You are on page 1of 11

AYDINLANMA FELSEFESİ

Klasik felsefe tarihlerinde 18. yüzyıl felsefesine


aydılanma felsefesi adı verilir. İ.Ö. 5. yüzyılda da bir
antik aydınlanma ya da Grek aydınlanması
gerçekleşmiştir. Her ikisinin de Alman düşünürü
Immanuel Kant’ın tanımıyla aydınlanma (Al.
Aufklaerung) adıyla anılması benzer ıralar
taşımalarındandır. Her iki aydınlanmada da inakçılığa
(dogmatizme N.) karşı çıkılmış ve insan usu bilgi ölçüsü
olarak değerlendirilmiştir. Her ikisinde de
spekülasyonlara sırt çevrilmiş, insan ve kültür
sorunlarına eğinilmiştir. Her ikisinde de toplumun
düzenlenmesi amaçlanmış ve bilginin halka
yayılmasına çalışılmıştır. Grek aydınlanmacıları
bilgicilerdi (sofistler N.) 18. yüzyıl aydınlanmasıysa
İngiliz düşünürü Locke’la başlar. Hume, Condillac ve
Fransız özdekçileri bu aydınlanmanın önemli
temsilcileridir. Daha sonra Kant ve ünlü Alman
düşüncecileri (Fichte, Schelling, Hegel) bu
aydınlanmanın geliştircisi olmuşlardır. Gerçek
aydınlanma felsefesiyse 19. yüzyılda gerçekleşmiştir.
(Felsefe Sözlüğü-Orhan Hançerlioğlu - S.22)
Avrupa’da XVII. yüzyılın ikinci yarısıyla, yüzyılın ilk
çeyreğini kapsayan ve önde gelen birtakım filozofların
aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici
yapma ve insan zihniyle bireyin bilincini, bilginin
ışığıyla aydınlatma yönündeki çabalarıyla seçkinleşen
kültürel dönem, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı,
felsefi ve toplumsal hareket.

Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürler,


düşünce ve ifade özgürlüğü, dini eleştiri, akıl ve bilimin
değerine duyulan inanç, sosyal ilerlemeyle bireyciliğe
önem verme başta olmak üzere, bir dizi ilerici fikrin
gelişimine katkıda bulunmuşlardır. öyle ki söz konusu
temel ve laik fikirlerin modern toplumların ortaya
çıkışında büyük bir rolü olmuştur.

Genel olarak değerlendirildiğinde, Aydınlanmayı


belirleyen birtakım tavır ya da eğilimden söz edilebilir.
Bunlar sırasıyla hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık,
ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan
hümanizm, Aydınlanmada, her şeyden önce dünyanın,
sınırları doğa tarafından değil de, ulusal sınırlar
tarafından çizilen, insan! bir dünya olduğu, anlamına
gelir.
Dünya Tanrı tarafından yaratılmıştır, fakat o artık
insanların elindedir. Buna göre, dünya, insanın
değerleri, tutkuları, umut ve korkularıyla belirlenen
insani bir evrede bulunmaktadır. Bu evrede, insanın
evrensel olan doğasına büyük bir inanç beslenmiştir.
Temel duyguların, fikirlerin her yerde aynı olup, ulusal,
kültürel ve ırk bakımından olan farklı¬lıkların yapay
olduğu savunulur. Aydınlanma boyunca, bir yandan
farklılıklara hoşgörüyle bakılırken, bir yandan da
insanın doğası ve gerçek anlamı gün ışığına
çıkartılmaya çalışılır. ‘İnsani olan hiçbir şey bana
yabancı değildir’ sözü, Aydınlanmanın en önde gelen
sloganlarından biridir.

