You are on page 1of 290

HAL L NALCIK

OSMANLI MPARATORLU U
KLÂS K ÇA
(1300-1600)

ÇEV REN:

RU EN SEZER

ODO
STANBUL

ı
Yapı Kredi Yayınlan - 1825
Tarih: 20
Osmanlı imparatorlu u Klâsik Ça (1300-1600) / Halil tnalcık
Çeviren: Ru en Sezer
Redaksiyon: Ahmet Kuya
Kitap Editörü: Ay e Erdem
Düzelti: Fahri Güllüo lu

Kapak ve Sayfa Tasanmi: Nahide Dikel


Grafik Uygulama: Süreyya Erdo an
Baskı: efik Matbaası
1. Baskı: stanbul. Mayıs 2003
ISBN 975-08-0588-7
© Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A . 1995

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A. .


Yapı Kredi Kültür Merkezi
stiklal Caddesi No. 285 Beyo lu 34433 stanbul
Telefon: (O 212) 252 47 00 (pbx) Faks: (0 212) 293 07 23
Bilgi haui: 0 212 473 0 444
http://www.yapikrediyayinlari.com
e-posta: ykkultur@ykykultur.com.tr
Internet satı adresi: http://www.estore.com.tr/bulvar/yky
www.ieleweb.com.lt
Ç NDEK LER

ÖNSÖZ • 13

I. KES M: OSMANLI MPARATORLU U


TAR H NE GENEL B R BAKI
1300-1600
G Rt • Osmanlı Tarihinin Dönemlendirilmesi • 9
1. Osmanlı Devletinin Kökenleri • 11
2. Sınır Beyli inden mparatorlu a 1354-1402 • 15
3. Fetret Dönemi ve Toparlanı • 24
4. mparatorlu un Peki mesi 1453-1526 • 30
5. Osmanlı Devletinin Dünya Gücü Olu u 1526-1596 • 40
6. Osmanlı mparatorlu u’nun Gerilemesi • 46

II. Kesim: DEVLET


7. Osmanlı Hanedanının Do u u • 61
8. Tahta Çıkı (Cülus) • 65
9. Osmanlı Devlet Kavramı ve Sınıf Sistemi • 71
10. Hukuk: Sultanî Hukuk (Kanun), Dinî Hukuk ( eriat) • 76
11. Saray • 83
12. Merkezî Yönetim • 94
13. Eyâlet Yönetimi ve Tımar Sistemi • 108

III. KES M: EKONOM K VE TOPLUMSAL YA AM


14. Osmanlı mparatorlu u ve Uluslararası Ticaret * 127
15. Osmanlı Kentleri ve Ula ım A ı, Kentli Nüfus, Lonca ve Tüccarlar •
IV. KES M : OSMANLI MPARATORLU UMDA D N VE KÜLTÜR
16. Ö renim, Medreseler ve Ulemâ • 173
17. Osmanlı lmî Çalı maları »181
18. Ba nazlı ın Zaferi • 187
19. Halk Kültürü ve Tarikatlar • 194

SOYA ACI «210

OSMANLI TAR H KRONOLOJ S »212

SÖZLÜK • 240

A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER • 248

KAYNAKÇA • 255

D Z N »271
ÖNSÖZ

The Ottoman Empire, The Classical Age, 1300-1600 ilk baskısı 1973'le
Londra'da Weidenfeld and Nicholson Yayınevi taralından yayımlanmı tır. O za-
mandan beri ngilizce olarak üç kez yeni baskılan yapıldı. (New Rochelle, U.S.A.
A.D. Carrazas: Orpheus Publishing Inc. 1989; ikinci kez history of Civilization Se-
risi, London: Phoenix Press, 2000; aynı yayınevi üçüncü kez, 2002). Bu yıllar
arasında kitap u dillere çevrildi: Sırpça, Yunanca, Romence, Arnavutça ve Uk-
rayna dilinde ve Arapça. Hırvatça çevirisi yayına hazırlanmaktadır. 1973'te ngi-
lizce yayımlandı ı zaman Times Literary Supplement'te çıkan bir yazıda eser
öyle de erlendirilmi tir: "Çok ustaca yazılmı bir eser. Halil nalcık, Osmanlı Ta-
rih ara tırmacılarının ya ayan, en önde gelenlerinden biridir. Bu kitabı okuyun,
e er daha önce bu alanda geni bilginiz yoksa bu kitap zihni ufkunuzu geni lete-
cek" Phoenix Press, kitabı seçkin tarihçilerin eserlerini içeren History of Civilizati-
on dizisinde yayımlamı tır. Bu dizi okuyucuya öyle takdim edilmi tir: “Bu dizi
tarih alanında herhangi bir tek yoruma ba lı de ildir ve standart ba vuru eserle-
rin ötesine geçme çabasındadır.
Bu kitapta, 1300-1600 arasında Osmanlı mparatorlu u'nun kurulu u üze-
rinde kısa bir giri ten sonra ana konu olarak, mparatorlu un klasik dönem ku-
rumlan anlatılmı tır. Osmanlı Uygarlı ı’nın sanat, dü ünce ve sosyal hayatı ko-
nulan ba ka bir kitapta [Osmanlı Uygarlı ı, hazırlayan Halil nalcık ve Günsel
Renda, Kültür Bakanlı ı Yayınlan’ndan, 2003’de yayımlanacak) ele alınmı tır.
1971-1972’de yazılan bu eser daha önce birkaç kez Türkçeye çevrilmeye
çalı ılmı ve ba anlı olunamamı tır. Son kez Ru en Sezer tarafından Yapı ve Kre-
di Yayınlan için yapılan çeviriyi gözden geçirdim, düzeltmeler ve ilaveler yaptım.
Bu Türkçe baskı, kitabın en son metni sayılabilir.
lk kez 1973’te yayın alanına çıkan bu kitaptan sonra, burada i lenen konu-
lar üzerinde tarafımdan ve meslekta lanmm kalemiyle pek çok yeni ara tırma ya-

7
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

yımlanmı tır. Bu yayınlar, bu kitapta ele alınan konulan geni letmeye yarar, fa-
kat esas bakımından de i tirmeyi gerektirecek nitelikte olmadı ı kanısındayım.
Osmanlı resmî kurumlannı 250 sayfada özetleyen bu eseri geni letmeyi de dü-
ünmedim. Genel okuyucu ve tarih ö rencileri için bu biçimde kalması yararlı ola-
caktır. Ancak, kronolojiyi imparatorluk tarihinin sonuna kadar getirmek ve bir öl-
çüler listesi eklemek suretiyle, daha yararlı bir hale getirmek istedim. Ayaca, ko-
nu ile ilgili görsel malzemeyi ekledik ve böylece Türk okuyuculan için kitabı daha
cazip kılmaya çalı tık. Çeviriyi bir kez daha dil bakımından gözden geçiren Ay e
Erdem’in de erli çabalannı burada ükranla anmak benim için zevkli bir ödevdir.
Yapı ve Kredi Yayınları’na, kitabı, ngilizce yayımlanmasından bu kadar za-
man sonra Türk okuyuculanna sunmak imkânını verdi i için aynca müte ekkirim.

Halil nalcık
GR

OSMANLI TAR H N N DÖNEMLEND R LMES

14. yüzyıl ba ında kurulu u sırasında Osmanlı devleti, slâm dünyasının sı-
nırlannda kendini "gazâ"ya, yani “Hıristiyanlı a kar ı kutsal sava "a adamı kü-
çük bir beylikti. Bu önemsiz sınır devleti, Anadolu ve Balkanlar’daki eski Bizans
topraklannı adım adım alıyor ve kendine katıyordu; 1517'de Arap ülkelerinin fet-
hiyle de slâm dünyasının en güçlü devleti oldu.
Orta Avrupa’dan Hint Denizi’ne uzanan bir alanda elde edilen sürekli askerî
ba arılar, Osmanlı mparatorlu u’na, I. Süleyman’ın saltanatı sırasında (1520-
1566) bir dünya gücü konumu vermi ti. Ancak, 17. yüzyılın uzun sava lanyla
denge Avrupa’dan yana döndü. Osmanlı gücü ini e geçti, 18. yüzyılda Batı üs-
tünlü ünün kabulüyle de imparatorluk politik ve ekonomik olarak Avrupa’ya ba-
ımlı hale geldi, imparatorlu un varlı ını sürdürmesi ve olası çökü ü, sonunda bir
Avrupa politikası sorunu, Do u Sorunu oldu ve Osmanlı politik ya amı 1920’ye
dek Avrupaya ba ımlı olarak sürdü.
mparatorlu un yapısıyla kurumlan, bu dönemlerin farklıla an ko ullan ile
de i mi tir. ç yapısı ve politik geli imindeki de i iklikler, 16. yüzyıl sonunda, sı-
nır beyli inden nasıl Sasanî, özellikle de Abbasî mparatorlu u gibi eski Ortado u
devletleri gelene inde bir imparatorlu a dönü tü ünü gösterir. 16. yüzyıl sonla-
nnda Osmanlı mparatorlu u, devlet ve hükümet gelenekleri, maliye politikalan,
toprak düzeni ve askerî örgütüyle Ortado u imparatorluklannm en geli mi örne-
i idi. Ancak, Avrupa’nın askerî ve ekonomik üstünlü ü, Osmanlılara. Ortado u
devlet geleneklerinin zamanının geçti ini, bunlann yeni ça a uygun olmadıklan-
nı ö retti.
Bu noktadan sonra Osmanlı tarihi, eski imparatorluk kurumlannın bozulmu
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

biçimlerinin tarihçesi, daha do rusu, bir Ortado u devletinin Avrupa’nın ekono-


mik, politik ve kültürel meydan okuyu u kar ısında kendine çeki düzen verme
çabalannm tarihidir. Türkler, söz konusu devlet anlayı ından ancak 1924’te kök-
lü bir devrimden sonra vazgeçeceklerdir.
Dolayısıyla 1590'lar, Osmanlı tarihindeki temel aynm çizgisini belirler. Orta-
do u devletine özgü kurumlan Osmanlılann nasıl uyarladıklannı vurgulayan bu
kitap, ilk dönemi ve bu kurumlann yeni Avrupa kar ısında nasıl da ılmaya ba la-
dı ını betimliyor.

10
1. Bölüm

OSMANLI DEVLET N N KÖKENLER

14. yüzyıl ba larında, ran'da tlhanlılar mparatorlu u, Do u Avrupa'da Altmor-


du, Balkanlar’la Batı Anadolu'da da Bizans mparatorlu u gibi, Ceyhun ve Tuna
arasındaki büyük imparatorluklan iddetli iç bunalımlar sarsıyordu. Aynı yüzyılın
sonuna gelindi inde, bir uc gâzîsi ve Osmanlı hanedanlı ının kurucusu olan Os-
m an'ın torunlan, Tuna'dan Fırat'a uzanan alanda bir imparatorluk kurmu lardı.
Bu imparatorlu un hükümdân, Yıldınm diye bilenen I. Bayezit (1389-1402) idi.
Yıldırım, 1396 yılında Avrupa'nın en güçlü övalyelerinden olu mu bir haçlı or-
dusunu Ni bolu’da bozguna u ratmı , o zamanın en güçlü Müslüman devleti
olan Memlûk Sultanlı ı’na meydan okuyarak Fırat kıyılanndaki kemlerini ele ge-
çirmi ti. En sonunda da, Orta Asya ve ran’ın yeni hükümdân. yüce Timur'a kar-
ı koyuyordu.
Osmanlı tarihinin bu ilk dönemi, Hıristiyan Bizans’a kar ı kutsal sava a
adanmı küçük sınır beyli inin bu güç ve büyüklükte bir imparatorlu a nasıl dö-
nü tü ü sorununu ortaya koyar. Bir kurama göre, Marmara havzasının Rum hal-
kı slâm’ı kabul ederek ve Müslümanlarla birle erek Bizans mparatorlu u’nu
Müslüman bir devlet olarak diriltmi tir. Do u tarihi kaynaklannı tanıyan bilim
adamlan, günümüzde bu kuramı temelden yoksun bir yakla ım olarak görüyor-
lar. Bu tarihçiler, Osmanlı mparatorlu u’nun kökenlerinin 13. ve 14. yüzyıllar
Anadolu'sunun politik, kültürel ve demografik geli melerinde aranması gerekti i-
ne inanıyor.1
Mo olların 1220'lerde ba layan Müslüman Ortado u’sunu i galleri, bu ge-
li melerin ilk a amasıdır. 1243’te Köseda Sava ı'ndaki Mo ol zaferi sonrasında
Anadolu Selçuklu Sultanlı ı, ran llhanlılanna ba ımlı bir devlet oldu. Mo ol isti-

11
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAQ (1300-1600)

lâlanmn ilk sonucu, güçlü göçebe Tiirk boylarının, yaııi Tiirkmenlerin balıya do -
ru göçmeleri olmu tur. Dunlar, Orta Asya'dan ran ve Do u Anadolu’ya gelmi ler,
1243'tetı sonra bir kez dalıa batıya do ru göçerek Bizans ile Selçuklu devleti ara-
sındaki sınırda, Batı Anadolu'nun da lık bölgelerinde toplanıyorlardı. Anadolu'da
1271 'de putperest Mo ollara kar ı bir ba kaldırı oldu. Müslüman Memlûk güçleri
âsilere yardımda bulunmak çin Anadolu'ya girdi, ancak Mo ollar isyanı zalimce
bastırdı. Ondan sonra Anadolu'da yerle ik birlikler tutarak ülke üzerindeki hâki-
miyetlerini sıkıla iırdılar. Gene de sonraki elli yılda sık sık isyanlar ve Mo ol mi-
sillemeleri olmu tur. Sınır bölgesi Mo ol yönetiminden kaçan askerler ve siyasal
açıdan önemli ki iler için bir sı ınak, aynı zamanda da yeni bir ya am ve gelecek
arayan umutsuz köylü ve kasabalılar için bir yurt oluyordu. Dolayısıyla sınır yö-
relerinin nülusu artıyordu. Sınırın Bizans yakasındaki verimli düzlüklere yerle me
için fırsat arayan sınır göçebeleri, halkı Bizans'a kar ı kutsal sava a, gazaya kı -
kırtıyordu. Sava çılar, çe itli kökenlerden gâzî önderlerin (ti//;ların) çevresinde
toplandılar ve Bizans topraklarına akıtılan gitgide sıkla maya ba ladı.
Sava çı Tiirkmenleri örgütleyen bu gâzî önderler, alpler 1260'la 1320 ara-
sında Bizans'tan koparttıkları Batı Anadolu topraklarında ba ımsız beylikler kur-
dular. Dönemin Bizans tarihçisi G. Pachymeres, stanbul’u ancak 1261'de geri
alan Palaeloglarm, Balkan sorunlarıyla me gul olmaları dolayısıyla, Asya sınırla-
rını önemsemeyerek Türkmen akınlanna açık kapı bıraktıklannı yazar. Gerçekten
de bu Türkmen gazilerinin Batı Anadolu'daki akıtılan, 13. yüzyılda neredeyse ge-
nel bir istilâya dönü mü tü, Bölgenin en kuzeyinde, Bizans’a en yakın olan top-
raklar, bu beylerden Osman Gâzî'ııin elindeydi. Pachynıeres'e göre Osman Gâzî,
1302 dolaylarında eski Bizans ba kenti lznik'i ku atmı , imparatorun kendisine
kar ı gönderdi i iki bin ki ilik ordusunu pusuya dü ürüp 1302 yazında Koyunhi-
sar'da (Bapheus) yenmi ti. Bir imparatorluk ordusunu yenmi olması Osman'ın
ününü yaydı. Osmanlı ve ça da Bizans kaynakları, Anadolu’nun her yanından
gazilerin onun bayra ı altında nasıl toplandı ını betimler. Bunlar, öteki sınır bey-
liklerinde oldu u gibi, önderlerinin adıyla, "Osmanlılar" olarak tanınıyordu. Kolay
fetih ve yerle me beklentisi, Orta Anadolu’dan kökenleri de i ik yeni yerle imci
dalgaları çekiyordu. Osmanlı Beyli i’ııin gerçek kurulu u bu 1302 zaferinden
sonradır.
Osmanlı devletinin kurulu ve geli mesinde gazâ ülküsü önemli bir etmendir.
Sınır beylikleri toplumunun kültürü, sürekli gazâ ve Dâri'ılislâm'ın bütün dünyayı
kapsayana dek sürekli yayılması ülküleriyle ku atılmı tı. Gazâ, her türlü giri im
ve özveri içiıı esin kayna ı olan dinî bir ödevdi. Sınır toplumunda bütün toplum-
sal erdemler gazâ ülküsüyle uyumluydu. Selçuklu devletinin süıınî mezhep, med-
12
OSMANLI D VLt I N N KÖKI1N1IM\

ıvse kelâmı. yapay hiı eılebi dille yazılmı saray edebiyatı ve eıîat hukukundan
olu an ileri uygarlı ı, sınır bölgelerimle yeılııl aykırı ıliııî tarikatlar, tasavvur,
menkıbe edebiyatı ve öıiluıkııku ile belirginlik kazanan bir halk kültiiıüne bııakı
yordu. Türkçe, ilk kez Anadolu beyliklerinde yönetim ve edebiyat dili olmu tur.
Sınır toplumu hem ho görülü hem de karma ık di. Oılak tarihsel deneyim, IM-
zaııslı sınır sava çıları, ı<kri(«i'ı, Müslüman gâ/îleıle yakın leıııasa getçiıml tl. s-
lâmiyet'i kabul edip Osman'ın sava çılarıyla i birli i yapan Huııı beyi Mlhal Gazi,
özümseme siireeiııin iyi bilinen bir örne idir.
Gazâ'nın amacı, dârüllıarbi yıkmak de il, ona boyun e dirmekti. Osıııanlılar
imparatorluklarını, Müslüman Anadolu le Hıristiyan Nalkaıılar'ı kendi yönetimle
ri altında birle tirerek kurdular. ler ne kadaı gazâııııı süreklili i devletin lemel l-
kesi idiyse de, imparatorluk Ortodoks Kilisesi le milyonlarca Ortodoks llıılstlya
ııın koruyucusu olarak do mu tur. Islâm, itaat etmek ve cizye ödemek ko ullarıy-
la, Hıristiyan ve Yahudilerin mal ve caıı güvenli ini sa lıyordu. Onlara dinlerini
özgürce uygulama izni veriyor, kendi dinlerine göre ya amalarını sa lıyordu. Sı-
nır topluııuuıda I lıristiyaıılarla beraber ya ayan Osıııanlılar, Islâm'ın bu lkelerini
büyiik bir cömertlik ve ho görüyle uygulamı lardır. Osıııanlılar, mparatorlu un
ba langıç yıllarında sava a ba vurmadan önce, Hıristiyanların gönüllü teslim ol-
ma ve güvenlerini sa lamaya çalı an bir politika izlemi lerdir. Bu siyaset, yöne-
lenler için gelir kaynaklarını güvence altına almak için zorunlu idi,
Cüzîlerin korkunç akıtılanımı ardından, dini yasaları ve ho görü güvencele-
riyle, slâm devletinin koruyucu yönelimi gelirdi. Ayrıca, köylünün bir vergi kay-
na ı olarak korunması, hem Ortado u devletinin geleneksel bir tutumu, hem de
ho görülü davranmayı yüreklendiren bir politika idi. 1laraçtaıı elde edilen gelir,
ilk Islâm halifeli inde oldu u gibi, Osmanlı devletinde de gelirlerin biiyük bir bö-
lümünü olu turuyordu.
Böylece Osmanlı mparatorlu u, Ortodoks Hıristiyan Balkanlar’la Müslüman
Anadolu'yu tek bir devletle birle tirecek olan, bütiin inanç ve ırklara birmi lercc-
siııe davranan, gerçek bir "sınır imparatorlu u", egemenlik emsiyesi olarak geli-
iyordu.
Batı Anadolu'daki gâzî beylikleri çok geçmeden, Selçuklu Sultaıılı ı'nın gele-
nek ve kurumlanın benimsediler. Eski Selçuk sınır yörelerinde kurulmu Kasta-
monu, Karahisar ya da Denizli gibi kentler, birer Selçuklu uygarlı ı merkezi oldu-
lar. Yöneticilerle bilginler, Islâm devlet yönetim biçimi ve uygarlık geleneklerini
bu kentlerden ve Orta Anadolu kentlerinden kalkıp. Bizans topraklarında gâzi
beyliklerin ba kentlerine dönü mü olan Milas. Halat, Birgi, zmir, Manisa ve
Bursa'ya getiriyordu. Her beylik küçük bir sultanlı a dönü üyordu, örne in Os-
13
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

man'ın o lu Orhan, ilk gümü parasını 1327’de Bursa’da bastırmı , 1331'de z-


nik'te bir medrese kurmu , 1340'ta ise bir pazar ve bedesten ve de erli malların
satıldı ı bir kapalıçar ı yaptırarak, Bursa'da bir ticaret merkezi yaratmı tır. Arap
gezgini lbn Battuta, 1334 dolaylannda ziyaret etti i Bursa'yı, "güzel çar ıları ve
geni sokaklan olan büyük bir kent” olarak betimler.2
Osmanlı ve öteki sınır beyliklerinin kurulu u, bu genel toplumsal ve kültürel
temel üzerinde gerçekle mi tir. Gazâ ve yerle me, Osmanlı fetihlerinin etkin ö e-
leriydi. Fethedilen yerlerde benimsenen yönetim ve kültür biçimleri ise, Ortado u
uygarlı ı ve politika gelene inden kaynaklanır.

Notlar

1 ilk gruba örnek olarak bkz. Herbert Adams Gibbons, Osmanlı Imparatorlu u’nım Kurulu u, çev.
Ragıp Hulusi (özdem) (Ankara, 1998), Bölüm 1; ve Nicola Iorga, “L’interpénétration de l'Orient et
de l’Occident au Moyen-Age", Bulletin de la Section historique de l'Académie Roumaine, cilt XIII
(Bükre . 1927); bu yazarların Osmanlı devletinin Bizanslı kökenleri kuramına kar ı bkz. Mehmet
Fuad Köprülü. Osmanlı imparatorlu u 'nun Kurulu u ( stanbul, 1981 ) ve Paul Wittek, “Osmanlı m-
paratorlu umun Kurulu u”, çev. Güzin Yalter, Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri ( stanbul, 1971)
içinde s. 7-52.
2 Hamilton A. R. Gibb (çev.), The Travels o f lbn Battuta (Londra, 1958), cilt I, s. 42.

14
2. Bölüm

SINIR BEYL NDEN MPARATORLU A


1354-1402

Osmanlı devleti 1350’lerde bir sıra sınır beyli inden biri olmaktan öte bir ey
de ildi. Ancak, 1352 sonrası olaylan Osmanlılann üstünlü ünü öylesine sa lam
olarak belirledi ki, öteki beylikler otuz yıl içinde Osmanlılara ba ımlı oldular. Bun-
da kilit olay, Osmanlılann Balkanlar'da, batıya do ru sonsuz geni leme olanakla-
n sunan bir köprüba ı kazanmalarıydı. Anadolu’dan Avrupa'ya ilk geçi güç bir
i ti. Gelibolu Yanmadası ve Bo azlar Hıristiyanlann kontrolünde oldu undan Os-
manlılar’ın Trakya'ya çıkaracaklan bir birlik Bizanslılarca bozguna u ratılabilirdi.
Sorunu OsmanlIlardan yana, Çanakkale Bo azı'nın do u yakasındaki Karesi Bey-
li i çözdü.
Osmanlı ba ansını bir dizi olay hazırlamı tır. Karesi tahtı için bir çeki me,
1345'te Orhan’a bu beyli i topraklanna katma fırsatı verdi. Osmanlı hizmetine
girmi olan Karesili gâzîler, Çanakkale Bo azı ötesine bir sefer yapılmasını istiyor-
lardı. Orhan’ın, batı sınınnı yöneten o lu Süleyman komutasında sefer için hazır-
lık yapıldı. Olaylar onlardan yanaydı. Orhan, 1346’da, Bizans tahtında hak iddia
eden îoannis Kantakuzenos ile bir ittifak yapmı , loannis'in kızı Theodora'yla da
evlenmi ti. Bu durum Osmanlılara Bizans'ın içi lerine kan ma ve Trakya'daki iç
sava a katılma fırsatı verdi. Süleyman, Sırp ve Bulgar güçlerine kar ı Kantakuze-
nos’a yardım için 1352’de Edirne'ye gitti inde, Gelibolu Kısta ının do u kıyısın-
daki Çimpe'de (Omurbeyli) yerle ti. Kantakuzenos’un ısrarlı isteklerine kar ın ka-
leyi bo altmayı reddetti. Hem Anadolu’dan taze birliklerle bu köprüba ını güçlen-
dirmeye, hem de Gelibolu kalesini ku atmaya koyuldu. 1354 martının l'ini 2'si-
ne ba layan gece meydana gelen bir deprem, Gelibolu’nun ve yöredeki öteki ka-

15
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

lelerin duvarlarını yıktı. Süleyman'ın güçleri bu müstahkem yerleri hemen i gal


ettiler. Kaleler onarılıp Anadolulu askerlerle doldurularak OsmanlIların Avrupa
topra ında kesin olarak yerle meleri sa landı. Olay, Bizans ve batı Hıristiyan
dünyasında büyük kaygılar uyandırdı. Kostantiniye’deki Venedik elçisi, tehlike
kar ısında kalan Kostantiniye'nin kendini, güçlü bir Hıristiyan devletinin koru-
masına teslim etmeye hazır oldu unu yazıyordu. Avrupa, Kudüs’ü geri almak
için de il de, Kostantiniye’yi OsmanlIlardan kurtarmak için bir haçlı seferi planla-
nıyor, Latin ve Yunan Kiliseleri’nin birle meleri projesi artan bir evkle yeniden
ele alınıyordu. Gelibolu'nun fethinden sonra 1354'te OsmanlIların eline esir dü-
en Selânik Ba piskoposu Grigoryos Palamas, kendisini tutsak alanlann ona s-
lâm’ın do udan batıya sürekli ilerlemesinin Tann’nın kendilerine yardım etti inin
ve slâmiyet’in do ru din oldu unun açık kanıtı oldu unu söylediklerini bildirir1.
Süleyman, Avrupa'daki ileri mevzilerini güçlendirmek için, Anadolu’dan Av-
rupa'ya Müslümanlan, özellikle de kolay yerle tirilebilecek göçebeleri ta ıyordu.
Yeni Türk köyleri kurulmu , sınır bölgeleri de, Süleyman’ın genel komutasında ve
her biri gâzî bir beyin yönetiminde sa , sol ve orta sınır boylan olarak düzenlen-
mi ti. Osmanlı akınları sürüyor, Osmanlı i gal alanı büyüyordu. Ancak, Süley-
man'ın beklenmedik ölümü ile Foçalılann Orhan'ın en küçük o lu Halil’i tutsak
etmesi, Orhan’ı Bizans'la ban a zorladı. Olaylar Bizanslılan, Trakya’yı diplomatik
yollardan elde etmek için çalı maya yüreklendiriyordu. Süleyman’ın fetihleri teh-
likeye dü mü tü ve sınır güçleri kaygılı ve rahatsızdı. 1359’da Halil serbest bıra-
kıldı ında, gâzîler i i geciktirmenin yenilgiye ça n çıkarmak olaca ını ve Avru-
pa'nın bo altılmasından ba ka çare kalmayaca ını anlamı lardı. Sultanın o lu,
Gelibolu sınır komutanı Murat ve sava çılı a ba koymu Lâla ahin, Edirne'nin
alınmasını amaçlayan bir saldın ba lattılar, ilk yıl, Meriç Vadisi’ndeki ve Istanbul-
Edime yolu üzerindeki kaleleri ele geçirerek kentin askerî yardım ve gerekli ihti-
yaç maddeleri yollannı kestiler. 1361 'de savunma güçlerinin son yarma hareketi
de ba ansızlıkla sonuçlandı (Sazlıdere Sava ı) ve Trakya ba kenti Edirne aynı yıl
içinde teslim oldu.
Trakya’daki fetihler Anadolu’dakilerle aynı biçimde devam etti. Yerli Rumlar,
sürekli gâzî akınlan kar ısında kalelere sı ınıyordu. Gönüllü teslim olan kentlilere
ili ilmiyor, kar ı koyanlar ise kentlerini Tüklere bırakmaya zorlanıyordu. Osmanlı
yönetimi Anadolulu Türkleri yeni fethedilmi topraklara yerle meye yüreklendiri-
yor, kimi zaman da zorla göçmen sürüp yerle tiriyordu. Dervi ler, sonralan yeni
Türk göç ve köylerinin çekirde ini olu turacak olan sayısız zaviye kuruyorlardı.
Türk göç ve yerle me hareketi, Trakya'daki fetihlerin hemen ardından gelerek
Avrupa’da Osmanlı yayılmasına sa lam bir temel yaratmı tır.
16
SINIR BEYL NDEN MPARATORLU A

Balkanlar’da Osmanlı fetihlerini co rafya ko ulları da belirlemi tir. Fetih-


ler, Batıya do ru tarihsel Via Egnatia do rultusunu izleyerek, Serez, Manastır
ve Ohri yoluyla, 1385’te Arnavutluk kıyısına varıldı. Makedonya ve Arnavut-
luk’ta yerel beyler Osmanlı egemenli ini kabul etti. Selânik liman ve kentinin
1387'de dü mesiyle Tesalya’ya do ru ikinci bir ilerleme yolu açıldı. Bir üçün-
cüsü de stanbul-Belgrat yolunu takip ediyordu. 1365'te de az bir kar ı dire-
ni ten sonra Meriç Vadisi Osmanlı denetimine girdi2. 1385’te Balkan geçitleri
yoluyla Sofya ve Ni üzerinden Morava vadisi'ne girildi. Ertesi yıl Sırp Krallı ı
Osmanlı hâkimiyetini tanıdı. Sa kol gâzîleri, Tunca Vadisi'ni takip ederek
Kamobad geçidi yoluyla Balkan Sırada larını a tılar. Dobruca despotu ile Bul-
garistan kralı 1371’de Osmanlı haraçgüzarı oldular. Osmanlılar, artık Balkan
Yarımadasındaki ba lıca yolları denetimlerinde tutuyorlardı. Gelibolu'nun fet-
hinden sonra yaptıkları gibi, Anadolu'dan, aralarında güçlü yörük grupları da
olan göçebeler getirip anayollar boyunca ve çevredeki da lık bölgelerde yerle -
tirdiler. Balkanlar’daki önemli Osmanlı kentleri, ba langıçta ana ilerleme yolla-
rı yakınlarındaki sınır yerle imleriydi. Trakya'nın sınır bölgeleriyle Meriç ve
Tunca Vadileri’nde yo un nüfuslu Türk yerle imleri kuruldu. Balkanlar'daki
Osmanlı topraklarıyla sınırda alanlann yerel beyleri, artık yarımadanın efen-
disi olan Osmanlı sultanının egemenli ini kabul ettiler.
Balkanlar'daki Osmanlı fetihlerinin niye bu kadar kolay oldu unu açıkla-
mak güç de ildir. Osmanlı istilâsı, bir yı ın ba ımsız kral, despot ve ufak be-
yin kendi yerel çeki melerinin çözümü için dı yardım aramakta tereddüt gös-
termedi i, politik bir parçalanma dönemine denk dü üyordu. Balkanlar’da hü-
küm süren bu çözülü içinde yalnız Osmanlılar tutarlı bir politika izliyorlardı.
Bunun uygulanabilmesi için gerekli askerî güç ve merkezî yetki de yalnız on-
larda vardı. Avrupa’nın ilk daimî ordusu yeniçeriler, Osmanlılara büyük bir üs-
tünlük sa lıyordu. Do rudan do ruya kendi buyru u altında olan bu orduyu
sultan, Edirne'nin alını ından sonra sava tutsaklarından kurmu tu. Aynca,
her Balkan devletinde biri Macar ya da Latin Hıristiyanlanyla ittifaka, öbürü
de OsmanlIlarla i birli ine hazır iki hizip vardı. Genellikle soylular, üst düzey
din adamları, yazar çizer takımıyla saraylılar Batı Hıristiyanlannın yardımın-
dan yana idiler. Rum Ortodoks nüfus ise, talyan veya Macar hâkimiyetine ve
Latin etkisine ba nazca kar ıydı. Onlara arka çıkan Osmanlılar ise Ortodoks
Hıristiyan halkı haraçgüzar tebaa olarak benimsediler. Osmanlılar Trakya'ya
1346 ile 1352 arasında Kantakuzenos’un müttefiki olarak girmi lerdi; 1365-
1366'da, Bizanslılar, Macarlar ve Efiâklılarca sıkı tınlan Bulgaristan kralına
da Osmanlı müttefikleri takviye göndermi tir.
17
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Osmanhlar, feodalizm ilkelerine saygılıydı. Önceleri haraçgüzar beyden,


slâm devletine boyun e menin bir kanıtı olarak yıllık ufak bir vergi isterlerdi.
Daha sonraları haraçgüzar beyin o lunun rehin tutulmasını, ba ımlılık andı
vermek için beyin yılda bir kez saraya gelmesini, sultanın seferlerine yardımcı
birlikler göndermesini istediler. Haraçgüzar beylerden, sultanın dost ve dü -
manlarına kendi dost ve dü manları gibi davranmaları istenirdi. Haraçgüzar,
bu ödevleri yerine getirmezse toprakları dârülharp ilân edilir, gâzîlerin acıma-
sız akınlanna açılırdı.
Papanın, Ortodoks Kilisesi’nin Roma ile birle mesi ko uluyla Bizansı kurtar-
mak için haçlı seferi düzenleme çabasının semeresiz kalması ve Sırp beylerinin
1371'de Çirmen’de bozguna u raması üzerine, Balkan beyleri birer birer Osmanlı
hâkimiyetini kabul ettiler. Paleolog ailesi üyelerinin, Bizans tahtında kalabilmek
için sultandan yardım pe inde ko malanmn Bizans imparatorunu bir Osmanlı ha-
raçgüzan durumuna dü ürmesi de (1372) bu zaferden sonradır. Öteki Balkan hü-
kümdârlan da Bizans örne ini izlediler.
lk dönem boyunca Osmanlılann kar ısına önemli bir devlet, ne Balkanlar’da
ne de Anadolu'da çıkmı tır. Papa’nın, OsmanlIlara kar ı haçlı seferi ilân eden 25
Aralık 1366 tarihli ba ıtına kar ın, Avrupalı bir haçlı ordusuyla da kar ıla madı-
lar. Büyük bir haçlı donanma ya da ordusu, Osmanlı ilerlemesini gerçekten dur-
durabilirdi. O vakitler Osmanlılann en güçlü rakibi, Balkanlar’daki Osmanlı ilerle-
mesini, a a ı Tuna havzasında kendi hükmünü yaymak için kullanan Macar
Krallı ı idi. Ba lıca Osmanlı zaafı ise, deniz gücü yoklu u idi. Rumeli ile Anadolu
arasında geçi noktası olan Çanakkale Bo azı'nın denetimi Hıristiyan devletlerin
elindeydi. Savoyalı VI. Amadeo, 1366’da aldı ı Gelibolu’yu ertesi yıl BizanslIlara
vererek Osmanlılan güç bir durumla kar ı kar ıya bırakmı tı. IV. Andronikos,
kendisine Bizans tahtını sa layan I. Murat’a Gelibolu kalesini 1376 ekiminde ver-
meye razı olana dek, Rumeli'ndeki Osmanlı güçlerinin Anadolu ile sürekli ili kile-
ri kesilmi ti.
Osmanlı yayılması, Balkanlarda politik ko ullann oldu u kadar toplumsal
ko ulların da yardımını görmü tür3. Son ara tırmalar, Bizans mparatorlu u ve
ardılı Balkan devletlerinde merkezî gücün ini e geçi i ile feodalizmin do u unun
e zamanlı oldu unu gösteriyor. Vergi gelirleri askere ait, devlet denetimindeki
pronoia topraklannın iyeli i, manastırlarla etkili ki ilerin eline geçiyordu. Bunlar,
devletten parasal ve yasal ayrıcalıklar kopararak bu topraklan ya amlan boyunca
mülkleri gibi kullanıyorlardı. Ayrıca, köylüden istenen feodal yükümlülükleri key-
fi olarak arttırabiliyorlardı4.
Do rudan do ruya Osmanlı yönetiminde olan bölgelerde bu gibi topraklar
SINIR BEYL NDEN MPARATORLU A

yeniden devlet denetimine giriyor, ya tımara dönü türülüyor, ya da kara ordu-


sunda gördükleri askerî hizmet kar ılı ında, Türk köylülerinden olu an yayalara
da ıtılıyordu. “Kanûn-ı Osmânî”nin basit vergi hükümlerinde buyurulmamı bü-
tün yerel vergiler kaldırılıyordu. Tek gelir ya da ayncalık kayna ı, sultanın ferma-
nıydı. Kanûnlann uygulama sorumlulu u, yerel askerî yetkililerden ba ımsız çalı-
an kadıya yüklenmi ti. Osmanlı rejimi, bu yolla da ınık feodal yönetim yerine
merkezî bir yönetim, feodal beylerin ki isel yetkisinde olagelmi vergi ve aynca-
lıklar yerine de genel hükümler koyuyordu5. Yeni rejimin köylüler açısından, es-
kisine oranla çok daha iyi oldu u söylenebilir. Osmanlılann yerel Balkan yöne-
timlerine üstünlü ünü anlamak için Osmanlı yasalannı Sırp kralı Stefan Du an'ın
yasalanyla kar ıla tırmak yeterlidir. Örne in, Du an’m yasalannca köylü, hafta-
da iki gün beyi hesabına çalı mak zorundaydı; Osmanlı kurallan reâyânın sipahi-
nin topra ında yılda ancak üç gün çalı masını gerektiriyordu. Köylüleri yerel yet-
kililerin sömürüsüne kar ı korumak, Osmanlı yönetiminin temel bir ilkesi idi. Os-
manlIlar, aynı zamanda, Ordodoks Kilisesi’ni resmen tanıyarak Katolik Kilisesi'ni
bütün ülkede, ilke olarak, yasaklamı lardı. Osmanlılann Balkanlar'da yayılı ının
hızı ve kolaylı ını ve köylünün OsmanlIlara direnmekte neden beylerine katılma-
dı ını açıklamakta, bu etmenlerin hepsi önemlidir.
Bunlann yanı sıra, Osmanlılar kendilerini belli bir toplumsal inancın temsilci-
leri olarak görmüyordu. Hıristiyanlara kar ı uzla macı bir politika izleyerek ülke-
lerini büyütüp gelir kaynaklarını arttırmanın daha kolay olaca ını biliyorlardı.
Yerli soylulara ve askerî sınıfa ho görülü davranmak da yayılmacı ö retilerinin
bir parçası idi. Osmanlılar, kendilerine açıkça kar ı çıkanlann dı ında askerî sınıf
üyelerini kendi hizmetlerinde görevlendirirlerdi. Böylece, Bulgaristan, Sırbistan,
Makedonya ve Tesalya’da, Slavca ''voynuk" adıyla bilinen binlerce yerli sava çı-
yı kendi askerlik hizmetinde tuttular. Bunlar, devlet topraklannın sabit bir bölü-
münden yararlanma hakkını ellerinde tuttuklan gibi, vergi yükümlüsü de de iller-
di ve Osmanlı ordusunda sava hizmeti görürlerdi. Sırbistan’ın Hıristiyan göçebe-
leri Eflâklar (Vlahlar). sınır muhafızlı ı ve akmcılık hizmetleri kar ılı ında belli
vergilerden yükümlü tutulmazdı. Osmanlılar, üst bir sınıftan olan eski pronoia
iyelerini tımarlı sipahî yaparlar, ama aynı zamanda feodal ayncalıklanna da son
verirlerdi. Haraçgüzar devletlerden toplanan askerlerin ço u, slâm'ı kabul etmek-
sizin kendi bey ya da ba bu lan komutasında, Osmanlı ordusunda hizmet görür-
dü. Islâm, zamanla daha çok mühtedî kazanmı ür ama, aileleri üç-dört ku aktır
Hıristiyan kalmı tımarlılara 15. yüzyıl sonlannda hâlâ rastlanıyordu. Fethedilmi
bir bölgenin'Osmanlıla tınlması, apansız köklü bir dönü üm de il, adım adım iler-
leyen do al bir geli im olmu tur6.
19
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Osmanlılar, 14. yüzyıl ortalarında Balkanlar'da fetih yoluna girdiklerinde,


Anadolu'da Ankara'dan Çanakkale Bo azı’na uzanan güçlü bir devlet kurmu
bulunuyorlardı. 1350’lerde Stefan Du an’ın Sırbistan mparatorlu u ile Bulgaris-
tan Krallı ı'nın da ılmalarından sonra güç ve büyüklük bakımından hiçbir Balkan
devleti Osmanlı devleti ile kar ıla tırılamazdı. Osmanlılann Avrupa'daki ilerlemesi
Asya'daki topraklarının geni lemesiyle her zaman ko ut olmu tur. Bir cephedeki
ilerlemeyi ötekindeki bir ilerleme izlemi tir. Osmanlılar, iki cephede birden çarpı -
mak zorunda kalmaktan kaçınmaya bütün tarihleri boyunca özen göstermi tir.
Bu, Çanakkale Bo azı’nı henüz denetleyemedikleri erken dönem boyunca, bir
ölüm kalım sorunu idi.
14. yüzyılda Anadolu'da OsmanlIlara rakip iki güçlü devlet vardı: eskiden
Mo ol valilerinin merkezi olan Sivas'ı ba kent edinmi Eretna Beyli i ile o vakit
Selçuklu ba kenti Konya’yı içeren Karaman Beyli i. Osmanlılar, 1354'te Anka-
ra'yı Eretnalılardan aldılar ama, hâlâ Eretna ve Karaman arasındaki ittifak kar ı-
sında bulunuyorlardı.
I. Murat'ın hükümdarlık döneminde (1362-1389) hızla geni leyen Osmanlı
devletinde bir geçim kapısı elde etmek, gâzîler ve Anadolulu yerle imciler için çe-
kici bir olasılıktı. Dönemin Ortado u kaynaklan, bu sultam bütün ucbeyliklerinin
beyi olarak betimler. Osmanlılar, bu nedenle Germiyan Beyli i’nin ba kenti Kü-
tahya ile önemli bir bölümünü ve daha güneydeki Hamidili'ni ilhak etmekte bü-
yük bir güçlük çekmediler. Ancak bu gibi saldın eylemlerini, Germiyanlı arazisini
ehzade Bayezit’in çeyizi olarak kabul ettikleri, Hamidili topraklanm ise satın al-
dıklan yollu iddialar ileri sürerek, her zaman me rûla tırmaya çaba göstermi ler-
di. Hamidili’nin ilhakı Karaman ba kenti için ciddi bir tehdit olu turmu tu. Kara-
manlı güçleri kendilerine kar ı yürüdü ünde Osmanlılar, bunun sürdürdükleri ga-
zâya kar ı bir ihanet eylemi oldu unu ilân ederek bu saldınnın din dü manlanna
yardım etti ini, dolayısıyla da eriata göre Karamanlılan ortadan kaldırmanın dinî
bir ödev oldu unu ileri sürdüler. Osmanlılar, bu politikayı do udaki Müslüman
kom ulanna saldınrken sıkça kullanmı lardır. Aynı suçlamayı daha sonra Mısır
Memlûkleri, Akkoyunlu Uzun Ha an ve ran Safevîlerine kar ı yineleyecek, fet-
valarla bu iddiayı bütün slâm dünyasına yayacaklardır.
Murat, 1387’deki Karamanlı saldınsını, Bizans imparatoru, Sırp despotu ve
öteki Sırp beyleri gibi Hıristiyan haraçgüzarlannın katkıda bulundu u güçlerle
kar ılayıp, ordusu genellikle a iret ö elerinden olu an Müslüman rakibini kesin
bir yenilgiye u rattı. Bu zaferden sonra, Orta Anadolu'daki Karamanlılar, Kasta-
monu'daki Çandarlılar ve Antalya’daki Hamit hanedanının bir kolu gibi ba ımsız
hükümdârlar, Osmanlı sultanını kendi efendileri olarak tanıdılar. Osmanlı sultanı-
20
SINIR BEYL NDEN MPARATORLU A

na yalnız Sivas’ta Eretna hanedanının yerine geçen Kadı Burhaneddin kar ı ko-
yarak, OsmanlIların ipek yolunda önemli bir kent olan Amasya’ya do ru yayıl-
masını engelledi.
Murat’ı Anadolu sorunları me gul ederken Balkanlar'da, Sırbistan, Bulgaris-
tan ve Bosna kendisine kar ı birle mi , 27 A ustos 1388’de bir Osmanlı ordusu
Ploçnik’te (Bileca) Bosna L ara yenilmi ti. Fakat aynı yılın kı ında yıldırım gibi bir
sefer Tuna Bulgaristan'ını boyun e meye zorladı. Ertesi bahar, ba ımlı beylerin
katkısı yardımcı güçlerle Avrupa'ya geçen Murat, 15 Haziran (Do u Hıristiyan
takvimine göre 20 Haziran) 1389'da birle ik Sırp ve Bosna ordularını Kosova
Ovası'nda zorlu bir sava ta yendi. Bu zafer Osmanlı hâkimiyetinin Balkanlar'da
iyice yerle mesini sa lamı tır.
Böylelikle, 1389 yılına gelindi inde, Osmanlılar Balkanlar'Ia Anadolu'da,
ba ımlı haraçgüzar beylikler üzerinde geni bir imparatorluk kurmu bulunuyor-
du. Ancak, bunlann Osmanlı yönetimine ba kaldırmak için her fırsatı kullandıkla-
rı, en sonunda Fâtih döneminde Osmanlılann bu hanedanlan ortadan kaldınp her
beyli i do rudan do ruya yönetilen bir eyâlete dönü türmek zorunda bıraktıklan-
nı da belirtmek gerekir.
Kosova sava ında bir Sırp knezinin Murat'ı öldürdü ü söylentisi yayılınca,
Anadolu'daki beylik hanedanlan ba kaldırdı. Yeni sultan I. Bayezit (1389-1402),
1389’la 1392 arasında Anadolu beyliklerini ilhak ederek bu bölgelerin yönetimle-
rine kendi sarayında yeti mi kullan atadı.
Bayezit Anadolu’da me gulken Balkanlar’daki Osmanlı etkisi azalmı tı. Ma-
caristan ve Eflâk’ın Tuna Bulgaristan'ı ile Dobruca'ya ili kin planlar, küçülmü
Bulgaristan Krallı ı’nı güç bir duruma sokuyordu. Macarlar Vidin'de sa lam bir ko-
numa gelmeye çalı ırken, korudukları Eflâk Beyi Mirçea da Dobruca ile A a ı Tu-
na'nın sa kıyısındaki Silistre’yi i gal etmi ti. Osmanlı etkisi bu tehlikelere kar ı
koyabilmek için hiç de yeterli de ildi. Osmanlı sultanı, Balkanlar'a gelip 1393’te
Tuna Bulgaristan'ını do rudan do ruya Osmanlı yönetimi altına aldı. Bulgaristan
kralını haraçgüzar bir bey olarak Ni bolu’ya yerle tirdi, Mirçea'yı da Silistre ve
Dobruca'dan sürüp attı. Sırbistan Despotlu u da, Macarlarla Osmanlılar arasında
tampon bir devlet olarak, güç bir durumda idi, ama benzer bir yazgısı olmadı. Bun-
lann yanı sıra, I. Murat’ın ölümü, Paleologlan Bizans ve Mora'da yüreklendirmi ti.
Onlar iki kilisenin birle ece i sözünü vererek papayı bir haçlı seferi düzenlemesi
için ikna yollan anyorlardı. Venedik etkisi de Mora'da doru una ula mı tı.
Bu durum kar ısında Bayezit, aralannda Paleologlann da bulundu u. Balkan-
lardaki bütün haraçgüzar beyleri, haraçgüzarlık ba lannı bir kez daha peki tirmek
için 1394’te Karaferiye'ye (Verria) ça ırdı. Paleologlann kaçmalan üzerine Konstan-
21
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

tiniye’yi ablukaya aldı, Tesalya’yı i gal etti, Mora’ya akıncılar gönderdi. Ba ka bir
Osmanlı ordusu, yerel beyleri itaate zorlayarak Amavutluk’u do rudan do ruya
Osmanlı yönetimi altına aldı. Bayezit, 1395’te Tuna kıyısında Slankamen'e dek
varan bir sefere giri ti, sonra da Eflâk’a girerek Arge 'te Mirçea'yı yenilgiye u rat-
tı. Ni bolu'ya geçerek, Bulgar kralı i man’ı tutsak aldı, onu dü manla i birli i et-
mekle suçlayarak idam etti. Böylece, yerel hanedanlan ortadan kaldırarak, haraç-
güzar devletlerden olu an bir yönetim yerine merkezî bir imparatorluk yönetimi
yaratmakta epey yol aldı. Osmanlı devleti, Bulgaristan Krallı ı'nı ortadan kaldır-
makla, A a ı Tuna bölgesinin Macaristan'a kar ı savunmasını artık zayıf bir tam-
pon devlete bırakmıyor, do rudan do ruya kendisi üsdeniyordu. Eflâk da haraçgü-
zar konumuna getirilmi ti. OsmanlIlarla Macarlar arasında A a ı Tuna’nın deneti-
mi için verilen sava ın doruk noktası, 1396’da Ni bolu'da noktalanan haçlı seferi
oldu. Balkanlar'daki sava ımla Venedik de yakından ilgiliydi. Bu sava ta donan-
masını Çanakkale Bo azı'nda, Anadolu ile Balkanlar arasında ileti imi kesmek için
kullanmak istiyordu. Batılı övalyeler için ise, haçlı ordusunun kesin bir yenilgiye
u radı ı bu sava (25 Eylül 1396), yalnızca bir haçlı macerası olmu tur.
Ni bolu’daki zafer yalnız Balkanlar'daki Osmanlı denetimini güçlendir-
mekle kalmayıp OsmanlIların slâm dünyasındaki saygınlı ını da büyük ölçü-
de yüceltti. Ününün doru undaki Bayezit, 1399'da Anadolu’ya döndü ve Ka-
raman ile Kadı Burhaneddin'in topraklannı ilhak ederek Tuna’dan Fırat’a uza-
nan merkezî bir imparatorluk yarattı. Bu imparatorlu un do al merkezi olacak
Kostantiniye'yi ele geçirmek çabasıyla kentin ablukasını kuvvetlendirdi. Bu sı-
ralarda Timur (1335-1405), Orta Asya ve ran’da güçlü bir imparatorluk kur-
mu , kendini de tlhanlıların Anadolu üzerindeki egemenlik haklarının vârisi
ilân etmi ti. Osmanlı sultanı Timur’a meydan okumu , ancak 28 Temmuz
1402’de Ankara Sava ı’nda bozguna u rayıp tutsak dü mü tü. Sava sırasın-
da Anadolu'nun yerli sipahileri, Timur’un sarayına sı ınmı olan eski beyleri-
nin safına geçmi lerdir. Bu hükümdârlar, Timur'un koruması altında eski bey-
liklerini her yerde yeniden kurdular. Bayezit’in merkeziyetçi imparatorluk giri-
imi ba arısızlıkla sonuçlanmı oldu. Kalan Osmanlı toprakları, Timur’un ege-
menli ini kabul eden o ulları, Çelebiler arasında bölü üldü. Bunlar, Timur’un
ölümü üzerine, Osmanlı ülkesinin bütününü denetimlerine almak için amansız
bir iç sava a tutu tular7.

22
SINIR BEYL NDEN MPARATORLU A

Notlar

1 G. Georgiades Arnakis. “Gregoıy Palamas among the Turks and Documents of His Captiviıy as His-
torical Sources", Spéculum, XXVI, 1(1951): 104-118.
2 Kostantin Jirecek, Gcschichte derBulgarcn (Prag, 1876), s. 309.
3 bkz. Halil nalcık, "L'Empire ottoman", Actes du 1er Congrès international des études balkaniques
et sud-est européennes. Cilt 111 (Sofya, 1969) içinde, s. 80-85.
4 bkz. Georges Ostrogorsky, Pour l'histoire de laféodalité byzantine, çev. Henri Grégoire ve Paul Le-
merle (Brüksel, 1954); Georges Ostrogorsky, Quelques problèmes d'histoire de ta paysannerie
byzantine (Brüksel, 1956); P. Charanis, “On the Social and Economie Organización of the Byzantine
Empire in the Thirteenth Century and Later", Byzantinoslavica, XVl!(f 959): 94-153; D. Angelov,
"Certains aspects de la conquête des peuples balkaniques par les Turcs", Byzantinoslavica,
XV1I(1959): 220-275 ve D. Angelov, "Zur Frage des Feudalismus auf dem Balkan im X1U bis zum
XIV Jhr.", Études historiques à l ’occasion du Xle Congrès Internationa! des Sciences Historiques,
Stockholm 1960 (Sofya, 1960) içinde, s. 107 ve sonrası.
5 bkz. Halil nalcık, “OsmanlIlarda Raiyyet Rüsumu", Belleten, XXIII, 92(1959): 575-610; Halil nal-
cık, “Çift Resmi", Encyclopaedia o f slam, 2. baskı.
6 bkz. Halil nalcık, “OsmanlI Fetih Yöntemleri”, çev. Hamdi Can Tuncer, Cogito, 19 ( 1999) : 115-135.
7 bkz., “Bâyezid 1", Encyclopaedia o f slam, 2. baskı.

23
3. Bölüm

FETRET DÖNEM VE TOPARLANI

Ankara bozgunundan sonra Osmanlı devleti tamamen parçalanabilirdi; fakat


1416’da OsmanlIlar, Rumeli ve Anadolu’daki eski konumlanm elde etmi lerdi bi-
le. 1453’te stanbul'un fethiyle de I. Bayezit'in imparatorluk özlemini gerçekle -
tirmi lerdir. Dolayısıyla, 1402 ile 1453 arasındaki dönemin can alıcı tarihsel so-
runu, Osmanlı lmparatorlu u'nun iç sava , haçlı i galleri ve ba ka bunalımlar yü-
zünden toptan yıkılma tehlikesiyle kar ıla tı ı bir zamanda bu a ırtıcı kalkmı ı
nasıl ba ardı ını açıklayabilmektir.
Bayezit’in küçük o lu Çelebi Mehmet, egemenli ini önce Amasya’da sonra
da Bursa’da olmak üzere, Anadolu’da kurmu , Rumeli ve Edirne’yi denetimi altı-
na almaya çabalıyor, Edirne’de egemenlik süren büyük karde i Süleyman Çelebi
(1402-1411) de egemenli ini Anadolu’ya ta ımaya u ra ıyordu. Rumeli ya da
Anadolu ile sınırlı bir Osmanlı devletinin ya ayamayaca ını ikisi de anlamı tı. Ye-
rel devletler ve Balkanlar'la Anadolu’daki hükümdârlar, 1402’de kurulan status
quo'yu korumaya kalkarak, bu iç sava ta olumsuz bir rol oynuyorlardı. Tıpkı
1402’den sonra ba ımsız Anadolu beyliklerinin yeniden kurulması gibi, Rume-
li’de de Bizans, Sırbistan, Eflâk ve Arnavutluk beyleri topraklannın bir bölümünü
yeniden elde etmi , ba ımsız davranm aya ba lamı lardı. Süleyman Çelebi,
1403’te BizanslIlarla bir antla ma imzalayarak, Selanik’le birlikte, kıyı boyundaki
bir miktar topra ı elden çıkardı. Bizans imparatoru, dengeyi korumak için, her za-
man Osmanlı ehzadelerinin en güçlüsüne kar ı en güçsüzünü desteklerdi. Musa
Çelebi'nin (1411-1413) gücü Rumeli’nde artınca Bizans, Mehmet Çelebi’nin Bal-
kanlar'a geçmesine yardım etti. Sırbistan despotu da Mehmet'le bir ittifak yaparak
son zaferinde ona yardım etti. Ancak, Mehmet kimi Anadolu beyliklerini ilhak

24
FETRET DÖNEM VE TOPARLANI

edip, kimilerini de haraçgüzar konumuna indirince, Bizans ve Balkan beyleri ken-


disini bir tehdit olarak görmeye ba ladılar. 1416'da Venedik, Bizans ve Eflâk öy-
lesine saldırgan bir politika benimsemi lerdi ki, Mehmet'in yönetimi altında yeni-
den birle mi Osmanlı devleti bir kez daha parçalanma ve yok olma tehlikesiyle
kar ıla tı.
Mehmet’in, Bizanslılarca kı kırtılan karde i Mustafa, kendisine kar ı Rume-
li’nde bir ba kaldırı yönetirken, Venedik donanması Gelibolu’da bir Osmanlı gü-
cünü yok etti. Eflâk Beyi Mirçea, önce Mustafa'yı yüreklendirmi , sonra da Batı
Anadolu’da ve Rumeli sınırının Dobruca ve Deliorman yörelerinde tehlikeli bir
ba kaldın yöneten eyh Bedreddin’i korumu tu. Mirçea, bu yörenin denetimini
elde etmeye çalı ıyordu. Mehmet Çelebi, önce Mustafa'yı Bizans'a sı ınmak zo-
runda bırakıp, 1416 güzünde de Bedreddin ayaklanmasını bastırdı. Bizans’la ba-
n yapmak gerekti ini anlayıp bir antla ma imzaladı; buna göre imparator Musta-
fa’yı hapiste tutacak, o da kendi payına status quo'yu bozmayacaktı. Bu arada,
Timur’un o lu ahruh, babasının Anadolu’da kurdu u düzeni tersine çevirmeye
kalkı acak herkesi tehdit ediyordu. Mehmet, ahruh'a bir mektup göndererek
kendisini sadık bir ba ımlı olarak tanıttı ve beyliklere yalnızca gazâ yapmasını
engelledikleri için saldırdı ını savladı. Balkanlar'da bir tek Mirçea’nm üzerine yü-
rüyen Mehmet, onu Tuna’nın ötesine sürerek, ırma ın sol kıyısındaki Yerköyü’nü
(Giurgiu) 1419'da bir Osmanlı ileri karakoluna çevirdi. Mehmet, 1416’dan sonra,
Bayezit’in merkezî imparatorlu unu diriltmek için çok erken oldu unu anlamı ve
uzla macı bir politika gütmeye ba lamı tı.
Bu dönemin olaylan, topra ı vakıf ya da emlâk olarak ellerinde tutan etkili
Anadolu aileleri ile onların sava güçlerini olu turan a iretlerin, Osmanlılann
merkezî yönetimine kar ı olduklannı gösterir. Bunlar, Osmanlılara kar ı kendi ay-
ncalıklanna güvence veren eski hanedanları tutuyordu. Balkanlar'daki yerel ha-
nedanlar da benzer bir konumda idiler. lk dönem sınır devletinin eski gelenekleri-
ni sürdüren, merkezîle meye de aynı ölçüde kar ı olan Rumeli sınır (uc) halkı,
sultan adaylanna destek vererek iç sava larda ya amsal bir rol oynadı. En yo un
yörük nüfuslu sınır bölgesi olan Dobruca-Deliorman, 15. yüzyılda bir isyan yuva-
sı olmu tu.
Ancak, Osmanlı birli i ve merkezî yönetiminden yana çalı an güçlü etmenler
de vardı. En güçlü etmen Osmanlı kul sistemi idi. Özellikle de, sayılan altı ya da
yedi bine çıkmı yeniçeriler, hasımlanna kar ı Osmanlı sultanına tartı masız bir
üstünlük sa lıyordu. OsmanlIlar, eyâletlerde kendi konumlannı güvenceye alan
ve temsil ettikleri merkezî yetkeyi büyük ölçüde güçlendiren bir sipahî ordusu ve
kul kökenli bir askerî yöneticiler toplulu u yaratnlar. Köylü ve tüccarlarda, mer-

25
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

kezî Osmanlı yönetiminden, önceki feodal rejimde sa ladıklanndan daha çok ya-
rar elde ediyorlardı. Son bir etmen ise, Osmanlı sultanının Müslüman halk katın-
daki engin saygınlı ıydı. Osmanlı sultam en büyük gâzî idi; ve bu durum, kendi-
sine çok önemli maddî ve manevî yararlar getiriyordu.
Mehmet'in 1421 'deki ölümünü üç yıl süren bir bunalım izledi. BizanslIlar,
Gelibolu'yu Bizans’a bırakmayı kabul eden ehzade Mustafa’yı salıverdiler. Ru-
meli'nin tümü kendisini sultan tanıdı. Yeniçeriler ve ulemâ ise, tahta Osmanlı
ba kenti Bursa'da çıkmı olan Mehmet’in on yedi ya ındaki o lu Murat’ı destek-
liyordu. Murat, ucbeylerinin ba ında Rumeli’nden kendisine kar ı yürüyen amca-
sını 1422'de yendi. Daha sonra bütün güçlerini toplayıp, rakibini desteklemi
olan Bizans'ı 2 Haziran’dan 6 Eylül’e kadar, ku atma altına aldı. Bu sırada Ana-
dolu'daki ba ımlı beylerin hepsi ayaklanmı , 1. Mehmet'in binbir güçlükle fethet-
ti i topraklan yeniden ele geçirmi lerdi. Murat’ın küçük karde i Mustafa’yı da is-
yana te vik edip Bursa'yı ku attılar. Murat, stanbul ku atmasını kaldırdı, 20 u-
bat 1423'te karde ini yendi, onu kı kırtan Anadolu beylerini de cezalandırdı.
Çandarlılar ve Karamanlılar dı ında, Batı Anadolu beyliklerine boyun e dirdi.
Böylece genç sultan, devletin iç sorunlarından kurtulmu , durumu babasının ölü-
münden önceki biçimine getirmi ti; artık dikkatini Balkanlar’daki topraklannı teh-
dit eden devletlere çevirebilirdi.
Nüfuzunu A a ı Tuna’ya yaymak isteyen Macar Krallı ı, Balkanlarda Os-
manlI baskısından faydalanıyor, Venedikliler de aynı eyi Bizans topraklannı ele
geçirebilmek için yapıyordu. stanbul ku atması sırasında Venedikliler, Selânik ve
Mora'nın denetimini elde etmek için BizanslIlarla görü me ba latmı lardı. 1423
yazında Bizanslılar, o vakitler Osmanlı ablukasındaki Selânik'i Venedik’e bıraktı-
lar. stanbul’u da Venedik’e vermelerinden korkan Osmanlılar, BizanslIlarla bir
antla ma yaptılar. Yıllık bir haraç ödeme ve 1403'te alınan topraklann geri veril-
mesi kar ılı ında Bizans’a saldırmamayı kabul ettiler. II. Murat, Anadolu beyle-
riyle de ban yaparak, bütün güçlerini Selânik’te Venediklilere saldırmak için top-
ladı. Venedik sava ı 1430’da Selânik'in Osmanlılarca alınmasına kadar sürdü.
Osmanlı iç sava ları sırasında Eflâk ve Sırbistan üzerinde Macar etkisi art-
mı , 1427'de de Macaristan'la Osmanlılar arasında Sırbistan tahtı üzerine çeki -
me çıkmı tı. Georgi Brankoviç, despotlu un Belgrat'taki Macarlar ve Güvercin-
lik’teki Osmanlılar arasında tampon bir devlet olması ko uluyla, Sırbistan despotu
olarak tanındı. ki taraf, 1428’de bir antla ma imzaladılar.
Osmanlılar, 1430'da Selânik’in alınmasından sonra, Balkanlar'da daha sal-
dırgan bir politika benimsediler. Tuna’nın güneyindeki bölge, ancak do rudan
do ruya kendi denetimlerinde olursa devletin güvencede olaca ını, dolayısıyla

26
FETRET DÖNEM VE TOPARLANI

Sırbistan üzerinde Macar, Mora’yla Arnavutluk üzerinde de Venedik'in iddialanna


kar ı çıkmak zorunda olduklannı görüyorlardı.
1431’de Macar antla masının süresi sona erince, Sigismund sultandan Bos-
na, Sırbistan ve Tuna Bulgaristan'ı üzerinde Macar hâkimiyetini tanımasını istedi.
Bulgaristan tahtında hak iddia eden Frujin adında biri de Sigismund'un yanına sı-
ınmı tı. Macaristan’la Osmanlı mparatorlu u'nun kar ı iddialan arasında sıkı ıp
kalmı tampon devletler, kendi varlıklan için sava veriyordu. Osmanlılar, Maca-
ristan’ın Eflâk ve Sırbistan’da artan etkisini görerek, 1434 sonrasında daha sal-
dırgan bir politika izlediler. 1437’de Sigismund’un ölümü kendilerine iyi bir fırsat
sa ladı. Ertesi yıl bir Osmanlı ordusu, sultanın komutasında Tuna’yı geçip Er-
del’in yönetim merkezi olan Sibiu'ya kadar ilerledi. Macaristan’a kar ı bu güç
gösterisinin ardından Osmanlılar, Sırbistan Despotlu u’nu i gal ederek burasını
1439’da Osmanlı eyâleti ilân ettiler. 1440’ta Macarlan Belgrat'tan atmak için ba-
ansız bir denemeye kalkı tılar. Jânos Hunyadi, Erdel’e giren Rumeli güçlerini
1441 ve 1442 yıllannda üstüste yenilgiye u rattı; ertesi yıl onun buyru u alan-
daki bir Macar ordusu Tuna’yı geçti, Balkan Da lan'na kadar ilerleyerek Osmanlı
tarafında korku yarattı. Anadolu’da da Karamanlılar saldınya geçerek eski Hami-
dili topraklarını i gal ettiler. Murat, ban çı bir politikaya dönerek 1444’te Edir-
n e’de Macarlarla bir antla ma imzaladı. Kral ve Sırbistan despotu, antla mayı
Szeged’de onayladılar. Macarlar Tuna’yı geçmemeye ve Bulgaristan üzerindeki
iddialanndan vazgeçmeye razı olurken, Osmanlılar da Sırbistan Despotlu u'nun
yeniden kurulmasını kabul ediyordu.
Murat, Anadolu’ya döndü ve 1444 yazında Yeni ehir Antla ması'yla Hami-
dili’ndeki toprakları Karamanlılara bıraktı. Böyle yaparak, devletin do u ve ban
sınırlanm güvence altına almı olmaktan memnundu. Ancak, Bizans, Bavezit’in
torunu Orhan'ı koruyarak Murat'a büyük kaygı veren bir iç sava tehlikesi yara-
tıyordu. II, Murat, 1444’te o lundan yana tahttan çekildi. Böylece o lunun tahtta
yerle mesini sa lamayı umuyordu. BizanslIlar ve papa, bu fırsan kaçırmamak
için, sava yanlısı Macar hizbini kı kırttılar. Macaristan ve Polonya kralı VI. Vla-
dislav ban antla masını geçersiz sayarak sava a hazırlanıyordu. Bütün Rume-
li’nde eski yerel hanedanlar Osmanlılara kar ı silâha sanldı. Bunlardan biri, Ku-
zey Arnavutluk’ta babası van Kastriota’nm mirasını elde etmek isteyen, skender
Bey diye bilinen ünlü George Kastriota idi.
Edirne’de pani e kapılan halkın ço u Anadolu’ya kaçmaya ba ladı. Bizanslı-
lann salıverdi i Orhan Dobruca’ya gitmi , orada bir isyan çıkarmaya çalı ıyordu.
On iki ya ındaki sultan II. Mehmet olaylan denetleyemiyordu. Sadrazam Çandarlı
Halil ile sultanın Lâlalan Za anos ve Rumeli Beylerbeyi ihabeddin arasında bir
27
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

güç sava ı ba lamı , Edirne'de çıkan bir yangın ise binlerce evi mahvetmi ti. Bir-
le ik bir Eflâk ve Macar ordusu Tuna’yı geçip Osmanlı ba kentine do ru ilerleme-
ye ba ladı ında, bir Venedik filosu da Çanakkale Bo azı’nı kapatmı tı. Eski Sul-
tan bu bunalımın ortasında acele Rumeli’ne ça nldı. II. Murat, bo azı büyük güç-
lüklerle geçerek ordunun ba ında dü manı 10 Kasım 1444’te Varna’da kar ıladı.
Varna'da Osmanlı zaferi, Bizans mparatorlu u ve Balkanlar’ın yazgısını belirle-
mi tir. Osmanlılar, bunalımdan Bizans’ı sorumlu tutarak, Bizans'a son bir saldın
için planlar yaptılar. Genç sultanın güvence içinde tahtında oturmasını sa lar dü-
üncesiyle iki eski sava çı, Za anos ve ihabeddin, planı iddetle savunuyorlardı.
Ulemâ sınıfından gelen Çandarlı Halil ise, kendi gücünü azaltır ve devleti yeniden
büyük güçlüklerle kar ı kar ıya bırakır korkusuyla plana kar ıydı.
Osmanlılann Bizans politikası, iktidar kavgasıyla böylesine yakından ilintiliydi.
Çandarlı Halil, en sonunda, bir yeniçeri isyanı düzenleyerek II. Mehmet ve akıl hoca-
lannı iktidardan uzakla tınp, II. Murat’ı 1446 mayısında yeniden tahta çıkardı.
Murat, ikinci saltanatını 1444 bunalımında isyan etmi Balkan haraçgüzar-
lanna boyun e dirmek için sava larla geçirdi. 1446’da Mora despotuna, 1448 ve
1450’de skender Bey'e kar ı sefere çıktı. 1448'de Kosova’da iddetli bir sava -
tan sonra Hunyadi’nin saldmsını püskürttü. 3 ubat 1451’de öldü ünde, Osman-
lı mparatorlu u 1402 darbesinden bütünüyle kurtulmu tu.
Murat, babasının 1416 bunalımından sonra yaptı ı gibi, tahtta güvenli inin,
sta tu s quo'nun korunmasına ba lı oldu una inanmı tı. Batı Anadolu beylikleri-
nin kimilerini ilhak ettiyse de, Karamanlılar ve Çandarlılarla ban ı koruyor, Ti-
m ur’un o lu ahruh’u kı kırtmamaya da özen gösteriyordu. Ancak, uzla macı
tutum unun, sava mayı sürdürmek zorunda kaldı ı Balkanlar’da Osmanlı ege-
menli ini tehlikeye soktu unu çok geçmeden anladı. Bu sava lar sırasında Os-
manlIlar, batının top ve tüfek gibi üstün silâhlannı ve Hunyadi’nin ba anyla kul-
landı ı "tabur cengi” takti ini alıp benimsediler (Tabur Cengi: orduyu top arabala-
n ortasına alarak sava mak). Osmanlılar, 1422 Konstantiniye ku atmasında bü-
yük toplar, 1444’teki Varna Sava ı’nda da tüfek kullanmı lardır. 1442'de Os-
manlIlar, Gelibolu’da altmı kadırga, Tuna’da ise seksen yüz kadar hafif tekneli
bir ırmak filosu bulunduruyorlardı. Osmanlı donanmasının, artan gücü Venedikli-
leri kendi donanmalannı güçlendirmeye zorlamı tı1.
II. Murat’ın hükümdârlık süresi önemli bir ekonomik geli me dönemi olmu -
tur. Ticaret artmı , Bursa ve Edime gibi Osmanlı kentleri önemli ölçüde büyümü -
tü . C asus B ertrandon de la Brocquiere, 1 4 3 2 'de yıllık Osm anlı gelirinin
2.500.000 altın dükaya çıktı ı, Murat’ın elindeki kaynaklan kullansa, Avrupa'yı
kolayca istilâ edebilece i gözleminde bulunur2.

28
FETRET DÖNEM VE TOPARLANI

II. Murat öldü ünde Osmanlı mparatorlu u, genç II. Mehmet ve lâlaları i-
habeddin ve Za anos’a fetih planlarını gerçekle tirmelerine imkân verecek denli
güçlü idi. Mehmet’in temel amacı, Tuna’nın güneyindeki bütün Balkan ülkeleri ile
Fırat'ın batısındaki tüm Asya ülkelerini do rudan do ruya Osmanlı yönetimi altı-
na sokarak atası Bayezit'in merkeziyetçi imparatorlu unu diriltmekti. Ancak bü-
yük dedesinin tersine, onun ilk amacı Konstantiniye’nin fethi idi. Bunun kendisi-
ne bir imparatorluk kurmak için gerekli saygınlık ve gücü sa layaca ının bilincin-
deydi. Tahta geçtikten sonra Çandarlı’yı vezir-i âzamlık makamında tuttuysa da,
gerçek iktidar imdi sava çı gruba geçmi ti. Murat'ın ölümü üzerine 1451 yazın-
da ba kaldıran Karamanlılara kar ı kısa bir seferden sonra Konstantiniye’nin fethi
hazırlıklanna ba landı.

Notlar

1 Nicola lorga, Notes et extraits pour servir à l’histoire des croisades au XVc siècle (Paris, 1899). s.
486-488.
2 bkz. Halil nalcık, "Murad II”, Islâm Ansiklopedisi, dit VIII, s. 598-615.

29
4. Bölüm

MPARATORLU UN PEK MES


1453-1526

Timur'un ölümünden sonraki yarım yüzyıl boyunca OsmanlIlara kar ı Bi-


zanslIlar, kimi zaman Osmanlı tahtında hak iddia eden ehzadeleri kullanarak ki-
mi zaman da haçlı tehditiyle dayanabilmi lerdir. Bizans elçileri, II. Mehmet Kara-
manlılarla sava ırken, tahtta iddiası olan Orhan'ı serbest bırakma tehditiyle birkaç
ayncalık kazanabilmi lerdi. 12 Aralık 1452'de Papa ile Kiliselerin birle me anla -
ması uyannca imparatorun huzurunda, Ayasofya’da yapılan ilk tören, OsmanlIla-
ra kar ı da bir birlik ve tehdit gösterisiydi.
Mehmet’i, dı nedenler kadar iç nedenler de Kostantiniye’yi bir an önce fet-
hetmeye zorluyordu. Çandarlı, ku kulan da ıtmak için, Macaristan ve Venedik ile
antla malar imzaladı. Venedik, 1453 mayısında stanbul’a yardım için filosunu
yola çıkardı ında yeterli zaman kalmamı olacaktı. Fâtih, kenti ku atmadan ön-
ce, dedesi Bayezit’in yaptırdı ı Anadolu Hisan'nın kar ısına, Avrupa kıyısında
Rumeli Hisan'nı yaptırtarak Bo az'ın denetimini ele geçirmi ti. Artık Bo az’dan
geçmek isteyen bütün gemilere onun izni gerekiyordu. Kostantiniye ku atması, 6
Nisan 1453’ten 29 Mayıs’a kadar, elli dört gün sürdü. Savunma güçleri 8.500 ki-
i kadardı; düzenli Osmanlı ordusu ise en az elli bin ki ilikti. Fatih, kenti o zama-
na dek görülmemi büyüklükte toplarla dövdü. Ortaça ın en güçlü istihkâmları
olan kent duvarlarının saldınyla ele geçirilmesi, bu yeni silâhların zaferidir. Os-
manlı ve Batı kaynaklan, Türklerin kente, duvarlarda topla açılan gedikten genel
bir saldınyla girdikleri noktasında birle ir. Savunuculann ba lıca düzenli gücünü,
Cenevizli bir grup paralı asker olu turuyordu. Cenevizli komutan Giustiniani-Lon-
go yaralanıp gemisine kaçınca da, savunucuların morali çöktü. Surlar üzerindeki

30
MPARATORLU UN PEK MES

savunmaya Venedik elçisiyle Osmanlı ehzadesi Orhan da katılmı tı. Ku atma sı-
rasında mparatorun paralı Rum askerlerinin ço u evlerine dönüyor, talyanlarla
yerli Rumlar arasında da çatı ma eksik olmuyordu.
Osmanlı ordugâhında, ku atmanın ba anlı olamayaca ı ve hemen kaldınl-
ması gerekti i kanısındaki Çandarlı ile gelecekleri ku atmanın ba ansına ba lı
olan Sultan ve sava çı grup arasındaki çeki me sürüyordu. Venedik ve Macaris-
tan'ın güçlerini harekete geçirdikleri haberi geldi inde kurulan sava meclisinde
bu bir kez daha açı a çıktı. mparator teslim olmayı reddedince Osmanlılar 29
Mayıs günü için son bir saldırı planladılar. Son saldın hazırlıklannı Za anos dü-
zenledi. Osmanlı ordusu, 29 Mayıs sabahında direnmeyi kırarak, "top yıkdı ı ge-
dikken kente girdi. Sultan, gelecekteki ba kentinin ya malanmasını istemiyordu;
ancak dinî hukuka göre üç günlük ya ma izni vermesi gerekiyordu. Kent zor kul-
lanılarak alınmı tı; bu yüzden ta ınır mallar eriata göre askerlerin yasal ganime-
ti idi; halk da yasal olarak kölele tirilebilirdi. Mehmet, fethin ilk günü, kente bir
alayla girdi, ya mayı durdurdu, Ayasofya’ya giderek namaz kıldı. Kiliseyi camiye
çevirdi ve ilân etti: “Bundan sonra tahtım, stanbul’dur”1.
Genç Fâtih, artık kayserlerin tahtında oturuyordu. Gazâ yolundaki bu fetih,
öteki tüm Müslüman hükümdârlarınkini gegni ti ve c^kendjsinde sonsuz bir ikti-
dar görüyordu. Fetihten hemen sonra Çandarlı tutuklanmı , ihanetle suçlanıp
iaamedümi ti; imdi iktidar rakiplerinin eline geçmi ti. Fâtih Mehmet, yanm yüz-
yıldır imparatorlu un birli ini tehlikeye dü üren taht üzerindeki iddialann önünü
kesmek için Orhan’ı bulup idam ettirdi, küçük karde i Ahmet'i de bogdurttu.
Fethi izleyen yirmi be yıl boyunca Fâtih,.bir sava tan ötekine ko arak Ru-
m elfve Anadolu'da merkezî imparatorlu unu kurdu. Fetihlerinin önceden belir-
le n m i tir plari izledi i savını destekleyecek bir kanıt yok; ancak, Bizans kayser
'tahtı artık kendisine ait oldu undan, Do u Roma mparatorlu u’nun bütün eski
Topraklarının yasal hükümdân oldu unu ileri sürüyordu. Papa II. Pius, bu iddi-
anın yasal olabilmesi için, Hıristiyan da olması gerekti ini söylüyordu2. Ça ın ya-
'zar arından lbn Kemal'e göre Fâtih, .egemenlik iddiasında .bulunacak hükümdar
ailesinden bütün Rumlan idam etmeyi ilke edinmi ti.
' Fâtih' stanbul’un stratejik önemini çok iyi anlıyor, donanmasını stanbul’da
tutarsFdünyaya egemen’olabilece ine inanıyordu3.
Rumeli Hisan'nı yaptırarak 1452’de stanbul Bo azı'nı kontrol alana alması gi-
bi, 1463’te Çanakkale’de bo azın iki yakasında iki kale yaptırarak Çanakkale Bo a-
zPni denetimi altına aldı. Bozcaada'yı tahkim ederek, stanbul ve Bo azlan koruyan
savunma sistemini daha da güçlendirdi ve Anadolu ile Rumeli arasındaki ileti imi
güvenceye aldı. Donanmayı 1470’lerde otuzdan doksan iki kadırgaya çıkarmı tır.

31
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Osmanlı donanması, 1454’te Karadeniz'e açılarak kıyılardaki Ceneviz kolo-


nileri, Trabzon Komnenos ülkesi ve Bo dan gibi bütün devletleri Osmanlı ege-
menli ini tanıyarak haraç ödemeye zorladı.
OsmanlIlar, Tuna’yı imparatorlu un kuzeydeki do al sının olarak saptamı -
lardı. Herhangi bir devletin Balkan Yarımadası’nda Tuna’nın güneyinde yerle -
mesini engellemek ve daha önce burada bir yer edinmi olanlan atıp çıkarmak Fâ-
tih'in politikası olmu tur; bu, 1460’ta Mora’nın, 1464-1479'da Kuzey Amavut-
luk'un, 1463’te de Bosna’nın fethiyle belli oldu, Yerel hükümet ve hanedanların
dü manla i birli i etme tehlikesi her zaman gündemde oldu undan Mehmet, ye-
rel beyleri emeklilik verip görevlerine son vererek, ya da uzak yerlere valilikle
göndererek, Balkanlar'ı bütün yerel beylerden arındırma yoluna gitti. Örne in,
Mora'nın fethinden sonra, Demetrios Paleologos'a 300.000 akçelik bir emeklilik
ödedi. Daha sonra tehlikeli gördü ü Trabzonlu Komnenosları ve Bosna kralını
toptan ortadan kaldıracaktır.
Balkanlar'da Mehmet’in ba lıca amacı Macar etkisini önlemekti. Sırbistan
Despotu Brankoviç, 1451 'de Macar yardımıyla Kru evats bölgesini ele geçirerek,
Macar etkisini Tuna ötesinde Balkanlar’ın kalbine ta ımı oldu. stanbul’un fet-
hinden sonra Mehmet, Sırbistan'a üst üste dört sefer yapmı , nihayet bölgeyi
1459’da ilhak etmi tir. Ancak, 1456'da Macarlar, kendisini Belgrat ku atmasın-
da geriye püskürttüler. Eflâk Voyvodası Vlad Drakul, Macarlarla ittifak kurarak,
1461 'de Tuna'da OsmanlIlara saldırdı. Fâtih, ertesi yıl Eflâk’ı i gal ederek kar ılık
verdi; Drakul’un yerine Radul’u geçirerek Macar tehdidini zayıflattı. Öte yandan,
Balkanlar’daki Venedik etkisi de, OsmanlI’nın Mora ve Arnavutluk’taki kontrolü-
nü tehdit ediyordu.
Mora'da Paleologlar arasında bir anla mazlık çıkmı , Demetrios OsmanlIlar-
dan, Torna ise Venediklilerden yardım istemi ti. O arada Venedikliler, Argos, Ana-
bolu (Nauplion), Koron ve Modon limanlarını i gal etmi ti.
Fâtih, 1458 ve 1460 yıllarında iki seferle Mora Despotlu u'nu ilhak etti.
Böylece Venediklilerle Osmanlılar birbirleriyle do rudan do ruya kar ıla mı olu-
yorlardı, skender Bey ile ona katılan Arnavut senyörleri, Venedik, papa ve Ara-
gón kralının yardımıyla Kuzey Arnavutluk da lannda Osmanlılara ba anyla dire-
niyordu. Venedikliler bu durumdan yararlanarak I kodra ve Draç'ı i gal ettiler.
Ancak, denizde üstün olan Venediklilerle karada üstün olan Osmanlılar belirleyi-
cili i olacak bir sava a girmekten kaçındılar. 1423'ten 1430’a dek süren Selânik
ku atması böyle bir sava ın nasıl uzayıp gidebilece ini daha önce göstermi ti. Fa-
kat, kentin Rum piskoposunun yardımıyla Osmanlılar Argos'u alınca, bu zaman
zaman alevlenegelmi kavga tam bir sava a dönü erek 1463’ten 1479'a dek sür-

32 •;
MPARATORLU UN PEK MES

dü. Mehmet’in 1463’te Bosna ve Hersek’i i gal etmesine kar ı Macarlar, Bos-
na'ya girip ba kenti Jayçe’yi i gal ederek, aynı zamanda Venedik'le bir antla ma
imzalayarak tepki gösterdiler. Venedikliler Anadolu ve ran’da müttefik ararken,
Arnavutluk'ta skender Bey de Venedik'le i birli i yapıyordu. 1463 güzünde, Ve-
nedik, OsmanlIların Anadolu’daki en büyük rakipleri Akkoyunlu hükümdarı
Uzun Hasan’la görü meler ba lattı. Karaman tahtı üzerinde 1464'te kavga çıktı-
ında Uzun Ha an Orta Anadolu i lerine kan tı. Mehmet 1468'de Karaman'ı al-
dıysa da, Akdeniz kıyısına kadar uzanan da larda ya ayan Türkmen oymaklan-
na boyun e diremedi. Bu yörükler sonraki elli yıl içinde de denetim altına alına-
mamı , zaman zaman Karaman tahtında hak iddia edenlerle birlikte ba kaldır-
malardır.
Osmanlılann Karaman'ı i galinden sonra Uzun Ha an daha saldırgan bir po-
litika izlemi ve 1471 yılı geldi inde Karaman sorunu Osmanlı egemenli i için
ciddi bir tehdit halini almı tı. imdi Do u Anadolu'nun yanısıra ran’ın da hü-
kümdân olan Uzun Ha an, Timur kadar korkunç bir dü man olmu tu. Venedik’le
ittifak halindeydi ve Rodos övalyeleri, Kıbns kralı ve Alanya beyi ile ili ki kura-
rak onlara otuz bin sava çı gönderece ine söz verdi. O sıralarda Türkmen oymak-
lannın denetiminde olan Toros Da lan’ndan Akdeniz kıyılanna yürüyerek Vene-
dik'le do rudan do ruya temas kurmayı dü ünüyordu. Birkaç Venedik gemisi bu
kıyıya, Uzun Hasan'da olmayan ate li silâhlarla donatılmı bir güç çıkardıysa da,
Uzun Hasan’ın kuvvetlerini orada bulamadılar. Bir haçlı filosu 14 72'de Osmanlı
kıyılanna saldmrken Uzun Ha an kuvvetleri, Karamanlı takviyelerle Osmanlılan
Karaman’dan sürmü , Bursa üzerine yürüyordu.
Venedik’le yaptı ı antla maya göre Uzun Ha an, kıyı boylannda kale y ap -.
mamak ve denizleri Venedik gemilerine kapatmamak ko ullanyla, bütün Anado-
lu'yu elde edecekti. Venedik ise Mora, Midilli, E riboz ve Argos'u geri alabilecek-
ti. Venedik'in stanbul’u i gali bile dü ünülmü tü.
Mehmet bu durumun üstesinden gelebilecek yeterli güce sahipti. Uzun Ha-
an ve Karamanlılann saldınsını püskürttü, yetmi bin ki ilik bir ordu toplayarak
Uzun Hasan'a kar ı ola anüstü önlemler aldı. Düzenli orduya ek olarak Müslü-
man ve Hıristiyan uyruklulardan paralı asker topladı. Bu süreçte Balkanlar'daki
her Hıristiyan köyünden iki adam alınmı tı. Uzun Hasan'ı Fırat’ta kar ılayarak
11 A ustos 1473 tarihindeJBa kent Sava ı’nda korkunç bir yenilgiye u ratu. Ve-
nedik’in umutlan suya dü mü tü; Mehmet saldınyı do rudan do ruya Venedik’e
yönelterek 1474’te Arnavutluk’ta l kodra’yı ku attı ve 1478’te ku atmayı kendi-
si yönetmeye geldi.-Venedik’in denizle ileti im yollan kesilmi , Macaristan’ın söz
verdi i yardım ise gelmemi ti. 25 Ocak 1478'de yapılan ban antla masına göre
33
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Venedik l kodra'yı teslim ediyor, Mora’daki Maina limanıyla Limni ve E riboz


adalan gibi sava ta kaybetti i yerlerden vazgeçiyor, i gal etti i yerleri geri veriyor
ve yıllık on bin düka altın tazminat ödemeyi kabul ediyordu. Sultan ise, Vene-
dik’e ticaret özgürlü ü vermi ve stanbul’da daimi bir Venedik balyozu bulunma-
sına müsaade etmi ti.
Mehmet, girdi i sava lardan zaferle çıkmı tı. Rumeli ve Anadolu’daki impa-
ratorlu u, Bayezit’inkinden daha da büyüktü. Anadolu'da Karaman’ı, 1461 ’de de
'Kastamonu'daki Candarlı Beyli i'ni ilhak ederek imparatorlu un sınırlannı Fırat'a
kadar geni letmi ti. Balkanlar'da Tuna’yı, Belgrat'tan Karadeniz'e dek imparator-
lu un kuzey sınırı yapmı tı. Fakat, Mora ve Arnavutluk kıyılarında ve Ege'de,
Venedik'in elinde hâlâ önemli noktalar bulunuyordu. Belgrat ve kuzey Bosna hâ-
lâ Macarların elinde idi ve Ege'de Rodos övalyeleri, Karadeniz'le A a ı Tuna'da
da Polonya'dan destek gören Bo danlı Büyük Stefan Osmanlı üstünlü ü için hâlâ
tehlike olu turmakta idi.
Anadolu ve Rumeli’nde imparatorlu unu peki tirdikten sonra Fâtih Sultan
Mehmet, dikkatini bu hedeflere çevirdi. Rodos övalyeleri yalnız Akdeniz’e açılı ı
önlemekle kalmayıp papanın buyru uyla bir haçlı saldmsı için sürekli bir ileri ka-
rakol olu turuyordu. Mehmet, 1480’de Vezir Mesîh Pa a komutasında Rodos’a
kar ı bir ordu gönderdi; bu arada Gedik Ahmet Pa a, Arnavutluk kıyısındaki Av-
lonya’dan Güney talya’ya do ru hareket etmi ti. Mesîh geri çekilmek zorunda
kaldı, fakat Gedik Ahmet Pa a, 11 A ustos 1480’de Otranto’yu alarak orada bir
Osmanlı köprüba ı tuttu. Tüm talya’yı istilâ amacıyla büyük bir ordu toplamak
üzere Rumeli’ne geri geldi. Roma’dan Fransa’ya kaçmaya hazırlanan papa, bütün
batı Hıristiyan devletlerini yardımına ça ırdı. Ertesi bahar Mehmet büyük bir or-
dunun ba ında Anadolu’ya geçti, ancak ordunun ikinci kona ında birden son ne-
fesini verdi.
, Fâtih Sultan Mehmet, Osmanlı mparatorlu u’nun gerçek kurucusudur. Av-
. . ' rupa ve Asya’da ba kenti stanbul olmak üzere, dört yüzyıl boyunca büyük Os-
manlı mparatorlu u’nun çekirde i olacak bir imparatorluk kurmu tur. Fâtih, Sul-
- tanu'l-Berreyn ve Hakanu’l-Bahreyn ( ki karanın ve iki denizin hükümdân, yani
' <: Rumeli-Anadolu’nun ve Akdeniz-Karadeniz’in hükümdân) lâkabını kullanıyor-
du. Dünya hâkimiyeti için sava an, ama aynı zamanda bir ho görü ve kültür
; adamı da olan bir sava çıydı. Rum Ortodoks patri i olarak atadı ı Gennadios’a,
~ Hıristiyan dininin ilkelerini özetleyen bir risâle yazmasını emretmi tir. Ulemâdan
seçkin ki iler haftanın belli günleri kendisine ders vermeye sarayına gelirlerdi.
Hümanisderi ve Rum bilginlerini huzuruna kabul ederdi; saray duvarlanna fresk-
ler yapması ve kendi portresini çizmesi için Venedik’ten Gentile Bellini’yi ça ır-
34
MPARATORLU UN PEK MES

mı tır. Ancak Fâtih Sultan Mehmet’i ça da Rönesans hükümdârları arasında


saymak biraz abartılıdır. Fâtih, her eyden önce gâzî bir slâm hükümdârıdır;
amacı da, devletini dünyanın en güçlü imparatorlu una dönü türmekti4.
II. Mehmet'in 1481 'deki ölümünü, büyük bir yeniçeri isyanı, o ulları Cem'le
Bayezit arasında taht kavgası ve izledi i maliye ve yönetim polikalanna kar ı ge-
nel bir tepki izledi. A ırı sava çı politikası ülkeyi yormu tu. ktidan sınırsız, sert
bir hükümdârdi; kı ın bile süren seferlerden bitkin dü mü yeniçeri ordusu asile -
mi ti. Büyük giri imlerine kaynak sa lamak için gümrük vergilerinin yanı sıra
köylünün ödedi i bazı vergileri arttırmı , akçenin gümü ünü birçok kez dü ür-
mü , çok sıkı bir malî denetim getirmi ti. Son olarak da, önceleri vakıf ya da em-
lâk haline dönü mü yirmi bin (?) kadar çiftlik ve köyü devlet denetimine almı
ve tımar olarak askere da ıtmı tı. Bu tedbirler, özellikle eski ve etkili aileler, ule-
mâ ile eyhler ve dervi ler arasında genel bir ho nutsuzluk yaratmı tı. Durumdan
memnun olmayanlar bir propaganda hareketi ba latıp Mehmet'in büyük o lu Ba-
yezit etrafinda toplandılar. Mehmet’in ölümü üzerine yeniçerileri isyana kı kırttı-
lar. Fâtih’in vezir-i âzami Karamânî Mehmet Pa a öldürüldü, Bayezit'i tahta çı-
karmak için tedbirler alındı. Bayezit yanda lan, yeniçerilerin taptı ı Gedik Ahmet
Pa a’nın deste ine güveniyorlardı; bu büyük sava çıyı, talya seferi hazırlıkları-
nın tam ortasındayken, Bayezit saflanna ça ırdılar. Gedik Ahmet, Cem’i yenerek
Bayezit'i tahta geçirdi, ancak gerçek iktidar Gedik Ahmet’le kayınpederi shak Pa-
a'nın ellerinde kaldı.
Çe itli yönlerden gelen baskılar yeni sultanı babasının politikalanndan vaz-
geçmeye zorluyordu. Vakıflann ço u eski durumuna getirildi, tımara dönü türül-
mü emlâk ta özel iyeli e geri verildi; ancak tepki toplumsal ve politik ya amla sı-
nırlı de ildi. Güçlü bir topluluk ya amın her alanında eriatın uygulanmasını isti-
yor, yeni sultanı adâlet ve eriatın savunucusu ilân ediyordu. Bellini'nin freskleri-
nin sökülüp çar ıda satılması bu döneme rastlar. Kimileri, Mehmet’in fetihlerinde
fazla ileri gitti ini iddia edip yeni sultana II. Murat’ın politikasına dönme ö üdü
veriyordu.
Gedik Ahmet Pa a ise, Batı Hıristiyan dünyasına saldınyı sürdürmek istiyor,
yeni sultanı ele tiriyordu. Bayezit Gedik’i idam etti, kayınpederi shak Pa a'vı da
azletti. Gedik Ahmet Pa a'nm Otranto’daki silâh arkada tan 11 Eylül 14S1'de
teslim olmu , bazılan paralı asker olarak talyan prenslerinin hizmetine girmi ti.
Bayezit, askerlerini yatı tırmak ve kendi hâkimiyetini sa lamla tırmak için. Meh-
met'in hiçbir zaman bütünüyle boyun e diremedi i Bo dan’a kar ı bir sefer yaptı.
Parlak bir zafer kazanarak 1484'te Akkirman ve Kili'yi (Kilia) aldı. Bo dan zafe-
rini, Mısır ve Suriye'nin hâkimi ve slâm dünyasının en saygın hükümdân Mem-
35
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

lük sultanına kar ı uzun ve yıpratıcı bir sefer (1485-1491) izledi. Memlûkler, Gü-
ney Anadolu üzerinde egemenlik iddia ediyor, kendilerini yalnız Türkmen Dülka-
dir Beyli i’nin de il, Karamanlıların da hâmisi sayıyorlardı. OsmanlIlarla Mem-
lûkler arasında açık rekabet, 1468’te OsmanlIların Karaman'ı fethiyle ba lamı ,
Osmanlılar etkilerini Dülkadir Beyli i’ne de yaymaya kalkınca çeki me yeniden
alevlenmi ti. Aynca, Fâtih Sultan Mehmet en büyük gâzî sıfatıyla, slâm dünya-
sında öncelik iddia ediyor, dolayısıyla bu sınır beylikleri üzerinde üstün hakları
oldu unu ileri sürüyordu. Mehmet’in yanda kalan son Anadolu seferinin, Mem-
lûklere kar ı olması mümkündür.
Cem, 1481’de Bayezit’e yenilgisinden sonra, Mısır’a kaçmı tı; ancak
1482’de Memlûklerin yardımıyla Anadolu'ya girdi ve iç sava yeniden ba ladı.
Bayezit’e yenilerek Rodos'a sı ındı. Bayezit, 1485’te Memlûklere sava açtı, fa-
kat kesin bir sonuç alınamadı. 1491 'e gelindi inde, altı büyük sava iki tarafı da
tüketmi ti; sava öncesi durumu geçerli sayan bir antla ma imzaladılar. Bu ba a-
nsızlık, Bayezit’i ordusunu yeniden biçimlendirmeye ve ate li silâhlann sayısını
arttırarak modernle tirmeye yöneltti.
Bayezit'in iç ve dı politikalan ihtiyatlı ve uzla macıydı. Bu, papanın bir buy-
ru u üzerine Rodos övalyelerinin tahtta iddiası olan Cem’i salıvererek bir iç sa-
va ba latabilecekleri gerçe inin belirledi i bir tutumdur. Bayezit, Cem’i hapiste
tutmalan için önce Rodos övalyelerine, sonra da papaya yıllık kırk be bin düka
ödüyordu.
25 ubat 1495’te Cem'in ölümünden sonra, Avrupa politikası eskisi kadar
ihtiyatlı olmayan Bayezit, Venedik’e sava ilân etti. Venedik’le müttefik olan Ma-
caristan, Sırbistan’a saldırdı, fakat Osmanlılar Mora’da nebahtı, Modon ve Koron
limanlannı ele geçirdiler. 1499-1503 sava ı artık Osmanlı donanmasının Vene-
dik’e açık denizde meydan okuyabilece ini göstermi tir. Osmanlılar sava sırasın-
da 1.800 tonluk -o dönemde bilinenlerin en büyü ü- iki sava gemisi yaptılar.
Bunda Ceneviz ve Raguzalı gemi mühendislerinden yararlanıldı.
Osmanlı mparatorlu u Avrupa politikasında rol oynamaya bu dönemde ba -
lamı tır. talyan sava ları (1494-1559) sırasında yenilgiye u rayan her devlet
son çare olarak dü manına kar ı Osmanlı yardımı almak tehdidini kullanmı tır.
Ba langıçta Osmanlılar, Fransa-Venedik ittifakına kar ı Milano ile Napoli tarafını
tutuyordu. Bayezit, Napoli kralına yardıma yirmi bin ki ilik bir ordu gönderme sö-
zü vermi , ancak kar ılı ında Otranto’yu istemi tir. Bundan sonra Avrupa içi mü-
cadelelerinde Osmanlı rolü gittikçe daha önemli olacaktır.
1500'ü izleyen yıllarda Bayezit’in ılımlı yönetimi; eski toprak sahibi aileler,
dirliklerini yitirmi eski askerler, özellikle de göçebe topluluklar gibi Anadolu’daki

36
MPARATORLU UN PEK MES

gayrimemnun grupları, Osmanlı egemenli ine kar ı isyana yüreklendiriyordu. Or-


ta Anadolu bozkırları, Toros Da ları ve Tokat ile Sivas arası yaylalardaki güçlü
Türkmen topluluklan, Osmanlı yönetiminin merkezîle tirme e ilimine kar ı idiler.
Yerle ik nüfusu korumak ve tanm gelirlerini elde tutmak çabasıyla yönetim, bu
a iretleri denetimi altına almak istiyor, onlan tahrîr defterlerine geçiriyor, düzenli
vergiye tâbî tutuyordu. Osmanlı, göçebe ekonomisi ve göçebelerin töre hukuku ile
ba da mıyordu. Osmanlı yönetimi sünnî ortodoksluk davasına sarılırken a iret-
ler, göçebe töresi ve aman inançlanyla derinden de i ikli e u ramı bir slâm bi-
çimini savunan dervi tarikatlanna ba lanıyorlardı. A iretler, Osmanlı kar ıtı poli-
tik ve toplumsal özlemlerini heterodoks din giysilerine bürüyor, giydikleri kırmızı
ba lıktan ötürü "kızılba ” diye biliniyorlardı.
Bu Türkmenler, Do u Anadolu’daki Akkoyunlu devletinin temelini olu tur-
mu , Fâtih Sultan Mehmet 1473'te Uzun Hasan’ı yendikten sonra bunlara acı-
masız bir baskı uygulamı tı. 1500 dolaylannda, Erdebilli bir eyh soyundan gelen
ve Uzun Hasan’ın akrabası olan smail Safevî, Do u Anadolu, Azerbaycan ve
ran'da politik gücü Akkoyunlulann elinden aldı. Heterodoks bir tarikatın önderi
olarak etkisini bütün Anadolu Türkmenleri üzerinde yaygınla tırdı. Dâîleri* onun
propagandasını bütün Anadolu’da hatta Rumeli’nde yayıyordu. Binlerce Osmanlı
uyru u smail'e uymu , smail bütün Türkmenlerin politik ve dinî önderi olmu tu.
Osmanlı hükümeti için kızılba hareketi artık bir iç sorun olmaktan çok fazlasını
ifade ediyordu.
Kendisinden önce Timur ve Uzun Hasan’ın yapüklan gibi, smail de, Anado-
lu’yu kendi ran imparatorlu unun bir parçası yapaca ını açık açık söylüyordu.
Do udan böylesi bir tehditle kar ıla an Osmanlılar, Venedik sava ma son verme
yollannı ara tırmaya ba ladılar. Daha sonra smail, Venedik'le ittifak arayacak,
ate li silâhlar elde etmek için özel istekte bulunacaktı. Bayezit, smail'in meydan
okumasına kar ı uzla macı bir tutum izliyordu; ancak 151 l ’de hükümdârlı ının
sonlanna do ru Osmanlı ehzadeleri taht kavgasında iken, Batı Anadolu kızdba -
lan smail'in dâîlerinin biri, ahkulu etrafında isyan bayra ını kaldırdılar. Yollan
üstünde bulunan her eyi yakıp yıkarak Kütahya’yı aldılar, Bursa üzerine yürü-
düler. syanı, daha önce tımarlan ellerinden alınmı sipahilerin yönetmi olması
kayda de er bir noktadır.
Ya lı ve hasta sultanın artık durumu denetleyemedi i açıktı. in ba ından
beri smail’e kar ı güçlü önlemler alınmasını isteyen ehzade Selim, yeniçeri des-
te ini kazanarak 24 Nisan 1512’de babasını tahtı bırakmaya zorladı.
II. Bayezit’in hükümdârlık yıllan, istikrar ve güvenlik ko ullan içinde büyük
• Ismailî ve di er batini mezheplerin inanı larını yaymaya gönderilen ki iler.

37
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

bir ekonomik geli me ve ehirle me dönemi olmu tur. Edime, stanbul ve Bursa,
camilerin yanı sıra kervansaraylar ve külliyelerle imparatorluk ba kentlerinin
özelli i olan ba ka büyük yapılar kazanarak hızla geli meyi sürdürdüler. Döne-
min tarihçisi bn Kemal, Bayezit’in babası gibi büyük bir Fâtih olmadı ını, ancak
babasının dönemindeki fetihleri peki tirdi ini söyler.
1. Selim ve Süleyman’ın büyük fetihleri için gerekli ko ullan, bu geli me dö-
nemi yaratmı tır. Bayezit, Osmanlı ordu ve donanmasını da modernle tirmi tir;
Selim’e ran’da smail'e ve Mısır Memlûklerine kar ı kesin zaferlerini kazandırtan
en önemli etmen, Osmanlı ordusunda kullanılan ate li silâhlardır5.
I. Selim (1512-1520), tahtta kendisine rakip olan karde lerini birer birer or-
tadan kaldırdı. ah smail'in Anadolu’daki kırk bin kadar yanda ını hapise attırdı
veya idam ettirdi, sonra da iî bir rafızî olarak suçladı ı smail’e saldırdı. smail,
Uzun Hasan’m yaptı ı gibi, Selim’e, Timur’u hatırlatarak yanıt verdi. Yavuz Se-
lim, smail'in ordusuna Do u Anadolu'da yeti ip 23 A ustos 1514'te Çaldıran’da
kesin bir zafer kazandı. Bu zafer kızılba tehlikesini geçici olarak yatı tırdı ve Se-
lim'in Erzurum’dan Diyarbakır’a kadar olan da lık bölgeyi Osmanlı mparatorlu-
uma katmasını sa ladı. Bu bölgenin yerel hanedanlan ve a iret reisleri, 1516-
1517 döneminde Osmanlı hâkimiyetini tanıdılar.
Anadolu artık do udan gelecek istilâlara kar ı güvenliydi, Azerbaycan, Kaf-
kaslar ve Ba dat yolları da Osmanlılara açılmı tı. Buna kar ılık, Anadolu'nun,
özellikle Do u Anadolu’nun Türkmen a iretleri, Safavî ordulannda asıl gücü olu -
turacaklan ran ve Azerbaycan’a toplu bir göç hareketi ba lattılar.
Selim’in ertesi yıl Dülkadir Beyli i’ni alması, Mısır Memlûkleriyle çatı mayı
kaçınılmaz kıldı. Mısır ve Suriye’yi iki buçuk yüzyıldır yöneten Türk ve Çerke
kölelerin olu turdu u Memlûk hükümdârlan, 1501'den beri Portekizlilerce Kızıl-
deniz'de saldınya u ramı lardı ve OsmanlIlardan deniz yardımı istiyorlardı.
Kızıldeniz'deki Portekiz saldınlanndan korkuya kapılmı bütün Arap dünya-
sı, umutlannı, dönemin büyük gâzî hükümdân, Osmanlı sultanına ba lamı lardı,
lslâmm Peygamberi Muhammed soyundan gelme Mekke erifi, 1516’da I. Se-
lim’e bir heyet göndermeyi önermi , Memlûk Sultanı al-Gavrî bunu önlemi ti. O
zamanlar Arap ülkelerinin Osmanlı yönetimini kabul etmeye hazır olduklan olası-
dır; nitekim Selim, Memlûklerin üzerine yürüdü ünde Araplara, kendilerini Mem-
lûk boyunduru undan kurtarmaya ve slâm dünyasını korumaya geldi ini ilân
etmi tir.
Selim, önce Halep’e yürüdü. Kentin valisi ve halk Osmanlılar tarafına geçti
ve 24 A ustos 1516’da da Selim Merc-i Dâbık’ta al-Gavrî’nin ordusunu yok etti.
Memlûk sultanı sava alanında dü tü. Selim, Halep ulu Camii’nde, Abbasî halife-

38
MPARATORLU UN PEK MES

si al-Mütevekkil’in huzurunda “Hâdimu'l haremeyn" (Mekke ve Medine Hadimi)


unvanını aldı. Memlûk sultanlannın unvanı “Hamiü'l haremeyn" (Mekke ve Me-
dine'nin Hâmisi) idi. Osmanlı ordusu, geri kalan Memlûk güçlerini yenerek am
ve Kudüs’ü de aldı.
Mısır'da kendini sultan ilân eden Tuman Bay OsmanlIlara teslim olmayı red-
detti. Selim, bunun üzerine, Mısır halkıyla köylüsünü ba ı layaca ını, sava ın
yalnızca Memlûklere kar ı oldu unu bildirerek, ordusuyla Sina Çölü’nü geçti. 22
Ocak 1517’de Reydaniye sava ında yenilen Tuman Bay direni i gerilla yöntemle-
riyle sürdürmek istedi ise de, yakalanıp idam edildi. Mekke erifi, kısa bir süre
sonra 17 Temmuz 1517’de, kutsal kentlerin anahtarlanm Selim'e gönderip itaati-
ni bildirdi. Suriye, Mısır ve Hicaz böylece Osmanlı egemenli ini tammı oldu. Se-
lim, aynı zamanda Yemen’in kimi bölgelerinde de hak iddia etmi tir. Halep'in es-
ki Memlûk valisi Hayra Bay'ı Mısır valisi atayan Selim, gemilere yüklenen büyük
ganimetlerle stanbul’a döndü.
Arap ülkelerinin, özellikle de Mekke ve Medine’nin Osmanlı lmparatorlu u’na
katılmalan, yeni bir ça ın ba langıç noktasıdır. mparatorluk artık bir sınır devleti
de il, bir slâm halifeli i idi; Osmanlı sultanlan da kendilerini artık yalnız sınırların
de il, bütün slâm dünyasının koruyuculan sayıyordu. Bu yeni devlet kavramının
politik ve ekonomik yararlan, Selim'den sonraki dönemde belli olmu tur.
Osmanlı yöneticilerinin bu yeni bilincinin sonuçlanndan biri, slâm din huku-
kunun devlet yönetiminde öne çıkanlmasıdır. Selim’in fetihlerinin önemli bir ba -
ka sonucu da, dünyanın en zengin ticaret yolunun bundan böyle Osmanlılann
denetimine geçmi olmasıydı. Osmanlı devlet geliri iki katına çıkmı , sarayın ihti-
yat hâzinesi dolup ta mı tı. I. Süleyman (1520-1566), dünya çapında fetih plan-
lannı bu kaynaklarla destekleyebilmi tir.

Notlar

1 Konstantiniye ku atması hakkında bkz. Steven Runciman, Konstantinopolis Dü tü, çev. Derin Tür-
kömer ( stanbul, 1999).
2 bkz. Franz Babinger, Mehmed der Eroberer und seine Zeit (Münih, 1953). s. 212-213.
3 Zorzi Dolfin, Assiedo epresa di Constantinopoli neU'anno 1453 (Münih, 1868). bölüm 20.
4 II. Mehmet için Babinger’e kar ı u ele tiriye bkz.: Halil nalcık, “Mehmed the Conqueror (1423-
1481), and His Time", Speculum, XXXV, 3(1960): 408-427.
5 II. Bayezit'in dı politikası konusunda bkz. Sidney Netıleton Fisher, The Forcign Poliçy o f Turkey.
1481-1512 (Urbana, 1948) ve Hanna Sohrweide, "Der Sieg der Safeviden in Persien und seine
Rückwirkung auf die Schiiten Anatoliens im 16. jahrhundert", Der Islam, XL1(1965): 195-223.

