You are on page 1of 41

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi (ATA 122)

4.. Ders
KÜLTÜR VE SOSYAL YAŞAM ALANINDAKİ
DEVRİMLER
KÜLTÜR VE SOSYAL YAŞAM ALANINDAKİ DEVRİMLER

Kültür, tarihsel süreç içerisinde toplumda oluşan yaşam biçimi, davranışlar ve değerler bütünüdür.
Bu bütün kuşaktan kuşağa aktarılırken döneminin koşulları, toplumun gereksinmeleri ve bireylerin
yetenekleri doğrultusunda değerlendirilir, yeniden yorumlanır ve bu nedenle belli ölçüde
değişimlere uğrar. Kültür değişimleri, ortaya çıkış biçimi ve uygulamaları bakımından “serbest
kültür değişmeleri” ve “zorunlu kültür değişmeleri” olmak üzere ikiye ayrılır. Serbest kültür
değişmeleri, yabancı kültür toplulukları ile ilişkide bulunan toplumlarda herhangi bir iç ya da dış
zorlama olmaksızın kendiliğinden meydana gelen değişikliklerdir.
KÜLTÜR VE SOSYAL YAŞAM ALANINDAKİ DEVRİMLER

Zorunlu kültür değişmeleri ise dıştan gelen bir zorlama ya da ülkedeki siyasal iktidarın belli bir
amaç doğrultusunda gücünü kullanarak ortaya çıkardığı değişikliklerdir. Japonya'daki Meiji
Devrimi, II. Mahmut'un fermanla fesi sarığın yerine geçirmesi bu tür kültür değişimlerine
örnektir. Atatürk'ün öncülüğünde yapılan "Türk Devrimi" kültür alanında da değişim ve
dönüşümlere yol açarak bir "Kültür Devrimi" yaşanmasını sağlamıştır.
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Türkler Müslüman olmadan önce, Uygur ve Göktürk alfabelerini kullanıyorlardı. İslamiyet'in


kabulünden sonra ise Arap alfabesini kullanmaya başladılar ancak Arap dilini benimsemediler.
Arap alfabesinin Türk dilinin ses yapısına uymaması önemli dil sorunlarına yol açmaktaydı.
Osmanlı Devleti'nde halk Türkçe konuşup yazarken, eğitimli kesim resmi yazışmalarda Türkçe-
Arapça-Farsça karışımı Osmanlıca adı verilen bir dil kullanmaktaydı. Arap alfabesinin Türkçe
gramer ve ses yapısına uymaması, Tanzimat'tan sonra yazının ıslahı, hatta Latin harflerinin
alınması ve dilde sadeleşme gibi konularda ilk tartışmaları başlattı.
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Arnavutluk’ta 1909 yılında Latin alfabesine geçilmesi ile Hüseyin Cahit, Celal Nuri, Abdullah
Cevdet ve Kılıçzade Hakkı alfabede ıslah yerine daha köklü bir değişikliğin yapılması
gerektiğini savunmuşlar ve bir an önce Latin alfabesine geçilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
İttihat Terakki Partisi döneminde Enver Paşa’nın girişimi ile askerî yazışmalarda, harflerin ayrı
ayrı yazılması yöntemi uygulanmıştır. Ancak I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla tekrar eskiye
dönülmüştür. Bu dönemde alfabe tartışmaları alfabede ıslahat ve Latin alfabesinin kabul
edilmesi ikileminde savaş boyunca sürmüştür.
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Falih Rıfkı Atay 1 Ağustos 1928'de harf devrimi ile ilgili hazırladığı raporu Atatürk’e sundu.
Atatürk raporu okuyunca: "yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz" diye sordu. Falih
Rıfkı Atay "Biri 5 yıllık kısa, biri 15 yıllık uzun süreli iki öneri var" deyince Atatürk "ya üç
ayda olur ya hiç olmaz, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi, herkes bu
alıştığı bildiği yazıyı okuyacaktır. Bu arada bir savaş bir iç kriz bir terslik oldu mu bizim yazı
da Enver’in yazısına döner hemen terk olunur."
olunur dedi.
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Atatürk, Harf Devrimi öncesinde bir Dil Encümeni kurdurup dünyadaki