Aydınlanmada hümanizmi tamamlayan tavır ise ateizm


veya deizmdir. Başka bir deyişle, Aydınlanmanın hemen
tüm düşünürleri çoğunluk ateist ya da deist idiler.
Hıristiyanlıktan nefret eden bu düşünürler, batıl
inançlarla, bağnazlık ve dini insanlığın ilerlemesi
önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir. İnanç ve
dine karşı çıkarken akıl ve bilime sarılan Aydınlanma
düşüncesi, Tanrı’nın evrene müdahalesine kesinlikle
karşı çıkmış ve bilimin gerektirdiği kendi içinde kapalı
ve düzenli bir sistem olarak evren görüşünü
benimserken, Tanrı’yı en iyi durumda bir seyirci
durumuna indirgemiştir.
Akılcılık ise, Aydınlanmada insanın rasyonelliğine,
doğuştan getirdiği aklına inançla belirlenir. Buna göre,
akıl insana matematiğin en soyut, en karmaşık
doğrularını anlama ve öğrendiği bu doğruları evrene
uygulama olanağı vermiştir. Aklı yine insana, iyi
planlanmış gözlem ve deneylere dayanarak, doğayla
ilgili sorular sorup yanıtlama imkanı sağlamıştır.
Bununla birlikte, akla ve insanın rasyonelliğine
duyulan inanç, doğa bilimleri ve matematik alanındaki
başarılarla sınırlanmış değildir. Bu çerçeve içinde,
bütün bir toplumun, insan doğasına ve hümanizmin
değerlerine göre, aklın ışığında yeniden düzenlenmesi
gerektiği inancı, Aydınlanmanın en önemli
inançlarından bir başkasıdır. Bu dönemde din bile,
aklın süzgecinden geçirilir ve dinin kendisinden çok,
akıl yoluyla temellendirilemeyen batıl inançlara
saldırılır.

Aydınlanmanın akılcılığını tamamlayan şey, sınırsız


iyimserlik olmuştur. Bu iyimserliğin temelinde ise,
evrenin tüm yönleri ve her ayrıntısıyla rasyonelolduğu
inancı bulunmaktadır. Fiziki evren rasyonel olduğuna
göre, onda bir düzen vardır ve bu düzeni belirleyen şey
de, belli sayıdaki rasyonel ilkelerdir. İnsan varlığı akıllı
bir varlık olduğundan, ya da insan zihninin kendisi de
rasyonel olduğundan, o bu ilkeleri keşfetme ve
evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahip bir
varlıktır. Öte yandan, insan iradesini belirleyen öğe de
akıl olduğu için, insan evrenin yapısına ve düzenine
ilişkin bilgisine dayanarak eylemek durumundadır.
Bundan dolayı, insan varlığı yalnızca kendisini değil,
içinde yaşadığı toplumsal düzeni de geliştirip
yetkinleştirebilir.

