You are on page 1of 2

BANKA KREDİLERİNE OSMANLI MUAMELESİ/Prof.Dr.

Ekrem Buğra Ekici

13 Ağustos 2008 /Türkiye Gazetesi

Bankacılık çalışmaları ilk olarak XIII. asırda İtalya’da başlamıştı. Zamanla dünyaya yayıldı. Sanayi
inkılabının ardından ticareti çok gelişen Avrupa’da bankalar mühim birer müessese olarak faaliyet
göstermeye başladı. Bu sıralarda Osmanlı Devleti’nin de Avrupa ile sıkı ticarî münasebetleri vardı.
Osmanlı ülkesindeki ilk bankalara da bu sıralarda rastlanmaya başlandı.

BORÇ KARŞILIĞI İMTİYAZ

1845 senesinde Osmanlı hükümeti Galatalı iki sarraftan borç aldı. Sarraf deyince, bunları bugünkü büyük
bankerler gibi düşünmek gerekir. Bu sarraflar, yapılan anlaşma gereği İngiliz sterlininin kurunu sabit
tuttular. Bunun karşılığında kendilerine banka kurma izni verildi. Böylece 1847’de Derseadet Bankası
adıyla ilk Osmanlı bankası kuruldu. Ama sermayesi yoktu. Poliçeleri kurucularının itibarı dolayısıyla kabul
gördüğü için, az sonra iflâs etti. 1856’da İngiliz sermayesi ile merkezi Londra’da bulunan Bank-ı Osmanî
kuruldu. Buna 1863’te Fransız sermayesi de iştirak etti ve Bank-ı Şâhâne-i Osmanî adını alarak hem
merkez, hem de ticaret ve yatırım bankası olarak faaliyet gösterdi. 1877 senesinde Osmanlı-Rus Harbi (93
Harbi) sebebiyle hükümet Galata Sarrafları ve Osmanlı Bankası’ndan borç aldı. Bank-ı Osmanî,
Türkiye’deki ilk modern banka sayılır. Para basma imtiyazı dahi vardı. Osmanlı Bankası adıyla
cumhuriyetten sonra da uzun zaman varlığını devam ettirmiştir.

YERLİ SERMAYE: EMNİYET SANDIĞI

Bank-ı Osmanî’den birkaç sene ara ile muhtelif ecnebî bankalar açıldı. Bunların tamamı ecnebîlere ait idi.
İstanbul Bankası ve Osmanlı Bankası ecnebi sermayeli olduğu için, daha ziyade ecnebi tüccara kredi
veriyordu. Yerli halk ya neredeyse hepsi gayrimüslim olan sarraflara; yahud da dul ve yetimlerin mallarını
işleten eytam ve erâmil idaresine başvurabilirdi. 1863’te Niş Vâlisi Midhat Paşa’nın teşebbüsü ve Türk
sermayesi ile Rusçuk’ta ilk Emniyet Sandığı kuruldu ve 1868’de İstanbul’da da bir tane açıldı. Devlet
kontrolünde, halk tarafından idare olunuyordu. Halkın tasarrufları, Emniyet Sandığı’nda toplanıyor; kredi
isteyenlere kefil ve rehin karşılığında muamele yoluyla borç veriliyordu. Ancak malî ve siyasî buhranlar
sebebiyle sıkıntıya düşen Emniyet Sandığı, 1907 senesinde Ziraat Bankası’na bağlandı. O zamanlar
Osmanlı ülkesinde geçerli bulunan şer’î hukuka göre faizli muameleler meşru değildi. Faizli muameleler
ise, bankaların yegâne olmasa bile mühim işlerinden birisiydi. Ancak şer’î hukuk, ecnebi memleketlerde
cereyan eden faizli muamelelere cevaz veriyordu. Bankanın merkezi yurt dışında olduğu için,
faaliyetlerinin şer’î hukuk prensiplerine de aykırı olmadığı düşünülüyordu. Nitekim şeyhülislâmlık 29
Şubat 1920 tarihinde “Ecnebi memlekette ecnebi bankasına para yatırıp, bankadan faiz almak, şer’an
helâldir” şeklinde fetvâ vererek, bu umumî prensibi ilan etmişti. Kaldı ki banka faaliyetlerinin çoğu, şer’î
hukukun yasaklamadığı, hatta lüzumlu gördüğü işlerdi.

