You are on page 1of 162

DUYGULANIM DÜZENLEME ve KENDİLİK TAMİRİ

3. BÖLÜM
YANSITMALI ÖZDEŞİME DAİR
PSİKO-NÖROBİYOLOJİK MODELİN KLİNİK
ÇIKARIMLARI

ALLAN N. SCHORE
California Üniversitesi Los Angeles Tıp
Fakültesi Psikiyatri ve Biyodavranışsal Bilimler
Bölümü
• Psikanalizin ve bilimin zihni açıklamak üzere daha
güçlü modeller üretmek için bir araya geldiği bir
dönem içerisindeyiz. Bu yakınlaşma insan
deneyimine dair ortodoks olmakla beraber henüz
nüfuz edilmemiş belli sorulara yeni bir yaklaşımın
geliştirilmesine müsade edebilir. Pek çok farklı
disiplinin ilgisini çeken heyecan verici sorulardan biri
de insan zihninin neden ve nasıl geliştiği ve
sonrasında ne şekilde daha karmaşık bir yapıya
kavuştuğudur.
• Eğer koca bir yüzyıl boyunca bu sorunun
bilimsel sorgulamanın sahasının dışında kaldığı
doğruysa, psikanalizin alanında dahi zihnin
erken dönem gelişimi neredeyse hiç
araştırılmamış hatta Freud bu sorudan
neredeyse kaçınmıştır.
• Psikanalizin öncüler arasında ilkel zihin üzerine
en fazla formal kuramsal ve klinik açıklamada
bulunan belki de Melanie Klein olmuştur.
• Klein (1946) yansıtmalı özdeşimi büyük ölçüde
bilinçdışı olan bilgilerin gönderenden alıcıya
yansıtıldığı süreç olarak tanımlamıştır. Bir kişinin
bilinçaltı ile diğerinin bilinçaltı arasında geçen bu
ilkel süreç erken gelişim döneminde başlasa da hayat
boyu devam eder.
• Bu fenomen aynı zamanda gelişimsel
psikopatolojilerde çocuğun ve yetişkinin terapisinin
esas odak noktasını oluşturan ilkel bilinçdışı
savunma mekanizmasına da atıfta bulunmaktadır.
• Diğer insanlarla uyumlanmaya dayalı etkileşimler hem bilinç
hem de bilinçaltı düzeylerde süregelir.
• Freud eserinde kişinin diğerlerinin bilinçaltı iletişimini
alımladığı “aynı oranda askıya alınmış dikkatin” (evenly
hovering attention) zihin halini modellendirmeye başlamıştır.
• Freud (1912/1958b) bilinçaltının nasıl “alımlayıcı bir organ”
olarak eylediğini açıklıyorsa, Klein’ın yansıtmalı özdeşim
kavramının da bir bilinçaltı sisteminin nasıl “transmiter”
olarak eylediğini ve bu transmiterlerin nasıl daha sonra diğer
bir bilinçaltı zihnin alımlayıcı işlevlerini etkilediğini
modellendirmeye çalıştığını iddia ediyorum.
• Daha yakın zamanlı çalışmalarda, Joseph (1997, s.103)
“yansıtmalı özdeşimin tabiatı gereği bir tür iletişim”
olduğunu vurgulamıştır.
• Bu tema aynı zamanda Alvarez (1997) ve Mason (2000)
tarafından da vurgulanmıştır.
• Morrison (1986) “alımlayıcıya bilinçaltı fantazinin ne
hissettiğini ileten bir tür iletişimdir,” demiştir (s.59).
• Diğer yazarlar da yansıtmalı özdeşimin kendilik ve nesne
temsilleriyle bağlantılı duygulanımların yansıtılmasıyla
ilgili olduğunu iddia etmişlerdir (Adler & Rhine, 1992).
• Ogden, “yansıtmalı özdeşim esnasında
yansıtanın ‘alımlayıcıyla’ gerçek kişiler-arası
etkileşimler aracılığıyla bilinçsizce onun
‘uyarılan’ hisleriyle uyumlu his hallerine
sebebiyet verdiği” (1990a, s.79) sonucuna
varmıştır.
• Genel kabul gören fikre göre Klein’ın tek
vurgusu fantazinin, bebeğin zihninde oluşan
bilinçaltı bilişselliklerin gelişimi üzerindeydi.
Ancak bu görüş bebeğin hallerinin bilişsel
olarak daha az karmaşık olduğunu ve daha
ziyade beden temelli ve duyusal-
duygulanımsal olduğunu ortaya koyan çağdaş
gelişimsel araştırmalarla çelişmektedir.
• Çoğu okur daha çok Klein’ın kıskançlık ve şükran üzerine
eserlerine aşina olsa da, Klein 1943-1944 yıllarında
“Genç Bebeklerin Davranışlarını Gözlemlemek Üzerine”
ve “Bebeğin Duygusal Yaşamına Dair Birkaç Kuramsal
Çıkarım” eserlerini yayınlamıştır.
• Daha yakın zamanda “Melanie Klein’ın Kuramına Yeni Bir
Bakış” isimli makalesinde, Stein “bütün zihinsel gelişimi
kapsayan ortak bağlamın Klein’a göre “hislerin
düzenlenmesi” olduğu söylenebilir,” demiştir (1990,
s.508; vurgu bana ait).
• Çağdaş gelişimsel araştırmalar da Grotstein’ın
(1981) 20 yıldan uzun süre önce iddia ettiği
gibi terapistin yansıtmalı özdeşimi aldığı halin
annenin alma gücüne özdeş olduğunu
desteklemektedir.
• Yani yansıtmalı özdeşimin hem klinik hem de
gelişimsel modelleri şu anda bilişsellik ve içerik
yerine içsel duygulanımsal hallerin ve
süreçlerin iletişiminin hayati rolüne vurgu
yapmaktadır.
• Bu durumu daha da ileriye taşırsak, ben
Klein’ın yeni ufuklar açan kavramının klinik
psikanalizi yalnızca gelişimsel psikanaliz ve
psikolojiyle değil aynı zamanda gelişimsel
sinirbilim özellikle de duygulanımsal
sinirbilimle bağlantılandırdığını iddia
ediyorum.
• Daha önce (Schore, 1997a, 1999a, 1999c, 2000a,
2000c, 2002e) psikanaliz ve nörobiyolojinin
birbirleriyle yakınlaşması için doğru zamanda
olduğumuzu ve bu bütünleşmenin klinik olguların
daha iyi anlaşılmasını sağlayabileceğini iddia
etmiştim.
• Bu özellikle yazarların şu anda “bir türlü bilimsel
olarak kavramaya başlayamadığımız gizemli bir
şekilde işliyor” dedikleri yansıtmalı özdeşim için
geçerlidir (Sands, 1997a, s.653).
• Erken dönemde olgunlaşan sağ yarıküre yaşamın ilk
üç yılında başat role sahiptir (Chiron et al., 1997) ve
duygusal bilgilerin işlenmesi üzerine uzmanlaşmıştır
(bkz. Schore, 1994, 1998b, 1999a, 1999c).
• Bunun nedeni bu korteksin soldan çok daha fazla
anatomik olarak “davranışlara kılavuzluk eden
duygusal hislere bağlı olarak öznel bilgiler elde
eden” beyin ağı olan limbik sisteme bağlı olmasıdır
(MacLean, 1985, s.220).
• Klinik terapistler terör ve öfke gibi yoğun, ilkel duygulanımlara
oldukça ilgi göstermektedirler.
• Ancak yakın zamanlı bir eserimde travmatik, yorucu duygulanım
halleriyle başa çıkmak –oto-regüle etmek- için kullanılan ilkel
savunmaların erken dönem etiyolojisi üzerine sahip olduğumuz
bilgileri de derinleştirmemiz gerektiğini iddia ediyorum.
• Böylece disiplinlerarası bir yaklaşım gelişen sistemlerin nasıl
yansıtmalı özdeşim ve çözülme gibi ilkel savunma
mekanizmalarının bebeğin içdengesini büyük ölçüde bozan
yoğun stres içeren hallere neden olan etkileşimsel kuvvetlerle
başa çıkacak şekilde organize edilebileceğini modellendirmemizi
sağlayabilir (Schore, 2001a).
• Çözülme travmatik duygulanımlarla başa
çıkmada oldukça erken dönem ortaya çıkan bir
hayatta kalma mekanizmasıdır ve yansıtmalı
özdeşim mekanizmasında oldukça önemli bir
role sahiptir (Schore, 1998c, 2000g, 2002d).
• Bu erken dönem olaylar haller izler halini
aldığında (Perry et al., 1995) olgunlaşan beyne
kaydedildiğinden (Matsuzawa et al., 2001)ilkel
savunma mekanizmaları olarak muhafaza edilirler.
Yansıtmalı özdeşime başvuran danışanların
narsisistik olarak kırılgan olan ötekilerle bir tür
ilişki kurabilmek için kendilerini “çözülme yoluyla
travmatik duygulanımlardan temizledikleri”
görülmüştür (Sands, 1994, 1997b).
• İki çığır açan makalesinde Klein savunmaya
dönük yansıtmalı özdeşimin diğer bir kişinin
kişiliğinin şiddetli istilasıyla özdeşleştirildiği
(1955/1975) ve kendiliğin istenmeyen
taraflarından kaçışı temsil ettiği (1946)
varsayımında bulunmuştur.
• Ciddi ölçüde bozulmuş kişilikler söz konusu
olduğunda kendine mahsus ve kısıtlı savunma
serilerine başvurmak klinik literatürde uzun bir
zamandır kaydedilmiştir.
• Gerçekten de böylesi danışanların tedavisinin
esas amaçlarından biri aşırı yansıtmalı özdeşim
kullanımını daha olgun savunma
operasyonlarıyla ikama etmelerine yardımcı
olmaktır.
• Boyer anneleriyle erken dönemde sorunlu bir ilişki
deneyimlemiş ve bunun sonuncunda oldukça kusurlu bir ego
yapısına sahip olmuş bir grup danışanla birlikte çalışmıştır. Bu
danışanların aşırı yansıtmalı özdeşime başvurmaları “diğerleriyle
ilişkilerini olduğu kadar bizzat kendi psişik dengelerini de son
derece ağır bir biçimde etkilemektedir.”
• Terapideki en önemli amaçlardan biri kendilerini derhal
gerilimden kurtarmaktır. Genellikle bu rahatsızlık deneyiminin
tolere edilemez boyutlara varmasından korkarlar ve kendilerini
bundan kurtarmayı başaramazlarsa fiziksel ve zihinsel
parçalanma ve ayrışmayla karşı karşıya kalacaklarından korkarlar
(Boyer, 1990, s.304).