alfabeleri inceletti. Dolmabahçe Sarayı'nda sürdürülen çalışmaları yakından takip etti. Dil
Encümeni'nin hazırladığı “Elifba Raporu” doğrultusunda Türkçenin yapısına en uygun
alfabe durumundaki Latin alfabesi -bazı düzenlemelerle-
düzenlemelerle kabul edildi. Bu yeni harflere “Yeni
Türk Harfleri”, yeni alfabeye de “Gazi Alfabesi” adı verildi. 1 Kasım 1928'de Latin alfabesi
kabul edildi ve Haziran 1929'dan itibaren kamu hayatında Arap alfabesi kullanılması
yasaklandı.
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Abece komisyonu, 23 harften oluşan Latin alfabesini olduğu gibi kabul etmedi. Türkçenin
özelliğine göre "q, x" harfleri atıldı, "ç, ğ, ş" gibi ünsüzler ve "i, ö, ü" gibi ünlülerin eklenmesi
ile yeni Türk alfabesi 8'i ünlü olmak üzere 29 harften oluştu. Mustafa Kemal Paşa, alfabe
değişikliğinden sonra halka "Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha
vardır. Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün
yurttaşlara öğretiniz. Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi biliniz... Bir toplumun %10'u
%20'si okuma yazma bilir, %80'i %90'ı bilmezse bu ayıptır, bundan insan olanların utanması
lazımdır."
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Yeni Türk alfabesinin halka öğretilmesi, Mustafa Kemal Paşa'nın "Başöğretmenliği" ile
başladı. Halkın yeni harfleri kolayca öğrenebileceğini herkese göstermek için bir yurt
gezisine çıktı. Ağustos-Eylül 1928'de Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, Eceabat, Gelibolu, Sinop,
Samsun, Amasya, Turhal, Tokat, Sivas, Şarkışla ve Kayseri'ye giderek kara tahtasının başına
geçti ve yeni Türk harflerini halka bizzat öğretti. Halkı alfabe sınavından geçirdi. Yeni
alfabeyi daha kolay öğretmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Zeki
Üngör'e harfler marşını besteletti.
Başöğretmen Mustafa Kemal Paşa Sivas'ta yeni alfabeyi öğretiyor 1928
HARF DEVRİMİ (1 KASIM 1928)

