelden dahi Bes gerekmez hîc abdâl oglına
Hîc istenmez hivel hâsiyyeti İlm ögretmek dahı dervîşlük

103 110
Biri iki görene şaşı dinür Ol nedür kim mâh kimi hûbdur
Nişe kim nâ-mahreme nâşî dinür Pâk ü sâfî-manzar u mahbûbdur
Görmek olmaz dime biri göregör Gösterür her lahza yüz dürlü hayâl
Yohsa saña kûrlar ba ı dinür Cümle hîc ammâ özi mergûbdur

257
111 113
Ol nedür kim nutkı yok gammâzdur Ol ne meh-veşdür görinür anda rû
Âşikârâ itdügi hep râzdur Lâldür gördügin ammâ dir kamu
Nesne bilmez lîk hoş ta‘lîm ider Rû-be-rû dir her kişinüñ ‘aybını
Aña baksañ hûb u sûret-sâzdur Hîc utanmaz ger bed olsun ger nigû

112 114
Ol nedür kim görinür anda cihân Hizmetüñ eylemede yok keselüm
Gösterür dürlü suver mânend-i cân Dâmenüñ korsam elümden kes elüm
Göñli katıdur velî bir yum acuk Reh-i ‘ışkuñda senüñ ölmeyenüñ
Âh itseñ burtarur yüzin hemân Tîg-i hicrânile başın keselüm

AHMED-İ RIDVÂN 1 5
1 Sâye-i sünbülüñ semen besler
La‘l ü yâkûtuñı ‘Aden besler
Sâye-i hurşîd zülfüñdür siyâh
Meh cebînüñde yâsemen besler
Şeb-külâhuñ keclüginden kıldım âh
Tenüñ ol rûhdur beden besler
Gözlerüñ mestânedür gamzeñ güvâh
Rûy-ı hurşîdüñden umar nûr mâh 6
2 Gördüm ol meh harâb u mest yatur
Hâne-i muğda mey-perest yatur
Nergisüñ bîmârı her şehr ü diyâr
Bâdesin görmişem be-dest yatur
Gözlerüm oldı gamuñdan âbdâr
Çün belî didi ez-elest yatur
Hüsn-i Yûsuf’dur cemâlüñ ey nigâr
Ehl-i Mısr oldı gamuñdan bî-karâr 7
3 Çün cemâl-i yâre karşu_oldı hedef
Cân u dil zâr eyledi çün nây u def
Dilberâ uşatma göñlüm şîşedür
Gül-‘izâruñ bülbülidür her taraf
Derdüñ ile içi pür-endîşedür
Anuñ ilen buldı bu ‘âlem şeref
Aşk işi baña ezelden pîşedür
Dâyimâ derdüñ senüñ dervîşedür 8
4 Gam u rencüñ meni tebâh itdi
Derd-i zülfüñ dilüm siyâh itdi
Enderûn ile birûn kıl esen
Bunı Rıdvân gördi âh itdi
Sarf idüp bu yolda dâyim cân u ten
Didi her itdi_ise o mâh itdi
Besleme dervîş igen dâyim beden
Tâ çalasın kûs-ı sultânîyi sen 9
Cemâlüñ yâdına ey serv-i bostân
1 Halil Çeltik, Ahmed-i Rıdvân Divanı, Müzeyyen oldı her yirde gülistân
Ankara: Bizim Büro Yayınları, 2011, s. Senüñ kûyuñ bisât-ı gülşen ey cân
693-700. Müselsel zülfüñ oldı ‘anber-efşân

258
10 17
Aşk ile oldı gözlerüm Ceyhûn Cân bahş oldı baña bu dildâr
Lâle renginde eşk olup gülgûn Rûy-ı hûbını görmesin ağyâr
Bitdi gülşende servler mevzûn Vaslın ister dilüm anuñ her bâr
Saçı leylîye olmışam mecnûn Hasretinden anuñ göñül bîzâr

11 18
Fikr-i haddüñle göñlüm âteşdür Bilmezem zülfüñ dırâzı nicedür
Zülfüñ ilen göñül müşevveşdür Ya dehânuñ sırr-ı râzı nicedür
Nice sabr eyleyem ki dil-keşdür Çeng ü kudûmüñ bu sâzı nicedür
Âşık olan yolında bî-gaşdur Serv-kaddüñüñ bu nâzı nicedür

12 19
Göñül bağında yatar âbı ayru Gözlerüm göñlüme kıldıkça azâb
Olur mı âşıkuñ hiç tâbı ayru Leblerüñ kılur şifâ bulur sevâb
Garîbem bülbülem gülşenden ayru Arkun arkun leblerüñ virür cevâb
Döker gözyaşları seylâbı ayru Nice ‘âkıllar olur mest ü harâb

13 20
Eylerem hüsnüñi senüñ tercîh Ben zebânum niçe bir şemşîr idem
Tîr-i gamzeñ cigerde oldı sîh Medühünüñ vasfını şehd ü şîr idem
Göñül ister ki ire şemşîrüñ Göñlümü bâlâ vü gâhi zîr idem
Mâ-limen be-tâleb hadîs-i sahîh İşkemüm geh aç u gâhi sîr idem

14 21
Cümle hammâr u sâki mest oldı Sözlerümde çekmişem bisyâr renc
Çün ezelden hitâb-elest oldı Ol sebebden bulmışam ey yâr genc
Kâdı bilmez sen anı nûş eyle Râst söylerem sözümi çüm nigâr
Bâde-i aşk çün be-dest oldı Söz bir olur sanma olsa çâr u penc

15 22
Yüzüñ ayından oldı meh şikeste Değülseñ ey göñül hâlüñden âgâh
Göñüller zülfüñ ile oldı beste Demüñ gel ma‘rifetden urma her gâh
Gözüñden oldı âlem cümle haste Güvâh oldı dü çeşmüm hasteyem âh
İgen yüz virme dâyim mey-pereste ‘İlâc umar tapuñdan gâh bî-gâh

16 23
Çeh belâsı yetişdi Ya‘kûb’a Gamuñdan bir hikâyet itsem âgâz
Pîrehenden irişdi matlûba İder bu remze halkı göñlüm enbâz
Gel e hay yol budur düş üslûba Bu dil kûyuñda hˇôr efsürde oldı
Âşık olan yetiydi mahbûba Bu za‘fiyle nice eyleye pervâz

259
24 31
Cânum oldı aşkınuñ üftâdesi Sâl u fâl u nesl ü asl u baht u taht
Neyleyem ey serviler âzâdesi Dâyimâ olsun karînüñ olma saht
Derdüme çok istedüm emsem veli Tâli‘-i mes‘ûduñ olsun ‘izz ü baht
İrmedi hiç leblerünüñ bâdesi Asl-ı sâbiteyn makarruñ yüce taht

25 32
Virmeñüz cân dilberüñ gîsûsına Kanda kim Dîvân-ı Rıdvân olmaya
Çün zarardur ‘âkilüñ nâmûsına Ana gayrı verd ü reyhân olmaya
Mübtelâyam gözleri câdûsına Dil kim anda feyz-i Rahmân olmaya
Olmışam kurbân hilâl-ebrûsına Ma‘rifet ehliyle handân olmaya

26 33
Turmadın âlemde idersin sehâ Ey göñül dost kûyına varmaz mısın
Ben kuluñâ dâyimâ derd ü belâ Diñlen a hay bir yire irmez misin
Pâdişâh u heft-kişversin şehâ Yâre virdüñ zahmuñı sormaz mısın
Lâyık oldur k’idesin dâyim ‘atâ Güllerüñe ‘anberüñ karmaz mısın

27 34
Dilâ der-derd ü gam sâbit-kadem bâş Hevâsı bülbülüñ gülzâra düşdi
Çü Necmeddîn ü Attâr ez-‘adem bâş Anuñ fikriyle derd ü zâra düşdi
Devâ hˇâh be-dil ger bî-elem bâş Gülüñ hicriyle vardı hâra düşdi
Zi-efgân u enîn ü bî-sitem bâş Visâli yârinüñ ağyâra düşdi

28 35
Cihân emrüñde hep fermânuñ olsun Nigâruñ nisbeti düşdi bahâra
Rikâbuña Zuhâl olsun derbânuñ olsun Benefşe değdi ya‘nî gül-‘izâra
Yedi kat gök senüñ meydânuñ olsun Cihân bâkî değüldür bir karâra
Ay u gün tâkuña rahşânuñ olsun Sa‘âdetde_olmaz a dâyim sitâre

29 36
Hâsılum yok ‘asırdan illâ gam Çeşmüñ ey dilrübâ humâr oldı
Yâreme urmaduñ benüm merhem Güllerüñden nasîb hâr oldı
Gamuñ ile olalıdan hem-dem Cümle ‘uşşâk bî-karâr oldı
Zâr u efgâna olmışam mahrem Dilleri gamla pür-gubâr oldı

30 37
Benefşe güllere didi açıl a Nidâ kıldı sabâ meyhânelerden
Nigâruñ yolına dâyim saçıl a Sıyup peymânı_içün peymânelerden
Leb-i la‘li zülâlinden içile Su’âl itse varup humhânelerden
Dehânından anuñ fikrüm geçile Sayarlar âşıkı divânelerden

260
AHMED PAŞA1

1 6
Çıktı devlet tahtına Şeh Bâyezid Cânı ol zülfeyn-i fettân öldürür
Ol culûs etdi cihân bahtın sa‘îd İki kâfir bir müselmân öldürür
Yazdı levh üzre kalem târihini Ol sanemden kanı kim isteye kim
Kayser oldu Rûma Sultân Bâyezid2 Kendi kulun yine sultân öldürür

2 7
Ey yanagı al ü vey giydigi al Dil mi kodu cevrin eli delmedik
Ala gözlüm etme cân almaga âl Sîne mi var hâr-ı cefâ ilmedik
Âl ile bûsen aldım dostum Oldu siyeh-kâr gözün gûşe-gîr
Ger peşîmân oldun ise yine al Yine nice fitnesi var bilmedik
3 8
Eline aşkının verdimse yaka Lugaz-ı Satranç
Dedim mi kim beni odlara yaka Ol ne turfa kal‘adır k’anda dü reng
Gamın bir ton geyirdi egnüme kim Cânsız erler var ederler sulh u ceng
Ne etek bellidir anda ne yaka Sulh eder ol kal‘ayı def‘i harâb
4 Ceng ma‘mûr eder anı bî-dreng

Hatın kim müşg ile mercâna yazmış 9


Muhabbet-nâmedir kim câna yazmış Cihân yansın kim ol şem’-i şeker-hand
Yazarken ruhların vasfını Ahmed Yatar giryân ayagında demir bend
Kalem düşmüş elinden yana yazmış Lebi Şirâzî halvâdır satarsa
5 Deger Mısr u Buhârâ vü Semerkand

Çıkaldan hüsnünün illerde çavı


Yürekler yakdı aşk odu alavı
Kimi bıldırcın avlar kimi keklik
Seni kim avlar ise ögdi avı

1 Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, s. 293-305.


2 Bu tuyuğ örneği divanda “Târih-i Cülûs-ı
Sultan Bâyezid” başlığıyla verilmiştir.

261
ALÎ ŞİR NEVÂYÎ1 7
Ötkeli ol serv-i gül-ruhsârıdın
1
Yok haber ol serv-i gül-rûh sârıdın
Yâ Rab ol şehd ü şeker yâ leb durur
Hecridin bâğ içre birür yâdıma
Yâ meger şehd ü şeker yalap durur
Kâmetidin serv gül ruhsârıdın
Cânıma peyveste âvek atkalı
Gamze okın kaşıga yalap durur 8
Tı̂ğ-ı ‘ışkın͡g yâ residü r bü tmegen
2
Derdini her kimge aytıp bütmegen
Cevr okın cânımga sâkî yazmadı
Hecr sahrâsıdur âhım otıdın
Vasl câmıdın humârım yazmadı
Anda gül yâhud giyâhî bütmegen
Kilk-i kudret sebz-hatlar ‘ışkıdın
Özge iş allımga gûyâ yazmadı 9
Veh kaçanga tigrü ‘ışkın͡g kâ çıdın
3
Közüme her lahza ot çakılgusı
Yâ kaşın͡gdın niçe bir ok kö z tutay
Bes durur kö n͡glü mde ‘ışkın͡g yakma ot
At ki utrusıga anın͡g kö z tutay
Kim harâret ol hem ot çakılgusı
Niçe körgeç özge meh-veşler kaşın
Yan͡gı ay kö rgen kişi dik kö z tutay 10
Ol perî ‘ışkıda bu dîvâneni
4
Ey ki ister-sin kilip gülhende kör
La‘lidin cânımga otlar yakılur
Bir kadeh ol gülni handân iyledi
Kaşı kadimni cefâdın ya kılur
Ey gö n͡gü l nezzâ re it gü l-hande gör
Min cefâsı va‘desidin şâd-min
Ol vefâ bilmem ki kılmas yâ kılur 11
Yağ dı cevrü n͡g okı hecring taşı dik
5
Kıldı kan kö n͡glü m için hem taşı dik
Bâ-vücûd ol yüz irür gül-gûnesiz
Saçkalı mâhım ayağığa sipihr
Kim körünür allıda gül gûnesiẕ
Kö z yaşımnın͡g la‘l ü dü rrin taşı dik
Yüz yıllık yok turur ey ehl-i zühd
Tâ ki münkir-siz mey-i gül-gûne siz 12
Nakş tutmış közde ol yaşım minin͡g
6
Eyle kim barmas bu yan yaşım minin͡g
Çerh tartıp hançer-i hicrân bu tün
Kâmım olmakdur habîbimdin yırak
Koymadı bir zerre bağrımnı bütün
Ger hod olsun Hızrça yaşım minin͡g
Tü nge barıp bizni bı̂-hâ l iyledin͡g
Ni belâlığ tün imiş yâ Rab bu tün 13
Niçe didim ol sanemga barmağın
Kılmadı ol terk âhir barmağın
Munça kim hod-râylığ körgüzdi ol
1 Kaya Türkay, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l- ‘Akl hayret kıldı tişlep barmağın
Vasat Üçinci Dîvân, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları, 2002, s. 519-22.

262
ŞİBAN HAN1

1 7
Kö ydi kö n͡glü m dilberim yanarıdın Köz bakıp bolmış şâhım kar akına
Kıldı gâfil ne deyim yanarıdın Ne üçün saldı mini karakına
Mini bu kû ydin musâ hib timen͡giz Nige ohşar ak sakalın͡ga akı̂k
‘Âkibet sorgay kilip yanarıdın Kim töker kiyik kanın kar akına

2 8
Ankanın͡g yü zin kö rersiz kü l men͡giz Müşg ü anber saçlarıdur çîn bile
Ak sakalıdur yü zinde gü l men͡giz Bir anın͡g tig kayda bolgay Çîn bile
Ok karılıkdın tili köp kıskadur Her ne kim dir dilberim tik turmasun
Kim anın͡g yü zin kö rersiz kü lmen͡giz Ger ne dise min bilür-min çın bile

3 9
Ay şâ ‘irler ‘ankâ nı yandırman͡gız Sin huzûrda-sın Benâyî kol kanı
Her ne sö z kilse an͡ga yandurman͡gız Nâ gehâ n tapsan͡g tö ker-sin kul kanı
Her ne din͡giz dimen͡giz şunkar an͡ga Fi‘lin͡g irü r tı̂z ü açıgın͡g yaman
‘Ankâ dur şun͡gkar bigin yandurman͡gız Kul kadîrin bilge-sin bul kul kanı

4 10
Ay şâ ‘irler ‘ankâ nı kö p koman͡gız Niçe dilber cânıma ot yakadur
Kuşlar içinde bolupdur kuman͡gız Câ nımun͡g derdine dermâ n yakadur
Ol karının͡g yü zide yü n͡gin kö rü n͡g As tonun͡g kö rgende yanmak hoş turur
Ger açık kılsa tutaşur koman͡gız Haşyesinde bilmedim ne yakadur

5 11
Dilberimnin͡g zü lfi boldı mü şg ile Bi-ism-i nâkes
Nideyin tü ştü m anın͡g tig mü şkile Ay Benâyî ilm içinde kân-sin
Her ne bolsa min anın͡g yolında-min Sin ayagın͡g almasan͡g Multâ n-sin
Ger işim tü şse anın͡g tig mü şkile Il ayagıda yü rigil kâ n isen͡g
Uşbu fennin͡g içide ummâ n-sin
6
Ay Benâ yı̂ atan͡gızga at kanı 12
Biz anı kul disek an͡ga at kanı Bi-ism-i Şüdeni
Niçe işler uşbu gil-i hâm işini Ay Benâyî ‘ilmi yok başsız denî
İmdi barı hışt-ı puhte at kanı Nâ sezâdur her bir işde kevdenî
Sin şefâ atnın͡g başını an͡ga koy
Ayağ ın͡ga bolur anlar kö vdeni

1 Karasoy, Şiban Han, s. 289-306.

263
13 14
Çistân-ı İğne Çistân-ı Ok
Ol nedür kim yolıda güller biter Bir yılan kördüm ki ikki başı bar
Yol yürige irse koymay öter Ağzı birdür ayağı bir tişi bar
Ağ zı kö zinin͡g yaşıdur reng-be-reng Gâh ağzın saklayıpdur bir yılan
Pîl tişini ağusı andın yiter Ol yılanın͡g hasretinden kan yutar

KANSU GAVRÎ1

1
3
Hüsn-ile ‘âlemde dilber nûrdur
Gel ki ‘ışkuñ bağrunı kân eyledi
Yüzini gören didi ki hûrdur
Sînemi gör kim ne biryân eyledi
‘Âşıka baş oynamak destûrdur
İşümi her gice efgân eyledi
‘Işk-ıla Gavrî dahı meşhûrdur
Gözlerüm yaşını tufân eyledi
2
4
Dilberâ zülfüñ ‘aceb reyhân-ımış
Tende cânum kalmadı cân isterem
Hüsnüñe ‘âşık senüñ hayrân-ımış
Cân içinde gör ne cânân isterem
Sevdügüm bir dilber-i cânân-ımış
Derdlü oldum u dermân isterem
Hüsn içinde Yûsuf-ı Ken‘ân-ımış
Cânumı yoluñda kurbân isterem

1 Yavuz, Kansu Gavrî, s. 132-33.

264
16. YÜZYIL

AMRÎ1

1 6
Senden özge hûba gönlüm virmeyem Gâh ucasın oynadup gâhî belin
Virmek istersem İlâhî irmeyem Göñlüm aldı kannış ile bir gelin
‘Işkuñı buldum sırât-ı mustakîm Un elemeği bahâne eyleyüp
Yol budur gayrı tarîka girmeyem Sevdügüm Bulgar kızı yiter şalın
2
Senüñ göñlüñ belâlu bülbül ister 7
Benüm göñlüm gülüm Bâlî gül ister Yirde kalmaz âşıkuñ âhı begüm
Göñül reyhâncısı âvâre düşmiş Zulmi ko hâzır gör Allâhı begüm
Cemâlüñ gülşeninde sünbül ister Tevbe olsun senden artuk sevmeyem
Sen tanık va’llâhi bi’llâhi begüm
3
Bir güler yüzlüye virdüm göñlümi 8
Bir şeker sözlüye virdüm göñlümi Hüsn ili pâdişâhısın Bahşî
N’eyleyem ben göñli gam yiter baña Kimde vardur gözüñ kaşuñ nakşı
Bir elâ gözlüye virdüm göñlümi Irlayalum mahabbet ahvâlin
Getürün bâde-i şafâ-bahşı
4
Ey benüm ağladuğum görüp gülen 9
Gülme kim ağlar firâk ile gülen Ağlaram biñ derd ile kan ağlaram
‘Amriyâ ben âşıkam vasl istemen Hasret odında cigerler dağlaram
Var senüñ olsun kuculan öpülen Bağlamaludur bu ben şeydâyı kim
Bî-vefâlar zülfine dil bağlaram
5
Gel nice divâne oldum gör beni
Bundan anda öpmek istedüm seni
Görürem irmez elüm feryâd ile
Ağlayup çâk eylerem pîrâheni

1 Çavuşoğlu, Amrî, s. 183-88.

265
DUKAKİNZÂDE AHMED BEY1

1 7
Gülşen-i vasluña irerse elüm Gâh gamgîn gâh şâdândur göñül
Bülbül-i kudsi-sıfat söyler dilüm Gâh handân gâh giryândur göñül
Kalmaz idi âdemüñ hîç kıymeti Gâh küfr ü gâh îmândur gönül
Olmasaydı ayrulıg-ıla ölüm Gâh ebr u gâh bârândur gönül

2 8
Hoş buyurmış diñle ashâb-ı kühen Bir büt-i tersâya virdüm göñlümi
Vâkıf-ı sırr-ı Hüdâ açmaz dehen Bir kaşı genç aya virdüm göñlümi
İsteriseñ kim selâmet olasın Bir melek-sîmâya virdüm göñlümi
Az yiyüp az söyleyüp az uyı sen Bir yüzi bedr-aya virdüm göñlümi

3 9
Çün hakikat arş-ı a‘lâdur göñül Bir meh-i tâbâna virdüm göñlümi
Arş-ı a‘lâdan mu‘allâdur göñül Bir gül-i handâna virdüm göñlümi
Vahdetüñ dürrine deryâdur göñül Bir acep cânâna virdüm göñlümi
Gıllu gışdan hoş musaffâdur göñül Hazret-i sultâna virdüm göñlümi

4 10
Âlem-i tahkîka mazhardur göñül Zülf-i anber-sâya virdüm göñlümi
Gün gibi âlemde azherdür göñül Ne acep sevdâya virdüm göñlümi
Nûr-ı sâfidür ki enverdür göñül Bir kad-i bâlâya virdüm göñlümi
Cennete sâkî vü kevserdür göñül Nâgehân gavgâya virdüm göñlümi

5 11
Mazhar-ı nûr-ı hüveydâdür göñül Bir yüzi mehtaba düşdi gönlümüz
Şevk ile şûrîde şeydâdur göñül Saçları kullaba düşdi göñlümüz
‘Işk-ı mâ‘şûk-ıla peydâdur göñül Bir gül-i sîrâba düşdi gönlümüz
Gör nice âlemde rüsvâdur göñül Lebleri cüllâba düşdi göñlümüz

6 12
Gâh bende gâh sultândur göñül İy yüzi âyîne-i gîtî-nümâ
Gâh âşık gâh cânândur göñül Ârızundan arz olur nûr-ı Hudâ
Gâh mest gâh hayrândur göñül Serv kaddüñden bulur neşv ü nemâ
Gâh pîr ü gâh oglandur göñül İşigün farrâşıdur bâd-ı sabâ

13
1 Hüseyin Süzen, Dükakinzâde Ahmed Beg İy Sekâhüm Rabbühüm nâm-ı lebüñ
Divanı (İnceleme-Tenkitli Metin), Âb-ı hayvân cür‘a-i câm-ı lebüñ
(Doktora Tezi), İstanbul: İstanbul Rûh-ı Kuds-i dürd-âşâmum lebüñ
Üniversitesi SBE, 1994, s. 411-21. Hûn-ı âşık zevkidür kâm-ı lebüñ

266
14 21
Hüsnüñ hayrânıdur rûy-ı zemîn Şevk-ı la‘lüñ cânumı kıldı sebîl
Hub yaratmış anı Rabbü’l-âlemin Gözlerüñdür göñlümi iden ‘alîl
Câm-ı lâ‘lüñ mestidür Rûhu’l-Emîn Dil şeb-i zülfüñde kim kılsa sebîl
Ol şaraba sad hezârân âferîn Ruhlaruñdur dilberâ rûşen delîl

15 22
Nesîmüñ nefha-i Îsî-dem oldı Yârı gel gör var ise aynuñda nûr
Demüñ her dem Mesîh ü Meryem oldı Kalmasuñ göñlünde gam tolsun sürûr
Piyâleñ cür‘ası câm-ı Cem oldı Nûş iderseñ câm-ı vahdetdür huzûr
Anuñ sermesti cümle Âlem oldı Zâhide zühd ü riyâsıdur gurûr

16 23
Bir büt-i ayyâra virdüm göñlümi İy yüzüñdür bâg-ı cennetden cemîl
Bir saçı zünnâra virdüm göñlümi V’iy lebüñ aynen nesîmen selsebîl
Bir yüzi gülzâra virdüm göñlümi İdegör cânân yolında cân sebîl
Bir gözü mekkâra virdüm göñlümi Ger bisât-ı kurba isterseñ sebîl

17 24
Bir rûh-ı gülnâra virdüm göñlümi ‘Işk imiş âşıkları hayrân iden
Gamze-i hûn-hâra virdüm göñlümi ‘Işk imiş cânâneyi seyrân iden
Gamzesi bîmâra virdüm göñlümi ‘Işk imiş gül goncasın handân iden
Beñleri sehhâra virdüm göñlümi ‘Işk imiş bülbülleri nâlân iden

18 25
İy yüzi cennet bugün hûr-ı kusûr Tâ ki düşdi göñlüme sevdâ-yı ‘ışk
La‘l-i nâbüñ Kevseri mâᵓi tahûr Başuma çıkdı hemân gavgâ-yı ‘ışk
Nûr-ı Hak eyler cebînüñden zuhur Cânumuñ içinde tutdı câ-yı ‘ışk
Ârızunda yazılur Allâh nûr Ol sebebden olmışam rüsvâ-yı ‘ışk

19 26
Kâkülüñdür şehper-i Rûhu’l-Emîn Olalı dil mülkine ‘ışkuñ emîr
Lebleründür Kevser-i mâ’-i ma‘în Cân ü dil zülfüñde olmışdur esîr
‘Işk imiş âşıklara hablü’l-metîn Hırka vü tâc ü mürîd ü şeyh ü pîr
İki âlemde murâd oldur hemîn ‘Işk ile âşık [u] ma‘şûk oldı bir

20 27
Aç gözüñ görmek dilerseñ bunda nûr Çünki ‘ışkuñdur benüm başumda tâc
Bir kulağ ur diñle kim çalındı sûr Kalmadı dünyâ vü ukbâya ihtiyâc
Her kim itmez râh-ı ‘ışk içre ‘ubûr İtmişem ‘ışkuñla cânâ imtizâc
İrmedi maksûdına ol kaldı dûr Derd-i bî-dermâna andandür ilâc

267
28 31
Göñlüm aldı bir büt-i şîrîn-zekân Gel berü iy Hak sözin gûş eyleyen
Lebleri la‘l dişi dürr-i ‘Aden Mâsivâdan kalbini boş eyleyen
Kâmeti serv [ü] izârı yâsemen Ârif-i Rabb olan ârif kim-durur
Ruhları güldür velî gonca-dehen Varlığı cümle ferâmuş eyleyen

29 32
İsterisen bulasın dârü’l-emân Lîk isterseñ bu vahdet câmesin
Hak sözi gûş eyle sen tutma gümân Târ-mâr it kesretüñ hengâmesin
Her ne kim var âşikâre vü nihân Hızra iriş âb-ı hayvân iç turuş
Anda Hakkun varlığı olur ayân1 Gel oku ilm-i ledünnüñ nâmesin

30 33
Kendüligden geçmeyen hodbîn olur Aç gözün cânân yüzine toğru bak
İkilikde kaldı ol hodbîn olur Gayr yokdur kimseye hiç tutma dak
Senlik ü benlik hicâbından geçen Gayrından kurtıl iriş Hak nûrına
Kurtılur kesretden ol Hak-bîn olur Nûr-ı Hak ile görinür nûr-ı Hak

1 Divanda bu tuyuğun son iki mısraı ile bir


sonraki tuyuğun ilk iki mısraı müstensih
hatasıyla yer değiştirilmiştir.

