You are on page 1of 6

Batıcılık *

Osmanlı İmparatorluğunda başlayıp Cumhuriyet Türki-


yesi’nde yeni boyutlar kazanan, Batı Avrupa’nın toplumsal
ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gö­
ren yaklaşım. Bu görüş bazen ılımlı bir biçimde ortaya çık­
mış, bazen çok köktenci -geleneksel kültür öğelerimizi eleşti­
ren ve karşısına çıkan- boyutlar kazanmıştır. Ancak, sözcü­
ğün kendisi daha çok Batı’yı her hususta örnek almak iste­
yenlerin yaklaşımını adlandırmak için kullanılmıştır.

Batıcılığın tik Devresi

Osmanlı İmparatorluğu, Batı uygarlığı adını verebilece-

(*) C um huriyet D önem i TûrkiyeAnsiklopedisi, Cilt 1, (İstanbul, iletişim Yayınla­


rı, 1983), s. 245-250.

11
ğimiz kültür bütünüyle hiçbir zaman ilişkisini kesmemiştir. ri). Bu yaşayış tarzını bir üst kesitin imtiyazı ve aynı zaman­
Ne var ki, İmparatorluğun yükselme devrinde, Osmanlılar, da mahalli kültürün kösteklenmesi olarak algılayan
kendi uygarlıklarını Batı’nınkinden üstün saymışlar, Batı’- İstanbul’un alt ve orta sınıflan, devletin bu sırada ortaya çı­
nın bir "model" olarak izlenmesi bir sorun olarak ortaya çık­ kan zaafı karşısında yeniçerilerle ve sadrazamın düşmanla­
mamıştır. İmparatorluğun gerilemeye başlamasıyla, niçin rıyla birleşerek ayaklanmışlardır (Patrona isyanı). Batı’yla
gerilediği sorusu, önce devlet yönetiminin bozulduğu ileri sü­ kurulan ilişkileri halkın yararlannm unutulması olarak de­
rülerek, daha sonra belki de yüzeyleşen bir tutumla Batı’nın ğerlendiren, Osmanlı toplumunun içinden kaynaklanan bu
askerî üstünlüğü gösterilerek cevaplandırılmıştır. Bugün, itiş cumhuriyet devrine kadar sürecek olan Batılılaşma ile
yapılan araştırmalardan bu tür aramaların Osmanlı sivil bü­ birlikte gelen bir etki-tepki mekanizmasının ilk örneğini teş­
rokrasisinde ("kalemi'ye) şekillenmiş olduğunu anlamaya kil eder. [Diğer örnekleri: Kabakçı İsyanı (1807), kısmen bir
başlıyoruz. Böylece, daha XVIII. yüzyıl başlarında, Batı’nın Nakşibendi şeyhinin teşvikiyle şekillenen Kuleli Vak’ası
askeri kuramlarının ve silah gücünün imparatorluğa nasıl (1859) ve 31 Mart (13 Nisan) 1909 Hareketi.]
