Professional Documents
Culture Documents
OSMANLI MPARATORLU U
KLÂS K ÇA
(1300-1600)
ÇEV REN:
RU EN SEZER
ODO
STANBUL
ı
Yapı Kredi Yayınlan - 1825
Tarih: 20
Osmanlı imparatorlu u Klâsik Ça (1300-1600) / Halil tnalcık
Çeviren: Ru en Sezer
Redaksiyon: Ahmet Kuya
Kitap Editörü: Ay e Erdem
Düzelti: Fahri Güllüo lu
ÖNSÖZ • 13
SÖZLÜK • 240
KAYNAKÇA • 255
D Z N »271
ÖNSÖZ
The Ottoman Empire, The Classical Age, 1300-1600 ilk baskısı 1973'le
Londra'da Weidenfeld and Nicholson Yayınevi taralından yayımlanmı tır. O za-
mandan beri ngilizce olarak üç kez yeni baskılan yapıldı. (New Rochelle, U.S.A.
A.D. Carrazas: Orpheus Publishing Inc. 1989; ikinci kez history of Civilization Se-
risi, London: Phoenix Press, 2000; aynı yayınevi üçüncü kez, 2002). Bu yıllar
arasında kitap u dillere çevrildi: Sırpça, Yunanca, Romence, Arnavutça ve Uk-
rayna dilinde ve Arapça. Hırvatça çevirisi yayına hazırlanmaktadır. 1973'te ngi-
lizce yayımlandı ı zaman Times Literary Supplement'te çıkan bir yazıda eser
öyle de erlendirilmi tir: "Çok ustaca yazılmı bir eser. Halil nalcık, Osmanlı Ta-
rih ara tırmacılarının ya ayan, en önde gelenlerinden biridir. Bu kitabı okuyun,
e er daha önce bu alanda geni bilginiz yoksa bu kitap zihni ufkunuzu geni lete-
cek" Phoenix Press, kitabı seçkin tarihçilerin eserlerini içeren History of Civilizati-
on dizisinde yayımlamı tır. Bu dizi okuyucuya öyle takdim edilmi tir: “Bu dizi
tarih alanında herhangi bir tek yoruma ba lı de ildir ve standart ba vuru eserle-
rin ötesine geçme çabasındadır.
Bu kitapta, 1300-1600 arasında Osmanlı mparatorlu u'nun kurulu u üze-
rinde kısa bir giri ten sonra ana konu olarak, mparatorlu un klasik dönem ku-
rumlan anlatılmı tır. Osmanlı Uygarlı ı’nın sanat, dü ünce ve sosyal hayatı ko-
nulan ba ka bir kitapta [Osmanlı Uygarlı ı, hazırlayan Halil nalcık ve Günsel
Renda, Kültür Bakanlı ı Yayınlan’ndan, 2003’de yayımlanacak) ele alınmı tır.
1971-1972’de yazılan bu eser daha önce birkaç kez Türkçeye çevrilmeye
çalı ılmı ve ba anlı olunamamı tır. Son kez Ru en Sezer tarafından Yapı ve Kre-
di Yayınlan için yapılan çeviriyi gözden geçirdim, düzeltmeler ve ilaveler yaptım.
Bu Türkçe baskı, kitabın en son metni sayılabilir.
lk kez 1973’te yayın alanına çıkan bu kitaptan sonra, burada i lenen konu-
lar üzerinde tarafımdan ve meslekta lanmm kalemiyle pek çok yeni ara tırma ya-
7
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
yımlanmı tır. Bu yayınlar, bu kitapta ele alınan konulan geni letmeye yarar, fa-
kat esas bakımından de i tirmeyi gerektirecek nitelikte olmadı ı kanısındayım.
Osmanlı resmî kurumlannı 250 sayfada özetleyen bu eseri geni letmeyi de dü-
ünmedim. Genel okuyucu ve tarih ö rencileri için bu biçimde kalması yararlı ola-
caktır. Ancak, kronolojiyi imparatorluk tarihinin sonuna kadar getirmek ve bir öl-
çüler listesi eklemek suretiyle, daha yararlı bir hale getirmek istedim. Ayaca, ko-
nu ile ilgili görsel malzemeyi ekledik ve böylece Türk okuyuculan için kitabı daha
cazip kılmaya çalı tık. Çeviriyi bir kez daha dil bakımından gözden geçiren Ay e
Erdem’in de erli çabalannı burada ükranla anmak benim için zevkli bir ödevdir.
Yapı ve Kredi Yayınları’na, kitabı, ngilizce yayımlanmasından bu kadar za-
man sonra Türk okuyuculanna sunmak imkânını verdi i için aynca müte ekkirim.
Halil nalcık
GR
14. yüzyıl ba ında kurulu u sırasında Osmanlı devleti, slâm dünyasının sı-
nırlannda kendini "gazâ"ya, yani “Hıristiyanlı a kar ı kutsal sava "a adamı kü-
çük bir beylikti. Bu önemsiz sınır devleti, Anadolu ve Balkanlar’daki eski Bizans
topraklannı adım adım alıyor ve kendine katıyordu; 1517'de Arap ülkelerinin fet-
hiyle de slâm dünyasının en güçlü devleti oldu.
Orta Avrupa’dan Hint Denizi’ne uzanan bir alanda elde edilen sürekli askerî
ba arılar, Osmanlı mparatorlu u’na, I. Süleyman’ın saltanatı sırasında (1520-
1566) bir dünya gücü konumu vermi ti. Ancak, 17. yüzyılın uzun sava lanyla
denge Avrupa’dan yana döndü. Osmanlı gücü ini e geçti, 18. yüzyılda Batı üs-
tünlü ünün kabulüyle de imparatorluk politik ve ekonomik olarak Avrupa’ya ba-
ımlı hale geldi, imparatorlu un varlı ını sürdürmesi ve olası çökü ü, sonunda bir
Avrupa politikası sorunu, Do u Sorunu oldu ve Osmanlı politik ya amı 1920’ye
dek Avrupaya ba ımlı olarak sürdü.
mparatorlu un yapısıyla kurumlan, bu dönemlerin farklıla an ko ullan ile
de i mi tir. ç yapısı ve politik geli imindeki de i iklikler, 16. yüzyıl sonunda, sı-
nır beyli inden nasıl Sasanî, özellikle de Abbasî mparatorlu u gibi eski Ortado u
devletleri gelene inde bir imparatorlu a dönü tü ünü gösterir. 16. yüzyıl sonla-
nnda Osmanlı mparatorlu u, devlet ve hükümet gelenekleri, maliye politikalan,
toprak düzeni ve askerî örgütüyle Ortado u imparatorluklannm en geli mi örne-
i idi. Ancak, Avrupa’nın askerî ve ekonomik üstünlü ü, Osmanlılara. Ortado u
devlet geleneklerinin zamanının geçti ini, bunlann yeni ça a uygun olmadıklan-
nı ö retti.
Bu noktadan sonra Osmanlı tarihi, eski imparatorluk kurumlannın bozulmu
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
10
1. Bölüm
11
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAQ (1300-1600)
lâlanmn ilk sonucu, güçlü göçebe Tiirk boylarının, yaııi Tiirkmenlerin balıya do -
ru göçmeleri olmu tur. Dunlar, Orta Asya'dan ran ve Do u Anadolu’ya gelmi ler,
1243'tetı sonra bir kez dalıa batıya do ru göçerek Bizans ile Selçuklu devleti ara-
sındaki sınırda, Batı Anadolu'nun da lık bölgelerinde toplanıyorlardı. Anadolu'da
1271 'de putperest Mo ollara kar ı bir ba kaldırı oldu. Müslüman Memlûk güçleri
âsilere yardımda bulunmak çin Anadolu'ya girdi, ancak Mo ollar isyanı zalimce
bastırdı. Ondan sonra Anadolu'da yerle ik birlikler tutarak ülke üzerindeki hâki-
miyetlerini sıkıla iırdılar. Gene de sonraki elli yılda sık sık isyanlar ve Mo ol mi-
sillemeleri olmu tur. Sınır bölgesi Mo ol yönetiminden kaçan askerler ve siyasal
açıdan önemli ki iler için bir sı ınak, aynı zamanda da yeni bir ya am ve gelecek
arayan umutsuz köylü ve kasabalılar için bir yurt oluyordu. Dolayısıyla sınır yö-
relerinin nülusu artıyordu. Sınırın Bizans yakasındaki verimli düzlüklere yerle me
için fırsat arayan sınır göçebeleri, halkı Bizans'a kar ı kutsal sava a, gazaya kı -
kırtıyordu. Sava çılar, çe itli kökenlerden gâzî önderlerin (ti//;ların) çevresinde
toplandılar ve Bizans topraklarına akıtılan gitgide sıkla maya ba ladı.
Sava çı Tiirkmenleri örgütleyen bu gâzî önderler, alpler 1260'la 1320 ara-
sında Bizans'tan koparttıkları Batı Anadolu topraklarında ba ımsız beylikler kur-
dular. Dönemin Bizans tarihçisi G. Pachymeres, stanbul’u ancak 1261'de geri
alan Palaeloglarm, Balkan sorunlarıyla me gul olmaları dolayısıyla, Asya sınırla-
rını önemsemeyerek Türkmen akınlanna açık kapı bıraktıklannı yazar. Gerçekten
de bu Türkmen gazilerinin Batı Anadolu'daki akıtılan, 13. yüzyılda neredeyse ge-
nel bir istilâya dönü mü tü, Bölgenin en kuzeyinde, Bizans’a en yakın olan top-
raklar, bu beylerden Osman Gâzî'ııin elindeydi. Pachynıeres'e göre Osman Gâzî,
1302 dolaylarında eski Bizans ba kenti lznik'i ku atmı , imparatorun kendisine
kar ı gönderdi i iki bin ki ilik ordusunu pusuya dü ürüp 1302 yazında Koyunhi-
sar'da (Bapheus) yenmi ti. Bir imparatorluk ordusunu yenmi olması Osman'ın
ününü yaydı. Osmanlı ve ça da Bizans kaynakları, Anadolu’nun her yanından
gazilerin onun bayra ı altında nasıl toplandı ını betimler. Bunlar, öteki sınır bey-
liklerinde oldu u gibi, önderlerinin adıyla, "Osmanlılar" olarak tanınıyordu. Kolay
fetih ve yerle me beklentisi, Orta Anadolu’dan kökenleri de i ik yeni yerle imci
dalgaları çekiyordu. Osmanlı Beyli i’ııin gerçek kurulu u bu 1302 zaferinden
sonradır.
Osmanlı devletinin kurulu ve geli mesinde gazâ ülküsü önemli bir etmendir.
Sınır beylikleri toplumunun kültürü, sürekli gazâ ve Dâri'ılislâm'ın bütün dünyayı
kapsayana dek sürekli yayılması ülküleriyle ku atılmı tı. Gazâ, her türlü giri im
ve özveri içiıı esin kayna ı olan dinî bir ödevdi. Sınır toplumunda bütün toplum-
sal erdemler gazâ ülküsüyle uyumluydu. Selçuklu devletinin süıınî mezhep, med-
12
OSMANLI D VLt I N N KÖKI1N1IM\
ıvse kelâmı. yapay hiı eılebi dille yazılmı saray edebiyatı ve eıîat hukukundan
olu an ileri uygarlı ı, sınır bölgelerimle yeılııl aykırı ıliııî tarikatlar, tasavvur,
menkıbe edebiyatı ve öıiluıkııku ile belirginlik kazanan bir halk kültiiıüne bııakı
yordu. Türkçe, ilk kez Anadolu beyliklerinde yönetim ve edebiyat dili olmu tur.
Sınır toplumu hem ho görülü hem de karma ık di. Oılak tarihsel deneyim, IM-
zaııslı sınır sava çıları, ı<kri(«i'ı, Müslüman gâ/îleıle yakın leıııasa getçiıml tl. s-
lâmiyet'i kabul edip Osman'ın sava çılarıyla i birli i yapan Huııı beyi Mlhal Gazi,
özümseme siireeiııin iyi bilinen bir örne idir.
Gazâ'nın amacı, dârüllıarbi yıkmak de il, ona boyun e dirmekti. Osıııanlılar
imparatorluklarını, Müslüman Anadolu le Hıristiyan Nalkaıılar'ı kendi yönetimle
ri altında birle tirerek kurdular. ler ne kadaı gazâııııı süreklili i devletin lemel l-
kesi idiyse de, imparatorluk Ortodoks Kilisesi le milyonlarca Ortodoks llıılstlya
ııın koruyucusu olarak do mu tur. Islâm, itaat etmek ve cizye ödemek ko ullarıy-
la, Hıristiyan ve Yahudilerin mal ve caıı güvenli ini sa lıyordu. Onlara dinlerini
özgürce uygulama izni veriyor, kendi dinlerine göre ya amalarını sa lıyordu. Sı-
nır topluııuuıda I lıristiyaıılarla beraber ya ayan Osıııanlılar, Islâm'ın bu lkelerini
büyiik bir cömertlik ve ho görüyle uygulamı lardır. Osıııanlılar, mparatorlu un
ba langıç yıllarında sava a ba vurmadan önce, Hıristiyanların gönüllü teslim ol-
ma ve güvenlerini sa lamaya çalı an bir politika izlemi lerdir. Bu siyaset, yöne-
lenler için gelir kaynaklarını güvence altına almak için zorunlu idi,
Cüzîlerin korkunç akıtılanımı ardından, dini yasaları ve ho görü güvencele-
riyle, slâm devletinin koruyucu yönelimi gelirdi. Ayrıca, köylünün bir vergi kay-
na ı olarak korunması, hem Ortado u devletinin geleneksel bir tutumu, hem de
ho görülü davranmayı yüreklendiren bir politika idi. 1laraçtaıı elde edilen gelir,
ilk Islâm halifeli inde oldu u gibi, Osmanlı devletinde de gelirlerin biiyük bir bö-
lümünü olu turuyordu.
Böylece Osmanlı mparatorlu u, Ortodoks Hıristiyan Balkanlar’la Müslüman
Anadolu'yu tek bir devletle birle tirecek olan, bütiin inanç ve ırklara birmi lercc-
siııe davranan, gerçek bir "sınır imparatorlu u", egemenlik emsiyesi olarak geli-
iyordu.
Batı Anadolu'daki gâzî beylikleri çok geçmeden, Selçuklu Sultaıılı ı'nın gele-
nek ve kurumlanın benimsediler. Eski Selçuk sınır yörelerinde kurulmu Kasta-
monu, Karahisar ya da Denizli gibi kentler, birer Selçuklu uygarlı ı merkezi oldu-
lar. Yöneticilerle bilginler, Islâm devlet yönetim biçimi ve uygarlık geleneklerini
bu kentlerden ve Orta Anadolu kentlerinden kalkıp. Bizans topraklarında gâzi
beyliklerin ba kentlerine dönü mü olan Milas. Halat, Birgi, zmir, Manisa ve
Bursa'ya getiriyordu. Her beylik küçük bir sultanlı a dönü üyordu, örne in Os-
13
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
Notlar
1 ilk gruba örnek olarak bkz. Herbert Adams Gibbons, Osmanlı Imparatorlu u’nım Kurulu u, çev.
Ragıp Hulusi (özdem) (Ankara, 1998), Bölüm 1; ve Nicola Iorga, “L’interpénétration de l'Orient et
de l’Occident au Moyen-Age", Bulletin de la Section historique de l'Académie Roumaine, cilt XIII
(Bükre . 1927); bu yazarların Osmanlı devletinin Bizanslı kökenleri kuramına kar ı bkz. Mehmet
Fuad Köprülü. Osmanlı imparatorlu u 'nun Kurulu u ( stanbul, 1981 ) ve Paul Wittek, “Osmanlı m-
paratorlu umun Kurulu u”, çev. Güzin Yalter, Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri ( stanbul, 1971)
içinde s. 7-52.
2 Hamilton A. R. Gibb (çev.), The Travels o f lbn Battuta (Londra, 1958), cilt I, s. 42.
14
2. Bölüm
Osmanlı devleti 1350’lerde bir sıra sınır beyli inden biri olmaktan öte bir ey
de ildi. Ancak, 1352 sonrası olaylan Osmanlılann üstünlü ünü öylesine sa lam
olarak belirledi ki, öteki beylikler otuz yıl içinde Osmanlılara ba ımlı oldular. Bun-
da kilit olay, Osmanlılann Balkanlar'da, batıya do ru sonsuz geni leme olanakla-
n sunan bir köprüba ı kazanmalarıydı. Anadolu’dan Avrupa'ya ilk geçi güç bir
i ti. Gelibolu Yanmadası ve Bo azlar Hıristiyanlann kontrolünde oldu undan Os-
manlılar’ın Trakya'ya çıkaracaklan bir birlik Bizanslılarca bozguna u ratılabilirdi.
Sorunu OsmanlIlardan yana, Çanakkale Bo azı'nın do u yakasındaki Karesi Bey-
li i çözdü.
Osmanlı ba ansını bir dizi olay hazırlamı tır. Karesi tahtı için bir çeki me,
1345'te Orhan’a bu beyli i topraklanna katma fırsatı verdi. Osmanlı hizmetine
girmi olan Karesili gâzîler, Çanakkale Bo azı ötesine bir sefer yapılmasını istiyor-
lardı. Orhan’ın, batı sınınnı yöneten o lu Süleyman komutasında sefer için hazır-
lık yapıldı. Olaylar onlardan yanaydı. Orhan, 1346’da, Bizans tahtında hak iddia
eden îoannis Kantakuzenos ile bir ittifak yapmı , loannis'in kızı Theodora'yla da
evlenmi ti. Bu durum Osmanlılara Bizans'ın içi lerine kan ma ve Trakya'daki iç
sava a katılma fırsatı verdi. Süleyman, Sırp ve Bulgar güçlerine kar ı Kantakuze-
nos’a yardım için 1352’de Edirne'ye gitti inde, Gelibolu Kısta ının do u kıyısın-
daki Çimpe'de (Omurbeyli) yerle ti. Kantakuzenos’un ısrarlı isteklerine kar ın ka-
leyi bo altmayı reddetti. Hem Anadolu’dan taze birliklerle bu köprüba ını güçlen-
dirmeye, hem de Gelibolu kalesini ku atmaya koyuldu. 1354 martının l'ini 2'si-
ne ba layan gece meydana gelen bir deprem, Gelibolu’nun ve yöredeki öteki ka-
15
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
na yalnız Sivas’ta Eretna hanedanının yerine geçen Kadı Burhaneddin kar ı ko-
yarak, OsmanlIların ipek yolunda önemli bir kent olan Amasya’ya do ru yayıl-
masını engelledi.
Murat’ı Anadolu sorunları me gul ederken Balkanlar'da, Sırbistan, Bulgaris-
tan ve Bosna kendisine kar ı birle mi , 27 A ustos 1388’de bir Osmanlı ordusu
Ploçnik’te (Bileca) Bosna L ara yenilmi ti. Fakat aynı yılın kı ında yıldırım gibi bir
sefer Tuna Bulgaristan'ını boyun e meye zorladı. Ertesi bahar, ba ımlı beylerin
katkısı yardımcı güçlerle Avrupa'ya geçen Murat, 15 Haziran (Do u Hıristiyan
takvimine göre 20 Haziran) 1389'da birle ik Sırp ve Bosna ordularını Kosova
Ovası'nda zorlu bir sava ta yendi. Bu zafer Osmanlı hâkimiyetinin Balkanlar'da
iyice yerle mesini sa lamı tır.
Böylelikle, 1389 yılına gelindi inde, Osmanlılar Balkanlar'Ia Anadolu'da,
ba ımlı haraçgüzar beylikler üzerinde geni bir imparatorluk kurmu bulunuyor-
du. Ancak, bunlann Osmanlı yönetimine ba kaldırmak için her fırsatı kullandıkla-
rı, en sonunda Fâtih döneminde Osmanlılann bu hanedanlan ortadan kaldınp her
beyli i do rudan do ruya yönetilen bir eyâlete dönü türmek zorunda bıraktıklan-
nı da belirtmek gerekir.
Kosova sava ında bir Sırp knezinin Murat'ı öldürdü ü söylentisi yayılınca,
Anadolu'daki beylik hanedanlan ba kaldırdı. Yeni sultan I. Bayezit (1389-1402),
1389’la 1392 arasında Anadolu beyliklerini ilhak ederek bu bölgelerin yönetimle-
rine kendi sarayında yeti mi kullan atadı.
Bayezit Anadolu’da me gulken Balkanlar’daki Osmanlı etkisi azalmı tı. Ma-
caristan ve Eflâk’ın Tuna Bulgaristan'ı ile Dobruca'ya ili kin planlar, küçülmü
Bulgaristan Krallı ı’nı güç bir duruma sokuyordu. Macarlar Vidin'de sa lam bir ko-
numa gelmeye çalı ırken, korudukları Eflâk Beyi Mirçea da Dobruca ile A a ı Tu-
na'nın sa kıyısındaki Silistre’yi i gal etmi ti. Osmanlı etkisi bu tehlikelere kar ı
koyabilmek için hiç de yeterli de ildi. Osmanlı sultanı, Balkanlar'a gelip 1393’te
Tuna Bulgaristan'ını do rudan do ruya Osmanlı yönetimi altına aldı. Bulgaristan
kralını haraçgüzar bir bey olarak Ni bolu’ya yerle tirdi, Mirçea'yı da Silistre ve
Dobruca'dan sürüp attı. Sırbistan Despotlu u da, Macarlarla Osmanlılar arasında
tampon bir devlet olarak, güç bir durumda idi, ama benzer bir yazgısı olmadı. Bun-
lann yanı sıra, I. Murat’ın ölümü, Paleologlan Bizans ve Mora'da yüreklendirmi ti.
Onlar iki kilisenin birle ece i sözünü vererek papayı bir haçlı seferi düzenlemesi
için ikna yollan anyorlardı. Venedik etkisi de Mora'da doru una ula mı tı.
Bu durum kar ısında Bayezit, aralannda Paleologlann da bulundu u. Balkan-
lardaki bütün haraçgüzar beyleri, haraçgüzarlık ba lannı bir kez daha peki tirmek
için 1394’te Karaferiye'ye (Verria) ça ırdı. Paleologlann kaçmalan üzerine Konstan-
21
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
tiniye’yi ablukaya aldı, Tesalya’yı i gal etti, Mora’ya akıncılar gönderdi. Ba ka bir
Osmanlı ordusu, yerel beyleri itaate zorlayarak Amavutluk’u do rudan do ruya
Osmanlı yönetimi altına aldı. Bayezit, 1395’te Tuna kıyısında Slankamen'e dek
varan bir sefere giri ti, sonra da Eflâk’a girerek Arge 'te Mirçea'yı yenilgiye u rat-
tı. Ni bolu'ya geçerek, Bulgar kralı i man’ı tutsak aldı, onu dü manla i birli i et-
mekle suçlayarak idam etti. Böylece, yerel hanedanlan ortadan kaldırarak, haraç-
güzar devletlerden olu an bir yönetim yerine merkezî bir imparatorluk yönetimi
yaratmakta epey yol aldı. Osmanlı devleti, Bulgaristan Krallı ı'nı ortadan kaldır-
makla, A a ı Tuna bölgesinin Macaristan'a kar ı savunmasını artık zayıf bir tam-
pon devlete bırakmıyor, do rudan do ruya kendisi üsdeniyordu. Eflâk da haraçgü-
zar konumuna getirilmi ti. OsmanlIlarla Macarlar arasında A a ı Tuna’nın deneti-
mi için verilen sava ın doruk noktası, 1396’da Ni bolu'da noktalanan haçlı seferi
oldu. Balkanlar'daki sava ımla Venedik de yakından ilgiliydi. Bu sava ta donan-
masını Çanakkale Bo azı'nda, Anadolu ile Balkanlar arasında ileti imi kesmek için
kullanmak istiyordu. Batılı övalyeler için ise, haçlı ordusunun kesin bir yenilgiye
u radı ı bu sava (25 Eylül 1396), yalnızca bir haçlı macerası olmu tur.
Ni bolu’daki zafer yalnız Balkanlar'daki Osmanlı denetimini güçlendir-
mekle kalmayıp OsmanlIların slâm dünyasındaki saygınlı ını da büyük ölçü-
de yüceltti. Ününün doru undaki Bayezit, 1399'da Anadolu’ya döndü ve Ka-
raman ile Kadı Burhaneddin'in topraklannı ilhak ederek Tuna’dan Fırat’a uza-
nan merkezî bir imparatorluk yarattı. Bu imparatorlu un do al merkezi olacak
Kostantiniye'yi ele geçirmek çabasıyla kentin ablukasını kuvvetlendirdi. Bu sı-
ralarda Timur (1335-1405), Orta Asya ve ran’da güçlü bir imparatorluk kur-
mu , kendini de tlhanlıların Anadolu üzerindeki egemenlik haklarının vârisi
ilân etmi ti. Osmanlı sultanı Timur’a meydan okumu , ancak 28 Temmuz
1402’de Ankara Sava ı’nda bozguna u rayıp tutsak dü mü tü. Sava sırasın-
da Anadolu'nun yerli sipahileri, Timur’un sarayına sı ınmı olan eski beyleri-
nin safına geçmi lerdir. Bu hükümdârlar, Timur'un koruması altında eski bey-
liklerini her yerde yeniden kurdular. Bayezit’in merkeziyetçi imparatorluk giri-
imi ba arısızlıkla sonuçlanmı oldu. Kalan Osmanlı toprakları, Timur’un ege-
menli ini kabul eden o ulları, Çelebiler arasında bölü üldü. Bunlar, Timur’un
ölümü üzerine, Osmanlı ülkesinin bütününü denetimlerine almak için amansız
bir iç sava a tutu tular7.
22
SINIR BEYL NDEN MPARATORLU A
Notlar
1 G. Georgiades Arnakis. “Gregoıy Palamas among the Turks and Documents of His Captiviıy as His-
torical Sources", Spéculum, XXVI, 1(1951): 104-118.
2 Kostantin Jirecek, Gcschichte derBulgarcn (Prag, 1876), s. 309.
3 bkz. Halil nalcık, "L'Empire ottoman", Actes du 1er Congrès international des études balkaniques
et sud-est européennes. Cilt 111 (Sofya, 1969) içinde, s. 80-85.
4 bkz. Georges Ostrogorsky, Pour l'histoire de laféodalité byzantine, çev. Henri Grégoire ve Paul Le-
merle (Brüksel, 1954); Georges Ostrogorsky, Quelques problèmes d'histoire de ta paysannerie
byzantine (Brüksel, 1956); P. Charanis, “On the Social and Economie Organización of the Byzantine
Empire in the Thirteenth Century and Later", Byzantinoslavica, XVl!(f 959): 94-153; D. Angelov,
"Certains aspects de la conquête des peuples balkaniques par les Turcs", Byzantinoslavica,
XV1I(1959): 220-275 ve D. Angelov, "Zur Frage des Feudalismus auf dem Balkan im X1U bis zum
XIV Jhr.", Études historiques à l ’occasion du Xle Congrès Internationa! des Sciences Historiques,
Stockholm 1960 (Sofya, 1960) içinde, s. 107 ve sonrası.
5 bkz. Halil nalcık, “OsmanlIlarda Raiyyet Rüsumu", Belleten, XXIII, 92(1959): 575-610; Halil nal-
cık, “Çift Resmi", Encyclopaedia o f slam, 2. baskı.
6 bkz. Halil nalcık, “OsmanlI Fetih Yöntemleri”, çev. Hamdi Can Tuncer, Cogito, 19 ( 1999) : 115-135.
7 bkz., “Bâyezid 1", Encyclopaedia o f slam, 2. baskı.
23
3. Bölüm
24
FETRET DÖNEM VE TOPARLANI
25
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
kezî Osmanlı yönetiminden, önceki feodal rejimde sa ladıklanndan daha çok ya-
rar elde ediyorlardı. Son bir etmen ise, Osmanlı sultanının Müslüman halk katın-
daki engin saygınlı ıydı. Osmanlı sultam en büyük gâzî idi; ve bu durum, kendi-
sine çok önemli maddî ve manevî yararlar getiriyordu.
Mehmet'in 1421 'deki ölümünü üç yıl süren bir bunalım izledi. BizanslIlar,
Gelibolu'yu Bizans’a bırakmayı kabul eden ehzade Mustafa’yı salıverdiler. Ru-
meli'nin tümü kendisini sultan tanıdı. Yeniçeriler ve ulemâ ise, tahta Osmanlı
ba kenti Bursa'da çıkmı olan Mehmet’in on yedi ya ındaki o lu Murat’ı destek-
liyordu. Murat, ucbeylerinin ba ında Rumeli’nden kendisine kar ı yürüyen amca-
sını 1422'de yendi. Daha sonra bütün güçlerini toplayıp, rakibini desteklemi
olan Bizans'ı 2 Haziran’dan 6 Eylül’e kadar, ku atma altına aldı. Bu sırada Ana-
dolu'daki ba ımlı beylerin hepsi ayaklanmı , 1. Mehmet'in binbir güçlükle fethet-
ti i topraklan yeniden ele geçirmi lerdi. Murat’ın küçük karde i Mustafa’yı da is-
yana te vik edip Bursa'yı ku attılar. Murat, stanbul ku atmasını kaldırdı, 20 u-
bat 1423'te karde ini yendi, onu kı kırtan Anadolu beylerini de cezalandırdı.
Çandarlılar ve Karamanlılar dı ında, Batı Anadolu beyliklerine boyun e dirdi.
Böylece genç sultan, devletin iç sorunlarından kurtulmu , durumu babasının ölü-
münden önceki biçimine getirmi ti; artık dikkatini Balkanlar’daki topraklannı teh-
dit eden devletlere çevirebilirdi.
Nüfuzunu A a ı Tuna’ya yaymak isteyen Macar Krallı ı, Balkanlarda Os-
manlI baskısından faydalanıyor, Venedikliler de aynı eyi Bizans topraklannı ele
geçirebilmek için yapıyordu. stanbul ku atması sırasında Venedikliler, Selânik ve
Mora'nın denetimini elde etmek için BizanslIlarla görü me ba latmı lardı. 1423
yazında Bizanslılar, o vakitler Osmanlı ablukasındaki Selânik'i Venedik’e bıraktı-
lar. stanbul’u da Venedik’e vermelerinden korkan Osmanlılar, BizanslIlarla bir
antla ma yaptılar. Yıllık bir haraç ödeme ve 1403'te alınan topraklann geri veril-
mesi kar ılı ında Bizans’a saldırmamayı kabul ettiler. II. Murat, Anadolu beyle-
riyle de ban yaparak, bütün güçlerini Selânik’te Venediklilere saldırmak için top-
ladı. Venedik sava ı 1430’da Selânik'in Osmanlılarca alınmasına kadar sürdü.
Osmanlı iç sava ları sırasında Eflâk ve Sırbistan üzerinde Macar etkisi art-
mı , 1427'de de Macaristan'la Osmanlılar arasında Sırbistan tahtı üzerine çeki -
me çıkmı tı. Georgi Brankoviç, despotlu un Belgrat'taki Macarlar ve Güvercin-
lik’teki Osmanlılar arasında tampon bir devlet olması ko uluyla, Sırbistan despotu
olarak tanındı. ki taraf, 1428’de bir antla ma imzaladılar.
Osmanlılar, 1430'da Selânik’in alınmasından sonra, Balkanlar'da daha sal-
dırgan bir politika benimsediler. Tuna’nın güneyindeki bölge, ancak do rudan
do ruya kendi denetimlerinde olursa devletin güvencede olaca ını, dolayısıyla
26
FETRET DÖNEM VE TOPARLANI
güç sava ı ba lamı , Edirne'de çıkan bir yangın ise binlerce evi mahvetmi ti. Bir-
le ik bir Eflâk ve Macar ordusu Tuna’yı geçip Osmanlı ba kentine do ru ilerleme-
ye ba ladı ında, bir Venedik filosu da Çanakkale Bo azı’nı kapatmı tı. Eski Sul-
tan bu bunalımın ortasında acele Rumeli’ne ça nldı. II. Murat, bo azı büyük güç-
lüklerle geçerek ordunun ba ında dü manı 10 Kasım 1444’te Varna’da kar ıladı.
Varna'da Osmanlı zaferi, Bizans mparatorlu u ve Balkanlar’ın yazgısını belirle-
mi tir. Osmanlılar, bunalımdan Bizans’ı sorumlu tutarak, Bizans'a son bir saldın
için planlar yaptılar. Genç sultanın güvence içinde tahtında oturmasını sa lar dü-
üncesiyle iki eski sava çı, Za anos ve ihabeddin, planı iddetle savunuyorlardı.
Ulemâ sınıfından gelen Çandarlı Halil ise, kendi gücünü azaltır ve devleti yeniden
büyük güçlüklerle kar ı kar ıya bırakır korkusuyla plana kar ıydı.
Osmanlılann Bizans politikası, iktidar kavgasıyla böylesine yakından ilintiliydi.
Çandarlı Halil, en sonunda, bir yeniçeri isyanı düzenleyerek II. Mehmet ve akıl hoca-
lannı iktidardan uzakla tınp, II. Murat’ı 1446 mayısında yeniden tahta çıkardı.
Murat, ikinci saltanatını 1444 bunalımında isyan etmi Balkan haraçgüzar-
lanna boyun e dirmek için sava larla geçirdi. 1446’da Mora despotuna, 1448 ve
1450’de skender Bey'e kar ı sefere çıktı. 1448'de Kosova’da iddetli bir sava -
tan sonra Hunyadi’nin saldmsını püskürttü. 3 ubat 1451’de öldü ünde, Osman-
lı mparatorlu u 1402 darbesinden bütünüyle kurtulmu tu.
Murat, babasının 1416 bunalımından sonra yaptı ı gibi, tahtta güvenli inin,
sta tu s quo'nun korunmasına ba lı oldu una inanmı tı. Batı Anadolu beylikleri-
nin kimilerini ilhak ettiyse de, Karamanlılar ve Çandarlılarla ban ı koruyor, Ti-
m ur’un o lu ahruh’u kı kırtmamaya da özen gösteriyordu. Ancak, uzla macı
tutum unun, sava mayı sürdürmek zorunda kaldı ı Balkanlar’da Osmanlı ege-
menli ini tehlikeye soktu unu çok geçmeden anladı. Bu sava lar sırasında Os-
manlIlar, batının top ve tüfek gibi üstün silâhlannı ve Hunyadi’nin ba anyla kul-
landı ı "tabur cengi” takti ini alıp benimsediler (Tabur Cengi: orduyu top arabala-
n ortasına alarak sava mak). Osmanlılar, 1422 Konstantiniye ku atmasında bü-
yük toplar, 1444’teki Varna Sava ı’nda da tüfek kullanmı lardır. 1442'de Os-
manlIlar, Gelibolu’da altmı kadırga, Tuna’da ise seksen yüz kadar hafif tekneli
bir ırmak filosu bulunduruyorlardı. Osmanlı donanmasının, artan gücü Venedikli-
leri kendi donanmalannı güçlendirmeye zorlamı tı1.
II. Murat’ın hükümdârlık süresi önemli bir ekonomik geli me dönemi olmu -
tur. Ticaret artmı , Bursa ve Edime gibi Osmanlı kentleri önemli ölçüde büyümü -
tü . C asus B ertrandon de la Brocquiere, 1 4 3 2 'de yıllık Osm anlı gelirinin
2.500.000 altın dükaya çıktı ı, Murat’ın elindeki kaynaklan kullansa, Avrupa'yı
kolayca istilâ edebilece i gözleminde bulunur2.
28
FETRET DÖNEM VE TOPARLANI
II. Murat öldü ünde Osmanlı mparatorlu u, genç II. Mehmet ve lâlaları i-
habeddin ve Za anos’a fetih planlarını gerçekle tirmelerine imkân verecek denli
güçlü idi. Mehmet’in temel amacı, Tuna’nın güneyindeki bütün Balkan ülkeleri ile
Fırat'ın batısındaki tüm Asya ülkelerini do rudan do ruya Osmanlı yönetimi altı-
na sokarak atası Bayezit'in merkeziyetçi imparatorlu unu diriltmekti. Ancak bü-
yük dedesinin tersine, onun ilk amacı Konstantiniye’nin fethi idi. Bunun kendisi-
ne bir imparatorluk kurmak için gerekli saygınlık ve gücü sa layaca ının bilincin-
deydi. Tahta geçtikten sonra Çandarlı’yı vezir-i âzamlık makamında tuttuysa da,
gerçek iktidar imdi sava çı gruba geçmi ti. Murat'ın ölümü üzerine 1451 yazın-
da ba kaldıran Karamanlılara kar ı kısa bir seferden sonra Konstantiniye’nin fethi
hazırlıklanna ba landı.
Notlar
1 Nicola lorga, Notes et extraits pour servir à l’histoire des croisades au XVc siècle (Paris, 1899). s.
486-488.
2 bkz. Halil nalcık, "Murad II”, Islâm Ansiklopedisi, dit VIII, s. 598-615.
29
4. Bölüm
30
MPARATORLU UN PEK MES
savunmaya Venedik elçisiyle Osmanlı ehzadesi Orhan da katılmı tı. Ku atma sı-
rasında mparatorun paralı Rum askerlerinin ço u evlerine dönüyor, talyanlarla
yerli Rumlar arasında da çatı ma eksik olmuyordu.
Osmanlı ordugâhında, ku atmanın ba anlı olamayaca ı ve hemen kaldınl-
ması gerekti i kanısındaki Çandarlı ile gelecekleri ku atmanın ba ansına ba lı
olan Sultan ve sava çı grup arasındaki çeki me sürüyordu. Venedik ve Macaris-
tan'ın güçlerini harekete geçirdikleri haberi geldi inde kurulan sava meclisinde
bu bir kez daha açı a çıktı. mparator teslim olmayı reddedince Osmanlılar 29
Mayıs günü için son bir saldırı planladılar. Son saldın hazırlıklannı Za anos dü-
zenledi. Osmanlı ordusu, 29 Mayıs sabahında direnmeyi kırarak, "top yıkdı ı ge-
dikken kente girdi. Sultan, gelecekteki ba kentinin ya malanmasını istemiyordu;
ancak dinî hukuka göre üç günlük ya ma izni vermesi gerekiyordu. Kent zor kul-
lanılarak alınmı tı; bu yüzden ta ınır mallar eriata göre askerlerin yasal ganime-
ti idi; halk da yasal olarak kölele tirilebilirdi. Mehmet, fethin ilk günü, kente bir
alayla girdi, ya mayı durdurdu, Ayasofya’ya giderek namaz kıldı. Kiliseyi camiye
çevirdi ve ilân etti: “Bundan sonra tahtım, stanbul’dur”1.
Genç Fâtih, artık kayserlerin tahtında oturuyordu. Gazâ yolundaki bu fetih,
öteki tüm Müslüman hükümdârlarınkini gegni ti ve c^kendjsinde sonsuz bir ikti-
dar görüyordu. Fetihten hemen sonra Çandarlı tutuklanmı , ihanetle suçlanıp
iaamedümi ti; imdi iktidar rakiplerinin eline geçmi ti. Fâtih Mehmet, yanm yüz-
yıldır imparatorlu un birli ini tehlikeye dü üren taht üzerindeki iddialann önünü
kesmek için Orhan’ı bulup idam ettirdi, küçük karde i Ahmet'i de bogdurttu.
Fethi izleyen yirmi be yıl boyunca Fâtih,.bir sava tan ötekine ko arak Ru-
m elfve Anadolu'da merkezî imparatorlu unu kurdu. Fetihlerinin önceden belir-
le n m i tir plari izledi i savını destekleyecek bir kanıt yok; ancak, Bizans kayser
'tahtı artık kendisine ait oldu undan, Do u Roma mparatorlu u’nun bütün eski
Topraklarının yasal hükümdân oldu unu ileri sürüyordu. Papa II. Pius, bu iddi-
anın yasal olabilmesi için, Hıristiyan da olması gerekti ini söylüyordu2. Ça ın ya-
'zar arından lbn Kemal'e göre Fâtih, .egemenlik iddiasında .bulunacak hükümdar
ailesinden bütün Rumlan idam etmeyi ilke edinmi ti.
' Fâtih' stanbul’un stratejik önemini çok iyi anlıyor, donanmasını stanbul’da
tutarsFdünyaya egemen’olabilece ine inanıyordu3.
Rumeli Hisan'nı yaptırarak 1452’de stanbul Bo azı'nı kontrol alana alması gi-
bi, 1463’te Çanakkale’de bo azın iki yakasında iki kale yaptırarak Çanakkale Bo a-
zPni denetimi altına aldı. Bozcaada'yı tahkim ederek, stanbul ve Bo azlan koruyan
savunma sistemini daha da güçlendirdi ve Anadolu ile Rumeli arasındaki ileti imi
güvenceye aldı. Donanmayı 1470’lerde otuzdan doksan iki kadırgaya çıkarmı tır.
31
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
32 •;
MPARATORLU UN PEK MES
dü. Mehmet’in 1463’te Bosna ve Hersek’i i gal etmesine kar ı Macarlar, Bos-
na'ya girip ba kenti Jayçe’yi i gal ederek, aynı zamanda Venedik'le bir antla ma
imzalayarak tepki gösterdiler. Venedikliler Anadolu ve ran’da müttefik ararken,
Arnavutluk'ta skender Bey de Venedik'le i birli i yapıyordu. 1463 güzünde, Ve-
nedik, OsmanlIların Anadolu’daki en büyük rakipleri Akkoyunlu hükümdarı
Uzun Hasan’la görü meler ba lattı. Karaman tahtı üzerinde 1464'te kavga çıktı-
ında Uzun Ha an Orta Anadolu i lerine kan tı. Mehmet 1468'de Karaman'ı al-
dıysa da, Akdeniz kıyısına kadar uzanan da larda ya ayan Türkmen oymaklan-
na boyun e diremedi. Bu yörükler sonraki elli yıl içinde de denetim altına alına-
mamı , zaman zaman Karaman tahtında hak iddia edenlerle birlikte ba kaldır-
malardır.
Osmanlılann Karaman'ı i galinden sonra Uzun Ha an daha saldırgan bir po-
litika izlemi ve 1471 yılı geldi inde Karaman sorunu Osmanlı egemenli i için
ciddi bir tehdit halini almı tı. imdi Do u Anadolu'nun yanısıra ran’ın da hü-
kümdân olan Uzun Ha an, Timur kadar korkunç bir dü man olmu tu. Venedik’le
ittifak halindeydi ve Rodos övalyeleri, Kıbns kralı ve Alanya beyi ile ili ki kura-
rak onlara otuz bin sava çı gönderece ine söz verdi. O sıralarda Türkmen oymak-
lannın denetiminde olan Toros Da lan’ndan Akdeniz kıyılanna yürüyerek Vene-
dik'le do rudan do ruya temas kurmayı dü ünüyordu. Birkaç Venedik gemisi bu
kıyıya, Uzun Hasan'da olmayan ate li silâhlarla donatılmı bir güç çıkardıysa da,
Uzun Hasan’ın kuvvetlerini orada bulamadılar. Bir haçlı filosu 14 72'de Osmanlı
kıyılanna saldmrken Uzun Ha an kuvvetleri, Karamanlı takviyelerle Osmanlılan
Karaman’dan sürmü , Bursa üzerine yürüyordu.
Venedik’le yaptı ı antla maya göre Uzun Ha an, kıyı boylannda kale y ap -.
mamak ve denizleri Venedik gemilerine kapatmamak ko ullanyla, bütün Anado-
lu'yu elde edecekti. Venedik ise Mora, Midilli, E riboz ve Argos'u geri alabilecek-
ti. Venedik'in stanbul’u i gali bile dü ünülmü tü.
Mehmet bu durumun üstesinden gelebilecek yeterli güce sahipti. Uzun Ha-
an ve Karamanlılann saldınsını püskürttü, yetmi bin ki ilik bir ordu toplayarak
Uzun Hasan'a kar ı ola anüstü önlemler aldı. Düzenli orduya ek olarak Müslü-
man ve Hıristiyan uyruklulardan paralı asker topladı. Bu süreçte Balkanlar'daki
her Hıristiyan köyünden iki adam alınmı tı. Uzun Hasan'ı Fırat’ta kar ılayarak
11 A ustos 1473 tarihindeJBa kent Sava ı’nda korkunç bir yenilgiye u ratu. Ve-
nedik’in umutlan suya dü mü tü; Mehmet saldınyı do rudan do ruya Venedik’e
yönelterek 1474’te Arnavutluk’ta l kodra’yı ku attı ve 1478’te ku atmayı kendi-
si yönetmeye geldi.-Venedik’in denizle ileti im yollan kesilmi , Macaristan’ın söz
verdi i yardım ise gelmemi ti. 25 Ocak 1478'de yapılan ban antla masına göre
33
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
lük sultanına kar ı uzun ve yıpratıcı bir sefer (1485-1491) izledi. Memlûkler, Gü-
ney Anadolu üzerinde egemenlik iddia ediyor, kendilerini yalnız Türkmen Dülka-
dir Beyli i’nin de il, Karamanlıların da hâmisi sayıyorlardı. OsmanlIlarla Mem-
lûkler arasında açık rekabet, 1468’te OsmanlIların Karaman'ı fethiyle ba lamı ,
Osmanlılar etkilerini Dülkadir Beyli i’ne de yaymaya kalkınca çeki me yeniden
alevlenmi ti. Aynca, Fâtih Sultan Mehmet en büyük gâzî sıfatıyla, slâm dünya-
sında öncelik iddia ediyor, dolayısıyla bu sınır beylikleri üzerinde üstün hakları
oldu unu ileri sürüyordu. Mehmet’in yanda kalan son Anadolu seferinin, Mem-
lûklere kar ı olması mümkündür.
