You are on page 1of 15

HAZIRLAYAN:FERHAT ŞALVARCIOĞLU

İMPARATORLUĞUN EN UZUN YÜZYILI


İmparatorluğun son yüzyılı içerisinde yaşanan değişim ve dönüşüm çabalarının ele alındığı
eserde ,tüm bu çabalara modernleşme kavramını ve kavramın içine koyduğu benzeşme ve
taklit gibi olguları kullanmadan yapmaya çalışılması Türk aydınının son yüzyıl içinde düştüğü
batıya tapınmacılığına kadar varan hayranlığını atmaya başladığını göstermesi açısından çok
anlamlıdır.Zira eserin müellifi Osmanlı modernleşmesini tarif ettiği satırlarda ”Osmanlı
modernleşmesi, moderleşmenin klasik tarifi olan gelişmiş toplumun özelliklerini az gelişmiş
toplum tarafından alınması gibi bir tümceyle açıklanamaz.Modernleşme olgusu kaba bir ifade
ile var olan değişmenin değişmesidir1”diyerek konuyu kendi tarih bakışı açısından bağlamına
oturtmuştur.Zira insanlık yeryüzünde varolalageldiğinden beri özellikle de yakın
kuşağımızdaki toplumlar , sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde olduklarından adeta
insanlık tarihinin aynası olagelmişlerdir.Yazının bulunması,tarım
uygulamaları,takvim,tıp,eczacılık gibi tüm alanlarda ve daha bir çok alan ve dallardaki
değişimler aslında birer moderleşme örneği iken bu moderleşme örneklemlerini alan, izleyen
toplumlar için taklitçi veya özenti gibi ifadelerle bu çabaları küçümsenmemiştir.
Önsöz ve kaynakça kısımları dışında dokuz ana başlık altında Osmanlı modernleşmesini
inceleyen Ortaylı, çalışmasını klasik bir Akdeniz imparatorluğunun modern dünya şartları
karşısındaki tutumunu ve yolunu anlamak için bir deneme olarak tanımlamaktadır 2.Ortaylı’nın
bu ifadesine rağmen Türk tarihçiliğinde sahip olduğu konumu nedeniyle akıcı bir dil, yetkin
bir anlatı ve konuyu anlaşılır kılan başarılı bir tasnif ile Osmanlı modernleşmesini ele alan
yapıtına kendisinden sonra yapılan birçok çalışmada (tespit edebilidiğimiz atıf sayısı 312000)
atıf yapılmıştır3.
Osmanlı modernleşmesinin ilham kaynağı olan (zorunlu olarak) batı ve usul ve
değerlerinin ,biraz acele birazda acemice alınmasının Türk aydınının bir kısmınca batı
taklitciği kavramıyla izah edilmesi,millet şuurunda kendimiz olamama sanrısı yaratmış olması
Ortaylı belkide böyle bir izaha itmiş olabilir.
Osmanlı dünyasında yaşayan insanın, 18.yüzyıldan itibaren zamanın ruhunu(modernleşme)
elinden kaçırdığını anladığını ve bu konuda Lale devrinden itibaren onu yakalamaya çalışan
adımlar attığını görebiliyoruz.Zamanın ruhunu yakalayan elbette o zaman için batı dünyasıdır
ve Osmanlı için onun alınacağı yer elbette batı olacaktır,zira o zaman ve günümüzde deinsana
ait tüm kompartımanlarda olmasada bir çoğunda onun koyduğu değerler ve usuller halen en
akılcı ,pratik ve faydalıdır.Osmanlı modernleşmesini batıyı taklit etmek diyerek aslında
küçümseyen bakışın altında yatan ana faktör onun altında yatan Helen-Hristiyan
kökleridir.Ancak konuya dikkatli baktığımızda Batının sırf Helen-Hristiyan kökler üzerine
inşaa edilmediğini “daha 13.yy Dante’nin ilahi komedyasında İbn Rüsd’ü İbn Sina’yı
Vergiliüs ve Aristoteles kadar kutsadığını aynı şeyin Canterbury Tales’de Chaucer tarafından
yapıldığını4”söyleyerek ortak köklere vurgu yaparak medeniyetler arası kutuplaşmaların çok
sonralarının ürünü olduğunu belirtmiştir.
Bu tespitler her ne kadar doğru olsada yazarımız burada Haçlı seferleri gerçeğini ve papa
2.Urban nutkunu5Müslüman devletlerinin Avrupa seferlerini (Haçlı seferlerinin yarattığı
1
Ortaylı İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, sf.15
2
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.7
3
http://atiftarama.com/index.php?makale
4
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.21
5
Ayşe Atıcı Arayancan ,(Ed.), 2018, Orta Çağ’da Din ve Devlet Doğu Batı Ekseninde, İstanbul, Yeditepe Yayınevi,s.201-
224
travmaya kıyaslamak söz konusu olmasada durum budur) atlamıştır.İşte bu alt tarihi metinde
yatan travmalar İslam medeniyeti içerisinde yaşamış,ona renk ve değer katmış Müslüman
Türklerin Devleti Osmanlının,modernleşme bağlamında batıyı önüne örnek alması maalesef
doğru şekilde anlamlandırılamamıştır.Bu anlamlandırma çabasına kattığı farklı bakış
açısından yerinde bir çabadır elimizdeki eser.
Giriş kısmında yazarımızın değindiği bir diğer konu ise Batı, batı ise karşısındakinin kim
olduğu ve nasıl tarif edildiğidir.Müellif burada Hammer,Toderini,D.Cantemir gibi aydınlar
üzerinden yorumlama yaparak islam medeniyeti kavramının 19.yy icadı olduğundan ve bunun
yerine “Doğu Dünyası6” kavramının kullanıldığını üstelik bunun sadece İslam medeniyeti
veya toplulukları kapsamadığından Çin,Hint,Japonya’ya kadar geniş bir coğrafyayı
kapsadığından haklı olarak vurgu yapsada ,burada Voltaire,Simon Ockley ve Edward Gibb
gibi sağduyulu batılı düşünürlerinin islam medeniyeti ve islam tarihinden olumlu
bahislerinden alıntılar yapsada İslam medeniyeti kavramının, kavramsallaştırılmasının geç
sürecine vurgu yapmaktan ileri gidemeyen bir yorum yapmış olamamaktan ileri giden bir
yorum yapmış olmaktadır.Zira var olan ve kavramsal adı Darül İslam olarak tarif edilen
(Ortaylıda buna vurgu yapar) toplulukların ortaya koyduğu yaşantı tarzı “İslam Medeniyeti”
kavramının içine tedavül edilmiştir artık ve bunun öyleydi-böyleydi geçti-erkendi denmesinin
kavramın dönüşümün sürecini açıklama izahı gayreti olarak belirtilmesi,ortaya konması daha
yerinde olacaktır.
Ortaylı’nın giriş kısmında değindiği bir diğer husus,ayrı uygarlıkların Batılılaşmasının nasıl
olacağıdır.7Burada Rusya,Japonya örnekleri verilerek bu ülkelerde bunun yani batılılaşmanın
biraz kontrollü ve uzun bir süreç sonucu ortaya çıktığına ve köklü yeniliklerle ilerlediğine
vurgu yapıldıktan sonra,Osmanlı toplumundaki farklı kültür havzalarının bulunmasından
dolayı ki –bu havzaların batı ile etkileşimi ve bu etkileşimin biçimi farklıdır-batılılaşmanın
yeknesak bir yorum ve izahının zor olduğunu vurgularken haklıdır aslında.Ancak herşeye
rağmen Saray ve Babıali çevresine ve aydın kesimini merkeze alan yaklaşımıyla konuyu
doğru yerden vurgulamıştır.Ortaylı aydın kesimin Batılılaşma karşısında ihtiyatlı ve kuskucu
olduğunu vurgulayarak süreç içerisindeki tartışmaları -Vatan anlayışı Laiklik karşıtı tutumları
ve Latin harflerine karşı aydınların rezervleri- örnek verilerek osmanlı aydınının batı
düşüncesine karşı ihtiyatlı ve kuskucu olduğunu idareninde aynı kusku ve ihtiyatı ortaya
koyan tavırla değişimleri –parlemento,seçim,basın hakları-yürüttüğünü vurgulayarak
batılılaşmanın her toplumda farklı işlediğini ortaya koymaya çalışmıştır.