Başöğretmen Mustafa Kemal Paşa, bu yurt gezisinde yazım kurallarında bazı düzeltmeler ve
değişikler yapmaya karar verdi. Sivas'tan başbakanlığa gönderdiği bir yazıyla yeni yazım
kurallarını da bizzat belirledi.
Yeni Türk harflerini halka öğretmek için Millet Mektepleri açıldı, 15 ile 45 yaş arasındaki tüm
yurttaşlar devam zorunluluğu olan 2 ve 4 aylık kurslara gittiler. 1929-1933 arasında ülke
genelinde 54 bin 50 Millet Mektebi dersliği açıldı. Bunun 18 bin 589'u şehirlerde, 35 bin
461'i köylerdeydi. 5 yıl içinde Millet Mektepleri'ne devam edenlerin sayısı 2.5 milyon
kişiye yaklaştı.
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Osmanlı Devleti çeşitli uluslardan meydana geldiği için, ulus olma bilinci oluşturmak üzere
harcanan çabalardan çok fazla sonuç alınamamıştı.
alınamamıştı II. Meşrutiyetle birlikte gelişmeye başlayan
"Türklük" bilinci Türk Devrimi yıllarında asıl başarısını kazandı. Türk Tarihi Osmanlı Devleti'nde
"Osmanlı Ailesi Tarihi" olarak okutulup yorumlanıyordu.
yorumlanıyordu Oysa Türklerin Osmanlı Devleti'nden
önce de birçok devlet kurdukları, İslamiyet'ten önce ve hatta ilkçağlarda dünyada önemli roller
üstlenmiş oldukları Mustafa Kemal Paşa tarafından gün yüzüne çıkartıldı.
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Türk tarihindeki eksikleri tespit eden Atatürk: "Tarih bir milletin
nelere müsait olduğunu ve neleri başarmaya muktedir bulunduğunu gösteren en doğru bir
kılavuzdur" sözleriyle tarih öğretiminden sağlanmak istenen faydayı özetlemektedir. Tarihin
toplum üzerindeki etki ve gücünün farkında olarak bu alanda yeni ve ciddi çalışmalar
yapılması konusundaki hususiyetini de şöyle özetlemiştir: "Tarih yazmak, tarih yapmak
kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir
durum alır."
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Cumhuriyet dönemi tarih çalışmalarında ağırlıklı olarak Türklerin dünya tarihindeki gerçek
yerleri ve uygarlık dünyasındaki rolleri araştırılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tarih
araştırmalarının 1930 yılında hız kazanmasından sonra Ankara'da toplanan Türk Ocakları 6.
Kurultayında Mustafa Kemal Paşa Türk Tarih Kurumu'nun kurulması fikrini ortaya atmıştı. Bu
gelişme üzerine 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu.
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Tarihin siyasal bir yaklaşım ve ideolojik görüş doğrultusunda değil gerçeklerin ışığında
aydınlatılması amacını taşıyan tarih çalışmaları başlamıştı. Bu sırada temel esaslarının
Mustafa Kemal Paşa tarafından saptandığı Türk Tarih Tezi tartışılmaya açılmıştı. Bu teze
göre, Türk uygarlığı kökleri Orta Asya'ya dayanan tarihin en eski uygarlıklarından biriydi.
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Türk Tarih Tezi ve tarih çalışmaları, Türk Devrimi'nin kültür alanındaki uzantısı niteliğindeydi.
İslam kimliği içinde kaybolmuş Türk tarihinin bütünlüğünün sağlanması ve Türk kimliğinin
ortaya çıkarılması amaçlanmıştı. Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti ilk olarak liseler için 4 ciltten
oluşan bir tarih kitabı dizisi yayımladı. Tarih çalışmalarını bilimsel temele dayandırmak, Türk
tarih tezini tanıtmak, tarih ders kitaplarını geliştirmek amacıyla 1932 yılında I. Türk Tarih
Kongresi toplandı.
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Batının Türklerin uygarlıktan yoksun yalnızca asker bir toplum olduğu iddialarını çürütmek için
her yerde ve her alanda Türkü, Türklüğü ve Türk uygarlığını öne çıkaran çalışmalara hız verildi.
Türk tarihinin bilimsel olarak bütün gerçekleriyle ortaya çıkarılması için 1935 yılında
Ankara'da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu.
kuruldu Aynı yıl Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adı Türk
Tarih Kurumu olarak değiştirildi.
TÜRK TARİH KURUMUNUN KURULMASI (15 NİSAN 1931)

Devletin ve ulusal kurumların yardımlarıyla Türk Tarih Kurumu'nda tarih seferberliği


başlatıldı. 1937 yılında İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda yoğun bir katılımla II. Türk Tarih
Kongresi toplandı. Kongre sırasında tarih öncesinden Cumhuriyet Dönemine kadar
ülkemizde ve Orta Doğu'da gelişen uygarlıklara ait maket ve resim sergisi de açıldı.
Yaşamının sonuna kadar tarih çalışmalarının içinde yer alan Atatürk, kuruma siyasal
etkilerden ve iktidarların güdümünden korunarak serbestçe çalışmalarını sürdürebilmesi
için mirasının bir kısmını bıraktı.
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI (12 TEMMUZ 1932)