getirilebileceği önemli bir devlet sorunu olmuştur. Bu düşün­ Batı’nm askerî kuruluşlarından örnek alma çabaları I.
celer, III. Ahmet zamanında (1703-1730), bilhassa 1720’ler- Mahmut (1730-1754), I. Abdülhamit (1774-1789) ve özellikle
den sonra, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın (1718- III. Selim zamanında (1789-1807) hızlanmış fakat geleneksel
1730) desteğiyle teşvik görmüştür. Batıcılığın bu ilk devre­ Osmanlı kültürünün tepkisi ve geçimleri tehlikeye girenlerin
sinde Batı’nın askerî teknolojisinin savaştaki rolü ve savaşın birleşen akımlarıyla bir daha sekteye uğratılmıştır. Batı’da
sonucunu kısmen Tanrı’ya bırakma şeklindeki köklü inanç sürekli Osmanlı elçiliklerinin kurulması bu devreye rastlar.
tartışılmıştır. Zamanla (1780’lerde) bunun karşısında, savaş­ Avrupa’yla ilgili ilk sistematik değerlendirmeler, devamlı
ta en çok teknolojinin sonuç vereceği görüşü belirecekti. Ge­ diplomatik ilişkilerin bir ürünü olarak Batı’da görevlendiri­
rilemeyi "din bütünlüğünün yitirilmesine bağlayan biraz len Osmanlı hariciye memurlanndan gelmiştir. Osmanlı İm­
farklı görüşlerse bir kısım ulema arasında ortaya çıkmıştır. paratorluğu için Batı’nın genel bir "model" olarak kullanıl­
İlk Tepkiler: III. Ahmet devrinde Batı’dan gelen bir masına dayanan "düzeltme1' (tanzimat) teklifleri de buradan
mülteci, İbrahim Müteferrika, basın sanatını Osmanlı İmpa­ kaynaklanmıştır.
ratorluğuna getirmiş, Batı’nm askeri eğitimi ve teknolojisi
konusundaki bilgilere imparatorlukta önem verilmeye baş­
lanmıştır (Müteferrika, Usûl ül-Hikem fi Nizam ül-Ümen, II. Mahmut Dönem i ve Tanzimat’ın tlanı
1731). Gene bu yıllarda Yirmisekiz Mehmet Çelebi, Nişli
Mehmet Ağa gibi devlet katında görevli kimseler Avrupa’nın II. Mahmut (1808-1839) kendinden önce gelen reformcu-
"ahvali"ni öğrenmeye çeşitli başkentlere elçi olarak gönderil­ lann kötü tecrübelerini göz önünde tutarak askeri yenilikle­
mişlerdir. Öte yandan, Batı uygarlığının kişinin refahına yö­ re karşı bir odak noktası oluşturan yeniçerileri topa tutmuş,
nelik değerleri Osmanlı idareci sınıfına sızmıştır (Lale Dev­ bu piyade kuruluşunu lağvetmiş ve III. Selim zamanında or­