Modernleşmenin batı modeline göre oluşunun çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğini
belirten Ortaylı bu konuda Rusya İran ve Osmanlı toplumu iken ondan ayrılan toplumlar
üzerinden örnekler vererek sorunun başlangıç tarihine ve bizde batılılaşmanın başlangıç
sürecinin nerelere kadar uzanabileceğinin fikirsel egzersizlerini,Lale devri matbaanın
kurulması, 2.Mahmut ıslahatları,Tanzimat Fermanı gibi belirgin örnekler üzerinden
başlatılabileceğini 2. Viyana bozgunu ile Tanzimat Fermanı arasındaki süreçte
Modernleşmenin gerekliliğinin ve koşullarının hazırlandığı, Tanzimattan sonra ise Osmanlı
idaresi yöneticilerince sürecin sırtlanıldığını söylemektedir.Her ne kadar bizdeki bir çok
gelişme ve yenilikler -toplumsal özelliklerimizden dolayı- yukarıdan aşağıya doğru şekillense
de aslında yazarımız burada halkın bu yeniliklere kapı araladığını ve aydınlarında bunu
6
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.23
7
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.25
desteklediğini söylerken bu ikisine gereken payeyi vermekten imtina etmiştir.Şurası apacık
bilinen bir gerçektir ki halk ve onun sesi olan aydınlar nezdinde bu değişiklikler karşılık
bulmasa süreç tıkanır Cumhuriyet ve onun getirdikleri yaşam alanı bulup ortaya çıkamazdı.

Osmanlı modernleşmesinin fikirsel tartışmalarını geride bırakan Ortaylı,modernleşme


pratiğine 3.Selimin katli ve 2.Mahmut’un iktidarına sebep olan olaylar zincirine vurgu
yaparak başlattığı ilk bölümde Senedi İttifak süreci ve 2. Mahmut devri olaylarını ele
almaktadır.
Tımar Sisteminin bozulması sonucu ortaya çıkan ayanlardan yani Osmanlı usulü
feodallerden olan Alemdar Mustafa’nın 3.Selimin tahtan indirilmesi ve 4.Mustafa’nın başa
geçirilmesi üzerine harekete geçerek payitahta girmesiyle sarayda yaşanan can pazarından
2.Mahmut’un saray kadınlarının gayreti ve Allah’ın lutfu ile kurtarıp başa geçirmesi,ardından
2.Mahmut’un Sadrazamı olması anlatılırken ayanlar konusuna değinilerek aslında Osmanlıda
işlerin çoktan çığrından çıktığına vurgu yapmak istiyor gibidir.Zira sadaret mührünü alan
Alemdar adeta iktidar ortağı gibi davranmış ve kendisi gibi olan Ayanlarla birlikte Ekim
1808 de İstanbulda Senedi İttifakı imzaladığı ve bununla ayanların kendi gücünü gösterdiğini
yazarmız pek dikkate almasada 2.Mahmutun,canını ve saltanatını borçlu olduğu Alemdarı
öldürmek için onun köşkünü saran yeniçerilere karşı harekete geçmeyişini iktidar ortak kabul
etmez diye açıklamaktadır8
Evet birebir örtüşmesede bu bir Magna Cartadır.Yeni düzendir.Zira Osmanlı Hanedanı ilk
defa ülke içinde bir güce karşı eşit statüde davranıyordu.iktidarını onların korumasına
bırakıyordu adeta.Evet bu 1215 İngilteresindeki gibi vergi ve mali yükümlülükler üzerinden
hareketle tahta oturanın her türlü yaptırımına sınırlama koymasada Hanedanı Ali Osman
kendi mülküm dediği topraklarda yine kendi mülkünün nimetleriyle ortaya çıkmış bir güce
hemde başkentte hemde yazılı bir ahidname ile söz veriyordu.Bu o zaman kadar Ali Osman
mülkünde görülmüş duyulmuş değildir.Bu bağlamda yapılan değerlendirmeler tarihçiler
arasında farklı bakış açısı olsada “Sened-i İttifak Osmanlı İmparatorluğunun toplumsal-siyasi
yapısını değiştirebilecek bir hareketin temeli olabilirdi 9” derken İnalcıkta bu durumu kabul
etmiştir.
16.yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı ülkesine gelen Alman seyyahın Ayasofya’da Sultan
2.Selim türbesinde yatan küçük yaştaki şehzadeler üzerinden hareketle “Dünyada nasıl bir
güneş varsa Türklerinde bir hükümdarı vardır diyerek Osmanlı merkeziyetçiliğini ortaya
koymasını ve buradan hareketle 2.Mahmut’un Alemdar,yeniçerilerin saldırısı altında can
verirken ses çıkarmayışını ilişkilendirmesi anlamlıdır.Ancak tarihte Türk devletlerinde gerek
İslam öncesi gerekse İslam sonrası Selçuklular,Karahanlılar gibi taht hep ortak kabul
etmiştir.Bu merkezi anlayış Osmanlı ile değişmeye başlamıştır.İşte bu Osmanoğullarının
Diyar-ı Rum’da yeniden şekillendirdiği devlet nizamı anlayışının bir sonucudur.Saikleri
nedir? Esin kaynağı kimlerdir? tespiti zor konudur ancak belki İran kültürü belki Bizans
etkisiyledir.Yani Ortaylının Alman seyyahın ağzından söylettiği gibi Dünyada nasıl bir güneş
var ise ,Türklerin de bir hükümdarı vardır evet ancak bu Osmanlı Türklerinin zamanı için bir
durumdur.
8
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.38-39
9
Halil İnalcık,Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar- IV,İstanbul,Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları,2020,s.101-103
Sultan 2.Mahmut’un1826’da tüm Osmanlı ülkesinde sevinçle karşılanacağını tahmin
ettiğimiz Yeniçeri Ocağının kaldırması için sarayın dışına Sancak-ı Şerif çıkarması ardından
ulema –medreseli ve halk ile beraber Yeniçerileri tarihin sayfalarına katan hareketi Osmanlı
modernleşmesinin önünü açmıştır.Ancak Ortaylı, tarihsel süreç açısından geç kalınmış bir
hareket olarak görür bu durumu zira Fransız İhlilali sonrası kargaşa içinde olan Avrupa,
Napolyan İstilalarını atlatmış ve sukunete kavuşmuş gözlerini dünyanın sömürülecek
coğrafyalarına dikmiştir.Oysa Yeniçeri Ocağı 3.Selim zamanında kaldırılabilseydi diyerek
birazda hayıflanır.Yeniçeriler, kuruluşu kadar yıkılışıda imparatorluğun kaderinde önemli bir
dönüm noktası olan,Ortaçağın son dönemleri ve yeniçağda ordunun en önemli unsuru birlikler
Mahmut 2 tarafından zekice bir hamleyle ortadan kaldırıldıktan sonra Osmanlı ülkesinde
Sultanın otokratik yenileşme faaliyetleri daha hızlı ve etkin bir hal almıştır.İşte tamda burada
2. Mahmut’un talihsizliği ortaya çıkar.Reform ve değişimi yönetecek kadroların eksikliği ve
konudaki bilinç eksikliği ortaya çıkar.Ancak yinede Ali Osman Mülkünde değişim ve reform
taleplerinin izleri görmek için Islahat layihalarının izini sürmek gerekir der Ortaylı.