268
MÜNÎRÎ1 7
Kâmetünle serv hem-bâlâ degül
1
Lâle-haddün ile gül hemtâ degül
Şol kim oldı mübtelâ-yı ‘ışk-ı yâr
Müntehâ kaddün görüp didi gönül
Neyler anda sabr u ârâm u karâr
Bu belâdur âşıka bâlâ degül
Ikd-ı zülfin komaz engüşt-i hayâl
Tâ olınca ey göñül rûz-ı şumâr 8
Dil düşelden öyle ser-gerdân-ı ‘ışk
2
Olmışamdur bî-ser ü sâmân-ı ‘ışk
Senüñ ‘ışkuñ beni dîvâne kıldı
Hızr yetişdi hat-ı jengâr-ı yâr
Cihâna hâlümi efsâne kıldı
Başdan inen aşmadan tûfân-ı ‘ışk
İrüp şem‘-i cemâlüñden tecellî
Dil-i pür-sûzumı pervâne kıldı 9
Her ki şod mest-i harâb-ı câm-ı ‘ışk
3
Çün dil-i mâ mî-şeved bed-nâm-ı ‘ışk
Tâ ki düşdi ‘ışk ile bî-çâre dil
Kes me-bâdâ hemçü men bî-zülf-i tu
Bulmadı derdine hergiz çâre dil
Bî-dil ü bî-sabr u bî-ârâm-ı ‘ışk
Kâbil-i merhem degüldür hâsılı
Tîr-i gamzeñden yidiyse yara dil 10
Tâ-ki şod derd-i gamet gam-hâr-ı dil
4
Mûnis-i cân şod belâ vü yâr-ı dil
‘Işk iline vireli talan göñül
Dûrem ez-zahm-ı hadeng-i gamzeet
Oldı key ma‘mûr u hem vîrân göñül
Nâlehâ-yı zâr ez-ân şod kâr-ı dil
İşigüne dü eli ben bendene
Vakthâ bir kez olur mihmân göñül 11
Bâğ-ı hüsnün kim cihân bostânıdur
5
Saçlaruñ rûhânîler reyhânıdur
Gözyaşı sensiz ki la‘l-i nâb olur
Gül-şen-i hüsnünün ey cân bülbüli
La‘l-i nâbuñsuz ciger hûn-âb olur
Dil dahı murg-ı hezâr elhânıdur
Âkıbet dil mülkini vîrân kılur
Kanlu yaşum böyle kim seyl-âb olur 12
Ruhlaruñ kim bâğ-ı cân gül-zârıdur
6
Sad hezârân bülbül ü gül zârîdür
Fürkat-i yâra nihâyet bulmadum
Bülbül-i dil-hasteni unutma kim
Derd-i bî-pâyâna gâyet bulmadum
Dem-be-dem hâr-ı belâ bîmârıdur
Küfr-i zülfine tolaşmayınca dil
Yüzi nûrından hidâyet bulmadum 13
Veh ki Türk-i bî-amândur gözlerüñ
Âfet-i mülk-i cihândur gözlerüñ
Kılmaga dil mülkini her dem harâb
Gamzene haydi hemân dir gözlerüñ
1 Ersoy, Münîrî ve Divanı, s. 500-506.

269
14 18
Biz ki reyhân hattunuñ hayrânıyuz Şems-i hâver midür ol Zühre-cebîn
Dem-be-dem yâ kaşlarun kurbânıyuz K’itdi rûşen âlemi ey hûr-ı în
Bilmezem ki n’eyledi zülf-i hamuñ Her duâma kâmetünçün sidreden
Key perîşân-hâl ü ser-gerdânıyuz Çagırur âmîn Cibrîl-i emîn

15 19
Benlerüñdür nokta-i cîm-i cemâl Çîn olaldan zülfünün her bir hamı
K’itdi hânâ hattuñı bî-kîl ü kâl Kıldı göñlüm gibi der-hem âlemi
Hâlüñ ile hattuñı gören didi Bir kıl ile bağlar ol her bir dili
Bî-nukat hat lâ-büd olmaz ber-kemâl Buna tâkat mı getürür âdemî

16 20
Kirpigüñdür reh-ber-i tîr-i kazâ Gülşen-i cânda çeker bâlâ kadüñ
K’eyledi uşşâkı derde mübtelâ Ne kıyâmetdür aceb bâlâ kadüñ
Görmedüm ben böyle tîr-endâz hîc Râstı gül-zâr-ı dehr içre bugün
Hergiz itmez atdugında bir hatâ Dü di bî-mânend ü bî-hemtâ kadüñ

17 21
Hey diseydi gamze-i câdûsına Düşmeyen fikr-i cihân kaygusına
El sunardum sünbül-i gîsûsına Gamdan âzâd oldı bes kaygusı ne
Her ne denlü tâk-ı çarh ise yiri Devlet anun kim yetişür dem-be-dem
Mâh-ı îd irmez hilâl ebrûsına Seng-i gayret şîşe-i nâmûsına

270
ANTAKYALI KÂSIM ŞEYBÂNÎ1

1 6
Dostı terk eyle ve ahbâbıñ unut Var é bülbül hâliñi gör sen seniñ
Tâ bulasın Hayy u Bâkî Lâ-yemût Ko ğurûr u ta‘nı gel insâfa sen
Tut nasihat aç dil ü cân sem’ini Gülme zühdüñle harâbâtîlere
Hem sañadur hem bañadur bu ögüt Tâ itâb-ı Hakdan olasın esen

2 7
‘İlm-ile olur kişiye her şeref Her biri bir yol-ıla vardı Haka
İmdi ömrüñ kılma gel gayra telef Her biri bir hâl-ıla érdi Haka
Cehl-ile hîç kimse menzil almadı Gark-durur cümle tecellî bahrına
İlmi yok kişi hemân dürsüz sadef Böyle görmez her ki bu gözle baka

3 8
Aña derler terk-i şey’ ey şehriyâr Hutbe bende okunur fâzıl benem
Edile_andan ya‘nî kat‘-ı i‘tibâr Hem dahı bu hâlete kâbil benem
Bu degil zâhirde kâdir olmayup Muktedî sizler size ben muktedâ
Bâtınında ola anıñ hubbı var Cümleñüzden şübhesüz kâmil benem

4 9
İşbu yol key incelerden incedür Var-ıdı sende fazîlet gerçi çok
Her kişiye ilmi mikdârıncadur Kıldı anı kibr ü ucbıñ lîk yok
Kadri yokdur Hak katında câhiliñ Yég-durur bil şeksüz ehl-i kibrden
Déme kim zâhirde ol yüz bincedür Dili ağzı yok riyâsız bir oyuk

5 10
İstemezsin gülsitân içre vatan Kibr ü ucbı bâtınıñdan var çıkar
Kim anıñ zevki gıdâ’-i rûhdur Yohsa göñlüñ hânesin yakar yıkar
Nefsiñe uyduñ harâb etdüñ seni Kimse ırzın sıma seng-i ta’n-ıla
Yedügüñ leşdür ki ol matrûhdur Tâ ki ırzıñ sınmaya sakla vakâr

11
1 Bünyamin Taş, Antakyalı Kâsım Şeybânî Gel beri gör éy şecer leyl ü nehâr
ve Nasihatnâme’si, İstanbul: Kriter Eyledüñ ayaklar altında karâr
Yayınevi, 2018, s. 90-358. İlgili
Sen ne bilürsin bizim çekdügümüz
tuyuğların Nasihatnâme’deki sıra
Başlar üzre hoş geçersin şâh-vâr
numaraları şu şekildedir: 18, 29, 32, 35,
38, 39, 52, 53, 54, 55, 56, 57, 65, 66, 67, 12
69, 76, 78, 84, 86, 90, 108, 109, 116, 120,
122, 127, 130, 133, 134, 138, 140, 141, Kışda géymek gerek asılda siyâb
142, 143,151, 155, 160, 165, 175, 178, Tâ bürûdet étmeye tab’ı harâb
180, 183, 184, 185, 186, 194, 197, 207, Zahmet-i sermâyı çekersin müdâm
214. Kim édemez sabr aña hîç şeyh u şâb

271
13 20
İşbu levn ü reng-ki bugün bende var Puhteniñ hâlin ne bilür hâm olan
Yok-durur hîç dilküde hîç âşikâr Hâs-ıla olmaz berâber ‘âm olan
Var-ısa ben tâvus-ı bâzî-tenem Çün haber a‘yân gibi vérmez ğınâ
Şâhid işde bendeki nakş u nigâr Ehl-i kâmı añlamaz nâ-kâm olan

14 21
Hâşâ ki ben dilkü olam bilüñüz Cinslü cinsiyle konışur serfirâz
Dilkü démeñ baña varsa bilüñüz Olımaz devlüngec-ile bile kaz
Tâvusam ben rengim işte şâhidim Ehl-i Hak hem ehl-i dünyâdan begim
Sizde bu reng var mı tutuñ dilüñüz Zevk alımaz lâ-büdd éder ihtirâz

15 22
Çünki dilkü gördi_éderler imtihân Kıl bekâ-y-içün ‘azîzüm kıl yarağ
Şerm édüp baş aşağa saldı hemân Bu fenâ dâmın kılınma bunda bâğ
Olsa kâẕib her ki<m> da‘vâsında ol Dâne-i dünyâ-y-içün olma harîs
Akıbet şermende olur bî-gümân Bâğ-ı kuds ola saña tâ ki turağ

16 23
Ta‘na taşın atmağıl dervîşlere Kaç habâisden azîzüm pâk ol
Hançer-i ‘ışk-ıla olan dilrîşlere Kibri bırak meskenet bul hâk ol
Abdiniñ Mevlâ bilür ahvâlini Kaç buhuldan Hakka sarf ét varıñı
Bilicidür ol olacak işlere Ahiret tahsîline çâlâk ol

17 24
Fursatında vérme nefse sen huzûr Sırrıñı pinhân dilerseñ sâmit ol
Tâ bulasın cennet ü ıyş u sürûr Küllü sırrin cāveze’l-isneyni şâʿ
Kibr-ile kaldurma ẕâtıñ sevdügüm Her ne sır kim iki tutakdan çıka
Dest-i kudret ka’r-ı arza indürür Şâyi‘ olur ıssına verür suda‘

18 25
Da’vîye ma’nî gerek ‘ışka nişân Havf-ı Hakdan her kişi ki_ola emîn
Ol-durur ‘âşık ki ola cânfişân Hışm-ı Mevlâdan ol âzâd olmaya
Oldur[ur] anıñ oğlı-ki yolın vara Câm-ı Şîrînden eder mi nûş mey
Aña oğlum déye fahr-ı dü cihân Şol-ki ‘ışk içinde Ferhâd olmaya

19 26
Aşıkıñ hâlin gérü âşık bil[e] Çünki gâlib ola rûha nefs-i şûm
Kim vücûdun ‘ışk odı yakmış ola Cem‘ olur sende ‘azîzüm her fesâd
Sanmañuz nâ-puhte vü bî-derd ola Rûhıñı cehd et ki gâlib kılasın
Künhine bu hâletin çıkmış ola Olasın tâ kim iki ‘âlemde şâd

272
27 34
Hüsnüñe mağrûr olup ‘uşşâkıña Bî-günâham Hak baña oldı mu‘în
Şefkat edüp sormaz-idüñ hâtırın Uş seniñ şerriñden eyledi emîn
Gözleriñ nāz-ile süzüp karşına Seni zulmüñ baña mağlûb eyledi
Hançer urduñ gözine nâzırıñ Ben ferahda sen ğamîn bâ-hışm u kîn

28 35
İmdi tahsîl et begim eyü ‘amel Bakma Hak yaratduğına hōr sen
Tâ saña buñ demde ol dermân ola Oluban kend’öziñe mağrûr sen
Eylese ‘isyân kişi mağrûr olup Tâ olasın dâyimâ ma’mûr sen
Kabre giricek katı peşîmân ola Rahmetu’llâha érip mağfûr sen

29 36
Her kime kim olmaya pîşe kerem Kasd eder kardaş hasedden kardaşa
Olmaz ol bir yérde hergiz muhterem Zîrâ şeytân rûz u şeb iğvâdadur
Ehl-i buhluñ nite k’olsa mâlı çok Eski düşmendür racîm olmaz halîl
Ahiretde cümle olur renc ü gam Anıñ-içün ins ü cin gavgadadur

30 37
Zî-musîbet ẕî-cefâ şol kişiye Geç hasedden Hakka dön éy şehriyâr
Mâlı tahsîl éde yéyebilmeye Tâ olasın dü cihânda kâmkâr
‘Âkil ol kesb eyle ve yé hem yédür Havl u kuvvet çün Hakıñdur ğayrı yok
Çün bilürsün dünyâ bâkî kalmaya Perdedür bu în ü ân ol perdedâr

31 38
Iğranursun çıkdıñ-ısa géñ yére Her bıñar kim ırmağa yol bulmaya
Var-ısa cânıñ berü gel in yére Zâyi’ ola bahra vâsıl olmaya
Ben seni incitmezem tek sen benim Her ki şeyhe érmedi tahkîk bil
İn su’âlimüñ cevâbını vére Âhiri eylüge anıñ gelmeye

32 39
Yok-durur insâfıñız kat‘an siziñ Zâlime inanma ve olma yakın
Her kim bî-insâf ola bed-hû olur Nef’i yok vü cevri çok andan sakın
Her kimiñ kim ola insâfı dürüst Tâ’atı ne deñlü çok olsa anıñ
Bil-ki hüsn-i ahlâk-ıla memlû_olur Nef’i yok gözetmese mazlûm hakın

33 40
Eyle murdâr-iken éy-seg nâ-be-kâr Kim-ki perhîz étmeyüp yéye harâm
Dibde sen lâyık-mıdur tutmak karâr Kalbi tolar ğıll u ğışş-ıla tamâm
Kapudan ben seni kovduğum bu kim Anı kim nehy étdi Hak terk ét anı
Sen gidicek rahmet iner bî-şumâr Bulasın ukbâda ‘izz ü ihtirâm

273
41 46
Key haẕer kıl düşmeni görme hakîr Lutfıñ-ıla sen esirge Rabbenâ
Yohsa olursun anıñ elinde esîr Cümle ‘âlem kapuñuñ muhtâcıdur
Atalar dér düşmeni sen gör ulu Mâ-sivâñdan eyle mustağnî bizi
Ger alu çıkarsa bahtuñ éy emîr Kula istiğnâ sa‘âdet tâcıdur

42 47
Def‘ édegör fitneyi sen az-iken Senden öñ gelen halâyık kanıya
Sayd édegör eyüyi şehbâz-iken Yédi bu yér dahı ister kim yéye
Kaydefâ gibi peşîmân olasın Her ki toğdı vü toğar halk anı yér
Düşmene_étseñ rahm işi feryâz-iken Sanma kim seni yémeye ol toya

43 48
Borclu beñzer éy oğul bir ağaca Nâ-gehân bir gün ecel öñüm ala
Kim içinden kurt yéye érte géce Dünyâ metâ’ları artımda kala
Beñzi saru berg ü bârı kem ola Baña benden şefakatlü kim ola
Ger olur-ısa dahı ğâyet yüce Ki soñımda ol beni añar ola

44 49
Her kimiñ kim harcı dahlını yeñe ‘Âkil oldur gafleti selb eyleyüp
Ol olur hōr u hakîr âşüfte-hâl Geçdi geçen vaktini hoş geçüre
Her kişiniñ kim eyâ dânişpezîr Andan öñdin kim erip dest-i ecel
Dahlı harcın yeñe bulur ‘izz ü mâl Tayr-ı rûhı bu kafesden uçura

45 50
Kıl inâyet Rabbenâ borc ehline Öyle murdâr kavmdür anlar é yâr
Tâ ki hakkı érgüreler ehline Dürlü nâ-meşrû‘ éderler âşikâr
Édeler seniñ dahı hakkıñ edâ Ne utanur birbirinden işbular
Ol mu’în kalma ibâdıñ cehline Ne hû var bunlar[d]a havf-ı Kirdgâr

274
ŞAH İSMAİL HATÂÎ1

6
1
Zâtuñ Allâh mezharıdur yâ ‘Alî
Yâ ‘Ali cânum saña olsun fedâ
Kibr ü kîn senden berîdür yâ ‘Alî
Kul kefâ’dur şe’nine Hakdan nidâ
Bu Hatâyî Keyser ü Hâkân u Cem
Bu Hatâyî göñline kılduñ nuzûl
Kanberinüñ Kanberidür yâ ‘Alî
Merhabâ ey şâh-ı ‘âlem merhabâ
7
2
Sâye-i hurşîd-i subhândur ‘Ali
Mustafâ fahr-i cihân sen hem-demi
Ehl-i fakra şâh-ı Merdândur ‘Ali
Zâtuñuz hem lahmı anuñ hem demi
Ey Hatâyî geymiş aslan kisvetin
Ey Hatâyî bil ‘Alîdür bî-gumân
Lâ-mekân kasrında der-bândur ‘Ali
Kab-ı kôseyn’nüñ rumûzı merhemi
8
3
Ol ‘Alîdür ‘âleme ümmîd olan
Zât-ı hak mefhûm-i nass-ı lâ-fetâ
Ol ‘Alîdür dünyeden tecrîd olan
Kullara senden gerek lütf u ‘atâ
Ol ‘Alîdür ey Hatâyî bî-hetâ
Bendeden kesme ‘inâyetlen nazar
Dünye vü ukbâda hem câvîd olan
Bu Hatâyî bir kuluñdur pür-hatâ
9
4
Ger ‘Alînüñ mülk-i insândur yeri
Bu Hatâyî bendenüñ gör hâlını
Der-hakîkat ‘arş-ı Rehmândur yeri
Kim yolunda koydı bâş u mâlını
Ey Hatâyî kimde var mehr-i ‘Alî
Pür-günâhım ta‘ne kılma zâhidâ
Rehmet-i Hak bâğ-ı rızvândur yeri
Bendesinüñ Hak bilür a‘mâlını
10
5
Men Mevâlî mezhebem râhım ‘Alî
Men Hüseynî mezhebem şâhuñ kulı
Hâcetim zikrim nezer-gâhım ‘Alî
Ya‘ni ki ma‘nîde Allâhuñ kulı
Oldı ‘ankâ tek Hatâyî bî-vücûd
Ey Hatâyî pâdişâh olmaz kişi
Kâf-i kudret sırru lillâhım ‘Alî
Olmayınca uşbu dergâhuñ kulı

1 Babek Cavanşir, Ekber N. Necef, Şah


İsmail Hatâi Külliyatı, İstanbul: Kaknüs
Yayınları, 2006, s. 451-52; Şah İsmail,
Hatâyî Dîvânı, (haz. Muhsin Macit),
Ankara: Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Yayınları, 2017, s. 584-85.

275
MUHYİDDÎN ABDAL1

1 4
Neler geldi neler gele başıma Ne gamdur kim çarh-ı rüzgâr yan geçer
Kum koyuldu kargı yetdi yanıma Yedi gün yetmiş yedi devrân geçer
Dürlü dürlü hâllere uğraşamam Kim ki bildi bu remzi Hakkı bildi
Dahı neler gele benüm başıma Ârif-i Rabb oldı ve irfân geçer

2 5
Şerîat şart imiş şartını bildüm Üç yüz altmış on iki asıldandur
Tarîkat terk imiş terkini kıldum Âdem toprağı gibi fasıldandur
Ma’rifet söz imiş söyledüm anı Kim ki bu söze îmân getürmedi
Hakîkat bahriyem ummâna geldüm Azâzilden divdür ol fuzûldandır

3 6
Yedi yirde yigirmi sekiz yüzüñ Hakîkat hak ile Hakkı gösterür
Otuz iki gösterür iki gözüñ Ma‘rifet fark ider şakkı gösterür
Kâmetüñ seksen ider senüñ tamâm Tarîkat od imiş yakar yandırur
Yetmi yedi bildirür nutk u sözüñ Şerî‘at şartı turûkı gösterür

1 Bayram Durbilmez, Muhyiddîn Abdal


Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin),
(Doktora Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi
SBE, 1998, s. 465-66; Bayram
Durbilmez, “Muhyiddin Abdal’ın Tuyug
ve Mânileri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 7 (1996), s.
427-38.

276
BÂBÜR ŞAH1

1 7
Vasldın sö z dirge yok yâ râ man͡ga Ta çıkardı hat ‘izâr-ı pâkidin
Hicr ara rahm iylegil yâ râ man͡ga Gül yüzi âzürde boldı pâkîdin
Okun͡g itti kö p yaman yara man͡ga İster irdi il burun yüz mihr ile
Merhem-i lutfun͡g bile yara manga İmdi ol yüz mihri kitti pâkîdin

2 8
Mihr kim kö kke kılur â heng-i tan͡g Ni belâ biyik turur devlet tagı
Allıda bolsa imes bı̂-reng tan͡g Kûh-ı gamnı ni bilür devlet tagı
Hâli vü ikki lebi dik bolmagay Himmeti tut dagı devlet istegil
Hindû er kiltürse şekker teng teng Himmetin͡g bolsa bolur devlet tagı

3 9
Mini bî-hâl iylegen yâr ay durur Kil kılay câ nnı nişâ rın͡g â yâ rım
Kim anın͡g vaslı man͡ga yaray durur Nakd-i cânnı bar mu sindin ayarım
Ger visâli bolmasa kiter yirim Bû se birsen͡g ger tamâ m ağ zın͡g bile
Ya Horâsan yâ Hıtâ yâ Rey durur Genc-i ağ zın͡gdın alayın ayarım

4 10
Ol ki her közi gazâl-i Çin durur ‘Işk ehli ‘ışk derdini tanın͡g
Kaşıda peyveste anın͡g çı̂n durur Kö p yamandur derd-i ‘ışkıdın tanın͡g
Çü nki kö p yalgan ayıttı ol man͡ga Her niçe közüm aç irse köz toyar
Ger disem yalgançı anı çın durur Ger açılsa sı̂m dik nâ zü k tenin͡g

5 11
Cânga saldı dehr gurbet nârını Sin kibi bir dil-rübânı bilmenem
Kö z yaşım boldı Mogulnın͡g nâ rini ‘Âşık-ı sâdık ki dirler bil menem
Bu arada min digen dik bolmasa Kıl taşavvur kö z yaşımnı bir tin͡giz
Közley Isıg köl ü andın narını Ozge ‘â şık eşki yan͡glıg bilme nem

6 12
Ta kö n͡gü l birdim uşal Kaysâ rı̂ga Kim ki bî-tabl iter ol yatışını
Barganını bilmedim kay sarıga Sındururlar başını yâ tişini
Dostlar yâ rga mini sağ ındurun͡g Nige kim öz işini terk itiben
Salsan͡gız nâ -geh kulak Kaysârıga Herze-gerd olup iter yat işini

13
1 Bilal Yücel, Bâbür Dîvânı (Gramer-Metin- Kılmasa ol ay nazar man͡ga ni tan͡g
Sözlük-Tıpkıbasım), Ankara: Atatürk Tin͡gri tâ li‘ çü n man͡ga yaratmadı
Kültür Merkezi Yayınları, 1995, s. 284- Okı yarar irdi kö n͡glü m derdiga
87. Niteyin kö n͡glü m ü çü n yâ r atmadı

277
14 15
Kâ bil ü Gazni ilige aytın͡gız İgme kaş u yahşı perçemdü r san͡ga
Bizge yir imdi Hoşâb Debîredür Râ st kadd ü zü lf-i pü r-hamdur san͡ga
Kay sarıga barga biz kim milk ü mâl Çü n bu yan͡glıgdur san͡ga hayl ü haşem
Bizge munda Hak ta‘âlâ biredür Hû bluk milki mü sellemdü r san͡ga

LÂMİÎ ÇELEBİ1

1 2
Düşiserdür bahra âhir bu tenüm Her kaçan kim ‘ışkdan bîgâneyem
Hâsılum gark ola yâ gevher benüm ‘Âfiyetle hem-dem ü hem-hâneyem
Pür hatardur ‘ışk işi bu yolda bes Nite görsem ol perîyi nâgehân
Yâ yüzüm sürh eyleyem yâ gerdenüm Terk idüp bu işleri dîvâneyem

İBRAHİM GÜLŞENÎ2
3
1
Âdem iseñ bil nedür âdemde dem
Yir ü gökde her ne varsa sendedür
Rûh-ı Kudsî nefha-ı vech-i kadem
Lîki sanma sendekini tendedir
Ol demi bilen bilür âdem nedür
Terk-i ten kıl cân-ı cân olup revân
Aña diñ mevcûd bu bâkîyse ‘adem
Dil dilinden iste andan cândadur

2
‘Işkımış simurg-ı cân dil kûh-ı Kâf
Dilerseñ bulmah anı dil kıl tavâf
‘Işkı bil ankâ ki bilinmez nedür
Ohunan Kur’ânda oldur kâf kâf

1 Lâmiî Çelebi Mahmud b. Osman Bursavî,


Tercüme-i Nefehâtü’l-Üns, İstanbul:
Dârü’l-Tıbâatü’l-Âmire, 1270, s. 483,
488; Songül Karaca, Lami’î Çelebi,
Fütûhu’l-Mücâhidîn li-Tervîhi Kulûbi’l-
Müşâhidîn: Nefehâtü’l-Üns Tercümesi
(İnceleme, Tenkidli Metin, Sözlük, Dizin),
(Devam Eden Doktora Tezi), Rize: Recep
Tayyip Erdoğan Üniversitesi SBE, 2019.
2 Mehmet Akay, İbrâhim Gülşenî’nin Dîvânı

Metin-Dil Hususiyetleri-Sözlük, (Doktora


Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi SBE,
1996, s. 257-59.

278
MISÂLÎ (GÜL BABA)1 7
1 Ey saçuñ ebrû cemâlüñ âfitâb
Ey cemâlüñ mazhar-ı zât-ı Hudâ ‘Arş-ı vechüñden nüzûl itdi kitâb
Kıble-gâh-ı enbiyâ vü evliyâ Mushaf-ı Hak’dur hatuñ ey mâhitâb
Bist heşt sî vü düdür hatlaruñ K’andan okundı hakîkat bâb bâb
Ya‘ni âdemdür düraht-ı müntehâ 8
2 Ey cemâlüñ mazhar-ı zât u sıfât
Otuz iki nutk-ı bî-çûn u çerâ K’andan izhâr oldı sırr-ı müşkilât
Bir iken sî vü dü harf oldı çerâ Yüz saña tutdı cemî‘-i kâinât
‘Âlem-i bi’l-kuvveden zat-ı hudâ Sende keşf oldı rumûz-ı muhkemât
Hem bular oldı sıfât-ı kibriyâ
9
3 Ey dü çeşmüñ sî vü dü esmâ-yı zât
Yüzüñe yüz tutdı cümle enbiyâ Lâm u bâ la‘lüñ durur âb-ı hayât
Kim hakîkat Ka‘be oldur bî-riyâ Altı kerre sî vü dü ez şeş cihât
Vechine döndürdi vechi Mustafâ Zâhir olur uşta Hak’dan beyyinât
Anüñçün k’ol durur vech-i Hüdâ
10
4
Si vü dü hatuñ ki şatranc-ı sıfât
Ey yüzüñ ‘arş u saçuñ zıll-ı Hudâ
Anı sec‘ itdi yed-i kudretle zât
K’anda Mi‘râc eylemişdür Mustafâ
Pîl ü ferz ü şâh u ruh piyâde at
Ey cemâlüñ haşr-gâh-ı enbiyâ
Oynayı gör k’olmayasın anda mât
Secde-gâh-ı asfiyâ vü etkıyâ
11
5
Ey hatuñ men ‘indehu ‘ilmu’l-kitâb Bist ü nühdür sûretüñde muhkemât
Kim hakîkat ol durur ümmü’l-kitâb Gel okı kim hatlaruñdur beyyinât
Otuz iki nûra andan feth-i bâb Sî vü dü hattüñ sıfat-ı ‘ayn-ı zât
Okuyanlar Hak’dan oldı kâm-yâb Sende derc oldı cemî‘-i kâ’inât

6 12
İstivâdan yedi hat ey kâm-yâb Fazl-ı Hak’dur pâdişah-ı ma‘rifet
Heşt cennet sırrı olur feth-i bâb Fazl-ı Hak’dur mazhar-ı zât [u] sıfat
Hakk’a irmez bu rumûzı bilmeyen Fazl-ı Hak’dur bize ‘âlî menzilet
Cehd idüb biñ yıl ger okursa kitâb Oldı rûşen gün gibi ez şeş-cihet

13
1 Mehmet Dede, Divân-ı Gül Baba ve
Transkripsiyonlu Metni, (Yüksek Lisans Ey cemâlüñ cennet ehline berât
Tezi), Sakarya: Sakarya Üniversitesi SBE, Cûy-ı la‘lüñ çeşme-i âb-ı hayât
2001, s. 464-80; Deva Güneş, Misâlî Toptolu senden cemî‘-i kâ’inât
Dîvânı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Anlayanlar buldı âteşden necât
Tezi), Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi
SBE, 2011, s. 650-83.

