You are on page 1of 24

ARKEOLOJİ ve İLKESELLİK

I.ÖZ

Sosyal bilimler felsefesindeki düşünsel dönüşüm dönemleri kronolojik bir sınıflandırmayla 4 aşamada
tanımlanabilir. Birinci aşama M.Ö.7. yüzyıldan M.S. 5. yüzyıla kadar süregelen Antik Felsefe Dönemi, ikinci
aşama 5. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süregelen (1453 İstanbul’un Fethi) Ortaçağ Felsefesi Dönemi, üçüncü
aşama 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonuna kadar devam eden Modern Felsefe Dönemi ve 19. yüzyıldan başlayarak
günümüzde de halen gelişimini göstermekte olan Postmodern veya Çağdaş Felsefe Dönemidir (Von Aster, 2005;
Cevizci, 2012:16).

Bilim felsefesine (epistomolojiye) etki eden ve medeniyetleşmenin lokomotifi olan düşünsel evrimin belirleyici
pratikleri üzerinden de kuramsal bir sınıflandırma yapılabilir. Bu düşünsel dönüşüm süreci içerisinde birinci evre
toplayıcılık ve avcılık ekonomisi paralelindeki sihirsel düşünüş, ikinci evre tarımsal üretim ve üretim fazlası
sosyal artı paralelindeki metafizik düşünüş, üçüncü evre ise sanayi üretimi paralelindeki bilimsel düşünüş olarak
tanımlanabilir (Şenel, 1996: 275-277).

Bu dönemsel sınıflandırmalar yapılırken özellikle vurgulanması gereken husus felsefi düşünüşün ortaya
çıkışında ekonomik ve sosyal değişimlerin etkisidir. Üretim biçimlerinde, ekonomik faaliyetlerde ve dolayısıyla
toplumsal farklılaşmalarda görülen özgün (spesifik) özellik ve tecrübeler içinde bulunduğu çağın düşünüş
biçimini etkiler ve felsefi dönüşümün temel dinamiği aynı zamanda etken ve edilgeni olur. Hayatta kalma
içgüdüsüyle içinde yaşadığı ortamı şekillendiren ya da uygunlaştıran birey ise tüm bu kategorilerin oluşumunda
birincil etkendir (Horkheimer, 1998: 125-126).

Bu noktada, tarihsel ilerleyiş paralelinde ortaya çıkan düşünsel ya da felsefi farklılaşmalar toplumsal dönüşümün
hep pozitif yönde olacağı iddiasının geçerliliğine bağlı olarak sadece yanlıştan doğruya ya da iyiden daha iyiye
evrilen süreçler olarak tanımlanamaz. Her dönemin bireyi dolayısıyla toplumu etkileyen kendi iç dinamikleri,
yanlışları, doğruları, özellikleri ve farklılıkları vardır. Tarih ve arkeoloji gibi sosyal bilimler de içinde
bulundukları zaman diliminin birer öznesi, betimleyicisi ve nesnesi ya da etken ve edilgeni olduğundan
kuramları da bu yönde şekillenir ve bu kuramlar yine zamanın hakemliğinde geçerlilikleri yargılanacak ilkelere
sahip olur.

Söz konusu çalışma kapsamında sanayi toplumunun pratikleri üzerinden şekillenen bilimsel düşünüş biçimi
Modernizm ve Post Modernizm kavramsallaştırması çerçevesinde arkeolojik uygulamalar ve bunların ilkesel
nitelikleri üzerinden değerlendirilmeye çalışılacaktır.

II.MODERNİZM NEDİR ?

Modern sözcüğünün kökeni “Modernus” Latince “Modo” ve “Hodiernus” kelimesinden türetilmiştir.


Türkçeleştirmek gerekirse; modo sözcüğü “hemen şimdi” hodiernus ise “bugün” anlamındadır (Kumar,1999:
88). Modern kelimesi ise ilk kez Hristiyan inancına sahip toplumları Romalı ve Pagan geçmişlerinden ayıran ve
çağdaşlaşmaya işaret eden bir kavram olarak kullanılmıştır (Kızılçelik, 1994: 87 ;Habermas, 1994: 31-32). Aslen
bir zaman kavramı olan modern sözcüğü eski ve antikite sözcüklerinin zıt anlamlısı olarak türetilmiştir
(Therborn, 1996: 61). Ancak moda anlamına geldiği ve gelip geçiciliği tanımladığı da öne sürülmektedir
(Rockmore, 1989:233; Küyel, 1977:37).

Modernizmin ana hedefi olan çağdaşlaşma ise toplumsal yapıda uzmanlaşma ya da mesleki ehilleşmenin ön
plana çıktığı sanayileşmiş, şehirleşmiş, eğitim seviyesi artmış, kullandığı kitle iletişim enstrümanları çeşitlenmiş
ve teknolojisi gelişmiş bir toplumsal yapıyı tanımlar. Bu tanımlamalar dahilinde, modern ve çağdaş
sözcüklerinin anlamları incelendiğinde her ikisinin de yerleşik ve ön kabullü geçmiş düşünüş biçimine reaksiyon
(tepki) olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Modernizm düşüncesine kaynaklık eden Rönesansın anlamına
bakıldığında da, söz konusu kavramın Renatio “Yeniden Doğuş” sözcüğünden türemesi itibariyle yerleşik
düşünce yapısına bir tepki olduğu söylenebilir (Davies, 2006: 511). Rönesansın mottosu “dünyayı ve insanı
keşfetme” arzusudur.

Bu kapsamda aklın duygular, güdüler ve ön kabuller üzerindeki üstünlüğünün sağlanarak mevcut düşünsel
altyapısı ve dinamikleriyle düzenlilik durumuna geçemeyen toplumun akıl sahibi aktörler ve onların üretimi
nesneler ile şekillendirilmesi modernleşmenin temel hareket noktası olmuştur (Baumann, 2003:13; Foster,
1983:5).

1
Modernizm ve çağdaşlaşmaya evrilen düşünsel dönüşümün bilimsel, siyasal ve teknik dinamiklerinden olan
Rönesans, 15 inci yüzyılın ilk yarısından 17 nci yüzyılın sonuna kadar Avrupa Ortaçağ düşüncesinden
uzaklaşarak Yakınçağ’a hazırlanışı temsil eder. Ortaçağın içine kapalı, bilimi amaç edinen, birey tarafından bir
dogma olarak sahiplenilen ve kesinlik taşıdığına inanılan tartışmasız bilgi anlayışı Rönesansla (İtalyanca
Rinascimento: Yenidendoğuş) ya da antikiteye dönüşle analitik düşünme süreçlerinden oluşan, sorgulanan ve
deneyselliği ön planda olan bir bilim anlayışına bırakmıştır (De Libera, 2005:15). Bu dönüşüm sürecinde ortaya
çıkan bilgi kümülatifi (birikimi) farklı bilim disiplinlerinin birbirleriyle çalışmalarını zorunlu kılmış, bilginin
metodik olarak gelişimi ve aktarımı için akademiler kurulmuş, ansiklopedi projeleri ortaya çıkmıştır. İngiliz
Francis Bacon’ın “Novum Organum” adlı eseri, Rönesans ile başlayan bilgi oluşumuna ilişkin bu kuramsal
yenilikler dönemini ve düşünsel değişim bilincini ortaya koyan temel bir başyapıttır (Bacon, 1999; Altuntek,
2009:29).

Modernizmin ilkesel temelini oluşturan Aydınlanma Hareketi 1688’deki İngiliz Devrimi sonucu olan bir süreçte
kilisenin toplum üzerindeki etkisinin azalması ve toplum anlayışının durağanlıktan sıyrılmasıyla birlikte ilk kez 1
Avrupa’da ortaya çıkmıştır (Jeanniere, 1994: 120; Cevizci, 2012: 326). Bu paradigma değişikliğine neden olan
çalkantılı süreç “Avrupa’nın vicdani buhranı” olarak ta tanımlanır (Hazard, 1935). Kant’a göre “Aydınlanma
insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olamama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olamama durumu
ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır”(Kant, 2000:17).

Düşünürler bu dönemde kendilerini eleştirilerle, mektuplarla, sözlüklerle, romanlarla, şiirlerle, tiyatroyla ve


sistem açıklamalarıyla tanımlamışlardır. Almanya’da ise bu dönem “Aufklärung” ya da “Enlightment”
Aydınlanma olarak tanımlanmaktadır (Adorno, 1996: 200-257; Altuntek, 2009:28,). Aydınlanma Dönemi, katı
ve dogma temelli sınıfsal ayrıcalıkların oluşturduğu soyut dünya görüşüne karşı burjuvazinin şekillendirdiği
düşünsel bir dönüşüm hareketidir (Lash, 1990:123).

Aydınlanma, bilimsel ve deneysel yöntemlerle edinilen bilginin doğayı ve toplumu çözümlemede daha etkin
olduğu savıyla sekülerizmi (laiklik) ön plana çıkarmış dogmatik ya da mistik temelli bilgi kategorilerini red
detmiştir (Docherty, 1995:14; Cevizci, 2012:324). Modernizm kavramlaştırmasına kaynaklık eden bu hareket
insanlık tarihi için akıl, düşünce ve farkındalık kavramlarının ön plana çıktığı ve gelenekselleşmiş kimi düşünsel
tabuların ortadan kaldırıldığı bir ilerleme dönemi olarak tanımlanabilir (Touraine, 1995: 25-26; Çiğdem, 1997:
21). Bu dönemde, dogmatik ve metafizik öğretilerle şekillenen bilgi anlayışının yerini nesnellik ve bilimsellik
almıştır. Bu kapsamda, ideal bilgiyi elde etmek için bireyin dogmatik, düşünsel ve statik nitelikli kuramsal ön
kabullerden arındırılmış özgürlüğü en makbul ve üstün vasıf olarak tanımlanmaktadır (Swingewood, 1998:
50).Örneğin Kant Aydınlanmayı "Sapere Aude", “Aklını kullanma cesaretine sahip ol” diye tanımlar.

Aydınlanma düşüncesiyle ortaya çıkan bireyselliğin ve aklın toplumları rasyonalize edeceğine dair amaç
doğrultusunda modernizm bir dönüşüm projesi olarak da adlandırılabilir. Bu dönüşüm kapsamında günlük
hayata dair pratiklerin yerleşik, sabitleşmiş ve geleneksel niteliklerinden arındırılacağı öngörülmüş, nesnel bilim
ve evrensel ahlak gibi düşünsel hedefler konulmuş, doğa üzerinde kurulacak tam bir hakimiyet ile kaynakların
en iyi şekilde kullanılacağı düşünülerek insanlığın kurtuluşu modernizm ile açıklanmıştır (Şaylan, 1996: 18;
Harvey, 1998: 24).

Bu kurtuluş doktrininden feyz alan modernizm kavramının temelinde pozitivizm, teknoloji, evrensellik ve
akılcılık yatmaktadır. Ancak modernizmin sayılan referanslarına dayalı olarak bireyin düşünsel, sosyal ve
kültürel gelişimine dair bir kusursuzluk iddiası zaman potasında karşılaşılan kimi olumsuz olay ve tecrübelerle
eleştirilere konu olmuştur. Aynı eleştiri modern çağın düşünsel doktrinini belirleyen ilerleme, evrim, devrim,
özgürlük ve demokrasi gibi kavramlarının ortaya çıkışında da etkili olmuştur (Paz, 1994: 89) . Ancak temelde
modernizme doğru ilerlemeyi belirleyen beş unsur bilimsel, siyasal, kültürel, teknik ve endüstriyel devrimlerdir
(Jeanniere,1994: 16). Dogmatik önyargılardan arındırılarak akılcılık ve bilimsel ilerlemeyle harmanlanan
Aydınlanma Düşüncesine göre ilerleme “ilkelin basitliğinden ya da tekdüzelikten uygarlığın karmasıklığına,
doğaya bağımlılıktan doğaya hakimiyet iddiasına ve yokluktan zenginliğe geçişi” ifade eder. Bu tanımlama
paralelindeki tarih anlayışı ise mükemmelliğe erişmeyi hedefleyen ve doğrusal olarak ilerleyen bir süreci
tanımlar (Cevizci, 2002:14).

Aydınlanmanın akılcılasmaya tanıdığı bu öncelik, anlam ve gerçekliğin tek ölçütü olarak akıl sahibi bireyi
yüceltmiş ve bireyciliğin ön plana çıkmasına sebep olmuştur. Özgürleşme olarak kavramlaştırılan bu sürecin
hedefi politik, ekonomik ve bilimsel anlamda toplum için en faydalı düşünsel atmosferin yaratılması çabasıdır
(Cevizci,2002: 15-18). Özellikle bilimsel bilginin oluşturulması aşamasında metodik ve sistematik modellerin
kullanımıyla bilginin öznellikten arındırılarak nesnel ölçütlerle sınanabilirliği ve anlaşılabilirliği sağlanmaya
çalışılmıştır (Cahoone, 2001: 43-44).

2
II.1.Modern Bilim Yaklasımının İlkesel Çerçevesi

Modernizmin temel düşünsel dinamikleri Aydınlanma, Rasyonalizm, Rasyonalizasyon (Akılcılık) , ilerlemeye


dayalı bilimsellik, ulus - devlet ve sekülerizm (laiklik) olgularıyla şekillenir (Jeanniere, 1994:16) .

Bilimsel ilerleme verilerin birikimiyle ya da bilgi kümülatifiyle oluşur. Bilimsel bilgi tek ve yegane bilgidir.
Metafizik iddialar, normatif ifadeler, değer yargıları ve kanaatler meşru bilgiler olarak kabul edilemez.

Deney ve gözlemlere dayanılarak (Ampirik) ve akıl yürütme (Rasyonel) yoluyla edinilen verilerin derlenmesi,
incelenmesi ve değerlendirilmesinde ve kuram oluşturulmasında kural koyucu bakış açılarına, değer yargılarına,
kanaatlere ve öznelliğe yer yoktur. Bilim insanı ya da araştırmacı gözlemlediği olgu veya olaydan bağımsız
olarak değerlendirilir.