39
5. Bölüm

OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U


1526-1596

1596’ya kadar dünyada, Osmanlılan bir biçimde ilgilendirmeyen uluslarası


tek bir politik sorun olmamı tır.
1519’da Habsburglardan V. Kari ile Fransa Kralı I. François, Mukaddes
Roma-Cermen mparatorlu u tahtına adaydılar; ikisi de Avrupa'nın bütün güç-
lerini OsmanlIlara kar ı seferber etme sözü vermi ti. Alman Elektör prensleri V.
Karl'ı i e daha uygun buldular; seçimden kısa bir zaman sonra, 1521 martında,
bu iki Avrupa hükümdân birbiriyle sava a ba ladı. Avrupa'nın bölünmü olma-
sı Osmanlılara büyük yarar sa lıyordu. I. Süleyman, Orta Avrupa’nın kapısı
Belgrat'a yürümek için bu zamanı seçti. 29 A ustos 1521'de Belgrat dü tü; 21
Ocak 1522’de de Do u Akdeniz’in giri kapısı Rodos’u Aziz Yahya övalyele-
rinden aldı.
V. Kari, 1525'te François’yı Pavia’da tutsak alınca, Fransızlar son çare ola-
rak OsmanlIlardan yardım istediler. François, daha sonra Venedik elçisine Os-
manlı lmparatorlu u’nu, V. Karl’a kar ı Avrupa devletlerinin varlı ını güven altı-
na alabilecek tek güç olarak gördü ünü bildirmi tir. Osmanlılar da Fransa ile itti-
fakı, Avrupa’ya tek bir gücün hâkim olmasını önleyecek bir araç olarak görüyor-
du. I. François'nın elçisi 1526 ubatında sultana, François Karl’ın ko ullannı ka-
bul etmi olsaydı, Mukaddes Roma-Cermen imparatorunun "dünya hükümdân"
olaca ını söylemi ti.
Ertesi yıl Süleyman büyük bir orduyla Macaristan'a do ru ilerledi. 29 A us-
tos 1526'da Mohaç’ta kazanılan zafer ve Budin’in alını ı, Habsburglann merkezi
Viyana'yı tehdit ediyordu. Ancak Osmanlı ordusu, sadece Srem’i i gal ederek Ma-

40
OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U

caristan'dan çekildi; Macar Diet’i Jânos Zâpolyai’ı kral seçti. Tuna'nm ötesinde ve
bütünüyle yabancı bir ülkede do rudan do ruya Osmanlı yönetimini kurmak çok
güç ve pahalı görüldü ünden, Osmanlılar Macaristan’ı önceleri, Bo dan gibi, ha-
raçgüzar bir devlet yapmak istediler. Fakat Habsburgların Macar yanda lan
Pressburg'da toplanan bir Diet’te V. Karl’ın karde i Ar idük Ferdinand'ı Macaris-
tan kralı seçtiler; o da ertesi yıl Budin'i i gal edip Zâpolyai'ı sürdü. Süleyman Ma-
caristan’ı yeniden i gal etti ve 8 Eylül 1529’da Zâpolyai'a Osmanlı haraçgüzarı
olarak krallık tacı giydirdi. Zâpolyai yıllık bir haraç ödemeye razı oluyor ve kalede
bir yeniçeri garnizonu bulunmasını kabul ediyordu. Sefer mevsimi geçti i halde
Süleyman, Habsburg ba kenti Viyana’ya kadar ilerlemeye devam etti. Üç haftalık
bir ku atmadan sonra geri çekildi.
Ferdinand, 1531'de Macaristan’a yeniden girerek Budin’i ku attı. Ertesi yıl Sü-
leyman, buna kar ı, Macaristan’a büyük bir ordu ile girerek Karl'ı meydan sava ına
ça ırdı, fakat Vıyana’nın altmı mil yakınlarındaki Güns kalesi önünde oyalandı ın-
dan Viyana’yı ikinci defa ku atma ansını kaybetti. Karl'm amirali Andrea Doria,
Mora’da Koron’u OsmanlIlardan almı tı. Akdeniz’de ikinci bir cephe açması gerekti-
ini anlayan sultan, bütün Osmanlı deniz güçlerini ünlü Türk korsanı ve Cezayir Fa-
tihi Barbaros Hayrettin’in komutasına vererek onu Fransızlarla i birli i emriyle kapu-
dan-ı derya atadı. Fransızlar, 1531 ’den beri Sultan'ı talya’ya kar ı harekete geçirme-
ye çalı maktaydılar; imdi ise, resmî bir ittifak istiyorlardı. Bu ittifak 1536’da yapıldı.
Sultan Fransa'ya, dost bir ülke olarak imparatorluk içinde serbest ticaret izni vermeye
hazırdı1. Elçiler, ittifakın politik ve askerî aynntılannı sözlü olarak karara ba layıp
gizli tuttular. François’nın OsmanlIlarla ittifakı, rakibine batı Hıristiyanlık dünyasında
bol bol propaganda malzemesi sa lıyordu. Fransızlann ısran Süleyman'ı, V. Karl’a
ancak talya'da saldınrsa sava ı ba anlı bir sonuca götürebilece ine inandırmı tı.
Fransızlar, talya’nın kuzeyini Osmanlılar da güneyini i gal edecekti. Süleyman,
1537'de ordusunu Arnavutluk'ta Avlonya'ya getirdi ve Arnavutluk'taki Venedik li-
manlarını ve Fransız donanmasının da yardımıyla Korfu Adası’nı ku am. Ancak er-
tesi yıl Fransızlar Kari’la ban yaptılar. François, Osmanlı baskısından yararlanarak
Milano'yu almak istemi ti; ama imparator sözünden dönünce OsmanlIlarla olan "giz-
li" ittifak politikasına döndü.
Akdeniz’de Kari 1535’te Tunus'u aldı; fakat 1558’de Barbaros, Andrea Do-
ria komutasındaki haçlı donanmasını Preveze’de yenilgiye u ratarak Akdeniz'in
tartı masız hâkimi oldu.
François sultana 1540’ta bir kez daha yakla tı ı zaman, Karl’ın ban antla -
ması düzenlemeye gelen elçilerine sultan, Fransa’ya topraklan geri verilmedikçe
barı yapmayaca ını söyledi. Fransa’nın Milano'yu barı çı konu malarla elde
41
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

edemeyece ini anladı ı 1541-1544 döneminde OsmanlIlarla Fransızlar arasında


yakın i birli i gerçekle ecektir.
1541 'de Zâpolyai öldü; Ferdinand da Macaristan’ı yeniden istilâ etti. Süleyman,
bir kez daha ordusuyla Macaristan’a gelerek, bu kez ülkeyi bir beylerbeyi buyru un-
da, Osmanlı vilâyeti olarak do rudan do ruya Osmanlı yönetimine aldı. Zâpolyai’m
dul karısıyla çocu unu o zamanlar Osmanlı haraçgüzan bir ülke olan Erdel’e gönder-
di. Ferdinand, sultanın Macar tahtının vârisi olarak hak iddia etti i batıda ve kuzeyde
ince bir erit halindeki Macar arazisini 1526’dan beri elinde tutuyordu. Süleyman bu
bölgeyi fethetmek niyetiyle 1543’te Macaristan’a bir kez daha girdi; aynı zamanda
da François’ya yardım için Barbaros komutasında 110 kadırgalık bir filo gönderdi.
Fransız-Osmanlı filosu Nice’i ku attı, sonuç alamadı, Osmanlı filosu ertesi bahar ha-
rekâta devam etmek için kı ı Fransa’nın Toulon limanında geçirdi. Bunun kar ılı ın-
da küçük bir Fransız topçu birli i Macaristan'daki Osmanlı ordusuna katılmı tı. An-
cak, bu i birli i pek etkili olmu sayılamaz. ran’la bozulan ili kilerden dolayı Süley-
man batı cephesinde barı istiyordu. Ferdinand’la, bu kez Karl’ı da içine alan bir ate -
kes imzaladı. 1 A ustos 1547’de imzalanan ve Süleyman’ın Fransa’yı da taraf yap-
tı ı bu antla maya göre Ferdinand, zaten hâkim oldu u Macaristan’ın bir bölümünü,
yılda otuz bin dükalık bir haraç kar ılı ında elinde tutmaya devam edecekti.
Üç yıl sonra Ferdinand, Erdel’i denetimine almaya kalkınca Habsburglarla
sava yeniden ba ladı. Osmanlılar Ferdinand’ı geri püskürtüp, 1552 yılında Gü-
ney Erdel’de yeni Teme var Beylerbeyili ini kurdular.
Fransa’da, yeni kral II. Henri tahta çıkınca V. Karl’a kar ı sava ta Osmanlı it-
tifakının korunması gere ini anladı. Fransız ittifakı, Osmanlılann Avrupa politika-
sının temelta ı idi. Osmanlılar, V. Kari’a kar ı sava an Alman Protestan prensleri-
nin Schmalkalden ittifakını da do al bir müttefik olarak görüyorlardı. Fransa’nın
iste iyle Süleyman, Lüterci (Luther’ci) prenslere yakla arak, bir mektupta papa
ve imparatora kar ı Fransa ile i birli ini sürdürmelerini te vik etmi , ayrıca Os-
manlI ordulan Avrupa'ya girerse prenslere genel af çıkaraca ına ili kin güvence
vermi tir. Ara tırmalar, 1521 ile 1555 arasında Osmanlı baskısının Habsburglan
Protestanlara ödün vermeye zorladı ını ve Protestanlı ın sonunda resmen tanın-
masında bir etmen oldu unu göstermi tir2. Süleyman, Protestanlara yazdı ı mek-
tupta, putları yıkıp papaya kar ı çıktıkları için Protestanları Müslümanlara yakın
gördü ünü bildiriyordu. Katolikli e kar ı Lütercilerle Kalvencileri (Calvinist) des-
teklemek ve korumak Avrupa’da Osmanlı politikasının temelta larından biri ola-
caktı. Osmanlı politikasının amacı, Avrupa'da politik birli i önlemek, Habsburgla-
rı güçsüz dü ürm ek ve birle ik bir haçlı seferini engellemekti. Osmanlı korum a-
sındaki Macaristan, AvrupalIları "Kalventürkçülük"ten söz etmeye ba latacak ka-

42
OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U

dar etkin bir Kalvencilik kalesi olacaktı. 16. yüzyılın ikinci yarısında Kalvenci
Fransız bloku, Osmanlı ittifakının Katolik Ispanya'ya kar ı kullanılmasını da iste-
mi tir. Kalvencilerin Fransa’da Aziz Bartolomeos Günü kıyımlan, Osmanlı hükü-
metinin protestosuna neden oldu.
Martin Luther ve yanda lannın, Osmanlı tehlikesini Tann'nın bir cezalandır-
ması sayarak ba langıçta yansız bir tutum takındıklannı, ancak Türk tehlikesi Al-
m anya’yı tehdit etmeye ba layınca askerî ve malî yardımlarla Ferdinand'ı destek-
lemekte tereddüt etmediklerini, bunun kar ılı ında Lütercilik için her zaman ayrı-
calık elde ettiklerini de söylemeliyiz. Dolayısıyla, Osmanlılar yalnız Fransa’daki
gibi ulusal krallıklann de il, Avrupa’da Protestanlı ın da yerle mesinde önemli
bir etmen olmu tur.
V. Kari, Venedik örne ine uyarak, Safavîlerle diplomatik ili kiye girdi; böyle-
ce Süleyman, aynı zamanda hem Do u hem de Batıda sava mak zorunda kalma-
mak için, Safevîlerle çatı maktan kaçınıyordu. Ancak, sınır bölgesinde Bitlis’in
yerel beyi eref Han’ın 1533'te ran himayesine girmesi; aynı zamanda ahın
Ba dat valisinin OsmanlIlarla bir anla maya varması üzerine sava kaçınılmaz
oldu. Süleyman, Ferdinand ile bir ate kes imzalayarak ordusunun ba ında ran
üstüne yürüdü. Bu 1534-1535 seferinde Süleyman, Tebriz ve Ba dat’ı aldı ve
Azerbaycan ile Irak’ı ilhak etti, tpek üreten Geylân (Gilân) ve irvan bölgelerinin
yerel hanedanları da Osmanlı hâkimiyetini tanıdılar. Basra emiri 1538’de ba lılı-
ını bildirdi. Osmanlılar, Kızıldeniz’in yanı sıra Basra Körfezi’nin de egemenli ini
ele geçirmekle, Ortado u'dan Hindistan’a giden bütün yollan denetimleri altına
almı oldular. 1546'da Basra, Portekizlilere kar ı deniz seferleri için Süvey 'ten
sonra ikinci bir üs haline getirildi; ancak 1552’de bir Osmanlı seferi, Portekizlileri
Basra Körfezi’ni denetleyen Hürmüz adasından atmayı ba aramadı.
Osmanlılar Orta Avrupa'da sava ı yeniden ba latınca, tranlılar kar ı saldmya
geçtiler. Süleyman bunun üzerine, 1548’de ikinci kez ran üstüne yürüdü. Bu sa-
va aralıklı olarak yedi yıl sürdü. 29 Mayıs 1555’te imzalanan Amasya Antla -
ması'yla Ba dat OsmanlIlara bırakıldı.
Bu Osmanlı giri imleri, 16. yüzyıl ortalannda, Orta Asya ve Atlas Okyanu-
su'ndan Hint Okyanusu'na kadar uzanan kıtalararası bir alanda bulunan devlet-
ler arasında yeni ittifaklar yaratmı tır. Avrupa’nın güçler dengesi sistemi, bu yol-
la, büyük ölçüde geni lemi oluyordu,
16. yüzyıl ortalarında Rus Çarı IV. lvan, Ejderhan'a kadar Volga havzasını
i gal etmi , yalnız OsmanlIları de il, Orta Asya hanlıklannı da tehdit ediyordu.
Bunun üzerine OsmanlIlarla Özbekler birbirlerine daha da yakla tılar. ran yolun-
dan Ortado u ile temas kuramayan Orta Asya hanlıktan genellikle Hazar Denizi-
43
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

’ni kuzeyden geçip Kınm limanlanna giden yolu kullanırlardı. Bu yolun denetimi-
ni Ruslar ele geçirince Orta Asya hanlıkları, özellikle de Harzem hanı, bu hac ve
ticaret yolunu Rus denetiminden kurtarması için Osmanlı sultanından birçok kez
istekte bulundu.
Do u Avrupa’da 1530'lara kadar ikinci derecede bir güç olan Moskof Büyük
Knezli i’nin yayılı ını Osmanlılar, o zaman kuzeyde bir tehlike olarak görmemi -
ler, Kınm'da Osmanlı egemenli ini tehdit eden Jagellonlara kar ı Moskova ve Kı-
nm Hanlı ı arasındaki ittifaka destek bile vermi lerdi. 1497’de MoskovalIlara Os-
manlı mparatorlu umda ticaret özgürlü ü de verildi. Fakat, 1530'larda Moskof
Büyük Knezi ile Kırım hanı, Altınordu’nun Volga havzasındaki eski topraklarını
ele geçirmek için sava a girdikleri zaman han, Osmanlılan tehlike hakkında uyar-
maya ba ladı. Osmanlılar, Rus yayılmasının Karadeniz havzası ve Kafkaslar'daki
konumlannı tehdit etti ini ancak 16. yüzyıl ortalannda anlamaya ba ladılar. IV.
tvan, 1547'de Çar (imparator) unvanını aldıktan sonra, 1552’de Kazan, 1554-
1556’da da Ejderhan olmak üzere, Volga havzasının Müslüman hanlıklannı i gal
ve ilhak etmi , Kuzey Kafkaslar'da Terek Irma ı’na kadar ilerleyerek Rus impara-
torlu unun temellerini atmı bulunuyordu. Çar, bölgede Nogaylar ve Çerkesler
arasında müttefikler de bulmu tu. Batı'da ise, Bo dan Voyvodası Petru Rare
Moskova'dan 1543’te himaye istemi ti. Bir de, Osmanlılann Azak kalesini ele ge-
çirmeye kalkı an Kazak ba bu u Dimitra vardı. Bu ba anlardan sonra, Rus Çar-
lı ı, Do u Avrupa’da birinci sınıf bir güç olarak Altınordu’nun yerine geçmi , etki-
sini Kafkaslar ve Karadeniz yöresindeki Osmanlı topraklanna kadar yaymı tır.
Osmanlılar dikkatlerini kuzeye, ancak 1566’dan sonra, Habsburglarla sava
kaçınılmaz olmaktan çıktı ı zaman çevirebildiler. Ordu ve donanmayı Don Irma ı
boyunca kuzeye çıkarma, sonra bu ırma ın Volga’ya en yakın aktı ı yerde iki ır-
mak arasında bir kanal kazarak donanmayı Volga boyunca Ejderhan’a indirmek gi-
bi görülmemi bir plan geli tirdiler. Ordu ve donanma Ruslan Ejderhan’dan çıkar-
mak için i birli i yapacak, sonra da donanma Hazar Denizi’ne girerek ran’da Os-
manlı ordusuna yardım edecekti. Plan, bu bakımdan, Ruslan Volga havzasından
sürme ve ran'ı geriden ku atma amacı güdüyordu. Bu ortak tehlike iki gücü birle -
tirdi. Çar, 1568 kı ında ran’a elçi göndererek OsmanlIlara kar ı ittifak öneriyor, ay-
nı anda Papa XIII. Gregorio da OsmanlIlara kar ı yapılacak bir haçlı seferi planına
Çar ve ah’ı da katıyordu. 1569’da Osmanlılann kanal kazma ve Ejderhan’ı ku at-
ma giri imleri ba ansızlıkla sonuçlandı. Planı vezir-i âzam Sokollu Mehmet Pa a ge-
li tirmi ti; rakipleri ise imparatorlu un kuzeyde güç ve pahalı bir sava sürdürmek-
tense, güçlerini Akdeniz’de yo unla tırmasını öneriyordu. Çar ise, Osmanlılara açık-
ça meydan okuma umudunun imdilik ba anlı olmadı ını biliyordu.

44
OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U

Çar, Volga havzasındaki konumunu korumak için sultana kar ı ban çı hatta
dostça bir tutum takındı. Sultan, Kazan’la Ejderhan'ı Ruslara bırakıyor, ancak Kı-
nm Hanlı ı, Çerkez illeri ve Kafkaslar üzerinde Osmanlı egemenli i iddiasını sür-
dürüyordu. Sultan, Ruslardan bu alanlardan çekilmelerini ve Otta Asya-Kınm yo-
lunu açık tutmalarını istedi. Ancak Osmanlılar, tam bu sırada Venedik ile Akde-
niz'de sava a tutu tu undan bu politikayı tutarlı ve güçlü bir biçimde izleyemedi-
ler; 1570’te Kıbrıs’ı aldılarsa da, 1571'de lnebahtı’da (Lepanto) ezici bir yenilgiye
u radılar.
Papa, Rusya’yı Avusturya ve Polonya ile birle erek Türklere saldırmaya te -
vik ettiyse de, çar ban ı bozmadı; Volga havzasında yerle tikten sonra oyalama
politikasını benimsedi. Kuzey Kafkaslar'da yaptırdı ı kaleleri de hiçbir zaman bo-
altmadı.
Osmanlı yönetimi Rusya’ya kar ı mücadeleyi, iki ba ımlı devlete, Kınm hanı
ile Erdel voyvodasına bıraktı. Çar, 1572'de Polonya krallı ına aday oldu unda,
Osmanlılar önce Fransız Valois hanedanından Henri’yi, sonra da Osmanlı haraç-
güzarı olan Erdel Voyvodası Istvân Bâthori’yi desteklediler. Moskova’ya kar ı
amansız bir sava ba latarak çann batıda fethetti i bütün yerleri alan Istvân'ı Po-
lonya tahtına çıkarmayı ba ardılar.

Notlar

1 1. Selim, 1517’de Mısır'dayken, Memlûklerin vermi oldu u kapitülasyonlan yeniledi ini Fransız ve
Katalan konsoloslarına bildirmi ti. 1. Süleyman da tahta geçti inde bunları yenilemi tir. Ancak Sul-
tan, I. François'mn 1536'da yolladı ı elçi J. de La Forest ile brahim Pa a'mn üzerinde anla uklan
kapitülasyonlan onaylamadı ı için. “1536 kapitülasyonlan" diye bir ey yoktur. Fransızlara verilen
ilk Osmanlı kapitülasyonlan, 1569 tarihlidir; bkz. “Imtiyazat", Encyclopaedia o f slam, 2. baskı.
2 bkz. E. Benz, Vittenberg und Byzanz (Marburg, 1949); Stephen A. Fischer-Galaü, Ottoman Imperi-
alism and German Protestantism, 1521-1555 (Cambridge, MA. 1959) ve Kenneth M. Setton,
"Lutheranism and the Turkish Peril", Balkan Studies, III, 1(1962): 136-165.

45
6. Bölüm

OSMANLI MPARATORLU U’NUN GER LEMES

Kanunî Sultan Süleyman, bütün dünyayı kapsayan gücünü, Bender kalesin-


de 1538 tarihli bir yazıtta öyle dile getirmi tir:

Ben, Tann'nın kulu, bu dünyanın sultanıyım. Tann’nın inayetiyle ütn-


met-i Muhammed'in ba ındayım. Adına Mekke ve Medine’de hutbe okunan
Süleyman'ım ben. Ben, Ba dat’ta ah, Bizans diyarlannda kayser, Mısır'da
sultanım, donanmalarını Akdeniz, Ma rip ve Hind’e yollayan sultanım. Ma-
car taht ve tacını alan ve onlan bir kuluna ba ı layan sultan benim. Voyvo-
da Petru ba kaldırdı, ancak atımın ayakları onu toz eyledi; Bo dan'ı da fet-
hettim1.

Ancak Süleyman'ın son yıllarında uluslararası ko ullar Osmanlılar için elve-


ri siz hale geldi ve Süleyman’ın dünya hâkimiyeti giri imi belirleyici ilk ba ansız-
lıklarla tanı tı.
1559’da Cateau-Cambresis Barı ı, Avrupa’ya spanyol üstünlü ünü getirmi ,
Fransa iç sava a girmi oldu undan bu krallık Avrupa politikasında Osmanlılann
ba lıca müttefiki olmaktan çıkmı tı. 1565’te Malta ba arısızlı ı ve 1566’da Sü-
leym an'ın son Macaristan seferi, Osmanlılann Orta Avrupa ve Akdeniz’de ilerle-
melerinde bir duraklamanın ba langıcını simgeler.
1570-15 7 l ’de Kıbns’ın fethi Osmanlılann son büyük askerî ba ansıdır. Bu
çok iyi tahkim edilmi adanın alınması; Akdeniz’deki en güçlü Hıristiyan donan-
masının ileti im hatlarının kesilmesini, adaya büyük bir ordunun götürülüp orada
bakımının sa lanmasını gerektiriyordu. Kara ordusu ve donanmanın i birli i ile

46
OSMANLI MPARATORLU UNUN GER LEMES

kazanılan bu zafer, Osmanh silâhlannın en büyük ba ansıydi; fakat sefer sırasın-


da bir Hıristiyan ittifakının olu ması da, Osmanlılann büyük korkulannın gerçek-
le mesiydi. Don Juan komutasındaki güçlü müttefik donanması, Osmanlı donan-
masını 7 Ekim 1571'de, Akdeniz’de o zamana dek yapılmı en büyük deniz sa-
va ında yenilgiye u rattı. Sava a 438 tekne katılmı , OsmanlIlar iki yüz otuz ge-
miden iki yüzünü kaybetmi , iki yanın toplam kayıplan da elli dokuz bine var-
mı tı. Bütün Avrupa, bu büyük zaferi Türk tehlikesinin sonu olarak kutladı, Üç
yıllık bir ittifakla ba lı olan spanya, Venedik ve Papalık stanbul'a do rudan do -
ruya bir saldın bile dü ünür oldular. Fakat 1572’de Kıbns’a do ru yola çıktıkla-
rında bir mevsimde in a edilmi bir Osmanlı donanmasıyla kar ıla tılar. Kı bo-
yunca bütün Osmanlı tersaneleri, lnebahtı'da yitirilen gemileri yeniden yerlerine
koymak için dur durak bilmeden çalı mı tı. Bunu gören Venedik, 7 Mart 1573’te
OsmanlIlarla barı yaparak Kıbns üzerindeki bütün haklanndan vazgeçti ve bü-
yük bir sava tazminatı ödedi.
1578 - 1606 arasında OsmanlIlar Do u’da kanlılarla, Batı’da Orta Avru-
pa’da Habsburglarla bir dizi tüketici sava yaptılar. 1578 ve 1590 arasında ran
sava lannda Osmanlılar, Kafkaslar’dan Nihavend'e dek ran’ın bütün batı eyâlet-
lerini ilhak ettiler. 1588'de Osmanlılann Orta Asyalı müttefiki Özbek Hanı Abdul-
lah, Horasan’ı istilâ etti. Bu sava sırasında, Batı ran'da ordugâhını Derbend'de
kuran Osmanlı komutanı Osman Pa a, kuzey stepleri yoluyla Kınm’dan askerî
yardım almı , Hazar Denizi’nde de bir deniz gücü olu turma giri iminde bulun-
mu tur. Fakat ran'a Kırım’dan gönderilen takviyelere Ruslann Kuzey Kafkas-
lar’da saldınsı ve Rus-lran diplomatik ili kilerinin yinelenmesi Osmanlılan endi e-
lendirmi tir.
Osmanlılar, Habsburglann elinde kalan küçük bir Macar topra ını hep sulta-
na ait olarak görmü lerdi; 1590 ran barı ından sonra bu sorunu çözmeye karar
verdiler. Sınır olaylan iki imparatorlu u 1593'te sava a sürükledi. a ırtıcı olay-
larla dolu ve uzun süren bu sava , dünya ko ullannm ne denli OsmanlIlara kar ı
geli mi oldu unu gösterdi. Papa, AvusturyalIlar için do uda güçlü müttefikler
buldu. Bo dan, Eflâk ve haraçgüzar Erdel Voyvodası Osmanlılara kar ı isyan ede-
rek Avusturya yanında sava tılar; öte yandan kara ve denizden geni bir cephe
boyunca Dinyeper Kazakları da saldırıyordu. Osmanlılar büyük çaba gösterdiler
ve sultan III. Mehmet’in ki isel komutasındaki ordulan, 23-25 Ekim 1596'da Ha-
çova’da büyük bir zafer kazandı, Fakat bunun hiçbir kalıcı sonucu olmadı. mpa-
ratorun güçleri saldınyı sürdürerek gelip Budin’i ku attı.
ran ahı Büyük Abbas, 1599'da Avrupa’ya elçiler göndererek Osmanlılara
kar ı ekonomik ve askerî görü meler ba lattı. mparator, elçi heyetini Viyana'da
47
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

çok sıcak kar ıladı. Onlara, do uda Rus ve Gürcülerle Osmanlı kar ıtı bir ittifak
kurmak istedi ini ve Avrupa’nın Hıristiyan krallannı kutsal bir haçlı ordusunda
birle tirmeye çalı tı ını bildirdi. ah, Osmanlılara öykünerek, ordusuna ate li si-
lâhlarla donatılı yeni kul birlikleri kattı. 1603’te hücuma geçti. Osmanlılar, impa-
ratorlu u iç karı ıklıkların sarstı ı bir zamanda, do u ve batı cephelerinde aynı
anda sava mak zorunda idiler. ah Abbas, Osmanlı birliklerini Azerbaycan ve
Kafkaslar'dan Anadolu içlerine sürdü. Osmanlı hükümeti bu durumda Habsburg-
larla ban yapabildi i için kendini talihli sayıyor ve 1606 Zsitvatorok Antla ma-
sı'yla Habsburglann elinde olan Macar toprakları üzerindeki bütün haklanndan
vazgeçiyordu. Habsburglar yıllık otuz bin dükalık haracı artık ödemeyecekti. Sa-
va Osmanlılara kendi askerî zayıflıklarını göstermi ve 1595’ten sonra birkaç
kez ban istemek zorunda bırakmı tır.
Bu dönemde Osmanlı Imparatorlu u’nu büyük sıkıntıya sokan karı ıklık
ve huzursuzlu un temel nedeni, ran ve Avusturya sava lannın getirdi i yük-
tür. nebahtı'dan sonra Osmanlılar, Akdeniz’de üstünlüklerini de koruyamadı-
lar. Avrupa’da, spanya Kralı II. Felipe konumunu sa lamla tırmı tı. Fransa’da,
OsmanlIları destekleyen Kalvencileri Aziz Bartolomeos kıyımı yok etmi ti, Is-
panyollar, Hollanda’da isyancılara kar ı sava larını iddetlendirmi , tngilizlere
kar ı baskılannı arttınyorlardı. Felipe, 1580'de Portekiz Krallı ı’nı ve sömürge-
lerini ilhak etti. Osmanlı Sultanı, 1578’de imparatorlu un bütün kaynaklarını
ran'a kar ı toparlamak için gerekli bir adım atarak spanya ile ate kes yapıyor,
öbür yandan HollandalIlara Felipe’ye kar ı yüreklendirici mektuplar gönderiyor,
1580’de kapitülasyonlar vererek ngilizlerle dostça ili kiler kuruyor ve Portekiz
Krallı ı'nı canlandırma çabalanna ilgi gösteriyordu. spanyol armadasının ngil-
tere’ye kar ı 1588’de bozguna u ramasının Akdeniz'de önemli sonuçlan oldu.
Osmanlı mparatorlu umun büyük rakibi spanya, gücünün dü mesi nedeniyle,
Akdeniz’de artık büyük giri imler üstlenemeyecekti. Ancak, bundan yararlanan
Osmanlılar olmadı.
Osmanlılar, Akdeniz'deki üstünlüklerinin kaybıyla, Kuzey Afrika eyâletleri-
nin denetimini de yitirdiler. Trablusgarp, Tunus ve Cezayir deniz güçleri artık sul-
tanın donanmasının düzenli bir parçası olmayıp, kendi önceliklerine göre davra-
nan korsan yuvalanna dönü mü tü, lnebahtı yenilgisi, Do u Akdeniz'de artan
Hıristiyan korsan etkinli inin de habercisi olmu tur. 1570’ten sonra Malta öval-
yeleri ile Aziz Stefan askerî tarikatı, Do u Akdeniz’deki Osmanlı deniz trafi ini
ciddî olarak tehdide ba lamı tı. Çok geçmeden ngiliz ve HollandalI korsanlar da
onlara katılarak yalnız Ispanyol de il, Osmanlı gemilerine de saldırmaya ba ladı-
lar. Osmanlı hükümeti Mısır ve Suriye ile olan önemli ileti im yollarını güçlükle
OSMANLI MPARATORLU U’NUN GER LEMES

açık tutabiliyordu. 17. yüzyıl ba larında Mısır’da yerel Memlûklerin etkileri artı-
yor, Osmanlı yönetimi zaafa dü üyor, Lübnan’da ise Emir Fahreddin ba ımsız bir
hükümdâr gibi davranmaya ba lıyordu. Bütün bunlar merkezî hükümetin, uzak
eyâletler üstündeki denetimini kaybetmekte oldu unu gösteriyordu.
Osmanlı donanmasının Karadeniz’de Kazaklara etkili bir biçimde kar ı koya-
maması da, gerilemenin daha az kaygı verici bir göstergesi de ildi. Dinyeper'den
küçük teknelerden olu an fılolanyla inen Kazaklar, 1590’lardan sonra Karadeniz
kıyılanna baskınlannı yo unla tırdılar. Gittikçe artan bir cüretle 1614'te Sinop’u,
1625’te de Bo aziçi'nde Yeniköy’ü yaktılar. 1637 ile 1642 arasında bir süre
Azak’ı bile ellerinde tuttular. Osmanlı ekonomisinin ya am daman Karadeniz’de
güvenlik kalmamı tı, Osmanlı ticareti ve limanlan da çökmeye ba lamı tı.
Osmanlı deniz gücünün zayıflamasının birkaç nedeni vardır, lnebahtı Sava ı
sırasında Osmanlı donanması hâlâ, dü manın güçlü borda atı lan yapan büyük
yelkenli gemilerine kar ı etkisiz kadırgalardan olu uyordu. Özellikle, 16. yüzyılın
sonlanna do ru HollandalIlar ve Ingilizlerin gelmeleriyle Akdeniz’e bu tür gemiler
hükmedecekti. 1607'de Sir Thomas Sherley, bir ngiliz sava gemisinin on Türk
kadırgasını yenebilece ine dikkat çekmi tir. Osmanlı donanması yeni gemileri an-
cak çok geç ve büyük güçlüklerle edinebildi. Ba ka bir önemli etmen de, Hıristi-
yan Akdeniz devletlerinin birle ik donanmalannın kar ısına çıkacak kadar güçlü
bir Osmanlı donanmasının donatım ve bakımının güçlü ü idi. Aynca, donanmaya
malî destek sa lamak için salınan ola anüstü vergiler ülkede geni çapta ho nut-
suzluk ve huzursuzluk yaratmı , nebahtı'dan sonra eyâlet askerî güçleri deniz
sava lanna katılmaktan kaçınmak için ellerinden gelen her eyi yapmı lardı. m-
paratorlu un, maddî olanaklannı yitirmi oldu u bir gerçekti.
Osmanlılar, 16. yüzyıl boyunca Hint Okyanusu'nda Portekizlilerle sava arak
Hindistan’la Ortado u arasındaki ticaretin denetimini ele geçirmelerini önlediler.
Osmanlılar, Hint Okyanusu’nda 1580’den sonra Portekiz’in yeni hükümdân s-
panya kralının güçleriyle kar ıla ıyordu. II. Felipe, Hint Okyanusu’ndaki ticaret
yollarını keserek OsmanlIlara öldürücü bir darbe indirebilece i kanısındaydı. Os-
manlIlar da, Portekiz kralının 1578 Alcazar sava ında ba ına gelen felaketten ya-
rarlanmaya kalktılar; küçük bir Osmanlı filosu Süvey 'ten yelken açarak Do u
Afrika kıyısındaki Portekiz kalelerini birer birer ele geçirdi. 1585'te Mombasa Os-
manlı hâkimiyetini tanıdı. Ancak bu Osmanlı ba anlan çok sürmedi.
spanyol ve Portekizliler, güçlü bir donanma göndererek, Osmanlılan tanıyan
yerel ba bu lan cezalandırdılar; üstün bir Portekiz gücü ve yerel bir zenci saldm-
sıyla kar ıla an Osmanlı amirali teslim olmak zorunda kaldı. Afrika projesi ba an-
sızlıkla son bulmu tu. Çok geçmedi, Akdeniz gibi Hint Okyanusu’nu da daha üs-
49
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

tün gemileriyle HollandalIlarla lngilizler denetlemeye ba ladılar; Osmanlılar da,


kendilerinden önceki Portekizli ve tspanyollar gibi bu denizden sürüldüler.
1613'te Kızıldeniz'de bile HollandalI ve ngiliz korsanlar faaliyette idi.
16. yüzyılın sonlanna do ru lngilizler biber ve di er baharatlan, hâlâ Kahi-
re’den satın alıyordu; fakat 1600'de East ndia Company'nin kurulmasıyla do ru-
dan do ruya Hindistan'dan almayı tercih etmeye ba ladılar. Osmanlı limanlann-
da alman gümrük vergileri ve kara yolundaki büyük masraflar, biber fıyatlannın
Ortado u limanlannda üç kat daha yüksek olması sonucunu verdi2. Osmanlı ta-
rihçisi Âlî, Hindistan'dan Kızıldeniz’e bir yılda gelen gemi sayısının yirmiden üç
ya da dörde dü ü ünü öncelikle gümrük memurlarının açgözlülü üne yorar. Ingi-
lizler, 1614'ten sonra, Cava ya da Sumatra’dan getirdikleri biberi do rudan do -
ruya Osmanlı limanlarında satm aya ba ladılar. ngiliz gemileri, 1618 ’de Ye-
men’de Moka'ya Hint ürünleri getirmeye ba ladı; kahve ticareti önem kazanınca
da orada bir ticaret üssü kurdular. En sonunda Hint baharat ticareti Ortado u’yu
tümüyle terk etti. Deniz üstünlü ünün yitirilmesi, Osmanlı ekonomik çöküntü-
sünde, böylesine önemli bir etmen olmu tur.
Aynı dönemde ran ipe inin Avrupa’ya ihracı için yeni yollar aranması, Os-
manlı ekonomisi için bir ba ka tehdit olu turdu. Küçük Asya, ran ipe i ve Avrupa
yünlüleri için ba lıca geçi yoluydu. 16. yüzyılın sonlanna kadar ngiliz kuma lan,
Orta Asya'ya Anadolu’dan geçerek gönderilirdi. Yalnız bu transit ticaretinin Osman-
lı hâzinesine, yılda 300.000 dükalık gümrük geliri sa ladı ı hesaplanmı tır.
ah Abbas, 1603’te Osmanlılara saldırdı ı zaman Osmanlı mparatorlu u'na
ipek satı ını yasaklamı , ülkesinde bu ticaretten sa lanan altın ve gümü kıtlı ını
önlemek için de ipe i, Hint Okyanusu yoluyla Avrupa'ya do rudan do ruya sat-
maya kalkı mı tı. 1603'te Lizbon’a giden bir ran elçi heyeti yanında iki yüz bal-
ya ipek ta ıyor ve denizden gönderildi inde ipe in çok daha ucuz olaca ını kanıt-
lamaya çalı ıyordu. ah tarafından 1617'de yalnız ngiltere ikna edilebilmi ti; iki
yıl sonra Hint Okyanusu yoluyla gönderilen ilk ran ipe i ngiltere’ye ula tı3.
Bir ipek ticareti merkezi olarak Osmanlı pazarlannın bütünüyle bırakılmasını,
Osmanlı mparatorlu u ile ran arasındaki sava ın 1617'de sona ermesi ve tngi-
lizlerin gümü ya da altınla ödemek yerine ipe i yünlüyle takas etmekte srar et-
meleri önlemi tir. Gene de Ingiltere ve Hollanda arasındaki ticaretle Basra Körfe-
zi’ndeki Bender-Abbas limanı hızla geli ti. Hindistan ticaretinin, Hollanda ve n-
giltere’nin hüküm sürdü ü Atlas Okyanusu yoluna kayması gibi Avrupa ve Orta
Asya arasındaki ticaret yolu da Rus denetimine girdi. Politik ve ekonomik olarak
Osmanlı imparatorlu u, artık Küçük Asya, Balkanlar ve Arap ülkeleriyle sınırlı,
bölgesel bir imparatorluk durumuna dü mü olup sınırlarını bu alan içinde bile

50
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES

güçlükle savunabiliyordu. Akdeniz’de, Kızıldeniz’de ve Karadeniz’de, Hıristiyan


dünyası Osmanlı ülkelerinin ya am damarlarına her yerde saldırıyordu. Bütün
bunlara kar ın Osmanlı gerilemesinin ba nedeni gene de içeridedir.
Osmanlı devlet ve toplumu, 1580'lere dek, kendi sistem ve ülküleri içinde
uyumlu ve dengeli görünüyordu. Toplum de i imle de il, düzeni korumakla var olu-
yordu. mparatorlu un yönetici, yani askerî ve ulemâ sınıflannın güvenli, sürekli ve
yeterli gelirleri vardı. Bunlann lüks e ya tüketimi artıyordu. Yalnız sultan ve vezirler
de il, daha az zengin olan ki iler bile büyük mimarî yapılar ısmarlıyor, vakıflar ku-
ruyorlardı. Yetmi yıl süreyle gümü akçe ile altın para arasındaki oranı koruyabil-
mi olmak, ekonomik ve toplumsal istikrann bir göstergesidir. Nitekim, 1510’da bir
altın 54, 1580’de ise 60 akçe de erinde idi. Hükümet hizmetindeki binlerce saraylı,
asker, müderris, kadı ve bürokrat açık bir terfi sistemi içinde düzenli maa ya da tı-
mar geliri alıyordu. Üretici sınıf, ne gibi vergiler ödenece ini tamı tamına biliyor ve
etkin merkezî yetkililer, yerel yolsuzluklara kar ı oldukça etkin bir koruma sa lıyor-
lardı. Her sınıfin üyeleri uzun yıllardır divân defterlerine kaydedilmi ti ve devletin
elinde bu sınıf yapısını çok sıkı denetleyecek güç vardı. mparatorluk, temel ihtiyaç
maddeleri bakımından da kendine yeterliydi ve ba lıca ithalat, Avrupa yünlüleri,
Hint dokumaları, Rus kürkleri ve ran ipe i gibi lüks e yaydı. mparatorluk yönetici-
leri, dünyayı fethedebileceklerine inanıyor, yabancılann gözlerini kama tıran bir ih-
ti am ortasında sonsuza dek sürecek bir imparatorluktan bahsediyorlardı.
Buna kar ın, yirmi-otuz yıl sonra bütün bu göz kama tmcı yapı, temellerin-
den sarsılacaktır. Ke meke ve karga a ortasında, geçim ve geleceklerinden kay-
gılı aynı yöneticiler, sultanın yetkisine kar ı çıkmaya, hukuku göz ardı etmeye,
devlet hâzinesini soyup savunmasız halkın malım talan etmeye ba lamı tı. id-
det, vurgunculuk, rü vet ve daha ba ka yolsuzluklar yaygınla ırken iç kan ıklık-
lar artıyordu. Felâket tellâllan imparatorlu un yıkılaca ı tahmininde idiler. Döne-
min tarih yazan Selânikî, yayılmakta olan anar iden öyle bahseder:

Reâyâ padi ahın buyruklarına artık itaat etmiyor, askerler sultana kar-
ı geliyordu. Yetkililer hiç saygı görmüyor ve sözlerin de il yumruklann he-
defi oluyordu. Herkes keyfince hareket ediyordu. Istibdad ve adaletsizlik ar-
tarken eyâletlerdeki halk stanbul’a akın etmeye ba ladı. Eski düzen ve
uyum yok oldu. Bunlar yıkılınca arkadan felâketin gelece i kesindir.

Kıyametin, hicretin bininci yıldönümüne (1591-1592) gelece i kehanetinde


bulunanlar, korkulannın haklı oldu una inanıyordu. Fakat modem tarihçinin, ne-
denleri ba ka yerde araması gerekir.
51
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Nedenlerin biri nüfus artı ıydı. Ar iv ara tırmalan, 16. yüzyılda Osmanlı m-
paratorlu u nüfusunun köylerde yüzde 40, kentlerde yüzde 80 arttı ını göster-
mi tir4. Hükümet, binlerce topraksız ve i siz Anadolu köylüsünü, 1570’ten sonra
Kıbrıs’a gönderdi i zaman nüfus fazlasının farkındaydı. 16. yüzyılın ikinci yan-
sındaki devlet kayıtlannda, “levent" ya da “gurbet taifesi" diye bilinen topraksız
ve i siz gençlerden gittikçe daha sık söz edilir. Yeni fetih alanlanna gönderileme-
yen leventlerin artan sayısıyla Anadolu’daki e kıyalık artı ı arasında açık bir ili -
ki vardır.
Klâsik dönem Osmanlı lmparatorlu u’nun iki temel kurumu, kul ve tımar
sistemleriydi. Bunlar, devletin askerî ve politik düzenini, vergi sistemini ve toprak
kullanma biçimlerini tanımlayarak, devletin bütün toplumsal ve politik yapısını
belirliyordu. 16. yüzyılın sonuna do ru bu kurumlar hızla bozulmaya ba ladı.
Dönemin Osmanlı yorumculan da, bu çözülü ü imparatorlu un gerilemesinin te-
mel nedeni olarak görürler. Yöneticiler, klâsik dönemde Hükümet ve askerlik hiz-
metlerini yalnız sultanın kullannın yapması gerekti i görü ündeydiler. 1575’ten
ba layarak reâyâ, yani vergi ödeyen uyruklar, bunlann arasına sızıp ayncalıklan-
nı payla maya ba ladılar ve bu ekilde saray ve devlet sistemine girmi oldular.
Kul sisteminin temeli böylece tahrip edilmi oldu. Ça da gözlemciler de bunun
itaat ve disiplindeki çökü ün nedeni oldu una inanırlar. Sultanın iktidan sarsılı-
yor, reâyâ da kılıcı sabana ye tuttu undan tanm bırakılıyor, vergi geliri azalıyor-
du.
Tımar sistemi de bozuluyordu. Birçok tımar saraylılann eline geçmi ve özel
mülk ya da vakfa dönü türülmü , toplam tımar sayısı azalmı , di erleri de rü vet
kar ılı ında reâyâya verilmi ti. Sonuçta, imparatorluk ordusunun belkemi i olan
tımarlı sipahi sayısı azalmı tı. Kalanlar ise Avrupalı ate li silâhla donanmı asker
kar ısında sava a yaramıyordu.
Çökü nedenlerini arayan Osmanlı yazarlan, eski Osmanlı kurumlanmn bo-
zuldu unu, “tagayyür ve fesadı” anlamı lardır; fakat bu bozulmayı sultanın ikti-
dannın azalması ve parçalanmasına yorarlar. Sultanın mutlak iktidannı, önceleri
yalnız vezir-i âzamin temsil etti ini, fakat zayıf sultanlann iktidarlannı sorumsuz
ki ilere verdiklerini, devlet yönetiminin birli ini böylece yitirdi ini iddia ederler.
Belli ki iler, sultanın iktidannı ki isel amaçlan için kullanmaya ba lamı , rü vet
ve yolsuzluk korkunç artmı tı. Ayrıca Osmanlı yazarlan, rü veti devlet örgüt ve
yönetiminin bozulmasındaki temel nedenlerinden biri olarak görürler.
Bu yazarlann ço u, çökü ün çözümünü yaparken, devleti hükümdânn mut-
lak iktidanyla özde gören geleneksel Ortado u devlet ve toplum kavramlanndan
yola çıkar ve bu iktidarın bütünlü ünü ve mutlak olma gere ini savunurlar.

52
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES

Önerdikleri çareler de bu kavramın ötesine gitmez. Zaten alınan önlemler de, iste-
nenin kar ıtı sonuçlar do uruyordu. De i en ko ullan görmezden gelip “eski yasa
ve kurallann”, yani klâsik Osmanlı kurumlannın diriltilmesinin çürümeyi durdu-
raca ı savmdaydılar. Bu görü ün yanlı oldu u, 17. yüzyıl ortalanna dek anla ı-
lamamı tır. bn Haldun'un determinist tarih görü ünden etkilenmi olan bu döne-
min siyasî dü üncesi, gerilemenin ancak uzatılabilir oldu unu, bütünüyle durdu-
rulamayaca mı ileri sürüyordu.
16. yüzyıl Osmanlı yazarlan ile modem tarihçilerin imparatorlukta temel de-
i ikleri aynı nedenlere dayandırması beklenemez. e, tımar sisteminin bozulma
nedenlerini çözümleyerek ba lamalıyız.
Yay ve ok, mızrak kılıç ve kalkan gibi geleneksel ortaça silâhlanyla donatılı
tımarlı sipahî, ate li silâhlarla donanmı Avusturya ve Alman piyadesiyle kar ı-
la tmldı ında geri kalmı bir ortaça askeriydi. Bu atlı ordusu kendini ortaça ge-
lene inde gerçek bir askerî sınıf sanıyor ve ate li silâh kullanmayı mertlik anla-
yı lanna yakı tıramıyordu. Bundan dolayı Osmanlı hükümeti Alman piyadesiyle
rekabet edebilecek bir ordu olu turmak için ba ka yollar aramı tır. I. Süleyman
zamanından beri ate li silâhlarla donanmı yeniçeri sayısı sürekli arttınlmı tır.
Süleyman döneminde on altı bin olan yeniçerilerin sayısı 1609’da otuz yedi bine
ula mı tı. Buna kar ılık, Süleyman döneminde en az seksen yedi bin olan sipahi-
lerin sayısı, 1609’da kırk be bine inmi ti. Koçi Bey, 1630’da sadece sekiz bin
dolaylannda sipahî kaldı ını yazar.
Kapıkulu ordusu büyüdü ünden, Türkler de yeniçerili e kabul edilerek dev-
irme sistemini bozan bir uygulamaya geçiliyordu. Osmanlı hükümeti ate li silâh
kullanmasını bilen Anadolulu gençleri paralı asker olarak tutmaya ba lamı tı.
Ate li silâhlarla donanımlı, “sanca" ve “sekban" diye bilinen bu atlı ve yaya as-
kerler, genellikle yurtlanndan aynlmı , topraksız genç köylülerden olu uyordu.
Osmanlı mparatorlu u reâyâsı, 16. yüzyıl sonuna do ru ate li silâh yapma-
ya ve kullanmaya ba lamı tı; hükümet de Anadolulu bu keskin ni ancılan, genel-
likle sultanın kullan buyru u altında, yüz ki ilik sekban ve sanca bölükleri halin-
de örgütleyerek Orta Avrupa sava alanlannda kullanmaya ba ladı. 1590'dan
sonra bunlar, Osmanlı ordusunun en etkili birimleri olacaktı. Eyâlet valileri de
bunlan kendi hizmetlerinde kullanmaya ba ladılar. Bunun bir sonucu da eyâlet-
lerdeki eski askerî örgütlerin ihmal edilmesi oldu. Artık sipahî ordusu, ço unlukla,
yol ve kale yapımında kullanılıyordu. Yaya, voynuk ve müsellem gibi öteki eski
örgütler ya kaldınlmı ya da ba ka görevlere verilmi ti. Bir vakitler imparatorluk-
ta çok önemli yeri olan klâsik askerî örgütlerdeki bu de i ikliklerin, politik, eko-
nomik ve toplumsal ya am üzerinde derin bir etkisi oluyordu. Biz, burada, bu çok
53
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

kan ık de i ikliklerin ancak genel bir özetini verebiliriz. Önce, devlet mâliyesinin
ve tımar sisteminin temeli olan toprak kullanım ve vergi salma biçimlerindeki de-
i iklikleri inceleyece iz.
Y eniçerilerin aylıklarıyla sekbanların günlüklerini ödem ek için devlet,
merkezî hâzinede durmaksızın ço alan miktarda para biriktirmek zorundaydı.
Bunları kar ılamak için tımar olarak aynlmı kimi topraklar do rudan do ruya
hazine denetimine alınmı ve gelirlerini toplama hakkı mültezimlere verilmi ti;
ancak kimileri, hileli yollardan, saray ve devlet memurlarının ellerine geçmi ,
ötekilerse vakfa döndürülm ü , gelirleri de devlet için yok olm u tu. Vergiyle
to planan para m iktarı yetersizdi; dolayısıyla hazine kendini sürekli bir açık
kar ısında buluyordu. 1580’lerde gümü akçenin de er yitirmesi, daha sonra
da dola ım da sahte ve güm ü içeri i eksik sikkelerin artm ası, malî bunalımı
daha da a ırla tırdı.
16. yüzyıl ortalarında Avrupa pazannı Meksika gümü ü istilâ ederek çok bü-
yük fiyat artı lanna neden olmu tu; aynı durum 1580’lerde altının gümü e oran-
la daha ucuz oldu u Osmanlı m paratorlu u’nda yinelendi. Do u’daki görece
ucuz altın fiyatlan, Avrupa gümü ünün imparatorlu a ihracım öylesine arttırdı ki
1584’te “Türkiye'ye giden ba lıca ticaret metalanndan birinin sandıklar dolusu
gönderilen spanyol reah oldu u” kayıtlara geçmi tir5. Osmanlı pazan Avrupa
gümü sikkelerinin akınına u radı, fiyatlar da kısa bir zamanda iki katına çıktı.
Tımarlı sipahîler, kapıkullan gibi topluluklar ya da vakıf gelirleriyle ya ayanlar,
birdenbire yoksulla tılar. Sipahîler çok masraflı bulduklan uzun seferlere gitmek-
tense tımarlannı bırakıyor, ba kentteki yeniçeriler de gittikçe daha sık ba kaldın-
yordu. Devlet görevlileri, asker ve kadılar arasında rü vet ve haksız mal mülk
edinme artıyordu. Devlet korkunç bir hızla yükselen hazine masraflarını, akçeyi
ta i edip de erden dü ürerek kar ılamaya çalı ıyor, ancak bu yetersiz önlemler
durumu kötüle tirmekten ba ka bir i e yaramıyordu.
H âzinenin yıllık geliri, 15 34’te be m ilyon altın dükaya ula mı tı; fakat
1591 'e gelindikte, verginin ço u akçe olarak salındı ı için, gerçek de eri yan ya-
rıya dü m ü tü. Paranın de er yitirmesi ile sahte para ve karaborsacılıkta bir ço-
alma, faiz hadleri, tefecilik ve vurgunculukta a ın bir artı ba gösterdi. 1593’te
Avusturya ile sava a girilmesiyle durum daha da kötüle ti. Bu sefer, kısmen is-
yancı yeniçerileri sefere göndererek ba kenti onlardan kurtarma amacıyla açılmı
bir sava tı. Ancak sava beklenenden çok daha uzun sürdü; ordu ve deniz güçle-
rinin masrafları devlet bütçesinde büyük ve kalıcı bir açık yarattı. Hükümet gele-
neksel vergileri, örne in cizyeyi, reâyâ arasında ho nutsuzlu un artaca ını dü-
ünm eden be ya da altı kat arttırdı; ancak gelir hâlâ yetmiyordu. Önceleri ancak

54
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES

ola anüstü olarak, “avânz" adı altında salman vergiler ço altılmı ve nakden
ödenmesi gereken düzenli yıllık vergilere çevrilmi ti.
Ola anüstü vergi yani avânz sisteminde, vergilemek amacıyla aileler 10-15
hanelik birimlere aynlmı tır. 1576’da her birime 50, 1600'de ise 280 akçe biçil-
mi tir. Para vergileri böylece devlet gelirinin temel bir kayna ı oldu. Bu, vergi sis-
teminde devrim yaratan bir geli me idi. Aynî ödenen vergiden nakdî ödemeye ge-
çi ileri bir adımdır; fakat vergilendirme imparatorluk halklan üzerinde, özellikle
Hıristiyan uyruklar üzerinde a ır bir yük olmu , ho nutsuzluk yaygınla mı tır.
Devletin malî sıkıntısına çare olmak niyetiyle alınan önlemler, yıkıcı sonuçlar
do urdu. Beylerbeyilerine, sekban birliklerine asker almak için vergi toplama yet-
kisi verildi. Bu durum, küçük rütbeli komutanlan, sekban ve sanca birimlerinin
komutanlarını halkı kendi hesaplanna soymaya götürdü. Dahası, devlet bu as-
kerlere sefer için ücretlerini ödeyemedi i ya da görevlerine son verdi i zaman,
bunlar celâlî çeteleri halinde kırlık alanda dola arak gittikleri yerlerde halktan zor-
la azık ve para toplamaya ba ladılar. Anadolu, ülkeyi talan eden celâlî çeteleri yü-
zünden, Yüz Yıl Sava lan’ndan sonraki Fransa’nın peri an durumuna dü tü.
Osmanlı hükümeti, bu e kıyaya kar ı iddeüe eyleme geçerek onlan "celâlî"
yani devlete kar ı asî ilân etti. Bunlarla sava mak için, devlet ba langıçta halkı
kendi milis güçlerini kurmakta özgür bıraktı; ancak bu önlem, durumu daha da kö-
tüle tirmekten ba ka bir i e yaramadı, çünkü milisler ço u kez celâlîlere katılıyor-
du. Hükümet onlarla, sonunda, ancak ate li silâhlarla donatılmı sekban ve sanca
birlikleriyle sava abildi. Tımarlan ellerinden alınmı ya da yetersiz gelirleri olan si-
pahiler ve talan pe inde ko an göçerler, asî sekban ve sanca bölüklerine katılıyor-
du. 1598 dolaylannda Kara Yazıcı’nın güçlü önderli indeki asî güçlerin sayısı yir-
mi bin ki iyi a ıyordu. Hükümet güçleri, Kara Yazıcı’yı 1602'de güçlükle yenebil-
mi , e kıyalar Anadolu’nun dört bir yanına da ılmı tı. Zengince Anadolulular Bal-
kanlar, Kınm, ran ve Arap ülkelerine göçe ba ladı; tarlalar bo kalıyor, ardından
da açlık ve kıtlık geliyor, hazine ise gelir kaynaklanın tümüyle yitiriyordu.
1595’le 1610 arasında bu silâhlı e kıya, Anadolu'nun her yerini allak bullak
etti. ah Abbas, 1603’te, hüküm süren bu karma adan yararlanarak kar ı saldın-
ya geçti ve Osmanlı birliklerini eski ran eyâletlerinden Anadolu’ya sürdü. Os-
manlı yönetimi, ran’la sava madan önce bütün güçlerini Anadolu’daki celâlîlere
kar ı toplamak zorunda kaldı. Bütün Anadolu celâlîlerinin önderi Canbulato lu,
1607 ile 1610 arasında yenilgiye u ratıldı, binlerce e kıya da kılıçtan geçirildi. Bir
ço u ran'a sı ındı ya da Suriye ve Irak’a kaçtı.
Bu dönemde haydutluk yaygın bir hal almı tır. Reâvânın ilk büyük çapta is-
yanlanna a ır vergiler, yolsuzluk ve güvensizlik duygusu yol açmı tır.
55
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

Celâlîler dönem i büyük bir malî bunalım zam anına rastlamı , imparatorlu u
için d en h içb ir za m a n çıkam adı ı bir ç ö k ü n tü y e sü rü k lem i tir. ngiliz elçisi,
1607'de stanbul’dan, “Görebildi im kadarıyla Türk imparatorlu u büyük bir çö-
kü te-, yıkıldı yıkılacak", diye yazıyordu. 17. yüzyılda da, özellikle de sava za-
m anlannda, buna benzer karga alar çıkacaktır.
Celâlî isyanlannın bir sonucu olarak, yeniçeriler eyâletlere yerle tirildi ve za-
m anla yeni bir ü st sınıf biçiminde ehirlerde örgütlendi. Kentler ve büyük kasaba-
lann yanı sıra küçüklerine de, Celâlîlere kar ı ba lıca düzenli güçler, yani yeniçeri-
lerle sultanın merkez sipahileri yerle tirildi. Bunlann sayılan artınca, ta ra toplu-
m unun en etkili sınıfı olarak, ulemâ, lonca ba lan ve tüccarlara katılarak etki ve
güçlerini, genellikle mültezim olarak edinilmi büyük servetler toplam akta kulla-
nır oldular. Çe itli yollardan devlet topraklanndan geni alanlar edindiler, bu top-
raklardaki köylüler ortakçı konum una dü tüler. Merkezî iktidar zayıflarken bun-
lann güç ve etkisi artıyordu; sonralan eyâletlerde boy gösterecek yerel hanedan-
ların ço unu olu turan ve 18. yüzyılda eyâletlere hükmedecek âyan sınıfının kö-
keni bu sınıftır.
Devletin maa lı, daimî ordusunu olu turan kapıkullan ile sekban ve sancalar
arasında iddetli bir dü m anlık vardı. Bunlardan kimileri kendilerini kapıkulu kılı-
ına sokuyor, bu yüzden bütün imparatorlukta, am a özellikle Anadolu'da, yeni-
çerilik taslayan binlerce asker bulunuyordu. Geri kalan sekban ve sanca askerleri
asî önderler çevresinde toplanarak acımasızca kapıkullanna saldınyordu. 1623’le
1628 arasında Abaza Mehmet Pa a kom utasında bütün Anadolu’yu denetimleri
altına aldılar.
Özetle, klâsik Osmanlı lm paratorlu u'nun temel kurum lan, hızla yükselen
Avrupa'nın etkisiyle da ılmı tı; Osmanldar kendilerini de i en ko ullara uydura-
mıyordu. Osmanlı, modem ekonomik sorunlan anlayamıyor, Ortado u devletinin
geleneksel formüllerine ba lı kalıyordu. Ça da Avrupa güçlerinin m erkantilist
ekonomi dü üncesinin tersine Osmanlı devlet adamlan serbest pazar politikasına
ba lı idiler; temel sorunlan, iç pazarda ihtiyaç maddelerinin bollu unu sa lam ak-
tı. imparatorluk için kapsamlı bir ekonomi politikası düzenlemekten geri kalıp, ka-
pitülasyonlarla pazarı AvrupalIlara açm akta bir tehlike görmüyorlardı; öyle ki,'
16. yüzyılın ikinci yansından sonra imparatorlu un Akdeniz limanlan arasındaki
ta ımacılı ını bile AvrupalIlar üstlenm eye ba ladılar. Geleneksel anlayı a ba lı
olan Osmanlı devleti, imparatorlu a mal ithalini te vik ediyor, ihracatı ise köstek-
liyordu. thalata da ihracata da e it gümrük vergisi koyuyor, iç pazarda sıkıntı y a-
ratabilece i kaygısı ile, belli metaların ihracını yasaklıyordu. Lonca kısıtlamalannı
m uhafaza ederek kimi üretim ve ihracat dallannın geli mesi önleniyordu.

56
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES

Hızla geli en hüm anist bir Avrupa kendisini her türlü ortaça engelinden
kurtanrken, Osmanlı mparatorlu u Ortado u uygarlı ının geleneksel kurumlan-
na sıkı sıkı sanlmakta idi. Bu kurumlann olgunlu a eri ti i 1. Süleyman dönemin-
de, Osmanlı ekonomi ve toplumu kendi halinden memnun, içedönük ve dı etki-
lere kapalı bir duruma gelmi ti. Osmanlılar, tarihleri boyunca, teknolojik, tıbbî ve
malî birkaç modern ke fi benimsemi lerse de, ancak askerî ve pratik bir dizi amaç
için kullanmı lardır. erîatla kutsanmı Ortado u kültürünün görü ve de erlerin-
den aynlmamı , Avrupa araç ve yöntemlerini yaratan anlayı ı kavramaya çalı -
mamı lardır. Daha 15. yüzyılda, Osmanlı devlet, din ve kültürünü tarafsız olarak
tasvir etmeye çalı an Avrupalı gözlemciler vardı6; kendi dinsel ve politik üstün-
lüklerine inanmı Osmanlılar ise gözlerini dı dünyaya kapatmı lardır. Meselâ
Amerika üzerinde bir tek tercüme eser yazılmı , ama bunu okuyan pek az insan
görülmü tür.7
Böylece, 16. yüzyılın son on yılında Avrupa’nın ekonomik ve askerî etkisi
ve onu izleyen derin bunalım, Osmanlı imparatorlu unu kökten dönü türerek ta-
rihinde yeni bir ça açmı oldu. Geleneksel Ortado u devletinin kurumlan ça dı ı
hale gelmi , yeni ko ullara uyma çabalan ise imparatorlu un geleneksel temelle-
rini sarsmaya ba lamı tır. mparatorluk, 17. yüzyıl ortalannda bir kez daha göre-
ce sakinle ti inde, 1600 öncesindeki durum kökten de i mi bulunuyordu.8

Notlar

1 Mihail Guboglu, Paleografia idiplomatica Turco-Osmana (Bükre , 1958), 167, tıpkıbasım 7.


2 H. Wood, A History o f the Levant Company (Londra, 1935), s. 37.
3 A. B. Hinds (yay.), Calendar o f State Papers, Venedik, cilt XV (Londra, 1909), belge 194, 299,
352. 587 ve 903.
4 Ömer Lütfü Barkan, “Essai sur les données statistiques des registres de recensement dans l'Empire
ottom an aux XVe et XVIe siècles", Journal o f the Economic a nd Social H istory o f the Orient, 1,
1(1958): 23-25.
5 P. Masson, Histoire du commercefrançais dans le Levant auXVIle siècle (Paris. 1896). s. xix-xxiu.
6 bkz. B. La Brocquière, Voyage d'Outremer, yay. Ch. Schefer, Paris. 1892: Clarence Dana Rouillard,
The Turk in French History, Thought a n d Literature. 1520-1660 (Paris. 1941 ) ve Robert Schwo-
ebel, The Shadow o f the Crescent: The Renaissance Image o f the Turk (1455-1517) (New York.
1967).
7 bkz. Thomas D. Goodrich, The Ottoman Turks and The New World, (Wiesbaden. 1990).
8 bkz, H. nalcık, "Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire", Archivum Ottomani-
cum, VI (1980), 283-337; H. nalcık, “Adaletnâmeler". Belgeler (TürkTarih Kurumu). II. (1965), s.
49-145.

57
II. KES M

DEVLET
7. Bölüm

OSMANLI HANEDANININ DO U U

Tarih kayıtları, Osmanlı hanedanının kurucusu Osman Gâzî’yi Kastamonu


emirinin buyru u altında, sınırlarda sava an yan-göçer bir Türkmen ba bu u ola-
rak gösterir. Bir hanedan kurucusu olarak nasıl ortaya çıktı ı önemli bir tarih so-
runudur.
Uc gelene i, Selçuklu sınır düzeninde ba ımsız bir önder olabilmesi için Os-
man’ın Hıristiyanlara kar ı önemli bir zafer kazanmasını ve Selçuklu sultanından
“bey” sanını almasını gerektiriyordu. Geleneksel Osmanlı anlatılanna göre Os-
man, önemli bir Bizans kalesini Karacahisar'ı alır, zaferden sonra da sözde, sultan
kendisine onur hil’atı, bayrak, at ve davul gibi geleneksel yetke simgeleri gönde-
rerek onu bey ilân eder. Aynı gelenek, Osman’ın yetkesi için yasal bir tslâmı te-
mel gösterme çabası da sergiler. Anlatıya göre, Osman ba ımsızlı ını Bapheus'da
(Koyunhisar) Bizans ordusuna kar ı ünlü zaferinden sonra, 1302'de ilân etmi ,
kendi adına hutbe okutmu tur. Bu da Osmanlı hanedanının sultanlık yetkesini
me rûla tırmak için sonradan çıkartılmı bir söylentidir; ancak Bapheus zaferinin
Osman'ın tarih sahnesine çıkmasında en önemli olay oldu undan ku ku yoktur.
Uclann toplumsal ve tinsel ya amına, aynı zamanda, deni tarikatlan hük-
mederdi. Dolayısıyla, Osmanlı politik gücü için sûfi bir köken de aranmı ür. En
eski öyküler, Osman'ı, ahî örgütü ile ili kide bir Vefaiyye eyhi, Ede Balı’dan kut
alırken gösterir. eyh, sözde Osman’ın ahfadının dünyayı yönetece i kehanetin-
de bulunarak ona bir gâzî kılıcı ku andırır. Osman’ın uçtaki en etkili din adamı
olan Ede Balı'nın kızıyla evlendi i de ileri sürülmü tür.
Osman’ın ölümü üzerine (1324), yerine geçecek olanı seçmek için yapılan
toplantı Ede Balı'nın ye eni Ahî Hasan'ın zâviyesinde olmu ; Orhan ve o lu Sü-

61
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

leyman yeni fethedilen alanlarda bu ahîler ve öteki dervi ler için vakıflar yaptıra-
rak Osmanlı devlet ve hanedanının kurulu unda ahilerin ve dervi lerin önemli rol
oynadıklarını teyid etmi tir. Osmanlı beyli inin kurucusu ku kusuz Osman Gâ-
zî'dir. Osmanlı sultanlı ının kurucusu ise Orhan'dır, o sultan sanım ta ımı , bir
ba ımsızlık belgesi olarak da ilk Osmanlı sikkelerini bastırmı tır.
Öbür Anadolu beylikleri Orhan'ın o lu Murat’ın hükümdarlı ını tanıyınca
Murat, “Hüdavendigâr" ve ondan önce Selçuklu sultanlannın kullandı ı ve impa-
ratorlukta hak iddiasını açıkça gösteren “sultan-ı âzam" unvanlannı aldı. Halefi I.
Bayezit, ça da Batı kaynaklannın imperetor olarak betimledi i ilk Osmanlı sul-
tanıdır. Bayezit, 1395’te Kahire’deki Abbasî halifesinden Anadolu Selçuklu hü-
kümdârlannın özel unvanı “sultanü’r-Rûm", yani “Bizans ülkeleri sultanı" unva-
nının resmen tanınmasını istemi tir. Fakat bundan kısa bir süre sonra Anado-
lu'daki eski Mo ol topraklan üzerinde Timur hak iddia edecek, yalnızca bir ucbe-
yi olarak gördü ü Osmanlı hükümdârınm kendisini tanımasını isteyecekti. Daha
sonra Timur’un o lu ahruh’un ileri sürece i aynı iddiaya Osmanlılar, kendi soy-
lannı eski Orta Asya Türk hanlanna ba layan bir soya acı uydurarak ve efsanevî
O uz Han soyundan geldiklerini iddia ederek kar ılık verdiler. Osmanlılar bu dö-
nemde Orta Asya Türk söylencelerini bilinçli olarak canlandınp benimsediler. II.
Murat zamanında yazan Yazıcıo lu Ali, "Kayı boyundan Ertu rul, o lu Osman
Bey ve ucbeyleri bir kurultay kurdular. Birbirlerine danı ıp O uz Han töresini an-
layınca Osman'ı han atadılar" der. Orta Asya hanlık kavramı, böylelikle bir gâzî
önderinin ki ili inde slâmî sultanlık kavramıyla birle iyordu.
Kostantiniye’nin fethiyle, II. Mehmet en saygın Müslüman hükümdar oldu.
Osmanlılar onu, ilk dört halifeden bu yana en büyük Müslüman hükümdâr olarak
görüyordu. slâm dünyası da gazâya, en büyük güç ve etki kayna ı olarak bak-
maya ba ladı. Fâtih Sultan Mehmet kendini, bütün Müslümanlar adına çarpı an
bir gâzî olarak görüyordu: “...bu zahmetler Allah içindir. Zira elimizde slâm kılıcı
vardır. E er bu zahmeti ihtiyar etmeyevüz bize gâzî demek layık olmaz. Ve hem
yann Hak hazretinde hacîl oluruz”1. Memlûk sultanına Kostantiniye’nîn fethini
bildirdi i mektubunda Mehmet, "Müslümanlar için hac yollannı açık tutmak se-
nin görevindir; bizim görevimiz de gazâ sa lamaktır”, diye yazmı tı.
Do u Roma m paratorlu unun ba kenti Kostantiniye'yi aldıktan sonra
Mehmet aynı zamanda kendini Roma lmparatorlu u'nun tek yasal vârisi olarak
görüyordu. Giacomo de Languschi onun, “Dünya mparatorlu u, tek bir din ve
hükümdârla, tek olmalıdır. Bu birli i gerçekle tirmek için stanbul'dan daha uy-
gun bir yer yoktur", dedi ini bildirir2. Sarayındaki Rum bilginleri ve talyan h ü -
manistleri kendisine Roma tarihi okurlarmı , Bir Rum olan Yorgos Trapezuntios,

62
OSMANLI HANEDANININ DO U U

bir iirinde kendisine öyle hitap etmi tir: “Kimse ku ku duyamaz; Romalılann
im paratorudur o. mparatorluk tahtını kim elinde tutuyorsa gerçek imparator
odur; stanbul da Roma mparatorlu u'nun merkezidir"3.
Özetle, Fâtih, slâm, Türk ve Roma evrensel egemenlik geleneklerini kendi
ki ili inde birle tirdi ini iddia ediyordu; stanbul’u bir dünya imparatorlu u mer-
kezi yapmak gayesiyle Gennadios’u 1454’te Rum Ortodoks patrikli ine atadı, Er-
meni patri i ile haham ba ını da stanbul’a getirtti.
Osmanlı sultanının yasal durumu, 1. Selim’in saltanatı döneminde köklü bir
de i ikli e u ramı tır. Selim, hilâfetin eski merkezî alanlan olan Suriye ve Arabis-
tan’ı imparatorlu a katarak slâm dünyasının sınırlannda yalnızca bir gâzî sultan
de il, aynı zamanda Mekke ve Medine'nin hâmisi ve hac yollannın koruyucusu
oluyordu. Bu, o zamanlar her Müslüman hükümdânn kullandı ı halife unvanını
ta ımasından daha anlamlıdır. Selim, hilâfetin simgeleri sayılan Peygamber’in
kutsal e yalannı stanbul’daki sarayına göndermi se de, Abbasî halifesi el-Müte-
vekkil'in halifeli i Selim’e devir etti i, ya da Selim’in, geleneksel anlamda, bütün
slâm dünyasının halifesi oldu unu iddia etti i do ru de ildir. Sünnî ö retiye göre
halife, Peygamber’in kabilesi Kurey ’ten olmalıydı, üstelik bütün slâm ümmeti
için tek bir halife kavramının, 13. yüzyıldan beri hiçbir anlamı kalmamı tı.4
I. Süleyman, “yüce hilâfef’te hak iddia etti i ve “halîfetü’l-Müslimîn" un-
vanını kullandı ında, yalnızca slâm hükümdârları arasındaki üstünlü ünü ve
slâm ’ın koruyuculu unu vurgulamak istemi tir. Tahta çıkı ında Süleyman'ı
kutlamak için gönderilen bir mektupta Mekke erifi, gazâdaki ba ansmın onu
bütün öteki Müslüman hükümdârlardan daha yüce bir konuma yükseltti ini
yazmı tır. Osmanlı sultanlan hep gâzî sultan olarak kalmı lardır; ancak gazâ
kavram ını geni leterek bütün slâm dünyasını himayeleri altına alıyorlardı.
Onlar klâsik ö retilerden de il de, gazâ ilkelerinden yola çıkarak hilâfet kuru-
muna yeni bir anlam verdiler.
slâm dünyası Osmanlılan, Batı Hıristiyanlı ının saldınsına kar ı savunan
tek güç olarak görüyor ve Osmanlı üstünlü ünü kabul ediyordu. 1517’de Selim
henüz Kahire’de iken, bir Portekiz donanması Cidde ve Mekke’ye saldırmak için
Kızıldeniz’e girmi ti. Mekke erifi malını ve hâzinelerini toparlayarak tepelere
kaçmaya hazırlanıyordu; Hicaz halkı Osmanlı amirali Selman Reis’e kendilerini
bırakmaması için yalvardı. Limanı savunan Selman Portekizlileri kaçırttı.5 16.
yüzyıl ortalannda Sumatra ve Hindistan’ın Müslüman hükümdârlan Portekizlilere
kar ı Osmanlı yardımı isterlerken, mektuplannda açıkça sultanın “ slâm’ın Koru-
yucusu" unvanını kullanmı lardır. Türkistan hanlan da sultana, Volga havzasını
i gal eden ve hac için Mekke'ye Kırım yoluyla ula ımlannı engelleyen Ruslara

63
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

kar ı benzer ricalarda bulundular. Hac yollarını açık tutmak için sultanın Hindis-
tan ve Volga havzasına sefer düzenlendi ini biliyoruz. Osmanlılar, do al olarak,
bu durumu kendi politik yararları için kullandılar. Geleneksel hilâfet ö retisini de
ancak 18. yüzyılda ve gene politik çıkarlar yüzünden canlandırdılar.
Süleyman'ın Islâm dünyasının koruyuculu unu üstlenmesi onun evrensel
politikasının ancak bir yüzüydü. Avrupa’da V. Karl ın imparator sanını tanımayı
reddererek, onu yalnız Ispanya kralı olarak tanıyor ve Karl’ın Hıristiyan Avru-
pa’nın bütünü üzerine egemenlik iddiasına kar ı çıkan her gücü destekliyordu.6
1532’de Süleyman Venedik'te kendisi için Batı stilinde muazzam bir impara-
torluk lacı yaptırmı ve o yıl Viyaııa'yı almak amacıyla sefere çıkmı tı.

Notlar

1 Ne ri. K ita bı Cihan Nümâ. F. R. Ünal ve M. A. Köymen edisyonu. II. cilt (Ankara. 1949-1957). s.
752.
2 Fraıız Bablngcr. Mehmed der Eroberer und seine Zeit, (Münih. 1953). s. 168.
3 Ibid, 226.
4 Thomas Arnold, The Caliphate. (Londra, 1965).
5 M. nalcık (cd.), An Economic and Social History the Ottoman Empire, I. Cambridge 1994.
6 bkz. Gülnı Nedpcglu. "Süleyman the Magnlfidcnt and ihe Representation of pow er". S iiley m a n
the Second and his Time. haz. Halil nalcık ve Cemal Kafadar. (Istanbul: ISIS. 1993), s. 163-194.
8. B ölüm

T A H T A ÇIKI (CÜLÛS)

Altı yüz yıllık hükümranlık süresinde Âl-i Osman oluz altı hükümdar çıkar-
mı tır. mparatorlu u, bu hanedansız dü ünebilmek olanaksızdır. Örne in, Ingil-
tere'de hanedan de i ikli i ngiltere'nin bir devlet olarak da ılmasına neden ol-
mamı tır; fakat Osmanlı ailesi olmaksızın bir Osmanlı mparatorlu u olamazdı.
Islâm gelene inde sultanın olgun ya ta, aklı ba ında bir erkek olması gere-
kir; fakat tahta çıkı ı düzenleyen bir yasa ya da töre yoktur. Eski Türk inançlanna
göre, hakanın atanması Tanrı'nın elinde oldu undan, de i mez bir hanedan ya-
sası koymak, ya da tahttaki sultana eylemle meydan okumak Tanrı’nın istencine
kar ı çıkmaktır. 1. Süleyman, tahtı ele geçirmek için düzen kuran o lu Bayezit'e,
“gelece e ili kin her eyi Tann'ya bırakmalısın; çünkü hükümdarlıkları ve yöne-
timlerini düzenleyen, ki iler de il, Tann'nın istencidir. Tann ülkenin benden son-
ra senin olmasını istemi se, ya ayan hiç kimse bunu engelleyemez", demi tir.
Hangi Osmanlı ehzadesi imparatorluk ba kentini, hazine ve ar ivlerini ele geçir-
mekte ve yeniçerilerin, ulemâ, bürokrasi ve saray görevlilerinin deste ini kazan-
makta ba an gösterirse, yasal sultan olurdu. Gerçekte, tahta geçi te temel etmen,
1421 'den sonra yeniçerilerin deste i olmu tur.
Taht için yapılan ölümcül karde kavgalarının sonucu, Tannsal bir buyruk
olarak görülürdü. Yenik dü en ehzadeler genellikle dü man topraklanna sı ınır-
lardı; dolayısıyla da Osmanlı mparatorlu u sürekli iç sava tehlikesi kar ısınday-
dı. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmet, “Tann’nın saltanatı ba ı ladı ı o lum, dev-
letin iyili i için karde lerini yasal olarak öldürebilir. Ulemânın ço u bunu mübah
buluyor”, dedi i “kanunnâm esiyle, gerçek imparatorlu un ilk günlerinden beri
yaygın olan bir âdeü kanûnla urmı tır. Ancak, bu bile iç sava lan önleyememi -

65
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

tir. Bunun temel nedenlerinden biri, padi ah o ullannın, on iki olan erginlik ya ı-
na eri tiklerinde, Anadolu'nun eski yönetim merkezlerine, lâlalan e li inde vali
olarak gönderilme âdetiydi. Orada ba kenttekine benzer bir saray ve yönetim ku-
rarlardı. Selçuklu döneminde bu ehzadeler kendi eyâletlerinde neredeyse ba ım-
sızdılar; ancak Osmanlılar, ehzadelerin lâlalan ve öteki yöneticileri büyük bir
dikkatle saray içinden seçerler, bunlar da merkezî hükümetin buyruklanna göre
davranırlardı. ehzadeler, yalnız kendilerine ayınlan gelirleri alır ve yakından de-
netlenirlerdi.
Bu ehzade valiler, daha babaları ya arken, ba kente yakın bir valilik elde
etmeye, saray içinde ve kapıkulu askerleri arasında destek bulmaya giri irlerdi.
ehzadelerin sabırsızlı ı kimi zaman iç sava a yol açardı. 1511'de Selim, karde -
lerine kar ı silâha sanlmı , Süleyman ise 1553 ve 1561'de o ullan Mustafa ve
Bayezit’i kendi hükümdârlı ına kar ı çıkmaları nedeniyle idam ettirmi tir. Bu
olaylardan ders alarak II. Selim (1566-1574) ve III. Murat (1574-1595), sadece
en büyük o ullannı valili e atamı lardır. Bunlar babalannın ölümü üzerine dire-
ni le kar ıla madan tahta çıkmı lar, saraya hapsedilmi karde lerinden kolayca
kurtulmu lardır. Saraya girer girmez, III. Murat'ın ilk i i be karde ini bo durmak
olmu tur. Ü. Mehmet (1595-1603) ise, on dokuz karde ini öldürtmü ve ehza-
deleri vali atama âdetine son vermi tir. Onlan haremde, sonradan “kafes" diye bi-
linen özel bölmelere yerle tirtmi tir. ehzadeler kafesten aynlamaz, çocuk sahibi
de olamazlardı. Sürekli olarak idam korkusu ile ya amaktan ço unda ruhsal bo-
zukluklar belirmi tir. II. Süleyman (1687-1691), tahta çıkmak üzere ça rıldı ın-
da kendisini kafesten almaya gelen saray görevlilerine, “Ölüm fermanım çıkmı sa
söyleyin. Namazımı kılayım da aldı ınız buyru u öyle yerine getirin. Çocuklu-
umdan beri, kırk yıl hapislik çektim. Hemen ölmek, her gün biraz ölmekten ye -
dir. Tek bir nefes için ne korkulara katlanıyoruz!” diye a lamı tır1. Padi ah, ka-
festen güçlükle alınıp tahta oturtulmu tu.
Önceleri, eyâletlerdeki ehzadeler taht için açıkça sava a giri irlerdi. Yenilgi
takdir-i lahî olarak görülürdü. Kafes sistemi ise, eski Türk gelene ine aykındır,
bu da bize söz konusu gelene in, 16. yüzyıl sonlannda gücünü yitirdi ini gösteri-
yor. Bu dönemde padi ah, artık bölünmez bir devlet ve iktidann simgesi olmu -
tur. Saray entrikaları, özellikle de vâlide sultanların entrikaları, saltanatın yazgı-
sında önemli bir rol oynamaya ba ladı. Ancak, kamuoyu savunmasız çocuklann
öldürülmelerini hiç onaylamamı tır. III. Mehmet’in tahta çıkı ında, babasının ce-
nazesinin ardından, içinde karde lerinin cesetleri olan on dokuz tabut Saray’dan
çıktı ı zaman, dönemin bir tarihçisinin deyi iyle, “göklerdeki melekler stanbul
halkının iç çekmelerini ve hıçkırıklannı i itiyordu”. III. Mehmet'in ölümü üzerine

66
TAHTA ÇIKI (CÜLÛS)

tahta çıkan en büyük o lu I. Ahmet (1603-1617), birtakım yüksek rütbeli görev-


lilerin ricalanna uyarak özürlü genç karde i Mustafa'yı öldürtmedi. Ahmet öldü-
ünde o ullan olgunluk ya ına eri memi olduklarından, tahta Mustafa çıktı. Üç
ay sonra tahttan indirilen Mustafa'nın yerine I. Ahmet’in o lu II. Osman (1618-
1622) tahta çıkanldı.
Mustafa örne ine kar ın, karde katli 17. yüzyıl boyunca da sürmü tür. II.
Osman, Polonya seferine çıkmadan önce en büyük karde i Mehmet'in idamını
onaylayan bir fetvâ almı tır. 1622'de yeniçeriler Osman’ı öldürünce tahta yeni-
den amcası Mustafa çıktı. Mustafa tahttan bir kez daha indirildi ve Osman'ın kar-
de i IV. Murat sultan oldu (1623-1640). Murat, karde lerinin üçünü öldürttü,
dördüncüsü brahim'i ise, Murat'ın hiç çocu u olmadı ından, ba ı landı. Murat
ölünce brahim sultan oldu. IV. Mehmet (1648-1687) yedi ya ında tahta çıktı ın-
da karde leri Süleyman ile Ahmet’i ba ı ladı. Mehmet’in hal’i üzerine Süleyman
padi ah oldu; bunun ölümünden sonra ise yerine II. Ahmet (1691-1695) geçti.
Bunlar, IV. Mehmet’in çocuklarını öldürtmediler. Böylece, II. Mustafa (1695-
1703) ve III. Ahmet (1703-1730) sırayla hükümdarlık edebildiler. Saltanatın ba-
badan o ula geçmesi âdetinin yerine böylece Batı'daki gibi hanedan içinde Seni-
oratus kuralına, ya a göre tahta çıkma gelene i yerle ti. Ancak, 1876'da Kanûn-
ı Esâsı’nin ilânına dek cülûsu belirleyen resmî bir kural olmamı tır.
Bir sultan öldü ünde bütün görev ve yasal kurallar, yeni sultanca teyid edi-
lene dek geçersiz sayılırdı. Bu fasıla sırasında yasal olarak atanmı bir hükümet
olmadı ı için de, kapıkullan kimseye itaat etmez, ya ma ve yakıp yıkmaya kal-
karlardı. Bazen ara rejim iki hafta kadar sürer, saray halkı yeni padi ah tahta çı-
kana dek sultanın ölümünü gizli tutmaya çalı ırdı. Kafes sistemine geçilmesi, do-
al olarak, bu duruma son verdi.
Tarihçi Selânikî, III. Mehmet'in 1595’te tahta çıkı ını aynntılanyla betimle-
mi tir. Onun bir özeti tahta çıkı sürecini göstermek bakımından yararlı olur:
III. Murat öldü ünde vâlide sultan olayı sakladı, Manisa’da vali olan o luna
gizlir.fi haber yolladı. Mehmet hızla stanbul’a gitti, saraya girdi inde top atı ı ye-
ni sultanın tahta çıkı ını kente bildirdi. Camilere gönderilen bir fermanla hutbede
Mehmet’in adının anılması buyuruldu. Bütün devlet erkânı saraya ça nldı, na-
mazdan sonra törenle sultana biat edildi. Çavu lar, matem elbiseleri içindeki sul-
tanı, Enderûn giri indeki Bâbü’s-saâde önünde tahtta otururken, “sultanım, sen
de ülken de bin ya a" diye ba ırarak selamladılar. Devlet erkânı, ulemâ ve kapı-
kulu bölüklerinin a alan birer birer öne çıktılar ve tahtın önünde e ilerek biatlan-
nı sundular. Daha sonra sultan kendi odasına çekilerek matem elbiselerini de i -
tirdi. Babasının cenaze namazında ve defninde bulundu. Eski sultanın yirmi yedi

67
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

kızı, yedi gebe cariyesi ve sultanla yata ını payla mı öteki cariyelerinden olu an
ailesi, lâla ve hadımlanyla birlikte Bayezit’teki Eski Saray’a götürüldüler. Saray-
daki önemli görevlerin ço unu Manisa'dan beri yeni padi ahın yanında olan gö-
revliler üstlendi. Cülûstan üç gün sonra geleneksel cülûs ulûfesi için Enderûn hâ-
zinesinden çekilen bir milyon üç yüz bin altın düka, be yüz elli bini yeniçerilere
olmak üzere, sultanın askerine da ıtıldı (II. Selim'in tahta çıkı ından sonra, cülûs
ulûfesi olarak, her yeniçeri iki bin akçe, her kapıkulu sipahisi bin akçe almı tır).
Enderûnun kıdemli o lanları saray dı ı görevlere getirildi. Sultan, halka görün-
mek için Ayasofya Camii'nde cuma namazına katıldı. Yeni bir hükümet kuruldu.
Sultan, Ferhad Pa a'yı vezir-i âzam atadı, defterdârlan de i tirdi, ö retmenini de
vezir yaptı. Yeni sultan, tahta çıktıktan iki hafta sonra, vezirler e li inde debde-
beyle Haliç’e, Eyyûb el-Ensârî'nin türbesine giderek Osman'ın kılıcını ku andı.
Yoksullara kurban eti da ıtıldı. Sultan, karadan dönerek, atalan I. Selim, II. Meh-
met, ehzade Mehmet, I. Süleyman ve II. Bayezit’in türbelerini ziyaret etti. Dua
edilmesi ve sadaka da ıtılması ile cülûs töreni son buldu. Biat edildikten, yani
ba lılık andı içildikten sonra sultan yasal olarak tahta geçmi sayılırdı. Eski bir s-
lâm kurumu olan biat, yeni halifenin tanınmasını ve Müslüman ümmetini temsil
eden bir grubun itaat sözü vermesini simgeler. Yeni bir Osmanlı sultam, tahta çı-
kı ını yabancı hükümdârlara parlak ifadelerle yazılmı nâmelerle bildirirdi. mpa-
ratorlu undaki vali ve kadılara gönderdi i fermanlarda ise genellikle öyle bir ifa-
de bulunur:

T a n n ’nın y ard ım ıy la sa lta n a t b en im oldu. B ugün, vezirler, u lem â ve


b ü y ü k , k ü ç ü k h e r m a k am d a n ki ilerin tam icm a'ı ile b a n a atala rım d a n k a-
lan sultan lık ta h tın a o tu rd u m . A dım a h u tb e o k u n m u v e sikke kesilm i tir.
Bu ferm anı alır alm az b ü tü n k e n t v e k a sab alard a h alka cülû su m bildirilsin,
adım h utbelerde o k u n su n , k alelerden selâm toplan atılsın, k e n t v e k a sa b a -
lar b ay ram enlikleriyle aydınlatılsın.

Sonra bütün atama beratlan yeni sultan adına yenilenir, bütün ülkede vergi
kaynaklannı, uyruklann yasal durum ve vergiden muafıyetliklerini gösteren ge-
nel bir tahrîr buyurdurdu.
Ucbeyleri, yeniçeriler, ulemâ ve saray hizipleri gibi çe itli güç odaklan, tahta
kimin geçece inin belirlenmesinde etkili olurdu. Bu konuda etkili olanlar, devletin
bir ucbeyli i oldu u dönemde ahîler, 1402-1413 fetret döneminde ise ucbeyleri
idi. Daha sonra, II. Murat'ın tahta çıkı ına amcasıyla karde i kar ı çıkmı lar, an-
cak genç Murat, yeniçerilerin ve Bursa’da büyük nüfuz sahibi eyh Emir Sul-
TAHTA ÇIKI (CÜLUS)

tan'in desteklen ve uc beylerini yanına çekebilmesiyle iki rakibini yenilgiye u ra-


tabilmi tir, Yeniçeriler, 1446’da, vezir-i âzam Halil Pa a'nm kı kırtmasıyla II.
Mehmet'i tahtı bırakmaya zorlamı lar, babası Murat tahta ikinci kez geçmeye,
ancak yeniçerilerin onayını aldıktan sonra nza göstermi ti, tshak ve Gedik Ahmet
Pa aların buyruklanna göre davranan yeniçeriler, 1481'de II. Bayezit'in tahta
geçmesinde etkili olmu , kendisini yönetime ili kin bazı ko ullan kabul etmeye
zorlamı lardı. 1511'deki taht kavgası sırasında ehzadeler, maa lanna zam va-
adiyle yeniçerileri kendi yanlanna çekmeye çalı mı lardır. Sultan ve vezir-i âzam,
ehzade Ahmet'i ye liyor idiyse de, en sonunda babasını tahtı bırakmaya zorla-
yıp yerine geçen, yeniçerilerin destekledi i Selim oldu.
Sultan ve vezirler, yetkelerini ellerinde tutabilmek için yeniçerilere ho gö-
rünmek zorunda idiler; ancak Fâtih Sultan Mehmet ve I. Selim gibi güçlü sultanlar
yeniçerileri etkili olarak denetleyebilmi lerdir. Öte yandan, yeniçeri deste ini elde
etmi Çandarlı Halil, Gedik Ahmet ya da Yemi çi Ha an Pa a gibi vezirlerin idare-
de mutlak iktidarlan olmu tur.
Kafes kurumunun ortaya çıkmasıyla yeniçeriler, vâlide sultanla harema ası-
mn çevirdi i dolaplann ma ası, vezir-i âzam da bu iki gücün oyunca ı olmu tur.
17. yüzyıldan ba layarak eyhülislâmlar da ço un yeniçeri ve ulemâ ile i birli i
yaparak vezir ve sultan devirme gücü elde ettiler. Yeniçerilerin, isyanlarına yasal
bir görünüm verebilmek için eyhülislâmın fetvâsına ihtiyaçlan vardı. ktidar sa-
va lanna eyhülislâmlar, bazen yalnızca alet olurlardı; ancak onların fetvâlan ço-
u kez kamuoyunu yansıtmı tır. Sultan brahim’in (1640-1648) tahttan indiril-
mesi buna iyi bir örnektir.
Tahta uzun bir kafes hapsinden sonra çıkan brahim, iktidannı kanıtlamak
için a ın keyfî buyruklar vermeye ba lamı tı. Venedik sava ı bunalımı ve sultanın
çılgın a ınlıklan kamuoyunu kendisine kar ı çevirdi ve yeniçeriler ba kaldırdılar.
Ba lannda eyhülislâm oldu u halde Sultan Ahmet Camü'ne giden ulemâ, asîlerle
birle erek yönetimi kendi ellerine aldı ve bir vezir-i âzam seçti. Sarayda vâlide
sultanın asîleri desteklemekten ba ka seçene i kalmadı. Ulemâ, saraya giderek
brahim’in tahttan inmesini önerdi. Bir fetvâyla onu, eriatı ihlâl etmek, devlet i -
lerini ihmalle kendi zevklerine ba lanmak, yolsuzlu a tepki göstermemek, dü -
man kar ısında hareketsiz kalmak, tüccarlann malına yasadı ı el koymak ve ha-
remin hükümeti etkilemesine göz yummakla suçladılar (Sonralan, IV. Mehmet,
III. Ahmet ve III. Selim de aynı biçimde suçlanarak tahttan indirilmi tir). Vâlide
sultanın i birli iyle brahim'in yedi ya ındaki o lunu (IV. Mehmet) tahta çıkardı-
lar. brahim, kendini hal'eden eyhülislâma, "Bu yüce makama seni ben atama-
dım mı?" diye direnmi , eyhülislâm da, "hayır, beni Tann atadı!" yanıtını ver-
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

mi tir. Sultan, yardım almak için yeniçeri a asına ba vurduysa da ondan yalnız-
ca, bütün halkın kendi aleyhine döndü ü yanıtını aldı. Bunun üzerine brahim,
“Ey Tannm, kahret bu zalimleri! Hepsi bana kar ı bir olup ba kaldırmı ", diye lâ-
net okumu tur. brahim Sarayda küçük bir odaya kapatıldı, sonra da, saray gö-
revlilerinin onu bir kez daha tahta çıkarmaya kalkı masından korkularak, eyhü-
lislâmdan idamını onaylayan bir fetvâ alındı. Ulemâ, bir kez daha saraya geldi,
olaya dahil olmak istemeyen saraylılar a la ıp kaçtılar. brahim, elinde Kur’an
ba ırdı: “Bakın! Tann’nın Kitabı! Hangi emirle katledeceksiniz beni?” Cellatlar
emri yerine getirmekte tereddüt ettiler, fakat ulemânın direnmesi üzerine sonunda
sultanı yay kiri iyle bo dular.

Notlar

1 FmdMlı Mehmet A a, Silâhdâr tarihi, Ahmet Refik edisyonu, 11 ( stanbul, 1928), s. 297.
9. Bölüm

OSMANLI DEVLET KAVRAMI VE SINIF S STEM

mparatorlu un geli me dönemlerine ba lı olarak Osmanlı devlet kavramı da


de i mi tir. mparatorlu un temel ve de i mez ilkesi olan gazâ kavramını, Osman-
lılann nasıl geni lettiklerini daha önce göstermi tik. slâm’ın korunma ve yayılması-
nı en önemli i levi olarak gören bir devletin, eriatı özenle uygulaması da do aldır.
Devlet henüz bir sınır beyli i iken, hükümet ve hukuk i leri, iç bölgelerin yüksek
kültür odaklanndan gelmi ulemânın elindeydi. lk Osmanlı vezirleri ulemâdan idi-
ler; 14. yüzyılın ilk yansından kalan belgeler de, Ortado u devletlerine özgü bürok-
ratik geleneklerin daha bu dönemde Osmanlı yönetiminde yer aldı ını ve yüzyıl so-
nuna do ru artarak egemen oldu unu gösterir. 15. yüzyılın ba larında uc gelenek-
lerine uygun olarak yazılmı anonim tarihler (Tevârîh-iÂl-i Osman), I. Bayezit za-
manında kayıt ve muhasebe sistemlerine geçilmesi, hazine gelirini arttırmayı amaç-
layan bir malî politika ve kul sisteminin benimsenmesi gibi bürokratik geli meleri
sert bir biçimde yerer. Bu dönemde yöneticiler, Anadolu’daki Selçuklu merkezleriyle
ran ve Mısır’dan gelerek, eski Ortado u devlet ve yönetim kavramlarını bu yeni ve
hızla büyüyen devlete sıkıca yerle tiriyordu. Hint-lran kaynaklı bu devlet ve idare
kavramı, slâm öncesi dönemde geli mi , tranlı ve Hıristiyan kâtiplerin istihdamı
yoluyla da Abbasî Halifeli i’ne geçmi ti. 11. ve 13. yüzyıllar arasında Orta Asya
Türk-Mo ol gelenekleriyle de i mi haliyle de OsmanlIlara geçmi tir.
Taberî’ye göre, Sasanî hükümdarı Parviz (459-484), a ır vergilerle halkı
yoksulla tırmakla suçlandı ında, “hükümdân ayakta tutan ve gücünü güvenceye
alan, Tann'dan sonra, para ve ordudur", demi tir1.1. Hüsrev (531-579) ise ba -
ka bir görü öne sürmü : “adalet ve denge olursa halk daha çok üretir, vergi geli-
ri artar, devlet de zenginle ip güçlenir. Güçlü bir devletin temeli adalettir". Kara-

71
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

hanlı Türk hakanı için 1069'da yazılmı Kutadgu Bilig, politik kuram üzerine ya-
zılmı tüm slâm yapıtlanna girecek olan bu devlet kavramının aynısını ileri sürer:
"Devleti denetlemek büyük bir ordu gerektirir. Orduyu beslemek büyük servet is-
ter. Bu serveti elde etmek için halk zengin olmalı. Halkın zengin olması için yasa-
lar adil olmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse devlet yıkılır"2.
Bu devlet kuramında adalet, uyrukların iktidar temsilcilerinin kötü davranı -
lanna kar ı, özellikle de yasadı ı vergi salınmasına kar ı, korunması demektir. Bu
korumayı sa lamak hakanın en önemli ödevidir. Hanlık iktidan bütün toplum ya-
pı ırım dayana ı sayıldı ından, bu politikanın temel amacı, son analizde gene hü-
kümdarın güç ve iktidannı korumak ve güçlendirmekti.
Özetle, devletin gelirleri ve gücünü arttırma gere i, adâletin uygulanmasını
gerektiriyordu. Sasanî krallan ve Abbasî halifeleri bu gere i çe itli idare kurumla-
nyla gerçekle tiriyordu. Hükümdar, belli zamanlarda bir imparatorluk divânı top-
lar, orada yüksek memurlanyla çevrili halde halkın yetkililerden ikâyetlerini din-
ler ve derhal karar verirdi. Avlanıyorsa ya da sava taysa, halkın yazılı ikâyetle-
rini bizzat kabul ederdi. Ya da, her do ulu hükümet içinde temel bir kurum ola-
rak, çok geli kin bir gizli örgüt bulunurdu ve zulüm idddialannı ara tırmak için
eyâletlere gizli ajanlar gönderilirdi. Bu tür adaleti daha da çarpıcı olarak sergile-
mek için Sasanî hükümdârlan yılda iki gün dinsel önder Ulu Magi'nin huzurunda
sıradan ki iler gibi durur ve yönetimine ili kin her çe it ikâyeti dinlerdi. Bin yıl
sonra aynı kurumu, yılda bir kez ba kentte kadı mahkemesine giden Anadolu
Selçuklu sultanlannca sürdürülmü buluyoruz. Sultandan davacı olan biri varsa,
sultan kadı önünde hazır dururdu.
Gâzî gelene inde eski bir Osmanlı halk destanı aynı devlet kavramını yansı-
tır. Dervi San Saltuk, Osman Gâzî’ye u ö üdü verir: "Adil ol, yan tutma; yoksu-
lun ahım alma; uyruklarına kötü davranma,... kadı ve valilerini denetle ki iktidar-
da kalasın ve uyruklannın, ba lılı ını yitirmeyesin". Osmanlılar, bu devlet kavra-
mının 11. yüzyıldan itibaren Selçuklu ve llhanlı lmparatorluklan tarafından de-
i tirilmi bir biçimini almı lardır.
Hint-Iran devlet gelene i, adâleti hüküm dânn mutlak iktidarının bir lütuf
ve keremi olarak gördü ünden, hükümetin yansızlı ını ve adâleti temelde hü-
kümdârın ahlakî niteliklerinde bulur. Orta Asya Türk gelene i ise, adâleti, dev-
let kurucusunun bir araya getirdi i kanûnlar dergisi "törü”, ya da "yasa”nın ta-
raf tutulm aksızın uygulanm ası olarak görür. Egemenlik ve törü ayrılm az iki
kavramdır. ran Mo ol hanları, slâm'ı kabul ettikten sonra bile, Cengiz H an’ın
yasasını özel bir sandıkta saygıyla saklayıp devlet i lerinde onun yol göstericili-
ine ba vurmu lardır.

72
OSMANLI DEVLET KAVRAMI VE SINIF S STEM

Bozkır ya amım yansıtan eski Türk devlet gelenekleri, maliye ve vergilen-


dirme kar ısında de i ik bir tavır takınmı tır. 735 yılında yazılmı Göktürk ya-
zıtlarına göre ideal hükümet, törüye uygun yönetilen hükümettir. Kutadgu Bi-
lig, hükümdâra u ö üdü verir: "Hâzineni aç ve servetini da ıt. Uyruklarını se-
vindir. Uyrukların ço alınca gazâ yapar, hâzineni doldurursun" çünkü “halkın
aklı fikri hep karnındadır... Yiyip içmeyi esirgeme onlardan"3. 8. yüzyıl Gök-
Türk yazıtları da aynı dü ünceyi dile getirir. Türk hakanları uyruklarına açık
alanlarda, büyük toy ve ölenler sunmayı kendilerine ödev bilirdi. Böyle toplu
toy vermeyen hakanların saygınlı ı olmazdı. Eski Osmanlı kaynaklanna göre
Osmanlı sarayında, “ikindi vakti, halk gelsin yesin diye nöbet çalınırdı". Saray
mutfakları saraya her gelene yiyecek verirdi. Fâtih Sultan Mehmet’in vezir-i
âzami, “devlet hazine biriktirmelidir; ancak hükümdâr, parayı esirgeyerek as-
keri mahrum etmemek için cömert hareket etmelidir", demi tir. Osmanlı devlet
kavramı, temelde eski Ortado u’dan geliyorduysa da, eski Türk geleneklerini de
sürdürüyordu.
Eski Hint-lran “nasihatnâme" edebiyatı, ço u kez, hükümdân bir çobana,
uyruklannı ise sürüye benzetir. Tann, uyruklan korusun ve do ru yola gütsün di-
ye çobana emanet eder; hükümdâra mutlak itaat de uyrukların görevidir.
Bütün slâm hükümdârlan gibi Osmanlılar da uyruklannı, Müslüman olsun ol-
masın, “reâyâ" yani “sürü” sayar, fermanlan reâyâyı Tann’nın emanet olarak ver-
di ini sık sık tekrarlardı. Reâyâyı, Tann’nın buyurdu u eriat yolunda gütmek, s-
lâm ümmetinin ba ı olarak sultanın ödeviydi. Müslüman hukukçuların geli tirdi i
biçimiyle hilâfet kuramı, birçok bakımdan eski Ortado u devlet kuramının aynısıdır;
ancak eriatın uygulanmasını hükümdânn temel görevi yapmakla, Ortado u kav-
ramlannda temel bir de i iklik yapar. Artık, hükümetin görevi slâm’ın ideallerini
gerçekle tirmektir; iktidar kendi ba ına bir iktidar olmaktan çıkmı tır. Gerçek uygu-
lamada ise, slâm devletleri, hükümeti etkin bir biçimde denetleyen bürokratlann
sürdürdü ü eski Ortado u devlet gelene ine ba lı kalmı lardır. Osmanlı bürokrat ve
tarihçisi Tursun Bey, 15. yüzyılın ikinci yansında öyle yazıyordu:

Yalnız a k la d a y a n a n h ü k ü m e te su ltan î y a s a k denir; bu d ü n y a d a ve


öbüründe m utlulu u sa lay acak ilkeler üstü n e kuru lan hü k ü m ete ise tanrı-
sal politika y a da eriat denir. Peygam ber eriat telkin etmi tir. Fakat b u po-
litikaları a n ca k bir h ü k ü m d â n n iktidan kurum la urabilir. Bir h ü k ü m d âr y o k -
sa in sanlar u y um lu y a ay a m az v e topluca y o k olup gidebilirler. T an n bu ik-
tidan yalnız bir ki iye verm i tir ve d üzenin süreklili i için, bu ki iye m utlak
itaat gerekir4 .

73
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ran devlet felsefesini izleyen Tursun Bey, devleti hükümdânn mutlak iktida-
nyla özde kıldı ı gibi, devletin kalıcılı ı için de adâleti temel olarak görür. Devlet
ve toplum, Tursun Bey’in her eyde ılımlı ve ba ı layıcı olmak, zulme son ver-
mek diye tanımladı ı hukuk ve adâlet prensiplerine dayanır, adâletsiz bir toplum
ayakta kalamaz.
Ortado u devlet kuramının bu temel ilkeleri, eriat ve Hellen politik dü ünce-
sinin etkisine kar ın, Osmanlı zamanına dek de i meksizin kalmı tır. Osmanlı
yönetimi, bütün hükümet dairelerinde ve bütün devlet faaliyetlerinde apaçık gö-
rülen bu ilkeler üzerine kurulu idi.
SasanI ehin ahı I. Hüsrev’e atfedilen altı maddelik yasa, âdij bir hükümetin
ilkelerini özetler. Bunlar, köylünün ödeme gücüne göre vergi salmak ve toplan-
masında yolsuzluklan engellemek, ayncalıklılann zayıflan ezmesini ve halkın can
ve malıyla oynamasını önlemek, kamu yollannı koruyup kervansaray ve köprü
yaptırmak ve sulamayı te vik etmek, ordu kurmak, eyâletlere âdil yargıç ve vali-
ler atamak, yabancı dü manlann saldınlannı engellemektir5.
Bu yükümlülükleri yerine getirmek için Sasanîler, dört yönetim bölümü kur-
mu lardı: politik bölüm, yargı, hazine ve genel divân. Fakat hükümetin en önem-
li bölümü, yetkililere kar ı ikâyetleri dinlemek ve adaletsizlikleri önlem ek için
toplanan devlet divânı idi. Ortado u devletinin bu temel i levleri de i meden Os-
manlı dönemine kadar gelmi tir.
Ortado u devletindeki sınıf sistemini de aynı kavramlar düzenler. Toplum iki
ayn sınıftan olu ur: ilki hükümdâr ve iktidannı devretti i vezir ve valiler, kincisi
ise vergi verenler yani reâyâ. Nasireddin Tûsî, eski ran geleneklerine uyarak, h ü -
küm dânn adamlarını askerî sınıf ve bürokrasi olarak iki gruba daha bölmü tür.
Bu gruplar vergi ödemezlerdi. Vergi verenler, ekonomik etkinliklerine göre, çiftçi,
tüccar y a da yöriik alt gruplanna ayrılırdı. Kimileri bunlara kent esnafını da katar.
Hint kaynaklı bir yapıt olan Kelile ve Dimne, bu sınıf ayrımlan çok sıkı korun-
m azsa felâket ve karga a çıkaca ını ileri sürer. 11. yüzyıl devlet adamı Nizâmü’l-
Mülk’ün Siyasetnâm e'sınt göre, hükümet karga ayı, ancak her ki inin resmî def-
terlerde yazılı oldu u sınıfında kalmasıyla önleyebilirdi6. Büyük slâm fakîhlerin-
den bn Taymiyya (1263-1328), Kur'an‘dan alıntılar ve Peygamber'in hadisleriy-
le destekleyerek, bu toplumsal sınıflama görü ünü eriata dahil etmek istemi tir.
Osmanlılar aynı sınıflamayı sürdürerek, yeni fethedilmi bölgelerin halklan-
nı, M üslüman olsun olmasın, askerî sınıf ya da reâyâ diye ikiye ayınyor. 15. yüz-
yılda Osmanlılar Balkanlar'da binlerce Hıristiyan soylu atlı sınıfını, dinlerine kar-
ın, askerî sınıfa kabul ettiler. mparatorlu a ilhak edilen Anadolu beyliklerindeki
askerî topluluklar da Osmanlı askerî sınıfının ayrıcalıklarını aynen uyguluyordu;

74
OSMANLI DEVLET KAVRAMI VE SINIF S STEM

ticaret ve tarımla u ra anlar ise, ister Müslüman olsun ister Hıristiyan, ister Ana-
dolu’da isterse Balkanlar’da, reâyâ sayılıp reâyâ vergileri ödüyordu.
Askerî sınıf, do rudan do ruya sultanın hizmetinde olan herkesi, üretimle
u ra mayan bütün askerî gruplan, din adamlannı ve bürokratlarla ailelerini, ak-
rabalannı, uyruk ve kölelerini içerir. "Muâf reâyâ" diye bilinen bir grubun, devle-
te yaptıklan belli hizmetler kar ılı ında belli vergi muafiyetleri ve ayncalıklan
olurdu.
Reâyâ durumundan çıkmak ve askerî sınıfa girmek için özel ve nadiren veri-
len bir sultan beratı gerekirdi. Reâyâdan birinin askerî sınıfa girmesi için, genellik-
le, bu sınıfla belli ba lantılan olması, ya sınırda ya da sultanın seferlerinde gönül-
lü sava ması gerekirdi. Hizmetlerinin de eri kar ılı ında sultan, ona askerilik ta-
nıyan bir berat çıkarabilirdi. Ancak I. Süleyman, atalan askerî olmayıp da askerî
sınıfa bu yolla girenlere verilmi vergi muafiyetlerini geri almı tır. Vergi ödeyicisi
ve üretici olarak reâyânın vazgeçilmezli i nedeniyle, reâyâlıktan askerîli e geç-
m ek devletin temel ilkelerini çi nemek sayılırdı. 17. yüzyıl ba lannda Osmanlı
yazarlan, bu usûlden vazgeçilmesini, imparatorlu un ba lıca çökme nedeni ola-
rak görürler.

Notlar

1 Ebu Cafer Muhammed ibn Cerir et-Taberî, Chronique, çev. Hermann Zotenberg. 4 cilt (Paris, 1958).
cilt II, s. 340.
2 bkz. Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Re it Rahmeti Arat edisyonu (Ankara, 1959), 155, beyit
2057-2059.
3 Hâcib, 393, beyit 5479-5490.
4 Tursun Bey, Târih-iEbû'l-Feth, Mertol Tulum edisyonu ( stanbul, 1977), s. 12-13.
5 Taberî, II: 218-232.
6 M. Minovi (yay.), Kalilah waDimnah (Tahran, ), s. 319, Nizâm al-Mulk, SiyaratM uluk, H. Darke
edisyonu (Tahran, 1962), s. 178-179; Sasanîler hakkında bkz. Arthur Christensen.Z.Yra/1 sousles
Sassanides (Kopenhag, 1936), s. 93-94, 362 ve 383.

75
10. Bölüm

HUKUK: SULTANÎ HUKUK (KANÛN),


D NÎ HUKUK ( ER AT)

15. yüzyıl sonlannda yazan Tursun Bey'e göre sultan, tam am en kendi yet
kesiyle kural koyabilir ve yasa çıkarabilirdi. eriattan ba ımsız olan ve k a n û n di-
ye bilinen bu yasalar, din! de il, akılcı ilkelere dayanır ve öncelikle kam u ve y ö -
netim hukuku alanlannda konurdu.
A ralannda lbn Haldun'un da bulundu u kimi slâm hukukçulan, slâm ’ın di-
nî hukuku olan eriatın bütün yasal sorunlan çözebilece ini savunarak, yalnızca
sultan ın buyru una dayanan bir yasa olan kanûnu gereksiz bulurlardı. Öteki h u -
kukçular ise, söz konusu durumlar hakkında eriat bir ey söylem em i ise kan û -
nu n hem gerekli hem de yasal oldu unu ileri sürmü lerdir. Yasa, genellikle k am u -
ca kabul edilen âdete, ya da kıyas için temel olabilecek ilkelere uymalı, slâm üm -
m etinin iyili j için gerekli olmalı, eriata kar ıt hiçbir ey içermemeli ve hüküm dâr
y asay ı etkin biçimde uygulayabilmelidir.
1. S üleym an'a atfedilen, am a gerçekte 15. yüzyılın sonlanna do ru çıkarıl
geli m i kanunnâm enin önsözünde, “sultan Osmanlı kanûnunun düzenlenm esini
buyurdu, çünkü bu kurallar dünya i lerinde ba anlı olmak ve ahalinin i lerini dü-
zene koym ak için gereklidir" denir1.
Türk gelene inde egemenlik ile hanın koydu u yasalar bütünü (törü) birbir-
lerinde aynlm az esaslar oldu undan, 11. yüzyıl ortalannda Türk yönetim inin y a -
yılm asıyla beraber slâm hukuk uygulam alannda eriat yanında k an û n ilkesi de
kab u l görm ü tür. Aynca, hükümdârlar, politik güçlerinde herhangi bir sınır tanı-
m ak d a istemiyordu. Osmanlılann ortaya çıkı ından önceki dönemde sultanın ka-
n û n k o y m a hakkı, Ortado u’da iyice kök salmı bir ilkeydi.