• Yansıtmalı özdeşimin karakterolojik olarak
kullanılmasının “pahası” üzerine yazılarında
Stark, “Bu içsel çatışmalarıyla başa çıkma
kapasitesinden yoksun danışanlar her daim
kendilerinin önemli kısımlarından vazgeçme,
içsel olarak yoksullaşmış ve aşırı derecede
başkalarına bağımlı hissetme durumunda
olacaklardır,” demektedir (1999, s.269).
• Hızla değerlendirilen dışsal sosyal çevrede
görülen değişikliklerin içsel psiko-biyolojik
hallerde dinamik değişikliklere neden olmasını
sağlayan “gizli” mekanizmalar karşılıklı inşa
edilen terapötik ittifakın anlık etkileşimlerinde
meydana gelen temel hızla-işleyen
mekanizmaların daha derinden anlaşılmasını
temin edebilir
• Bu yüzden aşağıda yansıtmalı özdeşimi sağ
beyinler arası iletişimi özellikle de yoğun
duygulanımsal halleri düzenlemek için
başvurulan erken dönemde oluşan bilinçdışı
başa çıkma stratejisi olarak tanımlıyorum.
• Duygulanımlar psikobiyolojik olgular
olduğundan ve kendilik beden temelli
olduğundan, yansıtmalı özdeşim başa çıkma
stratejisi bilinçli sözlü-linguistik davranışları
değil bilinçdışı sözsüz zihin-beden iletişimini
temsil etmektedir.
• Gelişimsel duygulanımsal sinirbilimlerinden ve
nöro-psikanalizden elde edilen bu bilgi
terapistin danışanı “içeriden” bilmesini
sağlayacak bilinçdışı iletişime erişme
kapasitesini dolayımlayan temel psiko-
nörobiyolojik mekanizmaları tanımlar
(Bromberg, 1991).
• YANSITMALI ÖZDEŞİM
ÜZERİNE KLİNİK
KAVRAMSALLAŞTIRMALARIN
ÇAĞDAŞ GÜNCELLEMELERİ
• Klein yansıtmalı özdeşimi kendiliğin
istenmeyen bir kısmının, ötekiyle
özdeşleştirilmekle beraber, şahıs için önem
taşıyan ötekine yansıtılması olarak
tanımlamıştır.
• Bu genellikle kontrollü bir biçimde, kendilik
için tehlikeli olabilecek “kötü,” olumsuz
kısımların, ötekine yansıtılması anlamına gelir.
• Ancak, pek çok yazar Klein’ın yansıtmalı
özdeşimin çocuğun anneyle olumlu ilişkisi
içindeki rolü üzerine de bir şeyler söylediğinin
altını çizmekte, bu sürecin kendiliğin çokça
değer verilen bir kısmının ötekine yansıtılması
sürecini içerdiğini iddia etmektedir.
• Leiman (1994) yansıtmalı özdeşimin
“deneyimin olumsuz” veya “olumlu alanına”
ilişkin olduğunu belirtmiş; bu ikincisi daha
sonra Likierman’ın (1988) geçici deneyimler ve
oyunun kökeninde ifadesini bulmuştur.
• Likierman (1988) “anne sevgisi ve olumlu yansıtmalı
özdeşim” üzerine yazmıştır. Sandler ve Sandler de
(1996) “ilksel özdeşleşimin” stresinden yani kendilik
ve nesne arasındaki sınırların kaybolduğu kişiler
arası etkileşimlerden bahsetmiştir.
• Bunun yansıtmalı özdeşim sürecinin temeli
olduğundan ve “karşılıklı aşk ilişkisi” temelinde
meydana geldiğinden ve empatinin önemli bir
temeli olduğundan bahsetmektedirler.
• Bu güncel kavramsallaştırmalar yansıtmalı özdeşimle
özdeşleştirilen süreçler normal olduğu kadar anormol nesne
ilişkileri geliştirilmesi için hayati öneme sahiptir yönündeki
esas iddianın uzantılarıdır.
• Ancak bu mekanızmanın erken dönem gelişimsel olgulardaki
merkezi rolünü vurgulayan kişi Bion olmuştur (Schore, 2001h).
• Uzak görüşlü bir çalışmasında, Bion (1962b) anne ve çocuk
birbirlerine uyumlandığında çocuğun yansıtmalı özdeşim
savunma olgusu değil “gerçek” bir olgu olarak anlayarak bu
yönde davrandığını ve bunun aslında yansıtmalı özdeşimin
normal koşulu ve işlevi olduğunu iddia etmiştir.
• Birbirlerinin iletişimine uyum sağlayan anne ve
çocuk kavramsallaştırması karşılıklı birbiri
üzerinde etki sahibi olma modelini
tanımlamaktadır. Bu da yansıtmalı özdeşimin
tek yönlü değil iki yönlü bir etkileşim süreci
olduğunu öne sürmektedir.
• Yansıtmalı özdeşimin kişiler-arası bileşeni
Grotstein (1981) ve “yansıtmalı özdeşim
yansıtan ve alıcı arasında etkileşimin olmadığı
hallerde var olamaz,” diyen (1979, s.14) Ogden
gibi klinik kuramcılar tarafından geliştirilmiştir.
• Scharff (1992) “unutulmuş içe yansıtmalı özdeşim”
kavramına atıfta bulunmuş ve yansıtmalı ve içe
yansıtmalı özdeşim süreçlerinin arasındaki
ikilenmeyi tanımlamıştır. Bu bağlantılardan
hareketle Ryle (1994) yansıtmalı özdeşimin
diğerleriyle etkileşimlerimizi organize eden, ötekinin
rolünü öngörmemizi sağlayan ve eylemi
duygulanım, beklenti ve iletişimle birleştiren
“karşılıklı rol prosedürlerinin” özel bir türü olarak
tanımlamıştır.
• Yine bu kavram intrapsişik kavramların tekli,
tek-yönlü ortaya çıkışından ikili, öznellikler-
arası iletişim süreçlerine geçişi temsil eder.
• Bu etkileşimsel ilkeyi genişleten Muir (1995)
Klein’ın çalışmasını Mahler ve Bowlby’nin
gelişimsel modellerine entegre etmiştir.
• Bu noktada önemli katkılar sunan
çalışmalarından birinde, yansıtmalı özdeşimin
“psikobiyolojik bağ” olarak aracılık ettiğini ve
bunun da olumlu simbiyotik hallerin iletişimi
ve bağlanma bağı şablonlarının iletilmesinde
aracı işlevi gördüğünü kanıtlamıştır.
• Muir bu kişiler arası yansıtma sürecinin
yalnızca istenmeyen kendilik kısımlarını başka
bir insana iletmek için değil aynı zamanda
gelişimsel olarak bebeğin bakıcıda bakım ve
ilişkisel davranışlar uyandırmasını sağlamak
için de kullanıldığını göstermiştir.
• Bu fikirler olumsuz duygulanımları asgari
düzeye çeken ve olumlu duygulanımları azami
düzeye çıkaran psikobiyolojik olarak
düzenlenmiş duygulanım iletilerinin anne ve
bebek arasında karşılıklı olarak yaratılmış
güvenli bağlanma bağlarına sebebiyet
verdiğini iddia eden kendi çalışmalarıma
benzerlik göstermektedir (Schore, 1994, 1996,
1999i; 2000a, 2000d, 2001b).
• Bu çalışmalar yine günümüzde bağlanma
ilişkilerinin merkezi rolünü tanımlayan
bağlanma araştırmacılarının araştırmalarıyla
da uyum içerisindedir. Bu mekanizma hayat
boyu ikili ilişkilerde duyguların ikili
düzenlenmesi olarak kendini göstermeye
devam etmektedir (Sroufe, 1996).
• Güncel gelişimsel modeller bu yüzden
yansıtmalı özdeşimin ne gelişimsel ne de
terapötik durumlarda tek taraflı olduğunun
aksine duygusal iletişim içerisindeki ikilinin her
iki üyesinin de karşılıklı birbirlerini etkiledikleri
bir bağlam içerisinde eyledikleri iki yönlü bir
süreç olduğunu göstermektedir.
• Migone (1995, s.626) yansıtmalı özdeşim
anlarının “anne-bebek, danışan-analist gibi
içten ve yakın ilişkilerde” ortaya çıktığını
belirtmiştir.
• GELİŞİMSEL ÇALIŞMALAR VE
ÇÖZÜLME VE SAVUNMA
YANSITMALI ÖZDEŞİMİNİN
KÖKENLERİ
• Hem uyumlanabilir hem de savunmacı yansıtmalı
özdeşimini ontojenisi hayatın ilk yılındaki olaylar tarafından
derinden etkilenmektedir.
• Gelişimsel olarak “gerçekçi” veya “uyumlanabilir”
yansıtmalı özdeşim anne-bebek ikilisinde güvenli bir
biçimde bağlanmış bebeğin “spontan bedensel
hareketlerinde” yükselmekte olan “gerçek kendiliğin” ve
uyumlanmış annenin “bebeğe bebeğin kendi kendiliğini
iade edişinin” somato-psişik ifadesi olan “bölünmüş-ikinci
dünya” (Stern, 1985) tarafından ifade edilmektedir
(Winnicott, 1971a
• Bu gelişimsel mekanizma ikili içerisinde hızlı,
süratla işleyen, sözsüz, spontan duygusal
iletişim süreci olarak yaşamları boyu
kullanılmaya devam eder (Schore, 1994,
1997c).
• Bakıcının son derece olumsal olarak çocuğun
yansıtmalı özdeşimlerine yanıt verdiği güvenli
bağlanma bağı interaktif senaryosunun aksine,
güvensiz bağlanma bağına sahip çocuk genellikle
duygulanım-düzenleme yanıtlarını sağaltmayı
beceremez ve empatik karşılıklı düzenleme
süreçlerine giremez çünkü öteki çocuğun durumuna
yeterince uyumlanmamıştır ve bu yüzden de
çocuğun duygusal iletişimine yanıt vermeyi
beceremez (Schore, 1994, 1996, 1997b, 2001c).
• Bu çocuğun kendiliğinin “değer gören”
kısımlarını anneye güvenli bir biçimde
yansıttığı ikili sistemin kurulmasına mani olur
(ör. Uyumlanmış yansıtmalı özdeşimin
özellikleri).
• Gelişimsel karakter bozukluklarının güvensiz
bağlanma organizasyonları böylece uyumlanan
yansıtmalı özdeşim yerine savunmacı
yansıtmalı özdeşim kullanma eğilimindedir.
• Doucet, “yansıtmalı özdeşimin iki şekilde
çalıştığını düşünüyorum: analist-annenin
danışan-çocuğun duygusal kimliğinin bir
kısmını bunu ona zehri alınmış ve böylece
asimile edilebilir halde geri vermek üzere
üstlendiği normal yol ve olumsuz yönlerin
yansıtmalı özdeşimin aşırı işlemesini
sağlayacak kadar fazla olduğu patolojik yol,”
demiştir (1992, s.657).
