Professional Documents
Culture Documents
Bilim olmak,
doğa bilimlerinde olduğu gibi,
açıklamacı olmak
demektir.
Bu demektir ki,
tarihsel/toplumsal/insani
fenomenler,
bu fenomenlere ilişkin
bilimlerin olanağından
söz edilebilir.
Ve konusunu
(insanı, tarihi, toplumu)
genel ve yasacı bir tutumla
açıklayan
bilimler de
vardır.
Bunun başlıca örneği,
Comte’un ‘sosyoloji’sidir;
çünkü o aynı zamanda
bir ‘sosyal fizik’tir.
B.Tinselci/Anlamacı/tarihselci/Hermen-eutik Yaklaşım:
“Tin” (Geist) terimi,
insan düşüncesi ve emeği ile
tarih içinde
oluşturulmuş ve bir sosyal çevre
olarak
bir kez oluştuktan sonra
içine doğduğu insanı da
oluşturan
her şeyi imleyen
bir anlam genişliğiyle kullanılıyor.
Hermeneutik geleneği içinde yer alan
filozofların, özellikle Dilthey’ın
“sosyal bilim(ler)” terimini
dışlamalarının gerekçeleri şunlardır: Bu
filozoflar, insanı, tarihi, toplumu, kültürü
konu edinecek olan bilimlerin,
objelerin tekilliği,
tekrarlanamazlığı,
bir-defalığı,
özgüllüğü nedeniyle asla nomotetik
çalışamayacaklarını söylüyorlar.
Onlar, insan-tarih-toplum-kültür dünyasının
Nedir bu
“öznelerarası özne’’ve
“öznelerarası nesne”?
Bu
“öznelerarası nesne’’,
insanlar olarak,
birbirimiz etkileyerek,
birbirimizden bir şeyler öğrenerek,
birbirimize aşık olarak,
birbirimizden nefret ederek,
kendi ürettiğimiz çok çeşitli
ve çoğunlukla karşıt düşüncelerin,
değerlerin, ideolojilerin, konseptlerin
güdümünde
değişik yaşama tarzları
meydana getirerek,
birlikte oluşturup içinde yer aldığımız,
tarihselliğiyle temayüz eden ve demin
”insan dünyası”
olarak adlandırdığımız
şeydir.
Ve bu “öznelerarası nesne”yi
oluşturan
bizler,
oluşturduğumuz
bu “öznelerarası nesne”
tarafından,
yani içinde yaşadığımız toplum
tarafından
oluşturuluruz da.
Bu karşılıklı oluşturma süreci,
bizzat tarihtir.
Dolayısıyla biz,
bizden öncekilerin oluşturduğu ve
bugün bizlerinde
oluşumuna
katıldığımız
bu “öznelerarası nesne”nin
bizi
şekillendirip oluşturması
sayesinde
ancak özneyiz;
yani “öznelerarası özne”yiz.
Burada “özne” ve “nesne” birbirini karşılık
lı olarak şekillendirip oluşturmaktadır ki,
bu durum,
tarih ve toplum dünyasında
“salt, bağımsız, nesneyi kendisinden ayrı bir
şey olarak karşısına koyan bir özne”-
den ve “özneden bağımsız nesne”den
söz etme imkanını ortadan kaldırır.
Biz insan dünyasını, bu dünyanın içinden
görebiliriz; onu, onun dışına çıkarak
görebilme imkanımız yoktur.
Onun dışından onun ”üstüne”
konuştuğumuzu iddia ettiğimiz
her durumda
yine onun içerisinden
konuşmaktayız.
Yeniden belirtmeliyiz:
tarih ve toplum dünyasını
pozitivize etmek
mümkün değildir.
“İnsan dünyası” için
ortaya konulabilecek olan
bilgi,
bu dünya
bir doğa nesnesi olmadığından
duyumlama-tasarımlama
ilişkisinden
hareketle değil,
ancak öznelerarası
temel bildirişme
ve iletişim yolu
olup
doğa nesneleri için uygulanamaz olan
anlama edimini
insan/toplum dünyasında
ve bu dünyada
iletişimi sağlayan
anlama ediminde
bizatihi
içerilmiştir.
Bir şeye, o şeyin içinde kalarak baktığınız
sürece, o şeyi daima bulunduğunuz
o noktadan görürsünüz.
Ben bu odayı, bu odaya hapsolmuşsam ve
başka bir mekan da tanımıyorsam, ancak
içeriden tanıyabilirim.
Hatta bu tanımanın içeriden olduğunun
bilincine bile, ancak, başkalarının aynı odayı
değişik perspektiflerden, ama hep
yorumlama/ açımlama yoluyla gördüklerini
anlayarak varabilirim.
O halde tekrarlayalım;
tarih ve toplumun
içinde olmamız
dolayısıyla
onun üstüne çıkarak
veya onunla aramıza,
bizi onun karşısında nötr kılacak
bir mesafe koyarak
(Dilthey:
’insan
her dönemde
parçalanır, çözülür,
kendini
yeniden kurar).
c) İnsani/tarihsel toplumsal fenomenler
anlamlıdırlar,
niyet-eylem,
amaç-eylem,
duygu-eylem,
düşünce-eylem
bağıntısını,
doğa bilimlerinde olduğu gibi
bir nedensellik bağıntısı olarak değil,
motivasyon bağıntısı olarak
kavrama şeklidir.
Anlamanın olanağı ise
empatide,
insanlarasılıkta,
tinsellikte,
kültürelliktedir.
Empati
bir özdeşleşme
olamayacağından,
her anlama
ancak bir yorumlama olabilir.
Tin bilimleri
anlamacı ve yorumlamacı
bilimlerdir;
başka türlü olamazlar.
Tin bilimlerinde öndeyiye de yer yoktur. Çünkü
tinsel/kültürel/tarihsel fenomenler
ait oldukları
anlam yapıları,
tarihsel birikim
ve gelenek,
zihniyetler,
ideolojiler vd.
ile
bağıntı kurarak
anlamak gerekir ki,
bu da daha W.v. Humboldt’un belirttiği gibi,
belki tüm bir kültürü
ve değeler sistemini
anlamayı/yorumlamayı
gerektirir.