Osmanlı modernleşmesi dediğimiz olgu ordudan başlamıştır ve toplumsal alanların tümüne
etki etmeyi başarmıştır.Ancak Osmanlı yüksek öğretimi olan medereseye beklenen ve istenen
etkiyi yapamamıştır ve bu nedenle Medreseler toplum hayatından daha sonraki süreçte
çıkmıştır maalesef. Orduda başlayan modernleşme ister istemez ordunun ihtiyacı olan tıp,
mühendislik, matematik gibi bilim dallarında medrese dışı eğitim düzeni getirmek zorunda
kalındığından reform ve değişim eğitimden başlayarak sosyal hayatın tüm alanlarına aileye
kadın –erkek ilişkilerine miras hukukuna oradan toprağa,ticarete her alana etki etmeye
başlamıştır.Matbaanın kurulup basın yayınında faaliyete geçmesiyle, reform ve değişimin
etkileri geniş kitlelere ulaşmaya başlamış, Osmanlı mülkünde adeta eski ile yeninin karmaşası
içinde değişim yaşanan her ülkede görülen alt üst oluşlar isyanlar tahtan indirmeler kopuşlar.
19.yüzyılda modernleşmeyi yöneten kadrolar bu anlamda mazinin hatalarını tekrar
etmeyerek tüm düzeni;orduyu,eğitimi,maliyeyi,sosyal hayatıyeniden dizayn etmeye yönelik
adımlar atarken ulusal kökenli ayaklanmalardan biri ile Yunan İsyanı ve Kavalalı Mehmet Ali
Paşanın ayaklanması ile karşılaştılar.1810 yılından itibaren Mısır vilayetini etkin bir şekilde
yöneten Kavalalı Avrupadan özelliklede Fransadan hocalar getirerek (1798 fransanın Mısırı
işgali nedeniyle bu durum pek manidardır.)ordusunu yeniden düzenlemiş ve böylelikle
coğrafyada yarı bağımsız bir güç haline gelmiştir.1826’da ordusunu lavğ eden Sultan Yunan
ayaklanması karşısında valisinden asker ve donanmasını istemek durumunda kalınca Kavalalı
durumdan faydalanmak ve ihtiraslarını gerçekleştirecek günlerin geldiğini düşünerek şartlıda
olsa yardım etmiştir.Sultan 2. Mahmut şartları bila mecbur kabul etsede Yunan isyanı batılı
devletlerin araya girmesiyel farklı bir mecraya doğru evrilmiş Sultanda Kavalalıya verdiği
sözleri tutmayarak Kavalalı isyanına zemin oluşturmuştur.Kavalalı Sultan üzerine oğlu
İbrahimi göndererek Kütahyaya kadar ilerlemiş Sultan Mahmut bu seferde denize düşen
yılana sarılır misali Ruslardan yardım istemek durumunda kalmıştır.1833. Rusların yardımı
nedeniyle boğazlara inmesi Avrupa devletlerini özelliklede ingiltereyi çok rahatsız etmiş
olmalı ki hemen devreye girme gereği duymuşlardır.
Osmanlının balkanlarında ve Avusturyanın doğusunda mevcut statükoyu korumaya yönelik
Meternich yaklaşımları nedeniyle ulus kökenli kıpırdanmaları bastıran Avrupalı güçler bu
tarihten sonra özellikle Osmanlı uluslarının Balkanlarda ayaklanmasına destek vermeye
başlamışlar bu da devletin hem hem içerde hem de dışarda elini güçlendirecek reformları
hayata geçirmesini zorunlu hale getirmiştir.
Osmanlının çok uluslu yapısının uzunca bir dönem sorun yaratamasada II.Viyana sonrası
özellikle Balkan uluslarının yaşadığı çoğrafyada ulus bilinci olan Bulgarlar,Sırplar,Yunan
bölgelerinde sorunlar görülmesi beklenmedik bir durum değildir aslında.Güç ,otorite ve
hakimiyeti güçsüzlük ise kaos ve fırsatları doğurur faydalanmasını bilenler için.Bunu fark
eden Batı Avrupa ile yakın ticari ve sosyal ilişkileri olan bu uluslarda hareketle ivme
kazanmış olmalıdır.Ancak bu hareketlenmenin ulus temeli mi sosyal ve ekonomik temelli mi
olduğu Ortaylıya göre belirgin değildir.Bu milletlerin ortaçağda devletleri mevcut ise de Slav
Ortodoks kilisesi Rum Ortodoks kilisesine Fatih döneminde bağlanmış olması Slavlarda
hoşnutsuzluk yaratarak etnisite temelli ayaklanmanın zeminini oluşturmuştur.Zira Ortaçağ
dünyasında Kilise güç ve otorite demektir aslında.Bu bağlamda varlığını ve otoritesini
koruyarak ve hatta artırarak devam ettiren Rum Ortodoks Kilisesi Yunan Milliyetçiliğini
örgütlemiş olması beklenen bir durum olarak görülebilir.Bununla beraber Yunan Tüccarların
Osmanlı ülkesinde ve AkdenizdeKİ serbestisi Osmanlının Rum beylerine olan güven ve
itimadıbu tebanın kimliğini daha kolay ortaya koymasına yardımcı oldu.
Balkan slavlarının kopuşlarının alt metni ise Yunan aydınlanmasından esinlenme,Fransız
ihtilalinin etkileri,Orta ve Batı Avrupa ile yakın ticari ve kültürel ilişkiler ve nihayet 18. ve
19. Yy da ortaya çıkan Rus devlet ve Kilisesinin slav siyasasını uyandırma çabaları
sonucunda olmuştur.Kilisenin tarih, coğrafya, ve dil konularındaki laik eğitim çabalarını
örgütleyerek slavları harekete geçirmesi kopuşun zeminini oluşturmuştur.Yine II.Viyana
sonrası balkanlardaki iktisadi çöküntü,kargaşa ve aşayişsizlik yeni bir otoriteyi,yerel güç
odaklarını doğurmuş,bu eyaletlere gelen Osmanlı valileri buralarda adeta misafir oyuncu gibi
ağırlanmış olmasıda yerel otorite unsurlarını gittikçe yerleşip güçlenmesini sağlamıştır.
İmparatorluğun ana unsuru olan Türklerin ve onların yurdu olan Anadoluda ise durum ulus
bilinci açısından yok denecek kadar az fakat husursuzluk,iktisadi çöküntü ,güvensizlik had
safhada.Lakin iktidarda ve kadrolarında Türkleşmenin başladığı tespiti devşirmenin
bozulmasıyla zaten beklenen ve olagan bir durumdur.İşte buda 19.yüzyıl sonu 20.yüzyılda
Türk ulusalcığının temelini atmıştır.
Ortaylının bu döneme Babıali adını vermesi,dönemin iktidar gücünü, klasik dönemdeki gibi
patişah veya sadrazam tekilliği veya birlikteliği olarak görmeyip hükümet yapılanmasının
yani Babıali bürokratlarının ortak eğemenliği diyebileceğimiz bir yapıyla şekillenmiş olarak
algılamış olmasındandır.Dönemin değişen dünya siyasası içinde imparatorluğu dönüştürmek
için sarf etmiş oldukları çaba ve miras aldıkları düzenin hantallığı ve büyüklüğü karşısındazor
bir işe kalkışan bu kadro,merkeziyetciliği modern bir formda uygulamanın yollarını
zorlamışlardır.Bu formun içinde bakanlar,valiler,ordu kumandanları gibi üst düzey
görevlilerde bulunmuş olmalıdır.Değişimin yaşandığı her mekan ve süreçte elbette bir takım
zümreler, ister tabandan yani halktan isterse tavandan (bu bazen sultanın kendisi) olması
beklenen bir durumdur.