NASIL ÇALIŞIRDI?

Osmanlı bankaları, bankacılık hizmetlerinin şer’î hukukta yasaklanmamış olanlarını yapar; ihtiyacı olanlara
muamele satışı yoluyla borç para verir veya karz yoluyla borç verip fazladan faiz yerine muamele masrafı
adıyla bir ücret tahsil ederlerdi. Bankaların müdârebe veya müzaraa (emek-sermaye) şirketi yoluyla kredi
vermesi, kâra ortak olması da mümkündü. Ama bunda zarar ihtimali de bulunduğundan, bankayı iflastan
korumak endişesiyle pek tercih edilmezdi. Şer’î hukuka göre, ödünç verirken, borçlunun alacaklıdan bir
malı değerinden yüksek fiyatla satın almasına izin verilmiştir. Böylece istediği borcu temin eder; ilk
satıcıya da bundan daha yüksek bir miktar borçlanmış olurdu. Meselâ, on altına ihtiyacı olan bir kimseye,
on altın borç olarak verilir; bir altına da kalem, defter gibi ucuz bir şey veresiye satılırdı. Böylece on altın
borçlanılmış olurdu. Para kıtlığı olup, faizsiz kredi bulunamayan zamanlarda bir çıkış yolu teşkil eden bu
satışa muamele satışı denirdi. Bu satış bedeline faiz veya ribh denirdi. Faiz, fazlalık demektir. Ancak bu,
şer’î hukukun yasakladığı ribâdan farklı idi. Her ribâ faizdir ama, her faiz ribâ değildir. Bu fazlalığın azami
ne kadar olabileceğini piyasa şartlarına göre devlet tesbit ederdi. Bu mikdarın sınırı, Kanunî Sultan
Süleyman zamanında % 10; Sultan Abdülmecid zamanında % 15 idi. Muamele satışı, bir hile gibi
görülebilir, ama değildir. Bizzat hukukun gösterdiği bir çaredir. Borç alma ve mal satma 
iki ayrı akittir. Üstelik herkes malını istediği fiyata satabilir.

BANKA YERİNE PARA VAKIFLARI

Modern bankalardan önce, Osmanlı ülkesinde bankacılık ihtiyaçları acaba nasıl karşılanıyordu? İlk
zamanlar para vakıfları ile. Muhtaç olanlara kredi vermek üzere parası olanlar bu parayı vakfederdi. Vakfın
idarecisi muhtaçlara kefilli borç verirdi. Parayı da nemâlandırarak tükenmesini engellerdi. Ama para
vakıflarının miktarı az olduğu için, araya giren buhran devrelerinde eriyip gitti. Osmanlılar zamanında,
harb, tabiî âfetler gibi beklenmedik hallerde devlet tarafından hâne başına toplanan avârız vergisi vardı.
Zamanla bu vergiler hazinenin sıkıntısı sebebiyle her sene alınır hâle geldi. Halkın bu vergiyi kolay
ödeyebilmesi için köy ve mahalle zenginleri avârız vakıfları kurdular. Bazen birkaç kişi bir araya gelip para
toplayarak bu vakıfları meydana getirirdi. Bunlar bir nevi para vakfı idi. Sadece avârız vergilerinin
ödenmesine yardımcı olmakla kalmazdı. Hastalık sebebiyle çalışamayanların geçimini karşılamak;
fakirlerin cenâzelerini kaldırmak, fakir kızları evlendirmek, fakir delikanlılara iş kurmak, evi yanan veya
yıkılanlara yardım etmek, köy ve mahallenin yol, köprü, kaldırım, su yolu gibi ihtiyaçlarını tamir etmek
gibi işlere de yarardı. Avârız akçesini, mütevellisi idare edip işletirdi. İhtiyacı olana, yukarıda anlatılan
muamele yoluyla borç verir; ondan az bir kâr tahsil ederdi. Bugünün vakıflar genel müdürlüğünün
yerindeki Evkaf Nezareti de bu işi kontrol ederdi. Avârız vakıflarının mühim bir kısmı 1869 senesinde
belediyelere devredildi. Cumhuriyetten sonra bu devir tamamlanarak avârız vakfı kalmadı.