Dil, kişiler arasındaki en etkin, en doğal ve sürekli iletişim aracıdır. Kültürü oluşturan temel
öğe olduğu gibi, kültürü elde etmenin, öğrenmenin araçlarından biridir. Bunların yanında dil
toplumu, ulusu oluşturan ve ulusallaşmayı sağlayan ana etkenlerden biri olarak da büyük
önem taşımaktadır. 7. yüzyıla ait Orhun Yazıtları, Türkçenin oldukça gelişmiş bir yazı dili
olduğunu göstermiştir. Türklerin İslamiyet'e girmeleri dilimizin de iki yabancı dilin, Arapça ve
Farsçanın etkisi altına girmesine yol açmıştır.. İslamiyet'ten sonra kurulan Türk devletlerinde
bilim ve ibadet dili olarak Arapça, sanat dili için de Farsça kullanılmaya başlandı.
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI (12 TEMMUZ 1932)

Arapçanın yaygınlık kazanması karşısında Türk dilini savunma gereği duyan Kaşgarlı
Mahmut 1072'de Divan-ı Lügat-it-Türk adlı eserini yazdı. 1277'de Karamanoğlu Mehmet
Bey "Bugünden sonra divanda, dergahta, bargahta, mecliste, meydanda Türkçeden başka
dil kullanılmaya!" fermanını çıkararak Türk diline sahip çıkmış ve Türkçeyi resmi dil olarak
kabul etmiştir. Osmanlı Devleti'nde, Türkçe-Arapça
Arapça-Farsça unsurlardan oluşmuş Osmanlıca
adı verilen yeni bir yazı dili yaratılmış ve Türkçe önemini kaybetmişti. Tanzimat'la birlikte
başlayan yenileşme hareketlerinde tarih ve dil alanında önemli çalışmalar yapılmamıştı.
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI (12 TEMMUZ 1932)

Osmanlı Devleti'nin dağılmasını önlemek üzere başvurulan tarih çalışmaları hanedan


tarihinin etrafında dolaşıyor, dil alanında ise pek çok arayışlar olmakla beraber aydınlar tek
bir fikir etrafında toplanamıyordu. Dilde ve tarih alanında yaşanan fikir ayrılıkları ve kimlik
arayışı, bu alanları Cumhuriyet'in öncelikli konularından biri durumuna getirmişti. Mustafa
Kemal Paşa "Türk dili, Türk ulusunun kalbidir, zihnidir" anlayışı ile 1926 yılında "Dil Heyeti"ni
oluşturdu. 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu. Cemiyet 1936’daki
kurultayda Türk Dil Kurumu adını almıştır.
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI (12 TEMMUZ 1932)

Ayrıca Avusturyalı Türkolog Phill Kvergiç'in oluştuduğu "Güneş Dil Teorisi" üzerinde
duruldu. Bu teoriye göre bütün diller Türkçeden,
Türkçeden Anadolu'dan dünyaya yayılmıştı. Bu
varsayımlar yapılan dil çalışmalarından sonra kanıtlanamayınca teori tarihe mal oldu. Dil
alanında yapılan çalışmalarla dilde sadeleşmeye gidilmiş Türkçe kelimelerin kullanımı
yaygınlaştırılmıştır. Türk Dil Kurumu tarafından sözlük çalışmaları yapılmış Arapça ve Farsça
kelimelerin Türkçe karşılıkları bulunmuştur. Pek çok alanda Türkçe terimler üretilmiştir.
TÜRK DİL KURUMUNUN KURULMASI (12 TEMMUZ 1932)

Atatürk de söylev ve demeçlerinde Türkçe sözcükler kullanmaya özen göstermiş hatta yeni
terimlerin Türkçeye kazandırılmasına büyük katkı yapmıştır. Er, subay, kurmay gibi askeri
alanda Türkçe sözcük türetmenin yanında geometri terimlerine Türkçe karşılık bularak bir
geometri kitabı yazmıştır. Bugün kullanılan eksi, artı, eşit, üçgen, eşkenar üçgen, dörtgen,
kare, prizma, köşegen, silindir, daire, çember, çizgi, paralel, dikey, koni, piramit gibi çok
geometri terimi Atatürk tarafından türetilmiş ve Türkçe’ye kazandırılmıştır. Bu eser, 1937
yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır.
yayımlanmıştır
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