76
HUKUK: SULTANI HUKUK (KANUN). D N HUKUK ( ER AT)

Osmanlı kanûnu, ferman eklinde ortaya çıkmı tır -Sultan ne buyurursa, o


sultanın yasasıdır- böylelikle sultanlann, ko ullar gerektirdikçe çıkardı ı kurallar
bütünü bir kanûnnâme olu turmu tur. Bu yüzden, tahta yeni bir sultan çıktı ında
teyid edilmeleri gerekirdi. Temel ve de i mez hukuk, slâm’ın dinî hukuku eriat
idi. Fermanlarda, her zaman, konulan yasanın eriata ve daha önce konmu ka-
nunlara uygunlu unu ifade eden bir ifade bulunur.
Üç kanûn türü vardır. Önce, sultanlann belli konularda çıkardı ı yasa özelli-
inde fermanlar vardı. Da ınık belge koleksiyonlannda, "Kanûn-i Osmânî”nin
büyük bölümünü olu turan bu yasal buyruklardan yüzlerce bulunur, ikinci ola-
rak, belli bir bölge ya da toplumsal grupla ilgili kararlar gelir2. Üçüncü olarak da,
bütün imparatorlu a uygulanabilir genel kanûnnâmeler vardı.
Kâtiplerin ferman biçiminde hazırladıktan yasalann ço unu, merkezî hükü-
met, genellikle yönetim sorun ve ihtiyaçlanna bir yanıt olarak hazırlardı. Vezir-i
âzam ya da ni ancının inceleyip imzaladıktan sonra padi aha sunduklan bu bel-
geler, sultanın sözlü ya da yazılı teyidinden sonra yasa haline gelirdi. Bütün ya-
salann çıkarılı ında, önce kimlerce önerildi ine bakılmaksızın, aynı i lem uygula-
nırdı. Ancak, arada ba ka a ama olmaksızın, sultanın do rudan do ruya yasa
yaptı ı nadir durumlar da vardır. Kanûnnâme derlemek ya da bir yasa konusunu
erh etmek her zaman ni ancının yetki alanındaydı.
Özellikle vergi ve nüfus tahrîrleri yeni yasalar önerilmesine yol açardı.
Osmanlılar yeni fethedilen bir bölgede böyle bir tahrîre giri tikleri zaman attık-
ları ilk adım, bölgenin fetih öncesi yasa ve örflerini ö renmek olurdu. Osmanlı
idaresi fethedilen topraklann tüm yasa, örf ve kurumlannı ortadan kaldırmaya
çalı maz, birçok yerel kanûnlan muhafaza ederlerdi, böylece yeni idarenin gel-
mesi ardından sökün edebilecek karga adan kaçınılırdı. Bunun yanında, dene-
yim ler Osmanlıya, köklü de i ikliklerin vergi gelirlerinde azalm aya neden ol-
du u nu ö retm i ti. Tahrîr emini bu alanlarda yalnızca erîat ve Osmanlı hu-
ku k ilkelerine kar ıt olan uygulamaları kaldırırdı. Öteki kurallan kaydeder ve
sultanın onayı için stanbul’a yollardı. Sonraki tahrîrlerde, de i iklikler yapıla-
bilir y a da eski kuralların yerini Osmanlı yasaları alabilirdi. 1517-1518’de Do-
u A nadolu’nun, 1537’de de Irak’ın fethinden sonra Osmanlılar, Akkoyunlu
hüküm dân Uzun H asan’ın yasalannı m uhafaza etmi lerdir. Gene bunun gibi,
M ısır ve S uriye’de M emlûk Sultanı Kayıt Bay’ın yasaları m uhafaza olundu.
A ncak 154 0 ’tan sonra Akkoyunlu yasalarının yerini Osmanlı kanûnu aldı. 16.
yüzyılın ikinci y an sın d a M acaristan vergi yasalan temelde Osmanlı yasalany-
dıysa da, kimi ana vergiler Macar krallan zam anlanndan kalma vergilerdi ya
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

da uyarlama idi. Kıbrıs ve Gürcistan'ın fethinden sonra da, büyük ölçüde Os-
manlı yasaları konmu tur. Ancak, yerel uygulamaların erken dönemde Os-
manlI düzenlemelerinde daha önemli bir yer tuttu u, gerçekte de Kanûn-ı Os-
mânî'nin geli mesinde büyük bir etkisi oldu u kesindir3.
OsmanlIlar, fetih öncesi dönemden kalma, belli gruplann toplumsal konum-
lannı belirleyen kurallan da de i tirmeden bırakmı tır. Sırbistan ve Bosna’da, Os-
manlI madencilik yasalan, Eflâklann örgütlenmesiyle ilgili fermanlar, oldu u gibi
daha önceki yerli yasalardan aktanlmı tır. 16. yüzyıl ortasında bu bölge artık bir
sınır bölgesi olmaktan çıkınca Eflâklar, ola an Osmanlı reâyâ yasalannm hükmü
altına alındı4.
Tahrîr emini, gerekli nedeni göstererek, sultana bir yasanın kaldınlması ya
da düzeltilmesi tavsiyesinde bulunabilirdi. Bu ihtiyaç genellikle, yerel halkın ikâ-
yetlerinden ya da gelir arttırma gere inden çıkardı. Sultan önerileri kabul edip bir
ferman çıkanrsa, bölgenin yasalan ona göre de i tirilirdi. Bu bakımdan, yeni tah-
rîrler bir bölgenin hukuk! kurallannı belirlemek ve de i tirmekte çok önemli bir
süreç olu turur.
Osmanlı mparatorlu u'nun ana yönetim birimi olan sancaklann her biri için
bir tahrîr defteri bulunur5. II. Bayezit zamanından ba layarak bu defterlerin yazı-
mına, yerel anla mazlıklann çözümlenmesinde ba vurulan, ilgili sanca ın ka-
nunnâmesi ile ba lamak âdet olmu tur. Sancak kanûnnâmelerinin ba lıca amacı
tımar vergilerinin de erini ve toplanma biçimini göstermekti. Bu kanûnnâmeler
topra ı kullanma ve devrine ili kin yasalan ve reâyânın yasal konumuyla muafi-
yetlerini belirlerdi. çlerinde, daha da seyrek olarak, kentlerdeki pazar ve gümrük
vergilerini gösteren listeler, bâc kanûnlan da eklenirdi. Sancak kanûnnâmelerinde
ceza yasalan ya da askerî sınıfın durumunu yöneten yasalar nadiren eklenmi tir.
Zira bu konular genel kanûnnâmede yer alır.
Her sanca ın kendi kanûnlan olmasına ra men, esasta hepsi Kanûn-i Osmâ-
nî’ye uygunluk gösterir. Gerçekte, Osmanlılara özge rejim için temel bir yasal sis-
tem vardı ve Osmanlılar bu sisteme kar ıt her örfü kabul edilemez bir bidat olarak
görürdü. Fâtih Sultan Mehmet’in iki kanûnnâmesi, bir yasa derlemesi olan Ka-
nûn-i Osmanî’yi düzenli bir hale sokmu tur.
Kostantiniye’nin fethinden hemen sonra çıkanlan bu derlemelerin ilki, reâyâ
ile ilgilidir. lk bölüm, bütün reâyâya uygulanabilir bir ceza hukuku yasası içerir,
fakat vergi salmayı düzenleyen bölüm Müslümanlarla Hıristiyanlan ayn ayn ele
alır. Bu bölüm öncelikle reâyânın tımar sahiplerine ödemesi gereken vergilerden
söz eder; tahrîr defterlerine uygun olarak reâyâ vergisi, ö ür vergisi, hizmetler,

78
HUKUK: SULTÂNI HUKUK (KANUN), D NÎ HUKUK ( ER AT)

son olarak da pazar rüsûmunu düzenler. Bu kanûnnâme, Fâtih Sultan Mehmet'in


zamanına kadar geçerli olan yasalann bir derlemesidir, bundan ötürü de içinde
birçok yerel etkilerin bulunması do aldır.
Fâtih'in 1476 dolaylarında çıkardı ı ikinci kanunnâmesi saltanatının son
yıllarından kalma olup devlet örgütleriyle ilgilidir. Bunu derleyen ni ancı, giri
bölümünde, padi ahın buyru uyla sultanın atalarının yasalarını topladı ını,
sultanın kendisinin de kimi eklemeler yaptı ını yazmı tır. Yasayı, sultanın ya-
pıtın ba langıcındaki yazılı buyru u (Hatt-i Hümâyûnu) geçerli kılar; sonunda
da sultan “Devlet böyle düzenlenmi tir. Geli mesi için benden sonra gelecek
o ullarım çaba göstereler" der. Bu ikinci kanûnnâme, yetkileri, terfileri, rütbe-
leri, maa ları ile hükümet ve sarayın ba lıca görevlilerini, emeklilik, protokol
ve cezaları gösterir. Yönetimin merkezi ve iktidarın kayna ı olarak bir mutlak
hükümdâr kavramını, sultana yakınlık derecesine dayalı bir protokol sistemiy-
le yansıtır. Bunlar, sanıldı ının tersine Bizans kökenli olmayıp bütünüyle Türk
slâm kavram ve biçimleridir6.
Fâtih, bu iki genel kanûnnâmeden ba ka, para dola ımı, darphane, güm-
rükler, tekeller ve belli vergilerin toplanması ile belli gnıplann toplumsal ko-
numlannı yöneten kurallarla ilgili bir yı ın yasama fermanlan çıkarmı tır7. Kü-
çük de i ikliklerle 17. yüzyıla kadar geçerli kalan bu yasa ve kurallar, güçlü
yerel etkiler sergiler.
Reâyânın konumunu belirleyen Fâtih reâyâ kanûnnâmesi, uygulama alanı
sonraki ek ve de i ikliklerle geni lemi se de, Kanûn-i Osmânî’nin özü olarak
kalmı tır. îlk büyük eklemeler, II. Bayezit zamanında ve 1501’den önce yapıl-
mı olmalıdır.
Kanûn-i Osmanî’nin temel ilkeleri, Fâtih Sultan Mehmet’in kanûnnâme-
sinden ve Rumeli ve Anadolu sancak kanûnnâm elerinden önce, 14. yüzyıl
sonlarında düzenlenmi olmalıdır. Anadolu ve Rum (Amasya-Sivas) Beyler-
beyiliklerinin kanûnnâmeleri, 16. yüzyılda geni letilerek Do u Anadolu, Suri-
ye, Kıbrıs ve Gürcistan eyâletlerini de kapsamına almı tır. Gene bunun gibi,
Macaristan'da yasamanın temelini, Rumeli’nin sancak kanûnnâmeleri olu tur-
mu tur.
15. yüzyıl kanûnnâmelerine göre, Kanûn-i Osmanî'nin temel ilkesi, ‘'re-
âyâ ve ülke sultanındır” kuralı idi. Bu bakımdan hiç kimsenin, sultandan özel
bir izni olm adan, toprak ve köylü üzerinde bir hakkı, ya da yetki kullanma
gücü yoktu. Bu ilke, sultanın imparatorluktaki mutlak hâkimiyetini güvence-
ye alıyor, eyâletlerde her tür yerel beyli i ve sömürüyü ortadan kaldmyordu.
Bu ilke, sultana tımar sistemini kurma imkânı, vakıf ve özel çiftlikleri de bir
79
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

dereceye kadar denetleyebilme gücü sa lıyordu. Gerçekte bu ilke, mutlak ve


merkezî Osmanlı rejiminin temel ta ıydı. Kânûn-i Osmanî, angarya i ve hiz-
metleri ilke olarak kınar ve bunları ço unlukla paraya çevirir. Böylece, önceki
feodal hizmetler sisteminden genellikle daha basit ve yolsuzlu a daha az açık
bir vergi sistemi getirmi tir8. Ola anüstü zahire vergisi ve angarya yani avâ-
rız salgını, ancak devlet yararına ve ancak sultanın özel bir ferman çıkarma-
sından sonra alınır, ba ka durumlarda görevliler reâyâdan yalnız pazar fiyat-
larına göre zahire alabilirdi. Bu kurallar, askerî sınıfın köylüyü sömürmesini
önleme amacını güdüyordu, dolayısıyla ödeme gücüne göre de erlendirmek
ve yasaya göre toplamak, vergi sisteminin temel ilkeleriydi. Kanûn-i Osmânî,
her verginin miktarını ve toplanma zaman ve biçimini belirlemeye büyük
önem verir ve bir verginin de i ik adlar altında iki kez toplanmasını önleye-
cek hükümler içerirdi. Maa sız papazlan, ya lılar, sakatlar, kadın ve çocukları
vergi dı ı bırakırdı.
Ceza yasası bütün imparatorlukta geçerli olup kadıların eriatı tamamlayıcı
olarak uyguladı ı bir kanûndu. öldürme, ırza geçme, iddet kullanarak hırsızlık,
e kıyalık gibi iddetli suçlar için idam ve sakatlama emrediyor, kamu yetkililerine
de bunların yerine para cezası kabul etmeyi yasaklıyordu. Cezası para ya da fala-
ka olan bölümde zina, fizikî saldın, içki içme ve de i ik tür hırsızlıklar ele alınmı -
tır. Ceza yasası, eriat hukukunun da temelini olu turan lex talionis gibi ilkelere
göre yazılmı olup, eriatın açıkça emretmedi i para ve disiplin cezalannı belirler-
di. Örne in bir at hırsızı, ya elinin kesilmesine razı olur, ya da bunun dengi, iki
yüz akçe (yakla ık be altın düka) olarak saptanmı bir para cezası öderdi. arap
içmenin cezası, kadılann emretti i kadar falaka ve sultan yasasının belirledi i bir
para cezasıydı. Zina i leyenler, zenginler üç yüz, orta gelirliler iki yüz, yoksullar
da yüz akçe olmak üzere, varlıklarına göre para cezasına çarptınlırdı. Yasadı ı
cinsel ili kiler için evli olmayan ki ilerden, varlıklanna göre yüz, elli, kırk ya da,
otuz akçe para cezası alınırdı.
Bedensel cezaların yaygın biçimleri bir el ya da baca ın kesilmesi, küre e
mahkûm olmak ve de nekle dövülmekti. Sopa ya da bunun yerine para cezalan
hafif suçlar içindi. Yetkililer suçlulan itirafa zorlamak için i kence kullanır, i kence
sonucu ölümler ara tırma konusu olmazdı. Bir suçlu bulunamazsa bütün toplu-
luk, örne in bir köy, cezalandırabilirdi. Cezanın iddeti suçlunun erkek ya da di-
i, özgür ya da köle, evli ya da bekâr, Müslüman ya da gayrimüslim olmasına gö-
re de i ir, kinciler ceza miktannın yarısını öderdi.
Askerî sınıf üyelerini, ba kentteki Divân-i Hümâyûn, ya da ait oldukları
askerî örgüt önderinin ba kanlı ındaki divânlar yargılardı. Kamu düzenini ilgi-
HUKUK: SULTANÎ HUKUK (KANUN). D N HUKUK ( ERlAT)

lendiren konularda sultan, vezirleri ya da iktidannın di er temsilcileri, kanûn-


nâme ile sınırlanmamı hükümler verebilir ya da af çıkarabilirlerdi. Hanedan
üyeleriyle yüksek rütbeli görevlilerin idamı, yayla ve kan çıkartmadan yerine
getirilirdi.
Osmanlı hukuku, âdet ve misâle büyük önem verir, fermanlann sık sık yal-
nızca “uygulanagelmi âdete göre” davranmalannı buyurdu u kadılara böylece
geni ki isel karar yetkisi vermi tir. I. Süleyman döneminin Silistre Kanunnâmesi,
der ki: “Kanunnâmenin açık, yazılı bir buyru unun olmadı ı bir durumda, kadı
konuyu resmen ba kente danı malıdır. Gelen buyru a göre hareket ederek soru-
nu çözen bir karar vermelidir. Bu karan defterine kaydetmeli ve benzer durumlar-
da ona göre karar vermelidir”.
Kadı, hem eriatı hem de devlet kanûnunu uygulamak üzere Sultan tarafın-
dan bir beratla atanırdı. Kadıların elinin altında, sultanî kanun derlemeleri bulu-
nurdu. Bunun resmen onaylanmı olması gere i yoktu. Kadılar, yükümlü olduk-
lan yasama buyruklannı resmî sicil defterlerine geçirirdi yalnızca. Veya, bu de i-
iklikleri ellerindeki kanûnnâmelere kaydederlerdi. Osmanlı hukuku, böylece, sü-
rekli bir geli me durumundaydı ve bize kadar gelmi erhli yüzlerce kanûnnâme,
bu hukukun tarihi için de erli birer kaynaktır.
Hiçbir sanık, kadının yazılı hükmü olmadan cezalandıramazdı. Hükümleri
yerine getirme ancak bey sıfatı ta ıyanlann hakkıydı; fakat kadının hükmü olma-
dan en küçük para cezasını alamazlardı. Yasa, sultanın buyru u üzerine bir ceza
vermek için gelmi kapıkullannın dahi, sanı ı kadının huzuruna çıkanp davasının
görülmesini gerektirirdi.
eriat alanı içindeki medenî hukuk davalannda kadı kararlanna sultanın da-
hi saygı göstermesi zorunluydu. Miras davalannda görünürde bir vârisin olmadı ı
durumlarda tevârüs edilecek mülk bir yıl süreyle vasînin elinde kalır, hazine ona
ancak bu süreden sonra sahip çıkabilirdi (beytülmâl). Ölmü bir gayrimüslimin
malını bir vâris çıkana dek kadı saklardı. Hâzinenin bu tür mülklere el koymasını
yasa yasaklıyordu.
Bunlar, Osmanlı hukukunun ideal biçimlerinin bir betimlemesidir. Ger-
çekte, sultanlar kimi zaman adâletnâmeler, yani eyâlet yetkililerinin yanlı i -
lemlerini düzeltmek için buyruk çıkarmak zorunda kalırdı. Adâletnâmeler, en
çok, kadı ve öteki görevlilerin reâyâya angarya ya da yasadı ı salgınlar uygu-
ladıkları, ya da para cezalarını ve rüsûmları kanunsuz arttırdıkları durumlarla
ilgilidir.

81
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

Notlar

1 Mehmet Arif (yay.). Târih-i Osmâni Encümeni Mecmuası'ra ek.


2 bkz. Joseph von Hammer. Das osmanischen Reichs Staatsverfassung und Staatsverwaltung, 2 eilt
(Viyana, 1815) ve Ömer Lütfi Barkan. XV v e XVlnci Asırlarda Osmanlı imparatorlu umda Ziraî
Ekonominin Hukuki ve Malî Esasları ( stanbul. 1943).
3 bkz. nalcık. "Râiyyet Rüsumu", Belleten, no. XXIII (1959). s. 575-608.
4 Halil nalcık. -Adâletnâmeler". Belgeler, II. 3-4(1965): 65-67.
5 bkz. not 2.
6 Bu konuda bkz. Mehmet Fuat Köprülü. “Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri”,
Türk Hukuk ve iktisat Tarihi Mecmuası II (1932-1939), s. 165-298.
7 Bu tür bir kanûn derlemesi için bkz. Robert Anhegger ve Halil nalcık, Kânûnnâme-i Sultanî ber
Mûceb-i örf-i Osmâni (Ankara, 1956).
8 bkz. not 3

82
11. Bölüm

SARAY

Osmanlı Devlet Yapısının Temel Örgütü: Kul Sistemi

Kul (Gulâm) sistemi Osmanlı devlet idaresinin temel kurumlanndan biridir.


Sarayda ve devlet hizmetinde kullanılmak üzere kölelerden gençler yeti tirilmesi
OsmanlIlara, Ortado u slâm devletlerinden gelen eski bir gelenektir.1 Anadolu
Selçuklulannda erefeddin Ghulâm, Khass Balaban ve Karatay karde ler gibi kul
aslından ünlü kumandanlar biliyoruz.2 Kullar yalnız askerî hizmetlerde kullanılı-
yordu. II. Keykavus, büyük emirlikleri kölelere verince Türk aslından emirler ona
kar ı cephe aldılar.3
Osman Gâzî Bursa ablukasına “kulu Balabancık Bahadın" atamı tır.4 OsmanlI-
larda kölelerden saray ve idare adamlan yeti tirildi i hakkında Orhan Gâzî devri
belgelerinde kayıtlar vardır.5 I. Murat devrinde yeniçeri ordusu sava esirlerinden
kurulmu tur.6 Osmanlı idaresi, kendi tebaası Hıristiyan halkından aynı amaçla ço-
cuk toplama yöntemini getirmi tir. Dev irme o lanı denilen bu çocuklar, esir sayıl-
mazdı. Dev irme, Osmanlılann kul sistemine getirdikleri önemli bir yeniliktir.
Merkeziyetçi bir imparatorluk kurmaya çalı an I. Bayezit devrinde kul sistemi
tam bir geli me gösterdi. Tahrîr defterlerinde bu devre kadar inen kayıtlar, onun m-
paratorlu un her tarafında yalnız yüksek idarî-askerî makamlan de il, tımarlan da
kullara verdi ini göstermektedir. Bu radikal hareket, gâzî çevrelerinin duygulannı ak-
settiren anonim tarihlerde tepkiyle kar ılanmı tır. Kul yöntemi ve dev irme, ça da
Bizans ve batılı kaynaklarda anılır. Dukas, Bayezit’in sarayında seçilmi çocuklardan
bahseder. Dev irme için 14. yüzyıl sonunda Chronique du Religieux de Saint-Days
der ki "Ils enlèvent les eııfants pour les instruire dans leurs impures croyances’
(Aykın inançlannda yeti tirmek için çocuklan dev irirler).
II. Murat devrinde bu sistem hakkında ça da kroniklerde oldu u kadar resmî
83
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ar iv kayıtlarında da geni malzemeye sahip bulunuyoruz.7 Musa Çelebi’nin (1411)


kapıo lanını yedi bin ki iye, 11. Murat'ınki dört be bin ki iye8 varmakta idi. Arvanid
sanca ı defterine göre de orada askeri sınıfın her kademesinde Padi ah kullan ve Bey
kullan tımarlı sipahiler arasında ço unlu u olu turmakta idi.
Ça da yerli ve yabancı gözlemcilerin açık ifadeleri, bu sistemin OsmanlIlar
tarafından beklenen sonuçlan bilinerek uygulandı ını kanıtlamaktadır.9
Zamanla Osmanlı Padi ahlan kendi icra gücünü, yalnız kendi kullarına emanet
etmeyi bir prensip olarak kabul etmi lerdir. 15. yüzyılda fethedilen bölgelerde yüksek
sınıfa mensup Beyzâdeler Osmanlılar tarafından saraya alınmakta, orada ayncalıklı
muamele görmekte ve saraydan göreve çıkma zamanı ço u kez bey unvanıyla en
önemli mevkilere getirilmekte idiler. Böylece Osmanlı öncesi Rum, Bulgar, Sırp ve
Arnavut aristokrasilerine mensup birçok ki izadeler, bu devirde Osmanlı beyleri ve
vezirleri olarak hizmet etmi lerdir. Ancak Anadolu Selçuklularında oldu u gibi, kul
sisteminden gelenlere yanlız askerî makamlar verilmi , maliye ve yazı i leri eflikleri-
ne genellikle ilmiye sınıfından Türk-Müslüman unsurlar getirilmi tir. Kul aslından
olanlan küçümseme ve onlara kar ı haset ve dü manlık oldu u anla ılmaktadır.10
Mutlak merkeziyetçi mparatorlu unu kurarken II. Mehmet kul sistemini geli tirdi ve
vezir-i âzamlık dahil olarak devletin icra makamlannı kulların eline verdi. Bu devirde
ulemâ vezirli i, yalnız Padi ah kullanna mahsus bir makam saymakta idiler.11
16. yüzyılda da ehl-i örf, padi ah adına emir verme yetkisine sahip kulla
anlamına geliyordu. Kullardan olu an kapıkulu, ilk devirde devlet içinde üstün
nüfuzu olan kudretli ucbeyleri kar ısında, Osmanlı padi ahlannın merkezî otorite-
sinin kurulmasına ba lıca faktör olmu tur. Koçi Bey12 kapıkulunun eyâlet askeri
kar ısında bir denge olu turdu unu ve kendi zamanında bu dengenin yıkılmı ol-
du unu ifade etmi tir.
Kul sistemi, Kanunî Süleyman (1520-1566) ve ilk iki halefi zamanında en
geni uygulama a amasına eri mi tir,
Kullann men ei ba langıçta en çok sava esirleri idi. Sarayda Balkan senyör
çocuklanndan rehine olarak tutulanlan, buna katmak gerekir. Büyük ehirlerde esir
pazarlanndan en iyi esirler padi ah için satın alınırdı. I. Bayezit devrinden itibaren
kullara dev irmeden gelen çocuklar katılmı tır. 16. yüzyılda her men eden toplanan
kullann toplamı yılda 7-8 bine yükseliyordu. Bunun ortalama üç bin kadan dev ir-
me idi. Dev irme o lanlan stanbul’a getirilince, vücut ve karakter itibariyle en iyile-
ri seçilir, bazen sultanlar seçimde bizzat hazır bulunurlardı. Saray için seçilenler s-
tanbul’da Galatasaray ve brahim Pa a saraylanna, ta rada Edime ve Manisa sa-
raylanna gönderilirdi. Kalanlann ço u yeniçeri olmak üzere Anadolu'da Türk köy-
lülerinin yanına gönderilir, küçük bir kısmı Padi ah bahçelerinde hizmet için bos-
tancı yapılırdı. Saraya aynlmı olanlara iço lanı, yeniçeri olacaklara acemio lanı de-
84
SARAY

nirdi. Ayrıca fethedilen yerlerde asil ailelerin çocuklan seçilerek saraya gönderilirdi.
16. yüzyıl ba lannda Galatasaray’da 300, Edime sarayında 300 iço lanı vardı. Bu
o lanlar, 2 ile 7 yıl arasında bu saraylarda sıkı bir disiplin altında e itim gördükten
sonra çıkma denilen ikinci bir elemeden geçer ve en uygun görülenleri seçilerek Pa-
di ahın oturdu u sarayda, yani Yeni Saray’da Büyük Oda ve Küçük Oda denilen
dairelere alınırlardı. Saraya alınmayanlar kapıkulu sipahi bölüklerinden alt kademe-
de bulunan ulûfeciler ve garîbler bölüklerine verilirdi. 1537'de Yunus Bey'e göre,13
Padi ahın sarayında 8 ile 20 ya arasında 700 iço lanı vardı. Büyük Oda’da ve Kü-
çük Oda’da o lanlar yalnız okuma-yazma ve bedenî idmanlarla u ra ırlardı. slâmî
e itimden sonra iço lanı kendi özel e ilimine göre özel bir alanda uzmanla mak im-
kânına sahipti. Odalarda türlü fenler, hat, in a, siyakat, hesab, musikî ö retilirdi.
Bunlar kâtip sınıfına geçebilirlerdi. II. Bayezit o lanlann tahsili ile ahsen ilgilenirdi.
Bayezit, dinî ilimlerde derinle enlerin lmiyeye girmesine izin vermi ti. Odalarda o -
lanlara beden kuvvetini geli tirme, binicilikte ve silâh orlukta beceri kazanma im-
kânı verilirdi. Ba lıca sporlar, a ırlık ta ımak ve çekmek, güre , ok atma, süvarilik,
kılıç talimi, tomak ve cirit oyunlan idi. Bundan ba ka her iço lanı bir hizmette veya
sanatta maharet kazanmak zorunda idi. Enderûnda minyatür, nak , ciltçilik, hattat-
lıkta birçok üstat yeti mi tir. Bu lüzumlu bilgiler ve maharetler yanında saraydaki
terbiyenin en önemli amacı, Padi ahın hizmetinde kendisine mutlak ba lılık ve itaat
duygulan a ılamaktı. Odalarda mudak bir disiplin uygulanırdı. Yatma, kalkma, ye-
mek ve istirahat için belli saatler belirlenmi ti. Her istedikleri zaman konu amazlar,
dı an ile ve aileleri ile ili kide bulunamazlardı. Saraydan çıkıncıya kadar bir manas-
tır hayatı ya ar, kadın yüzü göremezlerdi. Hadımlar aralannda yatar, onlann gece
gündüz her türlü hareketlerini gözetlerlerdi. Saraydan aynlan Menavino14 Ende-
rûnda verilen terbiyeden güdülen gayeyi öyle özetler: Dini bütün, kibar konu ma-
sını ve hareket etmesini bilen, edebiyata â inâ, namuslu, nefsine hâkim çelebiler,
centilmenler yeti tirmek. Odalarda o lanlar, onar ki ilik gruplara ayrılmı olup her
grubun ba ında yeti kin bir o lan lâla unvanı ile arkada lan arasındaki disiplinden
sorumludur. O lanlar, birbirlerine lâladâ derler. Fakat odalann asıl gözetimi, kapı-
o lanı kethüdasına verilmi tir. O, kendi emrindeki hadımlarla (sayılan 16 ile 30
arasında de i mi tir) bu görevi yerine getirir.
Sarayda devamlı personeli hadımlar te kil eder. Bunlar, bu maksatla hadım
edilmi kölelerdir. Disiplini koruyan ve o lanlan terbiye eden onlardır. Bu hadımlar
veya aka alar, Fâtih devrinde 2 0 ,1. Selim devrinde 40 ki i idiler. Bütün hadımlann
ba ı kapıa ası, bir di er adıyla Bâbü’s-saâde a ası’dır. Onun altında sırasıyla üç
odaba ı; has odaba ı, hazinedârba ı (serhâzinîn), kilerciba ı gelirdi. Bunlar padi a-
hın ki isel hizmetleri ile görevli olup dı anda ve içerde daima yanında bulunurlar,
gece nöbet tutarlardı. Onlann padi aha do rudan do ruya arzda bulunmak yetkisi
85
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

vardı. Arz a alarının sayısı sonraları artmı tır. Kapıa ası Padi ah adına sarayın
mutlak âmiridir. Sarayda Fâtih döneminde iço lanı olarak bulunmu J.M. Angiolel-
lo, onun için, sarayda "Sultandan maada herkesin âmiridir" der. Padi ah, yalnız sa-
ray i lerinde de il, dı anya ait devlet i lerinde de onun fikrini alırdı. II. Selim ve III.
Murat devirlerinde kapıa ası Gazanfer a a, devlet i lerinde nüfuz kazanan a alar-
dandı. 1584'de Habe î Mehmet A a, haremin efi Dârü's-sâade a alı ını ba ımsız
hale getirmi tir. Hazinedârba ılıktan Kapıa alı ına geçilirdi. III. Ahmet, Silâhdar Ali
A ayı (sonra Vezir-i âzam) sarayın genel âmiri tayin ettikten sonra Kapıa aları
ikinci dereceye dü mü lerdir. Kapıa alan, çıkmada, vezirlik, beylerbeyili ine, daha
sonralan 16. yüzyılda Mısır valili ine tayin edilegelmi lerdir.
Has odaba ı, hazinedârba ı ve kilerciba ı Padi ahın do rudan do ruya ki i-
sel hizmetlerine bakan yukan odalann (ko u lann) âmiridirler. O lanlar, Büyük
Oda ve Küçük Oda'da normal olarak dört yıl tahsil ve terbiyeden sonra yeni bir
elemeden geçerler. Buna çıkma denir. Çıkmada en uygun görülenler, hazine ve
kiler odalanna alınırlar, kalanlar kapıkulu süvari bölüklerinden sipahîo lanlan ve
silâhdârlar bölüklerine verilir. Yukan odalar arasında en yükse i, Padi ahın ahsî
güvenli ine ve ahsî hizmetlerine bakan Has Odadır. I. Selim’den sonra bu oda-
nın bir görevi, Peygambere ait e yanın muhafaza edildi i Hırka-i erife dairesine
bakmaktı. Fâtih kanûnnâmesine göre Has Oda’da 32 odao lam ile bir silâhdâr
(Padi ahın silâhım ta ır) bir rikâbdâr (ayakkabılanna bakar), bir çokadâr (dı el-
biselerine bakar), bir dülbendo lanı (iç çama ırlannı saklar) vardır.
17. yüzyıl ba lannda bazı özel hizmetler için seferli odası adıyla dördüncü bir
oda ihdas olunmu tur. Burada, berberler, tellaklar, soytarılar, pehlivanlar, musiki-
inaslar, airler, hanendeler toplanmı tır. Personel 1686'da 149 ki iyi bulmu tur.
Enderun mehterhanesi bu odada idi. Seferli odasında çe itli sanatlara, ulûm ve fii-
nûna önem verilmi , buradan birçok de erli sanatkârlar yeti mi tir.
O lanlara ait terfi, nakil gibi bütün i ler kapıa asmın veya has odaba ının
arzı üzerine bizzat Padi ahın emriyle yapılırdı. Padi ahlar zaman zaman odalan
ziyaret eder, yan malarda hazır bulunurlar ve o lanlan ödüllendirirlerdi.
Padi ah sefere çıktı ı zaman Enderûn halkı kendisiyle beraber gider, kendile-
rine at ve silâh verilirdi.
Osmanlı sarayı ba lıca Enderûn (iç) ve Bîrun (ta ra) olarak iki kısma aynl-
mı tır. Enderûn’da Padi ahın ki isel hizmetleri ile gulamlann e itimine yer veril-
mi tir. Enderûn, Padi ahın özel hayatının geçti i bir yer oldu u kadar aynı za-
m anda bir mekteptir. Bîrun ise, onun dı dünya ile ili kilerine ait hizmetlerin bu-
lundu u bölümdür. Fâtih kanûnnâmesine göre, Birûndaki te kilâtın âmirleri dere-
celerine göre öyle sıralanmı tır: Yeniçeri a ası, mîralem, kapıcıba ı, mîrâhûr, ça-
kırcıba ı, kapıcılar kethüdası, cebeciba ı, topcuba ı. Bu son ikisi dı ında ötekilere,
SARAY

Padi ahın yanında gitmek ayncalı ına sahip olduklan için, özengi a alan veya ri-
kâb a alan denirdi. Bu a alara ba lı gruplardan ba ka, Birûnda; müteferrikaba-
ı’ya ba lı mütefFerikalar, çavu ba ıya ba lı çavu lar, Dârü’s-saâde a asına ba lı
baltacılar, bostancıba ıya ba lı bostancılar bulunurdu.15
1527 yılında Birûndaki kapıkullan hakkında u resmî liste16 bir fikir verir.

Ki i adedi Maa lann tutan


(akça)
Mü âherehorân (aylıklılar: çavu lar, ça nigirler, 424 4.381.458
sairler, tabibler. vesaire)
Yeniçeriler 7886 15.423.426
Sipahîo lanlan 1993 14.509.398
Silâhdârlar 1593 10.069.884
Sag ulufeciler 589 2.343.480
Sol ulufeciler 498 1.897.086
Saâ garibler 211 1.104.834
Sol garibler 204 1.032.618
Kapıcılar ve teberdârlar 319 758.622
Cebeciler 524 1.016.688
Topçular 695 975.624
Terziler 301 641.094
A çılar 277 654.900
Alem mehterleri 185 466.570
Çadır mehterleri ve divân sakalan 277 562.860
Ehl-i hiref (atölyelerde e ya yapan sanatkârlar) 585 1.422.726
Top arabacıları 943 985.890
Atmacacılar, ahinciler, çakırcılar 259 509.760
Istabl-i âmire 2830 5.133.000
stanbul acemioglanlan ve bostancılar 3553 . 1.993.020

Toplam 24.146 65.882.938

87
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Bu tarihte tüm devlet gelirleri 538 milyon akçadır. Kapıkulu m evcudu


1527'den sonra bir yüzyıl içinde üç katından fazla bir artı göstermi , zaman za-
m an kısıtlamalar yapılmı tır.
Kul sisteminde bu gruplann ve eyâletler idaresinin ahenkli bir bütün halinde
i lemesini sa layan sistem çıkma'dır; yani belli aralarla, 2-7 yılda bir veya her
Padi ahın cülüsunda, yapılan terfi ve nakillerdir. Çıkmada büyük ve küçük oda-
lardaki o lanlann eskileri, yani kıdemlileri, yukan odalara, sırasıyla, Seferli, Kiler,
Hazine odalanna, kalanlan da sipahî o lanlan ve silâhdâr bölüklerine nakledilir,
seferli, kiler ve hazine adalanndaki kabiliyetli eskiler ise, Has Odaya yükseltilirdi.
Çıkma’da Enderün ve Birûnda bütün gruplar hareketlenirdi. Bîrundaki a a-
lardan özengi a alan, sancak beyli i veya beylerbeyili i ile, o lanlar ise zeâmet
ile eyâletlere çıkarlardı. Ça nigir ve müteferrikalar ile bölüklerdeki sipahiler ze-
âmete, çavu lar, kapıcılar ve yeniçeriler umumiyetle tımara çıkarlar, yani eyâlet-
lerde zeâmet ve tımar tasarruf eden sipahî sınıfına geçerlerdi. Bostancı ve a çılar
ise, çıkm a'da, ileri gelenleri süvari bölüklerine ve kapıcılı a, kalanlan yeniçeri
oca ına çıkanbrdı. Özetle, Enderün ve Birûndaki iço lanlannm eri tikleri son
mertebe, eyâletlerde tımar te kilâtındaki askerî hizmettir. Eyâletlerde yalnız san-
cak beyli i ve beylerbeyili i de il, zeâmet ve tımarlar, daha 15. yüzyılın ilk yan-
sında, Padi ah ve bey kullarına verilmekte idi.17 Tımarlı sipahilerin yalnız Türk
aslından Müslüman gönüllü ve akıncılardan ibaret oldu u görü ü yanlı tır.
17. yüzyıla kadar klâsik devirde tımar dirliklerinin, yani mparatorlu un ida-
rî-askerî temel te kilâtının kadrosunda bey kulları (gulâmlar) da önemli bir yer
tutmaktadır. Beylerbeylerinin, sancak beylerinin ve suba ılann da kanûna göre
belli sayıda maiyetleri, kapıkullan olması gerekirdi. Hatta tımarlı sipahilerin de ce-
belü ve gulâm (o lan) lardan ufak bir maiyeti, “kapısı" vardı. Her kademede tımar
tasarruf eden bey veya sipahî, tımannın miktanna göre belli sayıda cebelü ve gu-
lâm (o lan) beslemek zorunda idi. Pa alar ve beyler kanûnla yükümlü oldukla-
nn dan fazla cebelü ve gulâm beslemeye çalı ırlardı. Cebelü, gulâm ve nökerler,
efendileri gibi askerî sımf statüsüne tabidirler, böylece onlar toplumdaki reâyâdan
ayrılırlar, imtiyazlı bir üst katman olu tururlardı. Dev irme çocuklanndan bir kıs-
mının önemli ki ilerin konaklannda hizmete verildi ini de biliyoruz. Beyler ve pa-
alar, kullannı, padi ah sarayının ufak bir örne i olan konaklannda belli hizmet-
lerde yeti tirdikten sonra arz edip do rudan do ruya askerî sınıfa sokabilirlerdi.
Tımar sahipleri, yararlık gösteren cebelülerini Padi aha arz ederek onlar için tımar
tevcih ettirebilirlerdi. Bey ve pa alann yalnız çocuklan için de il, gulâmlan için de
h âs veya tımar miktanna göre belli sayıda tımar verilmesi kanûndu. Tımar sipahi-
leri hizmetindeki cebelüler askerlik hizmeti gören kölelerdi, gulâm (o lan)lar ise,
SARAY

Tablo 1; Kul Sisteminde Çıkma: dare ve Ordu Hizmetlerine Gecis

Bîrûn Eyâlet

a) A alar a) A alar
Kapı a ası Beylerbeyi
Beylerbeyi
Saray a ası - Beylerbeyi /Sancakbeyi
Ak hadım lar
Has oda ba ı Beylerbeyi/Sancakbeyi
Mîralem Beylerbeyi/Sancakbeyi
Kapıcıba ı
Silâhdâr Mîrâhur
Çuhadar
Sancakbeyi/Suba ı
Rikâbdâr Çe nigîrba ı
Dülbendo lanı Kapıkulu sipahî a alan
Çavu ba ı _
Müteferrikalar Suba ı

b) Yukarı odalar
Sancak beyi
Has Oda Kapıcılar kethüdası ”
Hazine Cebeciba ı
Suba ı
Kiler Topcuba ı
Seferli oda Arabacıba ı

b) Kapıkulu ocaklan

c) A a ı odalar
Sipahiler (altı bölük) Suba ı/tımariı sipahî
Büyük Oda Cebeciler
Topçular
K üçük Oda Tımarlı sipahî
Arabacılar
Yeniçeriler __

c) Saray hizmetkârian
Kapıcılar
Has ahûr hademesi

A çılar
Bostancılar __

d) Acemioglanlan
Tutsaklar/dev irmeler - e) Türk oglanlan
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

sipahinin atına ve ahsi hizmetlerine bakardı. Gulâmlardan cebelü, cebelülerden


tımarlı sipahî olmak mümkündü. 15. yüzyılın ilk yarısında ucbeyleri kendi san-
caklarında tımarları, genellikle kendi gulâmlarına ve nökerlerine verebilmekte,
böylece merkezî otorite kar ısında oldukça ba ımsız bir duruma sahip olm akta
idiler. dam edilen pa alann gulâmlan, mallan gibi padi ahın olur, bazen do ru-
dan do ruya saraya alınırdı. Özetle, kul sistemi, askerî-idarî sınıf m ensuplannın
her kademesinde uygulanan bir sistem idi. Bunlar, Avrupa'da oldu u gibi, baba-
dan o uia geçen irsî bir aristokrasiye dönü mediler, zira verilen hâs ve tımarlar ir-
sî de ildi ve sistem böyle bir geli meye meydan bırakmayacak biçimde merkezî
bürokrasi tarafından kontrol ediliyordu.
OsmanlIlarda klâsik dönemde bu kurum sadece idare sınıfının kayna ı olmakla

Tablo 2: Çe itli Tarihlerde Kapıkulu Örgütlerindekilerin Sayılan

Yıl 1480 1568 1609 1670


Yeniçeriler 10.000 12.789 37.627 53.849
Acemio lanlar 7 7.745 9.406 4.372
Bostancılar ? ? ? 5.003
Cebeciler ? 789 5.730 4.789
Topçular 100 1.204 1.552 2.793
Top arabacılan 7 678 684 432
Ahur hademeleri 800 4.341 4.322 3.633
A çılar 120-160 629 1.129 1.372
Ehl-i hiref ? 647 947 737
Terziler 200 369 319 212
Çadır mehterleri 200 620 871 1.078
Alem mehterleri 100 620 228 102
Sipahiler 3.000 11.044 20.869 14.070
Kapıcılar 400 (?) ? 2.451 2,146
Kapıcı ba ılan 4 ? 7 83
Müteferrikalar ? 40 ? 813
Çavu lar 400 ? ? 686
Tersâne neferleri ? ? 2.364 1.003
ikâr halkı 200 7 592 7
Ça nigîrler 20 ? ? 21
Sakkâlar 7 25 7 30
kalmamı , ba langıçtan beri özellikle ehirlerde toplumun sosyal ve ekonomik
yapısında da birinci planı i gal etmi tir. 15. ve 16. yüzyılda Osmanlı ehirlerinde
tutulmu kadı sicilleri incelendi inde, varlıklı halkın servetini en fazla kölelere ya-
tırdı ı görülür. Ordu ile beraber esir tacirleri gider ve sava sonunda derhal esir
pazarlan kurulurdu. 17. yüzyılda yalnız stanbul gümrü ü kayıtlan 20 bin esirin
girdi ini göstermektedir,18 15. yüzyıl ikinci yarısında ortalama esir fiyatı 40-50
Venedik altını idi. Köle kullanılması, birçok hukukî ve ktisadî avantaj sa lamakta
idi. Meselâ, Bursa’da kadifeciler ve kemhâcılar, bunları esir i çi olarak mukâtebe
usûlüyle i letmekte idiler. Tüccarlar, esirleri ve atikleri (azâd edilen köle) ticari
ajanlan olarak kullanmakta fayda görmekte idiler (mukâtebe, belli hizmet kar ılı-
ı köleye özgürlük veren bir sözle medir). Osmanlı örfi hukukunda kölelerle ilgili
oldukça etraflı hükümler eriatı tamamlamaktadır. OsmanlIlarda köle, eriatın kö-
leye sa ladı ı elveri li artlan daha da geni letmi tir. Devlet hizmetindekilere ol-
sun, özel ki ilere ait gulâmlar olsun toplumda a a ılık bir unsur olarak bakılmaz,
h atta bazı hallerde kul sıfatı bir nüfuz ve itibar vesilesi olurdu, i hayatında yeti-
en, çtimaî engellerle kar ıla mayan zenginle mi atıklerin Osmanlı toplumunun
yüksek katm anlan arasında dikkati çekecek kadar kalabalık oldu unu kadı sicil-
leri ortaya koymaktadır.
Harp esirlerinin daha Orhan Gâzî zamanından beri Padi ah (devlet) tarafın-
dan ortakçı-kul adıyla tanm topraklanna, köylere yerle tirildi ini ve servaj u sû-
lüyle kullanıldı ını da biliyoruz. Bunların askerî sınıfa mensup gulâmlar ile hiçbir
benzerli i yoktur.
Gulâm (kul) sistemine dayanan klâsik Osmanlı idare sistemi 16. yüzyılın
ikinci yarısında son derece geli ti, kapıkullannın sayısı 80 bini a tı. Bu devirde,
P adi ahın otoritesi zayıfladı ından onlar sarayda, hükümette ve eyâlet idaresinde
m utlak ekilde hâkim oldular; dirlikleri ve devletin ve toplumun gelir kaynaklanın
tekelleri altına geçirmeye çalı tılar. Kapıkulu askeri, padi ahlan tahttan indirip çı-
karmaya, hatta katletmeye (II. Osman) kadar zorbalı ı ileri götürdüler. Saray gu-
lâm lan bazen onlarla i birli i yapmakla beraber genelde çıkarlan padi ah otorite-
sini korumaktı. Bu amaçla yeniçerilerle süvariler birbirlerine kar ı kullanılmak is-
tendi. Bu devri ele alan ça da Osmanlı tarihçileri ve Koçi Bey gibi lâyiha yazarla-
n anar iyi ba lıca gulâm sisteminin bozulmasına atfederler.
Bu kullar tahakkümüne kar ı Abaza Mehmet Pa a isyanı (1625-1628) Ana-
dolu’da uyanan direnç ve tepkiden ba ka bir ey de ildir. Bundan sonra sarayın
ve hüküm etin kapıkulu askerini azaltma ve disiplin altına sokm a giri imleri sonuç
vermemi , ancak Köprülü Mehmet Pa a’nm diktatör yetkileri alması üzerine kapı-
kulu askerinin zorbalı ı bir dereceye kadar önlenebilmi tir. Kapıkulu arasındaki
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1600)

disiplinsizlik Enderûnda da görülmü , IV. Mehmet'in cülüsunda çıkma’nın gecik-


mesi üzerine saraylardaki iço lanlan ayaklanmı , nihayet 1675’de Büyük Oda ve
Küçük Oda ile Galatasaray ve brahim Pa a saraylarındaki te kilât kaldınlmı tır.
1 6 8 3 -16 9 9 sava lanndan sonra kapıkulu ve gulâm sistemi devlet içinde eski
önemini kaybederek yeni bir nitelik kazanmı tır.
Sistemin bozulmasında çe itli nedenler vardır. lkin gulâmlann ve kapıkulu
askerinin disiplinsizli i sebebiyle eski i leyi ini kaybetmesi, esir kaynaklannın ve
devlet mâliyesinin daralması gibi sebepler göze çarpar. Fakat asıl derin nedenler,
mparatorlu un çökü ünü do uran, kurumlan de i tirmeye zorlayan sebeblerde
aranmalıdır. Eyâletlerde gulâm sisteminden gelmeyen unsurlar, pa alann kapıla-
n n a girerek o yolla idarede ve orduda yer almaya ba ladılar. Devlet, pa a kapıla-
nnda türlü adlarda toplanan (saruca sekban, gönüllü, levent) gruplara resmî sıfat
tanım ak zorunda kaldı. Bu da, padi ahın icra yetkilerini yalnız kapıkullarının
temsil etme prensibinin terk edilmesi demekti.
Öbür yandan, Hıristiyan zimmî tebaa arasında dev irme’nin uygulanm ası
17. yüzyıldan itibaren güçle ti. 17. yüzyılda bir dev irmede ancak iki üç bin o -
lan toplanabiliyordu. Nihayet eski Enderûn mensuplan ve büyük rical, dev irme-
ler yerine kendi çocuklannı saray mekteplerine ve Enderûndaki odalara yerle tir-
me imkânını buldular. 18. yüzyılda icra makamlarına gittikçe daha ziyade kalem -
lerden yeti enlerin geçmeye ba laması ve eyâletler idaresinde âyanlann hâkim ol-
m ası üzerine gulâm sisteminin önemi büsbütün azaldı. III. Ahmet (1703-1730)
zam anında Enderûnun yeni ba tan örgütlenmesi, silâhdâr Çorlulu Ali P a a’nın
getirdi i de i iklikler19 bir dereceye kadar yeni e ilimin bir ifadesi idi. Odalarda
bu devirde tahsile ve maarife daha çok önem verilmeye ba landı. Ocak yolu deni-
len terfi için belirli hizmetlerden geçme mecburiyeti kaldırıldı ve müstaitlerin kısa
yoldan birden Has Odaya geçebilmesi yöntemi kabul edildi. Galatasarayı ve Yeni-
saray, hazine ve kiler odalanna do rudan do ruya o lan yeti tiren bir mektep
olarak yeniden açıldı. Gulâm sisteminin son büyük mümessili Hüsrev P a a’dır.
Tanzim at’tan önce, kendi kona ında satın almı oldu u 50 kadar köleyi hocalar
vasıtasıyla okutup yeti tirmi , devlet kapısında mühim mevkilere yerle tirmi ve
bunlardan birço u pa alı a yükselmi lerdir.20 II. Mahmut Batı Avrupa saraylannı
taklit ederek eski Osmanlı saray te kilâtını temelinden de i tirdi, 1831’de Ende-
rû n Nazırlı ı, 1832'de Mâbeyn Mü irli i kuruldu ve 1833’te odalar tam am ıyla
kaldırıldı.

92
SARAY

Notlar

1 bkz. I.H. Uzunçar ılı, Osmanlı Devleti Te kilâtına Medhal. ( stanbul, 1941), 85-94, 108-122,
M.F. Köprülü, B izans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, TH M, I. s. 208-221, 242-
46; M. F. Köprülü, "Osmanlı imparatorlu unun Etnik Men ei Meseleleri”, Belleten, No. 28, s. 275.
2 bkz. Tarih-i A l-i Selçuk, tıpkı basım ne ri, F. Uzluk, (Ankara, 1952), s. 52, 57. 66. 71.
3 Ibid. s. 52-53
4 Neshri, Fr. Taeschner ne ri, I (Leipzig, 1951), s. 35.
5 Onun aban 761/Haziran 1360 tarihli vakfiyesinde. Uzunçar ılı ne ri, Belleten, No. 107. 422, lev-
ha 16; Evrenku Hadım ve ahin b. Abdullah; Orhan’ın bir temliknâmesinde, Belleten, No. 19, s.
280: tava î Mukbil.
6 bkz. A ık Pa azâde Tarihi, F. Giese ne ri. (Leipzig. 1928), s. 50.
7 özellikle, 835 Hicri Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-iArvanid, yay. H. nalcık, (Ankara, 1954).
8 Ne ri, s. 1 35.140; B. de La Broquirere, s. 182-83.
9 II. Murat devrinde Yazıcızâde Ali {Tarih-i  l-i Selçuk) Topkapı Sarayı Kütüphanesi. Revan 1390, s. 23
Padi ahlı ın kullara sahip olmakla mümkün oldu unu ifade etmi tir (kı ., Machiavelli, The Prince, Bö-
lüm IV). Kemal Pa azâde (Millet Kütüphanesi. stanbul, No. 25, v. 11-12), gılmanın hepsi Padi ah ka-
pısında e it olduklanndan hiçbiri di erleri üstüne çıkmayı ve saltanat iddiasında bulunmayı aklından
geçirmez, der.
10 bkz. Dukas, 63; H. Hüsameddin (Amasya Tarihi, m, stanbul) yerli Türk ricali ile dönmeler arasın-
da bu rekabeti mübalâ a etmekle beraber, devlet siyasetine ilk devrede bunun önemli bir rol oyna-
dı ına üphe yoktur. Karamani Mehmet Pa a ile lshak Pa a rekabeti. II. Bayezit devrine Amas-
y a ’dan gelen ricâl ile Gedik Ahmet arasındaki rekabet, Çandarlı Halil ile Zaganuz ve ihabeddin Pa-
a arasındaki rekabet bir bakıma böyle yorumlanabilir.
11 bkz. S h a ka ik-i Num aniyye, Mecdî tercümesi, s. 102; Ahmet Gürânî’nin sözü; Fâtih'in sarayında
hizmet görmü J.M. Angiolello'ya göre (Historia Turchesca, Bükre , 1909) kumandan ve ba ka
yüksek mevki sahiplerinin ço unlu u kul sistemine göre yeti mi kimselerdendi.
12 risale, Yay. A.K. Aksüt, s. 51.
13 A. H. Lybyer, The Government o f the Ottoman Empire, (Cambridge, 1919), s. 263.
14 B. Miller. The Palace School o f M uhammed the Conqueror, (Cambridge, 1941), s. 63.
15 Bu hizmet gruplan hakkında tafsilât için bkz. Uzunçar ılı, Saray Te kilâtı, s. 388-464.
16 Ö.L. Barkan, “Sürgünler”, ik tisa t Fakültesi Mecmuası, cilt XV. s. 300.
17 b k z .//. 835 tarihli Sûret-i Dçfter-i Sancak-i Arvanid, (Ankara: TTK. 1954).
19 M. Atâ, Tarih-iAtâ, 1, s. 162-165.
20 M. Süreyya, N uhbetü’l- V e k a y i, stanbul, H. 1290, s. 269.

93
12. Bölüm

MERKEZÎ YÖNET M

Divân-i Hümâyûn ve Üyeleri

Klâsik slâm halifeli inde oldu u gibi OsmanlIlarda da, hükümetin örgüt-
lenmesi, belli ba lı organlan ve i levleri; egemenlik ve icranın me rulu u üze-
rinde Ortado u’da hâkim devlet felsefesince belirlenmi tir. Buna göre, egemen-
lik ve icrayı me ru kılan temel prensip adâlettir. Yukanda anlatıldı ı gibi, vergi
verenlerin korunması anlamında adaletin sa lanması, Mezopotamya uygarlık-
larından beri Ortado u devletlerinde en önemli hükümet i levi olarak görülür-
dü. H üküm dânn kendi otoritesini temsil edenlere kar ı halkın ikâyetlerini din-
lem ek ve haksızlıklan düzeltmek için belli zamanlarda kendi huzurunda kuru-
lan yüce divân, bütün Ortado u devletlerinde en önemli hükümet organı olarak
v ar olmu tur. Osmanlı Divân-i Hümâyûnu temelde bir yüce mahkeme i levi gö-
rüyor, aynı zam anda hüküm et i lerine bakıyordu. Ortado u devlet ve adâlet
anlayı ıyla uyum içinde olan bu kurum, ran'da Sâsâniler zam anından beri
önem ini koruyagelmi ti. Osmanlı örne ine en yakın uygulamanın görüldü ü
Selçuklu A nadolusu’nda sultan, haksızlı a u rayanların ikâyetlerini dinlemek
için haftada iki kez yüce divâna gelirdi. eriatı ilgilendiren davalar kadıaskere,
yönetim le ilgili sorunlar ise, öteki divân üyelerine gönderilirdi. Yıldırım Baye-
zit’in Mısırlı tabibi emseddin’in yazdı ına göre1

O sm anlı hük ü m d a rı, sa b a h la n e rkenden g eni ve y ü k se k bir sed irde


o tu ru r. H alk su ltanı görebilecekleri bir y erde, biraz u zak ta du ru r ve h aksızlı-
a u ram ı h erk es gelip ikâyetini bildirir. D ava h em en karara ba lanır. Ül-

94
MERKEZÎ YÛNET M

kede gü v en lik öyledir ki, hiçbir yerde kimse sahibinin bırakıp gitti i yüklü
bir d eveye el sürem ez.

1432’ye do ru Edirne'de II. Murat'ın sarayını ziyaret eden Bertrandon de La


Brocquiere de, dönemin divân toplantısını öyle anlatır;2

Birinci kapıdan geçtik. Kapı içeri do ru açılıyordu ve hepsi elinde de -


nek, o tu z k a d ar kul (kapıcı) tarafından ko ru nuyordu. Biri izinsiz girm eye
k alk arsa önce u zak la m ası için uyarırlar; direnirse ellerindeki de neklerle
o n u uzakla tırırlar... Milano elçisi girince kapının y a n ın d a oturtuldu. Ne z a -
m an bir elçi gelse (hem en her g ü n bir elçi gelir), su ltan kapıda d ivân kurar
(“il fait porte” "Faire porte" için F ran sa’da “kralın h u z uruna kabul edilm ek”
denir.) Bizim “court du roy" dedi im iz eye Türkler “Padi ah Kapısı", derler.
Sultan içeri girdi v e y an d ak i bir divân h an ey e gitti. O turm ası için hazırlanm ı
kadife dö eli be basam akla çıkılan bir sedirde, âdetleri üzere, terzilerin ça -
lı ırken oturdukları biçimde, oturdu. Sonra, d iv ân h an en in y a n ın d a b a k a bir
yerde beklem ekte olan p a alar gelip sultanın önü n d en geçtiler. D ivânhâne-
y e girdiler v e d iv â n a katılm ası â d et o lan h e rk es yerini aldı. D iv â n h ân e n in
d u v a n boy u n ca su ltan d an olabildi ince uzakta idiler.

Ba langıçta sultanın dava dinledi i ve hükümet i lerini yönetti i yer demek


olan Kapı, Dergâh-i Âlî veya Bâb-i Âlî, sonradan Osmanlı hükümeti anlamında
kullanılır, olmu tur.
Devlet protokolünde de i iklikler yapan Fâtih Sultan Mehmet, 1475 dolayla-
nnda Divân-i Hümâyûn toplantılanna ahsen ba kanlık etmeyi bırakmı tır. An-
cak, ikâyetleri ahsen i itmek sultanın ihmal edemeyece i temel bir görev oldu-
undan kasr-ı adâlet’te divân odasına bakan kafesli bir pencere açtırttı. Perde ar-
kasında toplantılarda daima hazır oldu u hissini vermekle beraber istedi i zaman
dava ve tartı malan izleyebilirdi.
Bu pencere bir bati kayna ında öyle betimlenmi tir:3

Gizli b ir k o rid o ru n so n u n d a , din le m e y e ri o la ra k k u lla n ıla n k ü çü k ,


dörtgen bir p encere var. Bu, bü rü m cük y a d a siy a h taftad an bir p erdeyle ör-
tülü, se p et gibi ö rülm ü bir kafestir. Adı “tehlikeli pencere’’dir, çü n k ü h ü n -
k âr h er istedi inde görülm eksizin ve orada olup olmadı ı bilinm eksizin b ü -
tü n o la n ı b iteni g ö rü p dinleyebilir. Bu to p lan tılard a g en el v e y a ki ilere ait
h e r tü rlü i k o n u u ld u u n d a n , h e rh a n g i bir e y i sa k la m a k y a da so n ray a
b ırakm ak son derece tehlikeliydi.

95
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Devlet ricali Divân-i Hümâyûnda yerlerini alınca, ikâyetçilere girme izni ve-
rilir ve i e ba lanırdı. Divân-i Hümâyûn, kökenindeki yüce mahkeme özelli ini
hep korumu tur. III. Murat, bir keresinde halkın i lerinin ihmal edildi ini gördü-
ünde, i lerin anında dikkate alınmasını sa lamak üzere dinleme penceresini bı-
rakıp divânda vezirler yanında yer almı tır. I. Ahmet, divân tartı malannın kimi
durumlarda huzurunda yapılması düzenini getirmi ve halkı ezmekle suçlanan
Kasım Pa a'nın divânda yargılanmasında, önde gelen ulemânın bu davada hazır
bulunmasını istemi tir.
Divân-i Hümâyûn, 18. yüzyılda sarayda divânhânede toplanmayı bırakmı ,
hüküm et i leri vezir-i âzamin konutunda görülmeye ba lamı tır. III. Mustafa,
1766'da "ba langıçta sultanın haksızlı a u rayanlann ikâyetlerini i itmesi için
kuruldu unu" ileri sürerek, Divân-i Hümâyûnun haftada en az bir kez sarayda
toplanmasını buyurmu tur.
Osmanlı sultanlan, cuma namazına, ava ya da sefere giderken halkın ikâ-
yetlerini ahsen dinler, yahut rik’a denilen dilekçelerini alırdı; çünkü, “halk, sulta-
nın onlann huzur ve rahatıyla ilgilendi ini hissetmeliydi". 1591 nevruzunda III.
Murat, deniz kıyısındaki yazlık sarayında kalırken, Galata ahalisinden bir grup
kayıklarla gelerek Galata kadısından ikâyetlerini bildirmi lerdi. Sultan kadıyı der-
hal azletmi tir. (Eski ran’da hükümdârlar, kutsal bir gün olan nevruzda halkın
davalannı dinlemek için yüce divân kurarlardı. Abbâsî halifeli inde ikâyetlere
bakan özel bir divan, dîvân al-mazâlim vardı).
Toplumsal konumu ne olursa olsun, herkes Divân-i Hümâyûna do rudan
do ruya ba vurabilirdi. Reâyâ önemli i ler için stanbul’a heyet halinde temsilci-
lerini gönderirdi. Dolayısıyla, adâlet ve güvenli in en emin oldu u yerler, ba ken-
te en yakın yörelerdi. Uzak bölgelerde davacılar daha çok ikâyetlerini bildirmek
için kadı mahkemelerine giderler; orada kadı, ikâyetleri defterine kaydeder, s-
tanbul’a resmî bir ikâyet mektubu gönderirdi. Dava ivediyse, stanbul’a bir sözcü
yollanırdı. Kadı yoluyla topluca yapılan ba vurulara arz-ı m azhar denirdi. 17.
yüzyılda divâna gelen ikâyet arzlan dolayısıyla yazılan fermanlar, ikâyet defte-
r i denilen ayn defterlerde kaydolunmaya ba lanmı tır. Bütün bu bürokratik ilgi,
reâyânın himayesine verilen önemi vurgular.
ikâyetler genellikle, a ır vergi yükü, vergi toplanmasına ili kin yolsuzluk-
lar, e kıya ya da yerel yetkililerin baskısıyla ilgiliydi. Kimi zam an sultan, halkı
gözalıcı davranı larla memnun etme yolunu seçerek, hukukun inceliklerini bir
y a n a bırakır, hâzinenin çıkarlannı gözardı ederdi. Özetle, ister Anadolu Türkü ol-
su n ister Balkan Hıristiyanı, halk sultana her türlü haksızlı ı ortadan kaldırabile-
cek en yüce adâlet makamı, bir efkat simgesi olarak bakmalıydı.
MERKEZÎ YÖNET M

1661'de Denizli’den bir grup, yöre e rafından birinin zulmünden ikâyet


için stanbul’a bir temsilci heyeti göndermi ti. Ancak, sanı ın etkisinde kalan
Divân-i hüm âyûn üyeleri suçlamaları önemsememi , bunun üzerine davacılar
“adâleti burada da bulamazsak nereye gidelim?" diye ba ırmı lardı. Perde ar-
kasından davayı dinleyen sultan, ertesi gün için Divân-i H üm âyûn’un özel
olarak toplanm asını emretmi , davacılar haklı bulunarak sanık derhal idam
edilmi ti.
Yabancılar da son çare olarak sultana ba vururdu. Örne in, 1648’de gümrük
vergilerindeki artı tan ikâyet etmek isteyen Ingilizlerin do rudan do ruya sulta-
na çıkmalarını vezirler engelleyince, lngilizler, saraydan görülecek biçimde, yedi
ngiliz gemisinin direklerine asılı bakır kazanlar içinde zift yakmı lardı. Hükümdâr
ate i görmü , ikâyeti dinlemek için çavu ba ını göndermi ti.
Yerel kadılann kararlanna kar ı Divân-i Hümâyûn’a ba vurmak da olanak-
lıydı. Bu durumda dava, mahiyetine göre, ya yeniden görülmesi için aynı mahke-
meye gönderilir, ya da aynı bölgedeki ba ka bir mahkemeye aktanlırdı. Yönetici-
lere kar ı ikâyetlere, do rudan do ruya Divân-i Hümâyûn bakardı.
Sultan, himaye ve adâletin yerine getirilmesi için ço u kez, Ortado u devleti-
ne özgü bir gelenek olarak, müfetti veya gizli ajan gönderme ve adâletnâme ilâ-
nı gibi ba ka yöntemlere de ba vururdu.
Bazen sultan tebdil-i kıyâfetle bizzat tefti yapardı. I. Süleyman sipahi, II. Ahmet
ise mevlevî dervi i gibi giyinir, halk arasına kan ırlardı. IV. Murat, tanınmadan
yaptı ı gezintilerde birçok belalıyı acımadan idam ettirmi tir. Böylece sultan, hal-
kın saraya ve kendi gücüne güvenini peki tirece ini umardı.
Vezir-i âzamin temel ödevlerinden biri, zaman zaman ba kentteki güvenlik
önlemlerini ve pazar fıyatlanm tefti ederek durumu sultana bildirmekti. Padi ah,
saray kullannı haber toplamak için gizlice göndererek, ordu ve eyâletleri yakın-
dan denetlerdi. Eyâletlerde kadıların, genellikle resmî denetim yetkisi ve rapor
verme görevleri vardı.
Yeniçeri ve sipahilerin de ikâyet haklan vardı ve bunlar devlet adamlann-
dan ikâyetlerini bildirmek için sarayın önünde toplanırlardı. Bu protesto gösteri-
lerinin kimi zam an sultanın tahtını bile tehdit etti i olurdu. 1588’de sipahiler, ma-
a lan de eri yanya dü mü ma û sikkeyle ödendi inde, eyhülislâmdan bunun
adaletsizlik oldu unu kanıtlayan bir fetvâ almı , sonra da saraya giderek malî re-
formun sorumlusu Mehmet Pa a’nın ba ını istemi lerdir. Perdeyle örtülü pencere-
sinde dinleyen sultan, bu ikâyeti i itmi ve kulak asmak istememi ti; ancak ve-
zirleri bunun çok tehlikeli olaca ını söyleyince, Mehmet Pa a'yla ba defterdânn
idamlannı emretmi tir.
97
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Adâletin güç kullanılarak sa lanması tehlikeli bir örnek olu turmu tur. Nite-
kim, 1632 ’de kapıkulu askerleri ayaklanarak saraya girdiler. Sultanın ikâyetleri
do rudan dinleyebilmesi için Babü's-saâde önünde bir taht kuruldu. Bütün devlet
ileri gelenleri, ulemâ, ordu komutanları, ba kaldırının nedenlerini tartı mak için
sultanının çevresinde yerlerini almı lardı. Ancak askerler, vezir-i âzami sultana
ve devlete ihanetle suçlayarak hünkârın gözleri önünde paramparça ettiler. Bu
eylem, sultanın otoritesini çi nemek anlamına geliyordu, çünkü adâlet da ıtma
gücü yalnız ona aitti,
II. M ehm et’in Divân-i Hümâyûn görü melerine bizzat ba kanlık etmekte
vazgeçmesinden sonra, ikâyetleri ve davalan dinleme görevi do al olarak vezir-i
âzam a geçmi ti. Kendileri de Divân-i Hümâyûn üyesi olan Rumeli ve Anadolu
kadıaskerleri, eriat alanına giren davalarda ona yardım ederlerdi. Divân-i Hümâ-
y ûn toplantısından sonra sultan, divân üyelerini Bâbü’s-saâde arkasındaki Arz
Odası’nda kabul ederek kararlannı onaylardı. Dîvân üyeleri, padi ahın huzuruna
belli bir sırayla girerdi. lk önce yeniçeri a ası girer, do rudan do ruya sultana
ba lı olan yeniçeri oca ına ili kin i leri arz ederdi. O ayrıldıktan sonra kadıasker-
ler girer, özellikle kadılann atama listelerini sunardı. Onlardan sonra sıra ile vezir-
i âzam, öteki vezirler, defterdârlar ve ni ancı arzda bulunurlardı. Defterdârlar, ma-
lî i ler hakkında bilgi verdikten sonra ayrılır, günün konulan üstüne bilgi vermek
ve sultandan özellikle önemli atamalar ve kararlar hakkında onay almak için ve-
zir-i âzam sultanla ba ba a kalırdı.
Sultan, yabancı elçileri, yeni atanmı valileri, yeni atanmı ordu kom utan-
larını ve kadıları da Arz Odası'nda kabul ederdi. Do rudan do ruya bir buyruk-
ta bulunm ak istedi i zam anlarda bunu kendi eliyle özel bir fermanın üzerinde
onaylar, H a tt-i H üm âyûn denilen bu emri kapıa asıyla vezir-i âzama yollardı.
H att-i H üm âyûn do rudan do ruya bir emir ("beyaz üzerine”) olabilir, yahut
çok önemli bir konuda bürolarda Padi ah adına hazırlanan ferman kanûn veya
vezir-i âzam in sundu u telhis üzerine bizzat sultanın eliyle koydu u emir biçi-
minde olurdu. Aslında her türlü bürokratik i lem, “bâkî emr ü ferman sultanın-
d ır” form ülüyle, h er hu su sta son kararın padi aha ait oldu unu vurgulardı.
Hatt-i H üm âyûn kurumu, sultanın devlet iktidarının tek ve mutlak sahibi oldu-
u n u vurgular. Ama gerçekte durum un farklı oldu u a a ıda görülecektir. Sul-
tan, önemli kararlar alm adan önce, tartı mak için vezir-i âzam y a da eyhülis-
lâm ı g âh tek ba larına gâh güvendi i ba kalarıyla birlikte saraya ça ırırdı. Ör-
n e in III. M ehm et, 1597'de bir kez divân da ıldıktan sonra vezir-i âzam ve bir
b a k a veziri, A vusturya’yla sava üzerine gizli bir konu ma yapm ak için deniz
k ıyısındaki kö küne ça ırmı tır. Sultan, bu gizli danı manların yanı sıra, ba ka

98
MERKEZ YÖNET M

önem li kararlar öncesinde, kendisinin y a da vezir-i âzam in ba kanlık etti i


m e veret meclisi toplayabilirdi. Me veret, Kur'an ve hadisin emretti i dini bir
ödevdir. Bu divânlara eyhülislâm, kıdemli vezirler, emekli askerler ve görü le-
rini özgürce söyleyebilecek ba ka danı m anlar ça rılabilirdi. Me veret, genel-
likle sava kararlanndan önce toplanırdı. I. Murat Kosova Sava ı'ndan önce, I.
Selim Memlûklere kar ı saldırıdan önce böyle bir toplantı yapmı ve sava ka-
rarı orada alınmı tı. Bu yöntem bilgi edinme ve sorumlulu u payla ma için ge-
rekli bir yöntemdi. Vezir-i âzam kendisi böyle bir toplantı yapm ak istedi inde,
önce sultanın iznini almak zorundaydı. Ancak, birtakım ola anüstü m e veret
meclislerinin, sultân-ı tahttan indirme ve geçici hüküm et kurma kararlan aldı ı
da olm u tur. Büyük siyasî buhranlarda bu gibi kararlar, eyhülislâm ın huzu-
ruyla eriat adına alınırdı.
Devletin en önemli i levi adâletin sa lanması oldu undan, Divân-i H üm â-
y ûn her eyden önce yüce bir mahkemeydi; divânın aynı zamanda bütün devlet
i leri ve atamalar hakkında tartı an ve karar alan bir hükümet i levi de vardı. Bu
alanda Divân-i H üm âyûn’da verilen kararlar, padi ah hükm ü eklinde çıkar ve
fermanlar m ühimme denilen ana divân defterlerine kaydolunurdu.
Hüküm etin asıl etkinlikleri, geleneksel Ortado u devlet anlayı ına uygun
olarak, siyasî, adlî ve malî üç ayrı bölümün ilgi alanlarındaydı. Devlet iktidarını
korum ak, iç güvenli i sa lam ak ve ülke çıkarlannı yabancı dü m anlara kar ı
savunm ak; politik sorunlar olarak vezirlerin sorumlulu u altında idi. slâm k a-
mu hukukunda, hilâfetin tanım lanm asında bu görevler, devletin veya halifenin
temel görevleri olarak saptanmı tır. ki kadıasker adlî, defterdârlar malî yetkiyi
temsil ederdi. Bunların yanısıra Divân-i Hüm âyûndan çıkan buyruk ve yazı -
m aların k anûnlara ve gelene e uydu unu kontrol eden bir hüküm et görevlisi
sıfatıyle bir ni ancı, öbür adıyla tev k i'î vardı. Bir belgeye padi ah adına yasallı-
ını sa layan tu rayı ni ancı çekerdi (resmi bir yazıyı onaylayan yazı veya alâ-
m ete tevkî denirdi). Örfi kanûnnâm eleri hazırlam a görevi de ni ancıya aitti.
Devletin kurulu ve geli me dönemlerinde ni ancıların hüküm ette büyük otori-
teleri vardı. Kanûnları yazıp düzenleyen Koca Ni ancı Celâlzâde Mustafa, bu ni-
ancıların en tanınmı ıdır. Beylik bürolarından çıkan belgelerin son kontrolün-
den sorum lu olarak Osmanlı divân dilinin olu masında da ni ancılar önemli bir
rol oynamı lardır. Erkân-ı Devlet diye bilinen bu dört makamı i gal eden ki iler,
Divân-i H üm âyûn’da sultanın otorite ve iktidanm temsil ederlerdi ve do rudan
sultanın huzuruna çıkma hakları vardı. Bunlar sadece sultana kar ı sorum luy-
dular ve ancak ki isel davaları söz konusu oldu unda kadı m ahkem elerinde
yargılanırlardı. Resmî görevlerine ili kin durum larda sadece sultan hüküm v e-
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

rebilirdi. 1596’da ba defterdârın rü vet almaktan yargılanması için yapılan bir


öneri, “ba defterdâr, sultanın yetkesiyle i görür ve hâzineyi sultan adına yö-
netir. Bugüne dek bu makam hakkında hiç soru turma olmamı tır" iddiasına
dayanılarak geri çevrilmi tir.
Ba langıçta, eyâletlerdeki bütün tımarlı sipahilerin ba komutanı olan Rumeli
beylerbeyinin her zam an Divân-i Hümâyûn'da oturma ve tartı malara katılma
ayncalı ı vardı. Bu ayncalık, I. Süleyman tarafından vezir-i âzam brahim Pa a
için onaylanmı tır. Rumeli beylerbeyili i görevi vezir-i âzamlıkla birle tirilmi ,
böylece ordu komuta birli inin sa lanması dü ünülmü tür.
16. yüzyılın ikinci yansında donanmanın önemi artınca, kapudan-ı derya
vezirlerden seçilir olmu , böylece kapudan-ı derya’mn Divân-i Hümâyûn’a katıl-
ması sa lanmı tır. Yeniçeri a ası ve öteki komutanlarla eyhülislâm, ancak ola-
anüstü toplantılara katılırlardı.
eyhülislâmın siyasî bir iktidarı yoktu. I. Selim'in saltanatında hırsızlıkla
suçlanan 150 hazine görevlisine ölüm cezası verilmesi tartı ma konusu olmu ,
eyhülislâm Ali Cemâlî Efendi hükmün eriata aykın oldu unu ileri sürerek sul-
tanla görü me talep etmi ti. Otoriter bir padi ah olan Yavuz Sultan Selim, onun
araya girmesine öfkelenerek, eyhülislâma, sözlerinin, “padi ahın siyasî iktidannı
çi neme" anlamına geldi ini, “kimsenin sultanın emir ve yasaklannı sorgulama
hak ve yetkisine sâhip olmadı ını” söylemi tir.
Sonuç olarak, imparatorlu un klâsik döneminde sultan, mutlak politik ve
idari yetkisini yalnız vezirlere devrederdi. Eyâletlerde ya da seferdeyken yalnız
vezirin ola anüstü divân kurarak dava dinleme ve hüküm verme haklan vardı.
Bu arada ölüm cezası bile verebilirlerdi. Onlar, Divân-i Hümâyûnda yetkelerini
vezir-i âzam in rızası, ya da emriyle kullanırlardı. Sultan, kendi siyaset ve yü-
rütme yetkisini, mutlak temsilcisi olarak kullanma hakkını, yalnız vezir-i âza-
m a vermi tir.
Fâtih Sultan Mehmet'in kanûnnâmesi vezir-i âzami öyle tarif eder:4

Vezir-i âzam in her eyden önce vezir ve k o m utanların ba ı old u u bi-


linm eli. O h e rk esten b ü yüktür; her k onuda sultanın m u tlak vekilidir. H âzi-
n ey e vekil olan defterdar, vezir-i âzam in denetim indedir. Bütün toplantı ve
törenlerde h erk esten önce vezir-i âzam yerini alır.

Kural gere i vezirler, valiler, askerler, ulemâ ve reâyâ, dilekçe ve istekleri-


ni vezir-i âzam a sunar, o da bunları, gerekli görürse, sultana iletir, i in önemi-
n e göre sultanın onayını aldıktan sonra onun tu rası ile bir ferman çıkarırdı.

100
MERKEZ YÖNET M

Bütün atam alann, önce vezir-i âzamin onayına sunulması gerekirdi. O, padi a-
hın m utlak vekili olarak hüküm dâra danı m adan karar alabilirdi. "Vezir-i âza-
min sultanla ili kilerine ve kararlanna hiç kimse, hattâ öteki vezirler bile karı -
m a m a lıy d ı. H üküm dâr ona, m utlak vekillik i levinin sim gesi olarak kendi
m ührünü teslim etmi tir. M ührün geri alınması vezir-i âzam in azline i arettir.
Bir sefere padi ahın özel bir beratıyle Serdâr-ı ekrem, yani ba kom utan tayin
oldu unda, vezir-i âzam in iktidarı doru una ula ırdı, çünkü o zam an sultana
danı m adan her hususta karar verebilir, atam a ve azletmekte istedi i gibi dav-
ranabilirdi. Bu yetkilerle do u seferine serdar tayin edilen vezir-i âzam brahim
Pa a, defterdâr skender Çelebi ile yetki çatı masına dü mü , onu idam ettirmi ,
kendisinin saltanatta gözü oldu u dedikoduları yayılmı , dü m anları padi ahı
kandırarak idamına sebep olmu lardır. Askerî komuta ve sivil idare yetkilerinin
bir elde toplanması, Osmanlı Devleti'nde Çandarlılardan beri normal bir gelenek
haline gelmi tir. Önceki slâm devletlerinde normal olarak bürokrasinin ba ı
olan vezirle ordu kumandanı ayn ki ilerce temsil olunurdu. Çok güçlü olan Çan-
darlı ailesini hükümetten uzakla tırarak vezir-i âzamlannı kullan arasından se-
çen ve onlara kendi m utlak vekâlet yetkisini vererek klâsik Osmanlı vezir-i
âzam tipini yaratan Fâtih Sultan Mehmet’tir. Görevi 1455’ten 1468’e kadar sü -
rekli elinde tutan Mahmut Pa a, çok güçlü hale gelince Fâtih onu kolayca ber-
taraf edebilmi tir. II. Murat’ın saltanatı sırasında, ulemâdan gelme bir bürokrat
devlet adamı olan Halil Pa a’yla eyâlet ordusunun komutanı Rumeli beylerbeyi
ihabeddin arasında rekabet vardı. Fâtih, vezir-i âzamlıkla Rumeli beylerbeyili-
ini bir süre M ahm ut P a a’nın ah sında birle tirm i tir. (D evlet içinde statü
gruplan ve temsilcileri arasında iktidar çatı malan için ileride ayrıntılı bilgi veri-
lecektir). Sultanın mutlak iktidarı, vezir-i âzamin yetkisi üzerine konan bazı kı-
sıtlamalarla korunmu tur. 1536’da brahim Pa a ve 1614'te Nasuh Pa a, salta-
n ata göz diktikleri iddiasıyla idam edilmi tir. Gerçekte güçlü bir vezir-i âzam
sultanın tahttan indirilmesine neden olabilirdi. Ancak onun da yetkileri sınırsız
de ildir. Örne in, önemli bir karar alm adan önce Divân-i H üm âyûnun öteki
üyelerine m utlaka danı m ak zorundaydı. Nitekim, brahim Pa a’nın idam hük-
mü giymesinde bir etmen de, öteki vezirlere danı madan hareket etme âdetiydi.
Aynca, devletin malî ve adlî bölümlerinin ba kanlan olan ba defterdâr ve kadı-
askerler, kendi alanlannda sultanın dolaysız temsilcileriydiler, fakat bu makam -
lara yapılacak atamaların mutlak denetimini vezir-i âzam elinde tutm akta idi.
III. Murat, Vezir-i âzam Sokollu’nun a ırı nüfuzunu önlemek için yakınlarından
Üveys P a a’yı deftardarlı a atamı tı. Vezir-i âzamin defterdân denetleme hakkı
vardı; ancak Fâtih Sultan Mehmet kanûnâm esinin diliyle, "Defterdâr emretme-

101
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1Ö00)

dikçe hâzineye ne tek bir akçe girer, ne de hâzineden tek bir akçe çıkar”. Buna
kar ı defterdar, vezir-i âzam a aylık bir rapor sunm ak zorundaydı. Defterdarın
azli istenirse, do rudan do ruya sultana sunulması gerekirdi.
kindi vakti vezir-i âzam, defterdâr ve kadıaskerler, saraydaki Divân-i Hü-
m âyûn toplantılanndan sonra kendi bürolanna ait i leri görmek üzere kendi ko-
nutlannda divân kurarlardı. En önemli askerî birlik olan yeniçeri oca ının a ası,
vezir-i âzamin yetkisi dı ında idi, ona emredemezdi. Do rudan do ruya sultanın
atadı ı yeniçeri a ası, kendi konutunda ayn bir divân kurar, yeniçerilere ili kin
sorunlarla orada ilgilenir ve davalara bakardı. Sonralan, A a'nın ocak hiyerar i-
sinden de il, saray görevlilerinden atanması yöntemi getirilerek sultanın ocak
üzerinde kontrolü arttırılmı tır. Yeniçeriler, devlet içinde sultanların ve vezir-i
âzam lann de i mesinde a ır basan bir güç oda ı olarak politikada birinci derece-
de rol oynamı lardır. Öte yandan, sultana sunaca ı her dilekçe hakkında yeniçeri
a ası, vezir-i âzam a önceden bilgi vermek zorundaydı. Bundan ba ka, Oca ın
personel memurlu unu yapan yeniçeri kâtibi’ni vezir-i âzam seçer, böylece yeni-
çerilerin yönetiminde denetimi olurdu. Sava a Sultan kendisi gitmiyorsa, yeniçeri-
lerin bir bölümü pâyitahtta kalırdı. Bütün yeniçeri ordusunun vezir-i âzamin ko-
m utasına verildi i seferler enderdi.
16. yüzyılın ikinci yansından sonra kapudan-ı derya da, denizcilik sorunla
ve donanm ada ortaya çıkan davalara bakan ayn bir divâna ba kanlık eder, ata-
m alar için aday gösterir veya atama ve aziller yapardı. Ancak vezir-i âzamin ara
sıra tersaneyi ziyaret ve tefti etme hakkı vardı. Böylece, vezir-i âzam padi ahın
mutlak vekili olarak bütün idare kollan üzerinde kontrol yetkisine sahipti.
Saray personel ve yönetimine, vezir-i âzamdan ba ımsız olan kapıa ası, bir di-
er adıyla Bâbü’s-saâde A ası veya Akhadım A a bakardı. Öte yandan, saraydan
çıkm a sırasında vali ve kumandanlann atanmasında ba lıca yetki sahibi olan kapı-
a ası, devlet içinde çok önemli bir mevki sahibi idi. Hariçten sultanla temas kurmak
isteyenler, onun aracılı ına ba vurmak zorunda idiler. Sultanın en yakın adamı olan
kapıa ası, II. Bayezit döneminde ço u kez vezir-i âzamlık ve önemli valiliklere geti-
rilmi , hüküm et sarayda odaklanmı tır-, zira Sultan Cem’in geri gelmesi kaygısıyla
ya ayan II. Bayezit, bu makamlara yalnız kendine en yakın kimseler sıfatıyla akha-
dım a alannı atıyordu. Devlet içinde yetkilerin dengesi prensibi sonucu, sultan hepsi-
nin üstünde otorite birli ini sa lamı oluyordu. Fakat bu sistem, I. Selim gibi kiyaset,
azim ve çalı kanlık sahibi padi ahlar sayesinde i lerlik gösterebilmi tir. Vezir-i âzam
kapıa asınm azli veya kendi adayının atanması için sultana ba vurabilirdi.
D evlet içinde vezir-i âzam dan ba ımsız olan en büyük siyasî gücü ulem â
temsil ederdi. Kadı ve din görevlilerini atama ve azletme yetkisi elinde olan A n a -.

102
dolu ve Rumeli kadıaskerleri, Islâmî hukukun uygulanm asından sorumlu devlet
memurlanydılar. eriat alanına giren davalarda son hükmü onlar verirdi. Ulemâ-
nın ba ı olan eyhülislâm, hüküm et üyesi sayılmazdı; idarî-icraî yetkisi yoktu.
darede tarafsız kalmak mümkün olmadı ı inancıyla slâm hukukunun tarafsız
yorum lanm ası görevi, ba ımsız müftülere bırakılmı tı. Medrese hocalannın ve
m üftülerin ba ı eyhülislâmdı. Gene de eyhülislâmın zam anla devlet i lerinde
büyük etkisi olmaya ba lamı tır. Yeni bir eyhülislâm atanmasına ili kin dilekçe-
yi sultana vezir-i âzam verirdi. Tabii sultan, adayı kabul etmeyebilirdi. Örne in,
1598’de Vezir-i âzam Yemi çi Hasan’ın bütün baskılanna kar ın sultan eyhülis-
lâm lı a kendi ö retmenini getirmi ti. eyhülislâmlarla sürekli çatı m a halinde
olan Ha an Pa a, bunlardan birinin, Su'ullah'm azledilmesini sa lamı tı. Öte yan-
dan, uyum u sürdürmek isteyen vezir-i âzam Cerrah Mehmet Pa a bütün önemli
devlet sorunlannda eyhülislâma danı ırdı. eyhülislâmın fetvasıyla sultanlar
tahttan indirilmi ; birçok vezir-i âzam da yerinden atılmı tır.
eyhülislâm, ulemânın ba ıydı. Medrese üyelerinin atanma, terfi ve azilleri-
ne ili kin dilekçeyi vezir-i âzama o verirdi. 16. yüzyıldan sonra molla derecesin-
deki büyük kadılann atanma ve azline ili kin öneride bulunma yetkisini elde ede-
rek, bütün ulemâ örgütünün denetimini eyhülislâm gerçekten ele geçirmi tir. Ve-
zir-i âzam nasıl sultanın yürütme yetkisinin mutlak temsilcisi ise, eyhülislâm da
sultanın slâm cemaatinin ba ı imam sıfatıyla dinî yetkilerinin mutlak temsilcisi
sayılmı tır.
Çe itli kısıtlamalar, vezir-i âzamin sultanınkine e it bir güç kazanmasını önle-
mi tir. Fakat sultanın mutlak temsilcisi sıfatıyla bütün devlet birimlerini denetim ve
gözetim hakkı vardır. Bu da, bürokrasinin ba ımsızlı ını ve denetim birli ini sürdür-
meye yeterli sayılmı tır. Vezir-i âzamin onayı olmadan hiçbir makamda azil, ya da
atam a i lemi olamaz, Hatt-i Hümâyûn dı ında herhangi bir sultan fermanı da çık-
mazdı. Vezir-i âzam tarafından sultanın onayına sunulan Divân-i Hümâyûn karar-
lannın reddedilmemesi bir gelenek olarak yerle mi tir. Vezir-i âzamin bu ba ımsızlı-
ı, Ortado u devletlerinin de i mez bir ilkesidir. III. Murat’tan ba layarak bu prensi-
bin gözetilmemesi, sorumsuz saray mensuplannın araya girmesiyle güçler dengesi-
nin ve vezir-i âzam yetkilerinin zayıflaması, Koçi Bey ve öteki lâyiha sahipleri tara-
fından devlette “tagayyür ve fesadın” kayna ı sayılacaktır.
Murat P a a’yı vezir-i âzamlı a atayan I. Ahmet, kendi eliyle yazdı ı bir fer-
manda, “sana vezir-i âzamlı ı kimsenin tavsiye ve görü üne ba vurmadan verdim
ve mührümü gönderdim", demi tir. 1656’ya do ru devletin derin bir bunalıma dü -
tü ü sırada Köprülü Mehmet Pa a vezir-i âzamlı ı, u artlarla kabul etmi ti: Sun-
du u önerilerden hiçbirini sultan reddetmeyecek, bütün atama ve azilleri kendisi va-

103
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

pacak, sultanın vezir-i âzamdan ba ka danı manı olmayacak, hiçbir kar ıtım saray
benimsemeyecek ve kendisine kar ı yapılan bütün iftiralar gözardı edilecek.
Yerle mi bir kurala göre vezir-i âzamlı a aday ikinci vezirdi. Fakat kapıa a-
sı, vâlide sultan ya da sultanın hocası, vezir-i âzamin seçiminde önemli bir rol oy-
nardı. Böylece ba ımsızlı ını koruyamaz duruma dü en yeni vezir-i âzam, yeni-
çeriler ya da ulemânın yardımına güvenir, ya da etkili bir saray grubuna kendini
sevdirerek görev süresini uzatma yollannı arardı.
Yavuz Sultan Selim gibi müstebit sultanların yanında kimi vezir-i âzamlar
gölgede kalırken, Gedik Ahmet (1474) ya da Köprülü Mehmet (1656-1661) gibi
vezir-i âzamlann diktatörce güçleri olmu tur. Gedik Ahmet Pa a’nın güç kayna ı
yeniçeri ordusu, Köprülü Mehmet Pa a'nınki ise Vâlide Sultan’dı.
Kafes sistemi uygulanmaya ba lamadan önce tahta yeni çıkan sultanlar,
ba kente, eyâlet valili i süresince ta rada sarayında hizmet etmi olan adamla-
nyla birlikte gelirlerdi. Bunlann iktidan tam olarak kendi ellerine geçirme çaba-
lan, Osmanlı iç politikasını daima büyük ölçüde etkilemi tir. Fâtih Sultan Meh-
met’in lâlası Za anos, vezir-i âzam Çandarlı Halil’e iddetle kar ı çıkarak yeni
hüküm dân Konstantiniye'yi ku atmaya te vik etmi ti. Fetihten sonra rakibini
idam ettirmi ve vezir-i âzam olarak yerine geçmi tir. II. Selim tahta çıktı ında,
eski hocasının tavsiyeleri üzerine hareket ederek vezir-i âzam Sokollu'yu güç
durumda bırakmı tı. 1579'la 1599 arasında III. Murat ve III. Mehmet’in hocası
ulemâdan tarihçi Hoca Sa’deddin, devletin iç ve dı politikasına yön veren ba -
lıca ki i idi. Resmî saray tarihçisinin yorumunca, “umur-i saltanat külliyen
onun reyine ba lı idi". Kafes sistemi getirildikten sonra vezir atamalarında vâli-
de sultan temel etmen olmu tur. 1596’da brahim Pa a, ancak III. Mehmet’in
annesi Safiye Sultan’ın ısranyla vezir-i âzam kalabilmi ti. Fakat vâlide sultan-
lann hiçbiri Kösem Sultan kadar etkili olmamı tır. Yeniçeri ocak a alanyla itti-
fak halinde, her vezir-i âzam de i ikli inde ve IV. Mehmet'in tahta çıkı ına
(1648) kadar her cülûsta önemli bir rol oynamı tır. IV. Mehmet küçük ya ta
tahta oturtulunca da, eski egemenli ini sürdürmek istemi tir. Ancak, IV. Meh-
m et'in annesi, rakibi Turhan Sultan, 1651'de Kösem'i bo durtmu ve vâlide
sultan sıfatıyla onun yerini almı tır.
Perde arkasından hükümet kararlarını etkileyebilen bir ba ka ki i de, sulta-
nın eyhidir. Her sultanın bir eyhi vardır. Tarikatlardan birinin eyhi olan mür it
sıfatıyla, sultanın manevî rehberi sayılır, gelece i bildirerek Tanrı’nın yardımını
sa ladı ına inanılırdı. Bu durumuyla eyh, Orta Asya Türk hakanlannın yanında-
ki am anlara yakın bir benzerlik gösterirdi. Konstantiniye ku atması sırasında
Fâtih Sultan Mehmet sürekli olarak Bayramiye eyhi Ak emseddin'in manevî kı-

104
MERKEZ YÖNET M

lavuzlu una ba vurmu tu. Fethin tarihi hakkında gaibten verdi i haber geçekle -
meyince eyh, ço u dönme olan askerin imandan nasipleri olmadı ını ve ba lan-
na sert, acımasız bir komutan atanmasını önermi ti.5 III. Murat’ın manevî danı -
manı, Halvetî tarikatından eyh üccâ o denli etkiliydi ki, yüksek bir makam iste-
yen herkes ister istemez önce onu ziyaret etmek zorunda kalmı tır.
Bu adamların en ünlülerinden biri, sultanın dinî duygularını körüklemekle
kalmayıp politikaya da kan an, I. Ahmet’in eyhi celvetî tarikatı eyhi Üsküdârî
Mahmut Hüdaî Efendi'dir. Örne in, Ruslarla ban antla ması yapılmasını, Rusla-
rın Terek, Ejderhan ve Kazan kalelerini bırakmaları ko uluyla, barı tavsiye et-
mi ; hapisteki kadılann salıverilmesi için u ra mı ve Ahmet Pa a'nın Mısır valisi
atanması ö üdünü vermi tir.
Osmanlı politikasını belirlemekte kamuoyunun da, genellikle kabul edildi in-
den daha büyük bir etkisi vardır. Daha 16, yüzyılın ikinci yansında kapıkulu as-
keriyle zanaatkârlar arasında bir çıkar birli i vardı. Kapıkullanmn birço u zanaat-
kâr ya da tüccar olmu , bazıları da paralarını ticarî giri imlere ya da faize yatır-
mı tı. stanbul halkı her zaman ayaklanmaya hazırdı; bu tür kan ıklıklar genellik-
le malî ve ekonomik sıkıntı zam anlannda patlak vermi tir. Hükümetin kötü ön-
lemleri sonucu sıkıntıya dü en halk ulemâyı ba lanna alarak harekete me ru bir
görünüm verirdi. 1648'de Sultan brahim’in, 1687’de IV. Mehmet'in, 1703'te II.
Mustafa’nın, 1730’da III. Ahmet’in ve 1807’de III. Selim’in tahttan indirilmeleri-
ne yol açan ayaklanmalar bu türdendi.
Halk ayaklanmalan ancak kapıkulu askerlerinin ve ulemânın i birli iyle ba-
anlı olabilirdi. 1651'de, stanbul halkı yeniçeri cuntasının iktidanna kar ı ayak-
lanmı tır. Yasalar reâyânın silâh ta ımasını yasakladı ından, eyâletlerde köylü
ayaklanmalan seyrekti. Köylülerin topra ı bırakıp da ılması devlete ayaklanm a-
lar kadar kaygı veren bir çe it eylemsiz direni ti; çünkü bu durum, devlet hâzine-
sini ve tımar sahiplerini gelir kaynaklarından yoksun bırakarak imparatorlu u
güçten dü ürürdü. Köylünün topraklannı terk edip da ılmasından, “perâkende”
olmasından korkan devlet, zaman zaman köylüyü kayıran önlemler alır, kimi za-
man vergileri azaltmaya veya affetmeye mecbur olurdu.
Osmanlı sultanlarının kam uoyunu kendilerinden yana çekme zorunlulu u,
onlan âdil düzen politikasını yenilemeye iten önemli bir faktördür. Hükümdâr se-
vilmezse, halk arasında, eriata saygı göstermedi i, arap içti i ya da ba ka uy-
gunsuz davranı larda bulundu u söylentileri ortalı a çıkardı. Bir despot olan IV.
Murat, kendisi hem içki dü künü, hem de içki yasa ının en acımasız destekçisiy-
di. Osmanlı sultanlan eriata sadık görünmek için, namazlannı savsaklayanlann
ya da oruç tutmayanlann cezalandınlması için zaman zaman genel emirler çıka-

105
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

nr, meyhane ve genelevlerini kapattınrlardı. Kendileri Cuma günleri camiye gide-


rek cemaatle namazı hiç aksatmaz, yoksullarla dervi lere sık sık sadaka da ıtır-
lardı. Kurban Bayramlannda, yalnız stanbul'da üç bin olmak üzere, binlerce kur-
ban kesilip yoksullara da ıtılırdı. Sultan, Mekke ve Medine’ye her yıl on binlerce
altın dükalık hediye gönderir, sürre alayı denen bu hazine katan Mekke ve Medi-
ne’ye van yolu boyunca büyük merasim ve gösterilere neden olurdu.
Sultanlar dinî önderlerden, özellikle halkça tutulan eyh ve dervi lerden her za-
man çekinmi ler ve bunlan kendilerine yakla tırmaya, ya da sert önlemlerle onlara
boyun e dirmeye çalı mı lardır. Bu eyh ve dervi ler, genellikle muhalif halk hare-
ketlerinin ba propagandacılanydılar. Örne in, III. Mehmet'in saltanatı sırasında hü-
kümet, camilerde vaazlanyla stanbul halkını kı kırtan bir eyhi kentten sürmü , fa-
kat halkın gösterileri sonucu geri gelmesi için izin vermek zorunda kalmı tır. IV. Mu-
rat, nüfuzlu bir nak ibendî eyhi olan Mahmut'u 1639'da idam ettirmi , yanına yedi
sekiz bin kadar yanda toplamı olan Sakarya eyhi'ni de Ilgın’da öldürtmü tür.
Ça da ele tirilerde, 17. yüzyılın ilk yansındaki politik bunalımın temel sebebi,
otorite birli inin, vezir-i âzamin ba ımsızlı ının yitirilmi olması ileri sürülmü tür.
Köprülü Mehmet Pa a'nm, 1656’da diktatörce yetkilerle vezir-i âzam atandı ına
yukanda de indik. Kendisinden sonra bu makama, o lu Fazıl Ahmet (1661-1676)
geçmi tir. Saraylılar ve yeniçeri cuntasının iktidan yerine Köprülüler yönetimi bo-
yunca hükümet i leri vezir-i âzamin kona ından yönetilmi , sonuçta saraydaki Di-
vân-i Hümâyûn toplantılan eski önemini yitirmi tir. Sultan, arz ve telhis denilen ra-
porlarla durum hakkında bilgi alır, emir ve isteklerini Hatt-i Hümâyûn denilen kendi
eliyle yazılmı bir notla geri gönderirdi. Bu Hatt-i Hümâyûnlar, genellikle Bâb-i
Âlî’nin kararlarını de i tirmeyen kısa yinelemelerden ibarettir.
Hükümetin vezir-i âzamin konutuna, Bâb-i Âlî’ye ta ınmasıyla Divân-i Hü-
m âyûn vezirleri arka plana dü mü ; do rudan do ruya vezir-i âzamin hizmetin-
deki üç görevli önem kazanıp öne çıkmı tır. Bunlar, vezir-i âzamin politik ve as-
kerî konularda temsilcisi olan Kâhya Bey, Divân-i Hümâyûn’da ikâyet ve dava-
lara bakan çavu ba ı ve uzun bir süredir Divân-i H ümâyûn'un ba kâtipli ini yap-
m akta olup, devlet antla malanyla nizamnameleri muhafaza eden reîsü’l-küttâb
idi. 17 20’den sonra bu görevliler, Pa a kapısı veya Bâb-i Âlî’deki toplantılarda,
vezir unvanıyla devletin birer üyesi haline gelmi lerdir. Makamları 19. yüzyılda,
sırasıyla, içi leri, adâlet ve dı i leri bakanlıklan olacaktır.
Bu süreçte defterdâr kapısı da geli erek, malî i ler için ba ımsız bir bölüm du-
rum una gelmi tir. Ba defterdâr, haftanın belli günlerinde Bâb-i Âlî’de yapılan top-
lantılara katılırdı. Vezir-i âzam, önemli kararlar almadan önce genel danı m a di-
vânları toplardı.

106
EYALET YÖNET M VE TIMAR S STEM

Notlar

1 V. Grecu (ed.), Istoria, (Bükre . 1950). s. 178; 1. H. Uzunçar ılı, Merkez ve Bahriye Te kilâtı, (An-
kara. 1948), s. 1.
2 Le voyage d'outremer, ed. Ch. Schefer, (Paris, 1392). s. 140.
3 Histoire de la décadance de l ’empire grec et l'établissement de celvy des turcs, içinde: Chalco-
condyle tarihi üzerine resimler, (Rouen, 1660), s. 19.
4 Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, ek, s. 10.
5 bkz. Halil nalcık, Fâtih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, (Ankara, 1954), s. 217-19.
13. Bölüm

EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

Eyâlet Yönetimi

Osmanlı sultanlan, bir bölgeyi yönetmek için ilk dönemlerden itibaren hep iki
yetkili atamı lardır: askerî sınıf kökenli ve sultanın yürütme yetkisini temsil eden
bey, ulemâ kökenli ve sultanın yasal yetkisini temsil eden kadı. Bey, kadının
hükmü olmadan hiçbir ceza veremez, kadı da hiçbir karannı kendisi icra edemez-
di. Kadı, kararlarında, yani eriat ve kanûnu uygulamada beyden ba ımsızdı.
Emirlerini do rudan do ruya sultandan alır, sultana do rudan do ruya dilekçe
verebilirdi. Eyâlet yönetimindeki bu güçler aynmını, Osmanlılar âdil bir yönetimin
temeli olarak görürlerdi.
Henüz bir Uc Beyli i oldu u zamanlarda Osmanlı ülkesi, bir “hünkâr sanca-
ıy la , beyin o ullannın yönetimine bıraktı ı sancaklara bölünm ü tü. Sancak,
hüküm dârdan iktidar simgesi olarak bir sancak (bayrak) almı , askerî bir vali
olan sancakbeyinin emrindeki yönetim birimidir. 1361'den sonra Osmanlı top-
raklannın Balkanlar’da hızla geni lemesi üzerine, denetimi elde tutabilmek için,
bütün sancakbeylerinin ba ına bir beylerbeyi atamak gerekmi ti. Selçuklularda
eyâletler, sultanın melik unvanı ta ıyan yan ba ımsız o ulları arasında bölü ü-
lürdü. Uc (serhad) eyâletleri beylerbeyi unvanı ta ıyan uc emirlerinin idaresi al-
tında idi. 1. Murat, 1362’de tahta çıkmak üzere Bursa'ya hareket etti i zam an,
güvendi i lâlası ahin’i bu göreve atayarak, ilk beylerbeyili ini Rumeli’nde kur-
mu tur.
I. Murat, daha sonra o lu Bayezit'i, do uda Anadolu'da yeni fethedilmi böl-
gelerin valisi olarak Kütahya'ya yerle tirdi. Bayezit, 1393’te Rumeli’ne geçti in-

108
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

de, ba kenti Kütahya olan ve bütün Batı Anadolu'yu kapsayan bir Anadolu Bey-
lerbeyili i kurma gere i duymu tu. Osmanlı ehzadesinin oturdu u Amasya ba -
kent olmak üzere, üçüncü bir beylerbeyilik olu turuldu. Bunlar, 15. yüzyılın orta-
sına kadar Osmanlı mparatorlu u’nun üç beylerbey ili i olarak kalmı ve impara-
torlu un her zaman omurgasını olu turmu tur.
Fetih döneminde Osmanlı yönetiminin Rumeli eyâletlerinde kurulu unun, iki
a amalı bir süreçten geçti ini görmü tük. Do rudan do ruya Osmanlı yönetimin-
de sancak olarak örgütlenmi alan ile gazaya açık alan arasında, ya bir uc, sınır
bölgesi ya da vasal bir devlet olarak tampon bir bölge bulunurdu. Uçlardaki bey-
ler, merkezî hükümetten, ba kente görece yakın olanlara oranla daha ba ımsızdı
ve beylikleri babadan o ula geçen Evrenoso ullan, Mihalo ullan, Pa ayi ito ul-
ları, Malkoço ulları gibi ailelerdendi. Bu beylerin Osmanlı tmparatorlu u’ndaki
konumları, tıpkı Selçuklu hükümranlı ındaki Osman Gâzî'nin konumu gibiydi.
Ucbeylerinin bölgelerindeki sipahiler genellikle kendi kullan ya da hizmetkârlany-
dı. Sırp despotlu u, Eflâk ve Bo dan Voyvodalı ı gibi vasal devletlerdeki h an e-
danlara Osmanlılar, bazen içi lerinde özerklik verir, am a onları yıllık bir haraç
vermek ve seferlerde yardımcı güç sa lamakla zorunlu tutardı. Bazı bölgeleri uc-
beyli i, bazılannı da vasal beylik olarak tutmayı ye lerlerdi.
15. ve 16. yüzyıllarda ise, hükümet yeni fethedilen yerleri sancak beylerinin
do rudan yönetimlerine vermi , bunlann ba ına da bir beylerbeyi atamı tır. Böy-
lelikle yeni beylerbeyilikler ortaya çıkmı tır. Yeni beylerbeyiliklerinin olu turul-
ması, askerî dü üncelerle belirlenen uzun bir süreçten geçerdi. Örne in, önceleri
Rumeli beylerbeyine ba lı olan Bosna’nın A vusturya’ya kar ı askerî bir önlem
olarak ayrı bir beylerbeyilik biçiminde örgütlenmesi, 1463’ten 1580'e kadar sür-
mü tür. Özü Beylerbeyili i, 16. yüzyılda Kazaklara kar ı bir önlem olarak, Batı
Karadeniz bölgesi sancaklanndan olu turulmu tur. 1533'te imparatorluktaki bey-
lerbeyilik sayısı altı idi; Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatının sonlanna gelindi-
inde on altıya varmı tır.
1533’te, bütün deniz güçlerini V. Karl’a kar ı birle tirme çabasıyla, Cezayir
beylerbeyili i kurularak Barbaros H ayrettin’e verilmi tir. Barbaros, kapudan-ı
derya unvanıyla, kendi fethetti i Cezayir’le Akdeniz kıyı ve adalanndaki on üç
sanca ı kendi yönetiminde birle tirmi tir. 1590’dan sonra geni likleri sınırlandın-
lan beylerbeyilikler, o zam an d an b a lay a ra k “eyâlet" diye adlandırılm ı tır.
1610’a do ru imparatorlukta böyle otuz iki eyâlet vardı (bkz. ileride liste, s. 110).
Devlet, tımar sistemini, ancak sancak sistemiyle Osmanlı yasa ve yönetimi-
nin yeterince yerle ti i bölgelerde uygulayabilirdi. Tımar sistemi; Mısır, Ba dat,
Habe istan, Basra ve Elhasa eyâletlerinde uygulanmamı tır; dolayısıyla bunlann

109
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Beylerbeyilikler Ba kent Fetih tarihi Beylerbeyilik


(Eyâletler) olm a tarihi

Rumeli Edirne; sonra 1361-1385 1362 dolayları


Sofya ve Manastır
Anadolu (Batı Anadolu) Ankara ve Kütahya 1354-1391 1393
Rum Amasya ve Sivas 1392-1397 1413
Trabzon Trabzon 1461 1578 dolayları
Bosna Saraybosna 1463 1580
Karaman Konya 1468-1474 1468-1512
Kefe Kefe 1475 1568
Dülkâdir (Dulgadır) Mara 1515 1522
Erzurum Erzurum 1514 1533
Diyarbakır Diyarbakır 1515 1515
Musul Musul 1516 dolayları 1535
Halep Halep 1516 1516
am am 1516 1517-1520
Trablus- am Trablus (Lübnan) 1516 1570 dolayları
Mısır Kahire 1517 1517-1522
Yemen Zebit, Sanaa 1517-1538 1540
Cezâir-i Bahr-i Sefid Gelibolu 1354-1522 1533
Cezâir-i Garp Cezâyir 1516 1533
Kars Kars 1534 1580
Ba dad Ba dad 1534 1535
Van Van 1533 1548
Tunus Tunus 1534 1573 dolayları
Basra Basra 1538-1546 1546
Elhasa Elkatîf 1550 dolaylan 1555
Budin Buda 1526-1541 1541
Trablus garp Trablus (Libya) 1551 1566
Teme var Teme var 1552 1552
ehrizor ehrizor 1554 ?
Habe Suvakin ve Cidde 1555-1557 1557
Kıbrıs Lefko e 1570 1570
Çıldır Çıldır 1578 1578
Rakka Urfa 1517 1600 dolaylan
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

bir derece özerklikleri tanınmı tır. Sultan, bu eyâletlerin her birine kalabalık bir
yeniçeri garnizonu yerle tirir, birer vali, defterdar ve kadı atardı. Eyâlet gelirleri
sipahilere tımar olarak da ıtılmaz, vali bütün askerî ve darî giderleri kar ıladıktan
sonra ba kente her yıl “salyâne" denen, sabit bir miktar vergi gönderirdi. Bu eyâ-
letlere "salyâne eyâletleri" denmi tir.
Do u Anadolu'nun bazı yörelerinde, a iret reislerinin elinde babadan o ula
geçen sancakların yönetimi de de i ikti. "Hükümet" diye bilinen bölgelerde ise
bütün gelirler a iret beyine aitti; ancak bey, sultanın buyru u üzerine orduya bel-
li sayıda asker vermek zorundaydı. Sultan, bu bölgelerde yörenin önemli kentleri-
ne bir kadı atar ve bir yeniçeri birli i yerle tirirdi.
mparatorlukta böylece, do rudan do ruya Osmanlı yönetiminde olanlardan
ayrı, birçok özerk yönetim birimi vardı. Sâlyâne eyâletleri ve hükümetlerin yanı
sıra, vasal birer Hıristiyan beylik olan Bo dan, Eflâk, Erdel, Ragusa (Dubrovnik),
Gürcistan ve Çerkezistan ve 17. yüzyılda Kazak Hetmanlı ı'yla, Kırım Hanlı ı,
Mekke erifli i ve Geylân gibi tâbî Müslüman beylikleri vardı. Aynca, deniz gâzî
levent (korsan) beylerin fethettikleri Trablusgarp, Tunus ve Cezayir beylerbeyi-
likleri uc sınır eyâleti niteliklerini korumu lardır.
16. yüzyılda Osmanlı mparatorlu u, hepsi bir ara haraç ödeyen Venedik
Polonya, Habsburg mparatorlu u üzerinde kuramsal egemenlik iddiasındaydı.

Tımar Sistemi

Ancak, tipik Osmanlı eyâletlerinde tımar sistemi geçerliydi. Bu sistem, büyük


bir imparatorluk ordusunu ortaça ekonomisine dayanarak ayakta tutabilme kay-
gısından do mu ve imparatorlu un eyâlet yönetimiyle malî, toplumsal ve tanm-
sal politikalanna biçim vermi tir. Nitekim bu politikalann hem en hem en hepsi,
devletin askerî ihtiyaçlannı kar ılamak amacıyla geli tirilmi ti.
Para darlı ı Ortado u devletlerinin temel sorunlanndan biriydi. Altın ve daha
da önemli olan gümü , para sisteminin temeliydi. Bu metallerin kıtlı ı kar ısında
devlet, büyük çaplı giri imler, özellikle de besledi i büyük bir ordu için para bul-
m akta zorlanırdı. Öte yandan, aynı nedenlerden ötürü, köylüler de en önemli ver-
gi olan tahıl ö rünü nakit olarak ödeyemedikleri için, aynî olarak öderlerdi. Orta-
ça devleti ise, aynî ödenen vergiyi toplayıp paraya çevirme olanaklanndan yok-
sun oldu undan, bu gelir kaynaklarını mültezimlere satardı. Böylece devlet gelir
kaybeder, ordunun maa lannı ödeyebilmek için gereken parayı toplayamazdı. Bu
yüzden, devletin tarım gelirlerini askerlere tımar olarak tahsis etmesi, Ortado-
111
______ UOM
MINUIfVimJUMLUOU:f\LMOir\VM
V3IIJUUIPUUJ______
u'nun Müslüman imparatorluklannın en eski geleneklerinden biri haline gelmi ,
askerlerin maa yerine do aldan do ruya bu gelirleri köyde oturup toplaması ge-
rekmi tir. Ba lıca gelirleri askerlere maa olarak bırakılan bu toprak birimleri, Bi-
zans’ta pronoia, Islâm ülkelerinde ise iktâ' veya tımar diye bilinirdi.
Bu sistemde sipahî, gelir kayna ı olan köyde ya ar, aynî olarak ödenen ürün
vergisi ö rü de kolayca toplayabilirdi. Böylece asker, mültezimin yerini alır, ö rü
nakde çevirme sorumlulu unu da üstlenirdi. Böylesi bir sistemin bir üstünlü ü de,
ortaça ordularının temel ö esi sipahinin, ya adı ı köyde atına kolayca bakabil-
mesiydi.
Bizans imparatorlu u ve daha sonra Balkan devletlerinde köylüler, tarım
vergisiyle beraber sipahilerine yılda birer araba odun ve yem, yanm araba da sa-
man vermekle yükümlüydüler. Buna ek olarak sipahilerinin topra ında çalı mak
ve arabalanyla hizmet etmek zorundaydılar. OsmanlIlar, Balkanlar'ı fethettikle-
rinde kar ılanna çıkan bu angarya hizmetleri nakit paraya, çift resmine çevirmek-
te zorlanmadılar. Zamanla, zengin Hıristiyan beylerin elindeki geni mülklerle ba-
zı manastır topraklannı da tımara dönü türdüler. Tımar sistemi, daha ilk dönem-
lerden ba layarak Osmanlı rejiminin ayıncı bir niteli i olmu tur.
mparatorlu un klâsik döneminde Osmanlı ordusunun en büyük bölümünü
eyâletlerdeki tımarlı sipahiler olu tururdu. Sipahî, geleneksel silâhlar kullanan ti-
pik bir ortaça atlısıdır; Osmanlı ordusunda ate li silâh kullananlar genellikle ye-
niçerilerdi. Bir tahmine göre. 1475 dolaylannda ulûfe, yani nakit maa alan, ka-
pıkulu sipahilerinin sayısı üç bin, yeniçerilerinki de altı bin iken, Rumeli'nde yirmi
iki bin, Anadolu’da on yedi bin tımarlı sipahî vardı1. Yüz yıl sonra 1. Süleym an
zamanında ise, altı bin kapıkulu sipahisi, on-on iki bin yeniçeri, kırk bin eyâlet si-
pahisi oldu u hesaplanmı tır. 1503’de 12 bin yeniçeri, 50 bin tımarlı sipahî, 10
bin sekban solak ve 700 çavu vardı (Firdesî, kutbnâme 90-92).
Tımar sistemini kurmak ve sürekli bir merkezî denetim sa lamak için hükü-
met, eyâletlerdeki bütün gelir kaynaklannı aynntılı olarak saptam ak ve bu kay-
nakların tımar olarak da ılımını gösteren defterler düzenlemek zorundaydı. Bir
bölgenin fethinin hemen ardından, tahrir yapılır, o sanca ın gelir kaynaklarını
belirlemek üzere “tahrîr emini" veya "il yazıcısı" denilen bir görevli gönderilirdi.
Sonralan, her yirmi otuz yılda bir veya bölgenin vergi gelirlerinde de i iklik göze
çarptı ında il yazıcısı gönderilirdi. 11 yazıcısı, köylerdeki bütün aile reislerinin ve
bekârlann (mücerredlerin) adlannı ve ellerindeki topra ın yakla ık m iktannı ay-
rıntılı bir tahrir defterine, "mufassal deftere" kaydederdi. Deftere, her köyün adı-
nın altına, ö ür ve çift resmine ek olarak, Hıristiyanlardan alınan “ispençe" deni-
len ve nakit olarak ödenen bir çift vergisi para cezaları, yani cerimeler ve gerdek

112
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

resmi gibi ba ka resimlerden elde edilecek paranın tahminî toplamlan geçirilirdi.