279
14 21
Göñlüñi zülfinden anuñ itme has Ey yüzüñ İsrâ yüzüñ şems-i sabâh
Cân erit ‘aşkla cismin ile ğas Vey gözüñ peymâne la‘lüñ câm-ı râh
Ögnüñe gey hıl‘at-i ‘aşkı hades El-veledü sırru ebihi fehm iden
‘Aklını ‘aşkında cem‘ it kılma bes Anası sevdi aña oldı miyâh

15 22
Âsmân-ı rûha gel eyle ‘urûc Saña keşf olmazsa Hak’dan ‘ilm-i rûh
Üç yüz altmışdur gör on iki burûc İrmeden hakka sürersen ‘ömr-i Nûh
Altı bîst ü heşt ü altı sî vü dü Burc-ı mağribden göründi âfitâb
Görinür bu ma‘nî virse saña uc Tevbe itmek ıssı itmez ey nasûh

16 23
Ey dehânuñ mahzen ü nutk aña genc Yâr elinden nûş kıl câm-ı sabûh
Nûş iden ol şerbeti bulmadı renc Fırsatı fevt itme buldıkda fütûh
Yedi hattuñ otuz iki eyledi Ma‘rifet eyle k’oldur kuvvet-i rûh
İstivâdan ey kamer erbâb-ı senc Geştiye gir kopmadın tûfân-ı Nûh

17 24
‘Aşkuña dûş olalı döndi mizâc Ey hatuñ hûrâ cemâlüñ kasr u kâh
Göñlüm itmez gayrı kesle imtizâc Müntehâ kaddüñ dü destüñ aña şâh
Devr-i ‘Îsâ’dur kime mü’min diseñ Çârdeh bend oldı anda her budâh
Arayıcak bulunur koynuñda hâc Zâhir oldı bîst ü heşt Kur’ân’a bâh

18 25
Ey cebînüñ mihr ü kaşüñ mâh-ı genc Ka‘be-i Hak’dur cemâli ey şüyûh
Vey dehânuñda lebüñ miftâh-ı genc Sâcid ol ur dîve la‘netden külâh
Bâğ u gülzâr-ı cemâlüñ sakla kim Hazret-i Âdem’den a‘raz eyleme
Sunmasun şeftâlû ki ol her silenc Vâlidüñdür ‘izzet eyle olma şûh

19 26
Kürsî-i Hakk’a nüzûl itdi Mesîh Keşf olaldan ey sanem gülzâr-ı ruh
Fazl-ı Yezdân ya‘ni Mehdîdür sarîh Âlemi gârk itdi nûra nâr-ı ruh
Virdi esrâr-ı kıyâmetden nişân Vech-i Hakkı eyledi izhâr-ı rûh
Añlayanlar oldı dîninde sahîh Küfr ü imân ‘arz ider ol târ-ı ruh

20 27
Dest-i kudret âdemüñdür iftitâh Ey cemâlüñ sûret-i fî lâm u zâd
Hâk-i pâkin kıldı tahmîr çil siyâh K’anı idrâk itmeyendür Kavm-i ‘Âd
Sâ‘ati tokuz yüz altmışdür anuñ Gösterenler râh-ı Hak’da ictihâd
Sırrın ara Hak’dan isterseñ necâh Âkıbet dîdâre irdi oldı şâd

280
28 35
Yüzüñe yüz tutdı erbâb-ı şühûd Ey ki ser-tâ-pâ vücûduñ nûrdur
Kim yüzüñdür mazhar-ı zât-ı Vedûd Nâzır olmayan bu nûra kördür
Gerçi zâhid ‘arz ider dâ’im sücûd Otuz iki hatt yüzüñde hûrdur
Cum‘anuñ sırrın ne fehm ider Yehûd Bilmeyen bu sırrı Hak’dan dûrdur

29 36
Vechüñe hakdür didi ehl-i şühûd Dört kirpik iki ebrû mûy-ı ser
K’aña karşu kıldılar dâ’im sücûd Zarfla mazrûf on dört şerh ider
Ka‘be-i vechüñ rumûzın fehm iden Hattı-ı serden idicek şakka’l-kamer
Çün melâ’ik secdeye baş eğdi zûd Sana virür nutk-ı âdemden haber

30 37
Ey sevâd-ı a‘zamüñ oldı şühûd Çâr müjgan u dü ebrû mûy-ı ser
Kim yüzüñdür cum‘a-i yevme’l-mezîd Yerleriyle çâr-deh bedr-i kamer
Ey cemâlüñ ehl-i fazla rûz-ı ‘îd Çâr-dehdür hem-çenân hatt-ı peder
Cân viren ‘aşkuñda oldı hak şehîd Nutk-ı âdemden saña virür haber

31 38
Rûz-ı haşr oldı semâdan indi dûd Çar-dehdür hatt-ı mâderle peder
Fehm idenler oldılar ehl-i sü‘ûd Yerleriyle bist heşt Kur’ân ider
Cümle ‘âlem buldı nutkundan vücûd Âb u hâk u bâd u âteşden ey yâr
Si vü dü hattuñ aña oldı şühûd Dört kerre bîst heştdür kıl nazar

32 39
Ey lebüñ pâlûde-i terden lezîz Şanz-deh hatt-ı siyâh dil-pezîr
Şehd-i şîrîn âb-ı kevserden lezîz Şanzdeh hatt-ı beyâz-ı lâ-nazîr
Nâzla bir gülmesi Hakk’a anuñ Si vü düdür ger ‘anâsır gözlesüñ
Nice ervâh-ı mutahhardan lezîz Dört kez otuz iki olur ey münîr

33 40
Ey kılan zülfüñ sırâtından ‘ubûr On yedi rek‘at ki farz oldı hazer
Ehl-i cennet oldı vü buldı sürûr Yâzdeh ender-sefer ey nâmver
İçdi la‘lüñden bugün mâ’in tahûr Bîst u heşt olur olursa cem‘ ger
Buldı harîr hattuñı gılmân u hûr Cum‘a on beş ya‘ni sî vü dü ider

34 41
İnbisâtı sî vü se harfüñ ey yâr Yedişerdür Ka‘be’de tavâf hacer
Yâ nukat oldı sad u şast u cihâr Hacc u ‘umre ibtidâdur kıl nazar
Sırrınca gösterür gel kıl şümâr Yedi yedi hem kudum-ile vedâ‘
Hem yüz on dört sûre eyler âşkâr Bîst heşt ider bu da ey nâmver

281
42 49
Küntü kenzüñ sırrı nutkundan zuhûr Ey vücûduñ hayme-i mi‘âddur
Buldı ey mâh-ı cemâl u karz-ı nûr Anlamayan anı kavm-i ‘Âddur
Levh-i Mûsâ hatt u cebhen aña Tûr Hâcibinüñ lâm u ‘aynuñ sâddur
Ey cemâlüñ sırr-ı Furkân u Zebûr Toksan altıdur nukatsuz sâddur

43 50
Ey cemâlüñ vech-i Fazlu’l-lâhdur Sırrını keşf eyledi erbâb-ı râz
Ya‘ni on dört ism-i zâtu’llahdur Âsmân-ı gayba pervâz itdi bâz
Sûretüñ sırr-ı kelâmu’llâhdur Vasl-ı Mahmûd ister-iseñ ey ayâz
Hakdan idrâk itmeyen gümrâhdur Karşusında şem‘ gibi cân güdâz

44 51
Ey cemâlüñ genc ü zülfüñ mârdur Elli vakt idi salât-ı bî-niyâz
Hadd u cebhen nûrdan ezhârdur Hamse nâzil oldı vü keşf itdi râz
Secde kılmayan kaşuñ mihrâbına Bist ü heşt ü sî vü dü oldı namâz
Bil anı şeytân u aslı nârdur Secdeden baş çekme der ‘ömr-i dirâz

45 52
Kirpiğüñ kaşuñ kelâmu’llâhdur Fazl-ı Hak’dur dîñ-ile îmânımuz
Bir nazar kıl sûretu’llâhdur Kuds ü hayme Ka‘be-i Rahmânımuz
Çeşm ü ebruñ şekl-i Fazlu’llâhdur Fazl-ı Hak’dur lem-yezel sultanımuz
Allâh Allâh gör ne sırru’llâhdur Bendeyüz oldur şeh-i devrânımuz

46 53
Hatt u hâlin câvidânî-nâmedür Sûretinde âdemin Kur’ân bizüz
Sırr-ı ‘arşu’llâh muhabbet-nâmedür Mazhar-ı Hak çehre-i Yezdân bizüz
Anlayasın bilesin ne nâmedür Yaz-dehdür esmâ’e küll insân bizüz
Cür’tüñ ger fî vü dâd u lâmadur Kanı teşne çeşme-i hayvân bizüz

47 54
Zât-ı Hakk’a sûretüñ mir’âtdur Mısr-ı dilde Yûsuf-ı Ken’ân bizüz
Dil-i mücellâsında nutkuñ zâtdur Tûr-ı tende Mûsâ-i ‘İmrân bizüz
Mahrecinde sî vü dü asvâtdur Zât-ı mutlak bizdedür bürhân bizüz
Harfe gelse der-sıfât-ı âyâtdur On sekiz biñ ‘âleme sultân bizüz

48 55
Bak yüzüñde sûret-i Yezdân’ı gör Âdem ü Havvâ’yıla Rıdvân bizüz
Ya‘ni Fazlu’llâh-ı ‘âlîşânı gör Âb-ı kevser Hûr-ıla Gılmân bizüz
‘Arş-ı veche nâzil oldı anı gör Bağ-ı gülzâr bahâristan bizüz
Gör ne tahta geçdi ol sultânı gör Lâle vü nesrîn gül ü reyhân bizüz

282
56 63
Bülbül-i rûhu’l-kudsdür bu nefes Ten cihân u cân u fazl-ı Hak’mış
Nice bir haps eyleyesin der kafes Dînle îmân u fazl-ı Hak’mış
Kendüñi fehm idegör ey bü’l-heves Kâşifü’l-Kur’ân fazl-ı Hak’mış
Bil ki kandan geldi saña bu nefes Fâliku’l-insân u fazl-ı Hak’mış

57 64
Rûh-ı Hak’dan saña bahş oldı nefes Nûr-ı mutlak zât-ı mutlak fazl imiş
Rûhunı bilmek saña farz oldı pes Zâhir ü bâtında hem Hak fazl imiş
Bunda fehm it sen seni ey bü’l-heves Cebhe-i kamerde ve’n-şakk fazl imiş
Issı kılmaz soñra sandıkda kafes Şârih-i esrâr-ı muğlak fazl imiş

58 65
Hamduli’l-lâh Hak’dan oldı hak-şinas Kâşifü’l-esrâr fazl-ı Hak’mış
Kalmadı mir’ât-ı dilde jeng ü pâs Dîdede envâr fazl-ı Hak’mış
Hakk’a irdik gitdi zannile kıyâs Fehm idersen yâr fazl-ı Hak’mış
Sen gerek şâd ol gerekse tut yas Cümle kul settâr fazl-ı Hak’mış

59 66
Nutk-ı hak dil hânesinde zâtimiş Dilberâ Mansûr’ı kim zülfünden as
Sûret-i insân ana mir’ât imiş Kılma dîvâneyi zencîrden halâs
Lafza gelse der sıfât âyat imiş Ey sadef ‘âlem vücûduñ dürr-i hâs
Otuz iki harf-ile gâyât imiş Ayağuñ hâk olmasun yüzüme bas

60 67
Zât-ı Hakk’a sûretüñ mir’ât imiş Ey ki senden toptoludur rûy-ı arz
Ehl-i ‘aşka hatların âyât imiş Şark u gârb u fevk u taht u tûl-i arz
Nutk-ı zâhirde sıfat-ı zât imiş Mâhla hûr senden almış nûrı karz
Ey cemâlüñ sî vü dü ebyât imiş Pes saña yüz tutmak oldı bize farz

61 68
Lü’lü’-i cân iste gel ‘ummâna düş Yedi hâttuñ sûret-i şâbin katat
Ma‘rifet gavvâsı ol Kur’ân’a düş Hatt-ı ser ikidür olur heşt hat
Küfri terk it gel berü îmâna düş Otuz iki zâhir olur bî-galat
Teşne isen çeşme-i hayvâna düş Añlayanlar oldılar ehl-i vasat

62 69
Kim ki kıldı leblerüñ hamrını nûş Nutka gel ey mâh bulsun cân haz
Oldı mest-i sermedî bî ‘akl u hûş Hak nefesden eylemez mi insân haz
Kaşlaruñ mihrâbına kim oldı dûş Okı Kur’ân başla bismi’llah ile
Secde-i ta‘zîme indi çün sürûş Kılmaz ise ger ne gam şeytân haz

283
70 77
Fazl-ı Hak’dur çeşm ü ebrûyla sem‘ Kime kim keşf oldı sırr-ı men ‘aref
Arif ol bu sırrı Hak’dan eyle sem‘ Ârif-i Rabb oldı vü buldı şeref
Gel beri kıl başıña ‘akluñı cem‘ Hâlık-ı kevn ü mekândür fazl-ı Hak
Yanmağa pervâne isen uşta şem‘ Suret-i hak zâhir oldı her taraf

71 78
Lâm u bâ la‘lüñden içdüm bir ayağ Ey Misâlî câvidândur fazl-ı Hak
‘Âlem-i tevhîde kaldurdı ayağ Gevher-i künc-i nihândur fazl-ı Hak
Oldı sermest bûy-ı zülfüñden dimâğ Şâh-bâz-ı lâ-mekândur fazl-ı Hak
Ey hattuñ hûr u yüzüñ gülzâr u bâğ Hâlık-ı kevn u mekândur fazl-ı Hak

72 79
Verd-i cennetdür cemâlüñde yanâğ İstivâyı kılmayan farkında fark
K’urdı cân bülbülinüñ bağrına dâğ Tîğla itmek gerekdür anı hark
Dâne halüñ göñlüme zülfüñ duzâğ Şol kim bu menzilde oldı ehl-i zerk
Öldürür dîvâneyi zencîr ü bâğ Nûr-ı dîdâr urmadı ‘aynına berk

73 80
Kıldı göñlüm ‘anberîn zülfüñ yatağ Kılmayan vechüñde rûy-ı Hakk’ı fark
Değdi ‘aşkuñ kişver-i dilde otağ Hak’dan ırağ oldı ol tâ garb u şark
Gülşen-i hüsnüñe hem-dem kılma rağ İstivâyı eyleyen farkında fark
Göricek nâ-mahremi kaldur ayağ Hakkı zâhir gördi ender gârb u şark

74 81
Leblerüñden kim ki içdi bir ayağ Sûretüñden zâhir olur rûy-ı Hak
Pir gibi istemez artık dayağ Parmağuñla ger idersen mâhı şak
Bir zamân bu nağmeye gel tut kulağ Bilmeyenler hakkına buyurdı Hak
Gör ne söyler murg-ı cân ey gül yanağ Fadribû külle benân fevka’l-‘anâk

75 82
Ey sözüñ ‘Ankâ vücûduñ kûh-ı Kâf Kıble kıldı sûretüñ çerh u felek
V’ey dü zülfüñ biri nûn biri kâf Zîra vechu’l-lâhsın yok bunda şek
Ehl-i hak olmadı ‘aşkuñda güzâf Şirk iden saña yeri oldı derek
İrdi dîdâra olan âyîne sâf Mâlikü’l-emlâksın yok müşterek

76 83
Fî vü dâd u lâmdür tâc-ı şeref Kıble-i erbâb-ı ma‘nâdur yüzüñ
Zâhir ü Bâtın odur cây-ı kenef Cennetüñ kevser şerâbıdur sözüñ
Cümle ‘âlem düşmen olursa eger Harf ü nokta altıdur iki gözüñ
Fazl-ı Hak’dur çün penâhuñ lâ-tehaf Hâlık u Hallâk-ı ‘âlemdür özüñ

284
84 91
Fazl-ı Yezdân’a tevellâ eyledüñ Fazl-ı Hak’dur pâdşah-ı lem-yezel
Sevmeyenlere teberrâ eyledüñ Kâşif-i esrâr-ı edyân ü milel
Cân evin ‘âşkına me’vâ eyledüñ Kıble-gâh-ı enbiyâdur tâ ezel
Hak yüzün Ka‘be-i ‘ulya eyledüñ Bildi ol kim oldı kalbi bî-‘ilel

85 92
Hamduli’l-lâh Fazl-ı ma‘bûd eyledüñ Ey yüzüñ levhinde zülgün cîm ü dâl
Enbiyâ-veş anı mescûd eyledüñ Çerh-i hüsnüñde kaşıñ mâh-ı hilâl
‘Âleminden anı maksûd eyledüñ ‘Ârızın cennet lebüñ âb-ı zülâl
Allâh Allâh gör ki ne sûd eyledüñ Hüsn içinde padşâhsın lâ-yezâl

86 93
Ehl-i Hakk’uñ kıble-gâhıdur yüzüñ Ey cemâlüñ matla‘-ı şems-i ezel
Nûr-ı tevhîd-i ilâhîdür yüzüñ K’ol durur envâr-ı zât-ı lem-yezel
Heft ‘arşuñ mihr ü mâhıdur yüzüñ Sî vü dü hattuñ sıfât u ‘ayn-ı zât
Eşhedü en lâ ilâhidür yüzüñ K’irmez aña câvidân hark u halel

87 94
Sûret-i Fazl-ı Hudâ’dur sûretüñ Ey gözüñ sem‘ u kaşın fî dâd u lâm
Mazhar-ı zât-ı ‘alâdur sûretüñ Hak yüzüñe hûr u gılmândur gulâm
Câm-ı Cem’sin Hak-nümâdur sûretüñ Sî vü dü vechüñde cem‘ oldı tamâm
Hurşîd-i arz u semâdur sûretüñ Ya‘ni sensin Mısr-ı câmi‘ ve’s-selâm

88 95
Sî vü dü nutkun beyânıdur yüzüñ Berr ü bahr u ‘arş u âfâkı menem
Bedr ü şems-i lâ-mekânîdür yüzüñ Nûr-ı zât-ı fazl-ı Hallâk’ı menem
Mahzen-i kenz-i nihânîdür yüzüñ Mazhar-ı Hakk’am çü Hak bâkî menem
Sûre-i seb‘a’l-mesânîdür yüzüñ Âb-ı kevser suyıyam sâkî menem

89 96
Yüzüñe nakş itdi nakkâş-ı ezel Vech-i pâkimde Hudâ’yı görmüşem
İsm-i zâtı ey cemâli lem-yezel Ya‘ni kim fî vü dâd u lâmı görmüşem
Ya‘ni kıldı çâr-deh hatta bedel Anda ben dâru’s-selâmı görmüşem
Sûretu’I-lâh oldur bî-‘ilel ‘Alleme’l-esmâ tamâmı görmüşem

90 97
Ey cemâlüñ âfitâb-ı bî-zevâl Kendümi Allâha teslîm eyledüm
V’ey hatuñ hûri lebüñ âb-ı zülâl Ya‘ni nutk-ı Hakk’a taksîm eyledüm
Mushaf-ı Hak’dur yüzüñde hatt u hâl ‘Ârifem çün nefsi tefhîm eyledüm
Kim ki gördiyse didi Celle Celâl Nâmumı dâl u elif mîm eyledüm

285
98 105
Başumı ben Fazla kurbân eylerem Dilâ el çek büyükler tapusından
Cânımı ‘aşk-ıla sûzân eylerem Gözüñ ayırma hiç Hak kapusından
Vechümi vechine hayrân eylerem Düriş kıl âhiret dârını ma‘mûr
Hak cemâlin kıble-i cân eylerem Cihânuñ geç bu vîrân yapusından

99 106
Ey hutûtuñ hûr u gılmân-ı cinân Okudum hüsnüñ kitâbın mû-be-mû
Cûy-ı la‘lüñ selsebîl-i câvidân Bîst heşt vü sî vü dü hatdur kamu
Ey sevâd-ı a‘zamuñ nûr-ı duhân Her biri yirlü yirinde sî vü dü
Kanda gösterdi cemâlin müste‘ân Lîk birdür cümlesi olmadı dü

100 107
Sûret-i Hak’dur yüzüñ ey meh-cebîn Lâm u bâdan nûş iden bir katre su
K’aña yüz tutanlar oldı ehl-i dîn İstemez mahşerde artık dahi su
Kılmayanlar secde oldılar la‘în Baña sensin dü cihânda arzu
Sâcid olan kıldı îmân-ı yakîn Hice değmez sensizin gülzâr u cû

101 108
Kaddümi kavs eyledi ‘aşkuñ çü nûn Seksân olur inbisât sî vü dü
Bağrumı gamzeñ hadengi kıldı hûn Noktası yetmiş yedi ey nîk-hû
Hâlet-i nez‘a irişdüm ben cünûn Bî-mükerrer lâm elif dü bâr dü
Gel okı innâ ileyhi râci’ûn Muhkem ü evc bist ü heştden açdı rû

102 109
Resûlu’l-lâh didi dünyâya mel‘ûn Düşdi tâ müşgîn saçuñdan çîne bû
Ferâgat kıl pes andan düşme mağbûn Gâliyenüñ başına döküldi su
Harâmdur dir çün ehlu’l-lâh bu dûn ‘Âşık-ı Hak vaslüñı ider arzu
Bulaşma cîfedür pak ol çü Ceyhûn İki ‘âlemden bize maksûd bu

103 110
Kâkülüñ ‘anber-feşânuñ kâf u nûn Göñlüm alduñ sihr-ile ey mâh-rû
Râh-ı cennetdür bilür ehl-i ‘uyûn ‘Arz idüp zencîr-i zülf-i müşg-bû
Kıble itdi hüsnüñ erbâb-ı fünûn Serv-i kaddüñ eşk-i çeşmüm kıldı cû
Senden a‘raz eyledi Şeytân-ı dûn Sun lebüñden teşneyim bir katre su

104 111
Otuz iki nûr-ı hakka râhsın Yedi mushafdur yedi hatt-ı siyâh
Ya‘ni ser-tâ-pâ kelâmullâhsın Nâzil oldı ger siyeh ma‘ni ilâh
Allah Allah senden a‘raz itdi div Gösterenler istivâdan toğru râh
Bilmedi kim sûretullâhsın Nâmesi sağ elde olmadı siyâh

286
112 119
Dest-i kudretle yazupdur pâdşâh ‘Aşkuña ikrâr idüp didüm belî
Sûretüñ levhine sırr-ı lâ İlâh Kim baña maksûd sensin yâ ‘Alî
Bilene nûr oldı ol hatt-ı siyâh Sûretüñ Hak’dan kitâbımdur benüm
Âhiretde görinür çün bedr-i mâh K’anda buldum sî vü dü hattı celî

113 120
Ey yüzünde çârdeh hatt-ı siyâh Câm-ı la‘lüñ nûş iden ey mâh-rûy
Her birisi çârdeh çün bedr-i mâh Mest-i ‘aşk olur ider ol hây hûy
Añlayanlar buldılar nûr-ı İlâh Gel vücûduñ ‘ilmin okı Hakk’ı tuy
Añlamayanuñ yüziñ ider siyah ‘Âkıbet dîdâr iderseñ arzûy

114 121
‘Anberîn zülfüñden irdi rûha bûy Nice bir bu dâr u gîr u hây u hûy
Sermedi virdi hayât ey mâh-rûy Ma‘rifet kesb it kurı gavgâyı koy
Okudum hattuñı Hak’dan mû-be-mûy Dîvi katl it şâh-ı men Yezdân’a uy
Derse gelsün her kim ider arzûy Issı itmez soñra saña nesl ü soy

115 122
İste Hak’dan nefsüñi vü Rabb’i tuy Ey yüzüñ âyîne-i câm-ı Cem’i
Dimesün erbâb-ı ma‘ni saña toy Kıl temâşâ anda her dü ‘âlemi
Sen seni fehm eyle la‘b u lehvi koy Ey nice ‘aşk ehlini Mansûr-vâr
Ger likâ-yı Hakk iderseñ arzûy Dâre çekmiş turra-i ham-pür-hamı

116 123
Ey cemâlüñ ‘arş u zülf anda hümây Kim ki idrâk itdi nakş-ı hâtemi
Vey müjeñ tîr ü kaşuñ kavs-i Hudây Bildi sırr-ı âdemi vü hâtemi
Çâr-deh hat her biri biridür ay Ey Süleymân sakla muhkem hâtemi
İki on dörtdür gel anı uşta say Kıl musahhar ins ü cinn ü ‘âlemi

117 124
Ey hatuñ seb‘a semâvâti ‘alay Levh-i hüsnüñde sevâd-ı a‘zamı
V’ey sürâhuñ on iki burc-ı Hudây Hak’dan idrâk iden oldı âdemî
‘Arş u kürsî vech ü kaddüñ müntehây ‘Alleme’l-esmâyı tefhîm itmeyen
Oldı on iki hattuñ on iki ay Câhil oldı anlamadı Âdemi

118 125
Ey yañağuñ cennetüñ hândân güli Ey Misâli fehm idenler hâtemî
Murg-i cân u dildür anuñ bülbüli Hakk’a irdi bildi kimdür âdemî
Cûy-ı cân la‘lüñ dü zülfüñ sünbüli Câm-ı didârın temâşâ eyleyen
Mül lebüñ söyler otuz iki dili Bildi sırr-ı on sekiz biñ ‘âlemi

287
LİVÂYÎ1

1 3
Akl-ı ma‘âş akl-ı ma‘âd akl-ı küll Ehl-i dil yârânlara olsun selâm
Biri diken biri çemen bir gül Bunda hatm oldı sözümüz ve’s-selâm
Kangısını diler-isen al velî Kemligim arz itmeden budur garaz
Kır dikeni basma çemen-ile gül İy Livâyî özrümüz ola tamâm

2
Ben şol âteş-pâreyem hâkisterem
Cevher-i kimyâ ez în hâk isterem
Ne kabâ hˇâhem ne câme ne ‘izâr
Ne girîbân pîrehen çâk isterem

SÂNÎ (MEVLÂNÂ EFSERÎ)2


2
1
‘Işk otıdın cism biryâ ndur man͡ga
Men çeker-men mihnet ü gam bârını
Barça bir yan yâ r bir yandur man͡ga
Men sever-men hû blarnı[n͡g] bâ rını
Her zamâ n her sarı kö nlü m baradur
Sarf kıldı câ n bile ey câ n san͡ga
Kel dağ ı kö n͡glü mni bir yandur man͡ga
Sânî-i dil-hasta yok u bârını

HAYÂLÎ-İ GÜLŞENÎ3 2
1 Sûfî oldur kim ide sûfın taleb
Menzil-i ‘uşşâkdur me’vâ-yı has Olmaya göñlünde bir dürlü edeb
İnbisât içün gelür bunda havas Hak rızâsı içün ola varlığı
Gıybet ü kadh itmeden eyle hazer İrmeye bir şeyin ucundan ta’ab
İrmeye tâ cânuña Hak’da kısas 3
Mâlik olmaz dervîş olan nesneye
1 Köksal Seyhan, Livâyî Dîvânı (Metin-
Yohlık ister dime vârlık isteye
İnceleme), (Doktora Tezi), İstanbul: Vâkıfdur muhtaca var dervîşüñ
Marmara Üniversitesi SBE, 2002, s. 484, Mâlik ü memlûk olmaz kimseye
486, 487.
4
2 Üzeyir Aslan, Ubeydullah Han (ö. 1539)
Şairi Sânî ve Türkçe Divanı, Palet Evliyâ bâbı durur Hakk’a yakın
Yayınları, Konya 2009, 200. Fedhulûhâ bi’s-selâmin âminîn
3 İnci Kiremitçi, Hayâlî-i Gülşenî Divânı Sahla menâhîden dilüñle gözüñ
Üzerine Bir İnceleme, (Yüksek Lisans Münkir olma ehl-i hakka key sakın
Tezi), Afyon: Afyon Kocatepe
Üniversitesi SBE, 2001, s. 366, 370.