• Daha spesifik olarak “ilkel” karakterler Robbin’in
dediği gibi “ebeveynin entegrasyon için ayna işlevi
görmesi yerine ebeveynlik kimliğinin reddedilen
unsurlarının ve kendinin yeni yeni oluşan yönlerinin
farklılaşmasının yansıtma ekranı” olarak adlandırdığı
süreç için kullanıldığı erken dönem travmatik
deneyimleri kodlar” (1996, s. 764). Bu “olumsuz
anaç özellikler” (Lieberman, 1997) son derece yoğun
olumsuz duygulanım yüküne sahiptir ve bu yüzden
çocuğu hızla düzensizleştirir.
• Perry ve meslektaşları (1995) bebeğin
travmaya psikobiyolojik yanıtının iki ayrı yanıt
şablonu olan aşırı uyarılma ve çözülmeden
ibaret olduğunu kanıtlamıştır.
• Bu iki şablon sırasıyla Bowlby’nin (1969)bağlanma
kesintilerine protesto ve umutsuzluk yanıtı olarak
adlandırdığı uç biçimlerdir.
• Bu ikili yanıtlar aynı zamanda otonom sinir sisteminin
(ANS) iki bileşeninin aktivasyonunu temsil eder:
birincisi enerjiyi artıran sempatetik branş; ve enerjiyi
muhafaza eden parasempatetik branş (bkz. Schore,
1994).
• ANS “zihnin fizyolojik tabanı” olarak
adlandırılmaktadır (Jackson, 1931).
• Ancak çözülme hallerinde daha geç oluşan, uzun süreli bir
tepki, ANS’ye parasempatetik bir yanıt oluşur. Bu durumda
çocuk dış dünyadan gelen uyaralanlara karşı kayıtsızlaşır ve
kendi “iç” dünyasına çekilir. Travmatize olmuş bebeklerin
“donuk bir bakışla boşluğa gözlerini diktikleri görülür.”
Travmatize olmuş çocuğun korku ve terör halinde çözülme
etkinliği hissizleşme, kaçınma, boyun eğme ve yüksek düzey
davranış-engelleyici kortizol, acıya karşı duyarsızlaştıran
endojen opioid ve özellikle de yine bebeğin gelişen beyninde
yüksek düzey parasempatetik dorsal motor vagal aktivite
tarafından dolayımlanan kısıtlı duygulanım gösterme halini
içerir (Schore, 2001c).
• Erken dönem travmanın “psişik felaket” olarak
deneyimlenmesi halinde (Bion, 1962b)
çözülme “kaçış olmamasına rağmen kaçma”
(Putnam, 1997) “son çare savunma stratejisi”
(Dixon, 1998) olarak kendini gösterir.
• Konuşmadan kaçınma olarak kendini gösteren
bu ilkel düzenleme süreci (bkz. Schore, 1994,
2001c) bireyi aşırı olarak engellendiği ve bu
yüzden de “görünmez” olarak dikkatleri
üzerinden çektiği hareketsiz olma haline
geçtiği durumlarda meydana gelir ve bebeğin
artan içsel aşırı uyarılma hali karşısında
içdengesini muhafaza etmesini sağlar.
• Bense “çevresel” (Mordecai, 1995) veya “kümülatif travma”
(Khan, 1974) geçmişi olan bir çocuğun sıkça rastlanan ve
gelişen kendiliğin organizasyonunu bozan interaktif stresle
başa çıkmak için yansıtmalı özdeşimi aşırı ölçüde kullanması
gerektiğini iddia ediyorum.
• Tedirgin, travmatize olmuş çocuğun sempatetik aşırı
uyarılmadan parasempatetik çözülme sürecine ani geçişi
Porges tarafından “yoğun sempatetik aktivasyon gerektiren
başarısız bir mücadele stratejisinden derhal, aniden ölümü
kopyalayan metabolik olarak konservatif devinimsiz duruma
geçiş” olarak ifade edilmiştir” (1997, s.75).
• Diğer bir deyişle, aktif bir sempatetik enerji-
harcama, duyguları yoğunlaştıran otonomik
aşırı uyarılma halinden kalıcı ve pasif
parasempatetik enerji-muhafaza eden,
duyguları körelten aşırı engellenme haline
doğru yönelen ani, süreksiz, karşı yönde
düzenleyici geçiş hızla çözülme halinin
başladığının göstergesidir ve gerçek zamanlı
yansıtmalı özdeşim mekanizmasını temsil eder.
• Dahası bu travmayla başa çıkmak için erişilen
ilkel kaçınma stratejisinin (Liotti, 1992)
olgunlaşmakta olan beyinde kalıcı değişimlere
yol açtığı bilinmektedir (Schore, 2001c;
Weinberg, 2000), ve örtük-işlemsel belleğe
kaydedilen bu olaylar bu şekilde yaşamın daha
sonraki zamanlarında çözülmeye daha fazla
başvurulmasını sağlar (Siegel, 1996).
• SAĞ BEYİNLER ARASI
AKTARIM KARŞI-AKTARIM
İLETİŞİMİ OLARAK
YANSITMALI ÖZDEŞİM
• Ben ilkel yansıtmalı özdeşim mekanizmasının
spontan sağ beyin iletişimlerinde kullanılan bir
duygulanım düzenleme stratejisi, sağ kısımda
yer alan özellikle duygusal bağlamlarda limbik
sistemler arası söz-öncesi bedensel temelli bir
diyalog olduğunu öneriyorum.
• Dahası Adolphs ve meslektaşlarına göre “görsel olarak
sunulan yüz ifadelerinden duyguları tanımak sağ
somato-duyusal korteksler vasıtasıyla gerçekleşir,” ve bu
şekilde “içimizde kişinin belli bir yüz ifadesi
sergilediğinde nasıl hissettiğini uyaran somato-duyusal
temsiller oluşturarak başka bir bireyin duygusal halini
tanırız,” (2000, s.2683). Bu sağda yer alan işlemler
böylece empatik bilişin ve diğer insanların zihninin
duygusal hallerinin algılanmasını sağlar (Perry et al.,
2001; Schore, 1994, 1996, 2001b; Voeller, 1986).
• Sağ beyin bilgileri bütüncül olarak işler ve
farkındalık düzeyinin çok altında 20
milisaniyeden kısa süre içerisinde yüzde
ifadesini bulan duygusal ipuçlarını
değerlendirir (Johsen & Hugdahl, 1991).
Duygulanımsal bilginin bilinçdışı işlenmesi son
derece hızlı olduğundan (Martin et al., 1996)
bu süreçlerin dinamik işlemleri bilinçli olarak
algılanamaz.
• Daha spesifik olarak aktarım terapistin karakterinin,
terapötik tarzının ve davranışlarının –özellikle de
“yüzsel ifadesinin” ve “algılanan ses tonunun”-
algılanan ifadeleri çevresinde kristalleşir. Aktarım
aktivasyonu “depolanan içsel imgelere belli
yönlerden biçimsel benzerlik gösteren çevrede
strese yol açıldığında” yoğunlaşır (s.57) ve danışan
tedavi sürecinin “ebeveynin orijinal toksik
davranışına” benzeyen yönlerini algılama
hususunda özellikle hassastır (önyargılıdır).
• Bu mekanizmanın klinik yansımalarından bahsederken,
psikanalitik gözlemciler şunları söylemişlerdir: “Terapi
halinde analist danışan tarafından sahiplenilen veya
sahiplenilmeyen kimi içsel olarak baskılayıcı temsile
benzerlik gösterdiğini destekleyen her hangi bir işaret
arayışıyla bilinçdışı olarak taranmaktadır” (Kantrowitz,
1999, s.68). Bu şekilde, “aktarım ilüzyonu yalnızca yanlış
bir algı veya inanış değil, bir olay tarafından geçmişte
veya şimdide uyarılan öznel deneyimle olan benzerliğin
belirtisidir,” (Klauber, 1987).
• Bu veriler her aktarım durumunun bir karşı
aktarım doğurduğunu iddia eden Racker’in
(1968) verilerini; Ogden’in (1979) yansıtmalı
özdeşimin yansıtan ve alıcı arasında bir
etkileşim içerdiğine dair önerisini ve Scharfs’ın
(1992) “yansıtma” ve “içe yansıtma süreçleri”
arasında belli bir yer değiştirme olduğu
görüşünü desteklemektedir.
• Çift yönlü duygulanım iletileri kişilerarası ve intrapsişik
alanlarda yani “iki-kişi” ve “tek-kişi” psikolojisinin
sahasında gerçekleşir. Bunlar hızla oluşan iletilerdir ve
bu alış veriş zamansal olarak mikro saniyelik tepkiler
içerisinde vuku bulur. Böylece klinik bağlamda
görünmez, anlık, endojen ve tek yönlü bir olgu gibi
görünse de yansıtmalı özdeşimin iki yönlü süreçleri
gerçekten de danışan ve terapist arasında yeniden
kurulan öznellikler arası sahada vuku bulan son
derece hızlı çift yönlü duygulanımsal ileti dizileridir.
• Daha spesifik olarak düzensizleşmiş biyolojik “ilkel
duyguların” kaotik somatik bileşenleri yansıtmalı özdeşim
sürecine dahil olur. Bu biyolojik olarak ilkel duygular –
heyecan, coşku, öfke, terör, tiksinme, utanç ve umutsuz
bir çaresizlik- erken dönem gelişim evresinde ortaya
çıkar; farklılaştırılabilir otonom aktiviteyle ilgilidir, aniden
ve otomatik olarak peydah olur ve sağ beyinde işlenirler
(Schore, 1994). Bu özel “ilkel” duygular sınıfı Klein’ın
ilgisini çekmiş olan “sözsüz” duygulardır ve özellikle
yansıtmalı özdeşimin ani olaylarında ifade edilirler.
Sağ Yarıküre Bağlanma Bağı Travması ve
Savunmacı Yansıtmalı Özdeşim
Erken dönem ilişkisel travma deneyimleri (Schore, 2001b) stresin
daha sonraki aşamalarında başa çıkma yanıtlarının ne şekilde
meydana çıkacağını belirler: “Yani deneyim yapı tarafından
belirlenmektedir.
Mevcut durum veya bunun belli yönleri sabit değişmez tekrarlama
yapısı tarafından çoktan biçimlendirilmiş olan bir deneyim
şablonunu yaratır. Bu durumda deneyim “donmuş bir bütündür,”
(Gendlin, 1970) ve... kişi aynı şeyi yeni baştan yaşar durur,”
(Vanaerschot, 1997, s.144).
Freud’un tekrarlama zorlanımının temel kaynağını oluşturan bu
temsiller erken dönemde gelişmekte olan beyinde ve “bütünsel”
(Bever, 1975) sağ yarıkürede depolanır (Schore, 1994).
