You are on page 1of 4

İNSAN ve İNSAN FELSEFESİ

İnsan felsefesi dersinin amacına ve muhteviyatına uygun olarak çalışmanın başlangıcında ilk
olarak insanın tanımı, felsefe, insan felsefe ilişkisi konuları işlenmiştir. Daha sonra insan felsefesi ve
insan felsefesinin tarihi gelişimi dönemler şeklinde incelenmiştir. Buradaki amaç kısaca tarihi gelişim
süreci içerisinde insan felsefesine malzeme olacak bilgilerin alt yapısını hazırlamaktır. Daha sonra
derslerimizde Çağdaş felsefi düşüncede 20. yüzyılın başlarında müstakil bir insan felsefesi kavramını
geliştiren Max Scheler’in Eseri “İnsan ve Kosmastaki Yeri” isimli eseri tenkitli okuması yapılacaktır.
Daha sonra ise son dönem Cumhuriyet dönemi önemli felsefecilerinden Hilmi Ziya Ülken’in insan
anlayışı ele alınmıştır. Onun insan anlayışında, kendisinin yeniden çerçevesini çizdiği kavramlar önem
taşır. Bu kavramlar; Kişilik, Tutku, Özgürlük, İnsaniyetçilik, Hakikat ve Adalettir. Bu kavramlar
detaylı bir şekilde işlenmiş ve böylece genel insan anlayışı ortaya çıkmıştır. Özet anlamda söylenecek
olursa, Ülken’de insan anlayışı mertebeler halindedir. Bu mertebeler, sıradan insandan ideal insana
zarurî bir ilerleme şeklinde devam etmektedir. Mertebelerin biri aşılmadan bir diğer mertebeye geçiş
yoktur. Ona göre, bu mertebelerin ilki “halk aşaması”, ikincisi “yurttaş aşaması”, üçüncüsü “yurtsever
aşaması” ve son aşama ise “yurtseverlik aşaması”dır. “İdeal insan”a ulaşmak için birincisinden başla-
mak ve son aşamaya varmak gereklidir. Fakat burada son aşamaya varma da bir son durak değil,
sürekli gelişme gösteren bir aşamadır. Bütün bunlardan anlaşıldığı kadarıyla; “insanlaşma” diyebilece-
ğimiz insanlık serüveni sonu olmayan bir yol olarak karşımıza çıkmaktadır.
1. İnsan Nedir?
Felsefe sorgulama sanatıdır ki, felsefenin sorduğu sorulardan en öne çıkanlardan biri de "insan
nedir?" sorusudur. Aslında, bütün felsefe tarihi boyunca yanıt aranılan temel sorulardan birisi budur.
Bütün olarak felsefi uğraş, insanın kendini tanıma çabası, insanın evrendeki yerinin ne olduğunu
öğrenme isteği ve yapıp etmelerine, yaşamına bir anlam verme uğraşıdır. Diğerleri bu uğraştan doğan
türevsel sorulardır; evren kaç boyutludur, toplumu en iyi yönetme şekli hangisidir, akıl nedir vb.
