You are on page 1of 71

LAÜ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ


YENİ TÜRK EDEBİYATI DERS NOTLARI

İSTİKLAL MARŞI
ÜZERİNE NOTLAR
PROF.DR.SAADETTİN YILDIZ

LEFKE-2014

05.11.21
1
2 05.11.21
1.Giriş:
  Millî marşlar, tarihî olayları, millî idealleri, milletin ortak
karakterini ifade etmek; fertler arasında millî birlik fikrini
geliştirip kökleştirmek ve millî duyguları yaymak
bakımından “millî edebiyat”ın en önemli eserleri arasında
yer alır. Millî musikînin de desteğiyle alanı genişleyen bu
marşların, millî kahramanlıkların yaşatılmasında –bütün
destanî eserler gibi- büyük rol oynadıkları şüphesizdir.
Çünkü millî edebiyatın da, millî musikînin de “gür sesi”
onlardadır.

3 05.11.21
Millî marşlar, “yüksek sesli eserler”dir. Bu sayede,
insandaki ferdî duygu birikimini millî heyecana
dönüştürürler. Millî heyecanlar ise büyük zaferleri, üstün
başarıları ateşleyici unsurların başında gelir. Millî mirasın
çok önemli bir şubesini teşkil eden bu marşların, dilden dile,
gönülden gönüle geçerek nesiller arası duygu biriliği
yarattıkları da şüphe götürmez.

4 05.11.21
Milletlerin ortak karakterlerinin insanda daha küçük
yaşlarda şekillenmesi ve süreklilik kazanmasında, dikkatle
seçilmiş çocuk edebiyatı metinleri kadar millî marşların da
etkili olduğu kabul edildiğinden, özellikle ilkokul
öğretmenlerinin bu eserleri vazgeçilmez ders malzemesi
olarak kullanması tavsiye edilir.

5 05.11.21
1.1.Türklerde Marş Geleneği:
 
Ethem Üngör, 1966’da Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü yayınları arasında çıkan Türk
Marşları adlı eserinin “Önsöz”ünde 750 adet
marşımızın tespit edildiğini, dikkatli bir araştırma ile
bu sayının 1000’e ulaştırılarak kurulması tasarlanan
(fakat hep tasarı olarak kalan) “Türk Musikî
Enstitüsü”nün Marş arşivine temel oluşturabileceğini
kaydetmektedir.

6 05.11.21
Orhun Kitabeleri, Divân-ı Lügati’t-Türk gibi eski
yazılı kaynaklarımızda, Türklerin ordu düzenine geçtikleri
zamandan bu yana “askerî musıkî” geleneğine sahip
olduklarına dair ifadeler vardır.

7 05.11.21
Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde
hayli rağbet gören askerî musikî, kuruluş tarihini kesin
olarak bilmediğimiz Mehter teşkilâtı ile esaslı bir temele
oturtulmuş; 1826’da yerini “Mızıka-i Hümâyûn”a
bırakan bu teşkilat, Osmanlı ordusunun büyük
zaferlerinin hemen hepsinde çok etkili bir manevî
destek kaynağı olmuştur.

8 05.11.21
Türk ihtişamının hem ses hem de fizikî görünüş
olarak yansıması olan Mehter, Batı’yı da etkilemiş, “Mozart
ve Bethowen gibi büyük bestekârlar bu musikîden
etkilenerek birer ‘Türk Marşı’ bestelemişlerdir.“(1)

(1) Ethem Üngör. a. g. e. s.15

9 05.11.21
İstiklal Marşı’ndan önce Askerî Musikî teşkilatlarınca
icrâ edilen azımsanmayacak sayıda marşımız bulunmakla
beraber, bugünkü mânâda “Milli Marş” olarak kabul edilen
bir marşımızın (veya marşlarımızın) bulunduğuna dair esaslı
delillere dayalı bilgi mevcut değildir. İlk millî marş
bestelettirme teşebbüsü Sultan Reşad (Beşinci Sultan
Mehmed)in tahta çıktığı 1909 tarihindedir. (1)
Bugünkü bilgilerimize göre, ilk milli marşımız
“İstiklâl Marşı”dır.
(1) M. Nalbantoğlu, İstiklâl Marşı’mızın Tarihi, s.36

10 05.11.21
1.2.İstiklâl Marşı’nın Yazılışı, Kabulü, Bestelenişi:
 
