Professional Documents
Culture Documents
Adem Sağır*
ABSTRACT
Mind which built by modernism via dreamed up the idea of Enlightenment
could dominate individual interpretation, upon holistic/universal premises.
The postmodern condition strongly opposed to this aspect of mind; besides the
subject portrayed at the side of the receiving society as so in the classical period,
allows to subjects giving meaning to their relationship bear on objects. In this
case the root of social theory, which is the product of the modern paradigm,
is investigated. In this questioning process which postmodern discourse is in
the center, some of claims that it would be got rid of crisis when intention and
self-critique of sociology’s own, while others emphasized that new sociological
discourses is needed. The structural problems of modern theory encountered
as ‘irony’ when passing to postmodern condition, while as ‘black irony’ is in
the postmodernism. In this context, the study, when analyzing the historical
roots of social sciences and especially sociology in relation to modernism
and postmodernism, also sheds light on the conceptual confusion emerging
postmodern period.
Key Words: Social theory, modernism, postmodernism, sociology
ÖZET
Aydınlanma düşüncesinin yürütücülüğünde modernizmin kurguladığı akıl, bi-
reysel yorumları bütünsel/evrensel önermeleriyle egemenliği altına alabilmek-
teydi. Postmodern durum aklın bu yönüne şiddetle karşı çıkmakta; özneyi, kla-
sik dönemde olduğu gibi toplumun alıcı ucunda resmetmekle birlikte, öznenin
nesnelerle kurduğu ilişkisinde onlara anlam yüklemesine izin vermektedir. Mo-
dern paradigmanın ürünü olan sosyal teori ise şu halde köklerinden sorgulan-
maktadır. Postmodern söylemlerin merkezde olduğu bu sorgulamada, kimileri
sosyolojinin kendi üzerine düşünmesiyle ve kendini eleştirisiyle kriz halinden
kurtulacağını iddia ederken; kimileri de yeni sosyolojik söylemlere ihtiyaç ol-
duğuna vurgu yapmaktadır. Modern teorinin yapısal sorunları, postmoderne ge-
çildiğinde karşımıza ‘ironi’ olarak çıkarken, postmodernlikte ‘kara ironi’ olarak
çıkmaktadır. Çalışma bu bağlamda sosyal bilimlerin ve özellikle sosyolojinin
tarihi köklerini modernizm-postmodernizm ilişkiselliğinde analiz ederken, post-
modern dönemde ortaya çıkan kavramsal karışıklığa da ışık tutmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Teori, Modernizm, Postmodernizm, Sosyoloji.
...
Düşüncenin, imgelem yetisinin sahibi ve kullanıcısı olan tek bir yaratık mevcut:
İnsan. Sokrates bundan ikibin beşyüz yıl önceleri “Kimdir İnsan? İnsan Nedir?” diye
sormuş; Agora’daki gönüllü öğrencileri; “Bunu bilmeyecek ne var(?!), iki ayaklı,
tüysüz bir yaratık!” demişler. Ertesi gün, Pazaryerine1 tüyleri yolunmuş bir horozla
gelen Sokrates, canlı hayvanı ortalık yere dikip sorusunu yinelemiş: “İnsan dediğiniz
böyle bir şey miydi?..”2
Sokrates’in o gün sorduğu “İnsan nedir? Doğası nedir?” sorusunu çözmeye hatta
1
Antik metinlerde pazaryeri; agora toplantı alanı veya konuşma alanı anlamlarında kullanılmaktadır.
2
Sokrates bu soruya insanı tanımlayarak değil, insanın niteliklerini sayarak yanıt getirmeye çalışmıştır.
O, insanı kendisine ussal olarak sorulan sorulara ussal yanıtlar verme yetisiyle betimlemektedir. Daha
ayrıntılı bilgi için bkz. İlhan Tekeli; “Toplum Bilimlerin Önünü Açmaya İnsan Modellerini Tartışarak
Başlamak”, (iç) Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, Metis Yayınları, 2001, İstanbul, s.16.; Bozkurt
Güvenç; İnsan ve Kültür, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996, s.316.
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 27
3
Tanrı ile Şeytan arasındaki mücadeleyi, her insanın kendi içinde yaşadığı mücadele olarak yorumlayan
Augustine; aynı mücadeleyi tarihsel düzeyde Tanrının şehri ile Yeryüzü şehri arasındaki çatışmada
bulur. Tıpkı her bireyin yaşamı kurtuluş ve günah arasındaki bir mücadeleden ibaretse, aynı şekilde
tarih de iyi devlet ile kötü devlet arasındaki mücadeleden oluşmuştur. Bu öğreti klise ile imparatorluk
arasındaki kavgayı betimlemek için kullanılmıştı. Klise, iyiyi ve Tanrının devletini temsil ederken
imparatorluk yeryüzü devletini temsil ediyordu. Aydınlanma felsefesi bu bağlamda Tanrı’nın kendi
ülkesinde kalması gerektiğini ifadelendiren perspektiflerle çizilmiştir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz.
Gunnar Skirberkk, Nils Gilje; Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe Tarihi, çev: Emrullah Akbaş
& Şule Mutlu, Üniversite Kitabevi, İstanbul, 2006, sf.155-166
4
Bilinememezcilik. Belirsizlik ve kaos postmodern dönemin iki çılgın hayaletidir. Hakikat yoksa yanlış
da mevcut değildir.
5
Vurgulamalar bana aittir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Zygmunt Bauman; Modernite ve Holocaust,
Sarmal Yayınevi, 1997, İstanbul, s.8-11.
6
…günümüzde “psikolojiden arındırılmış bir insan ve toplum” inşasına yönelik küresel bir toplum
mühendisliği sözkonusu.” Tanrı olmadığı için her şey mübah”… Fyodor Mihailoviç Dostoyevski;
28 Adem Sağır
12
Roger Trigg; Sosyal Bilimleri Anlamak/Sosyal Bilimlere Felsefi Bir Yaklaşım, çev: Beyza Sümer, Filiz
Ürgüt, Babil Yayınları, 2005, İstanbul, s.15
13
Peter Wagner; Modernliğin Sosyolojisi, çev: Mehmet Küçük, Doruk Yayıncılık, İstanbul, 2003.
14
Robert Hollinger; Postmodernizm ve Sosyal Bilimler, çev: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstan-
bul, 2005, s.12-14
15
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Charles Taylor; Modernliğin Sıkıntıları, çev: Uğur Canbilen, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı, 1995
16
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Alain Touraine; Modernliğin Eleştirisi, çev: Hülya Tufan, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 1994.
17
Habermas’a göre “gecikmiş modernlik” bağlamında kullanılabilecek bir karşılık. Habermas, hayatı-
30 Adem Sağır
mızı idare eden nihai normlara bir zemin hazırlanabileceğini ve böylece modernleşmenin dünyaya
getirdiği memnuniyetsizlik tarafından bırakılan boşluğun doldurulabileceğini söylemektedir. Haber-
mas’ın “akıl”a olan sonsuz inancı dolasıyla modernliğin kendi kendini iyileştirebileceğini ileri sür-
mektedir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ruth A. Wallace, Alison Wolf; Çağdaş Sosyoloji Kuramları,
çev: Leyla Elburuz & M. Rami Ayas, Punto Yayıncılık, İzmir, 2004, s.209.
18
David West; Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, çev: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstanbul,
1998, s.287
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 31
Bu bağlamda “modern” tanımlarken, bir eski’nin silik ilan edilmesi, bir yeni’nin
kutsanması söz konusu iken, sürekli varolan hareket ve dönüşüm de eskiyi yeniyle
değiştirmeyi yüceltmektedir.
Modernliğin başlangıç noktası bilgi üzerinde yaşanan değişimler ve bunun be-
raberinde getirdiği epistemolojik kopuştur. Özellikle Bacon’un, ‘bilginin insanın du-
rumunun iyileşmesini temin etmek için varolduğu’19 düşüncesi, teknokrasi, bilimsel
ütopyacılık ve toplum mühendisliği, pratik ve moral olanın teknik olana indirgenmesi
doğrultusunda ilk adım ve böylelikle de modern araçsal ya da teknolojik rasyonali-
tenin başlangıcıdır.20
Modern kelimesinin etimolojik kökenine inildiğinde, beşinci yüzyıla kadar gi-
dilmiş olduğu görülür. Modern kelimesinin Latince modernus biçimiyle ilk defa 5.
yüzyılda Hıristiyan olan bir dönemi, Romalı ve Pagan geçmişten ayırmak için kul-
lanıldığı görülmektedir. Buna göre dinsizliğin reddedilmesi bağlamında herkes mo-
dernus kavramının içeriğine girmekteydi. Rönesans düşünürleri ise modern ve antik
toplum ve devlet ayrımı yaparak kelimenin anlamını genelleştirmişlerdir. Buna göre,
modern kavramının ilk anlamı Hıristiyan olmaksa; günümüzde ulaştığı anlam Batılı
olmaktır.21 Ancak içeriği sürekli değişmiş de olsa modern kelimesinin hep eskiden
yeniye bir geçişin sonucu olarak algılandığı görülmektedir. Bu geçiş yaşam biçimle-
rinden teknolojik değişmelere, dinsel inançlar ve tutumlardan bilgi paradigmalarına
kadar bir dizi değişimi kapsamaktadır.
