II. Meşrutiyet Dönemi s.1 II. Meşrutiyet Dönemi Düşünce Akımları Trablusgarp Savaşı Balkan Savaşları II. Meşrutiyet Dönemi Düşünce Akımları s.2 Meşrutiyet Dönemi düşünce akımlarının şüphesiz bir tarihsel arka planı mevcuttur. Bu bakımdan, söz konusu düşünce akımlarının asıl olarak Meşrutiyet dönemi öncesinden başlayan oluşum süreçleri de bu fikir akımlarını anlamak bakımından önemlidir. Osmanlıcılık: İttihat-ı Anasır olarak da anılan Osmanlıcılık düşüncesine göre, Fransız Devrimi’nde ortaya çıkan yurttaşlık fikri çerçevesinde tüm Osmanlı unsurları yasalar karşısında eşit olacak, hiçbir kimse dilinden, dininden ya da ırkından ötürü ayrıcalık tanınmadan devletin güvencesi altında yaşayacaktır. Bu düşünceyi etkin kılmanın tek yolu da meşruti sisteme geçilmesidir. Osmanlıcılık… s.3 Asıl olarak Osmanlılık/Osmanlıcılık Osmanlı hanedanının Osman Bey’den itibaren var olagelen bir anlayışı olarak tezahür etmişti. Fakat Fransız İnkılabı ve milliyetçilik fikrinin yayılmasıyla Osmanlı tebası içinde gayrimüslimlerin farklı bir konuma gelmeleri söz konusu olmuştu. Bu durumda, güçlenen batının Osmanlı azınlıkları üzerinde oluşan etkisi Osmanlı Devleti’ni, tebasına ilişkin yeniden Osmanlı kimliği esasına dayanan farklı yaklaşımlar üretmeye itti. Osmanlıcılık… s.4 Bu anlamda özellikle Tanzimat’tan önce de bu anlayış çerçevesinde bazı yaklaşımlar oluşmuştu. Özellikle II. Mahmut’un “Ben tebamın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Musevisini havrada fark ederim. Aralarında başka bir fark yoktur. Cümlesi hakkında muhabbetim ve adaletim kavidir. Hepsi hakiki evladımdır” sözleri bir eşit vatandaşlık düşüncesi ifade etmişti. Tanzimat Fermanı da bunu teyit eden bir belge oldu ve tüm teba şahsi hakları bakımından eşit vatandaşlar olarak kabul edildi. Bu süreçte batıya giden öğrenci aydınlar Osmanlıcılık fikrini benimsediler ve 1865’de Yeni Osmanlılar adında bir Cemiyet kuruldu. Osmanlıcılık… s.5 Cemiyet, Osmanlı tebasına eşit haklar sağlanması, bu hakların kanuni teminat altına alınması, meşrutiyet idaresinin kurulması, ve vatanseverlik hissi ile fertlerin birbirine bağlanması esaslarını programına aldı. Bu, devletin sınırları içindeki vatandaşların dil, din, ırk bakımından hiçbir fark gözetmeksizin hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olduğunu kabul ediş olarak dile getirildi. Osmanlıcılık görüşünü savunanlar için , milli birlik, milli şuur, milli mefkure ancak Osmanlı birliği ile ve bu birliğin gereklerini yerine getirmekle gerçekleşebilecek ve devlet de ancak bu sayede yıkılmaktan kurtulabilecekti. Osmanlıcılık… s.6 Meşruti, yani anayasal sistemin gereği olarak etkin şekilde çalışacak parlamentoda adil bir temsil hakkı tanınması gerçekleşirse, Balkan ulusları da Osmanlı Devleti içinde kendi temsilcileri aracılığıyla sorunlarına demokratik ortamda çözüm üretebileceklerdi. Tüm unsurların temsil edildiği parlamento yaşama geçirilirse aynı zamanda büyük devletlerin Balkan ulusları için Osmanlı’ya yaptıkları müdahalelerinin de önü kapanmış olacaktı. Herkes bu sistemde Osmanlı üst kimliğini benimseyecek ve bu devletin çıkarına hizmet etmeye başlayacaktır. Osmanlıcılık… s.7 Böylece Meşrutiyet fikri etrafında bu görüş taraftar buldu ve II. Abdülhamid devrinde Kanuni Esasi ilan edildi. Parlamentoda tüm Osmanlı unsurlarına temsil hakkı verildi. Böylece Meşrutiyet idaresi kurulmuş oldu. Fakat mevcut isyanlar sonlandırılamadı, Osmanlıcılık düşüncesi zamanla etkisini yitirdi ve amaçlanan