Türk İstiklâl Savaşı sırasında Ali Rıfat Çağatay
tarafından bestelenen, Mehmed Âkif Ersoy’un
“Ordunun Duası” adlı şiiri, millî marş mahiyetinde
icrâ edilmiştir. “Bu beste, şiire istiklâl kavgasının
orduları coşturan marşı olmak mazhariyetini de
kazandırmıştır.” (1)

(1)Nalbantoğlu. a. g. e. s.40

11 05.11.21
Ancak, bir ölüm – kalım mücadelesi verdiğimiz o
günlerde herkesçe bilinen, herkesçe kabul edilip her yerde
resmen icrâ edilecek bir millî marş, mutlaka gerekiyordu.
Bu ihtiyacı en çok duyan kesim de Türk Ordusu idi. Bu
ihtiyaç, zamanın Genel Kurmay Başkanı (Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Reisi) İsmet Paşa tarafından o zamanın Maarif
Vekili Rıza Nur’a iletildi.

12 05.11.21
Bunun üzerine harekete geçildi, güfte için 500 lira
ödüllü bir yarışma açılıp ilân edildi. Bir çoüu o sıralarda
mebus olan, şiir ve edebiyatla ilgisi bulunan – bulunmayan
birçok kişinin yarışmaya katılmasıyla 724 adet şiir ortaya
çıktı. Bu şiirlerin incelenmesi sonucu 6 tanesi ayrılmakla
beraber, Türk İstiklâl Marşı olmaya lâyık bir şiir
bulunmamıştı. Hem kuvvetli bir şair hem de İstiklâl
Savaşı’nın kendine mahsus havasını yakından bilen bir
mücadele adamı olan Mehmed Âkif, İstiklâl Marşı
yazmanın mükâfatının para olamayacağı düşüncesiyle
yarışmaya katılmamıştı.

13 05.11.21
Başta Mustafa Kemâl ve Rıza Nur’dan sonra Maarif
Vekili olan Hamdullah Suphi Bey olmak üzere, birçok
kimse bu marşın ancak Âkif tarafından yazılabileceğini
düşünüyorlardı. Hamdullah Suphi, Âkif’in yakın dostu
Hasan Basri Bey’den Âkif’i razı etmesi ricasında bulundu.
Yarışmanın kaldırıldığı, ödül meselesinin de artık söz
konusu olmadığı Hasan Basri Bey tarafından bildirilince
Âkif de yazmaya razı oldu.

14 05.11.21
“Âkif 500 liralık ödülü, kırgınlık olmasın diye almış,
Darü’l-Mesâi adlı fakir Müslüman kadın ve çocuklarına iş
öğretmek maksadıyla faaliyet gösteren bir hayır derneğine
bağışlamıştır.” (4) İhtimâl ki Türk İstiklâl Savaşı’nın destanî
havası, onu, marşı yazmaya razı olmadan önce de bu yolda
bir şeyler söylemeye zorluyordu. Vazifeyi üzerine aldığı
zaman ise kendini tamamıyla bu işe verdi. Ankara’da tek
başına kaldığı Taceddin Dergâhı’nda ve Burdur Mebusu
sıfatıyla bulunduğu Meclis’te hep bu şiiri düşündü.

(4) Ötüken Yayınevi, Yeni Türk Ansiklopedisi, C: 4, s.1549

15 05.11.21
Marş kısa bir zamanda tamamlandı ve önce
Hakimiyet-i Milliye (17 Şubat 1337/1921) ve
Sebilürreşad’da (17 Şubat 1337/1921), sonra da
Kastamonu’da çıkan Açık Söz’de (21 Şubat 1337/1921)
yayımlandı.
 
Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1337 / 12 Mart
1921 tarihli toplantısında Maarif Vekili Hamdullah Suphi
tarafından kürsüden okundu; Mebusların büyük heyecan ve
alkışlarıyla karşılandı.