Bilgiye ancak mantık ve matematiği kullanarak, doğa bilimlerinin yöntemleri ile ulaşılabilir. Kavramlar,
gerçeklerin sayısal olarak ölçülmesine olanak verecek şekilde işlevsel hâle getirilmelidir.

Bilimin amacı, neden-sonuç ilişkilerini açığa çıkarmak ve düzenlilikleri açıklayan kanunlar ortaya koymaktır
(Altunısık, 2002: 4). Sosyal bilimlerin sağlam bir zemin üzerinde araştırdıkları konu başlıklarını güçlü sonuçlarla
ortaya koymalarının yolu beşeri kültür ve deneyimin çok büyük bir bölümünün belirli bir bağlamda anlamı
yaratan yasalar ve basit terimlerle açıklanmasıdır. Bu sağlam zemin Yapısalcılıktır (Konstrüktivizm).
Yapısalcılığa göre doğru bilgi bir inşadır (De Saussure, 1998;Cevizci, 2012:646).

Bilimsel çalışma bilmek için yapılır ve bilimsel çalışmanın neticesi bildiğini aktarmadır.

Bilmek temelli bilimsel çalışmanın çıkarımı açıklamadır. Açıklama tek ve nesnel nitelikli bir bilim insanı pratiği
olarak tanımlanır. Açıklamada ön şart açıklanan olgu, durum ya da konunun bilinmesidir. Açıklama deney ve
gözleme dayanır. Açıklama pratiğinde araştırmacı tarafından bilinen aktarılmaya çalışılır.

Bilimsel bilginin niteliğini a pasteriori (deneyden sonra gelen, deney ve gözlem sonucu, doğruluğu tecrübeye
bağlı olarak belirlenebilen) olarak tanımlar.

Modernizm nesnelliğin ve evrenselliğin egemen olduğu bir toplumda ilerlemenin kaçınılmaz olduğunu savunur
ve modern dünyada yaşanan bilimsel ilerlemenin getirilerinden yola çıkarak tekil akıl yerine evrensel aklın
hakimiyetinin modernleşmenin kaynağı olduğunu öne sürer (Yılmaz, 1996: 96).

Modernizm birey ve toplumun kendi insiyatifiyle düzenlilik aşamasına gelemediği öngörüsünden yola çıkarak
düzenlilik halinin aklın duygular, bilginin cehalet üzerindeki tahakkümüyle ortadan kalkacağını öngörür
(Baumann, 2003).
II.2.Modern Bilim Yaklasımı İlkelerine Eleştiriler

Ancak Modernizm bilgi kuramsal çerçevesi ve toplumsal yaşam üzerindeki mükemmel olmayan etkileri
bakımından zaman içerisinde birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

Toplumsal ve sosyal alandaki türdeşlik iddiasına bağlı olarak büyük (makro) teoriler ve üst anlatıların oluşması,

*Tarihsicilik olarak tanımlanan yaklaşım kapsamında sosyal bilimlerin tarihsel ve evrimsel kuramlara
dayanarak insanlığın geleceğine ilişkin kehanette bulunabileceği öngörüsü (Popper, 1995:114),

Modernizmin birey ve toplumların geçmişteki kökenini açıklama ve gelecekte varacağı hedefleri tanımlama gibi
iddialı bir üst anlatı ile kurgulanması ve kimseyi kapsamı dışında bırakmadığı düşüncesi çerçevesinde her şeyi
bilme-anlama iddiasıyla kendisini toplumsal merkezde konumlandırması,

* Tarihsici bakış açısına göre her çağ, her dönem, her asır ve her zaman yalnızca kendisini, kendi geçici izlenimlerini,
duygularını ve arzularını dışarı vurur. Tarihsicilikte tarihsel bir olaya ilişkin mutlak gerçek iddiası ortadan kalkmıştır ve
zaman çözümlenmesi konusunda gizemli olarak tanımlanır (Kroner, 2010: 640) .

3
Avrupa’nın temelde kaynak arayışı temelli saldırgan sömürgecilik faaliyetlerini akılcıl, anlaşılabilir ya da
mantıklı bir hale getirmek (rasyonalleştirmek) için araçsallaştırılması; sömürgeleştirilen ve insanları da dahil
tüm kaynakları kullanılan ülkelerde toplumsal farklılıkların değiştirilmesi ve çağdaşlaştırılmasını beyaz adamın
sorumluluğu (white man’s burden) olarak görmesi (Shiva,1993; Stephanson, 1995),

Modernizmin doğruya ve gerçeğe ulaşmanın tek yolu olarak zamana ve tarihe uyum sağlamış çağdaş ve akıl
sahibi bireyi ön plana çıkarması ve kendisince tolerans görmeyen farklılıkları düşünsel merkezine yaklaştırmayı
ve uygunlaştırmayı ahlaki (etik) bir sorumluluk olarak görmesi (Baumann, 1992:14),

Modernizm ve Aydınlanma öncesi gerçekliğin dinsel, mitolojik, dogmatik ve tekil karakteri eleştirilmesine
karşın modernizmle birlikte ortaya çıkan akılcılaşma ile bireyin kutsanması,

Modernizm öncesi insana dair olan her şey yaratıcının birliği mottosu ile açıklanırken modernizmle birlikte birey
ve akıl tekelleşmesinin üstünlüğünün bir ön kabul haline gelmesi,

Modern düşünüş biçiminin kuramlar ve sistemler üzerinde kurgulanmış bütünlükçü ve tekilci bir anlayışa sebep
olması (Knapp,1996:131), bilimsel *ortodoksi yaratma eğiliminde olduğunun öne sürülmesi,

Dünyanın kuramsal ve kategorik bir çerçevede değerlendirilerek, matematiksel bir deneysellikle sınanamayıp
yararlılığı tespit edilemeyen her konu başlığının bilim dışı tasnif edilerek şüphe ile karşılanması ve reddedilişi,

Özgün nitelikleri olan insanı ve ona dair olanı tümevarım ve genellemelerle tanımlamaya çalışırken farklı olan
ve istisnai kalanların değerlendirmelerden uzak tutulması (Denzin, 1991:2; Mutman ve Yeğenoğlu, 1992:47),

**Frankfurt Okulu’nun Neo Marksist Kuramına göre Batı toplumlarında bireylerin özerkliklerini yitirme
tehlikesiyle karşı karşıya olması ve düşüncede totaliterleştirme eğiliminin kapitalizmle birey arasındaki ilişkiyi
düzenleyen temel varsayım olması (Cevizci, 2012:631),

Genelin bilgisine sahip olunurken özel olanın bilgisinin değerlendirmelerde periferide kalması,

Akıl hakimiyeti ile doğanın kontrol altına ya da açıklanmaya çalışılmasının doğanın anlamlandırılması
bakımından çok boyutlu yaklaşımların sınırlandırılmasına sebep olması,

Üst anlatılarla ve kurucu mitlerle sosyal entegrasyon doktrini altında toplumsal bütünleşmeler sağlanmaya
çalışılırken farklılıkların bütünlükler uğruna ikinci planda kalması, (Anderson, 2007: 21-51) .

Rasyonalite, bilgi, hakikat, gerçeklik, iyilik veya doğruluğa ulaşmanın yegane yöntemi olarak tanımlanan
tarafsızlık iddiasındaki pozitif bilimlerin kimi ajandalarda yer alan insan zaafından kaynaklı hedeflere ulaşma
yönünde araçsallaşarak birer üst anlatı haline gelmesi (Bernstein, 2009:11),

Doğa üzerinde kurulan hakimiyet ve ulaşılan ileri teknolojilerin etkisi altında üretim ilişkilerinin bilime etki
etmesi ve kültürü konu alan sosyal bilimlerin de bu etki altında sosyal arz-talep dengesini gözeterek kültür
pazarının bir öğesi olması ve yarattığı tek boyutlu düşünsel ve davranışsal gelenekle birey için bilimsel bir
tahakküm gücü haline gelmesi (Marcuse, 1975:27- 76),

*ortho (doğru) doksia (inanç, yol, öğreti) Bütünlükçü ve tekilci bir yaklaşımla sistem ve teoriler üzerinden
bilgiye ulaşmaya çalışır)

** Tarihsel materyalizm insanlık tarihini incelerken sosyo-ekonomik gelişimi diyalektik bir ilkesel çerçeveden
belirlemeye çalışır. Kültür gibi sosyal hayat pratiğinin sonuçları ekonomik ilişkilerle ilintilenir. Toplumsal altyapıyı
Ekonomi ve Üretim biçimleri; toplumsal üst yapıyı ise bu ilişkilerin bir sonucu biçiminde kültür, sanat ve felsefe
oluşturur.

Neo-Markiszm, 1923 yılında Marxizme, mevcut sosyoloji kuramlarına, geleneksel bilim felsefesi anlayışına bir
tepki olarak doğan Frankfurt Okulu’nunNeo-Marksist temel savları Thedor W.Adorno, Herbert Marcuse, Max
Horkheimer ve ilerleyen yıllardaki en önemli temsilcisi Jürgen Habermas tarafından belirlenmiştir Okulun ortaya
çıkışında, Batı Avrupa’daki işçi sınıfı hareketlerinin I. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllardaki ağır yenilgisi, Avrupa’daki
işçi hareketlerinin Moskova'nın denetimi altına giren hareketler şeklinde gelişmesi Rus Devriminin Stalinizme dönüşmesi
ve nihayet Faşizm ve Nazizm'in yükselişi etkili olmuştur.

4
Modernizmin etkisi altında yaratılan kültür endüstrisi ile bir kuramdan çok üretim ilişkilerinin etkisi altında
şekillenen pragmatik (faydacı) bilimsel faaliyetlere eğilimin söz konusu olması (Adorno ve Horkheimer, 1996:7-
8).

Bireyin modern toplum için kurgulanan temel ihtiyaçlara ulaşma seviyesine bağlı olarak mutluluk düzeyinin
artması ya da azalması ve bu çerçevede modern toplum paradigmasının ulaşılan mutluluk seviyesi paralelinde
bireyi modern geleneğe entegre etmesi (Adorno, 1998: 206-207) .

III.POST MODERNİZM NEDİR?

Postmodernizm kavramı İngilizce ve Fransızca dillerindeki post (sonrası) ve modern (modern) sözcüklerinin
birleştirilmesiyle ortaya çıkmış olup “modernden sonra gelen aşama” olarak tanımlanabilmektedir. Ancak
kelime anlamı dışında post modernizm sözcüğünün kavrama anlam yükleyen kişi ve düşünsel yaklaşım sayısına
paralel oranda farklı tanımı bulunmaktadır (İnan, 2004:32; Armağan, 1995:53; Fukuyama, 1993: 13-52)
Örneğin Postmodern düşüncenin başlangıcı olarak *Nihilizmin kurucusu Nietzsche’nin fikirlerini işaret edenler
de olmuştur (Vattimo, 1999: 207).

Modernizmin lokomotifi olan bilimsel devrim, sanayileşme ve teknolojik gelişim ile birlikte toplumsal
dönüşümler de hız kazanmış, tüketim biçimlerinde görülen farklılaşmayla endüstriyelleşme sosyal hayatı
şekillendiren bir etken haline gelmiştir. Özellikle ağır sanayi üretiminde girilen yoğun rekabet ve hammadde
kaynaklarına ulaşma maksatlı kesişen çıkar ve arayışlar Avrupa Kıtasındaki endüstriyelleşmiş ülkeleri
etkilemiştir. Bilim pratiği bakımından üretim ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli sistemler, deneysellik ve
gerçeklenebilirlik ön plana çıkmıştır. Doğa üzerinde kurulan hakimiyet ile birlikte geleneksel ve yerleşik olan
referanslar üst anlatılaşmış haliyle reddedilmiş; ihtiyaçlar doğrultusunda kaynakların nasıl kullanılarak
değiştirileceği ve toplumsal revizyon projeleri daha da önem kazanmıştır (Feyerabend, 1999: 7).

Tanımlanan kaynak arayışına bağlı kesişen ülke çıkarları, hammadde rekabeti bağlamındaki ülkelerarası çatışma
ortamı ve sayılan bu gerekçelerin etkisinde yirminci yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran I. ve II. Dünya
Savaşları neden oldukları ekonomik ve sosyal tahribat ile etik (ahlaki) ve düşünsel bir sarsıntının da kaynağı
olmuştur. Böylelikle tarihsel ilerlemenin beraberinde tekamülü (olgunlaşma, gelişim, evrim) getireceği fikri ya
da ideası Modernizm Çağının endüstriyelleşme ihtiyaçları paralelinde yarattığı çatışma ve tahribat ile ortadan
kalkmış; modernizmin iddialı üst anlatıları ve ütopyası itibar kaybetmiştir.

Dünya Savaşları çağına modernite ve pozitivizmin bir sonucu olarak bilimsel ilerlemenin toplumsal barış
getireceği düşüncesi hakimken pozitif bilimlerin neden olduğu silah ve kitle imha teknolojilerindeki sıçrayış
milyonlarca insanın can kaybına yol açmıştır. Modernizmin bilimselliği yücelten mükemmellik iddiası zamana
yenik düşmüş açlık, fakirlik, faşizm, savaş, katliam ve soykırımlar tarihsel bir özeleştiriyi beraberinde getirmiş
ve modernizm eleştirisinden kaynaklı olarak Post Modernizm teriminin kavramsallaştırılması sağlanmıştır .

Lyotard’a göre II. Dünya Savaşı sonrası dünya post endüstriyel çağı yaşamaya başlamıştır. Postmodern Dönem
olarak ta tanımlanabilecek süreçte bilginin önemi ve değeri farklılaşmıştır (Lyotard, 2000:16). Uluslararası
şirketlerin dünya ekonomik ve kültürel sistemini etkilemeye başladığı ve sosyal dönüşümün tüketim
alışkanlıkları ile şekillendiği dönemde dünya Post Modernizm ile sıfatıyla kavramlaştırılmaktadır (Jameson,
2011).