12 13
taya çıkan çağdaş askerî birlikleri ordunun esas birimleri "eritebileceklerini" bir "Osmanlılık" şuuru yaratabilecekleri­
haline getirmiştir. Batı’nın yalnız askerî kuruluşları sayesin­ ni sanıyorlardı. Uzun vadede bu amaç gerçekleşemedi, fakat
de yükselemediği, bunları ayakta tutan mali kaynakların ve Batılı millî devletin birçok kurumu bazen özünü yitirmiş ola­
vergi toplama sisteminin de imparatorlukta yaratılması ge­ rak - imparatorluğa yerleşti (örneğin yeni bir milli eğitim sis­
rektiği III. Selim zamanından beri biliniyordu. II. Mahmut temi, yeni bir yargı mekanizması, yeni bir idari sistem). Tan­
devrinin sonlarına doğru Batı’da görevli bulunan Osmanlı el­ zimat Türkiye’sinde Batı’ya karşı bir tepkinin ortaya çıkma­
çileri Batı’nın yeni bir özelliğini keşfettiler. XVIII. yüzyıl Av­ sı, Avrupa devletlerinin dış politikasının çok zaman Osmanlı
rupa’sında bazı krallar teb’anın verimliliğini artıracak bir İmparatorluğu’nu sömürdüğü ya da kendi menfaatleri için
koruyucu tedbirler bütününü devletin olağan bir politikası bir araç olarak kullandığı algısının doğurduğu hayal kırıklı­
haline getirmişlerdi. Kralî otoritenin bir temsilciler meclisiy­ ğına bağlanabilir. Gerçekten de Tanzimat’ı başlatanların çok
le paylaşılmadığı ülkelerde bile millî devlet kurmak isteyen iyi anlamadıkları bir husus çeşitli devletlerin birbirleriyle ti­
hükümdarlar teb’amn mülkiyet hakİarının garanti altına caret alanında amansız bir savaşa girmiş oldukları ve XIX.
alınmasının zorunluluğunu anlamışlar, eğitimi halka yay­ yüzyıl ilerledikçe "emperyalizm" adını verdiğimiz kapsayıcı
manın kendilerine getireceği faydayı algılamışlardı. Millî politikayı da -bu adı kullanmadan- daha çok benimseyecekle­
devletlerin kurulmasına ve orta sınıfların güç kazanmasına riydi. Osmanlılann 1838’den itibaren çeşitli devletlerle imza­
paralel yürüyen bu politika, aynı zamanda millî bütünlük ladıkları ticaret anlaşmalarında olduğu kadar tarım ve en­
kurmayı ve feodalizmden kalan imtiyaz "cep"lerini temizle­ düstri politikalarında kendi çıkarlarını koruyamamaları
meyi amaçlıyordu. Bu idare sistemine sonradan "aydın des­ Batı’ya olan tepkilerinin bir yönünü oluşturur.
potizmi" denmiştir. O zamanlar Avrupa’da yeni gelişmekte Tanzimat’ın, Mustafa Reşit Paşa (ve onu izleyen Âli Paşa
olan devlet bilimlerinde ise bu öğelere "kameralizm" adı veri­ ve Fuat Paşa) gibi kurucuları. Batı’nın askerî ve idari yapısı­
liyordu. "Tanzimat" olarak bildiğimiz, 1839’da Gülhane Hatt-ı nı Osmanlı İmparatorluğu’na aktarırken Batı’nm günlük
Hümayunu’nun ilanıyla başladığı kabul edilen yenilik hare­ kültürü de ikinci defa etkin bir biçimde imparatorluğa gir­
keti, büyük çapta "kameralizm"den esinlenmiştir. Kamera- mişti. Giyim, ev eşyası, paranın kullanılışı, evlerin stili, in­
lizmin uygulanmasını görerek Batı’nın özünü burada ara­ sanlar arası ilişkiler "Avrupaî" olmuştu. Osmanlı tutucu ta­
yanlar arasında Avusturya Büyükelçisi Sadık Rıfat Paşa’yı rihçisi Cevdet Paşa, bu hayat değişikliğinin eski Osmanlı de­
ve Tanzimat’ın mimarı Londra elçiliğinde, dışişleri bakanlığı ğerlerini nasıl kösteklediğini anlatır. İlk ve ikinci kuşak Tan­
ve sadrazamlıkta bulunan Mustafa Reşit Paşa’yı saymak ge­ zimatçılara karşı sistematik eleştirilerse ancak 1860’larda
rekir. Kameralizmin bu devlet adamlarına belki en cazip ge­ başladı. Namık Kemal ve Ziya Paşa önderliğindeki bu eleşti­
len tarafı, Osmanlı İmparatorluğu gibi dağınık bir ülkeyi bir­ riciler grubuna "Yeni Osmanlılar" adı verilmiştir. Yeni Os-
leştirici bir görüntü getirmesiydi. Osmanlı devlet adamları manlılar, Tanzimatçıların sömürü olayını anlamadıklarını,
millî çapta idari, hukuksal ve iktisadi tedbirlerle Osmanlı bir "üst tabaka" meydana getirdiklerini, kendi kültürlerini
İmparatorluğumda yüksek sayıda yer alan kültür birimlerini kösteklediklerini (şeriatı unuttukları) ve ancak yüzeysel an­