Ortaylıya göre tabandan karşı çıkışların en önemli nedeni müslim gayri müslüm eşitliği,
köleliğin kaldırılması ve sosyal statülerin kaybına yöneliktir.Yanlız sanıldığının aksine
Müslim-Gayri Müslim eşitliği sorun olmamış Hristiyan cemaatlar arasındaki eşitlikte bu
tebaalar arasında sorun alanları yaratmıştır.
Babıali bürokratlarının asıl devrimlerinden biride can ve mal güvenliğinin hukuksal
güvenceye alınmasıdır.Ortaylı bu konuyu irdelerken hükümdarın da “Hukuk-u Millete” tabi
olmasının islam nazariyesi açısından pek tabi bir durum olamıyacağı“şeriatı garra 10”buna izin
vermeyeceğini söylemişsede bunun İslamın değil,ortaçağ şartları çerçevesinde feodal etkilerin
gölgesinde gelişen müslüman toplumlarında ortaya çıkan teorik tartışmaların siyasal alana
taşması ile uygulama alanı bulmuş ancak ümmetçe ve dinin asıllarınca asla kabul görmüş bir
uygulama olarak görülmelidir. Çünkü islam dini tüm ayrıcalık ve üstünlükleri ortadan
kaldırmayı amaçlayan bir dindir11
Babıali bürokrasisinin bu dönem içerisinde gerçekleştirmeye çalıştığı reformlar ve değişen
sosyal algılar, Osmanlı toplumunda cemaat tipi örgütlenmeyi ortadan kaldırıp
ekonomik,siyasal ve etnisite temelli örgütlenmelere zemin hazırlamıştır der yazarımız
haksızda değildir aslında.Reformlar sonrası görülen siyasi kopuşlar bu iddiasını doğrular
niteliktedir.
19.asrın değişim dinamiğini başlatan olmasada yönünü ve hızını aktif bir şekilde belirleyen
Gülhane Hattı Hümayunun üslup ve dayandığı gelenek açısından her sulatanın başa geçerken
veya saltanatı sürerken ilan ettiği adaletname geleneği açısından bakıldığında yabancı
olunmasada bunu diğerlerinden farklı kılan bir kere Sultan değil Tanzimat dönemi
bürokratlarının kaleminden ve onların zihinsel tasarılarından ilham alınarak,özgürlükçü bir
sosyal,siyasal ve ekonomik düzenin inşasını hedeflemesidir.Bundan dolayı 3 kasım 1839’da
Gülhane Parkında ilan edilen bu ferman Tanzimatı Hayriye diye anılmıştır.
Osmanlı sistemi içerisinde mukim her unsurun kendisine yönelik olarak algıladığı yenilik
hareketleri sonrası kanlı isyanlar ve yenilikçilerin canlarıyla ödedikleri bedeller olsa gerektir
ki Tanzimat dönemi kadrolarının can ve mal güvenliğini sağlama alan hukuki reformları,daha
sonraki süreçte reforma destek olacak aydın ve siyasi kadroların neşet etmesinin önünü
açmıştır.Bu iş o kadar önemlidir ki Ali Osman bile adeta can güvenliğine kavuşmuştur
diyebiliriz der Ortaylı.Haksız da değildir bu satırlarda, zira hukukun iktidar mücadelesinde
taht sahibinden yana olan kaygan tutumu her taht değişiminde Ali Osman ailesinde küçük
büyük demeden şehzadelerin cansız bedenleri için soğuk musalla taşı son durak olmaması için
tek seçenek başa geçen Osmanoğlunun vicdanı muhasebesi olmuştur çok uzun yıllar.
Mal güvencesi açısından işi ele alınınca ise Osmanlıda toprak mülkiyetin devlete ait olması
servetin birikmesini izin vermediğinden fermanda getirilen yenilikler tamamlanmış olmasada
Osmanlı ülkesinde iş yapmak isteyecek yabancılar için güvence olarak kabul
edilmiştir.Tarımda ticarette ve imalat sanayiinde atılan adımlarda sermaye güvencesi ve
ekonomik gelişim hızlanması sağlanmaya çalışılmışsada pek başarılı olunamamaştır. Ortaylı
bu durumu 19. yüzyılın Osmanlı devlet adamlarının sanayileşme girişimlerinde bulunarak
çeşitli fabrikalar kurduklarını fakat bunların yolsuzluk ve rezaletler serisi ile iflas ederek

10
Şeriatı garra:İslam dinin kaideleri demektir. Yazar burada ifadeyi farklılaştırarak aziz islamın kişiler arası üstünlüğe izin
verdiğini ima ediyor, kast edilen avamı havas ise,terim tasavvufi inanç sisteminde züht sahibi kişilik özellikleri için
kullanılmıştır.Konunun ayrıntısı için bakınız: SÜLEYMAN ULUDAĞ, "HAVAS", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/havas--tasavvuf (26.03.2021).
11
Hucurat Suresi, 13. ayet: Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi
halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca
en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır. Veda Hutbesi de bu bağlamda okunmalıdır.
Bakınız:BÜNYAMİN ERUL, "VEDÂ HUTBESİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/veda-hutbesi
(26.03.2021).
kapandıklarını belirtmektedir.12Oysa aynı duruma Kemal Karpat bu başarısızlığı Osmanlı
sanayisinin Avrupa ile rekabet edecek durumda olmadığını,nihayetinde çağlarına uygun
olmayan bir iktisadi altyapı devralmaları dolayısıyla Osmanlı modernleşmesinin çıkmaza
girdiğini Tanzimat bürokratlarının ekonomik kalkınma meselesine fazla kafa yormadığını
söylemektedir.13Durum karşısında iki tarihçinin yaklaşımı bize konunun netameli bir durum
olduğu ancak Tanzimat Bürokratlarının başarı hanesine yazılan her olumlu şey gibi
başarısızlıklarıda hanelerine yazılmalıdır.Ortaylının bu noktada objektif davranamadığını
söylemek gerekir.
18.yy da dünyada var olan ekonomik ve siyasal gelişmeler devletlerin toplumlarına ve sahip
oldukları zenginliklerine daha sıkı bir bağ ile bağlanmasını icap ettiren bir düzen ihtiyacını,
merkeziyetçi devlet anlayıoşını doğurmuştur.Bu tip devlet ise antik ve ortaçağ devletlerinin
hükümdar ve yakın çevresinden oluşan idari kadrodan ziyade alanlarında uzmanlaşmış ve
sayıca yeterli bir bürokratik kadro yetiştirilmesini gerektiriyordu.Bu bağlamda Osmanlıda
geniş coğrafyasıve farklı etnik ve dini kökenli toplumsal yapısı nedeniyle merkeziyetçi
bürokratik kadrolarını ağır ağır oluşturarak reformlara başladı.
Merkeziyetçi bürokrasi ordudan eğitime ve hukuk alanına kadar hemen tüm alanlarda ön
açıcı ve imparatorluğu ayakta tutma gayreti içinde bir takım reformlara girişti.İşe kendi
yapısını tanzim ederek başlayan Bürokrasi şubeleşti önce,ardından maaş düzeni ve hazinenin
kontrol altına alınması gibi adımlarla işe başladı.İdarenin şubeleşmesi aslında klasik Osmanlı
döneminin idari organlarının yeni düzene göre tertip edilmesidir.Deftarlığın Maliye Bakanlığı
olması Dahiliye,Hariciye Nezareti gibi,ardından yapılması planlanan reformların konuşulup
görüşüldüğü Saraya bağlı Meclisi Valayı Adliye ve Başbakana bağlı Dar-ı Şura-yı Babıali
gibi danışma meclisleri kurularak adımlar peşisıra atılmaya başlandı.İdarede reformlara
devam eden Babialı bürokratları ,memuriyetlerdeki rütbeleri standart bir sınıflamaya tabi
tutarak düzenleme işine devam ettiler.