Modernizmin yaşadığı bu sorunlar çerçevesinde toplumsal direnç noktaları ve tepkisel hareketler oluşmuştur. Bu
kapsamda, Postmodernizm bazen Modernizmin bir devamı olarak bazen de moderniteden bir kopuş olarak
tanımlanmıştır (Huyssen, 1994: 108). Ancak ne olursa olsun Post Modernizm modernliğin açmazlarına karşı bir
başkaldırı ya da bir eleştiri olarak tanımlanabilir. Post Modernizm kavramsal olarak ve bilim dallarına etki ediş
biçimi ile farklı tanımlamalara sahipken düşünce tarihinde ulaşılan kuramsal birikim ve farklılaşmaların da bir
sonucu olarak çerçevesi net olarak belirlenmiş bir düşünsel ya da felsefi ilkeselliğe sahip değildir (Soykan, 1993:
116).

* Almanya’da ortaya çıkan Nihilizm; 19. yüzyıl ortalarında Schopenhauer’la yaygınlaşmış ve son olarak Nietzsche’yle
sistemleşmiş felsefî bir yaklaşımdır. Bu felsefi yaklaşıma göre her çeşit bilginin imkanı reddedilir. Nihilist düşünce
sistemine göre doğru bilgiye ulaşma imkanı bulunmamaktadır ve varlık her şekliyle şüphe ile karşılanmakta her türlü üst
anlatı ve otoriteye karşı çıkılmaktadır (Schopenhauer 1958, Nietzsche 1990, Nietzsche2002).

5
Bu aşamada, post modern çağ pozitivist düşünce ve akılcılığı sahip oldukları üst anlatıların kutsanmışlığı
sebebiyle reddetmekte; kuralsızlık, belirsizlik ve eleştirelliği ön plana çıkarmaktadır. Neden sonuç ilişkileri
bakımından post modernist yaklaşım çerçevesi belirli kuramsal şablonlara oturtulmuş veri analizi yapmak yerine
ihtimaller, periferiler ve istisnai olanların göz ardı edilmesini eleştirir. Dolayısıyla post modern dünyada her şey
olabilir “Alles kann sein” ve her türlü fikir ve ihtimalin değerlendirmeye tabi tutulması gerekir (Adair,
1994:150).

Modernizm ile dogma merkezli düşünüş biçimi yerini insanın merkeze alındığı bir döneme bırakırken Post
Modernizm ile çok merkezli düşünsel referans noktaları ortaya çıkmıştır. Bu çok merkezlilikte birey bütünsel ve
tutarlı bir aklın sahibi olarak tekil haliyle değil sürekli oluş halinde, etken ve edilgen niteliği haiz olan,
tutarlılıktan yoksun ve çelişkili bir kimlik olarak tanımlanabilir (N. Aksoy ve B. Aksoy, 1992: 58).

Bu tanımlama kapsamındaki Postmodern yaklaşımda; pozitif bilimlerle birey arasında bir mesafe konulmuş
tarihsel süreç içerisinde bilimsel gelişme paralelinde yaşanan olumsuzluklar da göz önüne alınarak bir eleştiri
ortaya atılmıştır. Postmodern yaklaşıma göre aklın üstünlüğünü kutsayan Aydınlanma anlatısı insanların doğa
üzerinde belirli bir hakimiyet kurmasını sağlamış ve bireylerin her türlü sorun karşısında bilime güvenmesini
telkin ederek insanlara mükemmeli sunduğu iddiasında bulunmuştur. Ancak 20.yy’ın sonları ve 21.yy
başlarındaki tüm bilimsel ve teknolojik gelişmelere karşın insanoğlu halen açlık, yoksulluk ve savaş gibi
sorunların üstesinden gelememektedir. Dolayısıyla arkaik bir insanın besin bulmak için türdeşleri ile girişeceği
mücadele ile bugün yaşanılan enerji kaynakları üzerindeki mücadeleler arasında Aydınlanmanın tüm pragmatik
(faydacı) getirilerine karşın temelde bir farklılık bulunmadığı açıktır.

Bu kapsamda, Post Modernizm dünya savaşları sonrasında ortaya çıkan yenidünyanın bilgi teknolojisi, medya,
jeopolitik ve çok milliyetli ekonomilerinin etkisiyle şekillenen, bilim, sanat başta olmak üzere daha birçok
alanda etkisini gösteren ve modernitenin birey ve toplumlar üzerinde yarattığı sosyal, ahlaki ve ekonomik
tatminsizliğiyle şekillenen durumudur (Knapp, 1996: 130-132). Post Modern durumun eklektik bir yapıya sahip
olması itibariyle yalın bir tanımını yapmak olanaksız olduğu gibi ilkesel bir tanımı yapılmaya çalışıldığında da
post modernistlerin tüm düşünce sistemlerinin *yapısökümünü (deconstruction) yaptığı gibi tespitini yaptığı
sorunların, teorik çelişkilerini ve gerilimlerini çözmeye çalışmadığı gözlemlenir.

Yapısöküm işlemi ikili karşıtlıklar ya da diyalektiklerle kurgulanan Batı metafiziğinin usçuluğunu ve usçuluk
temelli metafiziğini eleştirir ve bu eleştiriden kaynaklı farkındalığı ön plana çıkarır. Bu eleştirinin kaynağı üst
anlatılaşmış metafizik eğilimlerden kurtulma adına modernizmle yeniden, statikleşmiş kavram ve anlam
sultasının yaratıldığı tezidir. Heidegger, Derrida ve Kierkegaard gibi düşünürlere göre metafıziğin bütün
öğeleriyle birlikte yadsınması olanaksızdır. Metafızik tasarımlar ve bunlara dayalı referansların Platon’dan beri
insan düşüncesi ile diline sirayet ettiği tezi yapısökümcülerin asli öngörüsüdür. Felsefenin sonu tabiri bu
farkındalığın bir sonucudur ve felsefe için yeni bir dönemin başladığını simgelemektedir.

Bu noktada, Post Modernizm düşünce sistemlerinin gerilim noktalarına, çekincelerine ve dışladıklarına bakarak
onların yapısını tahrip etmeye çalışır. Bu tahribat sonrasında ise eleştirileriyle yapısöküme uğrayan anlam
sistemlerinin hiyerarşik, üst anlatılaşmış ve etki alanı geniş yapısını göz önünde bulundurarak bunların yeniden
kurgulanmalarına izin vermez. Dolayısıyla Post Modernizm temelde yanlışlıklarını, eksikliklerini ya da
çelişkilerini gördüğü düşünce sistemlerinin zayıflıklarını açığa çıkarma amacını güder (Rosenau, 1998:177).

III.1.Post Modern (Yorumlayıcı) Bilim Yaklasımının İlkesel Çerçevesi

Postmodernist yaklaşımın temel dayanakları duygu, içebakış, sezgi, özerklik, yaratıcılık, hayal gücü, fantezi,
periferi, inanç, belirlenemezcilik, karmaşıklık ve çoksesliliktir (Rosenau,1998).

* Yapısöküm (Deconstruction) erkek egemen bir toplumda kadının periferik varlığı gibi karşıtlıkların bulunduğu bir
yapıda karşıtlıkların birbirlerine zarar verdiğini öne süren eleştirel işlemdir (Eagleton, 2004:166).

** Post Yapısalcılık üst anlatılaşmış tüm düşünce sistemlerinin bir ilke ya da bir temel üzerine kurulabilen anlamlar
hiyerarşisine dayandığını ve bu sistemlerin görünürdeki tutarlılıklarına rağmen yanılgıları ve çelişkileri olduğunu ön
süren antropolojik yaklaşım (Linstead, 1993:111-112).

6
Bilimsel çalışmalarda hiçbir aşama değer yargılarından ve araştırmacıdan bağımsız değildir (Shanks ve Tilley,
1992). Birden çok yöntem kullanılarak birden çok gerçeğe ulaşılabilir. Bu kapsamda yöntemsel farklılıklar
üzerinden belirlenen çokseslilik ya da çoğulculuk ilkesi esas alınarak bütünleştirici teoriler reddedilir (Williams
ve Sewpau,l 2004: 558) .

Bilimsel çalışma, metafizik temellere dayanabilir. Yani bir bilimsel kuramın temel varsayımları ampirik
(deneysel) olarak test edilebilir nitelikte olmayabilir. Bu kapsamda bir düşünce sisteminin geçerliliğini veya
istikrarını teminat altına alacak kesin bir temel bulunmamaktadır. Bu yaklaşım Post Modern düşünceyi **Post
Yapısalcılık yaklaşımına ulaştırır (Cevizci, 2012:648).Bilimcilerin çalışmalarında kanaatlerini, inançlarını, ikna
yöntemlerini ve retoriği temel almaları matematik ve istatistiki yöntemleri temel almalarıyla eş değer niteliktedir
(Altunısık, 2002: 8).

Toplumdan soyutlanmış sadece bir seçkinler grubuna hitap eden bilim özgürleştirici olma yerine totaliter olma
ya da bir üst anlatı haline gelme riskini taşımaktadır (Altunısık, 2002: 12).

Bilimsel çalışmada ön şart anlamaktır ve bilimsel çalışmadan anlaşılan şey aktarılır. Bu kapsamda yorumlama
bilimsel çalışmada öncelenir ve mutlak gerçekliğe ulaşmak yorumlama esaslı bilimsel çalışmada olanaksız
görülür (Snyder, 1999: 22-24).

Bilimsel bilginin niteliğini a priori (deneyden önce gelen, duyu dışından olan, deney ve gözleme dayanmayan)
olarak tanımlar. Bu yaklaşım pozitivizm eleştirisinden kaynaklanır.

Bilimde Açımlama tabirini kullanır. Açımlama çok perspektifli ve öznel nitelikli bir bilim insanı pratiğidir.
Açımlamada ön şart üzerine düşünülen sorunun anlaşılmasıdır. Açımlama deney ve gözleme dayanmayabilir.
Açımlama pratiğinde araştırmacı tarafından anlaşılan ya da anlaşıldığı düşünülen yeniden sunulmaya ya da
yorumlanmaya çalışılır (Holman, 1972:379) .

Bilindiği düşünülen ya da bilinen bir sorun hakkında yapılan Açımlama aslen metindir. Post Modern yaklaşımın
amacı bu metni inceleyerek çelişkilerini ve ön kabullerini ortaya çıkarmaktır (Rosenau, 1998:176) . Bu
çerçevede; tarih, felsefe, hukuk, sosyoloji ve arkeoloji gibi disiplinler keyfi yazı türleri ya da olması zorunluluk
teşkil etmeyen söylemler olarak ele alınır (Sarup, 2004:189).

Kişisel hoşgörü, bilginin paylaşıldığı tüketici kitlenin beklentileri ve bu beklentilerin sebebini oluşturan
farklılıklar post modern dünya için üretilen bilgiye etki eder.

Bilimsel Heterodoksi (Çokseslilik) yaratma eğilimindedir. Hetero (diğer, öteki) yani; öteki doksia (yol, öğreti)
anlamındadır.

Bilimsel bilginin modernizmle kazandığı evrensellik ve nesnellik niteliğinin karşısına çoğulculuk, yerelliği ve
kendine özgülük niteliklerini koyar ve evrensellik ve nesnellik özelliklerini bir üst anlatı gibi değerlendirir
(Yılmaz, 1996: 94).

Tarihi ilerleme ya da tekamül olarak gören bütünsel görüşe karşı çıkar, Tarihi hem kontrolsüz hem de yönsüz
olarak değerlendirir.

Tekbiçimli ve evrensel bir akıl düşüncesinin sonucu olarak değerlendirdiği işlevsellik ve akılcılık ilkesine dayalı
kuramsal farklılaşmaları reddeder (Castoriadis, 2001:175-176).

III.2.Post Modern (Yorumlayıcı) Bilim İlkelerine Eleştiriler

Modernizmin eleştirisiyle ortaya çıkan Post Modernist yaklaşımda bilimsel çalışmalarda uygulanan teorik
çerçevelere eleştiri getirilirken tepkisel olarak takınılan ve ilkeselliğin reddi anlamına gelebilecek katı tutumda
eleştirilere uğramıştır.