16 05.11.21
İstiklâl Marşı, geniş bir takdir halkasıyla çevrilmiş
olarak (bazı tenkidlere rağmen) Büyük Millet Meclisi’nin 12
Mart 1337 tarihli toplantısında “Millî Marş” olarak kabul
edildi. Eşref Edip Bey, marşın kesin kabulünü “12 Mart
1337 Cumartesi saat 17.45” olarak kaydetmektedir. (5) Yine
Eşref Edip: “Üstad heyecanından, mahçubiyetinden
Meclis’te duramamış salona çıkmıştır.”(6) sözleriyle,
Âkif’in o andaki ruh halini de belirtmektedir.
(5) Mehmed Âkif Ersoy Hayatı Eserleri, ikinci Bs. İst. 1960
(6) a.g.e s.164

17 05.11.21
İstiklâl Marşı’nın bestelenmesi teşebbüsü 1922’dedir.
Maarif Vekâleti tarafından, bestenin, Paris’te açılacak bir
yarışma ile gerçekleştirilmesine karar verilmiş; ancak bu
karar tepki ile karşılanmıştır. Tepkiler üzerine Avrupalı
bestekâr fikrinden vazgeçilir ve yine 500 liralık ödül
konularak, bu sefer Ankara’da bir “beste yarışması” açılır.
Ordumuzun beste için teklifi 1000 liradır. (7)

(7) Nalbantoğlu, a.g. e. S. 57

18 05.11.21
Yarışmaya yirmiden fazla bestekârın yanı sıra,
millî marşımızı bestelemek arzusu duyan, fakat bestekâr
olmayan kimseler de katıldılar. (Ali Rıfat Çağatay,
Ahmet Yekta, Mardan, M. Zati Arcan, Saadettin
Kaynak, Osman Zeki Üngör, Hasan Basri Çantay vb.)

19 05.11.21
Bu bestelerin bir kısmı yurdun değişik bölgelerinde
çalınıp söylendi. Bir ara Ali Rıfat Çağatay’ın bestesi,
kurulan bir heyet tarafından önerildi. Maarif Vekâlet de
bütün okullara genelge ile duyurdu. Bu genelge daha sonra
kaldırıldı. Arkasından da riyâset-i Cumhur Bando Şefi
Osman Zeki Üngör’ün bestesi Askerî bandolarca çalınır
oldu. 1924–1930 yılları arasında fiilen çalınıp söylendikten
sonra, 1930’larda millî marş bestesi olarak kesinleşti.(8)

(8) Ethem Üngör. a.g.e s.72

20 05.11.21
1.3.Biraz da Tarih:
 
İstiklâl Marşı’nın yazıldığı 1921 Şubat’ında,
Türk Milletini bu savaştan galibiyetle çıkacağına dair hiçbir
maddî irşat yoktur. Bütün Avrupa’nın maddî ve manevî
desteğini de arkasına alan Yunan ordusu, köyler yakıp evler
yıkarak; çoluk çocuk ayırmaksızın Türk’ü katlederek
ilerliyordu. Âkif’in 9 Mayıs 1921’de yazdığı “Bülbül” şiiri
de gösteriyordu ki düşman Bursa’yı işgal etmiş, mukaddes
yarlerimize saldırmış; Yalova, Gemlik, İznik dolaylarında
akıl almaz vahşetler sergilemiştir.

21 05.11.21
Buna karşılık Türk Milleti ise henüz “iki başlı”dır ve
zaferler kazanan kudretini tek bir hedef üzerinde
toplayamamıştır. Elinde yeteri kadar harp malzemesi
bulunmadığı gibi, içerde gösteren birtakım isyanlar da ayrı
bir yük getirmektedir.
 
Sakarya zaferinden önce, Yunan Kuvvetlerle
saldırarak, bir ara Anakara’ya 50 km. kadar yaklaşacaktır.

22 05.11.21
Türk’ün bu büyük mücadeleyi kesin zaferle
sonuçlandırdığı tarih, Mudanya Konferansının son
toplantısında varılan anlaşmanın tarihi olan 12 Ekim
1922’dir. Demek ki İstiklâl Marşı’nın ilk defa yayınladığı 17
Şubat 1921’den itibaren tam 1 yıl 7 ay 25 gün savaşmışız.
Bu kadar zaman içinde meydana gelen sayısız “vahim olay”
vardır. Ufukta bekleyen bütün bu olaylara rağmen Âkif’in
ümidi sarsılmamıştı.

23 05.11.21
1.4,Safahat’ta İstiklâl Marşı’nı Hazırlayan Fikir
ve Duygular:
 
Bazı şiirler “anlık”tırlar; âni duygulanışlarla
ortaya çıkarlar. Bazıları ise şairin zaman içinde aldığı
çeşitli ihsaslarla beslene beslene şekillenirler.
Özellikle millî meseleleri esaslı ele alıp işleyen
şiirler, belli birikimlerle yoğrulduktan sonra teşekkül
etmeye daha müsaittirler.
 