sonuca ulaşılamadı. İslamcılık: s.8 II. Abdülhamid döneminde ağırlıklı olarak ortaya çıkan bir akımdır. Bu fikir ile ülkede İslamiyet’e ve dünyanın her tarafındaki Müslümanlara önem veren ve bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan yaklaşım benimsenmiştir. Aynı zamanda devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir yaklaşım oluşmuştur. İslamcılık… s.9 XIX. Yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda Müslüman ve Müslüman olmayanlar arasında var olan huzur ortamının ve değişik inança sahip toplumun bir siyası merkeze bağlı olan uyumlu yaşamının Yakınçağla birlikte ortadan kalkmaya başladığı görülmüştür. Bunda özellikle Rusya, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin baskısı ile oluşan sorunlar önceliklidir. Tanzimat ile oluşan eşitlik koşulları ve batılıların gayrimüslimler üzerinde kurmaya çalıştığı hamilik rolü Müslüman kesim tarafından rahatsız edici bulunarak tepki görmüştür. Batılıların sürekli istismarı sorunları arttırmış, bu durumda Tanzimat ve Meşrutiyet yanlılarının Osmanlıcılık yaklaşımı II. Abdülhamid’de iç idare ve dış siyasette İslamcılık sistemini öncelleme politikasına dönüşmüştür. İslamcılık… s.10 Genel olarak bu akımın ortaya çıkmasında ; -Osmanlı Devleti’nde Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinin kötüleşmesi, -Balkanlarda 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında binlerce Müslümanın işkence ile öldürülmesi, -Pek çoğunun mal ve mülklerini terk ederek Anadolu’ya geçmek zorunda kalması, -Avrupa’nın Osmanlı Hıristiyanları lehine müdahaleleri, -İslam memleketlerinin istila edilmesi, (Kafkasya ve Doğu Anadolu’ya Ruslar, Bosna-Hersek’e Avusturya, Tunus’a Fransa, Mısır’a İngiltere), -Afrika ve Asya’daki Müslüman memleketlerde sömürge faaliyetleri -İslam bilginlerinin Afganlı Cemaleddin öncülüğünde İslam birliği düşüncesi etkili olmuştur. İslamcılık… s.11 II. Abdülhamid’in devletin temel prensibini İslamcılığa dayandırmasının dış siyasette ulaşmak istediği yakın ve uzak iki amacı vardır. -Yakın amaç Osmanlı devletinin varlığını korumak, -Uzak amaç ise Hilafet etrafında İslam birliğini kurmak olmuştur. İslamcılık… s.12 Ağırlıklı olarak II.Abdülhamid Dönemi’nde batıya/batıcılığa ve batı ittifakına tepki olarak ortaya çıkmış olan İslamcılık, uygulanan hali ile İttihad-ı İslâm (İslam birliği) ve hilafet düşüncesi çerçevesinde gelişmiştir. Ayrıca, bu dönemde İslamcılık,dünyayı kaplayan Batı emperyalizminin ülkeleri sömürgeleştirmesine karşı, İslamiyet içinde çare arayan bir düşünce akımı olarak da algılanmıştır. Bu anlamıyla antiemperyalist bir tutumu olduğu söylenebilir. Osmanlı siyaseti açısından ise Osmanlıcılığın başarısızlığı karşısında, devletin birliğini sağlayacak bir ideoloji olarak görülmüştür. İslamcılık… s.13 İslamcılıktan etkilenenlerin bir bölümü çözümü İslam’ın hurafelerden arınarak, ilk şekline geri dönülmesinde bulmaktaydılar. Bu gerçekleşirse Osmanlı Devleti geçmişteki güçlü dönemine geri dönebilecektir. Buna karşılık diğer kesim ise dinin kurallarını değiştirmemekle birlikte Batı’nın teknik ve biliminden yararlanıp yeni içtihatlar yapılarak, İslamiyet’in çağdaş şartlara göre düzenlenebileceği fikrini öne çıkarmıştır. İslamcılık düşüncesi ve siyaseti milliyetçi ayrılıkçılıklar karşısında devleti kurtarmak konusunda yeterli olmamıştır. Türkçülük: s.14 Bir kültür ve fikir hareketi olarak ortaya çıkan Türkçülüğün, ideolojik olarak Türk ulusçuluğuna dönüşmesi II. Meşrutiyet döneminde