Professional Documents
Culture Documents
Osmanlılar idareleri altına aldıkları milletlerin kültürlerinden birçok unsuru ödünç almış
ve bunlarla kendi medeniyet terkiplerini oluşturup öz damgalarını oluşturan kendi
medeniyetlerini tesis etmişlerdi. Osmanlı medeniyeti adeta bir pota görevi görmüştür. Kültürel
miraslardan biri musiki diğeri dildir. Osmanlı döneminde Anadolu’da gelişen Türkçe Osmanlı
kültürel birikiminin diğer nesillere aktarılmasını sağlamıştı. Sultanlarda bazı Arapça, Farsça
eserlerin tercümelerini bizzat isteyerek Türkçe’nin gelişimine katkıda bulunmuşlardır.
Osmanlının bu kültürel mirasını aynen genç Türkiye Cumhuriyeti tevarüs etmiştir2.
Cumhuriyeti kuran kadrolardan Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Ali Fuat
Paşa, İsmet Paşa, Fevzi Çakmak vs bunların hepsi Osmanlı Harbiyesinden mezun olmuş önce
Makedonya’da sonra çeşitli cephelerde savaşmışlardı. Devletin mevcudiyeti tehlikeye
girdiğinde Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye destek vermişlerdi. Milli Mücadeledeki ilk
bakanlara bakıldığında Bekir Sami Bey, Yusuf Kemal Bey Osmanlı bürokratlarıydı. Yine
valiler kaymakamlar da Osmanlı’da yetişen gençlerdi. Cumhuriyet Türkiyesi Osmanlı
borçlarını da yüklenmek zorunda kalmıştı. Osmanlı eğitim kurumları da Cumhuriyete miras
kalmıştı. İstanbul’daki Mekteb-i Mülkiye Ankara’ya nakledilerek önce Siyasal Bilgiler Okulu
sonra fakülte olmuştu. Sayıştay, Danıştay, Yargıtay da aynı durumdadır. Osmanlı ile
Cumhuriyet arasındaki ilişki baba oğul ilişkisine benzer3.
Osmanlı Devleti’nin Kırım Harbi’nden itibaren iç ve dış borçlarla maliyesi harap bir hale
gelmişti. I. Dünya Savaşı’nda seferberliğin ilan edildiği gün kasasında hiç para yoktu. Savaş
Almanya ve Avusturya-Macaristan’dan yapılan borçlanmalarla idare edilmiştir. Hele savaşın
son günlerinde Osmanlı maliyesi, maaş ve masraflara yetişebilmek için devletin ve askeri
idarelerin bir kısım eşyasını satmak zorunda kalmıştır. Bu şartlar altında ayağa kalmaya çalışan
ve yatırım yapma mecburiyetinde olan Türkiye Cumhuriyeti tüm yatırımlarını borç almaksızın
1
Bernard Lewis, “Osmanlı’dan Cumhuriyete Devamlılık”, Yeni Türkiye, yıl 6, sayı 33, s.320.
2
Ekmeleddin İhsanoğlu, Modern Türkiye ve Osmanlı Mirası, Yeni Türkiye, yıl 6, sayı 33, s.332-333.
3
Nejat Göyünç, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyetine, Yeni Türkiye, yıl 6, sayı 33, s.344-45.
1
gerçekleştirdiği gibi, eski hükümetlerden kalan 80 milyon altılık dış borcu da kapatmak için
uğraş vermiştir4.
4
Raşit Gökdemir, “Osmanlı Maliyesi İle Cumhuriyet Maliyesinin Mukayesesi”, Yeni Türk Mecmuası, C.8, 1940,
sayı 85, s.120-121.
5
Göyünç, a.g.m, s.345.
6
Bahaeddin Yediyıldız, En Önemli Osmanlı Mirası, Yeni Türkiye, yıl 6, sayı 33, s.358-361.
2
Cumhuriyet çağdaşlaşması daha sağlam bir zemine oturtmuştur. Dolayısıyla Cumhuriyet
modernleşmesi için gerekli olan alt yapı Osmanlı Dönemi'nde hazırlanmıştır. Atatürk bu
altyapıdan faydalanmıştır7.
Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi bakýmlardan Osmanlı geçmişinden bir "kopuş", yeni bir
"başlangıç", hangi bakımlardan onun bir "devamı" olduğuna ilişkin tartışmalar, çeşitli
platformlarda bütün canlılığıyla devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, elbette
ki, "yeni ve taze" bir başlangıcı simgeliyordu. İlk kuruluş yıllarında yapılan inkılaplar ve
düzenlemeler bu başlangıç görünümleriydi. Diğer yandan, Cumhuriyet, selefi Osmanlı'dan pek
çok unsuru da miras almıştı. Osmanlı aydın, bürokrat ve asker kadroları yüzyıldan fazla
zamandır, deneme-yanılma yoluyla edindiği tecrübeler ve ideoloji birikimleri ile birlikte
Cumhuriyet'e intikal etmiştir. Cumhuriyet'in belki de en büyük şansı, Osmanlı'dan parlamenter
sistem ile tecrübesi olan yetişmiş "elit bürokrat" kadroları devralmış olmasıydı. Yine bu
kadrolarla beraber, devletin gücünün, bürokrasinin tekelinde bulunduğuna dair, "bürokratik ve
merkeziyetçi" devlet anlayış ve uygulaması Cumhuriyet'e aktarılmıştır8.
Bu açıdan Cumhuriyet'in sahip oldukları gerek toplum yapısı, gerek kültürel kaynakları,
gerekse ekonomik kaynakları olsun, daha önceki Osmanlı Devleti'nden miras kalmıştır. Siyasi
kaynaklar, yönetim kurumlarý, idarî pratikler, insan kaynakları açısından da bir devamlılık söz
konusudur9 Şüphesiz, Osmanlı Devleti tarihe karışırken kurumları ve insan karakteristiklerinin
hepsini beraberinde götürmedi Cumhuriyet'e bıraktı10.
Osmanlı'da yasa devleti algısının yerleşmeye çalışılması ve bunda büyük ölçüde başarı
kazanılması Cumhuriyet'e gidişin ilk adımları olması hasebiyle önemlidir. Millî dil, millî tarih
ve Türklük olgusu ilk defa ittihat ve Terakki Cemiyeti ile Osmanlı devlet ve toplum hayatına
girmiştir. Bu olgular Mustafa Kemal'de daha teşekküllü bir hal alacaktır. Yeni devletin siyasi
tercihi olan Cumhuriyet, tarihi açıdan Cumhuriyetçiliğin Tanzimat ve İkinci Meşrutiyet'in
ilanýna giden bir boyutu vardı, özellikle İkinci Meşrutiyet ile hukuk birliğinin tesisi, bir meclis
oluşturulması ve eğitimin yaygınlaştırılması ile yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin yolu bir nevi
7
Taner ASLAN, İkinci Meşrutiyet Düşüncesinin Cumhuriyet'e Tesirleri, Dumlıpınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, sayı 21, Ağustos 2008.
8
Halil İnalcık, Turkey Between Europe and The Middle East, From Empire to Republic, Essays on Ottoman and
Turkish History, The Isis Pres, İstanbul 1995, s.90.
9
Roderic Davison, Atatürk's Reforms Back to Roots, in Atatürk and Turkey of Republician Era, (n.p. Union of
Champers of Cojmmerce, Ýndustry, Maritime Commerce and Commedity Exchanges of Turkey), 1981, 28-55.
10
Vecdi Bilgin, "Gerileme ve Çöküþ Dönemlerinde Osmanlý Zihnîyeti, Osmanlý'dan Cumhuriyet'e Miras Kalan
Sosyal Karakter Üzerine Bir Deneme", Osmanlý Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye, 2000, cilt 7.
3
önceden açılmıştı11.Bir başka intikali Batılılaşma probleminde de görmekteyiz. Batılılaşma
probleminin Cumhuriyet Dönemi'ndeki seyri Osmanlı'dan devralınan mirasla da ilintilidir.
Çağdaşlaşmanın algılanma biçimi Osmanlı'dan Cumhuriyet'e bir sürekliliğin ifadesi olmuştur.
1908 hareketi hariç, Batılılaşma düşüncesini ve hareketini besleyen güçler devlet içinde yer
almışlardır. Devlet bürokrasisinden ve ordudan kaynaklı bu hareket ikili bir meşruiyet
doğmasına yol açmıştı12.
11
Özlem Doğan, “Tarihsellik ve Cumhuriyet”, Felsefe Dünyasý, sayı, 1998, s.28.
12
Ahmet İnsel, Türkiye Toplumunun Bunalımı, İstanbul 1990, Birikim Yayınları, s.19.
13
Zafer Toprak, Türkiye'de "Millî İktisat" (1908-1918), Yurt Yayýnları, Ankara 1984, s.231.
4
Uyruklara tanınan hak ve özgürlükler, "Tebaa-i Devlet-i Osmâniye'nin Hukuk-i Umûmiye'si"
başlığı altında toplanmıştır14.