Özellikle modernizm karşıtlığı olarak ifade edilebilecek basit tanımı dışında post modernizmin kafa karıştırıcı,
karmaşık ve fikir birliği olmayan düşünsel bir akım olarak tanımlanması ve günümüzde halen kavramlaştırmaları
üzerinden bir fikir birliğine varılamaması (İnan, 2004:32),

7
Postmodernistlerin, modern ve postmodern ayrımının meydana gelişinde hangi düşünsel kopuşun olduğu
konusunu yeterince teorileştirememesi ve post moderniteyi politik, kültürel ve tarihsel bir dönem olarak net
biçimde tanımlayamaması (Heler ve Feher, 1993: 7),

Post Modernist yaklaşımın nüvelenmesine sebep olan Modernizme tepki farklılaşma arayışlarının akıldan ve
rasyonellikten uzaklaşmayı beraberinde getirmesi, bilginin güvenilirliği ve doğruluğu üzerine yapılan
tartışmalarda bilimselliği temelden reddedişe kadar uzanan bir radikal karşı duruşun ortaya çıkması (Baran,
Esitgin ve Gürel; 2004: 161),

Bilimsel tarafsızlık iddiasındaki Post Modernizmin, Modernizmi insanlığı mükemmele ya da ideal olana
ulaştıramadığı iddiasıyla eleştirirken varlık sebebi olan Modernizm eleştirisi dışında üzerinde ortak bir fikre
varılmış ilkesel bir temellendirilişinin bulunmaması (Kellner, 1994: 244-245),

Modernizm eleştirisinden yola çıkarak önerilerde bulunurken Modernizmin pozitif düşünsel getirilerini
görmezden gelmesi ve geçmişin eleştirisini yaparken üzerinde fikir birliğine varılan yegane kuramsal
uygulamasını yani eleştirelliğini modernizmin olumlu düşünsel getirileri üzerinde sergilemekten imtina etmesi,

Post Modernizmin Relativizmin (Göreceliğin) bir çeşidi olarak tanımlanması ve müsamahacılık ya da her şeye
müsamaha gösteren toplumların entellektüel eşdeğeri olarak sunulması,

Her türlü savın kendi içerisinde tutarlı olduğu öngörüsünden yola çıkarak çoksesliliği kutsarken doğrunun
varlığını yanlışa borçlu olduğu görmezden gelmesi (Gellner, 1993:61),

Bilgiyi kişisel çıkarları için kullanan kurumsal ya da bireysel güçlerin baskıları dolayısıyla sosyal, siyasi, hukuki
ve kültürel kurumlar, bu kurumların tanımlanan hedefleri doğrultusunda şekillenen kavramlar ve bu kavramlara
dayandırılan doğruların geçerliğini sorgularken tespitini yaptığı bu analizden yola çıkarak ilkesel reddediş
paradigması ve kavramlaştırmalara getireceği çokseslilikle düşünsel bir zenginlik mi yoksa mesnetsizlik
özgürlüğünün yaşandığı fikri bir kakafoni mi yaratacağı tartışmasına girmekten sakınması,

Gerçek olarak sunumu yapılan modern çağ bilgisinin kurmaca olduğu ve birer düşünsel illüzyon olarak
tanımlanabilecek kültürler tarafından insanlara dayatıldığı iddiasının teknoloji, bilim ve kültür bireyselliğin yok
olduğu iddiasına kadar uzanması,

Modernizm eleştirisinden kaynaklı olarak ortaya çıkabilecek paradigma değişiklikleri neticesinden araştırma
konusu olan dünya ve insanın farklı şekilde görülmesi ve niteliklerini değiştirmesi örnek olarak tür değişimi
(Kuhn, 2000:175),

Küreselleşmeyle (Globalleşme) ekonomik sınırların yanısıra kültürel sınırlarında belirginliklerini yitirmesi,


karmaşıklaşan kültürel dengeler ve tanımlar paralelinde bilgi anlayışı ve tanımına yeni yaklaşımlar getirme
çabasının bir sonucu olarak görülmesi (Drucker,1993: 218-221; Bendle, 2002:1-2 ),

Bilimsel dille toplumsal kitleleri etkisi altına alan söylemler arasında belirli bir içsel bağlantının olması ve
medya-iletişim ağının etkisiyle imajlar ve algılar üzerinden bilimin de ekonomik faaliyetler içerisinde bir rol
edinmeye başlaması,

Bütüncül teoriler karşısında perspektif çokluğunu savunup modernizmin ortaya çıkardığı meta anlatıları
reddettiğini öne sürerken kendisinin de bir meta anlatı haline gelmesi (Savran, 1999:158-159).

Pozitivizm eleştirisiyle bilimsel üst anlatılardan arındırılmış her şey gider (anything goes) yaklaşımına bağlı
olarak sınırları net olarak belirlenmemiş bilimsel çoksesliliğin bilimsel belirsizlik gibi bir neticeyi ortaya çıkarma
potansiyeli olması ve çok çeşitli post modern söylemlerin birbirleriyle açık alışverişe girecekleri öngörüsünün
(Feyerabend, 1999) temellendirilişinde bilimsel ve bilimsel olmayanın ayırt edilmesi bakımından sıkıntılar
çıkacağı öngörüsü en önemli eleştiri konularıdır .

8
IV.MODERNİZM VE POST MODERNİZM TARTIŞMASINDA
ARKEOLOJİK KURAM

Arkeoloji gibi bilim dallarının deneysellikleri araştırdıkları konular, olaylar ya da olgular üzerinden tanımlanır.
Örneğin sosyoloji toplumu, toplumu oluşturan bireyleri, bunlar arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerden doğan
sonuçları araştırır. Arkeolojinin araştırdığı konularda ise kadim toplum ile geçmiş toplumdaki bireylerin ilişkileri
ve bunlardan doğan sonuçlar oluşturulan kurgulamalarda yer almayabilir. Örneğin dağda, ormanda ya da çölde
toplumsal hayattan tamamen ayrışık (izole) biçimde tek başına yaşayan bir kişi kendine has zekasına,
ihtiyaçlarına ve estetik anlayışına göre her türlü aleti yapabilme ya da üretebilme becerisine sahiptir.

Bu kapsamda, arkeoloji geçmişe dair genellemelerle kurgular yapmak dışında özgün durumları da ele alır ve
araştırır ancak nedenleri ve sonuçları hakkında kural koyucu neticeler vermekten kaçınır. Bunun sebebi bahsi
geçen yaşam ya da üretim sürecinin toplumun ya da toplumu oluşturan bireyler arasındaki ilişkilerin
nedensellikleri bakımından hiçbir bağlantısı olmayabileceğidir. Bu nedenle arkeolojinin konusu olan insan özgün
durumuyla deneysel sınanabilirliği sınırlı bir üretim ve araştırma sürecinin öznesidir.

Arkeolojik verilerin neden ve sonuçlarıyla değerlendirilmesi ve bu değerlendirmelerden yola çıkarak özgün


durumuna has insanın yaşamı hakkında sonuç elde edilmesi sürecinde bilim felsefesinde ortaya çıkan kuramsal
tartışmaların etkili olduğu söylenebilir (Bernbeck, 1997:34). Bu nedenle, arkeolojik verinin değerlendirilmesi
anlamında yaşanan metodik ya da kuramsal tartışmalar arkeolojinin özgün olayları inceleyebilmesi itibariyle
bilimsel disiplini güçlendirecek ilerlemelerdir.

Tarihsel gelişim paralelinde değerlendirildiğinde, arkeoloji özellikle 19. yüzyıldan başlayarak yarattığı bilgi
birikimiyle (kümülatifiyle) diğer bilim dalları arasındaki yerini sağlamlaştırmış, multidisipliner bir yapı
kazanarak farklı bilim dallarından analizlerinde yardım almış ve çözmeye çalıştığı soruların nitelik ve niceliği bu
kapsamda değişmiştir.

Bugün ulaşılan tanımı itibariyle, eski toplumlardan günümüze kalan (beslenme tarzları, ürettikleri ürünler,
savaşları...) maddi kalıntıları, maddi kalıntılara bağlı olarak ilişkileri... vb. arkeolojinin konusunu oluşturur. Bu
kapsamda arkeolojinin konusu geçmişe dair olandan yola çıkarak toplumsal, kültürel ve etnik süreçlerin yeniden
kurgulanması olarak tanımlanabilir. Bu kurgulama geniş alanları etkisi altına alan süreçleri tanımladığı kadar
sosyal ekonomik ve kültürel anlamda bölgesel birimlerin analizi için de kullanılabilir. Arkeolojinin bugün
vardığı konum ise farklı kuramlardan (teorilerden) yola çıkarak farklı sonuçları ortaya koymayı mümkün
kılmakta ancak ortaya konan bu neticelerin niteliği varsayımsal ve geçici olmaktadır (Dolukhanov, 1998:30) .

Bu sebeple, maddi kalıntılardan yola çıkarak arkeolojinin çözümlemeye çalıştığı ve ele aldığı bütün sorular ve
sorunlar birer “arkeolojik metin” olarak tanımlanabilmektedir. Dolayısıyla arkeolojik bir çalışmada öncelikle
arkeolojik bir metnin yorumlanmasının ne olup olmadığı ile arkeolojik yorumlamanın niteliğinin incelenmesi
gerekir (De Saussure, 1998:245) .

Arkeolojik metnin yorumlanmasındaki en önemli etken arkeolojik metinle arkeolog arasındaki tarihsel
mesafenin (kronolojik farkın) varlığıdır. Bu kapsamda zamansal farklılıklar bilimsel bir analiz olarak arkeolojik
metnin yorumunu zorunlu hale getirir. Ancak yorum sadece eksik olan parçaları tamamlamak için yapılan bir
uygulama değildir. Yorum; arkeolojik metni anlamlandıran, metnin konuşmasına kulak veren ve ona katılan bir
uygulamadır. Öte yandan en betimleyici, işlevsel açıklamalar bile belirli bir zihinsel işlemden (çeviri, analoji,
karşılaştırmalı analiz, düzenleme, sınıflama vb....) geçtiğinden arkeolojik bilginin bilim adamının zihninden
çıkan yorumlamayla ortaya çıktığı söylenebilir. Yorumlamada bilim adamının “görme ve algılama” biçimi,
değer yargıları önemli rol oynar (Eco, 1996:46).

Arkeolojik uygulamalara ilişkin araştırmacının düşünceleri, öngörüleri, yaklaşımları, yöntemleri ve hedefleri


arkeoloğun zaman içerisinde edindiği bilgi ve tecrübelerle paralel olacak şekilde değişmekte ve yeniden
şekillenmektedir. Bu aşamada teorik değişimin temeli arkeoloğun kişisel bilinci doğrultusunda şekillenen
bilinçaltı modellere ve bu modellerin araştırmacı açısından tatminine bağlıdır. Gözlemlerin bir neticesi olarak
oluşturulan kavramsal modeller ise arkeoloğun ulaşmak istediği sonuç doğrultusundaki bir ön kuram çalışması
olarak nitelendirilebilir. Model bu anlamda pek çok amaçla kullanılabilir ve gözlemleri teorik fikirlere bağlayan
mekanizmanın biçimine göre oldukça çeşitlilik gösterebilir. Gözlemin yoğunlaştığı sınıf ve gözlemin teori ya da
hipoteze bağlanma biçimi de çeşitlilik gösterir (Clarke, 1972:1-4).

9
Ayrıca modeller elde edilen arkeolojik verilerin bir sistem dahilinde ortaya konmasına yardımcı olurken
oluşturdukları bilgi birikiminin artması sonucunda teorilerin oluşumuna sebep olurlar. Sağlanan bilgi birikimiyle
oluşturulan teorilerden beklenen temel nitelik ise hikaye edilebilir bir geçmişin kısaca bilginin paylaşıldığı
öznelere anlatılabilen ve anlaşılabilen bir geçmişin ortaya çıkmasıdır. Bu bakımdan teori tahmin, varsayım ya da
inançtan farklı olarak metodik bir çatıya sahip olmasıyla ve gerçeklenebilir niteliğe sahip olmasıyla
tanımlanabilir (Maisels, 1999:25; Clarke,1972:4).

Arkeolojik teoriler bakımından arkeolojik metnin ya da sorunun çözümlenmesi için kullanılan yöntemler
oldukça önemlidir. Kuram çalışma alanının hem sınırlarını çizmeye hem onun çözümlemesine koşut olarak yol
almaya yeterli birbiriyle sistemli olarak bağlantılandırılmış kavramlardan oluşur. Kavramlar eski düşünceler ya
da eski imgeler (nesnelere insan zihninde yüklenen anlamlar) olmayıp kapsamlarının sınırları çizilmiş veya iyice
incelenmiş düşünsel nesneler sayılır. Bu nitelikleriyle kavramlar genellikle biçim verilmiş ya da teknik terimlerle
dile getirilen düşüncelerdir. Arkeolojik kalıntıya kavramsal bir nitelik kazandıran ise arkeologdur. (Maisels,
1999:25) .

Arkeoloji teorik yapısı itibariyle diğer sosyal bilimlerden oldukça farklıdır. Örneğin sosyal antropolojide
incelenen konuyu kendini anlatabilen ya da tanımlayabilen insanlar teşkil eder. Oysa arkeolojide
değerlendirmeye tabi olan veriler ya da nesneler insan yapısıdır ve araştırmacılar tarafından yorumlanmaları ya
da konuşturulmaları gerekmektedir. Bu kapsamda sadece süs eşyaları gibi üretim biçimlerinin anlamları çok açık
olabilmekle birlikte insan ürünü olan farklı nesneleri içinde bulundukları sosyal ve fiziki kontekst itibariyle
anlamlandırmak oldukça güçtür (Maisels, 1999: 23) .

Çizilen teorik çerçeve kapsamında, temelde deneysel (ampirik) ve sınıflandırıcı bilim dalı olmakla birlikte
arkeoloji aynı zamanda paradoks oluşturacak seviyede kurama bağlı bir bilimdir. Bunun sebebi ise, bilgiyi üreten
bilim adamının arkeolojik verileri değerlendirmeye tabi tutarken bunları parçalı olarak, yayılmış ve çok az elde
etmesidir (Maisels,1999:23). Örneğin arkeolog çalıştığı alanın genişliği ile paralel olarak varsayımsal sonuçlarını
nicelik ve nitelik olarak o kadar çeşitli tutabilir. Bunun sebebi ise arkeolog tarafından kazılan alanın bütün
içerisinde sadece küçük bir parçayı temsil etmesidir. Bilim insanı, çalıştığı ve arkeolojik veriyi elde ettiği
alandan ele geçen buluntuyu mevcut bağlamı (konteksti) içerisinde değerlendirmeye çalışırken bir yandan
genelleme metodunu kullanmak zorundadır. Ayrıca arkeolog bir kalıntı ya da parçadan yola çıkarak bütüne dair
oluşturduğu bilginin teorik düzeyini ulaştığı ve ulaşabileceği sonuçlar itibariyle dengelemek zorundadır. Bu
karmaşık sentezleme süreci içerisinde arkeolojik veriden yola çıkarak oluşturulacak yanlış ya da eksik bir
genelleme ise, arkeolojik çalışmanın kuramsal hedefini ve uyguladığı metotları da etkileyecek düzeyde
karmaşıktır (Binford, 1964: 425–441) .