sorular. İnsan nedir? sorusu, yaşamın anlamını sorgulayan kişiler için olduğu kadar felsefenin çeşitli
disiplinleri ve insanla ilgili çağdaş bilimler için de temel olan bir sorudur. Psikoloji, sosyoloji, sosyal
antropoloji gibi insan bilimlerinin ya da günümüzde sosyal bilimler olarak adlandırılan disiplinlerin
her biri belirli bir insan anlayışı veya görüşü üzerine kurulan bilimlerdir. Aynı şekilde her etik, her
toplum ve siyaset felsefesi, hatta bilgi ve varlık felsefeleri bile belirli bir insan görüşünden hareketle
yapılmakta, insanın neliğine ilişkin belirli bir kabule dayanmaktadır. Bu disiplin veya bilimlerden
bazıları temelinde yatan insan anlayışının veya görüşünün ne olduğunu açıkça ortaya koyarken,
bazıları da bunu örtülü bir biçimde açıklamaktadırlar. İster açık ister örtük olarak benimsensin, bu
disiplin ve bilimlerin kendi alanlarındaki (insanla ilgili) temel problemlere ilişkin açıklamaları ve
temellendirmeleri de son tahlilde yine insana, onun yapısına, “neliğine” ilişkin belirli kabullere
dayanmaktadır. Diğer taraftan, kişilerin günlük yaşamlarındaki etkinlikleri, yapıp etmeleri, ortaya koy-
duğu ürünler, bunları ortaya koyuş şekilleri, günlük yaşamı ilgilendiren siyasal veya etik kararlar, bir
kişinin kendine, ötekilere ve kendi mesleğine bakışı, kısacası ister teorik ister pratik düzeyde ele
alınsın insana ilişkin her şey, ilkin o an kişinin bilinçli olarak benimsediği ya da çoğunluğun farkında
olmaksızın toplumdan hazır almış olduğu insan anlayışıyla şekillenmekte; ikinci olarak bütün bunların
toplamı ise, karşımıza, kabaca, “egemen insan” anlayışı olarak çıkmaktadır. Bu anlayışlardan, Antik
Yunan düşüncesinin ve onun devamı olan Batı felsefesinin insana ilişkin temel savlarından birisi
insanın hayvandan farklı olarak “akla sahip” olduğudur.
Ve buradan hareketle, bu düşünce geleneği içerisinde, "insan nedir?" sorusuna, "insan akıl
sahibi bir varlıktır", "insan irade sahibi bir varlıktır", "insan özgür olan bir varlıktır" gibi yanıtlar
verilir. Ne var ki bu tür önermeler, doğruluk ve yanlışlıklarının ötesinde daha başka problemleri
barındıran önermelerdir. Taşıdıkları problemlerden birisi geçerlilik alanlarıyla ilgilidir.
Mantıksal olarak değerlendirdiğimizde, "insan nedir?" sorusu ve bu soruya verilen "insan
…………bir varlıktır" şeklindeki bütün cevaplar, bütün insanları, her bir insan tekini kapsamakta,4
yani hem insanî açıdan hem de tarihsel açıdan tümellik arz etmektedirler. “İnsan akıl sahibi bir
varlıktır” önermesi, her bir insan tekinin tarihin her döneminde aynı biçimde akıl sahibi olduğu
iddiasını içerir; aynı şekilde, diğer önermelerin her biri de her bir insan tekinin irade sahibi, özgür bir
varlık olduğunu dile getirir. Oysa, türün her bir üyesine zaman dışı olarak mal edilen bu özelliklerden
özellikle akıl sahibi olma ve onunla bağlantılı diğer “olumlu” özelliklerin, aslında sadece belirli kişi-
lerde ortaya çıktığını, herkes tarafından değil bir “azınlık” tarafından hayata geçirilebildiğini, bize,
hem tarih hem hayatın kendisi söylemektedir. Aklı, günlük işleri yapabilme becerisi; özgürlüğü,
istediğini düşünme ya da yapma yetisi; ahlaklılığı belirli bir toplumun veya dinin "iyi ve kötüleri”ni
ezbere dillendirme kabiliyeti; irade sahibi olmayı da örneğin yalnızca bir süreliğine yiyip içmeme
(oruç tutma) iradesi olarak kabul etmezsek, "akla ve erdeme uygun" eyleyen, özgür olan, istemesini
herkes için geçerli olabilecek aklî ilkelere dayandırabilen, etik değere sahip eylemi hayata geçiren
insan sayısının çok az olduğunu hem tarih hem yaşadığımız hayat söylemektedir. Eğer çoğunluğu
oluşturan “sıradan insanın” günlük yaşamında ortaya çıkan bu durumu doğru olarak kabul edecek
olursak, insanın akıl sahibi bir varlık olduğu düşüncesi veya savı üzerine bina edilen insan görüşlerinin
hiçbirisinin, bir açıdan bakıldığında, insanlığın tamamını kapsamadığını; bu görüşlerde, yalnızca
diğerlerinden farklı bir grup insanın düşünsel ve pratik yapıp etmelerine bakılarak bütün bir insan türü
için geçerlilik iddiasında olan genellemeler yapıldığını, dolayısıyla da ancak, bu azınlığın filozofların
anladığı anlamda "insan" denilmeye lâyık olduğunu kabul ve itiraf etmemiz gerekir.