Bir yandan Batılı kanunların alınmasıyla Bati hukukuna yönlenirken, diğer yandan da,
mevcut yerli kanunlarda yapılan, ve. biri diğerini geçersiz kılmayan düzenlemeler sunucunda,
birbirinden kesin çizgilerle ayrılan, ikili hukuk sistemi uygulaması ortaya çıkmıstır. Ancak, bu
uygulama, değişik unsurlardan meydana gelen İmparatorluğun bütün tebaasının ihtiyaçlarına
cevap vermeden uzak kalarak, bu unsurları bir arada tutmak için yükseltilen ideolojileri,
özellikle de Osmanlıcılık ideolojisini, boşa çıkarmıştır. Bu yetersizliğe rağmen,
"kanunlaştırma" kavramının yerleşmesi, yargılama usullerinin geliştirilmesi ve yeni
mahkemelerin kurulması gibi konularda ilk tecrübeyi oluşturarak, Cumhuriyet döneminde, bu
sahada yapılacak düzenlemelere zemin hazırlamıştır. Cumhuriyet'e gelindiğinde, çok uluslu
Osmanlı Imparatorlugu'nun hukukunun, tek uluslu Cumhuriyet için geçerli olmadığı görülmüs,
ve değişen toplumun, değişen ihtiyaçlarına yönelik, çağdaş hukuk sisteminin getirilmesi için
düzenlemelere girişilmiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Tanzimat ve sonrasinda Bati
hukukundan iktibaslar yapılmıştı. Bu süreç, Cumhuriyet döneminde, 1926'da İsviçre medeni
kanununun kabulü, İtalyan modelinden alınan ceza kanunu ve, İtalyan ve Alman modellerinden
alınan ticaret kanununun benimsenmesi ile hiz kazandi. Ticaret ve ceza kanunları Osmanlı
döneminde Bati örneğine göre düzenlenmiş olmasına rağmen, medeni kanun Ser'i olma
özelliğini korumuştu. Cumhuriyet döneminde, hukuk alanında en önemli degisiklik, medeni
kanunun, dini zeminden uzaklaştırılması ile gerçekleştirildi. Çok kadınla evliliğin
14
Bülent Tanör, Osmanlı Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul: Cogito, YapýıKredi Yayýnları, s.110
15
Aslan, a.g.m, s.369.
5
yasaklanması, evliliğin resmi makamlarca onaylanması (resmi nikah), boşanma konusunda
kadın ve erkeğe, miras konusunda kız ve erkek çocuklara eşit haklar tanınması gibi, aile
hayatına ilişkin düzenlemelerle, aslında hedeflenen, Türk ailesini, Bati modelinde yeniden
yapılandırmak, ona çağdaş bir hayat tarzı sunmaktı16.
Osmanlıdan miras kalan güçlü merkezi yönetim modeli, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte
de varlığını korumuştur. 1950’ye kadar süren tek partili rejim boyunca iktidar başkentte
tekelleşmiştir. Ulusal birlik ve bütünlüğü sağlamak ve cumhuriyetin temel ilkelerini koruma
düşüncesi bunda temel faktör olmuştur. Fakir olan ulusun kaynaklarını etkili bir biçimde
koruma zorunluluğu, devleti ön plana çıkarmıştır. Ayrıca nitelikli personelin bulunmayışı da
merkeziyetçiliği körüklemiştir. Osmanlının son dönemdeki idari hiyerarşik yapısı da,
Cumhuriyet döneminde merkezi yönetim- yerel yönetim ilişkilerine çerçeve oluşturmuştur.
Sonuç olarak 1930‟daki düzenleme yeni bir şey getirmemiş, merkezin hâkimiyetinde azaltma
yaratmamıştır17. Köklü merkeziyetçi gelenek, merkezin çeşitli yerel hizmetlerde yetkili
kılındığı bir durum meydana getirmiştir. Belediye Kanunu yerel hizmetleri yerine getirmekte
belediyeleri görevlendirirken, sonradan çıkarılan kanunlar belediyelerin yetkilerini merkez
kuruluşlarına da vermiştir. Böyle bir durum, görev ve yetkilerde karmaşaya neden olmuş ve
aynı alanda birbiriyle çatışan uyumsuz politikaların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Üstelik
vesayet yetkileri de kullanılmaya devam etmiştir. Bu çerçevede belediye başkanlarının geçici
de olsa görevden alınması ve belediye meclislerinin dağıtılması mümkündür18. Bu durumda son
söz yargıya aittir. Kısacası, yüzyılı aşkın bir süredir mutlakıyet, meşrutiyet ve cumhuriyet gibi
farklı siyasi rejimlere rağmen Türk yerel yönetimleri varlıklarını sürdürmekle birlikte, merkezi
yönetimin katı denetimi altındadırlar ve merkezi politikalar dışından bağımsız politikalar
geliştirmelerine izin verilmemiştir. 1950 sonrası çok partili dönemde, özellikle Büyükşehir
Belediyelerinin kurulmasıyla birlikte idari ve mali anlamda yerel yönetimlere bazı yenilik ve
rahatlamalar getirilmiş olsa da yerel yönetimler üzerinde ağır basan merkeziyetçi yapı varlığını
korumaktadır ve vesayet yetkileri devam etmektedir19.