Cem, 1481’de Bayezit’e yenilgisinden sonra, Mısır’a kaçmı tı; ancak
1482’de Memlûklerin yardımıyla Anadolu'ya girdi ve iç sava yeniden ba ladı.
Bayezit’e yenilerek Rodos'a sı ındı. Bayezit, 1485’te Memlûklere sava açtı, fa-
kat kesin bir sonuç alınamadı. 1491 'e gelindi inde, altı büyük sava iki tarafı da
tüketmi ti; sava öncesi durumu geçerli sayan bir antla ma imzaladılar. Bu ba a-
nsızlık, Bayezit’i ordusunu yeniden biçimlendirmeye ve ate li silâhlann sayısını
arttırarak modernle tirmeye yöneltti.
Bayezit'in iç ve dı politikalan ihtiyatlı ve uzla macıydı. Bu, papanın bir buy-
ru u üzerine Rodos övalyelerinin tahtta iddiası olan Cem’i salıvererek bir iç sa-
va ba latabilecekleri gerçe inin belirledi i bir tutumdur. Bayezit, Cem’i hapiste
tutmalan için önce Rodos övalyelerine, sonra da papaya yıllık kırk be bin düka
ödüyordu.
25 ubat 1495’te Cem'in ölümünden sonra, Avrupa politikası eskisi kadar
ihtiyatlı olmayan Bayezit, Venedik’e sava ilân etti. Venedik’le müttefik olan Ma-
caristan, Sırbistan’a saldırdı, fakat Osmanlılar Mora’da nebahtı, Modon ve Koron
limanlannı ele geçirdiler. 1499-1503 sava ı artık Osmanlı donanmasının Vene-
dik’e açık denizde meydan okuyabilece ini göstermi tir. Osmanlılar sava sırasın-
da 1.800 tonluk -o dönemde bilinenlerin en büyü ü- iki sava gemisi yaptılar.
Bunda Ceneviz ve Raguzalı gemi mühendislerinden yararlanıldı.
Osmanlı mparatorlu u Avrupa politikasında rol oynamaya bu dönemde ba -
lamı tır. talyan sava ları (1494-1559) sırasında yenilgiye u rayan her devlet
son çare olarak dü manına kar ı Osmanlı yardımı almak tehdidini kullanmı tır.
Ba langıçta Osmanlılar, Fransa-Venedik ittifakına kar ı Milano ile Napoli tarafını
tutuyordu. Bayezit, Napoli kralına yardıma yirmi bin ki ilik bir ordu gönderme sö-
zü vermi , ancak kar ılı ında Otranto’yu istemi tir. Bundan sonra Avrupa içi mü-
cadelelerinde Osmanlı rolü gittikçe daha önemli olacaktır.
1500'ü izleyen yıllarda Bayezit’in ılımlı yönetimi; eski toprak sahibi aileler,
dirliklerini yitirmi eski askerler, özellikle de göçebe topluluklar gibi Anadolu’daki
36
MPARATORLU UN PEK MES
37
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
bir ekonomik geli me ve ehirle me dönemi olmu tur. Edime, stanbul ve Bursa,
camilerin yanı sıra kervansaraylar ve külliyelerle imparatorluk ba kentlerinin
özelli i olan ba ka büyük yapılar kazanarak hızla geli meyi sürdürdüler. Döne-
min tarihçisi bn Kemal, Bayezit’in babası gibi büyük bir Fâtih olmadı ını, ancak
babasının dönemindeki fetihleri peki tirdi ini söyler.
1. Selim ve Süleyman’ın büyük fetihleri için gerekli ko ullan, bu geli me dö-
nemi yaratmı tır. Bayezit, Osmanlı ordu ve donanmasını da modernle tirmi tir;
Selim’e ran’da smail'e ve Mısır Memlûklerine kar ı kesin zaferlerini kazandırtan
en önemli etmen, Osmanlı ordusunda kullanılan ate li silâhlardır5.
I. Selim (1512-1520), tahtta kendisine rakip olan karde lerini birer birer or-
tadan kaldırdı. ah smail'in Anadolu’daki kırk bin kadar yanda ını hapise attırdı
veya idam ettirdi, sonra da iî bir rafızî olarak suçladı ı smail’e saldırdı. smail,
Uzun Hasan’m yaptı ı gibi, Selim’e, Timur’u hatırlatarak yanıt verdi. Yavuz Se-
lim, smail'in ordusuna Do u Anadolu'da yeti ip 23 A ustos 1514'te Çaldıran’da
kesin bir zafer kazandı. Bu zafer kızılba tehlikesini geçici olarak yatı tırdı ve Se-
lim'in Erzurum’dan Diyarbakır’a kadar olan da lık bölgeyi Osmanlı mparatorlu-
uma katmasını sa ladı. Bu bölgenin yerel hanedanlan ve a iret reisleri, 1516-
1517 döneminde Osmanlı hâkimiyetini tanıdılar.
Anadolu artık do udan gelecek istilâlara kar ı güvenliydi, Azerbaycan, Kaf-
kaslar ve Ba dat yolları da Osmanlılara açılmı tı. Buna kar ılık, Anadolu'nun,
özellikle Do u Anadolu’nun Türkmen a iretleri, Safavî ordulannda asıl gücü olu -
turacaklan ran ve Azerbaycan’a toplu bir göç hareketi ba lattılar.
Selim’in ertesi yıl Dülkadir Beyli i’ni alması, Mısır Memlûkleriyle çatı mayı
kaçınılmaz kıldı. Mısır ve Suriye’yi iki buçuk yüzyıldır yöneten Türk ve Çerke
kölelerin olu turdu u Memlûk hükümdârlan, 1501'den beri Portekizlilerce Kızıl-
deniz'de saldınya u ramı lardı ve OsmanlIlardan deniz yardımı istiyorlardı.
Kızıldeniz'deki Portekiz saldınlanndan korkuya kapılmı bütün Arap dünya-
sı, umutlannı, dönemin büyük gâzî hükümdân, Osmanlı sultanına ba lamı lardı,
lslâmm Peygamberi Muhammed soyundan gelme Mekke erifi, 1516’da I. Se-
lim’e bir heyet göndermeyi önermi , Memlûk Sultanı al-Gavrî bunu önlemi ti. O
zamanlar Arap ülkelerinin Osmanlı yönetimini kabul etmeye hazır olduklan olası-
dır; nitekim Selim, Memlûklerin üzerine yürüdü ünde Araplara, kendilerini Mem-
lûk boyunduru undan kurtarmaya ve slâm dünyasını korumaya geldi ini ilân
etmi tir.
Selim, önce Halep’e yürüdü. Kentin valisi ve halk Osmanlılar tarafına geçti
ve 24 A ustos 1516’da da Selim Merc-i Dâbık’ta al-Gavrî’nin ordusunu yok etti.
Memlûk sultanı sava alanında dü tü. Selim, Halep ulu Camii’nde, Abbasî halife-
38
MPARATORLU UN PEK MES
Notlar
1 Konstantiniye ku atması hakkında bkz. Steven Runciman, Konstantinopolis Dü tü, çev. Derin Tür-
kömer ( stanbul, 1999).
2 bkz. Franz Babinger, Mehmed der Eroberer und seine Zeit (Münih, 1953). s. 212-213.
3 Zorzi Dolfin, Assiedo epresa di Constantinopoli neU'anno 1453 (Münih, 1868). bölüm 20.
4 II. Mehmet için Babinger’e kar ı u ele tiriye bkz.: Halil nalcık, “Mehmed the Conqueror (1423-
1481), and His Time", Speculum, XXXV, 3(1960): 408-427.
5 II. Bayezit'in dı politikası konusunda bkz. Sidney Netıleton Fisher, The Forcign Poliçy o f Turkey.
1481-1512 (Urbana, 1948) ve Hanna Sohrweide, "Der Sieg der Safeviden in Persien und seine
Rückwirkung auf die Schiiten Anatoliens im 16. jahrhundert", Der Islam, XL1(1965): 195-223.
39
5. Bölüm
40
OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U
caristan'dan çekildi; Macar Diet’i Jânos Zâpolyai’ı kral seçti. Tuna'nm ötesinde ve
bütünüyle yabancı bir ülkede do rudan do ruya Osmanlı yönetimini kurmak çok
güç ve pahalı görüldü ünden, Osmanlılar Macaristan’ı önceleri, Bo dan gibi, ha-
raçgüzar bir devlet yapmak istediler. Fakat Habsburgların Macar yanda lan
Pressburg'da toplanan bir Diet’te V. Karl’ın karde i Ar idük Ferdinand'ı Macaris-
tan kralı seçtiler; o da ertesi yıl Budin'i i gal edip Zâpolyai'ı sürdü. Süleyman Ma-
caristan’ı yeniden i gal etti ve 8 Eylül 1529’da Zâpolyai'a Osmanlı haraçgüzarı
olarak krallık tacı giydirdi. Zâpolyai yıllık bir haraç ödemeye razı oluyor ve kalede
bir yeniçeri garnizonu bulunmasını kabul ediyordu. Sefer mevsimi geçti i halde
Süleyman, Habsburg ba kenti Viyana’ya kadar ilerlemeye devam etti. Üç haftalık
bir ku atmadan sonra geri çekildi.
Ferdinand, 1531'de Macaristan’a yeniden girerek Budin’i ku attı. Ertesi yıl Sü-
leyman, buna kar ı, Macaristan’a büyük bir ordu ile girerek Karl'ı meydan sava ına
ça ırdı, fakat Vıyana’nın altmı mil yakınlarındaki Güns kalesi önünde oyalandı ın-
dan Viyana’yı ikinci defa ku atma ansını kaybetti. Karl'm amirali Andrea Doria,
Mora’da Koron’u OsmanlIlardan almı tı. Akdeniz’de ikinci bir cephe açması gerekti-
ini anlayan sultan, bütün Osmanlı deniz güçlerini ünlü Türk korsanı ve Cezayir Fa-
tihi Barbaros Hayrettin’in komutasına vererek onu Fransızlarla i birli i emriyle kapu-
dan-ı derya atadı. Fransızlar, 1531 ’den beri Sultan'ı talya’ya kar ı harekete geçirme-
ye çalı maktaydılar; imdi ise, resmî bir ittifak istiyorlardı. Bu ittifak 1536’da yapıldı.
Sultan Fransa'ya, dost bir ülke olarak imparatorluk içinde serbest ticaret izni vermeye
hazırdı1. Elçiler, ittifakın politik ve askerî aynntılannı sözlü olarak karara ba layıp
gizli tuttular. François’nın OsmanlIlarla ittifakı, rakibine batı Hıristiyanlık dünyasında
bol bol propaganda malzemesi sa lıyordu. Fransızlann ısran Süleyman'ı, V. Karl’a
ancak talya'da saldınrsa sava ı ba anlı bir sonuca götürebilece ine inandırmı tı.
Fransızlar, talya’nın kuzeyini Osmanlılar da güneyini i gal edecekti. Süleyman,
1537'de ordusunu Arnavutluk'ta Avlonya'ya getirdi ve Arnavutluk'taki Venedik li-
manlarını ve Fransız donanmasının da yardımıyla Korfu Adası’nı ku am. Ancak er-
tesi yıl Fransızlar Kari’la ban yaptılar. François, Osmanlı baskısından yararlanarak
Milano'yu almak istemi ti; ama imparator sözünden dönünce OsmanlIlarla olan "giz-
li" ittifak politikasına döndü.
Akdeniz’de Kari 1535’te Tunus'u aldı; fakat 1558’de Barbaros, Andrea Do-
ria komutasındaki haçlı donanmasını Preveze’de yenilgiye u ratarak Akdeniz'in
tartı masız hâkimi oldu.
François sultana 1540’ta bir kez daha yakla tı ı zaman, Karl’ın ban antla -
ması düzenlemeye gelen elçilerine sultan, Fransa’ya topraklan geri verilmedikçe
barı yapmayaca ını söyledi. Fransa’nın Milano'yu barı çı konu malarla elde
41
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
42
OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U
dar etkin bir Kalvencilik kalesi olacaktı. 16. yüzyılın ikinci yarısında Kalvenci
Fransız bloku, Osmanlı ittifakının Katolik Ispanya'ya kar ı kullanılmasını da iste-
mi tir. Kalvencilerin Fransa’da Aziz Bartolomeos Günü kıyımlan, Osmanlı hükü-
metinin protestosuna neden oldu.
Martin Luther ve yanda lannın, Osmanlı tehlikesini Tann'nın bir cezalandır-
ması sayarak ba langıçta yansız bir tutum takındıklannı, ancak Türk tehlikesi Al-
m anya’yı tehdit etmeye ba layınca askerî ve malî yardımlarla Ferdinand'ı destek-
lemekte tereddüt etmediklerini, bunun kar ılı ında Lütercilik için her zaman ayrı-
calık elde ettiklerini de söylemeliyiz. Dolayısıyla, Osmanlılar yalnız Fransa’daki
gibi ulusal krallıklann de il, Avrupa’da Protestanlı ın da yerle mesinde önemli
bir etmen olmu tur.
V. Kari, Venedik örne ine uyarak, Safavîlerle diplomatik ili kiye girdi; böyle-
ce Süleyman, aynı zamanda hem Do u hem de Batıda sava mak zorunda kalma-
mak için, Safevîlerle çatı maktan kaçınıyordu. Ancak, sınır bölgesinde Bitlis’in
yerel beyi eref Han’ın 1533'te ran himayesine girmesi; aynı zamanda ahın
Ba dat valisinin OsmanlIlarla bir anla maya varması üzerine sava kaçınılmaz
oldu. Süleyman, Ferdinand ile bir ate kes imzalayarak ordusunun ba ında ran
üstüne yürüdü. Bu 1534-1535 seferinde Süleyman, Tebriz ve Ba dat’ı aldı ve
Azerbaycan ile Irak’ı ilhak etti, tpek üreten Geylân (Gilân) ve irvan bölgelerinin
yerel hanedanları da Osmanlı hâkimiyetini tanıdılar. Basra emiri 1538’de ba lılı-
ını bildirdi. Osmanlılar, Kızıldeniz’in yanı sıra Basra Körfezi’nin de egemenli ini
ele geçirmekle, Ortado u'dan Hindistan’a giden bütün yollan denetimleri altına
almı oldular. 1546'da Basra, Portekizlilere kar ı deniz seferleri için Süvey 'ten
sonra ikinci bir üs haline getirildi; ancak 1552’de bir Osmanlı seferi, Portekizlileri
Basra Körfezi’ni denetleyen Hürmüz adasından atmayı ba aramadı.
Osmanlılar Orta Avrupa'da sava ı yeniden ba latınca, tranlılar kar ı saldmya
geçtiler. Süleyman bunun üzerine, 1548’de ikinci kez ran üstüne yürüdü. Bu sa-
va aralıklı olarak yedi yıl sürdü. 29 Mayıs 1555’te imzalanan Amasya Antla -
ması'yla Ba dat OsmanlIlara bırakıldı.
Bu Osmanlı giri imleri, 16. yüzyıl ortalannda, Orta Asya ve Atlas Okyanu-
su'ndan Hint Okyanusu'na kadar uzanan kıtalararası bir alanda bulunan devlet-
ler arasında yeni ittifaklar yaratmı tır. Avrupa’nın güçler dengesi sistemi, bu yol-
la, büyük ölçüde geni lemi oluyordu,
16. yüzyıl ortalarında Rus Çarı IV. lvan, Ejderhan'a kadar Volga havzasını
i gal etmi , yalnız OsmanlIları de il, Orta Asya hanlıklannı da tehdit ediyordu.
Bunun üzerine OsmanlIlarla Özbekler birbirlerine daha da yakla tılar. ran yolun-
dan Ortado u ile temas kuramayan Orta Asya hanlıktan genellikle Hazar Denizi-
43
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
’ni kuzeyden geçip Kınm limanlanna giden yolu kullanırlardı. Bu yolun denetimi-
ni Ruslar ele geçirince Orta Asya hanlıkları, özellikle de Harzem hanı, bu hac ve
ticaret yolunu Rus denetiminden kurtarması için Osmanlı sultanından birçok kez
istekte bulundu.
Do u Avrupa’da 1530'lara kadar ikinci derecede bir güç olan Moskof Büyük
Knezli i’nin yayılı ını Osmanlılar, o zaman kuzeyde bir tehlike olarak görmemi -
ler, Kınm'da Osmanlı egemenli ini tehdit eden Jagellonlara kar ı Moskova ve Kı-
nm Hanlı ı arasındaki ittifaka destek bile vermi lerdi. 1497’de MoskovalIlara Os-
manlı mparatorlu umda ticaret özgürlü ü de verildi. Fakat, 1530'larda Moskof
Büyük Knezi ile Kırım hanı, Altınordu’nun Volga havzasındaki eski topraklarını
ele geçirmek için sava a girdikleri zaman han, Osmanlılan tehlike hakkında uyar-
maya ba ladı. Osmanlılar, Rus yayılmasının Karadeniz havzası ve Kafkaslar'daki
konumlannı tehdit etti ini ancak 16. yüzyıl ortalannda anlamaya ba ladılar. IV.
tvan, 1547'de Çar (imparator) unvanını aldıktan sonra, 1552’de Kazan, 1554-
1556’da da Ejderhan olmak üzere, Volga havzasının Müslüman hanlıklannı i gal
ve ilhak etmi , Kuzey Kafkaslar'da Terek Irma ı’na kadar ilerleyerek Rus impara-
torlu unun temellerini atmı bulunuyordu. Çar, bölgede Nogaylar ve Çerkesler
arasında müttefikler de bulmu tu. Batı'da ise, Bo dan Voyvodası Petru Rare
Moskova'dan 1543’te himaye istemi ti. Bir de, Osmanlılann Azak kalesini ele ge-
çirmeye kalkı an Kazak ba bu u Dimitra vardı. Bu ba anlardan sonra, Rus Çar-
lı ı, Do u Avrupa’da birinci sınıf bir güç olarak Altınordu’nun yerine geçmi , etki-
sini Kafkaslar ve Karadeniz yöresindeki Osmanlı topraklanna kadar yaymı tır.
Osmanlılar dikkatlerini kuzeye, ancak 1566’dan sonra, Habsburglarla sava
kaçınılmaz olmaktan çıktı ı zaman çevirebildiler. Ordu ve donanmayı Don Irma ı
boyunca kuzeye çıkarma, sonra bu ırma ın Volga’ya en yakın aktı ı yerde iki ır-
mak arasında bir kanal kazarak donanmayı Volga boyunca Ejderhan’a indirmek gi-
bi görülmemi bir plan geli tirdiler. Ordu ve donanma Ruslan Ejderhan’dan çıkar-
mak için i birli i yapacak, sonra da donanma Hazar Denizi’ne girerek ran’da Os-
manlı ordusuna yardım edecekti. Plan, bu bakımdan, Ruslan Volga havzasından
sürme ve ran'ı geriden ku atma amacı güdüyordu. Bu ortak tehlike iki gücü birle -
tirdi. Çar, 1568 kı ında ran’a elçi göndererek OsmanlIlara kar ı ittifak öneriyor, ay-
nı anda Papa XIII. Gregorio da OsmanlIlara kar ı yapılacak bir haçlı seferi planına
Çar ve ah’ı da katıyordu. 1569’da Osmanlılann kanal kazma ve Ejderhan’ı ku at-
ma giri imleri ba ansızlıkla sonuçlandı. Planı vezir-i âzam Sokollu Mehmet Pa a ge-
li tirmi ti; rakipleri ise imparatorlu un kuzeyde güç ve pahalı bir sava sürdürmek-
tense, güçlerini Akdeniz’de yo unla tırmasını öneriyordu. Çar ise, Osmanlılara açık-
ça meydan okuma umudunun imdilik ba anlı olmadı ını biliyordu.
44
OSMANLI DEVLET N N DÜNYA GÜCÜ OLU U
Çar, Volga havzasındaki konumunu korumak için sultana kar ı ban çı hatta
dostça bir tutum takındı. Sultan, Kazan’la Ejderhan'ı Ruslara bırakıyor, ancak Kı-
nm Hanlı ı, Çerkez illeri ve Kafkaslar üzerinde Osmanlı egemenli i iddiasını sür-
dürüyordu. Sultan, Ruslardan bu alanlardan çekilmelerini ve Otta Asya-Kınm yo-
lunu açık tutmalarını istedi. Ancak Osmanlılar, tam bu sırada Venedik ile Akde-
niz'de sava a tutu tu undan bu politikayı tutarlı ve güçlü bir biçimde izleyemedi-
ler; 1570’te Kıbrıs’ı aldılarsa da, 1571'de lnebahtı’da (Lepanto) ezici bir yenilgiye
u radılar.
Papa, Rusya’yı Avusturya ve Polonya ile birle erek Türklere saldırmaya te -
vik ettiyse de, çar ban ı bozmadı; Volga havzasında yerle tikten sonra oyalama
politikasını benimsedi. Kuzey Kafkaslar'da yaptırdı ı kaleleri de hiçbir zaman bo-
altmadı.
Osmanlı yönetimi Rusya’ya kar ı mücadeleyi, iki ba ımlı devlete, Kınm hanı
ile Erdel voyvodasına bıraktı. Çar, 1572'de Polonya krallı ına aday oldu unda,
Osmanlılar önce Fransız Valois hanedanından Henri’yi, sonra da Osmanlı haraç-
güzarı olan Erdel Voyvodası Istvân Bâthori’yi desteklediler. Moskova’ya kar ı
amansız bir sava ba latarak çann batıda fethetti i bütün yerleri alan Istvân'ı Po-
lonya tahtına çıkarmayı ba ardılar.
Notlar
1 1. Selim, 1517’de Mısır'dayken, Memlûklerin vermi oldu u kapitülasyonlan yeniledi ini Fransız ve
Katalan konsoloslarına bildirmi ti. 1. Süleyman da tahta geçti inde bunları yenilemi tir. Ancak Sul-
tan, I. François'mn 1536'da yolladı ı elçi J. de La Forest ile brahim Pa a'mn üzerinde anla uklan
kapitülasyonlan onaylamadı ı için. “1536 kapitülasyonlan" diye bir ey yoktur. Fransızlara verilen
ilk Osmanlı kapitülasyonlan, 1569 tarihlidir; bkz. “Imtiyazat", Encyclopaedia o f slam, 2. baskı.
2 bkz. E. Benz, Vittenberg und Byzanz (Marburg, 1949); Stephen A. Fischer-Galaü, Ottoman Imperi-
alism and German Protestantism, 1521-1555 (Cambridge, MA. 1959) ve Kenneth M. Setton,
"Lutheranism and the Turkish Peril", Balkan Studies, III, 1(1962): 136-165.
45
6. Bölüm
46
OSMANLI MPARATORLU UNUN GER LEMES
çok sıcak kar ıladı. Onlara, do uda Rus ve Gürcülerle Osmanlı kar ıtı bir ittifak
kurmak istedi ini ve Avrupa’nın Hıristiyan krallannı kutsal bir haçlı ordusunda
birle tirmeye çalı tı ını bildirdi. ah, Osmanlılara öykünerek, ordusuna ate li si-
lâhlarla donatılı yeni kul birlikleri kattı. 1603’te hücuma geçti. Osmanlılar, impa-
ratorlu u iç karı ıklıkların sarstı ı bir zamanda, do u ve batı cephelerinde aynı
anda sava mak zorunda idiler. ah Abbas, Osmanlı birliklerini Azerbaycan ve
Kafkaslar'dan Anadolu içlerine sürdü. Osmanlı hükümeti bu durumda Habsburg-
larla ban yapabildi i için kendini talihli sayıyor ve 1606 Zsitvatorok Antla ma-
sı'yla Habsburglann elinde olan Macar toprakları üzerindeki bütün haklanndan
vazgeçiyordu. Habsburglar yıllık otuz bin dükalık haracı artık ödemeyecekti. Sa-
va Osmanlılara kendi askerî zayıflıklarını göstermi ve 1595’ten sonra birkaç
kez ban istemek zorunda bırakmı tır.
Bu dönemde Osmanlı Imparatorlu u’nu büyük sıkıntıya sokan karı ıklık
ve huzursuzlu un temel nedeni, ran ve Avusturya sava lannın getirdi i yük-
tür. nebahtı'dan sonra Osmanlılar, Akdeniz’de üstünlüklerini de koruyamadı-
lar. Avrupa’da, spanya Kralı II. Felipe konumunu sa lamla tırmı tı. Fransa’da,
OsmanlIları destekleyen Kalvencileri Aziz Bartolomeos kıyımı yok etmi ti, Is-
panyollar, Hollanda’da isyancılara kar ı sava larını iddetlendirmi , tngilizlere
kar ı baskılannı arttınyorlardı. Felipe, 1580'de Portekiz Krallı ı’nı ve sömürge-
lerini ilhak etti. Osmanlı Sultanı, 1578’de imparatorlu un bütün kaynaklarını
ran'a kar ı toparlamak için gerekli bir adım atarak spanya ile ate kes yapıyor,
öbür yandan HollandalIlara Felipe’ye kar ı yüreklendirici mektuplar gönderiyor,
1580’de kapitülasyonlar vererek ngilizlerle dostça ili kiler kuruyor ve Portekiz
Krallı ı'nı canlandırma çabalanna ilgi gösteriyordu. spanyol armadasının ngil-
tere’ye kar ı 1588’de bozguna u ramasının Akdeniz'de önemli sonuçlan oldu.
Osmanlı mparatorlu umun büyük rakibi spanya, gücünün dü mesi nedeniyle,
Akdeniz’de artık büyük giri imler üstlenemeyecekti. Ancak, bundan yararlanan
Osmanlılar olmadı.
Osmanlılar, Akdeniz'deki üstünlüklerinin kaybıyla, Kuzey Afrika eyâletleri-
nin denetimini de yitirdiler. Trablusgarp, Tunus ve Cezayir deniz güçleri artık sul-
tanın donanmasının düzenli bir parçası olmayıp, kendi önceliklerine göre davra-
nan korsan yuvalanna dönü mü tü, lnebahtı yenilgisi, Do u Akdeniz'de artan
Hıristiyan korsan etkinli inin de habercisi olmu tur. 1570’ten sonra Malta öval-
yeleri ile Aziz Stefan askerî tarikatı, Do u Akdeniz’deki Osmanlı deniz trafi ini
ciddî olarak tehdide ba lamı tı. Çok geçmeden ngiliz ve HollandalI korsanlar da
onlara katılarak yalnız Ispanyol de il, Osmanlı gemilerine de saldırmaya ba ladı-
lar. Osmanlı hükümeti Mısır ve Suriye ile olan önemli ileti im yollarını güçlükle
OSMANLI MPARATORLU U’NUN GER LEMES
açık tutabiliyordu. 17. yüzyıl ba larında Mısır’da yerel Memlûklerin etkileri artı-
yor, Osmanlı yönetimi zaafa dü üyor, Lübnan’da ise Emir Fahreddin ba ımsız bir
hükümdâr gibi davranmaya ba lıyordu. Bütün bunlar merkezî hükümetin, uzak
eyâletler üstündeki denetimini kaybetmekte oldu unu gösteriyordu.
Osmanlı donanmasının Karadeniz’de Kazaklara etkili bir biçimde kar ı koya-
maması da, gerilemenin daha az kaygı verici bir göstergesi de ildi. Dinyeper'den
küçük teknelerden olu an fılolanyla inen Kazaklar, 1590’lardan sonra Karadeniz
kıyılanna baskınlannı yo unla tırdılar. Gittikçe artan bir cüretle 1614'te Sinop’u,
1625’te de Bo aziçi'nde Yeniköy’ü yaktılar. 1637 ile 1642 arasında bir süre
Azak’ı bile ellerinde tuttular. Osmanlı ekonomisinin ya am daman Karadeniz’de
güvenlik kalmamı tı, Osmanlı ticareti ve limanlan da çökmeye ba lamı tı.
Osmanlı deniz gücünün zayıflamasının birkaç nedeni vardır, lnebahtı Sava ı
sırasında Osmanlı donanması hâlâ, dü manın güçlü borda atı lan yapan büyük
yelkenli gemilerine kar ı etkisiz kadırgalardan olu uyordu. Özellikle, 16. yüzyılın
sonlanna do ru HollandalIlar ve Ingilizlerin gelmeleriyle Akdeniz’e bu tür gemiler
hükmedecekti. 1607'de Sir Thomas Sherley, bir ngiliz sava gemisinin on Türk
kadırgasını yenebilece ine dikkat çekmi tir. Osmanlı donanması yeni gemileri an-
cak çok geç ve büyük güçlüklerle edinebildi. Ba ka bir önemli etmen de, Hıristi-
yan Akdeniz devletlerinin birle ik donanmalannın kar ısına çıkacak kadar güçlü
bir Osmanlı donanmasının donatım ve bakımının güçlü ü idi. Aynca, donanmaya
malî destek sa lamak için salınan ola anüstü vergiler ülkede geni çapta ho nut-
suzluk ve huzursuzluk yaratmı , nebahtı'dan sonra eyâlet askerî güçleri deniz
sava lanna katılmaktan kaçınmak için ellerinden gelen her eyi yapmı lardı. m-
paratorlu un, maddî olanaklannı yitirmi oldu u bir gerçekti.
Osmanlılar, 16. yüzyıl boyunca Hint Okyanusu'nda Portekizlilerle sava arak
Hindistan’la Ortado u arasındaki ticaretin denetimini ele geçirmelerini önlediler.
Osmanlılar, Hint Okyanusu’nda 1580’den sonra Portekiz’in yeni hükümdân s-
panya kralının güçleriyle kar ıla ıyordu. II. Felipe, Hint Okyanusu’ndaki ticaret
yollarını keserek OsmanlIlara öldürücü bir darbe indirebilece i kanısındaydı. Os-
manlIlar da, Portekiz kralının 1578 Alcazar sava ında ba ına gelen felaketten ya-
rarlanmaya kalktılar; küçük bir Osmanlı filosu Süvey 'ten yelken açarak Do u
Afrika kıyısındaki Portekiz kalelerini birer birer ele geçirdi. 1585'te Mombasa Os-
manlı hâkimiyetini tanıdı. Ancak bu Osmanlı ba anlan çok sürmedi.
spanyol ve Portekizliler, güçlü bir donanma göndererek, Osmanlılan tanıyan
yerel ba bu lan cezalandırdılar; üstün bir Portekiz gücü ve yerel bir zenci saldm-
sıyla kar ıla an Osmanlı amirali teslim olmak zorunda kaldı. Afrika projesi ba an-
sızlıkla son bulmu tu. Çok geçmedi, Akdeniz gibi Hint Okyanusu’nu da daha üs-
49
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
50
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES
Reâyâ padi ahın buyruklarına artık itaat etmiyor, askerler sultana kar-
ı geliyordu. Yetkililer hiç saygı görmüyor ve sözlerin de il yumruklann he-
defi oluyordu. Herkes keyfince hareket ediyordu. Istibdad ve adaletsizlik ar-
tarken eyâletlerdeki halk stanbul’a akın etmeye ba ladı. Eski düzen ve
uyum yok oldu. Bunlar yıkılınca arkadan felâketin gelece i kesindir.
Nedenlerin biri nüfus artı ıydı. Ar iv ara tırmalan, 16. yüzyılda Osmanlı m-
paratorlu u nüfusunun köylerde yüzde 40, kentlerde yüzde 80 arttı ını göster-
mi tir4. Hükümet, binlerce topraksız ve i siz Anadolu köylüsünü, 1570’ten sonra
Kıbrıs’a gönderdi i zaman nüfus fazlasının farkındaydı. 16. yüzyılın ikinci yan-
sındaki devlet kayıtlannda, “levent" ya da “gurbet taifesi" diye bilinen topraksız
ve i siz gençlerden gittikçe daha sık söz edilir. Yeni fetih alanlanna gönderileme-
yen leventlerin artan sayısıyla Anadolu’daki e kıyalık artı ı arasında açık bir ili -
ki vardır.
Klâsik dönem Osmanlı lmparatorlu u’nun iki temel kurumu, kul ve tımar
sistemleriydi. Bunlar, devletin askerî ve politik düzenini, vergi sistemini ve toprak
kullanma biçimlerini tanımlayarak, devletin bütün toplumsal ve politik yapısını
belirliyordu. 16. yüzyılın sonuna do ru bu kurumlar hızla bozulmaya ba ladı.
Dönemin Osmanlı yorumculan da, bu çözülü ü imparatorlu un gerilemesinin te-
mel nedeni olarak görürler. Yöneticiler, klâsik dönemde Hükümet ve askerlik hiz-
metlerini yalnız sultanın kullannın yapması gerekti i görü ündeydiler. 1575’ten
ba layarak reâyâ, yani vergi ödeyen uyruklar, bunlann arasına sızıp ayncalıklan-
nı payla maya ba ladılar ve bu ekilde saray ve devlet sistemine girmi oldular.
Kul sisteminin temeli böylece tahrip edilmi oldu. Ça da gözlemciler de bunun
itaat ve disiplindeki çökü ün nedeni oldu una inanırlar. Sultanın iktidan sarsılı-
yor, reâyâ da kılıcı sabana ye tuttu undan tanm bırakılıyor, vergi geliri azalıyor-
du.
Tımar sistemi de bozuluyordu. Birçok tımar saraylılann eline geçmi ve özel
mülk ya da vakfa dönü türülmü , toplam tımar sayısı azalmı , di erleri de rü vet
kar ılı ında reâyâya verilmi ti. Sonuçta, imparatorluk ordusunun belkemi i olan
tımarlı sipahi sayısı azalmı tı. Kalanlar ise Avrupalı ate li silâhla donanmı asker
kar ısında sava a yaramıyordu.
Çökü nedenlerini arayan Osmanlı yazarlan, eski Osmanlı kurumlanmn bo-
zuldu unu, “tagayyür ve fesadı” anlamı lardır; fakat bu bozulmayı sultanın ikti-
dannın azalması ve parçalanmasına yorarlar. Sultanın mutlak iktidannı, önceleri
yalnız vezir-i âzamin temsil etti ini, fakat zayıf sultanlann iktidarlannı sorumsuz
ki ilere verdiklerini, devlet yönetiminin birli ini böylece yitirdi ini iddia ederler.
Belli ki iler, sultanın iktidannı ki isel amaçlan için kullanmaya ba lamı , rü vet
ve yolsuzluk korkunç artmı tı. Ayrıca Osmanlı yazarlan, rü veti devlet örgüt ve
yönetiminin bozulmasındaki temel nedenlerinden biri olarak görürler.
Bu yazarlann ço u, çökü ün çözümünü yaparken, devleti hükümdânn mut-
lak iktidanyla özde gören geleneksel Ortado u devlet ve toplum kavramlanndan
yola çıkar ve bu iktidarın bütünlü ünü ve mutlak olma gere ini savunurlar.
52
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES
Önerdikleri çareler de bu kavramın ötesine gitmez. Zaten alınan önlemler de, iste-
nenin kar ıtı sonuçlar do uruyordu. De i en ko ullan görmezden gelip “eski yasa
ve kurallann”, yani klâsik Osmanlı kurumlannın diriltilmesinin çürümeyi durdu-
raca ı savmdaydılar. Bu görü ün yanlı oldu u, 17. yüzyıl ortalanna dek anla ı-
lamamı tır. bn Haldun'un determinist tarih görü ünden etkilenmi olan bu döne-
min siyasî dü üncesi, gerilemenin ancak uzatılabilir oldu unu, bütünüyle durdu-
rulamayaca mı ileri sürüyordu.
16. yüzyıl Osmanlı yazarlan ile modem tarihçilerin imparatorlukta temel de-
i ikleri aynı nedenlere dayandırması beklenemez. e, tımar sisteminin bozulma
nedenlerini çözümleyerek ba lamalıyız.
Yay ve ok, mızrak kılıç ve kalkan gibi geleneksel ortaça silâhlanyla donatılı
tımarlı sipahî, ate li silâhlarla donanmı Avusturya ve Alman piyadesiyle kar ı-
la tmldı ında geri kalmı bir ortaça askeriydi. Bu atlı ordusu kendini ortaça ge-
lene inde gerçek bir askerî sınıf sanıyor ve ate li silâh kullanmayı mertlik anla-
yı lanna yakı tıramıyordu. Bundan dolayı Osmanlı hükümeti Alman piyadesiyle
rekabet edebilecek bir ordu olu turmak için ba ka yollar aramı tır. I. Süleyman
zamanından beri ate li silâhlarla donanmı yeniçeri sayısı sürekli arttınlmı tır.
Süleyman döneminde on altı bin olan yeniçerilerin sayısı 1609’da otuz yedi bine
ula mı tı. Buna kar ılık, Süleyman döneminde en az seksen yedi bin olan sipahi-
lerin sayısı, 1609’da kırk be bine inmi ti. Koçi Bey, 1630’da sadece sekiz bin
dolaylannda sipahî kaldı ını yazar.
Kapıkulu ordusu büyüdü ünden, Türkler de yeniçerili e kabul edilerek dev-
irme sistemini bozan bir uygulamaya geçiliyordu. Osmanlı hükümeti ate li silâh
kullanmasını bilen Anadolulu gençleri paralı asker olarak tutmaya ba lamı tı.
Ate li silâhlarla donanımlı, “sanca" ve “sekban" diye bilinen bu atlı ve yaya as-
kerler, genellikle yurtlanndan aynlmı , topraksız genç köylülerden olu uyordu.
Osmanlı mparatorlu u reâyâsı, 16. yüzyıl sonuna do ru ate li silâh yapma-
ya ve kullanmaya ba lamı tı; hükümet de Anadolulu bu keskin ni ancılan, genel-
likle sultanın kullan buyru u altında, yüz ki ilik sekban ve sanca bölükleri halin-
de örgütleyerek Orta Avrupa sava alanlannda kullanmaya ba ladı. 1590'dan
sonra bunlar, Osmanlı ordusunun en etkili birimleri olacaktı. Eyâlet valileri de
bunlan kendi hizmetlerinde kullanmaya ba ladılar. Bunun bir sonucu da eyâlet-
lerdeki eski askerî örgütlerin ihmal edilmesi oldu. Artık sipahî ordusu, ço unlukla,
yol ve kale yapımında kullanılıyordu. Yaya, voynuk ve müsellem gibi öteki eski
örgütler ya kaldınlmı ya da ba ka görevlere verilmi ti. Bir vakitler imparatorluk-
ta çok önemli yeri olan klâsik askerî örgütlerdeki bu de i ikliklerin, politik, eko-
nomik ve toplumsal ya am üzerinde derin bir etkisi oluyordu. Biz, burada, bu çok
53
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
kan ık de i ikliklerin ancak genel bir özetini verebiliriz. Önce, devlet mâliyesinin
ve tımar sisteminin temeli olan toprak kullanım ve vergi salma biçimlerindeki de-
i iklikleri inceleyece iz.
Y eniçerilerin aylıklarıyla sekbanların günlüklerini ödem ek için devlet,
merkezî hâzinede durmaksızın ço alan miktarda para biriktirmek zorundaydı.
Bunları kar ılamak için tımar olarak aynlmı kimi topraklar do rudan do ruya
hazine denetimine alınmı ve gelirlerini toplama hakkı mültezimlere verilmi ti;
ancak kimileri, hileli yollardan, saray ve devlet memurlarının ellerine geçmi ,
ötekilerse vakfa döndürülm ü , gelirleri de devlet için yok olm u tu. Vergiyle
to planan para m iktarı yetersizdi; dolayısıyla hazine kendini sürekli bir açık
kar ısında buluyordu. 1580’lerde gümü akçenin de er yitirmesi, daha sonra
da dola ım da sahte ve güm ü içeri i eksik sikkelerin artm ası, malî bunalımı
daha da a ırla tırdı.
16. yüzyıl ortalarında Avrupa pazannı Meksika gümü ü istilâ ederek çok bü-
yük fiyat artı lanna neden olmu tu; aynı durum 1580’lerde altının gümü e oran-
la daha ucuz oldu u Osmanlı m paratorlu u’nda yinelendi. Do u’daki görece
ucuz altın fiyatlan, Avrupa gümü ünün imparatorlu a ihracım öylesine arttırdı ki
1584’te “Türkiye'ye giden ba lıca ticaret metalanndan birinin sandıklar dolusu
gönderilen spanyol reah oldu u” kayıtlara geçmi tir5. Osmanlı pazan Avrupa
gümü sikkelerinin akınına u radı, fiyatlar da kısa bir zamanda iki katına çıktı.
Tımarlı sipahîler, kapıkullan gibi topluluklar ya da vakıf gelirleriyle ya ayanlar,
birdenbire yoksulla tılar. Sipahîler çok masraflı bulduklan uzun seferlere gitmek-
tense tımarlannı bırakıyor, ba kentteki yeniçeriler de gittikçe daha sık ba kaldın-
yordu. Devlet görevlileri, asker ve kadılar arasında rü vet ve haksız mal mülk
edinme artıyordu. Devlet korkunç bir hızla yükselen hazine masraflarını, akçeyi
ta i edip de erden dü ürerek kar ılamaya çalı ıyor, ancak bu yetersiz önlemler
durumu kötüle tirmekten ba ka bir i e yaramıyordu.
H âzinenin yıllık geliri, 15 34’te be m ilyon altın dükaya ula mı tı; fakat
1591 'e gelindikte, verginin ço u akçe olarak salındı ı için, gerçek de eri yan ya-
rıya dü m ü tü. Paranın de er yitirmesi ile sahte para ve karaborsacılıkta bir ço-
alma, faiz hadleri, tefecilik ve vurgunculukta a ın bir artı ba gösterdi. 1593’te
Avusturya ile sava a girilmesiyle durum daha da kötüle ti. Bu sefer, kısmen is-
yancı yeniçerileri sefere göndererek ba kenti onlardan kurtarma amacıyla açılmı
bir sava tı. Ancak sava beklenenden çok daha uzun sürdü; ordu ve deniz güçle-
rinin masrafları devlet bütçesinde büyük ve kalıcı bir açık yarattı. Hükümet gele-
neksel vergileri, örne in cizyeyi, reâyâ arasında ho nutsuzlu un artaca ını dü-
ünm eden be ya da altı kat arttırdı; ancak gelir hâlâ yetmiyordu. Önceleri ancak
54
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES
ola anüstü olarak, “avânz" adı altında salman vergiler ço altılmı ve nakden
ödenmesi gereken düzenli yıllık vergilere çevrilmi ti.
Ola anüstü vergi yani avânz sisteminde, vergilemek amacıyla aileler 10-15
hanelik birimlere aynlmı tır. 1576’da her birime 50, 1600'de ise 280 akçe biçil-
mi tir. Para vergileri böylece devlet gelirinin temel bir kayna ı oldu. Bu, vergi sis-
teminde devrim yaratan bir geli me idi. Aynî ödenen vergiden nakdî ödemeye ge-
çi ileri bir adımdır; fakat vergilendirme imparatorluk halklan üzerinde, özellikle
Hıristiyan uyruklar üzerinde a ır bir yük olmu , ho nutsuzluk yaygınla mı tır.
Devletin malî sıkıntısına çare olmak niyetiyle alınan önlemler, yıkıcı sonuçlar
do urdu. Beylerbeyilerine, sekban birliklerine asker almak için vergi toplama yet-
kisi verildi. Bu durum, küçük rütbeli komutanlan, sekban ve sanca birimlerinin
komutanlarını halkı kendi hesaplanna soymaya götürdü. Dahası, devlet bu as-
kerlere sefer için ücretlerini ödeyemedi i ya da görevlerine son verdi i zaman,
bunlar celâlî çeteleri halinde kırlık alanda dola arak gittikleri yerlerde halktan zor-
la azık ve para toplamaya ba ladılar. Anadolu, ülkeyi talan eden celâlî çeteleri yü-
zünden, Yüz Yıl Sava lan’ndan sonraki Fransa’nın peri an durumuna dü tü.