Osmanlı Bürokrasisi reformaları bir çok avrupa ülkesinin kanunlarını en çok da Fransız
uygulamalarından faydalanarak hayata geçirmişlerdir.Ortaylı buna değindiği satırlarda bu
konunun nedeninin niçinin ayrıntısına pek girmemiştir.
Osmanlı reformlarının itici kadrosu Babıali Dışişleri kadrosu idi,zira buradaki kadrolar
3.Selimden beri dış dünyayı iyi izleyen hatta Avrupa ülkelerinde daimi elçiliklerde görev
yapan Mehmet Emin Paşa,Safvet Paşa,Keçecizade Fuat Paşa,Ahmet Vefik Paşa gibi sivil
bürokrasinin güçlü kişiliklerini çıkarmıştı.Bu bağlamda ilk resmi konsolosunu İngiliz lakaplı
Mahmut Raif Efendi gibi yine reformlara Osmanlı tercüme odasının millileşen kadrosuda dış
dünyanın takibi konusunda reformculara önemli katkılarda bulunmuştur.Dolayısıyla
Sadrazam ve dış işleri bürokrasisi reform asrında Osmanlı idare gücünü bizatihi gerçekleştiren
kadrolar oluşturuyordu.Bu iki kadro neredeyse tüm Osmanlı idaresini reforme ediyor gibi
görünse de Ordu,İlmiye,ve maliye teşkilatları bu kontrolden ayrı tutuldu der Ortaylı.
Bu sınıflar içinde İlmiye sınıfı Babıali denetim ve gözetiminden uzak kalmıştır 14. Halbuki
Osmanlı eğitim kurumları özellikle de Medrese XVI. Yüzyıldan beri batı eğitim kurumları

12
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.112
13
Kemal Karpat, Osmanlı’da Değişim,Modernleşme ve Uluslaşma,(Çev.Dilek Özdemir),Ankara, lmge Kitabevi Yaymları,
(2006),sf.485
14
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.135
karşısında geri kaldığı bilinen bir durumdur15. Oysa Tanzimat fermanında eğitim alanından
hiç bahsedilmesede modernleşme dediğimiz bu süreçte tanzimatçılar Batı modeli esasına
dayanan okullar açmışlar hatta kız çoçuklarının bir çok Avrupa ülkesinden evvel eğitime
başlamasına ön ayak olmuşlardır.Eğitimde atılan bu yeniliklerin Medresenin islahınıda
kapsamaması gerçekten üzerinde durulması gereken bir durumken Ortaylının bu durumun
nedenini niçinine hiç girmemiş olması muammadır.
Maliyenin tanzimat bürokratlarının kontrolünün dışında kalması ise teşkilatın özel ihtisas
bilgisi becerisi gerektiren kadrolar gerektirmesi ve Osmanlı İktisat düzeninin girift ve çağa
ayak uyduracak daha farklı gereksinimlerle birlikte planlanması gerektiğidir.Bundan dolayıda
babıali bürokrasisi bu alanda adım atamamıştır.Ancak mali alanda yabancı banka ve
şirketlerin ülkede şubeler açması ve Duyunu Umumiyenin alacaklarını kayıt ve kontrol altına
almak için ortaya koymuş olduğu uygulamalar Osmanlı mali düzeninin klavuzu olmuştur der
Ortaylı. Aslında Ortaylı bu konuları işlediği sayfalarda durumu açık bir şekilde başarısızlıkla
sonuçlanan bir takım girişimleri sıralasada Tanzimatçıların üzerine fazla gitmemiş adeta
konuyu geçiştirmiştir.Zira devletin temelinde yatan en önemli unsurlardan biride iktisat
düzenidir.
Bilindiği üzere Osmanlı kuruluş ve klasik döneminde askeri ve sivil bürokrasi bütünleşik
olarak aynı kişiler üzerinde tecesüm ediyordu.sadrazam hem başbakan hem ordu komutanı
idi,Snacak beyi ordu komutanı hem vali görevini ifa ediyordu.Bunun temel sebebi elbetteki
18. Yüzyıl öncesi dünya ekonomik,siyasi ve askeri yapısı idarenin tek çatı altında toplanacak
kadar basit gereksinimler içermesiydi.Ancak Tanzimatla beraber gerek taşrada gerekse
başkentte sivil idare teşkilatını kurduktan sonra Ordunun teşkilat yapısı düzenlenmeye
başlandı.Altı ordu kuruldu 1843’te İstanbul, Makedonya, Bosna Rumeli,Erzurum ,Suriye ve
Irakta olmak üzere ardından yedinci ordu 1877’de Yemen’de.Ardından ordunun doktor
ihtiyaci için Tıbbiye ve Subay ihtiyacı için Harbiye Mektebi kuruldu.Bu sırada 1849’da rus ve
Avusturya orduları önünden kaçan Macar ve polonyalı subayların osmanlı ordusunun
modernleşmesinde katkıda bulunduğunuda belirten Ortaylı,Osmanlı ülkesinde gayri
müslimlerin orduya katılımının azlığından ve taşrada yeni ayrılan sivil ve asker bürokrasinin
zaman zaman anlaşmazlıklar yaşadığından sitayişle bahsetmektedir.
Tanzimat bürokratlarının sosyal alanda kontrolü sağlamak amacıyla tekkeler üzerinde baskı
kurması sonucu 1866’da Şeyhülislamlığa bağlı medrese üleması ve tarikat şeyhlerinden
mürekkep Meclisi Meşayih kurularak bu alanda devlet gözetimi ve denetimi
sağlandı,Nakşibendilik ve Mevlevilik dışındaki tarikatler takibe alındı.Şeyhlik hiyerarşisi
oluşturuldu. Yine Ortaylı Osmanlı moderleşmesi medreseyi ve tekkeyi tüm gayretine rağmen
hükümetin tam kontrolü altına alamamış,hayat alanları daraltmayı tercih etmiştir desede
yazarımız Osmanlı aydın ve bürokrasisinin içinde bu yapıların uzantıları,bu yapılarla beraber
düzenlemeler sonucu oluşan baskıya direndiler ve bu kavga 1925’te Tekke ve zaviyelerin
kapatılmasına kadar sürdü demektedir.16 Oysa bu yapıların kuruluşunun halk eliyle tamamıyle
sivil alanda olmuştur. O sebeple toplum içindeki sosyal yapıları yasaklamayla sonuç
alınamayacağı açıktır. Bundan dolayı, bu tür sosyal örgütlenmelerin yasal bir zeminde hareket
etmelerinin sağlanmasının tercih edilmesi daha uygun bir çözüm olacaktır.