288
ŞUHÛDÎ1

1 2
Ruhlaruñ ayına düşdi göñlümüz Bir saçı Leylîye Mecnûn oldı dil
Kaşlaruñ yâyına düşdi göñlümüz Bir gözi âhûya meftûn oldı dil
Bir saçuñ râyına düşdi göñlümüz Lâ‘l-i dür-bâr ile pür-hûn oldı dil
Ya‘ni kim ayına düşdi göñlümüz Çıkdı elden gitdi mağbûn oldı dil

GEDİZLİ KABÛLÎ2

1
Zât-ı nîkû-sîretet pür-cûd bâd 5
Her çi hˇâhî hâzır u mevcûd bâd Fâtih-i bâb-ı hüdâdur hamdele
Evvelet der-sıhhat u der-âfiyet Müstecâb olmış duâdur hamdele
Âhiret der-âkıbet muhmûd bâd Şukka-i hamd-i livâdur hamdele
Mâdih-i zât-ı Hudâdur hamdele
2
Germiyânuñ âb-ı rûsıdur Gedûs
Her diyâruñ yüzi susıdur Gedûs
Ka‘beye beñzer diyü söyler gören
Kûy-ı iklîm-i nigûsıdur Gedûs

3
Sahn-ı gülzâr-ı revândur besmele
Serv-i bustân-ı cinândur besmele
Bildinüz mi nice şândur besmele
Nice zî-şândan nişândur besmele

4
Her suhânuñ evvelidür besmele
Her kelimâtuñ elidür besmele
Fâtih-i gencîne-i lâ-reybdür
Kufl-ı kelâmuñ dilidür besmele

1 Ertuğrul Can, Şuhûdî Divançesi (İnceleme-


Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Adana:
Çukurova Üniversitesi SBE, 2005, s. 182,
188.
2 Erdoğan, Gedizli Kabûlî, s. 474.

289
MUHÎTÎ1 7
İşigi dârü’ş-şifâdur Bâkıruñ
Sözleri derde devâdur Bâkıruñ
1
Menzil-i kadri a‘lâdur Bâkıruñ
Evvelâ Fazl-ı Hudâ-yı zü’l-celâl Hâk-ı râhı kimiyâdur Bâkıruñ
Analum k’oldur Hudâ-yı lâ-yezâl
Yok şebîhi lâ şerîk u bî misâl 8
Birligine cümle eşyâ oldı dâl Sırr-ı esmâ Ca‘fer-i Sâdıkdadur
Hem müsemmâ Ca‘fer-i Sâdıkdadur
2
Kenz-i Tâ-hâ Ca‘fer-i Sâdıkdadur
Fahr-ı cümle mürselîndür Mustafâ Nutk-ı ma‘nâ Ca‘fer-i Sâdıkdadur
Rahmeten li’l-‘âlemîndür Mustafâ
Çün şâfi‘-i yevm-i dîndür Mustafâ 9
Hâdî-i râh-ı yakîndür Mustafâ Şâh-ı devrân Musâ-yı Kâzım durur
Nûr-ı Yezdân Musâ-yı Kâzım durur
3
Nass-ı burhân Musâ-yı Kâzım durur
Bil elif tek ferd ü yektâdur ‘Alî Sırr-ı Kur’ân Musâ-yı Kâzım durur
Asl-ı ‘ilm u noktâ-i bâdür ‘Alî
Mazhar-ı fazl-ı Te‘âlâdur ‘Alî 10
Hâmûş olmaz nutk-ı gûyâdur ‘Alî Nûr-ı mutlakdur İmâm-ı Heştümîn
Kâşif-i Hakdur İmâm-ı Heştümîn
4
Râz-ı mu‘lakdur İmâm-ı Heştümîn
Nûr-ı çeşm-i Mustafâ durur Hasan Sâhib-i şakdur İmâm-ı Heştümîn
Sırr-ı ‘ilm-i Murtezâ durur Hasan
Sâbir-i zehr-i belâ durur Hasan 11
Sâhib-i halk-ı rızâ durur Hasan Nûr-ı çeşm-i ehl-i bîn oldı Takî
Şem‘-i cem‘- ‘ârifîn oldı Takî
5
Reh-nümâ-yı ins ü cîn oldı Takî
Ma‘rifet mülkine sultândur Hüseyn Tâcdâr-ı müttâkîn oldı Takî
Bu cihâna ser-be-ser cândur Hüseyn
Çün şehîd-i fazl-ı Rahmândur Hüseyn 12
Hak yolında gör ne kurbândur Hüseyn Halk-ı ‘âlem pâ durur serdür Nakî
Pâdişâh-ı bahr u hem berdür Nakî
6
Mâh-ı bedr u şems-i hâverdür Nakî
Şâh-ı ‘âlemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ Sırr-ı zât-ı Fazl-ı Ekberdür Nakî
Tâc-ı Âdemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ
İsm-i a‘zamdur ‘Alî Zeyne’l-‘abâ 13
Sırr-ı mübhemdür ‘Alî Zeyne’l-‘abâ Tâcdâr-ı evliyâdur ‘Askerî
Sâhib-i seyf ü livâdur ‘Askerî
Kâşif-i Kul innemâdur ‘Askerî
Server-i kişver-küşâdur ‘Askerî
1 Tataroğlu, Muhîtî, s. 304-38.

290
14 21
‘Âleme nûr-ı hidâyet Mehdîdür Kâf-ı Hakkı eyle yüzüñde taleb
Hem bidâyet hem nihâyet Mehdîdür Göresin tâ anda sî-murg-ı zeheb
Hâtem-i hatm-ı velâyet Mehdîdür İster iseñ keşf ola esrâr-ı Rab
Dâfi‘-i küfr ü dalâlet Mehdîdür Nâ halef olma idüp terk-i edeb

15 22
Ey Muhîtî hânedânuñ çâkeri Ey cemâlüñ âyet-i fethün karîb
Olmuşam cân ile dilden kemteri Hatt u hâlüñ innehu şey’un ‘acîb
Şâh-ı merdân-ı ‘Alî’nüñ Kanberi Zülfünüñ küfrine ikrâr ey habîb
Kanberînüñ Kanberînüñ Kanberi İtmeyen bıynında bağlıdur salîb

16 23
Bâ-ı bismi’llâh durur Fazl-ı Hudâ Ey yañağuñ sûre-i ve’n-nâzi‘ât
Vevme ye’ti’l-lâh durur Fazl-ı Hudâ Kirpigüñ şânındadur ve’l-‘âdiyât
Genc-i ‘arşu’l-lâh durur Fazl-ı Hudâ Kaşuñ ev ednâ saçuñ ve’l-murseât
Kul kefâ bi’l-lâh durur Fazl-ı Hudâ Hatt u hâlüñ âyet ile beyyinât

17 24
Zât-ı bî-hemtâ durur Fazl-ı Hudâ Mihr-i rûyuñdan münevver kâ’inât
Vâhid ü yektâ durur Fazl-ı Hudâ Ma‘nî-i zâtuñla kâ’im her sıfât
Râzık-ı eşyâ durur Fazl-ı Hudâ Geldi ‘ışkuñdan vücûda mümkinât
A‘zam-ı esmâ durur Fazl-ı Hudâ Pertev-i ‘ışkuñdan oldı şeş cihât

18 25
Fâ‘il-i mutlak durur Fazl-ı Hudâ Elif ü yâdur karâr-ı mümkinât
Hâkim-i ber-hak durur Fazl-ı Hudâ Hâ vü tâ oldı sebât-ı kâ’inât
Gayb-dân-ı rak durur Fazl-ı Hudâ Dâl u bâ vü zîdur asl-ı şeş cihât
Kâşif-i mutlak durur Fazl-ı Hudâ Vâv u cîm u hî beyân-ı sırr-ı zât

19 26
Tâc-ı Âdemdür okı Fazl-ı Hudâ Kaşlaruñ ma‘nâsı bismi’llâhdur
Mühr-i hâtemdür okı Fazl-ı Hudâ Sûretüñ nakş-ı kelâmu’llâhdur
İsm-i a‘zamdur okı Fazl-ı Hudâ Hatt-ı vechüñ genc-i ‘arşu’llâhdur
Sırr-ı mübhemdür okı Fazl-ı Hudâ Gör sıfâtuñ ‘ayn-ı zâtu’llâhdur

20 27
Şâh server bende-i Fazl-ı Hudâ Sendedür İncîl u Furkân sendedür
Sa‘d-ı ekber bende-i Fazl-ı Hudâ Sendedür esrâr-ı pinhân sendedür
Çarh-ı ahdar bende-i Fazl-ı Hudâ Sendedür ser çeşme-i cân sendedür
Heft kişver bende-i Fazl-ı Hudâ Sendedür bu cümle seyrân sendedür

291
28 35
Sendedür Firdevs-i a‘lâ sendedür Biz ki eşyâda vücûd-ı ekremüz
Sendedür gılmân u hûrî sendedür Mazhar-ı zât u sıfât-ı a‘zamuz
Sendedür şîr ü mey ü mâ sendedür Otuz iki nutk-ı pâk u Âdemüz
Sendedür câm-ı musaffâ sendedür Bende-i Fazl-ı Hudâ-yı ‘âlemüz

29 36
Ol ki zât-ı müste‘ândur bilmişüz Men ‘aref sırrın bilen insân imiş
Hâlık-ı kevn ü mekândur bilmişüz Nefsin idrâk itmeyen hayvân imiş
Hâdî-i devr-i zamândur bilmişüz Vech-i Âdem sûret-i Rahmân imiş
Hazret-i sâhib-i beyândur bilmişüz Hakka inkâr eyleyen Şeytân imiş

30 37
Fî vü dâd u lâmedür ikrârımız Bil vücûduñ hayme-i mî‘âd imiş
Vardur andan gayriye inkârımız Kâdî anda lâm u fî vü dâd imiş
Kim ki bildiyse bizim esrârımız Sözlerüñden kâf u nûn îcâd imiş
Aña keşf oldı kamû envârımız Âdem ü Havvâ hemân bir âd imiş

31 38
Kâf ile nûndan vücûda gelmişüz Sendedür ma‘nâ-yı sırr-ı lev-kesef
Yetmiş ikiden şuhûda gelmişüz Sûretüñ hattın okı ez men ‘aref
Bist ü heşt ile ku‘ûda gelmişüz Eyleme evkâtı teşrîfün telef
Sî vü dû şâhuz cünûda gelmişüz La‘l-i zî-kıymetsin olma gel hazef

32 39
Müfredât-ı nutk-ı pâk-ı hâtemüz Devr-i Mehdî’dür irişti Fazl-ı Hak
İstivâ-yı hatt-ı veche Âdemüz Zâhir oldı ma‘nî-i Rabbü’l-felak
Sırr-ı rûhu’llâh-ı ibn-i Meryemüz Gözterür ‘ilmini anuñ her varak
Mazhar-ı hejde hezerân ‘âlemüz ‘Alleme’l-esmâ’e külden al sebak

33 40
Âlem içre biz ki Fazlu’llâhîyüz Her cihetden görinen dîdâr-ı Hak
On sekiz biñ âlemüñ âgâhiyüz Aç gözüñ kendi yüzine toğrı bak
Cümle mevcûduñ muhakkak şâhıyuz Tutmagıl Şeytân gibi insâna dak
Şark u garbuñ ârif-i bi’llâhıyuz Okı ‘ilm-i ebcedi var ol sebak

34 41
‘Âleme Fazl-ı Hudâ’dan gelmişüz Ey cemâlüñ âfitâb-ı zât-ı Hak
Nûr-ı pâk-ı Mustafâ’dan gelmişüz Zülf ü kaş u kirpigüñ âyât-ı Hak
Biz ‘Aliyye’l Murtazâ’dan gelmişüz Hattuñ itdi ‘âşıka isbât-ı Hak
Şâh Hüseyn-i Kerbelâ’dan gelmişüz Oldı yüzüñden ‘ayân mir’ât-ı Hak

292
42 49
Zâhir oldı sırr-ı Kur’ân aç gözüñ Otuz iki harfdur zâtum benüm
Câhil u mahrûm kalma der özüñ Yazılur vechümde âyâtum benüm
Gavrine irişmek isterseñ sözüñ Kim ki fehm eyler ‘ibârâtum benüm
Câvidân-nâme’ye tutgıl yüzüñ Añadur cümle işârâtum benüm

43 50
Kulhu va’llâhu ahed ’dür sûretüñ Müfredâtum kim mürekkeb olmuşam
Sırr-ı Allâhü’s-samed ’dür sûretüñ Mâder ü ferzend u hem eb olmuşam
Lem yelid velem yûdled ’dür sûretüñ Pîş ü pes u râst u hem çeb olmuşam
Hem lehu küfven ahed ’dür sûretüñ Mahrec u halk u zebân-leb olmuşam

44 51
Serv-i gülzâr-ı cinândur kâmetüñ Mâsivâdan göñlümi pâk eyledüm
Nahl-ı bâğ-ı erguvândur kâmetüñ ‘Aklımı ‘ışk içre çâlâk eyledüm
Sidre-i heft âsumândur kâmetüñ Tâ ki cimim câmesin çâk eyledüm
Müntehâ-ı câvidândur kâmetüñ Cânımı andan ferâh-nâk eyledüm

45 52
Çün tecellî kıldı Fazl-ı zü’l-Celâl Deyr-i mînânuñ bugün ‘Îsâ’sıyam
Arada mahv oldı evhâm-ı hayâl Tûr-ı Sînâ’nuñ yine Mûsâ’sıyam
Kalmadı gayr-ı kelâm-ı lâ-yezâl Âdemüñ külliyet-i esmâsıyam
‘Ârife hâl oldı cümle kîl ü kâl On sekiz biñ ‘âlemüñ ma‘nâsıyam

46 53
Evvel âhir zâhir ü bâtın benem Çâr-ı terkîb içre şeş sû olmuşam
Cümle şeyde gâ’ib u hâzır benem Bist ü heşt ile sî vü dû olmuşam
On sekiz biñ ‘âleme nâzır benem Mahşer u senc ü terâzû olmuşam
Öldürüp dirgürmege kâdir benem Görmege Allâhı gözgü olmuşam

47 54
Beyt-i ma‘mûruñ ezel mi‘mârıyam Bâ-ı bismi’llâhi’rrâhmâni’rrahîm
Küntü kenzüñ ma‘nî-i esrârıyam Okudum ma‘nâ-yı Kur’ân-ı ‘azîm
Yoğ iken kevn ü mekân varıyam Sûre-i seb‘al-mesânî ey hakîm
On sekiz biñ ‘âlemüñ serdârıyam Añla kim budur sırâte’l-mustakîm

48 55
Otuz iki nutk-ı zât-ı mutlakam Sırr-ı bismi’llâhi’rrahmân olmuşam
Hakk ile Hak olmuşam ‘ayn-ı Hakkam Ser-be-ser âyât-ı Kur’ân olmuşam
Ben kelâmu’llâh-ı sırr-ı muğlakam Nutk ile ‘Îsî-i devrân olmuşam
Ma‘nî-i âyât-ı nûr-ı eşrakam Hızr-ı vaktem çeşme-i cân olmuşam

293
56 63
İstivâ sırrını tâ fark itmişem Ey yüzüñ hurşîd u mâh-ı âsumân
Bahr-ı nûra ben beni gark itmişem Zülf ü kaş u kirpigüñ seb‘al mesân
Sanma sûfîler gibi zerk itmişem Ey hatt u hâlüñ kelâm-ı Câvidân
Lâ ve illâ câmesin hark itmişem Sûretüñ nakşında oldı Hak beyân

57 64
Olmuşam Mansûr-ı vakt hakdur sözüm Burc-ı sevr u şîrde şems-i cihân
Leyse fi’ddâr gayr ene’l-Hakdur sözüm Eyledi Mirrîh ile nâgeh kırân
Saçlaruñ vasfında muğlakdur sözüm Bunlaruñ oldı kırânında ‘ayân
Kıl yarar şöyle müdakkikdur sözüm Âteş-i sûzân u tîğ-ı cân-feşân

58 65
‘Ayn u lâm u yîye añla Kanberüm Âmir-i kevn ü mekândur kâf u nûn
Fî vü dâd ü lâma ya‘nî çâkerüm Hâlık-ı halk-ı cihândur kâf u nûn
Otuz iki nokta çün kim mazharum Sırr-ı te’vîl u beyândur kâf u nûn
Gün gibi her zerreden bil azharum Ya‘ni Fazl-ı müste‘ândur kâf u nûn

59 66
Tâ hayâlüñ dilde mihmân itmişem ‘Ayn-ı zât-ı kün fe-kândur kâf u nûn
Cânımı yolına kurbân itmişem Hem sıfât-ı kün fe-kândur kâf u nûn
Vasla irüp terk-i hicrân itmişem Muhkemât-ı kün fe-kândur kâf u nûn
Göñlümi gül gibi handân itmişem Şeş cihât-ı kün fe-kândur kâf u nûn

60 67
Mazhar-ı esmâ-i külle Âdemem Fazl-ı Hakdur vâkıf-ı sırr-ı cihân
Vâkıf-ı esrâr-ı ism-i a‘zamem Fazl-ı Hakdur kâşif-i genc-i Kur’ân
Küntü kenzün sırrına ben mahremem Fazl-ı Hakdur hâkim-i kevn ü mekân
Pâdişâh-ı on sekiz biñ ‘âlemem Fazl-ı Hakdur sâhib-i emr ü beyân

61 68
Geldi Âdemden vücûda kâf u nûn Mushaf-ı hüsnüñ okursañ mû-be-mû
Zâhir oldı sırr-ı zât-ı dâ’imûn Vech-i Fazl-ı Hak görüne rû-be-rû
Şânımıza geldi nahnu’l-vârisûn Serseri olma ve gezme sû-be-sû
Añla bizüz âhirûn u sâbikûn Sendedür zât-ı kelâm sî vü dû

62 69
Ey yüzüñ Ka‘be saçuñ hablu’l-metîn Gösterelden sûrein ma‘nâ bize
Hatt u vechuñdur huden li’l-‘âlemîn Zâhir oldı ‘alleme’l-esmâ bize
Ey dudağuñ çeşme-i mâi ma‘în Menzil-i a‘lâdadur me’vâ bize
İşigüñ cennât-ı Firdevs-i berîn Lâ şerîküz yok durur hemtâ bize

294
70
Ey rûhuñ Allâh u nûrun ma‘nâsı
Kâmetüñ Sînâ vü Tûrun ma‘nâsı
Saçlaruñ haşr u nüşûrun ma‘nâsı
Sendedür cennât u hûrun ma‘nâsı

ARŞÎ1

1 6
İbtidâdur ibtidâdur ibtidâ Emîn-i kenz-i Tâ hâ’dur Muhammed
Geldi Fazl-ı Hak bulundı intihâ Habîb-i fazl-ı yek-tâdur Muhammed
Oldı keşşâf-ı rumûz-ı mâverâ Cemâl-i Hakka binâdur Muhammed
Çeşm-i cânı aç berü gel tâliba Kemâl-i zâta dânâdur Muhammed

2 7
Feyz-i Fazl-ı Hak tecelli eyledi Hâdi-i râh-ı bekâdur Mustafâ
Geldi cisme cânı ihyâ eyledi Nûr-ı zât-ı Kibriyâdur Mustafâ
Cümleten eşyâyı güya eyledi Şâhid-i Fazl-ı Hudâdur Mustafâ
Gör ne lutf u gör ne i‘tâ eyledi Halka Hâlıkdan ‘atâdur Mustafâ

3 8
Fazl-ı Hakdur fazl-ı Hakdur fazl-ı Hak Ahmed ü Mahmûd Ebu’l-Kâsımdur ol
İlm-i zât-ı gaybdan virdi sebak Sırr-ı İsmâ‘il ü İbrâhimdür ol
Zulmet-i şâma odur Rabbü’l-Felak Kâinâta rahmet-i Râhimdür ol
Ol durur Vehhâb min şarri halak Mülk-i şer‘-i hikmete hâkimdür ol

4 9
Si vü dü hatt-ı ruhuñ âyâtını Ol durur mahbûb-ı Rabbü'l-Âlemin
Fazl-ı Hakdur eyleyen isbâtını Nûr-ı zât-ı evvelîn ü âhirîn
Fehm iden güftâr-ı mermûzâtını Müfti-i mahşer imâmü’l-mürselîn
Añladı vahş u tuyûr esvâtını Şâfi‘-i rûz-ı cezâ-i vâpesin

5 10
Bende-i Fazl-ı Hudâyuz tâ ebed ‘Alidür fâtih-i bâb-ı velâyet
Tâlib-i te’vîl-i bâ’yuz tâ ebed ‘Alidür hâdi-i râh-ı hidâyet
Bahr-ı zâta âşinâyuz tâ ebed ‘Alidür sâhib-i lutf u ‘inâyet
Dürr-i pâk-i bi-bahâyuz tâ ebed ‘Alidür bî-bidâyet bî-nihâyet

1 Kahraman, Arşi Divânı, s. 456-63.

295
11 18
Şir-i bâb-ı Kibriyâdur Murtazâ Mûsî-i Kâzım imâm-ı Hak durur
Mîr-i saff-ı evliyâdur Murtazâ Dîn-i pâk-i Ahmede revnak durur
Sırr-ı cem‘-i enbiyâdur Murtazâ Sırr-ı zât-ı Hâkim-i mutlak durur
Neyyir-i her-dü-serâdur Murtazâ Âlem-i ‘ilm-i beyân u dak durur

12 19
Taht-ı mülk-i câna serverdür ‘Alî İmâm-ı heştümîn şâh-ı Horâsân
Mazhar-ı Allâhu ekber’dür ‘Alî Emir-i server-i hayl-i muhibbân
Mahrem-i sırr-ı peyâmberdür ‘Alî Odur mu‘ciz-nümâ-yı mülk-i İrân
Vâlid-i Şeppîr ü Şepperdür ‘Alî Odur müşkil-güşâ-yı ehl-i îmân

13 20
Hasandur kurretü’l-‘ayn-ı Peyâmber Şâhbâz-ı evc-i izzetdür Takî
Hasandur dürr-i pâk-i âl-i Haydar Râh-dân-ı mülk-i hikmetdür Takî
Hasandur seyyid-i zâta mutahhar Şem‘-i cem‘-i bezm-i vahdetdür Takî
Hasandur âfitab-ı çarh-ı ahzar Nûr-ı çeşm-i ehl-i rü’yetdür Takî

14 21
Hüseyn şâh-ı şehîd-i Kerbelâdur İlm-i gayb-ı zâta âlemdür Nakî
Hüseyn çeşm-i çerâğ-ı evziyâdur Zübde-i evlâd-ı âdemdür Nakî
Hüseyn nûr-ı şu‘â-ı Mustafâdur Vâris-i esrâr-ı Hâtemdür Nakî
Hüseyn esrâr-ı zât-ı Murtazâdur Seyyid-i sâdât-ı Ekremdür Nakî

15 22
Server-i ebrârdur Zeyne’l-abâ Nûr-ı pâk-i Kibriyâdur ‘Askerî
Mazhar-ı Gaffârdur Zeyne’l-abâ Sâhib-i seyf ü livâdur ‘Askerî
Merhem-i dîdârdur Zeyne’l-abâ Pişvâ-yı evziyâdur ‘Askerî
Vâkıf-ı esrârdur Zeyne’l-abâ Âb-ı rûy-ı evliyâdur ‘Askerî

16 23
Bâkır oldı Ârif-i Rabbü’l-‘ulâ Hâdî-i râh-ı hidâyet Mehdîdür
Bâkır oldı hâdî-i mülk-i bekâ Dâfi‘-i küfr ü dalâlet Mehdîdür
Bâkır oldı vâlî-i fazl-ı ‘atâ Kâşif-i sırr-ı velâyet Mehdîdür
Bâkır oldı seyyid-i her-dü-serâ Hâfız-ı dîn ü diyânet Mehdîdür

17 24
Ca‘fer-i Sâdık imâm ibnü’l-imâm Cümlesi bir nûr-ı vâhiddür bular
Buldı dîn ü mezheb anuñla nizâm Zât-ı fazl-ı Hakka şâhiddür bular
Olsun erbâb-ı hakâyıkdan müdâm Sûret-i Rahmâna sâciddür bular
Rûh-ı pâkine anuñ yüz biñ selâm Sâlih-i pâk-i muvahhiddür bular

296
25 27
On iki ma‘sûm-ı pâküñ kulıyam Mustafâ devrânıdur devrânumuz
Kapusında cân ile mebzûliyem Murtazâ seyrânıdur seyrânumuz
Hânedânun hâsıl u mahsûliyem Kerbelâ meydânıdur meydânumuz
Her mevâli-meşrebüñ makbûliyem Evliyâ erkânıdur erkânumuz

26 28
Tâ ezelden Haydarîyem Haydarî Tâbi‘-i âl-i Rasûlem Arşiyâ
Dide-i a‘danuñ oldum hançeri Aşk-ı evlâda hamûlem Arşiyâ
Olalı âl-i Rasûlün çâkeri Tâlib-i sâhib-usûlem Arşiyâ
Olmışam hüzn ü melâletden berî Der-geh-i Mevlâya kulam Arşiyâ

FÂNÎ1

1 5
Sensüz ey dilber bana yokdur karâr Âdem oldı mazhar-ı envâr-ı zât
Oldı sahrâlar yaşumdan lâle-zâr Mazhar-ı nûrı sıfât-ı kâyinât
Rahm kıl ben mübtelâya ey nigâr Âdemisen gayra mâyil olmagıl
Kim yanar şevk-i ruhuñdan dilde nâr Tâ bilesin nidügin zât u sıfât

2 6
Rûşen eyle gönlümi ey âfitâb Ehl-i ‘aşkun kıblesi dîdârdur
Kim yanar şevk-i ruhundan cânda tâb Sanmañuz ya seng ü yâ dîvârdur
Mushaf-ı hüsnündurur üstâd-ı ‘aşk Perdeden ger geçdüñise göresin
Kʼoldur ey dilber bana ders ü kitab Kim cihânı toptolu envârdur

3 7
Mübtelânam derdüme eyle devâ ‘Aşkuñı iden kimesne ihtiyâr
Fürkatüñ dilde yakar nâr-ı belâ İde mi mülk-i cihâna i‘tibâr
İşigüñde ey sanem lâyık degül İşbu hestîden bu gün bunda gülen
Kʼola bı̂gâ ne kadı̂mi â şinâ Yarın anda ağlayısar zâr u zâr

4 8
Susadum vaslun şarâbın sun baña Hızr elinden nûş kıl âb-ı hayât
Leblerüñden derdüme eyle devâ Tâ ki cânun görmeye hergiz memât
Dôstum baña yeter eyle cefâ Sendedür âb-ı hayâtuñ çeşmesi
Vaktidür ben hasteye eyle vefâ Göresin i[t]düñse tebdil-i sıfât

1 Kayhan, Divan-ı Fânî, s. 147-51.

297
9 12
Ey dirîgâ sen saña oldun hicâb ‘Âlemüñ cismine âdem cânimiş
Kʼâ ftâ bun nû rına oldun sehâb Çünki âdem mazhar-ı Rahmân’imiş
Hâne-i cismüni eylegil harâb Sûretile gerçi âdem katredür
Tâ olasın gark-ı nûr-ı âftâb Ma‘nîyile bahr-i bî-pâyânimiş

10 13
Derd-i dilberdür devâsı ‘âşıkuñ Rahm idersen ben gedâya vaktidür
Râhat-ı cândur belâsı ‘âşıkuñ Lutf idersen âşinâya vaktidür
Oldugıyçün şâh-ı ‘aşkun bendesi Kul irerse pâdişâha vaktidür
Cümle ‘âlemdür gedâsı ‘âşıkuñ Gark olursa cân safâya vaktidür

11 14
Cümle ‘âlem cism ü âdem cânimiş Vasl-ı ihsânı bize oldı harâm
Kalb-i âdem mazhar-ı Rahman’imiş Vasl-ı rûhânî bizüm oldı müdâm
Şâh-ı ‘aşkun bendesi sultânimiş Gark-ı vasluñdur dil-i sâfum benüm
Bu felekler ol şehe eyvânimiş Kim visâl-i rûha olmadı gamâm

15
Ol güneş itdi tecellî bî-gamâm
Künc ü halvet oldı bu demde harâm
Mürg-i câna zühd-i takvâ oldı dâm
Çünkim el virdi bu dem ‘îş-i müdâm

PÎRKÂL1

1 3
Ey bize aşkı revân iden revân Bahr-i vahdet fülküdür dil-âşıkân
Komadıñ uşşâk içinde cism ü cân Dürr-i deryâ-yı hakîkat âşıkân
Lîk lutfuñ her birini depredür Gevher-i genc-i ezeldür âşıkân
Yine virdin her birine tâze cân Mest-i câm-ı lem-yezeldür âşıkân

2 4
Ey göñül derd ehlinün dermânı var Perde-i sırr-ı ebeddür âşıkân
Ey göñül ‘aşk ehlinüñ sultânı var Pertev-i nûr-ı ehaddür âşıkân
Ey göñül cân mülkünüñ cânânı var Sırr-ı Allâhü’s-sameddür âşıkân
Ey göñül ten kişverinüñ hânı var Kul hüvallâhü ehaddür âşıkân