Her köyün ödemesi gereken gelir miktan böylece belirlenirdi. Tahrîr tamamlanın-
ca, sultan, yani devlet hâzinesi, vezir ve beyler için ayrılan hâslar çıkartılır, geri
kalanı da sipahiler arasında tımar ve zeamet olarak da ıtılırdı. Zeâmet, resmî an -
lamda, yıllık de eri yirmi ile yüz bin akçe arasında olan bir suba ı tımanydı. Yıllık
de eri yüz bin akçeden çok tımarlara hâs denirdi.
Mufassal defterin ba ına sancak sipahilerinin söz konusu gelirleri hangi oran
ve ko ullara göre toplayaca ını gösteren bir kanûnnâme konurdu. Mufassal def-
terlerin yanı sıra, bir de gelirlerin hâs, zeâmet ve tımar olarak da ılımını gösteren
ikinci özet bir defter, icmâl defteri hazırlanırdı. Köylüler, kanûnnâmelerdeki kural-
lara göre vergilerini öder, yeni bir tahrîre kadar durumlan de i mezdi. Anla maz-
lık ba gösterdi inde, kadılara kararlarında bu tahrîr defterleri yardımcı olurdu.
Her tımar, bölünmez ve de i tirilemez bir birimdi, buna “kılıç tımar” denirdi.
Merkezî hükümette, ni ancının dairesinde bu defterlerin her birinden birer
nüsha bulundurulurdu. Öteki nüshayı eyâletin beylerbeyi saklardı. De i iklikler,
bu defterlere ni ancı tarafından “derkenar" olarak kaydolunurdu.
Tımar sistemi, yüzeysel olarak ortaça Avrupa feodalizmine benzer; ancak
ikisi arasında temel ayrılıklar vardır. Devlet, tımar sistemini uygulayabilmek için,
toprak üzerinde hiçbir özel iyelik hakkıyla engellenmeksizin kendi mutlak deneti-
mini kurar. Osmanlı devleti, daha önceki slâm devletleri örne ine uyarak, bütün
tahıl ekilen tanm topraklannın “mirî," yani devlete ait oldu unu ilân etmi tir. Yal-
nız mülk ve vakıf toprakları bu kuralın dı ında tutulmu tur. Tahrîrde topraklann
mülk ve vakıf nitelikleri sürebildi i gibi, sultanın iradesiyle gözden geçirilebilir,
mülk ve vakıf nitelikleri kaldınlabilirdi.
Bu sistemde genellikle tanm arazisi devlete aitti. Topra ı i leyen köylüler ba-
badan o ula geçen kiracılık konumundaydılar. Tapu resmi denilen bir para ödeye-
rek tasarruf hakkı kazanırlardı. Köylünün toprak üzerindeki haklan yalnız baba-
dan o ula geçer, köylü topra ı satamaz, hediye olarak ba ı layamaz veya izinsiz
olarak ba kasına aktaramazdı. Ancak, unutmamalıdır ki mirî topraklar üzerinde
etkili ki iler, özel mülkiyet haklan edinmek için u ra ırlardı. Abbasî Halifeli i ve
Bizans Imparatorlu u’nda oldu u gibi Osmanlı Imparatorlu u'nda da devletle bi-
reyler arasında, toprak iyeli i sava ı, imparatorluk toplumsal tarihinin en önemli
sorunlarından biri olmu tur. Devletin zayıf oldu u zam anlarda özel mülk ya da
vakıf olan toprakların alanlarında bir artı olur, hüküm dârlardan biri güçlü bir
merkezî otorite kurdu unda bu gibi topraklar üzerinde özel mülkiyet haklanyla
vakıflan kaldırarak devlet denetimini yeniden sa lardı. I. Bayezit, özellikle de Fâ-
tih Sultan Mehmet bu tür reformlarla ünlüdür.

113
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Fâtih Sultan Mehmet, 1476 yılında bütün imparatorlukta toprak vakıf ve


mülkiyet haklannı gözden geçirdi i zaman, sultanın onayından geçmemi ya da
binaları yıkılmı veya amacına hizmet etmeyen bütün vakıf topraklannm devlete
geri verilmesi ilkesini uygulamı tır. Bu yolla bir tahmine göre, yirmi binin üstün-
de köy ve çiftlik mirî arazi haline getirilmi tir. Sultan bu reformu, tımarlı sipahî
sayısını arttırmak için yapmı tır. Anadolu'da bir bölüm dervi ve toprak sahipleri-
nin önceki Müslüman devletlerden kalma iyelik haklannı tanımı , ancak bunlan
orduya tam donanımlı bir sipahî, e künci göndermekle yükümlü tutmu tu. Halefi
II. Bayezit döneminde, Mehmet’in reformlanna kar ı güçlü bir tepki olu mu tur.
Reform kar ıtlan reformun eriata uygun olmadı ını iddia etmi , böylece özel
mülk ve vakıfların bir ço u asıl sahiplerine geri verilmi ti. Büyük çaplı askerî giri-
imleri gittikçe daha çok sipahî gerektiren I. Selim ile I. Süleyman, yeniden Fâtih
Sultan Mehmet'in politikasına dönmü lerdir.
1528 yılında topra ın yakla ık yüzde 87’si mirîydi, devletin yüksek “raka-
besi", yani kontrolü altında idi. Bu dönemde, sipahî sayısının artmasıyla mirî top-
raklar, toprak sahibi eski aileler ve ulemânın aleyhine artmı tır. Devlet, askerî sı-
nıftan ki ilerin tımar beklentileri kar ısında özel topraklara el koymu , ancak 16.
yüzyılın sonlarına do ru devlet mirî topraklann denetimini yeniden yitirmeye
ba lamı tır. Koçibey gibi Osmanlı yazarları, bunu imparatorlu un çökü ünün
ba nedenlerinden biri sayarlar.
Tımar sistemi, devlet, sipahî ve köylünün toprak üzerinde e zamanlı haklan-
nm bulundu u, parçalı bir iyelik türüydü. Tımarı elinde tutan sipahinin toprak
üzerinde kanûnlarla tespit edilmi bazı denetim haklan vardı; bu niteli iyle de
kendisine "sâhib-i arz" yani toprak sahibi denirdi. Gerçekte ise sipahinin devlet-
ten aldı ı, topra ın kendisi de il, belli ölçüde bir toprak üzerinde ya ayan halktan
sabit miktarda bir devlet geliri toplama yetkisiydi. Devlet ona, toprak üzerindeki
denetim haklannı, gelirini güvenceye alabilmesi için vermi tir.
Sipahînin toprak üzerinde birkaç hakkı vardı: Devletin toprak yasalannı uy-
gular, bo topraklan, sözle meyle ve pe in ödenen bir kira, “tapu resmi" kar ılı-
ında talep eden köylünün tasarrufu altına verirdi. Köylü ise, topra ı sürekli i le-
meyi ve zorunlu vergileri ödemeyi üstlenirdi. Ekinlik, bostan ya da çayır olarak
aldı ı topra ın kullanımını de i tiremezdi. Topra ı üç yıl boyunca bir neden ol-
maksızın bo bırakırsa, sipahî topra ı ba kasına verebilirdi.
Tımar sınırlan içindeki bo topra a biri yerle mi se, sipahî ondan yalnızca
yasal vergileri alırdı. Devlet, verimli toprak alanını arttırmak için, üm anna köylü
yerle tirerek ekilen topra ı arttıran sipahîyi ödüllendirirdi.
Kendisinin ve hayvanlannın ihtiyaçlan için sipahî, bir çift öküzün sürebildi-

114
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

i, dolayısıyla yerine göre altmı la yüz elli dönüm arasında de i en bir “çift” veya
çiftlik toprak ya da bir ba veya meyve bahçesi alırdı. Ne sipahi ne de akrabalan
köylünün elindeki topra ın iyeli ini ele geçirilebilirdi. 16. yüzyılın ikinci yansında
bu sipahi çiftlikleri de toptan köylülere verilmi tir. Dolayısıyla ümarlı sipahi, an-
cak devletin toprak yasalannı uygulayan bir devlet görevlisi durumundaydı.
Reâyâdan bir aile reisi, tek bir aileyi geçindirecek büyüklükte bir çiftlikten
daha ço unu elinde bulunduramazdı. Ölümü üzerine çocuklan bu topra ı ortakla-
a çalı tırabilir, fakat bölemezlerdi. Çifti olan bir köylü, sipahiye toprak ürünlerin-
den sekizde bir alınan ö rün yanı sıra bir de yıllık yirmi iki akçe çift resmi öderdi.
Ba langıçta bazı hizmetler yerine alınan bu nakdî vergi, Bizans zamanında köylü-
nün pronoia sahibine borçlu oldu u saman, yem, odun ve di er hizmetlerin kar-
ılı ı bir ödeme idi. Gördü ümüz gibi, Osmanlılar, bu gibi feodal hizmetleri, elle-
rinden geldi ince, nakit olarak belirlenmi vergilere dönü türmeye çalı mı tır. Çift
resmi zamanla bölgesine göre, 33, 50, 100 akçe olarak tespit edilmi tir.

Reâyâ ve tımar

Devlet, sipahiye gelirini garantilemesi için reâyâ kar ısında birtakım haklar
tanımı tı. ster Müslüman ister Hıristiyan olsun reâyâ, sözcü ün en geni anla-
mıyla, askerî sınıftan tamamıyla ayn, üreten ve vergi veren tebaa idi. Daha dar
bir anlamda ise, kanûnî konumlan kentli ve göçebelerden ayn köylü halktı.
Sipahiye verilen tımar, hem topra ı hem de üzerindeki köylüleri kapsardı.
Ekilebilir toprak, üzerinde çalı acak emekten daha bol oldu u için 15. yüzyılda
reâyâ bütün tanmsal giri imlerin vazgeçilmez ö esiydi. Köy nüfusunun azlı ı ve
tımarlarda kullanılmayan toprak bollu undan dolayı, tımarlılar birbirlerinin re-
âyâlannı kandırmak için sürekli sava halindeydiler. Reâyâsı kaçan sipahi gelirini
kaybederdi. Bu nedenle de yasa, reâyânm yerle im yerini bırakıp ba ka yere git-
mesini yasaklamı tı. Sipahî, kaçak bir köylüyü on be yıl içinde topra ına dön-
meye zolayabilirdi; fakat bunun için kadının hükmü gerekliydi. Ba ka biri gelip
bırakılmı topra ı i ler ve ö rünü öderse sipahî kaçak köylüyü dönmeye zorlaya-
maz, ondan ancak “çift resmi" alabilirdi. Köylü, kentte bir i edinmi se, sipahiye
yılda bir altın dükadan biraz fazla tutan “çift bozan akçesi" denen tazminatı öde-
mek zorundaydı; ancak sipahî onu topra ına dönmeye mecbur edemezdi.
Bu ko ullar, 16. yüzyılda de i meye yüz tuttu. mparatorluk nüfusu hızla ar-
tarak ekilen topraklann da artmasına neden olmu görünüyor. 1. Süleyman döne-
mi tahrîr defterlerinin gösterdi i gibi ekili alan, büyük ölçüde geni lemi tir. Bu dö-
115
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

nemde ekimde kullanılan alan, zamanın teknolojisinin izin verdi i sınırlara ula -
mı a benzer. Aynca, topra ın de eri arttı ı gibi toprak gelirleri de artmı tır. Topra-
ı bırakan köylülere kar ı yasaların gev emesi de, köyden kente do ru nüfus akı-
ını te vik etmi tir.
Devlet sipahiye ba ka yetkiler vererek onu köydeki düzenden sorumlu kıl-
mı tır. Ufak suçlar için köylüden toplanan para cezalannın yansı sipahinin, yansı
da sancakbeyinin olurdu; ancak, para cezası verme yetkisi sadece kadıya aitti. Si-
pahi, kanûnsuzluk eden birini tutuklayabilir ama para cezası alamazdı. Sipahi, tı-
marını olu turan köyde oturur ve seferde askerî görevlerini yerine getirir, ancak
tanmsal üretimle kendisi u ra mazdı. Sipahinin köyde ya amasını sa lamak için
Osmanlı kanûnnâmeleri köylüye bir dizi ufak tefek hizmetler yüklemi ti. Sipahiye
ev yapmakla yükümlü olan köylüler, ona ö ür mahsûlünü koymak için bir ambar
yapmak, sipahinin ö rünü ambara ya da satmak için bir günlük yoldan uzak ol-
m ayan pazara ta ımak zorundaydılar. Sipahinin çayınndaki otlann biçilmesine de
katılmak durumundaydılar, ama kanûnnâmeye göre samanı ambara ta ım aya
mecbur de illerdi. Sipahi tımarına ait ba ka bir köyden gelmi se, köylü üç gün
süreyle konukseverlik göstermek, sipahiye ve atına bakmakla yükümlüydü. Ya-
salar köylünün bayramlarda sipahiye arma an verme âdetini de onaylamı tır.
Köylünün bir günden üç güne kadar sipahinin çiftli inde çalı ma gelene i ise, ba-
zı bölgelerde süregelmi tir.
Her sanca ın kanûnnâmesi, köylünün vermesi gereken vergi ve hizmetleri
tek tek saymı tır. Sipahi bunlara yenilerini ekleyemezdi. Devlet buna o kadar
önem verirdi ki, gerçekte kanûnnâmelerin ba lıca maddeleri, sipahiyle reâyâ ara-
sındaki ili kileri düzenleyen maddelerden olu mu tur. Kurallara aykırı hareket
eden sipahi, tımannı yitirebilirdi. Bu bakımdan reâyâ, hiç ku kusuz, ortaça Av-
rupası'nın elflerinden daha anslı bir durumdaydı. Aradaki ba lıca fark, Osmanlı
köylüsünün merkezî bir devletin ve merkezî bir hukuk sisteminin koruması altın-
da ya amasındaydı. Gene de, 15. yüzyıl gibi erken bir dönemde reâyânın duru-
muyla ilgili sultan fermanlan, sipahilerle beylerin ayncalıklanm kötüye kullandık-
lannı gösterir. Kanûnsuzluklann temel nedenlerinden biri, sipahilerin eski feodal
gelenekleri sürdürme çabalanydı. Sultana köylüler, yasadı ı ve a ın para cezala-
rından yakınmı , özellikle sancakbeyleriyle kadılann asayi ve üphelileri takip
bahanesiyle köylülerin evlerinde kalmalanndan, maiyetlerini ve hayvanlannı be-
davadan beslemeye zorlamalanndan ikâyet eden dilekçeler göndermi lerdir. Ay-
rıca, sipahilerin yasadı ı vergiler icat ederek para toplamalanndan ve ö rü, ürün
yerine nakde çevirerek alma çabalanndan da yakınmı lardır. I. Süleyman, bu tür
uygulam alan yasaklayan birçok ferman çıkartmı tır.

116
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

Osmanlı mparatorlu u reâyâsının büyük ço unlu u, tımar ve hâs topraklarına


ba lı çiftçiler olmakla birlikte köylü sınıfı içinde farklılıklar da vardır. Bizans hukuku
gibi Osmanlı hukuku da, köylüleri bir ya da yanm çifti olanlar diye ayırmı , az top-
raklılan evlilik durumlanna göre sınıflandırmı , reâyâ vergilerini de bunlara göre
koymu tur. OsmanlIlar, fethettikleri Bizans ve Balkan ülkelerinde elefteroi yani "öz-
gürler" diye bilinen, kayda geçirilmemi topraksız bir grup köylü bulmu lardı. Os-
manlı döneminde, topraktan kaçan ya da deftere geçirilmemi reâyâ, baba oca ını
bırakmı o ullar ve kaydedilmemi göçebeler de aynı biçimde, tek bir sınıf olarak
görülmü tür. Bu topraksızlar, genellikle tımar topraklannda geçici tarım i çisi yani
“ırgad" ya da çiftçi olarak çalı ır, ö ür ve dönüm ba ına hesaplanan reâyâ vergileri-
ni tımar sahiplerine öderlerdi. Aynı yerde üç yıl süreyle kalırlarsa o tımann reâyâsı
olurlardı. Devlet topraksızlarla göçebeleri yerle tirmeye çaba göstermi tir.2
Durumlan Batı Avrupa serflerininkine benzeyen “ortakçı kullar” da ba ka bir
sınıf olu turmakta idi. Bunlar genellikle, sultanlann ve yönetici sınıf üyelerinin
mülk ve vakıflarında çalı tırdıktan sava tutsaklan ya da satın aldıkları kölelerdir.
Bu tür topraklann iyeli ini ellerine geçirenler, tanm emekçisi olarak tahrir defter-
lerine kayıtlı reâyâyı çalı tıramayaca ı için, kayda geçirilmemi reâyâyı toprakla-
rına çekmeye ya da köleler satın alıp topra a yerle tirmeye çak ırlardı. Yönetici
sınıfa ait mülklerin ço u böyle kurulmu tur. Bu sistem Osmanlı devletinin ilk yıl-
larından beri vardı; ama ancak 16. yüzyılın sonundan sonra yaygınla mı tır.3
Saray ve ordunun ihtiyaçlannı kar ılamak üzere, pirinç ekimi ve ba ka ta-
rımsal giri imlerde devlet ortakçı kul kullanmı tır. Fâtih Sultan Mehmet, stan-
bul çevresindeki bo köyleri enletmek için yüz kadar köye sava tutsaklannı
ortakçı olarak yerle tirmi ti. Bunlar kendi durum lannda olmayanlarla evlene-
mez, hasatlarının yarısını devlete verirlerdi. Ortakçılann ço u 16. yüzyılda re-
âyâ olmu lardır.
ngiliz gezgini H. Blount, 1634 dolaylannda, tımar sisteminin, “bulunduklan
eyâlet topraklannı kontrol altında tutup, iyi ekilip biçilmelerini sa lamayı" amaç-
ladı ı gözleminde bulunmu tur4. Bu kurumun esas amaçlanndan biri, gerçekten
de, kamu düzenini ve topra ın i lenmesini sa lamaktı. Köylere kadar uzanan gü-
venlik sistemi, reâyânın e kıyalı a kar ı korunmasına ve suçlulann izlenip ceza-
landırılmasına olanak sa lıyordu. Suba ı ve sancakbeyi, kendi bölgesindeki gü-
venlikten sorumluydular ve sancaklannı dönem dönem dola arak haydutlardan
temizlerlerdi. Kadılann verdikleri bedensel ceza hükümlerini yerine getirme görevi
yalnız sancakbeyine aitti.

117
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Tımarlı sipahî ordusu

Tımar sistemi, her eyden önce, merkezden denetlenen büyük bir sipahî gü-
cü besleyerek, sultanın ordusuna asker sa lamak için tasarlanmı tır. Tımarlı sipa-
hî köyde kendi atına kendi bakardı; silâhlan yay, kılıç, kalkan, mızrak ve gürzdü.
Tımar geliri belli bir miktan a ıyorsa, cebe de (zırh) giyinmek zorundaydı. Sipahi-
ler, her üç bin akçelik tımar geliri için bir “cebelü", yani tam donanımlı bir atlı as-
ker sa lamak zorundaydı. Beyler ise her be bin akçeye kar ılık bir cebelü sa lar-
dı. Böylece 16. yüzyıl ba lannda dokuz bin akçelik tımarı olan bir sipahî cebe gi-
yer ve orduya üç cebelüyle, bir de çadır getirirdi. Sipahilerin maiyetleri ne kadar
büyük olursa saygmlıklan da o kadar büyük olurdu. Dolayısıyla, bütün cebelüleri
kapsayan sipahî ordusunun tam sayısını belirleyebilmek güçtür.
Sultan beylerbeyine sefer fermanı gönderdi inde sipahiler, suba ıların ku-
mandasında, sancakbeyinin sanca ı altında toplanırdı. Sancakbeyleri de beyler-
beyinin bayra ı altında toplanır, sonra her beylerbeyi emredilen zamanda ve yer-
de sultanın ordusuna katılırdı. Daha sonra sultan, bir tür tefti olarak, ordusuna
geçit resmi yaptırırdı. Tımarlılar hafif süvari birlikleriydi. Sava düzeninde ordu-
nun iki kanadında yer alır, dü manı hızla çevirmelerini sa layacak bir yarım ay
olu tururlardı. Bu birlikler, hem merkezî hâzineden herhangi bir ödenek almadık-
larından hem de atlan yaz sonunda yorgun oldu undan, güz ba langıcında yurt-
lanna dönmek isterlerdi. Böylece sefer mevsimi marttan ekime kadar sürer, Os-
manlı ordusu da güze do ru en zayıf durumunda olurdu. Bu durumu bilen Hun-
yadi gibi bazı Avrupalı generaller hep bu vakiderde saldınya geçmi tir. Hafif zırh-
lı süvari, Orta Asya’dan beri tüm Türk-Mo ol ordulannın temel kuvvetini olu tur-
mu ve batı ordulan kar ısında üstünlük sa lamı tır.
Tımarlar, kom utan olan subayın “ariza"sı yani dilekçesi üzerine verilirdi.
Sultan, dilekçe uyannca bir fermanla belli de erde bir tımara atar, sancakta bu de-
erde bir tımar bo alınca da beylerbeyi ba vuran ki iye bir tezkere verirdi. Tezke-
reyle merkeze gelen aday sultanın beratıyla o tımann sahib olurdu. lk kez tımar
alınırken zorunlu olan i lem buydu-, daha sonra beylerbeyileri do rudan do ruya
kendi beratıyla Rumeli’nde 5.999, Anadolu'da da 2,999 akçeyi a mayan tımarla-
ra atam a yetkisine sahipti. 15. yüzyılda, özellikle de sınır bölgelerinde, birçok si-
pahî yalnızca beylerbeyi veya sancakbeyinin beratıyla, hatta suba ının tezkire-
siyle tımar edinebilmi tir. 16. yüzyılda merkezî yönetim tımar da ıtımı üzerindeki
denetimini sıkla tırmı tır. Sultanın buyru u olmadan bir tımarlının tıman geri alı-
nam azdı. Osmanlı tımar sistemini Avrupa feodalizminden, bu sıkı merkezî dene-
tim ayırır. Aynca, Osmanlı devletinde Avrupa örne ine benzer herhangi bir Hiye-

118
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

rar ik ba ımlılık ya da vasallık ba ı yoktu. Ancak ilk dönemde, hıristiyan ba ım-


lı beylerle sultan arasında benzeri vasallık ili kileri olmu tur.
Tımara hak kazanan ki i ancak askerî sınıftan olabilirdi. Reâyâya tımar ver-
mek mutlak olarak yasaktı. Babası askerî sınıftan olanlar ya da sultan veya bey ku-
lu olanlar, askerî konum kazanırlardı. Osmanlılar, yeni fethedilen ülkelerin Osmanlı
askerî sınıfimnkine benzer konumdaki sınıf üyelerini kendi askerî sınıfına kabul et-
mi tir. Bu yolla birçok feodal Hıristiyan beyi zaîm veya tımarlı sipahi olmu tur.
Bunlar ya da o ullan, zamanla, Islâm’ı kabul etmi tir. 15. ve 16. yüzyıllarda tımar-
lı sipahilerin büyük bir bölümü, yeniçeriler gibi kul aslından idi. Müslüman Türkler
arasında yalnız gönüllü asker olup sava ta üstün hizmet gösterenler, bir de ucbeyle-
rinin yanda lan tımar alabilirdi. Arnavutluk bölgesinin 1431 yılı istatistikleri, sipa-
hilerin % 16'sının önceki feodal Hıristiyan beyleri, % 30’unun Anadolu Türkleri, %
50’sinin de sultan ya da bey kulları oldu unu gösterir. Tımarlann kalan % 4'ü de
kadı, piskopos ve saray gözdelerinindi. Daha sonralan, Türk kökenli sipahi oranı
yava yava dü mü tür. Ölen sipahilerin o ullanna, miktan babalannın tımarlan-
nın de erine göre belirlenen ba ka bir tımar verilirdi. Örne in, tımannın de eri on
bin akçeyle yirmi bin akçe arasında olan bir sipahi öldü ünde, birinci o ul dört
bin, kincisi üç bin akçe de erinde bir tımar alırdı. Asıl tımann de eri yirmi binle
elli bin akçe arasında idiyse, ilk üç o ula, sırasıyla, altı, be ve dört bin akçe de e-
rinde tımarlar verilirdi. Babalar tımarlarını, Batı feodalizmindeki gibi, vasiyetle
o ullanna bırakamazdı. O ullar, yedi yıllık bir süreyle askerî görev yapmazlarsa
sipahî konumlannı yitirir, reâyâ kaydedilerek vergiye tâbî olurlardı. Bu bakımdan,
tımar sisteminde kan soylulu u sorunu hiç olmamı tır. Sipahili i kaldınlan bir
mazûl sipahî yedi yıl içinde sava a giderse, komutanının dilekçesiyle yeniden tı-
mar alabilirdi.
Tımar sınıfı içinde büyük aynmlar vardı. Hâs ve zeamet topraklan alan bey-
ler, genellikle saray hizmetlileriydi. Beylerbeyilerinin gelirleri yılda altı yüz binle
bir milyon akçe arasında de i irdi. Sancakbeylerinin iki yüz binden ala yüz bine
varan de erde hâsları vardı. Suba ılann ellerindeki hâs ve zeâmetlerin de erleri
de yirmi binle yüz bin akçe arasında de i irdi. Bu kurallar kesinlik göstermez. Tı-
marlı sipahilerin tımarlan 15. yüzyılda yılda ortalama iki bin akçe dolayında idi.
Bu miktar, 16. yüzyılda üç bine çıkmı tır.
Bir sancakbeyinin 1500’lerdeki yıllık geliri altın hesabıyla dört binle on iki
bin arasında altın dükaya e itti. Kadı sicilleri göstermi tir ki, aynı dönemde Bur-
sa'n ın en zengin sarraf ve tüccarlannın serveti dört bin dükayı nadiren geçiyor.
Dolayısıyla, beyler ve zeâmeti olanlar, klâsik Osmanlı toplumunun en zengin ke-
simini olu tururlar. Buna kar ılık 15. yüzyılda ortalama bir sipahinin yıllık geliri
119
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

otuz-kırk altın dükaydı. Aynı dönemde bir yeniçeri ya da bir yapı ustasının da ge-
liri hemen hemen aynıydı. Bir sipahi, üstün hizmetler kar ılı ında yeni eklerle tı-
mannı arttırabilir, böylelikle yıllık gelirini dört yüz altın dükaya kadar çıkarabilir-
di. Ancak, bir zeâmet elde edebilmek için çok istisnaî hizmetlerde bulunmalan ge-
rekirdi, çünkü bu topraklar hemen hemen bütünüyle sultan kullarına ve bey
o ullanna aynlmı tır.
Sonralan beyler yetkilerini kötüye kullanmı lar, rü vet kar ılı ında hak et-
meyen ki ilere tımar sa lamı lardır, Sonuç olarak, 16. yüzyılda aslında reâyâ ko-
numundaki birçok ki i sipahî olmu tur. I. Süleyman, sisteme bu yabancı akı ını
yasalla tırdı ı zaman, ba ka bir seçene i yoktu; ama sonradan politikasını de i -
tirmi , sipahî o lu olmayanlann gelecekte tımar alamamalan için sert tedbirlere
ba vurmu tur. Sürekli tımar talepleri, klâsik dönem Osmanlı mparatorlu u’nun
içi lerinde can alıcı bir etmendi. Tımarlannı yitirmi ma’zûl sipahiler, kapıkulu as-
kerleri ve sınır bölgelerindeki gönüllüler tımar edinebilmek için sürekli baskı ya-
parlardı. Birçok ayaklanmalann altında bu gerçek vardır.
Öte yandan, tımar olarak da ıtılacak toprak ihtiyacı, devleti sürekli olarak
yeni fetih giri imlerine zorluyordu. Aynca, sava ta kahramanlık gösterdiklerinde
tımar ve zeâmet alabildikleri için, kapıkulu askerleri toprak kazanma yolunda bir
vasıta olarak sava yanlı ıydılar. Tımar ihtiyacı, böylece, Osmanlı yayılmasında
itici bir güç olu turuyordu. Tımar ve zeâmet bekleyen sınır bölgelerindeki Anado-
lulu gönüllülerle iç bölgelerin tımarlı sipahileri arasında da çetin bir rekabet vardı.
Bu gerilim, 15. yüzyılın ilk yansında Rumeli’ndeki sınır güçlerinin merkezî iktidar
kar ısında niçin sık sık uzla maz bir tutum takındı ını açıklar. Dobruca'da eyh
Bedreddin ayaklanmasında bunlar aktif rol almı görünmektedir.
Tımar sorunu, Anadolu beyliklerinden devralman sipahilerle yeni kurulan
Osmanlı rejimi arasındaki gerginli i de açıklar. Osmanlılar, bazı eski sipahileri
kendi topraklannın iyeli inde bırakmı , güvenmediklerini de emekliye ayırmı tı.
Ancak, yerel sipahilerle Osmanlı sultanının atadıklan arasındaki dü manlık sür-
mü tür. Nitekim 1416 zmir ve Saruhan isyanlanyla 1468-1511 Karaman ayak-
lanmalannda yerel sipahiler önderlik etmi ti.
I. Süleyman’ın ehzadelerinin isyanları sırasında yoksul ya da tımarlan alın-
mı sipahilerle, tımar ya da emeklilik isteyen ba kaları da isyancı ehzadelerin
çevresinde toplanmı tır.
Devlet gelirinin ancak bir bölümü tımar olarak ayrılmı tı. 1528 yılında
9.650.000 altın dükaya çıkmı olan devlet gelirinin ancak %37’si tımar olarak
da ıtılmı tı. Bu miktarın % 50 kadarı do rudan do ruya sultanın, yani devlet ha-
zinesinindi. Bu gelirin büyük bir bölümü ise hükümdârın hâssı olarak ayrılmı

120
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

topraklardan, gerisi de pazar ve ticarî vergilerle gümrük ve madenlerden geliyor-


du. 1528’de 750.000 altın düka tutan ve Müslüman olmayanlann ödedi i cizye-
yi toplama yetkisi yalnız hâzineye aitti. Sultan, hazine gelirinin büyük bölümünü,
nakit olarak ödenen maa biçiminde yeniçerilere ve kapıkulu sipahilerine da ıtır,
kalanını da kaleleri koruyan askerlere, sarayın masraflanna ve kamu yapılannın
in a ve onanmına harcardı.
Tımar yalnız askerlere de il, bir tür maa ya da emeklilik maa ı olarak saray
ve hükümet görevlilerine de verilirdi, örne in çavu , müteferrika ve devlet daire-
lerindeki kâtipler tımar ve zeâmet alabilirdi. Hatta sultan, gözdelerine “pa mak-
lık” ya da "arpalık” gibi adlarla tımar ve hâs gelirleri verebilirdi. 16. yüzyılın ikin-
ci yansında askerlik dı ı amaçlar için aynlan tımarlardaki artı , sistemin bozulma-
sında önemli bir etmen olmu tur.

Yönetim ve tımar sistemi

Bir yönetim kurumu olarak tımar sistemi, beylerbeyinden sipahiye kadar,


sultanın eyâletlerdeki yürütme gücünü temsil ederdi. Sipahilerin çe itli yöneticilik
görevleri vardı. Kırsal alandaki reâyânın korunmasıyla yükümlü bir tür polis gücü
olu turduklan gibi, tımar olarak tahsis edilmi vergilerin toplanmasında ve mirî tı-
mar topraklanna ait yasalann uygulanmasında önemli görevler üstlenirlerdi. Eyâ-
let yönetiminin ba ında, sultanın eyâletteki temsilcisi olan beylerbeyi (mîrmîrân)
bulunurdu. Beylerbeyi sipahilerle ilgili davalan dinleyip hakemlik eder, sultanın
fermanlannı uygulardı. Mısır gibi önemli eyâletlerin beylerbeyileri vezir rütbesin-
de olur; yetkilerini mutlak bir biçimde kullanabilir, kadılan azledip suçlulara ölüm
cezası verebilirlerdi.
Beylerbeyinin emrinde bir tımar defderdân, tımar ve zeâmeüerle ilgili i leri
düzenleyen bir defter kethüdası ile hâzineye ait gelir kaynaklanm yöneten bir ha-
zine defterdân vardı. Bu görevlilerin her birinin kendi daireleri olurdu. Beylerbeyi-
nin emrindeki görevliler ve daireler ba kenttekilerin örne ince düzenlenmi ti.
Beylerbeyinin divânı, vekili olan kethüdâsı, yazı ma i lerine bakan tezkerecisi,
yani kâtibi ve sultanın atadı ı yukarîda anılan görevlilerden olu urdu. Bu divân,
genellikle tımar i leri, sipahilerle ilgili davalar ve halkın ikâyetleriyle ilgilenirdi.
Gerekti inde kentin kadısı da görü melere katılırdı.
Mısır, Budin gibi bazı beylerbeyilikler malî bakımdan özerkti. Hazine defter-
dârı bütün masrafları eyâletin gelirlerinden kar ılar, her yıl sonunda bir bilanço
yaparak artan parayı hâzineye gönderirdi5.

121
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Ba langıçtan beri sancak, imparatorlu un temel yönetim birimiydi. Birkaç


sancak bir beylerbeyilik (eyâlet) olu tururdu. Eyâlet terimi 16. yüzyıl sonlanndan
itibaren kullanılmı tır. Sancaklardan "pa a sanca ı" diye bilinen biri, do rudan
do ruya beylerbeyinin yönetiminde olurdu. Suba ılık diye bilinen birkaç küçükçe
birim birarada bir sancak olu tururdu. Kendileri kasabalarda oturan suba ılar,
bölgelerindeki köylerde oturan sipahilerin komutanlanydı. Her suba ılı ın büyük-
çe bir köyünde, sipahileri sefer için örgütleyen ve suba ının bayra ı altında topla-
y an çeriba ı adlı bir görevli olurdu. Sanca ın tüm tımarlı sipahileri üzerinde bir
alaybeyi bulunurdu.
Beylerbeyinin hâs topraklan tüm sancaklara, sancakbeylerininkiler de tüm
suba ılıklara da ılmı olurdu. Gene bunun gibi, çe itli köylerdeki hisseler, suba ı-
lann zeâmetleriyle sipahilerin tımarlannı olu tururdu. Bu sistem görevlinin dene-
tim alanını geni letmek ve tek bir ki inin bir köyün tümüne hâkim olmasını en-
gellemek için tasarlanmı tı.
Eyâletler, kadılann idari ve kazaî bölgeleri olan kadılıklara göre ikinci bir tak-
sime konu olmu tur. Kadının kendisi kasabada oturur, bölgedeki çe itli topluluk-
lara n â ib lerini gönderir ve nâhiye mahkemeleri açardı. Kadı, öncelikle eriat ve
kanunu uygulayan bir yargı hâkimi idi; ama aynı zamanda sultanın idari ve malî
emirlerinin yerine getirilmesini gözetmekle de görevliydi. Bu niteli iyle malî i ler
denetçisiydi ve yöneticilerin yasadı ı etkinliklerini derhal hükümete bildirmek
yetkisine sahipti. Sultanın emriyle bazen eyâlette tefti gezileri yapardı. Osmanlı
yönetiminin omurgasını olu turan kadılar, 15. yüzyılda yükselerek sancakbeyi
ve beylerbeyi olabilmi lerdir. Kimi kadılann geni yetkilerini kötüye kullandıklan
olurdu. Kadı sayısı sınırlı oldu undan kadılık görevi için, tıpkı tımarlar için oldu u
gibi, büyük rekabet vardı. Ülkede kadılık sayısı sınırlı olup kadı namzetleri birkaç
katına vardı ından kadılık iki yıla, hatta zamanla daha kısa dönemlere indirilmi -
tir. Kadılar, yıllarca adaylıkta bekleyebilir, atanır atanmaz da çok para kazanmak
için yolsuzluktan çekinmezlerdi. Di er bir taraftan 16. yüzyıl ortalannda yüzlerce
Anadolu medresesinde o kadar çok ö renci kadı olmak için okuyordu ki onlara
y er bulmak imkânsız hale geldi. Softa denen bu ö rencilerin çeteler olu turup
kent ya amını felce u rattıklan ve köyleri talan ettikleri sıkça görülmü tür.
Eyâlet yönetiminin üçüncü dire i hazine defterdârı idi. O da tıpkı merkezî
hükümetteki benzeri gibi, hâzinenin çıkarlarını temsil ederdi. Kadı gibi, o da b a-
ımsızdı. Do rudan do ruya ba kentle haberle ebilir, beylerbeyi ve öteki yöneti-
cileri ikâyet edebilirdi. Öte yandan, beylerbeyileri yetkilerini kötüye kullanan ka-
dılarla defterdârlan azledebilirdi; ancak bunu hemen ba kente bildirmek zorun-
daydılar. Bu bakımdan eyâletlerde gerçek bir denetim ve denge sisteminden söz

122
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM

edilebilir. darenin merkezile tirilmesi, eyâletlerdeki pa alann fazlasıyla güçlü ol-


masını önleyecek biçimde tasarlanmı tı.
Önemli kentlerde hisarlara yerle tirilmi yeniçeri garnizonlan, yerel yetkilile-
ri geli igüzel güç kullanmaktan alıkoyan ba ka bir etkendi. Bu birlikler, kentin
büyüklü üne göre, üç yüzle binle be yüz arasında de i ir ve yalnız sultanın em-
riyle eyleme geçerdi. ç ve dı dü manlara kar ı sultanın gücünü temsil eden bu
birlikler üzerinde beylerbeyilerin yetkisi yoktu. Bunlar, ehirlerde karga ayı, Müs-
lümanlarla Hıristiyanlar arasında çatı malan önler, yolculuklan sırasında elçilere
refakat eder, kervanları ve hâzineye ta ınan paralan korurdu.
16. yüzyılın ikinci yarısında eyâletlerde kan ıklı ın artmasıyla, yeniçeri bir-
likleri irili ufaklı bütün kentlerde yerle tirilmi tir. 17. yüzyılda merkezî iktidar za-
yıflarken, Cezayir, Mısır ya da Bagdad gibi uzak eyâletlerde gerçek güç bu yeniçe-
ri birlikleri eline geçmi ve eyâletlerde yeni bir yönetici sınıfın olu masında ilk
adım atılmı tır.

Notlar

1 bkz. Franz Babinger, Die Aufzeichnungen den Genuesen Jacopo-de-Promontorio über des Osma-
nenstaat um 1475, Bayerische Akademie der Wissenschaften, phil.-hist. Klasse, 1956, 8 (Münih.
1957).
2 bkz. Cengiz Orhonlu, Osmanlı tmparatorlu u'nda Göçebeleri skân Te ebbüsleri ( stanbul, 1960).
3 Ömer Lütfı Barkan, "XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı tmparatorlu u’nda Toprak çili inin Organizas-
yon ekilleri, 1: Kulluklar ve Ortakçı Kullar", t.Ü. ktisat Fakültesi Mecmuası, 1, 1(1939): 29-74;
2(1940): 14-44; 4 (1940); 448-456. Yeni baskı için bkz. Ö.L. Barkan, Türkiye'de Toprak Meselesi
( stanbul, 1980), s. 575-716.
4 A Voyage into the Levant, A Collection o f Voyages and Travels... Compitedfrom the Curious and
Valuable Libraiy o jth e Late Earl o f Oxford (Londra, 1745) içinde, s. 533.
5 Bir örnek için bkz. S. J. Shaw, The Budget o f Ottoman Egypt, 1005-10 0 6 /1 5 9 6 -1 5 9 7 (Lahey,
1969).

123
III. KES M

EKONOM K VE TOPLUMSAL YA AM
14. Bölüm

OSMANLI MPARATORLU U VE
ULUSLARARASI T CARET

Bursa’nın uluslararası bir ticaret merkezi olu u

13. yüzyılda büyük Mo ol Imparatorlu u’nun kurulmasıyla Anadolu do u-


batı ticaretinde anayol olmu tu. Denizci talyan devletlerinin tüccarlan, Uzak Do-
u ve ran kervanlannı artık yalnız güneydeki Ayas ve kuzeyde Trabzon’da kar-
ılamıyor, içerideki Sivas ve Konya’ya kadar da gidiyorlardı. Mo ollar zamanında
Erzurum, Erzincan ve Sivas yoluyla Tebriz’i Konya’ya ba layan ana bir yol ( ah-
râh) vardı. Sivas’la Konya arasında 13. yüzyıldan kalma yirmi üç kervansaray
hâlâ durmaktadır. Bu imparatorluk yolunun Sivas’tan Kostantiniye’ye giden bir
kolu, Trabzon'dan Kostantiniye’ye denizyoluyla yan ıyordu. Bu dönemde do u-
batı ticaretinin temel maddeleri, do uda genellikle üst sınıfın giydi i ince Flaman,
Fransız ve Floransa kuma larıyla Çin ve ran ipeklileriydi.
13. yüzyılda Anadolu, Avrupa’yı do uya ba lamakla kalmamı , Do u Avru-
p a’daki Altın Ordu’yla Arap ülkeleri arasındaki kuzey-güney ticaretine de merkez
görevi görmü tür. Güneyin çe itli kuma lanyla baharat ve ekeri kuzeyin kürk ve
köleleriyle Anadolu'da de i toku edilirdi. talyan tüccarlann deniz yoluyla ta ı-
dı ı bu malları Müslüman tüccarlar karayoluyla Antalya’dan Konya ve Sivas’a,
ya da Halep’ten Kayseri, Sivas, Sinop ve Sam sun’a ta ırdı. Bu dönemde Sivas,
Kayseri, Aksaray, Konya, Amasya ve Ankara gibi Orta Anadolu kentleri önemli
ticaret merkezleri olmu tur.
14. yüzyılda ran'da tlhanlı mparatorlu u’nun çökmesi (1335) ve Batı Ana-
dolu'da Osmanlılann ortaya çıkmasıyla (1300-1360) politik ve ticarî a ırlık mer-
kezi Batı A nadolu’y a kayarak ticaret yollan düzeninde bir de i ikli e neden ol-

127
d u .1 14. yüzyıl sonunda Osmanlı devletinin hem politik hem de ticarî merkezi
olan Bursa, Anadolu'nun en önemli ticaret merkezi ve do u-batı ticareti için bir
ambar olmu tu. 1391 yılı geldi inde Batı Anadolu'nun Balat, Efes ve Foça gibi ti-
caret merkezleri de Osmanlı denetimine geçmi ve Bursa'ya ba lanmı lardı. Artık
ran kervanlan bu limanlara Bursa yoluyla ula ıyordu. Üstelik, I. Bayezit hâkimi-
yetini Amasya ve Tokat yoluyla do uda Erzincan’a kadar yayarak bu kervan yo-
lunun denetimini de elde etmi ti. ran ipek kervanlan artık Trabzon’dan geçen de-
nizyolunu kullanmıyor, karadan Bursa’ya gitmeyi ye liyordu. Bu yol üzerindeki
Amasya ve Tokat, 15. yüzyılda ekonomi ve kültür bakımından Bursa'dan sonra
Anadolu'nun en önemli kentleri olmu tur.
Bayezit, 1399 yılında Hint ve Arap mallarının Güney Anadolu’daki ba lıca
giri limanlan olan Antalya’yla Alanya’yı aldı. Bu ticaret, Adana ve Konya yo-
luyla, Halep’ten Kostantiniye'ye kadar Anadolu'yu çapraz geçen eski kara yolu-
nu izliyordu. Osmanlılar Bursa'yı güneyle ba layan bu yolun tam denetimini an-
cak 1468'de Karaman Beyli i’nin fethinden sonra ele geçirebilmi tir.
Müslüman tüccarlar artık Arabistan ve ran'dan Osmanlı topraklan üzerin-
den Bursa'ya güvenlik içinde gidebiliyordu. Do u Akdeniz ticaretinin en önemli
iki merkezi Konstantiniye ve Galata’da yerle mi Venedik, Ceneviz ve Floransa
tüccarlan için Bursa, do u mallannı satın almak ve Avrupa yünlüleri satm ak için
en yakın pazardı. bn Battuta, daha 1334’te Orhan’ın Anadolu Türkmen sultanla-
rının en zengini oldu unu yazabilmi ,2 Cenevizliler 1352 gibi erken bir tarihte
OsmanlIlarla bir ticaret antla ması imzalamı tır. 14. yüzyıl sonunda Schiltberger,
Bursa'nın ipek ticareti ve endüstrisini, am ve Kefe’ninkilerle kar ıla tırarak, ran
ipe inin o zamanın Avrupa ipek endüstri merkezleri, Venedik ve Lukka'ya (Luc-
ca) Bursa’dan gönderildi ine dikkat çekmi tir.3
ran ipe i ticareti, Bursa’nın geli mesinin ve zenginli inin temel dayana ıy-
dı. 16. yüzyılda Avrupa ipek endüstrisi büyük boyutlarda geli mi ve Bursa Ku-
zey ran'daki Esterabad ve Geylân’ın son derece ince ipe inin uluslararası pazan
olmu tur. Medici’lerin ve Floransalı ba ka fırmalann Bursa temsilcisi Francesco
Maringhi, 1501 'de ran’dan Bursa’ya her yıl çok sayıda ipek kervanı geldi ini
söylemi tir. Onun mektuplan, talyan tüccarlann kervanlann geli ini sabırsızlıkla
bekleyi ini, mal alabilmek için yapılan ko u turmayı ve iddetli rekabeti yansı-
tır.4 Kazanç gerçekten de hayli yüksekti. talya’da birfardello (= 79,821 kg)
ipek, yetmi -seksen dükalık bir kâr getiriyordu. Bursa’da bin dolaylannda ipek
tezg âhı günde be fa rd ello ipek i liyordu. pek fiyatları sürekli y ükselm i ,
1467'defardello ba ına elli akçeden 1488'de yetmi e, 1494'te de seksen iki ak-

130
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

çaya çıkmı tır. Orta büyüklükte bir kervan yakla ık iki yüzfardello ipek getirirdi.
Bursa’da çe itli yıllarda ipekten alınan gümrük resimlerini gösteren Tablo 4, itha-
latın hacmi hakkında bir fikir verebilir:

Tablo 4

Yıllar
1487 40.000
1508 33.000
1512 43.000
1521 13.000
1523 17.000
1557 24.000

1512’den sonra gelirlerdeki dü ü , Iran sava lannm sonucudur. 1555 ban-


ından sonra bir yükselme görülüyorsa da, toplamlar 15. yüzyıl ölçülerinin çok
altında kalıyor.5
stanbul Osmanlı ba kenti olduktan sonra bile Bursa, imparatorlu un ba lıca
ticaret merkezlerinden biri olmayı yüz yıl daha sürdürmü tür. Halep uzun bir süre
önemli bir ipek ticareti merkezi ve Bursa’nın rakibi olmu tur. pek kervanlan Ha-
lep’e, Erzurum yoluyla ve Fırat Vadisi boyunca ya da, daha çok, Van, Bitlis, Di-
yarbakır ve Birecik yoluyla, Tebriz’den gelirdi. Osmanlılar, 1516-1517'de Halep'i
alarak bu yollann denetimini ellerine geçirdiler. O tarihten sonra ran ipe inin Av-
rupalIlara açık bütün çıkı noktalan artık Osmanlılann eline geçmi bulunuyordu.
16. yüzyıl sonlarında Osmanlılar, irvan ve Geylân'daki Kuzey ran ipek üretim
merkezlerini do rudan do ruya kendi yönetimlerine katmayı denemi lerdir.
Bursa ticaretinde ipek tek kalem de ildi. Misk, ravent ve Çin porseleni Orta
Asya'dan Bursa’ya gelen mallann önemli bir bölümünü olu tururdu, lranlı tüccar-
lar, yanlannda Avrupa yünlüleri, de erli Bursa i lemeli kuma ve kadifeleri, özel-
likle de de eri ran’da daha yüksek olan altın ve gümü sikkelerle dönerlerdi.
Casus Bertrandon de la Brocquiere, 1432 yılında am-Bursa karayolunu be-
timlemi tir, am’da üç bin develik bir kervanla Mekke'den dönmekte olan bir ha-
cı ve tüccar grubuna katılmı tı. Kafiledeki Türk grubunda, ba larında sultanın
atadı ı Bursalı bir tüccar bulunan birçok önemli ki i vardı. De La Brocquiere, elli
günlük bir yolculuk sonunda geldi i Bursa’da Floraıısalı tüccarlann yanı sıra ba-
harat almaya gelmi Galatalı Cenevizliler bulmu tu.6
Bu kervan yolunda ta ınan mallar genellikle baharat, çivit çe idi, boyalar,

131
ilaç ve dokuma gibi yükte hafif pahada a ır eylerdi. 1487’ye do ru Bursa’ya it-
hal edilen safran, lök boyası ve biberden alman gümrük resmi yakla ık iki bin al-
tın düka tutuyordu. Bu kervan ticareti bütünüyle Müslüman tüccarlann, genellik-
le de ço u büyük sermaye yatırmı Halepli ve amlılann elindeydi. Örne in, Ebû
Bekir ed-Dime kî adlı zengin bir tüccar, 1500 yılında dört bin altın düka de erin-
de baharat satmı tı.
1480'lerde, Hindistan'daki Behmanî sultanlı ının güçlü veziri M ahm ut Gâ-
vân, adamlarını her yıl Hint mallarıyla Bursa’ya gönderirdi. Bunlann bazıları,
1481'de Balkanlar'a geçerek orada Hint dokumalan ve ba ka mallar satmı tır.
Benedetto Dei adlı bir Floransak, kendisinin ve tüccar arkada larının 1470
dolaylannda Bursa’da pamuk ve balmumunun yanı sıra baharat satın alabildikle-
rini kaydetmi tir. F. Maringhi'nin raporlan, Bursa'nın talya'ya, az da olsa, baha-
rat ihraç etti ini gösterir. Maringhi 1501'de Floransa’daki orta ına üç çuval biber
gönderdi ini, istiyorsa daha da gönderebilece ini yazmı tır. Ancak Floransa ve
Bursa arasındaki fiyat farkı, ipek ticaretinden elde edilebilecek kâra oranla yete-
rince büyük de ildi. Maringhi, 1503’te yeni mal gelmezse bir kantar (yakla ık
56,5 kg) biberin fiyatının Galata'da yirmi yedi altın dükaya çıkabilece ini yaz-
mı tır. Bir kantar biberin 1501 ’de Edirne’de resmî fiyatı on sekiz altın dükaydi;
ancak Portekizliler baharatı Avrupa’ya do rudan do ruya Hindistan’dan, Atlantik
üzerinden ta ımaya bu tarihten önce, 1500’de ba lamı lardı.

Osmanlılar ve Hindistan ticaret yolu

16. yüzyılda Portekizliler, bütün çabalanna kar ın Hindistan ve Endonez-


ya'dan Basra Körfezi ve Kızıldeniz yoluyla Ortado u’ya ula an ticaret yollannı
kesememi lerdi. 16. yüzyılın ikinci yansında Hürmüz’den Ortado u’ya baharat
satı ını serbest bırakmak zorunda kalmı lardır.
1509'da, Portekizlilerin Hint Okyanusu’nda bir Memlûk filosunu imha etme-
si üzerine Memlûk Sultanı yardım için Osmanlı sultanına ba vurdu u zam an, Os-
manlIlar gemi in ası için Süvey ’e derhal malzeme ve usta göndermi ti. Yavuz
Sultan Selim 1516-1517’de Suriye, Mısır ve Hicaz’ı fethetti. Portekizliler o sıralar-
da Kızıldeniz’e girmi , ortalı a Mekke ve Medine'yi ele geçirecekleri korkusu ya-
yılmı tı. I. Selim, 1517'de hâlâ Kahire’deyken, Portekizlileri Hint Okyanusu’ndan
çıkarm ak amacıyla üvey ’te bir filo in ası için emir verdi. 1517’de Osmanlı ami-
rali Selmân Reis, Cidde’ye saldıran Portekizlileri püskürttü, sonra 1525’te donan-
m ayla Hint Okyanusu’na çıkmak üzere Yemen’e gitti.

132
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

Portekizliler OsmanlIlarla açık çatı maya girmekten genellikle kaçınmı , Os-


manlılar bunu görerek onlara Hindistan’da saldınya karar vermi tir. Portekizlileri
Kuzey Hindistan’da Diu'dan çıkarmak için 1538'de otuz gemilik bir filo Hadım
Süleyman Pa a kumandasında Süvey ’ten hareket etti. Ancak giri im ba ansızlı-
a u radı. Yerel Müslüman yönetici, Gücerat Sultanı Osmanlılann ona yardım için
de il de, yörede hâkimiyetlerini kurmak için geldikleri korkusuyla i birli i yapma-
yı reddetti; bu ba arısızlı ın en önemli nedeni oldu. Fakat bu tarihte OsmanlIlar
Yemen ve Aden’de yerle meyi ba armı lardı,7
Osmanlı mparatorlu u, bu yüzyıl boyunca do rudan do ruya Hindistan ve
Endonezya’dan baharat almayı sürdürmü tür. Ara sıra ba gösteren darlıklara
kar ın Halep, Kahire, stanbul ve Bursa pazarlarında Avrupalı tüccarlarla Hint
malları de i -toku u etkin olabilmi tir. 1554'te sadece Venedikliler, skenderi-
ye'de altı bin kantar baharat satın almı tı. 1560’la 1564 arasındaki yıllık on iki
bin kantarlık alımlan da, Vasco da Gama’nın Hindistan denizyolunu ke finden
önceki miktara ula mı tı. Bunun bir sonucu olarak Lizbon pazan dönem dönem
bunalıma girmi tir. Mısır'daki bir Portekiz casusu, 1564’te hükümetine, skende-
riye’ye otuz bin kantar baharat geldi ini bildirmi tir.8 Mekke’nin limanı Cidde'ye
her yıl baharat yüklü yirmi gemi gelir, Osmanlı hacılan Mekke'den baharat, boya
ve Hint kuma ı ta ıyarak yurda dönerlerdi.
Hacı kervanlarının getirdi i baharattan am 'da alınan gümrük rüsûm u
1562'de 110.000 bin altın dükaya yükselmi tir. Avrupalı tüccar, baharatın bir
bölümünü am'da satın alarak Beyrut’tan ihraç ederdi. Gelen baharat ve boyala-
nn büyük bir bölümü de Bursa ve stanbul’a, oradan da Balkanlar’a ve kuzeye
yollanırdı. 1545 yılında Bursa için yapılan gümrük düzenlemeleri, Avrupalı tüc-
carlann orada baharat satın aldı ını göstermektedir. 1582’ye gelindi inde, Bur-
sa'da baharattan alınan gümrük rüsûmu, 1487'dekinin dört katına, 7.250 altın
dükaya çıkmı tı. Belgeler, Venediklilerin 1590 gibi geç bir tarihe kadar stanbul’a
kuma getirip baharat aldıklannı gösteriyor. 1547’de bir Macar tüccan, Bursa’ya
ucuz Kersey yünlüsü getirmi ve 110 kantar baharat almı tı. Ancak 16. yüzyıl
ortalanndan sonra Macarlar baharatı batıdan almaya ba ladılar.
16. yüzyıl boyunca, Kızıldeniz gibi Basra yoluyla da Hindistan’dan baharat
gelmeye devam etmi tir. 1583’te Basra'yı ziyaret eden J. Eldred, “Hürmüz'den bu
Basra limanına her ay, baharat, çivit ve basma kuma lar gibi her türlü Hint e ya-
sı yüklü birçok gemi geliyor" diye yazar.
Suriye ve Mısır limanlarıyla Antalya, Alanya ve stanbul arasındaki deniz-
yollan da karayollanndan daha önemsiz de ildi. 1470’lerde yazan Venedikli Ma-
lipiero, Antalya’yı Anadolu baharat ticareti için hâlâ bir ambar olarak görür. 1559
133
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1600)

yılı Antalya gümrük kayıtlarına göre, o yıl limana her biri yirmi-otuz tüccar ta ı-
yan elli gemi u ramı tır. Bu gemilerin ço u Müslümanlarındı. 15. ve 16. yüzyıl
gümrük kayıtlarına göre, Anadolu'nun Suriye ve Mısır'a ba lıca ihracatı kereste,
demir ve demir e ya, Bursa ipeklileri, Ankara sofları, pamuklu dokumalar, halı,
kilim, afyon, kuru yemi , kürk, balmumu ve ziftti. Suriye ve Mısır gemileri, Hint
baharatı, çivit, Mısır keteni, pirinç ve ekerle Suriye sabunu getirirdi. O dönem,
Antalya ve Antalya'ya ba lı limanlarda gümrük geliri yılda yedi bin altın dükaya
yükselmi ti.
Güney Anadolu limanlanndan Mısır'a kereste ihracı eskiden beri önemli ol-
mu tur. Toros da larında, asıl a iret adlannın yerine "tahtacı" diye ün salmı , bü-
yük bir Türkmen göçebe grubun kesti i kereste, Antalya, Alanya, Finike ve di er
bazı limanlardan Mısır ve Suriye’ye gönderilirdi. Kereste ihracatı hüküm et teke-
lindeydi. Kereste ve ziftten alınan gümrük rüsumu 1477’de yıllık 3.500 altın dü-
kaya varmı tı.
Antalya, ayrıca köle ticaretinde de merkezdi ve beyaz köle ihraç etti i gü-
neyden zenci köle ithal ederdi. Transit ticaretiyle me gul pek çok Bursalı tüccar
da Antalya’da otururdu.9 1516-1517’de Mısır’ın fethinden sonra, stanbul’a
do aldan denizyolu ile giden mallann hacmi artmı , Antalya-Bursa yolu da es-
ki önemini yitirmi tir. Antalya 17. yüzyılda önemsiz bir yerel liman durum una
dü mü tür.
Mısır ve Suriye, stanbul ve imparatorluk ekonomisi için ya amsal önem ta-
ıyordu. Pirinç, bu day, arpa, baharat ya da eker gibi, sultanın sarayı için gerek-
li erzak kalyonlarla Mısır'dan gelirdi. 16. yüzyılda Suriye saraya, yılda 50.000 kg
sabun gönderirdi. Sudan altını stanbul'a Mısır yoluyla gelirdi. Mısır bütçesinin
yılda yanm milyon altın dükaya varan fazla geliri sultana gönderilirdi. Merkezî
hükümet bu miktan, altın olarak almakta daima ısrar ederdi. Mısır bütçesinden
ba ka istekler de olurdu. Örne in, 1532'de, Mekke ve Medine'ye on dört bin altın
düka sadaka gönderilmi , saray için eker ve baharata 13.866, mücevher ve do-
kumalara ise 12.053 altın düka harcanmı tı. 1528’de imparatorluk gelirinin üçte
birini sa layan zengin Mısır ve Suriye eyâletleri, imparatorluk hâzinesinin temel
kaynaklanndandı.
Bu geli meler dolayısıyla, genellikle Rodos, Kıbns ve Girit'teki üslerinden ha-
reket eden Hıristiyan korsanlann skenderiye’yle stanbul arasındaki denizyolunu
sürekli tehdit altında tutmaları pek yadırganam az. 15. yüzyılda Do u Akde-
niz'deki en etkin korsanlar, Katalonyalılardı. Fetih yılı olan 1522'ye kadar stan-
bul'la skenderiye arasındaki yol, Rodos’taki Aziz Yahya övalyeleri kontrol altı-
na almı lardı. 1517'de Mısır'ın fethinden sonra Rodos’un da alınması mutlak bir

134
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

gereklilik olmu , adayı sonunda uzun ve çetin bir ku atmadan sonra 1522'de l.
Süleyman almı a.
Osmanlılar, kendilerini korsanlara kar ı korumak için, her zaman sava ge-
milerinin e lik etti i konvoylarla yolculuk ederdi. Samuel adlı bir Yahudi, 1641 'de
elli gemilik bir konvoyun stanbul'dan nasıl kalktı ını, Çanakkale’de nasıl on iki
sava gemisiyle kar ılandı ını ve Ege’de kapudan-ı deryâ e li inde yol alı ını tas-
vir etmi tir.

Osmanlı mparatorlu u ve Karadeniz ticareti

Karadeniz ticareti, Osmanlı ekonomisinin en önemli parçalanndan biriydi ve


uzun bir süre de yabancı rakipler olmaksızın sürmü tür. Osmanlılar Çanakkale'yi
denetlediklerinden, Italyanlan kolayca Karadeniz ücaretinin dı ında tutabilmi ve
bölgeyi, Mısır ya da Suriye gibi, imparatorluk ekonomisinin aynlmaz bir parçası
olarak geli tirebilmi lerdir. stanbul ve Ege bölgesinin ihtiyacını kar ılayan bu -
day, balık, ya ve tuz gibi temel gıda maddeleri, eski zamanlardan beri Kuzey Ka-
radeniz yöresinden gelirdi. stanbul'u aldıktan ve Bo azlar üzerinde sıkı bir dene-
tim kurduktan sonra II. Mehmet, bu yiyecek maddelerinin talya’ya ihracını ya-
saklamı tı. talyan gemileri stanbul ve Gelibolu'da bo azları geçerken yo un
kontrol altındaydılar. Karadeniz ticareti büyük ölçüde bu metalar üzerinde oldu u
için, Karadeniz de yabancılara hemen hemen kapalı hale gelmi tir. Osmanlılar,
1475'te Kuzey Karadeniz'in Kefe ve Azak limanlannı fethettiler; Kili ve Akker-
man da 1484’de ellerine geçti. Bu a amadan sonra Ceneviz ve Venediklileri böl-
geye girmekten caydırmaya ba ladılar. 15. ve 16. yüzyıllarda Karadeniz’de görü-
len talyan gemileri ya Girit veya Sakız’dan arap getiren Venedik gemileri, ya da
Galata ve Sakız'da Osmanlı uyru u olmu Italyanlann gemileriydi. Böylece, ba ta
Kefe'de oturanlan olmak üzere Ermeniler, Yahudiler, Rumlar ve Müslüman Türk-
ler gibi Osmanlı uyruklan, Karadeniz limanlanyla Bo dan ve Polonya’daki do u
ticaretini Italyanlann elinden almaya ba ladılar.
Fâtih Sultan Mehmet 1456’da, yani Bo dan Voyvodası III. Âron Osmanlı
hâkimiyetini kabul ettikten iki yıl sonra, Bo danlı tüccarlara, "Akkerman’daki
tüccarlann gemileriyle denizden gelip Edime, Bursa ve stanbul'da serbestçe alı -
veri yapm alanna” müsaade eden bir ayncalık vermi tir. Böylece, 15. yüzyılda
Akkerman ve Kili ticareti, Bo dan Voyvodalı ı'nı refaha kavu turdu. Kefe’den
Polonya’ya giden eski ticaret yolu imdi Kili ve Akkerman limanlanyla Bo -
dan ’dan geçiyordu ve bu yol üzerinde Bo dan'da Suçeva (Suceava) ile Polon-
135
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ya'da Livov (Lwow) geli erek birer do u ticaret ambarı olmu lardı. Polonya’nın;
Bo dan, Akkerman ve Kili'yi ele geçirme çabaları ba arısızlı a u radı. Bu iki li-
manla Kefe’nin denetimi, Osmanlılar için ekonomik oldu u kadar politik bir ge-
reklilikti.
1490-1512 yıllan arasındaki Osmanlı gümrük kayıtları, kuzey ülkeleriyle
Akdeniz arasındaki ticaretin üç büyük limanı olan Kefe, Akkerman ve Kili’deki
ekonomik etkinli i ayrıntılı bir biçimde sergiler.
1490 kayıtlarına göre, Kefe'ye dört ayda yetmi be gemi u ram ı tır.
Bunların kaptanlarının sekizi Rum, yedisi talyan, biri Rus, geri kalanıysa
Müslümandı. Gemi sahipleri arasında iki Osmanlı devlet adamı, Mesih Pa a ve
Sinan Bey vardı. Gemilerin ço u stanbul ve Galata, Trabzon, Azak, Sinop ve
zmit'ten geliyordu. Bunlar genellikle, ortalama üç-be tüccann malını ta ıya-
bilen, ufak teknelerdi. Bu teknelerle, on altısı Rum, dördü talyan, üçü Yahudi,
ikisi Ermeni, biri Bo danlı ve biri Rus, yüz elli yedi tüccar gelmi ti. Kalan yüz
otuzu Müslümandı. Mallarının ço u stanbul ve B ursa'dan, Trabzon, Sinop,
Kastamonu ve Amasya gibi Güney Karadeniz kentlerinden ve Ankara, Sivrihi-
sar, Bey ehir, U ak ve Gördes gibi Orta Anadolu merkezlerinden geliyordu. s-
tanbul üzerinden Kınm limanlanna Avrupa men eli kuma lar, Bursa ipeklileri,
Hindistan baharat ve boyalan, özellikle Batı-Anadolu’nun pam ukluları sevk
olunmakta idi. Sinop limanını kullanan Kastamonu yöresi, pirinç, demir, pa-
muklu kuma ve sof kuma ı ihraç ederdi. Tosya kenti ise önemli bir sof üretim
merkeziydi. Yöre, kendi yerel ürünlerini ihraç etti i gibi, ipek, kına ve öteki
boyalarla birlikte Hint ve Arap mallan için de transit merkeziydi. Sırma i leme-
li kuma larla, kadifeler ve ran ipek yolu üzerinde Amasya’da dokunan de erli
ipekli kuma lar, Kefe'ye Sinop'tan yollanırdı. Osmanlı sarayında bile talep edi-
len Amasya ipekli kuma ları ün salmı tı. Pamuklu kuma lar da ihracatta aynı
derecede önemliydi. Amasya yakınındaki Merzifon, Kınm'a binlerce top pa-
muklu ihraç eden bir üretim merkezi olmu tu.
Kefe, özellikle arap, rakı, findik, gemi dire i olmak üzere, Trabzon yöresin-
den de mal alırdı. Orta Anadolu'nun Kefe’ye ihraç etti i en önemli mal, pamuklu
kuma lardı. Ankara'nın sof kuma ları, Beypazarı pirinci, Bey ehir’in afyonu,
U ak ve Gördes’in ünlü halılan ikinci sırada idi. Kefe, Ege bölgesinden de zeytin,
zeytinya ı, fasulye, kuru üzüm, özellikle de arap ve sirke alırdı. Bursa tüccarlan
ise ipekli kuma , halı ve boya getirirdi.
Kefe yoluyla, Kırım Hanlı ı, Polonya, Moskova Büyük Knezli i’yle, De t-i
Kıpçak ve Volga Tatarlarına, Anadolu'dan yapılan ihracatın ba lıca maddelerini,
böylece, pamuklu ve ipekli kuma lar ve Akdeniz yöresine özgü gıda maddeleriyle

136
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

arap olu turuyordu. stanbul'dan Kefe'ye giden mallar ise, Avrupa kuma lanyla
Arabistan ve Hindistan'dan ithal edilen mallar idi.
Güneye yapılan ihracatta da en önemli liman Kefe’ydi. Kınm ve Kuban boz-
kırından, Kefe yoluyla stanbul’a hem kent hem de saray için gerekli olan bu -
day, un, tereya ı, peynir ve bal gönderilirdi. Saray mutfaklan 1600’da Kefe'den
tek bir sipari te iki bin kantar tereya ı istemi tir. Kınm Hanlı ı'nın soylulan, bu
pazann taleplerini kar ılayabilmek, tahıl üretimini arttırabilmek için, tanm i çisi
olarak bozkıra Rus ve Kazak esirleri yerle tirmi lerdi. Kuzey Karadeniz step böl-
gesindeki yarı-göçebeler de ihracat için tahıl üretirdi.
stanbul ve güneyin ihtiyaçlannı kar ılayan bu bölgenin ekonomisinde Don
Irma ı a zında mersin balıkçılı ı ve havyar üretimi de önemliydi. Venediklilerle
Cenevizlilerin önceleri talya'ya gönderdikleri un, balık ve havyann ço u artık s-
tanbul'a gidiyordu. Tutulan balı ın % 10’unu devlet alır, Açılarda tuzlanmı halde
depolar, ya da gemilere yüklerdi. Kopa ve Taman limanlan yoluyla Çerkezistan
kıyılanndan Kefe’ye sürekli olarak, havyar ve bal akardı.
Tuz üretimi balık endüstrisiyle yakından ili kiliydi. Kırım'ın çe itli tuz ma-
denleri, özellikle de Sivastopol yakınlanndaki Sankerman'da olanlar, stanbul'a
ve balık saklamak için kullanıldı ı Azak'a büyük miktarda tuz gönderirdi. Kınm
hanı, 16. yüzyılın sonlannda, stanbul'da satılmak üzere, yılda ortalama olarak
bin ikiyüz ton tuz yollardı.
Kefe ve Kefe’ye ba lı Azak, Kerç, Taman ve Kopa limanlan, Tatarlann Rus
ve Polonya topraklanna yaptıklan akınlarda alınan esirlerin satıldı ı önemli esir
pazarlanydı. Esirler, genellikle Taman'dan Kefe'ye götürülür, orada Anadolu tüc-
carlannm getirdi i kuma larla takas edilirdi. Devletin, 16. yüzyıl ortalannda esir
ticaretinden yılda yüz bin altın dükalık gelir elde etmesi pazann büyüklü ü hak-
kında bir fikir verir. Esir ba ına vergi dört altın dükaydı. Esirlerin ço u stanbul'a,
bir miktan da Sinop ve nebolu’ya giderdi. Kefe esir ticareti, OsmanlIlardan önce
Cenevizlilerin elindeydi.
Türk-Tatar halklan, Kefe yoluyla güneye, büyükba hayvan, koyun, at, ko-
um takımı, ünlü Tatar yay ve okları, Kazan'dan maroken deri gönderirdi. Os-
manlIlarla Kuzey Karadeniz bölgelerinin Müslümanlan arasındaki kültürel yakın-
lık, ticarî ve ekonomik ba lan geli tirmi tir.
Osmanlı mparatorlu u, 15. ve 16. yüzyıllarda Rusya ile ticarî ili ki kurmu -
tur. Kınm Hanlı ı, Osmanlı mparatorlu u ve Moskova Büyük Knezli i arasındaki
iyi ili kiler, 1530'lara kadar Osmanlı-Rus ticaretini te vik etmi tir. Moskova'dan
gelen mallar, Çernigof ve Kiev yoluyla, Kili ve Akkerman'a, Azak'a ve Kınm'a ise
Kursk, Byelgorod ve Çerkassi yoluyla ula ırdı. Ba lıca Rus ihraç mallan kürk ve
137
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

demir e yaydı; ayrıca Rus keteni, deniz ayısı di i ve cıva da Osmanlı pazarlarında
ün salmı tı. Ruslar, müttefik Kınm Hanlı ı aracılı ıyla Osmanlı imparatorlu umda
ticaret yapma ayncalı ı elde etmi ler ve Rus tüccarlan yalnız Kefe ve Akkerman’a
de il, Bursa'ya da gelmeye ba lamı tır. 16. yüzyılda Avrupalılann kürk merakı
ba lam adan Rus samur kürkleri ve tilki derilerinin en önemli pazan Osmanlı
kentleriydi. Osmanlı saray te rifatında, pahalı bir kürk hediye edilmesi en büyük
iltifat ve saygı i aretiydi. II. Bayezit, 1492'de papaya hediye olarak kürk ve ipek-
li kuma lar göndermi tir.
Moskova hükümdârlan kürk ticaretine tekel getirince Osmanlı sultam, kürk
satın almak için, çara sunulacak bir nâme ile özel bir saray tüccan atamaya ba la-
mı tır. Örne in 1577’de sultan, Mustafa Çelebi adlı birini kürk almak için dört bin
altın dükayla Moskova'ya gönderdi. Çar da kendi temsilcilerini, Bursa'ya a ır sır-
malı kemha almaya gönderirdi. Çarlar bu kuma ı merasim giysilerinde kullanırdı.
Bir Rus tüccan 1512'de sekiz yüz altın dükalık ipek ve tafta almı tı.10
Kuzey-güney ticaretinde Akkerman ve Kili de Kefe'yle aynı mallan alıp sa-
tan transit limanlanydı. Anadolu'dan ithal edilen su barda ı ve pamuk ipli inden
ipek kadın giysileri ve terliklerine kadar yüz yirmi kalem de i ik e ya, bu liman-
larla güney bölgeleri arasındaki yakın ticarî ili kilerin göstergesidir.
Kili limanı güneyden gelen araplar için önemli bir geçi noktasıydı. Bir güm -
rük kaydına göre Mora, Girit ve Trabzon'dan Kili'ye gelen arap fıçılan, “Kili’de
satılmaz, gümrük resmi ödendikten sonra Polonya eyâletleriyle Moskova’ya gön-
derilir, oralarda yerel ürünlerle takas edilir, bu iki yönlü transit ticaretinden alman
gümrük rüsümu da yılda altı bin altın dükaya varmakta idi." Osmanlı devleti, 16.
yüzyılın ikinci yansında bu arap ticaretinin tekelini Yahudi tüccar Yusuf Nasi’ye
vermi , o da böylece büyük bir servet ve politik güç elde etmi ti. Nasi’nin temsil-
cileri Polonya kralından imtiyaz elde ederek i lerini Livov’a dek yaymı , oradaki
Polonya tüccarlannın rekabetine neden olmu lardır. Gümrük kayıtlan, Venedikli-
lerin Girit'ten büyük miktarlarda arap ihraç ettiklerini, Osmanlılar 1592’de Kara-
deniz'i yabancılara kapattı ında da, Giritli tüccarlann Polonya’ya Friuli yoluyla
arap göndermeye çalı tıklanm gösteriyor.
Kili’yle Akkerman, Bo dan ticaretinin çıkı kapılanydı. ster Romen, ister Er-
meni olsun, isterse Rum, Tatar ya da Yahudi, bu iki limandaki tüccarlann ço u
Bo dan’ın yerlisiydi. Bunlar, balmumu, bal, tereya ı, don ya ı, en çok da deri ih-
raç ederler, aynı zamanda tüccarlann Güney Karadeniz bölgesinden getirdi i mal-
lan kuzeye ta ırlardı. Kili, güneye Tuna a zında bol miktarda yakalanan sazan ve
m orina balıklannı da tuzlanmı ve fıçılanmı halde ihraç ederdi. Ruslar, Akker-
m an ’da bıçak, kürk ve at ko umlan satardı.

138
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

Kefe'de oldu u gibi Kili ve Akkerman’da da, stanbullu tüccarlarla birlikte


pamuklu ve ipekli kuma lar satan Anadolulu Müslüman tüccarlar vardı. Rume-
li'nde Sofya, Provadiya, Filibe, Edirne, Ni bolu ve Silistre kentlerinden birçok
Müslüman tüccar, Kefe özellikle Kili limanlanna gelir, birço u geçimlerini baha-
rat, Bursa ipeklileri, Anadolu pamuklu ve yünlülerinin ticaretiyle kazanırdı.
Edirne’de yapılan ayakkabılar, Tunca Vadisi'ııin kaba yünlüleriyle Selânik ve
Dubrovnik yünlüleri de Kili'ye gönderilirdi. Dolayısıyla Kili, hem Balkan hem
de Karadeniz’in önemli bir ticaret merkezi oldu u gibi, Yerköyü, Hır ova. Tulça,
Isakça, Maçin ve lbrail gibi A a ı Tuna limanlarına transit merkezi olarak hiz-
met ediyordu.
Yerköyü, Eflâk ve Osmanlı topraklan arasında bir ambar görevi üstlenmi ti.
Burada, Eflâk ve Bo dan tüccarlan sı ır, deri, tuz, at, Eflâk bıçaklan, keten, bal ve
balmumunu, güneyden gelen biber, yünlü, ipekli, pamuklu kuma ve Akdeniz
yöresi gıda maddeleriyle takas ederlerdi. Akkerman’la birlikte Kili’ye ba lı bütün
limanların gümrük ve öteki gelirleri, 1590’da otuz bin altın dükaya çıkmı tı.
1575 dolaylarında Kefe gümrük gelirleri, esir ticaretinden elde edilen dı ında,
yakla ık kırk be bin altın dükaydı.
Bu kapsamlı ticaretin bir sonucu olarak bu bölgeler Osmanlı ekonomisinin
aynlmaz bir parçası olmu tur. Gıda maddelerinin buralardan denizyoluyla nüfusu
durmaksızın artan stanbul’a ta ınması ucuz ve kolaydı.
Bunun yanı sıra Karadeniz büyük bir askerî önem ta ıyordu. ran sava lan
sırasında Tuna limanlanndan Trabzon'a büyük miktarda hububat gönderilmi ti.
Ki ı’nın demir gülleleri, Macaristan'daki sava alanlanna Trabzon'dan, Karadeniz
ve Tuna yoluyla gönderilirdi.

OsmanlIların Avrupa ile ticareti

Osmanlılann batı Hıristiyan dünyasıyla ticaretini, 1569’a kadar ba ta Vene-


dik olmak üzere, talyan devletleri yürütürdü. Venedik, Akdeniz'de ba lıca deniz
gücü olarak kaldı ı sürece ne öteki Hıristiyan devletlerin ne de Osmanlılar'ın bu
durumu de i tirebilmeleri olası de ildi.
Venedik’in, hem Do u Akdeniz ticaretine hâkim olması, hem de burada bir
sömürge imparatorlu u kurmu olması nedeniyle, OsmanlIlarla ili kileri son dere-
ce karma ıktı. Osmanlı devletinin Bizans aleyhine büyümesi, Venedik'in o zama-
na kadar gümrüksüz, denetimsiz, gönlünce kullandı ı bu ticaret alanını yitirmesi
demekti. Venedik ve Cenova, Azak’tan skenderiye'ye kadar uzanan Do u Akde-
139
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

niz alanının, Do u Akdeniz’in, en önemli noktalannda yerel hükümetlerden tica-


ret ayrıcalıklan ve yerle me izni almı lardı. Daha sonra, buralardaki ticarî yerle-
imlerini surlarla çevirerek kendi yönetimlerinde müstahkem üslere dönü türdü-
ler. Tüm Do u Akdeniz'i kendi yönetimleri altına almaya azmeden Osmanlılar,
bütün bu yerlerin do rudan denetimini ele geçirmek istiyordu. Bu yüzden talyan
deniz devletleriyle çarpı ma kaçınılmaz idi.
14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı devletinin büyümesiyle, bu yeni güç kar ı-
sındaki konumunu sa lamla tırmak isteyen Venedik, saldırgan bir tutum takın-
mı tır. Venedik, Osmanlı tehdidi altındaki bütün kıyı bölgelerini ele geçirmeye ça-
ba göstererek 14. ve 15. yüzyıllarda Arnavutluk, Mora ve lyoniyen Denizi’ndeki
en önemli stratejik noktalann denetimini ele geçirmi , Batı Ege Adalannı i gal et-
mi , 1489’da da Kıbns'ı almı tı. 1423-1430 arasında Selânik’i elde tutmu , Os-
manlIlar almadan önce de stanbul'u i gal etmeyi bile tasarlamı tı. Venedikliler,
aynı zamanda yeni ko ullara uyum göstererek Osmanlı ticaretinden yararlanma
yollannı da aramı , hayatî çıkarlan tehdit edilmedikçe OsmanlIlarla açık sava tan
kaçınmı lardır.
Akdeniz havzasının bu büyük deniz gücü kar ısında Osmanlılar çe itli tak-
tikler kullanmı lardır. I. Bayezit'ın saltanat döneminde, sava ın en yo un oldu u
dönemde, Osmanlılar Bo az’m en dar yerinde Anadolu Hisan’nı in a ederek bo-
azı kapatmaya çalı tılar. Gelibolu’da da buna benzer bir hisarla, içinde küçük bir
akıncı filo banndırdıklan, duvarla çevrili bir iç liman in a ettiler. Venedik donan-
ması, 1416'da Gelibolu önlerine gelip Osmanlı filosunu yakarak iç limana girme-
ye ve deniz üssünü imha etmeye çalı tılar. Sonunda, stanbul’un fethinden sonra
Bo azlann tam denetimini sa layan Fâtih Sultan Mehmet olmu tur.
Osmanlılar, Venedik'in rakibi Cenova'yla sıkı i birli i yapmı tır. Cenevizlilere
1352 gibi erken bir tarihte kapitülasyon verdikleri gibi, Avrupa dokuma endüstri-
si için gerekli apın temel kayna ı olan Manisa'da ap üretimi için uzun süreli bir
tekel vermi lerdi. Foça ve Sakız Adası gibi Batı Anadolu'daki önemli Ceneviz yer-
le imleri Anadolu ticaretinde giri limanlan olmu tur. Cenevizliler, gördükleri bu
tercihli tutum kar ılı ında, önemli durumlarda Osmanlı ordulanna yardım etmi ,
örne in o sıralar Venedik denetimine geçmi olan Çanakkale Bo azı’ndan 1421
ve 1444'te gemileriyle Osmanlı ordusunu kar ı yakaya geçirmi ler, 1453 Kostan-
tiniyye ku atması boyunca da tarafsız kalmı lardı.
Osmanlılar, Venediklilere kar ı ekonomik önlemler de aldılar. Her padi ahın
tahta çıkı ında ticarî ayncalıklan yenilemeye tabî tutarak ve bu day ticareti yap-
ma izni vererek Venediklileri ödün vermeye ve sava çabalannı gev etmeye ikna
ederlerdi. Anadolu, Makedonya, Trakya ve Tesalya bu dayının yalnız Venedik

140
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

kenti ve adalar için de il, bütün Po Ovası için de ya amsal önemi oldu undan,
Yıldırım Bayezit, bu day ticaretini bir politika aracı olarak ba arıyla kullanabil-
mi tir. Konstantiniye ku atmasından önce Venediklileri yatı tırmak ve hazırlıksız
bırakmak için II. Mehmet onlara bu day ihraç etme izni vermi ti. Fâtih, kentin
alınmasından sonra da Venediklilere kapitülasyon vermekte tereddüt etmemi
(1454), yalnız %2'lik bir gümrük resmi ödeme ko uluyla imparatorlukta erbetçe
ticaret yapma ve stanbul’da bir bailo bulundurma izni vermi tir.
En sonunda, Ege Denizi, Mora ve Arnavutluk'taki gerginlikler, Fâtih Sultan
Mehmet'i Venedik’le, 1463'ten 1479’a dek süren uzun ve tehlikeli bir sava a sü-
rükleyerek ekonomik misillemelerde bulunmaya zorlamı tır. Fâtih, bütün Vene-
dikli tüccarlan hapsettirmi , mallanna el koymu tu. Bunlann yanı sıra, Floransa
ve Dubrovnik’i Venedik’in yerini almaya te vik ederek batıyla ticareti sürdürme
yollarını da aramı tır. O zamana dek Floransa kuma larını Do u Akdeniz’e ta ı-
yıp satanlar Venediklilerdi; öyle ki, 15. yüzyılın ilk yansında bir Venedik dükası,
Floransa'dan on altı bin top kuma satın alıp Do u Akdeniz’de satmakla övüne-
bilmi tir. Fâtih Sultan Mehmet, 1469’da Floransa'ya yeni ticaret ayncalıklan ta-
nıdı. O dönemde imparatorlukta ticaret yapan elli kadar Floransalı aile vardı ve
Floransalı tüccarlar Bursa’da gittikçe etkin olmaya ba lamı tı. Bursa; Anadolu ve
ran’a Floransa kuma ı satılan, kar ılı ında da Floransalı tüccarlann ran ipe i sa-
tın aldıklan bir ambara dönü mü tü. II. Mehmet, Floransalılarla iyi geçinir, Gala-
ta'daki ziyafetlerine gitme lütfunda bulunurdu. Öte yandan Lorenzo de Medici
(1469-1492) de, Osmanlı pazan Medicilerin ticareti için önemli bir kaynak oldu-
undan, Fâtih’in dostlu una önem verirdi. Fâtih, 1463’te Bosna-Hersek'i ilhak
ederek, Floransa’ya Dubrovnik'ten (Ragusa) stanbul'a yeni ve dolaysız bir tica-
ret yolu açtı. Floransa'yla ticaret geli tikçe, Dubrovnik’ten gelip Foça, Yenipazar
ve Edirne üzerinden stanbul ve Bursa'ya eri en bu yol gittikçe önem kazandı.
Osmanlılar bu yol üzerinde güvenli i çok sıkı tutarlardı. Örne in 1501'de Foça
yakınlarında Floransalılann bir yük ipe i çalınmı , sultanın derhal gönderdi i gö-
revliler yükün bir bölümünü bulmu , gerisini yöre halkına ödetmi lerdi.11 Dub-
rovnik'ten mallar, papalık topraklannda serbest bir liman olan Ancona'ya geçer,
oradan Floransa'ya ula ırdı. talya panayırlanna bu yoldan ipek, baharat ve eker
getiren, aralannda Rum, Yahudi ve Türklerin bulundu u, sayılan gitikçe artan
Osmanlı tüccarlan, Venedik'i ciddi kaygılara dü ürmü , hatta Ancona'nın Os-
manlI himayesine girece i söylentileri çıkmı tı. Bu uluslararası ticaret yolu üzerin-
de Üsküp, Foça, Mostar gibi yerle im merkezleri büyüyerek tipik birer Osmanlı
kenti oldular. Saraybosna da, daha önce ufacık bir kasabayken, Dubrovnik’ten
ba ka Split ve ibenik gibi Dalmaçya limanlanyla ticari ba lar kurarak büyük bir
141
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

kent ve giderek Bosna’nın merkezi olmu tur. Drina Irma ı üzerindeki ünlü Vi eg-
rad Köprüsü ve birçok kervansaray, bu yol üstünde 16. yüzyıl Osmanlı mimarisi-
nin ba yapıtları arasındadır.
Balkanlar'daki bu karayolunun açılmasından en çok Dubrovnik kârlı çıkmı -
tır. II. Murat zamanında Osmanlı devletine haraç veren bu cumhuriyet, Venedik
ve Macaristan kralıyla iyi ili kiler içinde bulunma zorunlulu unu duym u ,
1444‘te OsmanlIlara kar ı bir haçlı donanmasına gemi vermi ti. talya’nın bu dö-
nemde Balkan ticareti, geni ölçüde bu day, balmumu, deri ve yün ithalatı kar ı-
lı ında de erli yünlü ve ipekli kuma ihracından olu uyordu. Osmanlı egemenli-
inin Bosna-Hersek'e uzanıp karayolunun açılmasından sonra Dubrovnik; Os-
manlI lmparatorlu u’na haraçgüzar bir devlet olarak ba landı; Fâtih döneminde
yıllık haraç 12.500 altın dükaya çıkarıldı. Dubrovnik, haraç veren bir devlet ola-
rak daha az gümrük öder, Venedik’in % 4 ya da %5’e çıkanlan gümrük resmi ye-
rine %2 gümrük verirdi. Bu ticaret, Dubrovnik'te yünlü kuma endüstrisinin ge-
li mesini sa lamı , ilk kuma tezgâhlan 1430'larda kurulmu tur. Venedikliler,
Osmanlılann 1463’te karayolunu açmasından önce, bu yünlülerin Balkanlar’a
getirilmesini önlemeye çalı mı tır. 15. yüzyılın ikinci yarısında Dubrovnik yün
endüstrisi geli mi ve ürünleri, yüksek kalitede olmasa da, stanbul, Bursa ve Ke-
fe pazarlannda iyi satar olmu tu. Sofya’daki dokuma deposu bir Dubrovnik hanı-
na dönü mü , Dubrovnikli tüccarlar stanbul ve Bursa’nın yanı sıra Sofya, Belg-
rat, Saraybosna ve Edime gibi önemli Balkan kentlerinde yerle mi lerdi.
1463-1479, 1499-1503 ve 1537-1540 Osmanlı-Venedik sava lan sırasında
Dubrovnik, talya ve Osmanlı mparatorlu u arasında ba lıca transit merkezi hali-
ne gelmi , ticareti geli mi , 16. yüzyıl ba ındaki yirmi bin tonluk ticaret filosu
1580’e gelindi inde altmı be bin tona çıkmı tı. Dubrovnik, 1527-1540 yıllann-
da Mısır ve Suriye limanlanyla Orta Avrupa ve Almanya arasındaki baharat tica-
retinde de Venedik'e ciddî bir rakip olarak ortaya çıkmı tır. Alman Fugger ve Uls-
tetter firmalan Dubrovnik aracılı ıyla Mısır'da skenderiye’ye ajanlar göndermi ,
aldıklan baharat Dubrovnik gemileriyle ta ınmı tır. Dubrovnikliler, 1531'de Yu-
nanistan'dan ku üzümü ve arap götürdükleri Londra'da, Osmanlı pazarı için
yirmi be bin top yünlü kuma yüklemi lerdi.
Osmanlı mparatorlu u ekonomisine ba ımlı olan Dubrovnik Cumhuriyeti,
mparatorlu un himayesinde ticaret ve deniz ta ımacılı ında büyük geli me gös-
termi , fakat 17. yüzyılda, imparatorluk ekonomisinin, geli en Batı ülkelerine,
Fransa ve ngiltere'ye ba ımlılı ı artınca, Dubrovnik de gerilemeye ba lamı tır.
Osmanlılar, politik ya da askeri bir çatı ma olmadı ı dönemlerde, Venediklilere
ticari ayncalıklannı çekinmeden, yemden verirlerdi. Nitekim, Venedik, Mısır ve Suri-

142
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

ye limanlarında baharat ticaretinde üstünlü ünü her zaman korumu , örne in Os-
manlIlar, Anadolu ap iltizamını Ceneviz yerine 1546'da yirmi be bin altın düka
kar ılı ında Venediklilere vermi lerdir. Sava ve çatı malara ra men Venedik ticareti
16. yüzyılda genellikle geli meye devam etmi tir. Venedik gemileri yünlü kuma lar,
kendi ipek brokar ve satenleri, kâ ıt, cam e ya ve aynalarla Do u Akdeniz Iimanlan-
na yelken açar, Mısır ve Suriye'den baharat, ilaç, boya maddeleri, ipek ve pamukla,
Anadolu ve Rumeli'den de bu day, deri, yün, pamuk ve ipekle dönerdi.
Osmanlı yönetimindeki Do u Akdeniz pazarlan, 16. yüzyılda önceki yüzyıla
oranla daha zengin ve çekici olmu lardı. Buralarda ticarete 16. yüzyılın ikinci ya-
nsında etkili bir biçimde katılan Fransa, tngiltere ve Hollanda, korsanlan ve tica-
ret filolanyla Dubrovnik ve Venedik ticaretinin yerini aldılar.
Habsburglar'a kar ı Fransa’yla i birli i, Kanunî Sultan Süleyman’ın Ban politi-
kasının temel ta ı olmu tu. Yavuz Sultan Selim, 1517’de Mısır’ı aldı ında, Memlûk
sultanlannın Fransızlara vermi oldu u kapitülasyonlan yenilemi , Kanunî tahta
çıktı ında bunlan onaylamı tı. 1536 ubat’ında J. de La Forest ile brahim Pa a ara-
sında kapsamlı kapitülasyon anla malarına karar verilmi , fakat sultan bunlan, bel-
ki de brahim Pa a’nın Mart ayında idam edilmesi yüzünden, hiçbir zaman onayla-
mamı tı. lk gerçek Fransız-Osmanlı kapitülasyon anüa ması 18 Ekim 1569 tari-
hinde imzalanmı tır.12 Bu kapitülasyonlarla, önceleri Venedik’e verilen ve bütün
imparatorlukta geçerli olan ticarî ayncalıklar, ilk kez batılı bir krallı a verilmi tir.
Fransız kapitülasyonlan, daha sonra ngiltere (1580) ve Hollanda (1612) ve öteki
Avrupa devletleriyle yapılacak benzeri anla malara örnek olu turmu tur.
Kapitülasyon alan Fransa Venedik’e kar ın etkin bir rekabete girdi. Fransız
konsoloslan, stanbul, skenderiye, Beyrut ve Trablus- am’da, yerle tiler. Ortado-
u'ya hareket eden Fransız gemileri, Normandiya dokumalan, kâ ıt ve Alman
hırdavatı ta ıyor, dönü te Anadolu’dan yün, pamuk ipli i ve pamuklular, sof ku-
ma ı ve halı, Halep ve am'dan ipek ve baharat getiriyorlardı. Fransa 1570-1573
Osmanlı-Venedik sava ından sonra Do u Akdeniz’de Venedik’in yerini aldı.
Fransızlann 17. yüzyıl ba ında Do u Akdeniz ticaretinde i leyen bin dolayında
teknesi vardı ve bölgeyle ticareti, toplam Fransız ticaretinin yansına, otuz milyon
altın liraya çıkmı tı. Öteki Avrupalı tüccarlar, özellikle Ingiliz ve HollandalIlar, o
dönem sadece Fransız bandırası alanda ticaret yapabiliyordu.
OsmanlIlar, verilen bu ticarî ayncalıklan daima politik bir araç olarak kul-
lanmaya çalı mı tır, örne in, Fransa’da spanyol yanlısı Katolik Birli i'ne kar ı
Kalvencileri savunmu lar, Do u Akdeniz ticaretinin merkezi Marsilya katolik
birli ini destekleyince de sultan ticarî ayncalıklan kaldırmı , Kuzey Afrika kor-
sanlarını kente saldırmakta özgür bırakmı tı. 1589’da Osmanlı taraftarı IV.

143
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Henri tahta geçince, Osmanhlar ayrıcalıkları yeniden tanıdılar ve Fransız ticare-


ti doru una ula tı.
I. Süleyman, daha 1553'te bazı ngiliz tüccarlarına Osmanh mparatorlu-
umda özgürce alı veri yapma hakkı tanımı tı; ama onlar önceleri bu ayncalı ı
hakkıyla kullanmamı lardır. Baharatı aracısız ve daha ucuza elde etmek umuduyla
ba ka yollar ara tırmı lar, özellikle de ran üzerinden Moskova-Hürmüz yolu üze-
rinde durmu lardır. 1562'de ran’a gönderilen Osmanlı elçilerinin amacı, bu yol
de i ikli ini önlemekti. Osmanhlar, 1578’de Azerbaycan ve irvan’ı i gal ederek
bu yolun denetimini ele geçirdiler. O sıralarda ngiliz tüccarlan sultana yeniden ya-
na mı lardır. Ispanya'nın ortak dü man olması bakımından, ngiliz ve Osmanlı
hükümetleri yakın ili ki kurmada yarar oldu unu görüyorlardı. Fransa'yla Vene-
dik’in engelleme çabalanna kar ın, sultan, lngilizlere 1580'de bir kapitülasyon,
1583'te de daha kapsamlı ikinci bir kapitülasyon verdi. 11 Eylül 1581'de kraliçe I.
Elizabeth’in beratıyla, Osmanlı ülkeleriyle ticaret imtiyazı alan Levant Company
kuruldu. Osmanlı hükümeti, gümrük oranını lngilizler için, % 3’e indirmi ti. Fran-
sızlar ve öteki yabancılar, aynı oranı elde etmeyi ba ardıkları 16 73'e kadar % 5
ödemi lerdir. HollandalIlar benzeri bir kapitülasyon aldıklan 1612 yılına kadar Do-
u Akdeniz’de ngiliz bandırası altında ticaret yapmı lardır.
lngilizler, Do u Akdeniz ticaretini önceleri tekellerinde tutan Fransa ve Vene-
dik’e kar ı güçlü bir rekabete girdi. ngiliz korsanlan, Cezayir korsanlanyla i birli-
i içinde, tüccar filolarına baskınlar yapmaya ba ladı, Kraliçe Elizabeth, bütün
sızlanmaları duymazlıktan geliyordu. Bu arada lngilizler, Osmanlı pazanna dü ük
fiyatlarla iyi nitelikli yünlüler getiriyordu. ngiltere'den ithal edilen kalay ve çeli-
in de Osmanlı silâh endüstrisi için hayatî önemi vardı. Osmanlı pazannı Levant
Company ele geçirirken Venediklilerin ticareti hızla gerilemi , Fransızlannki de
1630’da yan yanya azalmı tı. Bu arada stanbul, zmir, Halep ve skenderiye’de
Ingiliz konsolosluktan açıldı. Londra'da birçok ki i Do u Akdeniz Osmanlı ticare-
tini daha önemli gördü ünden, 1591'den sonra lngilizlerin Hint Okyanusu’nda
yayılma giri imleri, Levant Company'nm faaliyetine zarar vermedi, lngilizler ba-
haratı 1596'da Mısır ve Suriye'den alıyorlardı.
Merkantilist batı devletleri, kapitülasyonlann ilk eklini de i tirip zorunlu ay-
rıcalıklar haline sokarak ve geni leterek, Osmanlı ekonomisini sonunda bir eko-
nomik sömürü aracına dönü türmeyi ba armı lardır. Osmanlı ekonomik yapısı
buna izin veriyordu. Osmanhlar, Batı'dan ithal sanayi mallarının imparatorlu a
sürekli akımını te vik ediyorlardı, çünkü böylece ülke pazannda bolluk yaratma
ve artan gümrük gelirinden hâzineyi yararlandırmayı en iyi siyaset sayıyorlardı.
Gene de, Avrupa'dan yapılan ithalat, birkaç kalemle, genellikle yünlü kuma lar,

144
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET

maden ve kimyevî maddeler ile sınırlı oldu undan yerli lonca üretimine büyük
zarar vermemi tir. Merkantilist Avrupa devletleri, sanayi mallan ihracına önem
vererek Do u’ya özgü bazı mallann üretimini özellikle ipekli, pamuklu ve sof en-
düstrilerini geli tirdiler; boyalar, kahve ve eker gibi koloni mallan Osmanlı paza-
nnı istilâ etti. Meksika’nın ucuz gümü ü, Osmanlı gümü madenlerinin kapanma-
sına ve Osmanlı para sisteminde karga aya neden oldu.
Erken dönemde batıyla alı veri te en önemli maddeler gümü ve gümü sikke-
lerdi. Gümü ün serbestçe ithalini te vik için Osmanlılar gümü ve gümü para ithali-
nde gümrü ü kaldırmı lardı. 1580'lerden ba layarak Do u Akdeniz pazannı kapla-
yan ucuz Amerikan ve Avrupa gümü ve gümü paralan, Osmanlı ekonomisini ve
onunla birlikte devlet ve toplumun geleneksel temellerini sarsan bir fiyat devrimine
yol açmı tır.13 Herhalde Osmanlılar, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa kar ısında sava
teknolojisinde oldu u gibi ekonomi bakımından da ba ımlı duruma dü tüler.

Notlar

1 bkz. nalcık, “Bursa and the Commerce of the Levant", Journal o f the Economic and Social Histoiy
o f the Orient, 111, 2(1960): 131-142.
2 H.A.R. Gibb, The Travels o f ¡bn Battuta, s. 450-452.
3 J.E. Telfer (yay.). Travels and Bondage (londra, 1879), 34.
4 G. R. E. Richards, Florentine Merchants in theAgeqftheMedicis (Cambridge, ABD. 1932), s. 122.
5 bkz. "Harîr" maddesi, Encyclopaedia o f Islam, 2. baskı.
6 bkz. nalcık, "Bursa and the Commerce of the Levant”, JESHO, III, s. 137.
7 Hint Okyanusu'ndaki Osmanlı-Portekiz çatı ması hakkında bkz. L. Dames. “The Portuguese and
the Turks in the Indian Ocean in the Sixteenth Century", Journal o f the Royal Asiatic Society
(1921), bölüm I; E. Denison Ross, “The Portuguese in India and Arabia, 1517-1538", a.g.e.,
(1922), Bölüm I; R B. Serjeant, The Portuguese qftheSouth Arabian Coast (Oxford, 1963); Kâtip
Çelebi, The History o f the Maritime Wars o f the Turks, çev. J.Mitcheli (Londra, 1831); L.O. Schu-
man, Political History o f the Yemen at the Beginning o f the Sixteenth Century (Amsterdam. 1961);
An Economic and Social History qfthe Ottoman Empire, yay. haz: Halil nalcık. Donald Quataert
ile (Cambridge, 1994).
8 F. Braudel, La Méditerranée et le monde méditerranéen à l ’époque de Philippe II (Paris, 1949), s.
425-433.
9 Antalya’da ticaret hakkında bkz. nalcık, “Bursa and the Commerce of the Levant", JESHO, 111, 143.
10 F. Dalsar, Bursa'da pekçilik (Istanbul, 1960), s. 166 ve 191-193.
11 G. R. E. Richards, age., s. 120-121.
12 bkz. "Imtiyâzât" maddesi, Encyclopaedia o f Islam, 2. baskı.
13 bkz. Halil nalcık, “Osmanlı mparatorlu unun Kurulu ve nki afı Devrinde Türkiye'nin ktisadî
Vaziyeti Hakkında bir Tetkik Münasebetiyle", Belleten, XV, 60(1951): 656-661 ; Ö L, Barkan. ‘XVI.
Asrın kinci Yansında Türkiye'de Fiyat Hareketleri", Belleten, XXXIV, 136(1970): 557-607; . Pa-
muk. Osmanlı imparatorlu unda Paranın Tarihi, stanbul 1999; H. nalcık. "Osmanlı Para ve Eko-
nomi Tarihine Toplu bir Bakı ", Do u Batı. XV (2001).

145
15. Bölüm

OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I,


KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

mâret sistemi, stanbul’un geli mesi, toplum ve ticaret

Geleneksel Ortado u imparatorluklarında ticaret ve tarımın geli mesi hü-


kümdânn hâzinesini zenginle tirece i dü üncesiyle devlet, kanal, bent, yol ve
kervansaraylann yapım ve bakımı gibi bayındırlık i lerini üstlenirdi. Büyük slâm
tarihçisi Taberî’ye (ö. 923) göre Sasanîler, kasaba, köy, yol ve köprü yapmayı
hükümdânn en temel ödevleri arasında sayarlardı. slâmiyet döneminde bu gele-
ne in yerini dinî ve hayırlı bir davranı olarak vakıf-imâret gelene i aldı; böylece,
hükümdar tarafından yapıldı ında dahi, vakıflar devletin etkinlik alanlannın dı-
ında ba ımsız kurumlar olarak görülmeye ba landı.
Ortado u gelene ine uyan OsmanlIlar da Bursa, Edirne ve stanbul gibi ba -
kentlerini; nüfuslannı ço altarak ve ticaret merkezleri olarak geli meleri için dev-
let büyüklerine temlikler yaparak, altyapıyı geli tirerek, büyük kentlere dönü tür-
mek istemi lerdir. stanbul, bunun iyi bir örne idir.
stanbul’un nüfusu, Osmanlı fethinden önce otuz-kırk bin dolaylanna dü mü -
tü. Fetihten sonra Fâtih, slâm hukukuna göre askerlerinin kenti ya malamasını, gö-
nüllü teslim olmadı ı için, engelleyememi ; ancak gelecekteki ba kentini olabildi in-
ce az zarar görmü durumda ele geçirmek istemi tir, Fethi izleyen yıllarda da stan-
bul'u dünyanın en büyük ba kentlerinden biri durumuna getirecek adımlan attı.
Önce, ba ka yerlere kaçıp sı ınanlan, mülklerini geri verme vaadi ve ibadet ve
çalı ma özgürlü ü güvencesiyle geri gelmeye ikna etmeye çalı mı tır. Ganimet payı
olarak kendine dü en tutsaklan özgür bırakıp Fener mahallesine yerle tirmi , bir ara
vergiden ba ı ık tutmu tur. kinci olarak, eyâlet valilerine, Rumeli ve Anadolu'dan
146
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

stanbul’da yerle meleri için dört bin aile göndermelerini emretmi , stanbul'daki bo
evleri bu yeni gelenlere ba ı layaca ını ilân etmi tir. Bunlann Müslüman olmalan
gerekmiyordu, ama hiç olmazsa bir bölümü zengin ki iler, tüccar ya da zanaatkar ol-
malıydılar. Bu buyruklar hiçbir zaman tümüyle uygulanamadı. O zaman Fâtih, fet-
hetti i önemli kentlerden tüccar, zanaatkâr ve zengin ki iler seçip stanbul'a getirtti
ve bu ekilde Amasra (1459), Yeni-Foça (1460), Trabzon (1461), Mora’da Korintos
ve Argos (1458 ve 1463), Karaman (1470’ler), E riboz (1473) ve Kefe (1475) Hı-
ristiyanlannı sürerek stanbul’un çe itli semtlerine yerle tirdi. Dönemin tanıklarından
J. M. Angiolello’ya göre, “yeni gelenler kısa bir zamanda ola anüstü güzel ev ve kili-
seler yapmı tır". Kente zorla sürgün olarak getirilip yerle tirilenler ayrılıp gidemezler-
di, ama birtakım vergi ve angaryalardan muaf tutuluyorlardı.
Fâtih Sultan Mehmet, Rum Ortodoks, Ermeni ve Yahudi topluluklannın din-
sel önderlerini resmen tanıyarak ve stanbul’a yerle tirerek ehri evrensel bir met-
ropol yapmaya çalı mı tır.
Osmanlı Sultanlan 15. ve 16. yüzyıllar boyunca; bir ticaret ve zenginlik ö esi
olarak bilinen Yahudilerin, Avrupa’dan Osmanlı ülkesine göçmelerini te vik etmi -
lerdir. Fâtih'in saltanatı sırasında stanbul'a yerle tirilen Yahudiler, Müslüman ve
Rumlardan sonra kent nüfusunun üçüncü büyük kesimini olu turmu lardır. Fâtih,
kent ve sarayın gereksinimi yiyece in bir bölümünü üretmek için Sırbistan ve Mora
seferlerinde tutsak alınan otuz bin kadar köylüyü stanbul yakınlannda otuz be
bo köye yerle tirmi tir. Köyleri bırakıp kaçmalannı önlemek için bunlan, genel Os-
manlI uygulamasını tatbik etmeyerek, köle "ortakçı kul" konumunda tutmu tur.
1477’de stanbul ve Galata’da yapılan nüfus sayımının sonuçlannı Tablo 5
gösterir.