Osmanlı hükümeti, bu e kıyaya kar ı iddeüe eyleme geçerek onlan "celâlî"
yani devlete kar ı asî ilân etti. Bunlarla sava mak için, devlet ba langıçta halkı
kendi milis güçlerini kurmakta özgür bıraktı; ancak bu önlem, durumu daha da kö-
tüle tirmekten ba ka bir i e yaramadı, çünkü milisler ço u kez celâlîlere katılıyor-
du. Hükümet onlarla, sonunda, ancak ate li silâhlarla donatılmı sekban ve sanca
birlikleriyle sava abildi. Tımarlan ellerinden alınmı ya da yetersiz gelirleri olan si-
pahiler ve talan pe inde ko an göçerler, asî sekban ve sanca bölüklerine katılıyor-
du. 1598 dolaylannda Kara Yazıcı’nın güçlü önderli indeki asî güçlerin sayısı yir-
mi bin ki iyi a ıyordu. Hükümet güçleri, Kara Yazıcı’yı 1602'de güçlükle yenebil-
mi , e kıyalar Anadolu’nun dört bir yanına da ılmı tı. Zengince Anadolulular Bal-
kanlar, Kınm, ran ve Arap ülkelerine göçe ba ladı; tarlalar bo kalıyor, ardından
da açlık ve kıtlık geliyor, hazine ise gelir kaynaklanın tümüyle yitiriyordu.
1595’le 1610 arasında bu silâhlı e kıya, Anadolu'nun her yerini allak bullak
etti. ah Abbas, 1603’te, hüküm süren bu karma adan yararlanarak kar ı saldın-
ya geçti ve Osmanlı birliklerini eski ran eyâletlerinden Anadolu’ya sürdü. Os-
manlı yönetimi, ran’la sava madan önce bütün güçlerini Anadolu’daki celâlîlere
kar ı toplamak zorunda kaldı. Bütün Anadolu celâlîlerinin önderi Canbulato lu,
1607 ile 1610 arasında yenilgiye u ratıldı, binlerce e kıya da kılıçtan geçirildi. Bir
ço u ran'a sı ındı ya da Suriye ve Irak’a kaçtı.
Bu dönemde haydutluk yaygın bir hal almı tır. Reâvânın ilk büyük çapta is-
yanlanna a ır vergiler, yolsuzluk ve güvensizlik duygusu yol açmı tır.
55
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)
Celâlîler dönem i büyük bir malî bunalım zam anına rastlamı , imparatorlu u
için d en h içb ir za m a n çıkam adı ı bir ç ö k ü n tü y e sü rü k lem i tir. ngiliz elçisi,
1607'de stanbul’dan, “Görebildi im kadarıyla Türk imparatorlu u büyük bir çö-
kü te-, yıkıldı yıkılacak", diye yazıyordu. 17. yüzyılda da, özellikle de sava za-
m anlannda, buna benzer karga alar çıkacaktır.
Celâlî isyanlannın bir sonucu olarak, yeniçeriler eyâletlere yerle tirildi ve za-
m anla yeni bir ü st sınıf biçiminde ehirlerde örgütlendi. Kentler ve büyük kasaba-
lann yanı sıra küçüklerine de, Celâlîlere kar ı ba lıca düzenli güçler, yani yeniçeri-
lerle sultanın merkez sipahileri yerle tirildi. Bunlann sayılan artınca, ta ra toplu-
m unun en etkili sınıfı olarak, ulemâ, lonca ba lan ve tüccarlara katılarak etki ve
güçlerini, genellikle mültezim olarak edinilmi büyük servetler toplam akta kulla-
nır oldular. Çe itli yollardan devlet topraklanndan geni alanlar edindiler, bu top-
raklardaki köylüler ortakçı konum una dü tüler. Merkezî iktidar zayıflarken bun-
lann güç ve etkisi artıyordu; sonralan eyâletlerde boy gösterecek yerel hanedan-
ların ço unu olu turan ve 18. yüzyılda eyâletlere hükmedecek âyan sınıfının kö-
keni bu sınıftır.
Devletin maa lı, daimî ordusunu olu turan kapıkullan ile sekban ve sancalar
arasında iddetli bir dü m anlık vardı. Bunlardan kimileri kendilerini kapıkulu kılı-
ına sokuyor, bu yüzden bütün imparatorlukta, am a özellikle Anadolu'da, yeni-
çerilik taslayan binlerce asker bulunuyordu. Geri kalan sekban ve sanca askerleri
asî önderler çevresinde toplanarak acımasızca kapıkullanna saldınyordu. 1623’le
1628 arasında Abaza Mehmet Pa a kom utasında bütün Anadolu’yu denetimleri
altına aldılar.
Özetle, klâsik Osmanlı lm paratorlu u'nun temel kurum lan, hızla yükselen
Avrupa'nın etkisiyle da ılmı tı; Osmanldar kendilerini de i en ko ullara uydura-
mıyordu. Osmanlı, modem ekonomik sorunlan anlayamıyor, Ortado u devletinin
geleneksel formüllerine ba lı kalıyordu. Ça da Avrupa güçlerinin m erkantilist
ekonomi dü üncesinin tersine Osmanlı devlet adamlan serbest pazar politikasına
ba lı idiler; temel sorunlan, iç pazarda ihtiyaç maddelerinin bollu unu sa lam ak-
tı. imparatorluk için kapsamlı bir ekonomi politikası düzenlemekten geri kalıp, ka-
pitülasyonlarla pazarı AvrupalIlara açm akta bir tehlike görmüyorlardı; öyle ki,'
16. yüzyılın ikinci yansından sonra imparatorlu un Akdeniz limanlan arasındaki
ta ımacılı ını bile AvrupalIlar üstlenm eye ba ladılar. Geleneksel anlayı a ba lı
olan Osmanlı devleti, imparatorlu a mal ithalini te vik ediyor, ihracatı ise köstek-
liyordu. thalata da ihracata da e it gümrük vergisi koyuyor, iç pazarda sıkıntı y a-
ratabilece i kaygısı ile, belli metaların ihracını yasaklıyordu. Lonca kısıtlamalannı
m uhafaza ederek kimi üretim ve ihracat dallannın geli mesi önleniyordu.
56
OSMANLI MPARATORLU U'NUN GER LEMES
Hızla geli en hüm anist bir Avrupa kendisini her türlü ortaça engelinden
kurtanrken, Osmanlı mparatorlu u Ortado u uygarlı ının geleneksel kurumlan-
na sıkı sıkı sanlmakta idi. Bu kurumlann olgunlu a eri ti i 1. Süleyman dönemin-
de, Osmanlı ekonomi ve toplumu kendi halinden memnun, içedönük ve dı etki-
lere kapalı bir duruma gelmi ti. Osmanlılar, tarihleri boyunca, teknolojik, tıbbî ve
malî birkaç modern ke fi benimsemi lerse de, ancak askerî ve pratik bir dizi amaç
için kullanmı lardır. erîatla kutsanmı Ortado u kültürünün görü ve de erlerin-
den aynlmamı , Avrupa araç ve yöntemlerini yaratan anlayı ı kavramaya çalı -
mamı lardır. Daha 15. yüzyılda, Osmanlı devlet, din ve kültürünü tarafsız olarak
tasvir etmeye çalı an Avrupalı gözlemciler vardı6; kendi dinsel ve politik üstün-
lüklerine inanmı Osmanlılar ise gözlerini dı dünyaya kapatmı lardır. Meselâ
Amerika üzerinde bir tek tercüme eser yazılmı , ama bunu okuyan pek az insan
görülmü tür.7
Böylece, 16. yüzyılın son on yılında Avrupa’nın ekonomik ve askerî etkisi
ve onu izleyen derin bunalım, Osmanlı imparatorlu unu kökten dönü türerek ta-
rihinde yeni bir ça açmı oldu. Geleneksel Ortado u devletinin kurumlan ça dı ı
hale gelmi , yeni ko ullara uyma çabalan ise imparatorlu un geleneksel temelle-
rini sarsmaya ba lamı tır. mparatorluk, 17. yüzyıl ortalannda bir kez daha göre-
ce sakinle ti inde, 1600 öncesindeki durum kökten de i mi bulunuyordu.8
Notlar
57
II. KES M
DEVLET
7. Bölüm
OSMANLI HANEDANININ DO U U
61
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
leyman yeni fethedilen alanlarda bu ahîler ve öteki dervi ler için vakıflar yaptıra-
rak Osmanlı devlet ve hanedanının kurulu unda ahilerin ve dervi lerin önemli rol
oynadıklarını teyid etmi tir. Osmanlı beyli inin kurucusu ku kusuz Osman Gâ-
zî'dir. Osmanlı sultanlı ının kurucusu ise Orhan'dır, o sultan sanım ta ımı , bir
ba ımsızlık belgesi olarak da ilk Osmanlı sikkelerini bastırmı tır.
Öbür Anadolu beylikleri Orhan'ın o lu Murat’ın hükümdarlı ını tanıyınca
Murat, “Hüdavendigâr" ve ondan önce Selçuklu sultanlannın kullandı ı ve impa-
ratorlukta hak iddiasını açıkça gösteren “sultan-ı âzam" unvanlannı aldı. Halefi I.
Bayezit, ça da Batı kaynaklannın imperetor olarak betimledi i ilk Osmanlı sul-
tanıdır. Bayezit, 1395’te Kahire’deki Abbasî halifesinden Anadolu Selçuklu hü-
kümdârlannın özel unvanı “sultanü’r-Rûm", yani “Bizans ülkeleri sultanı" unva-
nının resmen tanınmasını istemi tir. Fakat bundan kısa bir süre sonra Anado-
lu'daki eski Mo ol topraklan üzerinde Timur hak iddia edecek, yalnızca bir ucbe-
yi olarak gördü ü Osmanlı hükümdârınm kendisini tanımasını isteyecekti. Daha
sonra Timur’un o lu ahruh’un ileri sürece i aynı iddiaya Osmanlılar, kendi soy-
lannı eski Orta Asya Türk hanlanna ba layan bir soya acı uydurarak ve efsanevî
O uz Han soyundan geldiklerini iddia ederek kar ılık verdiler. Osmanlılar bu dö-
nemde Orta Asya Türk söylencelerini bilinçli olarak canlandınp benimsediler. II.
Murat zamanında yazan Yazıcıo lu Ali, "Kayı boyundan Ertu rul, o lu Osman
Bey ve ucbeyleri bir kurultay kurdular. Birbirlerine danı ıp O uz Han töresini an-
layınca Osman'ı han atadılar" der. Orta Asya hanlık kavramı, böylelikle bir gâzî
önderinin ki ili inde slâmî sultanlık kavramıyla birle iyordu.
Kostantiniye’nin fethiyle, II. Mehmet en saygın Müslüman hükümdar oldu.
Osmanlılar onu, ilk dört halifeden bu yana en büyük Müslüman hükümdâr olarak
görüyordu. slâm dünyası da gazâya, en büyük güç ve etki kayna ı olarak bak-
maya ba ladı. Fâtih Sultan Mehmet kendini, bütün Müslümanlar adına çarpı an
bir gâzî olarak görüyordu: “...bu zahmetler Allah içindir. Zira elimizde slâm kılıcı
vardır. E er bu zahmeti ihtiyar etmeyevüz bize gâzî demek layık olmaz. Ve hem
yann Hak hazretinde hacîl oluruz”1. Memlûk sultanına Kostantiniye’nîn fethini
bildirdi i mektubunda Mehmet, "Müslümanlar için hac yollannı açık tutmak se-
nin görevindir; bizim görevimiz de gazâ sa lamaktır”, diye yazmı tı.
Do u Roma m paratorlu unun ba kenti Kostantiniye'yi aldıktan sonra
Mehmet aynı zamanda kendini Roma lmparatorlu u'nun tek yasal vârisi olarak
görüyordu. Giacomo de Languschi onun, “Dünya mparatorlu u, tek bir din ve
hükümdârla, tek olmalıdır. Bu birli i gerçekle tirmek için stanbul'dan daha uy-
gun bir yer yoktur", dedi ini bildirir2. Sarayındaki Rum bilginleri ve talyan h ü -
manistleri kendisine Roma tarihi okurlarmı , Bir Rum olan Yorgos Trapezuntios,
62
OSMANLI HANEDANININ DO U U
bir iirinde kendisine öyle hitap etmi tir: “Kimse ku ku duyamaz; Romalılann
im paratorudur o. mparatorluk tahtını kim elinde tutuyorsa gerçek imparator
odur; stanbul da Roma mparatorlu u'nun merkezidir"3.
Özetle, Fâtih, slâm, Türk ve Roma evrensel egemenlik geleneklerini kendi
ki ili inde birle tirdi ini iddia ediyordu; stanbul’u bir dünya imparatorlu u mer-
kezi yapmak gayesiyle Gennadios’u 1454’te Rum Ortodoks patrikli ine atadı, Er-
meni patri i ile haham ba ını da stanbul’a getirtti.
Osmanlı sultanının yasal durumu, 1. Selim’in saltanatı döneminde köklü bir
de i ikli e u ramı tır. Selim, hilâfetin eski merkezî alanlan olan Suriye ve Arabis-
tan’ı imparatorlu a katarak slâm dünyasının sınırlannda yalnızca bir gâzî sultan
de il, aynı zamanda Mekke ve Medine'nin hâmisi ve hac yollannın koruyucusu
oluyordu. Bu, o zamanlar her Müslüman hükümdânn kullandı ı halife unvanını
ta ımasından daha anlamlıdır. Selim, hilâfetin simgeleri sayılan Peygamber’in
kutsal e yalannı stanbul’daki sarayına göndermi se de, Abbasî halifesi el-Müte-
vekkil'in halifeli i Selim’e devir etti i, ya da Selim’in, geleneksel anlamda, bütün
slâm dünyasının halifesi oldu unu iddia etti i do ru de ildir. Sünnî ö retiye göre
halife, Peygamber’in kabilesi Kurey ’ten olmalıydı, üstelik bütün slâm ümmeti
için tek bir halife kavramının, 13. yüzyıldan beri hiçbir anlamı kalmamı tı.4
I. Süleyman, “yüce hilâfef’te hak iddia etti i ve “halîfetü’l-Müslimîn" un-
vanını kullandı ında, yalnızca slâm hükümdârları arasındaki üstünlü ünü ve
slâm ’ın koruyuculu unu vurgulamak istemi tir. Tahta çıkı ında Süleyman'ı
kutlamak için gönderilen bir mektupta Mekke erifi, gazâdaki ba ansmın onu
bütün öteki Müslüman hükümdârlardan daha yüce bir konuma yükseltti ini
yazmı tır. Osmanlı sultanlan hep gâzî sultan olarak kalmı lardır; ancak gazâ
kavram ını geni leterek bütün slâm dünyasını himayeleri altına alıyorlardı.
Onlar klâsik ö retilerden de il de, gazâ ilkelerinden yola çıkarak hilâfet kuru-
muna yeni bir anlam verdiler.
slâm dünyası Osmanlılan, Batı Hıristiyanlı ının saldınsına kar ı savunan
tek güç olarak görüyor ve Osmanlı üstünlü ünü kabul ediyordu. 1517’de Selim
henüz Kahire’de iken, bir Portekiz donanması Cidde ve Mekke’ye saldırmak için
Kızıldeniz’e girmi ti. Mekke erifi malını ve hâzinelerini toparlayarak tepelere
kaçmaya hazırlanıyordu; Hicaz halkı Osmanlı amirali Selman Reis’e kendilerini
bırakmaması için yalvardı. Limanı savunan Selman Portekizlileri kaçırttı.5 16.
yüzyıl ortalannda Sumatra ve Hindistan’ın Müslüman hükümdârlan Portekizlilere
kar ı Osmanlı yardımı isterlerken, mektuplannda açıkça sultanın “ slâm’ın Koru-
yucusu" unvanını kullanmı lardır. Türkistan hanlan da sultana, Volga havzasını
i gal eden ve hac için Mekke'ye Kırım yoluyla ula ımlannı engelleyen Ruslara
63
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
kar ı benzer ricalarda bulundular. Hac yollarını açık tutmak için sultanın Hindis-
tan ve Volga havzasına sefer düzenlendi ini biliyoruz. Osmanlılar, do al olarak,
bu durumu kendi politik yararları için kullandılar. Geleneksel hilâfet ö retisini de
ancak 18. yüzyılda ve gene politik çıkarlar yüzünden canlandırdılar.
Süleyman'ın Islâm dünyasının koruyuculu unu üstlenmesi onun evrensel
politikasının ancak bir yüzüydü. Avrupa’da V. Karl ın imparator sanını tanımayı
reddererek, onu yalnız Ispanya kralı olarak tanıyor ve Karl’ın Hıristiyan Avru-
pa’nın bütünü üzerine egemenlik iddiasına kar ı çıkan her gücü destekliyordu.6
1532’de Süleyman Venedik'te kendisi için Batı stilinde muazzam bir impara-
torluk lacı yaptırmı ve o yıl Viyaııa'yı almak amacıyla sefere çıkmı tı.
Notlar
1 Ne ri. K ita bı Cihan Nümâ. F. R. Ünal ve M. A. Köymen edisyonu. II. cilt (Ankara. 1949-1957). s.
752.
2 Fraıız Bablngcr. Mehmed der Eroberer und seine Zeit, (Münih. 1953). s. 168.
3 Ibid, 226.
4 Thomas Arnold, The Caliphate. (Londra, 1965).
5 M. nalcık (cd.), An Economic and Social History the Ottoman Empire, I. Cambridge 1994.
6 bkz. Gülnı Nedpcglu. "Süleyman the Magnlfidcnt and ihe Representation of pow er". S iiley m a n
the Second and his Time. haz. Halil nalcık ve Cemal Kafadar. (Istanbul: ISIS. 1993), s. 163-194.
8. B ölüm
T A H T A ÇIKI (CÜLÛS)
Altı yüz yıllık hükümranlık süresinde Âl-i Osman oluz altı hükümdar çıkar-
mı tır. mparatorlu u, bu hanedansız dü ünebilmek olanaksızdır. Örne in, Ingil-
tere'de hanedan de i ikli i ngiltere'nin bir devlet olarak da ılmasına neden ol-
mamı tır; fakat Osmanlı ailesi olmaksızın bir Osmanlı mparatorlu u olamazdı.
Islâm gelene inde sultanın olgun ya ta, aklı ba ında bir erkek olması gere-
kir; fakat tahta çıkı ı düzenleyen bir yasa ya da töre yoktur. Eski Türk inançlanna
göre, hakanın atanması Tanrı'nın elinde oldu undan, de i mez bir hanedan ya-
sası koymak, ya da tahttaki sultana eylemle meydan okumak Tanrı’nın istencine
kar ı çıkmaktır. 1. Süleyman, tahtı ele geçirmek için düzen kuran o lu Bayezit'e,
“gelece e ili kin her eyi Tann'ya bırakmalısın; çünkü hükümdarlıkları ve yöne-
timlerini düzenleyen, ki iler de il, Tann'nın istencidir. Tann ülkenin benden son-
ra senin olmasını istemi se, ya ayan hiç kimse bunu engelleyemez", demi tir.
Hangi Osmanlı ehzadesi imparatorluk ba kentini, hazine ve ar ivlerini ele geçir-
mekte ve yeniçerilerin, ulemâ, bürokrasi ve saray görevlilerinin deste ini kazan-
makta ba an gösterirse, yasal sultan olurdu. Gerçekte, tahta geçi te temel etmen,
1421 'den sonra yeniçerilerin deste i olmu tur.
Taht için yapılan ölümcül karde kavgalarının sonucu, Tannsal bir buyruk
olarak görülürdü. Yenik dü en ehzadeler genellikle dü man topraklanna sı ınır-
lardı; dolayısıyla da Osmanlı mparatorlu u sürekli iç sava tehlikesi kar ısınday-
dı. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmet, “Tann’nın saltanatı ba ı ladı ı o lum, dev-
letin iyili i için karde lerini yasal olarak öldürebilir. Ulemânın ço u bunu mübah
buluyor”, dedi i “kanunnâm esiyle, gerçek imparatorlu un ilk günlerinden beri
yaygın olan bir âdeü kanûnla urmı tır. Ancak, bu bile iç sava lan önleyememi -
65
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
tir. Bunun temel nedenlerinden biri, padi ah o ullannın, on iki olan erginlik ya ı-
na eri tiklerinde, Anadolu'nun eski yönetim merkezlerine, lâlalan e li inde vali
olarak gönderilme âdetiydi. Orada ba kenttekine benzer bir saray ve yönetim ku-
rarlardı. Selçuklu döneminde bu ehzadeler kendi eyâletlerinde neredeyse ba ım-
sızdılar; ancak Osmanlılar, ehzadelerin lâlalan ve öteki yöneticileri büyük bir
dikkatle saray içinden seçerler, bunlar da merkezî hükümetin buyruklanna göre
davranırlardı. ehzadeler, yalnız kendilerine ayınlan gelirleri alır ve yakından de-
netlenirlerdi.
Bu ehzade valiler, daha babaları ya arken, ba kente yakın bir valilik elde
etmeye, saray içinde ve kapıkulu askerleri arasında destek bulmaya giri irlerdi.
ehzadelerin sabırsızlı ı kimi zaman iç sava a yol açardı. 1511'de Selim, karde -
lerine kar ı silâha sanlmı , Süleyman ise 1553 ve 1561'de o ullan Mustafa ve
Bayezit’i kendi hükümdârlı ına kar ı çıkmaları nedeniyle idam ettirmi tir. Bu
olaylardan ders alarak II. Selim (1566-1574) ve III. Murat (1574-1595), sadece
en büyük o ullannı valili e atamı lardır. Bunlar babalannın ölümü üzerine dire-
ni le kar ıla madan tahta çıkmı lar, saraya hapsedilmi karde lerinden kolayca
kurtulmu lardır. Saraya girer girmez, III. Murat'ın ilk i i be karde ini bo durmak
olmu tur. Ü. Mehmet (1595-1603) ise, on dokuz karde ini öldürtmü ve ehza-
deleri vali atama âdetine son vermi tir. Onlan haremde, sonradan “kafes" diye bi-
linen özel bölmelere yerle tirtmi tir. ehzadeler kafesten aynlamaz, çocuk sahibi
de olamazlardı. Sürekli olarak idam korkusu ile ya amaktan ço unda ruhsal bo-
zukluklar belirmi tir. II. Süleyman (1687-1691), tahta çıkmak üzere ça rıldı ın-
da kendisini kafesten almaya gelen saray görevlilerine, “Ölüm fermanım çıkmı sa
söyleyin. Namazımı kılayım da aldı ınız buyru u öyle yerine getirin. Çocuklu-
umdan beri, kırk yıl hapislik çektim. Hemen ölmek, her gün biraz ölmekten ye -
dir. Tek bir nefes için ne korkulara katlanıyoruz!” diye a lamı tır1. Padi ah, ka-
festen güçlükle alınıp tahta oturtulmu tu.
Önceleri, eyâletlerdeki ehzadeler taht için açıkça sava a giri irlerdi. Yenilgi
takdir-i lahî olarak görülürdü. Kafes sistemi ise, eski Türk gelene ine aykındır,
bu da bize söz konusu gelene in, 16. yüzyıl sonlannda gücünü yitirdi ini gösteri-
yor. Bu dönemde padi ah, artık bölünmez bir devlet ve iktidann simgesi olmu -
tur. Saray entrikaları, özellikle de vâlide sultanların entrikaları, saltanatın yazgı-
sında önemli bir rol oynamaya ba ladı. Ancak, kamuoyu savunmasız çocuklann
öldürülmelerini hiç onaylamamı tır. III. Mehmet’in tahta çıkı ında, babasının ce-
nazesinin ardından, içinde karde lerinin cesetleri olan on dokuz tabut Saray’dan
çıktı ı zaman, dönemin bir tarihçisinin deyi iyle, “göklerdeki melekler stanbul
halkının iç çekmelerini ve hıçkırıklannı i itiyordu”. III. Mehmet'in ölümü üzerine
66
TAHTA ÇIKI (CÜLÛS)
67
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
kızı, yedi gebe cariyesi ve sultanla yata ını payla mı öteki cariyelerinden olu an
ailesi, lâla ve hadımlanyla birlikte Bayezit’teki Eski Saray’a götürüldüler. Saray-
daki önemli görevlerin ço unu Manisa'dan beri yeni padi ahın yanında olan gö-
revliler üstlendi. Cülûstan üç gün sonra geleneksel cülûs ulûfesi için Enderûn hâ-
zinesinden çekilen bir milyon üç yüz bin altın düka, be yüz elli bini yeniçerilere
olmak üzere, sultanın askerine da ıtıldı (II. Selim'in tahta çıkı ından sonra, cülûs
ulûfesi olarak, her yeniçeri iki bin akçe, her kapıkulu sipahisi bin akçe almı tır).
Enderûnun kıdemli o lanları saray dı ı görevlere getirildi. Sultan, halka görün-
mek için Ayasofya Camii'nde cuma namazına katıldı. Yeni bir hükümet kuruldu.
Sultan, Ferhad Pa a'yı vezir-i âzam atadı, defterdârlan de i tirdi, ö retmenini de
vezir yaptı. Yeni sultan, tahta çıktıktan iki hafta sonra, vezirler e li inde debde-
beyle Haliç’e, Eyyûb el-Ensârî'nin türbesine giderek Osman'ın kılıcını ku andı.
Yoksullara kurban eti da ıtıldı. Sultan, karadan dönerek, atalan I. Selim, II. Meh-
met, ehzade Mehmet, I. Süleyman ve II. Bayezit’in türbelerini ziyaret etti. Dua
edilmesi ve sadaka da ıtılması ile cülûs töreni son buldu. Biat edildikten, yani
ba lılık andı içildikten sonra sultan yasal olarak tahta geçmi sayılırdı. Eski bir s-
lâm kurumu olan biat, yeni halifenin tanınmasını ve Müslüman ümmetini temsil
eden bir grubun itaat sözü vermesini simgeler. Yeni bir Osmanlı sultam, tahta çı-
kı ını yabancı hükümdârlara parlak ifadelerle yazılmı nâmelerle bildirirdi. mpa-
ratorlu undaki vali ve kadılara gönderdi i fermanlarda ise genellikle öyle bir ifa-
de bulunur:
Sonra bütün atama beratlan yeni sultan adına yenilenir, bütün ülkede vergi
kaynaklannı, uyruklann yasal durum ve vergiden muafıyetliklerini gösteren ge-
nel bir tahrîr buyurdurdu.
Ucbeyleri, yeniçeriler, ulemâ ve saray hizipleri gibi çe itli güç odaklan, tahta
kimin geçece inin belirlenmesinde etkili olurdu. Bu konuda etkili olanlar, devletin
bir ucbeyli i oldu u dönemde ahîler, 1402-1413 fetret döneminde ise ucbeyleri
idi. Daha sonra, II. Murat'ın tahta çıkı ına amcasıyla karde i kar ı çıkmı lar, an-
cak genç Murat, yeniçerilerin ve Bursa’da büyük nüfuz sahibi eyh Emir Sul-
TAHTA ÇIKI (CÜLUS)
mi tir. Sultan, yardım almak için yeniçeri a asına ba vurduysa da ondan yalnız-
ca, bütün halkın kendi aleyhine döndü ü yanıtını aldı. Bunun üzerine brahim,
“Ey Tannm, kahret bu zalimleri! Hepsi bana kar ı bir olup ba kaldırmı ", diye lâ-
net okumu tur. brahim Sarayda küçük bir odaya kapatıldı, sonra da, saray gö-
revlilerinin onu bir kez daha tahta çıkarmaya kalkı masından korkularak, eyhü-
lislâmdan idamını onaylayan bir fetvâ alındı. Ulemâ, bir kez daha saraya geldi,
olaya dahil olmak istemeyen saraylılar a la ıp kaçtılar. brahim, elinde Kur’an
ba ırdı: “Bakın! Tann’nın Kitabı! Hangi emirle katledeceksiniz beni?” Cellatlar
emri yerine getirmekte tereddüt ettiler, fakat ulemânın direnmesi üzerine sonunda
sultanı yay kiri iyle bo dular.
Notlar
1 FmdMlı Mehmet A a, Silâhdâr tarihi, Ahmet Refik edisyonu, 11 ( stanbul, 1928), s. 297.
9. Bölüm
71
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
hanlı Türk hakanı için 1069'da yazılmı Kutadgu Bilig, politik kuram üzerine ya-
zılmı tüm slâm yapıtlanna girecek olan bu devlet kavramının aynısını ileri sürer:
"Devleti denetlemek büyük bir ordu gerektirir. Orduyu beslemek büyük servet is-
ter. Bu serveti elde etmek için halk zengin olmalı. Halkın zengin olması için yasa-
lar adil olmalıdır. Bunlardan biri ihmal edilirse devlet yıkılır"2.
Bu devlet kuramında adalet, uyrukların iktidar temsilcilerinin kötü davranı -
lanna kar ı, özellikle de yasadı ı vergi salınmasına kar ı, korunması demektir. Bu
korumayı sa lamak hakanın en önemli ödevidir. Hanlık iktidan bütün toplum ya-
pı ırım dayana ı sayıldı ından, bu politikanın temel amacı, son analizde gene hü-
kümdarın güç ve iktidannı korumak ve güçlendirmekti.
Özetle, devletin gelirleri ve gücünü arttırma gere i, adâletin uygulanmasını
gerektiriyordu. Sasanî krallan ve Abbasî halifeleri bu gere i çe itli idare kurumla-
nyla gerçekle tiriyordu. Hükümdar, belli zamanlarda bir imparatorluk divânı top-
lar, orada yüksek memurlanyla çevrili halde halkın yetkililerden ikâyetlerini din-
ler ve derhal karar verirdi. Avlanıyorsa ya da sava taysa, halkın yazılı ikâyetle-
rini bizzat kabul ederdi. Ya da, her do ulu hükümet içinde temel bir kurum ola-
rak, çok geli kin bir gizli örgüt bulunurdu ve zulüm idddialannı ara tırmak için
eyâletlere gizli ajanlar gönderilirdi. Bu tür adaleti daha da çarpıcı olarak sergile-
mek için Sasanî hükümdârlan yılda iki gün dinsel önder Ulu Magi'nin huzurunda
sıradan ki iler gibi durur ve yönetimine ili kin her çe it ikâyeti dinlerdi. Bin yıl
sonra aynı kurumu, yılda bir kez ba kentte kadı mahkemesine giden Anadolu
Selçuklu sultanlannca sürdürülmü buluyoruz. Sultandan davacı olan biri varsa,
sultan kadı önünde hazır dururdu.
Gâzî gelene inde eski bir Osmanlı halk destanı aynı devlet kavramını yansı-
tır. Dervi San Saltuk, Osman Gâzî’ye u ö üdü verir: "Adil ol, yan tutma; yoksu-
lun ahım alma; uyruklarına kötü davranma,... kadı ve valilerini denetle ki iktidar-
da kalasın ve uyruklannın, ba lılı ını yitirmeyesin". Osmanlılar, bu devlet kavra-
mının 11. yüzyıldan itibaren Selçuklu ve llhanlı lmparatorluklan tarafından de-
i tirilmi bir biçimini almı lardır.
Hint-Iran devlet gelene i, adâleti hüküm dânn mutlak iktidarının bir lütuf
ve keremi olarak gördü ünden, hükümetin yansızlı ını ve adâleti temelde hü-
kümdârın ahlakî niteliklerinde bulur. Orta Asya Türk gelene i ise, adâleti, dev-
let kurucusunun bir araya getirdi i kanûnlar dergisi "törü”, ya da "yasa”nın ta-
raf tutulm aksızın uygulanm ası olarak görür. Egemenlik ve törü ayrılm az iki
kavramdır. ran Mo ol hanları, slâm'ı kabul ettikten sonra bile, Cengiz H an’ın
yasasını özel bir sandıkta saygıyla saklayıp devlet i lerinde onun yol göstericili-
ine ba vurmu lardır.
72
OSMANLI DEVLET KAVRAMI VE SINIF S STEM
73
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
ran devlet felsefesini izleyen Tursun Bey, devleti hükümdânn mutlak iktida-
nyla özde kıldı ı gibi, devletin kalıcılı ı için de adâleti temel olarak görür. Devlet
ve toplum, Tursun Bey’in her eyde ılımlı ve ba ı layıcı olmak, zulme son ver-
mek diye tanımladı ı hukuk ve adâlet prensiplerine dayanır, adâletsiz bir toplum
ayakta kalamaz.
Ortado u devlet kuramının bu temel ilkeleri, eriat ve Hellen politik dü ünce-
sinin etkisine kar ın, Osmanlı zamanına dek de i meksizin kalmı tır. Osmanlı
yönetimi, bütün hükümet dairelerinde ve bütün devlet faaliyetlerinde apaçık gö-
rülen bu ilkeler üzerine kurulu idi.
SasanI ehin ahı I. Hüsrev’e atfedilen altı maddelik yasa, âdij bir hükümetin
ilkelerini özetler. Bunlar, köylünün ödeme gücüne göre vergi salmak ve toplan-
masında yolsuzluklan engellemek, ayncalıklılann zayıflan ezmesini ve halkın can
ve malıyla oynamasını önlemek, kamu yollannı koruyup kervansaray ve köprü
yaptırmak ve sulamayı te vik etmek, ordu kurmak, eyâletlere âdil yargıç ve vali-
ler atamak, yabancı dü manlann saldınlannı engellemektir5.
Bu yükümlülükleri yerine getirmek için Sasanîler, dört yönetim bölümü kur-
mu lardı: politik bölüm, yargı, hazine ve genel divân. Fakat hükümetin en önem-
li bölümü, yetkililere kar ı ikâyetleri dinlemek ve adaletsizlikleri önlem ek için
toplanan devlet divânı idi. Ortado u devletinin bu temel i levleri de i meden Os-
manlı dönemine kadar gelmi tir.
Ortado u devletindeki sınıf sistemini de aynı kavramlar düzenler. Toplum iki
ayn sınıftan olu ur: ilki hükümdâr ve iktidannı devretti i vezir ve valiler, kincisi
ise vergi verenler yani reâyâ. Nasireddin Tûsî, eski ran geleneklerine uyarak, h ü -
küm dânn adamlarını askerî sınıf ve bürokrasi olarak iki gruba daha bölmü tür.
Bu gruplar vergi ödemezlerdi. Vergi verenler, ekonomik etkinliklerine göre, çiftçi,
tüccar y a da yöriik alt gruplanna ayrılırdı. Kimileri bunlara kent esnafını da katar.
Hint kaynaklı bir yapıt olan Kelile ve Dimne, bu sınıf ayrımlan çok sıkı korun-
m azsa felâket ve karga a çıkaca ını ileri sürer. 11. yüzyıl devlet adamı Nizâmü’l-
Mülk’ün Siyasetnâm e'sınt göre, hükümet karga ayı, ancak her ki inin resmî def-
terlerde yazılı oldu u sınıfında kalmasıyla önleyebilirdi6. Büyük slâm fakîhlerin-
den bn Taymiyya (1263-1328), Kur'an‘dan alıntılar ve Peygamber'in hadisleriy-
le destekleyerek, bu toplumsal sınıflama görü ünü eriata dahil etmek istemi tir.
Osmanlılar aynı sınıflamayı sürdürerek, yeni fethedilmi bölgelerin halklan-
nı, M üslüman olsun olmasın, askerî sınıf ya da reâyâ diye ikiye ayınyor. 15. yüz-
yılda Osmanlılar Balkanlar'da binlerce Hıristiyan soylu atlı sınıfını, dinlerine kar-
ın, askerî sınıfa kabul ettiler. mparatorlu a ilhak edilen Anadolu beyliklerindeki
askerî topluluklar da Osmanlı askerî sınıfının ayrıcalıklarını aynen uyguluyordu;
74
OSMANLI DEVLET KAVRAMI VE SINIF S STEM
ticaret ve tarımla u ra anlar ise, ister Müslüman olsun ister Hıristiyan, ister Ana-
dolu’da isterse Balkanlar’da, reâyâ sayılıp reâyâ vergileri ödüyordu.
Askerî sınıf, do rudan do ruya sultanın hizmetinde olan herkesi, üretimle
u ra mayan bütün askerî gruplan, din adamlannı ve bürokratlarla ailelerini, ak-
rabalannı, uyruk ve kölelerini içerir. "Muâf reâyâ" diye bilinen bir grubun, devle-
te yaptıklan belli hizmetler kar ılı ında belli vergi muafiyetleri ve ayncalıklan
olurdu.
Reâyâ durumundan çıkmak ve askerî sınıfa girmek için özel ve nadiren veri-
len bir sultan beratı gerekirdi. Reâyâdan birinin askerî sınıfa girmesi için, genellik-
le, bu sınıfla belli ba lantılan olması, ya sınırda ya da sultanın seferlerinde gönül-
lü sava ması gerekirdi. Hizmetlerinin de eri kar ılı ında sultan, ona askerilik ta-
nıyan bir berat çıkarabilirdi. Ancak I. Süleyman, atalan askerî olmayıp da askerî
sınıfa bu yolla girenlere verilmi vergi muafiyetlerini geri almı tır. Vergi ödeyicisi
ve üretici olarak reâyânın vazgeçilmezli i nedeniyle, reâyâlıktan askerîli e geç-
m ek devletin temel ilkelerini çi nemek sayılırdı. 17. yüzyıl ba lannda Osmanlı
yazarlan, bu usûlden vazgeçilmesini, imparatorlu un ba lıca çökme nedeni ola-
rak görürler.
Notlar
1 Ebu Cafer Muhammed ibn Cerir et-Taberî, Chronique, çev. Hermann Zotenberg. 4 cilt (Paris, 1958).
cilt II, s. 340.
2 bkz. Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Re it Rahmeti Arat edisyonu (Ankara, 1959), 155, beyit
2057-2059.
3 Hâcib, 393, beyit 5479-5490.
4 Tursun Bey, Târih-iEbû'l-Feth, Mertol Tulum edisyonu ( stanbul, 1977), s. 12-13.
5 Taberî, II: 218-232.
6 M. Minovi (yay.), Kalilah waDimnah (Tahran, ), s. 319, Nizâm al-Mulk, SiyaratM uluk, H. Darke
edisyonu (Tahran, 1962), s. 178-179; Sasanîler hakkında bkz. Arthur Christensen.Z.Yra/1 sousles
Sassanides (Kopenhag, 1936), s. 93-94, 362 ve 383.
75
10. Bölüm
15. yüzyıl sonlannda yazan Tursun Bey'e göre sultan, tam am en kendi yet
kesiyle kural koyabilir ve yasa çıkarabilirdi. eriattan ba ımsız olan ve k a n û n di-
ye bilinen bu yasalar, din! de il, akılcı ilkelere dayanır ve öncelikle kam u ve y ö -
netim hukuku alanlannda konurdu.
A ralannda lbn Haldun'un da bulundu u kimi slâm hukukçulan, slâm ’ın di-
nî hukuku olan eriatın bütün yasal sorunlan çözebilece ini savunarak, yalnızca
sultan ın buyru una dayanan bir yasa olan kanûnu gereksiz bulurlardı. Öteki h u -
kukçular ise, söz konusu durumlar hakkında eriat bir ey söylem em i ise kan û -
nu n hem gerekli hem de yasal oldu unu ileri sürmü lerdir. Yasa, genellikle k am u -
ca kabul edilen âdete, ya da kıyas için temel olabilecek ilkelere uymalı, slâm üm -
m etinin iyili j için gerekli olmalı, eriata kar ıt hiçbir ey içermemeli ve hüküm dâr
y asay ı etkin biçimde uygulayabilmelidir.
1. S üleym an'a atfedilen, am a gerçekte 15. yüzyılın sonlanna do ru çıkarıl
geli m i kanunnâm enin önsözünde, “sultan Osmanlı kanûnunun düzenlenm esini
buyurdu, çünkü bu kurallar dünya i lerinde ba anlı olmak ve ahalinin i lerini dü-
zene koym ak için gereklidir" denir1.
Türk gelene inde egemenlik ile hanın koydu u yasalar bütünü (törü) birbir-
lerinde aynlm az esaslar oldu undan, 11. yüzyıl ortalannda Türk yönetim inin y a -
yılm asıyla beraber slâm hukuk uygulam alannda eriat yanında k an û n ilkesi de
kab u l görm ü tür. Aynca, hükümdârlar, politik güçlerinde herhangi bir sınır tanı-
m ak d a istemiyordu. Osmanlılann ortaya çıkı ından önceki dönemde sultanın ka-
n û n k o y m a hakkı, Ortado u’da iyice kök salmı bir ilkeydi.
76
HUKUK: SULTANI HUKUK (KANUN). D N HUKUK ( ER AT)
da uyarlama idi. Kıbrıs ve Gürcistan'ın fethinden sonra da, büyük ölçüde Os-
manlı yasaları konmu tur. Ancak, yerel uygulamaların erken dönemde Os-
manlI düzenlemelerinde daha önemli bir yer tuttu u, gerçekte de Kanûn-ı Os-
mânî'nin geli mesinde büyük bir etkisi oldu u kesindir3.
OsmanlIlar, fetih öncesi dönemden kalma, belli gruplann toplumsal konum-
lannı belirleyen kurallan da de i tirmeden bırakmı tır. Sırbistan ve Bosna’da, Os-
manlI madencilik yasalan, Eflâklann örgütlenmesiyle ilgili fermanlar, oldu u gibi
daha önceki yerli yasalardan aktanlmı tır. 16. yüzyıl ortasında bu bölge artık bir
sınır bölgesi olmaktan çıkınca Eflâklar, ola an Osmanlı reâyâ yasalannm hükmü
altına alındı4.
Tahrîr emini, gerekli nedeni göstererek, sultana bir yasanın kaldınlması ya
da düzeltilmesi tavsiyesinde bulunabilirdi. Bu ihtiyaç genellikle, yerel halkın ikâ-
yetlerinden ya da gelir arttırma gere inden çıkardı. Sultan önerileri kabul edip bir
ferman çıkanrsa, bölgenin yasalan ona göre de i tirilirdi. Bu bakımdan, yeni tah-
rîrler bir bölgenin hukuk! kurallannı belirlemek ve de i tirmekte çok önemli bir
süreç olu turur.
Osmanlı mparatorlu u'nun ana yönetim birimi olan sancaklann her biri için
bir tahrîr defteri bulunur5. II. Bayezit zamanından ba layarak bu defterlerin yazı-
mına, yerel anla mazlıklann çözümlenmesinde ba vurulan, ilgili sanca ın ka-
nunnâmesi ile ba lamak âdet olmu tur. Sancak kanûnnâmelerinin ba lıca amacı
tımar vergilerinin de erini ve toplanma biçimini göstermekti. Bu kanûnnâmeler
topra ı kullanma ve devrine ili kin yasalan ve reâyânın yasal konumuyla muafi-
yetlerini belirlerdi. çlerinde, daha da seyrek olarak, kentlerdeki pazar ve gümrük
vergilerini gösteren listeler, bâc kanûnlan da eklenirdi. Sancak kanûnnâmelerinde
ceza yasalan ya da askerî sınıfın durumunu yöneten yasalar nadiren eklenmi tir.
Zira bu konular genel kanûnnâmede yer alır.
Her sanca ın kendi kanûnlan olmasına ra men, esasta hepsi Kanûn-i Osmâ-
nî’ye uygunluk gösterir. Gerçekte, Osmanlılara özge rejim için temel bir yasal sis-
tem vardı ve Osmanlılar bu sisteme kar ıt her örfü kabul edilemez bir bidat olarak
görürdü. Fâtih Sultan Mehmet’in iki kanûnnâmesi, bir yasa derlemesi olan Ka-
nûn-i Osmanî’yi düzenli bir hale sokmu tur.
Kostantiniye’nin fethinden hemen sonra çıkanlan bu derlemelerin ilki, reâyâ
ile ilgilidir. lk bölüm, bütün reâyâya uygulanabilir bir ceza hukuku yasası içerir,
fakat vergi salmayı düzenleyen bölüm Müslümanlarla Hıristiyanlan ayn ayn ele
alır. Bu bölüm öncelikle reâyânın tımar sahiplerine ödemesi gereken vergilerden
söz eder; tahrîr defterlerine uygun olarak reâyâ vergisi, ö ür vergisi, hizmetler,
78
HUKUK: SULTÂNI HUKUK (KANUN), D NÎ HUKUK ( ER AT)
81
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)
Notlar
82
11. Bölüm
SARAY
nirdi. Ayrıca fethedilen yerlerde asil ailelerin çocuklan seçilerek saraya gönderilirdi.