14 15
lamda "Batılı" olduklarını ileri sürdüler. Tanzimatçıların - Yeni Osmanlılar, aynı zamanda, Âli Paşa gibi Tanzim atçıla­
Yeni Osmanlılar’a göre Batı’nın "ru h u n u oluşturan- hürri­ rın, şeriatın alanını küçülten uygulamalarını yermişler, par-
yetçi ve parlamenter eğilimleri anlamadıkları da yüzlerine lamentarizm için fıkhı "tükenmez ve ihmali hiçbir surette
vuruluyordu. Bu yıllarda Batı hakkındaki bilginin artması caiz olmayan bir kaynak" olarak göstermişlerdir (Tanpmar,
ye yayılması, Yeni O sm anlılar’ın önemli bir rol oynadıkları, 1956, 123). Bu tepki, geleneksel sistemi savunan Cevdet Pa­
Osmanlı gazeteciliği yoluyla olmuştur. 1862’de İbrahim Şi- şa gibi kişilerde daha sistematik bir biçim almıştır. Bu yıllar­
nasi tarafından kurulan ve daha sonra Namık Kemal ve Y e­ da anlatılanın tamamen aksine giden bir akım da görülebi­
ni Osmanlılar’ın devraldıkları Tasvir-i Efkâr Osmanlı aydın­ lir: 1870’lerden sonra, Batılılığın parça parça alınması m üm ­
ları arasında siyasi bilincin genişlemesinde birinci derecede kün olmayan bir bütün olduğu fikri Saffet Paşa gibi devlet
bir rol oynamıştır. adamlarınca açık olarak ifade edilmiştir.
Tıpkı Lale Devri’nde olduğu gibi, 1860’lardan sonra Batı­
lılığı bir felsefe ve iktisat sistemi olarak görmeyip onu daha
1856 Islahat Fermanı çok yüzeysel yönleri, adabı muaşeret usulleri ve Batı’da hâ­
kim olan modalar açısından değerlendirenler ve kullananlar
1860’larda şekillenen bu eleştirilerin ortaya çıkmasında olmuştur. Bu tipler zamanın yazarlarınca devamlı olarak
belki en etkili gelişme, Islahat Fermanı adını verdiğimiz or­ eleştirilmiştir. Ahmet Mithat’ın "Felatun Bey"leri, Recaiza-
ganik (anayasal) belgenin ilanıydı. Tanzim at’ı başlatan Gül- de’nin "Bihruz"ları, Ömer Seyfettin’in "Efruz"ları Tanzimat
hane Hatt-ı Hüm ayunu’nun ikinci bir aşaması görünümünde (ve hatta XX. yüzyıl) edebiyatının ana karakterlerinden biri­
olan Islahat Fermanı (1856), devletin güttüğü politikaya kar­ ni oluşturmuşlardır.
şı önemli tepkiler yarattı. Islahat Fermanı, o zamana kadar
"millet-i hâkime" olan Müslümanlardan bu imtiyazlı durumu
alıyor, din farkı gözetm eksizin bir "Osmanlı" vatandaşlığı II. Abdülhamit Dönemi
kurmaya çalışıyordu. Müslüman teb’anın tepkisine paralel
olarak onlardan sonra "birinci" sırayı işgal eden Rumlar da Batı fikirlerinin iyice anlaşılmaya başlandığı bir devre
bu sırayı kaybettiklerine üzüldüler. Fakat bunun yanında, Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) devridir. Bunun sebebi,
az sonra Islahat Ferm am ’nda yüzeyde amaçlanan "beraberli­ yeni kurulan okullarda okuyanların ve yabancı dil bilenlerin
ğin" tersine çevrildiği, gayrı müslimlerle yabancıların kendi­ artması olduğu kadar, padişahın kendisinin Batı’yı bir bakı­
lerine sağlanan hukuksal imkânları (malî kaynaklar, organi­ ma "model" olarak almış olmasıdır. II. Abdülhamit, "Batıcılı­
zasyon bilgileri ve Batı diplomatik desteği sayesinde) M üslü­ ğı” Batı’nm tekniğini, idari sistemini ve bilhassa askerî teş­
man teb’ayı çok geride bırakır şekilde kullandıkları görüldü. kilatını ve eğitimini alma şeklinde anlıyor; bunun yanında
Bundan sonraki Türk düşünürlerinin çoğu bu iktisadi geliş­ Müslümanlığı teb’ası arasında güçlendirmeye çalışıyordu.
me farkını Batı’ya verilm iş ödünlerin sonucu saymışlardır. Bu amaçla, Harbiye, Mülkiye ve Askerî Tıbbiye’nin program­