a. Sanat
19. yüzyılda Osmanlı aydınları yeniliğin ve gelişmenin savunucuları olarak gelenekçi
anlayışa karşı mücadeleye girişmişlerdi. Eserlerini halkı aydınlatmak, onlara yeni bir ruh ve
heyecan kazandırmak için kaleme alıyorlar, sanatı toplumun çıkarları doğrultusunda
kullanmaya çalışıyorlardı. Osmanlı Devleti'nde batılı anlamda sanatsal gelişmeler, saray
çevresinde Avrupalı ressam ve mimarların etkisi ile başladı. 1882 yılında Osman Hamdi
Bey'in çalışmaları ile resim ve heykel eğitimi vermek amacıyla Sanayi-i Nefise Mektebi
açıldı.
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

Mustafa Kemal Paşa , ister el sanatları ister güzel sanatlar olsun, sanatın millet hayatındaki
yerini ve önemini "Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir"
sözleriyle özetliyordu. Sanatın bir toplumun inşasında ve insan yetiştirmede önemli bir etken
olduğunu bilen Mustafa Kemal Paşa, sanat alanında köklü bir anlayış değişikliği yaratma
çabası içine girmişti: "Bir millet ki, resim yapmaz, bir millet ki, heykel yapmaz, itiraf etmeli ki,
o milletin tarihin gelişme çizgisinde yeri yoktur.”
yoktur
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

Heykel alanında hem yetişmiş heykeltıraş olmaması hem de teknik imkânsızlıklardan


dolayı ilk eserleri yabancılar vermiştir. Bu sanatçılara İstanbul ve Ankara gibi merkezlerden
başlayarak Anadolu şehirlerinin meydanlarına kadar yayılan Kurtuluş Savaşı anıtları ve
Atatürk heykelleri yaptırılmıştır. Cumhuriyet döneminde yapılan ilk heykel Avusturyalı
sanatçı Heinrich Krippel’in yaptığı 3 Ekim 1926’da
1926 İstanbul Sarayburnu’na dikilen Gazi
Mustafa Kemal Paşa heykeli olmuştur.
Atatürk Ankara Sergi Evinde Yerli Malları Sergisinde 1934
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

Cumhuriyet'in 10. yıldönümünde Anadolu'ya "Yurt Gezileri" adı altında pek çok ressam
göndermiş, Türk ressamların ve heykeltraşların yaptığı eserler, 1937 yılında kurulan
İstanbul Resim Heykel Müzesi'nde sergilenmiştir.
sergilenmiştir Mustafa Kemal Paşa sanatın, özellikle de
güzel sanatların gelişmesinde ve ilerlemesinde sağlamak için büyük çaba sarf etmiştir.
Atatürk’ün tarih alanında önem verdiği bilim dallarından biri arkeolojidir.
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

Mustafa Kemal Paşa, Veliaht Vahdettin ile Almanya seyahatinde Berlin Müzesi’ni,
Postdam Sarayını gezmiş, Pergamon Müzesi’ndeki Zeus Tapınağı’ndan etkilenmiştir.
Cumhuriyet’in ilanından 6 ay sonra Topkapı sarayını müze haline getirerek tarihi eserlere
sahip çıkma yolunda ilk önemli atmıştır ve İstanbul’a her gelişinde mutlaka Topkapı
sarayındaki müze çalışmalarını denetlemiştir.
denetlemiştir Atatürk'e göre: “Tarih araştırmalarında
arkeoloji ve antropoloji başta gelir, tarih bu bilimlerin çıkardığı belgelere dayandıkça
sağlam temelli olur."
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

