You are on page 1of 29

LAÜ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ TDE BÖLÜMÜ

TDE 457 EDEBİYAT KURAMLARI I DERS NOTLARI

YANSITMA KURAMI I
PROF.DR.SAADETTİN YILDIZ

LEFKE-2020
PLATON /Eflatun (M.Ö. 428 /427 veya 424/423 – 348/347)

Platon, sanatın yansıtma olduğunu düşünüyordu.


Yansıtma, esas itibarıyle, var olan bir şeyi taklit etmektir: Mimesis
(yansıtma, kopya veya taklit).
Varlığın özü, gerçek olan, idea’dır. İdea’yı Tanrı yaratır. Platon buna şu
örneği verir:

1-İdea (Sadece Tanrı’nın bilgisinde olan şey) : Yaratıcı’nın bilgisinde bulunan


sedir yapma fikri (asıl gerçek. ASIL GERÇEK MİMESİS OLARAK YANSIR.)

2-Mimesis 1. (Asıl gerçeğin taklidi) :Marangozun ihtiyaç ve içe doğma ile


ağaçtan yaptığı sedir (İdea’nın şekle girmiş / görünüm kazanmış hali)

3-Mimesis 2. (Taklidin taklidi) : Marangozun sedirine bakarak ressamın çizdiği


sedir resmi
4-Eidola (Yanılsama / Olmayan şeyin geçici yansıması): Marangozun
yaptığı sedirin cilalı yüzünde yansıyan resim
5-Katharsis (Kötünün bir çeşit ders olması / Kötü olmamak fikrinin
uyanması) : İnsanın (özellikle yönetici sınıfının) edebî eserde kötüyü
görüp etkilenmesi ve arınması / kötü duyguları boşaltması.
(Parantez içi açıklamalar bana ait. S.Y.)
../..
• Bu görüşe göre duyular dünyası ile algıladığımız mimesis gerçek olamaz.
• Asıl gerçek, mimesisin ana hatlarını planlayan ideadır. Mimesis, ideanın bir formatıdır.
• İdeanın bir sembolü ve göstergesi olan mimesis, başta beş duyu olmak üzere duyularla algıla-nırken bizi
yanıltabilir.
• Gerçek olan, ideadır. İdea gerçeğinden varlıklar dünyası olan mimesise gerçekler yansımıştır. Biz gerçeği
mimesise bakarak görürüz; mimesisi, varlığı, hayatı okuruz ve ideayı anlayabilirsek gerçeğe ulaşmış oluruz.
• Gerçekler dünyası olan ideadan yansımalar, taklitler, kopyalar yoluyla mimesis oluşmuştur.
• Sanat ve edebiyat da aslında bir mimesistir ve onun gerçek değeri, idealar bulunarak anlaşılır.

• https://www.edebiyatfakultesi.com/yansitma-teorileri.htm (e.t.15.10.2020)
Platon’a göre sanat, duyular dünyasını, yani taklidin taklidini yansıtıyor
demektir. Dolayısıyla da sanatçı hakikatten uzaklaşan adamdır. Zaten o, yazdığı
konularda yetkin de değildir.

«Sanat aklı değil, duyguları besliyor. Eflatun’a göre sanatçı ve sanat şöyle
oluşuyor: Musalar (esin / ilham perileri) sanatçıyı (yaratıcı yazarı) etkileri altına
alıyorlar, yazar, ne yaptığını bilmeyen bir çeşit meczup, Musaların etkisiyle yazıyor,
yazdığının bilincinde değil pek. Bir de, asıl yazarın ürettiğini yineleyen rapsodistler
var. Rapsodist (başka bir ozanının metnini sunan anlatıcı ya da şarkıcı) de, asıl
yazarı kopyalıyor.» (FatmaErkman-Akerson, Edebiyat ve Kuramları, İthaki,2010,s.60)
Berna Moran diyor ki:
«Platon’un edebiyata itirazlarını özetlemek istersek bunların başlıca iki yönden
yapıldığını söyleyebiliriz: 1)Bilgi yönünden. 2)Ahlâk yönünden. Bilgisel yönden
itirazı iki temele dayanıyor:
a)Şair, bizi asıl gerçeği teşkil eden idealardan uzaklaştırır.
b)Şairin yetkiyle konuşacağı hiçbir konu yoktur.
../..
Ahlâk yönünden olan itirazları da üç temele dayanıyor:
a)Eserlerde gençlere fena örnek olacak parçalar var.
b)Tragedyalarda ve destanlarda kötü kişileri taklid ederek temsil etme fena etkiler bırakır.
c)Edebiyat, dizginlememiz gereken duygusal yanımızı coşturur. (Edebiyat Kuramları ve Eleştiri,
9.Baskı, 1994, s.4)