16 17
ları geliştirilmiş, okullarda bilgili bir kuşak yetişmiştir. Her bi, Batı’mn tekniğiyle yetinip kendi değerlerini saklı tutabi­
üç kuruluşun öğrencileri ders programları icabı XIX. yüzyıl lir miydiler? İslamcı şair Mehmet Akif, bu tezleri 1908’den
müsbet bilimlerinin Batı’nın esas güç kaynağını oluşturdu­ sonra ortaya atan belirgin kişiler arasında yer alır. Böylece
ğunu görüyorlardı. Böylece Batı’yı, Batı’da geliştirilen müs­ 1908-1918 yıllan arasında Batı’yı "taklit" etmeye karşı ko­
bet bilimle bir tutan bir kuşak yetişti. Bu kuşak Batı’yı aynı yan İslamcı bir akım görüyoruz.
zamanda güçlü olmaya prim veren bir uygarlık olarak gör­ İkinci Meşrutiyet’in hâkim siyasal kuruluşu İttihat ve
meye başladı. Batıcılığın güçlülükle bir sayılması eski dinsel Terakki Partisi’nin düşüncesinde Batı’nın "güçlülük" ile bir
değerlerin ancak milli gücü artırdıkları oranda önemli olduk­ tutulması devam etmiştir. Ancak bu eğilimin karşıtı adını
ları kanısını yerleştirdi. Bu fikirler padişaha karşı muhalefe­ verebileceğimiz bir diğer eğilim de İttihat ve Terakki tarafın­
ti Avrupa’da sürdüren Jön Türkler arasında etkili olduğu dan korunmuştur. Bu da Ziya Gökalp’in Batı’nın toplumsal
için, "hürriyet"in ilanından sonra da (1908) Jön Türkler’in özelliklerini araştıran, bu özelliklerden hangi oranda yarar­
politikasında izini sürdürdü. II. Abdülhamit’e karşı koyarak lanılabileceğini arayan tutumudur. Türkiye’de Batı’nın, mev­
uzun zaman Avrupa’da bulunmuş jön Türkler’den Ahmet Rı­ hum da olsa, "insancı" zihniyetini ciddiye alarak anlamaya
za Bey ve Abdullah Cevdet, Avrupa’da geçirdikleri yıllar bo­ çalışmış olan kimseler çok azdır. Aralarında en başta şair
yunca artan birşekilde bu düşüncenin etkisinde kalmışlar­ Tevfik Fikret’i saymak gerekir. Batı’nın sanat anlayışının
dır. Batılılık ile "güçlülüğün" bir tutulmasında bizzat Batı devamlı bir ekseni olan "sanat sanat içindir" anlayışı da, ge­
akımlarının etkisini de görmek gerekir. Jön Türkler’in fikir­ nel olarak o devirlerin -ve bu devirlerin- Türkiye’sinde rağ­
lerinin şekillendiği 1890’ların Fransa’sında 1880’lerin siyasal bet görmemiştir. Konu gerektiği gibi araştırılmadığından
skandalları demokrasiye karşı olan güveni sarsmış, bir müd­ şimdiden bu konuda kesin hükümler vermek yanlış olur. An­
detten beri Taine ve Renan’ın etkisinde gelişen seçkincilik cak, bildiklerimizden Osmanlıların Batı’yı bir "seçme" yapa­
palazlanmıştı. Ancak Dr. Abdullah Cevdet’in Balkan Harbi’- rak algıladıkları bazı yönlerini vurgulayıp bazılarını arka
nin Osmanlılar arasında yarattığı kırgınlık karşısında bile plana ittikleri söylenebilir.
tutumu açıktır: "Bir ikinci medeniyet yoktur. Medeniyet, Av­
rupa medeniyetidir." (Hanioğlu, 1981, 359).
Atatürk ve Batıcılık