Safahât dikkatle incelendiğinde görülecektir ki
İstiklâl Marşı bu ikinci tip şiirlerdendir. Bu
görüşümüzü uzunca bir alıntı ile açıklığa
kavuşturmaya çalışalım.
24 05.11.21
“1915’te Yazılan:
Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürsünüz;
Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i namusun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.
(Safahât. S. 351)
mısralarındaki anlayış, İstiklâl Marşı’nın ilk kıtasındaki
fikrin temelini teşkil ettiği gibi;

25 05.11.21
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
 
Kıtasında da –tarihî perspektif de teşkil ederek- kuvvetle
devam eder. Buradaki fikrin ayrı bir çekirdeği de 1919’da
yazılan
 
Hangi kuvvet onu, hâşâ edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i ilâhî metin istihkâm.
(Safahât. S.426)
mısralarında mevcuttur.
26 05.11.21
Dışı baştan başa nesl-i kerîmin yâdı;
İçi boydan boya milyonla şehîd ecsâdı.
Öyle meşbû-ı şahâdet ki bu öksüz toprak;
Ah! Bir sıksa adam otları kan fışkıracak!
 
mısraları da –ki 1912’de kaleme alınmıştır- İstiklâl Marşı’ndaki
Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
 
mısralarını hazırlamıştır.” (9)
(9) S. Yıldız. Safahat’ta İstiklâl Marşı’nı Hazırlayan Fikir ve Duygular Çanakkale
eğitim Yüksekokulu Araştırma Dergisi. Cilt:1. s. 1. 1988. s.38-53

27 05.11.21
Yukarıya aldığımız birkaç örnek bile, Âkif’in İstiklâl
Marşı’nı yazmaya çok önceden hazır olduğunu; buna ait
hissî ve fikrî potansiyelin zaten mevcut bulunduğunu
göstermeye yetecek mahiyettedir. Eserin millî tarihi, millî
karakteri ifadede bu derecede başarılı oluşunun kuvvetli
sebeplerinden birisi de muhakkak ki bu “birikim”dir.

28 05.11.21
İstiklâl Marşı’nı Nasıl Yorumlamalı?
Genel Değerlendirme:
Bir edebî metni lâyıkıyla tahlil edebilmek için
onun oturtulmuş olduğu temeli iyi kavramak şarttır.
Bunu yapmadan girişilecek tahlil ve izah teşebbüsleri,
en azından, yüzeyde kalır ve metindeki asıl mesajın
tespiti zorlaşır.

29 05.11.21
İstiklâl Marşı, birbirine sıkı sıkıya bağlı iki mühim
temel üzerine oturtulmuştur.
 
a)Allah’a iman ve bu imandan doğan ümit,
b)Türk milletine karşı beslenen inanç ve onun getirdiği
güven.

30 05.11.21
İslâm dini vatan sevgisini imanın icabı olarak görür;
vatan, millet vb. gibi değerler için mücadeleyi “cihad” kabul
eder; bu yolda ölenleri “şehîd” sayar. Samimî bir müslüman
olan Âkif, bu değerler için varını yoğunu ortaya koyan Türk
Milletine Allah’ın mutlaka yardım edeceğine inanmakta, bu
sebeple de ümidini kaybetmemektedir.

31 05.11.21
Türk Milleti elinde kalan son topraklarda ölüm-kalım
mücadelesi vermektedir. Saldırıya uğrayan taraf
durumundadır ve “İstiklâlini koruma” çabasındadır. Öz
vatanını müdafaa etmek için canını dişine takan, böylelikle
Allah emrini de yerine getiren bir millet, elbette “haklı” dır.
Ayrıca tarihe bakıldığında, Türk milletinin çok tehlikeli
durumlarda bile yılmadığı, istiklâlin elden gitmesine asla
razı olmadığı her zaman görülmüştür. Bu durum, Âkif’in
geleceğe güvenle bakmasının en önemli kaynağıdır.

Bu iki temel, yine İstiklâl, hak, vatan, tarih,


milliyet, hürriyet gibi sosyal değerlerle takviye edilerek şiir
boyunca işlenmiştir.

32 05.11.21
2.2.Kıtalara Bakalım:

1. kıta: 

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; 


Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. 
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; 
O benimdir, o benim milletimindir ancak. 