Değişim evrenin kaçınılmaz gerçekliğiyse, moderniteden beklenen de yeni bir
evren paradigması yaratmasıdır. Geçişler, krizler, anomiler bu yaratımın ortaya çık-
ması için olması gereken potansiyel durumlardır. Her biri içerisinde yeni bir düzen
mantığı taşır ve eskiyi ötelemeyi hesap eder. Birey yeni bir düzene ayak basmaktadır,
Marx’ın deyişiyle ‘katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği bir evrenin parçası olmak’
üzeredir.
Moderniteyi anlatırken “katı olan her şeyin buharlaşması”22 metafor olduğunda
Berman, modernliği üç evreye ayırarak tanımlar: 16. yüzyılın başlarından 18. yüzyıla
dek uzanan ilk evrede insanlar, modern hayatı algılamaya yeni başlamışlardır, onlara
neyin çarpmış olduğunu anlayamazlar henüz. Umutsuzca, el yordamıyla uygun söz-
cükleri bulmak için çırpınırlar; deneyim ve umutlarını paylaşabilecekleri modern bir
19
Francis Bacon; Novum Organum, çev:Sema Ö. Akkaş, Doruk Yayıncılık, Anakara, 1999, s.48
20
Hollinger, age, s.38
21
Jürgen Habermas; “Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje”, (iç) Postmodernizm, (haz: Nemci Kaya),
Kıyı Yayınları, İstanbul, 1994, s.31.
22
Marks, Komünist Manifesto’da modern dönemi; “…bütün sabit donmuş ilişkiler beraberlerinde getir-
dikleri eki ve saygıdeğer önyargılar ve görüşlerle birlikte tavsiye oluyorlar, bütün yeni oluşmuş olanlar
kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa eriyip gidiyor, kutsal olan ne varsa lanetleniyor…”
şeklinde betimlemektedir. daha ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Marks, Friedrich Engels; Komünist Mani-
festo, çev: Levent Kavas, İthaki Yayınları, İstanbul, 2003, s.25
32 Adem Sağır
kamu alanının ne olabileceği konusunda pek fikirleri yoktur. İkinci evrede, 1790’la-
rın Fransız devrimi modern bir kamu alanı olarak bir anda dramatik bir biçimde do-
ğuverir. 20. yüzyılda ki üçüncü ve son evrede ise, modernleşme süreci nerdeyse tüm
dünyayı kaplayacak kadar yayılmıştır. Öte yandan modern kamu genişledikçe sayıla-
mayacak kadar çok özel dillerde konuşan bir sürü parçaya ayrılır; sayısız bölük pör-
çük şekillerde ele alınan modernlik düşüncesi canlılığından, tınısından ve derinliğin-
den çok şey kaybeder; örgütlenme ve insanların hayatlarına bir anlam verme yetisini
kaybeder. Bunun sonucunda ise insan kendisini, modern bir çağın ortasında bulur.23
Modernliğin ‘yaratısı’ söz konusu edildiğinde ise modernliğin ‘açık uçlu bir
kavram’ olduğu düşüncesi karşımıza çıkar. Yeni şeylerin sürekli olarak yaratılması
nosyonu söz konusudur modernite içinde. Yaratım aynı zamanda modernliğin özün-
deki devrimci yana da göndermede bulunur. Bu bağlamda söz konusu edilen, düşün-
celerin ve kurumların sürekli olarak devrime uğratılmasıdır moderniteden bahsedil-
diğinde açığa çıkan bu devrimle, insan/toplumların gözlerinden gizlenmiş evrenin
tarihi sırlarını da ifşa edecektir artık.24
Zaman perspektifinden bir süreçler toplamı olarak ifade edilmek istense de mo-
dernite bu defa; Batı Avrupa merkezli olarak Orta Çağ’ın sonlarında başlayıp bugüne
kadar devam eden ve sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal alanlarda yaşanan büyük
dönüşüm sürecini tanımlamak için toplum bilimciler ve tarihçilerin kullandıkları ge-
niş açılımlı bir kavram olarak karşımızda durur. Bu değişim süreci bir sonraki adımda
Batı merkezi dışına çıktığında ‘modernleşme’ kavramı altında tanımlanmaya başla-
yacaktır. Modernite Batı dışında geleneksel olandan köklü bir kopuşu ifade edecektir
artık. Bu bağlamda modernleşme; “pozitivizm, ulusçuluk, kapitalizm, sanayileşme,
kentleşme, söyleyerek kartezyen felsefeyi inşa eder (…) Beden ve ruh veya zihin ve
madde arasındaki bu ayrım bir müddet sonra maddenin ruha veya zihne galebe çal-
masıyla sonuçlanacaktır (…) Kartezyen felsefe, ontolojik yapıyı ikiye ayırarak varlık
alanında bir parçalanma oluşturmuştur. Bu parçalanma modern bilimin akıl ve madde
anlayışının temellerini atmıştır.”25
Modernitenin savunucuları ve kurucu düşünürleri olarak kabul edilen Durkhe-
im, Simmel ve Parsons gibi sosyologlara göre modernlik, “farklılaşmanın, uzmanlaş-
manın, bireyselleşmenin, karmaşıklığın, sözleşmeye dayalı ilişkilerin, bilimsel bil-
ginin ve teknolojinin hâkim olduğu bir yaşam şekli” olarak tanımlanmaktadır. Aynı
zamanda sosyal teorilerin de temel argümanlarını oluşturan bu kavramlar, modern
toplumun çözümlenmesinde temel parametrelerdir. Buna göre “ussallık, bilimsel bil-
gi, kapitalizm, endüstriyalizm, kentlilik, teknoloji, demokrasi, özgürlük, bürokrasi,
23
Marshall Berman; Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev: Ümit Altuğ, Bülent Peker, İletişim Yayınları,
İstanbul, 1994, s.11-14
24
Krishan Kumar; Sanayi Sonrası Toplumdan Postmodern Topluma Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları,
çev: Mehmet Küçük, Dost Kibabevi, Ankara, 1995, s.102.
25
Jurgen Habermas; “Küreselleşme ve Milli Devletlerin Akıbeti”, www.sayhadergi.com
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 33
26
Vurgulamalar bana aittir. Seyfettin Aslan, Abdullah Yılmaz; “Modernizme Bir Başkaldırı Aracı Olarak
Postmodernizm”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 2. sayı 2.,
s.98.
27
IMMANUEL KANT, Aydınlanma nedir? Sorusuna bir yanıt çev: Nejat Bozkurt Yazko Felsefe yayın-
ları, İstanbul Üniversitesi Yayınları İstanbul 82’sayı 4 (s.f. 139)
28
Kumar, age, s.103.
29
Hollinger, age, s.92
34 Adem Sağır
ifadelendirilir”30 yukarda bahsi geçtiği anlamda ışık kavramına bir kutsallık atfedil-
mişti. Yani ışıkla artık ‘çeşitli örtme ve gizlemeleri’ ortadan kaldırmak gerekmektey-
di. Bu anlamda ışık, ‘köleliği ve Batıl inançları’ yok etmeli ‘gölgeleri’ dağıtmalıydı.