Bir teorinin içinde yasaya benzer hiç değilse bir tane ilke içeren ve onaylamaya elverişli olan birbirleriyle
sistemli olarak ilişkili önermeler takımı olmalıdır. Yani teoriler açıklayıcı sorunlarını çözmek amacıyla ileri
sürülmüştür. Bu nedenle bu işi ne kadar iyi yaptıklarına bakılarak birbirleriyle karşılaştırılıp değerlendirilebilirler
(Gandara, 1987:210). Bu itibarla, bilimsel ilerlemenin dinamiklerinden biri teorik tartışmalardır. Arkeolojik
verinin analizinde kullanılacak yaklaşımlardan hangisinin daha deneysel neticeler ortaya koyacağı hangisinin
vertifikasyon (deneysel geçerlilik) ve disvertifikasyon (deneysel geçersizliğe) daha yakın olacağı verinin bilimsel
bilgiye dönüşmesinde oldukça önemlidir (Maisels, 1999: 25) .

Kuramsal (Teorik) çerçeve dahilinde, arkeolojik verinin yorumlanması epistemolojik (bilgi kuramsal) bir nitelik
gösterir. Yorumun kendine ait işleyişi ve yasası vardır. Bir arkeolojik soruya uygulanırken de bunlar işlemeye
devam eder. Örneğin; bir seramik parçası ya da bir mimari kalıntı bulunduğunda bunların işlevlerini anlamak ve
açıklayabilmek (yorumlayabilmek) için uygulanan teorik çerçeve dahilinde değerlendirilmeleri gerekmektedir
(Maisels, 1999: 25).

Dolayısıyla kuram (teori) teriminin varsayım ya da öngörü anlamında kullanılması ortaya çıkardığı sonuçların
niceliği ve niteliği itibariyle doğru değildir. Birden çok ve farklı arkeolojik kuramın (teori) aynı verilerden
benzer nitelikte bilgi çıkarması ancak kuramların sağlam temellendirilişiyle mümkündür. İyi kuramlar ise
temelde daha güvenli öncüllere sahip olmalarıyla, kendilerinden hareketle daha güçlü tümdengelimlere olanak
vermekle ve araştırmanın ya da bilimsel çalışmanın her safhasında bir kanıtın ampirik (deneysel) geçerliliğini
göstermeye uygun olmalarıyla tanımlanırlar (Maisels, 1999:25) .

10
Kuramsal (Teorik) olarak bilimsel bilginin oluşumu ve gelişimi ise temelde uygulanan metotlara ve modellere
bağlanmaktadır. Bu sebeple bilim üzerine yapılan araştırmaların kuramsal olması, bir başka deyişle kuramın
bilimde taşıdığı önemden dolayı, 1960’larda başlamış olan bilimsel çalışmalar en doğru şekilde Teorik ya da
Kuramsal Arkeoloji kavramı altında tanımlanmaktadır. Bu tanım altında yer alan Süreçsel, Yeni (Processual) ve
Süreç Sonrası, Yorumcu (Post Processual) Arkeolojik Yaklaşım ise arkeolojide var olan kuramsal gelişimin
bilginin tanımlanması, bilginin tasnif edilmesi ve bilginin eleştirilmesi süreçlerinde nihai aşamaya gelindiğinin
bir kanıtı olarak öne sürülebilir (Clarke, 1973:6-8; Trigger 2009) .

Geçmişin yazımında modern ve post modern yaklaşımların bir sonucu olarak ortaya çıkan Processual (Süreç)
Arkeolojisi ve Post Processual (Süreç Sonrası) Arkeoloji salt yazılı kaynağa ya da arkeolojik buluntuya dayalı
olarak yapılan tarihsel değerlendirmelerin eleştirisinden kaynaklı düşünsel bir tartışmanın ürünleridir.

Bu tartışmada modernizm pozitivist çerçevede ele aldığı tarih yazımıyla belgeye dayalı olarak ve tarafsızlık
içerisinde konuları inceleyerek geçmişi kurgulamış eleştiriye maruz kalmamak adına neden-sonuç ilişkilerini
belgesel nitelikli olmayan kurgusal ve teorik anlatımlardan arındırmaya ya da uzak tutmaya çalışmıştır. Bu
eğilim arkeoloji biliminin ortaya koyduğu bilginin niteliğini etkilemiş; bütünsel geçmiş kurguları yapmaktan
kaçınılırken seramik, mimari, küçük buluntu vb. maddi kalıntılardan yola çıkılarak tipolojik sınıflandırmalar ve
bunlar üzerinden ortaya konan analojik sonuçlar ağırlıkla kullanılmıştır. Kültür tarihçiliği olarak ta
tanımlanabilecek bu yöntemle insan merkezli bir kültürel tarih değil nesneler temelli bir kültürel tarih anlayışı
benimsenmiştir. Göç ve yayılım gibi konular buluntu grupları üzerinden şekillendirilirken durağanlık, teknolojik
gerileme ve ters devrim gibi konu başlıkları araştırmacının öncelemediği konu başlıkları olmuştur (Gamble,
2001:22-23).

Modernizmin eleştirisi sonucunda ise kültürel değişim, göç, durağanlık ve yayılım gibi kitlesel nitelikli insan
davranışlarının temelinde yatan sebepleri araştıran arkeolojik teoriler içerisinde (Processual) Süreçsel ve (Post
Processual) Süreç Sonrası yorumlama önemli yer teşkil etmektedir. Özellikle çağdaş sosyal bilimlerin geçmişi
salt neden-sonuç ilişkileri bakımından ele almak yerine arkaik (kadim) toplumların simge ve sembollerini
anlama hedefi ve bu amacın gerekçesini oluşturan sosyal talepler bugün ulaşılan kuramsal tartışmaların temel
sebebi gibi gözükmektedir. Bu kapsamda (Processual) Süreçsel yorumlama; içine betimlemeyi-açıklamayı da
alarak arkeolojik buluntu öğelerin kendi içinde gelişimsel, değişimsel ve ilişkisel düzeylerini yorumlama
uygulamasıdır. Süreç Sonrası (Post Processual) yorumlama ise; arkeolojik bir metnin yöntem bilimsel-kuramsal
olarak diğer bilim dallarının yardımıyla yani multidisipliner olarak sembolik anlamlarıyla yorumlamaya girişme
çabası olarak tanımlanabilir.

11
IV.I.SÜREÇ ARKEOLOJİSİ (PROCESSUAL ARCHAEOLOGY) İLKELERİ

Processual (Süreç) Arkeolojisi öncesinde öyküleme yoluyla tarih arkeolojik verilere dayandırılıyor; ticari
ilişkiler, icatlar, yayılmacılık, göçler ve işgallerin çözümlenmesi için arkeolojik yöntemlerden faydalanılıyor; her
grup bir kültür grubu olarak varsayılıyor ve arkeolojik buluntuların sınıflandırılması, tanımlanması ve kronolojik
olarak bir kontekste oturtulması temel arkeolojik çalışma olarak görülüyordu. Bu yaklaşım “kültür tarihçiliği”
olarak tanımlanır (Gamble, 2001:22-23).

1960’lı yıllardan itibaren arkeolojik bilgi ve verilerin tanımlanması ya da değerlendirilmesi anlamında ilerleyen
teknoloji ve kuramsal uygulamalarla değişimin kaçınılmaz olduğu gözlemlenmiş meslek kuruluşları, uluslararası
örgütler ve kültür varlıklarının öneminin bilincine varan ülkeler, kültür varlıkları zarar görmeden, çağdaş
yaşamın gerekliliklerinin yerine getirilebilmesi konusunda yoğun bir çaba içine girmişlerdir. Cognitive
(Kavramsal) ya da Bilişsellik, Functionalist (İşlevsel) ve Process (Süreçsel) modeller 1980’li yıllara kadar
süregelen kuramsal tartışmaların temel düşünsel hareket noktaları olmuştur (Özdoğan, 2011:137-141).

“Yeni Arkeoloji” ya da “Süreç Arkeolojisi” olarak bilinen ve Kuzey Amerika’da antropoloji disiplini ile kendini
tanımlayan yeni bir akım insana dair geçmiş yaşamların nasıl sorusuyla anlamlandırılmasından daha ziyade
kültürel, sosyal ve ekonomik değişimlere ilişkin yapılacak araştırmaların arkeolojik hedef olması gerektiğini öne
sürer (Binford, 1962:217-225; Flannery, 1963; Gamble, 2001: 22-23) .

Süreç Arkeolojisi ya da Yeni Arkeoloji (Processual, New Archaeology) ortaya çıktığı ilk zamana kadar
geleneksel arkeolojinin yanıt bulmaya çalıştığı Ne? Ne zaman? Nerede? sorularının yanısıra arkeolojik verilerin
değerlendirilmesinde Nasıl? ve Neden? sorularına yanıt arar ve bu sorulara verilecek yanıtların araştırmadaki
önemini vurgular (Binford 1964: 425; Binford 1968:7).

Tarihsel bir anlatım biçiminden daha ziyade, kültür sistemleri içerisindeki insanı ve onun yaşama uyumunu
(adaptasyonunu) tanımlamaya çalışır. Bu kapsamda arkeolojik kalıntının insanlığa ne tür bir fayda sağladığı,
arkeolojik kalıntının işlevinin ne olduğu ve nasıl yapıldığı gibi sorulara yanıt bulunması temel hedeftir.
Arkeolojinin bir bilgi nesnesi olarak geçmişi nesnellik kurgusu içinde araştırmasını öngörür. Arkeolojiyi
deneysel ve nesnel bilgi üreten bir bilim dalı olarak görür.

Süreç Arkeolojisi *Annales Okulu’nun da görüşlerinden etkilenerek kültürel gelişimin savaşlar, tesadüfi olaylar
ve politik gelişmelerden oluşan doğrusal bir süreç olmadığını savunur. Toplumsal değişimlerin temelinde içsel
dinamikler, ekonomik yapı ve çevresel etmenler önemlidir. Ve bu değişimler toplumdan topluma değişen iç
sistemler bütünlüğünün sonucudur (Boratav,2007:115-163).

Süreçsel Yaklaşım sistem teorisi üretebilmek için uygulanabilir ve test edilebilir modeller oluşturmanın
arkeolojik verinin değerlendirilmesinde temel yöntem olması gerektiğini savunur. Bu kapsamda kültürel süreçler
ve adaptasyonu konu alır. Geçmişin teknolojisi, yaşam koşulları, ekonomisi ve sosyal organizasyonlarıyla
ilgilenir.

İnsanın doğaya uyum sağlaması da sistem teorisinin temel çatısını oluşturur ayrıca toplumların gelişimini
birbirinden bağımsız gelişen süreçler olarak tanımlamasına karşın sosyal yaşam, ritüeller ve ekonomi gibi alt
sistemlerin bütünsel olarak değerlendirilmesi gerektiğini savını öne sürer (Binford, 1964).Sosyal sistemler ve
kavramsal süreçlerin arkeolojik değerlendirme konusu olabileceğini öngörür.

Antropolojik ve tarihsel etkenlerden yola çıkarak arkeolojik kalıntının insanlara nasıl bir fayda sağladığı,
toplumsal işlevinin ne olduğu ve nasıl yapıldığı anlaşılmaya çalışılır.

Arkeolojik verilerin ele geçirildiği çevresel koşullar ve kalıntılar, içinde bulundukları coğrafi koşulların ve bu
koşulların ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle analiz edilmeye çalışılır.

*Annales Okulu geleneksel tarih anlayışına karşı felsefi bir karşı duruşu temsil eder. Annales’cilerin tarih yazımında
önerileri olayların neden sonuçlarıyla anlatıldığı bir olaylar tarihi yerine daha geniş ve insani bir tarih anlatımı olarak
bütün insan etkinliklerini kapsayan süreçlere dair yapı çözümü yaparak geçmişi değerlendirmektir (Burke,2005:15).
Tarih yöntemine ilişkin en önemli önerisi disiplinlerarası bir yöntemle tarihsel süreçleri değerlendirme metodudur.

12
Süreç Arkeolojisi kalıntıların çeşitliliğinden yola çıkarak arkeolojik kalıntıları tanımlamaktan daha çok kalıntıları
ortaya çıkaran insan davranışlarını teorik olarak tanımlamaya ve açıklamaya çalışır.

Bu anlamda arkeolojik kayıt ya da veri insan davranışlarının temelinde yatan nedenleri bulmak ve tanımlamak
için temel araç olmalı ve bu amaçla kayıt altına alınmalıdır.

Kültürü sadece insan zihnin de oluşmuş düşünceler, değerler ve inançlar birliği olarak tanımlanmaz. Kültür,
insanların çevrelerine uyum sağlamalarını sağlayan ekstra somatik “beden dışı” düşünceler olarak tanımlanır. Bu
düşünce kapsamında iki ayak üzerinde yürüyebilme ve alet yapabilme özelliklerinin temelinde insanın bu beden
dışı dinamikleri etkilidir.

Süreçsel Arkeolojik yaklaşıma göre arkeolojik veriler farklı kültür sistemleri hakkında bilgi vermesi arkeolojinin
sosyoloji bilimine paralellik gösteren sistem kuramlarına sahip olmasının sonucudur.

Formülasyonlar, genellemeler ve düzenlilikler arkeolojik verinin yorumlanmasında önemlidir. İstatistiki verilere


ulaşarak bu düzenlilikleri elde eder; ekoloji, coğrafya, zooloji ve botanik gibi bilimlerin verilerini arkeolojik
analizde kullanır. Farklı metotları sistem teorisinde birleştirir (Flannery, 1972 399-426). Matematik ve Fizik gibi
deneyselliliği ön planda olan bilim dallarıyla arkeoloji aynı düzlemde konumlandırılır (Althusser, 1976:66-67) .

Süreç Arkeolojisi, arkeolojinin metotları ve teorileri olan deneysel bir bilim olması gerektiği fikrini savunur.
(MRT/Middle Range Theory = Teori ve Varsayımları arkeolojik verilere doğal ve kültürel yöntemleri analoji
(karşılaştırma) ile kullanarak gerekçelendirmek fikrini öne sürer (Binford, 1962:217-225; Trigger, 2009:508) .