Bu bağlamda, Aydınlanmaya damgasını vuran bir diğer


özellik, insan doğasının evrenselliğine duyulan
inançtan başka bir şey değildir. Buna göre, herkes aynı
akla sahip olduğundan, herkes aynı rasyonelliği
sergilediğinden, uygun bir eğitim sürecinden geçmiş
olan herkes aynı doğru sonuçlara ulaşmak
durumundadır.
Aydınlanmanın sonuncu ve en belirleyici yönü,
ilerlemeciliktir. Aydınlanma hareketi içinde yer alan
düşünürlere göre, Avrupa, bütün bir Ortaçağ boyunca
süren bir batıl itikatlar ve bağnazlık dönemini geride
bırakmıştır. Bu bağnazlığın yıkılışında, din karşısında
kesin bir zafer kazanan bilimin etkisi büyük olmuştur.
Modern bilim, evrenin tüm farklı görünüşlere rağmen,
temelde çok büyük, fakat oldukça basit ve düzenli bir
mekanizma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu düzenli
evrenin bir parçası olan insanın olup, insanla içinde
yaşadığı toplum bu bilgi ışığında sonsuzca
geliştirebilir. İnsanın refahı açısından büyük bir
ilerleme kaydedilmiş olduğuna göre sınırsız ve sürekli
bir ilerlemeyi engelleyecek hiçbir şey yoktur.
18. yüzyıl dar anlamda aydınlanma çağı olarak
adlandırılır ve bu dönem felsefesine de aydınlanma
felsefesi denir. Aydınlanma çağı, aydınlanma
felsefesinin 18. yüzyılda doğup benimsenmeye
başladığı dönemdeki düşünsel hareketlere verilen
genel addır. İnsan için bu dönemde kuramsal ve pratik
bağlamları içinde bilinçli bir aydınlanma çabası dikkati
çekmektedir.
Aydınlanma düşüncesi, din ve geleneksel düşünce ve
uygulamaların baskısından kurtularak insanın her
alanda kendi aklının ışığında davranma ve sorun çözme
kararlılığını anlatmaktadır. Özellikle Hristiyan
kilisesinin dinsel yaşam biçimini dayatan baskıcı ve
tutucu uygulamaları, insanların düşünme ve davranış
özgürlüğünü ellerinden aldığı gibi toplumsal
gelişmeye ve ilerlemeye de ket vuruyordu. Bu nedenle
kilisenin toplum düzeni üzerindeki etkisini ve yönetim
gücünü kırmak için Batı dünyasının büyük bir bölümü
din ve dinin uzantısındaki monarşi yönetimlerine karşı
bilinçli bir başkaldırı devinimine girişti. Akıl ve aklı
temsil eden bilimin yol göstericiliğine güvenmiş olarak
bireyler, aydınlar ve düşünürler aynı ruh ve amaçlılık
içinde düşünüp davranmaya başladılar.
Bu devinimin ana yurdu Fransa idi. Bu ülkede
aydınlanmacı düşünceler sadece düşünürlerin
tekelinde olmaktan çıkmış, aydınlar, gazeteciler ve
bunlara benzer kişiler aracılığıyla kamuya açık
merkezlerde üretilerek, tartışılarak halk katmanlarına
ulaştırılmaya başlanmıştır. Kuşkusuz bu kültür
aydınlanmasının öncüleri, aktivist yanları da ağır
basan filozoflar grubudur. Bu kişilere Fransızca
yazılışıyla le phlilosophe deniyordu; bunun nedeni
kendilerini her bakımdan ustaları olarak gördükleri,
İngilizce yazılışıyla philosopher John Locke’dan
ayırmak içindir.
Bu filozoflar grubu, kuramsal felsefelerini
genelde Locke’un deneyimciliği üzerine kurmuşlardır.
Locke, onlar için hem kuramsal, hem pratik alanda
gerçek bir filozoftur; öne sürdüğü epistemolojik ve
politik görüşleriyle aydınlanmacı filozoflara
aydınlanmanın temel gramerini sağlamıştır. Onlar için
felsefede aklın kullanımı, doğuştan düşüncelerden ya
da kendiliğinden açık ilk ilkelerden türeyen büyük
felsefi sistemlerin kurulması anlamına gelmiyordu. Bu
anlamda bir önceki yüzyılın kurgul metafiziğine sırt
çevirdiler.
Onlara göre aklın kullanımı görüngülerin
(fenomenlerin) kendilerine gitmek, gözlem yoluyla
bunların yasalarını ve nedenlerini öğrenmekti. Bu
nedenle, bilimsel düşünceye ve gelişmeye büyük katkı
yapması bakımından Newton’un yapıtından da
etkilenmişlerdir. Böylece bilim alanında sağlanan
gelişmenin, fizikten psikolojiye, ahlaka ve toplumsal
yaşamın tüm alanlarına yayılacağına güçlü bir biçimde
inanıyorlardı. Bundan böyle dinin engellemesinden
kurtulan özgür akıl her alanda insan onuruna yakışır
ilerlemeleri sağlayacak biricik araç olarak
görünüyordu.Aydınlanma düşünürlerine göre aklın
kullanımı, fenomenlerin kendilerine gitmek, gözlem
yoluyla onların yasa ve nedenlerini öğrenmekti.
Bu düşünürlerin tümünün dine karşı olan tutumları,
daha çok dinsel kurumların yozlaşmış ve çağ dışı
kalmış uygulamalarından kaynaklanıyordu. Aralarında
Tanrı kavramını tümüyle dışlayanlar olmasına karşın,
evrenin bir ilk ilkesi olarak inancı temsil eden deist bir
yaklaşıma ya da bir akıl dinine inananlar da yok değildi.
Kısacası, dinsel dogmaların, batıl inanışların ve akıl
dışılıkların insan yaşamından uzaklaştırılması, insana
onurluca bir yaşamın kapılarını açan temel hak ve
özgürlükler için mücadele sürecine girilmesi,
aydınlanma döneminin en temel yönelimidir.
Aydınlanma felsefesi ya da 18. yüzyıl felsefesi; genel
olarak insanın kendi yaşamını düzenlenmesini yeniden
gündeme almış, hem düşüncenin, hem toplumsal
yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin
fikirsel/felsefi başlatıcısı olmuştur. Bu yüzyılın
sonlarına doğru meydana gelen Fransız devrimi (1789),
ve ardında gerçekleşen modernleşme süreçleri,
düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını
aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.

