You are on page 1of 3

11 OSMANLI DARPHANELERİ

Çok geniş bir alana yayılmış olan Osmanlı Devleti'nde para darbı sadece
merkezde yapılmıyordu. İstanbul'dan başka
Anadolu'da: Bursa, Ayasuluğ, Amasya, Konya, Tire, Kastamonu'da;
Rumeli'de: Gelibolu, Edirne, Serez, Belgrad, Üsküp, Novobrdo'da;
Mısır ve bazı Kuzey Afrika şehirleri ile Bağdad, Şam, Haleb gibi belli başlı
şehirlerde de darphane bulunuyordu. Ancak bu darphanelerin hepsi aynı anda
çalışmadıkları gibi -yukarıda işaret edildiği üzere tamamen tatil edildikleri dönemler
de olmuştu.
Darphanelerin en fazla faaliyette bulundukları dönemler sikke tecdid ve
tashihleri zamanlarıydı. Bu özel durumlarda işlenen gümüş normal faaliyet
sırasında işlenenin on katına kadar çıkabiliyordu. Zira çıkarılan fermanlarla eski
akçenin tedavülü yasaklanır, ellerinde gümüş bulunanların bunları darphaneye
getirip "cedîd akçe" kestirmeleri emr olunurdu.
Darphaneler, genellikle üç yıllığına olmak üzere iltizama verilir, ancak,
mukataa defterlerindeki fiyat üzerinden iltizamı alacak kimsenin çıkmaması
halinde emin tarafından işletilirdi. Darphanelerin emanetle işletildiği dönemlerde,
eminler işlenen maden miktarı üzerinden resim verdiklerinden işlenen maden
miktarı tespit edilebildiği halde mültezimler tarafından işletildikleri devrelerde
buralarda işlenen altın, gümüş ve bakırın kesin miktarının bilinmesi mümkün
değildi. Diğer taraftan, emanet dönemlerinde darphanelerin hâsılatı düşük,
iltizam dönemlerinde ise daha yüksek olurdu.
Cülus münasebetiyle yahut para ayarında düzenlemeye ihtiyaç duyularak
sikke tecdid veya tashihine gidilen zamanlarda, eski sikkelerin yenileriyle
değiştirilmesi gerektiğinden darphanelerin faaliyetlerinde artış kaydedilir ve bu
artış tecdid / tashih işi tamamlandıktan sonra da bir müddet devam ederdi. Bu
dönemlerde darphane mukataalarının iltizam bedellerinde de bir yükselme olur,
para darbı faaliyeti azalınca mukataa bedelleri de haliyle düşerdi.
XVII. yüzyıl ortalarına kadar darp faaliyetinden hazineye oldukça gelir
sağlanmakta iken, ayarı düşük Avrupa guruşlarından akçe kesilmeğe başlanması
neticesinde zamanla darphanelerin sadece kârları azalmakla kalmamış; hatta zarar
etmeğe başlamışlar; bu yüzden de bunların faaliyetlerinin durdurulması veya en
azından asgarîye düşürülmesi yoluna gidilmişti. Nitekim 1661–86 devresinde
İstanbul darphanesinde bile sadece padişah ve ailesinin aylık cep harçlıklarını
karşılayacak ölçüde para basılmıştı.
BANKALAR
Sadece memlekette tedavül etmesine rağmen kaimelerin dışta da
menfi tesirleri oldu. Londra ve Paris'e çekilen poliçelerde İngiliz ve Fransız
liralarının büyük oynamalar göstermesi, devleti bazı tedbirler aramak
zorunda bıraktı: Türk parası, sterlin karşısında sabit tutulmalıydı. Bunun
için, hükümetin yapacağı 2.000.000 guruşluk yardım karşılığında sterlini
110 guruşta tutacaklarına dair, 1845 l 1261'de, Galata sarraflarından Leon
ve Baltacı (Baltazzi) ile bir anlaşma yapıldı. Sarraflar, gerçekten de
verdikleri sözü tutarak sterlinin kurunu sabit kıldılar. Bu tecrübeden sonra
1847'de bu şahısların, Dersaâdet Bankası (İstanbul Bankası) adıyla bir
banka açmalarına izin verildi. Aslında bankanın belli bir sermayesi olmayıp
poliçeleri, kurucularının itibârı dolayısıyla kabul görüyordu. Ancak, devletin
buradan yaptığı istikraz zamanında ödenemeyince, bankanın durumu
kötüleşti ve çare olarak piyasaya kaime sürmeğe başladı; fakat bu da
mevcudiyetini devam ettirmeğe yetmedi; hazineyi 600.000 liralık bir
zarara sokarak iflâs etti.
İflâsla sonuçlanmakla beraber, İstanbul Bankası, faaliyet gösterdiği
yıllarda Türk lirasının sterlin karşısındaki kurunu sabit tutmağı
başardığından hükümet yeni bir bankanın kurulmasına gerek duydu.
1856'da İngiliz sermayesiyle kurulan Bank-ı Osmânî (Ottoman Bank)
faaliyete geçti. Merkezi Londra'da bulunan banka, İstanbul, İzmir, Beyrut
ve Selânik'de şubeler açtı. Aslında Osmanlı hükümeti, ticarî muamelelerin
yürütülmesi için çok daha geniş kapsamlı bir banka düşündüğünden bu
bankaya Fransız sermayesinin de katılmasıyla 1863'de kurulan Bank-ı
Osmânî-i Şahane, bir taraftan devlet bankası, diğer taraftan da ticarî bir
banka gibi vazife gördü.
Bu arada çeşitli adlarla -ki bunların bir kısmı Osmanlı Umûmî Nâfıa
Bankası ve Osmanlı Ticaret Kumpanyası gibi Osmanlı, bir kısmı ise
Avusturya Şark Bankası, İtalyan Şark Ticaret Bankası, Rus Bankası
gibi yabancı adlar taşıyordu- daha küçük hacimli bankalar kurulurken,
Devletin malî durumu gün geçtikçe kötüye gittiğinden, Bank-ı Osmânî-i
Şahane, vergi gelirleriyle harcamaları, bono ve tahvil işlerini tamamen ele
geçirmeği başardı.
Bu bankanın kurulduğu yıl (1863) Midhat Paşa'nın teşebbüsüyle,
sonradan Emniyet Sandığı adını alarak bütün memleket sathına yayılacak
olan bir müessesenin tamamen Türk sermayesiyle olmak üzere
kurulduğunu görüyoruz. İlk defa Niş'in Pirot kasabasında 200 mecidiye
altınıyla faaliyete geçen sandığın gayesi kefalet ve rehinle, düşük faizle
köylüye kredi sağlamaktı. Teşebbüs başarıya ulaşınca önce 1864'de bütün
Tuna Vilâyeti, 1867'de çıkarılan bir nizâmnâme ile ise Menâfi Sandığı
adıyla, bütün vilâyet ve sancak merkezlerine yayıldı. 1868'de, yine Midhat
Paşa tarafından, İstanbul Emniyet Sandığı kuruldu. Banka, belli bir
sermaye ile kurulmamış olduğundan halkın tasarruflarına dayanıyordu.
Küçük tasarruflara %9 faiz verilirken rehin karşılığı kredilerde %12
uygulanıyordu. Vilâyetlerdeki mal sandıklarına poliçe çekilmesi suretiyle
para gönderme işlerinin kolaylaştırılması dolayısıyla Emniyet Sandığı'nın,
kısa zamanda rağbeti arttı ve 1872'den itibaren vilâyetlerde de şubeler
açılmağa başlandı.

You might also like