Bu durumda ışığın kaynağı da ‘akıl ve bilgi’ olarak ortaya çıkmalıydı. Entelektüelle-
rin ‘kendinden menkul akıl/ışık’ kavramıyla özetledikleri 18. yüzyıla olan katkıların-
da, buna ilaveten 18. yüzyılı geçmiş ile kıyasladıklarında, insanlık tarihi artık dün-
yanın sonuna ve mahşer gününe bir yol olarak değil gittikçe gelişen bir varoluş için
‘ilkel’ kabul edilen başlangıçların yavaş yavaş ilerleyişi olarak kabul edilmektedir.31
Bu çerçevede aydınlanma çağının düşünce dünyasına üç değişim getirdiği görül-
müştür. Bunlardan ilkinde, ‘doğa-üstünün/metafiziğin doğa’ ile ‘dinin/tanrısal kurgu-
nun bilimle’, ‘Tanrısal buyruğun/ahlakın doğa yasasıyla’ ve ‘din adamlarının/rahip-
lerin filozoflarla’ yer değiştirmesi söz konusuydu. İkincisinde ise sosyal, siyasal hatta
dinsel bütün sorunların çözümünde bir araç olarak “deneyin rehberliğindeki aklın/
araçsal aklın (Teknoloji ya da teknik akıl olarak düşünülmeli) yüceltilmesi” gelmek-
tedir. Son olarak ise insanın ve toplumun “mükemmelleştirilebileceğine/ilerleme dü-
şüncesine” duyulan inanç ve dolayısıyla insan soyunun gelişmesine/toplumsal evri-
me inanılıyordu.32 Bu noktada karşımıza modernliğin zaman ve mekan kavramlarına
yüklediği anlam çıkmaktadır.
Modernliğin zaman algısı son derece disiplinli ve planlanmıştı. Geçmiş, gelecek
ve şimdi daha anlamlı bir dizilişte bir araya gelmişti. Gelecek amacı olan bir yaşamın
nihai hedefi olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmiş ise “geleceğe yaptığı katkı bağla-
mında” dikkate değerdir. Hırıstiyanlık, bugünü ise “bir beklenti duygusuyla doldurur,
böylelikle bugün ve gelecek arasında sürekli bir gerilim” tesis eder. Geçmiş yalnız-
ca “gelecek vaadini yerine getirme yolunda olan bugüne bir giriş”33 olarak görülür.
Bu nokta, Modernlik fikrinin, bugün anladığımız manada temel göstergelerinden biri
olarak karşımıza çıkar. Ancak modernlik daha sonraki süreçte yukarda bahsi geçen
anlamından oldukça uzaklaşmış farklı anlamlarda kullanılagelmiştir.
Modernizm düşüncesi ‘zamanı disiplinli bir şekilde tasarladıktan sonra ilerleme
düşüncesiyle bu sürecin belli bir amaca doğru yöneleceği/gelişeceği’ iddiasına sahip-
ti. Rönesans düşüncesi ve bir aydınlanma projesi olarak ortaya çıktığı andan itibaren
sürekli ve doğrusal bir ilerleme anlayışı üzerine oturmuştur. Bu ilerlemenin aydın-
lanma felsefesine göre belli bir amacı vardı ve söz konusu amaç, ideal toplum düze-
nine ulaşmak olarak ifade edilmekteydi. Comte’nin ‘üç hal yasası’, Marks’ın sınıfsız
bir topluma doğru ‘tarihsel materyalizmi’, Spencer ve Durkheim’in sanayi kavramı
30
Kumar, age, s.95
31
Ulrich İm Hof; Avrupa’da Aydınlanma, çev: Şebnem Sunar, Afa-İntermedia Yayınları, Ankara, 1999,
s.11-15
32
Vurgulamalar bana aittir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Tom Bottomore, Robert Nispet; Sosyolojik
Çözümlemenin Tarihi, haz. Mete Tunçay-Aydın Uğur, Ayraç Yayınları, Ankara, 1997, s.19
33
Kumar, age, s.90
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 35
üzerinde yaptığı sınıflama ve diğer sınıflamalar hem ilerleme fikrinin geleceği tasar-
lamasının yansıması, hem de modernliğin kavramsal şemasını çözümleme amaçlıydı.
Modernleşmeyle ilişkilendirilen büyük dönüşüm süreci, aynı zamanda “hareket-
lilik” kavramı ile de ifade edilmektedir ki bu noktada kastedilen, anlam dönüşümü-
nün ortaya çıkardığı sosyal değişmelerin toplumda yarattığı etkilerdir. Modernizm
düşüncesi söz konusu olduğunda hareketlilik kavramına atfedilen anlam da o ölçüde
geçerliliğini dayatır. Örneğin, Taylor’a göre hareketlilikle; “eski bağlar kopar, aynı
zamanda kentsel yerleşim, modern metropollerin nüfus yoğunluğundaki büyük artış-
la değişime uğrar. Yapısı gereği eskilerin daha yoğun, yüz yüze ilişkilerinin yerine,
çok daha gayrı şahsi ve rastlantısal ilişkiler içerir.’34 Modernleşme böylece özü gereği
eskinin yerine koyulacak yeniyi üretme amacını üstlenir.
Modernliğin ‘zaman’ ve ‘mekan’ kavramını kullanırken ki problemi; anlaşıldı-
ğı üzere geçmiş/gelenek ile ilgilidir. Ortaçağ dâhilinde önemsenen geçmiş, bugüne
yönelik bir hazırlık olmanın dışında anlamsız hale gelmişti. Geçmiş bize örnek ola-
rak ders vermemektedir. Daha öncede bahsi geçtiği anlamda geçmişin tek yararlı-
lığı olduğumuz halin niteliğini anlamaya yardım etmesidir.35 Aydınlanma felsefesi
doğrultusunda ‘daha geç cereyan eden, daha fazla aydınlanmış olduğu için daha iyi-
dir’ anlayışı tarih anlayışının esasını oluşturmaktadır. Ayrıca Tocqueville; “bir çağ-
dan öbürüne sıçrayarak en uzak eski çağlara ulaşıyorum, ama gözlerimin önünde
olup bitenin bir paralelini bulamıyorum, geçmiş ışığını geleceğin üzerine düşürmeyi
bıraktı”36 ifadesiyle de modernitenin özgürlük gayretini ortaya koymaktadır.
Modernite ve modernizm ile ilgili bütün tartışmalar, anlaşıldığı üzere Batı’nın
kendi özüne dönerek yeni bir dünya algısını oluşturduğu dönemi işaret etmektedir.
Aydınlanma çağıyla Tanrı’nın ölümünü ilan eden insan, artık gözünü kendisine ve
doğaya dikmiştir. Tanrı-doğa-insan üçleminde kurulan ortaçağ paradigması, Aydın-
lanmanın akla verdiği öncelikle birlikte insan-doğa ikilemine inmiştir. Artık aşkın
olan sadece dini günlerde bir takım ritüellerle hatırlanacak, gelenek ise nostalji ola-
rak varlığına devam edecektir. İnsan zihnine pozitivizmin beyaz gömleğini giydi-
ren modernite, bundan sonra toplumsal yaşamın tamamına sızmaya başlayacak ve
medeniyete deli gömleğini giydirecektir. Bu süreci yöneten temel araç ise moderni-
te-sosyal teori ve özne arasındaki ilişki biçimidir. Bu bağlamda modernitenin temel
paradigması kabul edilen ‘sosyal teori’ ve onun hedeflerinden biri olan ‘özne/birey’
kavramının aynı doğrultuda ele alınması gerekir.
Çünkü; Modernitenin özünde yatan şey, akılla ve akılda kurulan farklı türden bir
düzen, nesne dünyasının yeniden biçimlendiriliş formudur. Toplumun da biçimlen-
34
Charles Taylor; Modernliğin Sıkıntıları, çev: Uğur Canbilen, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Birinci Baskı,
1995, s.53
35
Kumar, age, s.101
36
Kumar, age, s.103
36 Adem Sağır
37
Milay Köktürk; “Kültür Bilimi Olarak Sosyoloji”, iç. Sorgulanan Sosyoloji, hz. M. Çağatay Özdemir,
Eylül Yayınları, Ankara, 2002, s.70
38
Sosyolojik teorinin kriz içerisinde olduğunu düşünen sosyologların sayısı gün geçtikçe artmaktadır.
Bu konuda yapılan çalışmaların en güncelleri için bkz. Zygmunt Bauman, “Bir Postmodern Sosyoloji
Var mıdır?”, Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilimler: İnsan Bilimlerinde Retoriğe Dönüş (iç), çev
ve der: Hüsamattin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2002, s.105-126; Steven Seidman, “Sos-
yolojik Teorinin Sonu mu?”, Retorik, Hermeneutik ve Sosyal Bilimler: İnsan Bilimlerinde Retoriğe
Dönüş (iç), çev ve der: Hüsamattin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2002, s.79-104; Ralf Dah-
rendorf, “Bürokratikleşmiş Bir Bilin Dalı”, Sosyoloji ve Geleceği (iç), Der. Ve Çev. Çağatay Özdemir,
Eylül Yayınları, Ankara, 2002, s. 21-16; Peter Wagner, “Sosyolog Bir Mütercim mi?”, Sosyoloji ve
Geleceği (iç), Der. Ve Çev. Çağatay Özdemir, Eylül Yayınları, Ankara, 2002, s.35-41; Jurgen Haber-
mas, Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine, çev: M. Tüzel, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1998; Gulbenkian
Komisyonu, Sosyal Bilimleri Açın, çev: Ş. Tekeli, Metis Yayınları, İstanbul, 2000; Suzan Hekman,
Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik, çev: H. Arslan ve B. Balkız, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999;
Immanuel Wallerstein, Sosyal Bilimleri Düşünmemek- 19. Yüzyıl Paradigmasının Sınırları, çev: T.