33 05.11.21
2.2.1. Birinci Kıta:
Birinci kıtada şair Türk milletine hitab ediyor:
Ey Milletim, akşam şafağında dalgalanmakta
olan bayrak da güneşin ufukta kaybolması, akşam
şafağının (Batı ufkundaki bakır renginin) karanlığa
gömülüp gitmesi gibi sönecek (semâlardan inecek) diye
endişelenme. Akşam kızıllığı, bir tabiat kanunu icabı,
karanlığa karışır. Ancak, bu topraklar üzerinde tüten en
son ocak sönmeden (hayat belirtisi tamamen yok
olmadan) alsancak sönmez (yere inmez).

34 05.11.21
Bu şafaklarda yüzen alsancak, Türk milletinin daima
hürriyet ve istiklâle açık kaderinin timsalidir. Millet kendi
talih yıldızını elbette koruyacaktır. O yalnızca Türk’ündür;
onu, mukaddes bir kıskançlıkla hür vatanın hür ufuklarında
dalgalandıracaktır. O, başkasının olamaz.
 
Bu kıtada Türk milletinin her ferdine karşı duyulan
güven ifade edilmekte; her fertte bir yaşama üslûbu haline
gelen İstiklâl aşkı ve mücadele azmi dile getirilmekte; milli
mücadelenin fertlere kadar şuurla yayılmış bir çerçevesi
verilmektedir.

35 05.11.21
2. kıta: 
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! 
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? 
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl... 
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl! 

36 05.11.21
2.2.2 İkinci Kıta:
 
Düşman ordularının Anadolu içlerine kadar
ilerleyebilmiş olması sebebiyle bayrağın çehresi çatılmıştır.
Düşmana bu fırsatın verilmemesi gerekirdi.
 
“Burada bir kendi kendisiyle hesaplaşma” vardır.
Zamanında toparlanıp bütün kadrosuyla düşmana karşı
koyması ve işi bu raddeye getirmemesi gerekirken bunu
yapmayarak düşmana fırsat veren Türk milleti, bayrağını
öfkelendirmiştir. Millet suçludur. Bayrak, bunu
hatırlatırcasına kızgın, dargın duruyor.

37 05.11.21
Böyle bir durumda millet adına kendini suçlu hisseden
Âkif, -bir aydın sorumluluğu içinde- bayrakla şöyle konuşur:
 
Ey nazlı hilâl (nazlı bayrağım), kurban olayım, öfke ve
kızgınlık içinde yüzünü asma. Bu millet senin uğrunda çok kan
döktü, dökmeye devam ediyor. Düşmanın ilerlemesi geçicidir; bu
durumu sürekli zannedip de böyle yüzünü asarsan uğruna
dökülen kan helâl olmaz. Bu kanların bedeli olarak kahraman
ırkına gülümsemeli, onun moral kaynağı olarak dalgalanmaya
devam etmelisin. Kaldı ki Türk Milleti, doğruluğu yaşama
düsturu olarak bilen, doğruların yardımcısı olan Allah’a hakkıyla
tapan bir millettir. İstiklâl böyle bir milletin en tabiî hakkıdır. Sen
böyle nazlanmaya, yüzünü asmaya devam edersen haksızlık etmiş
olursun.

38 05.11.21
3. kıta: 
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. 
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! 
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. 
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. 

39 05.11.21
2.2.3. Üçüncü Kıta:
 
Üçüncü kıtada şair Türk Milletinin ağzından konuşuyor
ve ikinci kıtada bayrağın gösterdiği sert tavrın haklı olmadığı
fikrini –Türk Milletinin ebedî hürriyet sahibi olduğunu ifade
ederek- müdafaayı sürdürüyor:
 
Ben, ta baştan beri hür yaşadım, yaradılışımın gereği
olarak bundan sonra da hür yaşarım. Zaten başka türlü bir
yaşama şekli de düşünemem. Karakteri, inancı ve istiklâl
mücadeleleriyle dolu tarihi herkesçe bilinen Türk milletinin esir
edilebileceğini, ona esirlik zinciri vurulabileceğini tasavvur eden
ancak çılgın olabilir; böyle bir ihtimali aklına getirenlerin aklına
şaşarım!

40 05.11.21
Ben, kükremiş sel gibiyim; önüme çıkacak her türlü
engeli, er türlü Seddi çiğner aşarım. Önüme dağlar dikilse
onları yırtarım, uçsuz bucaksız enginlere (ovalara) sığmam;
oralardan da taşarım. Hiçbir engel, istiklâlimi kısıtlayıcı
hiçbir tedbir hürriyet ve istiklâle koşmaktan alıkoyamaz.
 