• Sinirbilimciler “sağ yarıkürede meydana gelen
erken dönemli duygusal öğrenmeden sol
yarıkürenin bihaber olduğunu; öğrenme ve
buna ilişkin duygusal yanıtların daha sonra
beynin dil merkezleri tarafından tamamen
erişilmez olabileceğini,” belirtmektedir,
(Joseph, 1982, s.243).
• . McDougall (1978) söz öncesi dönemde
travmaya maruz kalmış danışanın analistte karşı
aktarımsal duygusal haller yaratan “ilkel
iletileri” naklettiğini iddia etmektedir.
• Benzer şekilde, Modell de yansıtmalı özdeşim
halinde,”danışanın geçmiş travmatik ilişkilerine
dair duygulanımların... terapiste yansıtıldığını
böylece bu duygulanımların terapist tarafından
da deneyimlendiğini,” belirtmiştir (1993, s.148).
• Gelişimsel psikanalitik yazılarında, Seligman
yansıtmalı özdeşimin “kişinin ötekini kendi
kendilik deneyiminde kabul edemeyeceği bir
şeyi onun kendi parçası olarak deneyimlemeye
zorlaması halinde görülen hem iç-yapısal hem
de davranışsal iletişim yönleriyle asimetrik bir
etkinin” mevcut olduğu gelişimsel bağlamda
ortaya çıktığını öne sürmektedir (1990, s.143).
• Gelişimsel psikopatoloji literatüründe Sroufe ve
meslektaşları şu sonuca varmışlardır: “kırılgan
kendiliğin başa çıkma stratejisi olarak çözülmeye
başvurması son derece muhtemeldir çünkü
kendisini seven ve hislerine yanıt veren erken
gelişim döneminde kurulan bir ilişkinin kazandırdığı
değer görme hissine ne inancı vardır ne de böylesi
bir inancın doğurduğu normal savunma ve
entegrasyon düzeyine sahiptir,” (Ogawa et al, 1997,
s.875).
UYUMLANMIŞ VE SAVUNMACI YANSITMALI
ÖZDEŞİM İÇİN GEREKEN ALICILIĞIN TABİATI
• Psikanaliz uzun zamandır öznellikler arası
bilinçdışı iletişim mekanizmalarıyla
ilgilenmekte ve bunlar karşısında şaşkınlığa
düşmektedir. Nasıl ki sol beyin bilinçli linguistik
davranışlar aracılığıyla kendi hallerini diğer sol
beyinlere iletiyorsa, sağ beynin de kendi
bilinçdışı hallerini bu iletileri almaya ayarlı
diğer sağ beyinlere sözsüz olarak ilettiğini iddia
ediyorum.
• Freud terapistin “kendi bilinçdışını tıpkı alıcı bir
organ gibi danışanın gönderen bilinçdışına
yöneltmesi gerektiğini” belirtmiş, “böylece
doktorun bilinçdışının... (danışanın) bilinçdışını
yeni baştan inşa edebileceğini” söylemiştir
(1912/1958, s.115). Bu alımlamaya hazır olma
halini “aynı oranda askıya alınmış dikkat”
olarak adlandırmaktadır, (s.115).
• Bion sevilen nesneden gelen her türlü “nesnenin”
alımlanmasına açık olan ve böylece bebeğin zihinsel
özdeşiminin bebek tarafından iyi veya kötü olarak
hissedildiğini alımlama yetisine sahip olan zihinsel hali
“düşlem” olarak adlandırmaktadır (1962b, s.36).
• Artık annenin düşleminin bebeğin yansıtmalı özdeşiminde
yer alan söz öncesi materyalleri işlediği (Bion, 1959,
1962b; Grotstein, 1981) ve “düşlemin” terapiste mahsus
bir deneyim olduğu ve karşı aktarımla bağlantılı olduğu”
(Vaslamatzis, 1999, s.433) düşünülmektedir.
• Marcus, “analist düşlem ve sezgi aracılığıyla
analiz edilenin sağ beynini kendi sağ beyniyle
dinlemektedir” demektedir (1997, s.238).
• Karşı aktarım kavramını belki de ilk defa yeniden
tanımlayan psikanalist olan Heimann şunları yazmıştır,
“Analiz halinde analistin danışana duygusal yanıtı
çalışması için en önemli araçlardan birini oluşturur.
Analistin karşı aktarımı danışanın bilinçaltında araştırma
yapmak için araç niteliği taşımaktadır,” (1950, s.74).
Daha yakın zamanda Tansey ve Burke, “karşı aktarımı
yansıtmalı özdeşim, içe dönük özdeşim ve empati
kavramlarının tamamını kapsayan genel bir terim olarak
kullanıyoruz,” iddiasında bulunmuştur (1989, s.41).
• ). Hammer klinik terapistin empatik olarak danışanın
bilinçdışı iletişimleriyle rezonans içerisinde olduğu
alımlayıcı hali tanımlamaktadır: “Fiziksel duruşum gibi
zihinsel duruşum da ipuçlarını yakalamak üzere öne
eğilmiş durumda değil ruh halinin, atmosferin bana
ulaşmasına izin verecek şekilde arkaya doğru eğilmiş
şekildedir. Bunun amacı satır aralarını okumak, sözün
ötesindeki müziği duymaktır. Kişi kendini danışanın
seansının duygulanımsal ahengine bırakırsa onun
tonunun inceliklerini duyumsayabilir,” (1990, s.99).
• Bir danışan kibarca kocasının kendisinden daha seksi bir
biçimde giyinmesini istediğinden şikayet ediyor. Kadın
fikri beğeniyor, bunun biraz baskıcı bir biçimde ifade
edilmesinden rahatsızlık duymuyor, ancak... Bu noktada
danışanın halini ve sıkıntısının niteliğini ve boyutlarını
sezen terapist gayet spontan olarak devamı
getirilmeyen cümlenin sonunu getiriyor: Nereye kadar?
Danışan iç çekiyor, “Kesinlikle,” ve daha ince ayrıntılara
ve nüanslara değinerek bu durumun yarattığı endişeleri
ve çağrıştırdıklarını anlatmaya başlıyor.
• Bu tarz yanıtların farkedilebilir göndergeleri vardır.
Danışanımın düşüncesini bu şekilde
tamamlamama yol açan şey neydi? Burada
sözcüklerin sunduğundan çok daha geniş bir
bağlama başvurarak birden yanıtımı oluşturdum.
Danışanıma dair sahip olduğum ayrıntılı bilgiler o
anda bana sunulandan daha fazlasını bilmemi
sağlamakla kalmıyor aynı zamanda onun sunduğu
materyali bir bağlama oturtmamı da sağlıyordu.
• Ancak onun duygulanımını ifade etme biçimi ve
nüanslarına da uyumlanmıştım. Onun sesinde gerilim,
kaygı, muhtemelen heyecan ihtiva eden belli bir tona ve
tınıya uyumlanmıştım. Ancak konuşma anında bu
düşüncelerin hiçbiri bilinçli olarak mevcut değildi. Ancak
geriye dönüp baktığımda ve üzerine düşündüğümde o
anda onun düşüncelerini spontan olarak tamamlamak
gibi görünen anın hesabını verebiliyordum. O anda
yorumum sadece basitçe empatik olarak
tanımlanabilirdi (s.74; vurgular bana ait).
• Olumlu aktarımın yeniden üretilmesi için
olumlu ilişkilerin içselleştirilmesi
gerekmektedir. Bu da yansıtmalı özdeşimde
saklı olumlu duygulanım aktarım karşı aktarım
iletişimlerinin terapötik ittifakın işleneceği
temel interaktif mekanizma vazifesi göreceğini
öne sürmektedir.
Yansıtmalı Özdeşimde Bedensel Halin
Oynadığı Merkezi Rol
• Aslında danışanın içsel hallerinde görülen
değişiklikleri terapistin empatik alımlaması ve
bunlarla rezonans içerisinde olması terapinin
ilk aşamasınında büyük önem taşımaktadır
(kimi danışanlarda uzun bir zaman devam
edebilen) ve bu gerçekten terapötik ittifakın
oluşup oluşamayacağını belirlemektedir.
• Fizikte rezonansın özelliklerinden biri bir rezonans
sisteminin başka bir rezonans sisteminin rezonans
frekans şablonuyla eşleşerek genişleme ve yoğunlaşma
eğilimi olan uyumlu sempatik titreşimdir. Terapistin
danışanın genellikle “yanardöner” olan geçici olumlu
duygulanım hallerini alımlama, bunlarla rezonans
içerisinde olma ve bunları yoğunlaştırma yönündeki
empatik kabiliyeti danışanın kendi kendine
oluşturabileceğinden daha yüksek ve kalıcı olumlu değere
sahip hallerin interaktif olarak oluşturulmasını
kolaylaştırır (Schore, 2000e).
• “Ötekinin duygulanımlarını örnekleyebilme...
ve onlarla rezonans içerisinde yanıtlar
oluşturabilme yeteneği “ olarak tanımlanan
empati (Easser, 1974) uzun süre verimli bir
terapötik ittifakın kritik önem taşıyan unsuru
olarak görülmüştür (Bohart & Greenberg,
1997). İttifakın karşılıklı yaratılması terapinin
ilk aşamasının önemli ödevlerinden biridir:
• Kantrowitz’e göre danışan ve analist bağlılığa karşı
gösterilen direnci aşmayı başarabilirse, “oldukça
yoğun bir bağlanma meydana gelir” (1999, s.70).
“Danışan ve analist duygulanımsal olarak bağlılık
içerisinde olduklarında, danışan analistin esas iyi
niyetine güvenmeye başladığında ve bu bağlamda
danışan savunmalarını azaltma hususunda kendini
güvende hissettiğinde, intrapsişik organizasyonda
değişimler mümkün hale gelir,” (s.69).
• Bunun sonucunda danışan terapistle Kohut’un
(1984) adlandırdığı üzere “arkaik bir bağ”
kurar ve bu sayede psikolojik gelişiminin asılı
kaldığı erken gelişim dönemindeki aşamaların
yeniden doğması sağlanır. İşleyen ittifakta
kendini gösteren danışan ve terapist
arasındaki duygusal bağ bireyin içsel
deneyimlerinin ve duygulanım hallerinin
keşfini teşvik eder (Bordin, 1979).
• Bu güçlü bir şekilde hissedilen bağ danışanın
kendiliğinin korkutucu yönleriyle
özdeşleştirilen içsel hallerle yüzleşmesini
sağlar (Jaenicke, 1987). Bu güvenli kişilerarası
bağlam travma ve travmayla başa çıkma
mekanizması olan savunmacı yansıtmalı
özdeşimin açıkça ifade edilebildiği ve böylece
değişime açık hale geldiği koşulları yaratır.