15
Havva Sinem Ugurlu, Tanzimat'ın din eğitimi anlayışına getirdiği yenilikler, Ankara Üniversitesi / Sosyal Bilimler
Enstitüsü,Yüksek Lisans Tezi,Ankara,2010,sf.2
16
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.144
Tanzimat bürokrasisinin reformları uygularken karşılaştığı bir diğer sorun nitelikli kadro ve
mali yetersizlikler reformların geçikmesine sebep olmuştur.Devletin iş yükü artmış zira
merkezileşme beraberinde oto kontrolü hızlı ve etkin yapmayı gerektiren fazlaca kadroya ve
bu kadroya yetecek tahsisata ihtiyaç duyuyordu.Çöküşün eşiğindeki devlette en son bulunacak
şeylerde bunlardı.Ancak devlet eğitimde attığı adımlarla bu açığı kapatmaya çalışmıştır.Bu
dönemde kadrosuzluk nedeniyle kuruluşunu ve kadrolarını en geç tamamlayan Adliye
olmuştur.Zira hakim ve savcı yetiştirmenin ve taşralara göndermenin süreci düşünüldüğünde
durum anlaşılacaktır diyen Ortaylı Osmanlının farklı etnisite kaynaklı çoklu hukukundan
doğan sorunları ve bu duruma ilişkin tartışmalara pek az değinmiştir. Bu dönemde
bürokrasinin yazı dilinin sadeleştiği,kalem ehlinin Osmanlı kaligrafisinden uzaklaştığı
görülmüş hatta işin Latin harflerinin kabulünün tartışmalarına kadar vardığı olmuştur.Ortaylı
burada topu yine taça atarak bu tartışmalara bir kaç cümle ile değinmiştir 17.Oysa bu dönemin
yazı tartışmaları18 Türk modernleşmesinde son derece önemli bir değişikliği, Cumhuriyet
sonrası Latin harflerinin kabulünün zeminini oluşturur.
Klasik dönem Osmanlısında devlet dairesi adınıverdiğimiz mekanları yoktu.Görevlilerin evi
adeta büro işlevi görüyordu. XIV. Yüzyıl ile beraber “mektep,hükümet konağı,mahkeme
konağı ve karakol gibi yapıların ortaya çıktığı devletin adeta anıtlaştığı19”süreç başladı.
Yenilikler bununla kalmadı.Merkezileşme ile beraber tüm sorunların büyük çoğunluğunun
merkeze iletilmesi evrak yoğunluğunu ve tashihini beraberinde getirdi.Bu duruma”devlet
arşivi20”kurularak çözüm bulundu.Evrak akışının hızı ve etkinliğini artırmak için Telgraf
hatları kuruldu.Ortaylı burada geçmiş dönemde Osmanlının arşiv tutmadığını söylemesede
ifadenin bağlamı daha önce böyle bir uygulama yokmuş izlenimi uyandıracaktır tarih
literatürüne hakim olmayanlarda.Oysa Osmanlıda arşivcilik günümüzün sistematik tarzında
olmasada pek ala mevcuttur.Her ne kadar kuruluş dönemi arşivleri Timur İstilası sırasında
imha edilmiş olsada, İstanbul’un fethinden sonra Yedikule’de bir arşiv binası tahsis edilmiştir.
Arşiv bir ara Atmeydanı’na nakledilmiştir. Sultan III. Ahmet’ten sonra padişahlarıntamamen
İstanbul’a yerleşmeleriyle Topkapı Sarayı’na taşınmıştır. Topkapı Sarayı’nda Divan
toplantılarının yapıldığı Kubbealtı Dairesi’nin yanında Hazine-i Amire’de devletin hazinesi
ile birlikte muhafaza edilmiştir21. Osmanlı İmparatorluğu’nun ihtişamı Defterhanesi’nde
sakladığı defterlere ve vesikalara dayanırdı. Defter ve belge kayıtlarına herhangi bir zarar
gelmesine izin verilmezdi.Bu sebeple Ortaylının söylediği gibi değildir durum.
Yazarımız, Osmanlı Devleti’nin toplumsal, idari ve politik düzeninin laik olup olmadığının
çokça tartışılan bir konu olduğunu belirtmektedir. Ortaylı’ya göre bu tartışmada göz önünde
bulundurulmayan önemli bir noktanın 18.-19. yüzyıllar boyu imparatorluğun hukuk, yönetim
ve toplum düzenindeki değişmelerin ortaya çıkarttığı ikircikli bir yapıya sahip olmasıdır.
Laique-laicus-ladini, kavramının ruhban sınıfına ve ruhaniyete ait olmayan zihin ve hayat
tarzını ifade etmekte kullanılan bir deyim olarak tanımlamaktadır. Ona göre genel inanışın
aksine dünyada laik tutumlu din bulunmamaktadır.
17
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.150
18
Fevziye Abdullah Tansel,“Arap Harflerinin Islahı ve Değiştirilmesi Hakkında İlk Teşebbüsler ve Neticeleri (1862-1884)”,
Belleten, Cilt: XVIII,Sayı 66, Nisan 1953, s. 223-249
19
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.151
20
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.152-153
21
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı
Yayını, Yayın No: 147, İstanbul, 2017, s. 5.
Ortaylıya göre laik toplum, standart ve monoteist bir yönetim düzeninin tüm vatandaş veya
uyruğa eşit düzeyde bağlandığı bir hukuk mevzuatının olduğu toplum düzenidir.Buna hukuk
kurallarının din dışı bir kaynaklık barındırması ve dinsel hoşgörüye sahip olması ilkeleri ile
beraber değerlendirir.Esasen bu laik toplumsal düzenin 20.yüzyılın merkeziyetçi yönetim
anlayışı ve insanı için geçerliliği bulunduğu geçmişte böyle bir iz veya alan aramanın
anlamsızlığını vurgulayarak doğru bir tavır sergilemiştir. Ortaylı yine bu bölümde 18-19.
yüzyıllarda imparatorluk yaşadığı felaketlerin tesellisini, İslam dinini bir ideoloji haline
getirmekle aramaktaydı. Diğer bir kayda değer konu ise Osmanlı padişahlarının ruhani olmasa
bile dini bir unvan olan hilafet unvanına da sahip olduklarıdır. Esasen hâkimiyetin temelini
ilahi bir kaynağa dayandırmak da Osmanlı devlet ve toplum hayatındaki ideolojinin laik
olmadığının bir göstergesidir.Hal böyle iken kendisinin bu konuda kalem oynatması ise eserin
yazıldığı “Seksenli” yıllarda Türk aydınları arasındaki laiklik tartışmaları olsa gerektir22.
Ortaylı’ya göre her cemaat kendi kuralları ve dünyası çerçevesinde yaşamını sürdürdü.
Hukuki mevzuattaki bu çeşitlilik ve dinsel farklılaşma, 19. asırda belirli bir merkezileşme,
çağdaşlaşma ve kanuni idare sistemini kabul eden Osmanlı İmparatorluğu’nda kaçınılmaz
olarak laikleşme sürecini başlatacaktı. 19. yüzyılın şartları çerçevesinde merkeziyetçi bir
yönetime geçen Osmanlı bürokrasisi, böyle bir yönetim gereği olan standart ve derlenmiş bir
hukuki mevzuata sahip olmak durumundaydı. Ortaylı’ya göre klasik dönemde her sınıf halk
ve her dini grup için, tamamıyla dini eğitimin egemen olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda 19.
yüzyılın başından itibaren orduda ve nihayet mülki idaredeki çağdaşlaşma dolayısıyla laik
niteliğe yakın, çağdaş eğitim veren okullar kurulmuş ve bunlar dini eğitim kurumlarının
yanında ve onların aleyhine serpilip gelişme göstermişlerdirTüm bu süreci anlatırken
Ortaylının zaman zaman din alanından sahalara girerken dikkatsiz olduğu
görmekteyiz.Şöyleki Tüzel kişilik yani şirketlerin İslam hukukunda yeri olmadığına dair
ifadeleri ile Kamu alanında yapılan İdare-i Umumiyey-i Vilayet Nizamnamesi,Dersaadet ve
Vilayet Belediye Kanunu gibi yenilikleri İslam hukukunda yeri olmayan uygulamalar olarak
gören düşünceleri,yine eğitim alanında Tanzimat bürokrasisinin getirmiş olduğu
yenilikler23Türk aydının klasik bir sorununu tekrar görmemize neden oluyor. “Türk aydınının
dine ilişkin tutum alışında genellikle Batılı aydının Aydınlanmacı bakış açısının etkilerine
rastlanır. Bu noktada aydınımız İslâm’a ilişkin yargılarını, Aydınlanmacı aklın Hıristiyanlığa
yönelttiği eleştirileri yeniden üreterek elde eder. Gerek Hıristiyanlığın ve gerekse İslâmiyet’in
eleştirilerinde kullanılan malzemelerin ortaklığı, aydınımızda bir infiale yol açacağı yerde tam
tersine kendi köksüzlüğünü vurgular”24.Oysa bu çabaları da diğer tüm alanlarda yapılan
yenilikler gibi moderleşme çizgisinde bir tutum olarak okuyabilse Türk aydının Türkiyede
yaşanan din-laiklik tartışmalarına daha olumlu bir katkı sunabilme ihtimali doğacaktır.