Tablo 5
Cemaat Hane savısı
Müslüman 9.486
Rum Ortodoks 3.743
Yahudi 1.647
Ermeni 434
Karamanlı Rumlar 384
Avrupalılar (hepsi Galata’da) 332
Kefeli gayrimüslimler 267
Çingeneler 31

16.324

147
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Bu toplam büyük bir olasılıkla askerî sınıfı içermiyor. Dolayısıyla, stan-


bul’un toplam nüfusunun bu dönemde seksen-yüz bin arasında oldu u söyle-
nebilir.
Vakıflann destekledi i çok i levli merkezler olan imâretlerin yapılması, kent-
lere kamu hizmetleri ve pazarlar sa layarak geli melerinde önemli bir rol oyna-
mı tır. lmâret, OsmanlIların Bursa, Edirne ve ba ka kentleri kurarken benim se-
dikleri, eski bir Ortado u kurumudur. Dindarlık ve hayırseverlik dürtüleriyle ku-
rulmu olan imâretler; cami, medrese, hastahane, misafirhane, su yolları, yol,
köprü, hayrat ve bunlann bakımlan için gelir getiren han, çar ı, kervansaray, h a-
mam, de irmen, boyahane, mezbaha ya da a evi gibi kurumlardan olu urdu. Di-
nî hayır kurumlan, genellikle bir cami çevresinde in a olunur; ticarî kurumlar ise
yakınlarda ya da uygun i lek bir yerde kurulurdu. Tüm Osmanlı kentlerinin aynl-
maz bir parçası olan imâretler, kentlere özgün niteliklerini kazandırmı ve son dö-
nemlere kadar Anadolu ve Balkan kentlerinin genel görünü ünü belirlemi tir.
mâretler, genellikle vakıf olarak kurulurdu. Kadının önünde yazılıp sicil def-
terine geçirilen ve sultan tarafından onaylanan vakfiyeler, vakıf kaynaklannı ve
kullanı ko ullannı tespit ederdi. Gerçekte, slâm toplumunda imâretler, hem en
hemen her zaman vakıf olarak kurulmu tur. Böylece, söz konusu kamu hizmeti-
nin ya da kurum un süreklili i güvenceye alınmı olurdu; çünkü bir vakıf, her-
hangi bir kaynaktan gelen kazancın olu turdu u sermayeyi, dinî ve siyasî g ü -
vence altında, sonsuza dek toplum için hayırlı bir amaca tahsisten ibarettir. Vak-
fedildi i andan ba layarak vakıf üzerinde, hukuki olarak sadece Tann’nın sahip
oldu u kavramı vardı; böylece hükümetler ve devletler de i se bile, kam u hizme-
tinin süreklili i sa lanmı olurdu. Vakıf kurucusu, kadılann defterine kaydedilen
vakfiyede ba ımsız idarecisini, mütevelliyi de atardı. Osmanlı m paratorlu unda
bütün vakıftan, devlet denetler ve onaylardı. Büyük vakıflarda devlet, genellikle
bir de nâzır yani denetleyici atardı.
Vakıf, böylece malî ve idarî bakımdan özerk bir kurulu tur. Mütevelli, vakıfla
ilgili bütün i lerden sorumlu olup gelirini toplamak ve arttırmak için önlem alır ve
toplanan geliri; vakfın ko ullannı yerine getirmek, vakıfta çalı anlann ücretleriyle
bakım ve onanm masraflannı ödemek için kullanmak zorunda idi. Nâzır, vakıf
ko ullannın yerine getirilip getirilmedi ini kontrol eden bir çe it müfetti ti. Vakfın
ba lıca görevlileri ve müstahdemleri yılda bir kez toplanarak, görevlerin vakfiye-
nin art ko tu u gibi ba arılıp ba anlmadı ını tartı ırdı. Bu kurul, m ütevellinin
azlini talep edebilirdi. Devlet her vakfın hesabım, yerel kadı ya da özel olarak
atanm ı bir müfetti aracılı ı ile gözden geçirirdi. Bütün bu önlemlerin amacı vak-
fın asıl i levini sürdürmesini güvenceye almaktı.
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

Vakıf sistemi Istabul'da ve öbür ehirlerde külliyeler, kültürel ve ticarî mer-


kezler yaratmı tır. Her önemli Osmanlı kentinde merkezî bir ulu cami ve bedesten
olurdu. Ayasofya stanbul'un ulu camii oldu u zamanlarda, Fâtih Sultan Meh-
met, cami vakfına ait olmak üzere bir bedesten yapılmasını emretmi tir. Yangın
ve ya maya dirençli ta kubbeleri ve demir kapılarıyla bedesten, yalnız de erli ti-
carî mallan de il, yetimlerin paralannı ve kent zenginlerinin para ve mücevherle-
rini de korumaya yarayan anıtsal bir yapı bir çe it banka hizmetini görürdü. Kapı-
cılan, gece bekçileri ve simsarları devlet denetimi altındaydı. Esnafa ait dükkânlar
bedestenin etrafında sokaklar boyunca kar ılıklı dizilmi olup, her dükkân grubu
tek bir çar ı olu turur ve aynı meslek üyelerince ya da aynı tür mal satan tüccar-
larca tutulurdu. Bu çar ılar genellikle, stanbul'daki Büyük (Kapalı) Çar ı’da oldu-
u gibi, zamanla ta kubbelerle örtülmü tür.
Fâtih Sultan Mehmet'in bedesteninde mahzenli 118 dükkân vardı; çevredeki
çar ıda da 948 dükkân yapılmı tır. Bu, stanbul'un bugün Kapalıçar ı olarak bili-
nen ana i merkezi olacaktır. Büyük tüccann bir araya gelebilece i, de erli malla-
rın saklandı ı ve satıldı ı bir bedesten in ası, Osmanlı kentlerinin geli mesinde
önemli bir rol oynamı tır. Orhan Gâzî daha 1340'ta Bursa'da, bugüne kadar ken-
tin ticarî merkezi olarak kalan bir bedesten ve çar ı yaptırtmı tı. Balkanlar’da
Edime, Tatar Pazarcı ı, Filibe, Saraybosna, Sofya, Üsküp, Manastır, Serez ve Se-
lânik gibi büyük Osmanlı kentlerinde alı veri merkezleri bedestenler çevresinde
geli mi tir. Evliya Çelebi, 17. yüzyılda Osmanlı kentlerini, bedestenli olanlar ve
olmayanlar diye iki kategoriye ayınr.
Fâtih Sultan Mehmet 1459'da imparatorlu un önde gelen ki ilerini, vezirleri
toplamı ve her birinden kentin istedikleri herhangi bir yerinde birer imâret yaptır-
malarını istemi tir. Vezir-i âzam Mahmut Pa a, sonra da öteki vezirler kentin
merkezinde ve Haliç çevresinde güzel imâretler yaptırmı lardır. Ba ı ı yapanın
adını ta ıyan caminin çevresinde kamu yaranna vakfedilmi yapılar yükselir, kısa
bir zaman sonra da insanlar bu imâretlerin yakınında yerle ir, yeni semtler kuru-
lurdu. stanbul kendine özgü Osmanlı-Türk görünümünü böyle kazanmı tır.
Fâtih Sultan Mehmet, 1463 ile 1470 arasında bir ulu cami, onun çevresinde
sekiz medrese, bir çocuk okulu, bir kütüphane, bir hastahane, iki yolcu ham ve
bir ziyafethane yaptırmı tır. Bu kamu kurumlannı ayakta tutmak için de cami do-
layında 318 dükkânlık büyük bir çar ı yaptırmı tır. Medreselerde altı yüz ö renci
okuyor, hanlarda her gün 160 yolcu kalıyordu. Yolcular, ö renciler, vakıfta çalı-
anlar ve semt yoksullan, vakfa ait mutfaklardan beslenirdi. Bir müdürle yardım-
cısının yönetti i hastahanede iki doktor, bir göz uzmanı, bir cerrah ve bir eczacı
çalı ırdı. Yeme i iki hastahane a çısı, doktor gözetimi altında hazırlardı; vakfiye-
149
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

nin hastalara efkatli davranmalarını emretti i iki de hizmetçi vardı. Hastahane,


evlerine doktor ça ıramayan ya da ilaç satın alamayan hastalan kabul ederdi. Da-
ha sonra, biri kadınlar öteki de gayrimüslimler için, iki hastahane daha yapılmı -
tır. Doktor, yoksul hastalan haftada bir kez evlerinde görür, ilaç da ıtırdı. Hasta-
hanenin yakla ık be altın düka tutarındaki günlük masraflarının tümü, vakfın
geliriyle kar ılanmakta idi.
Fâtih Sultan Mehmet, stanbul’da ba ka imâretler de yaptırmı tır. Bursa ve
öteki Anadolu kentlerinden gelen halk, geli erek büyük ve ayn bir kasaba haline
gelen ve vakıflan dokuz cami ve onlara ba lı kurumlar içeren Eyüp’te, kent surla-
rının dı ındaki vakfının çevresinde yerle tiler. Fâtih bu kurumlann masraflannı
kar ılamak için stanbul'da çar ılar (bedesten ve çevresindekilerden ba ka Gala-
ta'da 260, stanbul’da ise 783 dükkân), on üç hamam, birkaç boyahane, fınnlar,
depolar, kandil yapımevleri, ya hane ve elli dört de irmen yaptırmı tır. Geliri
Ayasofya Camiinin bakımına ayrılmı vakıflar, yılda on üç bin altın dükalık bir
gelir getiriyordu.
Dönemin tarihçisi Ne rî'ye göre “ stanbul'u Sultan Mehmet yapm ı tır"1.
Halefleri II. Bayezit ile I. Süleyman ve hanedan kadınları, devlet adamları ve
dönemin tüccarları di er semtlerde imâretler yaptırarak kentin hızla büyüm esi-
ne katkıda bulunmu lardır. 1546 yılının resmî bir vakıf tahrîrine göre hanedan
dı ı ki ilerin kurdu u 2.517 vakıf vardı; sonraki yarım yüzyıl içinde bunlara
1.600 yeni vakıf daha eklenmi tir2. Osmanlı sultanları stanbul’u, büyük bir
imparatorluk metropolü olarak geli tirmekte ba arı göstermi tir. stanbul, 16.
yüzyılın ilk yansında dört yüz bine varan nüfusuyla Avrupa’nın en büyük ken-
ti idi; yüzyılın ikinci yarısında ise nüfusunun sekiz yüz bine yükseldi i iddia
edilmi tir3.
Kentin su ve yiyecek ihtiyaçlannı kar ılamak büyük bir sorun olmu tur. Bu
nedenle devlet yeni yerle imci akınlanm önleyecek önlemler almı -, 17. yüzyılda
nüfus de i memi tir. Bu dönemde nüfusun yüzde 40'ı gayrimüslim idi ve Avru-
palılann oturmak için izin aldıklan Galata uluslararası bir ticaret merkezi olarak
geli mi ti. 17. yüzyıl ortalannda stanbul’da 152 cami, 126 medrese, 100 ker-
vansarayla sultanlar, pa alar ve sıradan ki ilerin yaptırdı ı 1000 kadar konak
vardı4. Kent, saray ve orduya sürekli yiyecek akı ı sa lama ve zanaatkârlara
ham madde getirme zorunlulu u, gerekli maddelerin ticareti üzerindeki sıkı devlet
denetimini gerektiriyordu, bu durum, Osmanlı ekonomisinin haklı olarak tekelci
özelli ini belirlemi tir.
Vurgunculuk, enflasyon ve ithalatta yolsuzlu u önlemek için devlet, uzakta-
ki üreticiden stanbul’daki perakendeciye kadar her eyi düzenler ve denetlerdi.

150
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

Yiyecek fiyatları üretim yerinde belirlenirdi; ürünü ancak devletin yetki verdi i
tüccarlar satın alırdı. Kaçakçılı ı önlemek için sıkı önlemler alınmı tı. Erzak özel
kapanlara gelir, meslek loncalannm temsilcilerine orada da ıtılırdı. Kaçakçılık ya
da vurgunculuk yaparken yakalanırlarsa, büyük tüccar ve gemi sahiplerinin mal-
larına el konurdu, stanbul için belli bölgelerde koyun ya da bu day satın alma
ayrıcalı ı elde etmi tüccarlar, bunlan belli miktarlarda her yıl teslim etmeyi üstle-
nir ve bir kefil gösterirlerdi.
stanbul’a yiyecek sa lama ihtiyacı, imparatorlu un çe itli üretim bölgelerini
bu merkeze ba ladı ı gibi, merkezî bir ekonomi yaratılmasında da önemli bir et-
mendi. 17. yüzyıl ortalarında kent fınnlarının günde 250 ton bu day tüketiyor
olması, kent ihtiyaçlannın büyüklü ü hakkında bir fikir verebilir. Hububat, ya ,
tuz ya da koyun gibi hacimli gıda maddeleri stanbul'a deniz yoluyla kolayca ge-
lebiliyordu, 17. yüzyılın ikinci yarısında her yıl stanbul nhtımlanna gelen yiye-
cek ta ıyan gemilerin sayısı iki bini geçiyordu. Mısır’dan bu day, pirinç, eker ve
baharat, Kuzey Karadeniz bölgelerinden canlı hayvan, hububat, sade ya , bal,
balık ve deri, Tesalya ve Makedonya’dan hububat ve deri, Mora ile Ege adalann-
dan arap, zeytinya ı, kuru meyve ve öteki Akdeniz ürünleri stanbul'a sürekli
olarak gelen mallardı. Ba kente yakın bölgeler stanbul pazanna sıkı sıkıya ba-
ımlıydı. Tekirda ’dan Trakya’nın bu dayı, Köstence ve Mangalya’dan Dobru-
ca’nın bu dayı gelirdi. Ortaça da sahipsiz bo bir bölge olan Dobruca, oralarda
kuyu kazılması ve yüzlerce köyün kurulması ve limanlarda devlet silolarının ya-
pılmasıyla, stanbul'un tahıl amban oldu. Meriç Vadisi ve Batı Trakya’nın pirinci,
saray ve ordu için vazgeçilmez bir ihtiyaçtı; celepler Bulgaristan, Makedonya ve
Do u Trakya ovalarından stanbul mezbahalanna düzenli olarak koyun ve sı ır
sürüleri getirmekte idi.
Transit bölgesi ve i lenmi mal ihracatçısı olarak stanbul, aynı zamanda böl-
geler arasında ekonomik ba lantı sa lıyordu. stanbul için gerekli Rumeli ve Ku-
zey Karadeniz yiyecek maddeleri kar ılı ında, Anadolu’da Merzifon, Tosya, Tire,
Bergama, Denizli, Larende, Bor ve Ni de’den pamuklu bez ihracı, buralarda pa-
muklu dokumacılı ını arttırmı tır. stanbul'da ise giyim e yası, yünlü ve ipekli sa-
nayii geli mi tir. Kuzey Karadeniz, stanbul ve Anadolu arasındaki bu ticaret üç-
geni arasında bulunan ba kente büyük miktarda para girip çıkardı. Devlet, geliri-
nin ço unu saray ve stanbul’daki ordu için harcamakta, bu paranın büyük bir
bölümü Anadolu ve Balkanlar’a yol almakta, böylece ülke çapında çok canlı bir
ticaret hayatı kendini göstermekte idi.

151
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Karayolu a ı, kervansaray ve zaviyeler

stanbul, deniz yollanrun oldu u kadar kervan yollarının da son ula ım nok-
tası idi. Bir rapora göre, 17. yüzyıl ortalannda her yıl stanbul'a ran’dan altı ile
on arasında, Basra'dan iki, Halep’ten de üç ya da dört kervan gelirdi. Her üç ayda
bir ran ve Orta Asya’ya kervanlar kalkardı. stanbul'a Dubrovnik’ten yılda bir,
Polonya’dan ayda bir, zmir’den de her sekiz günde bir kervan çıkardı.5
Balkanlar'ı stanbul'a ba layan önemli üç büyük yol vardı: Ohri, Manastır ve
Selanik üzerinden Arnavutluk limanlanndan gelen eski Via Egnatia, Belgrat, Sof-
ya ve Filibe üzerinden gelen büyük askerî yol ve Tunca Vadisi ve Edime üzerin-
den A a ı Tuna bölgesinden gelen yol. ran ve Anadolu kervan yolu stanbul’a
Bolu, zmit ve Gebze üzerinden ula ır, Ankara Eski ehir üzerinden gelen yol, z-
mit yakınlarında bu yolla birle irdi. Arabistan, am, Halep ve Konya üzerinden
gelen hac yolu, lznik'in ötesinde Dil’den zmit Körfezini geçtikten sonra, Gebze’de
ran anayoluna kavu urdu. 15 ve 16. yüzyıllarda Istanbul-Bursa yolu, Mudanya
üzerinden denizden stanbul’a ula ırdı; ancak 17. yüzyılda Dil iskelesinden geçe-
rek Gebze'den Bursa’ya giden yol daha önem kazanmı tır. stanbul, Bursa üze-
rinden Foça, Çe me, zmir ve Sakız’a ba lanırdı6.
stanbul imparatorlu un en büyük pazan ise de, Edime ve Bursa gerileme-
mi , gerçekte geli erek Balkanlar ve Anadolu’nun en büyük kent ve ticaret mer-
kezleri olmu tur.
Konstantin Jirecek, Osmanlı topraklannda ula ım hakkında, “Roma mpara-
torlu u’nun yıkılı ından beri hiçbir Avrupa devleti yol sistemine bu denli özen
göstermemi tir” diye yazar7. Balkanlarda küçük devletlerin yerini Osmanlı impa-
ratorlu u alınca, gümrükler kalkmı , ticaret ve ehirler geli meye ba lamı tır. Os-
manlIlar stanbul’la Belgrat arasındaki kadim Roma Yolu'nu, bozuk yerlerini ka-
baca kesilmi ta larla Belgrat’a kadar onararak, her zaman bakımlı tutmu lardır.
Bu yol boyunca bütünüyle yeni yollar da yapmı lardır. Ana yollar üzerindeki bel-
li köyler, yol yapım va bakımıyla görevlendirilir, bu hizmet kar ılı ında da ola-
andı ı vergilerden (avânz) muaf tutulurdu. Belgrat-lstanbul yolunu arabalar bir
ayda geçebiliyordu. 1566'da II. Selim atla aynı yolu on be günde geçmi tir.
Rumeli ve Kuzey Karadeniz bölgesinde a ır mallar arabayla ta ınırdı. Da lık
yörelerde ise ola an ta ıt aracı katırlardı. Devlet, 1521 Belgrat seferi sırasında or-
dunun a ırlı ını ta ımak için Anadolu ve Arabistan'dan otuz bin deve kiralamı -
tır. Yakla ık on bin araba Tuna bölgelerinden un ve arpa ta ırdı. Devlet ve tüccar,
göçebelerden deve, at ve katır kiralardı. Bazı Türkmen boylan, deve yeti tirmek
ve ta ımacılıkta uzmanlık kazanmı lardı. Anadolu iklimine uyumlu binlerce me-

152
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR

lez deve tipi yeti tirilmi tir. Demiryollarından önce Anadolu’da deve sayısı yüz-
binlere varmakta idi. ran kervanlan genellikle üç ya da dört yüz hayvandan olu-
ur, ama kimilerinde bin ya da daha çok hayvan olurdu. 15. yüzyıl sonunda Teb-
riz’den Bursa’ya gidi -dönü bir yolculuk için bir at, yakla ık dokuz altın dükaya
kiralanabiliyordu.
Sultanlar, ana yollarda yolculu un rahat ve güvenli olmasını sa lamak için
vakıf olarak zaviye ve menziller kurmu , saray ve devlet görevlilerine mülk ve
çiftlikler ba ı layarak bu yolda te vik etmi lerdir. Bunlann bazılan, kentlerdeki
imaretler gibi, büyük kurulu lardı; ancak bu gibi yerlerde en önemli yapılar genel-
likle bir han ya da kervansaray olurdu. Romalılardan sonra Osmanlı idaresi, Ana-
dolu ve Balkanlarda en çok köprü yapmı idaredir. Örne in II. Murat, 1443’te
Edime yakınlannda Ergene Irma ı üzerinde 392 metre uzunlu unda, 174 kemer-
li büyük bir köprü yaptırmı tır. Yolculan banndırmak ve yedirip içirmek için köp-
rünün ba ına bir han, bir cami ve bir medrese yaptırmı ; han ve köprünün bakım
masraflarını da bir boza dükkânı, bir hamam ve ba ka dükkânların gelirleriyle
kar ılamı tır. Bunlara, Edirne’de yaptırdı ı bir kervansarayla bir hamamın ve bir
dizi dükkânın gelirini de eklemi tir. Köprünün bakım ve korunması için hizmetle-
ri kar ılı ında vergiden muaf tutulan ve ço unlu u Türkmenlerden göçmen yer-
le tirilmi tir. Irma ın kar ı kıyısına da yayalar (çiftçi askerler) yerle tirilmi tir. Bu
merkez çevresinde nüfus zamanla artmı ve Uzunköprü kasabası ortaya çıkmı -
tır. Burada 1456 yılında 431 hane vardı. Bir ba ka örnek, Hersek Ahmet Pa-
a’nın Istanbul- am yolu üzerinde zmit Körfezi’nden sonraki ilk durakta yaptır-
dı ı imârettir. Burası sonradan, Hersek kasabası olarak geli mi tir.
Ucbeyleri, 14. ve 15. yüzyıllarda sınırda ve fethettikleri topraklarda benzeri
kurumlar yaratmı lar, bu yerler zamanla Osmanlı kültür ve yönetim merkezleri-
nin çekirde i olmu tur. Örne in, Saraybosna kenti, ucbeyi sa Bey'in vakfetti i
imâretin etrafında geli mi , Minnet Bey’in Sofya-Edime yolu üzerinde yapurdı ı
imâret ise, Bulgaristan'ın en önemli ticaret kentlerinden biri olan Tatar Pazarcı-
ı’nın çekirde i olmu tur. Orta Avrupa’ya giden askerî yol üzerindeki bu kentte,
vezir-i âzam brahim Pa a, Evliya Çelebi’ye göre kente bir hisar gibi hâkim olan,
büyük bir kervansaray yaptırmı tır. Burada iki yüz oda ve önemli ki ilerin aileleri
ile kalabilece i seksen daire vardı. Odalar, büyük bir a açla gölgelenen bir avlu
çevresindeydi; ortasında havuz olan dı avlu ise be ya da altı bin at alabiliyordu.
Hizmet görenler, Müslüman ve gayrimüslim yolculan gece gündüz kabul edip
a ırlarlar, günbatımından sonra her yolcuya bir tas çorba, bir somun ekmek ve
bir mum, her ata da bir torba yulaf verirlerdi. Ak am namazından sonra kervan-
sarayın davulu çalınır ve kapılar kapanırdı. Her sabah kapılar yeniden açılmadan
153
UoMANLI IMKAHAIUHLUUU: KLAS K VALı ^ÖVV- IOUUJ

önce hancı, geceyi orda geçirenlere bir ey kaybedip etmediklerini sorardı. Bunu
sorm adan kapılan açmı sa, bütün kayıplardan sorumlu olur ve ödemek zorunda
kalırdı.
Mukaddes Roma German imparatorunun elçisi Busbecq, 1555’te bir at ara-
basıyla stanbul’a gelmi ve bize Ni ’teki kervansarayın bir betimlemesini bırak-
mı tır: “Burada gizli yapılan hiçbir ey yok; her ey açık burada, herkes birbirinin
ne yaptı ını görebiliyor", diye ikâyet eder. Fakat elçi, handaki daireleri be en-
mi tir. çlerinde kalınacak ayn daireler var. Herkes kabul ediliyor; Hıristiyan, Ya-
hudi, zengin, yoksul, herkese açık bu odalar. Yolculuk ettiklerinde Bashaws (pa-
alar) ve Sanziacs (sancakbeyleri) bile bu odalarda kalıyor. Dairemde kendimi bir
prens sarayındaymı gibi rahat hissettim".
Fâtih Sultan Mehmet, vakfiyesinde, vakfetti i handa kalan bütün yolculara
iyi muamele edilmesini ve bütün ihtiyaçlannın görülmesini istemi tir. Hanlar, yal-
nız üç gün parasız yemek ve oda verirdi; daha sonra yolcunun gitmesi gerekirdi.
Büyük ana yollar boyunca düzenli aralıklarla in a edilmi olan bu kurumlar,
Osmanlı uygarlı ının yayılma alanına tanıklık ederler. Osmanlı döneminde yalnız
Bosna-Hersek’te, 232 han, on sekiz kervansaray, otuz iki misafirhane, on bedes-
ten ve kırk iki köprü in a edilmi tir. Bu köprüler arasında, 1566’da yapılmı Mos-
tar Köprüsü, 1550 dolaylarında yapılmı , Saraybosna'daki Koca (Kozja) köprü ile
Tirebinye Köprüsü gibi mimarlık ba yapıdan da vardır.
A na yol boyunca kuyu, çe me, mescit ve ufak misafirhaneler gibi hanlardan
daha gösteri siz yapılar da in a edilmi tir. Bunlan, gene dinî vakıflar olarak, ge-
nellikle yerel hayırseverler yaptınrdı. Böylece yolculann, stanbul’dan am’a, Er-
zurum ’a veya Belgrat'a giden yollar boyunca bütün ihtiyaçlan, genellikle parasız
sa lanırdı.
Kimi pa alar, bu tür kurum lar yapm akta fazla gayret göstermi tir. Vezir-i
âzam M ahm ut Pa a 1637'de azledildi i zaman, gereksiz ve halka yük olan h an -
lar yapm akla suçlanmı tır.
Bu vakıflann kurulmasında önemli bir etmen de temlik kurumu, yani sulta-
nın önemli ki ilere özel mülk hakkı ba ı laması idi. Buna göre, devlet adam lan ya
da saray kadınlan sultana hayırlı bir giri im tasla ı ile ba vurur; sultan kendileri-
ne, kimi durum larda birkaç köy de içerebilen geni bir arazi parçasını özel mülk
olarak ba ı lardı. Daha sonra bu ki iler, bunlan kurduklan hayır tesislerine ba ı -
larlar, böylelikle yalnız öbür dünyada kendi selâmederini de il, vakıf mütevellisi
olarak atadıkları aileleri ve torunlan için de sürekli ve emin bir geçim yolu sa la-
m ı olurlardı. Osmanlı ileri gelenlerinin ikinci ve üçüncü ku aktan torunlan, vakıf
m ütevellileri olarak refah içinde bir emeklilik ya ar ve bir tür toprak a alan sınıfı

154
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

olu tururdu. Bu “evlâdiye" vakıflarda mütevelli, gelirin yüzde onunu kendisi için
alıkoyar, hamam, han ve dükkânlann kiralanmasında bir hisse alırdı.
Kervansaray ve bedestenler e kıyalara kar ı sa lam, kale gibi binalardı.
Busbecq, Budin ve Belgrat arasındaki karayolundan, "hayduk denen” e kıya
korkusuyla geçmemi tir. E kıyanın, gönderilen devlet hâzinelerini çaldı ını
gösteren yı ınla örnek vardır. Durum, 16. yüzyılda, o kadar kötü de ildi; ama
17. yüzyılda silâhlı büyük e kıya çetelerine kar ı nöbetçi asker ço u kez etkisiz
kalıyordu. 1647 dolaylarında Eski ehir yakınlarındaki da lık bölgede Kara
Haydaro lu denen bir e kıya, ran, am ve zmir’den stanbul'a gelen kervanla-
rı basm aya koyulmu ve zorlukla alt edilebilmi tir. 17. yüzyıl ortalarında bir
Hıristiyan e kıya grubu, be yüz ki iyle Manastır bedestenini basmı ve hiçbir
direnmeyle kar ıla mamı tır.
Devlet bu yüzden, zaviyeler kurarak, da ve su geçitleriyle köprü yakınlan-
na derbentçiler, yani silâhlı geçit bekçileri yerle tirerek yollarda güvenlik tedbirle-
ri almak zorunda kalmı tır. Kamu güvenli inden ve belli bir yol ya da köprünün
bakımından ço u kez bütün bir köyün nüfusu sorumlu olur, kar ılı ında bir takım
vergilerden muaf tutulurdu. Derbentçiler kaçarlarsa zorla geri getirilirdi. Devlet,
16. yüzyılda Anadolu’da 2.288, Do u Balkanlar’da ise 1.906 köylü ailesini der-
bentçi atamı tı. Zaviyeler ise, özellikle yolculann rahat ve güvenli i ile ilgilenen
konuk evleri görevini yüklenirdi.
Zaviyeler, Osmanlı mparatorlu u’nda, özellikle en erken dönemde önemli
bir rol oynadıklan gibi, imâretler için bir ilkömek olu turmu lardır. Zaviye, kent-
lerde, daha çok uzak ve ıssız yol ve geçitlerde yolculan barındırmak için bir eyh
ya da dervi in kurdu u bir hayır kurumudur. Zaviye kuran eyh, hükümdârdan
özel mülk olarak küçük bir toprak parçası alır, etrafına toplanmı dervi lerle top-
ra ı i leyerek, kendilerine bir ya am sa ladıklan gibi zaviyenin giderlerini kar ı-
larlardı. Öteki dinî vakıfların mütevellileri gibi eyh ve torunlan zaviyelerin ırsî
yöneticileriydi.
Osmanlılann erken döneminde zaviyeler, Türk göçmenlerini sınırda ve fethe-
dilen alanlarda yerle tirmekte önemli rol oynamı lardır. Dervi ya da dervi kılı ı-
na girmi yoksul göçmenler, yeni fethedilmi bir alana gelir, bir parça toprak se-
çer, bir de zaviye kurarak sultandan bu topra ın zaviyenin vakfı oldu unu onay-
layan bir belge elde ederdi. Zaviye üyeleri vergiden m uaf olduklan için topraklan-
na yeni göçmenler akın eder ve orası bir Türk köyünün çekirde i olurdu. Topra ı
i lemede, ürünün sarf edilmesinde zaviyedekiler hep ortakla a hareket ederler, i -
tirakçi bir cemaat olu tururlardı. 14. yüzyılda Batı Anadolu ve Balkanlar'da kuru-
lan Türk köylerinin ço u böyle kurulmu tur. Zav iyeler, yalnız gelip geçen yolcu-
155
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

lara hizmet etmez, aynı zamanda yeni gelen göçmenler, hatta gâzîler için bir sı ı-
nak olurdu.
Zaviyeleri kuran eyhler çe itli tarikadardan idi; ancak ço u fütüvvet kural-
lanna göre ahî denilen karde , yârân birlikleri halinde örgütlenmi lerdir. Yeni fet-
hedilen Batı Anadolu ve Trakya’da ahiler yüzlerce zaviye kurmu lardır8. 1334’te
Anadolu'yu ziyaret eden lbn Battuta'nın canlı bir tanımını yaptı ı ahîlik, dinî bir
tarikat olmaktan çok toplumsal bir örgüttü9:

Bunlar (ahiler) Rum Türkmenlerinin bütün illerinde, her bölge, kent ve


köyde bulunurlar. Dünyanın hiçbir yerinde yabancılara konukseverlikte,
yemek ikram etmek ve ihtiyaçlan görmekte, zalimlerin elini kırmakta ve po-
lis ajanlarını ve onlarla i birli i yapan gaddarlan öldürmekte onların e i
yoktur. Kendi tanımlamalanna göre ahî, aynı i kolunda çalı anların, evlen-
memi bekâr gençlerin kendilerine önder olmak üzere seçtikleri bir adamdır.
Ahî, bir zaviye kurar ve kilim, kandil ve gerekli ba ka e yayla dö er. Arka-
da ları, geçimlerini kazanmak için gündüz çalı ır, ikindi namazından sonra
kazançlarını ona getirir ve bununla meyva, yiyecek ve zaviyede tüketim
için gerekli ba ka eyler satın alırlar. Kasabaya gündüzün bir yabancı gele-
cek olursa onu yanlarında konuk ederler10.

Osmanlı imparatorlu u güçlü, merkezî bir devlet olarak geli ince, zaviye-
lerin ço unu kaldırmı tır-, çünkü, 16. yüzyıla gelindi inde ço u, hâlâ vergi
m uafiyetinden yararlanırken, gerçek i levlerini yitirmi ti. Vakıf olduklan sürece
de devlet onlann topraklanın malî ve askerî maksatlarla kullanamazdı. Dolayısıy-
la devlet, özellikle Fâtih döneminde yol üstünde olmayan ve yolculara hizmet
vermeyen zaviyelerle gelirlerini hayır i lerinde kullanmayan vakıf ve zaviyeleri
ortadan kaldırmı , topraklarını tımarlı sipahilere vermi tir. 1530’da 623, 16. yüz-
yıl ortalannda Küçük Asya’da bin yüz kadar zaviye vardı. I. Süleyman, ran sa-
va lannda harap olmu köyleri canlandırmak için Erzurum yolu üzerinde zaviye-
ler kurulmasına izin vermi tir.

Kentli nüfus, loncalar ve tüccarlar

Geleneksel Ortado u toplum kavramı, çiftçi, tüccar ve zanaatkarlan üç üreti-


ci sınıf olarak kabul eder. Kentli nüfusu son iki grup olu turur, toplumsal sınıflan-
dırmanın alt basama ında zanaatkarlar bulunurdu. Sultanın emrine göre, her sı-

156
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR

nıf üyeleri mevkilerini gösteren elbiseler giymek zorundaydı; üst sınıflann giydi i
lüks elbiseleri ise, zanaatkâr ve dükkân sahiplerinin giymeleri olanaksızdı.
mparatorlu un kentli nüfusu da, köy nüfusu gibi, Müslüman ve gayrimüs-
lim olarak iki sınıfa aynlmı ti; ancak bu, eriatın koydu u bir sınıflandırmadır ve
toplumdaki gerçek toplumsal ve ekonomik ayrılıklan yansıtmaz. Müslüman ve
gayrimüslim tüccarlarla zanaatkârlar gerçekte aynı sınıftandılar ve hepsinin hak-
lan aynıydı. Zengin Yahudi, Rum ve Ermeni tüccarlar Müslümanlar gibi giyinir,
ata biner ve davranırdı. Sultan zaman zaman gayrimüslimlerin Müslümanlarla
aynı biçimde giyinmelerini, köle edinmelerini ya da ata binmelerini yasaklayan
yasalar çıkararak eriatın ko ullannı yerine getirmek isterdi, ama bu fermanlar et-
kisiz kalırdı. Kimi zaman lonca mensubu Müslümanlar, eriat uyannca gayrimüs-
limlere kar ı aynmcılık yapmaya kalkardı, ama bu davranı genellikle ekonomik
rekabet güdülerinden kaynaklanmı tır.
ya amı dı ında mahallede, de i ik dinde olanlar kentin ayn bölgelerinde,
kilise veya sinagoglan etrafında kendi din önderlerinin ba kanlı ında ya arlardı.
Osmanlı kentlerinde her zaman, birbirinden ayn Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi
mahalleleri olmu tur; Çingenelerin de, dinleri ne olursa olsun, ayn cemaat olarak
kendi mahalleleri olurdu. Her Müslüman mahallesinde, toplulu un dinî ba kam
olarak bir imamı, dünyevî temsilcisi olarak da bir kethüdası olurdu. Gayrimüslim
semtlerde papazlar ve hahamlar aynı i levi görerek devlet katında toplulu u tem-
sil ederlerdi. Bu durum, Müslümanlarla gayrimüslimler arasında iyi ili kiler kurul-
masını engellemezdi. Müslüman erkekler gayrimüslim kadınlarla, kadın dinini de-
i tirmek zorunda kalmaksızın, evlenirlerdi; ancak, çocuklar Müslüman olmak
zorundaydı.
Esnaf, yani meslek lonca örgütleri, Osmanlı kenderinde ekonomik ya amın
varlık nedeni olup lonca üyeleri ehirdeki nüfusun büyük bölümünü olu tururdu.
slâm dünyasında loncalann kökeni hâlâ karanlıktır11. Ancak, slâm ve Ortaça
Avrupa lonca sistemleri arasında büyük bir benzerlik görülür. Genellikle kabul
gören kuram, Greko-Romen dünyası loncalannın slâm yönetimi altında süregel-
di ini, ancak 10. yüzyılda bütünüyle slâmî bir özellik kazandı ını ileri sürer. Bu
yüzyılda Abbasî halifelerinin yönetimine kar ı dinî, toplumsal ve politik bir hare-
ket olarak ortaya çıkan Karmatîler, loncalan bu mücadele sırasında örgüüediler.
Böylece, slâmî loncalar, meslek örgüüeri oldu u kadar Karman gençlik örgüüeri
niteli inde idiler. 13. yüzyılda tarikatlar, özellikle deJiitüvvec kurallan loncalar
üzerinde büyük etki yapmı tır. Büyük kenüerde genç, evlenmemi erkeklerin (fe-
tâ, yi it) kurdu u fütüvvet dernekleri, Roma imparatorlu u gençlik örgüderini
andınr. Fütüvvet ahlâkına göre "insan-i kâmil", cömert, özverili, disiplinli, bü-
157
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

yüklerine kar ı itaatkâr ve dengeli olan bir ki idir. Böyle bir örgüte kabul edilmek,
simgesel bir törenle gerçekle ir; bunun ardından örgüte girene fütüvvet ahlâkı
a ılanırdı. Bu hareket, 13. ve 14. yüzyıllar boyunca “ahîlik" adıyla Anadolu top-
lum unun en göze çarpan ö esi olmu tur. Her meslek grubuna mensup bekâr
gençler, fetâ veya yi it adıyla kendi aralanndan seçtikleri bir ahînin önderli inde,
fütüvvet ilkelerine göre örgütlenirdi. Bu dönem Anadolu’sunda güçlü bir merkezî
iktidar olmadı ından, ahîler kentlerde birtakım kamu hizmetlerini de üzerlerine
almı lar ve politik bir güç olmu lardır. slâmî loncalar gerçekte, ba langıçtan beri,
egemen askerî ve yönetici sınıfa kar ı halkı temsil etmi tir.
Ahîler, erken dönem Osmanlı devlet ve toplumunda önemli bir rol oynamı ,
ancak mutlakiyet ve merkeziyetçili in artması sonucu devlet bunlan gitgide kendi
denetimi altına almı tır. Ahîlik, kentlerde sadece bir esnaf loncası örgütüne dö-
nü mü , fakat fütüvvet ahlâkı esnaf loncalannda devam etmi tir. çinin ustaya
mutlak itaatim isteyen fütüvvet ahlâkı, lonca sisteminin temel i levini ifade eder.
Kentlerde en kalabalık ve a a ı görülen debba hane (tabakhane) i çilerinin ba ı,
13. yüzyılda Kır ehri’nde ya ayan Ahî Evran, asıl adıyla Nasîreddin Mahmut'tur.
Onun yerine geçenler, Osmanlı devrinde her ehirde ahî seçilen ustaya ahîlik icâ-
zetnâmesi gönderirdi.
Osmanlı loncalannı devletin yaratıp denetledi ini, ya da loncalann toplumsal
olarak ayn mamı topluluklar olduklannı söylemek abartılı olur12. Ortado u top-
lumunda ülküleri ve çıkarlan ortak gruplar, en eski zamanlardan beri belli bir ör-
ne e göre örgütlenegelmi lerdir. Saray, ordu, medrese, tarikat ve lonca örgütlerin-
de hep bu örnek ve aynı terimler görülür. Böyle örgütlenmi bir grubun en önem-
li üyesi genellikle grubu dı dünyada temsil eden ve dı i lerini yöneten ki i olup,
unvanı OsmanlIlarda "kethüdâ", Araplarda " eyh” ve 13. ve 14. yüzyıl Anado-
lu'sunda “ahî" idi. Loncalarda zanaatkârlann ustalan, lonca kurallanm uygulaya-
bilecek ve kendileri adına hükümete ba vurabilecek üyelerden birini kethüdâ se-
çerdi. Kethüdâsı olmayan bir lonca ba ımsız sayılmadı ından, bu seçim ola a-
nüstü bir önem ta ırdı. Bir loncaya ba lı bir bölüm zanaatkâr aynlıp farklı olarak
örgütlenmek istediklerinde, aralanndan bir kethüdâ seçerek kadıya ba vururlar, o
da kendilerini ba ımsız bir lonca olarak kayda geçirirdi. Usta üyeler, isterlerse
kethüdâyı azledebilirler, yeni birinin seçilmesine devletin kan ması halinde hep
birden direnirlerdi. Vali ya da kadılann onlara dayatmak istedi i kethüdâlan red-
dettiklerine ili kin oldukça çok belge vardır; gerçekte merkezî devlet, loncalann
özerkli ine genellikle saygı göstermek zorunlulu unu duymu tur.
Söz konusu topluluklar, örgütleri ve temel kurallan için dinî ve manevî bir
dayanak aramı tır; bu yüzden her meslek loncasının ba ında bu manevî ve dinî

158
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

yetkiyi temsil eden \Aı eyh bulunurdu. Arap ülkelerinde eyh, loncanın ba yöne-
ticisi oluyordu; Rumeli ve Anadolu'da ise yalnızca manevî bir önder konumunda
idi. eyh, çıraklık ve ustalık törenlerine ba kanlık ederek ve loncada cezalan bildi-
rip uygulayarak loncalarda önemli bir rol oynamı tır. eyh, hepsi de fütüvvet ah-
lâkını iyi bilen deneyimli lonca ustaları arasından seçilirdi. eyhin yanında tören-
leri yöneten bir yardımcı, nakîb olurdu. Devlet loncalarla ili kiyi, loncanın vergi
borcunu toplayıp devlete teslim eden kethüdâ aracılı ı ile sa lardı.
Bir kentte lonca kethüdâlarının üzerinde, bütün lonca sorunlannın danı ıldı ı
ve kentin di eri ileri gelenleriyle birlikte kenti devlet katında temsil eden bir ehir
kethüdası bulunurdu. Önemli bir ba ka lonca üyesi de, loncanın içi lerini yöneten
görevli, yi itba ı idi. O da ya lı ve deneyimli ustalar arasından seçilir ve kethüdâ,
görevinin ba ında de ilken, onun yerini alırdı. Pazardan hammaddeyi o satın alıp
ustalara da ıtır, üretilen malların lonca kurallanna uyup uymadı ını denetler ve
di er loncalara ya da dükkânlara da ıtımını sa lardı. Birisi, lonca kurallannı çi -
nemi se, bunu eyhe bildirmek veya birisi ustalı a terfi etmek istiyorsa gene ey-
he ya da kethüdâya haber vermek onun görevi idi. Kimi loncalarda aynı i leri yi-
itba ının yardımcısı yapardı. Her lonca, ustalar arasından aynca bir ya da iki
ehl-i hibre seçerdi. Mesle in inceliklerini iyi bilen bu uzmanlar, mallann niteli i
üzerine fikirlerini bildirir, fiyat anla mazlıklannı çözüme kavu turur, pazar fiyatı-
nı belirlemekte yardım eder ve i çileri seçerlerdi. Bu uzmanların seçimleri, özellik-
le ipek dokumacılı ı gibi ince mesleklerde önemli idi. Ehl-i hibre, kimi loncalarda
kethüdâ ve yi itba ınm bazı görevlerini de üstlenmi tir.
Büyük ve geli mi loncalarda bu altı ki i “altılar" denen bir kurul olu turur-
du, ama loncalara ili kin belgelerin ço unda ancak eyh, kethüdâ ya da yi itba ı-
nın adlan geçer. Bu görevliler, ustalar arasından seçimle çıkardı ama seçim yönte-
mi açık olarak bilinmiyor. Görüldü ü kadanyla, adaylar arasından seçim oybirli i
ile oluyor, seçimi kazanana kar ı bir itiraz yoksa ustalar kadının huzuruna çıka-
rak seçim sonucunu kadının resmi kaydına geçirtiyordu.
Osmanlı loncalan, de i mez hüküm ve kurallara uymak zonanda idi. Yüzyıl-
lar boyunca geli mi genel yasa, ilke ve törenlerin birço u, fütüvvet risalelerine,
lonca yönetmeli ine ve fermanlara geçmi tir. Lonca üyeleri, her yeni kural üze-
rinde tartı ır, karar verir ve bunlar kadının kayıtlanna geçerdi. Kararlar ancak ka-
yıttan sonra yasal olarak geçerli sayılırdı. Bunlara ek olarak bir de, lonca ustala-
rıyla devlet temsilcileri arasındaki görü me sonucu kararla tırılan ve sultanın
onayladı ı ihtisab düzenlemeleri, yani fiyat ve kalite belirleme i i vardır. 16. yüz-
yılda Bursa, Edirne ve stanbul’da mal kalite ve fıyatlannı tespit eden ihtisab ka-
nûnnâmeleri çıkanlmı tır. Fakat genelde Devlet, lonca örgütlerinin i lerine ancak

159
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

vergileri (ihtisab resmi) ve kalite ve fiyat belirleyen ihtisab yasalarının uygulan-


masını güvence altına almak için kan ırdı.
Ihtisap eski bir slâm âdetidir. Ortado u devleti, halkı haksızlıklardan koru-
mayı ve ikâyetlerine çare bulmayı en önemli görevlerinden sayardı. Kur'an, s-
lâm cemaatinin menfaati için siyasî otoritenin, genel olarak kabul edilen toplum-
sal ölçü ve yasaklan faal olarak desteklemesini buyurur. Bunlar dinî hukukun,
hisbe ya da ihtisab ba lı ı altında toplanmı bölümünü olu turur ve bunlan uygu-
lam ak halifenin görevlerinden biridir. Hisbe, uygulamada, pazarlarda adâletli fi-
yatlar belirleyip tartılan ve mallann kalitesini denetleyerek, sahtekârlık ve yolsuz-
lu u önlemeyi amaçlar. Ortado u devletlerinde çok eskiden beri geçerli olan fiyat
denetimi ve tartı-ölçü tefti yöntemleri, bu ekilde hisbe adı altında eriat kapsa-
mına alınmı tır.
Osmanlı devleti, ihtisab kurallannı titizlikle uygular; loncalann ba lı oldu u
ihtisab yasalannı, her yeni sultanın tahta çıkı ında yeniden gözden geçirirdi. Dev-
let bütün tartı ve ölçüleri tefti eder ve muhtesib, yani ihtisab kurallannı uygula-
y an görevli, bu yasalann uygulanmasını sa lamak için çar ılan sürekli dola ır,
yasalan çi neyenleri yöre kadısının huzuruna çıkanr ve kadının karanyla onlan
kırbaçlatır ya da para cezasıyla cezalandınrdı. Kereste, çini ve kuma gibi belli
mallan, de erlerine göre damgalar ve damgasız mallann satımını yasaklardı. Belli
bir yöntem e göre saptanan pazar fiyatlannı yerel kadı ve muhtesibin düzenleme
yetkisi vardı. Toplulu un önde gelen üyeleri ve loncalann ehl-i hibreleri kadının
huzurunda toplanır, hammaddelerin miktar ve kalitesini belirler, emek ücretini
ekler ve yüzde on, uzman bir i gücü kullanılmı sa, en çok yüzde yirmi dolayla-
rında bir kâr vererek pazar fiyatını saptarlardı. stanbul pazar fiyatlannı, bazen
sultanın kendisi tefti ederdi.
Fiyatlan denetlem ek, yolsuzlu u önlem ek ve pazar vergilerini toplam ak
m aksadıyla devlet, hammaddenin ve i lenmi mallann belli pazarlarda satımı için
birtakım ko ullar koymu tur. Kent çar ılanna gelen mallar, kontrol için kente bel-
li kapılardan girmek zorundaydı; özel çar ı, kapan ya da kervansaraylara götürü-
lerek görev ba ındaki memurlann gözetiminde satılırdı. Mallan ehir dı ında alıp
sonra halka ihtikârla pazar fiyatı üstünde satanlar da olurdu. De erli malların
devlet denetimindeki simsar ve dellâllar eliyle satılması mutlak bir zorunluluktu.
M allann satı izni, lonca temsilcileri önünde kapanda kantarla tartılıp miktarlan-
n a göre vergilendirildikten sonra çıkardı. Lonca temsilcileri kethüdâyla yi itba ı,
m al y a da ham m addeleri oradan alıp gelerek lonca ustaları arasında da ıtırdı.
Devlet, lonca ustalanndan her dükkân için belirli bir vergiyle bazı mamul madde-
lerden ba ka bir vergi alırdı. Bir de, pazarda satılan mallardan parça veya yük ba-

160
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR

ına ya da tartıya göre alınan bâc, satı resmi vardı. Bu vergilerin oranları, her
sanca ın kent ve pazarları için ayrı kanunnâmeler, Bâc-ı Pazar kanunnâmeleri
tarafından belirlenirdi. Loncaların belli çar ılarda toplanmı olması ve mallannın
belirli zamanlarda satılıyor olması devletin bu vergileri toplamasını kolayla tınrdı.
Esnaf, vergiden kaçmak için da ılmı larsa, devlet görevlilerinin onlan belli bir pa-
zar yerine zorla getirdi i de olurdu.
Devlet, lonca örgütlerine yalnızca hâzinenin ya da halkın çıkarlannı koru-
mak için karı ır, loncanın iç faaliyetine müdahale etmezdi. Ancak, loncanın ba-
ındakiler, devletin kontrolünü tanırdı. Loncalann bütün seçim ve kararlannı kadı
kaydederdi. Lonca üyeleri kendi aralanndaki anla mazlıklan çözemez, ya da lon-
ca kurallanm çi neyenleri kendileri cezalandıramazlarsa, davayı devlet yetkilileri
önüne getirirlerdi; önce kadıya danı ır, o sorunu çözemezse ba kentteki Divân-i
Hümâyûna çıkabilirlerdi.
Devlet, geleneksel lonca kurallannın korunmasına genellikle önem vermi tir.
Güçlü merkeziyetçi Osmanlı devleti ortaya çıkmadan önce loncalar, çok daha öz-
gür ve güçlü idi. 13. yüzyıl sonlanyla 14. yüzyıl ba lannda Anadolu’da güçlü bir
yönetim yoktu; bn Battuta'nın da gözlemledi i gibi, büyük kentlerde etkili lonca-
lann ba ındaki ahiler büyük güç ve etki sahibi idiler. Bu ça da lonca üyeleri silâh
ta ır, huzursuzluk çıkaranlan cezalandınrlardı. Aynca, lonca, yalnızca ekonomik
bir kurum de il, güçlü toplumsal ba larla ba lı, futüvvetin dinî ve mistik kuralla-
nna saygılı ve geleneklerini temsil eden bir pîre ba lılık gösteren sosyal bir örgüt-
tü. Osmanlı döneminde ahînin yerini kethüdâ alınca, loncanın dinî do ası da za-
yıfladı. Lonca görevlileri, kendi yetkilerini korumak için, devleti lonca i lerinde
gitgide artan bir rol almaya te vik etmeye ba ladılar. Seçilmeleri üzerine vali ya
da sultandan bir resmî berat almalan da âdetten oldu. Böylece, kendi iktidarlannı
lonca içinde güçlendirerek, devlet deste i ile, maddî çıkarlanmn ba lı oldu u lon-
ca sistemini tehdit eden yeni akımlann önünü kesmeyi becermi lerdir.
Memlûkler gibi Osmanlılar da, hemen her zam an kıdemli lonca ustalarını
desteklemi ve geleneksel lonca yapısını koruma yollannı aramı tır. Bu tutucu
politika, herhangi bir yenili in toplumu karga a ve anar iye itece i, sonuç olarak
da devlet hâzinesinin gelir kaynaklannı yitirece i fikrinden ileri geliyordu. Lonca
ustalan, devletin kendi lehlerine hareket etmesini istedikleri zaman, devletle ili -
kilerinde bu noktalarda dikkatli davranırdı. darî ve askerî çıkarlar da, mallann fi-
yat ve kalitesinde istikrar gerektiriyordu. Bu tutucu politika, reformcu Osmanlı
devlet adamlannın liberal Avrupa fikirlerini benimsedi i 19. yüzyıla kadar sür-
mü tür. Ortado u ekonomisinin lonca sisteminin kısıtlayıcı kurallanndan kopma-
sını ve güçlü bir Osmanlı burjuvazisinin geli mesini önleyen de bu tutuculuk idi.

161
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

19. yüzyılda, Avrupa yapımı malların ithali, lonca etkinlik alanını sınırlamı ,
1840’tan sonra da, Avrupa endüstri kapitalizmi kar ısında loncalar ekonomik
olarak yıkılmı tır.
Lonca sistemi, ekonomik bakımdan arz ve talep kuralının gereklerini, belli
güçlükler kar ısında yerine getirme çabasıdır. Lonca temsilcileri hammaddeleri
pazardan sabit bir fiyatla toptan alır, ustalara da ıtırdı; çünkü modern döneme
kadarki ula ım sisteminin ilkelli i yüzünden bu mallara sınırlı miktarda ula ılabi-
liyordu. Hammaddelerin, ba kalannın ya da firsatçılann ellerine dü meden, ilgili
loncalara uygun bir fiyatla ula ması ve lonca ustalan arasında hiçbirini i siz bı-
rakmayacak biçimde da ıtılması gerekiyordu. Lonca örgütünün varlı ının ba lıca
sebebi buydu. Hammadde kıtlı ı Osmanlı kentlerinde sık sık fıyatlann yükselme-
sine ve i sizli e neden olarak ciddî bir ekonomik sorun yaratırdı. Bu kıtlıklar, istif-
çilik ve vurgunculuktan, kimi zanaatkârlann fazla ham madde satın alma çabala-
nndan, aynı maddeye ba ka bir loncanın ilgi göstermesinden ya da ba ka bir böl-
ge veya ülkenin daha yüksek fiyat sunan tüccarlannca satın alınmasından çıka-
bilirdi. Loncalar, devlet denetiminin, bu durumlardan ilkiyle sonuncusunu önle-
mesini ister, sultan vurgunculu u cezalandıran ve yabancı tüccarlara pazardan
mal alma iznini ancak yerel halk alı veri ini yaptıktan sonra veren emirler çıka-
nrdı. Birtakım önemli hammaddenin ihracını, devlet bazen bütünüyle yasaklardı.
Kendi aralanndaki rekabetten do an ikinci ve üçüncü durumlan önlemek için lon-
calann tek yapabilecekleri ey ise, hammaddeyi toptan alacak biçimde örgütlen-
mek ve âdil da ıtım yapmaktı. Loncalar sultandan, hammaddenin yabancı ellere
dü mesini engelleyecek ve kendilerine üretim tekeli verecek bir ferman elde etme-
ye çalı ırlardı.
Ancak sınırlı miktarda ham madde olması, dükkân ve atölye sayısını kısma-
yı da gerektiriyordu. çi, özellikle de uzman zanaatkâr darlı ı oldu undan, lonca
görevlileri i gücü da ılımını da denetlerdi. Örne in, Bursa kadife dokuma i çileri,
haftanın belli bir gününde belli bir yerde toplanır, ehl-i hibre onlan ustalara tak-
sim ederdi; bu sistemin amacı, nitelikli i çi bulmak ve ustalar arasında i çi yüzün-
den rekabeti önlemekti.
Lonca yapısını belirleyen ikinci bir ekonomik etmen de pazann sınırlı olması
idi. Ekonomik sistemin geli memi olması ve ula ımın ilkelli i, kasaba ve küçük
kent loncalannın ancak kent ve çevresindeki köylerden olu an sınırlı bir yerel pa-
zar için çalı ması demekti; üstelik, 15. yüzyılda Osmanlı kentlerinin ço u küçük
kentlerdi.
Üretimi sınırlı bir pazara göre düzenleme zorunlulu u, loncalann birtakım
özelliklerini belirlemi tir. Böylece, üretime getirilen zorunlu sınırlama bir loncanın

162
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR

dükkân ve atölye sayısında kısıtlamaya yol açıyor, ikinci olarak da pazarın ya-
bancılardan korunması zorunlu oluyordu. Sınırlı bir alan için üretim kontrol altın-
da olmak zorunda idi; fazla üretim ucuzlu a neden olaca ından esnaf için zararlı
idi. Az üretim ise, fiyatları artıraca ından halk için olumsuzdu. Böylece lonca sis-
temi, kasaba pazan ko ullarının bir gere i idi. Arz ve talep bu tarz bir ekonomide
kontrol altında idi. Dolayısıyla devlet, her kentte ya da iyice belirtilmi bir alan
içinde her loncaya tekel verirdi; bundan ba ka, her lonca ustasının kendi ürünle-
rini bu sınırlı alanda satabilmesi gerekti inden lonca içerisinde bir rekabet ola-
mazdı. Rekabetin önlenmesi için, yapılan mallann çok iyi belirlenmi ölçülere uy-
ması gerekirdi. Üretim yöntemleri, hammadde türleri, aletler ve atölye biçimleri
belli bir düzene sokulmu tu; ehl-i hibre ve yi itba ı üretimi sürekli denetlerdi;
ürünler pazara gönderilmeden önce titizlikle gözden geçirilirdi. Sonrasında da
mallar, ancak belli çar ı ve dükkânlarda satılabilirdi; kimi loncalarda ise, mallan
yi itba ı ya da kethüdâ toptan satardı.
Üretim ve pazar arasında dengeyi korumak için kendi dükkânlarını açma
hakkı, yalnız ehliyetli ustalara verilirdi. Bu, biraz lonca geleneklerinin biraz da
yerle ik ustaların çıkarlannın korundu u bir durumdur. Usta olmak, hele ba ım-
sız bir dükkân açmak oldukça güçtü. Adaylar, deney ve hüner kazanmakla geçi-
rilmi üç-be yıllık bir dönemden sonra ustalık elde edebilirlerdi. Ustalar önünde
sınavdan geçerler ve eyhin kendilerine ustalık simgesi olan bir pe temal ku attı-
ı bir törenle usta olurlardı. Adaylann çıraklık dönemi, fütüvvet simgeleri ve reto-
ri i altında, sıkı bir disiplin ve perhiz dönemi idi. Fütüvvet, çıra a, mutlak itaat,
alçakgönüllülük ve zenginli i küçümseme, açgözlülük ve rekabete en çirkin ahlâ-
kî kusurlar olarak bakmayı ö retirdi. Yeni kabul edilmi bir ustaya alet-edevat ve
kıdemli ustalann denetiminde bir atölye verilirdi. Loncalardaki yeni ustalann ço-
u, dükkân açacak sermaye yoklu undan, eski üyelerin yanında kalfa olarak ça-
lı ır ya da ba kalanyla ortaklık kurardı.
Bu sıkı yapıya kar ın daha 15. yüzyılda Osmanlı loncalan arasında toplum-
sal ve ekonomik farklılıklar vardı, örne in, Bursa kadife dokuyuculan arasında
tezgâh ve dükkâna sahip olanlarla onlar için çalı anlar arasında bir aynm vardı.
Bazı i yeri sahiplerinin elli kadar tezgâhı vardı; bu 2.500-3.000 altın dükalık bir
sermaye yatınmı demekti. Ancak, kadife dokuyuculan dı pazarlar için de erli do-
kumalar üreten geli mi bir lonca olu turuyordu. Debba lar gibi daha geleneksel
loncalarda ise, usta yeterince zenginle ir ve ba ımsız olursa, loncadan aynlmak
zorunda kalır ve tüccar sayılırdı.
stanbul, Bursa, Selânik ya da Edirne gibi büyük Osmanlı kentlerindeki lon-
calarda, özellikle de dı pazar için üreten birçok loncada, kapitalist giri imcilere
163
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

dönü mü lonca üyeleriyle çalı tırdıklan i çiler arasında büyüyen bir toplumsal
ve ekonomik farklıla ma ortaya çıkmı tır. Bu büyük kentlerde artan talep sebe-
biyle lonca üretimi hızla artıyordu, örne in, stanbul’da kanunen yüz tane olması
gereken kemha atölyelerinin sayısı 1564'te 318’e çıkmı tı ve sultanın çıkardı ı
fermanlar bile bunu resmî rakama indiremiyordu. 16. yüzyıl Osmanlı mparator-
lu u kent nüfusunda ortalama yüzde 80 artı olmu , dolayısıyla lonca ürünleri
için pazar büyümü tü. Bu geli me, loncadaki ücretli usta ve kalfalann i ine yara-
yan bir durum yaratmı , bunlan ba ımsız giri imlere atılmaya te vik etmi ; pek
ço u kentin uzak semtlerinde dükkân açıp üretime geçmi ti. Lonca önderleri bun-
larla, eskiden oldu u gibi ba anyla mücadele edemez hale geldiler-, isyancı yeni
ustalar ise, eski lonca ustalannın artan kârlanna ortak olmakla kalmayıp lonca
kural ve denetimini de güçten dü ürmü oldular. Bunlar geleneksel üretim ölçüle-
rini de i tiriyor, malın niteli ini dü ürüyor ve daha ucuza satıyorlardı; yeni mo-
dalar getirip talebi te vik ediyorlardı. Büyüyen pazar içinde tekellerini korum ak
çabasıyla eski ustalar devleti, rakiplerine kar ı harekete geçmeye zorluyordu. Ra-
kiplerini, sanatlarını iyi ö renmemi , ustalık belgesi almamı acemiler olmak ve
kaliteyi dü ürüp fiyatı yükseltmekle halka zarar vermek, böylece devletin ihtisab
yasalannı çi nemekle suçluyorlardı. stanbul kunduracılar loncası, çok tutulan
pahalı sivri-burunlu modayı getiren rakiplerini, devlet katında, halkı hoppalık ve
ahlâksızlık yoluna sürüklemekle suçlamı tır. Eski ustalar, teknik yenilik getiren
herkesin dükkânını kapattırmak için sonuna kadar sava mı lardır. Öte yandan,
Osmanlı devletinin geleneksel lonca yapısına verdi i güçlü destek ise, i çilerle
kalfalar ve özgür ustalann, Avrupa'daki gibi kendilerine özgü örgütler geli tirme-
sini önlemi tir.
Devletin tutucu politikası, eski ustalann loncalardaki tekelini güçlendirmi tir.
Atölyesi olan ustalar, bunlan aile mirasının bir parçası olarak o ullanna, damatla-
nna ya da akrabalanna bırakmaya ba ladılar; zamanla usta, kethüdâ ve yi itba ı
unvanlan da, babadan o ula ya da çok seyrek olarak bir kalfaya geçerek, kalıtsal
olmaya ba ladı. Loncalar, belli sayıda âlet ve edevatın bulundu u vakıf dükkân-
larda, gediklerde odakla tı. En sonunda bu mal, mülk ve unvanlar, zanaat ve za-
naatkârlıkla baglannı yitirip yalnızca yasal iyelik nesnelerine dönü tüler.
Osmanlı lonca sisteminin bozulmasında ba ka bir etmen de, kent loncalan-
nın saray a alan, hatunlar, kapıkulu askerlerinin eline geçmesidir. Bir stanbul ih-
tisab resmî defterinde, dükkânlann ço unlu u bunlann elinde görünmektedir. Es-
naf kiracı durumundadır. Yeniçeriler ise, ayncalıklan dolayısıyla muhtesiblerin ve
kadıların denetiminden kurtularak, lonca yapısını kendi yararlanna göre de i tir-
me olasılı ını elde ediyorlardı. Bunlar, resmî olarak saptanmı pazar fıyatlanm sık

164
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR

sık görmezden gelir, kaliteyi dü ürürler, bir ustalık belgesi bile almadan, canları-
nın istedi i yerde dükkân açarlardı. Pek sık olarak, yerle mi olan ustalan, kendi-
lerini ortaklı a almaya ve kân bölü meye zorlarlardi; en kötüsü ise hammaddeler-
le ilgili geni çapta ihtikâr ve vurgunculuklannın cezasız kalmasıydı. Bütün bu et-
menler, geleneksel lonca yapısının bozulmasında ve genel olarak Osmanlı zana-
atlannın gerilemesinde büyük rol oynamı tır.
Büyük ve zengin kentlerde, yeni tür mal üretmek ya da belli üretim a amala-
rına geçmek için, eski loncalar yanında yam ak loncalar olu mu tur. Örne in, de-
i ik renklerde deri i leyen debba lar, ipek bükücüleri ve dokuma endüstrisindeki
dokumacılar, ayrı ayn loncalar kurmu lardır, Büyük kentlerde aynı zanaatta de i-
ik iki çar ıda çalı anlar ayn loncalar kurabilirdi. Bir zanaatın özel bir dalında ça-
lı an bir grup yeterince büyümü se, bir kethüdâ seçer ve kadının huzuruna çıka-
rak ona lonca olmak istediklerini bildirirdi. Ana loncalar buna kar ı çıkarak seçi-
len kethüdâyı tanımayı reddeder ve yeni loncanın ustalannın yeteneksiz oldukla-
rını iddia ederlerdi. Böyle bir durumda yeni bir loncanın kurulabilmesi için devle-
tin onayı gerekirdi. Devlet, hisbe kurallanna aykın ya da halkın yararlanna ters
bulmazsa, yeni loncayı resmen onaylar ve devlet kütük defterlerine sokardı.
Üretimi yakın veya ba ımlı loncalar sık sık aralannda kavga ederlerdi. Giri-
imci konumundaki loncalar, di erlerini kendisine ba ımlı konumuna indirebilir-
di; bu ba ımlı loncalar yamak diye bilinirdi. Örne in, Bursa’nın geli mi ipek en-
düstrisinde ham ipek i inde çalı an tüccarlar giri imci olarak i gören bir lonca
kurmu lardı. Bedestende dı ardan gelen ham ipe i alarak, iplik yapılması için bü-
kücülere, boyanması için de boyacılar loncasına verir, en sonunda da hazır çilele-
ri dokumacılara satarlardı. Bükücüler ve boyacılar bunlara ba ımlı idi. Yamak
loncalar bazen çalı mayı reddederek büyük loncalann kontrolüne son vermek is-
terlerdi; ama bu gibi eylemler i sizlik ve vergi gelirlerinde bir dü meyle sonuçlan-
dı ından devlet genellikle ana loncalan desteklerdi. Ancak yeni grupların ortaya
çıkması lonca sisteminin dinamizminin bir yönüydü; lonca sayılan kentin büyük-
lü ü ve refahına göre de i irdi. stanbul’da yüz elli önemli lonca vardı. 15. yüz-
yılda Bursa’da altmı dolaylarında idiler-, 17. yüzyıl Manisa’sında da elli lonca
vardı (Eski Roma’da yüz elli, Ortaça Kahire’sinde ise iki yüz on lonca oldu u he-
saplanmı tır) .
Osmanlı loncalan, geli me a amalannda kentlerin refahına ve dı pazann ta-
leplerine göre de de i iklikler göstermi tir; büyük kenderde denetimsiz bir üretim
sistemine do ru e ilim vardı. Ev üretimi lonca sistemi dı ında geli mi tir, örne-
in, Anadolu’da tüccara pamuklu bez sa layan ev dokumacılı ı kasabalardan
köylere yayılmı tı {Verlag sistemi) ve üretiminin ço u yabancı pazarlara ihraç

165
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

olunurdu. Devlete düzenli olarak toplu mal sa layan endüstrilerde, kapitalist üre-
tim göstergeleri göze çarpar. Örne in, saray ve yeniçerilere her yıl binlerce top ka-
ba yün kuma sa layan Selânik yün endüstrisi, devlet denetimi altında geli mi
olup bin dolayında Yahudi ailesi çalı tırırdı. Bu endüstri, bütün imparatorluk ve
yabancı pazarlar için yünlü kuma üretirdi. 1644'te devlet için pamuklu bez üre-
ten bütün atölyelerin tek bir yerde toplanması üzerinde anla ma yapılmı tır. Dev-
let için büyük ölçüde üretim yapan kârhaneler, lonca sistemi dı ında büyük üre-
tim tesisleri olarak ortaya çıkmı tır. Tersanede gemi yapımı, tophane, çelik üreten
dımı kihane, baruthaneler, darphaneler, madenler bu kategorideki tesislerdir.
Kendi ate li silâh ve barut ihtiyacını kar ılamak için devlet, stanbul’da yüz-
lerce i çi çalı tıran, sermayesi devletçe kar ılanan ve devletin atadı ı görevlilerce
yönetilen imalâthaneler kurulmu tur. 1571 Kıbns seferi sırasında Kâ ıthane b a-
rut imalâthanesi ayda on yedi ton barut üretiyordu. Ancak ahsi giri imler, bu ör-
ne i gösterememi lerdir. stanbul ve Bursa'da birçok i çinin topluca çalı tınldı ı
birtakım atölyeler ortaya çıkmı sa da, Osmanlı endüstrisi hiçbir zaman ev üretimi
(Verlag sistem) ötesinde bir geli me göstermemi tir.
Loncalann ana i gücünü, çıraklar, ücretli i çiler ve köleler olu tururdu. Bursa
dokuma endüstrisinde ba lıca i gücü, ince dokumacılık sanatını ö renmi köleler
olup, ço unlukla m ukâtebe sözle mesi ile çalı ırlardı; yani belli bir zam an içinde
belli miktarda ipekli kuma dokumalan kar ılı ında sahibi kendisine özgürlü ünü
ba ı lama sözü verirdi. Sözle me kadı siciline kaydolunurdu. Aynı yöntem talya
dokuma sanayiinde de uygulanıyordu. Emeklerini kiralayan özgür i çiler ise, ge-
nellikle sermayesi olmayan kalfalardı ve genellikle haftalık olarak i e alınırlardı.
Çıraklar, bir sanat ö renmesi için babaları tarafından bir ustanın yanına verilen
çocuklar ve delikanlılar idi. Sözle meye göre usta, sanatı çıra a belli bir sürede,
genellikle 1.001 gün içinde ö retmeye söz verirdi. Baba, çocu u kiralayarak, us-
tadan sözle me uyannca toplu bir miktar para alırdı. Çırak, bundan sonra ya hiç
ücret almaz ya da dü ük bir haftalık alırdı; lonca ahlâkı gere ince de ustaya ek-
siksiz bir itaat göstermekle yükümlüydü. Usta da ona o lu gibi davranm ak zo-
rundaydı. Ustalann en büyük kaygısı yardımcının hafta ortasında kaçıp gitmesi,
ya da çıraklann usta de i tirmesi idi; bunu önlemek için de devletin müdahalesi
talep edilirdi.
Kimi loncalar kadın i çi çalı tınrdı. Osmanlı kasabalannda ipek ve yün e ril-
mesi genellikle kadm ve çocuklara bırakılır, böylelikle de yoksul kentli kadınlar
ya amlannı kazanabilirlerdi. Pamuk dokumacısı loncalar, zaman zaman tüccarla-
rın pazardaki pamu u satın alarak kadınları i siz bırakması kar ısında devlete
ba vururlardı.
OSMANU KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

Ortado u toplumunda zanaatkârlar politikada, sanıldı ından daha önemli bir


rol oynamı tır. Nasihatnâme edebiyatı, resmî görevlilerin haksızlıklarına kar ı
kentli tüccar ve zanaatkârları korumayan hükümdârın, eninde sonunda tahtını
kaybedece ini söyler; olaylar da bu görü ü do rular. Kentli halkın deste ini yiti-
ren her devlet güçten dü er, yabancı i galine u radı ı zamanlarda kentli tebaa
dü man tarafına geçer. Dolayısıyla, yönetici askerî sınıf, kendi bölgelerinin sözcü-
sü olan yerel e rafa kendilerini sevdirmeye özen gösterirdi. Kentlerde kent halkını
e râf, ulemâ, zengin tüccarlar ve lonca görevlileri temsil ederdi. Örne in, bunlar
devlet görevlilerinden ikâyet etmek ya da yasadı ı bir verginin kaldınlmasını is-
temek için kadının huzuruna çıkarlar, yahut, stanbul'daki Divân-i Hümâyûna bir
temsilci heyet gönderirlerdi. Devlet, bunlann isteklerini kabul etmeyi genellikle el-
veri li bulurdu. Toplu olarak kentin çıkarlanm temsil eden e raf, Fâtih'in saltana-
tından önce ve merkezî devletin zayıfladı ı 16. yüzyıldan sonraki dönemde, son
derece etkili olmu tur. Bu e raf ho lanmadıkları herhangi bir valiyi ikâyetle ay-
nlmaya zorlayabilirlerdi; hiçbir yönetici onlann onayı ve aracılı ı olmadan görevi-
ni tam olarak yerine getiremezdi. Kayseri ve Saraybosna gibi bazı kentler, bazı
vergilerden muaf olma ve kente asker giri inin yasaklanması gibi önemli ayrıca-
lıklar elde etmi lerdi. Bu ayrıcalıklar, o denli geni ti ki, bazı batılı seyyahlar, bu
kentleri özgür kentler, kent-cumhuriyetleri olarak görmü lerdir.
Zanaatkârlann devlete kar ı direnmelerinin en etkili yolu, köylülerin toprak-
lannı bırakıp kaçmalan gibi, dükkânlannı kapatma ve üretimi durdurma eylemiy-
di. Esnafın 1651 stanbul ayaklanması, bunun gerçek bir örne idir: Devlet, esna-
fı birtakım elkonmu mallan çok yüksek bir fiyatla almaya zorladı ı ve piyasadan
geçerli fiyatın üçte birinden altın toplamaya kalkı tı ı zaman, büyük bir esnaf ka-
labalı ı vezir-i âzamdan adâlet istemek için Divân-i Hümâyûna gelmi lerdi. Ora-
dan kovulmu lar, ancak ertesi gün dükkânlannı kapatıp sancaklan altında top-
lanmı lardı. Bir görgü tanı ına göre, ço u silâhlı 150.000 ki i toplanmı , sonun-
da vezir-i âzami zorla azlettirmi lerdir13. Bu, o dönemde devleti kasıp kavurmak-
ta olan yeniçeri cuntasının gücüne meydan okuyan ilk olaydı.
Öteki Ortado u devlederinde oldu u gibi, kent esnafının alt katmanlan, yö-
netici askerî sınıfa her zaman muhalefet etmi tir. Ordu ayaklanmalan sırasında
sultan loncalara destek verirdi; yeniçeriler ise, öc almak için stanbul'da dükkân-
ları ya malar ve yakardı. Ancak bu durum, 16. yüzyıl sonlannda de i mi tir.
Loncalara daha çok yeniçeri girmeye ba lamı , askerî ayaklanmalar halk ayak-
lanmalan halini almı tır.
Zanaatkârlar gibi tüccarlar da, Osmanlı kentlerinde ve bütün Ortado u’da
loncalarda örgütlenmi tir. Ancak iki sınıf tüccar vardı; yöre ve lonca ürünlerini

167
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

satanların toplumsal konumu, kervan ve deniza ın ticaret yapanlannkinden daha


a a ıda idi. Birinci sınıf, dükkâncılar ve zanaatkârlar için kullanılan bir sözcükle
" esn a f, kincisi de genel olarak tüccar ya da bezirgân diye bilinirdi. Esnaf dük-
kâncılar, devletin ihtisab kurallanna ba lı olup geleneksel lonca yapısına göre ör-
gütlenirken, ihtisab yasalan büyük tüccarlara uygulanmazdı. Bunlar, bir bakıma,
Ortado u toplumunun gerçek kapitalistleri sayılabilir. Onlan, ne tür olursa olsun
bir giri imi üstlenmekten ve servetlerini sınırsız olarak arttırmaktan alıkoyacak bir
engel yoktu. Gerçekte devlet, onlann giri imlerini himaye ederdi. Büyük servetler
biriktirmi pa alar, beyler, saray görevlileri gibi üst yönetici sınıf üyeleri ve zengin
dinî vakıflar, paralannı bu tüccarlar vasıtasıyla i letirlerdi. Bir yatınmcımrı^pata-
sını kervan ya da gemi ticaretine yatırdı ı bir çe it ticarî ortakTıTTolanjnudârebe
(Akdeniz bölgesinde yaygın commenda) kurumu Osmanlı fmparatorlu u'nda çok
yaygındı.
Deniza ın ticaretin büyük bölümünü; mücevherat, pahalı dokumalar, kürk,
baharat, ilaç, boya ve kokular gibi lüks tüketim maddeleri olu tururdu. Dolayısıy-
la, büyük tüccarlar, en çok bu mallan alıp satar, ço u i lerini bedestenden yöne-
tirlerdi. Devlete mültezim olarak, kentlerde etkili bir grup olu turan bu zengin tüc-
car sınıfi idi. Bazılan son derece zengin idi; örne in, iki Bursa tüccan 1450’lerde
Mısır ticareti için ortakla a on bir bin altın düka yatırmı lardı. Kar ıla tırma için,
talyan tüccan Andrea Barbarigo'nun 1450'lerde toplam sermayesinin yalnız on
be bin altın düka oldu unu hatırlatabiliriz.
15. yüzyılın ikinci yansında büyük Osmanlı kenti Bursa’da ölmü ki ile-
rin servetleri, kadılarca tutulan tereke defterlerinde kayıtlıdır. Terekeler, yüzde
2 6 ’sının yirmi altın dükadan az, yüzde 58’inin yirmi ile iki yüz düka arasında,
yüzde 16'sının da iki yüz düka üstünde servet bıraktıklarını gösterir. Buna gö-
re nüfusun altıda biri orta halli sayılabilir. ki bin altın dükadan fazla servet bı-
rakan zenginler ise, toplam tereke sahiplerinin yüzde 1,3’ünü temsil ediyordu.
Bunlar, tüccar, sarraf, kuyumcu ve ipek dokuyuculan idiler. Asıl servet kayna-
ı, ipek ticareti, dokuma endüstrisi ve kredi i lemleri olan servetler, nakit para,
ta ınmaz mülk, erkek ve di i köleler, ipek ve öteki de erli dokumalardan olu-
uyordu14.
16. yüzyılın ikinci yarısından sonra kapıkulu subaylarının soylarından
gelen aileler, iltizam denetimini ele geçirerek hem toplumsal hem de politik ba-
kımdan kentlerde egemen duruma geldiler. Bu da Ortado u’da uluslararası ti-
caretin gerilemesi ve Müslüman tüccar sınıfının zayıflamasıyla aynı zam ana
rastlamaktadır.

168
OSMANU KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR

Notlar

1 Ne ri, II: 713.


2 bkz. Ömer Lütfı Barkan ve Ekrem Hakkı Ayverdi (yay.), stanbul Vakaları Tahrir Dçfteri ( stan-
bul, 1970). Bu vakıflann ancak çok küçük bir bölümünün ticarî giri imlerce desteklenen dinî ku-
rumlar ya da hayır kurumlan oldu unu unutmamak gerek. Bunların büyük ço unlu u küçük vakıf-
lardı,
3 Robert Mantran, 17. yüzyıl kinci Yansında stanbul, Paris 1962; çev. Mehmet Ali Kılıçbay, cilt I,
s. 45-48.
4 Bu rakamlar Hüseyin Hezarfen'den alınmı tır; bkz. Barkan ve Ayverdi, stanbul Vakıftan."G\n "
bölümü. Bunları, Evliya Çelebi’nin verdi i abartılı rakamlarla kar ıla tırmak için bkz. Mantran,
a.g.e., 1:330-333.
5 La Boullaye-Le Gouz, Les voyages et observations du Sieur de la Boullaye-Le Gouze (Paris, 1653);
aktaran Mantran, a.g.e., II: 84 not 160.
6 Osmanlı karayollan için bkz. F. Taeschner, Das anatolische Wegenetz nach Osmanischen Quellen.
2 eilt (Leipzig, 1924-1926) ve Olga Zirojevic, Belgrat'tan Sqfya'ya Kostantiniye Yolu [Sırpça]
(Belgrat, 1970).
7 Die Heerstrasse Belgrad nach Konstantinopel und die Balkanpässe (Prag, 1877), s. 113.
8 Ömer Lütfı Barkan, "Osmanlı mparatorlu umda Bir skân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar
ve Temlikler", Vakıflar Dergisi, 11(1942); 305-353.
9 Çeviri: H.A.R. Gibb, The Travels oflbn Battuta, n. s. 419.
10 bkz. “Akhi" maddesi, Encyclopaedia q f Islam, 2. Baskı.
11 Bernard Lewis, "The Islamic Guilds”, Economic History Review, VIII, 1(1937): 20-37.
12 Gabriel Baer, "The Administrative, Economic and Social Functions of Turkish Guilds”, International
Journal o f Middle East Studies, I, 1(1970): 28-50; kar ıla tırma için bkz. “Harir” maddesi, Encyc-
lopaedia o f Islam.
13 Evliya Çelebi, Seyahatname, 8 cilt ( stanbul, 1896-1928), cilt III, s. 287; Mustafa Naima. Tarih, 6
cilt ( stanbul, 1864-1866), cilt V, s. 97.
14 Halil nalcık, “Capital Formation in the Ottoman Empire", The Journal o f Economic History, XXIX,
1(1969): 97-140.

169
IV. KES M

OSMANLI MPARATORLU U’NDA


D N VE KÜLTÜR
16. Bölüm

Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ

Osmanlı mparatorlu unda ö renim ve medrese e itiminin incelenmesine


Ta köprülüzâde’nin1 ilim kavramı ve ilimleri smıflandın ıyla ba lanabilir.
slâm mistisizminin acunun yaratılı ı kuramına paralel olarak Ta köprülüzâ-
de bilginin dört a aması oldu unu ifade eder; ruhanî, fikrî, sözlü ve yazılı. Ruhanî
ilimleri uygulamalı (tatbiki) ve kuramsal olarak iki dala ayınr. Bunlan yeniden,
sadece akla ve slâm dinine dayananlar olarak alt bölümlere ayınr. Böylece bütün
ilimler a a ıda u yedi kategoriden birine girer:
A. Güzelyazı ilimleri: yazı gereçleri, yazı biçimleri, vs.
B. Sözlü ilimler: Arap dili ve fonetik, sözlükbilim, sözcükbilim, dilbilgisi (gra-
mer) ve sözdizimi, belagat, ölçü bilgisi, iir, nesir, tarih ve öteki edebi ilimler.
C. Fikrî ilimler: mantık ve diyalektik.
D. Ruhanî ilimler.
Ruhanî ilimleri de öyle bölümler:
1. Nazarî aklî ilimler: ilâhiyât, do al ilimler, matematik.
2. Tatbikî aklî ilimler: ahlâk, siyaset.
3. Nazarî din ilimleri: Kur’an, hadis ve bunlan yorumlayan ilimler-(tefsir ve
hadis incelemeleri), kelâm, slâm hukuk prensipleri (usûl) ve fikıh,
4. Tatbikî din ilimleri: tatbikî ahlâk, görgü kurallan, ihtisab ve slâmî ya am
ve ibadetle ilgili bütün konular.
Her türlü bilginin, özellikle de, ruhanî ilimlerin amacı Tann bilgisidir.
limlerin sıralanmasında yararlarına göre dizildikleri ve politika gibi yararlı ilim-
lerin “fen" olarak smıflandınldı ı bir kategori daha vardır. limler, aynı ekilde, iyi ve
kötü olarak da bölünürler. Dine yardımı olanlar iyi, astronomi gibi ilimler kötüdür.

173
Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ

Ta köprülüzâde’nin dinî görü lerinde mistisizmden yana bir e ilim vardır.


Gazâlî2 gibi sûfiyane murakaba, ruhanî ilimlerin zorunlu bir tamamlayıcısı oldu-
unu ileri sürer. Murakabe ile erilen ey irfan’dır, yani ki inin zühd ve murakabe
ile dünyevî ili kilerden anndı mda elde edebilece i mistik hal olup, tasavvuf ilim-
lerinin konusudur. Yalnızca zahirî din ilimlerini inceleyen bilgin, büyük gerçeklere
erememi bir ki idir.
Ta köprülüzâde’ye göre ö renci, bütün ilimleri okumalıdır, çünkü bunlar bir-
birlerini tamamlayarak tek bir kelime olu tururlar. Ya amını yalnız bir bilgi dalına
adayan ki i, lahî gerçe in uza ına dü er.
slâmî e itimin esas ö esi, dinî ve ruhanî ilimlerde yetkesi kabul edilmi bir
ki i olan müderristir. Ö renciler, belli bir alanda uzman da olabilirler; ama her ey-
den önce din ilimlerinde iyi bir e itim almalı, ilim dili Arapça’yı çok iyi ö renmeli-
dirler. E er uzmanlık e itimi almak isterlerse, o uzmanlık alanında ünlü bir bilgin
neredeyse oraya gider, ondan bir uzmanlık belgesi (icâzetnâme) almaya çalı ırlar.
Bu bakımdan önemli olan kurum de il, müderrisin kendisidir.
lk Osmanlı medresesi, 1331’de znik’te açılmı tır. Önceden manastır olan bir
bina, bilgin Kayserili Davut'a medrese olarak verilmi tir. Osmanlı sultanlan, daha
sonraki yıllarda medrese açmak istediklerinde Konya, Kayseri ve Aksaray gibi
Anadolu'nun kültür merkezlerinden, ya da slâm dünyasından, ran, Türkistan,
Mısır ya da Suriye gibi ba ka yerlerden bilginler ça ırmı lardır, II. Murat döne-
minde ran'dan davet edilen Alâeddîn Tûsî (ö. 1482) ile Fahreddîn3, hızla geli en
Osmanlı medreselerinin ününü yaygınla tırmı lardır. Osmanlı ulemâsı, Osmanh
kültürünün olu um dönemi olan 14. ve 15. yüzyıllarda, Mısır, ran ve Türkis-
ta n ’a giderek e itimlerini bu ülkelerin büyük bilginleri yanında tamamlardı.
K ur’an tefsiri ve fıkıh esaslan okumak için öncelikle Mısır ve ran’a gidilirdi; Meh-
met Fenârî4, Alî Fenârî5, eyh Bedreddîn ve ba kalan bu ülkelere gitmi lerdir. 15.
yüzyılda Sadeddîn Taftazânî6 ve Seyyid erif Curcânî7 gibi din ilimlerinde ün sal-
mı bilginler, Timur hanedanının egemenli indeki topraklarda ya ıyordu. Osman-
lI ulemâsı matematik ve astronomi için genellikle Semerkand’a giderdi.
Fâtih Sultan Mehmet, büyük bir imparatorluk kurdu u halde kendi toprakla-
nnda öteki ülkedekilerle kar ıla tırabilecek ulemânın olmayı ına üzülürdü. Övü-
nebilece i yerli ulemâ olarak yalnız Molla Hüsrev8 ile Hocazâde Mustafa vardı.
stanbul’un fethinden sonra sekiz kiliseyi sekiz ünlü bilgin için medreseye çevirt-
mi tir. 1463'le 1470 arasında Fâtih Camii’ini yaptırdı ında, çevresine Sahn-ı Se-
m ân ya da Semâniye denen sekiz ünlü medrese kurmu , her birini bir bilgine ver-
mi tir. Bu dönem Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu ta medre-
seler, camiin her iki yanında yapılmı tı. Uzmanlık çalı maları için sekiz yüksek

175
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

medreseyle, bunlara ö renci yeti tiren sekiz alt medrese (Titimme) vardı. Her bir
medresenin ba ındaki müderrisin gündeli i elli akçe, yani yakla ık bir altın dü-
kaydı. Her medresenin on dokuz odası, bir de dershanesi vardı. Bu odalann on
be i, alt-medresede ders bitirmi ö renciler arasından müderrisin seçti i, dani -
mend denilen, uzman ö rencilere aynlmı tı. Bu ö rencilere vakıf gelirinden gün-
de iki er akçe, misafirhaneden yemek verilirdi. Genel bir kütüphanenin yanı sıra
her medresenin bir vakıf kütüphanesi vardı. Müderris, dani mendler arasından
dersleri tekrarlayan ve ö renci disiplinini denetleyen bir yardımcı seçerdi. Bu yar-
dımcı, günde be akçe alırdı. Ö rencilerin bütün zamanlannı derse vermeleri gere-
kirdi.
imparatorlu un o dönemdeki en yüksek e itim kurumlan Semâniye medre-
seleriydi. Onlann altında Edirne'de II. Murat’ın yaptırdı ı Dârülhadîs medresesi,
bundan sonra da, önceki sultanlann Bursa’da yaptırdı ı medreseler gelirdi. Bu pa-
di ah vakıflannm alanda büyük devlet adamlannın bu üç kentte ya da eyâletler-
de vakıf yaptırdıklan medreseler gelmekte idi. Bunlann en ünlüleri Edirne’de Ali
Pa a, Filibe’de ihabeddîn Pa a, stanbul’da Mahmut Pa a, Bursa’da Eski Ali Pa-
a ile Üsküp’te lshak Bey medreseleriydi. OsmanlIlardan önce Anadolu’da kuru-
lan medreseler bunlarla aynı mertebedeydi.
Osmanlı medreseleri iki büyük kategoriye aynlırdı. Hâriç medreseleri diye bi-
linen ilk kategori “bilginin temelleri", yani Arapça ve fikrî ilimler üstüne hazırlık
dersleri verirdi. Dâhil denen ikinci kategori "ulûm-i Âliye", yani dinî ilimler üstü-
ne ö retim yapardı. Bunlar da derecelerine göre aralannda bölünmü lerdi.

Hâriç medreseleri

1) “lbtidâ-yi hâriç" denilen alt düzey medreseler, giri düzeyinde Arapça dil-
bilgisi ve sözdizimi, mantık, kelâm, astronomi, geometri ve belagat ö retirdi. Bu
medreselere, Seyyid erifin erhetti i Nasîreddin Tûsî’nin9 Tecrid'inden alınan
adla “Tecrîd Medreseleri” denirdi. Kelâm üzerine bir yapıt olan Tecrid, derslerde
kullanılan ana metindi. Müderrisler günde yirmi akçe kazandı ından bunlara
“yirmili medreseler" de denirdi.
2) Bundan sonra sırada ya “otuzlu medreseler" ya da ba kitaplan olan, Sak-
kâkî’nin10 belâgât hakkındaki yapıtı Miftâh'm adıyla “Miftâh medreseleri” denen
medreseler gelirdi. Bunlar belâgat ve öteki edebî ilimler üzerine e itim verirdi.
Yirmili ve ve otuzlu medreselerin ço u eyâletlerde olurdu.
3) Bunlann üzerinde ehzâde, hanedan kadınları ya da vezirlerin stanbul,

176
Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ

Bursa ve Edirne’de kurduklan "kırklı” ve "ellili medreseler” vardı. Mi/tâh'm yoru-


mu üzerine giri düzeyinde bir ders, Adüdeddîn’in11 M evâkıf ma dayanan orta
düzey bir kelâm dersi ve Mergînânî’nin12 Hiddye’s i üstüne kumlu ileri düzey bir
fıkıh dersi verirlerdi.

Dâhil medreseleri

1) “lbtidâ-yı dâhil" diye bilinen "ellili dâhil" medreseleri sultan kızlan, ehzâ-
deler ve vezirler tarafından kurulmu tur. Giri düzeyinde Hidâye, orta düzeyde
Taftâzânî’nin Telvîh'inden usûlü’l-Jıkh, ileri düzeyde de Zemah erî’nin13 Ke -
âfm d.m Kur’an tefsiri ö retirlerdi.
2) Bunlann üstünde, Fâtih Sultan Mehmet'in, “Tetimme”, ya da “Mûsile-yi
Sahn” diye bilinen, sekiz hazırlık medresesi vardı.
3) En üst düzeyde Semâniye Medreseleri yer alıyordu. Burada ö renciler; s-
lâm fıkhı, Kur’an tefsiri ya da kelâm, belâgat ve ilgili konulardan olu an üç konu-
luk bir grup ders görür ve uzmanlık e itimi alırdı.
I. Süleyman, Osmanlı medreselerinin bu hiyerar isinde önemli bir de i iklik
yapmı tır. 1550-1559 arasında yapılan camiinin çevresinde, dört genel medrese
dı ında, uzmanlık çalı malan için, biri sırf hadîs ilimine, öteki de sırf tıbba ayrıl-
mı iki medrese daha kurmu tur. En yüksek dereceyi bunlara vererek imparator-
lu un sonuna dek sürecek olan medreseler hiyerar isini belirlemi oluyordu, im-
paratorlu un dört bir yanındaki yüzlerce medresenin tümü bu on bir dereceye gö-
re sınıflandınlırdı.
Medreseler belli büyük kentlerde toplanmı tır. 1529 yılında Edirne'de on
dört medrese vardı. 17. yüzyılda yalnız stanbul’da doksan be medrese bulunu-
yordu. 19. yüzyıla gelindi inde, bunlann sayısı yüz yetmi e çıkmı tır. Bu medre-
selerin kırk dokuzu pa alar, otuz be i yönetici sınıfın öteki üyeleri, otuz be i ule-
mâ, yirmi altısı sultanlar, kalanı ba kalan tarafından kurulmu tur.
Medrese, hem OsmanlIlardan önce hem Osmanlı devleti döneminde vakfa
dayanan bir kurumdu. Genellikle, cami, misafirhane ve ba ka hayır kurumlann-
dan olu an bir külliyenin ö esiydi. Bu bütünün mütevellisi, medreseye aynlan
kaynaklan müderrisin emrine verirdi. Ö rencilerin seçilmesinden, bu kaynaklann
ö renci ve hizmet sahiplerine da ıtılmasından ve medresenin genel yönetiminden
müderris sorumluydu. Bu bakımdan medrese, kendisi de özerk bir kurum olan
vakfın içinde kendi kendini yöneten bir birimdi. Müderrisler padi ahın beratıyla
atanırdı.

177
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Ulemâ, medresede yüksek tahsil görüp icâzetnâme alan sayılı bilim adamla-
rıdır. slâm, ilke olarak, Tann’yla ki i arasında, zorunlu bir dinî yetkeyi temsil
eden bir ruhban sınıfının aracılı ını kabul etmez. Gene de zamanla eski Ortado u
uygarlıklarının ruhban sınıflanna benzer, dinî bir topluluk slâm’da da ortaya çı-
karak ulemâ adı altında toplumsal, dinî ve politik ya amın bütün alanlarında
önemli bir rol oynamaya ba lamı tır.
Ulemânın slâm hukukunun yorumcu ve uygulayıcısı olarak ikili bir rolü
vardı. Bu görevlerin ilkini müftü, kincisini de kadı yerine getirirdi. Devlet içinde
eriatın uygulanmasından onlar sorumluydu. Fizikî güç üzerine kurulu siyasî yet-
ki, devlette egemen ö eydi; ancak slâmî kurama göre siyasî iktidar, eriatın uy-
gulanmasında yalnızca bir araçtır: “Devlet dinin astıdır". Bu nedenle ulemâ dün-
yevî iktidan kendi astı olarak görür, bu kuramı da uygulamaya çabalardı.
Ulemâ, eriattaki yetkelerini ilimdeki uzmanlı ından alırdı. Ulemâ arasına
girmek için bir adaydan önce ilim tahsil etmesi, yani K ur’a n 'm gerçek anlamını
kavrayabilmek için gerekli tüm bilgiyi edinmesi istenirdi. Sonra da, ulemâdan bi-
rinin, adayın yetkinli ini belgelendirmesi, icâzetnâme alması gerekirdi. Bu belge-
lendirme i i, Hazret-i Muhammed'in sahâbesine ula an zincirde bir halka sayılır-
dı: “Ulemâ Peygamber bilgisinin vârisidir”.
Osmanı mparatorlu u’nda, müderris, müftü ve kadılardan olu an katı bir
ulemâ hiyerar isi vardı. Bu sistemin genel çizgileri Tablo 6’da gösterilmi tir.
Hâriç medreselerinin müderrisleri, ya da Semâniye medreseleri mezunlan ka-
saba kadılan olabilir ve günde 50 akçeyle 150 akçe arasında kazanabilirdi, yani
mahkeme resimleri geliri o kadar hesaplanmı tır. Yüz akçelik ya da daha çok geli-
ri olan üst düzey kadılar, dinî ve hukukî mesleklerde en yüksek yerlere ula ır ve
molla diye bilinirlerdi. Örne in, üç yüz akçe ya da daha çok kazanan bir kadı, Di-
vân-i Hümâyûn'da defderdâr olabilirdi. Semâniye düzeyinde, ya da daha yüksek
düzeyde bir müderris, be yüz akçe kazanan bir molla olabilir, stanbul kadılı ına,
sonra da kazaskerli e yükselme olana ı elde edebilirdi. Ulemâya, yalnız dinî ve
hukukî mesleklerin de il, bürokrasinin de en yüksek rütbeleri açıktı: Nitekim bir-
ço u vezir olmu ve güçlü politik konumlara gelmi tir.
Rumeli ve Anadolu kazaskerleriyle, en önemli sekiz kentin kadılan en yük-
sek rütbeli ulemâydı. Tahta çıkan her yeni sultanın hükümdârlı ını onaylayan bî-
at yemini, ba larında eyhülislâm olarak bu düzeydeki ulemâ tarafından yerine
getirilirdi. Bir sultan tahttan indirildi inde, hal’i onaylayan ve yasalla tıran da bu
ulemâ grubuydu. Ancak, slâm cemaatinin dinî ba kanının her zaman için sultan-
halife oldu u, ulemânın da dinî yetkiyi her zaman için onun adına uyguladı ı
unutulmamalıdır. Osmanlı mparatorlu u’nda ulemânın atanması ve azli, dünye-

178
Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ

vi yetkiyi temsil eden sultanla vezir-i âzaminin elinde olmu tur. Ancak, eyhülis-
lâmın özel bir konumu vardı.
eyhülislâm, ulemânın ba ı sayılırdı. Padi ah irâdesiyle atanırdı. 16. yüzyıla
kadar, bilgisiyle kendini göstermi müderrisler arasından seçilirdi. Görevi, eriat
alanına giren her türlü sorun hakkında, genel kabul gören uzmanların kitaplanna
dayanarak fetvâ çıkarmak, yani yazılı yanıtlar vermekti. Fetvâ bir sorunu kesin
biçimde çözümlemi olmalıydı. Bu görev kar ılı ında, ilke olarak, herhangi bir üc-
ret alamazdı. Dinî yetkisi kabul edilmi herhangi biri, fetvâ çıkarabilirdi, impara-
torlu un önemli tüm kasaba ve kentlerinde fetvâ verme yetkisi olan bir müftü bu-
lunurdu. Bunlar, eyhülislâmın buyru u altında ayn bir sınıf ulemâ olu tururdu.
Batılı gözlemciler, eyhülislâmın önemini belirtme amacıyla onu papaya ben-
zetmi lerdir. Fâtih Sultan Mehmet'in kanûnnâmesi eyhülislâmı, vezir-i âzamla
aynı mertebeye koymu tur. Te rifat kurallan da, kendisine büyük saygı gösteril-
mesini gerektiren biçimde düzenlenmi tir. eyhülislâmlann azledilmesi, 16. yüz-
yılın ikinci yansına dek âdetten de ildi. Onlar da, eriat temsilcileri olarak siyasî
güçten ba ımsız hareket etmeye çalı ırlardı. eyhülislâmın etkisi 16. yüzyıl bo-
yunca eriatın devlet i lerinde giderek hâkim bir konuma çıkmasıyla artmı , an-
cak aynı oranda politik güce ba ımlı bir hale gelmi tir. Ebussu’ûd'un müftülü-
ünde eyhülislâm, politik güce sıkı sıkıya ba lı bir yürütme kurumu olan kadı-
lıklann denetimini ele geçirmekle yeni bir etkinli e eri mi tir. Bu dönemden ba -
layarak, günde kırk akçeden fazla kazanan kadılarla mollalık düzeyindeki kadıla-
n atama yetkisi, kazaskerlerden eyhülislâmlara geçmi tir.

Notlar

1 Ta köprülüzâde Ahmet (1495-1561), slâm ilimleri üzerinde bir ansiklopedi yazan ve medrese ho-
casıdır. (MevzûâCü'l-ulûm, 1-11, stanbul 1313/1897).
2 Abû Hâmid Gazâlî (1058-1111); ö retisi eriatın ortodoks ö retileriyle süfilerin tasavvufunu uzla -
tıran büyük slâm dü ünürü. Kelâmcı, hukukçu ve mutasavvıf olan Gazâlî'nin Islâm üzerindeki et-
kisi, Aziz Augustinus’un Hıristiyanlık üzerindeki etkisiyle kar ıla tırmı tır
3 lranlı bilgin Fahreddîn, Iran ve Anadolu'da okumu . Edirne'ye yerle mi , I. Mehmet ve II. Murat dö-
nemlerinde müderrislik ve müftülük yapmı tır.
4 Mehmet el-Fenârî (1350-1431) Osmanlı devletinin ilk eyhülislâmı sayılması, gelenek haline gel-
mi tir; Anadolu ve Mısır'da okumu tur.
5 Müderris ve kazasker olan Ali Fenâri (ö. 1497); Mehmet Fenâri'nin torunuydu.
6 Sadeddin Taftâzânî (1322-1389). Islâm hukuku, kelâm, metafizik ve ba ka konular üstüne eserler
yazmı ur. Horasan do umludur ve sonradan Semerkand'a. Timur'un sarayına gitmi tir.
7 Seyyid erif al-Cürcânî (1340-1413), kelâmcı, gramerci ve mantıkçıydı, önceleri iraz'da cüretmi .
Timur'un Semerkand'ı alması üzerine oraya ta ınmı tır. iraz’da ölmü tür.

179
OSMANl I MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

8 Osmanlı bilgin ve fakihi Molla Hüsrev (ö. 1480), 11. Murat ve II. Mehmet dönemlerinde müderrislik,
kazaskerlik ve eyhülislâmlık yapmı tır. Fıkıh üstüne kitapları. Osmanlı medreselerinin de i mez
ders kitabı olmu tur.
9 En önemli Müslüman matematikçi ve gökbilimcilerden olan Nasîreddin Tûsî (1201-1274), felsefî
ve ahlâkî konularda eserleriyle tanınmı tır.
10 Maverâünnehir do umlu Sakkâki (1160-1229), türünün en mükemmeli olarak bilinen M iftâhü’l-
Ulûm adlı kitabıyla tanınır.
11 Adüdüddîn Icî (1280 so p a sı-1355) iraz do umludur; kelâm üzerine kapsamlı bir yapıt olan el-
Me\'âÂıfi'l-ilmi'l-kelâm'ıyte ün yapmı tır.
12 Fergana'da etkinlik göstermi haneli bir hukukçu olan Mergînânî’nin (ö. 1197) kendi hukuk yazı-
larını topladı ı Hidâye'si, slâm fıkhı üzerine en kapsamlı yapıt olarak kubul edilir.
13 Harzem'de etkin olan Zemah erî (1074-1144), filolog ve en ünlü Kur'an yorumculanndandır.
14 Ba langıç düzeyinde “altmı lı medrese"
15 Orta düzey “altmı lı medrese"
16 Süleymâniye'ye hazırlık medresesi
17. Bölüm

OSMANLI LMÎ ÇALI MALARI

Osmalı lmî çalı malarının amacı, Tanrı kelâmını do ru anlamak olan dinî
bilgiyi tek gerçek ilim olarak gören geleneksel slâmî anlayı la sınırlıydı. Bu bilgi-
nin temelini Rur'an ve Hazret-i Peygamber’in hadisleri olu tururdu. Akıl, din hiz-
metinde sadece bir tamamlayıcıdır. Dinî ilimlerin usûlü (metodoljisi), kanıtlan ön-
ce R u r’an'da, sonra Peygamberin hadislerinde, daha sonra da kayda geçmi ör-
neklerde aramak, akıl yoluyla belirlemeye ancak son çare olarak ba vurmaktı. Bu
gelenek, slâm’da serbest dü ünceyi sınırlamı , sonraki Müslüman dü ünürlerin
yenilik yapabilmesi neredeyse olanaksız hale gelmi tir. Peygambere en yakın
kaynaklar (sahâbe) ve onlara yakın olanlar (tâbi’ûn) en güvenilir kanıtlann söz-
cüsü sayıldı ından, gelenekçilik egemen olmu tur. Osmanlı döneminde, önceki
örnekleri izleme ilkesi yalnız dinî hukukta de il, slâm ilminin her yönünde yol
gösterici temel ilke olmu tur. 8. ve 9. yüzyıllarda ya amı akılcı kıyas yöntemiyle
bu gelene i geli tiren ve olgunlu a kavu turan Abu Hanîfe, afi’î gibi büyük
imamlardan sonra dinî ilimlerde yenilik esaslarda de il, ancak ikincil konularda
olanaklı sayılmı tır. Derleme, özetleme, erh ve tah iye, lslâmi çalı malann temel
üslubu olmu , Osmanlı ulemâsı da ancak bu türden yapıtlar vermi lerdir.
imdiye kadar slâm ilminin bütünü içinde Osmanlı lmî çalı malannın ger-
çek yerini belirtmeye yönelik ciddi herhangi bir giri im olmamı tır; dolayısıyla da
slâmî ilimlere katkısının de erini belirlemek güçtür. slâm dünyasında hâlâ ünlü
bilginler olarak yalnız Mehmet Fenârî, eyh Bedreddîn, Molla Gürânî1, Molla
Hüsrev, Hocazâde Mustafa, lbn Kemal ve Ebussu’ûd’dan söz edebiliyoruz. Bazı-
lan, ba ımsız dü ünce sahibi ihtilâlci eyh Bedreddîn'in, fikıh hakkındaki yapıtla-
nnda (Tashîl ve Câmi’ul-Fusulayn), ayrıntılarla ilgili bazı sorunlarda kendi ba-

181
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ımsız dü üncesini kullandı ı için, 9. yüzyılın büyük imamlanndan ancak bir de-
rece a a ı kaldı ını söylemi , bazıları ise onun fikirlerini yanlı bulmu , temel
kaynaklara aykın görmü lerdir.
Osmanlı âlimlerinin ço u kadı, müftü ya da müderristi. Birbirlerinden farklı
geçmi lere sahiptirler. Kimisi Sofya ve Saraybosna gibi uzak Rumeli kentlerinden-
di, kimisi de Konya ve Kastamonu gibi eski Selçuklu merkezlerinde yeti mi ti.
Görece seçkin olanları stanbul, Bursa ya da Edirne gibi imparatorlu un büyük
kentlerine yerle mi tir. Bazılannın aileleri fakir, bazılannm ise atalan köleydi. Pek
ço u, dinî yapıtlann dili olan Arapçayla birlikte Farsçaya, bu dillerde yazacak ka-
dar hâkimdi.
Ulemânın dinî yapıtlannda kamu çıkarlannı ya da devletin siyasî sorunlannı
sık sık tara mı olmalan dikkate de erdir. Örne in, bn Kemal'in risâle ve fetvâla-
rının bir ço u, o vakitler Osmanlı lm paratorlu u'nda ya amsal bir önemi olan
i’îlik ve rafizîlikle ilgilidir. O î’aya kar ı cihadın me rûlu unu dinî açıdan kanıt-
lamaya çalı mı tır. Ayrıca, o, sa'nın Muhammed’den “efdal’’ oldu una ili kin
Molla Kâbız'm savını çürütmek için Muhammed'in bütün öteki peygamberlerden
üstün oldu una dair bir risâle yazmı tır. Osmanlı ulemâsı, özellikle uygulamada
önemi olan slâm hukuku, fıkıh alanında eserler vermi tir. slâmî hukuka en
önemli Osmanlı katkısı, belki de eyhülislâmların çıkardı ı Türkçe ve Arapça fet-
vâlardır.
Osmanlı âlimleri ansiklopedici olarak da önemliydiler. Mehmet Fenârî, sonra
Molla Lütfî, Ta köprülüzâde ve daha ba kalan slâm ilimleri ansiklopedileri hazır-
lamı lardır. Kâtip Çelebi'nin2 bugüne dek vazgeçilmez bir ba vuru kitabı olarak
kalan bibliyografya yapıtı Ke fii’z -Zünûn, bu türün en ünlü örneklerindendir.
Osmanlı toplumunda kütüphanenin önemli bir yeri vardı. Osmanlılar, cami
hastahane ve tekkelerde kütüphaneler kurar ve kendi konutlannda özel kütüpha-
neler bulundururlardı. Özel kitap koleksiyonlannın ço u, hayır kurum lanna kitap
bırakmak sevap sayıldı ından, vakıf kütüphanelerine verilmi tir. Vakıf külliyesi
içinde bir birim olan kütüphane, genellikle ta bir oda ya da ayn bir yapıda olur-
du. Vakıf kuranlar vakfiyelerde kitaplann nasıl korunaca ını ve kullanılaca ım
belirtir ve maa ı vakıf kaynaklanndan ödenecek bir hâfız-i kütüp atarlar. stan-
bul'da slâm ülkelerinden toplanmı iki yüz binin üstünde yazmayı banndıran Os-
manlı kütüphaneleri, bugün de slâm tarihi ve kültürünün en zengin kayna ım
Q olu turur.
'/ Osmanlılar'ın matbaa kar ısında tutumları özellikle ilginçtir. III. M urat’ın
1590’Iardaki bir fermanıyla, Arap harfleriyle talya’da basılmı , dinî olm ayan ki-
taplann satı ı serbest bırakılmı tı. Osmanlılar m atbaanın yararlarını biliyorlardı;

182
OSMANLI LMÎ ÇALI MALARI

Peçuylu (Peçevî) (ö. 1650) Macar kaynaklarına göre matbaanın geni bir tarifini
yapar ve ilmin yayılması için faydasından söz eder. Elçi Busbecq, 1555 gibi erken
bir tarihte OsmanlIların dinî kitaplar basmayı günah saydıklarını yazar. stan-
bul'da göçmen Yahudilerin kendi kitaplarını bastıkları bir matbaa ise, 1494'ten
önce kurulmu tu. Osmanlı-Türk Matbaası ancak 18. yüzyılda bir devlet giri imi
sonucu kurulmu tur. 1683-1699 bozgun yıllannda Osmanlılar Batı medeniyeti-
nin üstünlü ünü kabul etmi ve laik uyanma ça ı ba lamı tır. Damat brahim Pa-
a ’nın sadrazamlı ı sırasında, 1721’de Fransa'ya elçilikle gönderilen açık fikirli
Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi'ye, Avrupa icadlan hakkında bilgi toplama talimatı
verilmi ti. Onun o lu Said Çelebi Paris’te matbaa ile ilgilenmi , daha sonra bir
matbaa kurmak için giri imde bulunmu , Sultan'ın iznini sa lamı , (1727) mat-
baa i lerinden anlayan bir Macar'ı, brahim Müteferrika’yı bularak ilk matbaayı
kurmu tur. Verilen izinde, yalnız din dı ındaki eserleri basması kabul edilmi ti.
Matbaanın bastı ı ilk eser Vankulu lügatidir (1729). Kâtip Çelebi’nin Cihannümâ
adlı co rafya kitabının giri inde brahim Müteferrika Türkiye'de ilk kez Coperni-
cus astronomisini tanıtmı tır. O dönemde kamuoyu sadece din.bilgisiyle ilgilendi-
inden, basılan eserler yeterince geni bir ilgi görmemi , matbaa 1742'de faaliye-
tini durdurmu , ancak 1784’de yeniden faaliyete geçmi tir. Din konusunda yaz-
malar ço unlukla ilmiye mensuplan tarafından istinsah (kopya) edilirdi; Din on-
ların geçim kayna ı idi. lk matbaanın i lememesinin nedenlerinden biri olarak,
onlann direnci ileri sürülmü tür. Asıl neden, o dönemde geni halk kitlesinin oku-
ma yazma bilmemesi ve din dı ında konulara ilgi duymamasıdır.
Osmanlı yazarlan dinî ve hukukî yapıtlarında Arapça kullanırdı; ama daha
14. yüzyılda Türkçeye çeviri yapmaya ba lamı lardı. Ba langıçta bunlar; tarih,
politika ve ahlâk, görgü kurallan, astroloji, tabiat bilgisi ya da mücevhercilik gibi
konularda yararlı ya da ö retici yapıtlann, genellikle sultanlar ya da nüfuzlu dev-
let adamlan için yapılmı çevirilerinden ibaretti. Bu eserlerin yanı sıra, Türkçe telif
ya da çeviri, slâm hakkında birçok genel yapıt ve uzmanlara yönelik olmayan op
kitaplan vardı. 1449 tarihli yaygın iki kitap, hâlâ en çok okunan Türkçe yapıtlar
arasındadır. Bunlar, Yazıcızâde3 karde lerin manzum Muham mediye ve Envâ-
r ü ’l-â ıkîn adlı düzyazı kitaplandır. Yazıcızâde karde ler, Bayramî tarikatından-
dır. Yazıcızâde Ahmet, Muhammediye'de de Peygamberin ya amını, öbür dünya-
yı ve tasavvufî irfanın anlamını açıklamaya çalı ır.
slâmiyet’te fikrî ilimler, ku kusuz özgünlü ün en çok olanaklı oldu u alan-
dı. Osmanlı öncesi slâm toplumlannda fikrî ilimlerde, hukukî ilimler de dahil tüm
slâm dü üncesine yeni bir yön veren geli meler olmu tu. En son ve en güçlü ha-
reket mistisizm, tasavvuftu, lbn Sînâ4 ve lbn Rü d'le5 doru una ula an peripate-

183
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

tik (Aristocu) dü ünce, Gazâlî'yle birlikte sünnî slâm’a giren ve gittikçe etkili
olan tasavvuf! akımlar kar ısında zayıflamı tır.
Osmanlı dönemine gelindi inde, sünnî slâm’da Gazâlî'nin dü ünceleri hü-
küm sürmü tür. Osmanlı ulemâsının verdi i icâzetnâmelerde ilim silsilesi, Seyyid
erif Cürcânî, Nasîreddin Tûsî ve Fahruddîn Râzî6 yoluyla Gazâlî'ye ula ır. Bunlar,
Selçuklu ve Mo ol döneminin serbest dü ünce atmosferinde yeti mi geni dü-
ünceli bilginlerdi. Osmanlılar bu gelene i devam ettirdiler. Râzî, tasavvufla fikrî
ilimleri birbiriyle kayna tırarak ortaya felsefî bir slâm kavramı çıkarmı tır. Os-
manlı ulemâsı onu üstat olarak tanır. Râzî'nin ününü Anadolu’da ilk önce Selçuk-
lular döneminde Urmiyeli Serâceddîn yaymı tır. Râzî’nin torunlanndan Cemâled-
dîn Aksaray'a yerle mi ti. Osmanlı medrese gelene inin etkili kurucusu Fenârî
onun okulundandır. Osmanlı ulemâsı, Râzî’nin gelene ini izleyen ve yapıtlan Os-
manlI medrese e itiminin temelini olu turan Iranlı Sadeddîn Taftâzânî ve Türkis-
tanlı Seyyid erif Cürcânî’ye de aynı saygıyı duyardı.
Osmanlı medreseleri, böylece sünnî slâm’ın en özgür fikirli geleneklerini izle-
mi tir. Mantık, matematik ya da astronomi gibi fikrî ilimleri dine aykın bulan, ba -
naz ulemâ her zaman görülmü tür; ama Osmanlı müderrisleri, genellikle Gazâ-
lî'nin, bütün ilimlerin temel ö elerini içeren mantıkla matemati e dü manlı ın fay-
dasız oldu u görü ünü benimsemi ler; bu bilgilerin aklı do ru dü ünmeye alı tıra-
rak lahî gerçeklerin belirlenmesine yardım etti ine inanmı lardır. Bunun sonucu
Osmanlı medreselerinde aklî ilimler dersler arasına konmu tur. 15. yüzyılda bu
ilimlere büyük önem veren Fatih Mehmed’in himayesi altında Osmanlı uleması s-
lam dünyasmda matematik ve astronomide gerçek bir seçkinli e eri mi tir. Meh-
met Fenârî fikrî ilimlerde uzmanla mı tı. Mantıkla ilgili yapıtı, imparatorlu un son
günlerine dek medrese derslerinin aynlmaz bir parçası oldu.
Osmanlılann matematik dâhisi, Kadızâde lakabıyla bilinen Musa Pa a'dır.
Euclid ve Çagmînî7 üzerine yazdı ı erhleri son döneme kadar medrese derslerin-
de kullanılmı tır. Kadızâde, Timur'un torunu Ulu Beg'in8 sarayına giderek Se-
merkand rasathanesinin yöneticisi olmu ve orada slâm astronomisinde son söz
sayılan Ulu Beg’in Zîc'i üzerinde çalı mı tır. Rasathanede onun yerine ö rencisi
Ali Ku çu (ö. 1474) geçmi , Ulu Beg'in Zîc'i tamamlanmasına çalı mı tır. Son-
ralan Fâtih, Ali Ku çu'ya özel lütuflarda bulunarak stanbul'a ça ırmı ve Osman-
lI matemati inde parlak bir ça ba latmı tır. Ali Ku çu, aritmetik ve astronomi
üzerinde yapıtlarını stanbul’da yazmı , aynı zamanda da Molla Lütfî (ö. 1494)
ve Mirim Çelebi (ö. 1525) gibi önemli matematikçiler yeti tirmi tir.
Osmanlı ulemâsı, gene Gazâlî’nin yolundan giderek, felsefe e itimine ancak s-
lâmî ilkeleri aklî kanıtlarla peki tirmeyi amaçlayan ilâhiyat e itimi için bir hazırlık
OSMANLI LMÎ ÇALI MALARI

olarak izin verilebilece ini ileri sürmü tür. Kur’an'\a uzla tınlamayan felsefî sorunla-
n incelemek mübah de ildi. Filozoflann; Tann’nın cüz'iyâtın bilgisine sahip olmadı ı,
ölünün dirilmesinin olanaksızlı ı ya da evrenin yaratılmı olmayıp ezelî olması gibi
birtakım savlan açıkça küfürdü. Gene de bazı Osmanlı ulemâsı, özellikle eyh Bed-
reddîn bu inançlan kabul etmi tir. Osmanlı Sarayı ise, görü lerini yaymaya çalı arak
kamuoyunda rahatsızlık ve ayrılık yaratmadıklan sürece bunlan bilmezden gelirdi.
llâhiyat, Osmanlı Devleti’nin ilk iki yüzyılında geli me göstermi tir. Liberal
dü ünceli Fâtih Sultan Mehmet, din ve felsefe arasındaki ili ki üzerine Gazâlî'yle
tbn Rü d arasındaki ünlü tartı mayı yeniden açarak döneminin iki büyük ilâhi-
yatçısı olan Alâeddîn Tûsî’yle Bursalı Hocazâde’ye (öl. 1488), konu üzerinde bi-
rer risâle yazmalannı önerdi. Dönemin ulemâsı Hocazâde’nin yapıtını üstün bul-
du, Alâeddîn, küçümsendi i duygusuna kapılarak anavatanı ran’a döndü, lbn
Rü d, Gazâlî’ye kar ı, felsefe ve dinin uzla tınlabilece ini ve tam bir Tann bilgisi
edinebilmek için aklî istidâlin gerekli oldu unu savunmu tu. Hocazâde, aklın
mantıkî ilimlerde kusursuz olmakla birlikte, ilâhiyatla ilgili konularda kullanılma-
sının yanlı lara yol açtı ını söylemi tir. Hocazâde, bazı bakımlardan yanlı olan
Gazâlî’nin yöntemini düzeltti ini de ileri sürmü tür. Aynca, amacının, felsefenin
iddialanna kar ı eriatı savunmak oldu unu açıkça söylemi tir. Böylece, averro-
izm yani lbn Rü d felsefesi talya’da çalı ılmı ve Rönesans dü üncesinde önemli
bir etmen olurken, Osmanlı medreselerinde kapsamlı bir skolastik felsefe yerle -
mekte idi. Hocazâde’nin yapıtı, ününü slâm dünyasında günümüze kadar koru-
mu , 19. yüzyılda lbn Rü d ve Gazâlî’nin yapıtlanyla birlikte basılmı tır.
Osmanlı medrese derslerinde okunan temel metinler, Yunan filozoflannın
Abbasî döneminde yapılan çevirileri, ya da lbn Sînâ ve Farâbî'nin9 yapıtlan de il-
dir, daha sonraki skolastik okulun eserleri Adûdüddîn’in Mevâkıf\, Nasîreddin Tû-
sî’nin Tecrid\, ya da Bayzâvî’nin10 Tevali']i gibi özet ve erhlerdir. Yeni yapıtlar
yalnızca bunlann erh ve hâ iyelerinden ibarettir.
II. Mehmet'in matematik ve ilâhiyat çalı malanna verdi i destek, bunlann
medrese çevrelerinde yakından ili kili konular olarak sa lam bir yer edinmelerini
sa lamı tır. Özgür dü ünceli ulemânın aklî ilimlerde uzmanla anlar arasından
çıkması dikkate de er. Ali Ku çu’nun ö rencisi Molla Lütfi bunlardandır. Mate-
matikçi ve ilâhiyatçı olarak adını duyuran Lütfi, özgür dü üncesi ve batıl inanç-
larla açıkça alay etmesiyle tutucu ulemâyı öfkelendiren bir müderris idi. II. Baye-
zit döneminde kendisine kar ı bir propaganda sava ı açılarak küfürle suçlanmı
ve adı "deli"ye çıkanlmı tı. Söylenti ve ku kular artınca, sultan bir ulemâ kurulu
olu tunılup durumun tartı ılarak iddialann do ru olup olmadı ının belirlenmesini
emretti. Ulemânın yargılanmasında izlenen dava yöntemi buydu. Rakipleri onu
185
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

zındıklıkla suçluyor, yüzlerce tanık aleyhte ifade veriyor, halk da duru mayı bü-
yük bir merakla izliyordu. Lütfi hiçbir zaman irk, yani Tann’ya ortak ko ma su-
çu i lemedi ini sürekli vurgulamı , fakat yargılayan ulemâ heyeti sultana Lütfi
aleyhindeki kanıtlann onun idamını gerektirdi ini bildirmi tir. Sultan tereddüt et-
tiyse de, ulemânın ısrarı üzerine Lütfi'yi ölüme mahkûm etmi tir. Molla Lütfi,
1494 yılında stanbul Atmeydam'nda büyük bir kalabalık önünde boynu vurula-
rak öldürüldü. Ancak, ulemânın bir bölümü olayı bir dedikodu ve iftira olarak gör-
mü , kamuoyu da Lütfi'ye hak yolunda ehit gözüyle bakmı tır.
Molla Lütfi'nin acıklı sonuna kar ın, Osmanlı mparatorlu u’nda aklî ilimler
önemini, slâmî e itimin dar çerçevesi içinde de olsa, bir süre daha korumu tur.
Matematikçi Mirim Çelebi müderris olarak uzun yıllar çalı mı ve Kemal Pa azâde
diye bilinen büyük bilgin lbn Kemal (1468-1534) bu dönemde yeti erek bütün
Islâm dünyasında ün salmı tır, lbn Kemal birçok de i ik alanda ürün vermi öz-
gün bir bilgindir. Molla Lütfi’den ilâhiyat okumu , Hocazâde'nin risâlesine bir
erh yazmı tır. Yüzü a kın dinî risâle yazmı olan lbn Kemal arkasında on ciltlik
dev bir Osmanlı mparatorlu u tarihi bırakmı tır.