1 Küçük, Pîrkâl Dîvânı, s. 230-70.

298
5 10
Mahzen-i esrâr-ı aşkdur bu göñül Alî-veş ursun ey pîr Alî Sultân
Matla-ı envâr-ı aşkdur bu göñül Nice bir olasın âlemde pinhân
Mevc urur deryâdurur mevcî güher Hidâyet zülfikârın eyle üryân
Kulzüm-i zehhâr-ı aşkdur bu göñül Velâyet düldülü alsun ko meydân

6 11
Gerçi bir nakş-ı mücellâdur kafes Şarâb-ı aşka sâkî evliyâdur
Murg-ı cân gözini açmaz bir nefes Hakka gidenlere hoş reh-nümâdur
Ehl-i Hakka cümle ‘âlem muhtesib Yüzün görmek anuñ mahz-ı atâdur
Çün mürâ’î sûfîler oldı ‘ases Ki vech-i evliyâ vech-i Hudâdur

7 12
Gel ey zâhid geçe zerk u riyâdan Olur bir ruhları gülzâr-ı peydâ
Şarâb-ı aşkı nûş it evliyâdan Olur gülşende bülbül zâr-ı peydâ
Halâs itsün seni havf ü recâdan Ene’l-Hakk câmın içse cân-ı Mansûr
Geçe bu kîl ü kâl ü mâcerâdan Olısardur anunçün dâr peydâ

8 13
İçenler evliyâdan câm-ı ‘aşkı Hakâyık sırrını bilmek dilersen
Ne zühdi añladılar ne ho meşkı Ko varlıklarıñı oda bırak sen
Olupdur cümlesi hayrân u medhûş Degüldür zühd ü takvâ ile ol hâl
Bırakdılar cihânı dahi zerkı Bunıñladur diseñ gitdiñ ırak sen

9 14
Sen ol gün ki sofûları görürsin Ezel hum-hânesinde cür’a-i nûş
Eger hâlini bilsen tükürürsin İdenler tâ ebeddür mest ü medhûş
Olupdur cümlesi İblîs ü Şeytân Şarâb-ı vahdeti ger idesin nûş
Ayak basduğı yirleri görürsin Kılasın dem-be-dem deryâ gibi cûş

15
Baña benden visâlüm hem firâkum
Benüm benden baña hem iştiyâkum
‘Acebdür bu ki ben benden cüdâyum
Baña benden delîl ü reh-nümâyum

299
CA‘FERÎ1

1 6
Zât-ı Hak’dan çün nüzûl oldı kitâb Bizim sultânımuz ‘ayn-ı Alîdür
Rûz-ı mahşer geldi vakt-i ihtisâb Bu tende cânımuz ‘ayn-ı Aîdür
Cânuma her dem irişür bu hitâb Hakîkat Ka‘besidür âsitânı
Kim Alîdendür kamuya feth-i bâb Aña bürhânımız ‘ayn-ı Aîdür

2 7
Ger cihânda bulmak isterseñ necât Şâh-ı merdân server-i dünyâ vü dîn
Cümle hall olmak dilerse müşkilât Kudret-i Hak şîr-i Rabbü’l-‘alemîn
Ahmed-i Muhtârı bil nûr-ı sıfât Haydar-ı Kerrâr emîrü’l-mü’minîn
Haydar-ı Kerrârı bil mir’ât-ı zât Saf-der-i ser-dâr imâmü’l-müttakîn

3 8
Aña kim devlet ezelden yârdur Heşt mihr-i Hayder ü Safder yakîn
Muktedâsı Ahmed-i Muhtârdur Asl-ı îmân mâye-i dünyâ vü dîn
Pîşvâsı ehl-i beyt-i tayyibîn Bî-cevâzeş nekdered kes ez sırât
Reh-nümâsı Haydar-ı Kerrârdur Bî-velâyiş kes neyâbed hûrun ‘în

4 9
Her kimüñ kim muktedâsı şâhdur Anhâ ki demrâ zî belâ zede-end
Her dü-kevn aña mu‘în Allâhdur Dest der-dâmen-i Alî zede-end
Aña ikrâr eyleyen buldı necât Ez dem-i mazhar-ı acâyib hoş
Añı inkâr eyleyen gümrâhdur Tabli kavs-ı Sübhânî zede-end

5 10
Aña kim âl-i Alî oldı imâm Mazhar-ı zât-ı Hudâ-yı zü’l-celâl
Buldı mü’minler içinde nîk-nâm Gayrı Haydâr nîst ân sâhib-kemâl
Oldı ol merdâne-i merd-i tamâm İn merâtib kes nedâret der-cihân
Rahmet anuñdur hakîkat ve’s-selâm Cüzz Muhammed Mustafâ min ba‘d-i âl

1 Dereli, Ca’ferî Divanının Tenkitli Metni, s.


524-27; Demir, Caferî Baba, s. 361-63.

300
MEDHÎ1

1
Var ise bir zerrece ‘âruñ senüñ
Yokdur ey dil aşk-ile kâruñ senüñ
Şöyle zâr ol aşk bâzârında kim
Halkı bîzâr eylesün zâruñ senüñ

2
Tabîbüm bendeñi öldürdi aşkuñ
Rakîbi şâd idüp güldürdi aşkuñ
Beni rüsvây idüp bâzâr-ı gamda
Melâmet tablını ladurdı aşkuñ

3
Cihânda şu kişinüñdür sa‘âdet
Özinde münderic ola se ‘âdet
Biri lutf u biri cûd u biri hulk
Bular kimde bulınursa sa‘âdet

1 Seyhan, Mehdî Divanı, s. 625.

301
17. YÜZYIL

BAHTÎ (SULTAN I. AHMED)1

1 6
Âh kim ol serv-kad bakmaz baña Gönül nâr-ı gama sûzân olupdur
Nâz u istiğnâ ider ol dilrübâ Anuñçün yüregüm püryân olupdur
Bahtiyâ eyleme âh ile zâr Seni görmeyeli ey mihribânum
Bir gün ola eyleye mihr ü vefâ Gözüm giryân ü dil nâlân olupdur
2 7
Gözlerümden tañ mı kan aksa dilâ Âşinâ-yı aşkuñ oldum ben henüz
Yârüm olan sevdügüm bakmaz baña Bend-i zülfüñe tolaşdum ben henüz
Bahtînüñ göñlini alup ol perî Hasta hâlüm ey perî rahm it baña
Cevr ider ol yüzi mâhum dâ’imâ Âşıkam yalvarı geldüm ben henüz
3 8
Göñlümi vîrân idüp yıkma meded Gözlerümden yaş akar Ceyhûn-veş
Lutf idüp ağyârı güldürme meded Yüregüm yanar benüm kânûn-veş
Güzelüm rahm eyle gel bâşuñ içün Bahtiyâ bilmem n’olur hâlüm benüm
Uşta öldüm baña zulm itme meded ‘Aklum alındı benüm Mecnûn-veş
4 9
Perîşân olduğum yârüm içindür Şem‘-veş yanar idüm tâ subha dek
Cefâ vü cevri çok yârüm içindür Ağlayup iñler idüm tâ subha dek
Gözüm ağladuğı derd ile her dem Zârılıkla eyleyüp Bahtî müdâm
Lebi mül sevdüğüm cânum içindür Derd-ile aglar idüm tâ subha dek
5 10
Hançer ile bekler imiş ol nigâr Kimseler derde giriftâr olmasun
Karşu tutam sînemi ursun o yâr İñleyüp bülbül gibi zâr olmasun
Tenüm anuñ cânum anuñ ben anuñ ‘Âşka düşüp zâr ü gamhâr olmasun
Neyler ise eylesün ol şîvekâr Sevdügi agyâr ile yâr olmasun

11
Senüñ aşkuñ beni dîvâne itdi
Belüm bükdi dilüm vîrâne itdi
Vefâ gelmez imiş senden kapuñda
1 İsa Kayaalp, I. Ahmed ve Divanı, (Yüksek İşigünüñ kuluñ cânâna itdi
Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul
Üniversitesi SBE, 1991, s. 61-66.

302
ŞEYHÜLİSLÂM YAHYÂ1

1
Umma Yahyâ çarh-ı kec-revden meded
Âsitân-ı pâdişâhı kıl sened
Hazret-i Sultân Osmân’un Hudâ
Devletin kılsun müebbed tâ-ebed

FENÂYÎ CENNET MEHMET EFENDİ2

1 3
Hâlümüze Bârî ihsân eyleye Ehl-i irfânuñ makâmı kâf imiş
Cümle müşkilleri âsân eyleye Ârif-i Rab ârif-i a‘râf imiş
Mazhar-ı esrâr-ı ‘irfân eyleye Bilmeyen ol kâf-ı sûzı lâf imiş
Cân u dil derdine dermân eyleye Özüni bilen bugün şarrâf imiş

2
Ara yirden câna ref‘ ola hicâb
Göre göz envârını bî-irtiyâb
İde kullarına her dem feth-i bâb
Gûş-ı câna ire lutfuñdan hitâb

İSMÎL HABÎBÎ EFENDİ3

1 2
Al şikârı fursat elde var iken Zann-ı bedden kıl hazer toğrı otur
Kıl ‘ameller bu vücûduñ sağ iken Kepenek altında zîrâ eritür
Gelmedin mevt işüñi eyle tamâm Kendüñe itme kıyâs her gördigüñ
Gözlerüñ yumulmayup bîdâr iken Hakk dikenden tâze güller bitürür

1 Hasan Kavruk, Şeyhülislâm Yahyâ Divânı,


Ankara: MEB Yayınları, 2001, s. 501.
2 Yıldız, Fenâyî Divanı, s. 492-504; Aydın,

Fenâyî Cennet, s. 389-90; Aydın,


Üsküdarlı Fenâyî Cennet Mehmed Efendi
ve Divanı, s. 331-32.
3 Burak Beken, İsmâ‘îl Habîbî Efendi ve

Hırz-ı Cân, (Yüksek Lisans Tezi), Rize:


Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi SBE,
2016, s. 237, 258.

303
ÜNSÎ HASAN1

1
Dest-i mürîd dâmen-i pîr bir olur
Bir mürîde mürşit ancak pîr olur
Âşık u sâdık nişânı ol durur
Pîre kulluk eyleyüp dil-gîr olur

MESÎHÎ-İ TEBRİZÎ2

1 5
İtme nefsini ki esîr hırs u âz İt rakîbi göreyim yâ Rab ite
Hırs u âzuñ kaydıdın köñülü âz Nice bizni yâr yanıdın ite
Ger dilesin dehr ara âzâdelik Yüz vefâ bar itdikim yok anda bir
Dehr köp u âzına meyl eyle az Hayf irür nisbet anı kılmak ite
2 6
Nice beñzüm sarı olsun eskim al Ârızuñ güldür nigârâ yâsemen
Ey ecel rahm eyleyip cânımnı al Kim aña güldür gulâm u yâsemen
Rûzgârum tîredür bahtım kara Kara zülfüñdin cüdâ sünbül kimi
Çerh-ı ahzar tâ maña kıldı bu âl Kara kıldum tün ü girdüm yasa men
3 7
Serv-i âzâdum çok idi sûseni Tâ ki ol gül çehre mindin tüştedür
Kâmetiga bende kıldı sûseni Hicrdin yüz hâr-ı mihnet cândadur
Sudaki ârısını görgeç köñül Ger men andın ayru tüştüm ey köñül
‘Âlemi bir su kurar bir sûseni Hadmetîdesin barıp cân birledür
4 8
Zîb çün tuttuñ elüñe âyine Ey köñül ol bî-vefâ sarıga bar
Ta‘na vurduñ çerh-ı kevni a yine Nice kim cân cism-i bîmâruñda bar
Tûsi-i ‘akl âyinedin her görüp Ol nice atsun saña gam nâveki
‘Ârızınıñ ey perî çü âyine Sin digil kim nâvek-efgen ilgi bar

1 Savaş Uzun, Ünsî Hasan Efendi Hayatı, 9


Eserleri, Dönemi ve Divanı’nın Tenkidli Nice köñlüm bolsa hicrândın yara
Metni, (Yüksek Lisans Tezi), Niğde:
Ey felek rahm it bir işimge yara
Niğde Üniversitesi SBE, 2003, s. 338.
Min kimi dişler nedâmet parmağı
2 Şevket Baştürk, Mesîhî-i Tebrizî Hayatı,
Her kim aldansa mürüvvetsiz yâra
Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanının
İncelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Afyon:
Afyon Kocatepe Üniversitesi SBE, 2006,
s. 55-58.

304
10
Nice bolsun lâle tik bağrımda dâğ
Hem dil-i zâr gamda gamdın dâğ dâğ
Hûblardın cânga ger köp dâğ idi
Veh ki koydurdı meni yavuz bu dâğ

SOFYALI RÂSİH1

1
Eyledikçe rûyıña cânâ nigâh
Anıñ içün eylerim cân ile âh
K’olmuş bîni elif ol dîdehâ
Şekl-i meh üstünde ebrû-yi siyâh

1 Abdullah Bulut, Sofyalı Yusuf Rasih Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Divanı’nın Tenkitli Metni, (Yüksek
Lisans Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi SBE, 1998, s. 115.

305
18. YÜZYIL 6
Hizmetinde Âdemüñ hâk it yüzüñ
SEYYID MEHMED EMÎN1 Nutkı su ile yunup pâk it yüzüñ
Göresin dost yüzini ayne’l-yakîn
Tâ ki rûşen idesin cânuñ gözüñ
1
7
Âdeme lâzım olan ‘irfân imiş
Vech-i Âdem Hâlıka bürhân imiş Sanma ten gözi görür Âdem yüzüñ
Kim ki bildi nefsini sultân imiş Görmek isterseñ açagör cân gözüñ
Âdemüñ sohbetine bulsañ vusûl
Mâzi müstakbel aña bir ân imiş
Güş-ı câna tak anuñ her bir sözüñ
2
8
Âdeme ikrâr iden insân olur
Âdemi inkâr iden Şeytân olur Bulmak isterseñ eger Hakka vüsûl
Secde eyle Âdeme ‘âr eyleme Sıdk ile bir kâmile bende ol
Gezme âfâkı yeter çekme emek
Kim ki irdi Âdeme sultân olur
Sen saña gel iste sen de bul
3
9
Hakkı isterseñ yüri Âdemde bul
Vech-i Âdemden durur bil Hakka yol Dost yüzin görmek dilerse ey sikât
Sıdk ile girdüñse Âdem feyzine Cân göziyle bak ki pürdür şeş-cihât
Cümleye sultânsın eşyâ saña kul Fethola dirseñ saña işbu nikât
Ara yerden benligini getür at
4
10
Âdemi sûret degil ma‘nâ durur
Vahdeti kesretde buldı ehi-i hâl
Veche ma‘ni görmeyen a‘mâ durur
Ehi-i sûret çünki ma‘nâ görmedi Kesret ehli vahdeti bulmak muhâl
Kîl u kâl ile işleri da‘vâ durur Sırruñı nâdâna keşf itmek vebâl
Hâl-i Mansûrdan yüri var ibret al
5
11
Âdem-i ma‘nâya ir bul Âdemi
Âdemi bulmayan olmaz Âdemi Bulanlar Hakkı birlikde bulupdur
Çün nefehtu fîhi min rûhî didi İkilikde kalan yolda kalupdur
Bil bu sırrı bul senüñle hem-demi Gel imdi birlige ir Hakkı añla
Seni Hakk bunda anuñçün salıpdur

12
Cümle âlem yaradılmakdan murâd
Bile hemân maksûd sensin gayri âd
1 Mahmut Gider, Seyyid Mehmed Emin Kadrüñi bil zâyi‘ itme ânuñı
Efendi Divanı, (Tenkitli Metin-İnceleme), Yohsa kalduñ dü cihânda nâ-murâd
(Yüksek Lisans Tezi), Elazığ: Fırat
Üniversitesi SBE, 2011, s. 494-500.

306
13 18
‘Aşkdur peydâ kılan bu ‘âlemi Vâdi-i ‘aşka irişürse bir er
‘Aşkdur gûyâ kılan her âdemi O da gark olur kılan anda sefer
İlm-i evvel ilm-i âhir ‘aşk imiş Âşık olan imdi pür-âteş gerek
‘Aşka ulaş âşık ol bul bu demi Küllî yanup bula maksûda zafer

14 19
‘Âlemi zâhir kılan bu ‘aşk imiş ‘Aşkdan oldı dü cihâna bil nizâm
Âdemi bâtın kılan bu ‘aşk imiş Her ne kim var ‘aşk ile tutdı kıyâm
Çünki fânî ola küllî mâsivâ Çün habîbu’llâha ‘aşk oldı imâm
Hakk ile bâkî kalan bu ‘aşk imiş ‘Aşkdur pinhân u peydâ ve’s-selâm

15 20
‘Aşkdur söz söyleden âşıklara Ta ezel Seyyid durur ‘aşkuñ kulı
‘Aşkdur yol gösteren sâdıklara Kim haber virdi size toğrı yolı
‘Aşka hall itdiler her müşkili Ger sözine dir ise anuñ beli
‘Aşk rehber oldı hep sâliklere Alem içre olasız tahkik veli

16 21
‘Aşk imân oldı ‘akl oldı gümân Nice yıllar bekler iseñ halveti
‘Akluñı terk eyle isterseñ îmân Bulmayasın bî-delîl ol hazreti
Mâ-tekaddümden dinür söz hemân Pîre iriş sıdk ile gir silkine
Bir yere sığmaz yalan ile îmân Halvetî ol Halvetî ol Halvetî

17
‘Aşk âteş oldı ‘akl oldı duhân
‘Aşk geldikde ‘akl kaçar hemân
Çünki ‘aşka ‘akl mahrem olmadı
Aklı terk it ‘aşk ile bul cânâ cân

307
HASAN SEZÂYÎ 1

1 4
Lutf ümmîd itme bî-insâfdan Lâ ile nefy-i vücûd eyleyügör
Ger ümîd eylerseñ it bir sâfdan Lâ’da illâyı şuhûd eyleyügör
Nâfe her âhûda vardur şüphe yok Nefyi nefy eyleyügör ey tâlib
Bûyı hoş gelmez velî her nâfdan Sadr-ı isbâta su‘ûd eyleyügör

2 5
Râst ol kecden saña gelmez ziyân Âşıka rahm eylemez hergiz o yâr
İrgürür ser-menzîle tîri kemân Tîg-i gamzın dem-be-dem kana bular
Çün elif lâ’ya mukâbil oldı gör Her kaçan zülfini tahrik itse bâd
Nefyiken isbât ider anı hemân Tîb ider halkuñ meşâmını bular

3
Çün et-tevlhid iskâtu'l izâfât
İdesin kalur ancak bâki ol zât
Nedür iskâtuñ aña vehm-i gayrı
Gider vehmüñ ola iskâtuñ isbât

1 Ali Rıza Özuygun, Hasan Sezâyî’nin


Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Dîvânı’nın
Tenkitli Metni ve İncelemesi, (Doktora
Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi
SBE, 1999, s. 522, 523, 532; Muhittin
Pektaş, Sezâyî (Câbî Hasan Dede) Hayatı,
Eserleri, Edebî Kişiliği ve Divanı’nın
Tenkitli Metni, (Yüksek Lisans Tezi),
Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1998, s.
578, 582.

308
Hâl-i hoş-fâle dedim müşgin nukat
NECCÂR-ZÂDE ŞEYH RIZÂ1
Eyledim cânâ galat-ender-galat
Aldım âgûşa miyân-ı dilberi
1 Zâhir oldı nükte-i hayrü’l-vasat

Kad bede’s-sabru müftâhu’l-ferec 8


Sabr eder âhir eder def ‘i harec Budur ol pehlivân-ı şevk-i sipâh
Vird-i ashâb-ı safâdır subh u şâm Nâsır-ı kavl-i lâ ilâhe sivâh
Rabbenâ ba‘de’l-harec miskü’l-erec[?] Dedi hak ile Hazret-i Ahmed
2 Hâlidübnü’l-Velîd Seyfu’llâh

Oldı dîvân-ı ma‘ârifde ‘azîz 9


Delk-i sâlûsı eden rest-âvîz Mihnete sâbır olan buldu ferec
Tâ-be-key savm-ı sivâey zâhid Feth olur bâb-ı ferah ba‘de’l-harac
‘Iyd-i vuslatda olur mu perhîz Rastdır râh-ı tevekkül sûfiyâ
3 İlticâ-yı gayrdan lutf ile gec

Aldı mülk-i meşâmı bûy-ı heves 10


Reşk-i bâğ oldı çarsû-yı heves İstikâmet üzredir bünyâd-ı çerh
Âb-ı şebnem mizâc-ı eşkimden Hikmete mensûbdur imdâd-ı çerh
Dutdı âfâkı [bu] ebrû-yı heves Sa‘d u nahsi kabza-i kudretdedir
4 Böyledir kutb-ı kerâmet-zâd-ı çerh

Bu şeb nâ-gâh çeşmim hâba varmış 11


Düşünde mûmiyân-ı yâri sarmış Bulmadım ben la‘l-i dil-berden lezîz
Bi-hamdi’llâh sararmışken dil-i zâr Buldum ammâ şehd ü şekerden lezîz
Şarâb-ı la‘lini görmüş kızarmış Teşneler kevser lebinden sordular
5 Dediler pâlûde-i terden lezîz

Dilde kuruldu yine bezm-i hass 12


Geldi bu şeb meclise hass-ı havass Peyker-i gayb u şehâdet şâdet bâş
Elden ayağ aldılar erbâb-ı aşk Perde ez ser ber-küşâdet şâd bâş
Buldı şeref pâyıña [kim] ihtisâs Sî-dûd ber vefk-i dil-hû Ahmed Rızâ
6 Kutb-ı gerdûn serâdet şâd bâş

Eyle serin hazret-i cânâna arz 13


Ya‘ni sultân-ı celîlü’ş-şâna arz Sâkinân-ı halka-i bezm-i havâss
Gayrıdan mahfi gerekdir râz-ı dil Buldular sadr-ı edebde ihtisâs
Hasb-i hâlin etme her nâ-dâna arz Zîr-i sakf-ı himmeti eyler penâh
7 Eyleyen mey-hâne-i ‘aşkı menâs

1 Danacı, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, s. 34-456.

309
14 17
‘Arz-ı hâlin etme her nâ-dâna ‘arz Nâzım-ı gayb ede hüsn-i matla‘
Eyle bir sultân-ı ‘âlî-şâna ‘arz Nâme-i şevkime mısra‘ mısra‘
Derd-i dildir derdine dermân olan Hâme-i nazmıma lutf et yâ-Rabb
Derdini kıl hazret-i dermâna ‘arz Gelmesin evvel ü âhir makta‘

15 18
Reh-güzâr-ı gamda olmaz inbisât Bir seher oldu hüveydâ zîr-i men‘
Kâr-ı müşkildir sırat üzre neşât Dest-i erbâb-ı gazâda reste tîğ
Râh-ı hayretden güzer matlûb ise Gerden-i mezheb tırâş-ı dînden
Dâmen-i irşâda besdir irtibât Etmez ol tîği cihâd ehli dirîğ

16 19
Mültecâdır zât-ı mutlakdan mufâz Ey gül-i ra‘nâ tekellüf ber-taraf
Küllü şeyde mültemesdir itti‘âz Âb-ı rûyun yok yere etme telef
Eyledim ruhsâre-i nazmım nihân Hâra yâr olma meded ‘ısyândır
Tâ ki reh-yâb olmaya çeşm-i gılâz Kavl-i Hakkdır nâ-halef olmaz halef

İBRÂHİM NAZÎR/NAZÎRÂ1

1 3
Göñül bir şâh-ı hüsne ma’il oldı Vâris-i ilm-i ledündür Gülşenî
Anuñ lûtfını dâim sâ’il oldı Ârif-i esrâr-ı kündür Gülşenî
Gehî cevr ü cefâda gâhî ammâ Vâkıf-ı ahvâl bî-şın ü bî-sin
Vefâ vü lûtfa gâhi nâ’il oldı Nüktedân-ı her sühandur Gülşenî

4
2 Meşveretle emr olunmışdur şehâ
Mürşidânuñ ârif-i akvâliyem Her zamân re’yiñe itme iktidâ
Âşıkânuñ vâkıf-ı ahvâliyem Çün dinilmişdür ferâmûş eyleme
Nisbetümden olınur ise suâl Vakt olur kim müctehid eyler hatâ
Hanikâh-ı Gülşenî abdâlıyam
5
Perîşândur heme ahvâl-i dünyâ
Gerekmez kîl ü kâli bize ammâ
Derûn hâlî olur mı hîç kederden
Mu’în ola bize her demde Mevlâ
1 Necdet Şengün, Nazîr İbrâhim ve Dîvânı,
(Doktora Tezi), İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi SBE, 2006, s. 861-93.