Günümüze ait toplanan bilgi ile geçmişi açıklamak MRT teorisinin temel yöntemsel çerçevesidir. Bu kapsamda
geçmis hakkında yapılacak her türlü tespit bugün gerçekleşeceğinden analoji (karşılaştırmalı analiz) arkeolojik
verinin değerlendirilmesinde esastır (Johnson, 1999:48).

IV.2.SÜREÇ SONRASI ARKEOLOJİ (POST PROCESSUAL ARCHAEOLOGY) İLKELERİ

“Post Processual” Süreç Sonrası Arkeolojik Teori ise 1980’li yıllarda ortaya çıkan bilim felsefesindeki değişime
atıfta bulunarak pozitivizm kavramının değiştiğini ve mutlak doğrunun arkeolojik bilginin değerlendirilmesinde
kullanılamayacağını öne sürmektedir. Temeli Processual “Süreç” Arkeolojisi’nin eleştirisidir.

Almanya’da 1923 yılında kurulan Frankfurt Okulundaki farklı bilimsel disiplinlerden gelmiş birçok kişi mutlak
doğrunun arkeoloji gibi sosyal bilimlerin konusu olmadığını öne sürerek Eleştirel Teoriyi (Kritische Theorie)
ortaya çıkarmıştır. Bu teoriye göre doğa bilimleri dışındaki sosyal bilimlerin deneysel yöntemleri kullanarak
geçmiş okuması yapması mümkün değildir. Bu kapsamda determinist (nedensel) ve fonksiyonalist (işlevsel)
sonuçların ortaya konması 80’li yıllarda arkeolojik çalışmaların temel hedefi olmuştur.

Kısaca eleştirel teorinin temel varsayımı modern toplum ya da sosyal bilimlerin oluşturdukları kuramsal üst
anlatı ya da modellerle birey ve öznelliğinin yadsındığı tezidir. Bu yadsımanın temel nedeni ise standart ya da
tek boyutlu bir toplum yaratan kültür endüstrilerinin ve toplumsal denetim tarzlarının etkisidir (Best ve Kellner,
1998:263-64).

Felsefesini bu teoriden alan “Post Processual” Süreç Sonrası Arkeoloji, Süreç Arkeolojisi ya da Yeni
Arkeoloji’nin ağırlıklı olarak kullandığı gerçekcilik ve akılcılık temelli veri değerlendirme yöntemlerine durağan
süreçler olmaları sebebiyle eleştiri getirir (Hodder, 1992:92-121).

Modern toplumlardaki bireylerin daha geniş bir dünya ile ilişki halinde olması dinamiklilikle açıklanır ve
uzmanlar tarafından üretilen bilginin belli gruplarda sınırlı kalmayıp sıradan insanların günlük eylemleri
esnasında düzenli olarak yorumlanmakta ve uygulanmakta olduğunu öne sürerek geçmiş algısının çok boyutlu
olduğunu varsayar (Giddens, 2002:14). Post Modernizm akımından etkilenen ve Yorum Arkeolojisi olarak da
tanımlanan “Post Processual Archaeology” Süreç Sonrası Arkeolojik Yaklaşım metodu gereği kültürel mirası
oluşturan herhangi bir buluntunun tekil anlamda detaylı tasnife tutulması öncül bir faaliyet olmakla birlikte asıl
değerlendirme biçimi söz konusu buluntunun ne tür bir sosyal, ekonomik ve ruhsal ya da psikolojik sürecin
ürünü olduğunu bütünsel olarak anlamaktan dün ile bugün arasında bağ kurmaktan ve nesnelere yüklenen
sembolik anlamları irdelemekten geçmektedir. Bu kapsamda konusunu sosyal pratik ve temsillere, sembol ve
anlamlara ve cinsiyetlerin özgünlüklerine taşır .

13
Modern bilimsel kuramların deneysel sınırlılığına bağlı kalan “Processual” Süreçsel Arkeoloji salt verilerden
yola çıkarak gerçeğe ulaşmaya çalışırken post modernist felsefeden etkilenen “Post Processual” Süreç Sonrası
Arkeolojik yaklaşım verilerden yola çıkarak değişebilirliği olan kesinliği tartışmalı olan ihtimallerin ortaya
konmasına çalışır. Bu ihtimali ise geçmişe dair bir kesitin tüm yanlarıyla gösterimi ya da açımlaması olarak
tanımlayabiliriz.

Bu anlamda süreçsel arkeolojinin arkeoloğu gerçek olanı olduğu biçimiyle ortaya koyarken sadece o eserin
fiziksel kontekstini ön planda tutar. O objeye istediği gereksinimler doğrultusunda işlev kazandıran zihinsel
dünya hakkında yorumlama yapmaktan kaçınır(Zych, 2002:1-5).

Oysa Post Processual (Süreç Sonrası) Yaklaşım arkeolojiyi geçmişle bugün arasındaki ilişkileri çok yönlü ve
dinamik bugünden araştıran bir bilim dalı olarak tanımlar, kanunlar üzerinde değil bağlamlar (kontekst) üzerinde
durur, yöntemsel olarak deneysel verileri kullanır ancak ortaya çıkan sonuçların tartışılabilir olduğu vurgusunda
ısrar eder.

Toplumsal adetlerin kökenini nedenlerini ve sonuçlarını tanımlamaya çalışır. Bu çabasını gerçekleştirirken kadın
ve erkeğin geçmiş toplumlardaki rolünü etnografik analoji yöntemiyle açımlamaya çalışır. Geçmişin öznesi
olmaktan uzak tutulduğunu öne sürdüğü kadını geçmişi öznesi olarak inceler (Gero ve Conkey, 1991) .

Bu açımlamaları yaparken semboller ve anlamlar üzerinden arkeolojik verileri tanımlar.

Toplumsal kuralların değişim ve gelişimine etki eden tarihsel ve özgün nedenleri, motivasyonları, gayeleri ve
anlamları açıklamayı hedef edinir (Sherrat, 1997:2).

Nesneyi dizge, bir yapı ve bunlara bağlı olarak sembolik olana yüklenen anlam içerisinde algılamasından yola
çıkarak etnoarkeolojik bir yaklaşımla semboller ve bu yapıların sosyal stratejilere etkisi üzerine yoğunlaşır
(Hodder, 1992:24-44).

Ian Hodder tarafından Çatalhöyük’te gerçekleştirilen arkeolojik çalışmaların teorik altyapısı Süreç Sonrası
arkeolojik uygulamaların ilkesel başlıklarını detaylandıran bir niteliği haizdir. Hodder’a göre Konteksellik
(Contextuality), Çokseslilik (Multivocality), Etkileşimcilik (Interactivity) ve Yansımacılık (Reflexivity) adı
altındaki dört teorik hareket noktasına dayanmaktadır (Hodder, 2000:9).

Hodder Yansımacılık kavramını “Arkeolojik verilerin söylem ve eylemlerin arkeolojik bilgilerin üretilme
sürecinde dahil olan farklı grupların proje dışındaki arkeologların ve arkeolojiye ilgisi olmayan ama
Çatalhöyük ile diyalog halinde olan gruplar üzerinde etkisini incelemek” olarak tanımlamaktadır (Hodder,
2000:10).

İncelediği sosyal gruplar içerisindeki erkek ve kadınların sosyal statülerini arkeolojik verilerden yola çıkarak
tanımlamaya çalışır bunu etnografik analoji ile gerçekleştirir (Gero ve Conkey, 1991) .

Düşüncede göz ardı edilmiş olan ve arkeolojik verilerle bağlantıları olan kadın, çocuk, siyah, yerli ve gibi
özneleri çalışma alanının merkezinde inceler.

Kadınların sosyal statüsünü geçmişe dair arkeolojik veriler doğrultusunda değerlendirir ve geçmişe dair bir özne
olarak kadının sosyal rolünü kanıtlarıyla ortaya koyma eğilimindedir.

Çevresel, inançsal, politik, coğrafi şartların ortaya çıkardığı sonuçları arkeolojik verileri anlamlandırmada
kullanır.

Arkeolojik bilginin politik hedeflerin etkisi altında düzenlenebileceğini öngörür ve Nazizm, emperyalizm,
ırkçılık ve sömürgecilik gibi faaliyetlerin tarih içerisinde ortaya çıkardığı tahribattan yola çıkarak bunların
arkeoloji bilimine de etki ettiği tespitinde bulunur (Trigger, 1984; Trigger, 2009).

Her çeşit arkeolojik veriyi mimari, küçük buluntu, organik buluntu içinde bulundukları flora (doğal kontekst) ve
faunanın (hayvan varlığı) koşullarına göre multidisipliner bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışır.

Prehistorik yaşamı şekillendiren düşünce, dünya görüşlerini sadece sosyal dönüşümlerin bir parçası olarak değil
geçmişe dair hayatın kendisi ya da merkezi olarak anlamlandırır.

14
Deneyselliğin ön planda olduğu bilim dallarından farklı olarak tarihsel süreçlere ilişkin kural koyucu sonuçlar
ortaya koymak yerine çoksesli yorumlamalar yapmayı araştırmanın temel hedefi olarak görür.

Arkeolojiyi antropoloji ve dilbilim ile birlikte alanlararası bir bilimsel disiplin olarak tanımlar ve ekonomik ve
sosyal süreçlerin nedenselliklerinden çok anlamlarını ortaya çıkarmaya çalışır.

Geçmişin nasıl kurgulanacağı ve tanıtılacağı ile ilgili olarak müzecilik faaliyetleri, yazım, görsel ve yazılı medya
ile ilgilenir. Kitle iletişim aygıtlarının arkeolojik bilginin paydaşları için uyumlaştırılmasını çoksesliliğin
yaratılmasında neden ve sonuç etkisi olarak görür.

Çokseslilik ve Hermenötik* (Yorumsama) yaklaşımı çerçevesinde geçmişin kurgusundaki çeşitliliklere imkan


verir açımlama sürecinin bizzat kendisiyle ilgilenir ve arkeolojik bilginin paydaşı sosyal gruplarla girilen
ilişkileri bilimsel bilginin değeri bakımından öne koyar .

Bireyi tarihsel** bir varlık olarak görür ve onun tarih içerisindeki serüveninde yola çıkarak insanın farklı
bağlamlar içerisinde değişen ve çeşitlenen bir canlı olarak tanımlar. Tarihsel bir varlık olan birey kendine has
(özgün) ve sıklıkla değişken psikolojik (içsel) nedenleri arkeolojik bulgulara dair genellemeler yapmayı
zorlaştırır. Bu aşamada arkeolojik verilere dayalı oluşturulan bilgilere ilişkin olarak Süreç Sonrası (Post
Processual) Arkeolojik Kuramda bir anlayamama sorunundan bahsedilebilir.

Post Processual Arkeolojik araştırmanın mottosunu oluşturan kavram ya da önceliklerle Processual Arkeolojik
Yaklaşımının neden-sonuç ilişkisine dayalı yöntemlerinin bir kombinasyonu olarak tanımlanabilir. Temel
multidisipliner nitelikli araştırma yöntemine yeni bir yaklaşım getirmez. Üst anlatılaşmış teorik yaklaşımların
eleştirisini yapar (Hegmon, 2003: 213-243).

*Hermenötik (Hermeneutik), tarihsel veri niteliğindeki metinlerin içeriğinde bulunan ve birincil değerlendirme
aşamasında anlaşılamadığı öngörülen derinlikli anlamları ortaya çıkarmaya çalışan bir “yorum” öğretisidir (Tepebaşılı
2006:607). Hermeneutik, bildirme, haber verme, çeviri yapma, açıklama ve açımlama sanatıdır. Tanrıların mesajcısı
Hermes tanrıların mesajlarını insanlara iletir. Ancak bu aktarım mesajların olduğu haliyle aktarımı biçiminde
gerçekleşmez. Bunlar tanrı buyruklarının bir açıklamasıdır ve insanların anlayabilecekleri bir şekle sokularak aktarılır.
Hermeneutik bu tanımlama kapsamında başka bağlamdaki bir dünyaya ait bilginin içinde yaşanılan dünya bağlamına
uygun hale getirilerek aktarılması olarak tanımlanabilir.

* *Tarihsel bir canlı olan insan kendisini sadece yalnızca iç gözlem aracılığıyla değil tarih içerisindeki gelişimi
paralelinde anlar. (Dilthey 1996:224). Bu anlama biçimi dolaylıdır. Doğası itibariyle değişmez bir varlık olmayan insan
için kullanılan tarihsellik kavramı, anlamı bakımından değişebilirliği, zamana bağlı olmayı, tarihin hep içinde bulunmayı
ifade eder. Tarihsellik, kendi başına varolan doğal bir olgu olmayıp, insanın bizzat kendisinin gerçekleştirdiği eylemler,
değerler ve yaşantılardan oluşmuştur (Palmer 1968).

15
V.DEĞERLENDİRME

Yukarıda detaylandırılan ve makro teorilerden mikro teorilere doğru gelişim gösteren ilkesel çerçevelerden de
anlaşıldığı üzere, bilim kuramsal özellikleri etrafında şekillenmiş ilkeleri üzerinden tanımlanan bir pratiktir.
Bilimsel etik anlamındaki bu bağlılık ya da zorunluluk çerçevesinde bilimle uğraşan, bilimsel bilgi üreten,
yorumlayan ve bu bilgi paralelinde gelişen birey ve toplumların bilim ciddiyeti algısı tanımlanan bu ilkesel
çerçeveler üzerinden oluşur. Özellikle sosyal bilimleri etkileyen ve kuramsal pratikleri belirleyici ideolojik,
düşünsel ya da felsefi farklılıklar üzerinden şekillenen ilkeler ise yeni perspektif, kuram ve yaklaşımların ortaya
çıkması için temel bir hareket noktasıdır (Trigger, 2009;Ucko, 1995). Peki arkeoloji bu ilkeselliğin neresindedir.