• Bu güçlü bir şekilde hissedilen bağ danışanın
kendiliğinin korkutucu yönleriyle
özdeşleştirilen içsel hallerle yüzleşmesini
sağlar (Jaenicke, 1987). Bu güvenli kişilerarası
bağlam travma ve travmayla başa çıkma
mekanizması olan savunmacı yansıtmalı
özdeşimin açıkça ifade edilebildiği ve böylece
değişime açık hale geldiği koşulları yaratır.
• Gelişimsel yansıtmalı özdeşimin önemli bir ilkesi
de bebeğin ortaya çıkmakta olan kendiliğinin
tamamını veya bir kısmını “annenin bedenine”
yansıtmasıdır ve tıpkı içsel hallerini düzenlemek
ve bunlar tarafından düzenlenmek üzere
bebeğiyle ittifak kuran empatik anne gibi klinik
terapistin bedeni de psikolojik uyumlanmanın
ve bilinçli olmayan duygulanım iletilerinin
alımlanması için en öncelikli araçlarından biridir.
• Aron (1998) bu süreci şöyle ifade etmiştir:
• Giderek danışan ve analist karşılıklı birbirlerinin davranışlarını,
sahneleme ve bilinç hallerini düzenlerler ve böylece her biri bir
diğerinin içine girer, birbirlerinin korkularına erişirler, her biri
diğerinin içine çekilir ve onun tarafından emilir... Danışanın
sembolik ve metaforik düşünceye başvuramadığı hallerde,
analist iletişimi sözsüz olarak genellikle bedensel iletişim,
duygudurum değişikliği, hava değişimi (nefes tarafından
dolayımlanan), şeylerin verdiği hissiyatta değişiklikler (cilt
tarafından dolayımlanan) vasıtasıyla alabilir... Analist sözsüz,
duygulanımsal iletişime... kendi bedensel yanıtlarına
uyumlanmalıdır (s.26).
• Benzer şekilde, Wrye (1998) terapistin yansıtmalı
özdeşimi kullanmasının danışanla daha yakın
uyumlanma hali elde etmek için kendi egosunun
sınırlarının geçirgenliğini artırdığını belirtmektedir. Sands
yansıtmalı özdeşim aracılığıyla, “kendisinin bilinçsizce
benim bilmeme ihtiyaç duyduğu çocukluğunun patojenik
etkileşimleri hakkında içgüdüsel olarak bir şeyler
“kapabileceğim” bir hali danışan ve ben bende karşılıklı
olarak yaratmayı başardık,” diyerek gözlemlerini
belirtmiştir (1997a, s.653).
• Terapötik müdahalenin empatik karakteri
empatik-rezonans sürecinin terapistin
içerisinde gelişmesine izin vermek ve daha
sonra terapistin ne derece yaklaştığını görmek
için son bir doğruluk testi yapmak üzere
danışanın deneyimini dikkate almak tarafından
belirlenir. Terapistin yanıtının doğruluk kriteri...
yanıtın ne ölçüde danışanın deneyimini biraz
ileri taşıdığıdır (Vanaerschot, 1997, s.148).
• . Diğer bir deyişle empatik rezonans halindeki
terapistin kendi psikobiyolojik halindeki
inişlerin çıkışların ritmini danışanınkiyle
eşleştirmesi kendi hissedilen duyusunu
danışanın hissedilen duyusuyla psikobiyolojik
olarak uyumlandırmasını temsil etmektedir.
Çözülmüş duygulanım ile çalışmanın esas
noktası daha güçlü bir hissedilen duyunun
karşılıklı yaratılmasıdır.
• Çözülmüş duygulanım ile çalışmanın esas
noktası daha güçlü bir hissedilen duyunun
karşılıklı yaratılmasıdır. Terapist danışanın
çözülmüş duygulanımı söz konusu olduğunda
otonom bir geribesleme kaynağı işlevi görür.
Böylece terapötik ittifakın bilinçdışı bir
duygulanımın yoğunluğunu ve süresini bu
duygulanımın bilinç düzeyine yükselmesi için
yeterince uzun süre artırmasını sağlar.
• Isakower (Balter et al.’den 1980) dışarıdan gelenle (danışandan)
içeriden yükselen (terapistten gelen görsel, işitsel ve bedensel
görüntüler) arasında gidip gelen terapistin “aynı oranda askıya
alınmış dikkat” halini tanımlanmıştır.
• Bu “somatik karşı aktarım” konusuna dayanmaktadır
(Dosamentes-Beaudry, 1997).
• Klinik gözlemciler “belki de başarılı empati halinin en çarpıcı
kanıtı kendi bedenlerimizde danışanın kendisine ait olduğunu
söylediği duyuların vuku bulmasıdır,” (Havens, 1979, s.42) ve
psikoterapötik rezonans da “terapist tarafından kinestetik olarak
algılanan belli hisler ve/ya duyular” olarak ifade edilmektedir
(Larson, 1987, s.322).
• Gerçekten de Parker Lewis (1992) terapistin
kendi bedenini kullanmasının özellikle
kendiliğin bölünmüş parçalarının sağ beyinden
sağ beyne iletilen aktarımsal yansımalarının
alımlanması sürecine dahil olması demek
olduğunu belirtmiş ve bu mekanizmanın
özellikle savunmacı yansıtmalı özdeşimi
dolayımladığını iddia etmiştir.
• Alvarez “danışanların bizlere kendi duygusal
depolarında taşıdıkları kötü nesneleri taşıma ve
bunları bizlerle beraber keşfetme ve
deneyimleme hakkına sahip olduklarından”
bahsetmektedir (1999, s.214).
• Klinik terapistin savunmacı yansıtmalı
özdeşimleri alma ve kendilerine dahil etme
görevi açıkça uyumlanmış yansıtmalı
özdeşimlerden daha zordur.
• Çözülmüş, “ilkel duygusal bozukluklar”
gösteren karakterlerin olumsuz duygulanımsal
yüke sahip kaotik beden halleriyle rezonans
içerisinde olmak hakikaten de kolay iş değildir.
• Boyer (1990) bunu şu şekilde belirtmektedir:
• Analistin tolere etmesi, anlaması ve anlamlı bir biçimde
yorumlaması gereken deneyimler dizisi müdahaleleri
karşılık görmesi halinde danışan tarafından analistin
çılgınlığının emareleri olarak görülecek dışlanmış bir
nesne gibi hissetmekten, sanki analist danışanın zihin ve
bedeninin bir uzantısıymış gibi danışanın birleşmeye
dönük geri çekilmelerine ve bağımlılığına ve kimi zaman
kendini gösteren çarpıcı somatik işaretlerine tepki
vermeye kadar uzanır (s.306).
• Grinberg (1995) bu hususta şöyle demiştir:
• Regresif vakalarda ve borderline kendilik
bozukluklarında... yeterince uzun bir süre danışanın
yansıtmalarını almak ve kendine dahil etmek
gerekmektedir. Analistin alıcı hali analiz edilenin psikotik
kaygılarının ve fantazilerinin yansıtmaları tarafından işgal
edilmesine razı olarak ve böylesi yansıtmaları tabiatları ne
olursa olsun (öldürme hissine varan nefret, ölüm korkusu,
katatsrofik terör vs.) bunlara eşlik eden duyguları tıpkı
kendi kendiliğinin parçasıymışçasına hissederek,
düşünerek ve paylaşarak kendini gösterir.
• TERAPİSTİN YANSITILMIŞ
OLUMSUZ HALLERİ BAŞKASINA
YÖNELTMESİ VE İNTERAKTİF
DÜZENSİZLEŞMENİN
YOĞUNLAŞMASI
• Artık kendisi de stres halini deneyimleyen terapistin
danışanın savunmacı yansıtmalı özdeşimine nasıl yanıt
vereceği terapinin önemli bir unsuru haline gelmektedir.
Terapötik süreç üzerine yazılarında, Binder ve Strupp
“olumsuz sürecin başarılı tedavinin önündeki muazzam
bir engel olduğunu... ve bu durumun nüfuz
edilebilirliğinin azımsandığını” ifade etmektedir (1997,
s.121). Klinik terapistin kendi olumsuz duygulanımını
farketme ve bunu düzenleme yetisi terapinin en güç
kısmı olarak tanımlanmıştır (Ellman, 1991).
• Bu görev son derece zordur çünkü travmatik
acı deneyimi sağ beyinde beden temelli örtük-
işlevsel belleğe depolanmaktadır (Schore,
2001d) ve bu yüzden münferit öznel hallerin
sözlü ifadesinde değil sözsüz, psikofizyolojik
düzeyde iletilmektedir.
• Bion (1977) annenin çocuğun sıkıntı verici duygularını kendine dahil
etme kapasitesi yeterli olmadığından ve bu yüzden bu duyguların
çocuğa çok az değişikliğe uğrayarak veya entegre edilmesi güç bir
halde geri döndüğünden terapötik ‘dahiliyetin’ gerekli olduğunu
belirtmektedir. Bu hususta önemli olan şey annenin çocuğun kendi
duygularını kendine dahil etme hususunda bir model teşkil
edememesidir. Bunu yapması gereken terapisttir.
• Ancak “danışanın çözülmüş erken dönem deneyimlerini alma, dahil
etme ve işleme ve daha iyicil bir biçimde bu içeriği ona geri verme
görevinin kolay olmadığını vurgulamak gerekir çünkü danışanın
toksik materyalinin dahiliyetine karşı geliştirilen duygusal olarak
yoğun dirençler terapistte harekete geçmektedir (Dosamantes,
1992, s.361).
• Burada önemli olan husus terapistin danışan için interaktif
duygulanım düzenleyici olmaya yetecek kadar olumsuz halleri
kendi kendine düzenleyip düzenleyemediğidir.
• Kendi olumsuz değere sahip somatik işaretlerini bloke
edebilirse örneğin savunmacı bir biçimde sağ beyin halini sol
beyin haline kaydırarak kendi acısıyla kurduğu empatik
bağlantıyı keserse böylece danışanın acısını da keser.
• Genellikle, klinik terapist artık sol yarı kürenin hakim olduğu bir
halde olduğundan, hızla sözlü yorumda bulunacaktır (Brenman
Pick, 1985), bu da tipiktir “paradoksal olarak” bir sahnelemeye
doğru yoğunlaşan direnç analizinin iletişimi olacaktır.
• Plakun (1999) terapistin “aktarımı özellikle de olumsuz aktarımı
reddetmesinin” sahnelemenin ilk dışa vurumlarından biri
olduğunu gözlemlemiştir.
• Bu hususta klinik terapistin danışanın yansıtılmış olumsuz halini
“reddetmesi” veya “başkasına yansıtmasının” danışan tarafından
olumsuz önyargılara sahip olan öznel bir bakış açısı vasıtasıyla da
olsa algılanan spontan bir davranış olduğu göz önünde
bulundurulmalıdır.