Ortaylı Osmanlının reformcularının ,yani Babıali diktatörlerinin, içinde bulundukları iktisadi
yetersizliklere rağmen giriştikleri reformların;yerli sanayii kurma ve ekonomik kalkınma
çabaları, toprak kanununda düzenlemeler,göçebelerin yerleşik hayata geçirilmesi,finansal
yapının ıslahı ile bankacılık yapılanmasının inşaası girişimleri gibi ekonomik hayatı
canlandırmaya yönelik çabaların neden başarısız olduğunun sürecini anlatır.Ona göre

22
Recep Uçar,Gülşen Sayın, Türkiye’de Laiklik Tartışmaları Çerçevesinde Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Derslerinin
Zorunlu Hale Gelişi Ve Din Eğitimi Uygulamalarına Yansıması, İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:2,(2017),s. 269-298
23
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.185-205
24
Necdet Subaşı,Türk Aynının Din Anlayışı,İstanbul,Yapı Kredi Yayınları,1996,s.105-141
“19.yüzyıl dünyasının gerektirdiği siyasi ve idari yapıyı kurmak için çabalayan
reformcular,çağlarına uygun olmayan bir iktisadi altyapı devralmışlardı. Bir başka
deyişle,dünya görüşleri,uygarlık anlayışları ve devlet gelenekleri arasındaki çelişkili
yol,iktisadi engelleri aşamıyordu.Geciken Osmanlı modernleşmesinin çıkmazı buydu
der”25.Aynı düşünceleri “Mardin de Osmanlı devlet adamlarının bir türlü başaramadığı
eksikliği, Osmanlı’nın savaşa/ganimete ve ilkel tarıma dayanan iktisat politikasından
verimlilik esasına dayanan üretim iktisadına geçememeleri olarak görmektedir.” 26 cümlesiyle
ifade ederken suçu devranılan iktisadi yapının sorunlu yapısına vurgu yaparken Babıali
bürokratlarının bu durumu düzeltemiyişlerini reformcuların bir eksikliği olarak görür
.Kısacası sorun belirgin çare ise sisler ardında veya geçmişin iptidai yapısından kopamamakta
yatmaktadır.Bu durum bize Babıalinin bu konuda gereken çalışmayı ve hazırlığı yeterli
seviyede yapmadığını göstermektedir.Oysa “Batı’nın ilmini fennini alalım ama kültürünü
almayalım” mottosu doğru bir yaklaşımdı ve izi sürdürülmeliydi.Lakin bu mottonun kültürel
zeminini oluşturacak Osmanlı düşünce adamlarının yetersizliği maalesef süreci günümüze
kadar taşıdı.Zira modernizm, Aydınlanma felsefesiyle ortaya çıkan ve geleneksel bilgi
anlayışından derin “ontolojik ve epistemolojik” bir kopuşu yansıtan köklü bir değişime işaret
etmektedir. Bir anlamda batının kalkınmışlık algısı Aydınlanma felsefesinin teoriden pratiğe
geçmiş hali olarak görülebilir. Aydınlanma felsefesiyle İlahi kökenli merkez evren
anlayışından insan merkezli bir bilgi ve varlık anlayışına geçilmiştir. Bilgi, bilim ve teknoloji
arasındaki ilişki düşünüldüğünde, endüstrileşmenin ve onun peşisıra gelen iktisadi
yapılanmanın da bu ilişkiden soyutlanamayacağı açıkça görülür. Modernite projesi batının bu
aydınlanma düşüncesinin idealleri üzerinde kurulmuştur.
Ortaylı eserinin sonlarına doğru Tanziamat Bürokratlarına yönelik eleştiri ve ithamları
Keçecizade Fuat Paşa’nın ağzından aktardığı şu nükte ile dile getirerek;“Keçecizare Fuat
Paşa’ya ait bir nükte vardır; muhaliflerinden mürai bir kişi, Bab-ı ali'nin parke döşenerek
genişletilen caddesini över ve pek münasib bir iş yapıldığmı söyler. Paşa da, “bize atılan
taşlarla döşettik”27 Tanzimat adamının eleştirlere nasıl yaklaştığını ve nasıl yol aldıklarını
aktarır.Tanzimat Bürokratları;M.Reşit Paşa,Ahmet Cevdet Paşa, Âli Paşa ve Fuat Paşa,Ahmet
Vefik Paşa, Türk soylu paşaların devlet nizamındaki yenilikçi yaklaşım ve çabalarının kişilik
özelliklerini harmanlayarak aneknotlarla birlikte verdiği eserinin sonlarına doğru Osmanlının
son dönemlerinde Osmancılık bilinci ile değişim ve dönüşüme öncülük etmiş Rum asılı Sava
Paşa ile birlikte ,ilk Atina elçiliğindeki diplomatik manevralarıyla, Yunan ulusalcılarının
nefretini çekmiş ve bütün hayatı bir kolunun sakat kalmasıyla sonuçlanan bir suikaste uğramış
olan Kostaki Musurus Paşa gibi devlet adamlarının İmparatorluğu son yüzyılındaki çabalarını
“Tanzimat tipi, bizim toplumumuzda kendi kendini yetiştiren, eleştiren ve yeni ufuklar
aramaya başlayan insanın ilk örneğidir.Tanzimat insanının oluşumunda geleneğin payı vardır
ama geleneği değiştirme geleneği, Tanzimatçılarla başlamıştır denilebilir.”der. Tanziamatın
bürokrat ve aydın tipinin gelenekçi çizgiden farklılaşma çabalarının toplumsal yaşamda da
karşılık bulduğunu özellikle İstanbul ve gibi büyük liman şehirlerinde görülen orta ve üst
düzey toplum kesimlerinde kadınların varlığının sokaklarda görülmeye başladığının aile
hayatında evlilik ve miras gibi alanlarda gerçekleşitirilmeye çalışılan düzenlemelerin
25
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.205-233
26
Şerif Mardin, Siyasal ve Sosyal Bilimler, İstanbul, İletişim Yay., 1999, s. 52.
27
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.235
toplumun bir kesiminde karşılık bulduğunun,kırsal kesimden çok az da olsa kente yapılan
göçlerin kentlerin dışında gecekondulaşmanın ve bununla birlikte şehirleşme ve çekirdek
aileye geçişin başladığını,buradan şehir mimarisi üzerine ve Balyanlar ve Fossotiler ailesinin
Tanzimat dönemi mimarisine etkisini dair örneklerle aile,şehirçilik,edebiyat tarihe ve hatta
müzecilik faaliyetinin ilk izlerine kadar toplumsal değişimin farklı yönlerini vurgular.
