Professional Documents
Culture Documents
1
bugünkü uygarlığın gelişmesinde en önemli rollerden birini oynadı. Roma’da tarihin ilk
büyük ve hukukun o döneme göre üstünlüğüne dayanan devleti kuruldu. Romalılar, özellikle
bugünkü hukuk düşüncesinin temellerini atarak akla dayanan ve her yeni sorunu akıl
verilerine göre çözen büyük hukukçular yetiştirdiler.
Kavimler göçü, Roma İmparatorluğu'nun sonu oldu. Ama daha önceleri bu devlet iki ayrı
parçaya ayrıldığından doğuda kalan bölümü "Bizans İmparatorluğu" adı altında yaşamayı
sürdürdü. Fakat bu devlette eski Romalıların özgür ve bağımsız düşünce biçimleri değil koyu
bir despotluk egemendi. İsa'nın öğretisi sadece iyi ahlak ve tanrısal bazı ilkelerden ibaret
olduğu halde, Avrupa'da din işlerini örgütleyen müthiş bir güç belirdi: Kilise. Dinlerinde hiç
yeri olmadığı halde, bir papazlar egemenliği kuruldu. Devlet ve hukuk öğesi tamamen din
adamları tarafından düzenlenir duruma geldi. Antik çağın özgür ve hoşgörülü düşünce
yolları unutuldu. Bu nedenle, Ortaçağ Avrupası her bakımdan geri ve karanlık bir dönemdir.
İbni Rüşt (1126-1198) aklı iyice yüceltmiştir. O'na göre akıl inançtan önce gelir; çünkü
gerçek inanca ancak ve ancak akıl yoluyla ulaşılabilir. Batılıların "Avarroes" dedikleri bu
2
büyük filozofun yapıtları çok uzun süre Batı üniversitelerinde okutulmuş, ona bağlı düşünce
akımları oluşmuştur. "Akılcılık" akımının batıda doğuşu hemen tamamen İslam
düşünürlerinin etkisiyle gerçekleşti. Ardından Haçlı Seferleri, doğudaki maddi kültürün de
ne kadar üstün olduğunu batılılara öğretti.
Giderek İslam dünyasında çok önemli bir donma başladı. Bu donma daha önceleri ilk
belirtilerini içtihat yolunun kapatılması ile göstermişti. 12. yüzyılda genel bir anlayış biçimi
İslam dünyasına yerleşti. Artık akıl kullanılarak içtihat yapılamayacaktı. Mevcut içtihatlarla
yetinilecekti. İşte, İslam alemindeki donmanın ve gerilemenin başlangıcı bu anlayış
biçiminin yerleşmesidir.
Roger Bacon (1210-1294) ilk kez akıl ve gözlem yoluyla gerçeklerin bulunabileceğini ileri
sürdü. Bundan sonra bu akım önüne geçilemez bir durum aldı. İlk önce doğa bilimlerinde,
özellikle astronomi ve fizikte bir patlama oldu. Ardından biyoloji ve tıp alanındaki
gelişmeler birbirini izledi. Artık akıl her şeye egemen olmaya başlamıştı.
3
2.2.3. Aydınlanma Çağı
Bütün bu gelişmeler Batı'da yeni bir dönem başlattı: Aydınlanma çağı, 18. yy.'da Avrupa'da
başlayan dönemi ifade etmektedir. Akılcılık, bu çağa damgasını basmış ve giderek batı
insanının her işinde bir ölçü olmaya başlamıştır. Kant [1724-1804] Aydınlanma Çağı'nın
belirleyici niteliği olarak şu özelliği gösteriyor: "Aydınlanma insanın kendi yüzünden içine
girdiği erginleşememe durumundan kurtulup aklını kullanmaya başlamasıdır". Kant insanın
ancak aklını kullanarak gerçeklere ulaşabileceğini ve aydınlanma kavramı ile bu olgunluğa
erişilmesini kastediyor. İşte bugünkü çağdaş uygarlığa gidiş "Aydınlanma" ile gerçek
yönünü almıştır.
Aydınlanma çağının en belirgin özelliği eşitliğe ve aynı haklara sahip insanların demokrasi
içinde yaşamasını sağlama isteği oluyor. Zira akıl ve bilim bunu gerektirmektedir. Ancak
insana değer verilirse gerçek aydınlanmaya erişilebileceği savunulmuştur.
Aydınlanma Çağı'na geçişte Hıristiyanlığın hiçbir etkisi olmamıştır. Hatta Kilise bu akıma
uzun süre direnmiştir. Dinin sadece vicdanlara seslenen ve kısmen kendi inançlarına
bırakılmasını savunan "Aydınlanma Çağı" düşünürleri, böylece dinsizlik değil ama laiklik
ilkesini de getirmişlerdir. Aydınlanma düşüncesinin temelini antik filozoflarla birlikte onları
Batı'ya tanıtan Müslüman bilginleri atmışlardır.