16
Fatma Acun, “Osmanli' dan Türkiye’ye"Cumhuriyeti'ne: Degisme ve Süreklilik”, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, sayı 19, s.162.
17
V. Bilgiç, Yerel Yönetimler, 21. Yüzyıl Yay, Ankara 1998, s.532.
18
Bilgiç,”Türkiye‟de Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme”, Yerel Yönetimler
Üzerine Güncel Yazılar I, Ed.: Hüseyin Özgür, Muhammet Kösecik, Ankara 2005, Nobel Yayın Dağıtım,s.203.
19
Yeter Çiçek, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Yerel Yönetimler, KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi / KSU Journal of
Social Science 11(1) 2014.
6
toplumlarında olduğu gibi temel amaç olmamış, daha çok vergilerin düzenli toplanması,
güvenliği sağlamak yerel yönetimlerin oluşturulma amaçlarından olmuştur. Batıda ise bu
durum tam tersi yaşanmakta, yerel yönetimler merkezi hükümet üzerinde büyük bir güç
oluşturmaktadır. Oysa Türkiye’de yerel yönetimler her dönem merkezi hükümetin ağır
denetiminde olmuş ve merkezi hükümete bağımlı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu
kapsamda düşünüldüğü zaman yapılan reformlar büyük çapta değişikliklere yol açmamış ve
yerel yönetimler merkezi hükümetin gölgesinde kalmaya devam etmiştir. Ancak tarihsel süreç
içerisinde getirilen düzenlemeler, yerel yönetimler kapsamında özellikle de belediyeler adına
önemli adımlardır. Türkiye’nin yaptığı bu düzenlemeler dünyadaki çağdaş, modern,
demokratik yerel yönetimlere katılmak istediğinin de bir göstergesidir20.
Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında etkisini gittikçe artıran Fransız İhtilali sonrası
gelişen milliyetçilik akımı, Osmanlı aydınlarınca Türkçülük olarak formule edilmiştir.
Türkçülük akımı Cumhuriyet dönemi sosyal, siyasi, kültürel ve eğitim alanındaki tüm
değişimlerde baş faktör olmuştur. Cumhuriyetin kurucuları, kültürel bir hareket olarak algılayıp
Türkçülüğe bir itirazda bulunmadığı gibi, yeniden yapılanmada halkı birleştirici ve motive edici
bir ideoloji olarak teşvik edildi. Cumhuriyetin kuruluş sürecinin en etkili dönemi olan ilk yirmi
yılda ideolojik temelli teşvik ve teşebbüsler doruk noktaya ulaştı denilebilir. Yusuf Akçura,
Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü gibi Osmanlı döneminin tanınmış Türkçü aydınları, Cumhuriyet
döneminde de yeni Türk devletinin de ideolojik yapılanmasına ve milli tarih alanında yapılan
çalışmalara fikirleri ve hareketleriyle üst seviyede katıldılar. Yusuf Akçura ve onunla birlikte
20
Çiçek, a.g.m, s.60.
21
Korkut Boratav, Türkiye'de Devletçilik, Savaş Yayınları, Ankara 1982, s.50-70.