• Terapistin sözlü yorumuna genellikle spontan tiksinmiş-aşağılayan
bir yüz ifadesi ve/ya iğneleyici bir ses tonu eşlik eder. Her ne
kadar bu olumsuz duygulanımsal ifade kısa ve terapist açısında
bilinçdışı olsa da danışanın sağ yarıküresi tarafından yakalanır.
• Duygu iletişimi üzerine gerçekleştirilen psikobiyolojik çalışmalar
insanların kızgınlık halinin sesli duygulanımsal ifadesinin alıcının
yüzsel duygulanımsal ifadelerinde elektromiyografik olarak
belirlenebilir değişikliklere yol açtığını kanıtlamaktadır (Hietanen,
Surakka & Linnankoski, 1998).
• Böylece terapistin yüzü kısaca danışanın olumsuz iletişiminden
kaynaklanan değişiklikleri kopyalamaktadır.
• Böylece yüz yüze iletişim bağlamında terapistin görsel olarak
ifade edilmiş itici karşı aktarımsal yanıtını örtük olarak teşhis eder
ve yüz yüze olmayan bağlamlarda dahi kendi olumsuz
duygulanımsal değere sahip iletişimlerinde klinik terapistin ses
tonundaki değişiklikleri algılar.
• Ancak buna ek olarak nörobiyolojik
araştırmalar erken gelişim döneminde atipik
sosyal deneyimlerin duyguların verimli bir
biçimde yüzde ifade edilme yeteneğini
değişikliğe uğrattığını ve böylesi bireylerin bu
tarz sinyalleri tehdit edici olarak aşırı
yorumladıklarını veya aşırı bir biçimde
kızgınlıkla özdeşleştirdiklerini kanıtlamaktadır
(Pollak & Kistler, 2002).
• Bu iki bilinçli olmayan mekanizmanın etkileşimi
terapistin karşı aktarımsal “zihinsel körlüğü” ve
danışanın olumsuz önyargılara sahip aktarımsal
beklentilerinin sinerjik etkilerinin –karşılıklı olarak
sahnelemenin yaratılmasının- nedeni olabilir.
Dahası, Feldman bu patlayıcı olumsuz halin
“analistin başlarda farkında olmayabileceği içsel bir
dengeye ulaşma gayreti içerisinde yansıtma ve
sahneleme biçimlerine yol açabileceğini”
belirtmiştir (1997, s.235).
• Yanlış uyumlanan ve akabinde bunu
düzeltemeyen terapist böylece düzenlenmemiş
hali geri yansıtacak ve işleyen ittifakı daha da
stres altına sokacaktır.
• Modüle edilmemiş stres yüklü iletişimi
yeniden alan danışan kendi erken geçmişinin
tekrarı olarak yanlış uyumlanmış nesne
tarafından psikobiyolojik olarak daha da
düzensizleşecektir.
• Bach’a göre, “zor danışanlar duyumotor-
fizyolojik düzeyinde yanıtlar vermeye devam
ederler çünkü bu düzey tam da en erken
karşılıklı düzenlemenin çarpık hale geldiği
yerdir” (1998, s.188).
• Bu hızla yoğunlaşan tedirginlik aniden öznellikler arası sahanın
organizasyonunu bozar ve interaktif olarak yoğunlaştırılmış fizyolojk
stres yanıtı danışanın olgunlaşmamış kendilik sisteminde kırılgan,
kısıtlanmış ve verimsiz duygulanım-düzenleme kapasitelerinin başa
çıkabileceğinden çok daha fazla uyarılma düzeylerine maruz bırakır.
• Danışan böylece aniden interaktif stresle başa çıkmak için ilkel
savunmaları –sağ beynin çözülme ve yansıtmalı özdeşim stratejileri-
kodlayan içsel işleyen güvensiz bağlanma bağı modellerine başvurur.
• Şu anda, “düzenleyici süreçlerin yıkımı kadar bu düzenleyici süreçler
başarısız olduğunda serbest kalacak olan başat yanıtları da tetikleyen
ipuçlarını belirleyecek olan şeyin kişinin kendine özgü deneyimleri”
olduğu düşünülmektedir (Newman & Wallace, 1993, s.717).
• Bu ilkel düzenleme mekanizmasına özgü savunmaya dönük
tabiat savunmacı yansıtmalı özdeşim terimiyle ifade
edilmektedir. Danışanın sempatetik temellere sahip aşırı
uyarılma hali öyle bir yoğunluğa ulaşır ki muazzam bir
parasempatetik karşı-düzenleme stratejisinin aktive edilmesi
gerekir. Diğer bir deyişle, yansıtmalı özdeşim aşırı uyarılmaya
ve aşırı uyarılmayla özdeşleştirilen limbik bölgelerde görülen
değişikliklere yol açan “kötücül aktarımsal tepkiler”
bağlamında meydana gelir (McKenna, 1994). Spesifik olarak bu
mekanizma enerji-harcayan aşırı uyarılmadan çözülmeye ve
enerji muhafaza eden aşırı uyarılmaya doğru ani bir geçişi
temsil eder.
• Bu stres-düzenleyen mekanizmanın aşırı
uyarılma halinden aşırı engellenme haline ani
bir geçişi temsil etmesi artan olumsuz
duygulanımın “boşaltılmamış” veya “tahliye
edilmemiş” olduğunu gösterir. Aşırı uyarılma
hala mevcuttur ve bu yüzden de acı varlığını
korur, ancak artık aniden çözülmüş ve böylece
“anesteziye uğramış” veya “çıplak hale
getirilmiştir.”
• Böylece uyumlanmış yansıtmalı özdeşim anında danışanın duygulanımı öznel
olarak derinleşmiş ve iletilmiştir, ancak savunmacı yansıtmalı özdeşim halinde
duygulanım yalnızca azaltılmamış, tamamen bilinç halinden bloke edilmiştir
(çözülmüştür) ve öznellikler arası iletişim aniden son bulur.
• Aniden aktif başa çıkma halinden engellenmiş pasif başa çıkma haline geçen
danışan stres altında “kendi içine patlayacak” ve kendi halinden daha da
çözülmüş olacaktır öyle ki sanki yalnızca terapist bu hali tutuyor gibi görünecektir.
• Diğer bir deyişle, savunmacı yansıtmalı özdeşim hallerinden sonra çözülen
danışan yoğun bir duygusal engellenme haline girer ve artık düzensizleşmiş bir
duyguyu açıkça ifade etmez, ancak çözülmeye karşı duran, rezonans içerisindeki
terapist hala öznel olarak bu yoğunlaşmış hali deneyimlemeyi sürdürmektedir.
• Bu durumda terapiste sanki durum danışanın iletişimine duygusal bir yanıt değil
de endojen olarak kendinden kaynaklanıyormuş gibi gelir. Bu hal artık geçmeyen
hoşa gitmeyen duygudurum olarak yoğunlaşmaya başlar.
İkili Sahnelemelerin Erken Dönemli Olaylarında
Savunmacı Yansıtmalı Özdeşim
• Danışanın bilinçli acı deneyimi kendi
hissizleşme ve zihinsel körleşme yönlü
savunmacı kendilik düzenleme stratejisi
tarafından çözülmüş olsa da, hala
düzensizliğini muhafaza eden danışan
genellikle interaktif düzenleme yönünde
terapiste hala giderek artan miktarda “baskı”
uygulamayı sürdürecektir.
• Bion (1959) nüfuz edilemez gibi görünen bir
nesne karşısında bebeğin nasıl daha da
kuvvetle bu nesneyi yansıtmaya itildiğini canlı
bir biçimde ifade etmiştir.
• Gerçekten de Strupp’a göre, “terapisti
bekleyen en büyük zorluk terapisti savunmacı
hale sokan, sıkıntı, rahatsızlık, kızgınlık ve
düşmanlık yaratan ve başka bir açıdan terapisti
empatik dinleyici ve açıklayıcı olarak
konumunuyla uyuşmayacak yollardan
davranmaya itecek şekilde “baskılayan”
sahnelemelerin mahir bir biçimde
yönetilmesidir” (1989, s.719).
• Ancak “danışanın daha zorlayıcı yansıtmalara
başvurmasının nedeni analisti anlayışsız, alıcı
olmayan bir figür olarak görmesi de olabilir ve
analist bunun farkında olmayabilir” (Feldman,
1997, s.233).
• Terapist “geciktirilmiş körlük” halinde olsa da
(Spezzano, 1993) ve bu yüzden danışanın içsel
organizasyon bozukluğunun dışsal sinyallerini
açıkça taramıyor olsa da, danışan yoğunlaşan
stres sinyalleri göndermeye devam eder.
Putman’a göre (1997), çözülme yönlü geçişler
yüz ifadesindeki değişikliklerde, çevrenin
süzülmesinde ve belirgin duruş
değişikliklerinde kendini gösterir.
• Danışanın yansıtılmış aktarımlarının içerisinde sözsüz acı
iletişimleri yer almaktadır; ancak “yoğun karşı aktarımsal acı
dolayısıyla terapist çözülme deneyiminin eşlik ettiği danışanın
kaos deneyiminden ve duygulanım yoğunluğundan kaçar”
(Mordecai, 1995, s.492). Ancak terapistin aceleci bir biçimde
“danışanın üstünlüğe sahip olduğu andan uzaklaşmasına”
tekabül eden bu manevra (Schwaber, 1992) “analiz eden aracın”
işlevini bozar (Balter et al. 1980). İlerleyen karşılıklı yansıtmalı
özdeşim “terapistin... terapötik rolünden... çıkabilme tehlikesi
bulunan kaygan bir zemindir” ve “terapistin danışanla beraber
ikilide kaybolmasına, daha büyük ödevinden vira etmesine yol
açabilir” (Plakun, 1999, s.287).
• , Murray (1991) şu sonuca varmıştır:
• Eğer... bebeğin durumu anne tarafından tehdit edici veya
yorucu olarak deneyimlenirse, anne kendini bebeğe
kapatma ihtiyacı duyabilir ve bunun yerine kendi
deneyimine odaklanmaya meyledebilir. Ancak eğer
kendini kapatmayı başaramıyorsa örneğin bebeğin ısrarlı
talepleri karşısında anne bebeğin durumunu onun
durumunun kendi üzerindeki etkisinden ayırt etmekte
zorlanıyorsa bebeğin kendisini canavarlaştırmaya
çalıştığını deneyimleyerek ona düşmanca yaklaşabilir
(s.223).
• İlkin “kendini kapamış” bir bakıcıyla ve daha
sonra müdahaleci ve aşırı uyarılmaya yol açan
bakıcıyla kurulan düzenlenmemiş etkileşimin
gelişimsel bağlamı karşılıklı olarak yansıtma
halinde olan terapist ve danışan tarafından
yaratılan tekrarlama zorlanımının temel
kaynağıdır.