310
6 13
Ne deñlü eyleseñ tedbîri tahkîk Dir iseñ vaslına cânânuñ erem
Olur elbet murâdu’llâha ta‘lîk Gülsenînüñ güllerini hep derem
Seherler dergeh-i Hakka yüzüñ sür Cebhe-sâ-yı âsitânı olagör
Umûruñda refîküñ ola tevfîk Dergehidür şübhe yok bağ-ı İrem

7 14
Rızâ-yı Hak ile bir bî-nevâyem Şân-ı devlet heme sehâ iledür
Sürûrum var göñülde pür-safâyem İzzet ü rif‘ati atâ iledür
Degişmem pâdişâhân ile hâlüm Hırs u buhl ile denâet âlemde
Gedâ-yı dergeh-i lûtf-ı Hudâyem Jajhâyân ile gedâ iledür

8 15
Cismimüz hâk ile yeksân olacak Geşt-i dâniş nükte ârâ-yı cihân
Kimse bilmez ki netîce n’olacak Şi‘r ü inşâyeş heme merğûb-ı cân
Hayr u şer her ne ise rûz-ı cezâ Gûş kün evsâf-ı hûbân râ ez-ân
Nefsimüz eyledigini bulacak Tâbiyâ bî-behre ez âşıkân

9 16
Bî-vefâlar içre olmış kâ’ide Gerek şâh ol gerek cânâ gedâ ol
Kimseden bir kimseye yok fâ’ide Hemân lûtf ile teslîm-i rızâ ol
Mâluñı bî-hûde isrâf eyleme Selâmet bulmak istersen cihânda
Her zaman inmez semâdan mâ’ide Hevâ-yı nefsi terk it pâdişâh ol

10 17
Dergeh-i yârı melâz eyleyelüm İde Hudâ rûz u şebüñ Kadr ü ‘îd
Dîdemüz lûtfına bâz eyleyelüm İzzet ü devlet ile ömrüñ mezîd
Nâil-i zevk-i visâl olmak içün Çeşm-i bed ez-rûy-ı tû bâdâ ba‘îd
Hazret-i Hakka niyâz eyleyelüm Sayyahake’llâhu sabâha’s-sa‘îd

11 18
Derd-i ‘aşkuñla her gün âh itdük Her husûsuñ evveline i‘tibâr
Bezm-i âlemde çok günâh itdük İtme ma‘lûm ola tâ encâm-ı kâr
Fikr-i vasl ile hâliyâ simdi Kâr-ı merdândur Nazîrâ hıfz idüp
Dergeh-i yârı biz penâh itdük Âkibet-bîn ol olasuñ nâm-dâr

12 19
Hakkı Hak ile bilür tâlib-i Hak Cihat-ı sitte ‘azm itse muhakkak
Zikr-i Hakkı idelüm biz de sebak Bulunmaz yol kalur ‘âşık mu‘allak
Hakka vâsıl olalum Hak diyerek Ne yire varur ise anda ma‘bûd
Hak ola dilde muhakkak mutlak Odur maksûd odur Mevcûd-ı Mutlak

311
20 26
Gayrı gör kendüñi görme cânâ Varlığuñ terk eyleyüp asla karış
Merdüm-i dîde görünmez zîrâ Lûtf idüp cümle ile birden barış
Ayb-ı gayra nazar itme aslâ Merd-i Hakkuñ hîç biri saña dimez
Kendi aybını görürsüñ a‘lâ Eşheb-i tab‘uñla cümleyle yarış

21 27
Velîler zümresinüñ pîşvâsı Zât-ı pâkiyle Resûlin dâ’imâ
Cenâb-ı Hazret-i Şeyh Rıfâ‘î Fahr iderler enbiyâ vü evliyâ
Zamânında olanlar kutbu’l-aktâb Lutf-ı Hakla leyle-i Mi‘râcda
İderler idi andan intifâ‘ı Gâşiye-dâr oldı Cibril-i Hudâ

22 28
Soyınub girer iseñ meydâna Ratb u yâbis hâr u mâr dile hemin
İşlerini göregör merdâne Cem‘ ile ezdâdı Rabbü’l-‘âlemîn
Bezm-i âlemde hemân lâzım olan Rûhı tavsît eyledi bî-çâre rûh
Lâyıkıyla hareket insâna İsti‘âzeyle ider âh u enîn

23 29
Oluruz nefsüñ elinden ‘âciz Bu gice yatmışuz yâ Rab vebâle
Dimezüz kimseye amma acız Yüzüm yok dergehüñe ‘arz-ı hâle
Kerem ü lutf-ı Hudâ hâzır iken Dil-i mahzûnumı şâd eyle yâ Rab
Ya neden gayrilere muhtâcuz Kerem eyle Nazîr-i bî-mecâle

24 30
Duhter-i rezle basıldı Vehbî Tarafeyn olsa eger nefs ü hevâ
Dil-i rüsvâyınuñ oldı kesbi Her biri bir yaña çekse cânâ
Bezme Râşid dahi ol demde gelüp Sakınup olma birine zinhar
İhtiyâr eyledi kavl-i kizbi Tabi‘ ol rûh vire saña safâ

25
Devâdur derdlere la‘l-i dilârâ 31
Olur her derd-i dil emmüñle a‘lâ Katre-i şebnem ki pür-rû-yı gülest
Husûl-i kâm-ı dille sadr-ı a‘lâ Nist şebnem esîr-i rû-yı bülbülest
Mu‘allâdur mu‘allâdur mu‘allâ Zülf-i ân mahbûb-ı mergûbem merâ
Der-gülistân-ı ‘Aden çün sünbülest

312
GURBÎ1 7
Ger gelürse âdeme bir dem ferah
1
Hem ‘akîbinde irür aña terah
Allâh Allâh di gel iy dil ibtidâ
Dirlik-i dünyâda olmaz kimseye
Hayr-ile tâ bula işüñ intihâ
‘Ömri içre istedüke merah
Didi Dervîş Ahmed Allâhum vire
Ola nazmum bu elifden tâ be-yâ 8
Evvel Âhir Hakdur ol Hayyu’l-ebed
2
Zâhir u Bâtın O’dur Ferdü’s-samed
Bezm-i câna gözlerüm yaşın sarâb
Hâlık u Bâri Kadîm u Lem-yezel
Kanlu kılsam tañ degül bağrum kebâb
Didi birdür şübhesüz Ahmed ehad
Ehl-i ‘aşk añlar bu remzi bî-riyâ
Müşrik u kâfir bilür bilmez kitâb 9
Okumak Kur’ândan evvel festeğiz
3
Emr olundun bil nedür ol fettehiz
Ten türâb olınca Hakka minnet it
Sırr-ı ma‘nâyı bilenler bildiler
Âhiret mülkinde dâruñ cennet it
Kim ne dir âyetdeki in yettehiz
Bu tehîdür dime hakdur bu kelâm
Ben didigüm saña sen gel elbet it 10
Gerci deryâda cevâhir bî-şumâr
4
Gözle isterseñ selâmet sen kenâr
Sorarsañ baña sen şimdi havâdis
Hâk-i pây ol olma baş ‘âkil olup
Didiler hamr icun ümmü’l-habâ’is
Hak huzûrında dilerseñ i‘tibâr
Kamu şeyde eser Allâh ilendür
Gerek mevrûs u vâris ba‘s u bâ‘is 11
Gel tazarrû‘-ile Hakka it niyâz
5
Hem huzûr-ı kalb-ile kıl sen namâz
Bir ‘aceb kuş adıdur anun turaç
Rûz-ı mahşerde dilerseñ olasın
Hoş etibbâ yazdılar anı ‘ilâc
Cümle mahlûk içre anda ehl-i nâz
Ol ‘ilâca n’eylesün di iy tabîb
Olmayınca kâbiliyyetli mizâc 12
Tan degül Hak ‘aşkına giysem pelâs
6
Çünki virdi cismüme sıhhat libâs
İy göñül bulmak diler iseñ felâh
Ni‘met-i İslâma olmaz bil yüri
Bil helâl ile harâmı hem mubâh
Hiç bu dünyâ içre bir ni‘met kıyâs
Oldı üç kısm üzre bunlar münkasım
Muktesidle zâlim u ehl-i salâh 13
İtmeyenler sırrını nâ-ehle fâş
İki âlem içre ol kurtardı baş
1 Sibel Akbulut Selçuk, XVIII. Yüzyıl Şairi Ber-murâd oldı rızâu’llâh-ile
Gurbî’nin Divanı (İnceleme-Metin), Her kimüñ ceşmi tökerse kanlu yaş
(Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Marmara
Üniversitesi SBE, 2007, s. 208-18.

313
14 21
Her ulü’l-elbâba ibretdür kasas Ola vâsi‘ dir iseñ ger bu mazîk
Beñzer ammâ olımaz gümüş rasas Toğrı var gel Hakka irişdür tarîk
Câhil u nâdâna söz kâr eylemez Avn-i Bârî ola iste dâ’imâ
Fehm ider mi ma‘nâyı ehl-i baras Hem hidâyet olalar sana refîk

15 22
Eyler iseñ Hakka kıl hâcâtuñ ‘arz Bahr-i dünyâ içredür âdem semek
Kıl edâ saña ne kim emr itdi farz Başı üzre devr ider dâ’im felek
Her zarûret vakti her bir kimseye Emr-i Mevlâ birle fehm it her zamân
Virüp almak farz olupdur bil ki karz Hizmet-i insâna kâ’im her melek

16 23
Hâlis it a‘mâlüñi olmaya habt Zâhir olan ‘âlem içinde celâl
Zikr-i Mevlâ birle vir sen saña rabt Var durur zımnında elbet bir cemâl
Her hevâya mâ’il olmakdan sakın İkisi bir olmayınca bilesin
Er ol ‘âlem icre nefsun eyle zabt Bulımaz bir kimse bir işde kemâl

17 24
Nevmüñ âhir vaktidür elbet yakaz İrmesün dirseñ eger saña elem
Bilmem andan her kişi eyler mi hazz Her kişiye ol yüri sâhib-kerem
Rûz şeb Allâhuñ izni birledur Bunca tahrîrâta kıl gel bir nazar
Virüp alup her nefes-ile lihaz Kim ne ikrâm itdi bu halka kalem

18 25
Ol berü gel bu kelâma müstemi‘ İy Hüve’l-Hallâk u Rabbü’l-‘âlemin
Kıl perişân fikrüñi sen müctemi‘ İy Kaviyy u Mun‘im u Kâdir Metîn
Hak te‘âlâ saña besdür her nefes Zâhir u Bâtında lutf it bizlere
Her husûsda ğayrıdan ol mümteni‘ Her ne yirde olsavuz ol sen mu‘în

19 26
Senden ayru ola çokdan ol ırağ Görmedüm işitmedüm Hakdan ulu
Hubb-i dunyâdan olup terk u firâğ Yirde gökde ins ü cinde gel berü
Cehd idup subh u mesâ gel sa‘y kıl Lutf u ihsânıyla ‘âlemler kamu
Kalbüñ içre nûr-ile uyar çerâğ Her zamândur anuñ-ile toptolu

20 27
Gel kanâat kıl saña irür kifâf Cümle mevcûdâta birdür bil İlâh
Ger libâs u ger bisât u ger lihâf Kaplamışdur halkı bir nûr-ı siyâh
Rûhuñ a‘lâdur kamudan gerci kim Anuñ içün añlamazlar özlerin
Bu dem icre ten durur aña gılâf Yirde gökde bunca bu cünd u sipâh

314
28 30
Mu‘mine ahsen olan irür belâ Çün yigirmi hem sekiz Kur’ânda harf
Bu belâ didükleridür ibtilâ Oldı bü’l-kavm-i ‘Arabda lâ-yı zarf
Bir ‘acâ’ib sır durur bi-iştibâh Pâ vu çâ vü jâ vu kâyı zam ‘Acem
Bilmez anı olmayanlar mubtelâ İdüp otuz iki oldı añla ‘urf

29 31
Derviş Ahmed çünki Gurbîyem didi Otuz iki harf-ile didüm belî
Bilürem ezber hesâb-ı ebcedi Otuz iki kıt‘a bilgil iy velî
Umaram Hakdan Muhammed ‘aşkına Pâ vu câ vu jâ vu kâ otuz iki
Kim vire bana ol ‘ömr-i sermedi Yetmiş iki milletüñ olur dili

HAKİM MEHMED EMİN1

1 2
Na’t-i pâk-i hazret-i fahrü’l-beşer Tâlib-i cânân olan bî-dâr olur
Mültezim subh ü mesâ şâm u seher Zikr u fikri dâ’imâ dîdâr olur
Rûz u şeble mihr ü meh mânendidür ‘Örfiyâ sende degil bu güft u gû
Fahm ider iz‘ânla ehl-i nazar Söyleden dâ’im seni Cebbâr olur

AĞAZÂDE ‘ÖRFÎ2 3
Ey meh içdüm ‘aşk ile ben nice sem
1
İrişür deryâda çün mâhîye yem
İde ide ilticâ-yı vuslatuñ Emsem olmaz mı ‘aceb dil hasteñem
Ağzı egerdi ‘adû-yı nekbetüñ Öldürür ‘Örfi dehân-ı yâri em
Bir dahı sen âfete çarpılmasın
‘Örfî gibi hep çekerler gayretüñ 4
Bakılmaz ceşmine merdüm-şikâruñ
Yamândur gamze-i tâtârı yârüñ
Yine ol şeh-süvâr olmuş seherde
1 Mehmet Çakırcı, Hakim Mehmet Efendi
Murâdın bilmedüm çâbük-süvâruñ
Divanı (İnceleme-Transkripsiyonlu
Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Sivas: 5
Cumhuriyet Üniversitesi SBE, 2006, s.
201. Dilâ mir’âta bak seyr it cemâli
2 Turan, Edirneli Örfî Mahmûd Ağa, Dîvân, Temâşâ eyle sun‘-ı Zü’l-celâli
s. 666-77; Çağdaş Albayrak, Ağazâde Örfî Mihr-i ruhsârı üzre zülf-i şeb-gûn
Divânı (Transkripsiyonlu Metin İder mihnet-zede rûz u leyâli
Aktarımı), (Yüksek Lisans Tezi), Edirne:
Trakya Üniversitesi SBE, 2009, s. 224-
33.

315
6 8
Şâhsın cânâ diyâr-ı cilvenüñ Âteş itdüñ göñlümi ey gonce-fem
Âb-ı rûyısın bahâr-ı ‘işvenüñ Dökdi su sakkâ-yı ceşmi dem-be-dem
Nice feryâd itmesün ‘Örfi-i zâr Sâkin olmaz tutusan od suyile
Ter-gülisün sebze-zâr-ı kisvenüñ Senden olur bana olursa kerem

7
Cemâl-i yâre baksan yane ‘Örfî
Muhabbet şem‘ine pervâne ‘Örfî
Şarâb-ı ‘aşk-ile mestâne ‘Örfî
Elestüñ bezmine peymâne ‘Örfî

ŞEYH GÂLİB1

1 2
Kevser-i âteş-nihâdın adı eşk Açılsın bâb-ı devlet gülşen olsun
Dûzah-ı cennet-nümânın adı ‘‘aşk Hemîşe hâtır-ı vâlâ şen olsun
Bir lügat gördüm cünûn isminde ben Furûg-ı lâle-zâr-ı âsümân-veş
Anda hep cevr ü cefânın adı ‘‘aşk Çerâgân-ı inâyet rûşen olsun

EBUBEKİR CELÂLÎ2 2
1 Kıldı ihdâ vâli-i ferkunde zât
Bâde üç desti vü dilber hande-rû Çok zahîre çend şât ‘alâ berât
Çehresi gül misk ü ‘anber-hâl ü mû Bu ‘atayâtı tezekkürle dedim
İçdim öpdüm kokladım güldi dedi Bahşişât u bahş-i şât ü bahşiş at
Bu sebû se bûse bu se bu se bû

1 Naci Okçu, Şeyh Gâlib (Hayatı Edebî


Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli
ve Divânının Tenkitli Metni), Ankara:
Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993, s. 953,
956.
2 Erdem Sarıkaya, Ebubekir Celalî Divanı:
Karşılaştırmalı Metin-İnceleme, (Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul Kültür
Üniversitesi SBE, 2008, s. 443, 447.

316
FASÎHÎ1

1
Kal ayakda köhne câm-ı mül gibi
Başa çık âlemde tâze gül gibi
Zülf-i yâre sarılam dirseñ dilâ
Kıl perîşân kendiñi sünbül gibi

1 Haluk Gökalp, Fasîhî Divanı (İnceleme-


Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Adana:
Çukurova Üniversitesi SBE, 2001, s. 407.

317
19. YÜZYIL

KÖSTENDİLLİ SÜLEYMAN ŞEYHÎ1

1
İşidip rahm eylesin âlem baña
Gelmesin dostum demiş benden baña
Dergehiñde halka-mengûşuñ olam
Lutf edip dîvâne göñlüm al saña

MEHMET NEBÎL2

1 4

Hasret-i la‘liñ humâr-ı cândır Yine ibrâm ile ol şûhı râm it


Çekdiğim hamyâze-i devrândır Miyânın zîb-i âgûş-ı merâm it
Mâder-i bahtım Huda bîdâr ide Hasendir resm-i istifsâr-ı hâtır
Mehd-i gamda tıfl-ı dil nâlândır Nebîlâ zîver-i dûş-ı selâm it

2 5

Olsa besdir duht-ı rez mahrem baña Esdi nesîm-i zafer-i rûzgâr
Hoş gelür tenhâ olan âlem baña Değdi rakîbe nazar-ı rûzgâr
Dil-i şebistân visâle hükm ider ‘Âlim olan uçsa da kâr eylemez
Halka-i gîsûsıdır hâtem baña Câhil olur mu‘teber-i rûzgâr

3 6

Zülfi içinde ruh-ı pür-jâlesi Cemâliñ şevkine sûzân olur şem‘


Nûr-ı siyeh mi o mehiñ hâlesi Ânıñçün böyle nûr-efşân olur şem‘
Eyle nazar sîne-i pür-dâğıma Eğer bezmiñde bir kez dil uzatsa
Âdem imiş gülşeniniñ lâlesi Zebânın kesmeğe şâyân olur şem‘

7
Gülde vüs‘at var iken dil-teng ider
Gonçeye bahs-ı lebiyle reng ider
Mülk-i fâsıñ zülfidir ser-‘askeri
Sünbüli divânına serheng ider
1 Mustafa Kundakçı, Köstendilli Süleyman
Şeyhî Efendi’nin Dîvânı’nın Tenkitli Metni,
(Yüksek Lisans Tezi), Sakarya: Sakarya
Üniversitesi SBE, 2003, s. 289.
2 Yasemin Aktaş, Mehmet Nebil ve Divanı,
(Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 2010, s. 344-52.

318
EMÎRÎ (ÖMER HAN)1

1 7
‘Arızın͡g gü l-zârı cennet bâğıdur İy sehî-kâmet başımga sâye sal
Tâ zü lfü n͡g câ n kuşını bâ ğıdur Tâblar u gîsû-yı ‘anber-sâye sal
Halka-i zü nnâ r zü lfü n͡g devride ‘Işk sahrâsıda iy serv-i revân
Kâfir-i ‘ışk olmaganlar bâğıdur Seyl irü r eşkim ayagın͡g sâ ye sal

2 8
Iy perı̂-veş gü l yü zü n͡gdin perde al Ne üçün dâğ itdi zâhir lâle-zâr
Kim gamıdın közde yaşım boldı al Gü l yü zü n͡ge ger imestü r lâ le-zâr
Yâ r bolgaylar san͡ga mahşer kü ni Gül işitmes nâle sûsen sözlemes
Ahmed-i muhtâr ile ashâb u âl Bü lbü l-i bı̂-çâ re gü n͡g ü lâ le zâ r

3 9
Bâdesiz bî-tâb min bu kiçe men Şem‘ yan͡glıg yanadur başımda ot
La’lin͡g istep imdi câ ndın kiçe men Köz yaşımdın yir yüzide ündey ot
Sâhil-i maksûdga yitkey min mü dip Kan yaşım kıldı yolun͡gnı lâ le-zâr
Köz yaşım deryâsıda su kiçe men Munça taksîr eyledim kanımdın öt

4 10
Bî-nevâ min yâr köz ü kaşıdın Iy kö n͡gü l bu kiçe ol ay sarı bar
Tilbe kö n͡glü m kilmes anı kaşıdın Âh otın yarutma kim ağyarı bar
Kâ fir ü mü ’min anın͡g hayrâ nıdur Tohm-ı mihr iktim muhabbet bâğda
Küfr izhâr itti zülfi kaşıdın Verd berg açtı vü gam kiltürdi bâr

5 11
Ol perî cânımga otlar yakadur İy sitem-ger hâlime nezzâre kıl
Kö ygenim kö n͡gliga yahşı yakadur Pîç ü tâbım ot ara andak ki kıl
‘Işkıda her yan tüşüp cismimga çâk Zâ hidâ pendin͡gni kılmas min kabû l
Tilbe min pîrâhenim bî-yakadur Tilbelerga sûd kılmas kâl ü kîl

6 12
Nev-hatım zülfidin açkan çağda çîn Ol perî tâ eyledi ‘azm-i Buhâr
Münfa‘ildür müşgidin âhû-yı Çîn Dûd-i âhımdur felek üzre buhâr
Çîn ü Mâçîn zülf-i pür-tâbıdadur Gülni ruhsârı diken fark itmedi
Sözüm yalgan imestür barça çin Kim letâfet içre ol güldür bu hâr

13
Hem-nişîn ağyâr tâ ol yâredür
1 Mustafa Tanç, Ömer Han Divanı İnceleme- Kögrekim hasret okıdın yaradur
Metin, Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Mey bile sâkî himâyet bolmasa
SBE, 1994, s. 286-90. Şıhne-i hicrân yürekni yaradur

319
14 20
Cilve eylep sigretürde ser-keş at Her kiçe kök bezmide tâbendedür
Nâz okın cevlân itip cânımga at Mihr-ruhsâ rın͡gga ay tâ bendedü r
Itlerin͡g hayliga hidmet eyledim Hicr öyinçe bolmagay dûzah otı
Koydılar ehl-i vefâ dip man͡ga at Kim bu ot bî-tâbdur tâ bendedür

15 21
Tilbe min şehlâ kö zü n͡g â lû sıdın Dil-berâ hicrin͡g otıda yana men
Uzmedim bâ ğın͡gda vasl â lû sıdın Ortenip vaslın͡g tiler min yana men
Hicr deştide yügürmaglıg bile Ka‘be ‘azmidin man͡ga sen mü dde‘â
Yitmedim vaslın͡ga yol alusıdın Bolmasan͡g elbette andın yana men

16 22
Ol ki şem‘-i ‘ârızını nârı bar Dîde saht u hıyre durur âyîne
Hüsn gül-zârıda ikki nârı bar Rû -be-rû boldu cemâ lin͡g ayına
Halk ‘âşıklıgımdın ‘âr itip Bolsa kö n͡glü m dik muhabbet vâ lesi
Yanıda oltursam aytur narı bar Su bolup akkay idi her âyîne

17 23
Kö n͡glü m aldı bir kiçik yaşlıg bala ‘Arızın͡g kim hû y ara â sû dedü r
Köz ü kaşı boldı cânımga belâ Ahter-i bahtımdur ammâ sûdedür
Eyledim vaslı neşâtıdın suvâl Ni belâ bolmış kara hâ l-i hatın͡g
Aydı nefy-i gayr-i isbât it belâ Anda gûyâ köz karası sûdedür

18 24
‘Arızın͡g mey birle gü l gü l yanadur Yâr kim cânım cefâsı bâbıdur
Ikki zü lfü n͡g dû dı ikki yanadur Tîğ zahmı tin öyini bâbıdur
‘Işkıdın zâhid kılur mün‘im mini Laht laht olgan bozuk kö n͡glü m Emı̂r
Bilmesem keyfiyyetin âyâ nedür ‘Işk dîvânını fasl u bâbıdur

19
Ger dirsem bâğ-ı visâ lin͡g nâ rı bar
Alma dip açıglap aytur narı bar
‘Işk nahli köz yaşımdan su içip
Berg ü bârını şererlıg nârı bar

320
SÛZÎ-İ SIVASÎ1

1 7

İsm-i Hakla başlanan kâr hayr ola Dertliyem bir merhem eyle yâreme
Gaflet-ile başlar iseñ şer ola Kimse bilmez çâre nedir yâreme
Her demiñde Hakkile ol ‘ârifâ Dost lütfuñ değmedikçe yâreme
Haksız olan işde bak ne hayr ola Gayriden em olmaz aslâ yâreme

2 8

Hakdan ayrı tutma bir şey ‘ârifâ Göñül mahzûndurur ağyâr elinden
Gayr ola her bir umuruñ dâ’imâ ‘Aceb kesretdedir efkâr elinden
Haksız olsa soñı gelmez bil yakîn Gül içün feryâd ider bu murg-ı dil
Gelse dahi fâ’ide virmez saña Dem-be-dem zâr ider ol hâr elinden

9
3 Cânıma cânân gerekdir gayrı yok
İttibâ‘ it ol Resülülüñ fi‘line Sevdiğim sensin cihânda gayrı yok
Teslim ol her ne dir ise kavline Herkesiñ var sevdiği âlemde çok
Şer‘-i pâkine idenler iktidâ Dü cihânda benim senden gayrı yok
Dü cihânda halel gelmez yolına 10
4 Kâr-ı cihân hep ‘abesdir aslı yok
Cân evinde eyle safâ ey göñül Dâr-ı dünyâ ‘âriyetdir aslı yok
Çıkma taşra itme cefâ ey göñül Bâki bir kâra duruş kim ey şehâ
Dost ise matlûb maksûd sendedir Seniñ ola bâki kala hezli yok
Gitme ırâk olma hebâ ey göñül 11
5 ‘Ûd u ‘anberden gelir bûy-ı Habîb
Göñül hayrândadır her demde billâh Cân dimâğı oldı ol büydan çu tîb
‘Aceb seyrândadır her demde billâh Dertli sinem yâresine dilberâ
Bu gafletle kalırsan zâhidâ sen Dest-i lutfuñ gayrı hem olmaz tabîb
Kalır hizlanda âhir demde billâh 12
6 Dilberi gördükce cân cânân olur
Serîr-i tahtgâhi bu göñüldür Her nefesde derdime dermân olur
Makâm-ı Hazret-i Şâhi göñüldür Kaşlarını rast beñzetsem şehâ
Ararsañ dostuñu gel sende ara Her neye teşbîh idem ‘ısyân olur
Ki her dem dost nazargâhı göñüldür 13
Her kelâmda sâdık ol sıddîkveş
1 Arslan, Divan-ı Sûzî, s. 327-39; Ceylan, Yâr olasıñ Hazrete sıddîkveş
Ahmed Sûzî, s. 319-32; Sağlam, Sûzî Kizb idenler oldı helâk dü cihân
Dîvânı, s. 320-37. Sıdk iden oldı ‘aziz sıddîkveş

321
14 18
Olma nâkes hem behîl mü’min iseñ Ni‘met ü in‘âm-ı Hakka şükr kıl
Kıl sehâvet merd iseñ kâmil iseñ Rûz u şeb encâm-ı hâliñ fikr kıl
Hak ‘aziz eyler sehâvet ehlini Olma gâfil dem-be-dem Hakdan sakın
Sen dahi bul ‘izzeti ‘âkil iseñ Hakka tefvîz it umûrıñ zikr kıl

15 19
Gamze-i şemşîr deldi sînemi Cânânı cânımda buldum ey şehâ
Yâreledi şerha şerha sînemi Lokmânı derdimde buldum ‘ârifâ
Merhem olmaz dü cihânda yâreme Bilmez idim kendimi bildim bu dem
Sarmadıkca yâr eliyle sînemi Hakkı buldum bende imiş dâ’imâ

16 20
Kimseyi incitme şâhım merd iseñ Bir ben değil ‘âlem seniñ ‘âşıkıñ
Sırrıñ ifşâ eyleme hem merd iseñ Bende değil şâh u gedâ ‘âşıkıñ
Kimseye hor bakma hüsn-i zan eyle İşidip tuyan adıñı ey dilâ
Hüsn-i hulkıñ bezl kıl cömerd isen Olur elbet saña bende ‘âşıkıñ

17 21
Kıl tevekkül Hâlıka olma ‘acûl Halkı unut Hakkıñı bul ey göñül
Her ne deñlü gelse Hakdan ol hamûl Hakka sen göñlüñde bul yol ey göñül
Hakkı koyup halka itme iftirâ ‘Arz-ı hâcât eyler iseñ Hakka it
Halkı koyup Hakkı bil ey pür-usûl Sen gibi halk ‘âciz kul ey göñül

22
Sûzî yârân isteme gel yâri bul
Cürmüñü afveyleyen Gaffârı bul
Terk kıl ‘aybıñ gözeden halkı sen
Sırrıñı setreyleyen Settârı bul

İBRET MEHMET EFENDİ1

1
Sâkiyâ müştâk-ı hüsn ü ânıñam
Mübtelâ-yı dîde-i mestânıñam
Bezm-i vuslatdan beri mest-i harâb
Tâ humâr-ı sâgar-ı hicrânıñam

1 Niyazi Adıgüzel, İbret Mehmet Efendi Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi), Edirne: Trakya
Üniversitesi, 2000, s. 197.

322
LEYLÂ HANIM1

1
Men ne-mîdânem safâ-yı gül-‘izâr
Ez-gam-ı dildâr sîne hem-çü nâr
Şâd şod Leylâ zi-gam giryân bûd
Âmed imrûzem peyâm ez sûy-ı yâr

2
Dil nebâşed ez-sitem âzâde âh
Gamze-i yâr ‘âşıkeş dâred ziyân
Men nemîdânem dîger ez çeşm-i yâr
Şod harâb-ı bâde Leylâ der-cihân

CELÂL (MAHMUD CELALEDDİN PAŞA)2

1
Rûyuña ‘aks eyledikce mâh-tâb
Zulmet-i zülfüñle çeksün piç-tâb
Pertev-i hüsnüñ görünce ye’s ile
Toğmadan artık utansun âfitâb

1 Mehmet Arslan, Leylâ Hanım Divanı, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2003, s. 345.
2 Ayten Koçver, Mahmud Celaleddin Paşa Divanı İnceleme-Metin, (Yüksek Lisans Tezi), Sakarya:
Sakarya Üniversitesi SBE, 2008, s. 237.