Cumhuriyet döneminde her alanda olduğu gibi müzik alanında da önemli adımlar atılmıştır
Atatürk Türkiye’de operayı kurmaya büyük önem vermiş ve bu konuda sanatçıları teşvik
etmiştir. İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyareti sırasında gösterimi yapılmak üzere
bizzat Atatürk’ün konusunu belirlediği ilk Türk operası hazırlanmıştır. Türk-İran dostluğunu
simgeleyen sözlerini Münir Hayri Egeli’nin, bestesini Ahmet Adnan Saygun’un yaptığı
“Özsoy Operası” 19 Haziran 1934 günü İran Şahı Rıza Pehlevi ve Atatürk’ün huzurunda
sergilenmiştir.
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

b. Basın
Kurtuluş Savaşının zaferle sona ermesi üzerine İstanbul basını tasfiyeye uğramış, Milli
Mücadelenin aleyhinde olan gazeteler kapatılmıştı.
kapatılmıştı 1923'te "Vatan" gazetesi çıkmaya
başlamış, Ankara'da çıkmakta olan "Yeni Gün" İstanbul'a nakil olunmuş ve bir süre sonra
yerine "Cumhuriyet" gazetesi kurulmuştur. Mustafa Kemal Paşa , 1923'te hiçbir şahsiyetin
basına etki edemeyeceğini şu sözleriyle anlatmıştır:
anlatmıştır "Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve
nüfuza tabi tutulamaz.
SANAT VE BASIN HAYATINDA GELİŞMELER

1923'te bir başka konuşmasında şu ifadelere yer vermiştir: "Gazeteciler kanunun ve


umumun menfaatlerinin aksine muamelelere şahit ve vakıf oldukları takdirde gerekli
yayında bulunmalıdır." 1924 Anayasası ile "Matbuat, kanun dairesinde serbesttir ve
neşredilmeden evvel teftiş, muayeneye tabi değildir."
değildir hükmü getirilmiştir.
Cumhuriyet döneminin ilk Basın Kanunu 1931'de
1931 çıkmıştır.
SOSYAL YAŞAMIN DÜZENLENMESİ

Cumhuriyet idaresine kavuşmuş olan Türk insanının kadın ve erkek olarak eşit haklara sahip
olarak sosyal ve kültürel hayatını düzenleyecek ve medeni milletler seviyesine ulaşmasını
sağlayacak birtakım düzenlemeler yapıldı. Çağdaşlaşmayı hedefleyen, egemenlik sahibi
vatandaşın yeni kimliğine uygun olarak kılık kıyafet düzenlemeleri yapıldı. Halkın tepkisini
ölçmek üzere Kastamonu'da halkın karşısına şapka giyerek çıkmış ve şapkaya karşı olumlu
tepkiler verildiğini görmüştü.
SOSYAL YAŞAMIN DÜZENLENMESİ

25 Kasım 1925'te TBMM'de Şapka Kanunu kabul edilmiş, bu kanunla devlet memurlarının ve
milletvekillerinin şapka giymesi zorunlu hale gelmiştir.
gelmiştir
Kılık kıyafetle ilgili bir başka düzenleme ise 3 Aralık 1934 tarihli "Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun" ile yapılmıştır.. Bununla hangi din ve mezhepten olursa olsun
din adamlarının, sadece ibadet sırasında ve törenlerde özel kıyafet giymelerine izin
verilmiştir. Gündelik hayat içinde dinî kıyafet giyilemeyeceği hükme bağlanarak sosyal
yaşamda laiklik ilkesi benimsenmiştir.
TEKKE ZAVİYE VE TÜRBELERİN KAPATILMASI (30 Kasım 1925)

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde, Anadolu'nun Türkleşmesinde ve halkın eğitim


hayatında önemli bir yere sahip olan tekke ve zaviyeler zamanla yozlaşmış ve toplumsal
alanda bölünme ve gruplaşmalara sebep olmuştu.
olmuştu Mustafa Kemal Paşa Kastamonu'da 30
Ağustos 1925'te tekkelerin ve zaviyelerin kapatılacağının ve tarikatların kaldırılacağının
işaretini verdi: "Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler
ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar
memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır." 30 Kasım 1925'te
Tekke, Zaviye ve Türbeler kapatılmış ve şeyhlik, müritlik, dervişlik gibi unvan ve lakapların
kullanılması da yasaklanmıştı.
Takvim,, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925-1935)
(1925