Âkif, “sel imajı”nı, ne türlü bent yapılırsa yapılsın
suyun durdurulamayışı ile Türkün geçici duraklamalara
rağmen istiklâle kavuşma aşkını mukayesede başarıyla
kullanmıştır.
Bu kıtada, tarihteki Ergenekon’dan çıkış olayına telmih
yapılmak suretiyle millî mücadelemiz tarihî bir perspektife
de oturtulmuştur.

41 05.11.21
4. kıta: 
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar, 
Benim îmân dolu göğsüm gibi serhaddim var. 
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar, 
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar? 

42 05.11.21
2.2.4. Dördüncü Kıta:
 
Bu kıtada şair, esaslı bir madde-mâna mukayesesi
yapmaktadır. Düşman, her türlü maddî / medenî araçla
donatılmış, karşımızda âdeta çelikten bir duvar teşekkül
etmiştir.
 
Fakat, “Beşerin azmini tevkif edemez sun’-ı beşer”
ve “Bu göğüslerse Hüdâ’nın ebedî serhaddi” diyen Âkif, bu
çelik zırhlı duvara “iman dolu göğüs”ün geleceğine
inanmakta ve bu inançla, millet ağzından, şöyle demektedir:

43 05.11.21
Batının ufuklarını çelik zırhlı duvar sarmışsa, yani
batılı ülkelerin elinde teknik nitelikleri çok üstün ve sayıca
çok harb araçları varsa, benim de hakikî bir imanla
donatılmış göğsüm var. İnsan yapısı olan teknik araçlar,
insandaki azmi kırmaya yetmeyeceği için Allah vergisi olan
iman (manevi güç) mutlaka üstün gelecektir.

44 05.11.21
Çelikten zırhları (her türlü maddî silahı) tesirsiz
kılma gücüne sahip bu imanı, teknikten başka bir gücü
kalmayan, yani bütün insanî ölçülerini kaybetmiş bulunan
medenî dünya(!) alt edemez. Batı, elinde bulundurduğu
teknik güçle, bir tanecik dişi kalmış canavara
benzetmektedir. Dişsiz bir canavar nasıl tesirli olmazsa
manevî / insanî hiçbir güce sahip olmayan düşman da
başarılı olmayacaktır. Bırak, o canavar istediği kadar
ulusun, bağırıp çağırsın…

45 05.11.21
Âkif’in burada kullandığı “tek dişi kalmış canavar”
imajını medeniyete hakaret sayanlar çıkabilmiştir. Şairin
tırnak içinde verdiği “medeniyet” hiçbir insanî ölçü
taşımayan düşman zihniyetini ve tavrını ifade için
kullanılmıştır. Hak-hukuk tanımadan, kadın-çocuk-yaşlı
ayırmaksızın saldıran, yaptıkları ancak “canavar”a
yakışabilecek olan bir düşman (ve arkasında bütün batı
âlemi) aynı zamanda “medenî” olduğunu iddia ediyorsa,
böyle bir benzetmeyi çoktan hak etmiştir. Zaten Âkif de bu
mânâdaki medeniyeti sadece burada değil, başka şiirlerinde
de aşağılamıştır.

46 05.11.21
5. kıta: 
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın. 
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. 
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın... 
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. 

47 05.11.21
48 05.11.21
İmanla ve samimiyetle mücadele etmek azmi ve
kararı ile vatanı, milleti, mukaddesatı için çalışanlara Allah
yardım va’detmiştir. O va’at mutlaka, belki yarın belki
yarından da yakın bir zamanda gerçekleşecek ve haklı
mücadelenin mükâfatı olan güzel günler doğacaktır.
 
Bu mısralar, işlek bir hayal gücünün değil, derin bir
imanın eseridir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, şiirin
kaleme alındığı sıralarda böyle bir zaferi hayal etmek bile
zordur. Fakat Türk’ün tam mânâsı ile “nefis müdafaası”
yaptığı, haklı olduğu; bunun için de Hakk’ın yardımının
muhakkak erişeceği inancı Âkif’i böylesine “ümitli”
kılmıştır.

49 05.11.21
6. kıta: 
Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı: 
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. 
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: 
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. 