Notlar

1 Osmanlı bilgin ve hukukçusu Molla Gürânî (1416-1488), 11. Mehmet tarafından kazasker ve ey-
hülislâm atanmı tır.
2 Osmanlı bilgin ve ansiklopedicilerinin en büyüklerinde Kâtip Çelebi (1609-1658), batı dünyasında
"Hacı Halîfe" adıyla ünlüdür.
5 Yazıcızâde karde lerden Mehmet (ö. 1453 dolaylan) Muhammediye'mn, Ahmet (ö. 1453'ten son-
ra) ise Envârü'l-â ıkîn’in yazarıdır; Her iki yapıt da Yazıcızâde Mehmet'in Arapça kaleme aldı ı
Megâribü 'z-zamân adlı yapıü üzerine kuruludur.
4 Baüda Averroe adıyla bilinen filozof lbn Sînâ (980-1037), neo-platonist gelenekteki yapıdan kadar
übbî ve bilimsel risaleleriyle de ünlüdür.
5 Baüda Averroe diye ünlü, filozof lbn Rü d'ün (1126-1198) yapıü, felsefeyi vahiy dinleriyle uzla -
tırma çabasındadır. Müslüman filozoflann en katıksız Aristocu olanı lbn Rü d'dür.
6 Kelâma Râzi'nin (1149-1209) el-Muhassai adlı kelâm yapıtı, felsefenin Islâm kelâmına olan etki-
sini gösterir. Râzî, Kur'an tefsiri Me/atihü'l-Gaybîa da ün salmı tır.
7 Gökbilimci Çagmînî (ö. 1345 dolaylan), el-MulahhasJi hay'a adlı gökbilim çalı masıyla ünlüdür.
8 Timur'un torunu Ulu Beg (1393-1449), Semerkand’da 1408'de tahta çıkmı tır. Batlamyos'un
astronomi cetvellerini düzeltmek için ünlü rasathanesini kurmu , ara tırmalarının sonuçlarını Zîc
adlı eserinde vermi tir.
9 En büyük Müslüman filozofu sayılan Farâbî (875-950), Mâverrâünnehir’deki Türk komutanların-
dan birinin o ludur. “Birinci ö retmen" Aristo'dan sonra “ikinci ö retmen" diye ün salmı tır.
10 Derlemeci ve hâ iyeci Bayzâvî (ö. 12867), en çok Kur'an tefsiriyle anılır.
18. Bölüm

BA NAZLI IN ZAFERt

Ta köprülüzâde, daha 1540'larda skolastik ilahiyat ve matemati in medrese


ulemâsı arasında eski itibarını yitirdi inden ve ilim düzeyinin dü tü ünden yakı-
nır. Kuramsal ilimler üzerine kitaplann ra bet görmedi inden, ulemânın da yal-
nızca basit elkitapları okuduktan sonra kendilerini âlim saydıklarından ikâyet
eder. Onlar, kelâm ve Kur'an tefsiri gibi ilimlere de il, yalnızca slâm hukukunun
dünyevî yanlanna, ya da iir, in a ve fıkra gibi "hoppalıklara" önem veriyorlardı.
Gerçekte, bu yararlı sanat ve ilimler, kadılık gibi dünyevî makamlar elde etmek
bakımından de er ta ıyordu.
Galata’da 1577’de kurulmu olan rasathanenin yazgısı, din ba nazlı ının
aklî ilimler üzerine açık zaferini gösteren bir olaydır. Rasathane Ulu Beg’in
Z îc’ini düzeltmek amacıyla kurulmu olup, slâm dünyasının tek rasathanesi idi.
Bu rasathaneyi sultanın ba astronomu Takiyyüddîn Mehmet kurmu ve gözlem-
lerinin do rulu unu arttırmak için birtakım yeni aletler, özellikle bir astronomi sa-
ati yapm ı tı. R asathane, o zam anlar A vrupa’daki en modern rasathane olan
Tycho Brahe’ninkinden daha az geli mi de ildi; gerçekte, bu iki astronomun kul-
landı ı aletler arasında çarpıcı bir benzerlik vardı. Takiyyüddîn, Avrupa’dan getir-
tilen saatleri nasıl inceledi i ve alet yaparken bunlan örnek olarak nasıl kullandı-
ı üstüne bir de rapor hazırlamı tır.
III. Murat, rasathanesini astronomik gayelerden daha çok astrolojik amaçlar-
la yaptırmı a benziyor. Sultanın gözdeleri bunu onaylıyordu ama rakipleri olan ve
aralannda eyhülislâmın da bulundu u bir grup ulemâ, astronomi ve astrolojiyle
ilgilenmeyi büyücülük ve falcılık gibi dinsizlik ve u ursuzluk olarak görüyordu.
eyhülislâm, sultana veba salgınının Tann'nın gizlerine nüfuz etmek için yapılan

187
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

bu cüretkâr çabaların sonucu oldu u anlamında bir âriza verdi. R asathane,


1580’de bir grup yeniçeri tarafından yerle bir edildi.
Rasathanedeki be uzman yardımcıdan birinin Selânikli bir Yahudi oldu u
biliniyor. Din dı ı, tatbiki bir ilim sayılan astronomide gayrimüslimleri çalı tırmak
suç sayılmazdı. Osmanlılar, 15. yüzyıldan beri, Avrupa co rafya, askerî teknoloji
ve özellikle nbbını, dini bir engelle kar ıla madan benimsemi ve taklit etmi tir.
Yabancı kültürlerin yararlı yanlarını benimseme e ilimi, 18. yüzyıldaki sözde
“batılıla ma"dan çok daha eskidir, çünkü slâm’ın temel de erlerine bunlann hiç-
bir etkisi olmadı ı gibi, o dönemde bu çe it uygulamalann ya amsal önemi vardı.
Ulemâ ve medrese çevreleri, hem tatbiki hem de aklî ilimlerde yeniliklere
kar ıt bir tavır almı tır. Örne in, 1767’de Ali Pa a’n ın 1 kitaplanna el kondu u
zaman eyhülislâm kolleksiyonda bulunan felsefe, astronomi ve tarih üstüne ya-
zılmı yapıtların kütüphanelere konmasını yasaklayan bir fetvâ çıkarmı tır.
Bu ko ullar, slâm dünyası için Batı’daki bilimsel geli melerden, tatbiki ilim-
ler alanında bile yararlanmayı son derece güçle tiriyordu. Bürokratik sınıftan bir-
kaç ki i ile slâmiyet’i kabul etmi birkaç doktor Batı dillerinden co rafya ve tıp
üstüne yapıtlar çevirme yüreklili ini göstermi , ancak bunlann da çabalan yalnız-
ca, günlük hayatta önemi olan bu konularla sınırlı kalmı tır.
Osmanlılar, Avrupa co rafyasını erken bir dönemde benimsemi lerdir. Pîrî
Reis2, deniz seferlerinde ele geçen Kristof Kolomb’un haritasından ve en son Por-
tekiz portolano\anndan yararlanmı tır.3 Amerika üzerine 1580’de Tarih-iH ind-
i Garbi adlı bir eserin Türkçeye çevrilip Sultan’a sunuldu unu biliyoruz33. Bu
eserde ve eklenen bir derkenarda Avrupa’nın deniza ın ülkelere yayılmasının s-
lâm için tehlikesi belirtilmi tir. 17. yüzyılın ikinci yansında dünya co rafyasının,
özellikle de Avrupa co rafyasının bilinmesi, politik ve stratejik istihbarat için git-
tikçe gerekli olmaktaydı. Bu durum Latince yazılmı iki önemli co rafya yapıtı-
nın, Mercator ve Hondius’un 1621 tarihli A tlas M inofu ile Joan Blaeu’nın 1662
tarihli A tla s M ajör"m m , mühtedîlerin yardımıyla Türkçeye çevrilmesine yol aç-
mı tır. A tla s Minör'un çevirisini te vik etmi olan Kâtip Çelebi, Batı co rafyacılı ı-
nın üstünlü ünü kabul etmi , Avrupa hakkında bilgisini arttırm ak için de Cari-
o n ’un Chronicle’ini Türkçeye çevirtmi tir. Kâtip Çelebi’yi dünyanın yuvarlak ol-
du una bu çeviri inandırmı ve bu görü ün dine aykın olmadı ını slâmî kaynak-
lardan kanıtlamaya çalı mı tır. Osmanlılan Copemicus sistemiyle ilk kez tanı tı-
ran A tla s Majör"m çevirisini, 1685’te Ebu Bekir Dime kî desteklemi tir.
Di er bir vazgeçilmez ilim dalı da tipti. Islâm hükümdârlan ilk dönemlerden
itibaren yabancı hekimler çalı tırmı lardır; fakat Avrupa’nın tıp ve eczacılık alan-
larındaki ilerlemeler, mühtedîlerin Batı dillerinden Türkçe ve Arapçaya yaptı ı çe-
BA NAZLI IN ZAFER

virtlerle, ancak 17. yüzyılda ö renilmi tir. Batılı kaynaklara dayanan Türkçe tıbbî
yapıtlanyla ünlü Hayâtîzâde, Müslüman olmu bir Yahudi ve saray ba hekimi idi.
Ancak bu alıntılar, geleneksel bilgiye sadece birkaç ekleme yapmı oluyor, yanın-
da bilimsel batı dü üncesini getirmiyordu. Nitekim, Kâtip Çelebi bile bütün bilim-
sel ara tırmalannda ilk kanıtlannı hep Kur'an'da aramı tır.
Fâtih Sultan Mehmet’in talyan Rönesans kültürüne ilgi duydu u, ancak daha
sonra bu hareketin durduruldu u iddia edilmi tir. Osmanlı sultanlannın en özgür
dü üncelisi hiç ku kusuz Fâtih’ti. Hıristiyan dininin ilkelerini yetkili bir ki iden ö -
renmek için Patrik Gennadius’a Hıristiyanlık üstüne bir risâle yazmasını emretmi ;
Trabzonlu Amirutzes, lmrozlu Kritovulos ve Anconalı Ciriaco gibi Yunan ve talyan
bilginlerini sarayında toplamı , Amirutzes'e bir dünya haritası ısmarlamı , Batlam-
yus’un co rafyasını Türkçeye çevirtmi , sarayda Yunan ve Latin klâsiklerinden bir
kütüphane kurmu tur. Saray duvarlanm talyan saraylan gibi freskolarla bezedi ini
ve portresini yapması için Venedik’ten getirtti i Gentile Bellini’ye iltifatlar ya dırdı-
ını biliyoruz. Berlinghieri, Geografta'sını, Roberto Valturio da De re m ilitan adlı
önemli yapıtını Fâtih'e sunmayı arzu etmi lerdi. Giovanni-Maria Filelfo Amyris adlı
kasidesinde Fâtih'i övmü tür. Bütün bunlar, bazılannın onu bir Rönesans hüküm-
dân olarak görmesine neden olmu tur; oysa bu gerçekten uzak bir görü tür. Fâ-
tih’in Hıristiyan dünyaya ilgisinin tek sebebi, Roma ve talya fatihi ve yöneticisi ol-
ma iste idir. Fâtih, kültür bakımından tam bir Müslümandi; Hocazâde'ye derin bir
hayranlık duyar, eyhi Ak emseddin’in gaibi ke fetti ine inanırdı. Döneminde sanat-
ta Avrupa stiline hayranlık duyulması ve tatbikî ilimlerden birkaç yüzeysel alıntı ya-
pılması gibi özellikler bir yana, gerçekte yeni bir kültür yöneli i ortaya çıkmamı tır.
Hanefî mezhebi, devletin tanıdı ı resmi mezhepti ve mahkemelerde hanefi fı-
kıhına göre karar verilirdi. slâm hukukunda icmâ'a (consensus) önemli yer ve-
ren hanefilik, dört sünnî slâm hukuk mezhebinden, toplum i lerinde en ho görü-
lüsü ve esnek olanı idi. 10. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar hüküm süren ve Orta
A sya’nın ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılanndan beri bütün Türk dev-
letleri Hanefî mezhebini benimsemi lerdir. Türk hükümdârlanmn kendi politika
ve iktidarlannda olabildi ince özgür olma istekleri, bunun ba lıca nedeni olmalı-
dır. Aynı zam anda bu, slâm dünyası içinde Türk toplumlanna, ayn bir toplumsal
ve kültürel özellik veren ba lıca etmenlerden biridir. Bütün Islâm toplumlan içinde
yabancı kültürel etkilere en açık olanı Osmanlı mparatorlu u olmu tur; fakat 16.
yüzyılın ba lanndan sonra dinî ba nazlık akımlan gittikçe güçlenecektir. Yukan-
da açıklamaya çalı tı ımız gibi, serhat geleneklerinin azalmasıyla birlikte devletin
temel özelli inin bir slâm hilâfeti oldu u bilincinin yerle mesi, bu geli me üzerin-
de etkili olmu olmalıdır. Osmanlı lmparatorlu u'na kar ı Safevî ran'ın ölümcül
189
OSMANLI MPARATORLU U; KLÂS K ÇA (1300-1600)

silâhı i’î’lik de (Kızılba hareketi) bunda ba lıca etmen olmu tur. Dinî ba nazlık,
imparatorlu un dü ünce hayatında matematik gibi aklî ilimlere, skolastik ilâhiya-
ta ve tasavvufa kar ı gittikçe güçlenen kar ıtlıkta kendini göstermi tir. Bu e ilim,
günlük ya amda eriat adına yapılan kaba ba nazlık eylemleriyle gün yüzüne çı-
kmı tır.
Aynı e ilimler devlet i lerinde de göze çarpar. Kanunî Sultan Süleyman,
"Yeryüzü Halifesi" unvanını tam bir ciddiyetle benimsemi tir. slâm fıkıhmı ince-
lemi ve devlet yasalannın eriata uygunlu unu sa lama i ini eyhülislâm Ebus-
su'ûd’a (1490-1574) havale etmi tir. ran'la her çatı ma sırasında “râfızîlere”
kar ı alınan sıkı önlemler, tüm yeniliklere kar ı bir ba nazlık akımının yükselme-
siyle sonuçlanmı tır.
Molla Kâbız’ın (ö. 1527) yargılanması, bu bakımdan çok ilginçtir.4 Molla
Kâbız, Anadolu’da Kızılba Kalender Çelebi ayaklanması sırasında, peygamber-
likte sa'nın Muhammed'e üstün oldu u görü ünü savunan ulemâdan biriydi.
Divân-i Hümâyûn'daki ilk yargılanmasında kazaskerler, idamını sa lamaya ye-
terli kanıt gösterememi lerdir. Duru madan sonra sultan, “Peygamberin anına
gölge dü üren bu kâfirin serbest bırakılması”na öfkelenerek, eyhülislâm Ke-
malpa azâde ile stanbul kadısının huzurunda ikinci bir duru ma emretmi tir.
Molla ile eyhülislâm arasında bir tartı ma olmu , eyhülislâm Mollayı sustura-
bilecek kanıtlar göstermi tir; fakat molla görü lerini de i tirmemi , kadı da ida-
mına hükmetmi tir.
1537'de imparatorluktaki tüm beylerbeyilerine, peygamberin sözlerinin do -
rulu una kar ı üphe gösteren herkesin kâfir sayılıp idam edilmesi hakkında bir
ferman yollanmı tır. Ba ka bir ferman da her köyde bir cami yapılmasını ve Cuma
namazında tüm halkın cemaate katılmasını emretmekteydi. Bu, sünnî cemaatle
namaz kılmak istemeyen “sapkınlara" kar ı alınmı bir önlemdi.
Osmanlı toplumunda aklî ilimleri, tasavvufu, musikiyi, raksı ve iiri dinsizlik
olarak gören ba naz bir ulemâ sınıfı, kar ılannda da bunlann din alanına girdi i-
ni savunan bir sınıf her zaman olmu tur. Camilerde vaizlik yapan ve ders veren
eyhlerle ulemâ genellikle ba naz davranmakta idi. Önemli medreselerdeki ulemâ
ya da devlet hizmetinde çalı anlar ise ikinci grubu olu turmakta idi. Bunlardan bi-
ri olan Ta köpriilüzâde’nin Osmanlı ulemâsında seçkin bir yeri vardı. Halkın ca-
hilli ini kullanarak onlan yanlı yola sürükleyenlerden, o “Tann bizi din ba naz-
lanndan korusun”, diye acı acı yakınırdı. Ta köprülüzâde, Mevzuâtu’l Ulûm adlı
kitabında her ki inin kendi mezhebini seçmekte özgür oldu una, kendi mezhebini
tartı masız do ru, ba kalannınkini yanlı olarak görmenin ve herhangi bir Müs-
lümana küfür yakı tırmanın gerçek Müslümanlı a aykırı oldu una inananlardan-

190
BA NAZLI IN ZAFER

dı. Ona göre gerçek mümini yalnız Tann seçebilirdi, bu bakımdan, fıkhın uygula-
masındaki ba nazlık da tutarsızdı, çünkü bu konularda kimse yanılmazlık iddia
edemezdi.
Öteki yüksek ulemânın yanı sıra Ta köprülüzâde de Gazâlî’nin ılımlı görü le-
rini kabul ederek dinde ba nazlar gibi bâtınîlerle filozofların da hatalı oldu una
inanmakta idi. Ona göre Kur’a n ’da gizli manalar arayan ve yanlı yorumlara gi-
den Bâtınîler eriatı yok etmeye çalı ıyor, filozoflar ise slâm'ın kabul edemeyece-
i ilkelerden yola çıkıyorlardı.
Osmanlı medrese ulem âsından birço u, ilk zam anlardan beri tasavvufi
inançlannda Gazâlî’den bir adım daha ileri giderek lbnü'l-Arabî5, Râzî ve Suhre-
verdî6 geleneklerini takip etmi lerdi. Ta köprülüzâde de tasavvufun hem lâhî ir-
fana giden tek tarîk oldu unu kabul eder, hem de ancak kendi terminolojisinin
ı ı ı altında ele tirilebilece ini ileri sürmü tür. Örne in, mutasavvıfın “Ben Hak-
kım”7 deyi ini kendi tasavvufi anlamında yorumlamamak, mutasavvıfa haksızlık
etmektir. Kanunî Sultan Süleyman saltanatının ilk yıllarında ba naz ulemânın,
halkı tasavvufa kar ı kı kırttı ını Ta köprülüzâde’den ö reniyoruz.
Ta köprülüzâde, tasavvufi tarikatlann ayinlerindeki semâ’ı, musiki ile raksı
dine aykın bulmaz; ona göre bunlar, ruhta Tann a kı ve lâhî bir vecd uyandınr;
müzik ve ruh arasındaki ili ki tannsal bir sırdır ve semâ’ ile uyanan ruh, lâhî irfa-
na kavu ur. Musiki ve semâ ancak dünyevi arzular uyandırmak için kullanıldı-
ında yasaklanmalıdır. Tutucu ulemâ’, gene de, semâ’ı küfür olarak görmü , aynı
zamanda camilerin süslenmesi, Kur’an'm tecvidli okunması ve din bilgisi veren-
lere para ödenmesi gibi eylere kar ı çıkmı lardır. Tasavvuf kadar aklî ilimler ve
skolastik ilâhiyata da, dinî inancı zayıflatıyor diye hücum etmi lerdir.
Bu ba nazlık hareketleri çok geçmeden kamu düzenini tehlikeye sokan ve
devleti kaygılandıran biçimlere bürünmü tür. Kur’an ve Peygamber sünnetinin
dı ında olmamakla birlikte, Islâm toplumunun benimsemi oldu u inanç ve adet-
leri “bid’at” diye damgalayan ve halkı bunlara kar ı kı kırtan küçük bir vâiz gru-
bu Osmanlı toplumunda yüzyıllardır vardı. Kızılba lar üzerindeki baskının doru a
ula tı ı 1558’le 1565 yıllan arasında ün salan Mehmet Birgivî (1522-1573) bu
ulemâdandır. Birgivî, sultanın hocası Atâullah efendinin himayesinde idi. “Tann-
nın haram kıldıklanndan halkı kalemim ve dilimle korumak benim üzerime farz,
susmam ise günahtır”, diyerek bir yandan skolastik ilâhiyatçılarla mutasavvıfla-
ra, öte yandan da devlet hizmetindeki yüksek ulemâya saldınyordu. Hanbeli
mezhebini izleyen Birgivî, ölüleri anmak için yapılan ayinleri, efaat istemek için
mezar ve türbeleri ziyaret etme gibi âdetleri slâm'ın ruhuna aykın buluyordu. El
sıkma, selâmla ırken e ilme, el ya da gömlek öpme gibi yerle mi alı kanlıktan.

191
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Peygamber zamanında olmadıklarından sünnete aykın diye reddederdi. Din hiz-


metinde çalı anlara para verilmesi, para ve ta ınır mallann vakıf olarak vasiyet
edilmeleri gibi Osmanlı toplumunun bazı temel kurumlarına saldırması kurulmu
düzen için bir tehdit olu turuyordu. Bu yüzden eyhülislâm Ebussu’ûd bu ku-
rumlann yasallı ını peki tiren bir fetvâ çıkarmak gere i duymu tur. Mehmet Bir-
givî, fetvâlann hatalı oldu unu iddia ederek, eyhülislâma do rudan do ruya sal-
dırmakta tereddüt etmemi , onu küfürle suçlamı tır. Öte yandan, dinî törenlerde
zikir ve semâ'a kar ı yazılan tarikat üyelerini derin kaygıya dü ürüyordu.
Mehmet Birgivî’nin ö rencisi Kadızâde (ö. 1635) ile ona ba lı “fakı" denen
bir grup vâiz tartı mayı tırmandırıp sürdürmü lerdir, stanbul camilerinde vâiz
olarak açtıklan din sava ı, derin bir toplumsal kan ıklı a yol açarak halkı ikiye
bölmü tü. Fakılar, Peygamber zamanından sonra çıkmı bütün âdetlere, tslâma
aykın “bid'at", bunlan yapanlara kâfir damgası vurmakta idiler. Tütün, kahve ve
her türlü türkü ve raksın eriata aykın oldu unu ilân etmi ler, matematik ve aklî
ilimlerin medrese e itiminden kaldırılmasını istemi lerdir. IV. Murat, çocukluk ça-
ı sona erdikten (1632) sonra padi ah olarak iktidannı peki tirmek iste iyle, s-
lâm’ın savunucusu görünerek fakılann deste ini kazanmayı denemi tir. Tütün ve
içki yasa ı türünden yasalar çıkarmı , bunlara uymayanları acımasızca cezalan-
dırmı tır.
Fakılann mücadelesinin sosyal bir yönü de vardı; fakılar yalnız yaygın dinî
ba nazlı ı körüklemekle kalmamı , aynı zamanda da lükse ve yönetici sınıfların
savurganlı ına da hücum ediyor, haksızlıklardan ve ça ın gev ek ahlâkından da
ikâyet ediyorlardı. 1656’da, stanbul tekkelerine bir saldın düzenleyip genel bir
kıyımla dinî sapkınlı ın köküne darbe vurmayı planladıklannda, destekçilerinin
ço u yoksul medrese ö rencileri ve sıradan esnaf idi. Bunlann halk yı mlan üze-
rindeki güçlü etkisinin bilincinde olan bazı saray görevlileri fakılardan yana ola-
rak onları kendi iktidar oyunlan için kullanmı lardır. Fakıların devlet otoritesini
ve toplum ahlakını zayıflattıklarını ve halk arasına fitne soktuklannı iddia eden
yüksek makamlardaki ulemâ ve genelde tüm bürokrat sınıf fakılara kar ıydı. Dik-
tatörce yetkilerle i ba ına gelen Köprülü Mehmet Pa a (ö. 1661) vezir-i âzam ol-
du unda, kı kırtıcı fakılan stanbul’dan sürerek durumu sakinle tirmi ve iç sava-
ı önleyebilmi tir.
Bu muhalefetin kuramsal temeli, tüm Osmanlı kültür ve toplumunu etkileyen
bir sorun olan Islâm’daki “bid’at" sorunudur. Yüksek ulemânın bu konudaki ka-
nısını, Islâm toplumunun büyük bir bölümünün benimsedi i örfi alı kanlıklarla
bid'atlann güç kullanılarak kaldıramayaca ını ve kaldmlmaması gerekti ini ya-
zan Kâtip Çelebi özetlemi tir. Ona göre, herhangi bir yenilik eriata uygun olma-

192
BA NAZLI IN ZAFER)

yabilir; ama Tanrı kulu insan, çaresiz ve eksikleri olan bir varlıktır, Tann ise ra-
himdir. slâm ho görüyü, affı, güç kullanmaya ye tutar; üstelik, kar ı dirence se-
bep oldu u ve devlet ve toplumu karga aya sürükledi i için güç kullanmak yan-
lı tır. Aynca, kanûnlar zamanla de i ir; Tanrı, insan ili kileri konusunda belli ne-
denlerden ötürü birtakım kanûnlar koymu tur ama, o nedenler ortadan kalkınca
o kanûnlann geçerlili i kalmaz. Kâtip Çelebi, ba ta bnü’l-Arabî olmak üzere, mu-
tasavvıftan savunmu tur. Ba nazlı ın gerçek tedavisini, II. Mehmet zamanında
oldu u gibi, aklî ilimlerin e itiminde görmü tür. Mehmet Birgivî’nin tarih ve fel-
sefe okumadı ı için örf ve âdetlerin toplumsal rolünü anlamadı ını ileri sürer. Tar-
tı manın her zaman yararlı oldu una inanırdı; ancak, dinî sorunlan halk de il,
yalnız ulemâ tartı malıydı.
Resmî Osmanlı çevrelerinin bid’at hakkındaki genel görü ü, ho görülü Ha-
nefili in icmâ’ kavramının dinî ve hukukî kanılara kaynak olması yönündeydi.
Kar ılanndaki Mehmet Birgivî ve fakılar ise, Hanbelîlerin gelenekçili ini benimse-
mi lerdi. Bunlar, yüzeysel bir Kur'an ve sünnet yorumunun kabul edemeyece i
her yenili i slâm’a aykın görmü lerdir. Tasavvufa ve din ilkelerinin her türlü bâ-
tmî yorumuna kar ıydılar. Günümüzde, slâm toplumlannın modernle me çabala-
rı bu iki kar ıt görü ün bir kez daha çatı masına neden olmaktadır.

Notlar

1 Çorlulu Ali Pa a (ö. 1711), 1706-1710 arasında vezir-i âzam.


2 Osmanlı amiral ve haritacısı. (1465-1554);1521'de yazdı ı ve 1525'te geni letti i Kitab-iBahri-
y e ’si gemicili e ait Akdeniz kıyılarının haritasını veren bir portolano’dur. Kendi dünya haritasının
bir parçası olan ünlü Amerika haritası, Kristof Kolomb'un 1498 tarihli haritasının bir kopyasıdır.
3 bkz. P. Kahle, Die verschollene Cobmbus-KarCe 1498 in einer türkischen Weltkarte von 1513
(Berlin. 1933).
3a H adîs-iNev adı verilen bu eser hakkında bkz. Thomas D. Goodrich, The Ottoman Turks and the
New World: A Study ofTarih-iHind-i Garbi and Sixteenth Century Ottoman Americana. (Wiesba-
den, 1990).
4 Molla Kâbız üzerine bkz. Ahmet Ya ar Ocak, Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar). ( stanbul.
1998), s. 2 3 0 -^ 8 .
5 Osmanlı dü ünce tarihinde önemli yeri olan Muhyiddîn lbnü'l-Arabî (1164-1240) Mevlâna Celâ-
leddîn Rûmi döneminde Konya'ya gelmi ve ünlü sûfilerle bulu mu tur.
6 Filozof ihâbeddîn es-Suhreverdî-i Maktul (ö. 1196) i rakiyye teozofik sisteminin kurucusu. Sel-
çuklu Anadolusu'nu ziyaret etmi ti, bkz. Ahmet Ya ar Ocak, a.g.e.. s. 47.
7 "Hak benim” (Ene'I-Hakk); mutasavvıfın, bütün varlı ın Tann’nın birli inde yok oldu unu anlatan
sözü; al-Hallâc ve ona öykünenler bu söz yüzünden öldürülmü lerdir.

193
19. Bölüm

HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

Selçuklular döneminde Orta Anadolu’nun e itimli ehir çevreleri yüksek ran


kültürünü benimsemi lerdi. Uçlarda ise, tasavvuf ve alplık akımlanyla, gâzîlerin
ve dervi lerin Türk halk kültürü egemendi, ilk Osmanlı beyleriyle yakın ili kileri
olan, genellikle baba, abdal, kalender ya da ahî adı verilen uçlardaki eyh ve der-
vi ler, Türkmen kabilelerinin göç dalgasıyla 11. yüzyıldan beri Anadolu’ya gel-
mekteydiler. Bunlar Türkmen a iretleri için, eski Türk-Mo ol am anlan gibi, top-
lumsal ve dinî hayatın odak noktalanydı.
Arap kaynaklan, 1307’de Barak Baba’yla Suriye'ye gelen yüz kadar bu çe it
dervi i a kınlık içinde, öyle betimler. (Aynı betimlemeyi uçlardaki dervi ler için
de kullanabiliriz):

B o y u n lan n a çanla r v e a ık kem ikleri tak m ı , sakallarını tıra e tm i , bı-


yık ların ı bırakm ı lardı. Ellerinde ta h ta kılıçlar, y a da ucu k ıv n k so p a lar v a r -
dı. Y anlannda dav u l v e n ey ler ta ım a k ta v e b u n la r çalındıkta ço k can lı h a -
reketlerle rak s e tm ekte idiler. B oyu n larındaki nesn ele r öyle bir ses çık anrd ı
ki, seyircilerin aklı b a ın d an giderdi. N am aza, o ru ca aldırd ık tan y o k tu . Ba-
ra k Baba, topladı ı sad ak a y ı dervi lerine v e yo k su llara da ıtırdı.

Barak Baba, öbür kalenderi babalar gibi Tann'yla dolaysız temasta oldu una
inanırdı ve ran Mo ol hanlan üzerinde, eski am anlar gibi büyük etkisi vardı.
Daha sonraki yüzyıllann Osmanlı kaynaklan ve Osmanlı lmparatorlu u'nu gezen
AvrupalIlar, kentten kente dola an dervi toplulukları üstüne benzer öyküler bı-
rakmı lardır.

194
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

Anadolu da lık bölgelerinde yüksek yaylalarda, özellikle uc bölgelerinde ya a-


yan yan göçebe Türkmenlerden, yerle ik hayatın, Müslüman ya am ve ibadeünin
sünnî biçimleri beklenemezdi. Horasan Erenleri veya Abdalan-ı Rum (Anadolu)
adıyla bilinen bu Abdal ve babalar, amanist inançlardan türeme ve a iretin toplum-
sal yapısına uygun "rafızî", heterodoks bir slâmî temsil etmekte idiler. Devlet, aynı
zamanda, hâzinenin gerçek gelir kayna ı olan köylülerle ekili topraklan göçerlere
kar ı korumak için sert önlemlere ba vurdu undan, göçerler bu merkezî yönetime
ve onun katı sünnî politikasına iddetle kar ı çıkmakta idiler. Türkmenler, kendi
toplum ve kültür biçimlerini temsil eden babalara ba nazca ba lıydılar. Bu topluluk-
lar içinde, kent ve sarayın kozmopolit kültür ve edebiyatından çok farklı bir Türk
halk kültürü, Ahmet Yesevî’nin temsil etti i Orta Asya Türk geleneklerinden gelen
bir akım egemendi. 20. yüzyıl Türk milliyetçileri, yeni bir ulusal edebiyat yaratmak
istediklerinde kaynak olarak bu akıma yönelmi lerdir.
Temel nedenleri bu toplumsal ve siyasî ko ullarda yatan Anadolu Türkmen
ayaklanmalannın hemen her zaman rafizî dinî hareketler biçimini alması a ılacak
bir ey de ildir. Mo ol istilâsından üç yıl önce, 1240 yılında Orta Anadolu’da Vefaiy-
ye eyhi Baba llyas'a ba lı Baba shak adlı bir dervi , elimizde tarihî kayıtlan bulu-
nan ilk büyük Türkmen isyanını yönetmi ti. Ayaklanma acımasızca bastırılmı ve
Babaîler diye bilinen birçok rafizî dervi , büyük Türkmen gruplanmn yerle ti i batı
sınır (uc) bölgelerine kaçmı , orada kendilerine Türkmen beyleri kucak açmı tır.
Bu Babaî eyhlerinden biri de San Saltuk’tur. 1261'de Bizans'a kaçan II. tz-
zeddin Keykâvus’un arkasından kırk kadar Türkmen obasıyla Bizans topraklan-
na sı ınmak zorunda kalmı , Dobruca'ya yerle mi , orada Karadeniz’in kuzeyle-
rindeki steplerde hüküm süren güçlü Müslüman Mo ol emiri Nogay’ın himayesi
altına girmi ti. San Saltuk, slâm’ı Avrupa’da yayan bir alp-eren rolünde bir des-
tan kahramanı olmu tur. 1473-1480 yıllannda Osmanlı ehzâdesi Cem'in emriy-
le San Saltuk’un gazâlan ve Rumeli’de Osmanlı Türklerinin sava lan hakkındaki
halk öyküleri Saltuknâm e adı altında biraraya getirilmi tir. Burada San Saltuk,
Anadolu Türklerine aralanndaki kıran kırana sava ı bırakıp Avrupa’da kâfirlerle
sava malarını ö ütleyen bir alp-eren olarak betimlenir. San Saltuk, gazâyı en
yüksek tapınma biçimi olarak yüceltir. Saltuknâm e'te Hıristiyanlar arasındaki
din propagandası, genellikle sava a neden olur ve zaferle sonuçlanır. Ke i kılı ı-
na girerek kiliselerde slâm propagandası yapar; kendisine kar ı çıkan papazlan
tahta kılıcıyla bertaraf eder. Aziz Yorgos gibi o da, halka korku salmı bir canava-
rı öldürür, minnettar olan Hıristiyanlar tslâmiyeti kabul ederler. San Saltuk’un
Balkanlar, Polonya ve Rusya’daki etkinlikleri için hareket merkezi Dobruca ve Kı-
nm ’dır. Denizleri uçarak geçer. Ona göre, lslâmiyetin sürekli ilerlemesi ve Hıristi-

195
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

yanlık'ın gerilemesi mucizelerin en büyü üdür ve bu olgu slâm’ın do ru din ol-


du unun en açık kanıtıdır. slâm’ın yayılmasını bir mucize ve Tann'nın iradesi ol-
du unu iddia eden Osmanlı hocalan, 1354'te znik’te tutsak olan Selânik Ba pis-
koposu Palamas’a tam da aynı eyi söylemi lerdir.
Allah adıru fetihle yayma için duyulan co ku ve sürekli ba an, bu ça da tüm
Osmanlı toplumuna heyecan ve canlılık vermi tir. Bu co ku, Saltuknâme gibi
kahramanlık destanlarının niteliklerini ta ıyan ve yazarları bilinmeyen ilk Os-
manlI vekâyinâmelerinde de apaçık görülür. Bu destansı kahramanlık öyküleri,
sınır toplumunda örnek kahramanlann ve gazâ öncüleri alp-ercnlerin öyküsüdür.
Havada uçabilen bir Sarı Saltuk'un ola andı ı maceralarında halkın dü gücü,
kendi örnek kahramanını bulur. Saltuknâme, Battalnâme, Dani mendnâme gibi
halk kahramanlık destanlan, do al olarak eski Türk destan motiflerinin yanı sıra,
Anadolu ve Balkan folkloruyla Hıristiyan ve mü rik geleneklerden alınma bir yı-
ın ö e içerir. Örne in San Saltuk'u bazen bir Hıristiyan azizinden ayırt edebil-
mek zordur. Sarı Saltuk’un hareket üssü olan Dobruca, bütün Osmanlı dönemi
boyunca, Türkmen a iretleriyle serhad gâzîlerinin ve dervi lerin faaliyet gösterdi-
i ve merkezî devlete kar ı sık sık isyan çıkarttıktan merkez olarak kalmı tır.
I. Bayezit’in hükümdârlık süresi (1389-1402), sünnî Islâm'ın ve klâsik s-
lâm kültürünün; merkezîle tirme politikasının yardımıyla gittikçe güçlendi i bir
dönem olmu tur. Ancak, 1402 Ankara bozgunu, toplumsal ve politik bir karga a
ve tepki ça ı ba latmı tır. eyh Bedreddîn isyanı (1416), halkçı Bayramî tarikatı-
nın kurulu u ve Hurûfîlik akımının Osmanlı mparatorlu u’na sıçraması bu hu-
zursuzlu un i aretleridir.
eyh Bedreddîn hareketi, toplumsal ve politik yanlanyla oldu u kadar, kül-
türel yönüyle de anlamlıdır. Bedreddîn'in annesi Rumdu. Babası, en ileri uc bölge-
sinde Rumeli’ne ilk geçenler arasında sava an bir Osmanlı gâzîsiydi. Bedreddîn
kendisi gençli inde sınır boylarında gâzîlere kadılık yapmı tır. Sonra Musa Çelebi
(1411-1413) döneminde, uc gâzîlerinin beyi Mihalo lu'yla birlikte yeni devrimci
rejimin ba lıca destekçilerinden oldu. O, uc gâzîlerine ülkenin iç bölgelerinde tımar
verilmesini sa layarak uçlarla merkezî devlet arasındaki eski anla mazlı a son
vermek istemi tir. I. Mehmet, 1413’te Musa Çelebi’yi bertaraf edince, Bedreddîn’i
znik’e sürmü ve yanda larının tımarlarını ellerinden almı tır. Bedreddîn de
14 16'da Mehmet güç bir durumdayken, Dobruca’da isyan bayra ını açmı tır.
Sultan Bayezit'in o ullan Çelebiler arasında taht için mücadele sırasında (1402-
1413) Bedreddîn Selçuklu hanedanıyla akrabalık iddiasında bulunmu , belki de
Osmanlı hanedanının yerine kendisi geçmeyi dü ünmü tür.
Bedreddîn aynı zamanda büyük bir din bilgini, mutasavvıf ve velîydi. Üst-
lendi i siyasî devrimci rol, slâm dünyasında dinî ve mistik dü üncenin, toplum-

196
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

sal ve politik eylem için nasıl yorumlandı ını çok iyi gösteren bir örnektir. Bu,
kucbu'l-aktâb unvanı ta ıyan eyhler, velâyet iddiasıyla öbür dünyada oldu u
gibi bu dünyada da olayları kendi kontrollan altında tuttuklannı iddia ederlerdi.
zmir, Saaıhan ve Dobruca yörelerinde, Bedreddîn’in i areti üzerine ayaklananla-
rın ço u, kendilerinden önceki Babaîler gibi Türkmen Yörüklerdi. Öteki yanda la-
rı, uc gâzîleri, tımarlan alınmı sipahiler, nasipsiz medrese ö rencileri ve Hıristi-
yan papas ve köylüleri gibi çe itli türden ho nutsuz gruplardan olu uyordu. ey-
hin geni bâtını Islâmiyet yorumu, ona bu de i ik ö elerden tek bir toplum olu -
turabilece i umudunu vermi olmalıdır. Sûfi inancında, Musa, sa ve Muhammed
aynı Tannsal gerçe in elçileridir.
eyh Bedreddîn basit bir dervi de ildi. Dinî ilimler, özellikle de slâm hukuku
üzerine tanınmı kitaplanyla büyük bilginler arasında yer almı ur. Fakat “zahiri i-
limler"i tatmin edici bulmamı , eyh Hüseyin Ahlâtî’nin etkisiyle sûfîli e geçmi ve
bir sûfî eyh olarak Batı Anadolu ve Rumeli'nde faaliyette bulunmu tur.
Bedreddîn'in mutasavvıflı ı, genellikle lbnü'l Arabi'ye dayanır, lbnü'l Ara-
bi’nin Füsûsü’l-Hikem'ine bir erh yazdı ı da biliniyor. Hutbelerinden derlenmi
ve kendi tasavvuf anlayı ını yansıtan Vâridât adlı kitapta, vahdet-i vücud felse-
fesini u sözlerle anlatır:

T anrı’nın görünmesi, varlı ının bir gere idir. Bu görünümler dünyası,


'm utlak tipleri, türleri ve ki ileriyle eskidir', ne ba langıcı vardır ne de sonu;
zam a n d a yaratılm ı de ildir. Maddî d ü n y a y o k olursa ruhî v e gayricism î
d ü n y a da y o k olur. ‘Yaratılı ve yokolu sonsuz bir süreçtir'. ‘Bu ve öte
d ü n y a bütünüyle dü sel hayallerdir; cennet ve cehennem , iyi ve kötü ey-
lemlerin tatlı ve acı tinsel görünümlerinden ba ka bir ey de ildir’.

eyh, Yargı Günü'ne ya da ölülerin dirilmesine inanmazdı. sa'nın kendi gövde-


siyle öldü üne, fakat ruhuyla ebedî oldu una inanırdı. O, sünnî slâm'ın bütün ö re-
tilerini, kendinden önceki baunî kelâmcılar gibi yorumlamı tır. Bu yüzden sünnî ule-
mâ onu, eriatı bütünüyle inkâr eden, a ın bir batmî saymakta oybirli i etmi tir. Bed-
reddîn mistik vecd deneyimlerini içtenlikle betimleyen satırlar bırakmı tır:

Cezbeye tutulur, Tann huzurunda öylece hayran kala kalırdım. Duygu-


lar içinde y ok olur giderdim... Bir gün gövdemi, O 'nun bütünlü üyle Tanrı
olarak gördüm ... Tanrı’yı gören sûfi, duyulannı yitirir. Bütün evrene yayılır.
Da larla, ırmaklarla bir olur. Artık ne burası kalır ne de sonrası. Her ey tek
bir andır.

197
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

15. yüzyıl sonlarında yazan sünnî tarihçi tdrîs-i Bitlisi, eyhin inançlanyla
planlan hakkında unlan söyler:

"Kendini m ehdi sanar, gaipten bir i aret ü zerine m üritlerinin b a ın a


geçerek toprakları y anda larına da ıtaca ına inanırdı. O zam an T anrı birli-
in in sırları gerçeklik d ü n y a sın a hâk im o lacak, taklitçilerin (y an i e riata
inan an lan n ) mezhebi de güçten dü ecekti. Kendi geni mezhebi, birçok h a -
ramı helâl yapacaktı."

ldrîs'e göre bu vaatlerle binlerce cahil, basit dü ünceli ki iyi, hayvanı içgüdü-
lerine ça nda bulunarak çevresinde toplamı tı. eyh, Bekta î tarikannda oldu u
gibi, arap ve müzi i mübah sayar, din aynlıklanna göz yumardı.
zmir yakınlannda da lık Karaburun yöresindeki Türkmenler arasında ilk is-
yanı Bedreddîn'in müridi Börklüce Mustafa çıkartmı tır. Dönemin Bizanslı tarihçi-
si Ducas, isyanı ilginç aynnnlarla anlatır1. Börklüce, kadınlar dı ında her eyin or-
tak mülk oldu unu söylerdi. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki aynlıklan ta-
nımazdı; ona göre Hıristiyanlara kâfir diyen Müslümanın kendisi kâfirdi. Börklüce
müritlerinin, Hıristiyanlara meleklermi gibi davrandıklan söylenmekte idi. Börk-
lüce, Sakız papazlannı kendisine katılmaya davet etmi tir. Hıristiyan yanda lan-
nm da ayaklanmaya katıldı ı biliniyor. Ancak, sayılan altı bin tahmin edilen âsi-
lerin ço u Türkmen göçebelerdir. syan büyük güçlüklerle bastınlabilmi , Börklü-
ce yakalanarak çarmıha gerilmi tir. Tutsak dervi ler, “tecdîd-i imân” önerisini ka-
bul etmeyerek kendilerini ölümün kuca ına attılar, tdrîs, iki bin ki inin öldürüldü-
ünü, aynı zamanda eyhin ba ka bir müridi Torlak Kemal’in dört bin yanda ının
Manisa'da kılıçtan geçirildi ini söyler.
Dobruca ve Deliorman'da Bedreddîn'in ölümünden sonra yüzyıllarca ya amı
Simavnîler ya da Bedreddinler diye bilinen tarikata kar ı Osmanlı Devleti daima bü-
yük ku ku duymu tur. 16. yüzyılda bunlar, Kızılba larla özde sayılırlardı. I. Süley-
man zamanında önderleri Bedreddîn'in soyundan Çelebi Halîfe adlı biriydi; yanda la-
nyla dâüeri onun davasını imparatorlu un her yerinde yaymaya çalı mı lardır. 17.
yüzyılın ba ında Hüdâyî Mahmud adlı sünnî bir eyh, hükümete bu hareketi ba ar-
masını ve ötekilere bir uyan olsun diye eyhlerinden birinin idam edilmesini tavsiye
etmi tir. Hüdâyî aynca, hükümetin bütün Kızılba tekkelerini kapatmasını ve her kö-
ye çocuklann e itiminden sorumlu sünnî bir imam atanmasını önermi tir.
Bedreddîn’in ayaklanması sûfî mistisizmi ve halk hareketleri arasındaki ili kiyi
açık bir biçimde gösterir. 13. yüzyıldan beri Anadolu, sûfî ö retilerle dinî tarikatların
yuvası haline gelmi ti. Sûfîlik; kentlerin aydın çevrelerinde teosofi, yani mistik ilâhi-

198
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

yat biçimlerine bürünüyor, halk arasında ise, inançlan iîlik ve ba ka bâtınî ö retile-
rin bir bile imi halinde tarikadar için bir temel ve dinî-toplumsal halk harekederi için
de bir kaynak olu turuyordu. Bu bakımdan Osmanlı mparatorlu u'nda dinî tarikat-
lan iki ana gruba ayırmak mümkündür. lk grup, sultanlann ya da önemli ki ilerin
kurdu u vakıflann geliriyle desteklenen tekkeleriyle, iyi tanımlanmı bir örgütü ve
belli âyin ve törenleri olan, yerle mi tarikaüardan olu ur. Bu tarikatların en ünlüleri
Nak ibendîlik, Mevlevîlik, Halvetîük ve bunlann çe itli kollandır. Bunlar, genellikle
kenderde yerle ir, üyeleri toplumun üst sınıflanndan gelirdi. Her tarikatın kendi san-
ca ı, ba lık ya da tâcı ve kendi zikir ve tören biçimi vardı. Her biri, inançlan do rultu-
sunda, ünlü bir mutasavvıfı, velîyi ya da Peygamber sahabesinden birini kendi pîri
olarak kabul eder ve silsilenâmesini buna göre düzenlerdi. kinci grubu ise, genellikle
Melâmî ya da Melâmeö diye bilinen gizli tarikatlar olu turur. Bu adlarla anılmalarının
nedeni, halkın gözünde ün ve saygınlık aramak yerine ayıplanmak, kınanmak iste-
meleridir2. Her tür gösteri , dı örgüt ve simgeden kaçınırlardı; tören ve ibadeüeri de
gizli idi. Devlede hiçbir ili ki kurmadıktan gibi siyasî iktidara kar ıydılar. Kendi emek-
lerinin ürünüyle ya amayı töre edinmi olduklanndan, devlet ve bireylerden ba ı ve
zekât kabul etmezlerdi. Bu grup içinde Kalenden, Haydan, Abdalân ya da Babaî diye
bilinen gezginci dervi ler ve kentlerde ya ayıp lonca üyeleri arasına sızan Hamzavî-
ler bulunur. Bunlar, siyasî düzene kar ı belli toplumsal grupların benimsedi i tarikat-
lardı. Niketim, slâm dünyasında i’î ve bâtınî harekeüer, tarikadara her zaman ayn-
lıkçı ve militan bir özellik vermi ve çe itli dinî-siyasî harekederi desteklemi tir. Pey-
gamberin ye eni ve damadı Ali’yle torunlannı, slâm toplulu unun me rû önderieri
olarak tanıyan iHi in kendisi de, militan bir siyasî hareket biçiminde ortaya çıkmı -
tı. Sonralan, i'îlik, hepsi de egemen sünnî sınıflara muhalif olan pek çok de i ik dinî
hareketi kendine çekmi tir. Böylece, aralarında Osmanlı tmparatorlu u da bulunan
birçok slâm devlederinde i’îlik, mevcut düzene, devletin mudak gücüne ve temsil
etti i sünnî Islâma kar ıtlı ı temsil etmeye ba lamı tır. Ali ve torunlarına yakı tırılan
velâyet, do aüstü nitelikler, mutasavvıflann kuramlarına göre yorumlanmı , çok ki i
Ali’ye esin verdi i sanılan lâhî Nur'un onun ahfadına geçti ine, onlann da bu yüz-
den Kur'an'ın bâtınî anlamını yorumlayabileceklerine inanır olmu tu. Bu inançlar,
Osmanlı mparatoriu u'ndaki tarikaüann a a ı yukan ortak malı olmu , Kızılba ha-
reketlerinde a ın biçimler almı tır. 16. yüzyılda ran’da âh smail ile bu inançlan
temsil eden Safavılerin yükseli iyle hareket, Osmanlılar için tehlikeli siyasî bir sorun
haline gelmi tir. Ancak biz önce, Osmanlı mparatorlu u'nda 15. yüzyılda kurulan
Bayramî, Hurûfî ve Bektâ î tarikadanru kısaca gözden geçirelim.
eyh Bedreddîn hareketi gibi Bayramî tarikatı da, 1402 sonrasının karga a ve
tepki döneminde do mu , dinî-toplumsal bir harekettir. Kurucusu. Ankara yakınla-
199
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

nnda ortaya çıkmı bir köylü ve en geni anlamıyla Melâmî bir dervi olan Hacı Bay-
ram Vefi’dir. Dilenme ve sadakayı yasaklamı tı, müritlerinden kendi emeklerinin ürü-
nüyle geçinmelerini isterdi. Hacı Bayram ve yanda lan, tarlayı birlikte sürer, ürünü
birlikle sarf ederlerdi. Ankara ve köylerinde uzak dı pazar için üretim yapan kalaba-
lık sof i çilerinin ço u Hacı Bayram yanda ı olmu tu. Hacı Bayram, Ankara pazann-
da para toplar, yoksullara da ıtırdı. Hacı Bayram’ın ya amöyküsü, müritlerinin sayı-
sı artınca devletin ondan ku kulandı ını söyler. Sonunda yakalanıp, II. Murat'ın hu-
zuruna çıkarılmı tır. Ancak kendisi sûfîli e e ilimli bu sultan, onu ba ı lamı , hatta
müritlerine bir takım vergi muafiyetleri vererek hareketin hızla yayılmasına katkıda
bulunmu tur, n. Murat dervi lere anlayı gösterir, kendisi de onlann kimi özellikleri-
ni ta ırdı; aynı zamanda bu yeni tarikatı desteklemesinin halk arasında kendi nüfu-
zunu yaymak için bir çaba oldu u da dü ünülebilir. Bayramı tarikatı daha sonra iki-
ye aynlmı , bir grup sünnî Islâm’ı ve devlet himayesini kabul etmi tir. Hacı Bay-
ram’ın yanda ı Ak emseddin, stanbul Fâtihi Sultan Mehmet’in eyhi olmu , fetihte
önemli bir rol oynamı tır. Öteki grup, Melâmî geleneklerine sadık kalarak, inançlann-
da a ın, vahdet-i vücud ve i’îli e e ilimli gizli bir mezhep olarak varlı ını sürdür-
mü tür. Bu grubun, kentlerdeki loncalarla ve siyasî gücün temsilcilerine her zaman
ku kuyla bakan örgütlerle ba lanolan vardı. Bu grubun ilk kutbu, Hacı Bayram’ın
müridi olan Bursalı bir bıçakçı Dede Ömer Sikkinî idi. Melâmîler, tasavvuf inançlanna
göre evrenin merkezi sayılan, lahî gizleri bilen, kutb denilen ruhî bir önderin çevre-
sinde birbirlerine sıkıca ba lı bir grup olu tururlardı. Kutb, her eydi ve mutlak itaat
isterdi. Gizli toplantılar yaparlar, sanıklan kendi mahkemelerinde yargılayarak suçlu
bulduklarını kendi hapishanelerine atarlardı. Devletle hiçbir ili ki kurmak istemezler,
üyelerinden bir i te çalı ıp namuslu bir ya am sürmelerini talep ederlerdi. Tembelli i
kınar, 'Parasını namusuyla kazananı Tarın sever", sözünü ilke bilirlerdi.
Melâmîler, eski slâm kentlerinde daima görülen, devlet denetimi dı ında ka-
lan. üyelerini esnaf lonca üyeleri arasından seçen ve devleti hep ku kulandıran
gizi; ayyâr. i çi gruplanna benzerler. 16. yüzyılda köylerdeki Kızılba lar gibi Me-
lâmîîer de, Safavilere e ilim göstermeye ba layınca, devlet acımasızca pe lerine
dü mü tür. Melâmîlerin kutbu tsmaii Ma ûkî, 1539’da yakalanmı ve eyhülislâ-
mın fetvası uyannca on iki müridiyle birlikte Atmeydam’nda idam edilmi tir. Ölü-
münden sonra bazılan, kendisini bir veG sayıp hatırasına saygı göstermeye ba la-
mı . bunun üzerine bunlan kınayan, idam edilmeleri için yeni bir fetvâ çıkarmak
gerekmi ti. 1561 de eyhülislâm Ebussu'ûd un bir fetvası, ba ka bir Melâmîyi,
Bosnalı Hamza Bâlî’yi, tanrısız bir rafızi ilân ederek ölüme mahkûm etmi tir.
Hamza. vahdet-i vücud inancını halk önünde açıkça söylemekten çekinmezdi.
Kendi yurdu Saraybosna'da, etrafına birkaç bin mürit toplamı tı. damı, yanda la-

200
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR_

n ve muhalifleri arasında bölünen halk üzerinde derin bir etki bırakmı tır. Hamza.
sonradan ço u kez Hamzavî diye tanınan Melâmilerin piri sayılmı tır. 17. yüzyıl-
da, yo un olarak bulundukları Bosna’da Hamzavîlere acımasız bir baskı uygulan-
mı tır. Gene de Melâmîlik, imparatorlu un stanbul ve Edirne gibi büyük kentle-
rinde, hattâ giderek yönetici sınıflar arasında da yayılmaya ba lamı tır.
Devletin baskı yaptı ı ba ka bir mezhep de Hurûtî mezhebiydi. Neredeyse
yeni bir din sayılabilecek bu mezhebi, ran'ın Esterâbâd kentinde Fazlullah (ö.
1394) adlı biri kurmu tur. Fazlullah. kendisinin Tanrı'nm tecellisi ve Müslüman,
Hıristiyan ve Yahudilerin bekledi i Mehdi oldu unu ilân etmi , üç dini birle tire-
cek son sözü getirdi ini bildirmi ti. Kur'an'\, harflerin kabalacı yorumuna dayalı,
a ın bâtınî bir sisteme göre yorumlar, eyh Bedreddîn gibi o da, "cihan ebedî, ya-
ratılı da devam eden bir süreçtir" derdi. Melâmîler gibi o da, el eme inin tek hak-
lı kazanç kayna ı oldu unda ısrarlıydı. Fazlullah'ın kendisi takke yapardı; tarika-
tı da önce kasabalarda lonca üyeleri arasında yayılmı tır. ran’da baskı gören Hu-
rûfilik, 15. yüzyıl ba larında Rumeli ve Anadolu'da, Müslüman ve Hıristiyanlann
ya adı ı ve aynı loncalarda yan yana çalı tıklan Osmanlı kentlerinde hızla yayıl-
maya ba lamı ur. Anadolu’da, 1408'de diri diri derisi yüzülerek idam edilen bü-
yük Azerî-Türk ozanı Nesîmî bu mezheptendir. Hurûfı propagandacılan ça ın hü-
kümdârlannı bu yeni dine döndürmek ister, kendilerine kar ı çıkanlara suikast
düzenlerlerdi. Hurûfılerin, 1444 yılında Osmanlı ba kenti Edirne'de oldukça kala-
balık bir grup olu turduktan, sarayda da Irarılı bir dâ’înin etkisi oldu u kesindir.
Hurûfilerin, sa ve Hıristiyanlık hakkındaki görü leri yüzünden bau dünya-
sında Hıristiyan propagandacılan oldu u söylentileri çıkmı tı. Aynca bu dönemde
Edirne'de bir haçlı saldınsı korkusu hüküm sürüyordu. Halk tela a kapılmı , Sün-
nî ulemâ çok sert tepki göstermi tir. ranlı dâ'î yakılmı , yanda lanndan ço unun
dili kesilmi ti. Dönemin abartılı bir rivayeti, buniann sayısını 2.007 olarak göste-
rir3. Tannsız sayılan Hurûfîler üzerindeki iddetli baskılar, II. Bayezit’e kar ı dü-
zenlenen suikasttan (1492) sonra daha da sertle erek 16. yüzyıla kadar sürmü -
tür. Bu hareket, daha sonra Bedreddinliler ve Kızılba -Bektâ îlerle birle ti. Nite-
kim, Bekta î dü üncesinde güçlü bir Hurûfi etkisi göze çarpar. Osmanlı belgeleri,
1576 gibi geç bir tarihte Bulgaristan'ın Filibe kenti yakınlanndaki köylerde bir
grup Hurûfînin topluca öldürüldü ünü gösteriyor.
Bekta î tarikatı zamanla en önemli halk tarikatı olmu , 14. yüzyıldan beri halk
arasında yayılmakta olan ba ka tarikatlarla Babaî, Abdalân. Kalenderi ya da Hav -
dan gibi derv i gruplannı yava yava içine almı tır. Tarikatın pîri, 1240 isyanını
yöneten Baba tlyas’ın müritlerinden Hacı Bekta 'ü. Hacı Bekta . 13. yüzyılın ikinci
yansında, Selçuklu Anadolusu'nun Ankara ile Kayseri arasındaki önemli ticaret yo-
201
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

lu üzerinde etkinlik göstermi tir. Yüksek yaylalann batı sınmnda olan bu alanda
Türkmen a iretleri yo undu. Yörenin köyleri se, eski Hıristiyan yerle im birimleriy-
di. OsmanlIlar, bu bölgeyi I. Murat’ın saltanatı sırasında almı tır. Bektâ îlik, Osman-
lı lmparatorlu u’nda ilk kez Türkmen a iretleri arasında yayılmı , sonra da yeniçeri
oca ının tarikatı haline geldi inde önemi artmı tır.
Bektâ îler, Osmanlı devletinin Rumeli uc bölgelerinde 14. yüzyıl ortalanndan
ba layarak ortaya çıkmı ve Rumeli’ndeki Osmanlı gâzîlerinin pM olan San Saltuk'u
benimsemi lerdir. 15. yüzyılda Bektâ îler yeniçeriler tarafından benimsenmi tir. Ba-
zılan bunu, yeniçerilerin ço unlu unun aslında Hıristiyan dev irme çocuklan veya
sava tutsaklan olmalanyla açıklamaya kalkmı tır. Kökenleri ne olursa olsun, Türk
dilini ve slâm dinini ö renmek üzere Anadolu Türk köylerine gönderilen bu dev ir-
me çocukların sünnî slâm’dan ziyade halk inançlanna e ilim gösterdikleri ku ku-
suzdur. Hacı Bekta , 16. yüzyıl sonlanndan ba layarak resmen yeniçeri pîri kabul
edilmi , bu tarihlerde bir Bektâ î babası daimî olarak ocakta kalmaya ba lamı tır.
Bektâ î tarikatıyla yeniçeri oca ı o denli birbirinden ayrılmaz hale gelmi tir ki, bir de-
de tarikat ba kanı seçildi inde stanbul’daki yeniçeri kı lasına gelir, tacım kendisine
Yeniçeri A ası giydirirdi.
Bektâ îlik, özellikle göçebe Türkmenler arasında ve bunlann kurduktan köy-
lerde de güçlüydü. Türkmenler arasında Babaîli in yerini zamanla Bektâ îlik al-
mı tır. Anadolu Türkmen grupları arasında Bektâ îli in etkisi, özellikle Kızılır-
mak’la Erzurum arasındaki bölgede4 ve ba ta Tahtacı ve Varsak kabileleri olmak
üzere güneyde Toros Da lan’nda çok güçlüydü. Bektâ îlik, Balkanlar’da Vize’yle
Tuna arasında, Do u Bulgaristan’da Dobruca ve Deliorman’da, Rodop Da lan’n-
da, Güney Makedonya ve Tesalya’da ya ayan Yörükler arasında yayılmı tır. 15.
ve 16. yüzyıllarda bu göçebelerin ço u yerle mi ve köyler kurmu tur5.
Bu Türkmenler, 15. yüzyılın ikinci yansında do uda çıkan yeni bir tarikatın
etkisi altına girmeye ba ladılar. Bu tarikat Safiyyüddîn Erdebilî’nin6 a ın i’î tari-
katıydı. Bundan sonra bu Türkmenler bu tarikatı benimseyerek giydikleri kırmızı
börkten ötürü Kızılba diye bilinmi tir. Kızılba lık, dinî oldu u kadar toplumsal ve
siyasî bir kimlik ifade eder. Tarikat, 15. yüzyıldan sonra Osmanlı yönetimine Do-
u'daki Türkmen muhalefetinin bir ifadesi olmu tur. A iretlerden olu an sosyal
yapılannı 15. yüzyılda hâlâ koruyan Karamanlı ve Akkoyunlu devletlerinin uy-
ru u olan bu Türkmenler, kendi ya am biçimleriyle çeli en OsmanlI’nın merkezi-
yetçi devlet politikası yüzünden kıyasıya bir mücadeleye girdiler. ran’da Akko-
yunlulann yerine Safavî hanedanı geçince, Safavî devletinin kurucusu ah sma-
il, yazdı ı Türkçe tasavvufî iirlerle propagandasını yo unla tırm ı , mürit ve
dâ'îlerini Rumeli ve Anadolu’daki sava çı Türkmenler arasına göndererek Os-

202
_________________________ HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR_______________

manii mparatorlu u'nu içeriden fethe koyulmu tu. K ızılb a lar.^^ ^ıÎm da ah
smail’in müritlerinden ahkulu’nun emrinde Güneybatı Anadolu’da korkunç bir
isyan ba latmı ve önlerine çıkan her eyi yakıp yıkarak Kütahya’ya kadar ilerle-
mi ler, Anadolu beylerbeyini ele geçirip idam etmi ler, Bursa’yı tehdit altına al-
mı lardır. Ayaklanma, OsmanlIların Anadolu’daki hâkimiyetini temelinden sars-
mı ve büyük güçlüklerle bastırılabilmi tir. I. Selim’in Kızılba lar üzerindeki acı-
masız baskı ve kıyım önlemleri ve 1514'te ah smail’e kar ı Çaldıran meydan
sava ında zaferi, hareketi ancak geçici olarak duraklatmı tır.
Kızılba lann inanç ve ayinleri, Bektâ îlerinkinden temelde ayn de ildi; fakat
Kızılba lar Oniki-lmam, î’î inançlanna ba nazca ba lı idiler ve kendi a iret töre-
leri ve aslında eski amanist inançlannı Bektâ îlikle ba da tırarak tarikatın kendi-
ne özgü bir türünü yaratmı lardı. A iretin ba ı, dinî önderlik makamını da elinde
tutar ve genellikle dede olarak tanınırdı. Bu Türkmenler, soya büyük bir önem
verdiklerinden Hacı Bekta ’ın torunları oldu u iddia edilen Çelebileri tarikat ön-
derleri olarak tanımı lar ve öteki Bekta î gruplanndan ayrılmı lardır. 1527’de Or-
ta Anadolu’daki büyük Türkmen isyanına, Hacı Bekta soyundan Kalender adlı
biri önderlik etmi tir, syancı güçlerin büyük bölümünü Türkmen a irederi olu -
turmu , aralanna pek çok da Abdal ve Kalenderi dervi i katılmı tı. syanı bastıra-
bilmek için bir yeniçeri kuvvetiyle vezir-i âzamin kendisinin gelmesi gerekmi ti.
Casus raporlarından anla ılıyor ki, bu isyanlan, 1511’de eski Karaman Beyli-
i’nin sipahileri, 1527’de de eski Dülkadir Beyli i’nin sipahileri yönetmi ti. Bu si-
pahiler arasında en ba ta gene eski a iret eyhlerini bulmaktayız. Bu durum, ha-
reketin siyasî ve sosyal karakterini belirlemi tir.
1534-1535 Osmanlı-Safavî sava lan sırasında Kızılba -Bektâ î airi Pîr Sul-
tan Abdal, bu grubun duygulannı ve siyasî hedeflerini iirleriyle dile getirmi tir.
Pîr Sultan Abdal bu iirlerde haksız baskılardan yakınır:

G önlüm verdim im an ettim  lî'ye


Pare pare etseler b en dönm ezem
D âra çektiler b eni kâfir diye
Acep ne im i g ü n a h ım bilm ezem .

bazen, Âlî soyundan bir Mehdi olarak gördü ü ran ahı’na döner:

M ehdi dedem gelse gerek,


Âlî div â n kursa gerek,
H aksızlan kırsa gerek,
ntikam ım a la bir gün.

203
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ahın, Kızılba lann önüne dü üp Anadolu'yu aldı ını ve stanbul’da tahta


çıktı ını dü ler:

Yürüyü eyledi Urum üstüne,


Alî nesli güzel mam geliyor.
Münafık olanın ba rı eriye,
Sahib-i zam anın emri y ürüye,
Sultan kim oldu u bilinmelidir,
stanbul ehrinde ol sahib-i devlet
Tâc-ı devlet ile salınmalıdır.

En sonunda zafer umudu kalmayınca ran ahının yanına gitmek ister:

Kara toprak senden üstün olursam ,


Bcıı de bu y ayladan a h a giderim.
Sizde a h diyeni öldürürlerse,
Ben de bu yay ladan a h a giderim.

Nitekim Safavî ordulannın önemli bir bölümünü, 151 l'den sonra ran’a sı ı-
nan Kızılba gruplan ahsevenleri olu turmu tur; fakat bu göçebeler, ahı Mehdi
olarak tanıyan aykın inançlanyla Iran toplumuna uyum sa layamamı , orada da
“rafızî" diye baskı görmü tür.
Kızılba lar, ran’la yakın ili kilerini sürdürmü , Safavî uyru u gibi davranmı -
lardır. ah, onlann arasından kendi temsilcisini seçer, ona berat, hırka, kılıç ve bir
miktar para gönderirdi. Anadolu Kızılba lan da aha düzenli olarak “ ah hakkı” ya
da "nezir" (adak) denen bir tür vergi gönderirlerdi. Kızılba lar hac için Mekke’ye de-
il, ran’da Safıyyüddin’in gömülü oldu u Erdebil'e giderlerdi. Osmanlı devletinin,
ran’dan gelen yasak kitap ve dinî risâleleri bulmak için arama yaptırdı ını gösteren
belgeler vardır. Devlet, Kızılba lar arasına casus da salardı. Casus, bazen tran’la ili -
kisi olanlan bulur, suçlular idam ya da sürgünle cezalandırılırdı. Osmanlı ar ivleri,
devletin zaman zaman çe itli heterodoks gruplan yakından soru turdu unu ve der-
vi tekkelerinde arama yaptı ını gösteriyor. Örne in, “sancak açıp borazan ve davul
çalan ve her eyde dine aykın davranan" I ık toplulu una ve abdallarla Kalenderüe-
re, köy köy, kent kent dola mayı devlet yasaklamı tı. 16. yüzyılda Kızılba larla ya-
pılan uzun ve kıyasıya sava lar, dar görü lü bir sünnî slâm’ın Osmanlı mparator-
Iu u'ndaki konumunu sa lamla tırmı tır. Devlet baskısı Kızılba lar arasında gizlili-
e yol açmı ve sünnî devlet ve topluma kar ı eskiye nazaran çok daha kapalı bir
hayat sürdürmelerine neden olmu tur.

204
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

Bekta îlik, Islâmiyetin Rumeli'nde yerli Hıristiyan nüfus arasında yayılı ında
önemli bir etmen olmu tur. Bu halk tarikatının eklektik ve ho görülü yapısı, Islâ-
miyeti Balkan köylülerince kolayca kabul edilebilir kılmı tır. Örne in, Beklâ îlik
bütün dinlere ho görüyle bakar, dı a de il içe önem verir, oruç ve namaz gibi s-
lâmî ibadetlerin yerine getirilmesini zorunlu kılmaz; arap içmeye izin verir; kadı-
nın toplum içine örtüsüz çıkmasını ve erkeklerle görü mesini yasaklamazdı. Bek-
tâ î babalarının etkili propagandası, Hıristiyanları, Hıristiyanlıktan pek farklı gö-
zükmeyen bu gizemli ve demokratik dine çekebilmi tir. Ancak Bekta îli in bu tü-
rü, Kızılba ların Bektâ îli inden farklıdır. Devlet denetiminde olan ve vakıilarca
desteklenen tekkelerdeki Bektâ îler genellikle devlete sadık idiler. Bunlar, baba ve
dedelerin seçiminde makamın babadan o ula geçmesi ilkesini kabul etmezlerdi.
Aydın düzeyleri daha yüksek, tekkelerinde tasavvuf dü üncesi egemendi.
Bektâ îlik, çe itli kökten din ö elerinden olu mu tur; amanizmden Balkan
halklannın dinî inanç ve âdetlerine kadar birçok kaynaktan alınan inançlan içerir.
Özünde, Bektâ îlik babaîli in bir devamıdır ve eski Türk folklor ve töresiyle, özellik-
le amanizm ile birçok benzerlikler içerir. amanist etki, cezbeye kapılarak yapılan
rakslarda açıkça görülür. Bektâ î velîlerine atfedilen do a dı ı güçler, Çin Türkis-
tan ’ında Budist Türklerde rastlanır. Eski Türklerin törensel yemek gelene i ( ölen,
toy) ve amanist ta ve a aç kültleri, Bektâ î ayinlerinde de süregelmi tir. Kadınlar,
slâm öncesi Türk toplumundaki özgürlük ve erkeklerle e itlik konumlanın koru-
mu tur. G. Jakob ve F.W. Hasluck gibi bilginler, Bektâ îlik üzerinde Balkanlar'ın ye-
rel mü rik ve Hıristiyan inançlannm etkisine dikkati çekerek, bazı Bektâ î inanç ve
ayinlerinin Hıristiyanlıktan alınmı gibi göründüklerini ileri sürmü lerdir. Örne in,
Hıristiyanlıktaki Teslis kavramı Bektâ îlerin, “Tann, Muhammed ve Âlî birdir” inan-
cında yansımı tır, deniyor. Tarikate kabul töreninde adaylara ekmek, arap ve pey-
nir sunulur, müritler günahlannı eyhe itiraf ederek günah çıkanrlar. Aynca, 16.
yüzyıldan ba layarak tekkelerde kalan dervi lere cinsel oruç farz olmu tur. Bektâ î
tekkeleri, daha birçok âdetleri bakımından Hıristiyan manastırlanna benzer. Bu ye-
rel etkiler, Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerlerin, tekkenin kuruldu u yer ya da zi-
yaretgâh olarak seçilmesi ve bu yerlerle ilgili Hıristiyan ya da mü rik geleneklerin
benimsenerek Bektâ î velîlerine atfı gibi daha birçok biçimlerde görülür.
Bektâ îlik birtakım inançlarını, tanınmı Müslüman mutasavvıflanndan al-
mı tır. Hacı Bekta ’a yakı tınlan Makâlât, bu inançlann esaslannı özetler. Sûfile-
rin gelene inde oldu u gibi Bektâ îlikte de adaylar dört kapıdan geçer. lk kapı s-
lâmî " eriat”, ikinci kapı “tarikat”, yani Tann irfanına ermek için izlenmesi gere-
ken yolun ö retileri, üçüncü kapı “marifet", yani Tann’yı sûfi anlayı ıyla anlama,
dördüncü kapı "hakikat”, yani lâhî Gerçek'in, Zât’ın dolaysız kavranmasıdır.
K ur’a n'm da buna ko ut olarak dört anlamı vardır: halk için dı metin, bilgeler

205
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

için bu metnin incelikleri, velîler için batınî anlamı, peygamberler için de mutlak
Gerçek. Bektâ î âyin ve gelenekleri, genel çizgileriyle öteki tarikatlannkinden pek
farklı de ildir. Bu ayinler, Hacı Bekta 'ın izinden giden dedelerin korumasında
kendilerini yava yava kabul ettirerek, Balım Sultan'ın 15. yüzyıl sonunda getir-
di i bazı yeniliklerle son biçimlerini almı tır.7
Bektâ î tarikatı, düzeni belli bir hiyerar i çerçevesinde örgütlenmi tir. Tepede
pîr ya da dede, onun altında halife ya da babalar, sonra eyhler, en sonra da mü-
rit ya da muhibler yer almı tır. Dede, Hacı Bekta ’ın türbesi yakınında bulunan
tekkede ya ardı. Dervi ler arasından her tekkenin ba ına bir baba seçilerek kendi-
lerine padi ah beratı gibi birer atama beratı verilirdi. Tarikata girmeye aday olan
kadın ya da erke e â ık denir. Bunlar “ikrâr” merasiminden sonra muhib olurdu.
Bektâ î tarikatı taraftarlannın ço u muhiblik düzeyinde kalırdı; ancak ondan son-
ra Bektâ î dervi i olarak tam üyelik elde etmek olanaklıydı. Dervi olacak muhib,
varlı ını adadı ını temsil eden bir ayinle Bektâ î tacı giyerdi. Sonra, tekkedeki ba-
banın ona tarikatın sırlannı yava yava açıkladı ı uzun bir oruç ve ö renme dö-
nemi ba lardı. Mür id sıfatıyla baba, mutlak itaat talep ederdi ve dervi e bu sırlan
yetene ine göre birer birer açıklardı. Muhib ve dervi ler, tekke çevresinde kapalı
bir topluluk olu tururdu. Bektâ î toplulu unda ortaya çıkan sorunlann birço u-
nun çözümünden baba sorumluydu. Dü ün ve cenaze törenlerini yönetir, itirafla-
rı dinlerdi. Yeni do an çocuklar, kutsanmak üzere ona getirilirdi. Hasta bir akra-
bası olan herkes babaya gelir, tekke pîrinin türbesini ziyaret eder ve adak adardı.
Bektâ îler arasında kar ılıklı yardımla ma çok güçlüydü; herhangi biri sıkıntıya
dü tü ünde baba onun için cemaatten yardım toplardı.
Bektâ îli in Türk toplumsal ve kültürel ya amı üzerinde derin bir etkisi ol-
mu tur. Bekta îlik, demokratik ve millî özelli iyle, göçebe ve köylülerle sınırlı kal-
mamı , zamanla bütün toplumsal sınıflardan üye edinmeye ba lamı tır. Evliyâ
Çelebi8, 17. yüzyıl ortalannda Osmanlı tmparatorlu u’nda yedi yüz Bektâ î tek-
kesi oldu unu yazar; ancak bu rakam abartılı olabilir. 19. yüzyıl ba lannda stan-
bul nüfusunun be te birinin Bektâ î oldu u, kentte on dört tekkeleri oldu u kay-
dedilmi tir. Kent Bektâ îleri kendilerini, asılsız rivâyetlere konu olan kötü âdetlere
kapılmı gördükleri Kızılba lardan ayırmakta özen gösterirler. Bektâ î, Türk folk-
lorunda belli bir tipi temsil eder. Bu, dünyanın saçmalıklannı umursamayan, dinî
ba nazlıkla inceden inceye alay eden, geçici ve göreceli oldu u inancıyla her eye
ho görüyle bakan bir tiptir. Bektâ îler, Türk folklorunun ölümsüz bilge ve hazır-
cevap dehası Nasreddin Hoca’yı pîrleri arasına katmı tır.
Tasavvuf, yalnızca tarikatlara özgü halk inançlannda de il, aydın Osmanlı seç-
kinlerinin dü ünce hayatında da, ilk dönemlerden beri ana ö elerden biri olmu tur.

206
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

Bu gelenek, Selçuklu dönemine kadar uzanır. Selçuklu sultanlan, Mo ol istilâsından


kaçan Türkistanlı ve Iranlı bilgin ve mutasavvıftan ülkelerine buyur etmi ler; Kon-
ya, Kayseri, Aksaray ve Sivas gibi Selçuklu kentleri, slâm dünyasında tasavvufi
dü üncenin en parlak merkezleri olmu tu. ihâbeddin Suhreverdî’nin, Eflâtun ve
eski ran din felsefelerini uzla tıran i râkîye felsefesiyle Nasîreddin Tusî'nin tasav-
vuf dü ünce ve felsefesi bu ehirlerde kabul görürken, slâm dünyasının en büyük
tasavvuf kuramcılanndan lbnü’l-Arabi'nin felsefesi de aydın çevrelerde egemen bir
akım olmu tu. Suhreverdî gibi bnü’l-Arabî de, Selçuklu ülkesine sultan tarafından
davet edilmi ve onurlandırmı tır. Yapıtlannı yorumlayıp yayan üvey o lu Sadred-
dîn Konevî (ö. 1273), Türk dü üncesinde bnü’l-Arabî sisteminin yerle mesinde
ba lıca rol sahibidir. Tasavvufi dü ünce böylece sünnî ulemâ arasında yerle mi bir
gelenek olmu tur. Konya gelene inin izleyicisi, büyük bilgin ve Osmanlı medrese
gelene inin kurucusu Mehmet Fenârî’de bnü’l-Arabî etkisi açıktır. Fenârî, bu yüz-
den Mısır ulemâsınca kınanmı tır. Osmanlılar arasında sünnî ulemânın, eriattan
sonra tasavvufu, Gazâlî’den beri dinî ya amın daha ileri ve derin bir biçimi olarak
tanıdı ı do rudur; ama bnü’l-Arabî’nin bâtınî yorumlan, aralannda bn Haldun'un9
da bulundu u birçok önde gelen ulemâ tarafından sapkın, hatta bn Taymiyya10 ta-
rafından küfür sayılacak kadar a ırıydı. Bu görü ü payla an Osmanlı ulemâsı, za-
man zaman bnü’l-Arabî’ye kar ı saldırgan risâleler yazmı lardır; ama genel olarak
Osmanlı Türk dü üncesi üzerinde bnü’l-Arabî etkisi derindir. Kemal Pa azâde, lb-
nü’l-Arabî’nin bütün yapıtlannı onaylayan bir fetvâ çıkarmı , I. Selim de bu büyük
mutasavvıfa olan saygısını, 1517’de Suriye’deki mezan üzerine bir türbe, yanına
da bir cami yaptırarak göstermi tir. Osmanlı âlimleri arasında onun yapıtlarının bir-
çok çevirmeni oldu u gibi, 14. ve 15. yüzyıllarda Kayserili Davud, Kutbeddîn lznikî
ve Gelibolulu Yazıcızâde Mehmet, 16. ve 17. yüzyıllarda da Bâlî Sofyevî (ö. 1533)
ve Abdullah Bosnevî (ö. 1660) gibi ârihleri vardır.
Mevlevî dervi tarikatının pîri, dünyanın en büyük tasavvuf yazarlanndan olan
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî (1207-1273), bnü’l-Arabî dü üncesinin hüküm sürdü ü
Selçuklu ba kenti Konya'da yeti mi tir. Önceleri dinî ilimlerde iyi yeti mi bir âlim ve
vaiz olarak ün salmı , ancak ya amının belli bir a amasında bir velîye dönü erek bü-
tün varlı ını tasavvufi a ka adamı tır. Lirik tasavvufi iirleri, vecd halindeyken bü-
tün ırk, din ve inanç aynlıklannın nefsinde nasıl yok oldu unu ve eriat ilkelerini
a an bir ço kuya nasıl erdi ini anlatır. Mevlânâ, meclislerinde dinleyicilerini lâhî bir
cezbeye sürüklerdi. O, rakseden Babaî dervi lerinin gelenekleriyle, co ku içinde bü-
tün din yasalannın ötesine geçen Melâmîlerin derin tasavvufunu kendisinde birle tir-
mi ti, ran dü ünce ve edebiyatı ve lbnü'l-Arabî’nin derin tasa\-vuf dü üncesiyle
yo rulmu çok uluslu Konya, Mevlânâ'yı kendi ya adı ı zamanda bile bir velî olarak

207
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

görmü tür. Mevlânâ, bnü'l-Arabî felsefesine oldu u kadar lranlı tasavvuf airi Feri-
düddîn Attâr (11197-1193) ve Sanâî’ye (ö. 1130) çok ey borçludur. Semâ’ı, musi-
ki ve raksı, sûtî ya antısının en yüksek derecesi olan vecde ula ma yolunda en etkili
araç olarak görürdü. Mevlânâ, ayin ve törenlere ilgi duyan biri de ildi; ama zamanla
onun adına, 16. yüzyılda son biçimini alacak olan bir tarikat kurulmu tur. zinden
gidenler anısını ve büyük etkisini kullanarak tarikatı Osmanlı ülkesinde birçok kente
yaymı ve belli bir dizi tören ve ayinle geli tirmi lerdir.
Ölümünden sonra yazılan ya amöyküsü, Mevlânâ'yı her davranı ı öykünüle-
cek, yüce bir varlık olarak betimler. Tarikatın ayinleri, mistik anlamlı simgesel hare-
ketler biçiminde tespit edilmi tir. Özel giysiler içinde dönerek yapüklan rakslanndan
ötürü dı dünyada “dönen dervi ler" diye tanınan Mevlevîlerin ba lıca ayini semâ'dır.
Tarikat ilk kuruldu unda merkezî, Konya'daki “Makâm-ı Pîr" denilen binaydı.
Bu, Mevlânâ’nın mezannın bulundu u türbe çevresinde in a edilmi dervi hücreleri-
nin olu turdu u bir tekkedir. Mevlânâ’nm yerine geçen halefleri, Çelebiler, tekke kur-
duklan ba ka kentlere temsilcilerini gönderir, yerel valilere ve yönetici sınıfın temsilci-
lerine yakla arak himayelerini ve tekkeleri için vakıf sa larlardı. Mevlânâ’nın kendisi
gibi halefleri de, genellikle yönetici yüksek sınıflara yakındı. Fars edebiyatı ve tasav-
\aıf dü üncesini temsil eden Mevlânâ’nın rakipleri Evhadüddin Kirmanî, Ahî Evren ve
. ık Pa a Kır ehir’de yerle mi ler, Kır ehir böylece 13. yüzyılın ikinci yansında Fars
ve Mo ol kültür ve egemenli inin merkezi Konya kar ısında öz Türk halk kültürünün
merkezi haline gelmi , orada Türk halkına hitâb eden Türkçe Garibnâme yazan  ık
Pa a ve Ahî EvTen’in türbeleri yüzyıllarca ziyaretgâh olmu tur. Mevlevîlik, seçkinlere
hitap eden bir tarikat olarak kendisini 15. yüzyıldan ba layarak birçok Osmanlı ken-
tinde kabul ettirmi tir. Zamanla kenderde on dört büyük ve örgütlü Mevlevî tekkesi,
kasabalarda ise yetmi altı küçük tekke kurulmu tur. Bütün Osmanlı sultanlan, özel-
likle II. Murat, II. Bayezit, I. Selim ve III. Murat, Mevlevîlerle yakından ilgilenmi lerdir.
II. Murat Edirne'de büyük bir Mevlevî tekkesi kurmu tur. Mevlevîler, böylece, Os-
manlı yönetici sınıflan arasında mensuplan olan, gittikçe sünnî nitelik kazanan bir ta-
rikat haline gelmi tir. Ancak tarikatın bir ba ka kolu, i’î ve Kızılba lann bâtinî ö reti-
lerini açıkça benimsemi ve inançlannda Bektâ î ve Melâmîlere yakla mı tır.
Bütün Mevlevî tekkeleri Konya'da oturan, 14. yüzyıldan beri de Mevlâ-
n â’nın torunlan arasından seçilen bir Çelebinin yönetimindeydi. Konya’da Çelebi-
lerin nüfuzu, devleti zaman zaman ku kuya hatta korkuya dü ürecek kadar bü-
yüktü; Konya’daki Osmanlı valileri onlann i birli i olmadan hükümlerini uygula-
yam az duruma dü üyordu. 16. yüzyıldan sonra sultanların bazı Çelebileri Kon-
y a'dan sürdü ü olmu tur. Ancak, zamanla devletin vakıflan denetim altına alma-
sı, Mevlevîleri daha sıkı bir itaate zorlamı tır. Öteki tekkelerin eyhlerini Kon-

208
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR

ya’daki Çelebiler seçse de, atama ancak eyhülislâmın arzı üzerine padi ahın bir
beratıyla geçerli olurdu. Çelebi adaylannın aralannda rekabeti de, devletin tarikatı
denetleyebilmesini kolayla tırmı tır.
Büyük kentlerdeki Mevlevi tekkeleri birer kültür merkezi, deyim yerindeyse
bir sanat akademisi i levi görmü tür. Sanat, ku kusuz, tasavvufun bir aracı ola-
rak görülürdü; semâ’ gök cisimlerinin hareketlerine öykünen lâhî bir âyin, Mev-
levi musikisi ise mistik co ku ve vecd yaratan lâhî bir ezgiydi. Tekke üyeleri ay-
nca Mevlânâ'nın Farsça yapıtlannı, özellikle de MesnevTyx okur ve yorumlarlardı.
Ulemâ medreselerde Farsça okunmasını yasakladı ından, tekkeler Fars dili ve
edebiyatı merkezleri haline gelmi , tekkelerin yanında Dârü'l-Mesnevi adı altında
kurumlar sırf bu i levler için kurulmu tur. MesnevP nin Türkçeye çevrilmesi ve
erhleri tekke çevresinde ciddî tasavvuf incelemelerine yol açmı tır. En ünlü Mes-
nevi erhleri, özellikle Ankaralı Rusûhî Dede'ninkiyle (ö. 1631) San Abdullah’ın-
ki (ö. 1660), Osmanlı Türkiye’sinde yazılmı tır. Bunlann, genellikle, lbnü’l-Ara-
bî’nin felsefî sistemi ı ı ında yapılmı olması dikkate de er.
Mevlevîlik, kendisini, Fars edebiyat ve kültür geleneklerinde yeti mi Osmanlı
aydınlan, özellikle bürokratik sınıf arasında kabul ettirmi tir. Böylece Mevlevîlik, ba -
lıca esinini Farsçadan alan klâsik Osmanlı edebiyatının yaratılı ında önemli bir etmen
olmu tur. 18. yüzyıl Osmanlı müzisyen ve airlerinin ba ında Mevlevîler gelir. Klâsik
Osmanlı sanaü üzerindeki derin etkilerinin yanı sıra Mevlevîler, Bektâ îler gibi, bütü-
nüyle kendi Mevlevî geleneklerine dayalı bir müzik ve edebiyat yaratmı lardır.

Notlar

1 Mihail Ducas, lstoria Turco-Bizantina (1341-1462), yay .haz: V. Grecu, (Bükre , 1946), s. 148-
150. Türkçe çevirisi: Bizans Tarihi, çev. V. Mırmıro lu, ( stanbul, 1956). Bedreddîn ve ayaklanma
üzerinde geni bir inceleme, bkz. A.Y., Ocak, Zındıklar veMülhidler, ( stanbul, 1998), s. 136-202.
2 Bu sözcükler, “ayıplamak", “kınamak” anlamına gelen Arapça melâm, melâmet sözlerinden türe-
mi tir.
3 Franz Babinger, “Von Amurath zu Amurath”, Oriens, 111, 2 (1950): 245.
4 F. Grenard, (Grandeur e t Décadence de l'Asie, Paris, 1939) bu bölgedeki Bektâ ı nüfusunu 20.
yüzyıl ba larında bir milyon olarak hesaplamı tır.
5 J.K. Birge. TheBekCashiOrderofDervishes, (Londra, 1937).
6 Safiyüddîn Erdebilî (1252-1334), Safavî tarikatının kurucusu ve hanedanın atasıdır.
7 Ya amı hakkında birincil kaynak bulunmayan Balım Sultan (ö. 1516). tarikatın ba ına 1500 do-
laylarında geçmi tir.
8 Me hur Osmanlı profesyonel musahib ve gezgini Evliya Çelebi (1611-1684‘ten sonra), gezilerini
anıtsal yapıtı Seyahatname’de anlatmı tır. Bu anıtsal eser. Yapı Kredi Yayınlan arasında yayımlan-
maktadır.
9 Tarihçi, sosyolog ve filozof lbn Haldun (1332-1406), Tunus do umludur, Tarih felsefesi üzerine
büyük yapıtı al-Mıtkaddime ile ünlüdür.
10 lbn Taymiyya (1263-1328), büyük bir Hanbelî kelâma ve hukukçusudur.

209
Osmanlı Hanedanı Soya acı
r _ . T—
1 --------- 1
Alâeddîn Ali Pazarlu Çoban Hamid M dik F aL Orhan (1324-62)

1 I ı - 1
Halil lbrahim I. M urat (1362-89), Gâzi Hüdâvendigâr
Süleyman Pa a (ö. 1357)
1 1
Ya'kup (ö. 1389) I. Bayezit (1389- 1402), Yıldırım
Savcı
f ----------- I
1 1 1 1 1
Musa Çelebi ' . ,ı M ustafa, Düzme I. M ehmet (1413-21) Kiri çi Isa Çelebi
Süleyman Çelebi
(1411-13) E" 08" " (1 4 2 1 -2 )
(1402-11)
1 1 ' l.
Orhan II. Murâd (1421-44, 1446-51)
Mustafa Küçük (1422-23) Kasım Hatsî
f_ . - ...
ı 1 1
Alâeddîn Ali (ö. 1443) Ahmet (ö. 1451) O rhan II. M ehmet (1444-6, 1451-81), Fâtih

1---- 1 — 1
Mustafa (ö. 1474) Cem (14 8 1 ,0 . 1495) II. Bayezit (1418-1512), Veli
|
1 1 ı 1 1
Ahmet ehin ah Alem ah Abdullah I. Selim (1 512-20), Yavuz
Korkud(ö. 1513)
(ö. 1513) (ö. 1511) (ö. 1510) 1
I. Süleyman (1520-66), Kânûnî

1 1 1 “ 1
1 1 II. Selim (1566-74), San
Orhan Mustafa (ö. 1553) Cihangir Mehmet (ö. 1543)
Bâyezit (ö. 1561)
III. Murat (1574-95)

III. M ehmet (1595-1603)

1 1
I. Mustafa (1617-18, 1622-23) I. A hmet (1603-17)

1 1 1
1. brahim (1640-48), Deli II. Osman (1618-22), Genç IV. Murat (1623-40)

(I. brahim)
1
1 1 1
11. Süleymân (1687-91) IV. M ehmet (1648-87), Avcı II. Ahmet (1691-95)

111. Ahmet (1703-30)


II. Mustafa (1695-1703)
1 1 1
111. Mustafa (1757-74) Abdülhâmid (1 774-1789) ___ I. M ahmût (1730-1754) III. Osman (1754-;
1
111. efim (1789-1807) II. Mahmud (1 808-39), Adli IV. Mustafa (1807-8)
1
Abdülmecîd (1839-61) Abdülazîz (1861-76)
r 1
V. Murâd (1876) V. Mehmet Re âd 11. Abdülhamîd VI. Mehmet Vahîdeddîn
(1909-18) (1876-1909) (1918-1922)

Abdülmecit, Halife Yusuf Izzeddîrı


(1922-24) (ö. 1916)
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1261-1310 Batı Anadolu'da Mente e, Aydın, Saruhan, Karesi ve Osmanlı gâzî


Türkmen beyliklerinin kurulu u.
1269 Mente e Türklerinin Karya’daki Bizans limanlannı fethi.
1302 Osman Gâzî’nin tznik’i ku atması, Bizans ordusunu Koyunhisar’da
(Bapheus, Hersek) denize dökmesi.
1303 Katalan ücretli asker kumpanyasının Türklere kar ı Bizans hizmeti-
ne girmeleri; Mente e Türklerinin Efes’i fethi.
1304 Osman’ın Lefke, Akhisar, Mekece, Geyve fethi.
1305 Orhan’ın Sakarya Seferi: Karaçepü ve Karatigin’i fethi.
1308 Aydın Türklerinin Birgi'yi alması; son Selçuklu sultanı II. Mesud’un
ölümü.
1313 Saruhan Türklerinin Manisa'yı fethi; Bizans’ta iç sava ın ba laması.
1324 Osman Gâzî’nin ölümü ve Orhan’ın tahta çıkı ı.
1326 Bursa'nm fethi (6 Nisan).
1327 Bursa'da ilk Osmanlı gümü parasının (akçe) basılması (?).
1329 Eskihisar / Pelekanon’da Orhan'ın III. Andronikos’un ordusunu
bozguna u ratması. (1 Haziran)
1331 Iznik’in fethi (2 Mart).
1332 zmir Beyi Umur'un ilk Balkan seferi.
1333 Orhan zmit önünde, mparator yıllık haraç ödemeyi kabul eder.
1335 Ebu Said Han’ın ölümü, tlhanlı Mo ol Imparatorlu u'nun da ılması,
Anadolu beylerinin ba ımsızlı ı ve Sultan unvanı almaları.
1337 zmit’in fethi.
1341-1347 Bizans'ta iç sava .
1344 Haçlılann zmir limanında yerle mesi.

212
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1345 OsmanlIlar Karesi Beyli i’ni ilhak ediyor.


1346 Orhan’ın, VI. loannis Kantakuzenos'un kızı Teodora ile evlenmesi.
1352 Orhan'ın Cenevizlilere kapitülasyon vermesi; Orhan'ın o lu Süley-
m an ’ın, Bizans ile Sırplara kar ı seferi, S üleym an'ın Çimpeyi
(Tsype) alması.
1352-1354 Trakya'da fetihler.
1353-1356 Cenevizlilerle Venedikliler arasında sava , Osmardı-Ceneviz ittifakı.
1354 Osmanhların Ankara ve Gelibolu'yu (2 Mart) i gali; Kantakuze-
nos'un tahttan çekili i. (10 Aralık)
1355 Sırp kralı Stefan Du an’ın ölümü (20 Aralık); Sırp lmparatorlu-
u’nun parçalanması.
1357 Süleyman Pa a’nın ölümü; ehzade Halil’in tutsaklı ı, Osmanlı-Bi-
zans barı ı.
1359 ehzade Murat (Murâd) Trakya’da Osmanlı saldınsını yeniden ba -
latıyor; Çorlu’nun fethi.
1361 ehzade Murat’ın Edirne’yi fethi (ilkbahar).
1362 Orhan’ın ölümü; I. Murat’ın tahta çıkı ı; Anadolu'da Osmanlılara
kar ı ayaklanma.
1363-1365 Güney Bulgaristan ve Trakya’da Osmanlı fetihleri; Filibe'nin fethi.
1364-1366 Bizans ve Bulgaristan arasında sava , Osmanlı-Bulgar ittifakı.
1366 V. loannis’in Budin’e gitmesi; Papa Osmanlılara kar ı haçlı sava ı
ilân ediyor-, Savoyalı VI. Amadeo'nun Gelibolu’yu alması (a ustos).
1369 V. loannis’in Roma’ya gitmesi, OsmanlI’ya kar ı Haçlı seferi ta-
sarısı.
1371 Çirmen’de Sırp prensleri Vuka in ve Uglye a’ya kar ı Osmanlı zafer-
ler (26 Eylül), Murat Kara-Biga kalesini alır.
1372-1373 Balkan Devletleri ve Bizans’ın Osmanlı egemenli ini tanım alan,
Andronikos ile Osmanlı ehzadesi Savcı’nın babalarına kar ı birle ik
isyanlan (bahar) ve yenilmeleri (eylül).
1376 IV. Andronikos’un Osmanlı ve Cenevizli deste iyle stanbul’a gir-
mesi (12 A ustos);
1377 Andronikos’un Gelibolu'yu Osmanlılara geri vermesi..
1375-1380 Osmanlılar, Germiyan ve Hamidili Beylikleri'nin kimi bölgelerini il-
hak ediyor.
13 79 V. loannis Paleologos’un Osmanlı yardımıyla Bizans tahtını yeniden
ele geçirmesi. (Temmuz)
1378-1381 Cenevizlilerle Venedikliler arasında sava .

213
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

1383 OsmanlIlar Serez’de (19 Eylül).


1385 Sofya ve Ni fethi, Sırp kralı haraçgüzar.
1386 Murat Karaman-ili’ni istilâ eder, Frenk Yazusu sava ı.
1387 Selânik’in fethi (Nisan). Evrenos Mora’da (Eylül).
1388 Müttefik Sırp, Bo nak ordusunun Osmanlıları Ploçnik baskını (27
A ustos); OsmanlIların Kuzey Bulgaristan’ı i gali (güz).
1389 Kosova Meydan Sava ı (15 Haziran); Sultan Murat’ın ehit dü me-
si, I. Bayezit'in cülûsu.
1389-1390 Bayezit’in Batı Anadolu fetihleri ve Mente e, Aydın, Saruhan, Ger-
miyan ve Hamidili Beylikleri'ni ilhakı.
1390 Karamanlılann yenilmesi; Paleologoslar Bayezit’in Anadolu ordu-
sunda.
1391 Osmanlılar Antalya ve Alanya’da; Osmanlılann Üsküp’ü alması ve
Kuzey Arnavutluk'ta baskınlar düzenlemesi.
1392 Osmanlılar Kastamonu ve Am asya’da; Sivas Sultanı Kadı Burha-
neddin kar ısında gerileme.
1393 Bayezit'in Balkanlar’a dönmesi ve Paleologoslar ve Balkan beylerini
Karaferiye’de huzuruna ça ırması.
1394-1396 Bayezit’in Kostantiniye ku atması.
1394 Tesalya’nın fethi; Mora’ya akınlar.
1395 Bayezit’in Erdel ve Eflâk seferi; Arge Sava ı (17 Mayıs); Eflâk Voy-
vodası Osmanlı haraçgüzân oluyor; Bulgaristan Kralı i man’ın ida-
mı (3 Haziran); OsmanlIlara kar ı Venedik, Macaristan ve Bizans it-
tifakı.
1396 Haçlı ordusunun Balkanlan istilâsı, Ni bolu meydan sava ı (25 Ey-
lül).
1397 Bayezit’in Anadolu’ya dönmesi ve Karaman’ı ilhak etmesi.
1398 Bulgar Vıdin Prensli i ve Kadı Burhaneddin’in beyli inin ilhakı.
1399 Fırat Vadisindeki Memlûk kentleri Malatya ve Elbistan’ın fetihleri.
1400 II. Manuel Paleólogos Avrupa’da-, Timur’un Sivas’ı ya m alam ası
(10 A ustos).
1401 Bayezit Erzincan’da.
1402 Ankara Sava ı (28 Temmuz); Timur’un zmir kalesini Aziz Yahya
övalyelerinden geri alması (aralık).
1403 Bayezit’in Ak ehir’de intihan (8 Mart); Timur’un Anadolu beylikle-
rini diriltmesi; Süleyman Edirne'de, sa Bursa’da ve Mehmet Amas-
y a ’da olmak üzere Bayezit'in o ullan arasında taht sava ı; Süley-

214
____________ OSMANLI TAR H KRONOLOJ S ________________________

man ile Hıristiyan devletler arasında antla malar; Selânik’in Bizans-


lIlara geri verilmesi (ekim).
1406 Çelebi Mehmet ile Süleyman arasında sava .
1410 Süleyman'ın Musa’yı Rumeli'nde yenmesi (15 Haziran ve 11 Tem-
muz).
1411 Musa’nın Süleyman’ı yenmesi ( ubat) ve Kostantiniye’yi ku atması
(yaz).
1412 Musa’ya kar ı Mehmet ile mparator II. Manuel arasında antla ma
(temmuz).
1413 Mehmet’in Rumeli’de Musa’yı yenmesi (15 Temmuz); Osmanlı top-
raklarını birle tirmesi; Karamanlılar’ın Bursa'yı ku atması ve ya -
ması.
1414 I. Mehmet'in Konya’yı ku atması; Hamidili’nin fethi.
1415 I. M ehmet'in Batı Anadolu seferi, zmir bölgesinin yeniden ilhakı
(yaz); Venedik ile çatı ma.
1416 I. Bayezit’in o lu Mustafa Rumeli’nde; Pietro Loredano’nun Gelibo-
lu’da Osmanlı donanmasını yakması (29 Mayıs); eyh Bedrettin’in
isyanı (yaz) ve idamı (18 Aralık); Eflâk Voyvodası Mircea'nın Si-
listre ve Deliorman’ı i gal etmesi (güz); I. Mehmet'in Çandarlı Beyli-
i’ni i gal etmesi.
1417 I. Mehmet’in Karaman’ı istilâsı (güz), Kır ehir ve Ni de’yi ilhak et-
mesi.
1418 I. Mehmet’in Canik seferi.
1419 Mircea”ya kar ı sefer; Yerköyü'nün fethi.
1421 I. Mehmet’in ölümü; II. Murat Bursa’da (mayıs); Rumeli’nin Musta-
fa’nın denetimine geçmesi.
1422 M ustafa’nın U lubat'tan çekilm esi ve E dirne’de idam edilm esi
(ocak); Murat Kostantiniye’yi ku atıyor (2 Haziran-6 Eylül); karde-
i Mustafa’nın Anadolu’da isyan etmesi.
1423 II. Murat'ın karde i Mustafa'yı yenmesi ve idam ettirmesi, onu des-
tekleyen Çandarlılarla Karamanlılara boyun e dirmesi; Turahan Bey
Mora’da (mayıs).
1423-1430 Selânik Venedik yönetiminde; Osmanlı-Venedik sava ı.
1424 OsmanlIlarla BizanslIlar arasında b an an tla m ası.
1425 M urat’ın zmir beyi Cüneyt’i ortadan kaldırması; M ente e ve Te-
ke’nin yeniden ilhakı.
1427 Sırbistan despotu Stefan Lazarevic’in ölümü (19 Temmuz) ; Macar-

215
_______________ OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)________________

lar Belgrat’ta, Osmanlılar Güvercinlik'te; Sigismund Yerköyü’nü


(Giurgiu) alır; Karamanlılar Hamidili'nde.
1428 Osmanlı-Macar barı ı.
1429 ahruh Azerbaycan'da.
1430 Osmanlılann Selânik (29 Mart) ve Yanya’yı fethi.
1432-1433 Güney Arnavutluk’ta isyan,
1434 Etlâk, Sırbistan ve Bosna’da Osmanlı-Macar rekabeti.
1435 ahruh Anadolu'da,
1437 II. Murat Hamidili’ni yeniden alıyor; mparator Sigismund'un ölü-
mü.
1438 II. Murat'ın Erdel seferi.
1439 II. Murat’ın Semendire'yi fethi; ba ımsız Sırbistan'ın sonu; OsmanlI-
ların Bosna kralını haraca ba laması.
1440 Belgrat ku atmasında Osmanlı ba ansızlı ı.
1441-1442 Jânos Hunyadi’nin Osmanlılan Erdel'de yenmesi.
1443 Hunyadi'nin Balkanlar'ı istilâsı; Zlatitsa (Izladi) sava ı (25 Aralık);
Kuzey Arnavutluk’ta skender Bey'in isyanı.
1444 Macaristan ve Osmanlı mparatorlu u arasında ban (Edirne, 12
Haziran); Sırp despotlu unun dirili i; OsmanlIlarla Karamanlılar
arasında ban (Yeni ehir, a ustos); II. Murat, o lu II. Mehmet lehi-
ne tahttan çekiliyor; Varna Sava ı (10 Kasım).
1446 II. Murat' ın tahta ikinci çıkı ı.
1448 II. Murat’ın skender Bey’e kar ıseferi; II. Kosova Sava ı (17-19
Ekim).
1449 Eflâk seferi; Yerköyü’nün yeniden fethi.
1450 II. Murat'ın skender Bey’e kar ı ikinci seferi.
1451 II. M urat’ın ölümü (3 ubat); II. M ehmet’in cülûsu (18 ubat);
II. Mehmet’in Karamanlılara kar ı seferi (mayıs-haziran); Venedik
(10 Eylül) ve Macaristan'la (20 Kasım) ban ın yenilenmesi.
1452 Rumeli Hisan’nın yapılı ı (ocak-a ustos); Bizans'a sava ilânı.
1453 Kostantiniye ku atması (6 Nisan-29 Mayıs); Galata Cenevizlilerinin
ehri teslim etmesi (1 Haziran); vezir-i âzam Çandarlı Halil’in idamı.
1454 Venedik ile ban (18 Nisan); II. Mehmet’in Sırbistan seferi; Osmanlı
donanması Karadeniz’de; Osmanlılann Karadeniz çevresindeki Ce-
neviz kolonilerini haraca ba laması.
1455 Bo dan haraca ba lanıyor (5 Ekim); II. Mehmet’in Sırbistan’a ikinci
seferi.

216
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1456 OsmanlIların Belgrat ku atması ba arısızlı ı; Trabzon Rum mpara-


torlu u haraca ba lanıyor.
1458 Mahmut Pa a'nın Sırbistan seteri; II. Mehmet Mora’da.
1459 Semendire'nin(Smeclerovo) teslim olması (haziran); Amasra'nın
fethi; Papa II. Pius'un haçlı seferi ilân etmesi.
1460 Mora'nın fethi.
1461 Kastamonu Candaro ulları Beyli i ve Trabzon mparatorlu umun
ortadan kaldınlması,
1462 II. Mehmet'in Eflâk’ı istilâ etmesi (yaz); Mahmut Pa a Midilli’de
(eylül).
1463 Venedik’le sava ; Mora Venedik denetiminde; II. Mehmet'in Bos-
na’yı i gal etmesi; Macaristan kralı Yayçe’de (16 Aralık).
1464 Osmanlılann Mora’yı yeniden fethi (bahar); 11. Mehmet'in Yayçe'yi
ku atması; Papa II. Pius’un ölümü (15 A ustos); Karamanlı bra-
him'in ölümü; Karaman’da iç sava .
1466 II. Mehmet'in tskender Bey'e kar ı seferi; Elbasan kalesinin yapılı ı.
1467 II. Mehmet’in skender Bey'e kar ı ikinci seferi; Dülkadir Beyi eh-
suvar Osmanlı himayesinde.
1468 skender Bey’in ölümü (17 Ocak); II. Mehmet'in Karaman'ı fethi
(yaz); Toros Da lan’nda göçebe Türkmenlerin direni i.
1469-1474 Karaman’ın yatı tınlması.
1469 Enez ve Yeni Foça’ya Venedik saldırısı.
1470 II. Mehmet'in E riboz’u (Eubola) fethi (11 Temmuz).
1471 Akkoyunlu Uzun Ha an, Venedik, Kıbrıs kralı, Rodos Aziz Yahya
övalyeleri ve Alanya emirinin OsmanlIlara kar ı ittifak kurmaları.
1472 Uzun Hasan'm Tokat'ı ya malaması-, Akkoyunlu ve Karamanlı
kuvvetlerinin Karaman'ı i gal etmesi; Memlûklerin Dülkadir beyi
ehsuvar’ı idam etmesi.
1473 Ba kent (Otlukbeli) Sava ı (11 A ustos).
1474 Erdel’e Osmanlı akınlan; Arnavutluk'ta t kodra'nın ku atılması.
1475 Kırım'daki Ceneviz kolonilerinin fethi; Kırım Hanlı ı üzerinde Os-
manlI hâkimiyeti.
1476 Macar kralı Mâtyâs Corvinus'un Bö ürdelen'i ( abac) alması (15 u-
bat); II. Mehmet'in Bo dan'a (yaz) ve Corvinus’a (kı ) kar ı seferleri.
1477 Beylerbeyi Süleyman’ın nebahtı (Lepanto) ku atması; Osmanlı
akıncılan Venedik önünde.
1478 Uzun Hasan’ın ölümü (6 Ocak); II. Mehmet'in Arnavutluk’ta I kod-
217
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

ra ku atması; Arnavutluk’ta Akçahisar’ın teslim olu u (6 Haziran);


Friuli'ye Osmanlı akım.
1479 Venedik'le ban (25 Ocak); Erdel ve Macaristan’a Osmanlı akıtılan;
Anapa, Kopa ve Taman’ın fethi.
1480 Mesîh Pa a'nm Rodos'u ku atması; Gedik Ahmet P a a’nın Otran-
to’yu fethi.
1481 11. Mehmet’in ölümü (3 Mayıs); 11. Bayezit’in tahta çıkı ı (20 Ma-
yıs); Bayezit ve Cem arasında Yeni ehir Sava ı (20 Haziran); Ot-
ranto'daki Osmanlı güçlerinin teslim olması (11 Eylül).
1482 Cem ve Karamanlı Kasım Anadolu’da; Cem’in Rodos’a kaçı ı (26
Temmuz); Aziz Yahya övalyeleriyle II. Bayezit arasında Cem’e da-
ir antla ma (eylül); Gedik Ahmet Pa a’nın idamı (kasım).
1484 II. Bayezit’in Bo dan seferi; Kili ve Akkerman ilhak ediliyor.
1484-1491 Mısır Memlûkleriyle sava .
1495 Cem’in ölümü (25 ubat).
1496 OsmanlIlar Karada ’da; Polonya kıralı Albert’in Bo dan’ı i gali; Po-
lonya-Macaristan ittifakı.
1497-1499 Polonya ile sava .
1499-1503 Venedik’le sava .
1499 Navarin’de Osmanlı deniz zaferi (12 A ustos); nebahtı’nın fethi.
1500 Macaristan’ın OsmanlIlara sava ilânı; ran'da ah smail erkte; To-
ros Da lan’ndaki Karamanlı a iretlerin isyanı.
1503 Venedik’le ban antla ması (10 A ustos).
1504 ah smail Ba dat’ta.
1507 smail’in Osmanlı topraklanndan geçerek Dülkadir üzerine yürüyü ü.
1511 ah sm ail’in i’î yan d a ların ın Teke’de a yak lan m ası (m art); Os-
manlI mparatorlu u’nda iç sa v a .
1512 I. Selim'in babasını tahttan inmeye zorlaması (24 Nisan); Kuzeydo-
u Anadolu’da ayaklanma; II. Bayezit’in ölümü (26 Mayıs).
1512-1513 I. Selim'in karde lerini yenerek öldürtmesi ve ah smail’in Anado-
lu’daki yanda lannı ezmesi.
1514 Selim'in, ah smail'i Çaldıran’da yenilgiye u ratması (23 A ustos).
1515 Yeniçeri isyanı ( ubat); Kemah'ın alını ı (19 Mayıs); Dülkadir Bey-
li i'nin fethi (haziran).
1516 Diyarbakır’ın fethi (nisan); Do u Anadolu ‘da Kürdlerin OsmanlIla-
ra boyun e mesi; Selim’in Memlûkleri Merc-i Dâbık’ta yenilgiye u -
ratması (24 A ustos); Selim Halep’te.