İttihatçıların faaliyetleri ile olmuştur. İttihatçılar çokulusluluğu bırakıp Türkçülüğü savunmanın aynı zamanda İmparatorluğu tasfiye etmek anlamına gelmesinden dolayı çok ihtiyatlı davranmışlardır. Osmanlıcılığın ve İslamcılığın yeterli bir sonuç sağlamamış olması ile Türkçülük ön plana çıkmıştır. Balkan Savaşları sonrası Türkçülük çok daha etkin biçimde taraftar bulmaya başlamıştır. II. Meşrutiyet döneminde Genç Kalemler ve Türk Yurdu gibi yayın organları ve Türk Ocakları gibi bir dernekle Türkçülük akımı, bu dönemin giderek etkinliğini arttıran temel düşüncesi haline gelmiştir. Türkçülük… s.15 Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi bir idare ve siyaset sistemi haline getirilmesi başlangıçta düşünülmemiştir. Bu hareket içinde siyasete girmemiş olan tarafsızlar bulunduğu gibi Osmanlıcılık ve İslamcılık taraftarı olanlar da vardı. Bu fikir hareketini oluşturan, zemin hazırlayan ana faktörleri şu şekilde belirtebiliriz: -Hıristiyan teba arasında milliyetçi fikirlerin yayılması ve isyanların çıkması, –Türk olmayan Müslüman toplulukların özellikle İngiliz propagandalarıyla ayrılma teşebbüslerinin ortaya çıkması, -Büyük Hıristiyan eyaletlerin elden çıkması ve buradaki Müslüman Türk nüfusun Anadolu’ya göçü , Anadolu’da Türk nüfusun artması ve bunların uğradığı felaketlerin yarattığı tepki, -Avrupa’nın Türkler üzerindeki baskısı ve aleyhteki propagandaları. Türkçülük… s.16 Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı zamanla siyasal bir cereyan haline gelmiştir. Bu fikrin taraftarları Osmanlı Devleti’nin sorununun çözümünde Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi düşünce akımlarının yeterli olmayacağını belirterek “ırk esasına dayalı Türk Milliyetçiliği” fikrinin geliştirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Onlara göre devlet ancak dili, dini, soyu ve ülküsü bir olan topluma dayanarak ayakta durabilir. Türkçülük… s.17 Ziya Gökalp’in fikir çalışmaları ve İttihat ve Terakki’nin Osmanlıcı görüntü altında Türkçü politika yürütmesi, ve iktidarda bulunması bu akımı güçlendirmiştir. Ayrıca, zamanla Rusya’dan gelen ve Osmanlı Devleti’ne sığınan Türkçülerin Asya’daki Türklerin Osmanlı Padişahının yönetimi altında birleşmesine dair düşüncelerinin yayılması da ayrı bir yaklaşım olarak gelişmiştir. Bu da Turancılık (pantürkizm) olarak tezahür etmiştir. Türkçülük… s.18 Bu düşünce, Almanların da propagandaları sonucu İttihat ve Terakki yöneticilerinin Osmanlı Devleti’ni Birinci Dünya Savaşı’na sokmaya kadar götürmüştür. Fakat savaşın gidişatı buna imkan vermemiştir. Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal tarafından daha gerçekçi olarak düşünülen Anadolu Türkçülüğü fikri ön plana çıkmış ve Kurtuluş Savaşı bu temele dayandırılmıştır. Batıcılık: s.19 Batıcılık, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor şartların olumlu olarak değişmesi için, her yönüyle Batı’ya benzemek gerektiğini öne süren bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Batıcılar kendi içlerinde ılımlı ve köktenci olarak ikiye ayrılmışlardır. Ilımlı batıcılara göre, Batı’dan bir bütün olarak her şeyini almak anlamsızdır. Sadece bilimin ve tekniğin alınması yeterlidir. Batıcı aydınların ilk grubunda yer alan Celal Nuri’ye göre batıdan her şeyi almaya gerek yoktur. Sadece batının teknolojisini almak gereklidir. Kültürü ise alınmamalıdır. Batıcılık… s.20 Aşırı batıcılar için ise batı uygarlığından başka ikinci bir dünya yoktur. Bu yüzden kalkınmayı ve