50 05.11.21
2.2.6. Altıncı Kıta:
 
Bu kıtada hitap Türk Milletinedir:
 
Üzerinde dolaştığın toprağı sıradan bir toprakmış gibi
görme. Bu toprağın gerçek mahiyetini iyi düşün: Bu
toprağın altında, binlerce kefensiz yatan (sayısız şehit) var.
Onların kanları sayesinde “vatanlaşmış”, milliyetimizin bir
parçası haline gelmiş bir topraktır bu. Sen bu topraklara
karışmış olan şehitlerin çocuğusun. Eğer bu toprağın gerçek
değerini kavrayamazsan, kavrayıp da vatanını başka
varlıklara denk görmeye, değiştirmeye

51 05.11.21
kalkışırsan şehit ataların incinirler; çok yazık olur. Onun
için vatan toprağının değerini bil, onun uğrunda kan döküp
can vermiş olan şehitlerimizi unutma. Vatanı, dünya
hayatına, dünya ile ilgili hiçbir şeye denk tutma.
 
Şair, vatan toprağını altı ve üstü ile birlikte
düşünmemiz gerektiğini, vatan toprağının “Mehmetçiğin
altın kanıyla karışmış” olduğunu unutmamamızı hatırlatıyor.

52 05.11.21
7. kıta: 
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? 
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! 
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ, 
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ. 

53 05.11.21
2.2.7. Yedinci Kıta:
 
Üstündeki güzellikler kadar altındaki manevî
değerlerle de bir “dünya cenneti” olan toprağı sıkılsa
şehitler fışkıracak kadar uğrunda can verilmiş bulunan bu
cennet gibi vatan için kim fedâ olmaz; bu vatan için fedâ
olmamak mümkün mü? Üstündeki güzelliklerden asla
vazgeçmeyeceğimiz, altındaki manevî değerleri görmezlikten
gelemeyeceğimiz, bu haliyle aşk derecesinde bağlandığımız
bu vatanı elimden almak, beni uzaklaştırmak yerine, Allah
canımı da, sevdiklerimi de bütün varlığımı da alsın, çok
daha iyidir.

54 05.11.21
Bu kıtada Türk Milletinin bu toprakları vatan
edinmek, onu elde tutmak, koruyup kollamak uğrunda ne
kadar çok kan döktüğü ne kadar çok can verdiği ifade
edilmekte; atalarından böyle bir miras devralan Türk’ün
mevcut tehlikeyi de aynı fedakârlıklarla karşılayacağı ve
vatansız yaşamaya asla razı olmayacağı fikri işlenmektedir.

55 05.11.21
8. kıta: 
Rûhumun senden, ilâhî, şudur ancak emeli: 
Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli. 
Bu ezanlar-ki şahâdetleri dînin temeli, 
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. 

56 05.11.21
2.2.8. Sekizinci Kıta:
 
Bu kıtada şehidler ağzından Allah’a yakarış ifade
ediliyor:
Allah’ım, ruhumun senden tek dileği şudur:
Mâbedlerimin (mâbedlerle dolu yurdumun) göğsüne, onlara
benim gözümle bakmayacak olan yabancıların el sürmesine
bile izin verme. İçinde senin varlığına ve birliğine şahitlik

57 05.11.21
demek olan Kelime-i Şahâdet’in de bulunduğu –ki İslâmın
temeli odur- ezanlar susmasın. Onların yerini çan sesleri
almasın. Buna izin verirsen, dinin temeli olan Kelime-i
Şahâdet minarelerden duyulmaz; o zaman da rûhum eziyet
çeker. Yurdumu yabancılardan koru; yurdumun semâlarında
ezanları ebedî kıl.

58 05.11.21
Burada Âkif’in ezânı, aynı zamanda bir “istiklâl
unsuru” olarak kullandığını görüyoruz. Bayrağın
dalgalanması nasıl egemenliğin ifadesi ise ezanın
susmaması da istiklâlin ifadesi olarak düşünülmüştür.

59 05.11.21
9. kıta: 
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım, 
Her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım, 
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; 
O zaman yükselerek arşa değer belki başım. 

60 05.11.21
2.2.9. Dokuzuncu Kıta:
 
Bu kıtada, sekizinci kıtadaki yakarış devam etmekte ve
şehitler, isteklerinin gerçekleşmesi halinde duyacakları hazzı
dile getirmektedir.