• Aşağılanmaya karşı aşırı duyarlılık gösteren borderline
kendilik bozukluğu hastaları deneyimli terapistleri bile
genellikle rahatsız edici duygulanımlar karşısında tuzağa
düşmeye ikna edebiliyor ve “kendilerini danışanlara karşı
besledikleri tutkulu bağlanma bağı hisleri tarafından
yorgun düşmüş hissetmelerini sağlayabiliyorlar.
• Kimi zaman bu danışanlar doğru bir biçimde terapistin
incelikli ve gizli hislerini algılayabiliyor ve daha sonra
terapist irrasyonel şekilde davranana kadar bu hislerin
yoğunlaşmasını sağlayabiliyorlar.
• Daha da ötesi, terapistin kendiliğinin istenmeyen “toksik”
yönlerini danışana iade etmek üzere savunmacı yansıtmalı
özdeşime başvurmasının önemli sonuçları olmaktadır:
• Yansıtılan duygulanımlar genellikle terapistin gizli utanç,
kıskançlık, kırılganlık ve güçsüzlük hislerini içermektedir. Bu
gizli utanç terapist tarafından istihza, alay, gülünçleştirme
ve bir şekilde danışanı kontrol etme gibi “ötekine saldırma”
savunmalarına başvurulması şeklinde kendini gösterir. Daha
sonra danışan kendini aşağılanmış, sömürülmüş, ihanete
uğramış, terk edilmiş ve izole edilmiş hissettiğinde trajik
yansıtma tamamına erer (Epstein, 1994, s.100).
• TERAPİSTİN YANSITILAN
OLUMSUZ HALLERİ
OTOREGÜLASYONU VE
İNTERAKTİF TAMİR SÜRECİNE
BİRLİKTE DAHİL OLUŞU
• Daha önceki yazılarımdan birinde terapistin
yanlış uyumlanmasının genellikle sahnelemeyi
tetiklediğini, ikilinin her ikisi üyesinin sürece
dahil olmasının interaktif tamir için gerekli
olduğunu ve bu düzenleme sürecinin terapist
tarafından bizzat kendisi interaktif stres
altındayken gerçekleştirilmesi gerektiğini
belirtmiştim (Schore, 1997a).
• Travma literatüründe terapi esnasında da
pekala meydana gelen “dramatik yeniden
sahneleme halleri” üzerine yazan Lindy şu
soruyu sormaktadır: “Terapistle yaşanan şimdi
burada olma halinin gönülsüzce travmatik
olayın konfigürasyonunu başlatan ve
anlaşılması halinde travmanın tedavisine
yardımcı olacak bir yönü var mıdır?” (1996,
s.534-535).
• Terapistin “duygusal dahiliyetinin” terapötik ikili
içerisinde savunmacı yansıtmanın yarattığı “kör düğümü”
kırdığı belirtilmektedir (Migone, 1995). Bunun başarıldığı
stres dolu bağlam danışan tarafından farklı
motivasyonların eş zamanlı aktivasyonu ve iletişimi
sayesinde yükseltilir: Analist danışanın yinelenen,
patolojik ilişki konfigürasyonlarından ve danışanın
gereksinim duyduğu canlandırıcı (kendilik nesneleri)
deneyimlere yönelik çabalarından kaynaklanan kuvvetli
aktarımsal itkiler deneyimleyecektir (Fosshage, 1994,
s.277).
• . Murray (1991) şu gözlemde bulunmuştur:
• Bu bebeğin sessiz dikkat kesilme ve dahiliyet anlarında sorunsuz
olsa da bebeğin kaçınılmaz sıkıntı ve ajitasyon hallerinde
annede bunları dahil edecek ve barındıracak kaynaklar
bulunmadığında sıkıntı yaratabilecek duyguları tetikleyebilir.
Hem bebeğiyle özdeşleşmeyi hem de kendisinde bebeğin
davranışının uyandırdığı zor hisleri kendine dahil etmeyi
becerebildiği ölçüde anne bebeğin ihtiyaçlarını karşılayan veya
bunları tamamlayan yanıtları münasip bir biçimde vermeyi
başarır ve bebek de bunun karşılığında kendi sıkıntısını tolere
etme ve bununla başa çıkma kapasitesi kazanır (s.223).
• Bu ebeveynlere özgü düzenleme işlevini yerine
getirmek için yetişkin bebeğin sıkıntı halini
aynalamakla kalmamalı daha sonra
“aynalamanın ötesine geçerek” stres
tarafından yorgun düşmekten öte “sıkıntıyla
başa çıkmalıdır” (Fonagy et al., 1995). Bunu
gerçekleştirebilmek için onun hem çocuğun
hem kendinin duygulanımsal halini
duyumsamalı ve sonrasında düzenlemelidir.
• Böylece terapist “belli bir süre uyanan hislerle yaşamadan bir şeyler
yapmaktan kaçınmalıdır” (Stark, 1999, s.276). Yeterince uzun süre
“tutmayı” başaramazsa, bu açıkça sol beyin aktivitesi , ani bir sözsel
davranış yani olgunlaşmamış bir yorum olarak ifade edilecektir.
Klinik terapistin yansıtmalı özdeşimi tutması ve henüz
olgunlaşmadan yanıtlamaması gerektiği belirtilmiştir (Joseph,
1978).
• Olgunlaşmamış yorumlar böylece klinik terapistin kendini interaktif
olarak hızla yükselen sağ yarıkürenin başat rol oynadığı içsel olarak
lineer olmayan ve kaotik ilksel-süreç psikobiyolojik durumların daha
da derinine girmekten uzaklaştırmak için sol yarıküreye özgü lineer,
ikincil bir sürece geçiş yaptığı terapötik yanlış uyumlanma halleridir.
• Böylece sahnelemede yükseltilmiş duygulanımsal an esnasında
karşılıklı sağ beyinler arası tutma ortamını muhafaza etmek
klinik terapistin “kapanmaktan kaçınma” ve muğlaklığı,
belirsizliği ve “meraklanmak için” farklılaşma yoksunluğunu
tolere edebilme kapasitesidir.
• Bu bir duygulanımsal halin hissedilen-duyu bileşenini daha uzun
süre işleyen bellekte tutma uyumlanmış işlevidir, çünkü “duygu
tarafından aktive edilen fizyolojik ve bilişsel süreçlerden kişinin
etkilenme süresi ne kadar uzunsa bu deneyimin öznel olarak
mühim ve anlamlı olarak algılanma ihtimali o kadar yüksek
olacaktır” (Gilboa & Revelle, 1994, s.135).
• Duygulanım iletişimin yeniden kurulmasını
sağlayabilecek bir tutma ortamı yaratmanın önemli
bir adımı terapistin ilkin sözsüz düzeyde danışanın
aktarımsal iletişiminden kaynaklanan kendi
bedensel halindeki karşı aktarımsal stres yüklü
değişimleri belirleme, fark etme, denetleme ve
otoregüle etme kabiliyetidir. Böylece klinik terapist
eş zamanlı olarak danışandan gelen bilgileri
denetlemekle beraber bu duygusal iletişime kendi
psiko-biyolojik yanıtlarını da denetleyebilir.
• Bunu gerçekleştirebilmek için terapist “potansiyal
alana” Ogden’e (1990) göre kendiliğin kişinin
hislerini yanıt oluşturduğu şeyden ayırt eden
“sembol ve sembolize edilen” arasında kalan sağ
yarıküre organizasyonuna (Weinberg, 2000) erişmek
için yeterli olan dengeyi yeniden oluşturmalıdır.
• Winnicott (1971a) bu alanı dışarıda kalan dışsal
gerçeklik ve içsel psişik fantazi arasında kalan aracı
deneyim sahası olarak tanımlamaktadır.
• Sağ yarıküre aktivitesi o an metafor oluşturmanın en
belirgin özelliği (Anaki, Faust & Kravetz, 1998; Cox &
Theilgaard, 1997; Winner & Gardner, 1977) içsel
hallerin “göz önüne getirildiği” görüntü oluşturma
resimlendirme işlevidir. Bu yarıküre görüntülerin
tekil yanlarının eş zamanlı olarak diğerleriyle pek
çok düzlemde etkileşime girmesini sağlayan
bütüncül, sentetik bir strateji olan “görüntülü
düşünmede” başat role sahiptir (Rotenberg, 1995).
• . Klinik terapistin olumsuz hali denetlemesi ve
otoregülasyonu bilinç-öncesi düzeyde
gerçekleşir ve bu da kendi “aynı oranda askıya
alınmış dikkatinin” yalnızca danışanın dışsal
olarak ifade edilen durumunun değil aynı
zamanda kendi duruma-bağlı algısal somatik
duygulanımsal içsel görüntülerinin de tamir
edilmesine mahal verir.
• Ancak bundan da öte Stark yansıtmalı özdeşime
optimal bir terapötik müdahale esnasında terapistin
“kendi kendiliğini” danışanın aktarım aktivitesinin
kendi deneyimine etkisine dair bir şeyler paylaşmak
üzere kullanabileceğini belirtmektedir: “Terapist
pekala danışana dair kendi içsel deneyiminin kimi
yönlerini resme dahil edebilir- (örneğin) terapistin
karşı aktarımsal yanıtının seçilen yönlerinin taraflı
olarak ifşa edilmesini... danışanın aktarım aktivitesinin
onun üzerindeki etkisi....” (1999, s.265-267).
• Terapötik iletişim üzerine ikili görüş ışığında,
Renik şu gözlemde bulunmaktadır: “Analistin
kendi kendini ifşa etme hususunda gösterdiği
heves danışanın da kendi ifşa etmesini
kolaylaştırır ve böylece analist ve danışan
arasındaki üretken diyalektik değiş tokuş azami
seviyeye çıkar” (1999, s.529).
• Klinik bir araştırma esnasında, Friedman ve Lavender
(1997) terapistin kendi karşı aktarımsal olarak
rahatsızlık verici sinyallerinin (yansıtmalı özdeşimi
algılaması tarafından tetiklenen somatik işaretler)
farkında olup olmamasının ve daha sonra danışanla
empatik rezonansı tarafından tetiklenen acı verici
sıkıntı halini otoregüle etme kapasitesinin karşı
aktarımın yıkıcı mı yapıcı mı “sembol yıkıcı” mı yoksa
“sembolize edici mi,” “tepkisel mi” yahut “düşünsel”
mi olduğunu belirlediğini söylemektedir.
• Klinik terapistler bedensel olarak
deneyimlenen içeriğe iki tür yanıt
vermektedirler: sürekli karşılıklı yeniden
yansıtmalara evrilen “yorumlayıcı” tarz veya
analistin bu fiziksel duyuları tuttuğu ve böylece
danışanın kendi kendini düzenleme
kapasitesini modellediği “empatik gelişimsel
duruş.”