16. yüzyıl ba lannda Galatasaray’da 300, Edime sarayında 300 iço lanı vardı. Bu
o lanlar, 2 ile 7 yıl arasında bu saraylarda sıkı bir disiplin altında e itim gördükten
sonra çıkma denilen ikinci bir elemeden geçer ve en uygun görülenleri seçilerek Pa-
di ahın oturdu u sarayda, yani Yeni Saray’da Büyük Oda ve Küçük Oda denilen
dairelere alınırlardı. Saraya alınmayanlar kapıkulu sipahi bölüklerinden alt kademe-
de bulunan ulûfeciler ve garîbler bölüklerine verilirdi. 1537'de Yunus Bey'e göre,13
Padi ahın sarayında 8 ile 20 ya arasında 700 iço lanı vardı. Büyük Oda’da ve Kü-
çük Oda’da o lanlar yalnız okuma-yazma ve bedenî idmanlarla u ra ırlardı. slâmî
e itimden sonra iço lanı kendi özel e ilimine göre özel bir alanda uzmanla mak im-
kânına sahipti. Odalarda türlü fenler, hat, in a, siyakat, hesab, musikî ö retilirdi.
Bunlar kâtip sınıfına geçebilirlerdi. II. Bayezit o lanlann tahsili ile ahsen ilgilenirdi.
Bayezit, dinî ilimlerde derinle enlerin lmiyeye girmesine izin vermi ti. Odalarda o -
lanlara beden kuvvetini geli tirme, binicilikte ve silâh orlukta beceri kazanma im-
kânı verilirdi. Ba lıca sporlar, a ırlık ta ımak ve çekmek, güre , ok atma, süvarilik,
kılıç talimi, tomak ve cirit oyunlan idi. Bundan ba ka her iço lanı bir hizmette veya
sanatta maharet kazanmak zorunda idi. Enderûnda minyatür, nak , ciltçilik, hattat-
lıkta birçok üstat yeti mi tir. Bu lüzumlu bilgiler ve maharetler yanında saraydaki
terbiyenin en önemli amacı, Padi ahın hizmetinde kendisine mutlak ba lılık ve itaat
duygulan a ılamaktı. Odalarda mudak bir disiplin uygulanırdı. Yatma, kalkma, ye-
mek ve istirahat için belli saatler belirlenmi ti. Her istedikleri zaman konu amazlar,
dı an ile ve aileleri ile ili kide bulunamazlardı. Saraydan çıkıncıya kadar bir manas-
tır hayatı ya ar, kadın yüzü göremezlerdi. Hadımlar aralannda yatar, onlann gece
gündüz her türlü hareketlerini gözetlerlerdi. Saraydan aynlan Menavino14 Ende-
rûnda verilen terbiyeden güdülen gayeyi öyle özetler: Dini bütün, kibar konu ma-
sını ve hareket etmesini bilen, edebiyata â inâ, namuslu, nefsine hâkim çelebiler,
centilmenler yeti tirmek. Odalarda o lanlar, onar ki ilik gruplara ayrılmı olup her
grubun ba ında yeti kin bir o lan lâla unvanı ile arkada lan arasındaki disiplinden
sorumludur. O lanlar, birbirlerine lâladâ derler. Fakat odalann asıl gözetimi, kapı-
o lanı kethüdasına verilmi tir. O, kendi emrindeki hadımlarla (sayılan 16 ile 30
arasında de i mi tir) bu görevi yerine getirir.
Sarayda devamlı personeli hadımlar te kil eder. Bunlar, bu maksatla hadım
edilmi kölelerdir. Disiplini koruyan ve o lanlan terbiye eden onlardır. Bu hadımlar
veya aka alar, Fâtih devrinde 2 0 ,1. Selim devrinde 40 ki i idiler. Bütün hadımlann
ba ı kapıa ası, bir di er adıyla Bâbü’s-saâde a ası’dır. Onun altında sırasıyla üç
odaba ı; has odaba ı, hazinedârba ı (serhâzinîn), kilerciba ı gelirdi. Bunlar padi a-
hın ki isel hizmetleri ile görevli olup dı anda ve içerde daima yanında bulunurlar,
gece nöbet tutarlardı. Onlann padi aha do rudan do ruya arzda bulunmak yetkisi
85
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
vardı. Arz a alarının sayısı sonraları artmı tır. Kapıa ası Padi ah adına sarayın
mutlak âmiridir. Sarayda Fâtih döneminde iço lanı olarak bulunmu J.M. Angiolel-
lo, onun için, sarayda "Sultandan maada herkesin âmiridir" der. Padi ah, yalnız sa-
ray i lerinde de il, dı anya ait devlet i lerinde de onun fikrini alırdı. II. Selim ve III.
Murat devirlerinde kapıa ası Gazanfer a a, devlet i lerinde nüfuz kazanan a alar-
dandı. 1584'de Habe î Mehmet A a, haremin efi Dârü's-sâade a alı ını ba ımsız
hale getirmi tir. Hazinedârba ılıktan Kapıa alı ına geçilirdi. III. Ahmet, Silâhdar Ali
A ayı (sonra Vezir-i âzam) sarayın genel âmiri tayin ettikten sonra Kapıa aları
ikinci dereceye dü mü lerdir. Kapıa alan, çıkmada, vezirlik, beylerbeyili ine, daha
sonralan 16. yüzyılda Mısır valili ine tayin edilegelmi lerdir.
Has odaba ı, hazinedârba ı ve kilerciba ı Padi ahın do rudan do ruya ki i-
sel hizmetlerine bakan yukan odalann (ko u lann) âmiridirler. O lanlar, Büyük
Oda ve Küçük Oda'da normal olarak dört yıl tahsil ve terbiyeden sonra yeni bir
elemeden geçerler. Buna çıkma denir. Çıkmada en uygun görülenler, hazine ve
kiler odalanna alınırlar, kalanlar kapıkulu süvari bölüklerinden sipahîo lanlan ve
silâhdârlar bölüklerine verilir. Yukan odalar arasında en yükse i, Padi ahın ahsî
güvenli ine ve ahsî hizmetlerine bakan Has Odadır. I. Selim’den sonra bu oda-
nın bir görevi, Peygambere ait e yanın muhafaza edildi i Hırka-i erife dairesine
bakmaktı. Fâtih kanûnnâmesine göre Has Oda’da 32 odao lam ile bir silâhdâr
(Padi ahın silâhım ta ır) bir rikâbdâr (ayakkabılanna bakar), bir çokadâr (dı el-
biselerine bakar), bir dülbendo lanı (iç çama ırlannı saklar) vardır.
17. yüzyıl ba lannda bazı özel hizmetler için seferli odası adıyla dördüncü bir
oda ihdas olunmu tur. Burada, berberler, tellaklar, soytarılar, pehlivanlar, musiki-
inaslar, airler, hanendeler toplanmı tır. Personel 1686'da 149 ki iyi bulmu tur.
Enderun mehterhanesi bu odada idi. Seferli odasında çe itli sanatlara, ulûm ve fii-
nûna önem verilmi , buradan birçok de erli sanatkârlar yeti mi tir.
O lanlara ait terfi, nakil gibi bütün i ler kapıa asmın veya has odaba ının
arzı üzerine bizzat Padi ahın emriyle yapılırdı. Padi ahlar zaman zaman odalan
ziyaret eder, yan malarda hazır bulunurlar ve o lanlan ödüllendirirlerdi.
Padi ah sefere çıktı ı zaman Enderûn halkı kendisiyle beraber gider, kendile-
rine at ve silâh verilirdi.
Osmanlı sarayı ba lıca Enderûn (iç) ve Bîrun (ta ra) olarak iki kısma aynl-
mı tır. Enderûn’da Padi ahın ki isel hizmetleri ile gulamlann e itimine yer veril-
mi tir. Enderûn, Padi ahın özel hayatının geçti i bir yer oldu u kadar aynı za-
m anda bir mekteptir. Bîrun ise, onun dı dünya ile ili kilerine ait hizmetlerin bu-
lundu u bölümdür. Fâtih kanûnnâmesine göre, Birûndaki te kilâtın âmirleri dere-
celerine göre öyle sıralanmı tır: Yeniçeri a ası, mîralem, kapıcıba ı, mîrâhûr, ça-
kırcıba ı, kapıcılar kethüdası, cebeciba ı, topcuba ı. Bu son ikisi dı ında ötekilere,
SARAY
Padi ahın yanında gitmek ayncalı ına sahip olduklan için, özengi a alan veya ri-
kâb a alan denirdi. Bu a alara ba lı gruplardan ba ka, Birûnda; müteferrikaba-
ı’ya ba lı mütefFerikalar, çavu ba ıya ba lı çavu lar, Dârü’s-saâde a asına ba lı
baltacılar, bostancıba ıya ba lı bostancılar bulunurdu.15
1527 yılında Birûndaki kapıkullan hakkında u resmî liste16 bir fikir verir.
87
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
Bîrûn Eyâlet
a) A alar a) A alar
Kapı a ası Beylerbeyi
Beylerbeyi
Saray a ası - Beylerbeyi /Sancakbeyi
Ak hadım lar
Has oda ba ı Beylerbeyi/Sancakbeyi
Mîralem Beylerbeyi/Sancakbeyi
Kapıcıba ı
Silâhdâr Mîrâhur
Çuhadar
Sancakbeyi/Suba ı
Rikâbdâr Çe nigîrba ı
Dülbendo lanı Kapıkulu sipahî a alan
Çavu ba ı _
Müteferrikalar Suba ı
b) Yukarı odalar
Sancak beyi
Has Oda Kapıcılar kethüdası ”
Hazine Cebeciba ı
Suba ı
Kiler Topcuba ı
Seferli oda Arabacıba ı
b) Kapıkulu ocaklan
c) A a ı odalar
Sipahiler (altı bölük) Suba ı/tımariı sipahî
Büyük Oda Cebeciler
Topçular
K üçük Oda Tımarlı sipahî
Arabacılar
Yeniçeriler __
c) Saray hizmetkârian
Kapıcılar
Has ahûr hademesi
A çılar
Bostancılar __
d) Acemioglanlan
Tutsaklar/dev irmeler - e) Türk oglanlan
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
92
SARAY
Notlar
1 bkz. I.H. Uzunçar ılı, Osmanlı Devleti Te kilâtına Medhal. ( stanbul, 1941), 85-94, 108-122,
M.F. Köprülü, B izans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri, TH M, I. s. 208-221, 242-
46; M. F. Köprülü, "Osmanlı imparatorlu unun Etnik Men ei Meseleleri”, Belleten, No. 28, s. 275.
2 bkz. Tarih-i A l-i Selçuk, tıpkı basım ne ri, F. Uzluk, (Ankara, 1952), s. 52, 57. 66. 71.
3 Ibid. s. 52-53
4 Neshri, Fr. Taeschner ne ri, I (Leipzig, 1951), s. 35.
5 Onun aban 761/Haziran 1360 tarihli vakfiyesinde. Uzunçar ılı ne ri, Belleten, No. 107. 422, lev-
ha 16; Evrenku Hadım ve ahin b. Abdullah; Orhan’ın bir temliknâmesinde, Belleten, No. 19, s.
280: tava î Mukbil.
6 bkz. A ık Pa azâde Tarihi, F. Giese ne ri. (Leipzig. 1928), s. 50.
7 özellikle, 835 Hicri Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-iArvanid, yay. H. nalcık, (Ankara, 1954).
8 Ne ri, s. 1 35.140; B. de La Broquirere, s. 182-83.
9 II. Murat devrinde Yazıcızâde Ali {Tarih-i  l-i Selçuk) Topkapı Sarayı Kütüphanesi. Revan 1390, s. 23
Padi ahlı ın kullara sahip olmakla mümkün oldu unu ifade etmi tir (kı ., Machiavelli, The Prince, Bö-
lüm IV). Kemal Pa azâde (Millet Kütüphanesi. stanbul, No. 25, v. 11-12), gılmanın hepsi Padi ah ka-
pısında e it olduklanndan hiçbiri di erleri üstüne çıkmayı ve saltanat iddiasında bulunmayı aklından
geçirmez, der.
10 bkz. Dukas, 63; H. Hüsameddin (Amasya Tarihi, m, stanbul) yerli Türk ricali ile dönmeler arasın-
da bu rekabeti mübalâ a etmekle beraber, devlet siyasetine ilk devrede bunun önemli bir rol oyna-
dı ına üphe yoktur. Karamani Mehmet Pa a ile lshak Pa a rekabeti. II. Bayezit devrine Amas-
y a ’dan gelen ricâl ile Gedik Ahmet arasındaki rekabet, Çandarlı Halil ile Zaganuz ve ihabeddin Pa-
a arasındaki rekabet bir bakıma böyle yorumlanabilir.
11 bkz. S h a ka ik-i Num aniyye, Mecdî tercümesi, s. 102; Ahmet Gürânî’nin sözü; Fâtih'in sarayında
hizmet görmü J.M. Angiolello'ya göre (Historia Turchesca, Bükre , 1909) kumandan ve ba ka
yüksek mevki sahiplerinin ço unlu u kul sistemine göre yeti mi kimselerdendi.
12 risale, Yay. A.K. Aksüt, s. 51.
13 A. H. Lybyer, The Government o f the Ottoman Empire, (Cambridge, 1919), s. 263.
14 B. Miller. The Palace School o f M uhammed the Conqueror, (Cambridge, 1941), s. 63.
15 Bu hizmet gruplan hakkında tafsilât için bkz. Uzunçar ılı, Saray Te kilâtı, s. 388-464.
16 Ö.L. Barkan, “Sürgünler”, ik tisa t Fakültesi Mecmuası, cilt XV. s. 300.
17 b k z .//. 835 tarihli Sûret-i Dçfter-i Sancak-i Arvanid, (Ankara: TTK. 1954).
19 M. Atâ, Tarih-iAtâ, 1, s. 162-165.
20 M. Süreyya, N uhbetü’l- V e k a y i, stanbul, H. 1290, s. 269.
93
12. Bölüm
MERKEZÎ YÖNET M
Klâsik slâm halifeli inde oldu u gibi OsmanlIlarda da, hükümetin örgüt-
lenmesi, belli ba lı organlan ve i levleri; egemenlik ve icranın me rulu u üze-
rinde Ortado u’da hâkim devlet felsefesince belirlenmi tir. Buna göre, egemen-
lik ve icrayı me ru kılan temel prensip adâlettir. Yukanda anlatıldı ı gibi, vergi
verenlerin korunması anlamında adaletin sa lanması, Mezopotamya uygarlık-
larından beri Ortado u devletlerinde en önemli hükümet i levi olarak görülür-
dü. H üküm dânn kendi otoritesini temsil edenlere kar ı halkın ikâyetlerini din-
lem ek ve haksızlıklan düzeltmek için belli zamanlarda kendi huzurunda kuru-
lan yüce divân, bütün Ortado u devletlerinde en önemli hükümet organı olarak
v ar olmu tur. Osmanlı Divân-i Hümâyûnu temelde bir yüce mahkeme i levi gö-
rüyor, aynı zam anda hüküm et i lerine bakıyordu. Ortado u devlet ve adâlet
anlayı ıyla uyum içinde olan bu kurum, ran'da Sâsâniler zam anından beri
önem ini koruyagelmi ti. Osmanlı örne ine en yakın uygulamanın görüldü ü
Selçuklu A nadolusu’nda sultan, haksızlı a u rayanların ikâyetlerini dinlemek
için haftada iki kez yüce divâna gelirdi. eriatı ilgilendiren davalar kadıaskere,
yönetim le ilgili sorunlar ise, öteki divân üyelerine gönderilirdi. Yıldırım Baye-
zit’in Mısırlı tabibi emseddin’in yazdı ına göre1
94
MERKEZÎ YÛNET M
kede gü v en lik öyledir ki, hiçbir yerde kimse sahibinin bırakıp gitti i yüklü
bir d eveye el sürem ez.
95
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
Devlet ricali Divân-i Hümâyûnda yerlerini alınca, ikâyetçilere girme izni ve-
rilir ve i e ba lanırdı. Divân-i Hümâyûn, kökenindeki yüce mahkeme özelli ini
hep korumu tur. III. Murat, bir keresinde halkın i lerinin ihmal edildi ini gördü-
ünde, i lerin anında dikkate alınmasını sa lamak üzere dinleme penceresini bı-
rakıp divânda vezirler yanında yer almı tır. I. Ahmet, divân tartı malannın kimi
durumlarda huzurunda yapılması düzenini getirmi ve halkı ezmekle suçlanan
Kasım Pa a'nın divânda yargılanmasında, önde gelen ulemânın bu davada hazır
bulunmasını istemi tir.
Divân-i Hümâyûn, 18. yüzyılda sarayda divânhânede toplanmayı bırakmı ,
hüküm et i leri vezir-i âzamin konutunda görülmeye ba lamı tır. III. Mustafa,
1766'da "ba langıçta sultanın haksızlı a u rayanlann ikâyetlerini i itmesi için
kuruldu unu" ileri sürerek, Divân-i Hümâyûnun haftada en az bir kez sarayda
toplanmasını buyurmu tur.
Osmanlı sultanlan, cuma namazına, ava ya da sefere giderken halkın ikâ-
yetlerini ahsen dinler, yahut rik’a denilen dilekçelerini alırdı; çünkü, “halk, sulta-
nın onlann huzur ve rahatıyla ilgilendi ini hissetmeliydi". 1591 nevruzunda III.
Murat, deniz kıyısındaki yazlık sarayında kalırken, Galata ahalisinden bir grup
kayıklarla gelerek Galata kadısından ikâyetlerini bildirmi lerdi. Sultan kadıyı der-
hal azletmi tir. (Eski ran’da hükümdârlar, kutsal bir gün olan nevruzda halkın
davalannı dinlemek için yüce divân kurarlardı. Abbâsî halifeli inde ikâyetlere
bakan özel bir divan, dîvân al-mazâlim vardı).
Toplumsal konumu ne olursa olsun, herkes Divân-i Hümâyûna do rudan
do ruya ba vurabilirdi. Reâyâ önemli i ler için stanbul’a heyet halinde temsilci-
lerini gönderirdi. Dolayısıyla, adâlet ve güvenli in en emin oldu u yerler, ba ken-
te en yakın yörelerdi. Uzak bölgelerde davacılar daha çok ikâyetlerini bildirmek
için kadı mahkemelerine giderler; orada kadı, ikâyetleri defterine kaydeder, s-
tanbul’a resmî bir ikâyet mektubu gönderirdi. Dava ivediyse, stanbul’a bir sözcü
yollanırdı. Kadı yoluyla topluca yapılan ba vurulara arz-ı m azhar denirdi. 17.
yüzyılda divâna gelen ikâyet arzlan dolayısıyla yazılan fermanlar, ikâyet defte-
r i denilen ayn defterlerde kaydolunmaya ba lanmı tır. Bütün bu bürokratik ilgi,
reâyânın himayesine verilen önemi vurgular.
ikâyetler genellikle, a ır vergi yükü, vergi toplanmasına ili kin yolsuzluk-
lar, e kıya ya da yerel yetkililerin baskısıyla ilgiliydi. Kimi zam an sultan, halkı
gözalıcı davranı larla memnun etme yolunu seçerek, hukukun inceliklerini bir
y a n a bırakır, hâzinenin çıkarlannı gözardı ederdi. Özetle, ister Anadolu Türkü ol-
su n ister Balkan Hıristiyanı, halk sultana her türlü haksızlı ı ortadan kaldırabile-
cek en yüce adâlet makamı, bir efkat simgesi olarak bakmalıydı.
MERKEZÎ YÖNET M
Adâletin güç kullanılarak sa lanması tehlikeli bir örnek olu turmu tur. Nite-
kim, 1632 ’de kapıkulu askerleri ayaklanarak saraya girdiler. Sultanın ikâyetleri
do rudan dinleyebilmesi için Babü's-saâde önünde bir taht kuruldu. Bütün devlet
ileri gelenleri, ulemâ, ordu komutanları, ba kaldırının nedenlerini tartı mak için
sultanının çevresinde yerlerini almı lardı. Ancak askerler, vezir-i âzami sultana
ve devlete ihanetle suçlayarak hünkârın gözleri önünde paramparça ettiler. Bu
eylem, sultanın otoritesini çi nemek anlamına geliyordu, çünkü adâlet da ıtma
gücü yalnız ona aitti,
II. M ehm et’in Divân-i Hümâyûn görü melerine bizzat ba kanlık etmekte
vazgeçmesinden sonra, ikâyetleri ve davalan dinleme görevi do al olarak vezir-i
âzam a geçmi ti. Kendileri de Divân-i Hümâyûn üyesi olan Rumeli ve Anadolu
kadıaskerleri, eriat alanına giren davalarda ona yardım ederlerdi. Divân-i Hümâ-
y ûn toplantısından sonra sultan, divân üyelerini Bâbü’s-saâde arkasındaki Arz
Odası’nda kabul ederek kararlannı onaylardı. Dîvân üyeleri, padi ahın huzuruna
belli bir sırayla girerdi. lk önce yeniçeri a ası girer, do rudan do ruya sultana
ba lı olan yeniçeri oca ına ili kin i leri arz ederdi. O ayrıldıktan sonra kadıasker-
ler girer, özellikle kadılann atama listelerini sunardı. Onlardan sonra sıra ile vezir-
i âzam, öteki vezirler, defterdârlar ve ni ancı arzda bulunurlardı. Defterdârlar, ma-
lî i ler hakkında bilgi verdikten sonra ayrılır, günün konulan üstüne bilgi vermek
ve sultandan özellikle önemli atamalar ve kararlar hakkında onay almak için ve-
zir-i âzam sultanla ba ba a kalırdı.
Sultan, yabancı elçileri, yeni atanmı valileri, yeni atanmı ordu kom utan-
larını ve kadıları da Arz Odası'nda kabul ederdi. Do rudan do ruya bir buyruk-
ta bulunm ak istedi i zam anlarda bunu kendi eliyle özel bir fermanın üzerinde
onaylar, H a tt-i H üm âyûn denilen bu emri kapıa asıyla vezir-i âzama yollardı.
H att-i H üm âyûn do rudan do ruya bir emir ("beyaz üzerine”) olabilir, yahut
çok önemli bir konuda bürolarda Padi ah adına hazırlanan ferman kanûn veya
vezir-i âzam in sundu u telhis üzerine bizzat sultanın eliyle koydu u emir biçi-
minde olurdu. Aslında her türlü bürokratik i lem, “bâkî emr ü ferman sultanın-
d ır” form ülüyle, h er hu su sta son kararın padi aha ait oldu unu vurgulardı.
Hatt-i H üm âyûn kurumu, sultanın devlet iktidarının tek ve mutlak sahibi oldu-
u n u vurgular. Ama gerçekte durum un farklı oldu u a a ıda görülecektir. Sul-
tan, önemli kararlar alm adan önce, tartı mak için vezir-i âzam y a da eyhülis-
lâm ı g âh tek ba larına gâh güvendi i ba kalarıyla birlikte saraya ça ırırdı. Ör-
n e in III. M ehm et, 1597'de bir kez divân da ıldıktan sonra vezir-i âzam ve bir
b a k a veziri, A vusturya’yla sava üzerine gizli bir konu ma yapm ak için deniz
k ıyısındaki kö küne ça ırmı tır. Sultan, bu gizli danı manların yanı sıra, ba ka
98
MERKEZ YÖNET M
100
MERKEZ YÖNET M
Bütün atam alann, önce vezir-i âzamin onayına sunulması gerekirdi. O, padi a-
hın m utlak vekili olarak hüküm dâra danı m adan karar alabilirdi. "Vezir-i âza-
min sultanla ili kilerine ve kararlanna hiç kimse, hattâ öteki vezirler bile karı -
m a m a lıy d ı. H üküm dâr ona, m utlak vekillik i levinin sim gesi olarak kendi
m ührünü teslim etmi tir. M ührün geri alınması vezir-i âzam in azline i arettir.
Bir sefere padi ahın özel bir beratıyle Serdâr-ı ekrem, yani ba kom utan tayin
oldu unda, vezir-i âzam in iktidarı doru una ula ırdı, çünkü o zam an sultana
danı m adan her hususta karar verebilir, atam a ve azletmekte istedi i gibi dav-
ranabilirdi. Bu yetkilerle do u seferine serdar tayin edilen vezir-i âzam brahim
Pa a, defterdâr skender Çelebi ile yetki çatı masına dü mü , onu idam ettirmi ,
kendisinin saltanatta gözü oldu u dedikoduları yayılmı , dü m anları padi ahı
kandırarak idamına sebep olmu lardır. Askerî komuta ve sivil idare yetkilerinin
bir elde toplanması, Osmanlı Devleti'nde Çandarlılardan beri normal bir gelenek
haline gelmi tir. Önceki slâm devletlerinde normal olarak bürokrasinin ba ı
olan vezirle ordu kumandanı ayn ki ilerce temsil olunurdu. Çok güçlü olan Çan-
darlı ailesini hükümetten uzakla tırarak vezir-i âzamlannı kullan arasından se-
çen ve onlara kendi m utlak vekâlet yetkisini vererek klâsik Osmanlı vezir-i
âzam tipini yaratan Fâtih Sultan Mehmet’tir. Görevi 1455’ten 1468’e kadar sü -
rekli elinde tutan Mahmut Pa a, çok güçlü hale gelince Fâtih onu kolayca ber-
taraf edebilmi tir. II. Murat’ın saltanatı sırasında, ulemâdan gelme bir bürokrat
devlet adamı olan Halil Pa a’yla eyâlet ordusunun komutanı Rumeli beylerbeyi
ihabeddin arasında rekabet vardı. Fâtih, vezir-i âzamlıkla Rumeli beylerbeyili-
ini bir süre M ahm ut P a a’nın ah sında birle tirm i tir. (D evlet içinde statü
gruplan ve temsilcileri arasında iktidar çatı malan için ileride ayrıntılı bilgi veri-
lecektir). Sultanın mutlak iktidarı, vezir-i âzamin yetkisi üzerine konan bazı kı-
sıtlamalarla korunmu tur. 1536’da brahim Pa a ve 1614'te Nasuh Pa a, salta-
n ata göz diktikleri iddiasıyla idam edilmi tir. Gerçekte güçlü bir vezir-i âzam
sultanın tahttan indirilmesine neden olabilirdi. Ancak onun da yetkileri sınırsız
de ildir. Örne in, önemli bir karar alm adan önce Divân-i H üm âyûnun öteki
üyelerine m utlaka danı m ak zorundaydı. Nitekim, brahim Pa a’nın idam hük-
mü giymesinde bir etmen de, öteki vezirlere danı madan hareket etme âdetiydi.
Aynca, devletin malî ve adlî bölümlerinin ba kanlan olan ba defterdâr ve kadı-
askerler, kendi alanlannda sultanın dolaysız temsilcileriydiler, fakat bu makam -
lara yapılacak atamaların mutlak denetimini vezir-i âzam elinde tutm akta idi.
III. Murat, Vezir-i âzam Sokollu’nun a ırı nüfuzunu önlemek için yakınlarından
Üveys P a a’yı deftardarlı a atamı tı. Vezir-i âzamin defterdân denetleme hakkı
vardı; ancak Fâtih Sultan Mehmet kanûnâm esinin diliyle, "Defterdâr emretme-
101
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1Ö00)
dikçe hâzineye ne tek bir akçe girer, ne de hâzineden tek bir akçe çıkar”. Buna
kar ı defterdar, vezir-i âzam a aylık bir rapor sunm ak zorundaydı. Defterdarın
azli istenirse, do rudan do ruya sultana sunulması gerekirdi.
kindi vakti vezir-i âzam, defterdâr ve kadıaskerler, saraydaki Divân-i Hü-
m âyûn toplantılanndan sonra kendi bürolanna ait i leri görmek üzere kendi ko-
nutlannda divân kurarlardı. En önemli askerî birlik olan yeniçeri oca ının a ası,
vezir-i âzamin yetkisi dı ında idi, ona emredemezdi. Do rudan do ruya sultanın
atadı ı yeniçeri a ası, kendi konutunda ayn bir divân kurar, yeniçerilere ili kin
sorunlarla orada ilgilenir ve davalara bakardı. Sonralan, A a'nın ocak hiyerar i-
sinden de il, saray görevlilerinden atanması yöntemi getirilerek sultanın ocak
üzerinde kontrolü arttırılmı tır. Yeniçeriler, devlet içinde sultanların ve vezir-i
âzam lann de i mesinde a ır basan bir güç oda ı olarak politikada birinci derece-
de rol oynamı lardır. Öte yandan, sultana sunaca ı her dilekçe hakkında yeniçeri
a ası, vezir-i âzam a önceden bilgi vermek zorundaydı. Bundan ba ka, Oca ın
personel memurlu unu yapan yeniçeri kâtibi’ni vezir-i âzam seçer, böylece yeni-
çerilerin yönetiminde denetimi olurdu. Sava a Sultan kendisi gitmiyorsa, yeniçeri-
lerin bir bölümü pâyitahtta kalırdı. Bütün yeniçeri ordusunun vezir-i âzamin ko-
m utasına verildi i seferler enderdi.
16. yüzyılın ikinci yansından sonra kapudan-ı derya da, denizcilik sorunla
ve donanm ada ortaya çıkan davalara bakan ayn bir divâna ba kanlık eder, ata-
m alar için aday gösterir veya atama ve aziller yapardı. Ancak vezir-i âzamin ara
sıra tersaneyi ziyaret ve tefti etme hakkı vardı. Böylece, vezir-i âzam padi ahın
mutlak vekili olarak bütün idare kollan üzerinde kontrol yetkisine sahipti.
Saray personel ve yönetimine, vezir-i âzamdan ba ımsız olan kapıa ası, bir di-
er adıyla Bâbü’s-saâde A ası veya Akhadım A a bakardı. Öte yandan, saraydan
çıkm a sırasında vali ve kumandanlann atanmasında ba lıca yetki sahibi olan kapı-
a ası, devlet içinde çok önemli bir mevki sahibi idi. Hariçten sultanla temas kurmak
isteyenler, onun aracılı ına ba vurmak zorunda idiler. Sultanın en yakın adamı olan
kapıa ası, II. Bayezit döneminde ço u kez vezir-i âzamlık ve önemli valiliklere geti-
rilmi , hüküm et sarayda odaklanmı tır-, zira Sultan Cem’in geri gelmesi kaygısıyla
ya ayan II. Bayezit, bu makamlara yalnız kendine en yakın kimseler sıfatıyla akha-
dım a alannı atıyordu. Devlet içinde yetkilerin dengesi prensibi sonucu, sultan hepsi-
nin üstünde otorite birli ini sa lamı oluyordu. Fakat bu sistem, I. Selim gibi kiyaset,
azim ve çalı kanlık sahibi padi ahlar sayesinde i lerlik gösterebilmi tir. Vezir-i âzam
kapıa asınm azli veya kendi adayının atanması için sultana ba vurabilirdi.
D evlet içinde vezir-i âzam dan ba ımsız olan en büyük siyasî gücü ulem â
temsil ederdi. Kadı ve din görevlilerini atama ve azletme yetkisi elinde olan A n a -.
102
dolu ve Rumeli kadıaskerleri, Islâmî hukukun uygulanm asından sorumlu devlet
memurlanydılar. eriat alanına giren davalarda son hükmü onlar verirdi. Ulemâ-
nın ba ı olan eyhülislâm, hüküm et üyesi sayılmazdı; idarî-icraî yetkisi yoktu.
darede tarafsız kalmak mümkün olmadı ı inancıyla slâm hukukunun tarafsız
yorum lanm ası görevi, ba ımsız müftülere bırakılmı tı. Medrese hocalannın ve
m üftülerin ba ı eyhülislâmdı. Gene de eyhülislâmın zam anla devlet i lerinde
büyük etkisi olmaya ba lamı tır. Yeni bir eyhülislâm atanmasına ili kin dilekçe-
yi sultana vezir-i âzam verirdi. Tabii sultan, adayı kabul etmeyebilirdi. Örne in,
1598’de Vezir-i âzam Yemi çi Hasan’ın bütün baskılanna kar ın sultan eyhülis-
lâm lı a kendi ö retmenini getirmi ti. eyhülislâmlarla sürekli çatı m a halinde
olan Ha an Pa a, bunlardan birinin, Su'ullah'm azledilmesini sa lamı tı. Öte yan-
dan, uyum u sürdürmek isteyen vezir-i âzam Cerrah Mehmet Pa a bütün önemli
devlet sorunlannda eyhülislâma danı ırdı. eyhülislâmın fetvasıyla sultanlar
tahttan indirilmi ; birçok vezir-i âzam da yerinden atılmı tır.
eyhülislâm, ulemânın ba ıydı. Medrese üyelerinin atanma, terfi ve azilleri-
ne ili kin dilekçeyi vezir-i âzama o verirdi. 16. yüzyıldan sonra molla derecesin-
deki büyük kadılann atanma ve azline ili kin öneride bulunma yetkisini elde ede-
rek, bütün ulemâ örgütünün denetimini eyhülislâm gerçekten ele geçirmi tir. Ve-
zir-i âzam nasıl sultanın yürütme yetkisinin mutlak temsilcisi ise, eyhülislâm da
sultanın slâm cemaatinin ba ı imam sıfatıyla dinî yetkilerinin mutlak temsilcisi
sayılmı tır.
Çe itli kısıtlamalar, vezir-i âzamin sultanınkine e it bir güç kazanmasını önle-
mi tir. Fakat sultanın mutlak temsilcisi sıfatıyla bütün devlet birimlerini denetim ve
gözetim hakkı vardır. Bu da, bürokrasinin ba ımsızlı ını ve denetim birli ini sürdür-
meye yeterli sayılmı tır. Vezir-i âzamin onayı olmadan hiçbir makamda azil, ya da
atam a i lemi olamaz, Hatt-i Hümâyûn dı ında herhangi bir sultan fermanı da çık-
mazdı. Vezir-i âzam tarafından sultanın onayına sunulan Divân-i Hümâyûn karar-
lannın reddedilmemesi bir gelenek olarak yerle mi tir. Vezir-i âzamin bu ba ımsızlı-
ı, Ortado u devletlerinin de i mez bir ilkesidir. III. Murat’tan ba layarak bu prensi-
bin gözetilmemesi, sorumsuz saray mensuplannın araya girmesiyle güçler dengesi-
nin ve vezir-i âzam yetkilerinin zayıflaması, Koçi Bey ve öteki lâyiha sahipleri tara-
fından devlette “tagayyür ve fesadın” kayna ı sayılacaktır.
Murat P a a’yı vezir-i âzamlı a atayan I. Ahmet, kendi eliyle yazdı ı bir fer-
manda, “sana vezir-i âzamlı ı kimsenin tavsiye ve görü üne ba vurmadan verdim
ve mührümü gönderdim", demi tir. 1656’ya do ru devletin derin bir bunalıma dü -
tü ü sırada Köprülü Mehmet Pa a vezir-i âzamlı ı, u artlarla kabul etmi ti: Sun-
du u önerilerden hiçbirini sultan reddetmeyecek, bütün atama ve azilleri kendisi va-
103
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
pacak, sultanın vezir-i âzamdan ba ka danı manı olmayacak, hiçbir kar ıtım saray
benimsemeyecek ve kendisine kar ı yapılan bütün iftiralar gözardı edilecek.
Yerle mi bir kurala göre vezir-i âzamlı a aday ikinci vezirdi. Fakat kapıa a-
sı, vâlide sultan ya da sultanın hocası, vezir-i âzamin seçiminde önemli bir rol oy-
nardı. Böylece ba ımsızlı ını koruyamaz duruma dü en yeni vezir-i âzam, yeni-
çeriler ya da ulemânın yardımına güvenir, ya da etkili bir saray grubuna kendini
sevdirerek görev süresini uzatma yollannı arardı.
Yavuz Sultan Selim gibi müstebit sultanların yanında kimi vezir-i âzamlar
gölgede kalırken, Gedik Ahmet (1474) ya da Köprülü Mehmet (1656-1661) gibi
vezir-i âzamlann diktatörce güçleri olmu tur. Gedik Ahmet Pa a’nın güç kayna ı
yeniçeri ordusu, Köprülü Mehmet Pa a'nınki ise Vâlide Sultan’dı.
Kafes sistemi uygulanmaya ba lamadan önce tahta yeni çıkan sultanlar,
ba kente, eyâlet valili i süresince ta rada sarayında hizmet etmi olan adamla-
nyla birlikte gelirlerdi. Bunlann iktidan tam olarak kendi ellerine geçirme çaba-
lan, Osmanlı iç politikasını daima büyük ölçüde etkilemi tir. Fâtih Sultan Meh-
met’in lâlası Za anos, vezir-i âzam Çandarlı Halil’e iddetle kar ı çıkarak yeni
hüküm dân Konstantiniye'yi ku atmaya te vik etmi ti. Fetihten sonra rakibini
idam ettirmi ve vezir-i âzam olarak yerine geçmi tir. II. Selim tahta çıktı ında,
eski hocasının tavsiyeleri üzerine hareket ederek vezir-i âzam Sokollu'yu güç
durumda bırakmı tı. 1579'la 1599 arasında III. Murat ve III. Mehmet’in hocası
ulemâdan tarihçi Hoca Sa’deddin, devletin iç ve dı politikasına yön veren ba -
lıca ki i idi. Resmî saray tarihçisinin yorumunca, “umur-i saltanat külliyen
onun reyine ba lı idi". Kafes sistemi getirildikten sonra vezir atamalarında vâli-
de sultan temel etmen olmu tur. 1596’da brahim Pa a, ancak III. Mehmet’in
annesi Safiye Sultan’ın ısranyla vezir-i âzam kalabilmi ti. Fakat vâlide sultan-
lann hiçbiri Kösem Sultan kadar etkili olmamı tır. Yeniçeri ocak a alanyla itti-
fak halinde, her vezir-i âzam de i ikli inde ve IV. Mehmet'in tahta çıkı ına
(1648) kadar her cülûsta önemli bir rol oynamı tır. IV. Mehmet küçük ya ta
tahta oturtulunca da, eski egemenli ini sürdürmek istemi tir. Ancak, IV. Meh-
m et'in annesi, rakibi Turhan Sultan, 1651'de Kösem'i bo durtmu ve vâlide
sultan sıfatıyla onun yerini almı tır.
Perde arkasından hükümet kararlarını etkileyebilen bir ba ka ki i de, sulta-
nın eyhidir. Her sultanın bir eyhi vardır. Tarikatlardan birinin eyhi olan mür it
sıfatıyla, sultanın manevî rehberi sayılır, gelece i bildirerek Tanrı’nın yardımını
sa ladı ına inanılırdı. Bu durumuyla eyh, Orta Asya Türk hakanlannın yanında-
ki am anlara yakın bir benzerlik gösterirdi. Konstantiniye ku atması sırasında
Fâtih Sultan Mehmet sürekli olarak Bayramiye eyhi Ak emseddin'in manevî kı-
104
MERKEZ YÖNET M
lavuzlu una ba vurmu tu. Fethin tarihi hakkında gaibten verdi i haber geçekle -
meyince eyh, ço u dönme olan askerin imandan nasipleri olmadı ını ve ba lan-
na sert, acımasız bir komutan atanmasını önermi ti.5 III. Murat’ın manevî danı -
manı, Halvetî tarikatından eyh üccâ o denli etkiliydi ki, yüksek bir makam iste-
yen herkes ister istemez önce onu ziyaret etmek zorunda kalmı tır.
Bu adamların en ünlülerinden biri, sultanın dinî duygularını körüklemekle
kalmayıp politikaya da kan an, I. Ahmet’in eyhi celvetî tarikatı eyhi Üsküdârî
Mahmut Hüdaî Efendi'dir. Örne in, Ruslarla ban antla ması yapılmasını, Rusla-
rın Terek, Ejderhan ve Kazan kalelerini bırakmaları ko uluyla, barı tavsiye et-
mi ; hapisteki kadılann salıverilmesi için u ra mı ve Ahmet Pa a'nın Mısır valisi
atanması ö üdünü vermi tir.
Osmanlı politikasını belirlemekte kamuoyunun da, genellikle kabul edildi in-
den daha büyük bir etkisi vardır. Daha 16, yüzyılın ikinci yansında kapıkulu as-
keriyle zanaatkârlar arasında bir çıkar birli i vardı. Kapıkullanmn birço u zanaat-
kâr ya da tüccar olmu , bazıları da paralarını ticarî giri imlere ya da faize yatır-
mı tı. stanbul halkı her zaman ayaklanmaya hazırdı; bu tür kan ıklıklar genellik-
le malî ve ekonomik sıkıntı zam anlannda patlak vermi tir. Hükümetin kötü ön-
lemleri sonucu sıkıntıya dü en halk ulemâyı ba lanna alarak harekete me ru bir
görünüm verirdi. 1648'de Sultan brahim’in, 1687’de IV. Mehmet'in, 1703'te II.
Mustafa’nın, 1730’da III. Ahmet’in ve 1807’de III. Selim’in tahttan indirilmeleri-
ne yol açan ayaklanmalar bu türdendi.
Halk ayaklanmalan ancak kapıkulu askerlerinin ve ulemânın i birli iyle ba-
anlı olabilirdi. 1651'de, stanbul halkı yeniçeri cuntasının iktidanna kar ı ayak-
lanmı tır. Yasalar reâyânın silâh ta ımasını yasakladı ından, eyâletlerde köylü
ayaklanmalan seyrekti. Köylülerin topra ı bırakıp da ılması devlete ayaklanm a-
lar kadar kaygı veren bir çe it eylemsiz direni ti; çünkü bu durum, devlet hâzine-
sini ve tımar sahiplerini gelir kaynaklarından yoksun bırakarak imparatorlu u
güçten dü ürürdü. Köylünün topraklannı terk edip da ılmasından, “perâkende”
olmasından korkan devlet, zaman zaman köylüyü kayıran önlemler alır, kimi za-
man vergileri azaltmaya veya affetmeye mecbur olurdu.
Osmanlı sultanlarının kam uoyunu kendilerinden yana çekme zorunlulu u,
onlan âdil düzen politikasını yenilemeye iten önemli bir faktördür. Hükümdâr se-
vilmezse, halk arasında, eriata saygı göstermedi i, arap içti i ya da ba ka uy-
gunsuz davranı larda bulundu u söylentileri ortalı a çıkardı. Bir despot olan IV.
Murat, kendisi hem içki dü künü, hem de içki yasa ının en acımasız destekçisiy-
di. Osmanlı sultanlan eriata sadık görünmek için, namazlannı savsaklayanlann
ya da oruç tutmayanlann cezalandınlması için zaman zaman genel emirler çıka-
105
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
106
EYALET YÖNET M VE TIMAR S STEM
Notlar
1 V. Grecu (ed.), Istoria, (Bükre . 1950). s. 178; 1. H. Uzunçar ılı, Merkez ve Bahriye Te kilâtı, (An-
kara. 1948), s. 1.
2 Le voyage d'outremer, ed. Ch. Schefer, (Paris, 1392). s. 140.
3 Histoire de la décadance de l ’empire grec et l'établissement de celvy des turcs, içinde: Chalco-
condyle tarihi üzerine resimler, (Rouen, 1660), s. 19.
4 Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, ek, s. 10.
5 bkz. Halil nalcık, Fâtih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, (Ankara, 1954), s. 217-19.
13. Bölüm
Eyâlet Yönetimi
Osmanlı sultanlan, bir bölgeyi yönetmek için ilk dönemlerden itibaren hep iki
yetkili atamı lardır: askerî sınıf kökenli ve sultanın yürütme yetkisini temsil eden
bey, ulemâ kökenli ve sultanın yasal yetkisini temsil eden kadı. Bey, kadının
hükmü olmadan hiçbir ceza veremez, kadı da hiçbir karannı kendisi icra edemez-
di. Kadı, kararlarında, yani eriat ve kanûnu uygulamada beyden ba ımsızdı.
Emirlerini do rudan do ruya sultandan alır, sultana do rudan do ruya dilekçe
verebilirdi. Eyâlet yönetimindeki bu güçler aynmını, Osmanlılar âdil bir yönetimin
temeli olarak görürlerdi.
Henüz bir Uc Beyli i oldu u zamanlarda Osmanlı ülkesi, bir “hünkâr sanca-
ıy la , beyin o ullannın yönetimine bıraktı ı sancaklara bölünm ü tü. Sancak,
hüküm dârdan iktidar simgesi olarak bir sancak (bayrak) almı , askerî bir vali
olan sancakbeyinin emrindeki yönetim birimidir. 1361'den sonra Osmanlı top-
raklannın Balkanlar’da hızla geni lemesi üzerine, denetimi elde tutabilmek için,
bütün sancakbeylerinin ba ına bir beylerbeyi atamak gerekmi ti. Selçuklularda
eyâletler, sultanın melik unvanı ta ıyan yan ba ımsız o ulları arasında bölü ü-
lürdü. Uc (serhad) eyâletleri beylerbeyi unvanı ta ıyan uc emirlerinin idaresi al-
tında idi. 1. Murat, 1362’de tahta çıkmak üzere Bursa'ya hareket etti i zam an,
güvendi i lâlası ahin’i bu göreve atayarak, ilk beylerbeyili ini Rumeli’nde kur-
mu tur.
