You are on page 1of 11

Sabahattin Eyüboğlu

ve

Türkiye’de Çeviri
Hareketleri
“... Artık biz hem fatihtik hem fethedilmiştik. (...) Biz bu toprakları yoğurduk yoğurmasına ama bu
topraklar da bizi yoğurdu. Bu nedenle, en eskisinden en yenisine kadar bu topraklar üzerinde ne
varsa bizimdir. Ulusumuzun tarihi aynı zamanda Anadolu’nun da tarihidfir. Bir zamanlar putlara
tapardık, sonra Hıristiyan olduk, daha sonra da Müslüman. Tapınakları da, kiliseleri de, camileri de
bu halk yaptı. Bembeyaz tiyatroları doldurduğumuz gibi kervansarayları da biz doldurduk. Sayısız
devlet ve uygarlıklar sırtımızda doğdu ve orada yok olup gitti. Türkçeye karar vermeden önce
sayısız diller konuştuk...”
Sabahattin Eyüboğlu’nun bu sözleri, onun ve Kemalist aydınların bir kesiminin ulusal kültür
kavramından ne anladıklarını dile getirmektedir.
Burada Sabahattin Eyüboğlu’ndan bahsetmemizin sebebi, hem dizgeli ve geniş boyutlu bir çeviri
hareketinin yaratıcısı, hem de çeviri alanında ön sırada yer almasıdır.
Selahattin Eyüboğlu 1909 yılında Trabzon’da doğdu. Yükseköğrenimini Dijon Üniversitesinde
yaptı. İstanbul Edebiyat Fakültesinde doçent olarak görev aldı ve 1933 yılında Leo Spitzer’ce
kurulup 1947 yılına kadar Erich Auerbach’ın yönettiği roman filolojisi kürsüsüne bağlı bir Fransız
edebiyatı seminerini yönetti. Bu evreden başlayarak, batı hümanizması düşüncesine temelde bağlı
kalmakla birlikte, yerli ve özgün bir hümanizmanın temel ilkelerini belirlemeye çalıştı.

2
1939 yılında, “Tercüme Bürosu”nu kuracak olan Ulusal Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel,
Sabahattin Eyüboğlu’nu Ankara’ya çağırdı. Bu büro ülkenin en iyi çevirmen ve yazarlarıyla her
dilden yüzlerce klasik ve temel yapıtın çevirisini gerçekleştirdi.
Tercüme Bürosu ayrıca bir dergi yayımladı. Bu dergide çeviri sorunları, çeviri yapıtların
eleştirileri, uluslararası tüm çeviri çalışmalarının özeti yer almaktaydı. Bu derginin Türk yazını
üzerinde büyük bir etkisi oldu.
Birkaç özel yayıncı da bu hareketi daha da genişletmek için çalıştılar ama o dönemlerde bu
konulara el atmak oldukça zordu. Cumhuriyet dönemi çeviri hareketinin siyasal sınırlarından söz
etmeden önce Türk kültürünün çeviri çalışmalarına göz atmamız gerekir.

3
Türk uluslarının inançlar konusunda olduğu kadar yazınsal alanda da katkılara açık olduğu bilinen
bir gerçek. Bundan dolayı, çeviri, Türk uluslarının kimliğinin oluşumunda belirleyici bir işlem
görmüştür.
Türckler’in (T’ou-Kiue), Uygurların ortaya çıkmasıyla birlikte, kabul ettiği dinlerle ilintili olarak
çevirinin erken çağlarda bir atılım yaptığı söylenebilir.
Anadoluya yerleşmelerinden başlayarak önce Selçuklu Türkleri, sonra Osmanlılar, Arapça ve
Farsça dinsel, felsefesel, bilimsel ve yazınsal metinlerin çevirilerinden yararlandılar.
13. Yüzyıla kadar, Amuderya’dan Anadolu’ya gelen Türk boylarının İslam öncesi kültürlerinin
kalıntılarına bakıldığında çeviri, çoğunlukla bir devindirici rol almıştır.
Türk kültür değişiminin başlıca iki evresi çeviri yoluyla gerçekleşmiştir. Ortaçağdan başlayarak
Arap-Fars kültürünün etkisinde Osmanlı medreselerinde öğrenim Arapça yapıldı.

4
Türk kültürünün batılılaşması 19. yüzyılda başladı. Çeviri, uygulamalı bilimlerin öğrenimine
yönelik çok değerli bir araç oldu.
Düzeltimler ya da Tanzimatın ilanıyla Arap dili ile Arap-Fars kültürü sarsıldı.
1832’de kurulan Tercüme Odası ve 1839’dan sonra kurulan Encümen-I Daniş o dönemin en iyi
yazarlarını taşıyan yerlerdi. Büyük çoğunluğu Fransızcadan esinlenmiş eserlerin ortaya çıkmasıyla
Türk yazısı gelişim olanağı buldu.
Düzyasının yeni biçimleri, yazarı, yazı dili ile konuşma dili ilişkileri sorunuyla karşı karşıya
getirdi.
Bir ozan, yazar ve siyaset adamı olan Ziya Paşa’nın (1825-1880) tutumu, Türkiye’de yazının
gelişimini engelleyen dil sorunları karşısında seçkin aydınlar topluluğunun anlayışını
yansıtmaktadır.

