Professional Documents
Culture Documents
Genel
Bir toplumun kurumlarında çözülme başlar, devlet de bunu önleyemezse inkılap koşulları
oluşmaktadır. Türk inkılabı da, uzun süre yapısını yenileyemediği için bozulma yoluna giren
Osmanlı toplum yapısının yerine çağdaş bir Türk modeli getirmek için yapılmıştır.
Devlet Yapısı: Osmanlı devleti, diğer Türk devletlerinde olduğu gibi, Ortaasya’dan beri edinilen
egemenlik anlayışı ile İslamiyetle gelen esasları birleştirmişti. Devleti kuran Osmanoğulları ailesi,
egemenliğin kayıtsız-şartsız sahibidir. Bütün erkekler egemenlik hakkına sahip, en güçlü olan ve
devlet büyüklerinin desteğini alan padişah olmaktadır. Egemenliğin paylaştırıldığı durumlarda
devlet çökme tehlikesi yaşamıştır. Tahta geçen şehzade, devletin bölünmemesi için diğer
kardeşlerini öldürtüyordu. Yıldırım Bayezit döneminde başlayan bu gelenek, Fatih döneminde
saltanat yasası durumuna geldi.
17. yüzyıl başlarında saltanat yasası değişerek ailenin en yaşlı erkeğinin padişah olması usulü
getirilmiştir. Osmanlı sultanı tam ve mutlak yetkilidir. Devletin temeli İslamiyet olduğu için
yaptıkları işin dine uygun olduğunu veya din dışı kaldığı için dilediği gibi davranacağını din
bilginlerine onaylatması yetiyordu. Şeyhülislamın padişaha herhangi bir konuda fetvası ile izin
vermesi, yapılan işin dine uygun olduğunu gösteriyordu. Bunun yanı sıra vezir-i azam veya
sadrazam ise padişahın vekilidir. Padişahın mühürünü taşıyan ve onun adına iş yapan sadrazam da
dahil olmak üzere tüm devlet görevlileri, padişahın kulu sayılırdı ve can güvenlikleri yoktu. Sadece
din bilginleri bunun dışında idiler. Zira onlar din adına adalet dağıtıyor, yani yargıçlık yapıyorlardı.
Padişahın istediği işleri yapabilmesi için onların gönlünü hoş tutması gerekiyordu. “Ulema”
denilen din bilginleri, ayrıcalıklı konuma eriştiler.
Toprak Düzeni: Osmanlı devleti bir tarım ülkesiydi ve büyük servet kaynağı olan toprağın önemi
fazlaydı. Toprak, padişahın yani devletin malı sayılırdı. Toprağı işletmek için “sipahi” denilen
devlet memurunu görevlendirirdi. Toprak üzerinde devletin temsilcisi olan sipahi, toprağı bir kez
para aldığı köylüye işletirdi. Köylü yaşamı boyunca toprağı işler, ölünce yerine oğlu geçerdi.
Köylü, ürünü alınca belli bir bölümünü sipahiye verir, kalanı kendinin olurdu. Sipahi, devlet adına
topladığı vergilerin bir bölümü ile geçinir, kalanı ile de devletin kendisinden istediği (asker
yetiştirmek) görevleri yerine getirirdi. Gerek bu toprak düzeni, gerek o zamana göre ileri bir ticaret
ve güçlü bir zanaat, Osmanlı Devletini güçlü bir konuma getirmişti.
I. Meşrutiyet Dönemi
Yapılan hukuk reformları ile ulusçuluk duygusu bastırılamıyor, bağımsızlık isteyen gayrimüslüm
yurttaşlar durdurulamıyordu. Tanzimat döneminde batı tarzı yetişen aydın grup yeni bir kurtuluş
çaresi önermişti. Genç Osmanlılar adındaki bu gruba göre, padişahın yanında halkın seçtiği bir
meclis bulunup halkın yönetime katılması sağlanır ise, Osmanlılık ruhu doğacak ve insanların
devletin bütünlüğünü bozma düşüncesi yok olacaktı.
Abdülmecit’in ölümünden sonra tahta geçen Abdülaziz(1861-76), bu fikirlere karşı idi.
1870 yılında doğru Türk tarihinde ilk kez siyasal özgürlükler uğrunda bir mücadele başladı. Genç
Osmanlılar adı verilen ve Cumhuriyet düşüncesinden uzak olan bu aydınlar grubu düşünce
düzeyinde mücadeleye başlamışlardı.
Bu arada Balkanlarda huzursuzluk arttı. Bulgarlar ayaklandı. Sırplarla savaş başladı. Devlet mali
yönden iflas ettiğini bildirdi. Olumsuzluklardan Abdülaziz sorumlu tutuldu ve 1876’da ordu ile
aydınların işbirliği sonucu tahttan indirildi. Yerine önce V. Murat, aynı yıl II. Abdülhamit padişah
oldu.
Tahta çıkarken halkın yönetime katılmasını sağlayacak bir anayasa ilan edeceği sözünü veren II.
Abdülhamit, 23 Aralık 1876’da tarihteki ilk yazılı Türk anayasası olan Kanun-i Esasi’yi ilan etti.
Bu anayasa diğer ülkelerde olduğu gibi halkın baskısı sonucu değil, bir grup asker ve aydının isteği
sonucu hazırlanmıştı. Tam özgürlükçü bir rejim getirmiyordu. Egemenlik Osmanlı ailesindeydi.
Siyasi parti kurma, toplantı özgürlüğü yoktu. Anayasayı değiştirmek, kaldırmak hakkı padişaha ait
idi. Tek yenilik, bir kanadını halkın (heyet-i mebusan), diğer kanadını padişahın (heyet-i ayan)
seçtiği bir parlamentonun kurulmasıydı. Ama parlamentonun yasama yetkisi yoktu. Yasama yetkisi
padişaha aitti ve yürütmeyi de padişah denetlemekteydi.
Anayasa ilan edildikten bir süre sonra başlayan 1877-78 Rus savaşındaki yenilgi sonucu
Ayastefanos Önbarış Anlaşması yapıldı ve Osmanlı’nın Balkanlardaki varlığı sona erdi. Kıbrıs
adasının yönetimi de İngilizlere bırakıldı. Yenilgilerin mebuslar meclisinde ağır şekilde
eleştirilmesine kızan padişah, her iki meclisi de tatil etti ve 30 yıl diktatör gibi hareket ederek
doğrudan doğruya kişisel yönetimini kurdu.
Bu süre içerisinde Doğu Rumeli, Mısır, Girit elden çıktı. Düyun-i umumiye (genel borçlar
yönetimi) adlı uluslararası bir örgüt kuruldu. Batı esaslarında pek çok okul açıldı.
Askeri nitelikteki okullardan mezun olan subaylar padişahın istibdat rejimine karşıydılar, bunlar
bir araya gelerek dernekler kurmuşlardır. Bu aydınlara Jön Türkler adı takılmıştır. Bütün gizli
dernekler tek çatı altında toplanarak Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti adını almıştır. Sonradan
bu dernek İttihat ve Terakki (Birleşme ve ilerleme) adını almıştır. Bu dernek mensupları özellikle
Makedonya’da çok rahat çalışmaktaydılar.