İttihat ve Terakki döneminde günlük tarihi belirlemede Hicri ve Rumi takvimlerle birlikte
miladi takvim de kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle dönemin gazetelerinde bu takvim
çeşitliliği net bir şekilde görülmektedir. Gazetelerin üst kısmında günün tarihi hicri, rumi ve
miladi olmak üzere üç takvim üzerinden ayrı ayrı yazılmıştır. Osmanlı Devleti’nde takvim
konusunda yapılan düzenlemeler çeşitliliğe yol açmış devlet hayatında takvime dayalı
yaşanan karışıklıkların önüne geçilememiştir.
geçilememiştir Takvim meselesi Cumhuriyet döneminde de
gündeme gelmiş 26 Aralık 1925 tarihli kanunla rumi ve hicri takvimler kaldırılarak sadece
miladi takvimin kullanılması kabul edilmiştir.
Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik (1925-1935)
(1925

20 Mayıs 1928’de kabul edilen yasa ile rakamlarda da uluslararası standart yakalamak
amacıyla bir düzenlemeye gidilmiş ve rakamların yazılışında uluslararası simgelerin
kullanımına geçilme kararı alınmıştır. Yasa gereğince bütün resmî yazışmalarda 1 Haziran
1929 tarihinden itibaren uluslararası rakamların kullanılması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla
26 Mart 1931 tarihinde “Ölçü Kanunu” TBMM’de kabul edilerek litre, kilogram, metre, gibi
birimlerin kullanımına geçilmiştir. Kanun, 1 Ocak 1933 tarihinden geçerli olmak üzere
yürürlüğe girmiştir. Okka yerine kilogram, dirhem yerine gram arşın yerine metre ölçek
yerine de litre kullanılmıştır.
SOYADI KANUNU VE UNVANLARIN YASAKLANMASI (21
( Haziran 1934)

Osmanlı İmparatorluğu'nda kişiler dini, sosyal ya da ailevi ve asalet kaynaklı birtakım lakaplar
taşıyorlardı. Bu durum hem insanlar arasında eşitlik ilkesini bozuyor hem de resmi kayıt
işlemlerinde çeşitli karışıklıkların yaşanmasına neden oluyordu. Bu aksaklıkları gidermek
üzere denenen yollardan biri askerlerin adlarının yanına doğdukları yerin adının da yazılması
oldu. Ancak nihai çözüm, 21 Haziran 1934'te
'te "Soyadı Kanunu"nun çıkarılmasıyla elde edildi.
Kanun, 2 Ocak 1935'te yürürlüğe girdi. Bu kanun gereğince herkesin resmî bir soyadı olacaktı.
SOYADI KANUNU VE UNVANLARIN YASAKLANMASI (21 Haziran 1934)

Soyadı Kanunu'nun çıkmasından 5 ay sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından oy


birliği ile kabul edilen 2587 sayılı kanunla cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı
verildi. 17 Aralık 1934’te çıkarılan yasa ile bu soyadının diğer kişiler tarafından kullanılması
yasaklandı. Kız kardeşi Makbule Hanım "Atadan" soyadını almıştır.
SOYADI KANUNU VE UNVANLARIN YASAKLANMASI (21 Haziran 1934)

1934 yılında çıkarılan bir başka yasa ile o güne kadar isimlerinin yanında kullanılan ve
toplum içindeki bazı derece ve ayrıcalık durumlarını belirten Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla,
Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi, Hazretleri gibi lakap ve unvanlar
kaldırıldı. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnızca
adlarıyla anılırlar hükmü getirildi. Bugün günlük yaşamda kullandığımız Bey, Beyefendi, Paşa,
Hanım, Hanımefendi gibi sıfatlar sadece nezaket gereği kullanılmaktadır.

You might also like