FRANSIZ DEVRİMİ
Bu dönemde; din ya da Tanrı merkezli toplumsal
yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte akıl
merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır. Geniş ve
genel anlamıyla aydınlanma, orta çağda hüküm süren
dünya görüşüne karşı yeni bir dünya görüşünün ortaya
çıkması ve temellendirilmesi olarak belirtilir. Bu yüzyıl
yeni bir ideal ile tarih sahnesinde yer alır; bu ideale
göre, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin
ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen
olmalıdır ve bu kültür sonsuz bir şekilde ilerlemelidir.
Böylece ilerleme ideali, insanın geleneğin köleliğinden
kurtularak sürekli mutluluk ve özgürlük yolunda
gelişeceği düşüncesine dayandırılır.
Aydınlanma felsefesinin kaynağı Rönesans felsefesi ve
özellikle de 17. yüzyıl felsefesinin ortaya koyduğu
ilkelerdir. Rönesans’tan itibaren düşüncenin tarihsel
otoritelerden kurtulması, bilgi ve yaşam hakkında akla
ve deneyime dayanmaya başlaması söz konusudur. 17.
yüzyıl da bu gelişmeler sistemleştirilip temel ilkelere
dönüştürülmeye başlanmış, rasyonalizmin
belirginleştiği bu yüzyılda aydınlanma felsefesinin
düşünsel temelleri bir anlamda hazırlanmıştır.
Sekülerleşme aydınlanma felsefesinin ve genel
anlamda aydınlanmacılığın her tür girişiminde temel
olmuş olan bir yönelimdir.
18. yüzyıl felsefesinde bir yanda rasyonalizmin öte
yandan empirizmin güçlenmesi ve bunlardan meydana
gelen teorik sorunların yeni bir takım sentezlerle
aşılmaya çalışılması söz konusu olacaktır. Aydınlanma
çağı, aklın ışığında felsefenin de yepyeni bir
etkileyicilikle ortaya çıkışına, yaygınlaşmasına, yeni
sentezlerle sistematikleştirilmesine etki etmiştir. Bu
bakımdan bu yüzyıla “felsefe yüzyılı” denmesi de söz
konusudur.

Bu dönemin başlıca düşünürleri


arasında Bayle, Montesquieu, Voltaire, Condillac, Helvet
ius, Diderot, d’Alambert, Lametrie, d’Holbach ve
Cabanis’in adlarını sayabiliriz. Ayrıca kısmen
aydınlanmaya karşı, kısmen aydınlanmadan yana,
kendine özgü bir düşünür olan Rousseau’nun da yerini
yine bu dönem olarak göstermemiz gerekir. Kuşkusuz
bu düşünürlerin tümünü bu kısıtlı sınırlar içinde ele
almamız olanaklı görünmemektedir.
Aydınlanma Felsefesinin Özellikleri
1. Akla duyulan güven nedeniyle sadece dinsel değil,
siyasi otporitelerede başkaldırılmıştır.
2. Laik bir dünya düzeni benimsenmiştir.
3. Düşünce özgürlüğü ve hoşgörü fikri ortaya çıkmıştır.
4. Sistemci felsefelerin yerini ; dil, kültür, toplum,
sosyal düzen konusundaki düşünceler almıştır.
Filozofun yerini aydın, düşünür, yazar almıştır.
Aydınlanma Dönemi Filozofları
John Locke, George Berkeley, David Hume, La
Mettrie, Immanuel Kant, Johann Gottlieb, Fichte,
Schelling, Jean Jacques Rousseau, François
Voltaire, Montesquieu, Adam Smith, Marquis de
Condorcet, Georg Wilhelm Friedrich Hegel.
KAYNAKÇA; https://aydinlanma-felsefesi.nedir.org,
https://www.felsefe.gen.tr/ MERT AYHAN 11-G 825

You might also like