İnsan hakkında üzerinde uzlaşılan tam bir tanım olmadığından burada düşünürler tarafından
yapılan tanımlara örnekler vererek olay aydınlatılabilir. Kant (1724-1804), insanı bir olanaklar
(potansiyeller) varlığı ve kendisine potansiyeller olarak yetenekler verilmiş, bu yetenekleri geliştirmesi
de kendisinin iradesine verilmiş bir varlık7 olarak tanımlar. Kant iradeyi ön plana çıkartırken, insanın
bununla aldığı değere işaret eder.
Schopenhauer (1788-1860), insanı bütün tabiatıyla çabaya, başarısızlığa, ızdıraba ve
bedbahtlığa adanmış bir varlık olarak görür. Böylece pesimizmi, insan tanımına da yansıtır.
Kierkegaard (1818-1855)’a göre insan, bireyselliğini kazanmış insandır, ilk insan ise
Sokrat’tır. Kierkegaard bu tanımla Varoluşçuların insana bakışını da sergilemiş olmaktadır.
Mengüşoğlu (1905-1984) insanın varlık şartlarından hareketle daha kapsamlı bir tanım
yapmaktadır. Tanımı ise şöyledir: İnsan, bilen, yapıp-eden, değerlerin sesini duyan, tavır takınan,
önceden gören ve önceden belirleyen, isteyen, özgür hareketleri olan, tarihsel olan, ideleştiren,
kendisini bir şeye veren, seven, çalışan, eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat ve tekniğin
yaratıcısı olan, konuşan, biyo-psişik bir yapıya sahip bir varlıktır.
Kant, Max Scheler (1874-1978) ve Nicolai Hartmann (1882-1950) çizgisini izleyen
Mengüşoğlu, tarihsel varlık alanı ile insanlık arasındaki bağı kurarken, yaşayan insana, onun yapıp
etmelerine, ortaya koyduğu ürünlere, başarılarına bakar ve her bir insan tekinde "gördüğü özellikleri
ve her insanın şu veya bu biçimde gerçekleştirdiğini gördüğü etkinlikleri saptayarak analizini yapar"
Takiyettin Mengüşoğlu, her bir insanda gördüğü özelliklere ve her bir insanın gerçek-
leştirebileceğini düşündüğü etkinliklere, insanın varlık koşulları (şartları) adını verir. Buradan
hareketle de insan, bilen, yapıp eden, değerlerin sesini duyan, tavır takınan, önceden gören ve önceden
belirleyen, isteyen, özgür hareketleri olan, tarihsel olan, ideleştiren, kendisini bir şeye veren, seven,
çalışan, eğiten ve eğitilen, devlet kuran, inanan, sanat ve tekniğin yaratıcısı olan, konuşan, biyo-psişik
bir yapıya sahip olan bir varlık olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla, tek tek kişilerin üstün gayretleri
sonucu ortaya çıkan bu tamamen "insansal dünya", ortaya çıkışıyla bütün insanlığa mal olur ve tarihsel
varlık alanı adını alır. Oluş ve gelişme içinde olan bu tarihsel varlık alanı, hem "bütün insan eylemleri-
nin sonucunda ortaya çıkan başarıların" içinde yer aldığı, hem de bütün insan grupları arasında olup