devletin devamlılığını sağlamak için, bir bütün olarak Batı’ya yönelmek, onun maddi ve manevi bütün değerlerini hiç tereddütsüz almak gerekmektedir. Abdullah Cevdet’in öncülüğünü yaptığı bu grup ikinci bir medeniyetin olmadığını, batı medeniyetinin her şeyiyle kabul edilmesi gerektiğini dile getirmiş fakat bu görüş de fazla taraftar bulamamış, etkili olamamıştır. Trablusgarp Savaşı s.21 İtalya’nın birliğini sağladığı yıllarda, 1881'de İngiltere'nin Mısır'ı işgali, ardından da Fransa'nın 1882'de Cezayir ve Tunus'u ele geçirmesinden sonra, İtalyanlar, Kuzey Afrika'da kalan son Osmanlı toprağı olan (günümüzdeki Libya toprakları) Trablusgarp’a yönelmişlerdir. Hammadde ve pazar ihtiyacından çok, stratejik öneme sahip olan Trablusgarp’ı ele geçirmek için, de büyük devletlerin onayını almıştır. İtalya, Osmanlı Devleti’ne buraların kendine terkini içeren bir nota vermiş ve nota sonrası ret cevabı alınca doğrudan işgale başlamıştır. Fakat kurmay binbaşı Enver Bey ve Fethi Bey ile kurmay kolağası Mustafa Kemal Bey gibi genç ve idealist subayların organize ettiği yerli halkın da katıldığı direniş karşısında sadece küçük bir kıyı şeridinde tutunabilmiştir. Trablusgarp Savaşı… s.22 İtalyanlar bu durumda savaşı başka Osmanlı topraklarına yaymakl istemiştir. Kızıldeniz’de Osmanlı limanlarını topa tutmuş, ardından Beyrut’u bombalayarak her iki bölgede bazı Osmanlı savaş gemilerini batırmıştır. Ardından Ege’ye çıkarak Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışmış, Yunanlıların işgalinde olmayan başta Rodos olmak üzere 12 aday işgal etmiştir. Fakat bütün bunlar Osmanlı Devleti’nin tutumunu değiştirmemiştir. Savaş giderek geniş bir coğrafyaya yayılmış ve çetin bir hal almaya başlamıştır. Bu ortamdan yararlanmak isteyen Balkan Devletleri, Osmanlı’ya karşı harekete geçmiş ve Balkan Savaşı başlamıştır. Osmanlı Devleti, bir yandan İtalya ile mücadele ederken, diğer yandan da Balkanlar’da başlayan savaş nedeniyle çok zor durumda kalmıştır. Bir an önce İtalya ile anlaşarak tüm dikkatini Balkanlar’a çevirmek istemiş ve 18 Ekim 1912’de Uşi Andlaşması’nı imzalamıştır. Trablusgarp Savaşı… s.23 Bu antlaşma ile Trablusgarp ve Bingazi İtalyanlara verilmiştir. Böylece Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki varlığı tümüyle sona ermiştir. Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalyanlara verilmesi yanında, buradaki asker ve memurların nakli sonrası İtalya da işgal ettiği adalardan çekilecekti. Rodos ve On İki Ada geçici olarak İtalya’ya bırakılmıştır. Adalar, yapılan gizli bir andlaşma ile, savaş sonuna kadar İtalya kontrolünde kalacaktı. Fakat öyle anlaşılmış olsa da bu adalar geri alınamamıştır. Lozan anlaşması ile Rodos ve 12 ada İtalyanlara bırakılmış, 1947 de İtalya Barış Anlaşması ile Yunanistan’a devredilmiştir. Balkan Savaşları… s.24 Uzun yıllar Osmanlı egemenliği altında bulunan Balkanlar’da, Fransız Devrimi sonrasında yayılan ulusçuluk akımının etkisi ve büyük devletlerin kışkırtmalarıyla 19. yüzyılda Yunanistan, Sırbistan, Romanya ve Karadağ gibi devletler kurulmuştu. 