21 8
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1517 Reydaniye Sava ı (22 Ocak); Kahire'de Tuman Bay’ın direni i;


Mekke erifinin I. Selim’i tanıması (17 Temmuz).
1520 I. Selim'in ölümü (21 Eylül); I. Süleyman’ın tahta çıkı ı (30 Eylül).
1521 Belgrat’ın fethi (29 A ustos); Suriye'de Canberdî Gazâlî'nin yenilgi-
si ve idamı ( ubat).
1522 Dülkadir hanedanının sonu; Rodos’un fethi (21 Ocak).
1523 brahim’in vezir-i âzam olması.
1524 Mısır’da Ahmet Pa a isyanı (Ocak).
1525 brahim Mısır’da (24 Mart-14 Haziran).
1526 Mohaç Sava ı (29 A ustos); I. Süleyman Budin'de (10 Eylül); Jâ-
nos Zâpolyai’nın Macaristan kralı olması (10 Kasım).
1527 Avusturya Ar idük’ü Ferdinand Budin’de.
1529 I. Süleyman’ın Budin’i alması (8 Eylül); Zâpolyai’nın Budin’de taç
giymesi (14 Eylül); I. Süleyman’ın Viyana’yı ku atması (26 Eylül-
16 Ekim).
1531 Avusturyalılann Budin’i ku atması (Aralık).
1532 I. Süleyman’ın Avusturya seferi; Köszeg’in fethi (28 A ustos);
Andrea Doria’nın Koron’u alması (8 A ustos).
1533 Ferdinand’la ban (22 Haziran); Barbaros Hayrettin kapudan-ı der-
yâ oluyor; Barbaros’un Tunus’u fethi (A ustos); Koron’un geri alı-
nı ı (12 Eylül); ran’la sava (A ustos).
1534 Tebriz’in fethi (13 Temmuz); Geylan sultanının biati; I. Süleyman
Ba dat’ta.
1535 I. Süleyman’ın Tebriz’e dönmesi (bahar); V. Kari Tunus'ta (21 Tem-
muz).
1536 I. Süleyman'ın stanbul'a dönü ü (8 Ocak); brahim'in idamı (5 Mart).
1537 Venedik’le sava ; I. Süleyman Arnavutluk'ta; Apulia'ya Osmanlı
akını (temmuz); Korfu ku atması (25 A ustos); 1. Süleyman'ın s-
tanbul’a dönü ü (1 Ekim).
1538 I. Süleyman Bo dan’da (yaz); Güney Bo dan'ın (Bucak) ilhakı (4
Ekim) ; Mısır Beylerbeyi Süleyman Pa a Hindistan’da Portekizlileri
Diu’da ku atması (4 Eylül); Preveze deniz zaferi (29 Eylül).
1539 Castelnuovo’nun fethi (10 A ustos).
1540 Venedik’le barı (2 Ekim); Menev e (Monumuasia)ve Anabolu’nun
(Nauplia) teslim olması; Zâpolyai’nın ölümü; Avusturyalılann Bu-
din’i ku atması.
1541 I. Süleyman’ın Ferdinand’a kar ı seferi; 1. Süleyman Budin'de Budin
219
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Beylerbeyili inin kurulu u (2 Eylül); V. Karl’ın Cezayir önlerinde


bozguna u raması (20 Ekim).
1543 Fransız-Osmanlı donanmasının Nice’i ku atması (20 A ustos); I.
Süleyman M acaristan’da; Valpovo, Pecs, Siklös ve E stergon'un
fethi.
1544 Vi egrad'ın fethi.
1545 1. Süleyman ve Ferdinand arasında ate kes antla ması.
1547 OsmanlIlarla Habsburglar arasında Papa, Venedik ve Fransa kralını
da kapsayan barı antla ması (1 A ustos).
1548 1. Süleyman’ın ran seferi; Van'ın fethi (25 A ustos).
1549 Gürcistan'da fetihler-, 1. Süleyman’ın stanbul’a dönü ü (12 Aralık).
15 5 1 Osmanlılar Erdel’de; Becskerek, Varat, Csanâd ve Lipova’nın fethi;
Turgut Reis Trablusgarp'ı alıyor (14 A ustos).
1552 Tem e var’ın (temmuz) ve Banat'taki ba ka kentlerin fethi; Hür-
müz’de Osmanlılann Portekizlilere kar ı ba arısızlıkları; Rus Çan IV.
van’ın Kazan'ı alması; Osmanlılann E ri'de ba ansızlıklan (ekim).
1553 ran'la sava ; 1. Süleyman Ere li'de (Karaman); o lu Mustafa’nın
öldürülü ü.
1554 Nahcivan ve Erivan'ın fethi (yaz); Rusların Ejderhan’ı (Astrahan)
almalan.
1555 ran’la barı (29 Mayıs).
1556 Süleymaniye Camii’nin açılı ı (16 A ustos).
1556-1559 Macaristan’da AvusturyalIlarla sürekli sava .
1559 I. Süleyman’ın o ullan Selim ve Bayezit arasında sava (mayıs);
Bayezit'in ran'a sı ınması (kasım).
1560 Ispanyollar Cerbe’de; Kapudan-ı Deıyâ Piyale Pa a'nın Cerbe’yi ele
geçirmesi (31 Temmuz).
1561 ehzade Bayezit’in ran'da idamı (25 Eylül); Azak’a Kazak saldırısı.
1562 mparator Ferdinand ile ban (1 Temmuz).
1565 Ba ansız Malta ku atması (20 Mayıs-11 Eylül).
1566 Zigetvar ku atması (5 A ustos-7 Eylül); Zigetvar dü meden önce I.
Süleym an'ın ölümü (6 Eylül); 11. Selim'in tahta çıkı ı (24 Eylül);
Sakız’ın i gali.
1567 Yemen’de Zeydî Mutahhar’ın isyanı.
1568 mparatorla ban (17 ubat).
1569 Ruslara kar ı Osmanlı seferi; Don-Volga kanal projesi ve Ejder-
han'ın ku atılması (eylül).
_________________________ OSMANLI TAR H KRONOLOJ S ..... .....................................

1570 Çarla barı görü meleri; Uluç Ali'nin Tunus'u alması (ocak); Kıbrıs
seferi-, Lefko e'nin fethi.
1571 Osmanlılara kar ı Papa, spanya ve Venedik arasında KuLsal ltıi-
fak'ın kurulması (20 Mayıs); OsmanlIların Magosa'yı fethi (1 A us-
tos); Inebahtı Sava ı (7 Ekim).
1572 Devlet Giray'ın Moskova'yı istilâ etmesi; Osnıaıılılar Valois Haneda-
nından Henri'nin Polonya tahtına geçmesini sa lıyor; AvusturyalI
Don Juan'ın Tunus'u alması (ekim).
1573 Venedik’le barı antla ması (7 Mart); imparatorla barı ın yenilen-
mesi (3 Ekim),
1574 Sinan Pa a’nın Tunus'u geri alması (24 A ustos); II. Selim'in ölü-
mü (12 Aralık).
1577 mparatorla ban ın yenilenmesi (1 Ocak).
1578 Vezir-i Âzam Sokollu Mehmet Pa a’nın katli; ran’la sava (bahar);
Çıldır'da Lâlâ Mustafa Pa a'nın zaferi (10 A ustos); Gürcistan, ir-
van ve Derbent'in ilhakı; Fas’ta Alkazar Sava ı (4 A ustos).
1579 Iran kar ı saldırısı.
1582 Kur Irma ı'nda Osmanh yenilgisi.
1583 Be tepe'de Osman Pa a'nın zaferi (6 Haziran).
1585 Osman Pa a’nın Tebriz’i alması (eylül).
1587 Büyük Abbas'm ran ahı ilân edilmesi.
1588 Osmanlılann Karaba 'ı fethi.
1589 stanbul'da yeniçeri isyanı (3 Nisan).
1590 ran'la ban (21 Mart); imparatorla ban ın yenilenmesi (29 Kasım).
1591-1592 Yeni yeniçeri isyanlan ve hükümette de i iklikler.
1593 stanbul'da sipahilerin isyanı (27 Ocak); Sinan Pa a vezir-i âzam olu-
yor; Sisak'ta Osmaniı yenilgisi (20 Haziran); Avusturya ile sava
(güz); Sinan Pa a Macaristan'da; Veszprem’in alını ı (13 Ekim).
1594 Sinan Pa a’nın Yanıkkale’yi alması; Eflâk Voyvodası Mihai'nın is-
yanı.
1595 Habsbuıglar, Eflâk, Bo dan ve Erdel beyi arasında Osmaniı kar ıtı
ittifak (ocak); III. Murat’ın ölümü (16 Ocak); III. Mehmet'in cülusu
(27 Ocak); Sinan Pa a Eflâk'ta (a ustos); Sınan ın geri çekilmesi
(ekim); AvusturyalIlar Istolni Belgrat ve Vi egrad'da (8 Eylül); Ef-
lâklı Mihai Dobruca'da.
1596 III. Mehmet'in Macaristan seferi; E ri’nin alını ı (23 Eylül); Haçova
Meydan Sava ı (26 Ekim); Anadolu’da celâli isyanlan.

221
________________ OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)______________

1598 AvusturyalIların Yanıkkale (29 Mart) ve Veszprem’i geri alması,


Budin’i ku atması; Mihai’nın Ni bolu'ya saldırısı.
1599 Avusturya ile barı görü meleri; Karayazıcı’nın Urfa’da sıkı tırılma-
sı (temmuz); Mihai Erdel'de.
1600 OsmanlIların Kanije’yi fethi (eylül).
1601 Mihai’ın ölümü (19 A ustos); Ar idük Ferdinand’ın Kanije önünde
yenilgisi (18 Kasım).
1603 Sipahî isyanı (ocak); ah Abbas'ın Tebriz’i yeniden fethetmesi (21
Ekim); III. Mehmet’in ölümü (22 Aralık); I. Ahm et'in cülûsu (23
Aralık).
1604 ah Abbas'ın Erivan, irvan ve Kars’ı fethi; Ar idük M atthias’m
Budin'i ku atması.
1605 OsmanlIların tstvan Bocskai’ı Macaristan kralı ilân etmesi; Osmanlı-
lann Estergon’u fethi.
1606 Zitvatorok’da OsmanlIlarla Habsburglar arasında barı antla m ası
yapılması.
1607 Vezir-i âzam Kuyucu Murat Pa a’nın Anadolu’da Celâlîleri ortadan
kaldırmak için seferi; âsi Canbulato lu Ali Pa a ve Ma’no lu Fah-
rüddin’in yenilgisi (23 Ekim).
1610 ran’a sefer, Tebriz yakınında Acı-Çay sava ı (11 Kasım).
1612 ran ile ban antla ması (20 Kasım); Ruslara kar ı i birli i.
1613 çki yasa ı.
1614 Erdel’de Bathory Gabor prens; Osmanlı egem enli inin iadesi (1
Temmuz), donanmanın Malta’ya akını (8 Temmuz); Kazakların Si-
nop baskını (A ustos); ran’a sefer.
1616 skender Pa a’nın Bo dan'da ba anlı seferi (17 Nisan), Erivan ku-
atması (11 Eylül). I. Mustafa’nın cülûsu.
1617 Sultanahm et Camii’nin açılı ı, Osmanlı-Leh barı ı (27 Eylül), Za-
porg Kazaklan’mn akınlan.
1618 I. M ustafa’nın tahttan indirilmesi ve II. Osman’ın cülûsu (26 u-
bat), Serâv’da Osmanlı bozgunu (10 Eylül), Osmanlı-Safevi ban ı
(26 Eylül); sınırlar aynı, ran yılda 100 yük ipek verecek.
1620 skender Pa a’nın Lehistan’da zaferleri (20 Eylül, 7 Ekim).
1621 II. O sm an’ın Lehistan seferi (29 Nisan), Hotin ku atm ası, Ban
(6 Ekim); Kazaklar akından alıkonacak, Hotin teslim olunacak.
1622 Sultan Osman stanbul’da (25 Ocak); yeniçeri ayaklanması (18 Ma-
yıs); Sultan Osm an'ın tahttan indirilmesi ve I. M ustafa’nın ikinci

222
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

kez tahta oturması (19 Mayıs), Davut Pa a sadrazam; Osman'ın


katli (20 Mayıs); Sipahilerin kan davası.
1623 Anadolu’da pa alar isyanı (Mart); Kazaklann bozguna u ratılması
(1 Ekim); Abaza Mehmet Pa a syanı (17 Kasım); I. Mustafa’nın
tahttan indirilmesi ve IV. Murat'ın cülûsu (10 Eylül).
1624 Ba dat ve Irak'ı ah Abbas'ın istilâsı (Ocak); Kınm'da Mehmet Gi-
ray ve ahin Giray'ın isyanı (Mayıs-Temmus), Kazaklar'uı Bo azi-
çi'nde Yeniköy'ü ya malamalan (20 Temmuz); Abaza Mehmet Pa-
a'nın yenilgisi (3 Eylül).
1625 Hafız Ahmet Pa a'nın Ba dat seferi (Mayıs-Temmuz), Karadeniz'de
Kazaklar'ın yenilgisi (Ekim), Abaza'nın ikind isyanı.
1626 ah Abbas Ba dat önünde (29 Mart), ordu Ba dat önünden çekilir
(3 Temmuz)
1627 Erzurum’da üslenen Abaza’nın neticesiz ku atılması (15 Ekim-25
Kasım).
1628 Sadrazam, Hüsrev'in Erzurum ku atması (5 Eylül-22 Eylül), Aba-
za'nın teslim olması (22 Eylül).
1629 Hüsrev’in Ba dat seferi (10 Haziran-14 Kasım).
1630 ran'da Çemhal zaferi (14 Temmuz), Ba dat'ı sonuçsuz ku atma (5
Ekim-14 Kasım)
1 632 Vezir-i âzam Hâfız Ahmet’in Saray'a saldıran yeniçeri zorbalan ta-
rafından kadi (10 ubat), Zorbalann saraya baskını (12 Maıt). IV.
Murat'ın devlet i lerini eline alması (8 Haziran)
1633 Büyük stanbul yangım (2 Eylül), kahvehanelerin kapatılması, tü-
tün yasa ı (16 Eylül), Van’a saldıran hanlı kuvvetlerin püskürtül-
mesi (15 Ekim), sadrazam Mehmet Pa a’nın ran seferi (15 Ekim).
eyhülislâm Ahîzâde'nin idamı (7 Kasım).
1634 Padi ah'ın Lehistan seferi için Edirne'de ikâmeti (15 Nisan-27 Tem-
muz), içki yasa ı (5 A ustos). Abaza Mehmet Pa a’nın idamı (23-
24 A ustos); Lehistan’la barı (Eylül).
1635 IV. Murat’ın ran’a Revan seferi (10 Maıt-27 Aralık), Revan (Eri-
van) ku atması (26 Temmuz), Revan’ın teslim olması (8 A ustos),
IV. Murat Tebriz’e giriyor (11 Eylül).
1 636 Revan’ın kanlılara teslim olması (1 Nisan). Erdd'de Szalonta boz-
gunu (3 Ekim).
1637 Do u seferi (17 ubat -12 Haziran). Azak kalesinin Kazaklar eline
dü mesi (5 Temmuz).
1638 IV. Murat Ba dat seferine çıkar (8 Mayıs), yolda Sakarya eyhi'nin
________________OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K CA (1300-1600)________________

idamı (22 Haziran), Ba dat ku atması (15 Kasım-24 Aralık), Ba -


dat'ın teslim alınması (24 Aralık).
1 639 ran’la Kasr-ı irin antla ması (17 Mayıs).
1 640 IV. Murat’ın ölümü (8-9 ubat), I. brahim’in tahta çıkı ı (9 ubat),
Büyük Istanbul yangını (30-31 A ustos).
1644 Sultanzâde (Mihrimah sultan torunu Ay e Hatun’un o lu) Mehmet
Pa a sadrazam (31 Ocak)
1645 Girit Seferi (19 Nisan), Büyük stanbul yangını (26-27 Haziran)
Hanya’nın teslim alınması (19 A ustos)
1 646 Venedikliler Bozcaada'yı i gal eder (7 Nisan), Gâzî Deli Hüseyin Pa-
a’nın Resmo (Rethymnon) ku atması ve fethi (6 Ekim-20 Ekim)
164 7 Kandiya kalesi ablukası (7 Temmuz)
1648 Kandiya ku atm ası (26 M art), Venedik donanm ası Ç anakkale
Bo azı'nı abluka altma alır (24 Mayıs), Sultan brahim'in tahttan
indirilmesi, IV, Mehmet’in cülusu (8 A ustos); Sultan brahim 'in
idamı (18 A ustos), Sultan brahim'in kanını isteyen sipahilerin
S u lta n ah m et olayı, yeniçeri oca ı zorba a aları d ik tası (28
Ekim), Cinci Hoca’nın idamı (29 Ekim), Celâlî Kara H aydar’ın
idamı (12 Kasım)
1649 Lübnan Marunîleri üzerinde Fransız himayesi (28 Nisan), sipahî
zorbalanndan Gürcü Nebî isyanı (7 Temmuz),
1650 Venedik donanması tekrar Çanakkale Bo azı önünde (15 Mart); Gi-
rit’e erzak ve mühimmat gönderilmesi güçle iyor.
1651 Ege'de Osmanlı donanmasının Nak a (Naxos) bozgunu (13 Hazi-
ran), Esnaf ayaklanması (21 A ustos), Kösem Sultan’m katli (2-3
Eylül), Yeniçeri a alar diktasının sonu (3 Eylül)
1652 Tarhoncu Ahmet Pa a sadrazam (20 Haziran).
1654 Çanakkale Bo azı açıklannda Venedik donanmasına kar ı zafer (16
Mayıs), Ukrayna Kazak Hetmanı Bo dan Hmelnitsky’nin Osmanlı-
Kınm himayesini bırakıp Rus Çannın himayesi altına girmesi.
1656 Deli Hüseyin sadrazam (28 ubat); Yeniçeri-sipahî isyanı (Vak'a-i
Vakvakiye) (4 Mart); Venediklilerin Osmanlı donanmasını yok et-
mesi ve Akdeniz yolunun kesilmesi (26 Haziran); Bozcaada'yı Ve-
nedik i gali, Köprülü Mehmet Pa a geni yetkilerle sadrazamlı a ge-
tirilir (15 Eylül); Sipahi zorbalannı katliam.
1657 Venedik donanmasına kar ı zafer (10 Temmuz); Bozcaada’nın geri
alınması (31 A ustos); Kâtib Çelebi’nin ölümü (24 Eylül); Köprü-
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

lü’nün Erdel (Transilvanya) seferi (23 Haziran); Rakoczy’nin kaç-


ması (1 Eylül).
1658 Anadolu valilerinin Abaza Ha an önderli inde isyanı (13 Kasım).
1659 Anadolu valilerinin idamı (16-17 ubat).
1660 AvusturyalIlarla i birli inde bulunan Rakoczy’ye kar ı zafer; Er-
del’de Osmanlı egemenli inin yeniden yerle mesi (23 Mayıs); Bü-
yük stanbul yangını (24 Temmuz); Varat'ın fethi (27 A ustos).
1661 Köprülü Mehmet Pa a’nın ölümü (29-30 Ekim); Köprülü Fazıl Ah-
met sadrazam (30 Ekim).
1662 Kemeny Yano ’a kar ı zafer ve Erdel sorunu çözüme kavu ur (23
Ocak).
1663 Avusturya'ya kar ı sava ilânı (12 Nisan); Uyvar ku atması (17-
18 A ustos), kalenin teslim alınması (24 Eylül); Novigrad’ın fethi
(3/4 Kasım).
1664 Avusturyalılann Zigetvar ku atması (25 Ocak); Fazıl Ahmet Yeni-
Kale’yi alır (30 Haziran); Saint-Gotthard Meydan Sava ı (1 A us-
tos); Vasvar Ban ı (10 A ustos).
1665 Topkapı Sarayı yangını (24 Temmuz).
1666- 1669 Fazıl Ahmet'in Girit seferi (15 Mayıs); Kandiya’nm teslim olması
(27 Eylül 1669); Girit adasını OsmanlI’ya bırakan Osmanlı-Venedik
ban ı (5 Eylül 1669).
1672 Lehistan’a kar ı sava ilânı (4 Haziran); Kameniçe ku atması (18
A ustos); Buca Barı antla ması (18 Ekim): Podolya’da Osmanlı
egemenli i, Zaporog Kazakları (Ukrayna) Osmanlı-Kınm himaye-
sinde, Leh kralı’nın haraca ba lanması.
1673 Jan Sobieski'nin Hotin zaferi (10 Kasım).
1674 IV. Mehmet'in Ukrayna seferi (16 Haziran); Kazak Hetmanı Doros-
zenko'yu Ruslara kar ı himaye; Kırım Hanı Selim Giray ve Doroszen-
ko Osmanlı ordusunda; Ruslar Çehrin önünden çekilir (14 Eylül).
1675 Lehler’in Ilbav (Lemberg) önünde ba ansı (24 A ustos).
1676 Fazıl Ahmet Pa a’nın ölümü (2/3 Kasım); Merzifonlu Kara Mustafa
sadrazam (4/5 Kasım); eytan brahim’le Sobiesky arasında sava ;
Zurawna barı ı (27 Ekim): Podolya ve Ukrayna’da Osmanlı ege-
menli i.
1677 Hetman D oroszenko'nun Ruslarla birle m esi, Padi ah Hmel-
nitsky'yi Hetman tayin eder; Rusya'ya sava ilânı, Osmanlı kuvvet-
lerinin Ukrayna'dan çekili i.

225
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

1678 Ukrayna-Rusya’ya kar ı sefer ilânı; Kara Mustafa Pa a'nm ve Kınm


Hanı’nın Çehrin fethi (21 A ustos).
1680 Özü nehri a zında kale in ası.
1681 Rusya ile Radzin ban antla ması (11 ubat); Fransız donanm ası-
nın Sakız’a saldınsı (24 Temmuz).
1682 Emeric Thököly’nin (Tökeli lmre) Osmanlı himayesinde Orta Macar
kralı tayin edilmesi (9 Ocak); Budin Beylerbeyi brahim Pa a'nın
Orta-Macar’da Kaschau (Ka a) kalesini fethi (15 A ustos); Avus-
turya’ya sava ilânı (12 Ekim).
1683 IV. Mehmet Belgrat’ta, Merzifonlu Kara M ustafa’nın, Viyana ku-
atması (14 Temmuz-31 A ustos), Osmanlı yenilgisi ve ric’at (12
Eylül).
1684 OsmanlI'ya kar ı Avusturya, Venedik, Lehistan arasında Papa tak-
disiyle Kutsal ttifak, Ordu’nun Budin’de toplanması (22 Eylül); Ci-
erdelen (Parkany) zaferi (7 Ekim); Estargon’un dü mesi (1 Ka-
sım), Kara Mustafa'nın idamı (15 Aralık).
1684 Avusturya ordulan Budin önünde (15 Temmuz); Venedik'in sava
ilânı (15 Temmuz); kral Sobiesky’nin Kameniçe önünde bozgunu
(26 Eylül); Preveze’nin dü ü ü (28 Eylül).
1685 Lehlilere kar ı Bojan zaferi (10 Ekim).
1686 Venedik Navarin’i alır (15 Haziran); AvusturyalIlar Budin’i (2 Ey-
lül) ve tüm Macaristan’ı i gal ederler. Rusya ittifakta.
1687 Mohaç’ta Osmanlı bozgunu (12 A ustos); Sobiesky’nin Kameniçe
önünden geri atılması (3 Eylül); Osmanlı ordusunun isyanı ve s-
tanbul üzerine yürümesi (5 Eylül); Atina’nın Venediklilerce i gali
(25 Eylül), Sultan IV. Mehmet’in tahttan indirilmesi; II. Süley-
m an’ın cülûsu (8 Kasım); E ri kalesinin dü ü ü (14 Ocak).
1688 Kırım ordusunun Sobiesky’ye kar ı Kameniçe önünde zaferi (14
A ustos); Macaristan, Erdel ve Bosna’da kalelerin Avusturya ordu-
su tarafından i gali, Belgrat’ın dü ü ü (8 Eylül).
1689 Kınm Hanı Selim Giray’m Urkapı önünden Rus ordusunu ricata zor-
laması (30 Mayıs), tüm Müslümanlann sava a ça nlması (nefîr-i
âm ilânı) (6 Haziran); Pâdi âh Sofya’da (25 Haziran); Fethülislâm
ve Orsova kalelerinin geri alınması (Temmuz); Macaristan’da Batu-
cina bozgunu (30 A ustos); Ni bozgunu (24 Eylül); Köprülü Fazıl
Mustafa Pa a sadrazam (25 Ekim).
1690 Kaçanik kahramanı Selim Giray’ın Edirne’de Padi ah tarafından

226
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

kar ılanması (23 ubat); Kanije'nin dü ü ü (11 Temmuz); Fazıl


Mustafa Pa a'nm AvusturyalIlara kar ı seferi (13 Temmuz); Thö-
köly’nin Erdel Voyvodalı ına getirilmesi (21 A ustos); Belgrat'ın
geri alınması (8 Ekim).
1691 II. Süleyman’ın ölümü ve II. Ahmet'in cülûsu (22 Haziran); Salanka-
men Meydan Sava ı, Fazıl Mustafa'nın ehit dü mesi (19 A ustos).
1692 Varat’ın dü ü ü (12 Haziran); Venedik Hanya'yı ku atır (18 Tem-
muz).
1693 Belgrat’ın ku atmadan kurtanlması (12 Eylül).
1694 Varat'ın Avusturyalılarca ku atılması (12 Eylül); Sakız adasının Ve-
nediklilere teslim olması (21 Eylül).
1695 II. Ahmet’in ölümü, II. Mustafa’nın cülûsu (6 ubat); Venedik do-
nanmasına kar ı Koyun-Adaları’nda deniz zaferi ve Sakız'ın geri
alınması (18 ubat); Padi ah’ın Avusturya seferi (30 Haziran); Lip-
pa (Lipva) fethi (2 Eylül); donanmanın Midilli açıklannda Zeytin
Burnu zaferi (18 Eylül); Padi ahın Lugo zaferi (22 Eylül); Rus Ça-
rı I. Petro’nun Azak önünden ricatı (13 Ekim).
1696 Azak kalesinin dü ü ü (6 A ustos); Padi ah’ın Ola zaferi (27
A ustos).
1697 Zenta meydan sava ında bozgun (11 Eylül).
1698 Karlofça’da ban görü melerine ba lanması (20 Ekim).
1699 Avusturya, Venedik ve Lehistan’la Karlofça barı antla ması (26
Ocak): Macaristan ve Erdel-Avusturya’ya, Banat OsmanlI’ya, Mora
ve Dalmaçya, Aya Mavra adası Venedik'e, Kameniçe, Ukrayna ve
Podolya Lehistan’a bırakılmı tır.
1700 Rusya ile stanbul ban antla ması (14 Temmuz).
1702 eyhülislâm Feyzullah Efendi’nin a ın nüfuzu.
1703 Rami Mehmet Pa a sadrazam (24 Ocak); Ordu’nun isyanı (Edime
vak’ası); II. Mustafa’nın tahttan indirilmesi; III. Ahmet'in cülûsu
(22 A ustos).
1709 Poltava'da Çar'a yenilen (3 Temmuz); sveç Kralı arl’ın OsmanlIla-
ra sı ınması, Baltacı Mehmet Pa a sadrazam (18 A ustos).
1711 Çar Petro ile Prut sava ı (19-21 Temmuz).
1712 Rusya ile ban antla ması (16 Nisan).
1713 Rus-Osmanlı ban mın kesinle mesi (24 Haziran); Bender’de kalan
sveç kralı Demir-Ba arl’ın memleketine gönderilmesi (19 Eylül).
1714 Venedik'e kar ı sava ilânı (8 Aralık).

227
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

1715 Venedik eline geçen Ege Adalarının fethi (Haziran); M ora’da hare-
kât (A ustos); Girit'te Suda kalesi fethi.
1716 Avusturya’ya kar ı sefer açılması (24 Nisan); Varadin Bozgunu; Silâh-
dâr Ali Pa a’nın ehâdeti (5 A ustos); Teme var’ın dü ü ü (20 Ekim).
1717 Belgrat’ın dü ü ü (18 A ustos).
1718 Nev ehirli brahim sadrazam (9 Mayıs); Avusturya ile Pasarofça
ban anüa ması (21 Temmuz).
1719 Büyük stanbul depremi (25 Mayıs); büyük stanbul yangım (21-
22 Temmuz).
1723 ran Safevîlerinin sonu, Do u seferi, Gürcistan'da fetihler (Tem-
muz); Ruslann Kafkasya’da ilerlemeleri; Kerman ah’ın Osmanlı ta-
rafından i gali (15 Ekim).
1724 Hoy kalesi fethi (6 Mayıs), Osmanlı Devleti ve R usya arasında
ran'ın payla ılması antla ması (13-24 Haziran); Hemedan Fethi
(31 A ustos); Revan'ın Fethi (3 Ekim).
1725 Tebriz'in Fethi (3 A ustos); Gence'nin fethi (4 Eylül); Luristan'ın il-
hakı (6 Eylül).
1726 E ref ah'ın Hilâfet iddiasıyla ran’daki Osmanlı fetihlerinin geri ve-
rilmesi iste i, Padi ah'ın “Hilâfet bölünmez" cevabı (12 Mart); mat-
baanın kabulüne karar.
1727 ran’la Hemedan ban ı (4 Ekim); brahim Müteferrika matbaasının
açılması.
1730 ran'da Nâdir ah'ın ortaya çıkması, Nevahend’i geri alması (2 Tem-
muz); III. Ahmet’in ark seferi (3 A ustos); Patrona Halil isyanı (28
Eylül); III. Ahmet’in saltanattan çekilmesi; I. Mahmut'un cülûsu (1-
2 Ekim); Patrona Halil isyanının bastınlması (15 Ekim).
1731 ran'da Kerm an ah’ın geri alınması (30 Temmuz); Topal Osman
Pa a sadrazam (10 Eylül); ran’da fetihler: Urmiye (11 Ekim), Teb-
riz (4 Aralık).
1732 Osmanlı-Safevî ban ı (10 Ocak); Hekimo lu Ali Pa a sadrazam (12
Mart).
1733 Nâdir ah Ba dat önlerinde, Topal Osman Pa a’nın Ba dat zaferi
(19 Temmuz).
1736 Rusya’ya sava ilânı (16 Haziran); Osmanlı-lran ban ı (17 Ekim);
Rus ordusunun Kınm'a girip Bahçesaray’ı yakması.
1737 Hekimo lu Ali Pa a’nın Rusya müttefiki Avusturya ordusunu Ban-
yaluka’da yenilgiye u ratması (4 A ustos).

22 8
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1738 OsmanlIların Avusturya ordusuna kar ı Orsova zaferi (15 A us-


tos); Safa Giray’ın Rus generali Münich'i yenilgiye u ratması (8
A ustos).
1739 Osmanlı Hisarcık (Krozka) Bo azı zaferi (22 Temmuz); Belgrat’ın
geri alınması (1 Eylül); Rus generali Münich’in Hotin'i teslim alma-
sı, Bender’e saldınsı (A ustos); Osmanlı-Rus ban ı (7-18 Eylül);
Avusturya ve Rusya ile Belgrat ban ı (18 Eylül): Belgrat ve Kuzey
Sırbistan’ın geri verilmesi, Azak bölgesi tarafsız bölge, Karadeniz’de
Rus donanması olmayacak, Tatarlar Rus topraklanna girmeyecek,
Hotin geri verilecek.
1743 Nâdir ah’ın saldınsı (29 Mayıs); Musul’u ku atması (27 Eylül).
1744 Kars'ı ku atması (9 Ekim).
1745 Nâdir ah’ın Kâgâverd zaferi (23 A ustos).
1746 Osmanlı-lran ban ı (4 Eylül).
1754 I. Mahmut’un ölümü, III. Osman'ın cülûsu (13 Aralık).
1755 Nuriosmâniye Camii’nin açılı ı (5 Aralık).
1757 Ragıp Pa a sadrazam (11 Ocak); III. Osman’ın ölümü (29-30
Ekim); III. Mustafa’nın cülûsu (30 Ekim).,
1763 Koca Ragıp Pa a'nın ölümü (7-8 Nisan).
1764 Lâleli Camii'nin açılı ı (9 Mart).
1765 Muhsinzâde Mehmet sadrazam (28 mart).
1766 Büyük stanbul depremi (22 Mayıs).
1768 Lehistan için Rusya'ya sava ilânı (8 Ekim).
1769 Kırım Hanının Rusya'ya akını (31 Ocak); Rusya seferi (27 Mart);
Hotin zaferi (1 Mayıs ve 12 A ustos); Hotin'in Ruslar tarafından i -
gali (21 Eylül).
1770 Rus donanması Akdeniz'de, Mora’da isyan (9 Nisan); Rus donan-
masının Çe me önünde Osmanlı donanmasını yakması (6-7 Tem-
muz); Kartal bozgunu (1 A ustos).
1771 Rus ordusunun Kırım'ı istilâsı (24 Haziran); Özü savunması (2 A us-
tos); Yerköyüzaferi (12 Eylül).
1772 Bükre ban toplantısı (9 Kasım).
1773 Mısır'da Cin Ali Bey isyanı (1 Mayıs); Silistre zaferi (29 Haziran);
Bulgaristan'ı Rus istilâsı; Varna'da Ruslar’m püskürtülmesi (20
Ekim).
1774 III. Mustafa’nın ölümü; I. Abdülhamit’in cülûsu (21 Ocak); Küçük-
Kaynarca’da Rusya ile barı imzalanması (21 Temmuz): Kırım

229
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Hanlı ı'nın ba ımsızlı ının tanınması, ancak Hanlık Halîfe-Sultan


ile dinî ba larını koruyacak. Kuzey Karadeniz’de Kerç, Yenikale,
Azak Rusya'ya bırakılıyor, Rusya’ya kapitülasyon ayncalıklan ay-
nen tanınacak, Hıristiyan kiliseleri korunacak.
1776 ran’la sava (2 Mayıs); Musul tarafında ba anlı harekât.
1779 Rusya ile Kırım üzerinde Aynalı Kavak Tenkîhnâmesi (21 M art);
Kırım'da Osmanlı ve Rus rekabeti sonucu anar i.
1782 Halil Hâmid Pa a sadrazam (31 Aralık); reformlar.
1783 Kınm’ın Rus egemenli ine geçmesi ve Hanlı ın ortadan kalkması (9
Temmuz); Rus asillerinin Kınm topraklarım ya ması; Kuzey Kara-
deniz ülkelerinin Rusya’ya ilhakı.
1787 R usya’ya sava ilânı, II. Katerina Kırım’da; R usya-A vusturya
arasında Osmanlı ülkesinin bölü ülmesi görü meleri: Rus him a-
yesinde B izans’ın canlandırılması tasarısı, Dalmaçya A vustur-
y a ’ya verilecek.
1788 Avusturya’nın OsmanlI’ya kar ı sava ilânı (9 ubat); sveç’in Rus-
ya’ya sava ilânı, özü kalesinin Ruslarca zaptı (17 Aralık).
1789 I. Abdülhamit’in ölümü (6-7 Nisan); III. Selim’in cülûsu (7 Nisan);
Osmanlı-lsveç ittifakı (11 Temmuz); Fok an bozgunu (1 A ustos);
Buza bozgunu, potemkin Akkerman'da (22 Eylül); AvusturyalIlar
Belgrat'ta (8 Ekim).
1790 Osmanlı-Prusya ittifakı (31 Ocak); Yerköyü’de Osmanlı zaferi (8
Haziran); Kilia'nin Ruslarca i gali (30 Ekim); smail kalesinin dü -
mesi (22 Aralık).
1791 Maçin'in dü mesi (10 Temmuz); Avusturya ile Zi tovi ban antla -
ması (4 A ustos) : Belgrat geri almıyor, Orsova bırakılıyor.
1792 Rusya ile Ya antla ması (9 Ocak): Kınm, Taman yarımadası. Özü,
Turla'ya kadar Karadeniz kıyılan Rusya’ya bırakılıyor.
1793 Askerî reform: Nizâm-ı Cedîd kuruluyor (24 ubat).
1797 Vidin'de Pazvando lu isyanı; Rumeli'nde Da lı e kıyası; Necd'de
Vahhabl isyanı.
1798 Napolyon Bonaparte Mısır'da (2 Temmuz); Napolyon’u n Mısırlılara
Beyannâmesi (2 Temmuz); Rahmâniye Sava ı (13 Temmuz); Eh-
ramlar Sava ı (21 Temmuz); Abukir’de (Abu-khur) Nelson Fransız
donanmasını yok eder (1 A ustos); Fransa'ya sava ilânı (2 Eylül).
1799 Osmanlı-lngiliz savunm a antla ması (5 Ocak); Napolyon’un Akka
önünde yenilgisi (18 Mart); Abukir zaferi (25 Temmuz); Mısır'dan
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

ayrılması (22 A ustos); Ingilizler'e Karadeniz'de ticaret serbestli i


tanınması (30 Ekim).
1800 Cezâir-i Seb’a Cumhuriyeti'nin Osmanlı himayesi altına girmesi (21
Mart).
1801 Fransızlann Mısır'ı bo altması antla ması (2 7 Haziran).
1802 Osmanlı-Fransız ban antla ması (25 Haziran).
1803 Vahhabîler (Su’ûdîler) Hicaz'da (Nisan-Mayıs).
1805 Mehmet Ali Pa a’nın Mısır valili ine tayini (8 Temmuz); Osmanlı-
Rus ittifakı (24 Eylül).
1806 Nizâm-ı Cedîd ordusu Üsküdar'da (2 Haziran); Sırp isyanı; Belg-
rat'ın dü mesi (13 Aralık); Rusya’ya sava ilânı (22 Aralık).
1807 ngiliz donanması stanbul önlerinde (20 ubat); Vahhabîlerin tüm
Hicaz’ı ele geçirmeleri; skenderiye'nin lngilizleri teslim olması (20
Mart); Nizam-ı Cedîd'e kar ı Kabakçı isyanı (25 Mayıs); 111. Selim'in
tahttan indirilmesi (29 Mayıs); IV. Mustafa’nın cülûsu (29 Mayıs);
Osmanlı-Rus ate kesi (25 A ustos); lngilizler’in skenderiye’yi bo-
altması (14 Eylül).
1808 Alemdâr Mustafa Pa a stanbul’da, Saray baskını; III. Selim’in e-
hadeti, IV. M ustafa’nın tahttan indirilmesi (28 Temmuz); II.
Mahmut’un tahta çıkması (28 Temmuz); Alemdâr sadrazam; Se-
ned-i ttifak (29 Eylül); Sekban-ı Cedîd (14 Ekim); Yeniçeri isya-
nı; Alemdâr’ın ehadeti (15 Ekim); IV. Mustafa’nın katli (15-16
Kasım); Sekbân-Yeniçeri sava ı; Büyük stanbul yangını (16 Ka-
sım); stanbul’da anar i, baskınlar (17 Kasım); Osman-lngiliz ba-
rı ı (5 Aralık).
1809 Osmanlı-lngiliz gizli savunma antla ması (5 Ocak); Ruslarla sava-
ın yeniden alevlenmesi (Kasım).
1810 Cihâd-i Ekber ilânı (25 Haziran); Rusçuk’un dü mesi (27 Eylül).
1812 Rusya ile Bükre antla ması (28 Mayıs); Mehmet Ali P a a'nın
Su’ûdîlerden Medine’yi geri alması (2 Aralık).
1813 Mekke’nin geri alınması; Vahhabîlerin Hicaz'dan çıkanlması (23
Ocak); Sırp isyanının bastırılması, Kara Yorgi’nin Avusturya’ya
kaçması (3 Ekim).
1814 Bizans’ı ihya için Rum Etniki Eteriya Cemiyeti kurulması, Patrik'in
üye olması.
1815 Eyâletlerde âyanm temizlenmesine ba lanması, Sultan’ın merkezî
otoritesini yeniden kurması.

231
1820-1822 Tepedelenli Ali Pa a'ya kar ı harekât.
1821 Bo dan’da Ipsilanti Rum ayaklanması ve Çar’ı ça ırması (6 Mart);
Mora’da Yunan isyanı (12 ubat); stanbul’da Patrik'in idamı (22
Nisan).
1822 Tepedelenli’nin katli (24 Ocak); Yunan ba ımsızlık ilânı (13 Ocak);
Sakız isyanı ve bastınlması (23 M art-18 Nisan).
1823 Osmanlı-lran barı ı (28 Temmuz).
1824 Mısır’dan brahim Pa a’nın Mora isyanını bastırm aya ça rılması
(1 Nisan); Mehmet Re it Pa a'nın seraskerli i ve M ora'ya hareketi
(13 Kasım).
1825 Mora isyanının bastınlması (24 ubat).
1826 Missolonghi’nin zaptı (22-23 Nisan).
1827 Atina'nın zaptı (5 Haziran); Rusya ile Akkerman antla ması (7 Ekim);
Avrupa müttefik donanmasının Navarin’de Osmanlı donanm asını
yakması (20 Ekim); ilk buharlı gemi.
1828 Rusya ile sava (26 Nisan).
1829 “Kıyâfet nizâmı" (3 Mart); Yunan devletinin kurulması (15 A us-
tos); Rusya ile Edime antla ması (14 Eylül): Tuna a zı, Anadolu’da
Anapa, Poti, Ahıska, Ahılkelek kaleleri Rusya’ya bırakılıyor, Gürcis-
tan’da Rus egemenli i tanınıyor, a ır sava tazminatı, Rusya Mem-
leketeyn’i (Eflâk-Bo dan) bo altacak.
1830 Yunan ba ımsız devletini Osmanlı Pâdi âhının tanıması (24 Nisan);
Osmanlı-Amerikan Ticaret ve Seyrüsefer antla ması (7 Mayıs); Pa-
di ah’ın Rumeli gezisi; Fransa’nın Cezayir’i i gali (5 Temmuz); Sır-
bistan’ın özerkli i (29 A ustos).
1831 Takvîm-i Vekâyi'nin çıkması (1 Kasım).
1832 Sisam ’ın özerkli i (10 Aralık); M ısır'da M ehmet Ali’nin isyanı;
Konya sava ı (21 Aralık); Mısır ordusu Kütahya’da (2 ubat); Rus
filosu Bo aziçi’nde (20 ubat).
1833 Osmanlı-Rus savunm a antla ması: Hünkâr skelesi (26 Haziran- 8
Temmuz), Bo azların Rusya lehine yabancı gemilere kapanm ası;
Avusturya-Rusya arasında Do u sorunu üzerinde antla m a (6-18
Eylül).
1834 lngilizlere Fırat üzerinde Seyrüsefer müsaadesi (29 Aralık).
1838 Ba vekâlet ihdâsı, ilk ba vekil Mehmet Emin Rauf Pa a (30 Mart);
Osmanlı-lngiliz Ticareti üzerinde Balta Limanı antla ması (16 A us-
tos).

23 2
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1839 Mısır ordusunun Nezib zaferi (24 Haziran); II. Mahmut'un ölümü;
Abdülmecit’in cülûsu (1 Temmuz); Koca Hüsrev Pa a sadrazam (2
Temmuz); Hain Ahmet Pa a'nın donanmayı Mısır’a kaçırması (3
Temmuz); Gülhane Hatt-i Hümâyûnu ile Tanzimat devri açıldı (3
Kasım).
1840 Mısır sorununu çözmek için büyük devletler arasında Londra ant-
la ması; Beyrut'a çıkarma ve ehrin i gali (15 Ekim); Mısır valili i
Mehmet Ali’ye verilir; Avusturya, ngiltere, Prusya arasında Londra
Konvansiyonu (15 Temmuz-17 Eylül): Rusya Hünkâr lskelesi’nde
sa ladı ı tek taraflı himayeden vazgeçer.
1841 Bo azlar antla ması (13 Temmuz).
1842 Abdülhamit’in do umu (21 Eylül).
1843 Askerî slahat: vilâyetlerde redif askeri uygulaması.
1845 Cebel-i Lübnan sorunu, idadî mekteplerinin kurulu u.
1846 Mehmet Ali’nin stanbul’u ziyareti (19 Temmuz); Mustafa Re id
Pa a’nın ilk sadrazamlı ı (28 Eylül); Dede Efendi'nin ölümü (30
Kasım).
1847 Maârif-i Umumiyye Nezâreti’nin kurulu u; Memleketeyn sorunu;
Balta Limanı antla m ası (1 Mayıs); Mehmet Ali'nin ölümü (1
A ustos).
. 1849 Mülteciler sorunu (25 Aralık).
1851 Encümen-i Dani ’in açılması (18 Temmuz).
1853 Prens Men ikov’un stanbul'a gelmesi; Makâmât-i Mübareke soru-
nu; Rusya’nın Osmanlı Ortodoks tebaası üzerinde himaye iddialan
(28 ubat); Nesselrode’un notası ve Ruslann Memleketeyni i gali
(3 Temmuz); ngiliz ve Fransız donanmaları Be ike körfezinde (25
Haziran); Rusya’ya sava ilânı (4 Ekim); Osmanlı Olteniça zaferi (5
Kasım); Ahıska bozgunu (26 Kasım); Ruslann Sinop baskını, do-
nanma yakıldı (30 Kasım).
1854 ngiliz ve Fransız donanmaları Karadeniz’de (3 Ocak); memleke-
teyn’in bo altılması için Rusya’ya ültimatomlan (27 ubat); Yunan
ba ıbozuklan Tesalya ve Epir’e girerler, Türk-Yunan ili kileri kesilir
(Ocak- ubat); ngiltere, Fransa Osmanlı Devleti'ne askerî yardım
taahhüt ederler (12 Mart); Ruslann Dobruca'yı istilâsı, Fransa ve
ngiltere Rusya’ya sava ilân ederler (27 Mart); Ömer Pa a’nın Ga-
latz'ı i gali (17 Nisan); Müttefik donanması Odesa’yı bombalar (22
Nisan); müttefik kuvvetleri Yunanistan'da (5 Mayıs); Silistre ku at-

233
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ması (15 Mayıs-25 Haziran); Osmanlı ordusu Bükre 'te (6 A us-


tos); müttefiklerin Kırım’a asker çıkarması (14 Eylül); Alma zaferi
(20 Eylül); Avusturya kuvvetleri Memleketeyn'de (20 Eylül); Si-
vastopol ku atması (25 Eylül 1854-9 Eylül 1855); Inkerman zaferi
(5 Kasım); Memleketeyn hakkında Avusturya ile batılı müttefiklerin
anla ması (2 Aralık).
1855 Karadeniz Rus limanlannın abluka altına alınması (15 Ocak); Sar-
dunya Krallı ı ittifaka katılıyor (26 Ocak); ilk Osmanlı istikrazı (28
Haziran); ilk telgraf hattı (9 Eylül); Kılburun zaferi (17 Ekim ),
Kars’ın dü ü ü (28 Kasım).
1856 Süvey Kanalı in asına dair kesin sözle me (5 Ocak); Viyana Proto-
kolü (1 ubat); Abdülmecit'in Islâhat Fermanı (18 ubat): Gayrı
Müslim tebaaya yeni imtiyazlar; Paris Barı Antla ması'nın Kınm
sava ına son vermesi (30 Mart); Osmanlı ülkesinin bölünmezli i ve
devletin ba ımsızlı ını ngiltere, Fransa ve Avusturya’nın bir ant-
la maya ba lamalan (15 Nisan).
1858 Koca Re id Pa a'nın ölümü (7 Ocak); 1856 Islâhat fermanıyle Hı-
ristiyanlara verilen imtiyazlara kar ı protesto; Cidde’de Fransız ve
ngiliz konsoloslannın katli (15 Temmuz); Memleketeyn’in özerkli-
i (19 A ustos).
1859 Kuleli Vak'ası, Jan Couza'nm Memleketyn’de Prens seçilmesi.
1860 Lübnan Vak’ası: Dürzî ve Marumîler arasında çatı ma, olay ulusla-
rarası müdahaleye neden olur (5 Eylül).
1861 Lübnan bir Hıristiyan mutasarnf idaresinde ba ımsız bir sancak ha-
line getirilir (9 Haziran); Sultan Abdülmecit’in ölümü,; Abdülaziz’in
cülûsu (25 Haziran); Âli Pa a dördüncü kez sadrazam (6 A ustos);
Fuad Pa a sadrazam (22 Kasım).
1862 Belgrat vak’ası (15 Haziran); Karada lılann Ömer Pa a tarafından
yenilgiye u ratılması (23 A ustos); I kodra barı ı (31 A ustos);
Bazı kalelerin Sırbistan’a bırakılması (8 Eylül).
1863 Sadrazam Fuad Pa a’nm istifası; Kâmil Pa a sadâreti (5 Ocak); Ab-
dülaziz’in Mısır seyahati (1 Haziran).
1864 Memleketeyn’in birli i (28 Haziran); Ingiltere 1815’den beri him-
ayesindeki lyonyen adalannı Yunanistan’a devreder (5 Haziran).
1866 Mısır Hidivli inin babadan o ula geçmesi kabul olunuyor (28 Ma-
yıs); Girit isyanı, Yunanistan’la birle me karan, Müslümanlann ka-
lelere çekilmesi (2 Eylül).

234
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1867 Âlî Pa a sadrazam (11 ubat); Yeni Osmanlılar Cemiyeti ve me ruti-


yet projesi (24 Mart); Abdülaziz'in Avrupa’ya hareketi (21 Haziran).
1866-1868 Girit isyanı.
1868 Osmanlı-Yunan ili kilerinin kesilmesi (Aralık).
1868 Girit idaresinde reform (15 ubat); ûrâ-yi Devlet (1 Nisan); Yaban-
cı uyruklulara mülkiyet verilmesi (9 Haziran); Yunanistan’a ültima-
tom (12 Aralık).
1869 Fuad Pa a’nın ölümü (12 ubat); Girit hakkında Paris konferansı:
Yunanistan’la antla ma (18 ubat); Süvey Kanalı'nın açılı ı (19
Kasım).
18 70 Beyo lu yangını (5 Haziran).
1871 Londra antla ması (13 Mart): Karadeniz bîtaraflı ının kalkması (13
Mart); Sadrazam Âlî Pa a’nın ölümü (7 Eylül); inasi'nin ölümü
(13 Eylül); Mahmut Nedim sadrazam (8 Eylül).
1872 Mithat Pa a’nın ilk sadâreti (30/31 Temmuz); Üç mparatorun Ber-
lin Bulu ması: Avusturya ve Rusya arasında Osmanlı kar ısında
statu quo'nun devamı hakkında anla ma (6-12 Eylül).
1873-1877 Rusya, Osmanlı’ya kar ı sava için Avrupa’da diplomatik temaslar
yapar: Çar Aleksandr’ın Berlin’i ziyareti (18 Mayıs 1875).
1875 Hersek’te (13 Nisan), Bosna’da ve Bulgaristan’da (2 Mayıs), Hıris-
tiyan köylü isyanlan (Temmuz); Talebe-i Ulûm gösterileri (10 Ma-
yıs); Berlin memorandom'u (13 Mayıs); Sırbistan'ın OsmanlI’ya sa-
va ilânı (30 Haziran); Karada ’ın sava ilânı (2 Temmuz), Sırbis-
tan’ın i gali (Temmuz-A ustos), Avusturya ve Rusya arasında Re-
ichstadt antla ması (8 Temmuz): mparatorlu un payla ılması pro-
jesi; Alexinatz'da Sırp bozgunu (1 Eylül); ngiltere’de Osmanlı
aleyhdarlı ı artıyor; Rus ultimatomu (31 Ekim); stanbul konferansı
(12 Ekim); Mithat Pa a sadrazam (23 Aralık).
1876 Abdülaziz'in tahttan indirilmesi; V. Murat cülûsu (30 Mayıs); Sul-
tan Abdülaziz’in ölümü (4 Haziran); Me rutiyet tam malan (8 Ha-
ziran); Çerke Ha an vak’ası (15/16 Haziran); V. Murat’ın tahttan
indirilmesi ve II. Abdülhamid’in cülûsu (31 A ustos); Rusya'nın
Sırbistan ve Karada harekâtına son verilmesi hakkında ultimatomu
(31 Ekim); stanbul Tersane Konferansı (23 Aralık); Kanûn-i Esâ-
sî'nin hazırlanması; Me rutiyet'in ilânı (23 Aralık).
1877 Midhat Pa a’nın azli ve sürgüne gönderilmesi (5 ubat); Meclis-i
Meb’ûsân’m açılı ı (19 Mart); Rusya’nın sava ilânı (24 Nisan).

235
OSMANU MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

1878 Tesalya’da isyan, Yunanistan’a sava ilânı (2 ubat); Büyük Devlet-


lerin müdahalesi; Osmanlı-Rusya San Stefano Ban Antla ması (3
Mart); ngiltere ile Kıbns Konvansiyonu (4 Haziran 1878-3 ubat
1879); Ali Suavi olayı (20 Mayıs); Berlin Antla ması (13 Temmuz):
Osmanlı mparatorlu u’nun parçalanması, Özerk Bulgaristan, Meriç
vadisi’nde Rumeli-i arkî Vilâyeti ve Makedonya Osmanlı egemenli-
inde reform vaatleri, Bosna-Hersek’i Avusturya’nın i gali (28 Hazi-
ran), Romanya Dobruca’yı alır ve güney Besarabya'yı Rusya’ya bıra-
kır, Sırbistan, Romanya ve Karada 'ın ba ımsızlı ı, Rusya’ya Batum,
Kars ve Ardahan verilir, Fransa'ya Tunus'u i gal vaadi.
1880 Ziya Pa a’nın ölümü (18 Mayıs).
1881 Fransa Tunus’u i gal eder (12 Mayıs); Tesalya’yı ve Epir’in bir ke-
simini Yunanistan ilhak eder; Düyûn-i Umumiye daresi (20 Ara-
lık).
1882 ngiltere Mısır’da: Tel-el-Kebir sava ı (13 Eylül).
1885 Sudan'da Mehdi direnci (Kasım).
1884 Midhat Pa a’nın ve Mahmut Celâleddin Pa a’nın katli (6-7 M ayıs);
Hacı Arif Bey'in ölümü (28 Haziran).
1885 Rumeli-i arkî vilâyetinde ayaklanma (18 Eylül); Abdülhamid sa-
va a kar ı, Bulgaristan’a ngiliz deste i, Rus tarafsızlı ı, Sırbistan
Bulgaristan’a sava ilân eder (13 Kasım); Sırp yenilgisi (27 Kasım);
Rumeli-i arkî'nin Bulgaristan’la birle mesi (18 Eylül).
1886 B ulgaristan ve Osmanlı arasında antla m a (1 ubat); Alm anya,
Avusturya ve talya arasında Üçlü lttifak’ın yenilenmesi (20 ubat);
Büyük Devletler Osmanlı ülkesinde s ta tu quo'nun korunm asında
anla ıyorlar (12 Aralık).
1888 Nâmık Kemal'in vefatı (2 Aralık).
1891 Ahmet Vefık Pa a’mn ölümü (1 Nisan).
1894 stanbul depremi (10 Temmuz).
1895 Ermeni teröristlerinin kı kırtmaları ve memlekette Ermenilere kar ı
sert tepki, ngiliz giri imi, Rusya’nın tarafsızlı ı.
1895-1896 stanbul'da Ermeni gösterileri (26 A ustos-3 Eylül); Osmanlı Ban-
kası'm i galleri (26 A ustos); bir ngiliz donanması Çanakkale Bo-
azı önünde (17 Ekim); Rusya’nın stanbul'u i gal planı.
1896 Girit isyanı, Yunanistan’ın müdahalesi ( ubat) ve ilhak giri imi; Bü-
yük Devletlerin müdahalesi ( ubat-Mart); Halepa Paktı'nm uygu-
lanması (3 Temmuz).
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S

1897 Osmanlı Devleti Yunanistan'a kar ı sava ilân eder (17 Nisan); Sır-
bistan ve Bulgaristan’ın sava a katılma kararını Büyük devletler
önler, Osmanlı kar ı saldınsı (18 Nisan); Yunanistan'ın geri çekili i
(25 Nisan); Balkanlarda statu quo'yu korumak için Rusya-Avus-
turya antla ması (30 Nisan); Ordunun Atina’ya yürüyü ü; Dömeke
zaferi (12 Mayıs); Büyük devletlerin müdahalesi ile ban (4 Aralık):
Tesalya Yunanistan'a, Yunanistan’dan 4 milyon altın tazminat, Gi-
rit'e özerklik (18 Aralık).
1900 Gâzî Osman Pa a’nın ölümü (4-5 Nisan) ; Fransız-ltalyan antla ma-
sı: Fransa Fas'ta, talya Trablusgarp'ta serbest hareket edecek (14
Aralık).
1901 Fransız donanmasının Midilli saldınsı (5 Ekim).
1902 Makedonya, Selânik, Manastır ve Kosova vilâyetlerinde karga a
(21 Eylül) (3 milyon nüfusun yansı Müslüman).
1903 Büyük Makedonya ayaklanması (2 A ustos-25 Kasım), Büyük
Devletlerin müdahalesi: Murzsteg Programı (22 Ekim); Reformlar.
1904 V. Murat'ın ölümü.
1905 II. Abdülhamid'e Ermeni suikastı: Bomba olayı (21 Temmuz).
1908 Çar ve VII. Edward arasında Reval Mülâkati; kinci Me rutiyet'in ilâ-
nı (23 Temmuz), Makedonya'da ban ve Büyük Devletlerin payla -
ma planlanmn son bulaca ı ümidi; Avusturya Bosna-Hersek'i ilhak
etti ini ilân eder (5 Ekim); Yunanistan Girit'in ilhakım ilân eder (6
Ekim); Meclis-i Mebûsân’ın açılı ı (17 Aralık): 142 Türk, 60 Arap,
25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1
Ulah mebûs.
1909 31 Mart Vak'ası (13 Nisan); Tevfık Pa a sadrazam (13 Nisan); Er-
menilerin Adana vak’ası (14 Nisan); Hareket Ordusu stanbul’da
(23-24 Nisan); Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi (27 Ni-
san); V. Mehmet Re ad’m cülûsu (27 Nisan).
1910 Çıra an yangını ( 19 Ocak) ; Arnavutluk’ta isyan ( 1 Nisan) ; Bâb-i
Âlî yangını (4-5 Ocak); Sultan Re ad'm Rumeli seyahan (5 Hazi-
ran).
1911 Trablusgarp için talya ile sava (23 Eylül-4 Ekim).
1912 Meclis-i Mebüsânın feshi (18 Ocak); Rum i birli iyle talya’nın 12
Ada’yı i gali (24 Nisan-20 Mayıs); Said Pa a’nın istifası (16 Tem-
muz); ttihat ve Terakki iktidannın sonu; Balkan Harbi'nin ba la-
ması (8 Ekim); Bulgar ordusu Çatalca önünde (15-19 Kasım), Ça-

237
________________OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAÜ Q3UU-lbUU)_________________

lalca Ate kesi (3 Aralık); Saint-James Ban Konferansı (16 Aralık);


Selânik’in Yunan ordusuna teslim olm ası (8 Kasım ); taly a ile
Ouchy'de barı (15 Ekim), Kosova'da Sırp zaferi (22 Ekim), Arna-
vutların ba ımsızlık ilânı (28 Kasım); Yunan donanm asının Çanak-
kale Bo az'ını ablukası (17 Aralık); Lozan Konferansı’nın kesilmesi
(6 Ocak); Balkan harekâtının yeniden ba laması, Edirne’nin dü ü ü
(26 Mart).
1913 ttihat ve Terakki Komitesi’nin Bâb-i Âlî baskını, M ahm ut evket
Pa a sadrazam (23 Ocak); Londra Barı ı ile Balkan sava ının son
bulması (30 Mayıs); Mahmut evket Pa a’nın katli (11 Haziran),
Edirne'nin geri alınması (21 Temmuz), Istanbul antla ması (29 Ey-
lül); Liman von Sanders stanbul’da (14 Aralık).
1914 Enver Bey Harbiye Nâzın (3 Ocak); Vilâyât-i arkiyye Islâhatı için
Büyük devletlerle sözle me (6 ubat); Kapitülasyonlann tek taraflı
ilgası (9 Eylül); Avusturya-Macaristan ile gizli ittifak (2 A ustos);
Rusya'nın sava ilânı (4 Kasım); Osmanlı Devleti I. Dünya Sava ı’-
na girer.
1915 Cemal Pa a kum andasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Mısır Seferi:
Kanal hezimeti; Müttefiklerin Çanakkale Bo azı’nı geçmeye çalı -
maları: Çanakkale Sava ı; Do u Anadolu'da Ruslarla i birli i yapan
Ermeni nüfusun iç bölgelere ta ınması: Tehcir (27 Mayıs); Evrâk-ı
nakdiyye çıkanlmasi; Gümrük resmi oranının %30’a yükseltilmesi.
1916 Hicaz ve Mekke'nin kaybı; Tevhid-i Meskûkât Kanunu.
1917 er’iyye Mahkemelerinin Adliye Nezâretine ba lanması (25 M art);
Amerika Birle ik Devletleri’nin sava a girmesi ve A lm anya'ya s a -
va ilânı (6 Nisan); Yıldınm Ordulan Grubu’nun kurulması; Irak ve
Suriye cephelerinin çökü ü, Rusya’da Komünist htilâl: Çarlı ın so-
nu.
1918 Brestlitovvsk Antla ması (3 Mart); Sultan Re at’ın vefatı ve Vahi-
deddîn’in tahta çıkması (3 Temmuz); Bulgaristan’ın sava tan çekil-
mesi (2 Ekim); Sadrazam Talat Pa a’nın istifası; Ahmet zzet Pa-
a ’nın sadâreti (8 Ekim); Mondros Mütarekesi (30 Ekim); Almanya
ve Avusturya'nın sava tan çekilmeleri (3-4 Kasım); zzet Pa a'nın
istifası ve Tevfık Pa a'nın sadâreti (8 Kasım); tilaf devletlerinin s-
tanbul önlerine gelerek ehri teslim almaları (13 Kasım).
1919 Damat Ferit Pa a’nın sadâreti: Hürriyet ve itilâf Partisi'nin iktidara
geçmesi (4 Mart); Yunanlıların zmir'i gali vc Batı Anadolu'da iler-
__________________________OSMANLI TAR H KRONOLOJ S _________________________

lemeleri (15 Mayıs); Mustafa Kemal Pa a’nın stanbul Hükümeti ta-


rafından Anadolu'ya gönderilmesi (19 Mayıs); Erzurum Kongresi
(23 Temmuz); Sivas Kongresi (4 Eylül); Damat Ferit'in istifası ve
Ali Rıza Pa a’nın sadâreti (2 Ekim); Amasya Mülâkatı (22 Ekim);
Mîsâk-i Millî’nin ilânı (29 Kasım).
1920 tilâf i gal kuvvetlerinin stanbul’daki resmi binalara girmeleri Mec-
lisin da ıtılması ve kapanması, mebûslann Anadolu'ya kaçmaları,
ele geçenlerin Ingilizler tarafından sürülmesi (16 Mart); Ferit Pa-
a'nın sadâreti (5 Nisan), Ferit Pa a hükümetinin Mustafa Kemal
Pa a'yı idama mahkûm etmesi ve askerlikten tardı (11 Mayıs); s-
tanbul hükümetinin Sèvres Antla ması'nı imzalaması (10 A ustos);
Gümrü Antla ması (2-3 Aralık).
1921 Londra Konferansı: Anadolu için söz söyleme hakkının Anadolu
hükümetinde oldu unun tespiti (27 Ocak-12 ubat); II. nönü Zafe-
ri (31 Mart),; Sakarya Meydan Sava ı (3 Eylül); Fransa ile barı
(20 Eylül).
1922 Büyük Taarruz: galci Yunan kuvvetlerinin imhası (27 A ustos):
Büyük Zafer: Yunan ba kumandanının esir edilmesi (30 A ustos);
zmir’in kurtulu u (9 Eylül); Mudanya Mütarekesi (11 Ekim); Sal-
tanatın lgası (1 Kasım); Sultan Vahîdeddin’in yurtdı ma kaçması;
Abdülmecid Efendi’nin halife olarak seçilmesi (16 Kasım).
1923 Lozan Barı Antla ması (24 Temmuz); Ankara’nın ba kent olarak
ilânı; Cumhuriyet’in ilânı (29 Ekim).
1924 Hilâfetin ilgası ve Osmanlı hanedan mensuplannın yurtdı ına çıkar-
tılmalan (3 Mart).

239
SÖZLÜK

Burada yer verilen terimler esas olarak 1300-1600 dönemi için geçerlidir. Kelimeler önce m e-
tinde geçti i gibi, çevrimyazı yapılmadan verilmi , parantez içinde de Encyclopaedia of Islam,
2. baskıda kullanılan çevrimyazı alfabesiyle orijinal ekilleri belirtilmi tir.

KISALTMALAR

A Arapça
Y Yunanca
t talyanca
L Latince
F Farsça
S Slav dilleri
SP spanyolca
T Türkçe

a h d n â m e (F. ‘a hdnâm a): Bir cemaate, hükümdara veya ki iye; bir ayncalık, muafiyet v e y a y et-
ki veren, padi ah tarafından yemin altında yazılı olarak verilmi güvence belgesi,
a k ç a veya a k ç e (T.): Gümü Osmanlı parası.
a s k e r i (A. 'a s k a ri) : ( l ) Kelime anlamı asker sınıfından; (2) Vergiden tam muafiyete sahip a ske-
ri y a da dinî seçkinlere dahil bütün gruplar; kendilerine padi ah beratıyla böyle bir statü b a h -
edilen gayrim üslimler de askerî sayılır,
a v a rız (A. ‘avvârid): Fevkalâde durumlarda devlet tarafından ço unlukla donanm ayı destekle-
mek için koyulan ola anüstü salgun vergi ve hizmet yükümlülükleri; belirli sayıda reâyâ h ane
halkı avarız vergi hanesi olarak kaydedilir,
aze b (A. azab): (1) Genç bekâr erkek; (2) Masrafı avânz sistemi çerçevesinde yerli halk tarafın-
dan kar ılanm ak üzere orduya yazılan yardımcı piyade; (3) donanmadaki cenkçiler.

b a c (F. bâj): Satılık mallardan y ük veya kutu ba ına alınan çar ı veya transit resimleri,
b a rc a veya b a rç a (eski Venedikçe: barca): 600 x 8 ton kapasiteli, toplarla teçhiz edilmi b üyük
gemi.
b a tin a (SI.): Osmanlı raiyyet çiftli ine denk dü en Balkan köylü aile çiftli i. Osmanlı dönem i

240
SÖZLÜK

öncesi statü ve hizmet yükümlülükleri Osmanlı döneminde dc devam eden gruplar için bu
Slav terimi kullanılırdı.
b e y tü lm a l (A. bayt a!-mâl): (l) devlet hâzinesi; (2) vârisi bulunmayan, dolayısıyla da devlet
hâzinesine ait olan miras,
b e d e sta ıı veya b ed este n (F. bezzâzistaıı'dan): Kaysariyya veya Roma bazilikası ile e anlamlı,
çar ının ortasında, de erli kuma , mücevher ve silâh gibi ithal mallann depolandı ı ve satıldı-
ı üstü örtülü sa lam ta bina; vakıf parası bedestende muhafaza edilir, ileri gelen tüccarlann
burada dükkânları bulunurdu,
beg veya b ey (T.): (1) Orta Asya Türk devletlerinde ve kurulu unun ilk yıllarında OsmanlIlarda
hükümdâr; (2) komutan; (3) umar sisteminde sancak veya zcâmct sahibi komutanının unvanı,
b e glerbeg i veya b eylerbeyi (T.): Mîrmîrân ile e anlamlı: beylerbeyiligin genel valisi,
b e g le rb e g ilik veya b ey lerb ey illk (T.); Eyâlet veya vilâyet ile e anlamlı; bu terimlerin hepsi
OsmanlIların beylerbeyi tarafından yönetilen en büyük darî birimi kar ılı ında kullanılır,
b e ra t (A. barât): Üzerinde padi ah tu rası bulunan tevcih fermanı; men ur da denir,
bo g a si veya b o h a ssi (T.): Hamideli'nde çok miktarda üretilip Balkanlara, Kırım, Macaristan ve
ba ka Avrupa ülkelerine ihraç edilen ince pamuklu kuma .
B oz-U lus (T.).- Dogu Anadolu'da bir Türkmen a iret konfederasyonu.

ceb e lü (T.); tımar, zeâmet veya has sahibinin sefere katılırken yanında götürdü ü tam teçhizat-
lı-silâhlı refakat eri.
c e lâ lî (T. Djelâ li).- Ço unlukla sekban ve saruculardan olu an paralı asker grupları; Bunlar
i siz kalınca e kıya çetelerine dönü tüler, 1596-1610 döneminde tüm A n adolu'y u harab
ettiler.
c ih a d (A. djihâd); Islâmiyette kutsal sava ,
c izy e (A. djizya): Gayrimüslim yeti kin erkeklerden alınan slâmî ba vergisi; ilk çıkı ında ki i-
nin durum una göre 12, 24 veya 48 dirhem güm ü alınırdı-, vergi defterlerindeki üç kategori
öyleydi; çalı an yoksullar (ednâ), vasat gelirli olanlar (evsat) ve hali vakti yerinde o lanlar
(â'lâ); ancak Osmanlılar ço unlukla bu vergiyi her hane ba ına e it olarak aldılar, m iktan da
bir altın y a da bunun gümü akçe olarak kar ılı ı idi.

ç ifth a n e sistem i; Bu sisteme göre devlet, kırsal toplumu ve ekonomiyi, tahıl üretilen topraklara
el koyup bunları tapu sistemi çerçevesinde köylü ailelerine (hane) da ıtarak örgütlüyordu. Te-
orik olarak bir çift öküze sahip olan her haneye, hanenin geçimini ve vergi yükümlülüklerini
yerine getirmesini sa layacak büyüklükte bir arazi (çiftlik) veriliyordu. Devletin koruyup de-
vam ettirmeye çalı tı ı temel fıskal birim buydu. Yanm çiftlikten daha azına sahip olan h a n e -
ler, veya bekâr köylüler bennak ve mücerredi (veya kara) olarak ayn bir kategoriye sokuluyor
ve daha dü ük çift vergisine tabî tutuluyorlardı,
ç iftlik (T.).- (1) çift-hane sistemi çerçevesi içinde bir çift öküz ile i lenebilen toprak v ey a k apsadı-
ı tarlalar; bir araya getirildi inde bir köylü ailesinin (hane) tarım arazisi; (2) topra ında ika-
met etm eyen bir toprak sahibine ba lı çe itli raiyyet çiftliklerinden olu an b ü y ü k çiftlik; (3)
plantasyon benzeri her türlü tanm birimi,
ç ift v e rg is i (T.); çift-hane sisteminde köylünün çalı ma kapasitesini tasarrufundaki toprakla bir-
likte ele alıp de erlendiren bir vergi türü, çift resmi.

d e v irm e (T.): Kırsal alandaki Hıristiyan ahalinin küçük erkek çocuklarının saray d a v e y a ordu
bölüklerinde hizmet vermek üzere toplanması; aynca bkz. k u l.

241
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

d ivân (F. diwân): ( I ) stanbul'da hükümet ve en üst mahkeme olarak çalı an imparatorluk yük-
sek kurulu: (2) hükümet; (3) devlet hâzinesi,
d olab (F. dölâb): (I) dönen bir alet; (2) sudobali; (3) karı ık, kanuna aykın i ler, (4) banka.

E llâk lar (Vlah, Ulah halkı): Çogu-göçer olan Eflâklar, 15. yüzyılda Osmanlı idaresi altında aske-
ri vc dlger kamu hizmetleri için örgütlenmi tir,
ekinlik (T ): bkz. ın ezra'a.
em in (A. âmin): (1) güvenilir ki i, nezaret eden, yöneten ki i, ef; (2) bir kamu i ini yürütmek
üzere tayin edilmi malî sorumluluk ta ıyan sultan temsilcisi; (3) sarayda veya hükümette er-
zak ikmali vb.'ndcn veya bir kamu i ine nezaret etmekten sorumlu dairenin ba ı,
e k ü n d (T.): (I) "seferii"; (2) askeri seferlere, yani e küne katılmakla görevlendirilen tımar sa -
hipleri.

fay ’ (A. fay'): Bir ccmaat olarak Miislümanlanıı veya Islâm devletinin ortak ve elden çıkanlmaz
mülkü (topra ı).
f ay lo r (Isp. feltor): Portekiz Hürmüz kaptanının 16. yüzyılda Basra’daki temsilcisi,
fera (A, faıaglı): Bir mülkün veya mülk üzerindeki tasarruf haklarının yasal olarak ba kasına
devri.
fetv â (A. I'ctvvâ): Fıkıh konusunda uzman ve yetkili biri tarafından verilen yazılı ve resmi yasal
görü .

ga za (A. ghazâ): Islâm davası için yapılan sava , kâfirlere kar ı kutsal sava ,
gâ zî (A. ghazi): slâmiyet için çarpı an Müslüman sava çı,
gula n ı (F. ghulâm): bkz. kul.

h a n e (F. khana): (I): ev ; (2) aile; (3) vergi birimi olarak hane halkı,
h a ra ç (A: kharâdj); (1) cizye; (2) devlet mülkiyetindeki miri tanm arazisini tasarruf eden gayri-
müslimlerden alman birle ik toprak vergisi (harac-ı arazi) ve köylü ba vergisi (harac-ı ruûs);
(3) genel olarak vergi; (4) müslüman olmayan bir devlet tarafından bir slâm devletine öde-
nen vergi.
h a ra c ı a razi: Islâmiyetin ilk dönemlerinde ö ürden daha yüksek miktarlarda vergi (haraç) kar ı-
lı ında gayrimüslim çiftçilerin tasam ıfuna bırakılan devlet mülkiyetindeki tanm arazisi,
h a sll (A. hasil): (1) ürün, toplam, gelir; (2) tahrir defterlerinde bir köy veya ba ka birimlerden
elde edilecek gelirlerin toplamı,
h a s veya h a s s a (A. khâss): (1) seçkinler tabakasından birine veya padi aha ait; (2) seçkinlere
veya padi aha ba lanmı gelirler; (3) bir umar sahibinin kontrolüne tahsis edilmi tarla veya
bag.
h a v a ss-i h u m a y u n (A. khawâss-i hümâyûn): Tımar sisteminde padi aha, fiilen merkezi devlet
hâzinesine ayrılmı gelir kaynaklan; havass ya do rudan padi ahın temsilcileri tarafından, ya
da mukataa (iltizamı) vasıtasıyla toplanırdı,
h a v a le (A. haw âla): uzak mesafedeki bir gelir kayna ındaki patanın yazılı talimaüa bir görevli-
ye veya i e tahsisi, hem devletin hem de özel ki ilerin malî i lerinde kullanılır,
h a y d u k veya h a y d u d : (1) kelimenin kökeni: Macarca düzensiz piyade birliklerine verilen isim;
(2) e kıya.
h u tb e (A. khutba): Cuma namazlannda veya dini bayramlarda haüp v eya cem aat lideri tarafin-

242
SÖZLÜK

dan camklc verilen vaaz duada ıkndaı Jjki hukuındâıın adlının anılması «kkın. Ov m m Ii ¡vı fi
ahlan, dini iankat evhlenni büyük camilcre hatip tavın ak-ılenli; isminin anılması p nlı^lmı
hükümranlı ının nıc nıtiycıimn kabul erkli inin bir simgesi h.ıü"! aklı

ic a r a te y n VA. ¡.;.'>M!aynV ikili kiralama sıstcnıi, Buna v-oto vakıl' rnulk kiracısı. ımılkıı kullan
mak Kin cncc pe in olarak ¿mu accele' önemli mi mebla odetdi, ikinci olaıak da aylık kiıa
(mü'eccele) verirdi; bu sistemde kitacı mülk üzerinde >,ok tcıu* lasamıl hakkına sahipli,
im am (A. imâm) ( P ibadete önderlik eden ki i. (2) ivvgjunbcım haleti, halile. (3) Mtıslunuın
bir devletin ba ı
m are t (A. ımârat): (I) Vakıfkülliycleriııc bafclı a evleri p Vakıf hiııalan iı'plamı, külliye
ir s a la t veya irsaliy y e (A. irsâîât, irsâliyya) (I) askeıi biıliklerin tukı timine yönelik ımıllaı ve
ya devlete ait kargo; (2) vilâyetin gelir fazlasından merkezi hâzineye gönderilen nakit pata
isp e n ce (S . kökeni, jupanitsa): Osmanlı öncesi Sırbistan'da feodal beje ba veıgisi; Osıııaıılı dö
neminde de ola an bir vergi olarak devam etti ve ço unlukla tımar gelirlerine dahil edildi,
istim a let (A. istimâlat): (1) Kelime anlamı; bir kimseyi bir eyi kabule yatkın hale getirmek, (2)
fethedilen yerlerdeki veya dü man topraklanndaki ahaliyi kazanma kaı ılıgı olmak kullanılan
bir Osmanlı terimi.

k a p a n (A, kabbân); (!) Kamuya ait yerlerde kullanılan buyuk bir u m aleti; (2) mallan tarup re-
simleri toplamak için bu u ru aletinin koııdugu kervansaray veya çar ı,
k a za (A. k â d â). (1) kadının yetkisi; (2) eyâlet içinde kadının yetki alanına denk dü en idari l>l

K ara-U lus (T.): Do u Anadolu'da Kurt a iret konfederasyonu.


k e th ü d a (F. katkhudâ): (1): kâhya (2) askeri, mesleki veya sosyal bir gruptaki yönetici ekibin.
o grup tarafından seçilmi ve yerel kadı ya da padi ah tarafından onaylanmı ba ı,
kılıç (T.); (1) bilinen silâh; (2) tahrir defterine kaydedilmi , bölünmez ve parçalar halinde tahsis
edilemez umar birimi.
k irb as (Sanskritçe, karpassay. Küçük Asya’nın çe itli bölgelerinde üretilen. Balkanlara ve Kara-
deniz ülkelerine büyük miktarlarda ihraç edilen kaba pamuklu kuma ,
k ı lak (T.): Kı otla ı.
Kızılba (T.); (1) Anadolu Beylikleri nde kızıl ba lık giyen Türkmen askerler için kullanılırdı; (2)
Orta ve Do u Anadolu'da ço u Türkmen kökenli, heterodoks görü lere sahip ve Osmanlı dev-
letinin merkeziyetçi ve ortodoks Sünnî politikasına kar ı sık sık ayaklanan mezhep üyesi,
kul (T.): (1) köle; (2) devletin vergi ödeyen tebaası (kr . reâyâ); (3) kullar (ço ul hali) padi a-
hın saraya ba lı hizmetkâr ve askerleri,
k u llu k (T.) -. (1) kölelik durumu; (2) Osmanlı tebasının devlete borçlu oldu u emek hizmeti veya
bunun parasal kar ılı® (kar . çift resmi); (3) devlete ait topra ı kullanan köylünün devlete
veya umar sahibine vermek zorunda oldu u özel hizmetler ve resimler (kar . çift resmi).

le v e n t (F. lawand): i. ba ıbo reâyâ; 2. hizmederine ihtiyaç duyuldu u zaman gemileriyle Os-
manlI donanmasına katılan korsanlar,
liv a (A. liwâ); bkz. sancak.

m a k tu (A. maktü'): kira veya vergi bedeli olarak belirlenmi toplam miktar,
m a lik â n e (F. mâlikâna): 1. Büyük toprak sahibine ait (mülk), 2. Hayat boyu veya irsi olarak
verilen mukaıaa.

243
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

m arto lo s: Osmanlı öncesinde var olan bir milis grubu. Osmanlılann da devam ettirdi i bu milis
gücü ço unlukla sınır boylannda kom u ülkelere akın ve istihbarat hizmetleri veriyordu,
m a la h (A. mashlah): A rabistan'da deve yününden yapılan geni bir pelerin,
m e v a t (A. mavvât): “ölü" toprak için kullanılan hukuki bir terim: terkedilip uzun süre ekilmemi
arazi ya d a çöl. orman ve bataklıklar gibi çorak arazi,
m e zra'a (A. mazra'a): (1) i lenen toprak; (2) üzerinde daimi bir yerle im olmayan geni tarım
arazisi-, terkedilmi bir köy veya bir civar köy tarafından ıslah edilip tanm a açılmı arazi,
m illet (A. milla): Islâm devletlerinde özerk dinî örgütlenmesi devlet tarafından resm en ta n ı-
nan cemaat; Osmanlı im paratorlu un’daki milletler, özerk statülerini geni leten ve ö rg ü t-
lenmelerine resmî laik nitelik kazandıran nizâmnâmeleri 1 8 60'lardaki ıslahat dönem inde
elde ettiler.
m iri (F. mîrî): hükümdâra veya devlete ait olan.
m u a f (A. mu'âO; Vergiye tâbi olm ayan, (vergiden) affedilmi .
m u d a ra b a (A. mudaraba): Ban'daki commenda'mn kar ılı ı olan mudaraba, serm ayeyi temin
eden ki i ile kervan tüccan arasında yapılan bir sözle medir, buna göre iki taraf kân e it ola-
rak payla ır.
m u h te sib (A. muhtasib): Kadının Müslüman ahalinin kamu ya amında ve alı veri lerinde eri-
a t kurallanna uygun davranm alannı kontrol eden adamı, müfetti ; özellikle çar ı bölgesinde
faal olup, a ırlık ve ölçüleri, mallann fiyat ve kalitesini kontrol ederdi,
m u k a ta a (A. m ukata'a); (1) Kira mukavelesi, iltizam; (2) kiranın kendisi; (3) senelik tahm ini
yapılıp maliye kayıtlarına ayn bir birim olarak geçirilen gelir kayna ı,
m u k a ta a lu (T.): Mukataa sistemi çerçevesinde kiraya verilen devlet arazisi,
m u k u s (A. muküs): (1) gümrük v eya tüketim resmi; (2) eriatça onaylananlar dı ında kalan
her türlü küçük resim ve vergi,
m ü lk (A. mülk); Devlet mülkiyeti kar ısında tam mülk sahipli i; kr . mirî,
m ü sellem (A. musallam); (1) vergiden muaf; (2) askerî hizmet kar ılı ında çe itli vergi muafi-
yetlerinden yararlanan reâyâ kökenli bir milis grubu,
m ü a ’ (A. m ushâ'): ( l) Kolektif mülkiyet; (2) Mü terek toprak.

n a rh (F. narkh): ihtiyaç maddeleri zorunlu azami fiyat listesi, yerel kadı tarafından periyodik
olarak saptanır.
n i a n c ı (T.): Divân-i Hümâyûnda, tüm beratlan denetlemek ve bunlara padi ah tu rası (ni an)
çekmekle sorumlu üye; özellikle miri arazinin ve tımar sisteminin idaresinden sorumlu,
nü z u l (A. nuzul): (1) misafire ikram edilen yemek; (2) ordu veya donanmanm ikmali için fıskal
hane halkı birimleri üzerine konulan aynı vergi, aynca bkz. av ârız.

oc ak (T.); (1) ömine; (2) Yaya ve voynuk gibi askerî örgütlerde hane halklarından olu an bi-
rim; (3) bir askerî örgütün tümü veya bir bölümü, Yeniçeri Oca ı gibi,
o rtak ç ılık (T.): Tapu sistemi çerçevesinde topra ın tasarrufuna ve i leme hakkına sahip olan re-
âyanın aksine, ortakçı ba ka birine ait topra ı i ler. Toprak sahibi genellikle üretim araçlannı
temin eder, bazen bannacak yer de verir ve ürünü e it olarak payla ırlar; ortakçı kul ise, sahi-
bi için bu temelde çalı an köledir,
o sm a n i (A. 'u m âni): (1) Osmanlı padi ahına ait; (2) Osmanlı gümü parası akça veya akçeye
Arap ülkelerinde verilen isim.

p a ra o ik o i (Y.): ba ımlı köylüler, serf; Türkçe metinlerde parikoz, Italyancada parici.

244
SÖZLÜK

p i k e (F. pishkesh): Üst mevkideki birine verilen, üstün otoritesinin vc himayesinin kabul edil-
di ini sim geleyen arma an,
p oliçe ( t. polizza): Kredi mektubu.
p ro n ia r (Y.): Bizans mparatorlu unca askerî veya idari hizmet kar ılı ında kendilerine toprak
geliri ba lanan ta ra askeri, Osmanlı tımar sistemindeki gibi.

ra iy y e t (A. ra'iyya): bkz. reây â.


r a k a b e (A. rakaba): (1) Bir ey üzerinde kontrol hakki; (2) proprietas nuda-, (3) (toprakta) dev-
let mülkiyeti; ayrıca bkz. mirî,
r e â y â (A. ra'âyâ): Ekonomik faaliyetlerde bulunan, dolayısıyla vergiye tâbi olan, askeri seçkin-
ler dı ındaki Müslüman ve gaynmüslim tüm tebaa,
r ik ab (A. rikâb): bkz. rak abe.

sa lg u n (T.).- bkz. avarız.


s a n c a k (T.): eyâletin alt-bölümü; sancakbeyine ba lı idari birim; bir beylerbeyilik birçok sancak-
lara bölünmü tür.
se k b a n (F. sagbân): (1) kelime anlamı, av köpeklerinin bakıcısı; (2) Yeniçeri ordusunda: köken
olarak padi ahın av köpeklerinin bakıcılanndan olu an birlikler. Yeniçeri oca ına II. Mehmet
zamanında dahil edildiler; (3) Tüfeklerle teçhiz edilmi , ücretli asker; bir Yeniçeri subayı ko-
mutasında 50 ilâ 100 ki ilik bölükler halinde örgütlenirlerdi; kaynaklarda genellikle saraca
adında benzer bir grupla birlikte anılırlar,
se rb e stiy e t (F. sarbastiyyet): (1) özgürlük, tam ba ı ıklık; (2) Vakfve temlik arazilerde devlet
denetiminden tam ba ı ıklık,
sim sar (L. censarii): Çar ıda dellâllann ba ı.
sip a h î (F. sipahi): (1) atlı asker; (2) soylu sınıf üyesi; (3) kapıkulu süvari bölükleri üyesi; (4)
ta ra tımarlı (bkz. tımar) ordusundaki en dü ük rütbe,
sip a h î o la n ları (T.): kapı kullanndan altı ulüfeli süvari bölü ü arasındaki en üst bölük,
su b a ı (T.): (1) Komutan, köken olarak asker anlamına gelen sû ve ba kelimelerinden; (2) Os-
manlI ta ra idaresinde umar ordusunda sipahinin üstünde ve sancakbeyinin altında olan ko-
mutan; (3) valinin gelirlerinin toplanması ve di er bazı sorumluluklannın yerine getirilmesi
için tayin etti i temsilci, bu anlamda bkz. voyvoda ve zeâmet sahibi.
S ü n n û (A. sunni) veya ehl-i sünnet: Sünnet, yani Peygamber ve eshabının geleneklerini izleyen
Müslüman toplulu u. Sünnîler, iîlerin sünnetten sapan heretikler oldu u kanaatindedir. Os-
manlI devleti de dahil Türk devletleri Sünnili i bir devlet politikası haline getirmi , bu da ciddi
toplumsal ve siyasî sonuçlara yol açarak hükümeti 16. yüzyılda Küçük Asya'daki Türkmenle-
rin Kızılba mezhebiyle iddetli bir mücadele içine sokmu tur.
S ü rg ü n (T.): (1) Osmanlılann ahaliyi bir bölgeden di erine yerle tirme için sürmesi; (2) bu i le-
me konu olan ki i.

iî (A. sh îT ): Sünnîli e kar ı olan iîler i'a mezhebine mensupturlar. Hz. Muhammed'in ölü-
m ünden sonra me ru imamlı ını, dinî-politik önderli in Peygamber’in kuzeni vc damadı
Ali'nin ve onun soyunun uhdesinde olmasını savunurlar. Genelde iîler Tannsal vahiy ve
Tann ve yaranklan arasındaki aracılı ın iî imam ile sürdü üne inanırlar. Mehdi nin, yeniden
görünece i güne kadar, müetehidler gaip imam'ın sözcüleri olarak Islâm cemaati üzerinde en
üst dinî-politik otoriteye sahip olacaknr. ran'da Safevîlerin 1501 de tahta çıkmasıyla bu düze-
nin kuruldu una inanıldı. Bu durum, Osmanlı devletiyle Iran arasındaki eski rekabete Sünnîler

245
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ve iîler arasındaki bir kavga olarak dinî-ideolojik bir nitelik kazandırdı. 16. yüzyıl boyunca
Küçük Asya’nın Kızılba Türkmenleri Safevîleri desteklerken bu rekabet özellikle iddetli iç ve
dı siyasî çatı malara yol açtı.

te v fiz (A. tahvid): (1) lam yetki ve otorite vermek; (2) köylüye devlet mülkiyetindeki arazi üze-
rinde tam tasarruf hakkı,
ta h rir (A. tahrîr): (1) deftere kaydetmek; (2) Osmanlılann düzenli olarak nüfusu, araziyi ve di-
er gelir kaynaklannı tefti (sayım ve yazım) yöntemi. Defter-i Hakanî denilen tahrîr defterle-
ri iki türlüydü; gelir kaynaklannın aynntılı olarak kaydedildi i mufassal ve sadece askerî ke-
sim içindeki da ılımın kayda geçirildi i icmal.
ta h ta c ı (T.): Toros Sırada larım daki Yörük/Türkmen a iretlerine verilen genel isim; a aç
kesme ve ticaretiyle u ra ırlardı. Küçük A sya'nın do u kesimlerinde onlar "a aç-eri" ola-
rak bilinirlerdi,
ta ife (A. tâ'ifa): cemaat, millet,
ta m g a; bkz. bac.
T an z im a t (A. Tanzimat): (1) yeniden düzenleme, reformlar; (2) 1839-77 döneminde gündeme
gelen batılıla macı radikal Osmanlı reformlan.
ta p u (T.): (1) hürmet, ba lılık gösterme, biat; (2) Devlet mülkiyetindeki bir arazinin, bir köylü
aile reisine bu topra ı sürekli olarak i leme ve tüm vergi ve hizmet yükümlülüklerini yerine
getirme sözü kar ılı ında babadan o ula intikal edecek biçimde kiralanması: (3) tapu haklan-
nı belgeleyen tapu senedi,
ta p u lu (T.): Tapu sisteminin özel ko ullanna ba lı olarak bir köylü aile reisine kiralanmı devlet
mülkiyetindeki (tanm arazisi),
ta s a r r u f (A. tasarruf): (1) özgürce kullanma-, (2) devlet mülkiyetindeki toprak üzerinde fiili kul-
lanma haklarının kullanılması,
te m lik (A. tamlık): Padi ahın devlet mülkiyetindeki topra ı bir seçkine tam vergi muafiyeti ve
özerklik ko ullannda mülk olarak vermesi,
tım a r (F. ti m â r): (1) her türlü bakım; (2) Padi ah beratıyla b a lanan bir geliri, genellikle
düzenli askerlik hizmeti verm ek kar ılı ında devlet vergilerini toplama hakkı. Bu vergilerin
miktarı da geleneksel olarak 2 0 .0 00 akçenin altında olurdu; ayrıca bkz. s ip a h î, h a s , ze-
a m et.

u lû fe (A. ‘alüfa): genellikle askerlere nakit ödenen maa .


u rfi veya ö rfi (A. urfî): (1) ola an; (2) padi ah fermanına dayalı; (3) Padi ah tarafından onay-
lanmı . ço unlukla Osmanlı öncesi resimlere dayalı devlet vergileri, rüsûm-i örfiyye veya te-
kâüf-i örfiyye terimlerindeki gibi.

üm m e t (A. umma): bir bütün olarak Müslüman cemaati.

v a k f (A. wakf, ço ul avvkâf): Hubs ile e anlamlı. Dinî bir vakıf veya vakfedilmi bir ey, genel-
likle gayn menkul, fakat bazen bir miktar nakit de olabilir. Bu nakit kendi ana miktannı korur-
ken bir intifa yaratır. Sahibi bu nakit üzerindeki tasarruf hakkından, getirinin izin verilmi iyi
amaçlarla kullanılması kaydıyla feragat etmi tir,
v a lâ (walâ'): (1) yasal kontrol; (2) Köle sahibinin azat edilmi bir kölenin mirası üzerindeki y a-
sa) hakları,
v ekil (A. wakil): temsilci.

246
SÖZLÜK

v o y n u k veya v o y n u g (Si. voynik, sava çı, asker): Balkanlardaki Slav devleüerinin köylü ahali-
den Osmanlı öncesi bir milis gücü; Osmanlılar tarafından da sürdürülmü tür,
v o y v o d a veya v o y v o d e (S .): (1) Prenslik unvanı, özellikle Eflâk ve Bogdan beyleri için kulla-
nılır; (2) valinin kaza bölgesindeki gelirlerinin toplanmasını sa lamak için tayin etti i askeri
temsilci; bazen bunun yerine suba ı unvanı kullanılır.

y a sak iy y e (T.): Kanûnlann uygulanmasını sa lamakla görevli yeniçeriye verilen yetki veya ücret,
y a y a (T.): (1) piyade; (2) ocak halinde örgütlenmi köylü milis askeri.
Y örük: Türkmen göçerlerine Osmanlı topraklanna, ço unlukla Batı Anadolu ve Balkanlara gel-
dikleri zaman verilen bürokratik ad.

Z eâ m e t (A. zi’âmat): (1) askerî önderlik; (2) Padi ah beratıyla suba ılıktaki tımarlı sipahilerin
kom utanına ba lanan gelir, genel olarak 20.000 ile 100.000 akça arasında; suba ılık ile
e anlamlı.

247
A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER

Bu liste esas olarak 1300-1600 dönemi için geçerlidir.

a rda bb , bkz. irdabb


a r u n , duvarcı ya da mimar ar unu = 0.758 m.
kuma lar için, bkz. en d az e çar ı ar unu = 8 rub = 16 gireh = 0.680 m veya 68.579 cm.

b alla, b a ly a (ipek, Cenova) = 300 libbra = 90 kg.


b a r (Arnavutluk) = 120 okka = 153,936 kg.
b a rd a k = bir bardak tereya , sıvı yag ölçüsü = 10 men = 8.3 kg.
b aril = büyüklü ü 20 medreye (bkz. a a ıd a ) kadar olan fiçı
( arap için, Cenova) 78 kg.
b a rre = 6 kile ( stanbul) = 153.953 kg.
b a tm a n (standart) = 72 litre = 7200 dirhem = 23.094 kg.
(Küçük Asya, 19. yüzyıl) = 7.694 kg.
(Adana, 19. yüzyıl) = 4.848 kg.
(ipek için, Musul) = 800 dirhem = 2.566 kg.
(Musul, 19. yüzyıl) = 9.236 kg.
(Urfa, 19. yüzyıl) = 2.309 kg.
(Bursa, 15. yüzyıl) = 15-16 o k k a = 19.245-20.28 kg.
(Erzincan) 12 nügi = 1920 dirhem = 6258 kg.
b o tte (büyük fıçı, Cenova) = 500 libbra = 159 kg. dolayında,
b ra sse (Epir, odun için)= 1862 okka= 2388.946 kg.

c arate llo (Cenova) = 2 veya 2.5 baril = 300 litre dolayında,


c arro (bu day) = 20 hektolitre
c a rtu o u tso (Preveze) = 150 dirhem = 481 g.
c allo = 2.5 kantar = 141.122 kg.; aynca bkz. çuval.

ç ap (Van) = 36-45 okka = 46-57 kg.


(Malatya) = 12 standart kile = 307.680 kg.
ç a ry e k (demir) = 0.25 menn = 750 g.
(ipek için) = 0.25 litre
(Bursa, 1500) = 22.5 litre = 8.661 kg.

248
A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER

ç a ry e k = 0.24 ar un = 17 cm.
çek i (standart) = 4 kantar = 225.798 kg.
(odun için) = 195 okka = 250 kg.
(Ayvalık, 19. yüzyıl) = 100 okka = 1 2 8 .2 9 kg.
(Selânik, 19. yüzyıl) = 135-40 okka = 173-79 kg.
( zmir, 19. yüzyıl) = 180 okka = 230.896 kg.
(sof için, 19. yüzyıl) = 4.564 kg.
(afyon için, 19. yüzyıl) = 763 g.
(altın ve gümü için) = 100 dirhem = 320 g., kr . litre
ç e tv irn ik = 0.25 kabal
ç ift = bir çift -iki ad et- (ayakkabı, öküz, vb.)
çiftlik = (raiyyet için) = bir köylü hane halkı için büyüklü ü 60 ile 150 dönüm arasında de i-
en arazi.
(Bursa) = 12 mudluk toprak
2 ,3 veya 4 mudd tohumluk arazi,
çile, yün çilesi, ipek çilesi; bir pastav içindeki onluk paket,
ç it = büyük meyva sepeti
ç u b u k , bkz. d ö nü m
ç u v al = 2 kantar = 112.898 kg.
(bir çuval fındık) = 2.5 kile = 74 desimetreküp
(bir çuval pirinç) = 18 kile = 46.184 kg.

d a ng , bkz. dirh em
d e n k veya d e n g = 50 top = 20 çile = 2 pastav; bir beygir yükü,
d e ste = 10'lukveya 12'likba
d e v e y ü k ü = 200-300 kg.
dirh em (Osmanlı standart) = 16 kırat = 64 dang = 3.207 g.
(Bizans ve erken Islâm) = 3.125 g.
( erî) = 3 .1 2 5 g.
(Kahire bakır taıtı sisteminde) = 3.0898 g.
(Dimi kî) = 3 .086 g.
(Tebriz, 1700'e kadar parada) = 3.072 g.
dizi = ipe dizilmi bir sıra (incir)
d ö n ü m (standart) = 4 evlek = 10 ni an = 100 çubuk= 1600 ar un kare = 9 19.30 metrekare.
(Cumhuriyet dönemi) = 1000 metrekare

e n d az e = 0.65 m.
erlik , bir ki inin i leyece i kadar toprak, bu terim özellikle ba
ların, pirinç tarialannın ve bahçe-
lerin ölçümünde kullanılır; veya 50 okka pirinç tohumunu ekmek için gerekli toprak y a da
2.5 dönüm yüzey alanı
e v le k veya e v leg = tarlanın öküzle bir günde i lenen bölümü
ba veya bahçe ölçümü için = 0.25 dönüm (400 ar un kare veya 254.8 metrekare dola-
yında)

fardello (ipek, Cenova) = 252 libbra = 79.821 kg; aynca bkz. y ük.
f a rsa h = 7500 ar un = 5685 m.

249
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

fuçı (standart, Akkerman, 1500) = 2 sihaf = 8 kantar = 2 26.596 kg.


(havyar, Akkerman, 1500) = 52 medre 225,798 kg.
( arap, bal, vb.) = 40 medre= 89.810 kg.
1 fiıçı = 2 karatil = 4 baril

ga z veya g ez = 65.58 cm.


ga z-i a h î = 95 cm.
g irar veya g a ra r = 50 okka = 64.150 kg.
girbal, bkz. k alb u r.

ha ra r, bkz. g ira r
himl, bkz. y ük.
at y ükü = 150-200 kg.
h iy a a (büyük) = 24 kabal
(küçük) = 12 kabal

ird ab b (tahıl, Mısır) = miktarı 90 ile 198 litre arasında de i irdi.


‘idi (ipek. Bursa, 15. yüzyıl) = 176 litre = 68 kg.

k a b a l (tahıl, Sırbistan) = 65.664 kg.


(tahıl, Sırbistan) = 140 ya da 144 okka = 180-185 kg.
(maden, Sırbistan) = 19 okka, 135 dirhem = 24.894 kg.
k a b ra n (pirinç) = 10 kile = 128.294 kg.
ka d eh = 0 .25 kile (standart)
k a lb u r veya g a lb u r = kilenin onalada biri = 1.604 kg.
k a n ta r (Osmanlı standart) = 100 lodra = 17600 dirhem = 44 okka = 56.449 kg.
(Arap ülkeleri) = 100 ratl = 45 kg.
(Anadolu, 19. yüzyıl) = 180 okka = 230.922 kg.
(Suriye, 19. yüzyıl) = 200 okka = 242.400 kg.
(Mardin, 19. yüzyıl) = 240 okka = 307.896 kg.
(Halep, 19. yüzyıl) = 250 okka = 320.725 kg.
(Cenova) = 100 rottolo = 47.600 kg.
k a p a = kabalın dörtte biri
k a ra (hurma. Bursa) = 2000 okka = 2565.9 kg.
k a ra ta (Erzurum) = 1 okka 100 dirhem = 1.603 kg.
k a ra til = 2 0 ile 40 medre arasında fıçı
= 18 Ceneviz libbrası
k a rta (Amavuduk) = 80 okka = 102.640 kg.
k a tır y ü k ü = 6 0-80 kg.
k e n ta l (standart) = 80 okka = 102.616 kg.
(Avrupa mallan) = 78 okka = 100.066 kg.
(Ingiliz mallan) = 39 okka = 50.033 kg.
k e n tia rio n (Yunan), bkz. k a n ta r
keylçe, bkz. k ile
kıbıl, bkz. k a b a l
k ırb a = deri (alet) torbası

250
A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER

kile = 4 inik = 8 kutu = 50 kadeh veya kâse = 5000 habbe


(standart) = 36 litre = 37 desimetreküp
(standart) = 20 okka = 25.659 kg.
( stanbul, 1500) = 18 okka, 350 dirhem = 24.215 kg.
(Nigbolu) = 100 okka = 128.294 kg.
(Sofya) = 50 okka = 64.122 kg.
(Zi tovi, Timovo) = 80 okka = 102.535
(Hezargrad) = 60 okka = 76.976 kg.
(izladi) = 20 okka = 25.659 kg.
(Yenibazar) = 44 okka = 56.449 kg.
(Saraybosna, 1565'ten önce) = 20 okka = 25.659 kg.
(Saraybosna, 1565’te) = 22 okka = 28.224 kg.
(l kodra, 1536'da) = 36 okka = 46.285 kg.
(I kodra, 1520'de) = 80 okka = 102.535 kg.
( pek) = 40 okka = 51.267 kg.
(Mohaç, 16. yüzyıl) = 24 okka = 30.768 kg.
(Peçuy, 16. yüzyıl) = 32 okka = 41.054 kg.
(Macaristan, Temmuz 1579) = 30 okka = 38.488 kg.
(Balıkesir) = 16 okka = 20.527 kg.
(Mardin, Adana) = 16 okka = 20.527'kg.
(Bursa) = 12 okka = 15.395 kg.
( sparta) = 14 ok k a= 17.961 kg.
(Edime, pirinç) = 9 okka = 11.546 kg.
(pirinç) = 10 okka = 12.828 kg.
(Kırım) = 4 standart kile = 85-90 okka = 1 0 9 -1 5 kg.
(Akkerman, 1500) = 40 okka = 51.317 kg.
(Konya, Karaman) = 24 okka = 30.790 kg.
(Ankara) = 24 okka = 30.790 kg.
(Malatya, 1528) = 10 okka = 12.829 kg.
(Diyarbekir, 1518) = 10 okka = 12.828 kg.
(lzvomik) = 132 okka
(Sarajevo) = 50, 64, 66 okka
(Kilis, Bosna) = 66 okka = 84.678 kg.
(Depelen) = 38.484 kg.
k ır a t ( er’î) = 0.2232 g.
(Osmanlı, standart) = 4 dang = 0.2004 g.
k rin a = 2 kabal
k u tu = standart kilenin sekizde biri = 4.62 desimetre

lib b ra so ttile (Cenova) = 316.750 g.


(Venedik) = 301.230 g.
lib b ra g ro ssa (Cenova) = 348.450 g.
(Venedik) = 3 5 7 .7 4 9 g.
litre (Selçuklu ve Osmanlı, standart) = 100 dirhem = 320.7 g.
(ipek için) = 120 dirhem = 384.840 g.
(gümü , Sırbistan) = 115 dirhem = 368.805 g.

251
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

lltra (Bizans, argiriki litra) = 333.333 g.


(Bizans, logariki lilra) = 322.320 veya 319 g.
(Epir) * 427 g.
lodra = 176 dirhem = 0.564 kg.
lu k n a (tahıl, Smcderovo) = 140 veya 144 okka = 186.320 veya 191.851 kg.
(Braniçevo) = 72 okka = 93.360 kg.
(Sırbistan) = 4 Edime kilesi = 92.372
lu k n lc a (Sırbistan) = 0.5 lukna
(ukııo. bkz. lu k n a

m a n a (Pahlavi), bkz. nuîıın


m ânn (standart. Iran vc Küçük Asya) = 260 dirhem = 833 g.
(a ır) = 12 okka =15.388 kg.
(lıatll) = 6 okka = 7.694 kg.
(Tebriz) = 3 kg. dolayında
(Dlyarbekir) = 5 80 dirhem = 1.860 kg.
(Harput) = 1800 dirhem = 5.773 kg.
(Mısır) = 812.5 g.
(Suriye) = 819 g.
(Selçuklu) = 977 g.
m a n n -ı a h î = 2 m (nn = 6 kg. dolayında
m e tre (havyar, Akkerman 1500) = 4.349 kg.
(hakir) = 5 750 dirhem = 18.442 kg.
( arap) = 8 veya 9 okka = 10 veya 11.5 kg.
( arap, Egriboz) = 40 kuze = 55 okka = 70.561 kg.
(Sırbistan) = 10 pinte = 4 okka = 5 .1 3 1 kg.
m e tr a ta ( arap, Cenova) = 2 baril = 156 kg.
m lsk al (ortaça slâm) = 4.233 g.
(Osnıanlı, standart) = 1.5 dirhem = 24 kırat = 4.81 g.
m iz an e ( talyanca mezzane'den) = 0.5 karatıl
m o g g io (bu day, Venedik) = 4 staio = 333.2 litre
m o d io s (Bizans. Gelibolu) = 5 8 3 .1 7 0 litre
m oz (Arnavutluk) = 160 okka = 205 .2 8 0 kg.
m u d d (standart) = 2 0 kile = 10 00 kâse = 100.000 habbe = 513 .1 6 0 kg.
m u d lu k = bir mudd tohum ekmek için gerekli toprak, ya da topra ın verimine göre bir çiftllk'in
altıda biri, dokuzda biri veya on ikide biri,
m u z u r (tuz, Selânik, 1478) = 45 okka = 192.420 kg.
(pirinç. Silistrc) = 150 okka = 192.420 kg.
(Arnavutluk. 1583) = 32 okka = 41.049 kg.
(tuz, Ahyolu) = 9 0 okka = 115.452 kg.

n ü g l = bir batmanın on ikide biri ( pek)


(standart) = 72 miskal = 346.3 9 2 g.
(Mardin, Ergani, 1516) = 200 dirhem * 641.4 g.
(ipek. Erzincan. 1 5 7 6 )= 160 dirhem » 513 .1 2 0 g.

252
_A IflLIKLAR\^ÖLÇÜLER

o k k a (standart) = 4 ratl rû m i» 400 dirhem = 1.2822945 kg.


(a ır. Mezopotamya) = 3.210 kg.
(Mısır, Cidde, 19. yüzyıl) = 1.050 kg.
(Arnavutluk) = 1.412 kg.
o n g h io n (Kpir) = 11 dirhem = 35.277 g.
oııkl (Sırbistan) = (i mlskiil = 28.863 g,

p a d -m â n (Pahlavi), bkz. b a lin an


p a s ta v (standart) * 5 0 ar ım = 32.500 m.
(Akkerman, 1500) = 21 ar uıı - 13,650 m.
polo v a ç = 0.5 kabal
p o lu k n lc e (tahıl, Sırbistan) = 12 okka = 15.393 kg.

r a tl (standart) = 12 oklya = 333.6 g.


( stanbul, 18. yüzyıl) = 876 dirhem = 2 .809 kg.
(Cidde, J9. yüzyıl) = 113 dirhem = 3 6 0 g.
(Mezopotamya, 19. yüzyıl) = l okka = 1.283 g.
(Suriye, 19 yüzyıl) = 2 veya 2.5 okka = 2.564 veya 3.205 g.
(Sivas) = 1440 dirhem = 4.618 kg.
(Ahlat ve Nizip, 11. yüzyıl) * 300 dirhem = 962.1 g.
(standart, Arap ülkelerinde lltrc/lltra) - 12 oklya 337.55 g,
(Endülüs) = 453.3 2.
(baharat, Kuzey Afrika, 11,-12. yüzyıllar) = 140 dirhem = 437.5 g.
( pek, Halep, 17. yüzyıl) = 700 dirhem = 2 .2 17 kg.
(Suriye) = 6 00 dirhem = 1.850 kg.
r a tl folfoli (baharat, Mısır) = 144 dirhem = 450 g.
ra tl k e b ir (Mısır) = 16 0 dirhem = 500 g.
r a tl rû m î (Anadolu) = 100 dirhem = 320.7 g.
ra tl z ah iri (Suriye) = 480 dirhem = 1.500 kg.
ro tto lo ya da ro to lo ( talyanca), bkz. ra tl
ru b ' = bir çar ı ar ununun sekizde biri

sa n d u k ya da sa n d ık = çe itli .büyüklüklerde olabilen tahta kutu. ndiler çin 220 okkalık, af-
yon için 60 okkalık.
1500 'd c Akkcrman'da 88 okkalık kulu
s a p o y a d a s a p i (tuz, sade yag. Kınm) = 16 keylçc = 4 1 0.416 kg.
slk la (Epir. arap) = 50 veya 6 0 okka
so m (gümü . Ahin Ordu) = 5 oz.
s o m a r = 12 stanbul kilesi = 3 07.966 kg.
s o m e (Iran, 15. yüzyıl) = 155.615 kg.
sta io (tahıl, Venedik) = 83.3 litre
s te r (Mora) = 110.802 kg.

s ih a f = büyük peynir tulumu


(Akkerman, 1500) * 4 kantar = 225.769 kg.
= 0.5 kantar = 22 okka * 28.224 kg.