I. Murat, daha sonra o lu Bayezit'i, do uda Anadolu'da yeni fethedilmi böl-
gelerin valisi olarak Kütahya'ya yerle tirdi. Bayezit, 1393’te Rumeli’ne geçti in-
108
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
de, ba kenti Kütahya olan ve bütün Batı Anadolu'yu kapsayan bir Anadolu Bey-
lerbeyili i kurma gere i duymu tu. Osmanlı ehzadesinin oturdu u Amasya ba -
kent olmak üzere, üçüncü bir beylerbeyilik olu turuldu. Bunlar, 15. yüzyılın orta-
sına kadar Osmanlı mparatorlu u’nun üç beylerbey ili i olarak kalmı ve impara-
torlu un her zaman omurgasını olu turmu tur.
Fetih döneminde Osmanlı yönetiminin Rumeli eyâletlerinde kurulu unun, iki
a amalı bir süreçten geçti ini görmü tük. Do rudan do ruya Osmanlı yönetimin-
de sancak olarak örgütlenmi alan ile gazaya açık alan arasında, ya bir uc, sınır
bölgesi ya da vasal bir devlet olarak tampon bir bölge bulunurdu. Uçlardaki bey-
ler, merkezî hükümetten, ba kente görece yakın olanlara oranla daha ba ımsızdı
ve beylikleri babadan o ula geçen Evrenoso ullan, Mihalo ullan, Pa ayi ito ul-
ları, Malkoço ulları gibi ailelerdendi. Bu beylerin Osmanlı tmparatorlu u’ndaki
konumları, tıpkı Selçuklu hükümranlı ındaki Osman Gâzî'nin konumu gibiydi.
Ucbeylerinin bölgelerindeki sipahiler genellikle kendi kullan ya da hizmetkârlany-
dı. Sırp despotlu u, Eflâk ve Bo dan Voyvodalı ı gibi vasal devletlerdeki h an e-
danlara Osmanlılar, bazen içi lerinde özerklik verir, am a onları yıllık bir haraç
vermek ve seferlerde yardımcı güç sa lamakla zorunlu tutardı. Bazı bölgeleri uc-
beyli i, bazılannı da vasal beylik olarak tutmayı ye lerlerdi.
15. ve 16. yüzyıllarda ise, hükümet yeni fethedilen yerleri sancak beylerinin
do rudan yönetimlerine vermi , bunlann ba ına da bir beylerbeyi atamı tır. Böy-
lelikle yeni beylerbeyilikler ortaya çıkmı tır. Yeni beylerbeyiliklerinin olu turul-
ması, askerî dü üncelerle belirlenen uzun bir süreçten geçerdi. Örne in, önceleri
Rumeli beylerbeyine ba lı olan Bosna’nın A vusturya’ya kar ı askerî bir önlem
olarak ayrı bir beylerbeyilik biçiminde örgütlenmesi, 1463’ten 1580'e kadar sür-
mü tür. Özü Beylerbeyili i, 16. yüzyılda Kazaklara kar ı bir önlem olarak, Batı
Karadeniz bölgesi sancaklanndan olu turulmu tur. 1533'te imparatorluktaki bey-
lerbeyilik sayısı altı idi; Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatının sonlanna gelindi-
inde on altıya varmı tır.
1533’te, bütün deniz güçlerini V. Karl’a kar ı birle tirme çabasıyla, Cezayir
beylerbeyili i kurularak Barbaros H ayrettin’e verilmi tir. Barbaros, kapudan-ı
derya unvanıyla, kendi fethetti i Cezayir’le Akdeniz kıyı ve adalanndaki on üç
sanca ı kendi yönetiminde birle tirmi tir. 1590’dan sonra geni likleri sınırlandın-
lan beylerbeyilikler, o zam an d an b a lay a ra k “eyâlet" diye adlandırılm ı tır.
1610’a do ru imparatorlukta böyle otuz iki eyâlet vardı (bkz. ileride liste, s. 110).
Devlet, tımar sistemini, ancak sancak sistemiyle Osmanlı yasa ve yönetimi-
nin yeterince yerle ti i bölgelerde uygulayabilirdi. Tımar sistemi; Mısır, Ba dat,
Habe istan, Basra ve Elhasa eyâletlerinde uygulanmamı tır; dolayısıyla bunlann
109
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
bir derece özerklikleri tanınmı tır. Sultan, bu eyâletlerin her birine kalabalık bir
yeniçeri garnizonu yerle tirir, birer vali, defterdar ve kadı atardı. Eyâlet gelirleri
sipahilere tımar olarak da ıtılmaz, vali bütün askerî ve darî giderleri kar ıladıktan
sonra ba kente her yıl “salyâne" denen, sabit bir miktar vergi gönderirdi. Bu eyâ-
letlere "salyâne eyâletleri" denmi tir.
Do u Anadolu'nun bazı yörelerinde, a iret reislerinin elinde babadan o ula
geçen sancakların yönetimi de de i ikti. "Hükümet" diye bilinen bölgelerde ise
bütün gelirler a iret beyine aitti; ancak bey, sultanın buyru u üzerine orduya bel-
li sayıda asker vermek zorundaydı. Sultan, bu bölgelerde yörenin önemli kentleri-
ne bir kadı atar ve bir yeniçeri birli i yerle tirirdi.
mparatorlukta böylece, do rudan do ruya Osmanlı yönetiminde olanlardan
ayrı, birçok özerk yönetim birimi vardı. Sâlyâne eyâletleri ve hükümetlerin yanı
sıra, vasal birer Hıristiyan beylik olan Bo dan, Eflâk, Erdel, Ragusa (Dubrovnik),
Gürcistan ve Çerkezistan ve 17. yüzyılda Kazak Hetmanlı ı'yla, Kırım Hanlı ı,
Mekke erifli i ve Geylân gibi tâbî Müslüman beylikleri vardı. Aynca, deniz gâzî
levent (korsan) beylerin fethettikleri Trablusgarp, Tunus ve Cezayir beylerbeyi-
likleri uc sınır eyâleti niteliklerini korumu lardır.
16. yüzyılda Osmanlı mparatorlu u, hepsi bir ara haraç ödeyen Venedik
Polonya, Habsburg mparatorlu u üzerinde kuramsal egemenlik iddiasındaydı.
Tımar Sistemi
112
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
113
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
114
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
i, dolayısıyla yerine göre altmı la yüz elli dönüm arasında de i en bir “çift” veya
çiftlik toprak ya da bir ba veya meyve bahçesi alırdı. Ne sipahi ne de akrabalan
köylünün elindeki topra ın iyeli ini ele geçirilebilirdi. 16. yüzyılın ikinci yansında
bu sipahi çiftlikleri de toptan köylülere verilmi tir. Dolayısıyla ümarlı sipahi, an-
cak devletin toprak yasalannı uygulayan bir devlet görevlisi durumundaydı.
Reâyâdan bir aile reisi, tek bir aileyi geçindirecek büyüklükte bir çiftlikten
daha ço unu elinde bulunduramazdı. Ölümü üzerine çocuklan bu topra ı ortakla-
a çalı tırabilir, fakat bölemezlerdi. Çifti olan bir köylü, sipahiye toprak ürünlerin-
den sekizde bir alınan ö rün yanı sıra bir de yıllık yirmi iki akçe çift resmi öderdi.
Ba langıçta bazı hizmetler yerine alınan bu nakdî vergi, Bizans zamanında köylü-
nün pronoia sahibine borçlu oldu u saman, yem, odun ve di er hizmetlerin kar-
ılı ı bir ödeme idi. Gördü ümüz gibi, Osmanlılar, bu gibi feodal hizmetleri, elle-
rinden geldi ince, nakit olarak belirlenmi vergilere dönü türmeye çalı mı tır. Çift
resmi zamanla bölgesine göre, 33, 50, 100 akçe olarak tespit edilmi tir.
Reâyâ ve tımar
Devlet, sipahiye gelirini garantilemesi için reâyâ kar ısında birtakım haklar
tanımı tı. ster Müslüman ister Hıristiyan olsun reâyâ, sözcü ün en geni anla-
mıyla, askerî sınıftan tamamıyla ayn, üreten ve vergi veren tebaa idi. Daha dar
bir anlamda ise, kanûnî konumlan kentli ve göçebelerden ayn köylü halktı.
Sipahiye verilen tımar, hem topra ı hem de üzerindeki köylüleri kapsardı.
Ekilebilir toprak, üzerinde çalı acak emekten daha bol oldu u için 15. yüzyılda
reâyâ bütün tanmsal giri imlerin vazgeçilmez ö esiydi. Köy nüfusunun azlı ı ve
tımarlarda kullanılmayan toprak bollu undan dolayı, tımarlılar birbirlerinin re-
âyâlannı kandırmak için sürekli sava halindeydiler. Reâyâsı kaçan sipahi gelirini
kaybederdi. Bu nedenle de yasa, reâyânm yerle im yerini bırakıp ba ka yere git-
mesini yasaklamı tı. Sipahî, kaçak bir köylüyü on be yıl içinde topra ına dön-
meye zolayabilirdi; fakat bunun için kadının hükmü gerekliydi. Ba ka biri gelip
bırakılmı topra ı i ler ve ö rünü öderse sipahî kaçak köylüyü dönmeye zorlaya-
maz, ondan ancak “çift resmi" alabilirdi. Köylü, kentte bir i edinmi se, sipahiye
yılda bir altın dükadan biraz fazla tutan “çift bozan akçesi" denen tazminatı öde-
mek zorundaydı; ancak sipahî onu topra ına dönmeye mecbur edemezdi.
Bu ko ullar, 16. yüzyılda de i meye yüz tuttu. mparatorluk nüfusu hızla ar-
tarak ekilen topraklann da artmasına neden olmu görünüyor. 1. Süleyman döne-
mi tahrîr defterlerinin gösterdi i gibi ekili alan, büyük ölçüde geni lemi tir. Bu dö-
115
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
nemde ekimde kullanılan alan, zamanın teknolojisinin izin verdi i sınırlara ula -
mı a benzer. Aynca, topra ın de eri arttı ı gibi toprak gelirleri de artmı tır. Topra-
ı bırakan köylülere kar ı yasaların gev emesi de, köyden kente do ru nüfus akı-
ını te vik etmi tir.
Devlet sipahiye ba ka yetkiler vererek onu köydeki düzenden sorumlu kıl-
mı tır. Ufak suçlar için köylüden toplanan para cezalannın yansı sipahinin, yansı
da sancakbeyinin olurdu; ancak, para cezası verme yetkisi sadece kadıya aitti. Si-
pahi, kanûnsuzluk eden birini tutuklayabilir ama para cezası alamazdı. Sipahi, tı-
marını olu turan köyde oturur ve seferde askerî görevlerini yerine getirir, ancak
tanmsal üretimle kendisi u ra mazdı. Sipahinin köyde ya amasını sa lamak için
Osmanlı kanûnnâmeleri köylüye bir dizi ufak tefek hizmetler yüklemi ti. Sipahiye
ev yapmakla yükümlü olan köylüler, ona ö ür mahsûlünü koymak için bir ambar
yapmak, sipahinin ö rünü ambara ya da satmak için bir günlük yoldan uzak ol-
m ayan pazara ta ımak zorundaydılar. Sipahinin çayınndaki otlann biçilmesine de
katılmak durumundaydılar, ama kanûnnâmeye göre samanı ambara ta ım aya
mecbur de illerdi. Sipahi tımarına ait ba ka bir köyden gelmi se, köylü üç gün
süreyle konukseverlik göstermek, sipahiye ve atına bakmakla yükümlüydü. Ya-
salar köylünün bayramlarda sipahiye arma an verme âdetini de onaylamı tır.
Köylünün bir günden üç güne kadar sipahinin çiftli inde çalı ma gelene i ise, ba-
zı bölgelerde süregelmi tir.
Her sanca ın kanûnnâmesi, köylünün vermesi gereken vergi ve hizmetleri
tek tek saymı tır. Sipahi bunlara yenilerini ekleyemezdi. Devlet buna o kadar
önem verirdi ki, gerçekte kanûnnâmelerin ba lıca maddeleri, sipahiyle reâyâ ara-
sındaki ili kileri düzenleyen maddelerden olu mu tur. Kurallara aykırı hareket
eden sipahi, tımannı yitirebilirdi. Bu bakımdan reâyâ, hiç ku kusuz, ortaça Av-
rupası'nın elflerinden daha anslı bir durumdaydı. Aradaki ba lıca fark, Osmanlı
köylüsünün merkezî bir devletin ve merkezî bir hukuk sisteminin koruması altın-
da ya amasındaydı. Gene de, 15. yüzyıl gibi erken bir dönemde reâyânın duru-
muyla ilgili sultan fermanlan, sipahilerle beylerin ayncalıklanm kötüye kullandık-
lannı gösterir. Kanûnsuzluklann temel nedenlerinden biri, sipahilerin eski feodal
gelenekleri sürdürme çabalanydı. Sultana köylüler, yasadı ı ve a ın para cezala-
rından yakınmı , özellikle sancakbeyleriyle kadılann asayi ve üphelileri takip
bahanesiyle köylülerin evlerinde kalmalanndan, maiyetlerini ve hayvanlannı be-
davadan beslemeye zorlamalanndan ikâyet eden dilekçeler göndermi lerdir. Ay-
rıca, sipahilerin yasadı ı vergiler icat ederek para toplamalanndan ve ö rü, ürün
yerine nakde çevirerek alma çabalanndan da yakınmı lardır. I. Süleyman, bu tür
uygulam alan yasaklayan birçok ferman çıkartmı tır.
116
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
117
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
Tımar sistemi, her eyden önce, merkezden denetlenen büyük bir sipahî gü-
cü besleyerek, sultanın ordusuna asker sa lamak için tasarlanmı tır. Tımarlı sipa-
hî köyde kendi atına kendi bakardı; silâhlan yay, kılıç, kalkan, mızrak ve gürzdü.
Tımar geliri belli bir miktan a ıyorsa, cebe de (zırh) giyinmek zorundaydı. Sipahi-
ler, her üç bin akçelik tımar geliri için bir “cebelü", yani tam donanımlı bir atlı as-
ker sa lamak zorundaydı. Beyler ise her be bin akçeye kar ılık bir cebelü sa lar-
dı. Böylece 16. yüzyıl ba lannda dokuz bin akçelik tımarı olan bir sipahî cebe gi-
yer ve orduya üç cebelüyle, bir de çadır getirirdi. Sipahilerin maiyetleri ne kadar
büyük olursa saygmlıklan da o kadar büyük olurdu. Dolayısıyla, bütün cebelüleri
kapsayan sipahî ordusunun tam sayısını belirleyebilmek güçtür.
Sultan beylerbeyine sefer fermanı gönderdi inde sipahiler, suba ıların ku-
mandasında, sancakbeyinin sanca ı altında toplanırdı. Sancakbeyleri de beyler-
beyinin bayra ı altında toplanır, sonra her beylerbeyi emredilen zamanda ve yer-
de sultanın ordusuna katılırdı. Daha sonra sultan, bir tür tefti olarak, ordusuna
geçit resmi yaptırırdı. Tımarlılar hafif süvari birlikleriydi. Sava düzeninde ordu-
nun iki kanadında yer alır, dü manı hızla çevirmelerini sa layacak bir yarım ay
olu tururlardı. Bu birlikler, hem merkezî hâzineden herhangi bir ödenek almadık-
larından hem de atlan yaz sonunda yorgun oldu undan, güz ba langıcında yurt-
lanna dönmek isterlerdi. Böylece sefer mevsimi marttan ekime kadar sürer, Os-
manlı ordusu da güze do ru en zayıf durumunda olurdu. Bu durumu bilen Hun-
yadi gibi bazı Avrupalı generaller hep bu vakiderde saldınya geçmi tir. Hafif zırh-
lı süvari, Orta Asya’dan beri tüm Türk-Mo ol ordulannın temel kuvvetini olu tur-
mu ve batı ordulan kar ısında üstünlük sa lamı tır.
Tımarlar, kom utan olan subayın “ariza"sı yani dilekçesi üzerine verilirdi.
Sultan, dilekçe uyannca bir fermanla belli de erde bir tımara atar, sancakta bu de-
erde bir tımar bo alınca da beylerbeyi ba vuran ki iye bir tezkere verirdi. Tezke-
reyle merkeze gelen aday sultanın beratıyla o tımann sahib olurdu. lk kez tımar
alınırken zorunlu olan i lem buydu-, daha sonra beylerbeyileri do rudan do ruya
kendi beratıyla Rumeli’nde 5.999, Anadolu'da da 2,999 akçeyi a mayan tımarla-
ra atam a yetkisine sahipti. 15. yüzyılda, özellikle de sınır bölgelerinde, birçok si-
pahî yalnızca beylerbeyi veya sancakbeyinin beratıyla, hatta suba ının tezkire-
siyle tımar edinebilmi tir. 16. yüzyılda merkezî yönetim tımar da ıtımı üzerindeki
denetimini sıkla tırmı tır. Sultanın buyru u olmadan bir tımarlının tıman geri alı-
nam azdı. Osmanlı tımar sistemini Avrupa feodalizminden, bu sıkı merkezî dene-
tim ayırır. Aynca, Osmanlı devletinde Avrupa örne ine benzer herhangi bir Hiye-
118
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
otuz-kırk altın dükaydı. Aynı dönemde bir yeniçeri ya da bir yapı ustasının da ge-
liri hemen hemen aynıydı. Bir sipahi, üstün hizmetler kar ılı ında yeni eklerle tı-
mannı arttırabilir, böylelikle yıllık gelirini dört yüz altın dükaya kadar çıkarabilir-
di. Ancak, bir zeâmet elde edebilmek için çok istisnaî hizmetlerde bulunmalan ge-
rekirdi, çünkü bu topraklar hemen hemen bütünüyle sultan kullarına ve bey
o ullanna aynlmı tır.
Sonralan beyler yetkilerini kötüye kullanmı lar, rü vet kar ılı ında hak et-
meyen ki ilere tımar sa lamı lardır, Sonuç olarak, 16. yüzyılda aslında reâyâ ko-
numundaki birçok ki i sipahî olmu tur. I. Süleyman, sisteme bu yabancı akı ını
yasalla tırdı ı zaman, ba ka bir seçene i yoktu; ama sonradan politikasını de i -
tirmi , sipahî o lu olmayanlann gelecekte tımar alamamalan için sert tedbirlere
ba vurmu tur. Sürekli tımar talepleri, klâsik dönem Osmanlı mparatorlu u’nun
içi lerinde can alıcı bir etmendi. Tımarlannı yitirmi ma’zûl sipahiler, kapıkulu as-
kerleri ve sınır bölgelerindeki gönüllüler tımar edinebilmek için sürekli baskı ya-
parlardı. Birçok ayaklanmalann altında bu gerçek vardır.
Öte yandan, tımar olarak da ıtılacak toprak ihtiyacı, devleti sürekli olarak
yeni fetih giri imlerine zorluyordu. Aynca, sava ta kahramanlık gösterdiklerinde
tımar ve zeâmet alabildikleri için, kapıkulu askerleri toprak kazanma yolunda bir
vasıta olarak sava yanlı ıydılar. Tımar ihtiyacı, böylece, Osmanlı yayılmasında
itici bir güç olu turuyordu. Tımar ve zeâmet bekleyen sınır bölgelerindeki Anado-
lulu gönüllülerle iç bölgelerin tımarlı sipahileri arasında da çetin bir rekabet vardı.
Bu gerilim, 15. yüzyılın ilk yansında Rumeli’ndeki sınır güçlerinin merkezî iktidar
kar ısında niçin sık sık uzla maz bir tutum takındı ını açıklar. Dobruca'da eyh
Bedreddin ayaklanmasında bunlar aktif rol almı görünmektedir.
Tımar sorunu, Anadolu beyliklerinden devralman sipahilerle yeni kurulan
Osmanlı rejimi arasındaki gerginli i de açıklar. Osmanlılar, bazı eski sipahileri
kendi topraklannın iyeli inde bırakmı , güvenmediklerini de emekliye ayırmı tı.
Ancak, yerel sipahilerle Osmanlı sultanının atadıklan arasındaki dü manlık sür-
mü tür. Nitekim 1416 zmir ve Saruhan isyanlanyla 1468-1511 Karaman ayak-
lanmalannda yerel sipahiler önderlik etmi ti.
I. Süleyman’ın ehzadelerinin isyanları sırasında yoksul ya da tımarlan alın-
mı sipahilerle, tımar ya da emeklilik isteyen ba kaları da isyancı ehzadelerin
çevresinde toplanmı tır.
Devlet gelirinin ancak bir bölümü tımar olarak ayrılmı tı. 1528 yılında
9.650.000 altın dükaya çıkmı olan devlet gelirinin ancak %37’si tımar olarak
da ıtılmı tı. Bu miktarın % 50 kadarı do rudan do ruya sultanın, yani devlet ha-
zinesinindi. Bu gelirin büyük bir bölümü ise hükümdârın hâssı olarak ayrılmı
120
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
121
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
122
EYÂLET YÖNET M VE TIMAR S STEM
Notlar
1 bkz. Franz Babinger, Die Aufzeichnungen den Genuesen Jacopo-de-Promontorio über des Osma-
nenstaat um 1475, Bayerische Akademie der Wissenschaften, phil.-hist. Klasse, 1956, 8 (Münih.
1957).
2 bkz. Cengiz Orhonlu, Osmanlı tmparatorlu u'nda Göçebeleri skân Te ebbüsleri ( stanbul, 1960).
3 Ömer Lütfı Barkan, "XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı tmparatorlu u’nda Toprak çili inin Organizas-
yon ekilleri, 1: Kulluklar ve Ortakçı Kullar", t.Ü. ktisat Fakültesi Mecmuası, 1, 1(1939): 29-74;
2(1940): 14-44; 4 (1940); 448-456. Yeni baskı için bkz. Ö.L. Barkan, Türkiye'de Toprak Meselesi
( stanbul, 1980), s. 575-716.
4 A Voyage into the Levant, A Collection o f Voyages and Travels... Compitedfrom the Curious and
Valuable Libraiy o jth e Late Earl o f Oxford (Londra, 1745) içinde, s. 533.
5 Bir örnek için bkz. S. J. Shaw, The Budget o f Ottoman Egypt, 1005-10 0 6 /1 5 9 6 -1 5 9 7 (Lahey,
1969).
123
III. KES M
EKONOM K VE TOPLUMSAL YA AM
14. Bölüm
OSMANLI MPARATORLU U VE
ULUSLARARASI T CARET
127
d u .1 14. yüzyıl sonunda Osmanlı devletinin hem politik hem de ticarî merkezi
olan Bursa, Anadolu'nun en önemli ticaret merkezi ve do u-batı ticareti için bir
ambar olmu tu. 1391 yılı geldi inde Batı Anadolu'nun Balat, Efes ve Foça gibi ti-
caret merkezleri de Osmanlı denetimine geçmi ve Bursa'ya ba lanmı lardı. Artık
ran kervanlan bu limanlara Bursa yoluyla ula ıyordu. Üstelik, I. Bayezit hâkimi-
yetini Amasya ve Tokat yoluyla do uda Erzincan’a kadar yayarak bu kervan yo-
lunun denetimini de elde etmi ti. ran ipek kervanlan artık Trabzon’dan geçen de-
nizyolunu kullanmıyor, karadan Bursa’ya gitmeyi ye liyordu. Bu yol üzerindeki
Amasya ve Tokat, 15. yüzyılda ekonomi ve kültür bakımından Bursa'dan sonra
Anadolu'nun en önemli kentleri olmu tur.
Bayezit, 1399 yılında Hint ve Arap mallarının Güney Anadolu’daki ba lıca
giri limanlan olan Antalya’yla Alanya’yı aldı. Bu ticaret, Adana ve Konya yo-
luyla, Halep’ten Kostantiniye'ye kadar Anadolu'yu çapraz geçen eski kara yolu-
nu izliyordu. Osmanlılar Bursa'yı güneyle ba layan bu yolun tam denetimini an-
cak 1468'de Karaman Beyli i’nin fethinden sonra ele geçirebilmi tir.
Müslüman tüccarlar artık Arabistan ve ran'dan Osmanlı topraklan üzerin-
den Bursa'ya güvenlik içinde gidebiliyordu. Do u Akdeniz ticaretinin en önemli
iki merkezi Konstantiniye ve Galata’da yerle mi Venedik, Ceneviz ve Floransa
tüccarlan için Bursa, do u mallannı satın almak ve Avrupa yünlüleri satm ak için
en yakın pazardı. bn Battuta, daha 1334’te Orhan’ın Anadolu Türkmen sultanla-
rının en zengini oldu unu yazabilmi ,2 Cenevizliler 1352 gibi erken bir tarihte
OsmanlIlarla bir ticaret antla ması imzalamı tır. 14. yüzyıl sonunda Schiltberger,
Bursa'nın ipek ticareti ve endüstrisini, am ve Kefe’ninkilerle kar ıla tırarak, ran
ipe inin o zamanın Avrupa ipek endüstri merkezleri, Venedik ve Lukka'ya (Luc-
ca) Bursa’dan gönderildi ine dikkat çekmi tir.3
ran ipe i ticareti, Bursa’nın geli mesinin ve zenginli inin temel dayana ıy-
dı. 16. yüzyılda Avrupa ipek endüstrisi büyük boyutlarda geli mi ve Bursa Ku-
zey ran'daki Esterabad ve Geylân’ın son derece ince ipe inin uluslararası pazan
olmu tur. Medici’lerin ve Floransalı ba ka fırmalann Bursa temsilcisi Francesco
Maringhi, 1501 'de ran’dan Bursa’ya her yıl çok sayıda ipek kervanı geldi ini
söylemi tir. Onun mektuplan, talyan tüccarlann kervanlann geli ini sabırsızlıkla
bekleyi ini, mal alabilmek için yapılan ko u turmayı ve iddetli rekabeti yansı-
tır.4 Kazanç gerçekten de hayli yüksekti. talya’da birfardello (= 79,821 kg)
ipek, yetmi -seksen dükalık bir kâr getiriyordu. Bursa’da bin dolaylannda ipek
tezg âhı günde be fa rd ello ipek i liyordu. pek fiyatları sürekli y ükselm i ,
1467'defardello ba ına elli akçeden 1488'de yetmi e, 1494'te de seksen iki ak-
130
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
çaya çıkmı tır. Orta büyüklükte bir kervan yakla ık iki yüzfardello ipek getirirdi.
Bursa’da çe itli yıllarda ipekten alınan gümrük resimlerini gösteren Tablo 4, itha-
latın hacmi hakkında bir fikir verebilir:
Tablo 4
Yıllar
1487 40.000
1508 33.000
1512 43.000
1521 13.000
1523 17.000
1557 24.000
131
ilaç ve dokuma gibi yükte hafif pahada a ır eylerdi. 1487’ye do ru Bursa’ya it-
hal edilen safran, lök boyası ve biberden alman gümrük resmi yakla ık iki bin al-
tın düka tutuyordu. Bu kervan ticareti bütünüyle Müslüman tüccarlann, genellik-
le de ço u büyük sermaye yatırmı Halepli ve amlılann elindeydi. Örne in, Ebû
Bekir ed-Dime kî adlı zengin bir tüccar, 1500 yılında dört bin altın düka de erin-
de baharat satmı tı.
1480'lerde, Hindistan'daki Behmanî sultanlı ının güçlü veziri M ahm ut Gâ-
vân, adamlarını her yıl Hint mallarıyla Bursa’ya gönderirdi. Bunlann bazıları,
1481'de Balkanlar'a geçerek orada Hint dokumalan ve ba ka mallar satmı tır.
Benedetto Dei adlı bir Floransak, kendisinin ve tüccar arkada larının 1470
dolaylannda Bursa’da pamuk ve balmumunun yanı sıra baharat satın alabildikle-
rini kaydetmi tir. F. Maringhi'nin raporlan, Bursa'nın talya'ya, az da olsa, baha-
rat ihraç etti ini gösterir. Maringhi 1501'de Floransa’daki orta ına üç çuval biber
gönderdi ini, istiyorsa daha da gönderebilece ini yazmı tır. Ancak Floransa ve
Bursa arasındaki fiyat farkı, ipek ticaretinden elde edilebilecek kâra oranla yete-
rince büyük de ildi. Maringhi, 1503’te yeni mal gelmezse bir kantar (yakla ık
56,5 kg) biberin fiyatının Galata'da yirmi yedi altın dükaya çıkabilece ini yaz-
mı tır. Bir kantar biberin 1501 ’de Edirne’de resmî fiyatı on sekiz altın dükaydi;
ancak Portekizliler baharatı Avrupa’ya do rudan do ruya Hindistan’dan, Atlantik
üzerinden ta ımaya bu tarihten önce, 1500’de ba lamı lardı.
132
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
yılı Antalya gümrük kayıtlarına göre, o yıl limana her biri yirmi-otuz tüccar ta ı-
yan elli gemi u ramı tır. Bu gemilerin ço u Müslümanlarındı. 15. ve 16. yüzyıl
gümrük kayıtlarına göre, Anadolu'nun Suriye ve Mısır'a ba lıca ihracatı kereste,
demir ve demir e ya, Bursa ipeklileri, Ankara sofları, pamuklu dokumalar, halı,
kilim, afyon, kuru yemi , kürk, balmumu ve ziftti. Suriye ve Mısır gemileri, Hint
baharatı, çivit, Mısır keteni, pirinç ve ekerle Suriye sabunu getirirdi. O dönem,
Antalya ve Antalya'ya ba lı limanlarda gümrük geliri yılda yedi bin altın dükaya
yükselmi ti.
Güney Anadolu limanlanndan Mısır'a kereste ihracı eskiden beri önemli ol-
mu tur. Toros da larında, asıl a iret adlannın yerine "tahtacı" diye ün salmı , bü-
yük bir Türkmen göçebe grubun kesti i kereste, Antalya, Alanya, Finike ve di er
bazı limanlardan Mısır ve Suriye’ye gönderilirdi. Kereste ihracatı hüküm et teke-
lindeydi. Kereste ve ziftten alınan gümrük rüsumu 1477’de yıllık 3.500 altın dü-
kaya varmı tı.
Antalya, ayrıca köle ticaretinde de merkezdi ve beyaz köle ihraç etti i gü-
neyden zenci köle ithal ederdi. Transit ticaretiyle me gul pek çok Bursalı tüccar
da Antalya’da otururdu.9 1516-1517’de Mısır’ın fethinden sonra, stanbul’a
do aldan denizyolu ile giden mallann hacmi artmı , Antalya-Bursa yolu da es-
ki önemini yitirmi tir. Antalya 17. yüzyılda önemsiz bir yerel liman durum una
dü mü tür.
Mısır ve Suriye, stanbul ve imparatorluk ekonomisi için ya amsal önem ta-
ıyordu. Pirinç, bu day, arpa, baharat ya da eker gibi, sultanın sarayı için gerek-
li erzak kalyonlarla Mısır'dan gelirdi. 16. yüzyılda Suriye saraya, yılda 50.000 kg
sabun gönderirdi. Sudan altını stanbul'a Mısır yoluyla gelirdi. Mısır bütçesinin
yılda yanm milyon altın dükaya varan fazla geliri sultana gönderilirdi. Merkezî
hükümet bu miktan, altın olarak almakta daima ısrar ederdi. Mısır bütçesinden
ba ka istekler de olurdu. Örne in, 1532'de, Mekke ve Medine'ye on dört bin altın
düka sadaka gönderilmi , saray için eker ve baharata 13.866, mücevher ve do-
kumalara ise 12.053 altın düka harcanmı tı. 1528’de imparatorluk gelirinin üçte
birini sa layan zengin Mısır ve Suriye eyâletleri, imparatorluk hâzinesinin temel
kaynaklanndandı.
Bu geli meler dolayısıyla, genellikle Rodos, Kıbns ve Girit'teki üslerinden ha-
reket eden Hıristiyan korsanlann skenderiye’yle stanbul arasındaki denizyolunu
sürekli tehdit altında tutmaları pek yadırganam az. 15. yüzyılda Do u Akde-
niz'deki en etkin korsanlar, Katalonyalılardı. Fetih yılı olan 1522'ye kadar stan-
bul'la skenderiye arasındaki yol, Rodos’taki Aziz Yahya övalyeleri kontrol altı-
na almı lardı. 1517'de Mısır'ın fethinden sonra Rodos’un da alınması mutlak bir
134
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
gereklilik olmu , adayı sonunda uzun ve çetin bir ku atmadan sonra 1522'de l.
Süleyman almı a.
Osmanlılar, kendilerini korsanlara kar ı korumak için, her zaman sava ge-
milerinin e lik etti i konvoylarla yolculuk ederdi. Samuel adlı bir Yahudi, 1641 'de
elli gemilik bir konvoyun stanbul'dan nasıl kalktı ını, Çanakkale’de nasıl on iki
sava gemisiyle kar ılandı ını ve Ege’de kapudan-ı deryâ e li inde yol alı ını tas-
vir etmi tir.
ya'da Livov (Lwow) geli erek birer do u ticaret ambarı olmu lardı. Polonya’nın;
Bo dan, Akkerman ve Kili'yi ele geçirme çabaları ba arısızlı a u radı. Bu iki li-
manla Kefe’nin denetimi, Osmanlılar için ekonomik oldu u kadar politik bir ge-
reklilikti.
1490-1512 yıllan arasındaki Osmanlı gümrük kayıtları, kuzey ülkeleriyle
Akdeniz arasındaki ticaretin üç büyük limanı olan Kefe, Akkerman ve Kili’deki
ekonomik etkinli i ayrıntılı bir biçimde sergiler.
1490 kayıtlarına göre, Kefe'ye dört ayda yetmi be gemi u ram ı tır.
Bunların kaptanlarının sekizi Rum, yedisi talyan, biri Rus, geri kalanıysa
Müslümandı. Gemi sahipleri arasında iki Osmanlı devlet adamı, Mesih Pa a ve
Sinan Bey vardı. Gemilerin ço u stanbul ve Galata, Trabzon, Azak, Sinop ve
zmit'ten geliyordu. Bunlar genellikle, ortalama üç-be tüccann malını ta ıya-
bilen, ufak teknelerdi. Bu teknelerle, on altısı Rum, dördü talyan, üçü Yahudi,
ikisi Ermeni, biri Bo danlı ve biri Rus, yüz elli yedi tüccar gelmi ti. Kalan yüz
otuzu Müslümandı. Mallarının ço u stanbul ve B ursa'dan, Trabzon, Sinop,
Kastamonu ve Amasya gibi Güney Karadeniz kentlerinden ve Ankara, Sivrihi-
sar, Bey ehir, U ak ve Gördes gibi Orta Anadolu merkezlerinden geliyordu. s-
tanbul üzerinden Kınm limanlanna Avrupa men eli kuma lar, Bursa ipeklileri,
Hindistan baharat ve boyalan, özellikle Batı-Anadolu’nun pam ukluları sevk
olunmakta idi. Sinop limanını kullanan Kastamonu yöresi, pirinç, demir, pa-
muklu kuma ve sof kuma ı ihraç ederdi. Tosya kenti ise önemli bir sof üretim
merkeziydi. Yöre, kendi yerel ürünlerini ihraç etti i gibi, ipek, kına ve öteki
boyalarla birlikte Hint ve Arap mallan için de transit merkeziydi. Sırma i leme-
li kuma larla, kadifeler ve ran ipek yolu üzerinde Amasya’da dokunan de erli
ipekli kuma lar, Kefe'ye Sinop'tan yollanırdı. Osmanlı sarayında bile talep edi-
len Amasya ipekli kuma ları ün salmı tı. Pamuklu kuma lar da ihracatta aynı
derecede önemliydi. Amasya yakınındaki Merzifon, Kınm'a binlerce top pa-
muklu ihraç eden bir üretim merkezi olmu tu.
Kefe, özellikle arap, rakı, findik, gemi dire i olmak üzere, Trabzon yöresin-
den de mal alırdı. Orta Anadolu'nun Kefe’ye ihraç etti i en önemli mal, pamuklu
kuma lardı. Ankara'nın sof kuma ları, Beypazarı pirinci, Bey ehir’in afyonu,
U ak ve Gördes’in ünlü halılan ikinci sırada idi. Kefe, Ege bölgesinden de zeytin,
zeytinya ı, fasulye, kuru üzüm, özellikle de arap ve sirke alırdı. Bursa tüccarlan
ise ipekli kuma , halı ve boya getirirdi.
Kefe yoluyla, Kırım Hanlı ı, Polonya, Moskova Büyük Knezli i’yle, De t-i
Kıpçak ve Volga Tatarlarına, Anadolu'dan yapılan ihracatın ba lıca maddelerini,
böylece, pamuklu ve ipekli kuma lar ve Akdeniz yöresine özgü gıda maddeleriyle
136
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
arap olu turuyordu. stanbul'dan Kefe'ye giden mallar ise, Avrupa kuma lanyla
Arabistan ve Hindistan'dan ithal edilen mallar idi.
Güneye yapılan ihracatta da en önemli liman Kefe’ydi. Kınm ve Kuban boz-
kırından, Kefe yoluyla stanbul’a hem kent hem de saray için gerekli olan bu -
day, un, tereya ı, peynir ve bal gönderilirdi. Saray mutfaklan 1600’da Kefe'den
tek bir sipari te iki bin kantar tereya ı istemi tir. Kınm Hanlı ı'nın soylulan, bu
pazann taleplerini kar ılayabilmek, tahıl üretimini arttırabilmek için, tanm i çisi
olarak bozkıra Rus ve Kazak esirleri yerle tirmi lerdi. Kuzey Karadeniz step böl-
gesindeki yarı-göçebeler de ihracat için tahıl üretirdi.
stanbul ve güneyin ihtiyaçlannı kar ılayan bu bölgenin ekonomisinde Don
Irma ı a zında mersin balıkçılı ı ve havyar üretimi de önemliydi. Venediklilerle
Cenevizlilerin önceleri talya'ya gönderdikleri un, balık ve havyann ço u artık s-
tanbul'a gidiyordu. Tutulan balı ın % 10’unu devlet alır, Açılarda tuzlanmı halde
depolar, ya da gemilere yüklerdi. Kopa ve Taman limanlan yoluyla Çerkezistan
kıyılanndan Kefe’ye sürekli olarak, havyar ve bal akardı.
Tuz üretimi balık endüstrisiyle yakından ili kiliydi. Kırım'ın çe itli tuz ma-
denleri, özellikle de Sivastopol yakınlanndaki Sankerman'da olanlar, stanbul'a
ve balık saklamak için kullanıldı ı Azak'a büyük miktarda tuz gönderirdi. Kınm
hanı, 16. yüzyılın sonlannda, stanbul'da satılmak üzere, yılda ortalama olarak
bin ikiyüz ton tuz yollardı.
Kefe ve Kefe’ye ba lı Azak, Kerç, Taman ve Kopa limanlan, Tatarlann Rus
ve Polonya topraklanna yaptıklan akınlarda alınan esirlerin satıldı ı önemli esir
pazarlanydı. Esirler, genellikle Taman'dan Kefe'ye götürülür, orada Anadolu tüc-
carlannm getirdi i kuma larla takas edilirdi. Devletin, 16. yüzyıl ortalannda esir
ticaretinden yılda yüz bin altın dükalık gelir elde etmesi pazann büyüklü ü hak-
kında bir fikir verir. Esir ba ına vergi dört altın dükaydı. Esirlerin ço u stanbul'a,
bir miktan da Sinop ve nebolu’ya giderdi. Kefe esir ticareti, OsmanlIlardan önce
Cenevizlilerin elindeydi.
Türk-Tatar halklan, Kefe yoluyla güneye, büyükba hayvan, koyun, at, ko-
um takımı, ünlü Tatar yay ve okları, Kazan'dan maroken deri gönderirdi. Os-
manlIlarla Kuzey Karadeniz bölgelerinin Müslümanlan arasındaki kültürel yakın-
lık, ticarî ve ekonomik ba lan geli tirmi tir.
Osmanlı mparatorlu u, 15. ve 16. yüzyıllarda Rusya ile ticarî ili ki kurmu -
tur. Kınm Hanlı ı, Osmanlı mparatorlu u ve Moskova Büyük Knezli i arasındaki
iyi ili kiler, 1530'lara kadar Osmanlı-Rus ticaretini te vik etmi tir. Moskova'dan
gelen mallar, Çernigof ve Kiev yoluyla, Kili ve Akkerman'a, Azak'a ve Kınm'a ise
Kursk, Byelgorod ve Çerkassi yoluyla ula ırdı. Ba lıca Rus ihraç mallan kürk ve
137
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
demir e yaydı; ayrıca Rus keteni, deniz ayısı di i ve cıva da Osmanlı pazarlarında
ün salmı tı. Ruslar, müttefik Kınm Hanlı ı aracılı ıyla Osmanlı imparatorlu umda
ticaret yapma ayncalı ı elde etmi ler ve Rus tüccarlan yalnız Kefe ve Akkerman’a
de il, Bursa'ya da gelmeye ba lamı tır. 16. yüzyılda Avrupalılann kürk merakı
ba lam adan Rus samur kürkleri ve tilki derilerinin en önemli pazan Osmanlı
kentleriydi. Osmanlı saray te rifatında, pahalı bir kürk hediye edilmesi en büyük
iltifat ve saygı i aretiydi. II. Bayezit, 1492'de papaya hediye olarak kürk ve ipek-
li kuma lar göndermi tir.
Moskova hükümdârlan kürk ticaretine tekel getirince Osmanlı sultam, kürk
satın almak için, çara sunulacak bir nâme ile özel bir saray tüccan atamaya ba la-
mı tır. Örne in 1577’de sultan, Mustafa Çelebi adlı birini kürk almak için dört bin
altın dükayla Moskova'ya gönderdi. Çar da kendi temsilcilerini, Bursa'ya a ır sır-
malı kemha almaya gönderirdi. Çarlar bu kuma ı merasim giysilerinde kullanırdı.
Bir Rus tüccan 1512'de sekiz yüz altın dükalık ipek ve tafta almı tı.10
Kuzey-güney ticaretinde Akkerman ve Kili de Kefe'yle aynı mallan alıp sa-
tan transit limanlanydı. Anadolu'dan ithal edilen su barda ı ve pamuk ipli inden
ipek kadın giysileri ve terliklerine kadar yüz yirmi kalem de i ik e ya, bu liman-
larla güney bölgeleri arasındaki yakın ticarî ili kilerin göstergesidir.
Kili limanı güneyden gelen araplar için önemli bir geçi noktasıydı. Bir güm -
rük kaydına göre Mora, Girit ve Trabzon'dan Kili'ye gelen arap fıçılan, “Kili’de
satılmaz, gümrük resmi ödendikten sonra Polonya eyâletleriyle Moskova’ya gön-
derilir, oralarda yerel ürünlerle takas edilir, bu iki yönlü transit ticaretinden alman
gümrük rüsümu da yılda altı bin altın dükaya varmakta idi." Osmanlı devleti, 16.
yüzyılın ikinci yansında bu arap ticaretinin tekelini Yahudi tüccar Yusuf Nasi’ye
vermi , o da böylece büyük bir servet ve politik güç elde etmi ti. Nasi’nin temsil-
cileri Polonya kralından imtiyaz elde ederek i lerini Livov’a dek yaymı , oradaki
Polonya tüccarlannın rekabetine neden olmu lardır. Gümrük kayıtlan, Venedikli-
lerin Girit'ten büyük miktarlarda arap ihraç ettiklerini, Osmanlılar 1592’de Kara-
deniz'i yabancılara kapattı ında da, Giritli tüccarlann Polonya’ya Friuli yoluyla
arap göndermeye çalı tıklanm gösteriyor.
Kili’yle Akkerman, Bo dan ticaretinin çıkı kapılanydı. ster Romen, ister Er-
meni olsun, isterse Rum, Tatar ya da Yahudi, bu iki limandaki tüccarlann ço u
Bo dan’ın yerlisiydi. Bunlar, balmumu, bal, tereya ı, don ya ı, en çok da deri ih-
raç ederler, aynı zamanda tüccarlann Güney Karadeniz bölgesinden getirdi i mal-
lan kuzeye ta ırlardı. Kili, güneye Tuna a zında bol miktarda yakalanan sazan ve
m orina balıklannı da tuzlanmı ve fıçılanmı halde ihraç ederdi. Ruslar, Akker-
m an ’da bıçak, kürk ve at ko umlan satardı.