Doğan, Avesta Yayınları, İstanbul, 1999; Marie Rosenau, Postmodernizm ve Toplumbilimleri, çev: T.
Birkan, Ark Yayınları, Ankara, 1998; Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, çev: O.
Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1998; Pierre Bourdieu, Toplumbilimsel Sorunlar, çev: İ.
Ergüden, Kesit Yayınları, İstanbul, 1997; Derek Layder, Sosyal Teoriye Giriş, çev: Ü. Tatlıcan, Küre
Yayınları, İstanbul, 2006; Martin Slattery, Sosyolojide Temel Fikirler, Yayına haz. Ü. Tatlıcan ve G.
Demiriz, Sentez Yayıncılık, İstanbul, 2007.
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 37
daha çok statik ve soyut yaklaşımlarla ele alan bir konuma itmesi ve grand teori-
ye dönüştürülme çabasıdır. Bunun sonucunda da sosyolojik teori, sonu gelmez bir
kavramlar yığınına dönüşmekten ve biçimselliğe saplanmaktan kurtulamamaktadır.
Üçüncü eğilim ise; çağdaş olguların ve problemlerin ampirik incelemelerle anlaşıl-
ması gerektiği yönünde gelişen yaygın anlayıştır. 39
Mills’in bahsettiği bağlamda ve postmodernistlerin üstünde durdukları biçimde
sosyal teorinin “grand teorilerin”in40, artık görevlerini tamamlamış olduklarına du-
yulan inanç, bugün gelinen noktada, sosyal gerçekliği açıklayacak yeni söylem ve
kavramlara ihtiyaç hissettirmiştir. Bu teorilerin en önemli yanı başlangıçtaki tercihle,
sonunda çok yüksek genellemeye dayanan bir düşünce sistemi kurmuş olmalarıdır.
Ayrıca hepsi de büyük teori oldukları için bu üst düzey genelleme düzeyini bıra-
kıp da gündelik hayatlara eğilememektedir. Bu bağlamda grand teorilerin en büyük
eksikliği toplumu total ve organizmacı bir perspektif içerisinde açıkladıklarından;
sosyal değişmelerle yüzleşme noktasında başarısız kalmış olmalarıdır. Mills’e göre
gerçekliği olan yaşanan sorunlara karşı gösterdikleri bu ilgisizlikler, modern kuram-
lar tarafından yazılanların, ihtiyaçları karşılayamadığı bir sonuca yol açmaktadır.41
Klasik metinlerin özneye bakışı ve onun varlığını toplumsal durumun alıcı ucun-
da resmetmesi bu sorunun diğer bir uzantısı olarak karşımıza çıkar. Çünkü öznenin
toplumdaki konumu bu şekilde tasvir edildiğinde, toplumun bireyi bütün öncülleriy-
le kuşatmış olduğu görülür. Aslında modern sosyal teorinin çözülüşünün en önemli
ayağı da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Modern paradigmanın bireye verdiği değer,
toplumun yaşam alanını çizdiği sınırlardadır. Yani birey yalnız toplumsal duruşuyla
anlamlandırılır ve gerisindekiler görmezden gelinir.
Buradan hareketle farklı bir açılım yapıldığında klasik teorilerin, “toplum-bi-
rey ikilemi”42 üzerinde sıkça durduğu görülür. Bu duruş, daha öncede bahsi geçtiği
üzere sosyal teorinin de ontolojik zeminini oluşturmaktadır. Buna göre toplum ya da
toplumsal durum, her seferinde bireyin bir adım önündedir. Sosyolojik düşünce top-
luma verdiği önceliği bireyi öteleyerek anlamlandırır. Toplumsal durumun bireysel
duruma olan üstünlüğünün klasik sosyoloji metinlerinin tamamına yayıldığı görülür.
Klasik teorilerin “bütünsellik” vurgusu, “işlevselci” yaklaşımları ya da “evrensellik”
39
Mills, Age, s.44-46
40
Üst anlatılar moderndir ve kendi hakikat iddialarının geçerli olduğunu varsayarlar. Oysa mikro anlatı-
lar ya da yerel anlatılar hiçbir hakikat iddiasında bulunmayan ve bu yüzden postmodernistlerce kabul
edilirler. Klasik söylemler ya da grand teoriler, aynı zamanda modernliğin kurucu söylemleri kabul
edilen, Saint-Simaon, Auguste Comte, Emile Durkheim, Max Weber, Karl Marks ve Simmel gibi
sosyologların metinlerine gönderme yapmaktadır. Klasik sosyolojik teorilerde toplumbilim, insanın
toplumsal hayatını tümüyle değerlendirmeye çalışan ansiklopedik bir çalışma görünümü taşımaktadır.
Daha ayrıntılı biligi için bkz. Mills, age, s.44
41
C. Wright Mills; Toplumbilimsel Düşün, çev: Ünsal Oskay, Der Yayınları, İstanbul, 2000, s.62
42
Roger Trigg; Sosyal Bilimleri Anlamak/Sosyal Bilimlere Felsefi Bir Yaklaşım, çev: Beyza Sümer, Filiz
Ürgüt, Babil Yayınları, 2005, İstanbul, s.65.
38 Adem Sağır
43
Madan Sarup; Postyapısalcılık ve Postmodernizm, çev: A. B. Güçlü, Ark Yayınları, Ankara, 1995, age,
s.9.
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 39
üzerine kurmaktı. Her iki şekilde de öznenin temel hareket noktası olduğu ve sosyal
teorilerin merkezine yerleştirildiği görülür. Sosyal teori içerisinde öznenin önemi
farklı teorilerle birlikte dile getirilmiştir. Bartaux’un ‘hayat hikayesi yaklaşımı’; Gar-
finkel’in ‘etnometodolojisi’; Weber’in ‘Verstehen’i özneye yüklenen anlamı kutsa-
maktadır. Bu bağlamda ‘özne ne düşünüyor, ne söylüyor ve ne yapıyorsa O’dur’.44
Özne modern dönemde, ‘yapı, sistem ve kurum’ gibi kavramlar arasına sıkı-
şırken, postmodernizm ile birlikte, “öznenin kendi dünyası, benliği ve öznelerarası
etkileşim ve davranış perspektifi’45 gibi kavramlarla sınırsız bir özgürlüğe kavuşur.
Sosyal teorilerin özellikle de sosyolojik düşüncenin tarihsel sürecinde öznenin bu
durumu, postmodernizm ile modernizm arasındaki temel farklılığı da ortaya koy-
maktadır. Sosyal teorilerin özneye bu bakışı, epistemolojik düzeyde pozitivizm,
postmodernizmde hermeneutik kavramıyla karşılık bulmakta ve modern-postmodern
sosyolojik metinler bu ikilem arasında gidip gelmektedir.
Modern özne çalışkan, disiplinli ve sorumlu bir kişiliktir. Bu özne zorlama altın-
dadır ve kendine ilişkin imgesi sıkı çalışma ve elinden gelenin en iyisini yapma gibi
tabirlerle kurulmuştur. İleriyi planlar, organizedir ve haz almayı erteler; modern özne
kolektifin iyiliği için kendi çıkarlarını ikinci plana atmaya razıdır. Modern özne akla,
rasyonaliteye ve bilime güvenmekte ve bütün bunları duyguların önüne koymakta-
dır.46 Aynı zamanda kendisini Tanrı’ya ya da geleneğe müracaat etmeksizin olum-
lar veya yaratır.47 Bu yaratıcı özne aynı zamanda, bütün aydınlanma ve modernite
boyunca sanattan ekonomiye, sosyal çevresinden fiziki çevresine kadar her alanda
kendi varlığını pratikleştirmek için mücadelesini verir.
44
P. Marie Rosenau; Postmodernizm ve Toplumbilimleri, çev: T. Birkan, Ark Yayınları, Ankara, 1998,
s.85
45
Alan Swingewood, Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, çev: O. Akınhay, Bilim ve Sanat Yayınları,
Ankara, 1998, s.171
46
Rosenau, age, s.74-75
47
Hollinger, age, s.69
48
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s.668.