O zaman (eğer ezanlar yurdumun üstünde bir


istiklâl belirtisi olarak inlemeye-okunmaya devam
ederse), yeryüzünde bir mezar taşım kalmışsa o bile
binlerce defa secdeye (şükür secdesine) varacaktır.
Ezanların devamı benim verdiğim mücadelenin boşa
gitmediği ve
61 05.11.21
şehitliğimin de kabul edildiği mânâsına geleceği için
öylesine sevinirim ki yaralarımın her birinden kanlı sevinç
yaşlarım boşanır. Cesedim, yurdumun ebedî selâmete
eriştiği müjdesiyle, maddî varlığından sıyrılarak göğe doğru
(bir ruh gibi) yükselir. Tam bir şehitlik mertebesine erişmiş
olmanın hazzı içinde başım adetâ Arş’a (göklerin en yüce
katına) değer.

62 05.11.21
10. kıta: 
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! 
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. 
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: 
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet; 
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!

63 05.11.21
2.2.10. Onuncu Kıta:
 
Bu kıtada şair, savaş bitmiş de her şey yerli yerine
oturmuşçasına ümid, iman ve güven içinde bayrağa
sesleniyor:

Ey şanlı bayrağım, sen de ardından aydınlık


gündüzlerin geldiği, güneşin bütün güzellikleri gözler önüne
serdiği sabah şafağı gibi ufuklarımızda dalgalan. Uğrunda
döktüğümüz bunca kan sana helâl olsun. Ben kan ve can
vermeye, sen dalgalanmaya hazır olduğumuz müddetçe sana
da, milletime de ebediyete kadar çökmek, yok olmak yoktur.

64 05.11.21
Baştan beri hür yaşamış, hür yaşamayı insan olmanın temeli
kabul etmiş ve Hakk’a hakkıyla tapmış bir milletin izmihlâli
esasen mümkün olmadığı gibi, onun bayrağının ufuklardan
inmesi de mümkün değildir. İstiklâl Türk Milletinin en tabiî
hakkıdır, hürriyet de Türk bayrağının…
 
Şair, şafak kelimesini ilk kıtada Arapça aslındaki
“akşam kızıllığı” anlamında kullanmış, son kıtada ise bizde
kullanılan “sabah kızıllığı” mânâsını esas almıştır.

65 05.11.21
66 Girne’de güneş batıyor: Akşam şafağı. 05.11.21
67 Girne’de gün doğuyor: Sabah şafağı. 05.11.21
Şiirin başından sonuna kadar hâkim olan üslûp, şairin
kesinlikle ümitsizliğe düşmediğini ve bu ümîdini –zaman
zaman sitem de ederek- milletin her ferdine aşılamaya
çalıştığını gösteriyor. Bu ruh hâli, Allah’a, millete ve
kendine güvenen, iyimser ve kararlı bir insanla karşı karşıya
olduğumuzu ifade etmektedir.

68 05.11.21
Marşın yazıldığı günlerde milletin büyük bir kısmında
moral bozukluğu hakimdir. Görevi gereği Anadolu’nun
birçok yerini dolaşan Akif, bu moral bozukluğunun da
farkındadır.

69 05.11.21
Ancak, toplum önderlerinin, her şeye rağmen ümitli
kalabilmeleri, içlerinde kopan fırtınayı saklayabilmeleri
gerekir. O günlerde Ankara’da toplanan kadro, başta
Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, bunu başarabilmiş,
morali bozulanları da kendi saflarında tutabilmişlerdir.
Akif’in şiiri, bütün millette ümit uyandırabilmiştir.

70 05.11.21
KAYNAKÇA
 
1-Eşref Edip, Mehmet Âkif Ersoy-Hayatı, Eserleri, Abdullah Işıklar Kitapevi,
ikinci Baskı-1960
2-Ersoy, Mehmet Âkif, Safahat, İnkılâp ve Aka Kitapevleri, 7. Basım,
İstanbul-1966
3-Nalbantoğlu, Muhittin, İstiklâl Marşımızın Tarihi, Cem Yayınları, İstanbul-
1964
4-Üngör, Ethem, Türk Marşları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitü Yayınları,
Ankara-1966
5-Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat, Cilt 4, İstanbul-1985
6-Yıldız, Saadettin, “Safahât’ta İstiklâl Marşı’nı Hazırlayan Fikir ve
Duygular”, Çanakkale Eğitim Yüksekokulu Araştrıma Dergisi, Cilt 1. Edirne-
1988

71 05.11.21

You might also like