138
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
140
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
kenti ve adalar için de il, bütün Po Ovası için de ya amsal önemi oldu undan,
Yıldırım Bayezit, bu day ticaretini bir politika aracı olarak ba arıyla kullanabil-
mi tir. Konstantiniye ku atmasından önce Venediklileri yatı tırmak ve hazırlıksız
bırakmak için II. Mehmet onlara bu day ihraç etme izni vermi ti. Fâtih, kentin
alınmasından sonra da Venediklilere kapitülasyon vermekte tereddüt etmemi
(1454), yalnız %2'lik bir gümrük resmi ödeme ko uluyla imparatorlukta erbetçe
ticaret yapma ve stanbul’da bir bailo bulundurma izni vermi tir.
En sonunda, Ege Denizi, Mora ve Arnavutluk'taki gerginlikler, Fâtih Sultan
Mehmet'i Venedik’le, 1463'ten 1479’a dek süren uzun ve tehlikeli bir sava a sü-
rükleyerek ekonomik misillemelerde bulunmaya zorlamı tır. Fâtih, bütün Vene-
dikli tüccarlan hapsettirmi , mallanna el koymu tu. Bunlann yanı sıra, Floransa
ve Dubrovnik’i Venedik’in yerini almaya te vik ederek batıyla ticareti sürdürme
yollarını da aramı tır. O zamana dek Floransa kuma larını Do u Akdeniz’e ta ı-
yıp satanlar Venediklilerdi; öyle ki, 15. yüzyılın ilk yansında bir Venedik dükası,
Floransa'dan on altı bin top kuma satın alıp Do u Akdeniz’de satmakla övüne-
bilmi tir. Fâtih Sultan Mehmet, 1469’da Floransa'ya yeni ticaret ayncalıklan ta-
nıdı. O dönemde imparatorlukta ticaret yapan elli kadar Floransalı aile vardı ve
Floransalı tüccarlar Bursa’da gittikçe etkin olmaya ba lamı tı. Bursa; Anadolu ve
ran’a Floransa kuma ı satılan, kar ılı ında da Floransalı tüccarlann ran ipe i sa-
tın aldıklan bir ambara dönü mü tü. II. Mehmet, Floransalılarla iyi geçinir, Gala-
ta'daki ziyafetlerine gitme lütfunda bulunurdu. Öte yandan Lorenzo de Medici
(1469-1492) de, Osmanlı pazan Medicilerin ticareti için önemli bir kaynak oldu-
undan, Fâtih’in dostlu una önem verirdi. Fâtih, 1463’te Bosna-Hersek'i ilhak
ederek, Floransa’ya Dubrovnik'ten (Ragusa) stanbul'a yeni ve dolaysız bir tica-
ret yolu açtı. Floransa'yla ticaret geli tikçe, Dubrovnik’ten gelip Foça, Yenipazar
ve Edirne üzerinden stanbul ve Bursa'ya eri en bu yol gittikçe önem kazandı.
Osmanlılar bu yol üzerinde güvenli i çok sıkı tutarlardı. Örne in 1501'de Foça
yakınlarında Floransalılann bir yük ipe i çalınmı , sultanın derhal gönderdi i gö-
revliler yükün bir bölümünü bulmu , gerisini yöre halkına ödetmi lerdi.11 Dub-
rovnik'ten mallar, papalık topraklannda serbest bir liman olan Ancona'ya geçer,
oradan Floransa'ya ula ırdı. talya panayırlanna bu yoldan ipek, baharat ve eker
getiren, aralannda Rum, Yahudi ve Türklerin bulundu u, sayılan gitikçe artan
Osmanlı tüccarlan, Venedik'i ciddi kaygılara dü ürmü , hatta Ancona'nın Os-
manlI himayesine girece i söylentileri çıkmı tı. Bu uluslararası ticaret yolu üzerin-
de Üsküp, Foça, Mostar gibi yerle im merkezleri büyüyerek tipik birer Osmanlı
kenti oldular. Saraybosna da, daha önce ufacık bir kasabayken, Dubrovnik’ten
ba ka Split ve ibenik gibi Dalmaçya limanlanyla ticari ba lar kurarak büyük bir
141
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
kent ve giderek Bosna’nın merkezi olmu tur. Drina Irma ı üzerindeki ünlü Vi eg-
rad Köprüsü ve birçok kervansaray, bu yol üstünde 16. yüzyıl Osmanlı mimarisi-
nin ba yapıtları arasındadır.
Balkanlar'daki bu karayolunun açılmasından en çok Dubrovnik kârlı çıkmı -
tır. II. Murat zamanında Osmanlı devletine haraç veren bu cumhuriyet, Venedik
ve Macaristan kralıyla iyi ili kiler içinde bulunma zorunlulu unu duym u ,
1444‘te OsmanlIlara kar ı bir haçlı donanmasına gemi vermi ti. talya’nın bu dö-
nemde Balkan ticareti, geni ölçüde bu day, balmumu, deri ve yün ithalatı kar ı-
lı ında de erli yünlü ve ipekli kuma ihracından olu uyordu. Osmanlı egemenli-
inin Bosna-Hersek'e uzanıp karayolunun açılmasından sonra Dubrovnik; Os-
manlI lmparatorlu u’na haraçgüzar bir devlet olarak ba landı; Fâtih döneminde
yıllık haraç 12.500 altın dükaya çıkarıldı. Dubrovnik, haraç veren bir devlet ola-
rak daha az gümrük öder, Venedik’in % 4 ya da %5’e çıkanlan gümrük resmi ye-
rine %2 gümrük verirdi. Bu ticaret, Dubrovnik'te yünlü kuma endüstrisinin ge-
li mesini sa lamı , ilk kuma tezgâhlan 1430'larda kurulmu tur. Venedikliler,
Osmanlılann 1463’te karayolunu açmasından önce, bu yünlülerin Balkanlar’a
getirilmesini önlemeye çalı mı tır. 15. yüzyılın ikinci yarısında Dubrovnik yün
endüstrisi geli mi ve ürünleri, yüksek kalitede olmasa da, stanbul, Bursa ve Ke-
fe pazarlannda iyi satar olmu tu. Sofya’daki dokuma deposu bir Dubrovnik hanı-
na dönü mü , Dubrovnikli tüccarlar stanbul ve Bursa’nın yanı sıra Sofya, Belg-
rat, Saraybosna ve Edime gibi önemli Balkan kentlerinde yerle mi lerdi.
1463-1479, 1499-1503 ve 1537-1540 Osmanlı-Venedik sava lan sırasında
Dubrovnik, talya ve Osmanlı mparatorlu u arasında ba lıca transit merkezi hali-
ne gelmi , ticareti geli mi , 16. yüzyıl ba ındaki yirmi bin tonluk ticaret filosu
1580’e gelindi inde altmı be bin tona çıkmı tı. Dubrovnik, 1527-1540 yıllann-
da Mısır ve Suriye limanlanyla Orta Avrupa ve Almanya arasındaki baharat tica-
retinde de Venedik'e ciddî bir rakip olarak ortaya çıkmı tır. Alman Fugger ve Uls-
tetter firmalan Dubrovnik aracılı ıyla Mısır'da skenderiye’ye ajanlar göndermi ,
aldıklan baharat Dubrovnik gemileriyle ta ınmı tır. Dubrovnikliler, 1531'de Yu-
nanistan'dan ku üzümü ve arap götürdükleri Londra'da, Osmanlı pazarı için
yirmi be bin top yünlü kuma yüklemi lerdi.
Osmanlı mparatorlu u ekonomisine ba ımlı olan Dubrovnik Cumhuriyeti,
mparatorlu un himayesinde ticaret ve deniz ta ımacılı ında büyük geli me gös-
termi , fakat 17. yüzyılda, imparatorluk ekonomisinin, geli en Batı ülkelerine,
Fransa ve ngiltere'ye ba ımlılı ı artınca, Dubrovnik de gerilemeye ba lamı tır.
Osmanlılar, politik ya da askeri bir çatı ma olmadı ı dönemlerde, Venediklilere
ticari ayncalıklannı çekinmeden, yemden verirlerdi. Nitekim, Venedik, Mısır ve Suri-
142
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
ye limanlarında baharat ticaretinde üstünlü ünü her zaman korumu , örne in Os-
manlIlar, Anadolu ap iltizamını Ceneviz yerine 1546'da yirmi be bin altın düka
kar ılı ında Venediklilere vermi lerdir. Sava ve çatı malara ra men Venedik ticareti
16. yüzyılda genellikle geli meye devam etmi tir. Venedik gemileri yünlü kuma lar,
kendi ipek brokar ve satenleri, kâ ıt, cam e ya ve aynalarla Do u Akdeniz Iimanlan-
na yelken açar, Mısır ve Suriye'den baharat, ilaç, boya maddeleri, ipek ve pamukla,
Anadolu ve Rumeli'den de bu day, deri, yün, pamuk ve ipekle dönerdi.
Osmanlı yönetimindeki Do u Akdeniz pazarlan, 16. yüzyılda önceki yüzyıla
oranla daha zengin ve çekici olmu lardı. Buralarda ticarete 16. yüzyılın ikinci ya-
nsında etkili bir biçimde katılan Fransa, tngiltere ve Hollanda, korsanlan ve tica-
ret filolanyla Dubrovnik ve Venedik ticaretinin yerini aldılar.
Habsburglar'a kar ı Fransa’yla i birli i, Kanunî Sultan Süleyman’ın Ban politi-
kasının temel ta ı olmu tu. Yavuz Sultan Selim, 1517’de Mısır’ı aldı ında, Memlûk
sultanlannın Fransızlara vermi oldu u kapitülasyonlan yenilemi , Kanunî tahta
çıktı ında bunlan onaylamı tı. 1536 ubat’ında J. de La Forest ile brahim Pa a ara-
sında kapsamlı kapitülasyon anla malarına karar verilmi , fakat sultan bunlan, bel-
ki de brahim Pa a’nın Mart ayında idam edilmesi yüzünden, hiçbir zaman onayla-
mamı tı. lk gerçek Fransız-Osmanlı kapitülasyon anüa ması 18 Ekim 1569 tari-
hinde imzalanmı tır.12 Bu kapitülasyonlarla, önceleri Venedik’e verilen ve bütün
imparatorlukta geçerli olan ticarî ayncalıklar, ilk kez batılı bir krallı a verilmi tir.
Fransız kapitülasyonlan, daha sonra ngiltere (1580) ve Hollanda (1612) ve öteki
Avrupa devletleriyle yapılacak benzeri anla malara örnek olu turmu tur.
Kapitülasyon alan Fransa Venedik’e kar ın etkin bir rekabete girdi. Fransız
konsoloslan, stanbul, skenderiye, Beyrut ve Trablus- am’da, yerle tiler. Ortado-
u'ya hareket eden Fransız gemileri, Normandiya dokumalan, kâ ıt ve Alman
hırdavatı ta ıyor, dönü te Anadolu’dan yün, pamuk ipli i ve pamuklular, sof ku-
ma ı ve halı, Halep ve am'dan ipek ve baharat getiriyorlardı. Fransa 1570-1573
Osmanlı-Venedik sava ından sonra Do u Akdeniz’de Venedik’in yerini aldı.
Fransızlann 17. yüzyıl ba ında Do u Akdeniz ticaretinde i leyen bin dolayında
teknesi vardı ve bölgeyle ticareti, toplam Fransız ticaretinin yansına, otuz milyon
altın liraya çıkmı tı. Öteki Avrupalı tüccarlar, özellikle Ingiliz ve HollandalIlar, o
dönem sadece Fransız bandırası alanda ticaret yapabiliyordu.
OsmanlIlar, verilen bu ticarî ayncalıklan daima politik bir araç olarak kul-
lanmaya çalı mı tır, örne in, Fransa’da spanyol yanlısı Katolik Birli i'ne kar ı
Kalvencileri savunmu lar, Do u Akdeniz ticaretinin merkezi Marsilya katolik
birli ini destekleyince de sultan ticarî ayncalıklan kaldırmı , Kuzey Afrika kor-
sanlarını kente saldırmakta özgür bırakmı tı. 1589’da Osmanlı taraftarı IV.
143
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
144
OSMANLI MPARATORLU U VE ULUSLARARASI T CARET
maden ve kimyevî maddeler ile sınırlı oldu undan yerli lonca üretimine büyük
zarar vermemi tir. Merkantilist Avrupa devletleri, sanayi mallan ihracına önem
vererek Do u’ya özgü bazı mallann üretimini özellikle ipekli, pamuklu ve sof en-
düstrilerini geli tirdiler; boyalar, kahve ve eker gibi koloni mallan Osmanlı paza-
nnı istilâ etti. Meksika’nın ucuz gümü ü, Osmanlı gümü madenlerinin kapanma-
sına ve Osmanlı para sisteminde karga aya neden oldu.
Erken dönemde batıyla alı veri te en önemli maddeler gümü ve gümü sikke-
lerdi. Gümü ün serbestçe ithalini te vik için Osmanlılar gümü ve gümü para ithali-
nde gümrü ü kaldırmı lardı. 1580'lerden ba layarak Do u Akdeniz pazannı kapla-
yan ucuz Amerikan ve Avrupa gümü ve gümü paralan, Osmanlı ekonomisini ve
onunla birlikte devlet ve toplumun geleneksel temellerini sarsan bir fiyat devrimine
yol açmı tır.13 Herhalde Osmanlılar, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa kar ısında sava
teknolojisinde oldu u gibi ekonomi bakımından da ba ımlı duruma dü tüler.
Notlar
1 bkz. nalcık, “Bursa and the Commerce of the Levant", Journal o f the Economic and Social Histoiy
o f the Orient, 111, 2(1960): 131-142.
2 H.A.R. Gibb, The Travels o f ¡bn Battuta, s. 450-452.
3 J.E. Telfer (yay.). Travels and Bondage (londra, 1879), 34.
4 G. R. E. Richards, Florentine Merchants in theAgeqftheMedicis (Cambridge, ABD. 1932), s. 122.
5 bkz. "Harîr" maddesi, Encyclopaedia o f Islam, 2. baskı.
6 bkz. nalcık, "Bursa and the Commerce of the Levant”, JESHO, III, s. 137.
7 Hint Okyanusu'ndaki Osmanlı-Portekiz çatı ması hakkında bkz. L. Dames. “The Portuguese and
the Turks in the Indian Ocean in the Sixteenth Century", Journal o f the Royal Asiatic Society
(1921), bölüm I; E. Denison Ross, “The Portuguese in India and Arabia, 1517-1538", a.g.e.,
(1922), Bölüm I; R B. Serjeant, The Portuguese qftheSouth Arabian Coast (Oxford, 1963); Kâtip
Çelebi, The History o f the Maritime Wars o f the Turks, çev. J.Mitcheli (Londra, 1831); L.O. Schu-
man, Political History o f the Yemen at the Beginning o f the Sixteenth Century (Amsterdam. 1961);
An Economic and Social History qfthe Ottoman Empire, yay. haz: Halil nalcık. Donald Quataert
ile (Cambridge, 1994).
8 F. Braudel, La Méditerranée et le monde méditerranéen à l ’époque de Philippe II (Paris, 1949), s.
425-433.
9 Antalya’da ticaret hakkında bkz. nalcık, “Bursa and the Commerce of the Levant", JESHO, 111, 143.
10 F. Dalsar, Bursa'da pekçilik (Istanbul, 1960), s. 166 ve 191-193.
11 G. R. E. Richards, age., s. 120-121.
12 bkz. "Imtiyâzât" maddesi, Encyclopaedia o f Islam, 2. baskı.
13 bkz. Halil nalcık, “Osmanlı mparatorlu unun Kurulu ve nki afı Devrinde Türkiye'nin ktisadî
Vaziyeti Hakkında bir Tetkik Münasebetiyle", Belleten, XV, 60(1951): 656-661 ; Ö L, Barkan. ‘XVI.
Asrın kinci Yansında Türkiye'de Fiyat Hareketleri", Belleten, XXXIV, 136(1970): 557-607; . Pa-
muk. Osmanlı imparatorlu unda Paranın Tarihi, stanbul 1999; H. nalcık. "Osmanlı Para ve Eko-
nomi Tarihine Toplu bir Bakı ", Do u Batı. XV (2001).
145
15. Bölüm
stanbul’da yerle meleri için dört bin aile göndermelerini emretmi , stanbul'daki bo
evleri bu yeni gelenlere ba ı layaca ını ilân etmi tir. Bunlann Müslüman olmalan
gerekmiyordu, ama hiç olmazsa bir bölümü zengin ki iler, tüccar ya da zanaatkar ol-
malıydılar. Bu buyruklar hiçbir zaman tümüyle uygulanamadı. O zaman Fâtih, fet-
hetti i önemli kentlerden tüccar, zanaatkâr ve zengin ki iler seçip stanbul'a getirtti
ve bu ekilde Amasra (1459), Yeni-Foça (1460), Trabzon (1461), Mora’da Korintos
ve Argos (1458 ve 1463), Karaman (1470’ler), E riboz (1473) ve Kefe (1475) Hı-
ristiyanlannı sürerek stanbul’un çe itli semtlerine yerle tirdi. Dönemin tanıklarından
J. M. Angiolello’ya göre, “yeni gelenler kısa bir zamanda ola anüstü güzel ev ve kili-
seler yapmı tır". Kente zorla sürgün olarak getirilip yerle tirilenler ayrılıp gidemezler-
di, ama birtakım vergi ve angaryalardan muaf tutuluyorlardı.
Fâtih Sultan Mehmet, Rum Ortodoks, Ermeni ve Yahudi topluluklannın din-
sel önderlerini resmen tanıyarak ve stanbul’a yerle tirerek ehri evrensel bir met-
ropol yapmaya çalı mı tır.
Osmanlı Sultanlan 15. ve 16. yüzyıllar boyunca; bir ticaret ve zenginlik ö esi
olarak bilinen Yahudilerin, Avrupa’dan Osmanlı ülkesine göçmelerini te vik etmi -
lerdir. Fâtih'in saltanatı sırasında stanbul'a yerle tirilen Yahudiler, Müslüman ve
Rumlardan sonra kent nüfusunun üçüncü büyük kesimini olu turmu lardır. Fâtih,
kent ve sarayın gereksinimi yiyece in bir bölümünü üretmek için Sırbistan ve Mora
seferlerinde tutsak alınan otuz bin kadar köylüyü stanbul yakınlannda otuz be
bo köye yerle tirmi tir. Köyleri bırakıp kaçmalannı önlemek için bunlan, genel Os-
manlI uygulamasını tatbik etmeyerek, köle "ortakçı kul" konumunda tutmu tur.
1477’de stanbul ve Galata’da yapılan nüfus sayımının sonuçlannı Tablo 5
gösterir.
Tablo 5
Cemaat Hane savısı
Müslüman 9.486
Rum Ortodoks 3.743
Yahudi 1.647
Ermeni 434
Karamanlı Rumlar 384
Avrupalılar (hepsi Galata’da) 332
Kefeli gayrimüslimler 267
Çingeneler 31
16.324
147
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
150
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR
Yiyecek fiyatları üretim yerinde belirlenirdi; ürünü ancak devletin yetki verdi i
tüccarlar satın alırdı. Kaçakçılı ı önlemek için sıkı önlemler alınmı tı. Erzak özel
kapanlara gelir, meslek loncalannm temsilcilerine orada da ıtılırdı. Kaçakçılık ya
da vurgunculuk yaparken yakalanırlarsa, büyük tüccar ve gemi sahiplerinin mal-
larına el konurdu, stanbul için belli bölgelerde koyun ya da bu day satın alma
ayrıcalı ı elde etmi tüccarlar, bunlan belli miktarlarda her yıl teslim etmeyi üstle-
nir ve bir kefil gösterirlerdi.
stanbul’a yiyecek sa lama ihtiyacı, imparatorlu un çe itli üretim bölgelerini
bu merkeze ba ladı ı gibi, merkezî bir ekonomi yaratılmasında da önemli bir et-
mendi. 17. yüzyıl ortalarında kent fınnlarının günde 250 ton bu day tüketiyor
olması, kent ihtiyaçlannın büyüklü ü hakkında bir fikir verebilir. Hububat, ya ,
tuz ya da koyun gibi hacimli gıda maddeleri stanbul'a deniz yoluyla kolayca ge-
lebiliyordu, 17. yüzyılın ikinci yarısında her yıl stanbul nhtımlanna gelen yiye-
cek ta ıyan gemilerin sayısı iki bini geçiyordu. Mısır’dan bu day, pirinç, eker ve
baharat, Kuzey Karadeniz bölgelerinden canlı hayvan, hububat, sade ya , bal,
balık ve deri, Tesalya ve Makedonya’dan hububat ve deri, Mora ile Ege adalann-
dan arap, zeytinya ı, kuru meyve ve öteki Akdeniz ürünleri stanbul'a sürekli
olarak gelen mallardı. Ba kente yakın bölgeler stanbul pazanna sıkı sıkıya ba-
ımlıydı. Tekirda ’dan Trakya’nın bu dayı, Köstence ve Mangalya’dan Dobru-
ca’nın bu dayı gelirdi. Ortaça da sahipsiz bo bir bölge olan Dobruca, oralarda
kuyu kazılması ve yüzlerce köyün kurulması ve limanlarda devlet silolarının ya-
pılmasıyla, stanbul'un tahıl amban oldu. Meriç Vadisi ve Batı Trakya’nın pirinci,
saray ve ordu için vazgeçilmez bir ihtiyaçtı; celepler Bulgaristan, Makedonya ve
Do u Trakya ovalarından stanbul mezbahalanna düzenli olarak koyun ve sı ır
sürüleri getirmekte idi.
Transit bölgesi ve i lenmi mal ihracatçısı olarak stanbul, aynı zamanda böl-
geler arasında ekonomik ba lantı sa lıyordu. stanbul için gerekli Rumeli ve Ku-
zey Karadeniz yiyecek maddeleri kar ılı ında, Anadolu’da Merzifon, Tosya, Tire,
Bergama, Denizli, Larende, Bor ve Ni de’den pamuklu bez ihracı, buralarda pa-
muklu dokumacılı ını arttırmı tır. stanbul'da ise giyim e yası, yünlü ve ipekli sa-
nayii geli mi tir. Kuzey Karadeniz, stanbul ve Anadolu arasındaki bu ticaret üç-
geni arasında bulunan ba kente büyük miktarda para girip çıkardı. Devlet, geliri-
nin ço unu saray ve stanbul’daki ordu için harcamakta, bu paranın büyük bir
bölümü Anadolu ve Balkanlar’a yol almakta, böylece ülke çapında çok canlı bir
ticaret hayatı kendini göstermekte idi.
151
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
stanbul, deniz yollanrun oldu u kadar kervan yollarının da son ula ım nok-
tası idi. Bir rapora göre, 17. yüzyıl ortalannda her yıl stanbul'a ran’dan altı ile
on arasında, Basra'dan iki, Halep’ten de üç ya da dört kervan gelirdi. Her üç ayda
bir ran ve Orta Asya’ya kervanlar kalkardı. stanbul'a Dubrovnik’ten yılda bir,
Polonya’dan ayda bir, zmir’den de her sekiz günde bir kervan çıkardı.5
Balkanlar'ı stanbul'a ba layan önemli üç büyük yol vardı: Ohri, Manastır ve
Selanik üzerinden Arnavutluk limanlanndan gelen eski Via Egnatia, Belgrat, Sof-
ya ve Filibe üzerinden gelen büyük askerî yol ve Tunca Vadisi ve Edime üzerin-
den A a ı Tuna bölgesinden gelen yol. ran ve Anadolu kervan yolu stanbul’a
Bolu, zmit ve Gebze üzerinden ula ır, Ankara Eski ehir üzerinden gelen yol, z-
mit yakınlarında bu yolla birle irdi. Arabistan, am, Halep ve Konya üzerinden
gelen hac yolu, lznik'in ötesinde Dil’den zmit Körfezini geçtikten sonra, Gebze’de
ran anayoluna kavu urdu. 15 ve 16. yüzyıllarda Istanbul-Bursa yolu, Mudanya
üzerinden denizden stanbul’a ula ırdı; ancak 17. yüzyılda Dil iskelesinden geçe-
rek Gebze'den Bursa’ya giden yol daha önem kazanmı tır. stanbul, Bursa üze-
rinden Foça, Çe me, zmir ve Sakız’a ba lanırdı6.
stanbul imparatorlu un en büyük pazan ise de, Edime ve Bursa gerileme-
mi , gerçekte geli erek Balkanlar ve Anadolu’nun en büyük kent ve ticaret mer-
kezleri olmu tur.
Konstantin Jirecek, Osmanlı topraklannda ula ım hakkında, “Roma mpara-
torlu u’nun yıkılı ından beri hiçbir Avrupa devleti yol sistemine bu denli özen
göstermemi tir” diye yazar7. Balkanlarda küçük devletlerin yerini Osmanlı impa-
ratorlu u alınca, gümrükler kalkmı , ticaret ve ehirler geli meye ba lamı tır. Os-
manlIlar stanbul’la Belgrat arasındaki kadim Roma Yolu'nu, bozuk yerlerini ka-
baca kesilmi ta larla Belgrat’a kadar onararak, her zaman bakımlı tutmu lardır.
Bu yol boyunca bütünüyle yeni yollar da yapmı lardır. Ana yollar üzerindeki bel-
li köyler, yol yapım va bakımıyla görevlendirilir, bu hizmet kar ılı ında da ola-
andı ı vergilerden (avânz) muaf tutulurdu. Belgrat-lstanbul yolunu arabalar bir
ayda geçebiliyordu. 1566'da II. Selim atla aynı yolu on be günde geçmi tir.
Rumeli ve Kuzey Karadeniz bölgesinde a ır mallar arabayla ta ınırdı. Da lık
yörelerde ise ola an ta ıt aracı katırlardı. Devlet, 1521 Belgrat seferi sırasında or-
dunun a ırlı ını ta ımak için Anadolu ve Arabistan'dan otuz bin deve kiralamı -
tır. Yakla ık on bin araba Tuna bölgelerinden un ve arpa ta ırdı. Devlet ve tüccar,
göçebelerden deve, at ve katır kiralardı. Bazı Türkmen boylan, deve yeti tirmek
ve ta ımacılıkta uzmanlık kazanmı lardı. Anadolu iklimine uyumlu binlerce me-
152
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR
lez deve tipi yeti tirilmi tir. Demiryollarından önce Anadolu’da deve sayısı yüz-
binlere varmakta idi. ran kervanlan genellikle üç ya da dört yüz hayvandan olu-
ur, ama kimilerinde bin ya da daha çok hayvan olurdu. 15. yüzyıl sonunda Teb-
riz’den Bursa’ya gidi -dönü bir yolculuk için bir at, yakla ık dokuz altın dükaya
kiralanabiliyordu.
Sultanlar, ana yollarda yolculu un rahat ve güvenli olmasını sa lamak için
vakıf olarak zaviye ve menziller kurmu , saray ve devlet görevlilerine mülk ve
çiftlikler ba ı layarak bu yolda te vik etmi lerdir. Bunlann bazılan, kentlerdeki
imaretler gibi, büyük kurulu lardı; ancak bu gibi yerlerde en önemli yapılar genel-
likle bir han ya da kervansaray olurdu. Romalılardan sonra Osmanlı idaresi, Ana-
dolu ve Balkanlarda en çok köprü yapmı idaredir. Örne in II. Murat, 1443’te
Edime yakınlannda Ergene Irma ı üzerinde 392 metre uzunlu unda, 174 kemer-
li büyük bir köprü yaptırmı tır. Yolculan banndırmak ve yedirip içirmek için köp-
rünün ba ına bir han, bir cami ve bir medrese yaptırmı ; han ve köprünün bakım
masraflarını da bir boza dükkânı, bir hamam ve ba ka dükkânların gelirleriyle
kar ılamı tır. Bunlara, Edirne’de yaptırdı ı bir kervansarayla bir hamamın ve bir
dizi dükkânın gelirini de eklemi tir. Köprünün bakım ve korunması için hizmetle-
ri kar ılı ında vergiden muaf tutulan ve ço unlu u Türkmenlerden göçmen yer-
le tirilmi tir. Irma ın kar ı kıyısına da yayalar (çiftçi askerler) yerle tirilmi tir. Bu
merkez çevresinde nüfus zamanla artmı ve Uzunköprü kasabası ortaya çıkmı -
tır. Burada 1456 yılında 431 hane vardı. Bir ba ka örnek, Hersek Ahmet Pa-
a’nın Istanbul- am yolu üzerinde zmit Körfezi’nden sonraki ilk durakta yaptır-
dı ı imârettir. Burası sonradan, Hersek kasabası olarak geli mi tir.
Ucbeyleri, 14. ve 15. yüzyıllarda sınırda ve fethettikleri topraklarda benzeri
kurumlar yaratmı lar, bu yerler zamanla Osmanlı kültür ve yönetim merkezleri-
nin çekirde i olmu tur. Örne in, Saraybosna kenti, ucbeyi sa Bey'in vakfetti i
imâretin etrafında geli mi , Minnet Bey’in Sofya-Edime yolu üzerinde yapurdı ı
imâret ise, Bulgaristan'ın en önemli ticaret kentlerinden biri olan Tatar Pazarcı-
ı’nın çekirde i olmu tur. Orta Avrupa’ya giden askerî yol üzerindeki bu kentte,
vezir-i âzam brahim Pa a, Evliya Çelebi’ye göre kente bir hisar gibi hâkim olan,
büyük bir kervansaray yaptırmı tır. Burada iki yüz oda ve önemli ki ilerin aileleri
ile kalabilece i seksen daire vardı. Odalar, büyük bir a açla gölgelenen bir avlu
çevresindeydi; ortasında havuz olan dı avlu ise be ya da altı bin at alabiliyordu.
Hizmet görenler, Müslüman ve gayrimüslim yolculan gece gündüz kabul edip
a ırlarlar, günbatımından sonra her yolcuya bir tas çorba, bir somun ekmek ve
bir mum, her ata da bir torba yulaf verirlerdi. Ak am namazından sonra kervan-
sarayın davulu çalınır ve kapılar kapanırdı. Her sabah kapılar yeniden açılmadan
153
UoMANLI IMKAHAIUHLUUU: KLAS K VALı ^ÖVV- IOUUJ
önce hancı, geceyi orda geçirenlere bir ey kaybedip etmediklerini sorardı. Bunu
sorm adan kapılan açmı sa, bütün kayıplardan sorumlu olur ve ödemek zorunda
kalırdı.
Mukaddes Roma German imparatorunun elçisi Busbecq, 1555’te bir at ara-
basıyla stanbul’a gelmi ve bize Ni ’teki kervansarayın bir betimlemesini bırak-
mı tır: “Burada gizli yapılan hiçbir ey yok; her ey açık burada, herkes birbirinin
ne yaptı ını görebiliyor", diye ikâyet eder. Fakat elçi, handaki daireleri be en-
mi tir. çlerinde kalınacak ayn daireler var. Herkes kabul ediliyor; Hıristiyan, Ya-
hudi, zengin, yoksul, herkese açık bu odalar. Yolculuk ettiklerinde Bashaws (pa-
alar) ve Sanziacs (sancakbeyleri) bile bu odalarda kalıyor. Dairemde kendimi bir
prens sarayındaymı gibi rahat hissettim".
Fâtih Sultan Mehmet, vakfiyesinde, vakfetti i handa kalan bütün yolculara
iyi muamele edilmesini ve bütün ihtiyaçlannın görülmesini istemi tir. Hanlar, yal-
nız üç gün parasız yemek ve oda verirdi; daha sonra yolcunun gitmesi gerekirdi.
Büyük ana yollar boyunca düzenli aralıklarla in a edilmi olan bu kurumlar,
Osmanlı uygarlı ının yayılma alanına tanıklık ederler. Osmanlı döneminde yalnız
Bosna-Hersek’te, 232 han, on sekiz kervansaray, otuz iki misafirhane, on bedes-
ten ve kırk iki köprü in a edilmi tir. Bu köprüler arasında, 1566’da yapılmı Mos-
tar Köprüsü, 1550 dolaylarında yapılmı , Saraybosna'daki Koca (Kozja) köprü ile
Tirebinye Köprüsü gibi mimarlık ba yapıdan da vardır.
A na yol boyunca kuyu, çe me, mescit ve ufak misafirhaneler gibi hanlardan
daha gösteri siz yapılar da in a edilmi tir. Bunlan, gene dinî vakıflar olarak, ge-
nellikle yerel hayırseverler yaptınrdı. Böylece yolculann, stanbul’dan am’a, Er-
zurum ’a veya Belgrat'a giden yollar boyunca bütün ihtiyaçlan, genellikle parasız
sa lanırdı.
Kimi pa alar, bu tür kurum lar yapm akta fazla gayret göstermi tir. Vezir-i
âzam M ahm ut Pa a 1637'de azledildi i zaman, gereksiz ve halka yük olan h an -
lar yapm akla suçlanmı tır.
Bu vakıflann kurulmasında önemli bir etmen de temlik kurumu, yani sulta-
nın önemli ki ilere özel mülk hakkı ba ı laması idi. Buna göre, devlet adam lan ya
da saray kadınlan sultana hayırlı bir giri im tasla ı ile ba vurur; sultan kendileri-
ne, kimi durum larda birkaç köy de içerebilen geni bir arazi parçasını özel mülk
olarak ba ı lardı. Daha sonra bu ki iler, bunlan kurduklan hayır tesislerine ba ı -
larlar, böylelikle yalnız öbür dünyada kendi selâmederini de il, vakıf mütevellisi
olarak atadıkları aileleri ve torunlan için de sürekli ve emin bir geçim yolu sa la-
m ı olurlardı. Osmanlı ileri gelenlerinin ikinci ve üçüncü ku aktan torunlan, vakıf
m ütevellileri olarak refah içinde bir emeklilik ya ar ve bir tür toprak a alan sınıfı
154
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR
olu tururdu. Bu “evlâdiye" vakıflarda mütevelli, gelirin yüzde onunu kendisi için
alıkoyar, hamam, han ve dükkânlann kiralanmasında bir hisse alırdı.
Kervansaray ve bedestenler e kıyalara kar ı sa lam, kale gibi binalardı.
Busbecq, Budin ve Belgrat arasındaki karayolundan, "hayduk denen” e kıya
korkusuyla geçmemi tir. E kıyanın, gönderilen devlet hâzinelerini çaldı ını
gösteren yı ınla örnek vardır. Durum, 16. yüzyılda, o kadar kötü de ildi; ama
17. yüzyılda silâhlı büyük e kıya çetelerine kar ı nöbetçi asker ço u kez etkisiz
kalıyordu. 1647 dolaylarında Eski ehir yakınlarındaki da lık bölgede Kara
Haydaro lu denen bir e kıya, ran, am ve zmir’den stanbul'a gelen kervanla-
rı basm aya koyulmu ve zorlukla alt edilebilmi tir. 17. yüzyıl ortalarında bir
Hıristiyan e kıya grubu, be yüz ki iyle Manastır bedestenini basmı ve hiçbir
direnmeyle kar ıla mamı tır.
Devlet bu yüzden, zaviyeler kurarak, da ve su geçitleriyle köprü yakınlan-
na derbentçiler, yani silâhlı geçit bekçileri yerle tirerek yollarda güvenlik tedbirle-
ri almak zorunda kalmı tır. Kamu güvenli inden ve belli bir yol ya da köprünün
bakımından ço u kez bütün bir köyün nüfusu sorumlu olur, kar ılı ında bir takım
vergilerden muaf tutulurdu. Derbentçiler kaçarlarsa zorla geri getirilirdi. Devlet,
16. yüzyılda Anadolu’da 2.288, Do u Balkanlar’da ise 1.906 köylü ailesini der-
bentçi atamı tı. Zaviyeler ise, özellikle yolculann rahat ve güvenli i ile ilgilenen
konuk evleri görevini yüklenirdi.
Zaviyeler, Osmanlı mparatorlu u’nda, özellikle en erken dönemde önemli
bir rol oynadıklan gibi, imâretler için bir ilkömek olu turmu lardır. Zaviye, kent-
lerde, daha çok uzak ve ıssız yol ve geçitlerde yolculan barındırmak için bir eyh
ya da dervi in kurdu u bir hayır kurumudur. Zaviye kuran eyh, hükümdârdan
özel mülk olarak küçük bir toprak parçası alır, etrafına toplanmı dervi lerle top-
ra ı i leyerek, kendilerine bir ya am sa ladıklan gibi zaviyenin giderlerini kar ı-
larlardı. Öteki dinî vakıfların mütevellileri gibi eyh ve torunlan zaviyelerin ırsî
yöneticileriydi.
Osmanlılann erken döneminde zaviyeler, Türk göçmenlerini sınırda ve fethe-
dilen alanlarda yerle tirmekte önemli rol oynamı lardır. Dervi ya da dervi kılı ı-
na girmi yoksul göçmenler, yeni fethedilmi bir alana gelir, bir parça toprak se-
çer, bir de zaviye kurarak sultandan bu topra ın zaviyenin vakfı oldu unu onay-
layan bir belge elde ederdi. Zaviye üyeleri vergiden m uaf olduklan için topraklan-
na yeni göçmenler akın eder ve orası bir Türk köyünün çekirde i olurdu. Topra ı
i lemede, ürünün sarf edilmesinde zaviyedekiler hep ortakla a hareket ederler, i -
tirakçi bir cemaat olu tururlardı. 14. yüzyılda Batı Anadolu ve Balkanlar'da kuru-
lan Türk köylerinin ço u böyle kurulmu tur. Zav iyeler, yalnız gelip geçen yolcu-
155
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
lara hizmet etmez, aynı zamanda yeni gelen göçmenler, hatta gâzîler için bir sı ı-
nak olurdu.
Zaviyeleri kuran eyhler çe itli tarikadardan idi; ancak ço u fütüvvet kural-
lanna göre ahî denilen karde , yârân birlikleri halinde örgütlenmi lerdir. Yeni fet-
hedilen Batı Anadolu ve Trakya’da ahiler yüzlerce zaviye kurmu lardır8. 1334’te
Anadolu'yu ziyaret eden lbn Battuta'nın canlı bir tanımını yaptı ı ahîlik, dinî bir
tarikat olmaktan çok toplumsal bir örgüttü9:
Osmanlı imparatorlu u güçlü, merkezî bir devlet olarak geli ince, zaviye-
lerin ço unu kaldırmı tır-, çünkü, 16. yüzyıla gelindi inde ço u, hâlâ vergi
m uafiyetinden yararlanırken, gerçek i levlerini yitirmi ti. Vakıf olduklan sürece
de devlet onlann topraklanın malî ve askerî maksatlarla kullanamazdı. Dolayısıy-
la devlet, özellikle Fâtih döneminde yol üstünde olmayan ve yolculara hizmet
vermeyen zaviyelerle gelirlerini hayır i lerinde kullanmayan vakıf ve zaviyeleri
ortadan kaldırmı , topraklarını tımarlı sipahilere vermi tir. 1530’da 623, 16. yüz-
yıl ortalannda Küçük Asya’da bin yüz kadar zaviye vardı. I. Süleyman, ran sa-
va lannda harap olmu köyleri canlandırmak için Erzurum yolu üzerinde zaviye-
ler kurulmasına izin vermi tir.
156
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR
nıf üyeleri mevkilerini gösteren elbiseler giymek zorundaydı; üst sınıflann giydi i
lüks elbiseleri ise, zanaatkâr ve dükkân sahiplerinin giymeleri olanaksızdı.
mparatorlu un kentli nüfusu da, köy nüfusu gibi, Müslüman ve gayrimüs-
lim olarak iki sınıfa aynlmı ti; ancak bu, eriatın koydu u bir sınıflandırmadır ve
toplumdaki gerçek toplumsal ve ekonomik ayrılıklan yansıtmaz. Müslüman ve
gayrimüslim tüccarlarla zanaatkârlar gerçekte aynı sınıftandılar ve hepsinin hak-
lan aynıydı. Zengin Yahudi, Rum ve Ermeni tüccarlar Müslümanlar gibi giyinir,
ata biner ve davranırdı. Sultan zaman zaman gayrimüslimlerin Müslümanlarla
aynı biçimde giyinmelerini, köle edinmelerini ya da ata binmelerini yasaklayan
yasalar çıkararak eriatın ko ullannı yerine getirmek isterdi, ama bu fermanlar et-
kisiz kalırdı. Kimi zaman lonca mensubu Müslümanlar, eriat uyannca gayrimüs-
limlere kar ı aynmcılık yapmaya kalkardı, ama bu davranı genellikle ekonomik
rekabet güdülerinden kaynaklanmı tır.
ya amı dı ında mahallede, de i ik dinde olanlar kentin ayn bölgelerinde,
kilise veya sinagoglan etrafında kendi din önderlerinin ba kanlı ında ya arlardı.
Osmanlı kentlerinde her zaman, birbirinden ayn Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi
mahalleleri olmu tur; Çingenelerin de, dinleri ne olursa olsun, ayn cemaat olarak
kendi mahalleleri olurdu. Her Müslüman mahallesinde, toplulu un dinî ba kam
olarak bir imamı, dünyevî temsilcisi olarak da bir kethüdası olurdu. Gayrimüslim
semtlerde papazlar ve hahamlar aynı i levi görerek devlet katında toplulu u tem-
sil ederlerdi. Bu durum, Müslümanlarla gayrimüslimler arasında iyi ili kiler kurul-
masını engellemezdi. Müslüman erkekler gayrimüslim kadınlarla, kadın dinini de-
i tirmek zorunda kalmaksızın, evlenirlerdi; ancak, çocuklar Müslüman olmak
zorundaydı.
Esnaf, yani meslek lonca örgütleri, Osmanlı kenderinde ekonomik ya amın
varlık nedeni olup lonca üyeleri ehirdeki nüfusun büyük bölümünü olu tururdu.
slâm dünyasında loncalann kökeni hâlâ karanlıktır11. Ancak, slâm ve Ortaça
Avrupa lonca sistemleri arasında büyük bir benzerlik görülür. Genellikle kabul
gören kuram, Greko-Romen dünyası loncalannın slâm yönetimi altında süregel-
di ini, ancak 10. yüzyılda bütünüyle slâmî bir özellik kazandı ını ileri sürer. Bu
yüzyılda Abbasî halifelerinin yönetimine kar ı dinî, toplumsal ve politik bir hare-
ket olarak ortaya çıkan Karmatîler, loncalan bu mücadele sırasında örgüüediler.
Böylece, slâmî loncalar, meslek örgüüeri oldu u kadar Karman gençlik örgüüeri
niteli inde idiler. 13. yüzyılda tarikatlar, özellikle deJiitüvvec kurallan loncalar
üzerinde büyük etki yapmı tır. Büyük kenüerde genç, evlenmemi erkeklerin (fe-
tâ, yi it) kurdu u fütüvvet dernekleri, Roma imparatorlu u gençlik örgüderini
andınr. Fütüvvet ahlâkına göre "insan-i kâmil", cömert, özverili, disiplinli, bü-
157
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
yüklerine kar ı itaatkâr ve dengeli olan bir ki idir. Böyle bir örgüte kabul edilmek,
simgesel bir törenle gerçekle ir; bunun ardından örgüte girene fütüvvet ahlâkı
a ılanırdı. Bu hareket, 13. ve 14. yüzyıllar boyunca “ahîlik" adıyla Anadolu top-
lum unun en göze çarpan ö esi olmu tur. Her meslek grubuna mensup bekâr
gençler, fetâ veya yi it adıyla kendi aralanndan seçtikleri bir ahînin önderli inde,
fütüvvet ilkelerine göre örgütlenirdi. Bu dönem Anadolu’sunda güçlü bir merkezî
iktidar olmadı ından, ahîler kentlerde birtakım kamu hizmetlerini de üzerlerine
almı lar ve politik bir güç olmu lardır. slâmî loncalar gerçekte, ba langıçtan beri,
egemen askerî ve yönetici sınıfa kar ı halkı temsil etmi tir.
Ahîler, erken dönem Osmanlı devlet ve toplumunda önemli bir rol oynamı ,
ancak mutlakiyet ve merkeziyetçili in artması sonucu devlet bunlan gitgide kendi
denetimi altına almı tır. Ahîlik, kentlerde sadece bir esnaf loncası örgütüne dö-
nü mü , fakat fütüvvet ahlâkı esnaf loncalannda devam etmi tir. çinin ustaya
mutlak itaatim isteyen fütüvvet ahlâkı, lonca sisteminin temel i levini ifade eder.
Kentlerde en kalabalık ve a a ı görülen debba hane (tabakhane) i çilerinin ba ı,
13. yüzyılda Kır ehri’nde ya ayan Ahî Evran, asıl adıyla Nasîreddin Mahmut'tur.
Onun yerine geçenler, Osmanlı devrinde her ehirde ahî seçilen ustaya ahîlik icâ-
zetnâmesi gönderirdi.