biten olayların kapsandığı bir alandır. Kısacası, bütün insan fenomenleriyle birlikte onun başarıları, bu
başarılar ve fenomenleri “yöneten ilkeler" tarihsel varlık alanını oluşturur. Tanımlardan da anlaşıldığı
gibi insan yapıp ettiklerinde özgür olan ve bu özgürlüğünden dolayı farklılaşan ve bu farklılaşmasıyla
değer kazanan akıllı bir varlıktır. Aynı şekilde "insan"ın özelliklerinden söz edilirken de aslında,
bireyin özellikleri, yaratıcı insanın özellikleri ve tür olarak insanın özelliklerinden söz edilmektedir ya
da "insan"ın potansiyelleri ya da başarılarından söz edilirken, bireyin, yaratıcı insanın veya tür olarak
insanın potansiyel ya da başarılarından söz edilmektedir. Fakat hemen hemen hiçbir metinde bu
durum, bu şekilde açık olarak ifade edilmemektedir. Buraya kadar anlatılanları göz önüne alarak,
şimdiye kadar filozoflar “insan” derken ne demek istemişlerdir?" diye sorduğumuzda karşımıza şöyle
bir tablo çıkmaktadır:
İnsan:
1) Birey, sürü (teki) veya sıradan insan anlamında "insan",
2) Yaratıcı kişi, üstün insan veya model insan anlamında "insan",
3) Genel olarak ya da "tür" veya "kavram" olarak "insan".
Bu ayrıma göre, insanın özelliklerini, başarılarını ve potansiyellerini ayrıntıya girmeden,
sadece bir fikir vermesi amacıyla örneklendirecek olursak:
1) Bireyin veya sürünün özellikleri: Felsefe tarihinde, Platon ve Aristoteles döneminde
olgunlaşan, geçirdiği bazı değişikliklere rağmen günümüze kadar ulaşan ve hâlâ etkisini sürdüren
görüşe göre, insanı, beden ve ruh, madde ve düşünce, doğa varlığı ve düşünce varlığı, biyo-psişik
varlık ve tinsel varlık şeklinde birbirine zıt iki öğeden oluşmuş bir bütün olarak düşünecek olursak,
bireyin veya sürünün özelliklerinin filozoflarca, bedenin, maddenin, doğa varlığının ve biyo-psişik
varlığın özellikleriyle eşleştirildiğini görürüz.
2) Yaratıcı kişinin özellikleri: Yine aynı yolu izleyecek olursak, ruhun (akıllı kısmının),
düşüncenin, düşünce varlığının, tinsel varlığın özellikleri yaratıcı insanın, kişinin özellikleriyle
eşleştirilir; o akıl sahibidir, özgürdür, kendi kararlarını kendisi verir, seçim yapar, kendi kendisini
yaratır. Tarihte yaratıcı kişi anlamında insan için dile getirilen özellikleri toparlar nitelikte olan
Mengüşoğlu'nun ifadesiyle: Bilen varlık olma, özgür varlık olma, değerler ortaya koyma, sanat ve
tekniğin yaratıcısı olma, vb. onun özellikleridir. Ya da Nietzsche'ye dayanarak söyleyecek olursak,
yaratıcı kişi, yapıp ettikleri ve başarılarıyla insanlığa ve geleceğe yön verme özelliğine sahip olan
insandır, "büyük çapta yaratıcı insan, “benim” diyen insandır".