II. Meşrutiyet Dönemi Batı ile temasta olan Osmanlılann Batı uygarlığı fikirle­
rini "kudret''in bir boyutu, toplumun şekillenmesinin bir yö­
İkinci Meşrutiyet Dönemi açılmadan önce, 1905 yılında, nü olarak görmüş olmalan bir tesadüf eseri değildir. Bunu,
Japonların Rusları yenilgiye uğratmaları, geleneksel değer­ eninde sonunda, Osmanlılarda hâkim devlet geleneğiyle izah
lerin modem bir medeniyette saklanılabilirliği konusunu ge­ etmek mümkündür. Atatürk’ün düşünceleri bu gibi gelenek­
ne ön plana itmişti. Acaba Osmanlılar, Japonların yaptığı gi­ lerin bir şahsiyetin özel katkısıyla birleştiği bir odak noktası

18 19
olarak görülebilir,
bir yitirilme söz konusu değildir. Kişi egemendir. Atatürk’ü
Atatürk, Batı’nm en önemli katkısını toplumun şeklinde
bu açıdan Batı’nm temel değerlerinin bu kişisel "onur" anla­
ve bu toplum a hâkim olduğuna inandığı m üsbet bilimlerde
yışıyla ne kadar köklü bir şekilde bağlantılı olduğunu sezen,
görmüştür:
Batılılığı bu anlamda da "ilerleme" sayan orijinal bir düşü­
Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin mefkuresi, bü­
nür olarak görebiliriz.
tün cihanda tam manasiyle medeni bir hey’et-i içtimaiye o l­
maktır. Bilirsiniz ki, dünyada her kavmin mevcudiyeti, kıy­
meti, hakk-ı hürriyet ve istiklâli, malik olduğu ve yapacağı
A ta tü rk ’ü n Ö lü m ü n d en S on ra B a tıc ılığ a K a rşı T e p k ile r
medeni eserlerle mütenasiptir... M edeniyet yolunda m uvaffa­
kiyet teceddüde vebestedir. içtim ai hayatta, iktisadi hayatta,
Atatürk zamanında cumhuriyet’in bir umdesi haline ge­
ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekalüm ve
len "Garplılaşma" ölümünden bir müddet sonra gene eleştiri­
terakki yolu budur.. (30 Ağustos 1924 Söyl. ve D. 1952, II.
lere uğramış, Batıcılığın bir Batı taklidinden ileri gidemediği
183.)
"sağ'da ve "sol"da bir daha ifade edilmiştir ("Gardrop A ta­
Atatürk’ün kendi devrinde parlamenterizme karşı bizzat
türkçülüğü"). Daha 1940’ların sonunda Türk Müslüman k ü l­
Batı’da şekillenen tepkiye ve faşizmin ve komünizmin geliş­
türüne cumhuriyette ihanet edildiği teziyle ortaya çıkan bu
mesine rağmen, sistematik bir seçkincilik veya "halk dikta-
eleştirilerin "sol'dan gelen örneklerine daha çok 196O’lardan
törlüğu'nden kaçınan bir toplum anlayışına sahip olması
sonra rastlanır. Bu iki açıdan oluşturulan makale ve kitapla­
dikkate değer. Bu noktada Atatürk’ün orijinal bir vurgusunu
rın sayısı muhtemelen 1960-80 yıllarının kültür konusunun
bulmak mümkündür. O da Atatürk’ün temel optimizmi ve
en zengin alanını oluşturur. Bu eleştirilerin bir kaynağını
onun arkasında yatan "kişi onuru" kavramıdır. Kişinin kendi
Atatürk devrinde yetişen bir kuşağın hızla değişen 1950 ve
başına, toplumdan ayrı bir meşruiyet kaynağı oluşturabile­
60’ların ortamında dünyayı algılama sistemlerinin kırılmış
ceği Jön Türkler’de arka plana atılmış yabancı bir özlem ola­
olmasına bağlayabiliriz. Batı’ya karşı ortaya çıkan tepkinin
rak görülür. İttihat ve Terakki’nin aydınlık devri fikirlerin­
ikibuçuk asır kadar kisve değiştirerek sürebilmiş olması il­
den kesinlikle ayrılan yönü burada belirir. Atatürk’teki derin
ginç bir toplumsal araştırma konusu olarak karşımıza çıkar.
yapısal vurgu, kişinin kişi olarak bir toplumsal meşruiyet
Bu süre içinde devamlı olarak ileri sürülen tezlerden Batı’
kaynağı oluşturduğu şeklinde form elleştirilmiş bir inançtır.
nın Türkiye’ye en yalıtkan ve yüzeysel biçimleriyle yerleştiği
Atatürk’ün bazen (İsmet İnönü ile bir şahsî mülakattan) "ö-
doğrudur. Ancak, bunun nedeni, "taklit" eğiliminde değil,
zel girişimci" olarak nitelendirilmesinin nedeni bu eğilimdir.
M üslüman-Osmanlı-Türk kültürünün bir yapı unsurunda
Konuyu bir başka açıdan ele alarak İslam medeniyetinde, k i­
aranmalıdır.
şi onuru, ilahi varlığın karşısında, ya da devlet ve cemaat
karşısında davranış meşrulaştırıcısı olarak değerini yitirir.
Batı’mn XVIII. yüzyıl düşüncesinin en genel çizgisinde böyle

20

You might also like