4
Liberalizm
2.3.2. Milliyetçilik
Aynı kültür öğeleri içinde yetişen insanların oluşturduğu birliğe ulus denilir. Aydınlanma
ile ulus olma bilinci de doğdu. Fransız İhtilali bu bilinci iyice geliştirdi. Ulusçuluk akımı
doğdu. Bu akım kültür birliği içinde yaşayan toplulukların kendi siyasal kaderlerini
kendilerin saptaması ilkesini getirdi. Bu nedenle 19. yüzyılda başka devletlerin içinde
yaşayan ulusal toplulukların sık sık ayaklanarak bağımsızlık istediklerini görüyoruz.
5
Ulusçuluk akımı, aydınlanmanın getirdiği bireycilik ilkesi nedeniyle güçlenmiş ve
günümüzün modern devlet modelini oluşturan "ulus devlet" kavramı ortaya çıkmıştır.
Ulusçuluk ilkesinin bencil bir davranışla "sadece kendi ulusunun en fazla hakka sahip
olduğu" biçiminde yorumlanıp uygulanması ise Aydınlanma düşüncesine terstir. Bütün
insanlar eşit olduğuna göre, ulusların da eşit sayılması gerektir. Ama aşırı ulusçuluk, 20.
Yüzyılda Aydınlanmanın ilkeleriyle hiç bağdaşmayan "ırkçılık" gibi ters ve felaket getiren
bir akımı da doğurmuştur.
2.3.3. Sosyalizm
Ülküsel bir hedef olarak İlkçağdan beri bazı düşünürlerin zihninde yaşamıştır. Bu ülküsel
hedef, üretilen malların adaletli bir biçimde dağıtılmasını sağlamaktır. Bu hedefe erişmek
için de insanı bencilliğe ve kişisel çıkar sağlamaya yönelttiği ileri sürülen özel mülkiyetin
kaldırılarak üretimin bütün topluma mal edilmesi gereği ileri sürülür.
Aydınlanma Çağı başında Thomas More (1478-1575) ve Campanella (1568-1639) adındaki
iki yazar "hayal devletlerini" sosyalist bir düzen içinde kurmuşlardır. Çok ün kazanan bu iki
ütopik yazarın düşünceleri de 19. yüzyıldaki "bilimsel sosyalizm"in doğuşunda etkili
olmuştur.
Sosyalizm esas olarak 19. yüzyılda, Fransız İhtilali sonucunda gelişen bireyciliğe bir tepki
olarak doğdu. Sanayi Devimi bu tepkinin doğuşunda en önemli etkendi. Sanayi devrimi ile
o zamana kadar hiç görülmemiş derecede yoğun ve kalabalık bir işçi sınıfı ortaya çıktı.
Tarihteki ilk gerçek sosyalist ihtilal Fransa’da çıkmıştır. Ama büyük bir başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. 1917'de Çarlık Rusyası Birinci Dünya Savaşına girdiği zaman çok bitkin bir
durumdaydı. Rusya'da büyük bir işçi sınıfı da yoktu. Buna karşılık yoksul köylüler ve
kentliler çoğunluktaydı. Bu durumdan ilk önce sosyal demokratlar yararlanıp Çarlık
Rejimine son verdiler. Ama savaşa devam ettiler. Yoksulluk artınca Rus Sosyalist Partisi
lideri Lenin bir ihtilal daha çıkarıp bu kez sosyal demokratları tasfiye etti ve milyonlarca
kurbana mal olan tarihin en kanlı iç savaşı sonunda Marx'ın istediği "Proletarya
diktatörlüğünü" kurdu. Bu sistem bir süre yürüdü. Rusya sanayileşti. Sosyalizm belli bir
ilerleme sağladı. Ancak bütün bu gelişmeler, kişinin özgürlükleri kısılarak yapılıyordu.
Üretim de hiçbir zaman bütünüyle topluma mal edilemiyor, kalkacağı umulan devlet daha
da baskıcı ve antidemokratik oluyordu.
6
Sosyalizm, liberal devleti sosyal içerikli bir yapıya kavuşturmakta büyük ölçüde etkili
olmuştur. Sosyalizmin en önemli olumlu yanı buradadır.