Esasında Ortaylı’nın da ifade ettiği gibi;19. yüzyılın Osmanlı toplumu bir arayış ve yöneliş
içinde idi. Bu yöneliş ve arayışta 20. yüzyıl başında olduğu gibi ulusal niteliği saptamak,
Avrupa sanatı ile yerel veya ulusal özelliklerin sentezini yapmak gibi endişeler henüz ağır
basmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu reform hareketine, misyoner bir tarih bilinciyle
başlamış değildi. Tanzimat hareketinin devrim olarak başlamadığının hir göstergesi de budur.
Tanzimat Türkiye tarihinde devrim değil, devrim hazırlayıcı sonuçlar doğuran bir harekettir.
Tanzimat devrinin ve bürokratlarının devri nasıl bitmiştir sorusunu cevapladığı eserinin
sonuç bölümünde Ortaylı şu ifadelerle bizleri şaşırtmaktadır; “Ali Paşa'nın Bab-ı ali'de
kurduğu otoriter yönetimden nefret edenler “istibdattan” söz etmeğe başlamışlardı. İstibdat
sözü “despotisme” karşılığı kullanılır olmuştu. Oysa daha elli yıl önce bir Osmanlı efendisi
için “istibdat” İslam ülkesindeki bir yöneticinin olağan yönetimini ifadede kullanılabilecek bir
sözdü. İslamcı siyasal kuramda istibdat terimi güçlü ve doğru yönetimle özdeştir.” 28Ortaylının
bunu ifade ederken istibdat yönetim felsefisini hangi islami yönetim kuramından (Sünni veya
Şia) aldığını belirtmemiş olması izahatını şüphe ile karşılamamız için yeterlidir.Aslında bu
satırlarda ifade ettiği İslami yönetim kuramı, İslami aydınlarca teşekkül ettirilebilse idi
Osmanlının o günlerde ve dünyanın bu gün içine düştüğü tüm sorun alanları için ciddi bir
alternatif sunabileği gerçeğini göz önüne almak gerekir.Zira İslam toplum düzeni için
adalet29,ticaret30, ilim31 ,kadın hakları32gibi bir çok alanda aklı başında,modern çağı doğru
okuyabilen islami düşünürlerin kafa yorduğu anda görebileceği üzere istibdat değil özgürlük
sunan bir düzen öngörmekte hatta emretmektedir.Hele hele Allahın, Rasülüne emrettiği ve
tamda istibdat karşıtı Al-i İmran Suresi, 159’da “Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi.
Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer
azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever” ve yine Şura
Suresi, 38’de “Rablerine icabet edenler, namazı dosdoğru kılanlar, işleri kendi aralarında şura
ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edenler”, ayetlerinde ifade
edildiği üzere islami hiç bir kuram, istibdat üzere inşaa edilemezdir.Ancak İslam tarihinde
pratik bulmuş bir takım uygulamaları İslamın yönetim kuramı olarak almak akademik titr
seviyesi yüksek kişiliklere yakışmayan bir durumdur.
Ortaylının sonuç bölümünde ayrı bir akdemik hatası ise Sultan Abdülaziz’in şaibeli ölümünü
oldu bitti kalem oyunu ile sıradan bir vefat durumuna indirgeyen yaklaşımda
görmekteyiz.Nihayetinde geçmişte yaşanmış üzerinde çok su götürür bir tartışma vardır ve
döneminde bu konuda mahkeme kurulmuş,suçlular yargılanmış ve ceza almışlardır.Elbette
dönemin siyasal şartları içinde siyasi duygularla hareket edilmiş olunabilir ve profesyonel bir

28
Ortaylı İlber, a.g.e, sf.269
29
Kuranı Kerim 2/282, 3/21., 4/58.127.129.135.ayetleri
30
Kuranı Kerim 4/29. ayeti
31
Kuranı Kerim 6/143., 21/79. ayetleri
32
Kuranı Kerim 4/ 32.124., 9/ 71.ve 72.ayetleri
tarihçi asla bu durumu göz ardı etmemelidir. Ancak Osmanlı tarihçileri arasında tartışması
halen devam eden bu şüpheli ölümü ki; zira patişahın her iki bileğide kesiktir.Hele hele bu
izahatı suçlu bulunmuş bir şahsın anıları üzerinden intihar diye okumak tarifi zor bir tarihçi
bakıştır.Elbette doğrunun ne olduğunu bu günden bilmek geçmişin bazı olayları için
zordur,ancak burada intihar demek yerine şüpheli ölümü ifadesi doğru bir yaklaşımdan ziyade
zorunluluktur.
Ortaylı’nın da ifade ettiği üzere bu eser,Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılında özellikle
de Tanzimat dönemi içerisinde yaşanan değişim ve dönüşümü,dönemin aktörleri üzerinden ve
bariz bir şekilde o aktörlere duyulan yakınlığı ve korumacılığı açıkca hissettiren bir
denemedir.Eseri;akıcı, açık ve sohbet tarzındaki dili okunur kılmakla beraber akademik
çevrelerde de itibar gördüğü ve çokca ilgi çektiği binlerce atıf yapılmasına neden olsada,
yazarın zaman zaman tarafsızlığını kaybettiğini açıkca görebildiğimiz bir durumdur.Bazı
durumlarda ise haddimize olmasada cehalet gösterdiğini söylemek araştırmamızın ve
insanlığımızın bir gereğidir ki oda, din alanına girdiği hemen hemen her satırda kendini belli
etmektedir.Sonuç olarak Osmanlının son yüzyılını anlamak isteyenler için başlangıç olarak
okunabilecek, tartışma götürmeyecek kadar ve belirgin olan süreçleri gözlemlemede dikkate
alınabilecek bir eser olsada yazarın subjektif yorumları nedeniyle eleştirel bakış açısı ile
okunduğunda göz ardı edilmemesi gereken değerli bir çalışmadır.
KAYNAKÇA

ARAYANCAN Ayşe Atıcı ,(Ed.), Orta Çağ’da Din ve Devlet Doğu Batı Ekseninde, İstanbul,
Yeditepe Yayınevi,2018.
Atıf arama motoru http://atiftarama.com/index.php?makale=imparatorlu%C4%9Fun+en
(ErişimTarihi:28.03.2021)
Başbakanlı Osmanlı Arşivi Rehberi, (2017) Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
D.İ.B https://kuran.diyanet.gov.tr.
Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Yayın No: 147, İstanbul.
İNALCIK Halil,Devlet-i Aliye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar IV, İstanbul,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,2020.
KARPAT Kemal, Osmanlı’da Değişim,Modernleşme ve Uluslaşma,(Çev.Dilek
Özdemir),Ankara, lmge Kitabevi Yaymları,2006.
MARDİN Şerif, Siyasal ve Sosyal Bilimler, İstanbul, İletişim Yay.,1999.
ORTAYLI İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul,Kronik Yayınları,2019.
SUBAŞI Necdet,Türk Aynının Din Anlayışı,İstanbul,Yapı Kredi Yayınları,1996.
TANSEL Fevziye Abdullah,“Arap Harflerinin Islahı ve Değiştirilmesi Hakkında İlk
Teşebbüsler ve Neticeleri (1862-1884)”, Belleten, Cilt: XVIII,Sayı 66, Nisan 1953.
TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr.
UÇAR Recep,SAYIN Gülşen, Türkiye’de Laiklik Tartışmaları Çerçevesinde Din Kültürü Ve
Ahlak Bilgisi Derslerinin Zorunlu Hale Gelişi Ve Din Eğitimi Uygulamalarına Yansıması,
İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:2,2017.
UĞURLU Havva Sinem, Tanzimat'ın din eğitimi anlayışına getirdiği yenilikler, Ankara
Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü,Yüksek Lisans Tezi,Ankara,2010.

You might also like