Osmanlı loncalannı devletin yaratıp denetledi ini, ya da loncalann toplumsal
olarak ayn mamı topluluklar olduklannı söylemek abartılı olur12. Ortado u top-
lumunda ülküleri ve çıkarlan ortak gruplar, en eski zamanlardan beri belli bir ör-
ne e göre örgütlenegelmi lerdir. Saray, ordu, medrese, tarikat ve lonca örgütlerin-
de hep bu örnek ve aynı terimler görülür. Böyle örgütlenmi bir grubun en önem-
li üyesi genellikle grubu dı dünyada temsil eden ve dı i lerini yöneten ki i olup,
unvanı OsmanlIlarda "kethüdâ", Araplarda " eyh” ve 13. ve 14. yüzyıl Anado-
lu'sunda “ahî" idi. Loncalarda zanaatkârlann ustalan, lonca kurallanm uygulaya-
bilecek ve kendileri adına hükümete ba vurabilecek üyelerden birini kethüdâ se-
çerdi. Kethüdâsı olmayan bir lonca ba ımsız sayılmadı ından, bu seçim ola a-
nüstü bir önem ta ırdı. Bir loncaya ba lı bir bölüm zanaatkâr aynlıp farklı olarak
örgütlenmek istediklerinde, aralanndan bir kethüdâ seçerek kadıya ba vururlar, o
da kendilerini ba ımsız bir lonca olarak kayda geçirirdi. Usta üyeler, isterlerse
kethüdâyı azledebilirler, yeni birinin seçilmesine devletin kan ması halinde hep
birden direnirlerdi. Vali ya da kadılann onlara dayatmak istedi i kethüdâlan red-
dettiklerine ili kin oldukça çok belge vardır; gerçekte merkezî devlet, loncalann
özerkli ine genellikle saygı göstermek zorunlulu unu duymu tur.
Söz konusu topluluklar, örgütleri ve temel kurallan için dinî ve manevî bir
dayanak aramı tır; bu yüzden her meslek loncasının ba ında bu manevî ve dinî
158
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR
yetkiyi temsil eden \Aı eyh bulunurdu. Arap ülkelerinde eyh, loncanın ba yöne-
ticisi oluyordu; Rumeli ve Anadolu'da ise yalnızca manevî bir önder konumunda
idi. eyh, çıraklık ve ustalık törenlerine ba kanlık ederek ve loncada cezalan bildi-
rip uygulayarak loncalarda önemli bir rol oynamı tır. eyh, hepsi de fütüvvet ah-
lâkını iyi bilen deneyimli lonca ustaları arasından seçilirdi. eyhin yanında tören-
leri yöneten bir yardımcı, nakîb olurdu. Devlet loncalarla ili kiyi, loncanın vergi
borcunu toplayıp devlete teslim eden kethüdâ aracılı ı ile sa lardı.
Bir kentte lonca kethüdâlarının üzerinde, bütün lonca sorunlannın danı ıldı ı
ve kentin di eri ileri gelenleriyle birlikte kenti devlet katında temsil eden bir ehir
kethüdası bulunurdu. Önemli bir ba ka lonca üyesi de, loncanın içi lerini yöneten
görevli, yi itba ı idi. O da ya lı ve deneyimli ustalar arasından seçilir ve kethüdâ,
görevinin ba ında de ilken, onun yerini alırdı. Pazardan hammaddeyi o satın alıp
ustalara da ıtır, üretilen malların lonca kurallanna uyup uymadı ını denetler ve
di er loncalara ya da dükkânlara da ıtımını sa lardı. Birisi, lonca kurallannı çi -
nemi se, bunu eyhe bildirmek veya birisi ustalı a terfi etmek istiyorsa gene ey-
he ya da kethüdâya haber vermek onun görevi idi. Kimi loncalarda aynı i leri yi-
itba ının yardımcısı yapardı. Her lonca, ustalar arasından aynca bir ya da iki
ehl-i hibre seçerdi. Mesle in inceliklerini iyi bilen bu uzmanlar, mallann niteli i
üzerine fikirlerini bildirir, fiyat anla mazlıklannı çözüme kavu turur, pazar fiyatı-
nı belirlemekte yardım eder ve i çileri seçerlerdi. Bu uzmanların seçimleri, özellik-
le ipek dokumacılı ı gibi ince mesleklerde önemli idi. Ehl-i hibre, kimi loncalarda
kethüdâ ve yi itba ınm bazı görevlerini de üstlenmi tir.
Büyük ve geli mi loncalarda bu altı ki i “altılar" denen bir kurul olu turur-
du, ama loncalara ili kin belgelerin ço unda ancak eyh, kethüdâ ya da yi itba ı-
nın adlan geçer. Bu görevliler, ustalar arasından seçimle çıkardı ama seçim yönte-
mi açık olarak bilinmiyor. Görüldü ü kadanyla, adaylar arasından seçim oybirli i
ile oluyor, seçimi kazanana kar ı bir itiraz yoksa ustalar kadının huzuruna çıka-
rak seçim sonucunu kadının resmi kaydına geçirtiyordu.
Osmanlı loncalan, de i mez hüküm ve kurallara uymak zonanda idi. Yüzyıl-
lar boyunca geli mi genel yasa, ilke ve törenlerin birço u, fütüvvet risalelerine,
lonca yönetmeli ine ve fermanlara geçmi tir. Lonca üyeleri, her yeni kural üze-
rinde tartı ır, karar verir ve bunlar kadının kayıtlanna geçerdi. Kararlar ancak ka-
yıttan sonra yasal olarak geçerli sayılırdı. Bunlara ek olarak bir de, lonca ustala-
rıyla devlet temsilcileri arasındaki görü me sonucu kararla tırılan ve sultanın
onayladı ı ihtisab düzenlemeleri, yani fiyat ve kalite belirleme i i vardır. 16. yüz-
yılda Bursa, Edirne ve stanbul’da mal kalite ve fıyatlannı tespit eden ihtisab ka-
nûnnâmeleri çıkanlmı tır. Fakat genelde Devlet, lonca örgütlerinin i lerine ancak
159
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)
160
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR
ına ya da tartıya göre alınan bâc, satı resmi vardı. Bu vergilerin oranları, her
sanca ın kent ve pazarları için ayrı kanunnâmeler, Bâc-ı Pazar kanunnâmeleri
tarafından belirlenirdi. Loncaların belli çar ılarda toplanmı olması ve mallannın
belirli zamanlarda satılıyor olması devletin bu vergileri toplamasını kolayla tınrdı.
Esnaf, vergiden kaçmak için da ılmı larsa, devlet görevlilerinin onlan belli bir pa-
zar yerine zorla getirdi i de olurdu.
Devlet, lonca örgütlerine yalnızca hâzinenin ya da halkın çıkarlannı koru-
mak için karı ır, loncanın iç faaliyetine müdahale etmezdi. Ancak, loncanın ba-
ındakiler, devletin kontrolünü tanırdı. Loncalann bütün seçim ve kararlannı kadı
kaydederdi. Lonca üyeleri kendi aralanndaki anla mazlıklan çözemez, ya da lon-
ca kurallanm çi neyenleri kendileri cezalandıramazlarsa, davayı devlet yetkilileri
önüne getirirlerdi; önce kadıya danı ır, o sorunu çözemezse ba kentteki Divân-i
Hümâyûna çıkabilirlerdi.
Devlet, geleneksel lonca kurallannın korunmasına genellikle önem vermi tir.
Güçlü merkeziyetçi Osmanlı devleti ortaya çıkmadan önce loncalar, çok daha öz-
gür ve güçlü idi. 13. yüzyıl sonlanyla 14. yüzyıl ba lannda Anadolu’da güçlü bir
yönetim yoktu; bn Battuta'nın da gözlemledi i gibi, büyük kentlerde etkili lonca-
lann ba ındaki ahiler büyük güç ve etki sahibi idiler. Bu ça da lonca üyeleri silâh
ta ır, huzursuzluk çıkaranlan cezalandınrlardı. Aynca, lonca, yalnızca ekonomik
bir kurum de il, güçlü toplumsal ba larla ba lı, futüvvetin dinî ve mistik kuralla-
nna saygılı ve geleneklerini temsil eden bir pîre ba lılık gösteren sosyal bir örgüt-
tü. Osmanlı döneminde ahînin yerini kethüdâ alınca, loncanın dinî do ası da za-
yıfladı. Lonca görevlileri, kendi yetkilerini korumak için, devleti lonca i lerinde
gitgide artan bir rol almaya te vik etmeye ba ladılar. Seçilmeleri üzerine vali ya
da sultandan bir resmî berat almalan da âdetten oldu. Böylece, kendi iktidarlannı
lonca içinde güçlendirerek, devlet deste i ile, maddî çıkarlanmn ba lı oldu u lon-
ca sistemini tehdit eden yeni akımlann önünü kesmeyi becermi lerdir.
Memlûkler gibi Osmanlılar da, hemen her zam an kıdemli lonca ustalarını
desteklemi ve geleneksel lonca yapısını koruma yollannı aramı tır. Bu tutucu
politika, herhangi bir yenili in toplumu karga a ve anar iye itece i, sonuç olarak
da devlet hâzinesinin gelir kaynaklannı yitirece i fikrinden ileri geliyordu. Lonca
ustalan, devletin kendi lehlerine hareket etmesini istedikleri zaman, devletle ili -
kilerinde bu noktalarda dikkatli davranırdı. darî ve askerî çıkarlar da, mallann fi-
yat ve kalitesinde istikrar gerektiriyordu. Bu tutucu politika, reformcu Osmanlı
devlet adamlannın liberal Avrupa fikirlerini benimsedi i 19. yüzyıla kadar sür-
mü tür. Ortado u ekonomisinin lonca sisteminin kısıtlayıcı kurallanndan kopma-
sını ve güçlü bir Osmanlı burjuvazisinin geli mesini önleyen de bu tutuculuk idi.
161
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
19. yüzyılda, Avrupa yapımı malların ithali, lonca etkinlik alanını sınırlamı ,
1840’tan sonra da, Avrupa endüstri kapitalizmi kar ısında loncalar ekonomik
olarak yıkılmı tır.
Lonca sistemi, ekonomik bakımdan arz ve talep kuralının gereklerini, belli
güçlükler kar ısında yerine getirme çabasıdır. Lonca temsilcileri hammaddeleri
pazardan sabit bir fiyatla toptan alır, ustalara da ıtırdı; çünkü modern döneme
kadarki ula ım sisteminin ilkelli i yüzünden bu mallara sınırlı miktarda ula ılabi-
liyordu. Hammaddelerin, ba kalannın ya da firsatçılann ellerine dü meden, ilgili
loncalara uygun bir fiyatla ula ması ve lonca ustalan arasında hiçbirini i siz bı-
rakmayacak biçimde da ıtılması gerekiyordu. Lonca örgütünün varlı ının ba lıca
sebebi buydu. Hammadde kıtlı ı Osmanlı kentlerinde sık sık fıyatlann yükselme-
sine ve i sizli e neden olarak ciddî bir ekonomik sorun yaratırdı. Bu kıtlıklar, istif-
çilik ve vurgunculuktan, kimi zanaatkârlann fazla ham madde satın alma çabala-
nndan, aynı maddeye ba ka bir loncanın ilgi göstermesinden ya da ba ka bir böl-
ge veya ülkenin daha yüksek fiyat sunan tüccarlannca satın alınmasından çıka-
bilirdi. Loncalar, devlet denetiminin, bu durumlardan ilkiyle sonuncusunu önle-
mesini ister, sultan vurgunculu u cezalandıran ve yabancı tüccarlara pazardan
mal alma iznini ancak yerel halk alı veri ini yaptıktan sonra veren emirler çıka-
nrdı. Birtakım önemli hammaddenin ihracını, devlet bazen bütünüyle yasaklardı.
Kendi aralanndaki rekabetten do an ikinci ve üçüncü durumlan önlemek için lon-
calann tek yapabilecekleri ey ise, hammaddeyi toptan alacak biçimde örgütlen-
mek ve âdil da ıtım yapmaktı. Loncalar sultandan, hammaddenin yabancı ellere
dü mesini engelleyecek ve kendilerine üretim tekeli verecek bir ferman elde etme-
ye çalı ırlardı.
Ancak sınırlı miktarda ham madde olması, dükkân ve atölye sayısını kısma-
yı da gerektiriyordu. çi, özellikle de uzman zanaatkâr darlı ı oldu undan, lonca
görevlileri i gücü da ılımını da denetlerdi. Örne in, Bursa kadife dokuma i çileri,
haftanın belli bir gününde belli bir yerde toplanır, ehl-i hibre onlan ustalara tak-
sim ederdi; bu sistemin amacı, nitelikli i çi bulmak ve ustalar arasında i çi yüzün-
den rekabeti önlemekti.
Lonca yapısını belirleyen ikinci bir ekonomik etmen de pazann sınırlı olması
idi. Ekonomik sistemin geli memi olması ve ula ımın ilkelli i, kasaba ve küçük
kent loncalannın ancak kent ve çevresindeki köylerden olu an sınırlı bir yerel pa-
zar için çalı ması demekti; üstelik, 15. yüzyılda Osmanlı kentlerinin ço u küçük
kentlerdi.
Üretimi sınırlı bir pazara göre düzenleme zorunlulu u, loncalann birtakım
özelliklerini belirlemi tir. Böylece, üretime getirilen zorunlu sınırlama bir loncanın
162
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR
dükkân ve atölye sayısında kısıtlamaya yol açıyor, ikinci olarak da pazarın ya-
bancılardan korunması zorunlu oluyordu. Sınırlı bir alan için üretim kontrol altın-
da olmak zorunda idi; fazla üretim ucuzlu a neden olaca ından esnaf için zararlı
idi. Az üretim ise, fiyatları artıraca ından halk için olumsuzdu. Böylece lonca sis-
temi, kasaba pazan ko ullarının bir gere i idi. Arz ve talep bu tarz bir ekonomide
kontrol altında idi. Dolayısıyla devlet, her kentte ya da iyice belirtilmi bir alan
içinde her loncaya tekel verirdi; bundan ba ka, her lonca ustasının kendi ürünle-
rini bu sınırlı alanda satabilmesi gerekti inden lonca içerisinde bir rekabet ola-
mazdı. Rekabetin önlenmesi için, yapılan mallann çok iyi belirlenmi ölçülere uy-
ması gerekirdi. Üretim yöntemleri, hammadde türleri, aletler ve atölye biçimleri
belli bir düzene sokulmu tu; ehl-i hibre ve yi itba ı üretimi sürekli denetlerdi;
ürünler pazara gönderilmeden önce titizlikle gözden geçirilirdi. Sonrasında da
mallar, ancak belli çar ı ve dükkânlarda satılabilirdi; kimi loncalarda ise, mallan
yi itba ı ya da kethüdâ toptan satardı.
Üretim ve pazar arasında dengeyi korumak için kendi dükkânlarını açma
hakkı, yalnız ehliyetli ustalara verilirdi. Bu, biraz lonca geleneklerinin biraz da
yerle ik ustaların çıkarlannın korundu u bir durumdur. Usta olmak, hele ba ım-
sız bir dükkân açmak oldukça güçtü. Adaylar, deney ve hüner kazanmakla geçi-
rilmi üç-be yıllık bir dönemden sonra ustalık elde edebilirlerdi. Ustalar önünde
sınavdan geçerler ve eyhin kendilerine ustalık simgesi olan bir pe temal ku attı-
ı bir törenle usta olurlardı. Adaylann çıraklık dönemi, fütüvvet simgeleri ve reto-
ri i altında, sıkı bir disiplin ve perhiz dönemi idi. Fütüvvet, çıra a, mutlak itaat,
alçakgönüllülük ve zenginli i küçümseme, açgözlülük ve rekabete en çirkin ahlâ-
kî kusurlar olarak bakmayı ö retirdi. Yeni kabul edilmi bir ustaya alet-edevat ve
kıdemli ustalann denetiminde bir atölye verilirdi. Loncalardaki yeni ustalann ço-
u, dükkân açacak sermaye yoklu undan, eski üyelerin yanında kalfa olarak ça-
lı ır ya da ba kalanyla ortaklık kurardı.
Bu sıkı yapıya kar ın daha 15. yüzyılda Osmanlı loncalan arasında toplum-
sal ve ekonomik farklılıklar vardı, örne in, Bursa kadife dokuyuculan arasında
tezgâh ve dükkâna sahip olanlarla onlar için çalı anlar arasında bir aynm vardı.
Bazı i yeri sahiplerinin elli kadar tezgâhı vardı; bu 2.500-3.000 altın dükalık bir
sermaye yatınmı demekti. Ancak, kadife dokuyuculan dı pazarlar için de erli do-
kumalar üreten geli mi bir lonca olu turuyordu. Debba lar gibi daha geleneksel
loncalarda ise, usta yeterince zenginle ir ve ba ımsız olursa, loncadan aynlmak
zorunda kalır ve tüccar sayılırdı.
stanbul, Bursa, Selânik ya da Edirne gibi büyük Osmanlı kentlerindeki lon-
calarda, özellikle de dı pazar için üreten birçok loncada, kapitalist giri imcilere
163
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
dönü mü lonca üyeleriyle çalı tırdıklan i çiler arasında büyüyen bir toplumsal
ve ekonomik farklıla ma ortaya çıkmı tır. Bu büyük kentlerde artan talep sebe-
biyle lonca üretimi hızla artıyordu, örne in, stanbul’da kanunen yüz tane olması
gereken kemha atölyelerinin sayısı 1564'te 318’e çıkmı tı ve sultanın çıkardı ı
fermanlar bile bunu resmî rakama indiremiyordu. 16. yüzyıl Osmanlı mparator-
lu u kent nüfusunda ortalama yüzde 80 artı olmu , dolayısıyla lonca ürünleri
için pazar büyümü tü. Bu geli me, loncadaki ücretli usta ve kalfalann i ine yara-
yan bir durum yaratmı , bunlan ba ımsız giri imlere atılmaya te vik etmi ; pek
ço u kentin uzak semtlerinde dükkân açıp üretime geçmi ti. Lonca önderleri bun-
larla, eskiden oldu u gibi ba anyla mücadele edemez hale geldiler-, isyancı yeni
ustalar ise, eski lonca ustalannın artan kârlanna ortak olmakla kalmayıp lonca
kural ve denetimini de güçten dü ürmü oldular. Bunlar geleneksel üretim ölçüle-
rini de i tiriyor, malın niteli ini dü ürüyor ve daha ucuza satıyorlardı; yeni mo-
dalar getirip talebi te vik ediyorlardı. Büyüyen pazar içinde tekellerini korum ak
çabasıyla eski ustalar devleti, rakiplerine kar ı harekete geçmeye zorluyordu. Ra-
kiplerini, sanatlarını iyi ö renmemi , ustalık belgesi almamı acemiler olmak ve
kaliteyi dü ürüp fiyatı yükseltmekle halka zarar vermek, böylece devletin ihtisab
yasalannı çi nemekle suçluyorlardı. stanbul kunduracılar loncası, çok tutulan
pahalı sivri-burunlu modayı getiren rakiplerini, devlet katında, halkı hoppalık ve
ahlâksızlık yoluna sürüklemekle suçlamı tır. Eski ustalar, teknik yenilik getiren
herkesin dükkânını kapattırmak için sonuna kadar sava mı lardır. Öte yandan,
Osmanlı devletinin geleneksel lonca yapısına verdi i güçlü destek ise, i çilerle
kalfalar ve özgür ustalann, Avrupa'daki gibi kendilerine özgü örgütler geli tirme-
sini önlemi tir.
Devletin tutucu politikası, eski ustalann loncalardaki tekelini güçlendirmi tir.
Atölyesi olan ustalar, bunlan aile mirasının bir parçası olarak o ullanna, damatla-
nna ya da akrabalanna bırakmaya ba ladılar; zamanla usta, kethüdâ ve yi itba ı
unvanlan da, babadan o ula ya da çok seyrek olarak bir kalfaya geçerek, kalıtsal
olmaya ba ladı. Loncalar, belli sayıda âlet ve edevatın bulundu u vakıf dükkân-
larda, gediklerde odakla tı. En sonunda bu mal, mülk ve unvanlar, zanaat ve za-
naatkârlıkla baglannı yitirip yalnızca yasal iyelik nesnelerine dönü tüler.
Osmanlı lonca sisteminin bozulmasında ba ka bir etmen de, kent loncalan-
nın saray a alan, hatunlar, kapıkulu askerlerinin eline geçmesidir. Bir stanbul ih-
tisab resmî defterinde, dükkânlann ço unlu u bunlann elinde görünmektedir. Es-
naf kiracı durumundadır. Yeniçeriler ise, ayncalıklan dolayısıyla muhtesiblerin ve
kadıların denetiminden kurtularak, lonca yapısını kendi yararlanna göre de i tir-
me olasılı ını elde ediyorlardı. Bunlar, resmî olarak saptanmı pazar fıyatlanm sık
164
OSMANLI KENTLER VE ULA IM A I. KENTL NÜFUS. LONCA VE TÜCCARLAR
sık görmezden gelir, kaliteyi dü ürürler, bir ustalık belgesi bile almadan, canları-
nın istedi i yerde dükkân açarlardı. Pek sık olarak, yerle mi olan ustalan, kendi-
lerini ortaklı a almaya ve kân bölü meye zorlarlardi; en kötüsü ise hammaddeler-
le ilgili geni çapta ihtikâr ve vurgunculuklannın cezasız kalmasıydı. Bütün bu et-
menler, geleneksel lonca yapısının bozulmasında ve genel olarak Osmanlı zana-
atlannın gerilemesinde büyük rol oynamı tır.
Büyük ve zengin kentlerde, yeni tür mal üretmek ya da belli üretim a amala-
rına geçmek için, eski loncalar yanında yam ak loncalar olu mu tur. Örne in, de-
i ik renklerde deri i leyen debba lar, ipek bükücüleri ve dokuma endüstrisindeki
dokumacılar, ayrı ayn loncalar kurmu lardır, Büyük kentlerde aynı zanaatta de i-
ik iki çar ıda çalı anlar ayn loncalar kurabilirdi. Bir zanaatın özel bir dalında ça-
lı an bir grup yeterince büyümü se, bir kethüdâ seçer ve kadının huzuruna çıka-
rak ona lonca olmak istediklerini bildirirdi. Ana loncalar buna kar ı çıkarak seçi-
len kethüdâyı tanımayı reddeder ve yeni loncanın ustalannın yeteneksiz oldukla-
rını iddia ederlerdi. Böyle bir durumda yeni bir loncanın kurulabilmesi için devle-
tin onayı gerekirdi. Devlet, hisbe kurallanna aykın ya da halkın yararlanna ters
bulmazsa, yeni loncayı resmen onaylar ve devlet kütük defterlerine sokardı.
Üretimi yakın veya ba ımlı loncalar sık sık aralannda kavga ederlerdi. Giri-
imci konumundaki loncalar, di erlerini kendisine ba ımlı konumuna indirebilir-
di; bu ba ımlı loncalar yamak diye bilinirdi. Örne in, Bursa’nın geli mi ipek en-
düstrisinde ham ipek i inde çalı an tüccarlar giri imci olarak i gören bir lonca
kurmu lardı. Bedestende dı ardan gelen ham ipe i alarak, iplik yapılması için bü-
kücülere, boyanması için de boyacılar loncasına verir, en sonunda da hazır çilele-
ri dokumacılara satarlardı. Bükücüler ve boyacılar bunlara ba ımlı idi. Yamak
loncalar bazen çalı mayı reddederek büyük loncalann kontrolüne son vermek is-
terlerdi; ama bu gibi eylemler i sizlik ve vergi gelirlerinde bir dü meyle sonuçlan-
dı ından devlet genellikle ana loncalan desteklerdi. Ancak yeni grupların ortaya
çıkması lonca sisteminin dinamizminin bir yönüydü; lonca sayılan kentin büyük-
lü ü ve refahına göre de i irdi. stanbul’da yüz elli önemli lonca vardı. 15. yüz-
yılda Bursa’da altmı dolaylarında idiler-, 17. yüzyıl Manisa’sında da elli lonca
vardı (Eski Roma’da yüz elli, Ortaça Kahire’sinde ise iki yüz on lonca oldu u he-
saplanmı tır) .
Osmanlı loncalan, geli me a amalannda kentlerin refahına ve dı pazann ta-
leplerine göre de de i iklikler göstermi tir; büyük kenderde denetimsiz bir üretim
sistemine do ru e ilim vardı. Ev üretimi lonca sistemi dı ında geli mi tir, örne-
in, Anadolu’da tüccara pamuklu bez sa layan ev dokumacılı ı kasabalardan
köylere yayılmı tı {Verlag sistemi) ve üretiminin ço u yabancı pazarlara ihraç
165
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
olunurdu. Devlete düzenli olarak toplu mal sa layan endüstrilerde, kapitalist üre-
tim göstergeleri göze çarpar. Örne in, saray ve yeniçerilere her yıl binlerce top ka-
ba yün kuma sa layan Selânik yün endüstrisi, devlet denetimi altında geli mi
olup bin dolayında Yahudi ailesi çalı tırırdı. Bu endüstri, bütün imparatorluk ve
yabancı pazarlar için yünlü kuma üretirdi. 1644'te devlet için pamuklu bez üre-
ten bütün atölyelerin tek bir yerde toplanması üzerinde anla ma yapılmı tır. Dev-
let için büyük ölçüde üretim yapan kârhaneler, lonca sistemi dı ında büyük üre-
tim tesisleri olarak ortaya çıkmı tır. Tersanede gemi yapımı, tophane, çelik üreten
dımı kihane, baruthaneler, darphaneler, madenler bu kategorideki tesislerdir.
Kendi ate li silâh ve barut ihtiyacını kar ılamak için devlet, stanbul’da yüz-
lerce i çi çalı tıran, sermayesi devletçe kar ılanan ve devletin atadı ı görevlilerce
yönetilen imalâthaneler kurulmu tur. 1571 Kıbns seferi sırasında Kâ ıthane b a-
rut imalâthanesi ayda on yedi ton barut üretiyordu. Ancak ahsi giri imler, bu ör-
ne i gösterememi lerdir. stanbul ve Bursa'da birçok i çinin topluca çalı tınldı ı
birtakım atölyeler ortaya çıkmı sa da, Osmanlı endüstrisi hiçbir zaman ev üretimi
(Verlag sistem) ötesinde bir geli me göstermemi tir.
Loncalann ana i gücünü, çıraklar, ücretli i çiler ve köleler olu tururdu. Bursa
dokuma endüstrisinde ba lıca i gücü, ince dokumacılık sanatını ö renmi köleler
olup, ço unlukla m ukâtebe sözle mesi ile çalı ırlardı; yani belli bir zam an içinde
belli miktarda ipekli kuma dokumalan kar ılı ında sahibi kendisine özgürlü ünü
ba ı lama sözü verirdi. Sözle me kadı siciline kaydolunurdu. Aynı yöntem talya
dokuma sanayiinde de uygulanıyordu. Emeklerini kiralayan özgür i çiler ise, ge-
nellikle sermayesi olmayan kalfalardı ve genellikle haftalık olarak i e alınırlardı.
Çıraklar, bir sanat ö renmesi için babaları tarafından bir ustanın yanına verilen
çocuklar ve delikanlılar idi. Sözle meye göre usta, sanatı çıra a belli bir sürede,
genellikle 1.001 gün içinde ö retmeye söz verirdi. Baba, çocu u kiralayarak, us-
tadan sözle me uyannca toplu bir miktar para alırdı. Çırak, bundan sonra ya hiç
ücret almaz ya da dü ük bir haftalık alırdı; lonca ahlâkı gere ince de ustaya ek-
siksiz bir itaat göstermekle yükümlüydü. Usta da ona o lu gibi davranm ak zo-
rundaydı. Ustalann en büyük kaygısı yardımcının hafta ortasında kaçıp gitmesi,
ya da çıraklann usta de i tirmesi idi; bunu önlemek için de devletin müdahalesi
talep edilirdi.
Kimi loncalar kadın i çi çalı tınrdı. Osmanlı kasabalannda ipek ve yün e ril-
mesi genellikle kadm ve çocuklara bırakılır, böylelikle de yoksul kentli kadınlar
ya amlannı kazanabilirlerdi. Pamuk dokumacısı loncalar, zaman zaman tüccarla-
rın pazardaki pamu u satın alarak kadınları i siz bırakması kar ısında devlete
ba vururlardı.
OSMANU KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR
167
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
168
OSMANU KENTLER VE ULA IM A I, KENTL NÜFUS, LONCA VE TÜCCARLAR
Notlar
169
IV. KES M
173
Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ
175
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
medreseyle, bunlara ö renci yeti tiren sekiz alt medrese (Titimme) vardı. Her bir
medresenin ba ındaki müderrisin gündeli i elli akçe, yani yakla ık bir altın dü-
kaydı. Her medresenin on dokuz odası, bir de dershanesi vardı. Bu odalann on
be i, alt-medresede ders bitirmi ö renciler arasından müderrisin seçti i, dani -
mend denilen, uzman ö rencilere aynlmı tı. Bu ö rencilere vakıf gelirinden gün-
de iki er akçe, misafirhaneden yemek verilirdi. Genel bir kütüphanenin yanı sıra
her medresenin bir vakıf kütüphanesi vardı. Müderris, dani mendler arasından
dersleri tekrarlayan ve ö renci disiplinini denetleyen bir yardımcı seçerdi. Bu yar-
dımcı, günde be akçe alırdı. Ö rencilerin bütün zamanlannı derse vermeleri gere-
kirdi.
imparatorlu un o dönemdeki en yüksek e itim kurumlan Semâniye medre-
seleriydi. Onlann altında Edirne'de II. Murat’ın yaptırdı ı Dârülhadîs medresesi,
bundan sonra da, önceki sultanlann Bursa’da yaptırdı ı medreseler gelirdi. Bu pa-
di ah vakıflannm alanda büyük devlet adamlannın bu üç kentte ya da eyâletler-
de vakıf yaptırdıklan medreseler gelmekte idi. Bunlann en ünlüleri Edirne’de Ali
Pa a, Filibe’de ihabeddîn Pa a, stanbul’da Mahmut Pa a, Bursa’da Eski Ali Pa-
a ile Üsküp’te lshak Bey medreseleriydi. OsmanlIlardan önce Anadolu’da kuru-
lan medreseler bunlarla aynı mertebedeydi.
Osmanlı medreseleri iki büyük kategoriye aynlırdı. Hâriç medreseleri diye bi-
linen ilk kategori “bilginin temelleri", yani Arapça ve fikrî ilimler üstüne hazırlık
dersleri verirdi. Dâhil denen ikinci kategori "ulûm-i Âliye", yani dinî ilimler üstü-
ne ö retim yapardı. Bunlar da derecelerine göre aralannda bölünmü lerdi.
Hâriç medreseleri
1) “lbtidâ-yi hâriç" denilen alt düzey medreseler, giri düzeyinde Arapça dil-
bilgisi ve sözdizimi, mantık, kelâm, astronomi, geometri ve belagat ö retirdi. Bu
medreselere, Seyyid erifin erhetti i Nasîreddin Tûsî’nin9 Tecrid'inden alınan
adla “Tecrîd Medreseleri” denirdi. Kelâm üzerine bir yapıt olan Tecrid, derslerde
kullanılan ana metindi. Müderrisler günde yirmi akçe kazandı ından bunlara
“yirmili medreseler" de denirdi.
2) Bundan sonra sırada ya “otuzlu medreseler" ya da ba kitaplan olan, Sak-
kâkî’nin10 belâgât hakkındaki yapıtı Miftâh'm adıyla “Miftâh medreseleri” denen
medreseler gelirdi. Bunlar belâgat ve öteki edebî ilimler üzerine e itim verirdi.
Yirmili ve ve otuzlu medreselerin ço u eyâletlerde olurdu.
3) Bunlann üzerinde ehzâde, hanedan kadınları ya da vezirlerin stanbul,
176
Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ
Dâhil medreseleri
1) “lbtidâ-yı dâhil" diye bilinen "ellili dâhil" medreseleri sultan kızlan, ehzâ-
deler ve vezirler tarafından kurulmu tur. Giri düzeyinde Hidâye, orta düzeyde
Taftâzânî’nin Telvîh'inden usûlü’l-Jıkh, ileri düzeyde de Zemah erî’nin13 Ke -
âfm d.m Kur’an tefsiri ö retirlerdi.
2) Bunlann üstünde, Fâtih Sultan Mehmet'in, “Tetimme”, ya da “Mûsile-yi
Sahn” diye bilinen, sekiz hazırlık medresesi vardı.
3) En üst düzeyde Semâniye Medreseleri yer alıyordu. Burada ö renciler; s-
lâm fıkhı, Kur’an tefsiri ya da kelâm, belâgat ve ilgili konulardan olu an üç konu-
luk bir grup ders görür ve uzmanlık e itimi alırdı.
I. Süleyman, Osmanlı medreselerinin bu hiyerar isinde önemli bir de i iklik
yapmı tır. 1550-1559 arasında yapılan camiinin çevresinde, dört genel medrese
dı ında, uzmanlık çalı malan için, biri sırf hadîs ilimine, öteki de sırf tıbba ayrıl-
mı iki medrese daha kurmu tur. En yüksek dereceyi bunlara vererek imparator-
lu un sonuna dek sürecek olan medreseler hiyerar isini belirlemi oluyordu, im-
paratorlu un dört bir yanındaki yüzlerce medresenin tümü bu on bir dereceye gö-
re sınıflandınlırdı.
Medreseler belli büyük kentlerde toplanmı tır. 1529 yılında Edirne'de on
dört medrese vardı. 17. yüzyılda yalnız stanbul’da doksan be medrese bulunu-
yordu. 19. yüzyıla gelindi inde, bunlann sayısı yüz yetmi e çıkmı tır. Bu medre-
selerin kırk dokuzu pa alar, otuz be i yönetici sınıfın öteki üyeleri, otuz be i ule-
mâ, yirmi altısı sultanlar, kalanı ba kalan tarafından kurulmu tur.
Medrese, hem OsmanlIlardan önce hem Osmanlı devleti döneminde vakfa
dayanan bir kurumdu. Genellikle, cami, misafirhane ve ba ka hayır kurumlann-
dan olu an bir külliyenin ö esiydi. Bu bütünün mütevellisi, medreseye aynlan
kaynaklan müderrisin emrine verirdi. Ö rencilerin seçilmesinden, bu kaynaklann
ö renci ve hizmet sahiplerine da ıtılmasından ve medresenin genel yönetiminden
müderris sorumluydu. Bu bakımdan medrese, kendisi de özerk bir kurum olan
vakfın içinde kendi kendini yöneten bir birimdi. Müderrisler padi ahın beratıyla
atanırdı.
177
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
Ulemâ, medresede yüksek tahsil görüp icâzetnâme alan sayılı bilim adamla-
rıdır. slâm, ilke olarak, Tann’yla ki i arasında, zorunlu bir dinî yetkeyi temsil
eden bir ruhban sınıfının aracılı ını kabul etmez. Gene de zamanla eski Ortado u
uygarlıklarının ruhban sınıflanna benzer, dinî bir topluluk slâm’da da ortaya çı-
karak ulemâ adı altında toplumsal, dinî ve politik ya amın bütün alanlarında
önemli bir rol oynamaya ba lamı tır.
Ulemânın slâm hukukunun yorumcu ve uygulayıcısı olarak ikili bir rolü
vardı. Bu görevlerin ilkini müftü, kincisini de kadı yerine getirirdi. Devlet içinde
eriatın uygulanmasından onlar sorumluydu. Fizikî güç üzerine kurulu siyasî yet-
ki, devlette egemen ö eydi; ancak slâmî kurama göre siyasî iktidar, eriatın uy-
gulanmasında yalnızca bir araçtır: “Devlet dinin astıdır". Bu nedenle ulemâ dün-
yevî iktidan kendi astı olarak görür, bu kuramı da uygulamaya çabalardı.
Ulemâ, eriattaki yetkelerini ilimdeki uzmanlı ından alırdı. Ulemâ arasına
girmek için bir adaydan önce ilim tahsil etmesi, yani K ur’a n 'm gerçek anlamını
kavrayabilmek için gerekli tüm bilgiyi edinmesi istenirdi. Sonra da, ulemâdan bi-
rinin, adayın yetkinli ini belgelendirmesi, icâzetnâme alması gerekirdi. Bu belge-
lendirme i i, Hazret-i Muhammed'in sahâbesine ula an zincirde bir halka sayılır-
dı: “Ulemâ Peygamber bilgisinin vârisidir”.
Osmanı mparatorlu u’nda, müderris, müftü ve kadılardan olu an katı bir
ulemâ hiyerar isi vardı. Bu sistemin genel çizgileri Tablo 6’da gösterilmi tir.
Hâriç medreselerinin müderrisleri, ya da Semâniye medreseleri mezunlan ka-
saba kadılan olabilir ve günde 50 akçeyle 150 akçe arasında kazanabilirdi, yani
mahkeme resimleri geliri o kadar hesaplanmı tır. Yüz akçelik ya da daha çok geli-
ri olan üst düzey kadılar, dinî ve hukukî mesleklerde en yüksek yerlere ula ır ve
molla diye bilinirlerdi. Örne in, üç yüz akçe ya da daha çok kazanan bir kadı, Di-
vân-i Hümâyûn'da defderdâr olabilirdi. Semâniye düzeyinde, ya da daha yüksek
düzeyde bir müderris, be yüz akçe kazanan bir molla olabilir, stanbul kadılı ına,
sonra da kazaskerli e yükselme olana ı elde edebilirdi. Ulemâya, yalnız dinî ve
hukukî mesleklerin de il, bürokrasinin de en yüksek rütbeleri açıktı: Nitekim bir-
ço u vezir olmu ve güçlü politik konumlara gelmi tir.
Rumeli ve Anadolu kazaskerleriyle, en önemli sekiz kentin kadılan en yük-
sek rütbeli ulemâydı. Tahta çıkan her yeni sultanın hükümdârlı ını onaylayan bî-
at yemini, ba larında eyhülislâm olarak bu düzeydeki ulemâ tarafından yerine
getirilirdi. Bir sultan tahttan indirildi inde, hal’i onaylayan ve yasalla tıran da bu
ulemâ grubuydu. Ancak, slâm cemaatinin dinî ba kanının her zaman için sultan-
halife oldu u, ulemânın da dinî yetkiyi her zaman için onun adına uyguladı ı
unutulmamalıdır. Osmanlı mparatorlu u’nda ulemânın atanması ve azli, dünye-
178
Ö REN M, MEDRESELER VE ULEMÂ
vi yetkiyi temsil eden sultanla vezir-i âzaminin elinde olmu tur. Ancak, eyhülis-
lâmın özel bir konumu vardı.
eyhülislâm, ulemânın ba ı sayılırdı. Padi ah irâdesiyle atanırdı. 16. yüzyıla
kadar, bilgisiyle kendini göstermi müderrisler arasından seçilirdi. Görevi, eriat
alanına giren her türlü sorun hakkında, genel kabul gören uzmanların kitaplanna
dayanarak fetvâ çıkarmak, yani yazılı yanıtlar vermekti. Fetvâ bir sorunu kesin
biçimde çözümlemi olmalıydı. Bu görev kar ılı ında, ilke olarak, herhangi bir üc-
ret alamazdı. Dinî yetkisi kabul edilmi herhangi biri, fetvâ çıkarabilirdi, impara-
torlu un önemli tüm kasaba ve kentlerinde fetvâ verme yetkisi olan bir müftü bu-
lunurdu. Bunlar, eyhülislâmın buyru u altında ayn bir sınıf ulemâ olu tururdu.
Batılı gözlemciler, eyhülislâmın önemini belirtme amacıyla onu papaya ben-
zetmi lerdir. Fâtih Sultan Mehmet'in kanûnnâmesi eyhülislâmı, vezir-i âzamla
aynı mertebeye koymu tur. Te rifat kurallan da, kendisine büyük saygı gösteril-
mesini gerektiren biçimde düzenlenmi tir. eyhülislâmlann azledilmesi, 16. yüz-
yılın ikinci yansına dek âdetten de ildi. Onlar da, eriat temsilcileri olarak siyasî
güçten ba ımsız hareket etmeye çalı ırlardı. eyhülislâmın etkisi 16. yüzyıl bo-
yunca eriatın devlet i lerinde giderek hâkim bir konuma çıkmasıyla artmı , an-
cak aynı oranda politik güce ba ımlı bir hale gelmi tir. Ebussu’ûd'un müftülü-
ünde eyhülislâm, politik güce sıkı sıkıya ba lı bir yürütme kurumu olan kadı-
lıklann denetimini ele geçirmekle yeni bir etkinli e eri mi tir. Bu dönemden ba -
layarak, günde kırk akçeden fazla kazanan kadılarla mollalık düzeyindeki kadıla-
n atama yetkisi, kazaskerlerden eyhülislâmlara geçmi tir.
Notlar
1 Ta köprülüzâde Ahmet (1495-1561), slâm ilimleri üzerinde bir ansiklopedi yazan ve medrese ho-
casıdır. (MevzûâCü'l-ulûm, 1-11, stanbul 1313/1897).
2 Abû Hâmid Gazâlî (1058-1111); ö retisi eriatın ortodoks ö retileriyle süfilerin tasavvufunu uzla -
tıran büyük slâm dü ünürü. Kelâmcı, hukukçu ve mutasavvıf olan Gazâlî'nin Islâm üzerindeki et-
kisi, Aziz Augustinus’un Hıristiyanlık üzerindeki etkisiyle kar ıla tırmı tır
3 lranlı bilgin Fahreddîn, Iran ve Anadolu'da okumu . Edirne'ye yerle mi , I. Mehmet ve II. Murat dö-
nemlerinde müderrislik ve müftülük yapmı tır.
4 Mehmet el-Fenârî (1350-1431) Osmanlı devletinin ilk eyhülislâmı sayılması, gelenek haline gel-
mi tir; Anadolu ve Mısır'da okumu tur.
5 Müderris ve kazasker olan Ali Fenâri (ö. 1497); Mehmet Fenâri'nin torunuydu.
6 Sadeddin Taftâzânî (1322-1389). Islâm hukuku, kelâm, metafizik ve ba ka konular üstüne eserler
yazmı ur. Horasan do umludur ve sonradan Semerkand'a. Timur'un sarayına gitmi tir.
7 Seyyid erif al-Cürcânî (1340-1413), kelâmcı, gramerci ve mantıkçıydı, önceleri iraz'da cüretmi .
Timur'un Semerkand'ı alması üzerine oraya ta ınmı tır. iraz’da ölmü tür.
179
OSMANl I MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
8 Osmanlı bilgin ve fakihi Molla Hüsrev (ö. 1480), 11. Murat ve II. Mehmet dönemlerinde müderrislik,
kazaskerlik ve eyhülislâmlık yapmı tır. Fıkıh üstüne kitapları. Osmanlı medreselerinin de i mez
ders kitabı olmu tur.
9 En önemli Müslüman matematikçi ve gökbilimcilerden olan Nasîreddin Tûsî (1201-1274), felsefî
ve ahlâkî konularda eserleriyle tanınmı tır.
10 Maverâünnehir do umlu Sakkâki (1160-1229), türünün en mükemmeli olarak bilinen M iftâhü’l-
Ulûm adlı kitabıyla tanınır.
11 Adüdüddîn Icî (1280 so p a sı-1355) iraz do umludur; kelâm üzerine kapsamlı bir yapıt olan el-
Me\'âÂıfi'l-ilmi'l-kelâm'ıyte ün yapmı tır.
12 Fergana'da etkinlik göstermi haneli bir hukukçu olan Mergînânî’nin (ö. 1197) kendi hukuk yazı-
larını topladı ı Hidâye'si, slâm fıkhı üzerine en kapsamlı yapıt olarak kubul edilir.