2.3.4. Emperyalizm
Emperyalizm ise Aydınlanma Çağı'nın ilkeleri ile tam bir çelişki yaratmaktadır. Batılı insan
Aydınlanmanın getirdiği nimetlerden yararlanırken son derece bencil davranmış ve
dünyanın gelişmemiş ekonomilerine sahip ülkeleri ya doğrudan doğruya ele geçirerek onları
sömürgeleştirmiş veya bu ülkeler içinde gözüne kestirdiğini yarı sömürge durumuna
getirmiştir.
Bu ülkelerden sağlanan ucuz hammaddeler sanayileşmeyi hızlandırmıştır.
19. yüzyılın ortalarında belli başlı emperyalist devletler başta İngiltere olmak üzere Fransa,
Hollanda, Belçika, İspanya ve Portekiz’dir. Bunlar dünyayı tam anlamıyla paylaşmış ve
elleri altındaki ülkelerde yaşayan insanları Aydınlanma döneminin ilkelerini bir yana
bırakarak ezmişlerdir.
Kurulan emperyalist denge ilk önce İtalya, daha sonra Almanya'nın bu kervana katılmasıyla
bozuldu ve bildiğiniz gibi Birinci Dünya Savaşı bu gerilimden çıktı. Birinci Dünya
Savaşı'nın acımasız sonuçları faşizm ve komünizm gibi Aydınlanma felsefesine tamamen zıt
rejimleri doğurdu.
7
Akılcılığın tam anlamıyla hız kazandığı 16. ve 17. yüzyıllarda sadece iki Osmanlı Türkünün
bilim alanında adları geçer: Piri Reis (1470-1554) ile Katip Çelebi (1609-1657). Piri Reis
bir denizci idi ve zamanın en doğru dünya haritasını çizmekle büyük bir ün yapmıştı. Katip
Çelebi ise, skolastik bilimin en mantıklı yanlarıyla uğraşmış, bu arada aklı ve doğru bilim
yöntemlerini övmüştür.
II. Mahmut'un çabaları yaşama geçirilen ve batı bilimini sadece uygulama alanında da olsa
öğreten ilk kurum 1827 yılında kurulan Tıbbıye'dir. Bunu 1834 yılında modern anlayışlı
subaylar yetiştiren Harp Okulu izledi. Böylece tıp ve askerlik batıya açılan iki penceremiz
oldu. 19. yüzyılda yetişen önemli bilim adamları ya tıp veya askerlik alanında kendilerini
göstermişlerdi. Tanzimat Fermanı ile birlikte hukuk devletinin en önemli birkaç ilkesi kabul
edildi. Bu reformda "insan" değil, "devlet" esas alınmıştı.
Bu gelişmeleri Aydınlanma Çağı'nın bir belirtisi olarak kabul edemeyiz. Batı
Aydınlanmasının temeli olan akılcılık Osmanlı toplumuna yerleşemedi. Bu nedenle devlet,
devlet gücü, hukukun kökeni gibi akla ve bilime dayanılarak açıklanması gerekli ve toplum
kalkınması için son derece yaşamsal önemi olan konularda hiçbir önemli atılım yapılamadı.
Ancak, Fransız ihtilalinin sonuçları olan eşitlik ve ulusçuluk akımları, Osmanlı'da da etkisini
göstermiş, "Türkçülük" adı altında gelişerek ulus devletin zorunluluğu üzerinde durulmaya
başlanmıştır. Türk toplumunun ulus-devlete doğru gidip Avrupa'daki Aydınlanma Çağı'nın
nimetlerinden yararlanılması gereği, ancak imparatorluğun son dönem aydın kuşağı
tarafından oldukça bilinçli bir biçimde anlaşılmaya başlanmıştır. Ancak o kuşağı
oluşturanların sayısı azdır ve karşıtları çok fazladır. Aydınlanma Çağı'nın Türk toplumuna
getirilmesinden başka bir kurtuluş yolu bulunmadığını, bunun da Fransız ihtilali ile gelen
demokrasi ilkelerinin benimsenmesiyle gerçekleşebileceği, kesin olarak ancak Atatürk
tarafından kavranılmıştır. Akılcılık yoluyla Türk Aydınlanmasını toplumumuza getiren, bu
Önderdir.
Türk Devrimindeki kültür değişikliğinin temelinde Batı'da başlayıp gelişen Aydınlanma
Çağı'nın ilkeleri ve hedefleri yatmaktadır. Bu ilkelerin; insanların eşitliği, devredilmez doğal
haklara sahip olması, devlet yönetiminin doğrudan doğruya ulus tarafından üstlenmesi,
insana saygı, sosyal açıdan yurttaşın hizmetinde bir kamu örgütü olduğunu biliyoruz.
Aydınlanmanın bir başka ikincil sonucu olan ulus devlet ilkesi de Türk İnkılabının temelleri
arasındadır.