Arkeoloji tanımlanan bu ilkesel çerçevenin belki de en kırılgan üyelerinden biridir. Genç bir bilim dalı olması,
bilimsel bir disipline evrilerek yöntemsel çerçevesinin belirlenmesi öncesinde kültürler ve nesnelere duyulan
merak ya da bunun pratiği olarak kavramlaştırılması, bilgi üretirken içinde bulunduğu sosyal bağlam ya da
düşünsel iklimle kurduğu organik ilişkideki çapraşıklık, bu çapraşıklığın bir sonucu olarak Dünya Savaşlarındaki
işgal politikalarının doktrine edilmesinde araçsallaştırılması ve bu gibi geçmiş kötü tecrübelerde oynadığı
olumsuz rol, günümüzde halen üstünkörü algılar üzerinden tanımlanması ve araştırma konusu olan geçmiş
insanının özgün durumu ortaya çıkan kuramsal ya da ilkesel farklılıkların en önemli sebepleridir (Trigger, 2009:
80-92) .

Sayılan sebeplerin bir sonucu olarak kuramsal farklılaşmalar arkeolojik araştırmalar bakımından birçok yeni
soruyu da beraberinde getirmektedir. Örnek olarak, geçmişe dair olanı analiz etmeye çalışan arkeoloji elde ettiği
verileri üreten birey ya da grupların yaşama bakışını, ihtiyaçlarını, korkularını, sevinçlerini, inançlarını,
sorunlarını ne derece anlayabilir? Ya da bunu anlama iddiasında olmalı mıdır? Elde ettiği veriler üzerinden
tümevarımla geçmiş toplumları kurgulayan ve deneyselliği doğa bilimlerine oranla daha tartışmalı olan
multidisipliner bir sosyal bilim dalı çıkarımlarında ne derece isabet sağlayabilir? Yazılı kaynaklar dışında dili
olmayan nesneleri tasnif edip değerlendiren bir disiplin geçmişin kurgusunu yaparken gerçeğe ne oranda
yaklaşabilir? Ve tüm bu sayılan bilimsel kaygılara dayalı olarak arkeolojik sentezler oluştururken
çekincelerimizi tam da analizlerin merkezine yerleştirmek ve teoriyi bilgiye dönüştürmekten sayılan nedenlerle
imtina etmek ne oranda doğrudur? Bir bilimi geçmişinin ideolojisinden ayırıp bu geçmişi açımlayarak
kurgulamak süreçsel bir kopuşa sebep olmaz mı? (Foucault, 2011: 15-16).

Elbette bu soruların muhatabı sadece bilgiyi üreten bilim adamı değil bilgiyi değerlendiren ve yarattığı algılar
üzerinden yorumlayan toplumdur. Yorumlama aşamasında ise arkeolojik bilginin popüler algılar üzerinde
zihinlerimizde oluşturduğu egzotik bir fotoğraf ve eğlendirici özelliği ortaya çıkar (Holtorf, 2005:242). Bu
fotoğrafın içerisinde maceraperest ve oryantalist (şarkiyatçı) bir bakış açısıyla Şarkı (Doğu’yu) inceleyen bir
Garplı (Batılı) figürü gelir akıllara (Said, 2004:12-37).

Bu figür arkeolojik bilginin kaynağı ve kültür varlığının üreticisi insanın tarihsel bir varlık olduğunun ve onun
anlamasının da bu tarihselliğin dışında olmadığının, yani bir varoluş tarzı ya da unsuru olarak insanın
tarihsellikten etkilendiğinin bir sonucudur. Bu şu anlama gelmektedir: İnsan aklı, kendisini içinde bulduğu şartlar
çerçevesinde işlemektedir. Bu şartlar ise, gerek tarihsel açıdan ve gerekse toplumsal, coğrafî, çevresel vb.
bakımlardan çoğunlukla insanın iradesi dışında oluşmaktadır. Yani insan aklı, gerek oluşum ve şekillenişi ve
gerekse işleyişi bakımından, iradesi dışında oluşan bu şartlara özellikle de tarihselliğine istese de istemese de bir
bakıma mahkum ve mecburdur. Diğer bir deyişle ifade edecek olursak, insan ve onun aklı, içinde doğup
büyüyerek geliştiği tarihsel şartların ürünüdür (Ertürk, 2004:72–75). Bu şartların tümünün üzerinde belirleyici
olma yetisine sahip değildir.

Arkeolojinin teorik çerçevesinden arındırılmış buluntuya yönelik kazma, bulma, tasnif etme ve yayınlama
hedefli tanımının detayına inildiğinde ise coğrafi bir sınırlama olmaksızın mesleki bir ezoterizmin (içrekçilik) ya
da solipsizmin (tekbencilik) çıkmazı içinde varlığını sürdürme eğilimi ön plana çıkmaktadır (Fay, 2005: 23-50).
Her iki kavramda temelde birisini bilmek ve anlamak için dış gözlemin yetersiz olduğunu ve birisini bilmek için
o olmak gerektiğini öne süren yaklaşımdır. Bu noktada arkeologların bilim yaparken taşıdıkları sorumluluk
sadece kendilerine karşı mıdır sorusu akıllara gelmektedir. Bizi sadece bizler mi anlarız? Bu sorunun karşılığında
ise bilimin kim için yapıldığı ve hedefinin ne olması gerektiği yanıtına ulaşmak hiç de zor değildir. Öyle ki
popüler yayınların şatafatlı, bilimsellikten uzak ve reklam tadındaki sunumları dışında arkeolojik bilginin
ulaşabildiği kitlelerin niceliği düşünüldüğünde içine kapanık bir bilim yapma gayretinin ön plana çıktığı
görülmektedir (Hall, 2004: 159-176). Konusu insan ve onun tarih içerisindeki yeri olan bir bilim dalının bilgiyi
direkt ya da dolaylı olarak paylaşmak zorunda olduğu toplumla ilişkisindeki bu kopukluk ya da anlaşılamama
iddiası üzerinde özellikle durulması ve tartışılması gereken bir husustur.

16
Bu iddia modernizm ve post modernizm tartışması içerisinde ortaya çıkan ilkesel farklılıkların metodolojisine
etki etmiş durumdadır. Özellikle, eleştirel temellere dayanarak kurgulanan yeni kuramsal arayışların farklı metot
önerisi getirmekten daha ziyade eski metotların kullanımına devam ettiği görülmektedir. Bu nedenle yeni
yaklaşımlarla eski metotları harmanlamanın bilimsel bilginin anlaşılması bakımından bir kafa karışıklığı yarattığı
ve sadece sorunu doğru tahlil etmenin çözüm için her öneriyi geçerli kılmayacağı açıktır. Bu aşamada kuramsal
güncelleme faaliyeti olarak tanımlanabilecek yeni yaklaşım-eski metot harmanlaması faaliyeti temelde düşünsel
olarak köklü bir farklılık arz etmemesine karşın bilim adamının içinde bulunduğu bağlamla girdiği ilişkinin yani
tarihselliğinin ve edilgenliğinin bir sonucu gibi gözükmektedir.

Bilim adamının, ürettiği bilginin ve bilgiyi paylaştığı öznelerin tarihsellikleri ile arkeolojik bilgiyi anlayamama
sorunundan yola çıkarak bilimsel bilginin toplumla ve çoğulcu algılarla paylaşımı ise ilkesel olarak bir bilim
iddiasının değil bir eleştirel duruşun kuramsallaşması çabasını akla getirmektedir.

Bu bağlamda, özellikle farklılıklara duyarlılık tanımından feyz alıp farkında olarak ya da olmayarak ortaya
konan arkeolojik bilginin paydaşları için uyumlaştırılması, uygunlaştırılması ya da uysallaştırılması çabası
modernizm sonrası sosyal bilimlerin kuramsal eğilimi gibi gözükmektedir (Fay, 2005:11-21). Özellikle çağdaş
sosyal bilimlerin bugün ulaştığı kuramsal farklılıklar da göz önüne alınarak arkeoloji biliminin yeniden
tanımlanması ve anlamlandırılması sürecine girildiği oldukça açıktır. Bir öz eleştiri olarak dönemsel değişimler,
sosyo-politik bağlam ve küresel dünyanın düşünsel dayatmalarından arındırılmış bir bilimsel arayışın en azından
kendi içerisinde bir tutarlılık hedefi olduğu düşünüldüğünde tutarlılığa yönelik temel bir ilkesellik
paradigmasının belirlenmesi kuramsal tartışmaların geleceği için en öncelikli gaye olmalıdır. Bu noktada,
arkeoloji bilimsel bir disiplin olarak neyi, hangi sebeple ve hangi beklentilerle araştırdığı sorusuna bir çerçeve
belirlediği, kuramsal farklılıkların toptan reddi yerine senteze ulaşma amacı güderek değişik bakış açılarını da
göz önüne aldığı, dönemsel bağlamların dayatmalarından arındırılmış bir bilimsel faaliyet yürütme amacı
güttüğü, bilimsel önyargılar yerine bilimsel farkındalıklar üzerinden konularını ele aldığı ve salt eleştiriden
oluşan kuramsal çatışmalar yerine yapıcı nitelikli ilkesel değerlendirmeler üzerinden teorik çerçeveleri
belirlediği sürece ilkeselliğini koruyacaktır .

Netice olarak, herhangi bir konuya ilişkin insan bilgisinin sınırlı olabileceğini ve her yöntemsel yaklaşımın en iyi
ihtimalle “doğru-geçerli” bilgiye yakınsamayı hedeflediği unutulmamalıdır. Bu kapsamda, ilkesel bir ortaklık
paralelinde kuramsal farklılaşmaların beraberinde ilerlemeyi sağlayacağı, doğru ile yanlışın zaman süzgecinden
geçerek sadece bilimsel ve kuramsal gelişimi getireceği, ne yaparsak yapalım zamanın ya da tarihin belli bir
anındaki bilgimizin geçici olduğu ve bir gün mutlak suretle değişeceği göz önüne alındığında arkeolojiye ilişkin
kuramsal tartışmaların doğruluk-yanlışlık denklemi yerine ilkesellik üzerinden ele alınması gerekmektedir .

17
KAYNAKÇA

Adair,G., (1994), Postmodernci Kapıyı İki Kere Çalar, (Çev. Nazım Dikbaş), İstanbul: İletişim Yayınları.

Adorno, T.W. ve Horkheimer, M., (1996), Aydınlanmanın Diyalektiği. (Çev. O.Özgül). İstanbul: Kabalcı
Yayınevi.

Adorno,T.W., (1998), Minima Monellia (Çev.Orhan Koçak, Ahmet Doğukan) İstanbul: Metis Yayınları.

Aksoy, N. ve Aksoy, B., (1992), "İki Aydınlanma", Birikim, Ocak Sayısı.

Althusser, L., (1976), Lenin ve Felsefe. (Çev. B.Aksoy, M. Belge, E. Tulpar). İstanbul: Birikim Yayınları .

Altunışık R., (2002), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri, Sakarya: Sakarya Kitabevi.

Altuntek, S., (2009), Yerli’nin Bakışı (Etnografya: Kuram ve Yöntem), Antropoloji Dizisi İstanbul:Ütopya
Yayınevi.

Anderson, B., (2007), Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması “Imagined Communities
Reflections on the Origins and Spread of Nationalism” (Çev: İskender Savaşır) İstanbul:Metis Yayınları.

Armağan M.,(1995), Gelenek ve Modernlik Arasında, İstanbul:İnsan Yayınları,

Bacon, F., (1999), Novum Organum (Tabiatın Yorumu ve İnsan Alemi Hakkında Özlü Sözler) (Çev. Sema Önal
Akkaş), İstanbul:Doruk Yayınları.

Baran E, Eşitgin D, Gürel Ç., (2004), “Can Kozanoğlu ile Popüler Kültür ve Futbol Üzerine”, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim Dergisi, Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Bauman, Z., (1992), Intimations of Postmodernity, London ve New York: Routledge.

Bauman, Z., (2003), Modernlik ve Müphemlik, (Çev. İsmail Türkmen) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bendle,M. F., (2002), “The Crisis of ‘Identity’ in High Modernity”, British Journal of Sociology, Vol. 53, Issue
1, s. 1–18.

Bernbeck, R., (1997), Theorien in der Archäologie. Tübingen: Francke.

Bernstein, R.J., (2009), Objektivizmin ve Rölativizmin Ötesi –Bilim, Hermenoytik ve Praxis-, (Çev. Feridun
Yılmaz), İstanbul: Paradigma.

18
Best, S. ve Kellner, D., (1998), Postmodern Teori-Eleştirel Soruşturmalar,(Çev. M.
Küçük). İstanbul: Ayrıntı.

Binford, L. R., (1962), “Archaeology as Anthropology”. American Antiquity, 28 (2) s.217-225.

Binford, L. R., (1964), “A Consideration of Archaeological Research Design”. American Antiquity, 29 (4),
s.425-441.

Binford, L. R., (1968), “Archaeological Perspektives” S. R. Binford & L. R. Binford (Ed), New Perspectives in
Archaeology (s.2-10). Chicago: Aldine Publishing Company

Boratav, A., (2007), Tarih ve Tarihçi: Annales Okulu İzinde. İstanbul: KırmızıYayınları.

Burke, P., (2005), Tarih ve Toplumsal Kuram, (Çev. Mete Tunçay), İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.

Cahoone, L. E., (2001), Modernliğin Çıkmazı, (Çev. Ahmet Demirhan ve Erol Çatalbas) İstanbul: İnsan
Yayınları

Cevizci, A., (2002), Felsefe Tarihi-Aydınlanma Felsefesi, Bursa: Ezgi Kitabevi Yayınları.

Cevizci, A., (2012), Felsefeye Giriş, İstanbul:Say Yayınları.

Clarke, D. L., (1972), “Models and Paradigms in Contemporary Archaeology” D.L Clarke (Der.) Models in
Archaeology Methuen and Co.London s.1-60

Clarke, D. L., (1973), “Archaeology: The Loss of Innocence”. Antiquity, 47, s. 6-18.