5
Fransız tümce biçimini seçen Ziya Paşa ve arkadaşları, tümceyi ulaçlarından, düzyazı uyaklarından
(secilerden) ve geleneksel biçemin öteki yanaçlarından arındırarak daha mantıklı, daha özlü bir
tümce yapısı kurmak istiyorlardı. Osmanlı söyleminin sözsel zembereği bozuluyordu artık,
İmparatorluk tümcesinin sonu gelmez gelişmeleri, biçemin insafsız, bilmecemsi kapalılığı, dilin ne
işe yaradığı belirsiz incelikleri, yerini etkililik ve iletişimin gerekliliklerine bırakıyordu; ortaçağ
etkisinden kurtulma yolları arayan Türk toplumunun yenileşme girişiminin bir koşuluydu bu.
Çeviri çalışmaları, bu geçiş döneminde, siyaset adamları, yöneticiler, yazarlar ve öğrencilerin,
düşüncelerini kendi dillerinde ve Osmanlı yazarlarında pek bulunmayan bir açıklıkla dile
getirmelerine yardımcı oldu. Fransızcanın incelenmesi Türkçe bilgilerini dizgeleştirmelerine
yaradı. Bir dilbilgisi, bir yazım ve yazılı kurallarla saptanmış bir sözcük dağarcığıyla donanmış bir
yazın dilinin ivedi gereksinimini duydular. Medreselerde uygulandıkları biçimleriyle, Arapça ve
Farsçanın ilkelerine dayalı eğitimin dışında, Türk dili kendi haline bırakılmıştı. Ve Türkçe, 1851
yılında Cevdet Paşa’nın yazdığı Kavaid-I Osmaniyye’den (Osmanlıcanın Kuralları) önce yazılı bir
dilbilgisinden yoksundu.

6
Bu gelişmeler, engellerle karşılaşmadan olmuyordu tabii; yenilikçiler saldırılara uğradılar,
“ilericiler”le “gericiler” arasında ağır tartışmalar oldu; geleneksel biçemin savunucuları, tutucular
ve bütün yeniliklerin düşmanları, yeni kuşağı dile ve dilin ruhuna ihanet etmekle, yabancı
görüşlere katılmakla suçluyorlardı. Oysa, gerçekte, Arap-Fars öğelerle tıkabasa bezeli olan resmi
düzyazı Türk diline yabancıydı.
Türk düzyazısının en iyi ve en has temsilcilerinden bazıları, örneğin Naima ve Koçi Bey gibi
tarihçi ve vakanüvisler ile büyük gezgin-anlatıcı Evliya Çelebi, resmi düzyazı ile divan yazınının
anlaşılması güç biçemini izlememişlerdi. Hele, özellikle Evliya Çelebi, çoğu zaman konuşma
dilinden, tam anlamıyla Türk olan, halka özgü tümce biçimlerinden yararlanmıştı.
Gerçekte, çeviri yoluyla canlandırılması söz konusu olan, Türk dilinin kendine özgü niteliklerini
bulmasıydı.

7
Bununla birlikte, kabul etmek gerekir ki, girişilen işin güçlükleri ve yapılan yanlışlıklar, bazı
durumlarda, girişime karşı olanlara hak verdirecek gibiydi. Nitekim, Türkçenin söz varlığının
gerçek zenginliklerini bilmeyen ya da halk dilini aşağı gören ilk düzeltimcilerin kendileri bile
aşırlıklara düştüler; yeni kavramları dile getirmek için, Farsça sözdiziminde bazı yeni tamamlayan
kümeleri yarattılar; Osmanlıcaya, aslında, Arapça ve Farsçada bulunmayan sözcükler soktular,
yanlış sözcükler bile uydurdular ve kabul etmeli ki, kimi zaman Fransızca tümcelerin mekanik
çevirisi yöntemlerine başvurdular. Kısacası, denilebilir ki, ekinsel, tüzel (ticaret mahkemeleri
yasası ile birçok yönetimsel kurallar Fransızcadan çevrildi), ekonomik, diplomatik, siyasal
(Osmanlı Hükümeti katında çevirmenlerin rolü) alanlarda, Osmanlı İmparatorluğunun can çekişen
yaşamı çeviriye ve çeviriciye bağlıydı. Batı düşüncesinin uyumsuz, benzeşmez, çoğu zaman çağa
uymayan, denetlenmemiş, denetlenmez birtakım kavramları bu gediklerden içeri giriyor, böylece
İmparatorluğun yıkım ve parçalanmasını tamamlıyordu. Batının ekonomik ve siyasal
emperyalizminin ani ve istenmedik sızmasının bir ekinsel emperyalizmle birlikte geldiği apaçık bir
olgudur; ne var ki, bu emperyalizmin olumsuz görünümleri, olumlu bir eytişimle, yani çağdaş
dünya ve bu dünyanın gerekliliklerinin bilincine varmanın eytişimiyle yan yana bulunuyordu.