Burada şu hususu da belirtmekte fayda vardır:


Platon, sanatın aslında çok yararlı olabileceğini, yansımanın gerisindeki /derindeki gerçeği
bulabileceğini düşünüyor; fakat sanatçılar hep taklitçi kaldıkları için sanattan / edebiyattan beklenen
fayda gerçekleşmiyor.
Platon’un hocası Sokrates, kendisinin çok şey bildiğini sanan insanlardan
farkının «bir şey bilmediğini bilmek» olduğunu söylemişti. Bu görüş, gerçek
bilginin esas olduğu anlamına geliyordu. Platon da bu anlayışla hareket etmiştir.
“Platon’a göre, edebiyatta yalana yer olmamalı ve gerek insanlar, gerekse
tanrılar hakkında doğru şeylere yer verilmelidir. Edebiyatın görevi, öncelikle
gerçekleri yazmak ver insanların ahlaki gelişimine katkıda bulunmak
olmalıyken, edebiyat adı altında yazılan şeylerin, daha çok insanların içgüdülerine
ve ihtiraslarına yönelik olduğu ve bunun da insanların edebiyatı bir tür eğlence
olarak algılamalarına yol açtığını belirtir. Platon, yazarların özellikle tanrılar ve
insanüstü varlıklar hakkında yazdıklarını, geleceğin savaşçıları olarak gördüğü
çocuklar için oldukça sakıncalı görür.” (Metin Toprak, Hermeneutik ve Edebiyat, Dergah, 2003, 150-151)
Platon’un sonraki slaytlarda kısaca anlatmaya çalışacağımız meşhur
mağara teorisi / mağara alegorisi / mağara benzetmesi de aynı
anlayışı izaha yöneliktir.
Platon'un bir "Mağara benzetmesi" vardır; Yeraltında bir mağarada yaşayan bir
takım insanlar olduğunu düşünür. Bu insanlar sırtları mağaranın girişine dönük
oturmaktadırlar. Elleri ve ayakları bağlıdır ve yalnızca mağaranın duvarını
görebilmektedirler. Arkalarında yüksek bir duvar vardır. Yine bu duvarın arkasında
insana benzer bir takım görüntüler, duvarın üzerinde bir takım değişik cisimler
tutmaktadırlar. Bu cisimlerin arkasında bir ateş yandığı için cisimlerin gölgesi
mağaranın duvarlarına yansır. Mağarada yaşayanların gördüğü tek şey de bu
“gölge tiyatrosudur”. Doğduklarından beri bu şekilde oturdukları için, var olan tek
şeyin gölgeler olduğunu sanırlar.

https://platonun-magara-benzetmesi.nedir.org/ (E.T.16.10.2020)
MAĞARADAN DIŞARIYA ÇIKMIŞ OLAN BU ADAM,
YILLARCA KARANLIKTA KALDIĞI İÇİN GÜN IŞIĞINA
ALIŞAMAZ VE DIŞARIDA HİÇBİR ŞEY GÖREMEZ.GÖZÜ
ALIŞTIKÇA GÖRMEYE BAŞLAR. MAĞARA DÖNER, BU
SEFER DE KARANLIĞA YABANCIDIR!

BİZ «İDEA»NIN DIŞINDAKİ HER ŞEYİ BİR YANSIMA OLARAK GÖRÜRÜZ.


GÜNEŞ YOKSA YANSIMALAR DA YOKTUR.
SIRTI DÖNÜK OLAN ADAM MEŞALE SAYESİNDE BİR KUŞ YANSIMASI
GÖRÜYOR. MEŞALE SÖNERSE PERDE KARARIR.
EĞER ZİNCİRLENMİŞ OLAN BU İNSANLAR ARKALARINDA ATEŞİN OBJELERİ
YANSITTIĞINI BİLSELERDİ DUVARDAKİ GÖRÜNTÜNÜN BİR YANSIMADAN
İBARET OLDUĞUNU VE HAKİKATİN GÖRÜNTÜDEN BAŞKA BİR ŞEY OLMASI
GEREKTİĞİNİ DE BİLİRLERDİ.
İnsan için en önemli ve vazgeçilmez olan şey mağaradan /
karanlıktan / bilgisizlikten kurtulmaktır. O zaman
gölgenin / taklidin geçici olduğunu, gerçeğin daha içeride
olduğunu anlar.