40 Adem Sağır
49
Doğan Özlem, “Tarih, Bilim, Bilinç”, Felsefe Tartışmaları Dergisi, 25. Kitap, Panorama yayınları,
İstanbul, Temmuz 1999, s.20
50
Lawrance E. Cahoone, Modernliğin Çıkmazı, çev: Ahmet Demirhan-Erol Çatalbaş, İnsan Yayınları,
İstanbul, 2001, s.30-35
51
Lawrence E. Cahoone, a.g.e., s.44
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 41
Sosyolojik teori içerisinde, sosyal yapı ya da toplumun nasıl bir anlam taşıdığı;
sosyal yapının nasıl oluştuğu; toplumla fert arasındaki ilişkinin boyutu ve bir adım
daha öteye geçerek toplumsal durumun mu yoksa bireyin mi ayrıcalıklı bir konuma
sahip olduğu soruları önem taşımaktadır.54 Sosyolojik bağlamda özne kuramı denil-
diğinde ise; ‘yapı’ ile ‘özne’ birbirlerine bağımlı kategoriler olarak düşünülmelidir.
Modernlik fikrinin bir taraftan sosyal teorilerin merkezinde yer alması diğer taraftan
ise ‘özne’ fikriyle olan paralelliği göz önünde bulundurulduğunda, özneye yapılacak
bir saldırı(eleştiri)nın aynı zamanda baştan aşağı yapı(yı)/toplumu da altüst etmek
anlamına geldiği görülecektir.55 Çünkü yapısalcı geleneğe göre özne kayıp bir kişi-
52
Hollinger, age, s.71
53
Rosenau;, age, s.79
54
Buradaki ayrım önemlidir. Çünkü bize göre, aktör bireye istediği yaşam alanını veren onu mümkün
olduğunca toplumsal bağlamı dışına taşıran kavramlaştırmalara ve kuramlara gönderme yapmaktadır.
Bireyi doğrudan sosyal yapının düzenleyicisi merkezine yerleştirmektedir. Özne kavramı ise birey
için tam tersi bir durumu ortaya koymaktadır. Özne, doğrudan bireyin sosyal yapı tarafından şekil-
lendirildiği bir duruma gönderme yapmaktadır. Burada ise inşa edilmiş bir varlık olarak karşımıza
çıkmaktadır.
55
Postmodern felsefenin en önemli ayaklarından birisi bütün yapıları baş aşağı etmeyi amaçlayan yapı-
42 Adem Sağır
dir.56 İnsanı çözmek değil kurmak önemlidir. Postmodern gelenekte ise onu çözmek.
Genel olarak ele alındığında sosyolojik düşüncenin, fert ile toplum arasında-
ki gerilim üzerine kurulmuş olduğu görülmektedir. Sanayileşme, modernleşme ve
Fransız devrimi ile ortaya çıkmış olan sosyal sorunlara cevap arayan sosyolojik teo-
riler, temelde ferdin dünyasında yaşanan sorunlara da uzak kalmamıştır. Çoğu zaman
modern sosyolojik bakışın, “bireyin ve topluma ait olanın karşı karşıya geldiği yerde
ortaya çıkan gerilimi hafifletme”57 misyonunu üstlenmiş olarak görürüz.
Sosyal yapı kavramı derinlemesine betimlendiğinde, aslında statikleşmiş ya da
durağanlaşmış bir sosyal gerçekliğe dikkat çektiği görülmektedir. Buna göre toplum-
lar, en küçük yapı taşları olan bireyler arası ilişkilerden sosyal ilişkilere kadar, statik
bir yapıya kavuşana kadar sürekli bir gerilim içerisinde ve dönüşüm halindedir. Sos-
yal yapı bu bağlamıyla ‘sosyal bir evrim’ sonucu oluşan kurumsal şemanın adı olarak
karşımıza çıkmakta ve bireyin ontolojik zeminini hazırlamaktadır.
Birey ise bu süreçte “özne” olarak yaşamına devam etmekte ve kimliğini oluştur-
maktadır. Birey, doğrudan sosyal yapının hedef aldığı ve tasarladığı yaşamsal alanda
kendi amaçlarını toplumsal ilişkilerle uzlaştırarak sosyalleşmektedir. Özne-evren-
toplum ilişkisinin ilk boyutu sosyal teorilerdeki modern paradigmaların ve meta-an-
latıların ortaya çıkışına zemin hazırlamaktadır. Klasik sosyolojide Weber, “kendisi
için bir bürokratik karabasan olan dünyayı” anlatırken bu ikiliği anlatmaktadır. Karl
Marks, kendi “yabancılaşma ve insansızlaşma”58 dünyasını anlatırken, Durkheim ise
‘anomi’ kavramından bahsederken bu noktaya dikkat çekmişti. Tocqueville ise de-
mokrat toplumu çözümlerken karşılaştığı sorunsalı ‘çoğunluğun despotizmi’ olarak
gündeme getirirken aynı gerçekliği ifade etmekteydi.
“Öz”ünde Özne
söküm kavramıdır. Yapısöküm, herhangi bir metin içerisinde geçen kavramların metnin bütünlüğü
açısından tutarsız ve ikircikli kullanımlarından yola çıkarak metnin yazarının kurduğu kavramsal
ayrımların başarısızlığını açıklamak amacıyla geliştirilen bir metin okuma yöntemidir.(daha ayrıntılı
bilgi için bkz. Sarup, age, s.55)
56
Rosenau; age, s.78
57
Alan Dawe; “Toplumsal Eylem Kuramları”, çev: Füsun Akatlı, Arda Uykur, (iç) Sosyolojik Çözümle-
menin Tarihi, haz. Tom Bottomore-Robert Nisbet, AyraçYayınları, Ankara,1997, s.370
58
Marksın yabancılaşma ve insansızlaşma kavramları üretim ilişkilerinde ön plana çıkmaya başlayan
makineleşme sürecine gönderme yapmaktadır. Buna göre insan/makine anlayışı, yapılacak işin doğa-
sına göre kapitalist işçileri yeteneklerine göre ayırır ve ardından o yetenekleri üretimin gereksinimle-
rine göre geliştirir. İçinde her işçinin bir makine parçası düzenliliğiyle çalıştığı kolektif emekçiyi bir
insan-makine olarak yaratır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Jean Pierre Durand; Marx’ın Sosyolojisi,
çev: Ali Aktaş, Birikim Yayınları, İstanbul, 2002, s.98-99
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 43
düşüncesinin yerini öznenin parçalanması düşüncesine bıraktığı bir dönem olarak ni-
telendirilebilir. Birey öznenin yokoluşu, eşsiz ve kişisel bir biçimine erişilmez oluşu
bu anlamda yeni bir pratiğe yol açmıştır: pastişe.59 Özne sadece bir maskedir, bir rol
bir kurbandır. En kötü durumda ideolojik bir inşa, en iyi durumdaysa nostaljik bir su-
rettir.60 Öznenin ‘pastiş’ kabul edilmesi onu yeniden kurmak için bir yol açar. Bu bağ-
lamda ‘özneyi yeniden konumlamanın bir yolu, Derrida ve Foucault’un yaptığı gibi,
insanın sonundan söz etmektir… Özne düşüncesinden uzaklaşıp, bireyin, bir “ne”
değil, bir “kim” olduğu düşüncesi üzerinde odaklaşmaktır.’61 Heidegger’in Being and
Time (Varlık ve Zaman)’da ortaya koyduğu gerçeklik anlayışı, bireyin bir “ne” değil,
fakat bir “kim” olduğu düşüncesine vurgu yapar. Sahici bireyin, burada, geleceğini
hayat yolculuğunun birleştirici boyutu haline getiren eşsiz bir benlik olduğu ortaya
çıkar. Özne kendi olanaklarını tasarlayıp geleceğe yansıtır ve bunu yaparken de bütün
bir dünyayı yorumlar.62
Nietzsche öznenin kendi kendini kandıran, bilinçten yoksun, söz dinlemez, kinci
ve güç isteyen biri olduğunu ve bastırılmış nihilistçe bir güç istemini dışa vurduğunu
ileri sürmüştür. Özne her şekilde bir kurmacadan ibarettir. Freud’un öznesi ise bilen
bir özne değil, her şeyden çok; çokluk, dağınıklık ve kendi kendini aldatma ile nite-
lenen psikanalatik bir özneydi.63
Postmodern sosyolojik perspektifte ise; “toplumsal çözülmelerin yaşandığı, alış-
kanlıkların ve geleneklerin erozyona uğradığı, ilişkilerin gayri resmileştiği, kamusal
alanla özel alan arasındaki sınırların bulanıklaştığı ve iletişim araçlarında bir patla-
manın yaşandığı günümüz toplumunda”64 yine aynı ilişkileri açıklamak ve gerilim-
leri dengelemek için ön plana çıktığı görülmektedir. Anlaşıldığı üzere her ikisinin de
ortak yönü, kendilerini bu ikilem üzerinde kurgulamalarıdır. Bu noktada genel bir
sosyolojik eğilimden bahsedilebileceği görülmektedir. Foucault’un ‘panopticon’65u,
Bauman’ın ‘Holocaust66’u ya da Bourdieu’un ‘habitus’67u bu paradoksu açıklamak
için yapılmış kavramlaştırmalardı.