20. yüzyıl başlarında ise Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmişti. Bulgaristan’ın 1908’de bağımsızlığını ilanından sonra Balkanlar’da dengeler değişmiştir. Bulgaristan’ın aktif bir siyaset izleyerek sınırlarını genişletmek istemesi, Yunanistan ve Sırbistan ile olan ilişkilerini bozmuşsa da, Rusya’nın arabuluculuğu sonucunda gerginlik sona ermiştir. Balkan Savaşları… s.25 Bundan sonraki süreçte, Romanya dışındaki Balkan ülkeleri, Rusya’nın girişimleriyle Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak oluşturmuşlardır. Rusya’nın desteğini alan bu devletler, Osmanlı’dan çeşitli isteklerde bulunarak olayların savaşa doğru tırmanmasına yol açmışlardır. Aynı günlerde Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp sorunu ile uğraşması, bu devletleri cesaretlendirmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkan devletlerinden gelen istekleri reddetmesi üzerine savaş kaçınılmaz hale gelmiş, Karadağ’ın Osmanlı’ya savaş ilanı ile çatışma başlamıştır. Balkan Savaşları… s.26 13 Mart 1912’de Sırp-Bulgar ittifakı, 29 Mayıs 1912’de Bulgar -Yunan İttifakı ve Ağustos 1912’de Karadağ -Bulgaristan sözlü ittifakı yanısıra 6 Ekim 1912’de Karadağ-Sırbistan ittifakı kurulmuş ve Sofya merkezli, Rusya destekli zincir tamamlanmıştır. 8 Ekim’de Karadağ Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı yapmış, izleyen iki hafta içinde Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanları gerçekleşmiştir. Bu savaşta büyük devletler Osmanlı Devleti’nin savaşı kazanacağını düşünerek sonuç ne olursa olsun hiçbir toprak değişikliğine razı olmayacaklarını ilan etmiştir. Balkan Savaşları… s.27 Osmanlı Devleti, 17 Ekim 1912’de Bulgaristan ve Sırbistan’a savaş ilan etmiştir. Ancak, siyasi çekişmelerle uğraşan Osmanlı ordusu, emir komuta zincirinde yaşanan sorunlar yüzünden, iki hafta içinde hemen her cephede ağır yenilgiler alıp, Çatalca-Gelibolu hattına geri çekilmek zorunda kalmıştır. Kale kentlerden Edirne ise bir süre (yaklaşık bir yıl) direnmesine rağmen Sırpların yardımıyla Bulgarların eline geçmiştir. Batılı büyük devletleri bile şaşırtan bu bozgun sonucunda, Ege adaları, Makedonya, Doğu ve Batı Trakya elden çıkmış, Arnavutluk ise bağımsızlığını ilan etmiştir. Osmanlı hemen hemen tüm Doğu Rumeli’yi, Bulgaristan’ı, Bosna-Hersek’i, Yenipazarı, Arnavutluk’u, Epiri, Edirne’yi kaybetmiştir. Balkan Savaşları… s.28 Hiç hesapta olmayan bu toprak kayıpları sonrasında, 3 Aralık 1912’de ateşkes anlaşması yapılmış, ardından kesintili bir şekilde Londra Konferansı çerçevesinde süren Londra müzakereleri ile 30 Mayıs 1913’de ön barış anlaşması sağlanmıştır. Londra Barış Andlaşması ile özetle; Trakya’nın tümü ve Makedonya’nın büyük bir bölümü Bulgaristan’a bırakılmış, Ege Adaları’nın kaderinin tayini büyük devletlerin kararına havale edilmiş, Sırbistan’a bir miktar toprak verilmiş, Arnavutluk’un bağımsızlığı kabul edilmiş, Girit hukuken Yunanistan’a terk edilmiş, Midye-Enez hattının batısında kalan topraklar Balkan devletlerine bırakılmış, Edirne Bulgaristan’a verilmiş, Bulgaristan, Kavala ile Dedeağaç arasındaki bölgeyi alarak Ege denizine ulaşmıştır. Balkan Savaşları… s.29 Bu savaşın sonunda , Adriyatik’ten Karadeniz’e önemli toprak kayıpları oldu. Yanya, Manastır, İşkodra, Debre, Üsküp, Selanik, Serez gibi önemli merkezler kaybedildi. Bu şehirler 400-450 yıldır Türk kültürünün ana merkezleriydi. Anadolu’daki şehirlerden farkları yoktu. Savaşın bir sonucu da ekonomik ve sosyal yıkımdı. Milyonlarca göçmen Doğu Trakya ve Anadolu’ya geldi. Ekonomik olarak sıfırlanmış bu insanlar zaten zor durumda olan Osmanlı Devleti’ni daha da zayıflattı. Balkanlar’da ve Anadolu’da nüfus yapısı hızla değişti. Savaşın kaybedilmesi Türk milletinin hafızasında derin izler bıraktı. Türk ordusunun henüz devlet bile olamamış bu güçler karşısında başarılı olamaması milli vicdanda kabul edilemez moral çöküntüsü