Bu da sanatın duyular dünyasını / «görüngü dünyası»nı


yansıttığı anlamına gelir. Oysa hedef, «idea»yı anlayıp
yansıtmak olmalıdır.
Hocasının söylediklerini temel çizgi olarak alan, fakat onda eksik ya
da yanlış bulduğu hususları tamamlayan, yeniden yorumlayan ve
değiştiren bir öğrenci : FİLOZOF ARİSTOTELES
Sanata da bu anlayışla yaklaşan Platon, sanatın yarar
yerine zarar verdiğini, insanın duygularını coşturarak
aklını kullanmasını engellediğini düşünmüştür:
***“Taklitçi, görüntü yaratıcısı, gerçekliğe dair hiçbir
şey bilmez, sadece görüntüyü bilir.” (Devlet, (Çev.Kemal
Ozan) Profil Yayıncılık, 2011, Onuncu Kitap, 242)

***«Homeros’la başlamak üzere tüm şair güruhu


mükemmelliğe ait imgelerin ve ‘yarattıkları’ diğer
şeylerin taklitçisidirler ve hakikati ele geçiremezler.»
(Devlet, Onuncu Bölüm, 242)
ARİSTOTELES (M.Ö. 384-322)

Aristoteles Platon’un öğrencisidir. Atina’da


onun yanında yetişti. Platon’un ölümü
üzerine Assos’a, Assos’un Persler tarafından
istilası sonrası Makedonya’ya gitti. Büyük
İskender’e hocalık etti. Atina’ya dönerek
Lyceum adını verdiği okulunu kurdu.
Çeşitli konularda ( mantık, fen, astronomi,
politika, edebiyat vb.) eserler yazdı.
Helenistik dönemde diğer düşünce okulları kadar popüler olmasa da öğretilerini
takip edenlerce fikirleri aktarılmış, Epikürcülük ve Stoacılık üzerinde çeşitli etkileri
olmuştur. Ancak asıl etkisini Erken Hristiyanlığın Neo-Platonizminde, Orta
Çağ'ın Hristiyanlık teolojisinde, İslam felsefesinde, ve Skolastik düşüncede gösteren
Aristo, İslam düşünürleri tarafından "muallim-i evvel" yani "ilk öğretmen" olarak
anılmış, Thomas Aquinas biricik örneğini teşkil ettiğini düşündüğü için ona sadece
"filozof" demiş, Heidegger felsefede kavramın ancak Aristo ile kendisini bulduğunu
iddia etmiştir. Felsefe tarihi boyunca neredeyse hiç gündemden düşmeyen Aristo,
günümüzde özellikle metafizik ve etik alanlarında güncel tartışmalara katkıda
bulunmaya devam etmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Aristoteles (e.t.18.10.2020)
Aristoteles de sanatın yansıtma olduğu düşüncesindedir. Platon, ideaları ilk doğru /
ana doğru olarak kabul ediyor ve onlardan hareketle tek tek varlıkları / nesneleri bu
doğrulara göre değerlendiriyordu. Tümdengelimci bir bakışı vardı.

Aristoteles ise gözlemleyip tek tek değerlendirdiği varlık ve nesnelerin ortak


özelliklerini belirleyip buradan genel sonuçlara varıyordu. Yani Tümevarımcı idi.

Bu değerlendirmelerinde sınıflandırmayı, türleri ve özelliklerini bu


sınıflandırmadaki yerlerine yerleştirmeyi çok önemsemiştir. Edebiyatta da türler,
bugün bile onun anlayışına çok yakın sınıflandırılmaktadır.
«1-Şimdiye dek söylenenlerden şu sonuç çıkıyor:
Ozanın ödevi, gerçekten olan şeyi değil, tersine, olabilir olan şeyi, yani olasılık ya
da zorunluluk yasalarına göre olanaklı olan şeyi anlatmaktır.