59
Sarup, age, s.257
60
Rosenau;, age, s.74
61
Hollinger, age, s.169
62
Hollinger, age, s.171
63
Rosenau;, age, s.76
64
John Field; Sosyal Sermaye, çev:Bahar Bilgen, Bayram Şen, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul,
2006, s.11
65
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Michel Foucault, İktidar ve Direnme Odakları, hz. Ali Akay, Bağlam
Yayınları, İstanbul, 1995
66
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Zygmunt Bauman; Modernite ve Holocaust, çev: Süha Sertabiboğlu,Sarmal
Yayınları, İstanbul, 1997
67
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Pierre Bourdieu; Toplumbilim Sorunları, çev: Işık Ergüden, Kesit Yayın-
cılık, İstanbul, 1997
44 Adem Sağır
Postmodernlik…
Postmodernlik, modernliğin tıkandığı yerde ortaya atılan bir fikir. Dick Hebdi-
ge’e göre ise; “modernliği katlanabilir kılmış olan umutlardan ve hayallerden yoksun
modernlik”. Temelde hedefi insanın ve ona bağlı olarak da dünyanın yaşadığı krizi
çözmek. Krizin başladığı yer kuşkusuz insanın yaşadığı akıl tutulması. Aklın reh-
68
Hollinger, age, s.50
69
Nesrin Kale; “Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru”, Doğu-Batı Dergisi, yıl:5, sayı:19,
2002, s.33
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 45
berliğinde dünyayı daha kullanılabilir hale getirmeye çalışan insanın yaşadığı hayal
kırıklığının en önemli göstergesi. Modernlik gibi postmodernliğin başladığı yer de
Fransa. Hiç kuşkusuz postmodern felsefenin oluşumunda Fransız yapısalcılığının
önde gelen düşünürleri, dilbilimci Saussure, insanbilimci Levi-Strauss, ruhbilim-
ci Lacan, göstergebilimci Barthes’in yaptıkları çalışmaların da büyük katkıları var.
Yapısalcılığın hümanizm’i reddedişi, yerelliğin ya da ötekiliğin önünün açılmasına
neden olması bağlamında da dikkate değer. Özne bu bağlamda yeniden kuruluyor.
Artık modern öznenin karşısına postmodern özne çıkmıştır. Modern özne, Batı
için ‘yabancı’dır ve araştırılması ve çözümlenmesi gereken bir ‘nesne’ olarak sosyal
teori içerisindeki yerini almıştır. Ancak postmodern öznenin farklılığı kendini ‘öteki’
ile kurmasıdır. Öznenin başka öznelerle etkileşimiyle kendini tanımlayacağını sa-
vunan postmodern söylemler, klasik sosyal teorilerdeki ‘kendini akıl ve bilinç’ ile
kuran özneden farklılaşmıştır. Freudçu yansımalarla ‘bilinçdışı ya da bilinçaltı’na
hitap eden sosyal teori, prodüksiyonunu bu kez, dışarıda bırakılmış ötekinin anlam
mücadelesine projeksiyonunu çevirecektir. Postmodern sosyal teorinin bu duyarlı-
lığı, ‘çokkültürcülük, feminizm, kadın, lezbiyen ve gay çalışmaları, üçüncü dünya
araştırmaları” gibi çalışmalara yansımış ve ‘öteki’nin yeniden ele alındığı ve bilgi
perspektiflerine sokulduğu bir duruma yansımıştır. Postmodernizm, ‘dikkatimizi gü-
nümüz toplumunda ve kültüründe yer alan değişimler yanında büyük dönüşümlere de
yönelttiğinden dolayı pek çok insanın da dikkatini’70 çekmektedir.
Postmodernizm, önemli olan her şeyin sosyal teoriler ya da doğal bilimler ta-
rafından ifade edilebileceği ve bu bilimlerin yöntemleriyle kanıtlanabileceği veya
yalnışlanabileceği ve onlar tarafından ifade edilemeyenin –her ne ise– hiçbir değeri
olmadığı düşüncesinin bir eleştirisi olarak okunabilmektedir.71 Postmodern felsefenin
en temel görüşlerinden birine karşılık gelen, “insanın ölümü”ne bağlı olarak meta-
fizik insanlığın sonuna gelinmiş olması düşüncesi, postmodern durum diye anılan
genel insanlık durumunun da en ayırt edici özelliğidir. Kuşkusuz bu durumun en
iyi anlamı Nietzsche’nin ‘nihilizm’i bir anlamıyla ‘her şey yorumlamadan ibarettir’
duyurusu ile ‘ontolojik nihilizm’ çözümlemelerinde bulunmaktadır. Bu anlamıyla ol-
guların, değerlerin yok sayıldığı bir evrende pozitivizmin ve modernizmin olgu ve
kavramları eleştirilmeye başlanmıştır.
1979 yılında yayımladığı Postmodern Durum başlıklı kitabında önemli postmo-
dern felsefecilerden Lyotard, postmodern felsefenin felsefi anlamına yönelik oldukça
yararlı açılımlarda bulunmaktadır. Lyotard burada postmodern felsefenin, bütün her
şeyi açıklama savıyla ortaya çıkan bütüncül (totaliter) üst anlatılara duyulan genel
güvensizlik durumunun değişik biçimlerde dile getirilmesi olarak anlaşılabileceğini
ileri sürmektedir. Foucault’nun soykütük çıkarmaya yönelik kazıbilimsel çalışmala-
70
Sarup, age, s.85
71
Hollinger, age, s.34
46 Adem Sağır
Postmodernistler…
72
Rosenau, age, s.41
73
Rosenau, age, s.34
74
Sarup, age, s.189
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 47
Postmodern Düşünce/Postmodernizm
75
Trigg, age, s.65
76
Hollinger, age, s.104
48 Adem Sağır
yazı’ yaşadığı dönemi hazırlamıştı. Oysa geçerli olan, Gadamer’in de ifade ettiği bi-
çimiyle, insanın evrene önyargılarla ya da bilinçlerindeki belli kalıplarla yaklaştıkları
düşüncesidir. Postmodern olan, aynı zamanda öznel ve bilinçdışı olandır.
İnsanların sahip olduklarını küçümsemek kolay değildir. İnsanlar sadece hareket
etmezler, bilinçli bir şekilde davranırlar ve davranışları daha geniş bir sosyal bağlam
içindeki önemlerinin kavranması ile ortaya çıkar. İnsan davranışlarının bir anlamı
vardır ve bu anlam kavranmadan insan gerektiği gibi anlaşılamaz.77 Özne modern
sosyolojik paradigma içerisinde öznel perspektifleriyle, anlamın ve açıklamanın dı-
şında tutulmuştur. Bu bağlamda öznenin sade gözlemlenebilecek ve ölçülebilecek
yönleri dikkate alınırken, öznel olanın kontrollü olarak dışlandığı görülmektedir.
Bu noktada sosyal teorilerin amacı ve yönteminin ne olması gerektiği sorusu
dikkati çekmektedir. Buradan hareketle sosyal teorileri doğa bilimlerinden ayıran te-
oriler, nedensel ve gerekirci açıklamaların ‘anlama’ nosyonuyla değiştirilmesi gerek-
tiğini öngörürler. Toplumsal gerçekliğin fiziksel gerçeklikten farklı olduğunu iddia
eden bu görüşler, toplumsal gerçekliğin birey ile ilişkisini sorgulama perspektiflerine
almaktadır.78 Öznenin bu paradigma içerisinde yeniden ele alındığı görülür ve aslolan
anlamın; “verstehen ile bireyin beyninin içine girip gözleri vasıtasıyla onun hare-
ketlerine bakmak”79 olduğu öne sürülür. Bu bağlamdan hareketle Weber sosyolojiyi,
“soysal davranışı yorumlayıcı bir şekilde kavrayan bir bilim”80 olarak tanımlamak-
tadır.