Castoriadis, C. (2001), Dünyaya, İnsana ve Topluma Dair, (Çev. Hülya Tufan) İstanbul: İletişim Yayınları.

Çiğdem, A., (1997), Akıl ve Toplumun Özgürleşimi, Ankara:Vadi Yayınlar.

Davies, N., (2006), Avrupa Tarihi. (Çev. Burcu Çığman, Elif Topçugil, Kudret Emiroğlu,
Suat Kaya) Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

De Libera,A.,(2005), Ortaçağ Felsefesi, (Çev. A. Meral), İstanbul: Litera Yayıncılık.

Denzin, K. N. ,(1991), Images of Postmodern Society, London: Sage Publications.

De Saussure, F.,(1998), Genel Dilbilim Dersleri. (Çev. B. Vardar). İstanbul: Multilingual Yayınları .

Dilthey, W., (1996), Hermeneutics and Study of History. New Jersey: Princeton University Press.

19
Dochherty, T. D., (1995), “Postmodernizm: Bir Giriş”, Postmodernist
Burjuva Liberalizmi, (Çev.Yavuz Alogan), İstanbul:Sarmal Yayınevi.

Dolukhanov, P., (1998), Eski Ortadoğu’da Çevre ve Etnik Yapı. (Çev. S.Aydın). Ankara

:İmge Kitabevi Yayınları.

Drucker, P. F., (1993), Kapitalist Ötesi Toplum, (Çev.Belkıs Çorakçı), İstanbul: İnkılap

Kitabevi Yayınları.

Eagleton,T.,(2004), Edebiyat Kuramı.(Çev.T.Birkan), İstanbul:Ayrıntı Yayınları.

Eco, U., (1996), Yorum ve Aşırı Yorum. (Çev. K. Atakay). İstanbul : Can Yayınları.

Ertürk, R., (2004), Sufi Tecrübenin Epistemolojisi. İstanbul: Fecr Yayınevi.

Fay, B.,(2005), Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi:Çokkültürlü Bir Yaklaşım,(Çev.İsmail Türkmen)


İstanbul:Ayrıntı Yayınları.

Feyerabend, P., (1999), Yönteme Karşı, (Çev. Ertuğrul Başer), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Flannery, K. V., (1963), Archaeological Systems Theory and Early Mesoamerica. B. J. Meggers (Ed.),
Anthropological Archaeology in America (s.67-88). Washington.

Flannery, K. V., (1972), The Cultural Evolution of Civilizations. Annual Review of Ecology and Semantics
3:399-426.

Foster, H., (1983), The Anti-Aesthetic Essays on Postmodern Culture, Washington: Bay Press.

Foucault, M.,(2011),Bilginin Arkeolojisi, (Çev.Veli Urhan) İstanbul:Ayrıntı Yayınları.

Fukuyama F., (1993), Tarihin Sonu Mu?, (Çev.Yusuf Kaplan),Kayseri: Rey Yayınları.

Gamble, C., (2001), Archaeology. London: The Basic Routledge.

Gandara, M., (1987), Observations about the theoretical term-Acrhaic State. L.Manzanilla (Ed.), Studies in the
Neolithic and Urban Revolutions The V. Gordon Childe Colloquium (s.209-216). Oxford: British Archaeological
Reports.

Gellner, E., (1993), “Mülakat (Konuşan: Şahin Alpay)”, Türkiye Günlüğü, Cedit Yayınları, Sayı 24, Ankara.

20
Gero,J.M. ve Conkey, M.W., (1991), Engendering Archaeology: Women and Prehistory, London:Blackwell.

Giddens, A., (2002). Hermeneutik ve Sosyal Teori. H. Arslan (Ed.), Retorik Hermeneutik ve Sosyal Bilimler
İnsan Bilimlerinde Retoriğe Dönüşü. İstanbul: Paradigma Yayınları.

Habermas, J., (1994), “Modernlik: Tamamlanmamıs Bir Proje” (Çev. Çülengül Naliş ), Postmodernizm (s.31-
44), İstanbul: Kıyı Yayınları.

Hall M.A.,(2004), Romancing the Stones: Archaeology in Popular Cinema, European Journal of Archaeology
Vol 7(2)

Harvey, D., (1997)., Postmodernliğin Durumu, (Çev. Sungur Savran) İstanbul: Metis Yayınları.
Hazard, P., (1935)., La Crise de la Conscience Europeen, Paris

Hegmon, M.,(2003)., Setting Theoretical egos aside: Issues end theory in North American
Archaeology.American Antiquity 68 (2), (s.234-243).

Heller, A. ve Ference F., (1993), Postmodern Politik Durum, (Çev. Şükrü Argın ve Osman Akınhay), Ankara:
Öteki Yayınevi.

Hodder, I., (1992)., Theory and Practice in Archaeology. London: Routledge.

Hodder, I., (2000)., Developing a Reflexive Method in Archaeology. I.Hodder (Ed.), Towards a Reflexive
Method in Archaeology: The Example at Çatalhöyük (s.3-14). Mc Donald Institute for Archaeological Research/
British Institute of Archaeology at Ankara Monograph, Cambridge: University of Cambridge.

Horkheimer, M., (1998), Akıl Tutulması, (Çev. Orhan Konuk), İstanbul: Metis Yayınları.

Holman, C. H., (1972), A Handbook to Literature. New York: The Odyssey Press.

Holtorf, C., (2006). Über Archäologisches Wissen. Ethnographisch-Archaologische Zeitschrift ,47, 3, s.349-359.

Huyssen, A., (1994), “Postmodernin Haritasını Yapmak”, (Çev: Mehmet Küçük), Modernite Versus
Postmodernite (Derleyen: Mehmet Küçük), Ankara: Vadi Yayınları.

İnan, R., (2004), “Gökkubbede Söylenmemis Hiçbir Söz Yokturgillerden Bir Roman Ya Da Oğuz Atay'ın
Tutunamayanlar'ında Postmodern İzdüsümler”, Millî Eğitim Dergisi, (s.163), Ankara: Millî Eğitim Bakanlığı
Yayınları.

Jameson F., (2011), Postmodernizm ya da Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı (Çev.Nuri Pülümer ve Abdulkadir
Gölcü) Ankara: Nirengi Kitap.

21
Jeanniere, A., (1994), "Modernite Nedir", (Çev. Nilgül Tutal Küçük), Modernite Versus Postmodernite, (Der:
Mehmet Küçük), Ankara: Vadi Yayınları.

Johnson, M.,(1999), Archaelogical Theory:An Introduction Oxford: Blackwell Publishing

Kant, I., (1784),“Aydınlanma Nedir Sorusuna Yanıt”, (Çev. Nejat Bozkurt), Toplumbilim, Sayı 11 Temmuz 2000,
(S. 17).

Kellner, D., (1994), “Toplumsal Teori Olarak Postmodernizm: Bazı Meydan Okumalar ve Sorunlar” (Çev.
Mehmet Küçük), Modernite Versus Postmodernite, (Haz: Mehmet Küçük), Ankara:Vadi Yayınları.

Kızılçelik, S., (1994), “Postmodernizm: ‘Modernlik Projesine’ Bir Başkaldırı”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 30.

Knapp,B.A.,(1996), “Archaeology Without Gravity: Postmodernism and the Past” Journal of Archaeological
Method and Theory Vol.3, No.2.

Kroner, R., (2010) “Tarih ve Tarihsicilik” Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt XXV, Sayı 2, Aralık (637-643).

Kumar, K., (1999), Sanayi Sonrası Toplumdan Post-Modern Topluma, Çağdaş Dünyanın
Yeni Kuramları.(Çev. Mehmet Küçük) Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

Kuhn, T.,(2000), Bilimsel Devrimlerin Yapısı, (Çev. Nilüfer Kuyaş), İstanbul: Alan Yayınları.

Küyel, M., (1977), “Klasik Skolastik Modern”, Klasik Çağ Düşüncesi ve Çağdaş Kültür (Birinci Sempozyum
Bildirileri), Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Lash, S., (1990), Sociologyy of Postmodernism, London: Routledge.

Linstead, S., (1993), “From Post Modern Anthropology to Deconstructive Etnography”, Human
Relations,46(1):97-120

Lyotard, J.F., (2000), Postmodern Durum, (Çev. Ahmet Çiğdem), Ankara: Vadi Yayınları.

Maisels, C. K., (1999). The Emergence of Civilization, From Hunting and Gathering to Agriculture, Cities and
The State in the Near East Uygarlığın Doğuşu Yakındoğuda Avcılık ve Toplayıcılıktan Tarıma Kentlere ve
Devlete Geçiş. Ankara: İmge Kitabevi.

Marcuse, H., (1975), Tek Boyutlu İnsan, (Çev.A.Timuçin, T.Tunçdoğan).İstanbul:May.

Mutman, M. ve Yeğenoğlu M.,(1992),"Bilimlerde ve Toplumlarda Modernizm", Birikim, Ocak Sayısı.

22
Nietzsche,F., (1990). İyinin ve Kötünün Ötesinde, (Çev. Ahmet İnam), İstanbul: Ara
Yayıncılık.

Nietzsche,F., (2002). Güç İstenci-Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi, (Çev. Sedat


Umran), İstanbul: Birey Yayıncılık.

Özdoğan, M., (2011), 50 Soruda Arkeoloji İstanbul: Bilim ve Gelecek Kitaplığı.

Palmer, R. E., (1968), Hermeneutics Interpretation Theory in Schleiermacher, Dilthey, Heidegger and Gadamer,
New England: Nortwestem University Press,

Paz, O., (1994), “Şiir ve Modernite” (Çev.Nilgün Tutal-Küçük), Modernite Versus Postmodernite, (Der: Mehmet
Küçük),Ankara:Vadi Yayınları.

Popper, K., (1995), Tarihselciliğin Sefaleti, İstanbul: İnsan Yayınları.

Rocmore, T., (1989), “Modernity and Reason: Habermas and Hegel” Man and World, Vol. 22.

Rosenau, P. M., (1998), “Postmodernizm ve Toplum Bilimleri”, (Çev. Tuncay Birkan), Ankara: Ark Yayınları.

Said, E.W.,(2004), Şarkiyatçılık: Batının Şark Anlayışları (Çev. Berna Ünler) İstanbul :Metis Yayınları.

Savran,G., (1999), “Postmodernizm: Yepyeni Bir Evre mi, Bir Eğilimin Mutlaklaştırılması mı? ”, Defter
Dergisi, Sayı:38, s.158-159.

Sarup, M., (2004), “Post Yapısalcılık ve Post Modernizm”. (Çev. A.Güçlü). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Schopenhauer, A., (1958), The World as Will and Representation, (Çev. E.F.J.Payne) New York: Dover
Publications.

Shanks,M. ve Tilley,C.Y.,(1992), Reconstructing Archaeology:Theory and Practice,Londra ve New


York:Routledge

Sherrat, A., (1997), Economy and Society in Prehistoric Europe: Changing Perspectives , New Jersey:
Princeton University Press.

Shiva, V., (1993), “Decolonizing the North” Ecofeminism. (Der. M. Mies ve V. Shiva), (s. 264-276). London ve
New Jersey: Zed Books.

Stephanson, A., (1995), Manifest Destiny: American Expansion and the Empire of Right. New York: Hill and
Wang.

23
Soykan, Ömer N., (1993), Türkiye’den Felsefe Manzaraları, İstanbul: Yapı-Kredi Yayınları.

Snyder, J. R. , (1999), “‘Modernliğin Sonu’ Hakkında”, Modernliğin Sonu, Gianni Vattimo, (Çev. Sehabettin
Yalın), İz Yayıncılık, İstanbul. ss.7-56.

Swingewood, A., (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev. Osman Akınhay),Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Şaylan, G., (1996), Çağdaş Düşünce Akımları: Postmodernizm (Ders Notları), TODAİE Yayınları, Ankara.

Şenel,A., (1996), Siyasal Düşünceler Tarihi: Tarihöncesinde İlkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve
Siyasal Düşünüş, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları .

Şimşek, A., (2006), “İlköğretim Öğrencilerinde Tarihsel Zaman Kavramının Gelişimi ve Öğretimi”,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, G.Ü. Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Tepebaşılı, F., (2006), Edebiyat Öğretiminde Waldmann Modeli, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi 16, s.605-617.

Therborn, G., (1996), “Modernlik Yoluyla Modernliğe Giden Yollar”, Postmodernizm ve İslâm Küreselleşme ve
Oryantalizm, (Der. Abdullah Topçuoğlu-Yasin Aktay) Ankara: Vadi Yayınları.

Touraine, A., (1995), Modernligin Eleştirisi, (Çev. Hülya Tufan),İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.

Trigger, B. G., (1984). “Alternative Archaeologies: Nationalist, Colonialist, Imperalist”. Man ,19, s.335-370.

Trigger, B.G., (2009) A History of Archaeological Thought, (Second Edition) U.S.A:Cambridge University
Press.

Ucko,P.J., (1995), Theory in Archaeology “A World Perspective”, London:Routledge.

Yılmaz, A., (1996), Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Ankara :Vadi Yayınları.

Vattimo, G., (1999), Modernliğin Sonu. (Çev. Şehabettin Yalçın) İstanbul: İz Yayıncılık.

Von Aster, E., (2005), Düşünce Bilim Kitapları: İlkçağ ve Ortaçağ Felsefe Tarihi,(Günümüz Diline Uyarlayan:
Vural Okur), İstanbul: İm Yayın Tasarım

Williams, L ve Sewpaul V., (2004) . Modernism, Postmodernism and Global Standards Setting, Social Work
Education, Vol. 23, No. 5, (s.555–565) .

Zych, R. (2002) Foundationalism in Archaeology and The Post Modernist Truth http://www. www.jtb-forum.pl
adresinden indirilmiştir. Erişim tarihi:14.09.2009.

24

You might also like