oluşturdu. Türk milleti bu kaybını ancak Çanakkale, Kut-ül Amare ve Büyük Taarruzla telafi edebildi. Balkan Savaşları… s.30 Savaş sonrasında Balkanlar’da Osmanlı Devleti tasfiye edilmiş olmakla birlikte, dengeler de tümüyle değişmiştir. Bulgaristan’ın Karadeniz’den sonra Ege Denizi’ne de inerek, Büyük Bulgaristan’ı kurma yolunda önemli bir adım atması, başta Yunanistan olmak üzere, diğer Balkan ülkelerini rahatsız etmiştir. Bu gelişmeler Yunanistan ile Sırbistan’ın birbirlerine yaklaşmalarına ve Bulgaristan’a karşı ittifak oluşturmalarına yol açmıştır. Bulgaristan, bu iki devletin kendisine yönelik bu tutumuna karşı 29–30 Haziran 1913’te ani bir saldırıya geçerek, Balkanlar’da yeniden sıcak savaşı başlatmıştır. Ancak Bulgarlar, Yunan ve Sırp ordusuna yenilerek Makedonya’dan çıkarılmıştır. Aynı zamanda Bulgar topraklarından pay almak isteyen Romenler de savaşa girmiş ve Bulgar Dobruca’’sını ele geçirmişlerdir. Balkan Savaşları… s.31 Balkan savaşının birinci evresi sonucu Balkan devletlerinin aldıkları topraklar konusunda anlaşamaması, özellikle Bulgaristan’ın avantajlı olmasından dolayı Sırplar ve Yunanistan Batı’dan, Romanya da Kuzey’den Bulgaristan’a saldırmış olmasıyla, bunu fırsata çeviren Osmanlı Devleti Enver Bey komutasındaki orduyla başta Edirne olmak üzere bütün Doğu Trakya’yı geri almıştır. Balkan Savaşları… s.32 İkinci Balkan savaşı sonucunda Bükreş Andlaşması imzalanmış (10 Ağustos 1913), Balkan devletleri Osmanlıdan aldıkları toprakları kendi aralarında paylaşmıştır. Osmanlı Devleti ise ; Bulgarlarla 29 Eylül 1913’de İstanbul Barış Andlaşması’nı (sınır Meriç Nehri fakat Edirne ile Meriç Nehri’nin batısında kalan Dimetoka Türk sınırlarında kalacak), Yunanlar ile 14 Kasım 1913’de Atina Andlaşması (Girit Yunanistana, bu ülkede kalan Türklerin kültür ve mülkiyet hakları korunacak, İşgal edilen Ege adaları ise 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Andlaşmasının ilgili hükmüne –bu adaların kaderi büyük devletler tarafından belirlenecek- göre şekillenecektir.) Balkan Savaşları… s.33 Daha detaylı olarak bakarsak, Osmanlı Devleti Edirne’yi geri almakla kaybettiği saygınlığını biraz olsun yeniden kazanmıştır. 29 Eylül 1913 tarihinde Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında imzalanan İstanbul Antlaşması ile Kırklareli, Dimetoka ve Edirne yeniden Osmanlı topraklarına katılmış, Bulgar topraklarında kalan Türklerin mülkiyet haklarına saygı gösterileceği de karara bağlanmıştır. Bu yeni durumu meşrulaştırmak için, benzer bir şekilde 14 Kasım 1913’te Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında da Atina Antlaşması imzalamıştır. Balkan Savaşları… s.34 Bu anlaşma ile Girit kesin olarak Yunanistan’a bırakılmış, Ege Adaları’nın kimde kalacağı konusunun ise büyük devletlerce karara bağlanması hususunda fikir birliğine varılmıştır. Bu karar uyarınca 1914 Şubat’ında Londra’da bir araya gelen büyük devletler, Ege adalarından İmroz, Bozcaada ve Meis dışında kalanların Yunanistan’a verilmesini onaylamışlardır. Ayrıca, İtalya işgalinde olanların da bu devlete bırakılmasını prensip olarak kabul etmişlerdir. Sırbistan’la antlaşma ise 13 Mart 1914’te İstanbul’da imzalanmıştır. Osmanlı Devleti ile ortak sınırı artık kalmayan Sırbistan ile yapılan antlaşmada, Sırp topraklarında kalan Türklerin hakları konusunda düzenlemeler yapılmıştır. 5. HAFTA Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devleti Açısından Birinci Dünya Savaşı Birinci Dünya Savaşı’nın Sonuçları