Postmodernizm ile birlikte; ‘duygular, coşkular, sezgiler, tefekkür, spekülasyon,
kişisel deneyim, adet, şiddet, metafizik, gelenek, kozmoloji, büyü, mit, dini hisler ve
mistik deneyim’81 geri gelmiştir. Ayrıca bu bağlamdan hareket ederek postmodern
toplumbilimleri ‘sorgusuz sualsiz benimsenmiş olan, ihmal edilmiş olan şeyler, unu-
tulmuş olan, direniş bölgeleri, akıldışı, önemsiz ya da bastırılmış, sınır durumundaki
klasik, kutsal, geleneksel, ayrıksı, yüceltilmiş, boyun eğdirilmiş, reddedilmiş, özel
olamayan, marjinal, çevresel, dışlanmış, yerleşmiş, susturulmuş, arızi, dağıtılmış,
niteliksiz, ertelenmiş ve parçalanmış şeyler’82 üzerine ‘teori’ kurmaktansa ‘söylem’
oluşturur.
77
Trigg, age, s.63
78
Trigg, age, s.63
79
Trigg, age, s.63
80
Julien Freund; “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, (iç) Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi,
age, s.174
81
Roseau, s.24
82
Roseau, age, s.26
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 49
Ve insan aklı keşfetti, insan için ‘ironi’ dolu bir serüven de böylelikle başlamış
oldu. İnsan denen varlığın öyküsü uzun ve karışık, kendi varlığı üzerine düşündükçe
ve özünü keşfettikçe dünyanın değişimini de etkileme gücüne sahip. Çünkü insan
elindekiyle yetinmesini bilmeyen hep daha fazlasını isteyen, daha iyisini daha güze-
lini arayan ‘doyumsuz’ bir varlık. Yapısı ve yaratıcılığı itibariyle keşfettiği şeyleri ve
nesneleri, icatlarını değiştirir ve geliştirir. İnsan hep gelişmekte, hep geliştirip değiş-
tirmekte. Bilgisi, kültürü ve yaşam deneyimi arttıkça varolduğu mekânı ve zamanı
da değiştirmekte. Ancak sakin ve sessiz başlayan insanlığın öyküsü, “öznesi” ile “aş-
kın” olan arasına koyduğu sınırla tepe/taklak oldu. Kuşkusuz insanın kendine olan
bu güveninin nedeni, modernitenin insan aklına verdiği özgürlük ve evreni keşfetme
rolüydü.
Modernitenin akla verdiği bu ‘keşif’ rolü, bir müddet sonra dünya çapında baş
gösterecek bir dağınıklığın da başlangıcı oldu. Bauman bu durumu Postmodernlik
ve Hoşnutsuzlukları eserinde; ‘bizim yaşam mücadelemiz var olmanın dayanılmaz
hafifliğinde çözülüyor…Biz ne zaman ağlayıp ne zaman güleceğimizi asla tam ola-
rak bilmiyoruz ve yaşamımızda, karanlık önsezilerden ari olarak “işte geldim” di-
yebileceğimiz bir an pek yok’83 diyerek bugünkü halimize ışık tutuyor. Bunun anla-
mı, gerçekten bilişsel bir haritaya sahip olup olmadığımız problemi ve modernden
postmoderne geçerken öznenin içinde bulunduğu belirsizlik halidir. İnsan zihnine
ait kompartımanların sınırları belli olmayınca, bu belirsizlik insanın evrende kendini
konumlandırdığı yerle alakalı olmasından daha çok, ne düşüncelerinden, ne amaçla-
rından, ne duygularından ne de varlığından emin olabiliyor.
Bauman’ın söylediği bağlamda postmodernizm tam da bu noktada karşımıza
çıkmakta. Hakikat yoksa yanlışların da olmayacağı zihinsel bir belirsizlik halinin
sosyal teoriye yansıması. Bir diğer ifadeyle ne kadar çok farklı inanç varsa o kadar
çok gerçeklik olduğu düşüncesi sosyal teorinin pozitivist yöntemini tahtından eder.
Çok kültürlülük kavramı dönüp dolaşır ve yöntemsel çoğulculuğa dönüşür. Gerçek-
liğin böyle bir perspektifle yorumlanması, Avrupa’nın bilgi üzerindeki tekelinin kı-
rılmasına zemin hazırladı. Batı’nın modern dönemde bilgiye sahip oluşu ve bilgiyi
kullanma biçimi, diğer toplumlar üzerinde belirleyici iken sosyal teorinin de temel
hareket mantığı, Batı mantalitesi üzerinden diğer toplumları yorumlamak ve aynı
evrensel yasalara ulaşmaktı.
Ancak bu yorum, Batı-dışı toplumlarda modernitenin sıkıntıları olarak karşımıza
çıkmıştı. Çünkü modernlik fikrinde, Batılı toplumların kültür, bilim ve eylemleriyle
şekillenmiş bunun dışında kalanlar ise modernliğin tarihin yazımında kenarda ve za-
yıf kalmışlardı. Bu nokta dikkate alındığında Batı-dışı toplumlar, Batı modernliğinin
83
Zygmunt Bauman; Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, Ayrıntı Yayınları, 2000, İstanbul, s.122
50 Adem Sağır
84
Nilüfer Göle; “Batı Dışı Modernlik Kavramı Üzerine”, (iç) Modernleşme ve Batılıcılık, cilt:3, İletişim
Yayınları, İstanbul, İkinci Baskı, 2002, s.61
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 51
hayvanlığa geri mi dönmek istiyor insan?” diye soruyor köprünün üstünde. İnsanlık
sonunu sorgularken bu durum postmodern sosyal söylemlerin de önünü açıyordu.
Postmodern sosyal söylemlerin modern sosyal teoriye yönelttiği en önemli eleş-
tiri bilimin pozitivist yöntemine idi. Bu yöntem kuramları evrensel düzleme yayarken
aynı zamanda bütün toplumların tarihsel süreçlerini benzer kılıyor ve ilerleme mantı-
ğını da bu bağlamda harekete geçiriyordu. Ancak modernitenin göremediği; insanın
çoğu defa öznel perspektiflerini kullanırken akılı saf dışı bırakabildiği özelliğidir.
Aydınlanmanın ve modernizmin kurguladığı şekliyle ise akıl, bireysel yorumları bü-
tünsel ya da evrensel önermeleriyle egemenliği altına alabilmektedir. Buna göre mo-
dern paradigmanın aynı zamanda sosyal teorinin aklı; bireyin duygusal konumunu
bilinçaltına ötelemiştir. Postmodern durum aklın bu yönüne şiddetle karşı çıkmıştı.
Duygusal insan kabulü ise yeni olmamakla birlikte postmodern sosyolojinin özne
perspektifine yerleştirilebilmektedir. Bu bağlamdan hareketle özne, klasik dönemde
olduğu gibi yine toplumun alıcı ucunda resmedilir, ancak nesnelerle kurduğu ilişkide
onlara kendi perspektifinden anlam yüklemeye başlamıştır. Parçasal analiz ve yorum
kabulü ön plandadır. Postmodern söylemin bu kabulü aynı zamanda sosyal teori-
nin değerler alanı ile temas mecburiyetinin olduğu düşüncesi üzerine kurulmuştur.
Çünkü sosyal teorinin inceleme alanı olan toplum aynı zamanda değerlerin kaynağı
ve barınağıdır da. Kendi kültürel alanının penceresinden bakanlar ile başka kültürel
alanların penceresinden bakanlar arasında farklılık olacaktır. Bu durum ise kuşkusuz
daha önce de ifade edildiği gibi ‘öteki’nin ortaya çıkış süreciyle ilişkilidir.
Modern paradigmanın bilişsel haritası olan sosyal teori, bugün geldiği noktada
köklerinden sorgulanmaktadır. Postmodern söylemler bu sorgulamanın merkezinde
yer alırken, kimileri sosyolojinin kendi üzerine düşünmesiyle ve kendini eleştirisiyle
kriz halinden kurtulacağını iddia ederken; kimileri de yeni sosyolojik söylemlere ih-
tiyaç olduğuna vurgu yapmaktadır. Modern teorinin yapısal sorunları, postmoderne
geçildiğinde karşımıza ‘ironi’ olarak çıkarken, postmodern ‘kara ironi’ olarak çık-
maktadır. Çünkü postmodern toplumun içerisinde taşıdığı belirsizlik ve kaos pratiği
sosyolojik söylemlerin yeni problemi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ayrıca postmodern toplumu bir anlamıyla Batı’yı saran nihilizm eğilimi; insan-
lığın büyüklüğü, ilerlemenin sonsuzluğu ve aklın hükümranlığı gibi onsekizinci ve
ondukuzuncu yüzyıllara özgü inançların egemenliğini izleyen şüphe havasının yeni
bir ifadesi olarak karşımızda durmaktadır. Tanrı’nın ya da yaslanabileceği başka
mutlakların olmadığı bir toplumda karaya oturmuş bir insanlık metaforu tam da bu
duruma denk gelmektedir. Ayrıca Batı’nın kendi egosuna olan tutkunluğu, ideoloji,
tarih, insan gibi kavramların sonunu ilan etmesine yol açmaktadır. Bu şekilde kendi
içerisinde yaşadığı krizi, yine kendi içerisinde çözmeyi hedeflemekte ve ‘öteki’ne
pek fazla söz sahibi yapma istememektedir. Batı’da postmodern söylemlerle ayyuka
çıkan kriz havası, aynı zamanda kendi potansiyelini tükettiğini gösterirken yeni bir
açılımın da doğum sancısını çektiğini göstermektedir.