3) Tür olarak insanın özellikleri: Tür olarak insana yüklenen özellikler, aslında, insanı
anlama çabasında birey anlamında insanın ya da kişi anlamında insanın ön plana çıkartılmasına, bu iki
farklı yaklaşım biçimine göre değişiklik göstermektedir. İnsanların çoğunluğunda görülen biyo-psişik
ortak yanları veya özellikleri insanı anlama çabasında ön plana çıkartan yaklaşımı benimseyenler,
kendi içlerinde çeşitli gruplara ayrılabilmelerine rağmen, genelde ya insanın (insan teklerinin) birtakım
biyolojik ve psişik yeti veya özelliklerini ya da insanın gündelik yaşamını sürdürme biçimini etkileyen
birtakım temel hayatî gereksinimlerini ve bunlarla bağlantılı psişik yaşantılarını göz önüne alarak,
örneğin Hobbes'un yaptığı gibi, bencil olmayı veya haz ve acının etkisiyle hareket etmeyi tür olarak
insana yüklemekte, ama diğer taraftan onun akıl sahibi bir varlık olduğunu benimsemekten de geri
kalmamaktadırlar; çoğunluğun değil yaratıcı azınlığın yapıp etmelerinde ortaya çıkan özellikleri insanı
anlamada ön plana çıkartan yaklaşımı benimseyenler ise, örneğin akıl sahibi olma, kendi eylemine
yasa koyabilme, özgür olma, kültürün, sanatın, dinin yaratıcısı olma ya da Tanrının yeryüzündeki
temsilcisi olma gibi olumlu özellikleri tür olarak insanın özellikleri olarak almaktadırlar.
Kısacası, felsefe tarihinde şimdiye kadar tür olarak insana yüklenen özellikler ile yaratıcı
kişilere yüklenen özelliklerin aynı olduğunu görmekteyiz. Akıl sahibi olma, özgür olma, kendi
eylemine yasa koyma, bilim, sanat ve tekniğin yaratıcısı olma gibi özellikler hem tür olarak insan, hem
yaratıcı kişi anlamında insan için kullanılmaktadır. Birey veya sürü anlamında insanın özellikleri ise
her zaman aşılması gereken özellikler olarak görülmektedir.

2. İnsan Felsefe İlişkisi


Felsefe bir faaliyet, bir düşünce faaliyetidir. İnsanın soru sorabilme yeteneğine dayanır ve
dolayısıyla, belirli türden sorular hakkında belirli bir türden düşünme faaliyeti olarak gelişir. Felsefeyi
tüm diğer disiplinlerden ayıran en önemli özelliği, felsefenin bu türden sorular üzerinde düşünürken,
mantıksal argüman ya da akıl yürütmeye dayanmasıdır. Buna göre, filozoflar, bu mantıksal
argümanları ya kendileri yaratırlar ya da başkalarının argümanlarını eleştirirler.
Filozoflar, aynı zamanda bu argümanların temelinde bulunan kavramları analiz eder ve
açıklığa kavuştururlar. Daha ayrıntılı ve daha geniş kapsamlı bir felsefe tanımı yapacak olursak,
felsefenin dünyanın genel doğası, bilgi ve hayatın yaşanma tarzıyla ilgili, özü itibarıyla akla dayanan,
önemli ölçüde sistematik, eleştirel bir düşünüş olduğu söylenebilir. Felsefe bir akıl faaliyeti olduğuna
göre, bu akıl faaliyetini gerçekleştiren bir akıllı varlığın olması icap eder ki bu da insandır. Dolayısıyla
insansız bir felsefe faaliyeti düşünülemez.
Öyleyse insan-felsefe ayrılmaz bir bütün olarak karşımıza çıkar. Bir diğer açıdan bakıldığında
ise bütün bir felsefî üretimi insana dair üretim olarak görebiliriz. Bunun nedeni, insan bütün üretimin
kendisini anlamak için, dünyadaki yerini bulmak ve hayatını güzelleştirmek veya daha rahat bir hayat
elde edebilmek adına yapmış olmasındandır. Bütün bunlar göz önüne alındığında ise karşımıza felsefe
tarihi, bir insanlık tarihi olarak çıkmakta ve insanın kendisine dair yapmış olduğu üretim olarak gözler
önüne serilmektedir.
Nitekim hangi filozofun veya düşünürün hayatına düşüncesine bakarsak bakalım, mutlaka
insana dair söylediği veya yazdığı bazı düşüncelerini buluruz. Bu düşüncelerin doğruluğu veya
yanlışlığı bir yana, kimisi kendisini model alarak bunları serdetmiş, kimisi ideal olanı yazmış, kimisi
de olana yaklaşmış veya olanı yakalamıştır.