8
Türkiye Cumhuriyeti, Bağımsızlık Savaşından (1919-1922) sonra, anayurdun sınırları içinde,
kültürün demokratlaştırılması girşiminde bulundu; alfabe devrimi (1928: Latin harflerinin)
kullanılmaya başlanması), dilin arılaştırılması (Anadolu’da konuşma diline ilişkin araştırma
kurulları) ve yüzyılın başında Ömer Seyfettin, Hüseyin Rahmi, daha sonra da Nâzım Hikmet,
Orhan Veli, Melih Cevdet, Sabahattin Ali (Son üçü Tercüme Bürosu üyesidir) gibi önde gelen
yazarların katkısıyla Türk dili yıldan yıla gelişti. Cumhuriyet yazarları, konuşma diliyle yazı dilini
birbirinden ayıran engeli dizgeli bir biçimde ortadan kaldırdılar; Türkçe, hem doğu, hem de batının
bütün uygarlıklarından çevrilen yapıtlar aracılığıyla, çağdaş düşüncenin tüm kavramlarıyla
zenginleşti.
Bu öncüler arasında, üstün nitelikli çevirmen ve eşsiz örgütçü nitelikleriyle Sabahattin
Eyüboğlu’nun özel bir yeri vardır. 1943 yılında, Eyüboğlu’nun başlıca ekinsel öncülerinden biri
olduğu Köy Enstitülerinini kurulmasını sağlayan yenileşme hareketinin başlamasıyla, genç Türk
köylüleri artık dünya yazınının klasiklerine ulaşmak olanağı bulmuştu.

9
Çevirmen olduğu kadar denemeci olarak da S. Eyüboğlu’nun uyumlu dilinin eşsiz arılığını
unutmadan belirtmemiz gerek. Biçeminin özellikleriniden biri, düşüncenin en gelişmiş bilgi ve
kavramlarını en süssüz, en gösterişsiz, en basit konuşma dilinde dile getirmesi, Montaigne, La
Fontaine ya da Rabelais gibi tepeden tırnağa Fransız olan yazarları, sanki kendileri Türkçe
yazmışlarmışcasına çevirmesidir. Büyük Türk ozanı Oktay Rifat, Eyüboğlu’nun La Fontaine
çevirisinden söz ederken, bunun bir çevirinin ötesinde gerçek bir sanatsal yaratı olduğunu yazmış
ve La Fontaine’in Esope karşısında eriştiği sanatsal yaratı düzeyine Eyüboğlu’nun La Fontaine
karşısında eriştiğini belirtmiştir.
Bakanlık düzeyinde Yücel’in, Köy Enstitüleri düzeyinde Tonguç’un ve ekinsel amaçların somut
düzeyinde de Eyüboğlu’nun yönettiği düşünce ufuklarının genişlemesiyle başlayan ekinsel
kaynaşma, 1947 yılına doğru, Ulusal Eğitim Bakanlığının en önemli görevlerinin başlıca
sorumlularını yerlerinden uzaklaştırıp kendi siyasal görüşlerini kabul ettirmeyi başarmış olan gerici
siyasal güçlerde büyük bir huzursuzluk uyandırdı.
Aydınlık düşmanı siyasacıların Köy Enstitüleri ile Tercüme Bürosunu çalışamaz duruma getirip
köylü yığınları ile Türkiye2nin tümünün bunlardan yararlanmasının engellendiğini görmek
Sabahattin Eyüboğlu için büyük bir düşkırıklığı oldu.
10
Sabahattin Eyüboğlu, ölümünün sabahında şu dizelerin çevirisini yapmıştı.

“Theleme Tekkesinini Büyük Kapısı Üzerindeki Yazıt”

Girmeyin buraya, ikiyüzlüler, yobazlar,


Kartlaşmış maymunlar, kalleşler, yağ tulumları,
Yampiri çarpık boyunlular, odun kafalılar,
Got’lardan, Ostrogot’lardan beter hödükler,
Sahte çilekeşler, takunyalı kaba böcekler,
Kürklü dilenciler, safa pezevenkleri,
Kayış suratlı, şiş göbekli fitne tellâlları,
Gidin başka yerde satın dolaplarınızı.
(Gargantua, Bölüm: LIV)
11

You might also like