7
Fuad Köprülü Türkiye dışındaki Türklük sahalarına ve İslamiyet öncesi Türk tarihine yaptıkları
vurgularla, hem modern milliyetçiliğin müessisi olarak, hem de “Türk Tarih Tezi”ne yaptıkları
katkılardan dolayı Türk milli kimliğini ortaya çıkarmak için kurulan kurumlarda görev almışlar
ve eserlerini bu gayeyi tahakkuk ettirmek için kullanmışlardır. Fransa’da Siyaset Mektebi’nde
modern milliyetçilik fikirlerini teorik olarak öğrenen Yusuf Akçura, Avrupa’da kaldığı sürede
milliyetçi hareketleri de yakından tanıma imkanı bulmuştur. Etkilendiği bu fikir cereyanları
sonrası İstanbul’a dönen Akçura, Türk topluluklarının meselelerine “modern millet açısından
bakmaya başlar. 1917’de Rusya’daki ihtilalden sonra “pantürkist” eğilimlerden vazgeçen
Yusuf Akçura, Ankara Hukuk Fakültesi’nde tarih dersleri vererek milliyetçi tarih çalışmalarına
aktif olarak iştirak etmiş ve 1931’de Türk Tarih Heyeti’nin kuruluşuna katılarak, bir yıl sonra
da Türk Tarih Kongresine başkanlık yaparak Atatürk’ün yanında yer almıştır22.
20.yüzyılın başında ve Osmanlının son döneminde etkili olan eğitim felsefesi varlığını
cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte yeni devlet kurulurken daha çok hissetirmeye başlar. Millî
Mücadele sonrasında; 23 Nisan 1920’de TBMM açılır, 2 Mayıs 1920’de Millî Eğitim Bakanlığı
kurulur ve 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilân edilir. Cumhuriyetin bir ulus devlet olarak
şekillenmesinde ve oluşumunda, tüm benzer örneklerinde olduğu gibi, temel enstrüman
eğitimdir. Ulus devletin başarısı, etkili eğitime bağlıydı. Kurucu kadrolar meşrutiyetten sonra
hakim olan eğitim felsefesini, yeni ulus devletin inşası adına eğitim sistemine taşıdılar23.
Osmanlı döneminden Cumhuriyetin ilk on beş yılına kadar, her dönemin siyasî ve sosyal
özelliklerine göre eğitimde çeşitli dönüşümler gözlenir. Eğitimin kendisindeki dönüşümler de
toplumdaki genel dönüşümler için uygun ortam hazırlamıştır. Örneğin, Cumhuriyetin kadın
devriminin başarıya ulaşmasında, 1870’te açılan ve Cumhuriyetin ilânında 53 yıldır kadın
öğretmen ve aydın yetiştiren Darülmuallimatın etkisi önem taşır. Yine II. Meşrutiyet döneminin
çeşitli sosyal felaketleri, aydınların gözünde yeni bir nesil yetiştirme fikrini doğurmuş, bu da
Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir. Osmanlı’dan beri eğitimde dönüşümler ve eğitim
yoluyla toplumsal dönüşümlerde kimi devlet yöneticilerinin etkileri de çok belirleyici olmuştur.
Bunların başında Atatürk gelir. Tüm öğrencilik yaşamını Osmanlı son döneminde geçiren,
devletin çöküşünün eğitimsel nedenlerini çok iyi gözleyen Atatürk, bu çöküşü esas olarak millî
olmayan, pasif insanlar yetiştiren, hayata yönelik bilgi ve davranış kazandırmayı amaçlamayan
eğitim sistemine bağlamış ve Cumhuriyetin artık tamamen farklı ve millî bir eğitim sistemine
22
Nihat Büyükbaş, Osmanlı İnsan Yetiştirme Düzeni Ve Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşuna Etkileri, Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, XXIX/87, Ankara 2015, s.217.
23
Büyükbaş, a.g.m, s.219.
8
sahip olmasını istemiş ve Cumhuriyet için gerekli olan erdemli, çalışkan, aktif, vatansever
nesiller yetiştirme görevini öğretmenlere vermiştir24.
24
Yahya Akyüz, Osmanlı Döneminden Cumhuriyete Geçilirken Eğitim-Öğretim Alanında Yaşanan Dönüşümler,
Pegem Eğitim ve Öğretim Dergisi / 2011 Cilt: 1, Sayı: 2.
9
Osmanlı bürokrasisinde yetişmiş değerli devlet adamlarıdır. Bununla birlikte Osmanlı
Devleti’nden kalan borçlar, savaşların ortaya çıkardığı psikolojik, sosyal ve ekonomik etkiler,
sanayi alanındaki önemli gelişmelerin takip edilemeyişi,kapitalist ekonomik düzene uyum
sağlamayı zorlaştırarak Türkiye’yi hızlı bir fakirleşme ve ekonomik durağanlığa sokmuştur.
Osmanlıdan devralınan borçların bir bölümünün bitirilmesi 1954 yılına kadar uzanırken, bono
ve değerli kâğıt olarak aktarılan borçların tamamen kapatılması 1989 yılına kadar devam
etmiştir.
10