Bütün bunlardan sonra söylenecek olan şu olsa gerek: Felsefe, insanın kendisini anlamak ve
anlatmaktan ibaret olan aklî bir faaliyettir.
3. İnsan Felsefesi
Mengüşoğlu’na göre insan felsefesi, insanı anlamak amacıyla, insan fenomenlerini,
başarılarını inceleyen ve betimleyen bir bilim dalıdır. Bu nedenle insan felsefesi, insanın bütün yapıp-
ettiklerini, bunların ürünü olan başarıları, yani insan fenomenlerini somut bütünlük anlayışıyla ele alır.
Kısaca konusu bir bütün olarak, her yönüyle insanın incelenmesidir. Düşünsel, bilişsel, davranışsal,
fenomenal, vb.
Günümüzde eğitimli bir insana “insan nedir?” sorusunu soracak olursak, karşımıza farklı ve
birbirleriyle bağdaşmaz üç cevap alırız. Bunlar; birincisi teolojik geleneğin etkisindeki cevap (Adem-
Havva, cennet- cehennem bağlamında). İkincisi Antik Yunan’ın insan anlayışı(insanın akıl, logos,
phronesis, ratio, mens sahibi bir varlık olarak görülmesi) ve üçüncüsü de doğa bilimlerinin ve genetik
psikolojinin insan düşüncesi, yani insanın yeryüzündeki gelişmenin, evrimin en son ürünü olduğu ve
insanın doğadaki benzerlerinden yalnızca enerji ve yetilerinin karışımındaki karmaşıklık derecesiyle
ayrıldığı görüşüdür. Doğal olarak da bu üç ayrı insan görüşüne paralel olarak da üç ayrı antropoloji
geleneği doğmuştur: Biri teolojik, biri felsefi, biri de doğabilimsel. Ama hâlâ "insan nedir?" sorusuna
doyurucu bir cevap bulunmadığı gibi; insan, tarihinin hiçbir döneminde kendisi için günümüzdeki
kadar “sorunlu” olmamıştır.
Scheler, buradan hareketle, yeni bir felsefi antropolojinin ortaya konulması gerektiği sonucunu
çıkarıyor. Nitekim, benzeri bir değerlendirmeyi Mengüşoğlu da yapıyor ve ontolojik temellere dayalı
bir felsefi antropolojinin günümüzdeki önemini vurguluyor. Bu nedenle insan felsefesinde çok
fikirlilik ve çok farklılıklar göze çarpmaktadır. İnsanın, düşünsel ve eylemsel tarihindeki önemli yerin-
den dolayı "insan nedir?" sorusu felsefenin başlangıcından beri her dönemde filozoflarca hep yeniden
sorulmuş ve yeni cevaplar bulunmuştur. Ancak, bu temel soru esas alınarak yapılan bir İnsan Felse-
fesi, kendi başına bir felsefe disiplini olarak ancak çağımızda ortaya çıkabilmiştir; ancak çağımızda
insan, her şeyi didik didik araştırıp sorgulayan insan, kendisine dönüp, kendi kendisini belli başlı bir
araştırma, sorgulama konusu haline getirebilmiştir, çünkü onun problemleri felsefe tarihi boyunca
ayrıca ele alınmamış, felsefenin birçok disiplini tarafından bölüşülmüştür.
Ne yazık ki, çağımızda insanın, felsefenin belli başlı sorgulama konularından birisi haline
gelmiş olması ve bunun sonucunda ortaya çıkan İnsan Felsefesi, günümüzde henüz ağırlığını hissetti-
rememiş, henüz insana ilişkin farklı doğruluk ve geçerlilik iddiasında olan ve zaman zaman birbiriyle
çatışan görüşlerin egemenliğini kıramamıştır. Bu konuda tek seslilik zaten olamayacaktır.

You might also like