• Karşı aktarım analizinin esas noktası belki de klinik
terapistin danışanın düzensizliğine karşı kendi karşı
aktarımsal tepkilerini içsel olarak duyumsayıp
duyumsamadığını veya danışanın kaotik durumuyla
psiko-biyolojik olarak rezonans içerisinde olup
olmadığını belirleyen kendine dönük düşünme
işlevidir. Fonagy ve Target’e göre (1996) düşünme
işlevi “açıkça irrasyonel olan bilinçdışı saikleri de
içeren” başka birinin durumunu algılamaya izin
veren zihinsel bir operasyondur.
• Terapistin kendi stres halinin büyük ölçüde bilinçli
olmayan düzenlemesi sonucu, konuşma oranı
sponten olarak düşer, sesi daha da yumuşaklaşır ve
yüz ifadesi daha az gergin hale gelir. Bu “metabolize
olmuş” olumsuz duygulanımın açık bir ifadesidir.
Optimal gelişim bağlamında olduğu gibi, danışanın
farkındalığının çok altında gerçekleşen klinik
terapistin düzenleyici stratejisi kişilerarası ortamda
bilinçli olmayan bir “güvenlik” hissi yaratılmasını
sağlar.
Savunmacı Yansıtmalı Özdeşimlerin İlişkisel olarak
Uyumlu Olarak İşlenmesi ve Terapötik İlerleme

• Daha spesifik olarak terapistin durumunun düzensiz


olumsuz duygulanımdan olumlu duygulanıma geçmesi
bürünsel olarak ve ikili yüz yüze iletişim halindeyse görsel
olarak iletilir. Sinirbilimsel araştırmalar insan yüzündeki en
ufak bir değişikliğin fark edilmesi ve karmaşık düzlemde
işlenmesinin 100 milisaniye içerisinde gerçekleştiğini
(Lehky, 2000) ve bu yüzde ifade edilen değişimlerin
aynalandığını (Dimberg & Ohman, 1996) ve gözlemleyen
kişinin sağ yarıküresinde farkındalık düzeyinin ötesinde
300-400 milisaniye içerisinde senkronik olarak eşleştiğini
(Stenberg, Wiking & Dahl, 1998) belirtmektedir.
• Genellikle bilinç öncesi düzeylerde gerçekleşen ikilinin
durum-düzenleyici, stres-azaltıcı manevraları, terapistin
“uyumlanmış” müdahale esnasında danışanın durumuna
bağlı kalmasını sağlar ve danışanın da çözülmüş bir
halden artık terapistin danışanın acısına dair empatik
farkındalığının spontan ifadesini içselleştirebilecek bir
hale geçiş yapmasını sağlar. Terapist açısından en verimli
yorumlar klinik terapistin “danışanın üstü örtülü
mesajlarına fiziksel, duygusal ve fikirsel yanıtlarının
farkındalığına” dayananlardır (Boyer, 1990, s.304).
• Danışan açısından en “doğru anlayışlar”
danışan tarafından “ancak yorum esnasında
analist danışanın haline uyumlanmışsa”
kullanılabilir (Friedman & Moskowitz, 1997,
s.xxi).
• Bornstein’a göre, “örtük belleğin sarih hale
geldiği anda bu belleğin kökeni de sarih hale
gelir ve danışan geçmiş deneyimlerden mevcut
işlevlere yönelen olayların nedensel zincirini
daha iyi anlar. Basitçe ifade edersek, örtük
hatıraların tercüme edilmesi danışanın geçmiş
ve mevcut deneyimleri arasındaki ilişkiye dair
içgörü kazanmasını sağlar” (1993a, s.341).
• Bucci (1993) danışanın “referans yapılarının” artık sözsüz
ve sözlü temsil alanlarını birbirlerine bağlayabileceğini
belirtmektedir. Bu yapısal değişiklik deneyim tarafından
oluşturulan duyguyu kişi hissederken ve algılarken
linguistik sembollerin bir deneyimin anlamını
geliştirmesine izin verir. Nihayetinde böylesi terapötik
deneyimler “duygulanımların bedensel duyular olarak
deneyimlendikleri erken biçimlerinden aşama aşama
sözsel olarak ifade edilebilecek öznel hallere
evrilmelerini sağlar” (Stolorow & Atwood, 1992, s.42).
• Bu süreç terapötik anlatı organizasyonunun
“ham hislerin sembollere” dönüşmesinin
merkezi bileşenidir (Holmes, 1993, s.150).
1930’ların sonlarına doğru, Klein, “aktarım
anında ortaya çıkan... hislere dahil olan
hatıralar gibi... görünen... söz öncesi
duyguların.... analist yardımıyla yeniden inşa
edildiğini ve söze döküldüğünü” yazmıştır
(1937/1981, s.316).
• Ogden’e göre, “kendisinde uyanan hislerle
başarılı bir biçimde başa çıkmayı beceren bir
alıcı yansıtanın daha önce başa çıkmasının
mümkün olmadığı anlamlar dizisinin değişmiş,
daha entegre edilebilir bir çeşidini (etkileşim
aracılığıyla) oluşturabilir” (1990b, s.470).
• Bach, “dahil edilen ve metabolize edilen
yansıtmalı özdeşimler aracılığıyla...
karmaşıklığın, muğlaklığın ve ayrılmanın tolere
ve keşfedilebildiği bir geçiş alanı yaratıldığını”
iddia etmektedir (1998, s.194).
• Stark yansıtmalı özdeşimle gerçekleştirilen
başarılı klinik çalışmanın net sonucunun
“danışanın daha önce (bunları
sahiplenmeyerek varlıklarını reddetme)
ihtiyacı içinde olduğu (daha önce kendisinin
başa çıkılamaz yönlerini tolere etme)
kapasitesinin gelişmesi” olduğunu söylemiştir
(1999, s.267).
• Terapötik ilişkide saklı büyümeyi teşvik eden ortamın
sonucunda elde edilen gelişimsel ilerleme yalnızca daha
istikrarlı ve sabit bir kendilik hissi yaratılmasını değil aynı
zamanda iç-görü sahibi ‘kendi üzerine düşünen bir
kendiliğin’ ortaya çıkışına izin verir.
• Bu yalnızca gizli düşüncelerini değil aynı zamanda kişinin
içsel psiko-biyolojik kendilik-hallerinin ritimlerini ve
akışlarını da görebilen ve bu duygulanımsal deneyimleri
tolere edebilecek, tanıyabilecek, etiketleyebilecek ve
bunlar üzerine dönebilecek kadar uzun süre zihninde
tutabilen zihnin gözüne erişim sahibi olmak demektir.
• İNTERAKTİF OLARAK
DÜZENLENEN YANSITMALI
ÖZDEŞİM, İÇSELLEŞTİRME VE
KENDİLİK-DÜZENLEME SÜRECİNE
DAHİL OLAN SAĞ BEYİN
SİSTEMLERİNİN KÖKENİ
• Uyumlanmış yansıtmalı özdeşimin ve dahiliyetin neden olduğu
gelişimsel yapı Hamilton tarafından (1992) şöyle tanımlanmaktadır:
• Çocuklar kendillerini yorgun düşürme tehdidi doğuran güçlü
duygulanımlara sahip olduklarında sıkıntılarını dışa vururlar.
Ebeveyn yansıtılan hissi ve kendilik nesne halini alır, bunu kendine
dahil eder, değiştirir, buna anlam verir ve dönüştürümüş
duygulanımı tutma, anlamlı bir yorum veya başka türlü bir iletişim
aracılığıyla çocuğa geri verir. Çocuk artık metabolize edilmiş
duygulanımı ve kendilik nesne ilişkisini kabul eder. Nihayet aktarılan
yansıtmalarla beraber dahiliyet sürecinin kendisini kendine alır ve
kendini bununla özdeşleştirir; kendi duygulanımlarını daha geniş
ölçüde kendine dahil etmeyi öğrenir (s.xiii).
• Bu içsel dönüşüm Bion (1962b) tarafından
açıklanmıştır.
• Depresyon halinde bebek nesneyi yansıtılan
özdeşleşmeler, zihnin beta unsuru öncüllerinin
entegre ve farklılaşmış sembolik düşünceleri
ihtiva eden alfa unsurlara “metabolize
edilmesi” için “muhafaza edici” olarak kullanır.
• Robbins şöyle demiştir: “Terapistin rolü kendisine
danışan tarafından dayatılan sahnelemenin beta
unsurlarını teşhis etmek; bunları düşüncenin alfa
unsurlarına metabolize etmek ve danışanı da
aynısını yapmak üzere desteklemektir” (1996,
s.773). Bu “alfa işlev” veya “düş çalışması alfa” ilksel
işlev sürecini ifade eder; uyuma uyanma halinde
işler ve olayları zihinsel olarak işlenebilen “alfa
unsurları” olarak kişisel deneyimlere dönüştürür.
• Bion’un düzenleyici yapılardaki özellikle ilksel süreç
işlevlerinin yeri olan sağ yarıküredeki gelişimsel
ilerlemeleri ve duygusal düzenleme söz konusu
olduğunda sağ beyin devrelerini açıkladığını ileri
sürüyorum. Bu ontogenetik olgunlaşma Kohut’un
‘dönüştürücü içselleştirme’ dediği çocuğun içdenge
halini düzenleyen annenin kendilik nesne işlevinin
bebek tarafından içselleştirildiği ve psikolojik
kendilik düzenleme yapılarının biçimlendirildiği
gelişim süreciyle özdeştir.
• Rezonans içerisindeki terapist ve danışan arasında
karşılıklı kurulan öznellikler arası sahada beden temelli
deneyimler ve bilinç öncesi görüntüler otomatik ve akış
halindedir, ancak bir uyaranın daha sonra bilinçli
duygusal işlenmesini şekillendirecek olan (Dimberg
&Ohman, 1996) “bilinçdışı duygulanımlar” (Murphy et
al., 1995) interaktif olarak düzenlenir, yoğunlaştırılır ve
hissedilip tanınana değin kısa dönemli hafızada tutulur;
danışanın duygulanımsal olarak yüklü ancak artık
düzenlenmiş sağ beyin deneyimleri daha sonra ileri bilinç
işlemleri için sol beyne iletilir.
• . Bu süreçte klinik terapistin rolü Basch
tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Analiz
esnasında aktarım yoluyla danışanımız bize sağ
ve sol beynin nerede senkronize edilemediğini
gösterir; bizse bu yapı işler hale gelene ve
danışan bizden yapmamızı beklediği şeyi
kendisi yapmaya başlayana dek corpus
callosum rolünü üstleniriz” (1985, s.11).
• Sağ ve sol orbital alanlarındaki bağlantıların
artışı böylece örtük-işlevsel bellekten sol
yarıküre kurtarımlarına ve sağ yarıküreye
mahsus duygusal hallerin semantik olarak
kodlanmasına mahal verir.

You might also like