52 Adem Sağır
Her dönemin kendi içerisinde yumuşak noktaları vardır. Bunun anlamı tarihin
her dönemi kendi fikrini üretiyor, bu fikir gizli hükümdar oluyor. Klasik Yunan’da
Varlık, Ortaçağ’da Tanrı, Rönesans’ta Doğa, Onyedinci yüzyıl’da Doğa’nın Kanu-
nu, onsekizinci yüzyıl’da Birey düşüncesi, sonrasında ise kuşkusuz yaşam ve anlamı
düşüncesi merkezi kavramları oluşturmaktadır. Görüldüğü üzere öznenin dışardan
yani üst varlıktan içeriye doğru yaptığı okuma sonucu ulaştığı ‘ben’ düşüncesi aynı
zamanda krizin başladığı noktayı da işaret etmesi açısından dikkate değerdir. Kendi
özünü keşfeden insan, zaman ve mekan kavramları arasında bütün dünyayı etkileme
gücüne sahip olmaktadır. Buradan hareketle modern paradigmanın pozitivist sosyal
teorisi, postmodern dönemde anlam ve yaşam diyalektiğini çözmeye çalışan söylem-
lerden örülmeye başlanmıştır.
Küresel söylemlerin en üst seviyeye çıktığı postmodern dönemde Batı’nın kendi
öznesi dışındaki ‘öteki’ ile karşılaşması, sosyal teorinin ‘öteki’yi anlaması gerektiği
üzerine yoğunlaşmaya başlamıştır.85 Çünkü öteki, toplumsal ilişkilere nüfuz eder-
ken küresel düzeyde çıktığı göç serüveninde bütün toplumları etkilemektedir. Öteki,
modern Batı öznesini sloganlarıyla yerinden etmeye başlamıştır bu sürecin sonunda.
“Askere gitme, sinemaya git; savaşsız bir dünya mümkün; savaş, savaş, bok var, bok
var; çürük değil, eşcinseliz, askere de gitmeyeceğiz; milyonlar aç, milyonlar işgal
altında; yaşasın küresel intifada; kâr değil insan; kapitalizm öldürür, kapitalizmi öl-
dürelim; kahrolsun ABD emperyalizmi.”86 Modern özne, Postmodern öteki ile yer
değiştirmiştir.
KAYNAKLAR
85
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Fatih Yıldız; “Küreselleşme ve Karşıtları, (iç), ed. Mustafa Kemal Şan,
Kızıl Elma Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.106
86
Yıldız, age, s.111
Modernden Postmoderne Geçişte Sosyal Bilimlerin Felsefi Temellerinin Sarsılışı 53
Doğan Özlem (1999), “Tarih, Bilim, Bilinç”, Felsefe Tartışmaları Dergisi, 25. Kitap, Panora-
ma yayınları, İstanbul.
Fatih Yıldız (2007), “Küreselleşme ve Karşıtları, (iç) Sosyoloji Yazıları, Kızıl Elma Yayıncı-
lık, İstanbul.
Francis Bacon (1999), Novum Organum, çev:Sema Ö. Akkaş, Doruk Yayıncılık, Anakara.
Fyodor Mihailoviç Dostoyevski (2004), Beyaz Geceler, Sabri Gürses, Bordo-Siyah Yayınevi,
İstanbul.
Gunnar Skirberkk, Nils Gilje (2006), Antik Yunan’dan Modern Döneme Felsefe Tarihi, çev:
Emrullah Akbaş&Şule Mutlu, Üniversite Kitabevi, İstanbul.
Immanuel Kant (1982), Aydınlanma nedir? Sorusuna Bir Yanıt çev: Nejat Bozkurt Yazko Fel-
sefe Yayınları, sayı 4, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
İlhan Tekeli (2001), “Toplum Bilimlerin Önünü Açmaya İnsan Modellerini Tartışarak Başla-
mak”, (iç)Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek, Metis Yayınları, İstanbul.
Jean Baudrillard (1991), Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu, çev:Oğuz
Adanır, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
John Field (2006), Sosyal Sermaye, çev:Bahar Bilgen, Bayram Şen, Bilgi Üniversitesi Yayın-
ları, İstanbul.
Julien Freund (1997), “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, (iç) Sosyolojik Çözümle-
menin Tarihi, haz. Tom Bottomore-Robert Nisbet, AyraçYayınları, Ankara.
Jurgen Habermas; “Küreselleşme ve Milli Devletlerin Akıbeti”, www.sayhadergi.com
Jürgen Habermas (1994); “Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje”, (iç) Postmodernizm,
(haz: Nemci Kaya), Kıyı Yayınları, İstanbul.
Karl Marks, Friedrich Engels (2003), Komünist Manifesto, çev:Levent Kavas, İthaki Yayın-
ları, İstanbul.
Krishan Kumar (1995), Sanayi Sonrası Toplumdan Postmodern Topluma Çağdaş Dünyanın
Yeni Kuramları, çev:Mehmet Küçük, Dost Kibabevi, Ankara.
Lawrance E. Cahoone (2001), Modernliğin Çıkmazı, çev: Ahmet Demirhan-Erol Çatalbaş,
İnsan Yayınları, İstanbul.
Madan Sarup (1995), Postyapısalcılık ve Postmodernizm, çev: A. B. Güçlü, Ark Yayınları,
Ankara.
Marshall Berman (1994), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev: Ümit Altuğ, Bülent Peker,
İletişim Yayınları, İstanbul.
Michel Foucault (1995), İktidar ve Direnme Odakları, hz. Ali Akay, Bağlam Yayınları, İstan-
bul.
Milay Köktürk (2002), “Kültür Bilimi Olarak Sosyoloji”, iç. Sorgulanan Sosyoloji, hz. M.
Çağatay Özdemir, Eylül Yayınları, Ankara.
Nesrin Kale (2002), “Modernizmden Postmodernist Söylemlere Doğru”, Doğu-Batı Dergisi,
yıl:5, sayı:19.
Nilüfer Göle (2002), “Batı Dışı Modernlik Kavramı Üzerine”, (iç) Modernleşme ve Batılıcı-
lık, cilt:3, İletişim Yayınları, İstanbul.
Pauline Marie Rosenau (2004), Post-modernizm ve Toplum Bilimleri, çev: Tuncay Birkan,
Bilim ve Sanat Yayınevi, Ankara.
Peter Wagner (2003), Modernliğin Sosyolojisi, çev: Mehmet Küçük, Doruk Yayıncılık, İstan-
bul.
Pierre Bourdieu (1997), Toplumbilim Sorunları, çev:Işık Ergüden, Kesit Yayıncılık, İstanbul.
Roger Trigg (2005), Sosyal Bilimleri Anlamak/Sosyal Bilimlere Felsefi Bir Yaklaşım,
çev:Beyza Sümer, Filiz Ürgüt, Babil Yayınları, İstanbul.
Robert Hollinger (2005), Postmodernizm ve Sosyal Bilimler, çev:Ahmet Cevizci, Paradigma
54 Adem Sağır
Yayınları, İstanbul.
Ruth A. Wallace, Alison Wolf (2004), Çağdaş Sosyoloji Kuramları, çev: Leyla Elburuz&M.
Rami Ayas, Punto Yayıncılık, İzmir.
Seyfettin Aslan, Abdullah Yılmaz; “Modernizme Bir Başkaldırı Aracı Olarak Postmoder-
nizm”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, cilt 2. sayı 2
Ulrich İm Hof (1999), Avrupa’da Aydınlanma, çev.Şebnem Sunar, Afa-İntermedia Yayınları,
Ankara.
Zygmunt Bauman (1997), Modernite ve Holocaust, Sarmal Yayınevi, İstanbul.
Zygmunt Bauman (2000), Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, Ayrıntı Yayınları, İstan-
bul.