MEMLEKET SANDIKLARI

Avârız vakıflarının bir ölçüde yerini tutmak üzere Tuna Valisi Midhat Paşa’nın önayak olmasıyla her
kasabada Memleket Sandıkları kuruldu. 1863 yılında Pirot kasabasında kurulmaya başlandı. 1867’de bütün
ülkeye yayıldı. Köylülerin elde ettiği mahsulün satışından elde edilenin muayyen bir kısmı sandığa
konuyordu. Belli bir meblağa ulaşılınca, köylüye kredi verilmeye başlanıyordu. Üç aydan bir yıla kadar
vadeli bu krediler muamele yoluyla verilirdi. % 12 murâbaha (kâr) alınır ve kefil istenirdi. Yıl sonunda net
kârın üçte biri sermayeleri nisbetinde köylüye dağıtılırdı. Memleket sandıklarının idaresi halkın seçtiği dört
kişiye aitti. Kaymakam, hâkim, sandık idare heyetinden bir ve halktan iki kişinin teşkil ettiği bir heyet,
sandığın işleyişini kontrol ediyordu. Köylünün tefecilerin eline düşmesini önlemek ve istihsalin arttırılması
maksadıyla kurulan bu sandıklar, aynı zamanda ülkedeki ilk kooperatiflere misaldir. 1883 yılında Menâfi
Sandıkları adını almış ve 1888’de Ziraat Bankası’na dönüştürülmüştür. 1935 yılında kurulan Tarım Kredi
Kooperatifleri, memleket sandıklarının bir benzeridir. 1911 yılında Aydın’da kurulan İncir Himaye-i Ziraat
Anonim Şirketi, ilk modern kooperatif sayılabilir.

MURABAHA NİZAMNAMESİ

Sultan Abdülmecid zamanında verilmiş bir mahkeme kararında özetle şöyle deniliyor: Ali Ağa, Veli Ağa
karşısında ikrarda bulunuyor. İşbu Veli Ağa, malından bana 3000 kuruş ödünç teslim ettikte, ben dahi
teslim aldım. Bu para ve semeni işbu tarihten bir sene tamamına değin müeccel (veresiye) olmak üzere,
yine Veli Ağadan satın aldığım bir cild Kudûrî kitabı semeninden dahi 450 kuruş ki, cem’an 3450 kuruş
borcumdur, dedikte, tasdik olundu. 450 kuruş, 3000 kuruşun yüzde onbeşi olduğundan, caiz görülmüştür.
[Kudûrî, meşhur bir fıkıh kitabıdır.] 1887 tarihli Murâbaha Nizamnâmesi bu sınırı yüzde dokuza indirmişti.
Kadılar, bu şekilde muamele yapılmamış olan borç akidlerindeki faiz taleplerini kabul etmiyordu. Son
zamanlarda Osmanlı bankaları da bu usule göre çalışırlardı. Meselâ, banka veznesindeki memur, banka
sahibinin vekili hasebiyle, elindeki bir kalemi veya kitabı ya da saati, 100 altın kredi isteyen kimseye 9
altına veresiye satar; sonra istenilen miktarı borç olarak verir; böylece müşteri bankaya 109 altın
borçlanmış olurdu. Murâbaha Nizamnamesi, cumhuriyetten sonra da uzun yıllar kısmen tatbik edilmiştir.

You might also like