323
SONUÇ

Gerek tek dörtlükten gerekse birden fazla dörtlükten oluşan nazım şekilleri,
Türk şiir geleneğinde sık kullanılan nazım şekilleridir. İslamiyet öncesi Türk şiirinde
sagu ve koşuklar; İslamiyet sonrası Türk şiirinde ise tuyuğ, mâni, koşma, varsağı ve
ilahi gibi nazım şekilleri, dörtlüklerden oluşan nazım şekilleri olup millî nazım
şekilleri olarak kabul görürler. Bu nazım şekillerinden mâni ve tuyuğ tek dörtlükten
diğerleri ise birden fazla dörtlükten oluşan nazım şekilleridir.
Bu çalışmada, Klasik Türk şiirinde millî bir nazım şekli olarak Oğuz
boylarından beri kullanılagelmiş olan tuyuğun, şekli, ölçüsü, diğer nazım
şekillerinden farklı hususiyetleri ve tarihi seyri üzerinde ayrıntılı bir inceleme
yapılmıştır. Yaklaşık 900 divanın taranmasıyla ortaya çıkan veriler ışığında yapılan
bu araştırma ve incelemede tespit edilen toplam tuyuğ sayısı 1547’dir.
Çalışmanın başında tuyuğla ilgili klasik nazariyat kaynaklarında geçen bilgiler
toplanmış, Doğulu ve Batılı bilim adamlarının öne sürdükleri teorilerin ışığında
tuyuğun menşei ile ilgili bilgiler verilmiştir. Verilen nazari bilgiler arasında ve
tarafımızca yapılan taramalar neticesinde tespit edilen 1547 adet tuyuğdan da teyit
edildiği kadarıyla tuyuğun menşeini ve şeklini en isabetli şekilde açıklamaya çalışan
araştırmacılar, Fuad Köprülü ve Haluk İpekten olmuştur. Buna göre tuyuğ, Anadolu
ve Çağatay şairlerince meclislerde yaygın olarak söylenen ve daha çok aruzun
fâ‘ilâtün fâi‘lâtün fâ‘ilün kalıbıyla kaleme alınan, genelde cinaslı kafiyeli dört
mısradan oluşan millî bir nazım şeklidir. Tuyuğ nazım şekli başlangıçta on bir
heceden oluşan bir halk türküsü gibi ezgi hâlinde meclislerde okunurken daha sonra
İran rubâîleri ile karşılaşınca Türk diline ağır gelmeyen Remel-i Müseddes-i Maksûr’a
yani fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün aruz kalıbına dönüştürülmüş ve bu haliyle dört mısralı
bir şekil hâlinde edebiyatımızda icra edilmiştir.
Haluk İpekten’in bu konudaki ifadelerinden yola çıkarak yapılan tetkiklerde az
da olsa tuyuğun bu özel vezni dışında aynı hece sayısına sahip olan mefâ‘îlün
mefâ‘îlün fe‘ûlün ile fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezninde kaleme alınmış tuyuğlar da
tespit edilmiş ve çalışmaya dâhil edilmiştir. Buna göre, tespit edilen 1547 tuyuğun
107 adedi mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün; 12 adedi ise fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün ile kaleme
alındığı ortaya çıkmıştır. Yine tuyuğlarda kullanılan kafiye düzeninde de oldukça
kayda değer tespitlere varılmıştır. Öyle ki elde edilen tuyuğların a a x a; a a a a ve x a
x a olarak üç farklı şekilde kafiyelendiği ancak daha çok a a x a ile a a a a şeklinde
kafiyelendiği görülmüştür. Buna göre, tespit edilen 1547 tuyuğun 811 adedinde a a x

325
a; 698 adedinde a a a a; 38 adedinde ise x a x a kafiye örgüsü kullanıldığı tespit
edilmiştir.
Çalışmamızda tuyuğ ile ilgili en önemli tespitlerden biri, tuyuğların
kafiyelerinde genellikle cinasın kullanılmasıdır. Öyle ki divanlarında tuyuğ tespit
ettiğimiz 67 şairin 60’ının tuyuğlarında cinasa rastlanmıştır. Bu sayı, tuyuğ yazan
şair sayısının % 94’ünü kapsamaktadır. Yine tespit ettiğimiz bu şairlerin kaleme
almış oldukları 1547 adet tuyuğunun 893’ünde, yani toplam tuyuğ sayısının %
64’ünde cinas kullanılmıştır. Cinaslı 893 tuyuğun yüzyıllara göre dağılımından
bahsetmek gerekirse, 14. asırda 329 tuyuğ; 15. asırda 248 tuyuğ; 16. asırda 213
tuyuğ; 17. asırda 13 tuyuğ; 18. asırda 56 tuyuğ ve son olarak 19. asırda 34 tuyuğ
cinaslı olarak kaleme alınmıştır. Tuyuğlarda cinas kullanımına en fazla özen gösteren
şairlerin başında Nesîmî gelmektedir. Nesîmî, kaleme almış olduğu 337 tuyuğun
224’ünde, yani tuyuğların yaklaşık % 65’inde cinaslı kafiye kullanmıştır. Nesîmî’nin
tuyuğdaki bu tasarrufu diğer tuyuğ şairlerini de etkilemiş ve tuyuğda cinas kullanımı,
bu nazım şeklinin az da olsa belirleyici özelliği olmuştur.
Nazım şekilleri ile ilgili bilgi veren kaynaklarda, rubaîde olduğu gibi tuyuğda
da mahlasın kullanılmadığı ile ilgili bilgiler mevcuttur. Ancak gerek rubâîde gerekse
tuyuğda bunun istisnalarının varlığı zikredilmiştir. Yaptığımız taramalar neticesinde
tuyuğ kaleme alan şairler arsında 25 şairin 68 tuyuğunda mahlas kullandıkları
ortaya çıkmıştır. Tuyuğda mahlas kullanan şairlerin başını, 15. asır şairlerinden Dede
Ömer Rûşenî ve Şiban Han; 16. asır şairlerinden Şah İsmâil Hatâyî ve 18. asır
şairlerinden ‘Örfî Mahmûd Ağa’dır. Dede Ömer Rûşenî, kaleme aldığı 114 tuyuğun
13’ünde; Şah İsmâil Hatâyî, kaleme aldığı 10 tuyuğun tümünde; ‘Örfî Mahmûd Ağa ise
kaleme aldığı 8 tuyuğun 5’inde mahlas kullanmıştır. Nesîmî’nin 337 tuyuğu arsında 6
tuyuğun mahlaslı olduğunu da burada zikretmek gerekmektedir.
Klasik Türk şiirinde kaleme alınan tuyuğlar içerik açısından
değerlendirildiğinde, tasavvuf, hikmet ve nasihatin daha yoğun bir şekilde işlendiği
görülmüştür. Özellikle Hurufi propagandasının yapıldığı tuyuğların hiç de
azımsanmayacak sayıda olduğunu da söylemek mümkündür. Öyle ki 14. asırda
Nesîmî’nin başlattığı bu tarz söylemler, özellikle 16. asır şairlerini yoğun bir şekilde
tesiri altına almıştır. Bu anlamda Anadolu sahasında Alevî-Bektâşî geleneğinde
yetişip daha çok Hurufiliğin tesiriyle şiirler kaleme alan Misâlî (Gül Baba), Muhîtî,
Arşî, Fânî, Pîrkâl ve Caferî gibi şairlerin Nesîmî’nin bu üslubunu örnek alarak kaleme
aldıkları tuyuğlarla ön plana çıktıkları görülmüştür.
İçerik bağlamında tuyuğ nazım şeklinin farklı tarz ve türlerle sunulduğu da
kaydedilmiştir. Buna göre tuyuğlar arasında medhiye, fahriye, şikâyet-nâme, nasihat,
hasb-i hâl/arz-ı hâl, muammâ/lugaz ve münâcaât gibi tarzların yanında; tevhid, na’t,
sâkî-nâme, hilye, düvazimam, besmele-nâme, esma-i hüsnâ, cülûsiye, mi’râciye ve
mucizât-ı nebi gibi pek çok türde örnekler tespit edilmiştir. Bu tür ve tarzlardan
özellikle muammâ, hilye ve düvazimam örnekleri son derece kayda değerdir.

326
Taradığımız divanlarda tespit ettiğimiz tuyuğların tarz ve türe göre sayıca
değerlendirmesini yapmak gerekirse; bir sunuş biçimi olarak en fazla kullanılan
tarzlar; nasihat-nâme, hasb-i hâl, medhiye ve şikâyet-nâme olurken en fazla işlenen
türler ise tevhid, na’t, sâkî-nâme, hilye ve düvazimam türü olduğu tespit edilmiştir.
Genel olarak ise 1547 tuyuğun 754’ü sufiyâne, 395’i hekmâne, 254’ü âşıkâne ve
143’ü ise rindâne edâ ile terennüm edildiği kaydedilmiştir.
Şekil ve muhteva dışında Klasik Türk şiirinde millî bir nazım şekli olan
tuyuğun tarihi seyri de ilk defa bu çalışmayla ortaya konmaya çalışılmış ve birçok
kaynakta adı geçen birkaç şairlerin dışında, çok daha farklı ve bir o kadar da önemli
tuyuğ şairleri tespit edilmiştir. Yaklaşık 900 divanı taramak suretiyle 67 şaire ait
tespit ettiğimiz 1547 tuyuğun 485’i 14. asırda; 423’ü 15. asırda; 431’i 16. asırda; 29’u
17. asırda; 121’i 18. asırda ve 58’i ise 19. asırda kaleme alınmışlardır.
Klasik Türk edebiyatında kullanılan nazım şekilleri ile ilgili bilgi veren hemen
tüm kaynaklarda klasik edebiyatımızda tuyuğ denince akla gelen ilk şairlerin 14.
yüzyıl şairlerinden Kadı Burhâneddin ve Nesîmî’nin olduğu ile ilgili bir ittifak
bulunmaktadır. Öyle ki Kadı Burhâneddin’in 116, Nesîmî’nin ise 337 tuyuğuna
ulaşılmıştır. Bu iki şairin dışında yaptığımız bu çalışma neticesinde, 15. yüzyıl
şairlerinden Mevlânâ Lutfî, Dede Ömer Rûşenî ve Eşrefoğlu Rûmî; 16. yüzyıl
şairlerinden Antakyalı Kâsım Şeybânî, Misâlî (Gül Baba) ve Muhîtî’nin de gerek nicel
gerekse nitel olarak en az Kadı Burhâneddin ve Nesîmî kadar ön plana çıktıkları ve
tuyuğ nazım şeklinde iddialı oldukları görülmüştür.
Klasik Türk şiirinde tuyuğun tarihi seyri neticesinde, hem tuyuğ şairi sayısı
bakımından hem de kaleme alınan tuyuğ sayısı bakımından 14, 15, ve 16. yüzyılın
zirvede olduğu ortaya çıkmıştır. 14. yüzyılda, 116 tuyuğla Kadı Burhâneddin, 337
tuyuğla Nesîmî; 15. yüzyılda, 34 tuyuğla Cihân Şâh (Hakîkî), 113 tuyuğla Mevlânâ
Lutfî, 114 tuyuğla Dede Ömer Rûşenî ve 66 tuyuğla Eşrefoğlu Rûmî; 16. yüzyılda, 33
tuyuğla Dukakinzâde Ahmet Bey, 50 tuyuğla Antakyalı Kâsım Şeybânî, 125 tuyuğla
Misâlî (Gül Baba) ve son olarak 70 tuyuğla Muhîtî, tuyuğ mecrasının ustaları arasına
girmeyi başarmıştır. Yine 18. yüzyılda 31’er tuyuğla İbrâhim Nazîr/Nazîrâ ve Gurbî;
19. yüzyılda ise 24 tuyuğla Emirî (Ömer Han) önemli tuyuğ sayılarıyla dikkatleri
çekmiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz bu şairlerin arasında özellikle Mevlânâ Lutfî, Dede
Ömer Rûşenî, Misâlî (Gül Baba) ve Muhîtî’nin tuyuğ sahasındaki bu ustalıkları, tuyuğ
hakkında bilgi veren çeşitli nazariyat kaynaklarında dikkatlerden kaçtığı
görülmüştür. Dolayısıyla bu ve buna benzer pek çok şairin tuyuğ sahasındaki
maharetleri ilk defa bu çalışmayla nazara verilmiştir.
Yukarıda sıraladığımız tüm bu tespitlerin ışığında söylenebilir ki, Klasik Türk
şiiri araştırmacıları tarafından hak ettiği değeri tam anlamıyla görememiş olan millî
bir nazım şeklimiz olan tuyuğ, araştırılıp incelenmeye ve tespit edilebilen tüm
örneklerin toplanıp bir araya getirilmeye değer bir nazım şekli olduğu ortaya

327
çıkmıştır. Tespit edilen pek çok tuyuğ şairinin tuyuğlarının tümünü incelemek ve
değerlendirmek tek bir çalışmanın sınırlarını aşacağından söz konusu şairlerin
tuyuğlarını daha ayrıntılı bir şekilde ayrı ayrı incelenip değerlendirilmesi gerektiği
kanaatini taşıyarak değerli araştırmacıları bu mecrâya dâvet ediyoruz.

328
KAYNAKÇA

AÇA Mehmet, Haluk GÖKALP, İsa KOCAKAPLAN, Başlangıcından Günümüze Türk


Edebiyatında Tür ve Şekil Bilgisi, İstanbul: Kriter Yayınları, 2009.
ADIGÜZEL Niyazi, İbret Mehmet Efendi Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi), Edirne: Trakya
Üniversitesi, 2000.
AHMED CEVDET PAŞA, Belâgat-ı Osmâniye, (haz. Turgut Karabey, Mehmet Atalay),
Ankara: Akçağ Yayınları, 2000.
AHMEDHOCAYEV, Erkin, Gadoiy Devon, Taşkent: Gafur Gulom Nomidegi Adabiyot ve
San’at Neşriyoti, 1973.
AKAY Mehmet, İbrâhim Gülşenî’nin Dîvânı Metin-Dil Hususiyetleri-Sözlük, (Doktora
Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1996.
AKKUŞ Metin, Klasik Türk Şiirinin Anlam Dünyası Edebî Türler ve Tarzlar, Erzurum:
Fenomen, 2007.
AKSOYAK İsmail Hakkı, “Nazîr/Nazîrâ, İbrâhim Nazîr Çelebi Efendi”, Türk Edebiyatı
İsimler Sözlüğü, 2015, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/
index.php?sayfa=detay&detay=7105.
AKSU Hüsamettin, “Câvidânnâme”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, C. 7, s.
173.
AKTAŞ Hasan, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Divan Şiiri Etkileri, (Yüksek Lisans
Tezi), Malatya: İnönü Üniversitesi SBE, 1991.
——, Klasik Türk Şiirinde Edebî Sanatlar, Edirne: Yort Savul Yayınları, 2004.
AKTAŞ Yasemin, Mehmet Nebil ve Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 2010.
AKÜN Ömer Faruk, “Bâbür”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1991, C. 4, s. 396.
AKYÜZ, Kenan vd., Fuzûlî Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000.
ALBAYRAK Çağdaş, Ağazâde Örfî Divânı (Transkripsiyonlu Metin Aktarımı), (Yüksek
Lisans Tezi), Edirne: Trakya Üniversitesi SBE, 2009.
ALI CANIP, “Ataî’nin Tuyuğları”, Hayat, C. 4, nr. 93 (1928), ss. 286-87.
——, “Seyit Nesimi ve Tuyuğları”, Güneş, S. 7 (1927).
ALI RIZA, “Halk Bilgileri”, Adana Mıntıkası Maarif Mecmuası, S. 3 (1928), ss. 10-13.
ALIOV ihtimam Rüstem, Divan-ı Farisi Fazlullah Naimi Tebrizi ve İmadüddin Nesimi
Şirvani, Tahran: İntişarat-ı Dünya, t.y.
ALPTÜRKER İmran Gündüz, “Misâlî, Gül Baba, Cafer”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü,
2015, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=
detay&detay=7452.
ANIL Adile Yılmaz, “Şah İsmail”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, C. 38, s. 256.

329
ARAZ Rıfat, “Kadı Burhâneddin’in Kimlik ve Kişilik Yapısı ile Hayata Bakış Tarzının
Tuyuğlarına Yansıması”, Berceste, S. 24 (2006), ss. 25-29.
ARSLAN Mehmet, Leylâ Hanım Divanı, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2003.
———, Sâkî-nâmeler, İstanbul: Kitabevi Yayınları, 2012.
ARSLAN Zafer, Divan-ı Sûzî-i Sivâsî Divanı’nın Edisyon Kritiği, (Yüksek Lisans Tezi),
Kahramanmaraş: Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi SBE, 2010.
ASLAN Üzeyir, Ivaz Paşa Oğlu Atayi (ö.1437) Divanı, İstanbul: Kriter Yayınevi, 2016.
AVCI Ece, Hayat Dergisindeki Dil ve Edebiyat Yazılarının İncelenmesi, (Yüksek Lisans
Tezi), Edirne: Trakya Üniversitesi SBE, 2005.
AYAN Hüseyin, Nesimi Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1990.
——, Nesîmî Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Türkçe Divanının Tenkitli Metni, Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları, 2014.
AYDEMIR (TUNÇ) Semra, Dede Ömer Rûşenî (Hayatı, Eserleri ve Divanı’nın Tenkitli
Metni), (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1990.
AYDIN Abdullah, Fenâyî Cennet Mehmed Efendi ve Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi),
Ankara: Gazi Üniversitesi SBE, 2003.
——, “Fenâyî Cennet Mehmet Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=521.
——, Üsküdarlı Fenâyî Cennet Mehmed Efendi ve Divanı, İstanbul: Kaknüs Yayınları,
2004.
BABACAN İsrafil, “Fânî, Ahmed”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=3841.
BANARLI Nihat Sami, Edebî Bilgiler, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1944.
——, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, 2 cilt, İstanbul: MEB Yayınları, 2001.
BAŞTÜRK Şevket, Mesîhî-i Tebrizî Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanının
İncelenmesi, (Yüksek Lisans Tezi), Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi SBE,
2006.
BEKEN Burak, İsmâ‘îl Habîbî Efendi ve Hırz-ı Cân, (Yüksek Lisans Tezi), Rize: Recep
Tayyip Erdoğan Üniversitesi SBE, 2016.
BENLI Şeyma, “Dukakinzâde Ahmed Bey”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013.
BILGIN A. Azmi, “Nesîmî”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2007, C. 33, ss. 3-5.
BIRNBAUM Eleazar, “Çağatay Şairi Lutfî (Hayatı ve Eserleri)”, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. 26 (1993), ss. 189-93.
BOZ Erdoğan, Hakîkî Yusuf- Hakîkî Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı e-Kitap Yayını,
t.y.

330
BULUT Abdullah, Sofyalı Yusuf Rasih Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Divanı’nın Tenkitli Metni,
(Yüksek Lisans Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi SBE, 1998.
CAN Ertuğrul, Şuhûdî Divançesi (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Adana:
Çukurova Üniversitesi SBE, 2005.
CANÇELIK Ali, “Nesîmî Divanı’nda ‘İnsan’, ‘Âdem’ ve Bazı Temel Vasıfları”, Türkiyat
Mecmuası, C. 25/Güz (2015), ss. 65-83.
CANIM Rıdvân, Divan Edebiyatında Türler, Ankara: Grafiker Yayınları, 2010.
CAVANŞIR Babek, Ekber N. NECEF, Şah İsmail Hatâ’î Külliyatı, İstanbul: Kaknüs
Yayınları, 2006.
CEBECIOĞLU Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul: Otto
Yayınları, 2014.
CENGIZ Halil Erdoğan, “Divan Şiirinde Musammatlar”, Türk Dili Dergisi, Türk Şiiri
Özel Sayısı II, 1986.
CEYHAN Adem, Türk Edebiyatında Hazret-i Ali Vecizeleri, Ankara: Öncü Kitap
Yayınları, 2006.
CEYLAN Metin, Ahmed Sûzî Dîvân’ının Edisyon Kritiği, (Yüksek Lisans Tezi), Afyon:
Afyon Kocatepe Üniversitesi SBE, 1999.
ÇAKIR Emine, “Arşî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=5661.
ÇAKIRCI Mehmet, Hakim Mehmet Efendi Divanı (İnceleme-Transkripsiyonlu Metin),
(Yüksek Lisans Tezi), Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi SBE, 2006.
ÇALKA Mehmet Sait, Divan Şiirinde Rubâî, (2. baskı), İstanbul: Kriter Yayınevi, 2017.
ÇAVUŞOĞLU Mehmet, Amrî Divan Tenkidli Basım, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1979.
ÇELTIK Halil, Ahmed-i Rıdvân Divanı, Ankara: Bizim Büro Yayınları, 2011.
——, Ahmed-i Rıdvân Divanı, Bizim Büro Yayınları, 2011.
——, “Gazel Merkezli Klasik Nazım Şekillerinin Öğretimi”, Millî Eğitim, S. 169 (2006),
ss. 175-83.
——, “Tenkitli Divan Neşirlerinde Nazım Şekli Problemleri”, Turkish
Studies/Türkoloji Araştırmaları, C. 2/3 (2007), ss. 189-99.
ÇETIN Nurullah, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Rubâî, Ankara: Hece Yayınları,
2004.
ÇOBAN Anakız Aysel, Kadı Burhâneddin’in Tuyuğlarının Türk İslam Edebiyatındaki
Yeri ve Önemi, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Necmettin Erbakan Üniversitesi
SBE, 2015.

331
DANACI Tülin, Neccâr-zâde Şeyh Rızâ Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 1988.
DEDE Mehmet, Divân-ı Gül Baba ve Transkripsiyonlu Metni, (Yüksek Lisans Tezi),
Sakarya: Sakarya Üniversitesi SBE, 2001.
DEĞIRMENÇAY Veyis, İmâdüddin Nesîmî ve Farsça Divanı, İstanbul: Kurtuba Kitap,
2013.
DEMIR Fatma Zehra, Caferî Baba ve Divânı, (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 2004.
DEMIRBAĞ Ömer, Kadı Burhâneddin ve Şiiri, Ankara: Gazi Kitabevi, 2011.
DERELI Üzeyir, Ca’ferî’nin Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Divanının Tenkitli Metni,
(Doktora Tezi), Denizli: Pamukkale Üniversitesi SBE, 2003.
DILÇIN Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, (10. baskı), Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 2013.
——, Yeni Tarama Sözlüğü, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1983.
DILEK Figen, “Göktürk Bengü Taşlarından Günümüz Altay Türkçesine Ulaşan
Kelimeler”, Sibirya Araştırmaları, İstanbul: Simurg Yayınları, 1997, ss. 139-43.
DOKTOR RIZA NUR, “Türk Şiirinin Şekli ve Adları”, Anadolu, S. 3 (1340).
DURBILMEZ Bayram, Muhyiddîn Abdal Dîvânı (İnceleme-Tenkitli Metin), (Doktora
Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi SBE, 1998.
——, “Muhyiddin Abdal’ın Tuyuğ ve Mânileri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, S. 7 (1996), ss. 427-38.
ECKMANN János, The Divan of Gadai, Bloomington: Puublished by İndiana University,
1971.
EFENDIOĞLU Süleyman, “Mevlânâ Lutfi’nin ‘Gül ü Nevruz’ Adlı Eseri ve Yazma
Nüshaları”, I. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Konferansı İnsan ve Toplum
Bilimleri Sempozyumu (İBAD-2016), Madrid / İspanya, 2016, ss. 576-89.
EL-ACLÛNÎ, İSMÂIL B. MUHAMMED B. ABDULHADI EL-CERRAHI, Keşfu’l-Hafâ ve
Muzîlu’l-İlbâs Emme’ştehire mine’l-Ehâdîsi alâ-Elsineti’n-Nas, 2 cilt, Beyrut:
(haz. Seyh Muhammed Abdulaziz el-Hâlidî), Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1997.
ERASLAN Kemal, Ali Şir Nevâî Mîzânü’l-Evzân, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları,
1993.
——, Alî Şîr Nevâyî Mecâlisü’n-nefâyis I-II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2001.
——, “Çağatay Edebiyatı”, DİA, Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, C. 8, ss. 168-76.
——, “Gedâî”, Büyük Türk Klasikleri, 14 cilt, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1986, C. 3, s. .
ERDOĞAN Mustafa, Gedizli Kabûlî ve Dîvânı, Ankara: Gediz Belediyesi Kültür
Yayınları, 2013.

332
ERGIN Muharrem, Kadı Burhâneddin Divanı, İstanbul: İstanbul : İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, 1980.
——, Kadı Burhâneddin Divanı, İstanbul : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları, 1980.
ERSOY Ersen, II. Bayezid Devri Şairlerinden Münîrî ve Divanı (İnceleme-Metin),
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2017.
FIĞLALI Ethem Ruhi, “İsneaşeriyye”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2001, C.
23, ss. 142-47.
FILIZ Lütfi, Fânî Divanı, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2002.
GIBB E. J. Wilkinson, Osmanlı Şiir Tarihi (History of Ottoman Poetry), 2 cilt, Ankara:
Akçağ Yayınları, 1999.
GIDER Mahmut, “Seyyid Mehmed Emin Efendi”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=1574.
——, Seyyid Mehmed Emin Efendi Divanı, (Tenkitli Metin-İnceleme), (Yüksek Lisans
Tezi), Elazığ: Fırat Üniversitesi SBE, 2011.
GODSELL Fred Fyler, Kadı Burhâneddin Divanı, Gazel u Rubâiyâtından Bir Kısım ve
Tuyguları, Dersaâdet: Matbaa-i Amire, 1922.
GÖKALP Haluk, Fasîhî Divanı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Adana:
Çukurova Üniversitesi SBE, 2001.
GÖZAYDIN Nevzat, “Anonim Halk Şiiri Üzerine”, Türk Dili Dergisi, Türk Şiiri Özel
Sayısı III, S. 445-450 (1989), ss. 1-104.
GÜLENSOY Tuncer, Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü,
Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011.
GÜNEŞ Deva, Misâlî Dîvânı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Tezi), Kütahya:
Dumlupınar Üniversitesi SBE, 2011.
GÜNEŞ Mustafa, “Eşrefoğlu, Abdullah”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2015,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=7469.
——, Eşrefoğlu Rûmî ve Dîvânı (İnceleme-Metin), (Doktora Tezi), Malatya: İnönü
Üniversitesi SBE, 1994.
GÜZEL Abdurrahman, Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, Geliştirilmiş 2. Baskı., Ankara:
Akçağ Yayınları, 2004.
HAKVERDIOĞLU Metin, İslam JEMENEY, “Doğu Nazım Sanatı Hakkında Bir Çalışma
(Şeyh Ahmed İbn-i Hudaydad Tarazî- Fünûnü’l-Belâga)”, Amasya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 5 (2015), ss. 97-114.
HALMAN Talat Sait, Canevi, Ankara: Şiir Tiyatro Yayınları, 1980.

333
HASAN KAVRUK, Şeyhülislâm Yahyâ Divânı, Ankara: MEB Yayınları, 2001.
İLAYDIN Hikmet, Türk Edebiyatında Nazım, İstanbul: İnklab ve Aka Kitabevi, 1964.
İLGÜREL Mücteba, “Ahmed I”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1989, C. 2, ss. 30-
33.
İPEKTEN Haluk, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergah
Yayınları, 1999.
İSEN Mustafa, “Emirî, Ömer Han”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=1465.
——, Sehi Bey Tezkiresi Heşt-Behişt, Ankara: Akçağ Yayınları, 1998.
İSEN Mustafa, Muhsin MACIT, Türk Edebiyatında Tevhîdler, Ankara: TDV Yayınları,
1992.
İSMAIL HABIB, Edebiyat Bilgileri, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1942.
JEMENEY İslam, Şeyh Ahmed Tarazî-Söz Sanatı Fünûnü’l-Belâga, Almatı/Kazakistan,
2013.
KAHRAMAN Bahattin, Arşi Divânı’nın Tenkidli Metni I-II, Konya: Selçuk Üniversitesi
SBE, 1989.
KARA Mehmet, “Türkmen Türkleri Edebiyatı”, Türk Dünyası El Kitabı (Dördüncü Cilt)
Türkiye Dışı Türk Edebiyatları, Ankara, 1998, ss. 159-78.
KARAAĞAÇ Günay, Lutfî Divanı Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları, 1997.
KARACA Songül, Lami’î Çelebi, Fütûhu’l-Mücâhidîn li-Tervîhi Kulûbi’l-Müşâhidîn:
Nefehâtü’l-Üns Tercümesi (İnceleme, Tenkidli Metin, Sözlük, Dizin), (Devam
Eden Doktora Tezi), Rize: Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi SBE, 2019.
KARAMAN Türkan, Fenayi Divanında Dini ve Tasavvufi Motifler, (Yüksek Lisans Tezi),
Afyon Kocatepe Üniversitesi SBE, 2001.
KARASOY Yakup, Şiban Han Divânı (İnceleme-Metin), (Doktora Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 1989.
KAYAALP İsa, I. Ahmed ve Divanı, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul
Üniversitesi SBE, 1991.
KAYHAN Abdülkadir, Divan-ı Fânî İncelemesi, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Fatih
Üniversitesi SBE, 2005.
KESIK Beyhan, “Nebîl, Mehmed Nebîl Bey”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=2908.
KILAVUZ Ahmet Saim, “Ali er-Rıza”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1989, C. 2,
ss. 436-38.