253
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

ih ta veya ih s a (maden. Sırbistan) = 120 verkçe = 1313.280 kg.


in ik = 0.5 kile. 0 .25 kile için de kullanılır,
ta g â r (a ır) = 1560 okka = 2000 kg.
(Musul) = 200 okka = 256 kg.
(Kınm) = 150 okka = 192.420 kg.
(Epir) = 20 okka = 25 kg.
( ran) = 100 mânn = 83,4 kg.
tâ k = parça (kuma , sank bezi)
ta y (Balya, bohça) = 700 parça (kirbas, kaba pamuklu kuma )
te nbelîd = yanm at yükü = 300 litre = 96.210 kg.
to n (Kefe, 1490) = 50-55 ar un = 32.50 - 35.75 m.
to p = 20 ar un = 13 m.
= 50 ar un = 32.5 m.
(ipek, tafta) = 100 ar un = 65 m.
(ipek, vâle) = 120 ar un = 78 m.
(kadife) = 15 ar un = 8.45 m.
tu lu m (Akkerman) = 1 veya 1.5 kantar
tu r r a bkz. çile

û k iy a = 2 7 .8 g .
(Arap Halifeli i) = 72 miskâl = 346.392 g.
(Selçuklu) = 100 dirhem = 320.7 g.
(Suriye, 19. yüzyıl) = 66.5 dirhem = 213 g.
(Magrib, 19. yüzyıl) = 10 dirhem = 32 g.; ayrıca bkz. r a tl ve ü n g e

ü n g e (gümü . Y unanca ungia veya Latince uncia'dan) = 6 miskâl = 9 dirhem = 2 8 .8 6 3 g.

v aril, bkz. fiıçı


v a k iy y a , bkz. o k k a
v e rkçe, bkz. ih ta
v e zn e (standart) = 120 dirhem = 384.84 g.
= 30 litre = 36 0 0 dirhem = 11.545 kg.
= 72 litre = 2 3 .0 9 kg. = 7200 dirhem
(Ba dat) = 78 okka = 100.066 kg.
(Musul) = 10 okka = 12.282 kg.
v e zniye, bkz. v e zn e
v u k iy y e , bkz. o k k a

y ü k (ipek. Bursa) = 405 litre = 155.86 kg.


(ipek, Erzincan) = 10 batman = 61.574 kg.
(madencilik, Sırbistan) = 4 kile = 102.636 kg.
(ipek, Mardin) = 8 bohça = 3 batman = 126.4 okka = 162.179 kg.
= 1 kaba! (kr . lu k n a )
(maden, Sırbistan) = 4 kabal = 99.576 kg.
(Arnavutluk) = 120 okka = 153.936 kg.

zirâ*, bkz. a r u n

?S4
KAYNAKÇA

I. GENEL TAR HLER

J. von Hammer-Purgstall, Geschichte des osmarıicshen Reiches (ıo cilt), (Pe te, 1827-
1935) (ikinci basım, Graz, 1963).
J. W, Zinkeisen, Geschichte des osmanischen Reiches in Europa (7 cilt), (Hamburg ve
Gotha, 1840-63), (ikinci basım, 1962).
N. Jorga, Geschichte des osmanischen Reiches (5 cilt), (Gotha, 1908-13) (ikinci ba-
sım, 1962).
I. H. Uzunçar ılı ve E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, (6 cilt), (Ankara, 1947-59).
D. .Cantemir, The History o f the Growth and Decay o f the Ottoman Empire, (Londra,
1734).
F. Sansovino, Historia universale dell’origine etimperio de Turchi, (Venedik, 1582).
P. Ricaut (Rycaut) ve R.Knolles, The Turkish Histroyjrom the Original o f that nation
to the Growth o f the Ottoman Empire (3 cilt), (Londra, 1687-1700).
R. F. Kreutel, Vom Hirtenzelt zur Hohen Pjorte, (Graz, 1959).
Osmanh, (12 cilt), (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 1999).
L. H. Dani mend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, (5 cilt), ( stanbul, 1971)
Osmanlı Uygarlı ı, Ed. H. nalcık ve G. Renda, (2 cilt), ( stanbul, 2003).
S. Ak in. Osmanlı Devleti, 1300-1908, (3 cilt), ( stanbul 2000).

Kısa Tarihler
F. Hitzel, L'empire Ottaman, XVe-XVIIIe siècles, 2001.
S. Lane-Pool, The Story o f Turkey, (Londra, 1888).
E. S. Creasy, History o j the Ottoman Turks, (Londra, 1877) (tekrarbaskı, Beyrut,
1961).
R. Davison, Turkey, (N.J., 1968).
D. Vaughan, Europe and the Turk, 1350-1700, (Liverpool 1954).
Cambridge History o f Islam, 1, (Cambridge, 1970), s. 263-393.
F. Adanır ve S. Faroqhi, Thç Ottomans and Balkans, Leiden: Brill.
The Otoman Empire and its Heritage, eds. S. Faroqhi ve H. nalcık, cilt. 25, 2002.
E. Werner, Die Gebrt einer Grossmacht (1300-1481), (Do u Berlin, 1979).

255
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

II. KAYNAKÇALAR

S. Özge. Eski Harflerle Basılmı Eserler Katalogu, (5 cilt), 1971-1979.


J. K. Birge, A Guide to Turkish Area Studies, (Washington, 1949).
V. Michoflf, Sources bibliographiques sur l’histoire de la Turquie et de la Bulgarie (4
cilt), (Sofya, 1914-34).
V. Michoff, Bibliographie des articles de périodiques allemands, anglais et italiens
surla Turquie et la Bulgarie, (Sofya, 1938).
Historiographie Yougoslave, 1955-1965, (Belgrat, 1965).
Modem Greek Culture: A Selected Bibliography in English-French-German-italian
(3. baskı), (Atina, 1970).
J. D. Pearson, Index Islamicus, 1906-1955, A Catalogue o f Articles on Islamic sub-
jects in Periodicals and Other Collective Publications, (Cambridge, 1958); ek.
1956-1960, (Cambridge, 1962); «6. 1960-1965, (Cambridge 1967).
E. Koray, Türkiye Tarih Yayınlan Katalogu, 1729-1955, 1. cilt, (Ankara, 1952).
1955-1980, 4. cilt, (Ankara, 1971).
B. Lewis and P. M. Holt (ed.), Historians o f the Middle East, (Oxford, 1962).
Istanbul Kütüphaneleri Tarih - Co rafya Yazmaları Katalogu, I: Türkçe Tarih Yaz-
maları (10 cilt.), ( stanbul, 1943-51).
F. Babinger, Geschichtsschreiber der Osmanen and ihre Werke, (Leipzig, 1927);
Türkçe çeviri: C. Üçok, Osmanlı Tarih Yazarları (Ankara 1982).
B. Spuler and L. Forrer, Der vordere Orient in IslamischerZeit, (Bern, 1955), s. 193-215.
L. Forrer, "Handschriften osmanicsher Historiker in Istanbul", Der Islam, XXVI-2, s.
173-220.
A. S. Levend, Gazavätnämeler ve Mihalo lu Ali Bey Gazavâtnâmesi, (Ankara,
1958).
F. E. Karatay. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Katalogu (2
cilt), ( stanbul 1961).
Bibliography on Manuscript Libraries in Turkey, (Istanbul: IRSICA 1995).
C. Göllner, Turcica, Die europäischen Turkendrucke des XVI. Jahrhunderts, I.Band:
1501-1550, (Bükre -Berlin 1961): II. Band: 1550-1600, (Bükre -Baden 1968).
H. Bowen, British Contributions to Turkish Studies, (New York, 1945).
B. Moran, The Bibliography o f the English Publications About the Turks From the
15th Century to the 18th Century, (Istanbul, 1964).
). Radhouse, A Turkish and English Lexicon, (Istanbul, 1890).
Tarama Sözlü ü, (Ankara-. TDK, 1963-1940).
Türkologischer Anzeiger, yay. A. Tietze, Viyana.
Osmanlı, “Osmanlı Ara tırmaları Bibliyografyası, c. XII, 277-702.
M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, (3 cilt), ( stanbul, 1342 H).

III. SÜREL YAYINLAR, ANS KLOPED LER, SÖZLÜKLER

a. Türkçe
Târih-i Osmâni Encümeni Mecmuası 1911-22, Türk Tarih Encümesi Mecmuası,
adıyla devam etmi tir 1922-32.
256
KAYNAKÇA

Tarih Vesikaları, Milli E itim Bakanlı ı, I-XVI1 (1 9 4 1 -5 8 ).


Belleten, T ü rk T arih K urum u, A n k ara 1 937-.
Tarih Dergisi, stan b u l Ü niversitesi, E debiyat Fakültesi, 1949-.
Türkiyat Mecmuası, T ü rk iy at E nstitüsü, stanbul, 1 9 2 5 - .
Tarih Ara tırmaları Dergisi, A n k ara Ü niversitesi, Dil, T arih v e C o rafya Fak ü ltesi,
1 9 6 3 -.
F. D evellio lu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, (A nkara, 1962)
Belgeler, T ü rk T arih K urum u, A nkara.
Vakıflar Dergisi. A n k ara, 1 9 3 8 - .
M . Z. P ak alın , Osman/ı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlü ü (3 cilt) ( stanbul, 1 9 4 6-
5 5 ).
M . S ürey y a; N. A k b ay a r (ed.), Sicill-iOsmânî (4 cilt.), ( stanbul, 7)

b. Batı dillerindekiler :
Mitteilungen zur osmanischen Geschichte, I-H, (Viyana, 1 9 21 -3).
T. H alasi-K u n a n d H . nalcık, (ed.), Archivum Ottamanicum, (Leiden, 1973).
Turcica, Revue d ’études turques, (1 9 6 9 -, Paris).
A. Tietze; H. R. K ah a n e, The Lingua Franca in the Levant, (Urbana, 1958).
C. M ostras, Dictionairegéographique de l'Empire Ottoman, (St Petersbourg, 1 873).
Encyclopaedia o f Islam,

IV.O SMANLI BELGELER VE BELGE KOLEKS YONLARI

a. Osmanh
F eridun A hm ed, M u n e ’â tü ’s-selâtîn, (2 cilt), ( stanbul, 1274 H.)
A. Refik, X-XIII asr-i iticide stanbul Hayatı, (4 cilt), ( stanbul, 1988).
F. K raelitz-G reifenhorst, Osmanische Urkunden in türkische Sprache aus der zweiten
hafte der 15. fhr., (Viyana, 1 921).
Einführung in die osmanisch-türkischhe Diplomatik der türkischen Bott-
L. Fe k e te,
mässigkeitin Ungarn, (Budape te, 1926).
L. Fekete, Die siyäqat-Schrift in der türkischen Finanzverwaltung (2 cilt), (Budape -
te, 1 9 5 5 ).
J. R e y ch m an a n d A .Z ajaczkow ski. Osmanh-Türk Diplomatikasi El Kitabı, (Istanbul,
1993)
Topkapı Sarayı Müzesi Ar ivi Kılavuzu, 2 fasikül: A-H, ( stanbul, 1 9 3 8-1940).
L. F ekete, "U eb er A rch iv alien und A rchivw esen in der T ürkei”, Acta Orientalia, eilt.
Ill/iii ( 1 9 5 3 ).
S. S h a w , "A rchival Sources for O ttom an History: The Archives o f Turkey", Journal o j
the American Oriental Society, cilt. 8 0 (1 9 6 0 ), s. 1-12.
B. Lew is, "The O tto m an A rchives, a Source for E uropean History", Report on Current
Research, (W ashington, 1956), s. 17-25.
B. L ew is, "The O ttom an A rchives as a Source o f H istory for the Arab Lands", Journal
o f the Royal Asiatic Society, 1951, s. 1 39-155.
B. Lew is, "Studies in th e O ttom an A rchives", BSOAS, eilt. XVI-3 (1 9 5 4 ), s. 4 6 9 -5 0 1 .

257
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

B. Lewis, Notes and Documentsfrom the Turkish Archives, (Kudüs, 1952).


A. Bombacı, "La collezione di documenti turchi dell'archivio di Venezia”, Riv. Studi
Orient., cilt. XXIV (1949).
G. Elezovic, Turskispomenici, I, 1. ve2. bölümler, (Belgrat, 1940-52).
K. Schwartz, OsmanischeSultansurkunden desSINAl-Klosters, (Freiburg, 1970).
T. Gökbilgin. Edime ve Pa a Livası, ( stanbul, 1952).
Istanbul Vakıfları tahrir Defteri, 953 (1546), ed. Ö.L.Barkan; E.H.Ayverdi, ( stan-
bul, 1970).
Ba bakanlık Osman/ı Ar iv Rehberi, (Ankara, 1992).
A. Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, (9 cilt), ( stanbul, 1990-1996).

Batı Dillerindeki Belge Koleksiyonları


A. von Gevay (ed.), Urkunden und aktenstücke zur Geschichte der Varhältnisse
zwischen Oesterreich, Ungarn und der Pforte im xvi. und xvii. Jahrh. (3 cilt), (Vi-
yana, 1838-42).
E. Alben, Relazione degli ambasciatori Veneti al senato, cilt. I-11I, (Floransa, 1840,
1844 ve 1855).
E. Charrière, Négciations de la France dans le Levant, (4 cilt), (Paris, 1848-60).
1. de Testa Recueil des Traités de la Porte Ottomane avec les puissances étrangères
(10 dit), (Paris, 1864-1901).
P. Duparc, Recueil des instructions aux ambassadeurs et ministres de France, cilt
XXIX. (Paris. 1969).

V. BATI GEZGlN GÖZLEMC LER N N BET MLEMELER

F. Babinger, Die Aufzeichnungn des Genuesen Iacopo de Promontorio-de Campis


über den Osmanenstaat um 1475, (Münih, 1957).
A. von Harff, The Pilgrimage of Arnold von Harff (tr. M. Letts), (Londra, 1946).
M. Sanuto. IDiarii (58 cilt), (Venedik, 1879-1993).
Th. Spandugino, De la Origine degli imperatori ottomani, ordini dela corte,forma del
guerraggiare, loro religione, rito et costumi dela natione, cilt IX, (Paris, 1890), s.
138-261.
G. A. Menavino, Trattato de costumi et vita de Turchi, (Floransa, 1548).
H. Dernshwam, Tagebuch einer Reise nach Konstantinopel und Kleinasien (1553-
1555), ed. F.Babinger. Münich, 1923.
J. Chesneau, Le Voyage de Monsieur d'Aramon (1549), ed. Ch. Schefer, (Paris, 1887).
G. Postei, De la République des Turcs, (Poitiers, 1552).
Kaiserliche Gesandtschaften aus Goldene Horn, ed. Karl Teply, (Stuttgart, 1968).
C. de Villalon, Viaje de Turquia, 1557, M.Serrano y Sanz, Autobiografiacsy Memori-
as, (Madrid. 1905).
N. de Nicolay, Les Navigations, pérégrinations et voyages. (Antwerp, 1576).
P. Beion du Mans, Les observations de plusieurs singularités et choses mémorables
trouvées en Grèce, Asie, Judée, Egypte, Arabie et autres pays, (Paris, 1588).

258
KAYNAKÇA

R. L u b e n a u , Beschreibung der Reisen (1573-1589), ed. W .S a h m , (K ö n ig sb erg ,


19 2 1 ).
D u F resne C anaye, Voyage du Levant (1573), ed. H .H auser, (Paris. 1897).
]. W ild, Neue Reysbeschreibmg eines gefangenen Christen, 1604-10, (N ürnberg,
1 6 1 3 ).
A. C arayon, Relations inédites des missions de la Société de Jésus à Constantinople,
(Paris, 1 8 6 4 ),
T. R oe, The Negotiations in his Embassy to the Ottoman Porte,from the Year o f
1621 to 1628, ed. S. Richardson, (1740).
G. Sa n d y s, Travels (1610), 5. baskı, (Londra, 1 652).
T. Sherley, Discourse o f the Turks, ed. E.D enison Ross, (Londra, 1 936).
A. Sherley, His Relations o f his Travels, (Londra, 1613).
H .B lo u n t./l Voyage into the Levant, 2. baskı, (Londra, 1636).
A. Bobovio (Ali Bey), Relazione del Seraglio del Gran Signore, Viaggie dimore per la
Turchia, (Venedik, 16 8 2 ).

VI. OSMANLI VEKAY NÂMELERt

Osmanlı Tarihleri: Ahmedî ükrıdlah, Ahmed ıki, Ni ana Mehmed Pa a Mahmud


o lu Ha an, ed. N. A tsız Çifcio lu, H. K onyalı, F. Kırzıo lu, ( stanbul, 1949).
Ne ri, Cihannümâ, y a y . haz. F.R .U nat ve M.A. Köymen, (A nkara, 1 9 4 7 -1 9 4 9 ).
lb n Kem al, Tevarîh-iÂl-i Osman, (I, II,VII, VIII v e X. ciltler),
tdrîs-i Bidlîsî, He tBihi t, VIII cilt I. O sm a n 'd a n 1505 tarihine k adar (yazm a) eser Ho-
ca S a ’d e d d î'n in Tâcu't-Tevarîh a d lı e se rin i k a y n a k o lm u tu r (2 cilt, sta n b u l,
1 2 8 0 /1 8 6 3 ); M ustafa Âlî, Kûmhü’l-Ahbâr, I. O sm andan, I. Selim dönem ine ait b ö -
lü m ü y a yınlan m ı tır, (Kayseri, 1 997).

VII. OSMANLI TARÎHlNlN DÖNEMLER (SlYASl TAR H))

a. Kökenleri
Fr. Giese, “D as Problem der E n tste hung des osm anicshen Reiches", Zeitschriftßir Se-
mitistik und verwandte Gebiete, 2. cilt (1 9 2 4 ), s. 2 4 6 -7 1 .
H. A. G ibbons, The Foundation o f the Ottoman Empire, (Oxford, 1 9 1 6 ), (tekrarbaski
1 9 6 8 ).
M. F. Köprülü, Les Origines de l'Empire Ottoman, (Paris, 19 3 5 ).
M. F. K öprülüzâde, “B em erkungen zur Religionsgeschichte K leinasiens" Mitteilungen
zurosmanischen Geschichte, 1. eilt, s. 2 0 3 -2 2 .
M. F. K öprülü, "O sm anlı m p ara to rlu u n u n E tn ik M en ei M eseleleri", Belleten V II .
cilt, (A n k ara, 1 9 4 3 ), s. 2 1 9 -3 1 4 .
C. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, (Londra, 1968).
O. T uran, "A natolia in the Period of th e Seljuks an d th e Beyliks", The Cambridge His-
tory o f Islam, (Cambridge, 19 7 0 ), s. 2 3 1 -6 2 .
P . W itte k , “D eu x c h a p itr e s de l'h is to ir e d e s T u rcs de R o u m ", Byzantion, XI. cilt
( 1 9 3 6 ), s. 2 8 5 -3 1 9 .

259
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

P. W ittek. The Rise o f the Ottoman Empire, (Londra, 1 9 3 8 ).


H. nalcık, “O sm anlı T arihine Toplu Bir Bakı ", Osmanlı, ed. G. E ren, (A n k a ra, 1 9 9 9 ),
s. 3 7 - 1 9 3 2 .
H . nalcık, “Struggle Betw een O sm an Gazi an d th e B y zan tin es for N icaea" Syposium,
Nicaea-lznik, (Istanbul, 2 0 0 3 ).

b. Beylikler
P. W ittek, Das Fürstentum Mentesche, Studie zur Geschichte Kleinasiens im 13-15.
Jahrhundert, (Istanbul, 19 3 4 ).
P. L e m e rle , L'Emirat d'Aydin, Byzance et l'Occident, Recherches sur 'Lageste
d ’UmurPacha', (Paris, 1 9 5 7 ).
B. Flem m ing, Landschaftsgeschichte von Pamphylien, Pisidien und Lykien im spät-
mittelalter, (W iesbaden, 1 9 6 4).
I. H. U zun çar ıh , Anadolu Beylikleri, (A nkara, 19 3 7 ).
M. F. K öprülü, “N otes o n th e H istory o f the Beyliks in A natolia", Türkiyat Mecmuası,
n. cilt (1928), s. 1-32.
Fr. T aesch n er, "B eiträge zu r Geschichte der A chis in A n ato lien (1 4 -1 5 . Ja h rh u n d e rt)’’,
Islamica, IV. eilt, (1 9 3 1 ), s. 1-47.
Fr. T aesch n er, “A k h i”; Encyclopaedia o f Islam, 2. basım , I. cilt.

c. Sınır beyli inden imparatorlu a (1352-1402)


H am m er, Z inkeisen ve Jorg a'n ın eserlerinden b a k a a a ıdakilere bakın .
I. B e ldicean u -S tein h err, Recherches sur les actes des règnes des Sultans Osman, Or-
han etMuradI, (M ünih. 19 6 7 ).
H. nalcık, “O tto m an M eth o d s o f C onquest", Studia Islamica, II. cilt, s. 1 0 3 -1 2 9 .
G. G .A m ak is, Ilk Osmanlılar, (Atina, 19 4 7 ) (Y unanca).
G. G .A m ak is “G regory P a la m as a m o n g th e T urks a n d D o cu m en ts o f H is C aptivity a s
H istorical Sources", Speculum, XXVI. cilt (1 9 5 1 ), s. 1 0 4 -1 8 .
The Travels o f Ibn Battuta, çev. H.A.R.Gibb, 1. v e 2 . ciltler, (Londra, 1 9 5 6 -6 1 ).
P. C haranis, “T he Strife A m ong th e Palaeologi a n d th e O ttom an T urks, 1 3 7 0 - 1 4 0 2 ”
Byzantion, XVI. cilt ( 1 9 4 2 -3 ), s. 2 8 6 -3 1 4 , XVII. cilt s. 1 0 4 -1 8 .
F. B abinger, Beiträge zurjnihgeschichte der Türkenherrschaft in Rumelien (14-15.
Jahrhundert), (M ünih, 1 9 4 4 ).
H . nalc ık , “E d ir n e 'n in F e th i”, Edirne’nin 600 Fetih Yıldönümü Arma an Kitabı,
(A nkara, 1 9 6 5 ), s. 1 3 7 -5 9 .
D. A ngelo v , “C ertains a sp ects de la co n q u ête des peu p les b a lk an iq u e s p a r le s T u rcs”
Byzantinoslavica, XVII. cilt (1 9 5 6 ), s. 2 2 0 -7 5 .
M . B rau n , Kosovo, (Leipzig, 1 9 3 7 ).
M . B raun, Lebensbeschreibung des Despoten Stefan Lazarevic von Konstantin dem
Philosphen im auszug herausgegeben und übersetzt, (G öttingen, 1 9 5 6 ).
H. nalcık, "B ayezıd I” Encyclopaedia o f Islam, 2 . basım . I.cilt.
A. S. A tiya, The Crusade of Nicopolis, (Londra. 1 9 3 8 ).
M. Silberschm indt, Das oriantalische Problem zur Zeit der Entstehung des türkischen
Reiches, 1381-1400, (Leipzig, 1 9 2 3 ).
M . M . A le x a n d re sc u -D e rs c a , La campagne de Timur en Anatolie, 1402, (B ü k re ,
1 9 4 2 ). Ele tirisi için bkz. Belleten, XI. 42 (1 9 4 7 ), s. 3 4 1 -5 .

260
KAYNAKÇA

G. O strogorsky, “La prise de Serrés p a r les Turcs". Byzantion, 3 5 (1 9 6 5 ), s. 3 0 2 -1 9 .


H . H. G iesecke, Das Werk des Aziz ibn Arda irAstarabadi, Ein QueUe zur Geschich-
te des Spätmittelalters in Kleinasien. (Leipzig. 1940).
E. W erner, Die Geburt einer Grossmacht-Die Osmanen (1300-1481), Ein Beitrag zur
Genesis des türkischen Feudalismus, (Berlin. 1966).

d. Fetret dönemi ve Toparlanı (1402-51)


P. W ittek, “De la défaite d'A n kara à la prise d e Constantinople", Revue des Etudes Is-
lamiques, 12 (1 9 3 8 ), s. 1-34.
J. W. Barker, Manuel IIPalaelogus, 1391-1425, (New Brunswick, 1969).
H. J. Kissling, “D as M enaqybnam e Scheich Bedr ed-dîns. des Sohnes d es Richters v o n
S a m a v n a", ZDMG, n o . 100 (1 95 0 ), s. 112-76.
H. nalcık, " A m aw utluk"; Ençyclopaedia ofIslam, 2. basım . I. cilt, s. 653 -8.
B. de la Brocquière, Le Voyage d'Outremer, ed. Ch. Schefer, (Paris, 1892).
D u ca s, Istoria Turco-Bizantina (1341-1462), ed. V asile Grecu, (B ükre , 1 9 5 8 ),
T ürkçe çevirisi, V. Mırmıroglu, Istanbul.
F. Thiriet, Régestes des délibérations du Senat de Venise Concernant La Romanie, 3
cilt, (Paris, 1 9 5 8 -6 1 ).
N. Jorga, Notes et Extraits pour servir à l’histoire des croisades auXVsiecle, I. ve n.
cilt, (Paris, 18 9 9).
W. Miller, Essays on the Latin Orient, (Cambridge, 1921).
A . E. V a c alo p o u lo s, “L es lim ites de l ’em p ire b y z a n tin " , Byzant. Zeitschrift, 55
(19 6 2 ), s. 5 6 -6 5 .
G. B eckm an n , Der Kampf Kaiser Sigmunds gegen die werdende Weltmacht der Os-
manen, (1392-1437), (Gotha, 1902).
O. Halecki, The Crusade of Varna, (New York, 1943).
J. D abrovski, “L' an n ée 1 444", Bulletin International, de l'Académie polonaise des
sciences et des lettres, Classe d'his. etdephil., (Harkov, 1952).
H. nalcık, Fatih: Devri üzerine Tetkikler ve Vesikalar, (Ankara, 1954).
F. Babinger, “Von A m urath zu A m urtah". Vor - u nd Nachspiel der Schlacht bei Varna
(1 4 4 4 ), Oriens, III. eilt, 2 (1 9 5 0 ), s. 2 3 3 -4 4 .
H. nalcık, “M urad II’’, Islâm Ansiklopedisi, v m . cilt, s. 5 8 9 -6 1 5 .
F. T aesch n er a n d P.W ittek, “Die Vezirfamilie der C andarlyzade (1 4 .-1 5 . Jah.) u n d ihre
D ankm äler", Der Islam, 18 (1 9 2 9 ), s. 60 -1 1 5 .
G. O strogorsky, “Byzance, état tributaire de l'empire turc”, Zbomik Rodova ( 1958). s.
49 -5 8 .

e. imparatorlu un Peki mesi(1453-1526)


F. B abinger, Mehmed der Eroberer und seine Zeit, M ünich, 195 3 (geni letilmi ital-
y a n c a si: Torino, 1 9 6 7 ), H .Inalcik'm ele tirisi, “M ehm ed th e Conqueror (1 4 3 2 -
1481) an d His Time", Spéculum, XXXV. cilt (1 9 6 0 ), s. 4 0 8 -2 7 .
S. R uncim an, The Fall o f Constantinople. (Cambridge, 1965).
A. M ercati, “Due lettere di Giorgio da Trebisonda a M aometto II", Orien. Chr. Period. 9
(1 9 4 3 ), s. 2 8 5 -3 2 2 .
K ritovoulos, History o f Mehmed the Conqueror. (Princeton. 1964).

261
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

H. nalcık. "The Policy o f M ehm ed II tow ard th e G reek P o p ulation o f Ista n b u l a n d th e


Dumbarton Oaks Papers, 2 3
B yzantine Buildings o f the City", (1 9 7 0 ), s. 2 1 3 - 4 9 .
H. nalcık, “M ehm ed II", slam Ansiklopedisi, VII. cilt, s. 5 0 6 -3 5 .
E. Hock, Pius II und der Halbmond, (Freiburg i. Br., 1 9 4 1).
F. B abinger, “R elazioni V isconteo-sforesche con la corte o tto m an a d u ran te il sec. x v ”,
Atri del Convegno di Scudi su la Lombardia e ¡’Oriente, (M ilano, 1 9 6 3 ).
A. Bom baci, “V enezia e 1' im presa turca di O ttranto", Rivisca Storico Italiana n o. 6 6
(1 9 5 4 ). s. 1 5 9 -2 0 3 .
F. B a b in g e r. “L o ren zo il M ag n ifico e la Corte o tto m a n a " , Archivio Strico Italiano
( 1 9 6 3 ).
F. B abinger, “M aom etto II il M agnifico e la Corte o tto m an a ", Archivio Storico Italiano
( 1 9 6 3 ).
S. Tansel, Sultan II. Bayezit’in Siyasi Hayatı, (Istanbul, 1 964).
N. B eldiceanu, “La c onquête des cités m arch an d es de Kilia et de Cetatea A lba p a r Ba-
vezid II", Südost-Forschungen, XXIII. eilt, s. 3 6 -1 1 5 .
S. N .Fisher, The Foreign Relations o f Turkey, 1481-1512, (U rbana, 19 4 8 ).
R. S.Schvvoebel, The Shadow ofthe Crescent: The Renaissance Image o fth e Turk
(1453-1517), (New York, 19 6 7).
H. Pfefferm an, Die Zusammenarbeit der Renaissancepapste mit den Turken, (W in-
terruhr, 1 9 4 6 ).
D onado d a Lezze. Historia Turchesca (1300-1514), (Bükre , 1 909).
H. S. Kissling, Sultan Bayezid II's Beziehungen zu MarkgrafFrancesco von Gonzaga,
(M ünih, 1 9 6 5 ).
L. T h u sa n e . Djem-Sultan, P aris, 1 8 9 2 . Kr . H .Inalcik, ‘D jem ’, Encyclopaedia o f Is-
lam, 2 . basım , 2 . cilt, s. 5 2 9 -3 2 .
H . A. v o n B u rsk i, Kemâl Re’is: Ein Beitrag zur Geschichte der Türkischen Flotte,
(B onn, 1 9 2 8 ).
F. B a bing e r, "Vier B a u v o rsch la g e L ionardo da V inci’s a n S u lta n B a y ez id II (1 5 0 2 -
1 5 0 3 )" , Nachr. der Academie der Wissensch. in Göttingen (P h il.-h is. Kl., 1 9 5 8 ,
no. 1).
F. B a b in g e r. “ K a is e r M a x im ilie n s I. “g e h e im e P r a k tik e tn " m it d e n O s m a n e n
(1 5 1 0 /1 1 )" , Südost-Forschungen, XV. eilt (1 9 5 6 ).
V. M inorsky, La Perse au XV siècle entre la Turquie et Venise, (Paris. 1 9 3 3 ).
H. Sohrw eid e, “D er Sieg der Safev id en in P ersien u n d se in e R ü c k w irk u n g en a u f die
S chiiten A natoliens im 16. Jahrh u n d e rt”, Der Islam, 41 (1 9 6 5 ), s. 9 5 -2 2 3 .
E. E berhard , Osmanische Polemik gegen de Safeviden im 16. Jahr, nach arabischen
Handschriften, (Freiiburg, 1 9 7 0 ).
S. T ansel, Yavuz Sultan Selim, (Istanbul, 19 6 9 ).
H . J a n s k y , "D ie E ro b e ru n g S y rie n s d u rch S u lta n Selim T', Mitt, zur osmanieshen
Geschichte, II. eilt ( 1 9 2 3 ), s. 1 7 3 -2 4 1 .
H. Ja nsky , “Die C hronik des Ibn Tulun als G eschichtsquelle ü b e r d e n F eld u zu g Su ltan
Der Islam, XV1I1 (1 9 2 9 ). s. 2 4 -3 3 .
Selim s I. g eg en die M am luken",
Ibn ly a s, An account ofthe Ottoman Conquest oJEgypt, çev. W .H .S alm on, (L ondra,
1 9 2 1 ).
M. A kda , Türkiye'nin iktisadi ve çtimaî Tarihi, (2 cilt), (A n k ara. 1 9 7 1 ).
M. B alard, LaRomanie Genoise, (2 cilt). (Paris, 1 9 7 8 ).

262
KAYNAKÇA

E. Balta, L Eubée à la Fin du XV e Siècle, (Atina, 1989).


F. W. Carter, Dubrovnik, A classic City-State, (Londra, 1972).
M. A. Cook (ed.), Studies in the Economic History o f the Middle East, (Londra,
1970).
H. nalcık, From Empire to republic, (Istanbul, 1995).
R. Mantran (ed.), Histoire de l'empire Ottoman, (Paris, 1989).
M. Speiser, Das Selimname des Sa 'di b. Abd al-Mute'al, (Zürih, 1946).
H. Massé, "Selim I en syrie, d’après le Sélim-Name”, Mélanges RenéDussaud, 2. cilt
(1939), s. 779-82.
H. A. R. Gibb, "Lutfi Pa a on the Ottoman Califate", Oriens, 15 (1962), s. 287-95.
H. A. R. Gibb, "Some Considerations on the Sunni Theory of the Califate”, Studies on
the Civilisation of Islam, ed. S.J.Shaw ve W.R.Polk, (Boston, 1962), s. 141-50.
C. A. Nallino, Notes sur la nature du 'Califat' en général et sur la prétendu ‘Califat
Ottoman', Rome, 1919.
C. H. Becker, "Barthold’s Studien über Kalif und Sultan", Der Islam, VI. eilt, s. 386-412.
M. Hartmann, “Das Privileg Selims I für die Venezianer von 1517", Orientalist. Stud
F.Hommel, II (1918), s. 201-22.
. Altundag, "Selîm I", Islâm Ansiklopedisi, X. cilt, s. 423-34 .
H. Edhem, Sultan Selim's aegyptischer Feldzug, (Weimar, 1916).
R. B. Merriman, Suleiman the Magnificent, (Cambridge, 1944).
L. Forrer, Die osmanischne Chronik des Rüstern Pascha, (Leipzig, 1923).
F. Tauer, Histoire de la campagne du Sultan Suleyman I contre Belgrade en 1521,
(Prag, 1924).
]. H. Mordtmann, Zur Kapitulation von Buda im Jahre 1526, (Budape te-lstanbul)
1918.)
M. Pavet de Courteille, Historie de la campagne de Moacz par Kemal Pacha Zadeh,
(Paris, 1859).
V. P. Moutafchieva, La Vakıf: Un aspect de la structure socio-écomnomique de l ’em-
pire ottoman, (Sofya 1981).
K. Setton, The Papac and the Levant, (4 cilt), (Philadelphia 1976-1984).
E. A. Zachariadan, Trade and Crusade. Venetion Crete and the Emirates ofMentesc-
heandAydin, 1300-1415, (Venedik. 1983).
Th. Goodrich, The Ottoman Turks and the New World, (Wiesbaden, 1990).
H. nalcık, The Ottoman Empire: Conquest, Oranization and Economy, (Londra
1978).

f . Osmanlı Devletinin Dünya gücü Olu u (1526-96)


I. Ursu, La politique orientale de François I, (Paris, 1908).
E. Oberhummer, Konstantinopel unter Süleiman dem Grosses, (Münih, 1902).
M. Luther. Vom Kriege wider die Türcken, Wittenberg (?) 1529.
F. Tauer, “Soliman's Wiener Feldzug" Archiv Orientalin, 24. eilt (1956).
W. Sturminger, Bibliographie und Ikonographie der Türkenbelagerungen Mens 1529
und 1683, (Graz-Köln, 1955).
K. Brandi, Kaiser Karl V, (2 cilt), (Münih, 1937-41).
S. A. Fischer-Galati, Ottoman Imperialism and German Protestantism. 1521-1555,
(Cambridge, 1959),
263
H. Inalcik, “The Origin of the Ottoman-Russian Rivalry and the Don-Volga Canal",
Annales de L'Universite d'Ankara, I (1947), s. 47-110,
S. Chew, The Crescent and the Rose, (New York, 1957).
C. D. Rouillard, The Turk in French History, Thought and Literature (1520-1660),
(Paris, 1941).
E. S. Forster, (çev.), The Turkish Letters o f Ogier Chxselin de Busbecq, Imperial A m -
bassador at Constantinople, 1554-1562 (tekrarbaski), (Oxford, 1968).
. Turan, Kanuninin o lu ehzade Bayezit Vakası, (Ankara, 1961).
P. Argenti, Chios Vincta, (Cambridge, 1941).
A. Vambery (çev. ve ed.), Travels and adventures o f the Turkish Admiral Sidi A li Re-
is, (Londra, 1899).
R. B. Serjeant, The Portuguese Off the South Arabian Coast, (Oxford, 1963).
L. Dames, “The Portuguese and Turks in the Indian Ocean in the Sixteenteh Century”,
Journal o f the Royal Asiatic Society, I. bölüm, (1921).
M. Steensgaard, Carracks, Caravans and Companies, (Copenhagen, 1972).
A. Tietze, (ed.), Habsburgisch-OsmanischeBeziehungen, (Viyana, 1985).
C. Orhonlu, Telhisler (1597-1607), (Istanbul, 1970).
H. Khatifeh, The History o f the Maritime Wars o f the Turks, çev. James Mitchell,
(Londra, 1831).
E. D. Ross, “The Portuguese in India and Arabia, 1517-1538", J.A.S. I. bölüm,
(1922).
W. E. D. Allen, Problems o f Turkish Pover in the Sixteenth Century, (Londra, 1963).
A. Bombaci, “Le fonti turcho della battaglia delle Gerbe”, Rivista d iS tu d i Orientali,
19 (1941), s. 193-248.
A. C. Hess, “The Evolution of the Ottoman Seaborne Empire in the Age of the Oceanic
Discoveries, 1453-1525”, The American Hist. Rev., LXXV-7 (1970), s. 1892-
1919.
Ö. L. Barkan, Süleymaniye Camii ve mareti in aatı, (Ankara, 1972).
Ö. L. Barkan, “Price Revolution of the Sixteenth Century,” International Journal o
Middle Eastern Studies, VI (1973).
S. W. Baron, A Social and Religious History o f the Jews, cilt: XVIII: The Ottoman Em -
pire, Persia, Ethiopia and China, (New York, 1983).
G. Bayerle, Ottoman Tributes in Hungary, The Hague, (Paris, 1973).
N. Beldiceanu, Recherche sur la ville Ottomane au XVe siècle, étude e t actes, (Paris,
1973).
N. Beldiceanu, Le tımar dans L'État ottoman (débutXVe-débutXVIe siècle), ed. Ot-
to Harrassorrltz, (Wiesbaden, 1980).
P. Benedict, Geography and Social Perspectives. (Leiden, 1974).
J. R. Blackburn, “The Ottoman Penetration of Yemen,” Archivum Ottomanicum. VI
(1979), 55-93.
C. E. Bosworth (ed.), The Islamic World, Essays in Honor o f Bernard Lewis (Prince-
ton, 1989).
F. Braudel, The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age o f Philip II,
(2 cilt), (New York, 1973).
F. W. Carter, Dubrovnik (Regusa), A Classic City-State, (Londra ve New York,
1972).

264
KAYNAKÇA

M. celâlzâde, Geschichte Sultan Suleyman Kanunis von 1520 bis 1551. ed. P. Kap-
pert (Weisbaden, 1981).
D. Chirot, The Origins o f Backwardness in Eastern Europe. Economies and Politics
ß o m the Middle Ages until the Early Twentieth Century, (Berkeley, 1989).
M. Çizakca, “A Short History of the Bursa Silk Industry (1500-1900)," Journal o f
Economic and Social History o f the Orient, XXIII (1983).
A. Cohen ve B. Lewis, Population and Revenue in the Towns q f Palestine in the Six-
teenth Cntury, (Princeton, 1978).
M. A. Cook, Population Pressure in Rural Anatolia, 1450—1600. (London, 1972).
S. Divitçioglu, "Modèle économique de la société ottomane," La Pensée, 144 (1969),
s. 41-60.
S. Faroqhi, Peasants. Dervishes and Traders in the Ottoman Empire, (London,
1986).
S. Faroqhi, Men of Modest Substance, House Owners and House Property in Sevente-
enth-Century Ankara and Kayseri, (Cambridge, 1987),
S. Faroqhi, Towns and Townsmen o f Ottoman Anatolia, Crafts and Food Production
in an Urban Setting, (Cambridge, 1984).
S. Faroqhi, Herrscher über Mecca, Die Geschichte der Pilgerfahrt, (Münih ve Zürih.
1990).
C. Finkel, The administration of Warfare: The Ottoman Military Campagnes in Hun-
gary. 1593-1606, (Viyana, 1987).
W. J. Griswold, The Great Anatolian Rebellion, 591—1611, (Berlin, 1983).
A. C. Hess, The Forgotten Frontier: A History of the Sixteenth Century Ibero-AJrican
Frontier, (Chicago, 1978).
W. D. Hütteroth ve K. Abdulfattah, Historical Geography of Palestine, Transjordan
and southern Syria in the Late 16 th Century, (Erlangen, 1977).
W. D. Hütteroth, Türkei, (Darmstadt, 1982).
H. nalcık, “The Socio-Political Effects of the Diffusion of Fire-Arms in the Middle
East," War, Technology and Society in the Middle East, ed. V. Parry and Yapp.
H. nalcık, “Centralization and Decentralization in Ottoman Administration," Studies
in Eighteenth Century Islamic History, ed. T. NafFve R. Owen, (Londra, 1977).
H. nalcık, “The Impact of the Annales School on ottoman Studies and New Findings,
Review (Binghamton, 1978).
H. nalcık, “Ottoman Archival Materials on Millets", Christians and Jews in the Otto-
man Empire, I, (New York, 1982)

g. Osmanli Imparatorlugu’nun Gerilemesi


M. Naima, Annals of the Turkish Empirefrom 1591 to 1659, çev. C.Fraser, (Londra.
1832).
L. Von Ranke, Die Osmanen und die spanische Monarchie, (Leipzig. 1877).
U. Heyd, Ottoman Documents on Palestine, 1552-1615, (Oxford, 1960).
O. Burian, The Report of Lello, Third English Ambassador to the Sublime Porte, (An-
kara. 1952).
S. Bono, I corsari barbareschi, (Turin. 1964).
J. Pignon. “La milice des Janissaires de Tunis au temps des Deys (1590-1650)”, Cahi-
ers de Tunis, IV (1956).

265
R. C. Anderson, Naval Wars in the Levant, 1550-185J , (Princeton, 1952).
G. Hill. A History o f Cyprus (4 cilt), (Cambridge, 1940-52).
H. nalcık, Ottoman Policy and Administration in Cyprus after the Conquest, (Ankara
1969).
C. Roth, The House o f Nasi: the Dukes o f Naxos, (Philadelphia, 1949).
G. E. Rothenberg, The Austrian Military Border in Croatia, 1522-1747, (Urbana,
1960).
J. C. Davis, Pursuit o f Power, Venetian Ambassadors'Reports on Turkey, France and
Spain, 1560-1600, (New York, 1970).
S, Faroqhi, Die Vorlagen (telhis) des Crosswesirs Sinan pasa an Sultan Murad III,
(tez), (Hamburg, 1967).
C. Orhonlu, Telhisler. (1597-1607), (Istanbul, 1970).
N. H. Bigman, The Turco-Ragusan Relationship, 1575-1595, (Paris, 1967).
A. H. Wratislaw (çev.), Adventures o f Baron Wenceslas Wratislaw o f Mitrowiz,
1599, (Londra, 1862).
Le Strange (çev.) Don Juan o f Persia, 1560-1604, (Londra, 1926).
P. Paolo Carali, Fakhr ad-din 11, Principe delLibano e la Corte di Toscana, 1605-
1635 (2 cilt), (Roma, 1936).
F. A. Behrnauer, "Ko abeg's Abhandlung über den Verfall des osmanischen Staatsge-
baudes seit Sultan Suleiman dem Grossen", ZDMG, 15 (1861), s. 272-332.
F. A. Behrnauer, “Das Nasihatname. Dritter Beitrag zur osmanischen Gesellschaft",
ZDMG, XVIII (Leipzig, 1864), s. 699-740.
R. Tschudi (ed. ve çev.), Das Asafhame desLuftiPascha, (Berlin, 1910).
B. Lewis, “Ottoman Observers of Ottoman Decline", Islamic Studies, I (Karachi,
1962), s. 71-87.
H. nalcık, The Ottoman Decline and Its Effects Upon the Reaya, Güneydo u Avrupa
ncelemeleri kinci Uluslararası Kongresine Bildiri, (Atina, 1970).

VII. OSMANLI HUKUK VE MALÎYESl

P. Horster, ZurAnvendung des islamicshen Rechets im 16. Jh. Diejuristischen Darle-


gungen (m a’ruzat) desSchejch ül-IslamEbuSu’üd (ges. 1574), (Stuttgart, 1935).
Ö. L. Barkan, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı imparatorlu unda Zirai Ekonominin
Hukuki ve Mali Esasları, ( stanbul, 1943).
ö. L. Barkan, ‘The Ottoman Budgets’, Revue de la Faculté des Sciences Econ. de
l'Univ. d ’Istanbul, XVII, (1955-6), s. 193-347.
H. nalcık, “Süleyman the Lawgiver and ottoman Law", Archivum Ottamanicum, I.
cilt.
H. nalcık, "Land Problems in Turkish History”, Muslim World, 45 (1955).
R. R. Arat, "Un yarlık de Mehmed 11 le Conquérant”, Annali, nuova serie, 1. cilt, (Ro-
ma, 1940), S. 25-68.
N. Beldiceanu, Les actes des premiers sultans, (Paris, 1960). Bu kitabın ele tirisi için
bkz. H. Inalcik, “Notes", DerIslam, 43 (1967), s. 139-57.
R. Mantran, Règlementsfiscaux ottomans, la police des marchés de Stamboul au dé-
but duXVIsiècle, in Cahiers de Tunisie, IV (1956), s. 213-41.
KAYNAKÇA

Mantran-J. Sauvaget, Règlementsfiscaux ottamans, (Beyrut, 1951).


:£ ?»
H in s, "D as S teu rw ese n O sta n ato lien s im 15. u n d 16. jh .”, ZDMG, XXV (1 9 5 0 ), s.
1 7 7 -2 0 1 .
A . G alan té , Turcs et Juifs, Etude historique et politique, (Istanbul, 1 9 3 2 ).
M . C ru siu s, Turco-Graeciae, libro octo, (Basle, 1 5 8 4 ).
F. Sc h e el, Die staatrechtliche Stellung der ökumenischen Kirchenfïirsten in den alten
Türkei, (B erlin, 1 9 4 3 ).
N . Z ern o v , Eastern Christendom, (L ondra, 1 9 6 1 ).
S. R u n c im a n , The Great Church in Captivity, (Cam bridge, 1 9 6 8 ).
L. H ad ro v isc , Le peuple serbe et son église sous la domination turque, (Paris, 19 4 7 ).
G. S tad tm ü lle r, “O sm a n isc h e R eich sg esch ich te u n d b a lk an isch e V olksgeschichte", Le-
ipziger Viertelsj.JürSüdost-Europa, 3 (1 9 3 9 ), s. 1-24.
M . M la d a n o v ic , "Die H e rrsch a ft der O sm a n en in Serbien im lichte der S pra che ”, Sü-
dost-Forschungen, XX ( 1 9 6 1 ), s. 1 5 9 -2 0 3 .
R. M . D a w k in s, "T he C ry p to -C h ristian s o f T u rk ey ", Byzantion, VIII ( 1 9 3 3 ), s. 2 4 7 -
77.
Rechnungsbücher türkicsher Finanzstellen in Buda
L. F e k e te v e G y. K a ld y -N ag y ,
(Offen), 1550-1580, türkischer text, (B udape te, 19 6 2 ).
S. J. S h a w , The Budget of ottoman Egypt, (Paris, 1 968).
S. J. S h a w , Organization and Development of Ottoman Egypt, 1517-1789, (Prince-
to n N.J., 1 9 6 2 )
R. A n h e g g e r, Beitrage zur Geschichte des Bergbaus im osmanicshen Reich, (3 eilt),
(Istan b u l, 1 9 4 3 - 5 ).

VIII. OSMANLI SARAYI VE MERKEZ YÖNET M

J. v o n H am m er, Das osmanisehen Reichs Staatsverfassung undStatsvenvaltung (2


cilt), (V iy an a, 1 8 1 5 ).
M o u r a d g e a d 'O h s s o n , Tableau général de ¡’empire ottoman (7 cilt), (P aris, 1 7 8 8 -
1 8 2 4 ).
P. R y c au t, Present State of the Ottoman Empire, (Londra, 1 6 7 0 ).
I. H. U zun ç ar ılı Kapıkulu Ocakları (2 cilt), (A n k ara, 1 9 4 3 -4 ).
I. H. U zun ç ar ılı, Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Te kilâtı, (A n k ara, 1948)
I. H. U zunçar ılı, Osmanlı Devletinin Saray Te kilatı, (A nkara, 19 4 5 ).
I. H. U çunçar ılı, lmiye Te kilatı, (A nkara, 1 963).
H . A . R. Gibb a n d H. B ow en, Islamic Society and the West, (L ondra, 1 9 5 0 -5 7 ).
V. L. M é n a g e , "N o tes a n d C o m m u n icatio n s. S id elig h ts o n th e Dewshirme from Idris
a n d S a ’d u d d in ", BSOAS, 18 ( 1 9 5 6 ), s. 1 8 1 -3 .
B. D. P a p o u lia , Ursprung und Wesen der 'Knabenlese' im osmanicshen Reich, (M ü-
n ih , 1 9 6 3 ).
N. M . P e n z er, The Harem,(L o n d ra-B o m b ay -S y d n ey , 1 9 3 6 ).
J. A . B. P alm er, “T h e O rigins o f th e Ja n issaries", Bulletin o f the John Rylands Library,
XXXV (1 9 5 3 ), s. 4 4 8 -8 1 .
U. H ey d , " M o ses H am o n , C hief Jew ish P h y sician to S u ltan S u ley m a n T he M agnifici-
e n t" , Oriens, 16 (1 9 6 3 ), s. 1 5 3 -7 0 .

267
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1600)

M. Baudier, Histoire générale du serrail et de la cour du Grand Seigneur, (Paris,


1623).
B. Miller, The Palace School o f Muhammed the Conqueror, (Cambridge, 1941).
B. Miller, Beyond the Sublime Porte: The Grand Seraglio ofStam bul, (New Haven,
1931).
W. L. Wright, Ottoman Statecraft: The Book o f Counself o r Viziers and Governors o f
Sari Mehmed Pasha, (Princeton, 1935).

IX. NÜFUS, EH RLER VE YOLLAR

Ö. L. Barkan, “Les déportations comme méthode de peuplement et de colonistaion dans


l’empire ottoman”, Revue de la Faculté des Sciences Economiques de l’Université d ’I s-
tanbul, XI (1946-50), s. 524-569, Xm. cilt, s. 56-79, XV. cilt, s. 209-329.
Ö. L. Barkan. “Essai sur les données statistiques des registres de recensement dans
l'empire ottoman au XV et XVI siècles”, Journal o f Economie and SocialHistory o f
the Orient, I. cilt (1957).
Ö. L. Barkan "Les formes de l’organisation du travail agricole dans l’empire Ottoman
aux XV siècles”; Revue de la Faculté des Sciences Economiques de l ’Université, d ’
Istanbul, l-II (1939) s. 29-74.
Ö. L. Barkan, “Quelques observations sur l'organization économique et sociale des vil-
les ottomanes, des XVI et XVII siècles”. Recueil Société Jean Bodin, VII (1955), s.
289-311.
N. Todorov, The Balkan City, 1400-1900, (Seattle, 1983)
F. Taeschner, Dasanotolische wegenetznach osmanicshen Quellen (2 cilt), (Leipzig,
1924-6).
G. Baer, “The Administrative, Economie and Social Functions of Turkish Guilds", In-
ternational Journal ofMiddle EastStudies, I (1970), s. 28-50.
M. Alexandrescu-Dersca, “Contribution à l’étude de L’Approvisionnement en blé de
Constantinople au XVIII siècle", Studia etActa Orientalia, I (1957), s. 13-37.
W. Behmauer, “Mémoire sur les institutions de police chez les Arabes, les Persans et
les Turcs”Journal Asiatique, V. seri, XV (1861), s. 347-92.
F. Taeschner, Alt-StambulerHofund Volksleben, (Hanover, 1925).
A. Refik, Istanbul Hayatı (2 cilt), (Istanbul, 1930-31).
A. A. Pallis, In the Days o f the Janissaries, (Londra, 1951).
B. Lewis, Istanbul and the Civilisation ofthe Ottoman Empire, (Oklahoma, 1963).
R. Mantran, Istanbul dans la seconde moitié du XVIII siècle, (Paris, 1962).
M. Hadzijahic, “Die privilegjerten Stadte zur zeit des osmanicshen Feudalismus", Sü-
dost-Forschungen, XX (1961), s. 130-58.

X. T CARET ve EKONOM

W. Heyd, Histoire du Commerce du Levant (2 cilt), (Leipzig, 1936).


H. nalcık, “Harir", Encyclopaedia o f Islam, 2. basım, III. cilt.
H. nalcık, “Bursa and the Commerce of the Levant". Journal o f Economic and Social
History o f the Orient, 111/2 (1960), s. 131-47.
KAYNAKÇA

G. R. B. R ichard s. Florentine Merchants in theAgeojMedicis, (Cambridge, 1932).


A. C. W oo d , History o f the Levant Company, (L ondra, 19 3 5 ).
P. M a s s o n , Histoire du commercefrançais dans le Levant au XVII siècle, (Paris
1 8 9 6 ).
U. D o rin i-T . B e rtele, Il libro dei conti di Giacomo Badoer, Constantinopoli, 1436-
1440, (R om a, 1 9 5 6 ).
F. T hiriet, “L es le ttres com m erciales des Bebo et le com m erce vén itie n d a n s l’em pire
o tto m a n à la fin d u XV siècle”, Studi in onore di Armando Sapori, (Milano, 1957)
s. 9 1 1 - 3 3 .
H . nalcık, “Capital F o rm a tio n in th e O tto m an E m pire", Thejournal of Economic His-
tory, XXIX (1 9 6 9 ), s. 9 7 - 1 4 0 .
H . nalcık , Osmanlı mparatorlu u, Toplum ve Ekonomi, ( stanbul 19 9 3 ).
D. G offm an , zmir and the Levantine World, 1550-1650, (Seattle, 1 9 8 9 ).
A. H . d e G root, The Ottoman Empire and the Dutch Republic, (Leiden 19 7 8 ).
H . nalcık, Sources and Studies on the Black Sea, (Cambridge, 1 9 9 5 ).
B. M c g o w a n , Economic Life in Ottoman Europe, (Cambridge v e Paris, 1 9 8 2 ).
B. M a ste rs, The Origins o f Western Economic Dominance in the Middle East, (New
Y o rk v e L on d ra, 19 8 8 )
H . G erb er, Economy and Society in an Ottoman City: Bursa 1600-1700, (K u d üs,
1988)
J. T adiç, “L e c o m m erce e n D alm atie e t à R ag u se e t la d écadence é conom ique de Veni-
se a u XVIII siècle", Civiltà Venezianastudi9, s. 2 3 7 -7 4 .
H . nalcık, “Im tiy a za t: O tto m an ", Encyclopaedia o f Islam, 2 . basım , IV. cilt M. Berza,
"L a c o lo n ia fio re n tin a di C o n stan tin o p o li n e i se co li X V.-XVI.", Revue histoire du
Sud-Est Européen, XXI (1 9 4 4 ), s. 1 3 7 -5 4 .

XI. KÜLTÜR

A. B om baci, Storia della letteratura turca dall’antico imperio di Mongolia all’odiema


Turchia, (M ilano, 1 9 5 6 ).
A. A. A d ıvar, Osmanlı Türklerinde Ilim, (Istanbul, 1 9 4 3 ).
E. J. X. Gibb, History o f Ottoman Poetry (6 cilt), (L ondra, 1 9 0 0 -9 ).
R. E ttin g h a u se n (ö n sö z), M. S .Ip iro lu v e S .E yübo lu, Turkey, A ndentMiniatures,
UNESCO W orld Series, (Paris, 1 9 6 1 ).
E. E sin, Turkish Miniature Painting, (V erm ont v e T okyo, 1 9 6 0 ).
G. M. M e redith -O w ens, Turkish Miniatures, T h e British M u seu m , (L ondra, 1 9 6 3 ).
I. S tch o u k in e , La peinture turque d'après les manuscrits illustrés, Ipartie de Süley-
man I à Osman II, 1520-1622, (Paris, 1 9 6 6 ).
F. Ö ü tm e n , Miniature ArtJfom the Xllth to the XVIIth Century, (Istan b u l. 1 9 6 6 ).
C. E. A rsev e n , L ’art turc depuis son originejusqu’à nosfours, (Istanbul, 1 9 3 9 ).
K. E rd m a n n , Orientteppiche aus vier Jahrhunderten, (H am burg, 1 9 5 0 ).
K. E rd m an n , Das anatolischeKaravansaray (2 eilt), (Berlin, 1 9 61 ).
M. K. ö zergin, “A nadolu’da Selçuk K erv an saraylan ", Tarih Dergisi, no. 2 0 , s. 14 1 -7 0 .
A. G abriel, “Les m o sq u é es de C onstantinople", Syria, VII (1 9 2 6 ), s. 3 5 9 -4 1 9 .
A. G abriel, Une capitale turque: Brousse (2 cilt), (Paris, 19 5 8 ).
C. G urlitt, Die Baukunst Konstantinopels, (Berlin, 1 9 1 2 ).
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

J. Karabacek, Abendlaendische Künstler zur Konstantinopel im 15. und 16. Jhdt.,


(Viyana, 1917).
T. Öz, Turkish Textiles and Velvets, (Ankara, 1950).
E. DiezveO. Aslanapa, Türk Sanatı, (Istanbul, 1965).
E. Diez, “The Architect Sinan and his Works", Atlantis, (Nisan, 1953).
R. M. Meriç, Mimar Sinan. Hayatı, Eseri I. cilt, (Ankara, 1965).
H. Glück, Die Kunst der Osmanen, (Leipzig, 1922).
K. Erdmann, Zur türkischen Baukunst seldschukischer und osmanischer Zeit, (Istan-
bul, 1958).
E. Akurgal, C. Mango ve R. Ettinghausen, Reasures o f Turkey, SKIRA, (1966),
U. Vogt-Göknil, Lesmosqués turques, (Zürih, 1953).
U. Vogt-Göknil, LivingArchitecture: Ottoman, (Londra, 1966).
A. Kuran, The Mosque in Early Ottoman Architecture, (Chicago ve Londra, tarihsiz)
H. Glück, Die Bader Constantinopels, (Viyana, 1921).
C. Gurlitt, “Die Bauten Adrianopels”, Orientalische Archiv., I. cilt, (Leipzig, 1910-11).
A. Gabriel, Châteaux turcs du Bosphore, (Paris, 1943).
A. Gabriel, Monuments turcs d'Anatolie (2 eilt), (Paris, 1931-45).
K. Otto Dom, Das islamische znik, (Berlin, 1941).
B. O uz, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri (3 cilt), ( stanbul, 1980).
C. Fleischer, Bureaucrat and lntellectual in the Ottoman Empire: The Historian Mus-
tafa Âli (1541-1600), (Princeton 1986).
M. Kiel, Art and Society ojBulgaria in the Turkish Period, (Maastricht, 1985)
E. Egli, Sinan, der Baumeister osmanischer Glanzzeit, (Zürih, 1954).
M. And, A History ofTheatre and Popular Entertainment in Turkey, (Ankara, 1963-4).
M. And, Dances ofAnatolian Turkey, (New York, 1959).
H. Ritter. Karagöz, türkische Schattenspiele (3 cilt): I, (Hanover 1924), II, (Istanbul,
1941), III, (Wiesbaden, 1953).
S. Eyice, "Sultaniye-Karapınar'a Dair”, Tarih Dergisi, 20 (1965), s. 117-40
N. Göyünç, “Eski Malatya'da Silâhdar Mustafa Pa a Hani", Tarih Enstitüsü Dergisi, 1
(1970), s. 63-92.
Ta köprizâde, Es-Saqaiq en-no‘manijje, enthaltend die Biographen der türkischen
und im osmanischen Reiche wirkenen Gelehrten, Derwisch-Scheikh’s undArtzte
çev. O.Rescher, (Istanbul, 1927).
). K. Birge, The Bektashi Order ofDervishes, (Londra, 1937).
I. Beldiceanu-Steinherr, Scheich Üftade, der Begründer des Gelwetijje Ordens, (Mü-
nih, 1961).
H. J. Kissling, "Aus der Geschichte des Chalwetijje-Ordens”, ZDMG, 103-2 (1953), s.
233-89.
H. J. Kissling, “The Role of the Dervish Orders in the Ottoman Empire”, Studies in Is-
lamic CulturalHistory, ed. G.E. von Gmnebaum, American Anthropologist, tez no:
76 (1954).
F. W. Hasluck, Christianity and Islam under the Sultans (2 eilt), (Oxford, 1929).
P. Kahle. Piri R e’i's Bahriye, Das türkische Segelhandbuchßir das Mittelländische
Meer vom Jahre 1521, (Berlin ve Leipzig, 1926).
Piri Reis, Kitab-iBahriye, (Istanbul, 1935).
B. Yediyıldız, Institution du Vakf au XVIII siècle en Turquie, (Ankara, 1985).
F. Sümer, O uzlar (Türkmenler), (Ankara, 1967).
DZN

A baza M ehm et P a a bkz. Mehmet Pa a Akdeniz 34, 41, 44, 45, 46, 48, 51, 56,
(Abaza) A khadım A ga 102
Abaza Mehmet Pa a isyanı bkz. isyan (Abaza Akıncılar 88
Mehmet Pa a) A kkerman 35. 135, 136. 137, 138
Abbas ( ah,Büyük) 47, 48, 50, 55 A kkoyunlu devleti 37. 20 2
Abbasî halifeli i 9, 6 2 ,7 1 ,7 2 ,9 6 , 113, 157 Akritai 13
Abdalân 199, 201 A ksaray 1 7 5 ,2 0 7
Abdalân-ı Rum 195 A k em seddin 104, 1 8 9 ,2 0 0
Abdullah (Bosnevî) 207 Alâeddîn Tûsî 175, 185
Abdullah (Özbek Hanı) 47 A lanya 130, 133
Abdullah (San) 209 A lanya Beyi 33
Abu Hanîfe 181 Alcazar Sava ı 49
Acemioglan 84 Âlî (Tarihçi) 50
adak bkz. Nezir Ali Cemâli Efendi 100
Adâletnâme 81, 97 Alî Fenârî 175, 179
Adana 130 Ali Ku çu 184, 185
Aden 133 Ali Pa a (Çorlulu) 92, 188, 193
Adûdüddîn îcî 177, 180, 185 Ali Pa a Medresesi 176
Ahî Evran (Nasîreddin Mahmut) 158, 208 Almanya 43
Ahî H a an bkz. Ha an (Ahi) Alplık 12, 194
Ahilik 61, 62, 68, 156, 158, 161, 194, 208 Altınordu 11, 4 4 ,1 2 7
Ahmet (Yazıcızâde)186 Amadeo VI ( Savoyalı) 18
Ahmet (Mehmet Il'nin karde i) 31 A masra 21, 24, 109, 130, 136, 147
Ahmet (Ta köprülüzâde) 1 7 3 ,1 7 5 , 179, 182, Amasya Antla ması 43
187, 190, 191, Amirutzes (Trabzonlu) 189
Ahm et I 67, 96, 105, 103 Amyris, Filelfo, Giovanni-M aria 189
Ahmet II 67, 97 Anabolu (Nauplion) 32
Ahmet 111 67. 6 9 ,8 6 . 92. 105 Anadolu Beylerbeyi 79,1 0 9 . 2 03
Ahmet Pa a (Gedik) 34, 35. 69. 104 A nadolu B eylikleri 13, 2 1 , 2 4 , 2 6 , 2 8 , 7 4 ,
Ahmet Pa a (Hersek) 153 120, 194
Ahmet Yesevî 195 Anadolu H isan 30, 140
Aka a 85 Ancona 141

271
OSMANLI MPARATORLU U: KÛS K ÇA (1300-1600)

Andrea Doria 41 Aziz Yahya övalyeleri 40. 134


Andronikos IV 18 Aziz Yorgos 195
Angarya 80, 81. 112. 147
Angiolello, ]. M. 86. 147 Babaîlik 1 9 5 ,1 9 7 , 1 9 9 ,2 0 1 ,2 0 5
Ankara 20, 200, 201, 136 Bâb-i Âlî 95, 106
Ankara sava ı 22, 24, 196 Babü's-saâde 67, 85, 98 a ası 102
Antalya 20, 130, 133, 134 Bâc 7 8 .1 6 1
Arabistan 63, 152 Ba dat 38. 4 3 .1 0 9 . 123
Aragon Kralı 32 Ba nazlık 187-193
Arge 22 bailo 141
Argos 32, 33. 147 Balat 130
Ariza 118 Balım Sultan 206, 209
A rnavutluk 17, 22, 24, 27, 32, 33, 41, 119, Bâlî Sofyevî 207
140, 141, 152, Balkan Beyleri 25
Âron 111135 Balkan Da lan 27
Arpalık 121 Balkanlar (feühler) 17, 1 8 ,1 9 , 20, 21
Arvanid Sanca ı 84 Bapheus bkz. Koyunhisar
Arz a ası 86 Barak Baba 194
Arz Odası 98 Barbarigo, Andrea 168
Arz-ı m azhar 96 Barbaros Hayrettin Pa a bkz. Hayrettin Pa a
A skeri sın ıf 51, 5 3, 74, 75, 80. 8 4 . 88, 91, (Barbaros)
108, 115, 119, 148, 158, 167 Basra 43, 50
Askeri yöneticiler 25 Basra Körfezi 132
Astroloji 183, 187 Ba defterdâr 100, 101, 106
Astronomi 173, 175. 176, 188 Ba kent sava ı 33
 ık Pa a 2 08 Bâthori, Istvân 45
Atâullah efendi 191 Batılıla ma 188
Ate li silah 2 8 . 3 3 . 3 6 . 3 7 . 3 8 . 4 8 . 52. 53. Bâtınîler 191
55. 112, 166 Batlamyos 186
Atlas Majör. Blaeu. Joan 188 Battalnâme 196
Atlas Minör, Mercator, Hondius 188 Bayezit (Süleyman’ın o lu) 65, 66
Atlı asker 118 Bayezit 1 (Yıldınm) 11, 20, 21, 22, 29. 62, 71,
A vânz 54, 80,152 8 3 .8 4 . 130, 108, 113, 140, 141, 196
Averroe bkz. Ibn Sina (Averroe) Bayezit II 35, 36, 37, 38, 69, 78, 79, 85, 94,
Averroizm 185 102, 114. 138, 150. 185, 2 0 1 ,2 0 8
Avlonya 34. 41 Bayramı tarikatı 183, 196, 199, 2 00
A vrupa 15. 16, 42 Etkisi 5 6 , 57, 161. 183. Bayzâvî 185, 186
188 Bedesten 149, 155, 165, 168
A vusturya 45, 47, 48, 54. 98. 109 Bedreddîn ( eyh) 2 5 , 120, 175, 181, 185,
Ayan 56, 92 196, 197; 199,2 0 1
A yas 127 Behmanî Sultanlı ı 132
A yasofya 31, 49, 68, 150 B ektâ îlik 199, 2 0 1 , 2 0 2 , 2 0 3 , 2 0 5 , 2 0 6 ,
A zak 44, 49, 135, 137, 139, 208, 209
Azerbaycan 37, 3 8 ,4 3 . 48. 144 Belgrat 32, 26, 40, 142, 152, 155
Aziz Bartolomeos günü 43, 48 Bellini. Gentile 34, 35. 189
Aziz Stefan tarikatı 48 Bender Kalesi 46

272
DZN

Bender-Abbas limanı 50 Cava 50


Berat 75, 81, 101. 118, 161. 177, Cebeciba ı 86
Berlinghieri 189 C ebelü88, 90, 118
Beyler 17, 2 7 , 32, 38, 56. 79 Celâli isyanlan bkz. isyan (Celâli)
B eylerbeyi 5 5 , 8 6 , 88, 108, 110, 113. 118. Celveti tarikatı 105
119. 121, 123, 190, Cem (Fatih'in o lu) 35
Beyrut 133, 143
Cem Sultan 3 6 . 195
Bey ehir 136
Cemâleddîn (Râzî'nin torunu) 184
Bezirgân 168
Ceneviz 30, 32, 130, 131. 135, 137. 143,
Bîat 68, 178
Cenova 139, 140
Bid’a t 78, 191-193
Cerime resmi 112
Bilecea bkz. Ploçnik (Bilecea) Ceza hukuku 78. 80
Birecik 131
Cezayir 4 8, 123 Beylerbeyil® 109. 111
Birgi 13
Cidde 63, 132, 133
Birûn 86-8 8
Cihad 182
Bitlis 43 , 131
Cihannumâ, Kâtip Çelebi 183
Bizans 11, 12, 1 5 - 1 8 ,2 4 -2 8 ,3 0 ,3 1 , 113
Ciriaco (Anconalı) 189
Blaeu, Joan 188
Cizye 13, 54, 121
Blount, H. 117
Cuma namazı 9 6 ,1 0 6 , 9 0
Bo azlar 15. 135
Cülus 65, 67, 68, 88. 92. 104
Bogdan 32, 35, 41. 47, 109, 111, 135, 139
Cürcânî (Seyyid erif) 175, 176, 179, 184
Bolu 152
Bosna 21, 27, 3 2,-34, 78, 109, 142,
Çagmînî 184, 186
Bosna-H ersek 141. 142, 154
Çaldıran Sava ı 3 8 .2 0 3
Bostancı 88
Çanakkale 135
Bozcaada 31
Çanakkale Bo azı 1 5 ,1 8 .2 0 . 22. 2 8 . 3 1 .3 4 .
Brahe, Tycho 187
140
Brankoviç Georgi 26. 32
Çandarfı Halil bkz. Halil (Çandartı)
Brocquiere, Bertrandon de La 2 8. 95, 131
Çandartılar 2 0, 26. 28. 101
Budin 40 , 4 7 , 121. 155
Çavu 121
Bulgaristan 15. 17, 19-22. 151.
Çavu ba ı 87. 97. 106
B urhaneddin (Kadı) 21, 22
Çeriba ı 122
B ursa 2 4 , 2 6 . 2 8 . 3 3 , 3 7 . 3 8 , 13. 14. 130.
Çerkassi 137
131, 136, 149, 182, 108, 119, 132. 133,
Çerkesler 4 4
138. 141, 146. 148, 152, 162, 163, 168.
Çerkezistan 111
2 0 3 dokum a endüstrisi 166
Çe me 152
Busbecq 154. 155. 183
Çıkma 86. 8 8 .1 0 2 .9 2
Bürokrasi 6 5 . 7 4 ,9 0 , 100. 101. 103, 178
Çift bozan akçesi 115
Bürokrat sınıf 188, 192
Çift resmi 1 1 2 .1 1 5
Büyük Oda 8 5 , 92
Çiftlik 79
Byelgorod 137
Çimpe ^Omurbeylı! 15
çirmen 18
bkz. Kalvencilik
Calvinist
Çokadâr 86
Câmi'ul-Fusulayn 181
Dâhil Medrese 17t>
Canon 188
Dâltef 37, 201, 202
Cateau-Cambıtsis Ban ı 46
273
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Dani mendnâme 196 Dülbendo lanı 86


Darphane 79 Dülkadir Beyli i 36. 38, 2 0 3
D ârü'l-Mesnevî 209
Dârü's-sâade A ası 86, 87 East ndia Company 50
Dârülhadîs medresesi 176 E b u ssu 'û d ( e y h ü lislâ m ) 1 7 9 , 1 8 1 , 1 9 0 ,
Dârülharb 13, 18 1 9 2 ,2 0 0
Dârülislâm 12 Ede Balı 61
Davud (Kayserili) 2 07 E dirne 1 5 -1 7 , 2 4 , 2 8 . 3 8 , 1 3 2 , 1 3 9 , 1 4 1 .
De re militari, Valturio, Roberto 189 142, 146, 148, 149, 152, 176, 177, 182,
Debbaghane (tabakhane) 158 201,
Dede 203, 205. 206 Edime antla m ası 27
Defderdâr 98. 99. 102, 106. 111, 121, 122, Edime sarayı 84, 85
178 Efes 130
Dei, Benedetto 132 Eflâk 17. 2 1 . 2 2 , 2 4 -2 8 . 3 2 , 4 7 . 7 8 , 1 0 9 ,
Deliorman 2 5 .1 9 8 ,2 0 2 111. 139
Denizli 13, 97 Eflâtun 207
Derbend 47 Ege Adaları 140
Derbentçiler 155 Ege Denizi 141
Dergâh-i Âlî 95 E riboz 33, 34, 147
De t-i Kıpçak 136 Ehl-i hibre 1 5 9 ,1 6 0 .1 6 2 .1 6 3
Dev irme 53, 83. 88. 194. 202 Ejderhan 44, 4 5 ,1 0 5
D im e kî, Ebû Bekir ed- 132. 188 Eldred, J. 133
Dimitra 44 Elefteroi 117
Dinyeper 49 Elhasa 109
Dirlik 36, 88, 91 Elizabeth 1 - 1 4 4
Diu 133 el-MulahhasJî hay'a, Çagmînî 186
Divân 74. 96 Emir Fahreddin bkz. Fahreddin (Emir)
Divân al-m azâlim 96 Emir Sultan ( eyh) 68
Divân defteri 51 Enderun 68, 85, 86, 88, 92
Divân-ı Hüm âyun 80, 95-98, 100, 102, 103. E ndonezya 133
106. 161, 167. 178, 190 Enflasyon 150
Diyarbakır 38, 131 Envârü'l-â ıkin, A h m et (Yazıcızâde) 1 83,
D obruca 2 1 . 2 5 , 2 7 , 1 51 , 195, 196, 202 186
despotu 17 Erdebil 204
Dogu Akdeniz 134 Erdel 27, 4 2 ,4 5 ,4 7 , 111
Dogu Roma mparatorlu u 31. 62. 63 Eretna Beyli i 20, 21
Don Irma ı 137 Ergene Irma ı 153
Don Jüan 47 Erkân-ı Devlet 99
D onanm a O sm anlı 2 8 . 31. 3 2 . 3 6. 47, 48, Ermeni Patri i 63
49, 18, 100, 102, 140 Fransa 41, Vene- Ermeniler 135
dik 22, 25. 28. 30. 140 Erzincan 130
Draç 32 Erzurum 38. 1 3 1 .2 0 2
Dra kul, Vlad 32 Eski Ali Pa a Medresesi 176
Drina Irma ı 142 Eski Saray 68
Dubrovnik (Ragusa) 11 1 ,1 4 1 , 142, 152 Esnaf 74. 163. 167. 192
Ducas (Bizanslı tarihçi) 198 Esterabad 130, 201

274
DZN

E kıyalık 52.55.80.96.117,155 Füsûsû'l-Hûcem, tbnül Arabî 197


E kflnd 114 Fütüvvet 156,157,159,161.163
E raf 167
Eucüd 184 Galata 130. »2.135.141.147. ISO. 187
Ev filetimi 165.166 GadUrr85
Evhadüddiniannara208 Garibnâme, A ıkPa a 208
EvBya Çelebi 149.153.206 Gavd(al)38
Evrenesogullan 109 Gayrinûsfimler 150.157.188
Eyâletler 74.88.100,10«. 121.122 askeıi Gazâ9.12-14.25.31.62.63.71.72.109.
84.112 195
Gazâfi (Abû Hâmid) 175.179.184.185,
Mirattn (Emfc) 49 191,207
Fahreddîn (Râd) 175.179.184.186,191 GazanferAga 86
Fakı 192 Gâd 12,13,16,17,20.26.35,36.62.83.
Farâbi 186,186 156,194,196,202 akutlan 18
Fâtih Camit 175 Gâzî Sultan 63
Fâtih Sultan Mehmet bk t. Mehmet II (Fâtih Gebze 152
Sultan) Gücenil Sultam133
Fazıl Ahmet (Köprülü) 106 GedikAhmet Pajatk t. AhmetPa a (Gedik)
Fazlullah 201 Gelibolu 15,16,18.25.26.135,140
Fellpe 1148,49 GeliboluKalesi 15
Fenâıî bkz. Mehmet Fenâri Gennadbs (tamOnodotelMÇ) 34.63.189
Feodalizm 18,19, 26, 113.116,118,119, G eogn qfia,M ia^ itA \W
Ferdlnand (Ar idük) 41-43 Gadekıesai 112
Ferhad Pasa 68 GermiyimBey gi20
FettdOddlnAttâr208 Geytân (Ottn) 43. H. 130.131
Ferman 19.78, 77. 8i. 98.99. 100, 116. GeyiânBeyfigi 111
159,118.121.164 GOxıbkz.Gcylân(Gaân)
Fetâ 158 Girit 134.135
Fetih 9. 14.16. 17, 38, 52. 77. 78.84,85. Ghııghı Afe. Yerköyü
112,146,155,196. Giustiııiani. Longo 30
Fetret dönemi 24-29.68 Göç 16.55
Fetvâ69,103,179.192 Göçebeler 16.17.19.36.117.155
n ot VMM 131 GöktitakYazıttan 73
FÜdfb, Gtovanni-maria 189 Gönüllü 92.119.120
Filibe 139,149,152,176,201 Gördes 136
Fildelt 112 Gregorio XIII (Papa) 44.45
F|yat denetimi 160 Gulâm8 3 .8 6 . 88.90.92
Fiyat devrimi 145 Gurbet taifesi 52
Floransa 132,14i Gümrük 79 kaydı 138 veıgisi 35,50,56. 78.
Foça 130,140,141,152 97. 130,132-134.138,141,142
Foreıt, J. de La 45,143 Güns Kalesi 41
Ftançois 140-42 Gürânî (Molla) 181.186
Fransa 41, 46, 48, 55,142.143 Gürcistan 78. 79,111
Fcansa-Venedlk ittifakı 36 Gürcüler 48
Fiilili 138 Güvercinlik 26
275
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Habe istan 109 Haydaro lu (Kara) 155


H absburglar 40-42, 47, 4 8 ,1 1 1 . 143 Hayra Bay (Memlûk valisi) 39
Hac 44, 63, 64, 1 3 3 ,1 5 2 ,2 0 4 , Hayrettin Pa a (Barbaros) 41, 42, 109
Hacı Bayram Velî 200 H azar Denizi 43, 47
Hacı Bekta 201, 205, 206 Hazine 51, 54, 71, 74, 86, 88, 9 2 , 9 6 , 102,
Haçlı Seferleri 16, 18, 21, 22, 24, 30, 34, 42, 105, 113, 118, 121, 134, 161, 195,
44 , 201 o rd u su 11, 18, 4 8 d o n a n m ası Hazinedârba ı 85, 86
3 3 ,4 1 , 142 Henri II 42, 45
Haçova Sava ı 47 Henri IV 144
Hadımlar 85 Hersek 33
Hâdimu'l haremeyn 39 Hıristiyan beyler 112, 119
Hadis 99, 177, 181 Hıristiyan devletler 34
hâfiz-i kütüp 182 Hıristiyan ittifakı 47
Haham Ba ı 63 Hıristiyan tebaa 19, 55, 9 2 ,2 0 5
H akanu'l-Bahreyn 34 Hıristiyanlık 13. 16, 17, 34, 35, 4 1 , 5 0 . 63,
Halep 38. 130, 131. 1 3 3 ,1 5 2 . 64. 189
Halife 13, 39, 63, 160, 178, 190 Hır ova 139
Halifetül- Müslimîn 63 Hicaz 39, 63, 132
Halil (Çandarh, sadrazam) 27-31, 69, 104 Hidâye, Mergînânî 177, 188
Halil (Orhan'ın o lu) Hilâfet 63, 6 4 ,7 3 , 99, 189
Halil Pa a (vezir-i âzam) 69 Hindistan 43. 63. 64, 132. 133
Halil Pa a (Vezir-i azâm) 69. 101 Hint Okyanusu 49, 132, 144
Halvetiler 10 5 ,1 9 9 Hisbe 160, 165
Hamidili 20, 27 Hizib 68
Hamit Hanedanı 20 Hollanda 48, 50, 143
Hamiü'l haremeyn 39 Hondius 188
Hamza Bâü (Bosnalı) 200 Horasan 47 erenleri 195
Hamzavıler 199, 201 Hunyadi, Jânos 27, 28
Han betiler 191, 193 Hurufilik 196, 1 9 9,201
Hanefilik 189, 193 Hünkâr Sanca ı 108
Haraç 13 ,2 6 , 3 2 ,4 1 ,4 2 , 109, 111. 142 Hürm üz Adası 43
Haraçgüzar 17-19, 21, 28 Hürmüz yolu 144
Harem 66, 69 Hüseyin Ahlâtî ( eyh) 197
Haremagası 69 H üsrevl 71, 74
Hâriç medreseleri 176, 178 Hüsrev (Molla) 175, 181
Harzem 44. 180 Hüsrev Pa a 92
Hâs 90, 113, 117, 119. 121. 122
Has Oda 86. 88. 92 Irak 43, 55
Has odaba ı 85. 86 bn Battuta 14, 130, 156, 161
Ha an (Ahi) 61 lbn Haldun 53, 76, 207, 209
Ha an (Uzun) 20. 33. 37. 77 bn Kemal (Kemal Pa azâde) 3 1 , 3 8 , 181,
Ha an Pa a (Yemi çi) 69. 103 182, 186
Hasluck. F. W. 205 bn Rü d 183, 185, 186
Hatt-i Hümâyun 79, 98, 103. 106 bn Sînâ (Averroc) 183, 185, 186
Hayâuzâde 189 bn Taymiyya 74, 207, 209
Haydarî 199, 201 Ibnü'l Arabî 191, 193, 197, 207-209

276
DZN

Ibrahim I (Deli) 67, 69, 70, 105 Kızılba 203 Köylü 105 Reâyâ 56 Saru-
Ibrahim Müteferrika 183 han 120 ahkulu 37 eyh Bedreddin 198
Ibrahim Pa a (Damat) 183 Türkmen 195. 203 Yeniçeri 28, 35, 54,
brahim Pa a (vezir-i âzam) 69, 102
brahim Pa a (v ezir-i âzam ) 4 5 , 100, 101, l kodra 32, 33
104, 143 rakiyye 193
lbrail 139 talya 17. 34, 35. 3 6 ,4 1 , 135, 142
icâzetnâm e 175, 178, 184 ithalat 51, 56, 130,137, 1 3 8,144, 162.
tcmâ 189, 193 Ivan IV 43-45
cmâl defteri 113 lyoniyen Denizi 140
ç sa v a 2 4 , 2 6 , 36, 65, 66, 192 zmir 1 3,152
çki y asa ı 105, 192 zmir syanı bkz. isyan ( zmir)
lçoglan 8 4 -8 6 , 88 zmit 152
ldrîs-i Bitlisi 198 znik 152 , 175, 196 ku atması 12 medresesi
hracat 56, 134, 162, 165 14
Ihtisab 159, 160, 164, 168
lktâ' 112 Jakob, G. 205
11 yazıcısı bkz. Tahrîr emini Jayçe 33
lahiyat 173, 184-187, 190 Jirecek, Konstantin 152
lhanlIlar 11, 22, 72, 127
lmiye 85, 84, 1 73-186 Kâbız (Molla) 182, 190, 193
llyas (Baba) 195 Kadı 19, 54, 81, 97, 102, 108, 111, 1 15,
Imâret 146, 148, 149, 150 116, 117, 121, 158, 161, 178, 182. 187
lnebahtı (Lepanto) 36, 4 5 ,4 7 , 48 mahkemeleri 9 6 ,9 9 sicilleri 9 1 ,1 1 9 ,1 5 9 ,
ngiltere 48, 97, 142 166
ran 33. 37, 42. 44, 47. 48, 5 5 ,2 0 4 sava lan Kadı Burhaneddin bkz. Burhaneddin (Kadı)
131, 139, 156 Kadıasker 94, 98, 99, 101, 102, 103
sa Bey (ucbeyi)153 Kafes sistemi 66, 6 9 .1 0 4
Isakça 139 Kafkaslar 3 8 ,4 4 , 4 5 ,4 7
lsh ak (B ab a) 195 Kahire 132, 133
lshak Bey medresesi 176 Kâhya Bey 106
lsh ak Pa a 35, 69 Kalender 203
skender Bey 28, 32, 33 Kalender Çelebi 190
skender Çelebi 101 kalenden 1 9 4,199, 2 0 1 ,2 0 3
skenderiye 133, 134, 139, 143 Kalvencilik 4 2 .4 3 . 48. 143
smail ( ah) 37, 38, 199, 202, 203 Kalventürkçülük 42
smail M a ûkî 2 00 Kamu hukuku 99
Ispanya 43, 46, 47, 48, 50 Kantakuzenos, ioannis 15,1 7
Ispençe 112 Kanûn-i Esâsî 67
stanbul 24, 31. 34. 38, 47, 133, 134, 136, Kanûn-i Osmanî 19, 77, 7 8 .8 0
142, 143, 146-149, 150, 175, 177, 182, Kanunî Sultan Süleym an bkz. Süleyman l
2 0 1 ,2 0 4 (KanunîSultan)
stanbul Bo azı 30, 31 K anunnâm e 65. 76. 77. 79. 81, 86, 100-
syan Abaza Mehmet Pa a 91 asker 120, 167 102, 104, 116, 179.
Beylikler 24. 26 Celâli 55. 56 Halk 105. Kapıagası 85, 86. 98
167 zmir 120 kapıkulu 98 Karaman 120

277
OSMANU MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1600)

Kapıcıba ı 86 Kemal Pa azâde ( eyhülislâm) 1 9 0 ,2 0 7


Kapıcılar kethüdası 86 Kerç 137
Kapıkulu 53, 54. 56, 66, 67, 81, 84, 86, 88, K ervansaray 142, 146, 148, 150, 15 3 -155
91 , 9 2 . 9 8 . 1 0 5 . 112, 1 20, 1 2 1 , 164, Ke fu'z-Zünûn, Katip Çelebi 182
168 Ke af \ 77
Kapitalizm 162, 163, 166 Kethüdâ 121, 158, 159, 160, 161, 164
Kapitülasyon 45, 140. 141. 143, 144 Keykâvus II (lzzeddın) 83, 195
Kapudan-ı derya 1 0 0 .1 0 2 ,1 0 9 , 135 Khass Balaban 83
Kara Yazıcı 55 Kıbrıs 33. 45. 46, 47, 52, 78, 79. 134 seferi
Karaburun 198 166
Karacahisar 61 Kınm 47, 137, 195
Karadeniz 49, 51 Kınm Hanlı ı 44, 45, 111, 136, 137, 2 08
Karaferiye (Verria) 21 Kızılba lar 37, 1 9 0 ,1 9 1 ,1 9 8 , 2 0 0 , 2 0 3 -2 0 6 ,
Karahanlılar 189 208
Karahisar 13 Kızıldeniz 38, 43, 50, 51, 6 3 ,1 3 2 , 133
Karaman 147 Kızılırmak 202
Karaman isyanı bkz. isyan (Karaman) Kilerciba ı 85, 86
K aram ânî M ehm et Pa a bkz. Mehmet Pa a Kili (Kilia) 35. 135-139
(Karamâni) Kilia bkz.
Kili (Kilia)
K aram anlılar 2 0 , 2 6 -3 0 , 3 3 , 3 4 , 3 6 , 130, Kirmanî bkz. Evhadüddin Kirmanı
202, 203 Kitab-i Bahriye, PîrîReis 193
Karatay Karde ler 83 Koca (Kozja) 154
Karde katli 31, 66, 67 Koçi Bey 53, 84, 91, 103, 114
Karesi Beyli i 15 Komnenos ülkesi 32
Karl V 40, 41, 42, 64. 109 K onstantiniye 16, 2 2 , 130, 140, 141, fethi
Karmatíler 157 29, 62, 104 ku atm ası 2 8 .3 0 , 31
Kamobad Geçidi 17 K onya 2 0 , 127, 1 30, 1 52, 1 7 5 , 1 8 2 , 1 9 3 ,
Kasım Pa a 96 207, 208
Kasr-ı adalet 95 Kopa limanı 137
Kastamonu 13, 61, 136, 182 Korftı41
Kastriota, George 27 Korintos 147
Katalonya 134 Koron 32, 36, 41
Kâtip çelebi 182, 183, 186, 188, 189, 192, Korsanlık 5 0, 134, 135, 143, 144
193 Kosova Sava ı 2 1 ,2 8 , 99
Katolik Kilisesi 19 Koyunhisar (Bapheus) 12, 61
Katoliklik 42. 143 Kozja bkz. Koca (Kozja)
Kayıt Bay 77 Kölelik 3 1, 83, 91, 117, 134, 137, 139. 146,
Kayseri 167. 175, 2 0 1 ,2 0 7 157, 166
Kazaklar 47, 49, 109, 111 Köseda Sava ı 11
Kazan 44. 4 5 .1 0 5 Kösem Sultan 104
K azasker 178-180, 190 KristofKolomb 188
Kefe 130, 135, 137-139, 147 Kritovulos (lmrozlu) 189
Kelile ve Dimne 74 Kru evats 32
Kemal (Torlak) 198 Kudüs 16, 39
Kemal Pa azâde (Ibn Kemal) bkz. tbn Kemal Kul sistem i 2 5 , 52, 71, 83, 84, 88, 9 0 , 1 1 9 ,
(Kemal Pa azâde) 120

27 8
DZN

Kur'an 70, 74, 99, 160, 177, 173, 175, 180, Malta 46
181, 185, 186, 187, 189, 191, 193, 199, Malta övalyeleri 48
2 01 , 205 M anastır 17, 18, 149, 152
Kursk 137 M anisa 13, 68, 165
Kutadgu Bilig 71, 73 Maringhi, Francesco 130. 132
Kutb 200 Matbaa 182, 183
Kutbeddîn lznikî 2 0 7 Maverâünnehir 1 8 0,186
Kutbnâme, Firdesî 112 Medenî Hukuk 81
K utbu’l-aktâb 197 Medici, Lorenzode 141
K üçük Oda 85, 92 Medine 39. 46. 63. 106, 132, 134
külliye 149, 177 Medrese 103, 149, 150, 173, 175, 176, 178,
K ütahya 20, 37, 108, 1 0 9 ,2 0 3 190-192
Mefâtihü'l-Gayb, Fahreddîn (Râzî) 186
Lâla 66, 68, 85 Megâribü'z-zamân, M ehm et (Yazıcızâde)
Latin Kilisesi 16 186
Lepanto bkz. Inebahtı (Lepanto) Mehmet (Takiyüddîn) 187
Levant Company 144 Mehmet (Yazıcızâde ) 186, 207
L event 52, 92 Mehmet A a (Habe i) 86
Limni 34 Mehmet Birgivî 191-193
Livov (Lwow) 138, 136 Mehmet Çelebi (Yirmi Sekiz) 183
Lizbon 50, 133 Mehmet Fenâri 175, 1 7 9 ,1 8 1 ,1 8 2 . 184
lonca sistemi 151, 1 57-168, 201 Mehmet 124-26. 179, 196
Londra 142 M ehmet II (Fâtih Sultan) 27-31, 33-38, 62.
Lukka (Lucca) 130 6 3 , 65, 69, 73, 78, 79, 84, 95, 98.
Luther, M artin 43 101.113, 114, 117, 135, 140, 141, 146,
Luther'cilik bkz. Lütercilik 149, 150, 154, 156. 167, 175. 177. 179,
L übnan 49 180, 184, 185, 189, 193. 200
Lütercilik 4 2, 43 M ehmet ffl 47, 66. 67, 98, 104, 106
L ütß (Molla) 182, 184, 186 M ehmet IV (Avcı) 67, 6 9 .1 0 4 . 105
M ehmet Pa a (Abaza) 56. 91
M acaristan 17, 21, 22, 26 -28, 30-32, 36, 40, Mehmet Pa a (Cerrah) 103
46, 77, 79. 142 M ehmet Pa a (Karamânî) 35
Maçin 139 M ehm et Pa a (Köprülü) 91, 103, 104. 106,
M ahm ud (Hüdâyî )198 192
M ahm ut Gâvân 132 Mehmet Pa a (Sokollu) 44, 9 7 ,1 0 1
M ahm ut H üdaî Efendi (Üsküdarî) 105 Mekke 39. 46. 63, 106, 132. 134, 204
M ahm ut II- 92 Mekke erifi 38, 3 9 ,6 3 . 111
M ahm ut Pa a (vezir-i âzam ) 101, 149, 154 Melâmen Tarikatı 199. 200. 207, 208
M ahm ut Pa a Medresesi 176 Memet Fenâri 207
M aina lim anı 34 Memlûkler 11. 12. 2 0 .3 6 , 49. 99, 143
M akâm-ı Pir 208 Menavino 85
M akedonya 17, 19, 151, 202 Mercator 188
Malî bunalım 105, 49. 50. 54 -5 6 , 92 Merc-i Dâbık 38
Malî reform 38, 97 Mergînânî 180
Malipiero 133 Meriç Vadisi 16. 17, 151
Malkoço ullan 109 Merkezi ekonomi 151

279
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)

Merkezi iktidar 17-19, 2 5 . 2 6 , 2 9 .3 1 ,3 7 .5 6 , Mukaddime (al), Ibn Haldun 209


66. 77, 79. 8 0. 83, 84, 90. 98, 99, 109. Mukîitebe 90, 166
113, 116. 118. 120, 122, 123. 134, 150, Mulahhasjt flay’a, Ça^minî 186
158, 192, 195 Murakabe 175
M erkeziyetçilik25, 158, 1ö l, 196, 202 Murat 1 (Gâzî, Hüdâvcndigâr) 16, 18, 20, 21,
Merzifon 136 6 2 ,8 3 , 99, 108,2 0 2
Mesih Pa a (Vezir) 34, 136 M urat II 2 6-28, 29, 35, 62, 68, 69, 83, 84,
M esnevi, Mevlânâ Celâleddîn Rûmi 209 95, 101, 142, 153, 175, 176, 179, 180,
Me veret meclisi 99 200, 208
Mevakıft'l-itmi'l kelâm, Adıidüddin k i 177, Murat 111 66, 6 7 ,8 6 ,9 6 , 101, 103-105, 182,
180. 185 1 8 7 ,2 0 8
Mevlâna Celâleddîn Rûmi 193, 207-209 Murat IV 67, 97, 105, 106, 192
Mevlevîlik 199. 2 0 8 ,2 0 9 Murat Pa a (vezir-i âzam) 103
Mevzudtu'l Ulûm, Ta koprulüzâde 179. 190 Musa Çelebi 24, 83, 196
M tsır 3 6 . 3 8 . 3 9 , 4 8 . 8 6 , 1 09, 1 2 1 , 123, Musa Pa a (Kadızâdc) 184
132-135, 142. 168 Mûsile-yi Sahn 177
Midilli 33 Mustafa (Börklüce) 198
Miftâh medreseleri 176 Mustafa (Düzme) 2 5 .2 6
Mifiâhu'i Ulûm. Sakkâkî 176, 177, 180 Mustafa (Hocazâde) 1 7 5 ,1 8 1 , 185, 189
Mıhal Câzi 13 Mustafa (Koca Ni ancı Celâlzâde) 99
Mihaiogullan 109, 196 Mustafa (küçük) 26
Milano 41 Mustafa (Süleyman'ın o lu) 66
Milas 13 Mustafa Çelebi 138
Minnet Bey 153 Mustafa 11 105, 67
Miraiera 86 Mustafa 111 96
Mirçea (Eflâk Beyi) 21, 22. 25 Mutlak iktidar 52, 79, 98
Mm arazi 113, 114, 121 Müccrredler 112
Minm Çelebi 1 8 4 ,1 8 6 Müderris 175
M isile 81 Müftü 103, 178, 179,182
Mistisizm 173. 183 Mühimme defteri 99
Modernle me (ordu) 36. 38, 145, 188 Mültezim 54, 56, 111, 112
Modon 32, 36 Müsellem 53
MogpUar 11, 12. 127 Müteferrika 121
Mohaç Savaçı 40 Müteferrikaba ı 87
M ora 2 1 , 2 2 , 2 6 -2 8 , 3 2 . 3 3 . 3 6 , 4 1 , 140, Mütevekkil (el) 39, 63
141,
M orava Vadisi 17 Nâhiye mahkemeleri 122
M oskova 44. 137. 144 Nak ibendi Tarikatı 106, 199
M ostar 141 Nasihatnâmc 167
M o su r Köprüsü 154 Nasîreddin Mahmut bkz. Ahi Evran
M udârebe 168 Nasîreddin Tûsî 7 4 ,1 7 6 , 180, 184, 185, 207
M ufassal defter 1 1 2 .1 1 3 Nasreddin Hoca 206
Muhammediye. M ehm et (Yazıcızâde) 183, Nasuh Pa a 101
186 N'auplion bkz. Anabolu (Nauplion)
Muhassal (el), Fahreddin (ftâz'ı) 186 Nesimi 201
Muhtesıb 160, 164 Ne ri 150

280
DZN

Nezir (adak) 204 Pazar rüsumu 79


Nice 42 Peçuylu (Peçevî) 183
Nigbolu 21, 22, 139 Petru Rare (Bo dan Voyvodası) 44
Nigbolu sa v a 11 Pir 206
N ihavend 47 Fır Sultan Abdal 203
Ni 17, 154 Pîrî Reis 188
N i ancı 77, 79. 98. 99 Piskopos 32, 119
N izâm ü’l-M ülk 74 Pius II (Papa) 31, 32
N ogayIar44, 195 Ploçnik (Bilecea) 21
Nökerler 88 Po Ovası 141
Nüfus artı ı 52, 115, 146, 153, 164 Polonya 45, 67, 111, 135-137, 152, 195
Nüfus sayım ı 147 Portekiz 38, 4 3 ,4 9 , 50. 132, 133
Portolano 188
Odaba ı 85 Preveze Sava ı 41
Ohri 17, 152 Pronoia 18, 19, 112, 115
Omurbeyli bkz. Çimpe (Omurbeyli) Protestanlık 42, 43
O rhan (II. M urat'ın o lu) 27, 31 Provadiya 139
O rhan Gâzî 14-16, 61, 83, 91, 130, 149
Orta A sya H anlıklan 43, 44 Radul 32
Ortakçı kul 56, 91, 117, 147 Rafızîlik 3 8 ,1 8 2 ,1 9 5 ,2 0 4
Ortodoks Kilisesi 13, 18, 19 Ragusa bkz. Dubrovnik (Ragusa)
O sman Gâzî 11-13, 61, 62, 72, 83, 109 Rasathane 186-188
O sman II (Genç) 67, 91 Râzî bkz. Fahreddîn (Râzi)
Otranto 3 4-36 Reâyâ 19, 51-53, 55. 73-75, 78, 80, 81. 88.
96. 100, 115-117, 119, 120
Ömer Sikkinî (Bıçakçı, Dede) 2 0 0 Reform 1 1 3 ,1 1 4
Örf 13, 77, 78, 84, 91, 99. 192, 193 Reîsü’l-küttâb 106
Ö ür 78. 111, 112, 115, 116 Reydaniye Sava ı 39
Özbekler 4 3 Rik'a 96
Özengi a ası 87. 88 Rikâbdâr 86. 87
Özü Beylerbeyili i 109 Rodop Da lan 202
Rodos 34. 36, 40. 134
Pachymeres. G. 12 Rodos övalyeleri 3 3 .3 4 .3 6
Palam as (selânik Ba piskoposu) 196 Roma-Cermen lmparatoriugu 40
Paleologlar 12. 18. 21, 32 Rönesans 189
Paleólogos, Demetrios 32 Rum Ortodoks Patri i 34, 63
Papa 1 8 ,2 1 ,2 7 , 3 4 ,4 7 Rum Ortodokslar 17
Para cezası 80, 81, 116 Rumeli beylerbeyi 79, 100
Paralı asker 3 3, 35, 53 Rumeli Hisan 30, 31
Parviz 71 Rumlar 16, 31, 135
Pa a kapısı 106 R uslar44, 45. 47. 48. 137. 195
Pa a sanca ı 122 Rusûhî (AnkaralI Dede) 209
Pa ayi itogullan 109 Rü vet 51. 44, 100, 120
Pa maklık 121
Pavia 40 Sa'deddin (Hoca) 104
pazar fiyan 9 7 .1 5 9 , 160. 164 Sadeddın Taftazânî 175, 179, 184

281
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

Safaviler 20, 38, 43. 189, 199, 202-204 Seyyid erif Curcâni bkz Cürcânî {Seyyid erif)
Safiye Sultan 104 Sherley, Thomas 49
Safiyüddin Erdebili 202, 204, 209 Sırbistan 15, 17, 19-21, 24, 26, 27, 32, 36,
Sahâbc 181 109, 147
Sahn-ı Semân 175 Sırp Beyleri 18
Said Çelebi 183 Sırp Despotu 20
Sakız 135, 140, 152 Sibiu 27
Sakız papazlan 198 Sicil defteri 81. 148
Sakkâkî 176, 180 Sigismund 27
SaUuknâme 195. 196 Silâhdâr 86, 88
Salyâne 111 Siiistre 21, 139
Samuel 135 Silsilenâme 199
Sancak 79, 109, 116, 122 Simavnîler 198
Sancakbeyi 88, 108, 109, 116-119, 122 Sina Çölü 39
Saraybosna 141, 142, 149, 153, 167. 182, Sinan Bey 136
200 Sinop 49, 136
San Saltuk 72. 195, 196, 202 Sipahiler 19, 22. 25, 37, 56, 85. 88. 90. 97.
Sanca 53, 5 5 .5 6 .9 2 109, 111-113, 116, 118
Saruhan 197 Sivas 20, 21, 3 7 .1 2 7 , 2 0 7 '
Saruhan isyanı bkz. isyan (Saruhan) Sivrihisar 136
Sasaniler 9, 72. 7 4 ,9 4 , 146 Siyasetnâme 74
Satı resmi 161 Siyasî bunalım 106
Sava esirleri 17, 84 Siyasî iküdar 100, 160, 178, 179
Sazltdere Sava ı 16 Slankamen 22
Schiltberger 130 Softa 122
Schmalkalden ittifakı 42 Sofya 17, 139, 142, 149, 152, 182
Seferli Odası 86, 88 Sokoilu M ehm et P a a bkz. Mehmet Pa a
Sekban 53-56, 92, 112 (Sokollu)
Selanik 24. 2 6 .1 4 0 , 149 .1 5 2 fethi 17 ku at- Split 141
ması 32 Srem 40
Selânikî (Tarihçi) 5 1 ,6 7 status quo 24. 25, 28
Selçuklu Devleti 11-13, 20. 72, 108. 194, Stefan Du an (Sırp Kralı) 1 9 ,2 0
201 Su'ullah 103
Selçuklu sultan tan 207 Suba ı 88, 113, 117-119, 122
Selim 1 (Yavuz) 37. 38. 4 5 . 63, 6 6 . 69, 85. Sûfflik 193, 197, 198, 200, 205
99, 100, 102, 104, 114. 132, 203. 207. Suhreverdî ( ihabeddîn es-Suhreverdl-i Mak-
208 tul) 1 9 1 .2 0 7
Selim 1166,68. 1 0 4.152 Sultanü'l-Berreyn 34
Selim 111 69, 105 Sultanü'r-Rûm 62
Setman Reis 6 3 .1 3 2 Sumatra 50, 63
Semâniye medreseleri 175-178 Suriye 38, 39, 48, 55, 63, 79, 132-135, 142,
Semerkand 175. 1 7 9 .1 8 6 143
Scrâceddîn (Unniyeli) 134 Süleyman (Çelebi) 24
Serdâr-ıekrem lO l Süleyman i (Kanunî Sultan) 9, 15, 16, 3 9,
Serez 17. 149 4 0 -4 3 , 45. 46, 5 3 , 57, 6 3 -6 6 , 75, 76,
Seyyahlar 167. 179, 194 8 1 . 84, 97, 100. 109, 112, 114, 116,

282
DZN

120. 135, 143, 144, 150, 156, 177, 190,Tahrir 112


191, 198 Tahrir defteri 37, 83, 1 15, 117
Süleyman II 66 Tahrîr emini 77, 78, 112
Süleyman Pa a (Hadım) 133 Tahtacı kabilesi 202
Süleyman Pa a (Orhan’ın o lu) 62 Taman 137
Süleymâniye 180 Tapu resmi 113, 114
Sünnî Islâm 1 2 ,6 3 , 184,189, 190. 195 Tarih-i Hind i Garbi 188
Sünnî ortodoksluk 37 Tarikatlar 13, 104, 156
Süvey 43, 49, 132 , 133 T a s a v v u f 1 75, 183, 1 8 4 , 1 9 0 , 1 9 1 , 19 3 .
Szeged 27 194, 206
Tashîl, eyh Bedreddin 181
afı’î 181 Ta köprülüzâde bkz. Ahmet (Ta köprülüzâde)
ah Abbas bkz. Abbas ( ah, Büyük) Tatar Pazarcı ı 149, 153
ahibeddîn Pa a Medresesi 176 Tatarlar 136
ahin (lâla) 16, 108 Tebdii-i kıyafet 97
ahkulu 37, 203 Tebriz 43, 131
ahrâh 127 Tecrîd Medreseleri 176
ahruh 25, 28, 62 Tecrîd, Nasîreddin Tûsî 176, 185
am 39, 130, 133, 152 Tefecilik 54
amanizm 37, 194, 205 Tekel ISO, 164
ehirle me 38 Telvîh, Taftâzânî 177
emseddin (Mısırlı) 94 Tem e var Beylerbeyli i 42
eref Han 43 Terek 105
erefeddin Ghulâm 83 Terek Irma ı 44
eriat 13, 20, 35, 57, 69, 71, 73, 74, 76, 77, Tereke defterleri 168
8 0 ,8 1 ,9 1 , 9 4 , 100, 103, 105, 114, 122, Tersane 102, 166
157, 160, 178, 179, 190- 192, 205 Tesalya 17. 2 2 ,2 0 2
eyh Bedreddîn bkz. Bedredîn ( eyh) Tetimme 177
eyh Bedreddîn isyanı bkz. isyan ( eyh Bed- Tevdii, Bayzâvî 185
reddîn) Tevârih-i Al-i Osman 71
e y h ü lislâm 9 8 , 9 9 , 100, 103, 178, 179, T ev k il 99
180, 182, 187, 209 Thodora 15
i’üik 182, 199, 202, 203, 208 Tımar (Kılıç) 113
ibenik 141 Tımar sistemi 19, 25, 5 1- 53, 78, 79, 83, 90,
ihabeddin (Rumeli Beylerbeyi) 27-29, 101 105, 109, 111, 113, 117, 118, 120
ikayet defteri 96 Tımarh sipahi 100, 112. 114. 115, 118. 156.
ıraz 179 19. 5 2 -5 4 , 84, 88
irvan 43, 131, 144 Tıp 177, 188
i man (Bulgar Kralı) 22 T ic aret 7 5 , 1 3 0 , 1 6 8 A v ru p a i 15 B a h a r a t
üccâ ( eyh) 105 127, 131, 133, 143, 144. 168. 132, 142
B alk an lar 142 Do u A kdeniz 130, 1 3 9 ,
Taberi 7 1 ,1 4 6 141. 143, 144 Fransa 144 H indistan 50.
Tâbi'ûn 134 Ingiltere 5 0 pek 5 0 . 5 1 . 1 3 9 taly a
Tabur cengi 28 1 3 9 k a h v e 5 0 K arad e n iz 4 9 , 1 3 5 , 1 3 6
Taftâzânî 177 kervan 132. 152, 153. 168 Venedik 143
Ta i 54 yolu 2 5 . 39. 44. 4 9 , 50. 127. 132

283
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)

Ticaret özgürlü ü Fransa 41, Rusya 44, Venedik Vakıf topra ı 113, 114
34 Vakıf tahriri 150
Ticari ayrıcalık 140-143 Vakıflar 51, 5 2 , 5 4 , 6 2 , 79, 1 46, 1 4 8 , 1 49,
Timur 1 1 ,2 2 ,2 5 , 3 7 ,6 2 , 179 153-155, 168, 177, 182, 199
Tirebinye Köprüsü 154 Vali 53, 66, 100, 102, 104, 111, 146, 158,
Titimme 176 208
Tokat 37, 130 Vâlide Sultan 66, 69, 104
Tokat 37 Valois Hanedanlı ı 45
Topçuba ı 86 Valturio, Roberto 189
Tosya 136 Van 131
Toulon 42 Vankulu lügati 183
T rablusgarb 48, 111 Varidat, lbnü’l Arabî 197
Trablus- am 143 Varna Sava ı 28
Trabzon 127, 130, 136, 147
Varsak kabilesi 202
Tuça 139
Vasco da Gama 133
Tum an Bay 17, 39, 152
Veba salgını 187
Tunus 41, 48, 111
Vefâiyye 195
Turhan Sultan 104
Venedik 2 5 -2 7 , 30, 31, 3 4 , 3 6 , 4 5 . 4 7 , 6 4 ,
Tursun Bey 73, 74, 76
111, 130, 133, 135, 142 balyozu 34 elçi-
Tüccarlar 25, 56, 69, 74, 91, 105, 119, 130,
si 40 etkisi 32 sava ı 37
132, 133, 147, 162, 165, 167, 167Avru-
Vergi 13. 18, 37, 4 9 , 5 2 -5 5 , 72, 73, 78, 96,
palı 133, 143 Giritli 138 ngiliz 144 M a-
112, 114, 119, 121, 147, 160 ay n î 111,
car 133 Venedikli 141
112 muafiyeti 19, 68, 75, 8 0 , 146, 155,
Türk boylan 12
156, 167
Türkistan Harılan 63
Verria bkz. Kareferiye
T ürkm enler 12, 3 3 , 3 7 , 3 8 . 152, 153, 194-
198, 2 02, 2 03 V ezir-i â za m 5 2 , 7 7 , 8 4 , 9 6 , 9 7 , 9 9 , 10 1 ,
T ütün y asa ı 192 104, 106, 179
ViaEgnatia 17, 152
Uc emiri 108 Vıdin 21
Uc gâzîleri 196, 197 Vi egrad Köprüsü 142
Ucbeylikleri 15. 20, 25, 26, 61. 62, 68, 69, 71, Viyana 40, 47, 64
90, 108, 111. 119. 1 2 0 ,1 53 ,1 95 , 195 Vize 202
U lemâ 26. 34. 35. 51. 56. 65. 67, 6 9-71, 84, Vladislav V I2 7
96. 9 8 , 1 00 , 1 0 2 -1 0 5 , 1 08 , 167, 175,Vlahlar bkz. Eflâk
177-179, 181, 182, 185-188, 190, 193 V oynuk 19, 53
Ulufe 112 Vurgunculuk 5 4, 150, 151, 162, 165
Uluferiler 85
Ulug Beg 184, 186. 187 Ya ma 31
Ulûm-i Âliye 176 Yahudiler 13, 135
Usulü’IJikh 177 Yamak 165
U ak 136 Yavuz Sultan Selim bkz. Selim I (Yavuz)
Uzun H a an bkz. Ha an (Uzun) Yaya askerler 53
U zunköprü 153 bkz. Ahmet (Yazıcızâ-
Y azıcızâde k arde ler
de), Mehmet (Yazıcızâde)
Ü sküp 141, 149 Yemen 39, 50, 133
Ü veys P a a 101 Yeniçeri a ası 70, 86, 100, 102, 104, 202

28 4
DZN

Yeniçeri cuntası 106, 167


Yeniçeri deste i 37, 65, 69
Yeniçeri g arnizonu 41, 111, 123
Yeniçeri isyanı bkz. isyan (Yeniçeri)
Yeniçeri oca ı 88, 202
Yeniçeriler 17, 2 5 , 26, 35, 5 3 -5 6 , 68, 83, 84,
8 8 , 9 7 , 1 04 , 1 0 5 , 1 1 9 -1 2 1 , 1 2 3 , 164,
166, 203
Yeni-Foça 147
Yeniköy 49
Yenipazar 141
Yeni ehir A ntla m ası 2 7
Yerköyü (Giurgiu) 2 5 , 139
Yi itba ı 159, 160, 163, 164
Yolsuzluk 51, 96, 150, 160
Yönetici sınıf 123, 158, 208
Yörükler 2 02
Yunan Kilisesi 16
Y unanistan 142
Yunus Bey 85
Yusuf Nasi (Yahudi tüccar) 138
Yüzyıl Sava lan 55

Za anos (Lâla) 2 7 -2 9 , 31, 104


Zahire vergisi 80
Z anaatkarlar 105, 147, 150, 157, 158, 162,
167, 168
Zâpolyai, Jânos 41, 42
Zaviyeler 153, 155, 156
Zeâmet 88, 113, 119-121
Zem ah erî 177, 180
Zîc, (U lu B eg ) 184, 186, 187

285

You might also like