2. Tarih yazarı ve ozan, biri düzyazı, öteki nazım yazdığı için birbirlerinden
ayrılmazlar. Çünkü, Herodotos'un yapıtının mısralar haline getirilmiş olduğu
düşünülebilir. Bununla birlikte, ister nazım, isterse düzyazı biçiminde olsun,
Herodotos'un yapıtı bir tarih yapıtıdır. Ayrılık daha çok şu noktada bulunur:
Tarihçi daha çok gerçekten olan'ı, ozansa olabilir olan'ı anlatır.
3. Bunun için şiir, tarih yapıtına oranla daha felsefi olduğu gibi, daha üstün
olarak da değerlendirilebilir.
Çünkü şiir, daha çok genel olanı, tarihse tek olanı anlatır. Genel olan deyince de,
olasılık ya da zorunluluk yasalarına göre, belli özellikteki bir kişinin böyle ya da
şöyle konuşmasını, böyle ya da şöyle eylemde bulunmasını anlıyoruz.» (Aristoteles,
Poetika, Çev.İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, İst.1987, s.30-31)
Buradan anlaşıldığı gibi, Aristoteles sanatın tek olanı değil geneli yansıttığını kabul
eder. Yani Platon’un tek olanı yansıttığı için sanatın gerçeği ifade edemeyeceği
düşüncesi, sanatın geneli / bütün hayatı yansıttığı tezi ile geçersiz kılınmaya
çalışılmış ve ideaların da duyular dünyasına dahil olduğu ileri sürülerek bütüncül bir
değerlendirme yapılmıştır.
Yansıtılan, gerçek hayattan daha iyi veya daha kötü olabileceği gibi, gerçek
hayattakinin tam karşılığı da olabilir. Bu görüşüyle Aristoteles, sanatın/ sanatçının
özgürlük alanını genişletmiştir.
Aristoteles’e göre dışavurum, mimesis (gösterme) ve diegesis (söyleme / ifade etme)
olmak üzere iki tarzda olur. Bunlar ayrı ayrı kullanılabileceği gibi metin türüne göre
birlikte de kullanılabilir:

«Mimesis : Tiyatrodaki diyaloglar gerçeği taklittir. Tiyatroda yalnız diyalog vardır!


Tiyatro gösterir.
Diegesis : Yazar, kendisi olayları ya kendi ağzından ya da üçüncü bir kişinin
ağzından anlatır. Anlatılar, masallar… Masalda anlatıcı, olayları söyler (anlatır).
Mimesis+Diegesis: Anlatı ile diyalogun bir arada bulunması. Örneğin epos türünde
yer yer olanları söyler, bazen de diyalogları aynen aktararak gösterir.» Akerson, a.e.
Aristoteles, sanat eserinden dünyayı olduğu gibi anlatmasını beklememek
gerektiğini düşünmüş, bunun için de önce amacın belirlenmesini ve metnin bu
amaca göre kurulmasını teklif etmiştir. Bu görüş, sanatçının kayıt altına alınması
yönünden sakıncalı bir durum yaratmıştır.
«Bir edebiyat metni, üç temel işlev gerçekleştirmeliydi:
a)Mimesis : Yaşamın taklit edilmesi;
b)Katharsis : İzleyiciye belli örnekler sunarak, onu kendi sorunlarından arındırma
(arınma);
c)Ekstasis : İzleyiciyi estetik açıdan etkileme, coşturma (esrime)»
Akerson, a.e., s.64

Yani, sanat eseri bir yandan hayatı taklit ederek izleyiciye yararlı örnekler sunacak,
bir yandan da ondan belli oranda haz alacak…
“Platon’da şair sadece tanrının aracısı, onun sözlerini insanlara aktaran (Yansıtma
işiyle görevli kişi. S.Y.) ve hiçbir yaratıcı yönü olmayan bir araçken, Aristoteles’te
bu yaratıcılık çok sınırlıdır; o yaratıcılık da sadece gerçekliği en ideal biçimde taklit
etme işlevi için gereklidir. (…)
../..
Platon ve Aristoteles’in farklı gerekçelerle ve farklı bakış açılarıyla da olsa bireysel
yaratıcılığı kabul etmemeleri, yine farklı bir gerekçeyle Ortaçağ’da da devam eden
ve genel kabul gören bir düşünce olarak gelişen bir olgudur ve ortaya çıkan bu yeni
durum, şairin ve sanatçının daha sonra 18.yüzyılın ikinci yarısından itibaren
tanrıdan sonra ‘ikinci derecede’ yaratıcı olarak görülmeye başlamasına zemin
hazırlar.” (Metin Toprak, a.e., s152)
Platon ve Aristoteles’in görüşlerine dayanan Yansıtma I kuramına göre sanat neyi
yansıtır?

a)Platon’a göre: Sanat duyularımızın algıladığını / görüngü dünyasını yansıtır.


İdeal olanı / varlığın özünü yansıtamaz; çünkü taklittir. Sanat aklı esas alsaydı bunu
yapabilirdi.

b)Aristoteles’e göre: Sanat genel olanı / özü yansıtır. Tek olanı kullanarak genel
olanı açıklar. Sanatçı seçerek yansıtır. Olması gerekeni esas alır. Dolayısıyla da
ideal olanı / olması gerekeni yansıtmış olur.

You might also like