334
KIZILTUNÇ Recai, “Türk Edebiyatında Tuyug ve Bazı Problemleri”, Atatürk Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 37 (2008), ss. 107-26.
KIREMITÇI İnci, Hayâlî-i Gülşenî Divânı Üzerine Bir İnceleme, (Yüksek Lisans Tezi),
Afyon: Afyon Kocatepe Üniversitesi SBE, 2001.
KOCAKAPLAN İsa, Açıklamalı Edebî Sanatlar, (2. baskı), İstanbul: Damla Yayınevi,
1998.
KOÇVER Ayten, Mahmud Celaleddin Paşa Divanı İnceleme-Metin, (Yüksek Lisans
Tezi), Sakarya: Sakarya Üniversitesi SBE, 2008.
KONUKÇU Enver, “Bâbür”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1991, C. 4, ss. 395-
96.
KÖKSAL M. Fatih, “Seyyid Nesîmî’nin Yayımlanmamış Şiirleri”, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş Velî Araştırma Dergisi, S. 50 (2009), ss. 77-135.
KÖKSAL Mehmet Fatih, “Gurbî, Ahmed”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=516.
KÖPRÜLÜ M. Fuad, Edebiyat Araştırmaları 2, (2. baskı), Ankara: Akçağ Yayınları, 2004.
KÖPRÜLÜZADE MEHMET FUAD, “Klasik Türk Edebiyatındaki Hususi Nazım Şekilleri:
Tuyuğ”, Türkiyat, C. 2 (1926).
KUNDAKÇI Mustafa, Köstendilli Süleyman Şeyhî Efendi’nin Dîvânı’nın Tenkitli Metni,
(Yüksek Lisans Tezi), Sakarya: Sakarya Üniversitesi SBE, 2003.
KURNAZ Cemal, Halil ÇELTIK, Divan Şiiri Şekil Bilgisi, (2. baskı), İstanbul: H Yayınları,
2011.
KUT Günay, Heşt Bihişt, Sehî Bey Tezkiresi (İnceleme-Tenkitli Metin-Dizin)., Harvard:
Harvard Üniversitesi, 1978.
KÜÇÜK İslam, Pîrkâl Dîvânı (İnceleme-Metin), (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul: Fatih
Üniversitesi SBE, 2008.
KÜRKÇÜOĞLU Kemal Edip, Seyyid Nesimi Divanı’ndan Seçmeler, İstanbul: MEB
Yayınları, 1973.
LÂMIÎ ÇELEBI MAHMUD B. OSMAN BURSAVÎ, Tercüme-i Nefehâtü’l-Üns, İstanbul:
Dârü’l-Tıbâatü’l-Âmire, 1270.
LEVEND Agâh Sırrı, Ali Şir Nevaî I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1965.
MACIT Muhsin, “Hakîkî, Cihânşâh”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=1278. (Erişim tarihi: 20.03.2018).
———, Karakoyunlu Hükümdarı Cihânşâh ve Türkçe Şiirleri, Ankara: Grafiker
Yayınları, 2002.

335
MEHTAP ERDOĞAN, Türk Edebiyatında Manzum Hilyeler, (Doktora Tezi), Sivas:
Cumhuriyet Üniversitesi SBE, 2011.
MENEMENLIZÂDE MEHMET TÂHIR, Osmanlı Edebiyatı -Belâgat-, (haz. M. Fatih
Köksal, Vedat Ali Tok), Ankara: Kurgan Edebiyat Yayınları, 2013.
MENGI Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, (23. baskı) Ankara: Akçağ Yayınları, 2016.
MIRZƏYEVA Xanım, “Cahanşah Həqiqinin Tuyuqları”, Filologiya Məsələri, S. 8 (2012).
OĞUZ Fatma Sabiha Kutlar, “Kâbilî, Mîr Sa’îd, Mîr Sa’îd-i Kâbilî”, Türk Edebiyatı
İsimler Sözlüğü, 2017, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/
index.php?sayfa=detay&detay=7832.
OKÇU Naci, Şeyh Gâlib (Hayatı Edebî Kişiliği, Eserleri, Şiirlerinin Umûmî Tahlîli ve
Divânının Tenkitli Metni), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1993.
ONAY Ahmet Talat, Türk Şiirlerinin Vezni, (haz. Cemal Kurnaz), Ankara: Akçağ
Yayınları, 1996.
ÖZAYDIN Abdülkerim, “Kadı Burhâneddin”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları,
2001, C. 21, ss. 74-75.
ÖZÖNDER F. Sema Barutçu, Alî Şîr Nevâyî Muhâkemetü’l-Lugateyn İki Dilin
Muhakemesi, (2. baskı), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011.
ÖZTOPRAK Nihat, “Tuyuğ”, DİA, İstanbul, 2012, C. 41, ss. 150-51.
ÖZUYGUN Ali Rıza, Hasan Sezâyî’nin Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri, Dîvânı’nın Tenkitli
Metni ve İncelemesi, (Doktora Tezi), Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE, 1999.
PALA İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul: Kapı Yayınları, 2012.
PARLATIR İsmail, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ankara: Yargı Yayınları, 2006.
PEKTAŞ Muhittin, Sezâyî (Câbî Hasan Dede) Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve
Divanı’nın Tenkitli Metni, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi SBE,
1998.
SAĞLAM Abdülkadir, Sûzî Dîvânı, (Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale: Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi SBE, 2000.
SARAÇ M. A. Yekta, Klasik Edebiyat Bilgisi Belâgat, (7. baskı), İstanbul: Gökkubbe
Yayınları, 2010.
——, Klasik Edebiyat Bilgisi Biçim-Ölçü-Kafiye, (4. baskı), İstanbul: Gökkubbe
Yayınları, 2011.
——, “Muammâ ve Divan Edebiyatındaki Seyri”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. 27
(1997), ss. 297-310.
SARIÇIÇEK Ramazan, Kemâl Ümmî Hayatı, Sanatı ve Dîvânı (İnceleme-Metin),
(Doktora Tezi), Malatya: İnönü Üniversitesi SBE, 1997.
SARIKAYA Erdem, Ebubekir Celalî Divanı: Karşılaştırmalı Metin-İnceleme, (Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi SBE, 2008.

336
SEFERCIOĞLU Nejat, “Dukakinzade Ahmed Bey”, DİA, 1994, C. 9, ss. 549-50.
SELÇUK Sibel Akbulut, XVIII. Yüzyıl Şairi Gurbî’nin Divanı (İnceleme-Metin), (Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 2007.
SERTKAYA Osman Fikri, “Çağatay Şârlerinden Lutfî, Kâtib ve Yûsuf Emîrî’nin Uygur
Harfli Şiirleri”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, S. 38 (2008), ss. 177-200.
SEYHAN Köksal, Livâyî Dîvânı (Metin-İnceleme), (Doktora Tezi), İstanbul: Marmara
Üniversitesi SBE, 2002.
SEYHAN Nezihe, Medhî Divanı (İnceleme-Transkripsiyonlu Metin), (Doktora Tezi),
İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE, 2000.
SONA Fatih, Alî ve Dîvânı (14.-15.yy.), (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi
SBE, 2005.
——, Alî ve Dîvânı (14.-15.yy.), (Yüksek Lisans Tezi), Ankara: Gazi Üniversitesi, SBE,
2005.
SÜZEN Hüseyin, Dükakinzâde Ahmed Beg Divanı (İnceleme-Tenkitli Metin), (Doktora
Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi SBE, 1994.
ŞAH İSMAIL, Hatâyî Dîvânı, (haz. Muhsin Macit), Ankara: Türkiye Yazma Eserler
Kurumu Yayınları, 2017.
ŞENGÜN Necdet, Nazîr İbrâhim ve Dîvânı, (Doktora Tezi), İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi SBE, 2006.
ŞENOL Abdülaziz, Kenzî Divanı, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2002.
ŞENÖDEYICI Özer, Seyyid Nesîmî ve Hurûfîlik Kitabı, İstanbul: Kesit Yayınları, 2015.
ŞENTÜRK Ahmet Atilla, Ahmet KARTAL, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergah
Yayınları, 2004.
ŞIĞVA Bülent, “Nesîmî’nin Tuyuğları Hilye Midir?”, Erzincan Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. Özel Sayı 3 (2016), ss. 169-92.
TABERÂNÎ Suleyman b. Ahmed b. Eyyûb Ebu’l-Kasım, el-Mu’cemu’l-Kebîr, thk. Hamdi
b. Abdulmecid es-Selefî, Kahire: Mektebetu İbn Teymiyye, 1415.
TÂHIRÜ’L-MEVLEVÎ, Edebiyat Lügatı, İstanbul: Enderun Kitabevi, 1973.
TANÇ Mustafa, Ömer Han Divanı İnceleme-Metin, Van: Yüzüncü Yıl Üniversitesi SBE,
1994.
TANPINAR Ahmet Hamdi, 19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 10. Baskı., İstanbul: Çağlayan
Kitabevi, 2003.
TARLAN Ali Nihat, Ahmed Paşa Divanı, Ankara: Akçağ Yayınları, 1992.
TAŞ Bünyamin, Antakyalı Kâsım Şeybânî ve Nasihatnâme’si, İstanbul: Kriter Yayınevi,
2018.
TATAROĞLU Abdullah, Muhîtî Hayatı, Eserleri ve Edebî Kişiliği Dîvânının Tenkitli
Metni, (Yüksek Lisans Tezi), Konya: Selçuk Üniversitesi SBE, 1995.

337
TAVUKÇU Orhan Kemal, Dede Ömer Rûşenî Hayatı, Eserleri, Edebî Kişiliği ve Dîvânının
Tenkidli Metni, (e-kitap), Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Tarihsiz.
TOP Yılmaz, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun: Aklından Bir Tuyuğ Tut”, Atatürk Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 60 (2017), ss. 33-68.
——, “Tuyuğlarla Tertip Edilen Bir Oyun: Aklından Bir Tuyuğ Tut”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 60 (2017), ss. 33-68.
TOPALOĞLU Bekir, “Esmâ-i Hüsnâ”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1995ss.
404-18.
TOSUN Necdet, Derviş Keşkülü, İstanbul: Erkam Yayınları, 2012.
TURAN Lokman, Edirneli Örfî Mahmûd Ağa, Dîvân (İnceleme-Metin), Ankara: Vizyon
Yayıncılık, 2011.
——, “Örfî, Mahmûd Ağa”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=773.
TÜRK DIL KURUMU, Türkçe Sözlük 1-2, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1998.
TÜRKAY Kaya, Alî-Şîr Nevâyî Bedâyi’u’l-Vasat Üçinci Dîvân, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yayınları, 2002.
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojis i-Özbek Edebiyatı II-, Ankara: C.15,
Kültür Bakanlığı Yayınları, 2000.
UÇAR Filiz Meltem Erdem, “Gedâyî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=1143.
ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayıncılık, 2012.
ULUSOY Ayşe, Sûzî Dîvânı (Tenkitli Metin Neşri), (Yüksek Lisans Tezi), Sivas:
Cumhuriyet Üniversitesi SBE, 2004.
USLUER Fatih, Hurufilik: İlk Elden Kaynaklarla Doğuşundan İtibaren, İstanbul: Kabalcı
Yayınevi, 2014.
——, “Muhîtî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=476.
UZUN Mustafa, “Hilye”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 1998, C. 18, ss. 44-47.
UZUN Savaş, Ünsî Hasan Efendi Hayatı, Eserleri, Dönemi ve Divanı’nın Tenkidli Metni,
(Yüksek Lisans Tezi), Niğde: Niğde Üniversitesi SBE, 2003.
ÜZGÖR Tahir, Edebiyat Bilgileri, İstanbul: Veli Yayınları, 1983.
YALÇIN Muammer, Türk Edebiyatında Nazım ve Nesir, Konya: Çizgi Kitabevi, 2008.
YAVUZ Orhan, Kansu Gavrî’nin Türkçe Dîvânı (Metin-İnceleme-Tıpkıbasım), Konya:
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, 2002.

338
YAVUZ Salih Sabri, “Mi’râc”, DİA, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2005ss. 132-35.
YAVUZER Hayati, Kemâl Ümmî Dîvânı (İnceleme-Metin), (Doktora Tezi), Ankara: Gazi
Üniversitesi SBE, 1997.
YENITERZI Emine, Divan Şiirinde Na’t, Ankara: TDV Yayınları, 1993.
YILDIZ Alim, Fenayi Cennet Efendi Divanı, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Yayınları,
2010.
——, Fenâyî Divanı (Metin-Muhteva-Tahlil), (Doktora Tezi), İzmir: Dokuz Eylül
Üniversitesi SBE, 2002.
——, “Sûzî”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2013.
YILDIZ Ayşe, “Bahtî, Sultan 1. Ahmed”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, 2014,
http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay
=5020.
YÜCEL Bilal, Bâbür Dîvânı (Gramer-Metin-Sözlük-Tıpkıbasım), Ankara: Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, 1995.
ZÜLFE Ömer, “Seyyid Nesimî’nin Tuyuğlarına Ek”, Modern Türklük Araştırmaları
Dergisi, C. 2, S. 4 (2005), ss. 121-35.

339
KİŞİ ADLARI DİZİNİ

Ali Şîr Nevâyî, 2, 3, 4, 12, 13, 14, 18, 19, 26,


A 27, 30, 32, 76, 78, 91, 103, 109, 127, 128,
129, 137, 143, 164, 168, 187, 188
Abdullah Aydın, 166, 167 Ali Zeynelâbidîn, 67
Abdullah Bulut, 305 Alim Yıldız, 57, 167, 189
Abdullah Nuri Paşa, 185 Amrî, 20, 21, 30, 34, 38, 76, 133, 265
Abdurrahman Güzel, 69 Antakyalı Kâsım Şeybânî, 25, 26, 27, 29,
Abdülaziz Şenol, 192, 193 30, 45, 46, 49, 52, 55, 59, 76, 133, 139,
Abdülkadir Kayhan, 158, 159 271
Abdülkadir Sağlam, 189 Arşî, 24, 25, 30, 38, 43, 44, 61, 67, 68, 69, 77,
Abdülkadir-i Merâgî, 13 133, 150, 152, 155, 156, 157, 158, 164,
Abdülkerim Özaydın, 82 326
Adem Ceyhan, 69 Ayşe Ulusoy, 189
Adile Yılmaz Anıl, 141 Ayşe Yıldız, 165
Ahmed Cevdet Paşa, 28 Ayten Koçver, 323
Ahmed Paşa, 20, 21, 23, 30, 38, 58, 71, 72, Azmi Bilgin, 90
76, 102, 103, 104, 126, 127, 133, 158, 261
Ahmed Şemseddin, 118
Ahmed Tarazî, 2, 3, 14, 78
B
Ahmed-i Dâî, 102 Babek Cavanşir, 12, 275
Ahmed-i Rıdvan, 20, 21, 22, 24, 25, 29, 30, Babür Şah, 30, 77
36, 38, 76, 102, 103, 123, 124, 125, 126, Bâbür Şah, 2, 4, 28, 32, 47, 78, 143
258 Bahattin Kahraman, 62
Ahmet Atilla Şentürk, 126 Bahtî, 20, 21, 30, 38, 46, 48, 77, 164, 165,
Ahmet Hamdi Tanpınar, 184 166, 302
Ahmet Kartal, 126 Bekir Topaloğlu, 71
Ahmet Saim Kılavuz, 157 Beyhan Kesik, 185
Ahmet Talat Onay, 1, 9, 17, 18, 40 Bilal Yücel, 14, 277
Ahmet Talât Onay, 1, 41 Burak Beken, 303
Alî, 4, 13, 14, 18, 19, 25, 29, 31, 32, 35, 38, Bülent Şığva, v, 64, 99
44, 49, 67, 68, 70, 76, 79, 80, 81, 82, 99, Bünyamin Taş, 46, 139, 271
103, 104, 109, 128, 142, 143, 149, 152,
155, 163, 198, 225, 228, 262, 275, 287,
290, 291, 296, 299, 300
C
Ali b. Ebû Tâlib, 67 Ca‘fer es-Sâdık, 67
Ali Cançelik, 91 Ca‘ferî Baba, 30, 77
Ali Canip, 9, 10, 12, 104 Câbî Dede, 77
Ali en-Nakî el-Hâdî, 67 Celâl, 31, 78, 185, 285, 293
Ali er-Rızâ, 67 Cem Dilçin, 1, 10
Ali Nihat Tarlan, 23 Cem Sultan, 102
Ali Rıza, 5, 6, 67, 152, 156, 308 Cemâlî, 102
Cemîlî, 327
Cenab Şehabettin, 83 Fânî, 25, 30, 46, 49, 77, 133, 158, 159, 160,
Cevrî, 64 164, 193, 297
Cihân Şâh, 12, 24, 26, 27, 29, 76, 327 Fasîhî, 30, 77, 170, 317
Fatih Sona, 19, 79
Ç Fatih Usluer, 94, 151
Fatma Zehra Demir, 162
Çağdaş Albayrak, 315 Fazlullah-ı Hurufi, 43, 61, 97, 146, 147, 148,
150, 151, 152, 153, 154, 155, 156, 157,
D 162
Fenâyî Cennet Mehmet Efendi, 25, 30, 56,
Dahlî, 5, 102 77, 164, 166, 167
Dede Ömer Rûşenî, 24, 25, 29, 30, 37, 38, Feyzullah Şâkir Bey, 185
49, 51, 52, 55, 56, 58, 59, 60, 61, 64, 66, Figen Dilek, 1
76, 102, 103, 118, 120, 121, 122, 123, Filiz Meltem Erdem Uçar, 20
137, 184, 250, 326 Fred Fyler Godsell, 83
Deva Güneş, 26, 279 Fuad Köprülü, v, 1, 2, 6, 7, 8, 11, 13, 17, 18,
Dukakinzâde Ahmet Bey, 20, 21, 24, 25, 29, 78
30, 53, 76, 133, 134, 135, 136 Fuzûlî, 83, 144, 166, 327

E G
Ebû Bekir Mirzâ, 76, 103 Gedâî, 14, 20, 27, 76, 103
Ebubekir Celâlî, 77, 170 Gedizli Kabûlî, 25, 30, 70, 77, 133, 289
Ece Avcı, 10 Gibb, 7, 40, 41
Ekber N. Necef, 12, 275 Gurbî, 20, 21, 29, 30, 38, 49, 56, 57, 59, 60,
Eleazar Birnbaum, 109 61, 71, 77, 170, 178, 179, 180, 181, 189,
Emine Çakır, 155 313
Emine Yeniterzi, 60 Gül Baba, 21, 24, 25, 26, 29, 30, 38, 43, 44,
Emirî, 14, 29, 31, 38, 77, 185, 186, 187, 188, 49, 54, 65, 77, 133, 145, 146, 279, 326,
327 327
Enderunlu Vâsıf, 184 Günay Karaağaç, 14
Erdem Sarıkaya, 316 Günay Kut, 104
Erdoğan Boz, 5
Erkin Ahmedhocayev, 20
Ersen Ersoy, 137
H
Ertuğrul Can, 289 Hacı Akça Kindî, 3, 14, 15, 76, 78, 79
Eşrefoğlu Rûmî, 20, 21, 22, 25, 29, 30, 33, Hâkânî, 64
38, 50, 51, 55, 61, 62, 72, 76, 102, 103, Hakîkî, 5, 12, 24, 25, 26, 27, 29, 49, 59, 61,
113, 114, 115, 116, 117, 245, 248, 249 76, 103, 105, 106, 107, 108, 327
Ethem Cebecioğlu, 111 Hakim Mehmed Emin, 30, 77, 170
Ethem Ruhi Fığlalı, 67 Halil Çeltik, 1, 9, 10, 11, 18, 22, 38, 258
Halil Erdoğan Cengiz, 1, 10, 11
F Halil Nurî Bey, 185
Haluk Gökalp, 2, 317
F. Sema Barutçu Özönder, 4

341
Haluk İpekten, 1, 10, 20, 325 İvaz Paşa-zâde Atâî, 25, 29, 49, 76, 103, 104
Hasan Aktaş, 28, 193
Hasan b. Ali el-Askerî, 67 K
Hasan Kavruk, 303
Hasan Sezâyî, 30, 77, 308 Kadı Burhâneddin, 29, 76
Hatâ’î, 30, 76 Kansu Gavrî, 25, 26, 30, 34, 76, 103, 264
Hayâlî-i Gülşenî, 30, 77, 133, 288 Kânûnî Sultân Süleymân, 123
Hayati Yavuzer, 236 Kâsım Şeybânî, 52, 53, 139, 140
Hazret-i Ali, 43, 69 Kâtib, 13, 76, 103, 233
Hazret-i Hasan, 43 Kaya Türkay, 14, 262
Hazret-i Muhammed, 73 Keçecizâde İzzet Molla, 184
Hikmet İlaydın, 1 Kemal Edip Kürkçüoğlu, 90
Hüsamettin Aksu, 97 Kemal Eraslan, 3, 13, 14, 170
Hüseyin Ayan, 12, 91 Kemal Ümmî, 29, 76, 102, 103
Hüseyin b. Ali, 67 Kenan Akyüz, 144
Hüseyin Süzen, 24, 266 Köksal Seyhan, 288
Hz. Ali, 43, 44, 67, 98, 141, 142, 148, 152, Köprülüzade Mehmet Fuad, 6, 8, 9, 40
155, 156 Köstendilli Süleyman Şeyhî, 30, 77, 185,
Hz. Hüseyin, 43, 67, 152, 156 318
Hz. Resûlullâh, 61, 62, 64, 66, 72, 73
L
I Lâmiî Çelebî, 77, 133
I. Selim, 5, 102, 145 Leylâ Hanım, 31, 38, 78, 185
II. Bâyezîd, 123 Livâyî, 30, 77, 133
Lokman Turan, 37, 182
Lütfi Filiz, 193
İ
İbrâhim Gülşenî, 30, 77, 133 M
İbrâhim Nazîr, 20, 21, 30, 38, 44, 45, 56, 72,
77, 170, 176, 327 M. A. Yekta Saraç, 2, 10, 28, 57
İbret Mehmet Efendi, 31, 78, 185, 322 Mahmûd Celaleddin Paşa, 31, 78, 185
İmran Gündüz Alptürker, 145 Mahmut Gider, 35, 171, 306
İnci Kiremitçi, 288 Medhî, 20, 21, 22, 24, 30, 77
İsa Kayaalp, 48, 165, 302 Mehmet Aça, 2
İsa Kocakaplan, 2, 28 Mehmet Akay, 36, 278
İslam Jemeney, 2, 78 Mehmet Arslan, 62, 323
İslam Küçük, 63, 161 Mehmet Çakırcı, 315
İsmâ‘îl Habîbî Efendi, 77, 164, 303 Mehmet Çavuşoğlu, 34
İsmail Habib, 1, 17 Mehmet Dede, 44, 279
İsmail Habip Sevük, 5 Mehmet Fatih Köksal, 178
İsmail Parlatır, 2 Mehmet Kara, 12
İsmetî, 164 Mehmet Nebîl, 21, 31, 38, 77, 185
İsrafil Babacan, 158 Mehtap Erdoğan, 64

342
Mesîhî, 102, 168 Nailî-i Kadîm, 164
Mesîhî-i Tebrizî, 12, 29, 30, 49, 54, 77, 164, Necâtî, 102
168, 304 Neccâr-zâde Şeyh Rızâ, 26, 27, 30, 38, 55,
Metin Akkuş, 43 56, 57, 77, 170, 173, 174, 175, 309
Metin Ceylan, 189 Necdet Şengün, 36, 310
Metin Hakverdioğlu, 2, 78 Nedîm-i Kadim, 164
Mevlânâ Efserî, 14, 30, 77, 133, 164 Nef‘î, 164
Mevlânâ Lutfî, 14, 26, 27, 29, 33, 46, 47, 49, Nejat Sefercioğlu, 133
59, 61, 76, 103, 108, 109, 110, 111, 112 Nesîmî, 9, 10, 12, 19, 20, 21, 22, 24, 25, 29,
Mîr Saîd-i Kâbilî, 76, 103 33, 35, 36, 37, 38, 43, 44, 49, 50, 55, 59,
Misâlî, 20, 21, 24, 25, 26, 29, 30, 38, 43, 44, 60, 63, 64, 65, 66, 76, 79, 80, 82, 90, 91,
45, 46, 49, 53, 55, 64, 65, 66, 70, 73, 77, 92, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101,
133, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 164, 102, 106, 107, 118, 133, 137, 145, 146,
279, 284, 326, 327 148, 149, 151, 154, 209, 212, 222, 228,
Muammer Yalçın, 2 229, 231, 326
Muhammed el-Bâkır, 67 Neşâtî, 64, 164
Muhammed el-Mehdî el-Muntazar, 67 Nezihe Seyhan, 22
Muhammed et-Takî el-Cevâd, 67 Nihat Öztoprak, v, 2
Muhammed Hamîdüddin Cemâlî el-Behrî, Nihat Sami Banarlı, 1, 89
118 Niyazi Adıgüzel, 322
Muhammed Timur Barga, 3, 14, 29, 76, 78, Nurullah Çetin, 192
79
Muharrem Ergin, 12, 17, 63 O
Muhîtî, 25, 26, 29, 30, 34, 38, 43, 44, 45, 55,
61, 62, 67, 68, 70, 77, 133, 150, 151, 152, Orhan Kemal Tavukçu, 24, 250
153, 154, 155, 156, 157, 164, 290, 291, Orhan Yavuz, 26
326, 327 Osman Fikri Sertkaya, 13
Muhittin Pektaş, 308
Muhsin Macit, 12, 59, 106, 275 Ö
Muhyiddîn Abdâl, 30, 76, 133
Mûnis-i Harezmî, 15 Ömer Demirbağ, 84
Mûsâ el-Kâzım, 67 Ömer Faruk Akün, 4
Mustafa Erdoğan, 70 Ömer Han, 14, 29, 31, 32, 38, 46, 49, 63, 77,
Mustafa Güneş, 22, 113 185, 186, 187, 319
Mustafa İsen, 5, 59, 186 Ömer Zülfe, v, 12, 91, 229
Mustafa Kundakçı, 318 Örfî Mahmûd Ağa, 21, 30, 37, 38, 49, 77,
Mustafa Tanç, 14, 319 170, 181, 182, 315, 326
Mustafa Uzun, 64 Özer Şenödeyici, 91
Mücteba İlgürel, 165
Münîrî, 30, 76 P
Pîrkâl, 20, 21, 25, 30, 63, 77, 133, 161, 162,
N 164, 298
Nâbî, 174

343
R Şiban Han, 30, 76
Şuhûdî, 25, 30, 77, 133, 289
Ramazan Sarıçiçek, 236
Recai Kızıltunç, v, 10, 38 T
Rıfat Araz, v, 82
Rıza Nur, 10 Tahir Üzgör, 2
Tâhirü’l-Mevlevî, 1, 23, 28
S Tuncer Gülensoy, 1
Turgut Karabey, 28
Salih Sabri Yavuz, 72 Tülin Danacı, 56
Sâlik, 174 Türkan Karaman, 167
Samayloviç, 1
Samoyloviç, 6, 18 Ü
Sânî, 14, 30, 38, 77, 133, 164, 288
Savaş Uzun, 304 Ünsî Hasan, 30, 77, 164, 304
Sehi Bey, 5, 102, 103, 132 Üzeyir Aslan, 14, 103, 288
Semra Aydemir, 24, 250 Üzeyir Dereli, 162
Seyyid Ahmed er-Rifâî, 45
Seyyid Mehmed Emîn, 25, 29, 30, 38, 49, V
77, 170, 171, 172, 173, 175
Seyyid Vehbî, 174 Vedat Ali Tok, 28
Seyyid Yahyâ Şirvânî, 118
Sezâyî-i Gülşenî, 44, 176 W
Sibel Akbulut, 57, 178, 313
Sofyalı Yusuf Râsih, 30, 77, 164 Wilkinson Gibb, 7
Sultan I. Ahmed, 21, 30, 38, 77, 164
Sultan İskender Şirâzî, 13, 29, 76, 103 X
Sûzî-i Sivasî, 21, 25, 29, 31, 38, 49, 78, 185,
189, 191 Xanım Mırzəyeva, v, 107
Süleyman Nahîfî, 64
Süleyman Uludağ, 59 Y
Yakup Karasoy, 14
Ş Yasemin Aktaş, 185, 318
Şemseddin Ahmed b. Ebî’l-Berekât Yavuz Sultân Selîm, 123
Muhammed b. Hasan ez-Zilî,, 118 Yenişehirli Avnî, 184
Şeref Hanım, 185 Yılmaz Top, v, 31, 79, 81, 82
Şeyh Ahmed ibn Hudaydad Tarazî, 2, 14, 18,
19, 78 Z
Şeyh Gâlib, 30, 77, 170, 184
Zafer Arslan, 189
Şeyhî, 102
Zeynel Paşa, 5, 102
Şeyhülislam Yahyâ, 77, 164

344

You might also like