13 Harzem'de etkin olan Zemah erî (1074-1144), filolog ve en ünlü Kur'an yorumculanndandır.
14 Ba langıç düzeyinde “altmı lı medrese"
15 Orta düzey “altmı lı medrese"
16 Süleymâniye'ye hazırlık medresesi
17. Bölüm
Osmalı lmî çalı malarının amacı, Tanrı kelâmını do ru anlamak olan dinî
bilgiyi tek gerçek ilim olarak gören geleneksel slâmî anlayı la sınırlıydı. Bu bilgi-
nin temelini Rur'an ve Hazret-i Peygamber’in hadisleri olu tururdu. Akıl, din hiz-
metinde sadece bir tamamlayıcıdır. Dinî ilimlerin usûlü (metodoljisi), kanıtlan ön-
ce R u r’an'da, sonra Peygamberin hadislerinde, daha sonra da kayda geçmi ör-
neklerde aramak, akıl yoluyla belirlemeye ancak son çare olarak ba vurmaktı. Bu
gelenek, slâm’da serbest dü ünceyi sınırlamı , sonraki Müslüman dü ünürlerin
yenilik yapabilmesi neredeyse olanaksız hale gelmi tir. Peygambere en yakın
kaynaklar (sahâbe) ve onlara yakın olanlar (tâbi’ûn) en güvenilir kanıtlann söz-
cüsü sayıldı ından, gelenekçilik egemen olmu tur. Osmanlı döneminde, önceki
örnekleri izleme ilkesi yalnız dinî hukukta de il, slâm ilminin her yönünde yol
gösterici temel ilke olmu tur. 8. ve 9. yüzyıllarda ya amı akılcı kıyas yöntemiyle
bu gelene i geli tiren ve olgunlu a kavu turan Abu Hanîfe, afi’î gibi büyük
imamlardan sonra dinî ilimlerde yenilik esaslarda de il, ancak ikincil konularda
olanaklı sayılmı tır. Derleme, özetleme, erh ve tah iye, lslâmi çalı malann temel
üslubu olmu , Osmanlı ulemâsı da ancak bu türden yapıtlar vermi lerdir.
imdiye kadar slâm ilminin bütünü içinde Osmanlı lmî çalı malannın ger-
çek yerini belirtmeye yönelik ciddi herhangi bir giri im olmamı tır; dolayısıyla da
slâmî ilimlere katkısının de erini belirlemek güçtür. slâm dünyasında hâlâ ünlü
bilginler olarak yalnız Mehmet Fenârî, eyh Bedreddîn, Molla Gürânî1, Molla
Hüsrev, Hocazâde Mustafa, lbn Kemal ve Ebussu’ûd’dan söz edebiliyoruz. Bazı-
lan, ba ımsız dü ünce sahibi ihtilâlci eyh Bedreddîn'in, fikıh hakkındaki yapıtla-
nnda (Tashîl ve Câmi’ul-Fusulayn), ayrıntılarla ilgili bazı sorunlarda kendi ba-
181
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
ımsız dü üncesini kullandı ı için, 9. yüzyılın büyük imamlanndan ancak bir de-
rece a a ı kaldı ını söylemi , bazıları ise onun fikirlerini yanlı bulmu , temel
kaynaklara aykın görmü lerdir.
Osmanlı âlimlerinin ço u kadı, müftü ya da müderristi. Birbirlerinden farklı
geçmi lere sahiptirler. Kimisi Sofya ve Saraybosna gibi uzak Rumeli kentlerinden-
di, kimisi de Konya ve Kastamonu gibi eski Selçuklu merkezlerinde yeti mi ti.
Görece seçkin olanları stanbul, Bursa ya da Edirne gibi imparatorlu un büyük
kentlerine yerle mi tir. Bazılannın aileleri fakir, bazılannm ise atalan köleydi. Pek
ço u, dinî yapıtlann dili olan Arapçayla birlikte Farsçaya, bu dillerde yazacak ka-
dar hâkimdi.
Ulemânın dinî yapıtlannda kamu çıkarlannı ya da devletin siyasî sorunlannı
sık sık tara mı olmalan dikkate de erdir. Örne in, bn Kemal'in risâle ve fetvâla-
rının bir ço u, o vakitler Osmanlı lm paratorlu u'nda ya amsal bir önemi olan
i’îlik ve rafizîlikle ilgilidir. O î’aya kar ı cihadın me rûlu unu dinî açıdan kanıt-
lamaya çalı mı tır. Ayrıca, o, sa'nın Muhammed’den “efdal’’ oldu una ili kin
Molla Kâbız'm savını çürütmek için Muhammed'in bütün öteki peygamberlerden
üstün oldu una dair bir risâle yazmı tır. Osmanlı ulemâsı, özellikle uygulamada
önemi olan slâm hukuku, fıkıh alanında eserler vermi tir. slâmî hukuka en
önemli Osmanlı katkısı, belki de eyhülislâmların çıkardı ı Türkçe ve Arapça fet-
vâlardır.
Osmanlı âlimleri ansiklopedici olarak da önemliydiler. Mehmet Fenârî, sonra
Molla Lütfî, Ta köprülüzâde ve daha ba kalan slâm ilimleri ansiklopedileri hazır-
lamı lardır. Kâtip Çelebi'nin2 bugüne dek vazgeçilmez bir ba vuru kitabı olarak
kalan bibliyografya yapıtı Ke fii’z -Zünûn, bu türün en ünlü örneklerindendir.
Osmanlı toplumunda kütüphanenin önemli bir yeri vardı. Osmanlılar, cami
hastahane ve tekkelerde kütüphaneler kurar ve kendi konutlannda özel kütüpha-
neler bulundururlardı. Özel kitap koleksiyonlannın ço u, hayır kurum lanna kitap
bırakmak sevap sayıldı ından, vakıf kütüphanelerine verilmi tir. Vakıf külliyesi
içinde bir birim olan kütüphane, genellikle ta bir oda ya da ayn bir yapıda olur-
du. Vakıf kuranlar vakfiyelerde kitaplann nasıl korunaca ını ve kullanılaca ım
belirtir ve maa ı vakıf kaynaklanndan ödenecek bir hâfız-i kütüp atarlar. stan-
bul'da slâm ülkelerinden toplanmı iki yüz binin üstünde yazmayı banndıran Os-
manlı kütüphaneleri, bugün de slâm tarihi ve kültürünün en zengin kayna ım
Q olu turur.
'/ Osmanlılar'ın matbaa kar ısında tutumları özellikle ilginçtir. III. M urat’ın
1590’Iardaki bir fermanıyla, Arap harfleriyle talya’da basılmı , dinî olm ayan ki-
taplann satı ı serbest bırakılmı tı. Osmanlılar m atbaanın yararlarını biliyorlardı;
182
OSMANLI LMÎ ÇALI MALARI
Peçuylu (Peçevî) (ö. 1650) Macar kaynaklarına göre matbaanın geni bir tarifini
yapar ve ilmin yayılması için faydasından söz eder. Elçi Busbecq, 1555 gibi erken
bir tarihte OsmanlIların dinî kitaplar basmayı günah saydıklarını yazar. stan-
bul'da göçmen Yahudilerin kendi kitaplarını bastıkları bir matbaa ise, 1494'ten
önce kurulmu tu. Osmanlı-Türk Matbaası ancak 18. yüzyılda bir devlet giri imi
sonucu kurulmu tur. 1683-1699 bozgun yıllannda Osmanlılar Batı medeniyeti-
nin üstünlü ünü kabul etmi ve laik uyanma ça ı ba lamı tır. Damat brahim Pa-
a ’nın sadrazamlı ı sırasında, 1721’de Fransa'ya elçilikle gönderilen açık fikirli
Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi'ye, Avrupa icadlan hakkında bilgi toplama talimatı
verilmi ti. Onun o lu Said Çelebi Paris’te matbaa ile ilgilenmi , daha sonra bir
matbaa kurmak için giri imde bulunmu , Sultan'ın iznini sa lamı , (1727) mat-
baa i lerinden anlayan bir Macar'ı, brahim Müteferrika’yı bularak ilk matbaayı
kurmu tur. Verilen izinde, yalnız din dı ındaki eserleri basması kabul edilmi ti.
Matbaanın bastı ı ilk eser Vankulu lügatidir (1729). Kâtip Çelebi’nin Cihannümâ
adlı co rafya kitabının giri inde brahim Müteferrika Türkiye'de ilk kez Coperni-
cus astronomisini tanıtmı tır. O dönemde kamuoyu sadece din.bilgisiyle ilgilendi-
inden, basılan eserler yeterince geni bir ilgi görmemi , matbaa 1742'de faaliye-
tini durdurmu , ancak 1784’de yeniden faaliyete geçmi tir. Din konusunda yaz-
malar ço unlukla ilmiye mensuplan tarafından istinsah (kopya) edilirdi; Din on-
ların geçim kayna ı idi. lk matbaanın i lememesinin nedenlerinden biri olarak,
onlann direnci ileri sürülmü tür. Asıl neden, o dönemde geni halk kitlesinin oku-
ma yazma bilmemesi ve din dı ında konulara ilgi duymamasıdır.
Osmanlı yazarlan dinî ve hukukî yapıtlarında Arapça kullanırdı; ama daha
14. yüzyılda Türkçeye çeviri yapmaya ba lamı lardı. Ba langıçta bunlar; tarih,
politika ve ahlâk, görgü kurallan, astroloji, tabiat bilgisi ya da mücevhercilik gibi
konularda yararlı ya da ö retici yapıtlann, genellikle sultanlar ya da nüfuzlu dev-
let adamlan için yapılmı çevirilerinden ibaretti. Bu eserlerin yanı sıra, Türkçe telif
ya da çeviri, slâm hakkında birçok genel yapıt ve uzmanlara yönelik olmayan op
kitaplan vardı. 1449 tarihli yaygın iki kitap, hâlâ en çok okunan Türkçe yapıtlar
arasındadır. Bunlar, Yazıcızâde3 karde lerin manzum Muham mediye ve Envâ-
r ü ’l-â ıkîn adlı düzyazı kitaplandır. Yazıcızâde karde ler, Bayramî tarikatından-
dır. Yazıcızâde Ahmet, Muhammediye'de de Peygamberin ya amını, öbür dünya-
yı ve tasavvufî irfanın anlamını açıklamaya çalı ır.
slâmiyet’te fikrî ilimler, ku kusuz özgünlü ün en çok olanaklı oldu u alan-
dı. Osmanlı öncesi slâm toplumlannda fikrî ilimlerde, hukukî ilimler de dahil tüm
slâm dü üncesine yeni bir yön veren geli meler olmu tu. En son ve en güçlü ha-
reket mistisizm, tasavvuftu, lbn Sînâ4 ve lbn Rü d'le5 doru una ula an peripate-
183
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
tik (Aristocu) dü ünce, Gazâlî'yle birlikte sünnî slâm’a giren ve gittikçe etkili
olan tasavvuf! akımlar kar ısında zayıflamı tır.
Osmanlı dönemine gelindi inde, sünnî slâm’da Gazâlî'nin dü ünceleri hü-
küm sürmü tür. Osmanlı ulemâsının verdi i icâzetnâmelerde ilim silsilesi, Seyyid
erif Cürcânî, Nasîreddin Tûsî ve Fahruddîn Râzî6 yoluyla Gazâlî'ye ula ır. Bunlar,
Selçuklu ve Mo ol döneminin serbest dü ünce atmosferinde yeti mi geni dü-
ünceli bilginlerdi. Osmanlılar bu gelene i devam ettirdiler. Râzî, tasavvufla fikrî
ilimleri birbiriyle kayna tırarak ortaya felsefî bir slâm kavramı çıkarmı tır. Os-
manlı ulemâsı onu üstat olarak tanır. Râzî'nin ününü Anadolu’da ilk önce Selçuk-
lular döneminde Urmiyeli Serâceddîn yaymı tır. Râzî’nin torunlanndan Cemâled-
dîn Aksaray'a yerle mi ti. Osmanlı medrese gelene inin etkili kurucusu Fenârî
onun okulundandır. Osmanlı ulemâsı, Râzî’nin gelene ini izleyen ve yapıtlan Os-
manlI medrese e itiminin temelini olu turan Iranlı Sadeddîn Taftâzânî ve Türkis-
tanlı Seyyid erif Cürcânî’ye de aynı saygıyı duyardı.
Osmanlı medreseleri, böylece sünnî slâm’ın en özgür fikirli geleneklerini izle-
mi tir. Mantık, matematik ya da astronomi gibi fikrî ilimleri dine aykın bulan, ba -
naz ulemâ her zaman görülmü tür; ama Osmanlı müderrisleri, genellikle Gazâ-
lî'nin, bütün ilimlerin temel ö elerini içeren mantıkla matemati e dü manlı ın fay-
dasız oldu u görü ünü benimsemi ler; bu bilgilerin aklı do ru dü ünmeye alı tıra-
rak lahî gerçeklerin belirlenmesine yardım etti ine inanmı lardır. Bunun sonucu
Osmanlı medreselerinde aklî ilimler dersler arasına konmu tur. 15. yüzyılda bu
ilimlere büyük önem veren Fatih Mehmed’in himayesi altında Osmanlı uleması s-
lam dünyasmda matematik ve astronomide gerçek bir seçkinli e eri mi tir. Meh-
met Fenârî fikrî ilimlerde uzmanla mı tı. Mantıkla ilgili yapıtı, imparatorlu un son
günlerine dek medrese derslerinin aynlmaz bir parçası oldu.
Osmanlılann matematik dâhisi, Kadızâde lakabıyla bilinen Musa Pa a'dır.
Euclid ve Çagmînî7 üzerine yazdı ı erhleri son döneme kadar medrese derslerin-
de kullanılmı tır. Kadızâde, Timur'un torunu Ulu Beg'in8 sarayına giderek Se-
merkand rasathanesinin yöneticisi olmu ve orada slâm astronomisinde son söz
sayılan Ulu Beg’in Zîc'i üzerinde çalı mı tır. Rasathanede onun yerine ö rencisi
Ali Ku çu (ö. 1474) geçmi , Ulu Beg'in Zîc'i tamamlanmasına çalı mı tır. Son-
ralan Fâtih, Ali Ku çu'ya özel lütuflarda bulunarak stanbul'a ça ırmı ve Osman-
lI matemati inde parlak bir ça ba latmı tır. Ali Ku çu, aritmetik ve astronomi
üzerinde yapıtlarını stanbul’da yazmı , aynı zamanda da Molla Lütfî (ö. 1494)
ve Mirim Çelebi (ö. 1525) gibi önemli matematikçiler yeti tirmi tir.
Osmanlı ulemâsı, gene Gazâlî’nin yolundan giderek, felsefe e itimine ancak s-
lâmî ilkeleri aklî kanıtlarla peki tirmeyi amaçlayan ilâhiyat e itimi için bir hazırlık
OSMANLI LMÎ ÇALI MALARI
olarak izin verilebilece ini ileri sürmü tür. Kur’an'\a uzla tınlamayan felsefî sorunla-
n incelemek mübah de ildi. Filozoflann; Tann’nın cüz'iyâtın bilgisine sahip olmadı ı,
ölünün dirilmesinin olanaksızlı ı ya da evrenin yaratılmı olmayıp ezelî olması gibi
birtakım savlan açıkça küfürdü. Gene de bazı Osmanlı ulemâsı, özellikle eyh Bed-
reddîn bu inançlan kabul etmi tir. Osmanlı Sarayı ise, görü lerini yaymaya çalı arak
kamuoyunda rahatsızlık ve ayrılık yaratmadıklan sürece bunlan bilmezden gelirdi.
llâhiyat, Osmanlı Devleti’nin ilk iki yüzyılında geli me göstermi tir. Liberal
dü ünceli Fâtih Sultan Mehmet, din ve felsefe arasındaki ili ki üzerine Gazâlî'yle
tbn Rü d arasındaki ünlü tartı mayı yeniden açarak döneminin iki büyük ilâhi-
yatçısı olan Alâeddîn Tûsî’yle Bursalı Hocazâde’ye (öl. 1488), konu üzerinde bi-
rer risâle yazmalannı önerdi. Dönemin ulemâsı Hocazâde’nin yapıtını üstün bul-
du, Alâeddîn, küçümsendi i duygusuna kapılarak anavatanı ran’a döndü, lbn
Rü d, Gazâlî’ye kar ı, felsefe ve dinin uzla tınlabilece ini ve tam bir Tann bilgisi
edinebilmek için aklî istidâlin gerekli oldu unu savunmu tu. Hocazâde, aklın
mantıkî ilimlerde kusursuz olmakla birlikte, ilâhiyatla ilgili konularda kullanılma-
sının yanlı lara yol açtı ını söylemi tir. Hocazâde, bazı bakımlardan yanlı olan
Gazâlî’nin yöntemini düzeltti ini de ileri sürmü tür. Aynca, amacının, felsefenin
iddialanna kar ı eriatı savunmak oldu unu açıkça söylemi tir. Böylece, averro-
izm yani lbn Rü d felsefesi talya’da çalı ılmı ve Rönesans dü üncesinde önemli
bir etmen olurken, Osmanlı medreselerinde kapsamlı bir skolastik felsefe yerle -
mekte idi. Hocazâde’nin yapıtı, ününü slâm dünyasında günümüze kadar koru-
mu , 19. yüzyılda lbn Rü d ve Gazâlî’nin yapıtlanyla birlikte basılmı tır.
Osmanlı medrese derslerinde okunan temel metinler, Yunan filozoflannın
Abbasî döneminde yapılan çevirileri, ya da lbn Sînâ ve Farâbî'nin9 yapıtlan de il-
dir, daha sonraki skolastik okulun eserleri Adûdüddîn’in Mevâkıf\, Nasîreddin Tû-
sî’nin Tecrid\, ya da Bayzâvî’nin10 Tevali']i gibi özet ve erhlerdir. Yeni yapıtlar
yalnızca bunlann erh ve hâ iyelerinden ibarettir.
II. Mehmet'in matematik ve ilâhiyat çalı malanna verdi i destek, bunlann
medrese çevrelerinde yakından ili kili konular olarak sa lam bir yer edinmelerini
sa lamı tır. Özgür dü ünceli ulemânın aklî ilimlerde uzmanla anlar arasından
çıkması dikkate de er. Ali Ku çu’nun ö rencisi Molla Lütfi bunlardandır. Mate-
matikçi ve ilâhiyatçı olarak adını duyuran Lütfi, özgür dü üncesi ve batıl inanç-
larla açıkça alay etmesiyle tutucu ulemâyı öfkelendiren bir müderris idi. II. Baye-
zit döneminde kendisine kar ı bir propaganda sava ı açılarak küfürle suçlanmı
ve adı "deli"ye çıkanlmı tı. Söylenti ve ku kular artınca, sultan bir ulemâ kurulu
olu tunılup durumun tartı ılarak iddialann do ru olup olmadı ının belirlenmesini
emretti. Ulemânın yargılanmasında izlenen dava yöntemi buydu. Rakipleri onu
185
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
zındıklıkla suçluyor, yüzlerce tanık aleyhte ifade veriyor, halk da duru mayı bü-
yük bir merakla izliyordu. Lütfi hiçbir zaman irk, yani Tann’ya ortak ko ma su-
çu i lemedi ini sürekli vurgulamı , fakat yargılayan ulemâ heyeti sultana Lütfi
aleyhindeki kanıtlann onun idamını gerektirdi ini bildirmi tir. Sultan tereddüt et-
tiyse de, ulemânın ısrarı üzerine Lütfi'yi ölüme mahkûm etmi tir. Molla Lütfi,
1494 yılında stanbul Atmeydam'nda büyük bir kalabalık önünde boynu vurula-
rak öldürüldü. Ancak, ulemânın bir bölümü olayı bir dedikodu ve iftira olarak gör-
mü , kamuoyu da Lütfi'ye hak yolunda ehit gözüyle bakmı tır.
Molla Lütfi'nin acıklı sonuna kar ın, Osmanlı mparatorlu u’nda aklî ilimler
önemini, slâmî e itimin dar çerçevesi içinde de olsa, bir süre daha korumu tur.
Matematikçi Mirim Çelebi müderris olarak uzun yıllar çalı mı ve Kemal Pa azâde
diye bilinen büyük bilgin lbn Kemal (1468-1534) bu dönemde yeti erek bütün
Islâm dünyasında ün salmı tır, lbn Kemal birçok de i ik alanda ürün vermi öz-
gün bir bilgindir. Molla Lütfi’den ilâhiyat okumu , Hocazâde'nin risâlesine bir
erh yazmı tır. Yüzü a kın dinî risâle yazmı olan lbn Kemal arkasında on ciltlik
dev bir Osmanlı mparatorlu u tarihi bırakmı tır.
Notlar
1 Osmanlı bilgin ve hukukçusu Molla Gürânî (1416-1488), 11. Mehmet tarafından kazasker ve ey-
hülislâm atanmı tır.
2 Osmanlı bilgin ve ansiklopedicilerinin en büyüklerinde Kâtip Çelebi (1609-1658), batı dünyasında
"Hacı Halîfe" adıyla ünlüdür.
5 Yazıcızâde karde lerden Mehmet (ö. 1453 dolaylan) Muhammediye'mn, Ahmet (ö. 1453'ten son-
ra) ise Envârü'l-â ıkîn’in yazarıdır; Her iki yapıt da Yazıcızâde Mehmet'in Arapça kaleme aldı ı
Megâribü 'z-zamân adlı yapıü üzerine kuruludur.
4 Baüda Averroe adıyla bilinen filozof lbn Sînâ (980-1037), neo-platonist gelenekteki yapıdan kadar
übbî ve bilimsel risaleleriyle de ünlüdür.
5 Baüda Averroe diye ünlü, filozof lbn Rü d'ün (1126-1198) yapıü, felsefeyi vahiy dinleriyle uzla -
tırma çabasındadır. Müslüman filozoflann en katıksız Aristocu olanı lbn Rü d'dür.
6 Kelâma Râzi'nin (1149-1209) el-Muhassai adlı kelâm yapıtı, felsefenin Islâm kelâmına olan etki-
sini gösterir. Râzî, Kur'an tefsiri Me/atihü'l-Gaybîa da ün salmı tır.
7 Gökbilimci Çagmînî (ö. 1345 dolaylan), el-MulahhasJi hay'a adlı gökbilim çalı masıyla ünlüdür.
8 Timur'un torunu Ulu Beg (1393-1449), Semerkand’da 1408'de tahta çıkmı tır. Batlamyos'un
astronomi cetvellerini düzeltmek için ünlü rasathanesini kurmu , ara tırmalarının sonuçlarını Zîc
adlı eserinde vermi tir.
9 En büyük Müslüman filozofu sayılan Farâbî (875-950), Mâverrâünnehir’deki Türk komutanların-
dan birinin o ludur. “Birinci ö retmen" Aristo'dan sonra “ikinci ö retmen" diye ün salmı tır.
10 Derlemeci ve hâ iyeci Bayzâvî (ö. 12867), en çok Kur'an tefsiriyle anılır.
18. Bölüm
BA NAZLI IN ZAFERt
187
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
virtlerle, ancak 17. yüzyılda ö renilmi tir. Batılı kaynaklara dayanan Türkçe tıbbî
yapıtlanyla ünlü Hayâtîzâde, Müslüman olmu bir Yahudi ve saray ba hekimi idi.
Ancak bu alıntılar, geleneksel bilgiye sadece birkaç ekleme yapmı oluyor, yanın-
da bilimsel batı dü üncesini getirmiyordu. Nitekim, Kâtip Çelebi bile bütün bilim-
sel ara tırmalannda ilk kanıtlannı hep Kur'an'da aramı tır.
Fâtih Sultan Mehmet’in talyan Rönesans kültürüne ilgi duydu u, ancak daha
sonra bu hareketin durduruldu u iddia edilmi tir. Osmanlı sultanlannın en özgür
dü üncelisi hiç ku kusuz Fâtih’ti. Hıristiyan dininin ilkelerini yetkili bir ki iden ö -
renmek için Patrik Gennadius’a Hıristiyanlık üstüne bir risâle yazmasını emretmi ;
Trabzonlu Amirutzes, lmrozlu Kritovulos ve Anconalı Ciriaco gibi Yunan ve talyan
bilginlerini sarayında toplamı , Amirutzes'e bir dünya haritası ısmarlamı , Batlam-
yus’un co rafyasını Türkçeye çevirtmi , sarayda Yunan ve Latin klâsiklerinden bir
kütüphane kurmu tur. Saray duvarlanm talyan saraylan gibi freskolarla bezedi ini
ve portresini yapması için Venedik’ten getirtti i Gentile Bellini’ye iltifatlar ya dırdı-
ını biliyoruz. Berlinghieri, Geografta'sını, Roberto Valturio da De re m ilitan adlı
önemli yapıtını Fâtih'e sunmayı arzu etmi lerdi. Giovanni-Maria Filelfo Amyris adlı
kasidesinde Fâtih'i övmü tür. Bütün bunlar, bazılannın onu bir Rönesans hüküm-
dân olarak görmesine neden olmu tur; oysa bu gerçekten uzak bir görü tür. Fâ-
tih’in Hıristiyan dünyaya ilgisinin tek sebebi, Roma ve talya fatihi ve yöneticisi ol-
ma iste idir. Fâtih, kültür bakımından tam bir Müslümandi; Hocazâde'ye derin bir
hayranlık duyar, eyhi Ak emseddin’in gaibi ke fetti ine inanırdı. Döneminde sanat-
ta Avrupa stiline hayranlık duyulması ve tatbikî ilimlerden birkaç yüzeysel alıntı ya-
pılması gibi özellikler bir yana, gerçekte yeni bir kültür yöneli i ortaya çıkmamı tır.
Hanefî mezhebi, devletin tanıdı ı resmi mezhepti ve mahkemelerde hanefi fı-
kıhına göre karar verilirdi. slâm hukukunda icmâ'a (consensus) önemli yer ve-
ren hanefilik, dört sünnî slâm hukuk mezhebinden, toplum i lerinde en ho görü-
lüsü ve esnek olanı idi. 10. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar hüküm süren ve Orta
A sya’nın ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılanndan beri bütün Türk dev-
letleri Hanefî mezhebini benimsemi lerdir. Türk hükümdârlanmn kendi politika
ve iktidarlannda olabildi ince özgür olma istekleri, bunun ba lıca nedeni olmalı-
dır. Aynı zam anda bu, slâm dünyası içinde Türk toplumlanna, ayn bir toplumsal
ve kültürel özellik veren ba lıca etmenlerden biridir. Bütün Islâm toplumlan içinde
yabancı kültürel etkilere en açık olanı Osmanlı mparatorlu u olmu tur; fakat 16.
yüzyılın ba lanndan sonra dinî ba nazlık akımlan gittikçe güçlenecektir. Yukan-
da açıklamaya çalı tı ımız gibi, serhat geleneklerinin azalmasıyla birlikte devletin
temel özelli inin bir slâm hilâfeti oldu u bilincinin yerle mesi, bu geli me üzerin-
de etkili olmu olmalıdır. Osmanlı lmparatorlu u'na kar ı Safevî ran'ın ölümcül
189
OSMANLI MPARATORLU U; KLÂS K ÇA (1300-1600)
silâhı i’î’lik de (Kızılba hareketi) bunda ba lıca etmen olmu tur. Dinî ba nazlık,
imparatorlu un dü ünce hayatında matematik gibi aklî ilimlere, skolastik ilâhiya-
ta ve tasavvufa kar ı gittikçe güçlenen kar ıtlıkta kendini göstermi tir. Bu e ilim,
günlük ya amda eriat adına yapılan kaba ba nazlık eylemleriyle gün yüzüne çı-
kmı tır.
Aynı e ilimler devlet i lerinde de göze çarpar. Kanunî Sultan Süleyman,
"Yeryüzü Halifesi" unvanını tam bir ciddiyetle benimsemi tir. slâm fıkıhmı ince-
lemi ve devlet yasalannın eriata uygunlu unu sa lama i ini eyhülislâm Ebus-
su'ûd’a (1490-1574) havale etmi tir. ran'la her çatı ma sırasında “râfızîlere”
kar ı alınan sıkı önlemler, tüm yeniliklere kar ı bir ba nazlık akımının yükselme-
siyle sonuçlanmı tır.
Molla Kâbız’ın (ö. 1527) yargılanması, bu bakımdan çok ilginçtir.4 Molla
Kâbız, Anadolu’da Kızılba Kalender Çelebi ayaklanması sırasında, peygamber-
likte sa'nın Muhammed'e üstün oldu u görü ünü savunan ulemâdan biriydi.
Divân-i Hümâyûn'daki ilk yargılanmasında kazaskerler, idamını sa lamaya ye-
terli kanıt gösterememi lerdir. Duru madan sonra sultan, “Peygamberin anına
gölge dü üren bu kâfirin serbest bırakılması”na öfkelenerek, eyhülislâm Ke-
malpa azâde ile stanbul kadısının huzurunda ikinci bir duru ma emretmi tir.
Molla ile eyhülislâm arasında bir tartı ma olmu , eyhülislâm Mollayı sustura-
bilecek kanıtlar göstermi tir; fakat molla görü lerini de i tirmemi , kadı da ida-
mına hükmetmi tir.
1537'de imparatorluktaki tüm beylerbeyilerine, peygamberin sözlerinin do -
rulu una kar ı üphe gösteren herkesin kâfir sayılıp idam edilmesi hakkında bir
ferman yollanmı tır. Ba ka bir ferman da her köyde bir cami yapılmasını ve Cuma
namazında tüm halkın cemaate katılmasını emretmekteydi. Bu, sünnî cemaatle
namaz kılmak istemeyen “sapkınlara" kar ı alınmı bir önlemdi.
Osmanlı toplumunda aklî ilimleri, tasavvufu, musikiyi, raksı ve iiri dinsizlik
olarak gören ba naz bir ulemâ sınıfı, kar ılannda da bunlann din alanına girdi i-
ni savunan bir sınıf her zaman olmu tur. Camilerde vaizlik yapan ve ders veren
eyhlerle ulemâ genellikle ba naz davranmakta idi. Önemli medreselerdeki ulemâ
ya da devlet hizmetinde çalı anlar ise ikinci grubu olu turmakta idi. Bunlardan bi-
ri olan Ta köpriilüzâde’nin Osmanlı ulemâsında seçkin bir yeri vardı. Halkın ca-
hilli ini kullanarak onlan yanlı yola sürükleyenlerden, o “Tann bizi din ba naz-
lanndan korusun”, diye acı acı yakınırdı. Ta köprülüzâde, Mevzuâtu’l Ulûm adlı
kitabında her ki inin kendi mezhebini seçmekte özgür oldu una, kendi mezhebini
tartı masız do ru, ba kalannınkini yanlı olarak görmenin ve herhangi bir Müs-
lümana küfür yakı tırmanın gerçek Müslümanlı a aykırı oldu una inananlardan-
190
BA NAZLI IN ZAFER
dı. Ona göre gerçek mümini yalnız Tann seçebilirdi, bu bakımdan, fıkhın uygula-
masındaki ba nazlık da tutarsızdı, çünkü bu konularda kimse yanılmazlık iddia
edemezdi.
Öteki yüksek ulemânın yanı sıra Ta köprülüzâde de Gazâlî’nin ılımlı görü le-
rini kabul ederek dinde ba nazlar gibi bâtınîlerle filozofların da hatalı oldu una
inanmakta idi. Ona göre Kur’a n ’da gizli manalar arayan ve yanlı yorumlara gi-
den Bâtınîler eriatı yok etmeye çalı ıyor, filozoflar ise slâm'ın kabul edemeyece-
i ilkelerden yola çıkıyorlardı.
Osmanlı medrese ulem âsından birço u, ilk zam anlardan beri tasavvufi
inançlannda Gazâlî’den bir adım daha ileri giderek lbnü'l-Arabî5, Râzî ve Suhre-
verdî6 geleneklerini takip etmi lerdi. Ta köprülüzâde de tasavvufun hem lâhî ir-
fana giden tek tarîk oldu unu kabul eder, hem de ancak kendi terminolojisinin
ı ı ı altında ele tirilebilece ini ileri sürmü tür. Örne in, mutasavvıfın “Ben Hak-
kım”7 deyi ini kendi tasavvufi anlamında yorumlamamak, mutasavvıfa haksızlık
etmektir. Kanunî Sultan Süleyman saltanatının ilk yıllarında ba naz ulemânın,
halkı tasavvufa kar ı kı kırttı ını Ta köprülüzâde’den ö reniyoruz.
Ta köprülüzâde, tasavvufi tarikatlann ayinlerindeki semâ’ı, musiki ile raksı
dine aykın bulmaz; ona göre bunlar, ruhta Tann a kı ve lâhî bir vecd uyandınr;
müzik ve ruh arasındaki ili ki tannsal bir sırdır ve semâ’ ile uyanan ruh, lâhî irfa-
na kavu ur. Musiki ve semâ ancak dünyevi arzular uyandırmak için kullanıldı-
ında yasaklanmalıdır. Tutucu ulemâ’, gene de, semâ’ı küfür olarak görmü , aynı
zamanda camilerin süslenmesi, Kur’an'm tecvidli okunması ve din bilgisi veren-
lere para ödenmesi gibi eylere kar ı çıkmı lardır. Tasavvuf kadar aklî ilimler ve
skolastik ilâhiyata da, dinî inancı zayıflatıyor diye hücum etmi lerdir.
Bu ba nazlık hareketleri çok geçmeden kamu düzenini tehlikeye sokan ve
devleti kaygılandıran biçimlere bürünmü tür. Kur’an ve Peygamber sünnetinin
dı ında olmamakla birlikte, Islâm toplumunun benimsemi oldu u inanç ve adet-
leri “bid’at” diye damgalayan ve halkı bunlara kar ı kı kırtan küçük bir vâiz gru-
bu Osmanlı toplumunda yüzyıllardır vardı. Kızılba lar üzerindeki baskının doru a
ula tı ı 1558’le 1565 yıllan arasında ün salan Mehmet Birgivî (1522-1573) bu
ulemâdandır. Birgivî, sultanın hocası Atâullah efendinin himayesinde idi. “Tann-
nın haram kıldıklanndan halkı kalemim ve dilimle korumak benim üzerime farz,
susmam ise günahtır”, diyerek bir yandan skolastik ilâhiyatçılarla mutasavvıfla-
ra, öte yandan da devlet hizmetindeki yüksek ulemâya saldınyordu. Hanbeli
mezhebini izleyen Birgivî, ölüleri anmak için yapılan ayinleri, efaat istemek için
mezar ve türbeleri ziyaret etme gibi âdetleri slâm'ın ruhuna aykın buluyordu. El
sıkma, selâmla ırken e ilme, el ya da gömlek öpme gibi yerle mi alı kanlıktan.
191
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
192
BA NAZLI IN ZAFER)
yabilir; ama Tanrı kulu insan, çaresiz ve eksikleri olan bir varlıktır, Tann ise ra-
himdir. slâm ho görüyü, affı, güç kullanmaya ye tutar; üstelik, kar ı dirence se-
bep oldu u ve devlet ve toplumu karga aya sürükledi i için güç kullanmak yan-
lı tır. Aynca, kanûnlar zamanla de i ir; Tanrı, insan ili kileri konusunda belli ne-
denlerden ötürü birtakım kanûnlar koymu tur ama, o nedenler ortadan kalkınca
o kanûnlann geçerlili i kalmaz. Kâtip Çelebi, ba ta bnü’l-Arabî olmak üzere, mu-
tasavvıftan savunmu tur. Ba nazlı ın gerçek tedavisini, II. Mehmet zamanında
oldu u gibi, aklî ilimlerin e itiminde görmü tür. Mehmet Birgivî’nin tarih ve fel-
sefe okumadı ı için örf ve âdetlerin toplumsal rolünü anlamadı ını ileri sürer. Tar-
tı manın her zaman yararlı oldu una inanırdı; ancak, dinî sorunlan halk de il,
yalnız ulemâ tartı malıydı.
Resmî Osmanlı çevrelerinin bid’at hakkındaki genel görü ü, ho görülü Ha-
nefili in icmâ’ kavramının dinî ve hukukî kanılara kaynak olması yönündeydi.
Kar ılanndaki Mehmet Birgivî ve fakılar ise, Hanbelîlerin gelenekçili ini benimse-
mi lerdi. Bunlar, yüzeysel bir Kur'an ve sünnet yorumunun kabul edemeyece i
her yenili i slâm’a aykın görmü lerdir. Tasavvufa ve din ilkelerinin her türlü bâ-
tmî yorumuna kar ıydılar. Günümüzde, slâm toplumlannın modernle me çabala-
rı bu iki kar ıt görü ün bir kez daha çatı masına neden olmaktadır.
Notlar
193
19. Bölüm
Barak Baba, öbür kalenderi babalar gibi Tann'yla dolaysız temasta oldu una
inanırdı ve ran Mo ol hanlan üzerinde, eski am anlar gibi büyük etkisi vardı.
Daha sonraki yüzyıllann Osmanlı kaynaklan ve Osmanlı lmparatorlu u'nu gezen
AvrupalIlar, kentten kente dola an dervi toplulukları üstüne benzer öyküler bı-
rakmı lardır.
194
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR
195
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
196
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR
sal ve politik eylem için nasıl yorumlandı ını çok iyi gösteren bir örnektir. Bu,
kucbu'l-aktâb unvanı ta ıyan eyhler, velâyet iddiasıyla öbür dünyada oldu u
gibi bu dünyada da olayları kendi kontrollan altında tuttuklannı iddia ederlerdi.
zmir, Saaıhan ve Dobruca yörelerinde, Bedreddîn’in i areti üzerine ayaklananla-
rın ço u, kendilerinden önceki Babaîler gibi Türkmen Yörüklerdi. Öteki yanda la-
rı, uc gâzîleri, tımarlan alınmı sipahiler, nasipsiz medrese ö rencileri ve Hıristi-
yan papas ve köylüleri gibi çe itli türden ho nutsuz gruplardan olu uyordu. ey-
hin geni bâtını Islâmiyet yorumu, ona bu de i ik ö elerden tek bir toplum olu -
turabilece i umudunu vermi olmalıdır. Sûfi inancında, Musa, sa ve Muhammed
aynı Tannsal gerçe in elçileridir.
eyh Bedreddîn basit bir dervi de ildi. Dinî ilimler, özellikle de slâm hukuku
üzerine tanınmı kitaplanyla büyük bilginler arasında yer almı ur. Fakat “zahiri i-
limler"i tatmin edici bulmamı , eyh Hüseyin Ahlâtî’nin etkisiyle sûfîli e geçmi ve
bir sûfî eyh olarak Batı Anadolu ve Rumeli'nde faaliyette bulunmu tur.
Bedreddîn'in mutasavvıflı ı, genellikle lbnü'l Arabi'ye dayanır, lbnü'l Ara-
bi’nin Füsûsü’l-Hikem'ine bir erh yazdı ı da biliniyor. Hutbelerinden derlenmi
ve kendi tasavvuf anlayı ını yansıtan Vâridât adlı kitapta, vahdet-i vücud felse-
fesini u sözlerle anlatır:
197
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
15. yüzyıl sonlarında yazan sünnî tarihçi tdrîs-i Bitlisi, eyhin inançlanyla
planlan hakkında unlan söyler:
ldrîs'e göre bu vaatlerle binlerce cahil, basit dü ünceli ki iyi, hayvanı içgüdü-
lerine ça nda bulunarak çevresinde toplamı tı. eyh, Bekta î tarikannda oldu u
gibi, arap ve müzi i mübah sayar, din aynlıklanna göz yumardı.
zmir yakınlannda da lık Karaburun yöresindeki Türkmenler arasında ilk is-
yanı Bedreddîn'in müridi Börklüce Mustafa çıkartmı tır. Dönemin Bizanslı tarihçi-
si Ducas, isyanı ilginç aynnnlarla anlatır1. Börklüce, kadınlar dı ında her eyin or-
tak mülk oldu unu söylerdi. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki aynlıklan ta-
nımazdı; ona göre Hıristiyanlara kâfir diyen Müslümanın kendisi kâfirdi. Börklüce
müritlerinin, Hıristiyanlara meleklermi gibi davrandıklan söylenmekte idi. Börk-
lüce, Sakız papazlannı kendisine katılmaya davet etmi tir. Hıristiyan yanda lan-
nm da ayaklanmaya katıldı ı biliniyor. Ancak, sayılan altı bin tahmin edilen âsi-
lerin ço u Türkmen göçebelerdir. syan büyük güçlüklerle bastınlabilmi , Börklü-
ce yakalanarak çarmıha gerilmi tir. Tutsak dervi ler, “tecdîd-i imân” önerisini ka-
bul etmeyerek kendilerini ölümün kuca ına attılar, tdrîs, iki bin ki inin öldürüldü-
ünü, aynı zamanda eyhin ba ka bir müridi Torlak Kemal’in dört bin yanda ının
Manisa'da kılıçtan geçirildi ini söyler.
Dobruca ve Deliorman'da Bedreddîn'in ölümünden sonra yüzyıllarca ya amı
Simavnîler ya da Bedreddinler diye bilinen tarikata kar ı Osmanlı Devleti daima bü-
yük ku ku duymu tur. 16. yüzyılda bunlar, Kızılba larla özde sayılırlardı. I. Süley-
man zamanında önderleri Bedreddîn'in soyundan Çelebi Halîfe adlı biriydi; yanda la-
nyla dâüeri onun davasını imparatorlu un her yerinde yaymaya çalı mı lardır. 17.
yüzyılın ba ında Hüdâyî Mahmud adlı sünnî bir eyh, hükümete bu hareketi ba ar-
masını ve ötekilere bir uyan olsun diye eyhlerinden birinin idam edilmesini tavsiye
etmi tir. Hüdâyî aynca, hükümetin bütün Kızılba tekkelerini kapatmasını ve her kö-
ye çocuklann e itiminden sorumlu sünnî bir imam atanmasını önermi tir.
Bedreddîn’in ayaklanması sûfî mistisizmi ve halk hareketleri arasındaki ili kiyi
açık bir biçimde gösterir. 13. yüzyıldan beri Anadolu, sûfî ö retilerle dinî tarikatların
yuvası haline gelmi ti. Sûfîlik; kentlerin aydın çevrelerinde teosofi, yani mistik ilâhi-
198
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR
yat biçimlerine bürünüyor, halk arasında ise, inançlan iîlik ve ba ka bâtınî ö retile-
rin bir bile imi halinde tarikadar için bir temel ve dinî-toplumsal halk harekederi için
de bir kaynak olu turuyordu. Bu bakımdan Osmanlı mparatorlu u'nda dinî tarikat-
lan iki ana gruba ayırmak mümkündür. lk grup, sultanlann ya da önemli ki ilerin
kurdu u vakıflann geliriyle desteklenen tekkeleriyle, iyi tanımlanmı bir örgütü ve
belli âyin ve törenleri olan, yerle mi tarikaüardan olu ur. Bu tarikatların en ünlüleri
Nak ibendîlik, Mevlevîlik, Halvetîük ve bunlann çe itli kollandır. Bunlar, genellikle
kenderde yerle ir, üyeleri toplumun üst sınıflanndan gelirdi. Her tarikatın kendi san-
ca ı, ba lık ya da tâcı ve kendi zikir ve tören biçimi vardı. Her biri, inançlan do rultu-
sunda, ünlü bir mutasavvıfı, velîyi ya da Peygamber sahabesinden birini kendi pîri
olarak kabul eder ve silsilenâmesini buna göre düzenlerdi. kinci grubu ise, genellikle
Melâmî ya da Melâmeö diye bilinen gizli tarikatlar olu turur. Bu adlarla anılmalarının
nedeni, halkın gözünde ün ve saygınlık aramak yerine ayıplanmak, kınanmak iste-
meleridir2. Her tür gösteri , dı örgüt ve simgeden kaçınırlardı; tören ve ibadeüeri de
gizli idi. Devlede hiçbir ili ki kurmadıktan gibi siyasî iktidara kar ıydılar. Kendi emek-
lerinin ürünüyle ya amayı töre edinmi olduklanndan, devlet ve bireylerden ba ı ve
zekât kabul etmezlerdi. Bu grup içinde Kalenden, Haydan, Abdalân ya da Babaî diye
bilinen gezginci dervi ler ve kentlerde ya ayıp lonca üyeleri arasına sızan Hamzavî-
ler bulunur. Bunlar, siyasî düzene kar ı belli toplumsal grupların benimsedi i tarikat-
lardı. Niketim, slâm dünyasında i’î ve bâtınî harekeüer, tarikadara her zaman ayn-
lıkçı ve militan bir özellik vermi ve çe itli dinî-siyasî harekederi desteklemi tir. Pey-
gamberin ye eni ve damadı Ali’yle torunlannı, slâm toplulu unun me rû önderieri
olarak tanıyan iHi in kendisi de, militan bir siyasî hareket biçiminde ortaya çıkmı -
tı. Sonralan, i'îlik, hepsi de egemen sünnî sınıflara muhalif olan pek çok de i ik dinî
hareketi kendine çekmi tir. Böylece, aralarında Osmanlı tmparatorlu u da bulunan
birçok slâm devlederinde i’îlik, mevcut düzene, devletin mudak gücüne ve temsil
etti i sünnî Islâma kar ıtlı ı temsil etmeye ba lamı tır. Ali ve torunlarına yakı tırılan
velâyet, do aüstü nitelikler, mutasavvıflann kuramlarına göre yorumlanmı , çok ki i
Ali’ye esin verdi i sanılan lâhî Nur'un onun ahfadına geçti ine, onlann da bu yüz-
den Kur'an'ın bâtınî anlamını yorumlayabileceklerine inanır olmu tu. Bu inançlar,
Osmanlı mparatoriu u'ndaki tarikaüann a a ı yukan ortak malı olmu , Kızılba ha-
reketlerinde a ın biçimler almı tır. 16. yüzyılda ran’da âh smail ile bu inançlan
temsil eden Safavılerin yükseli iyle hareket, Osmanlılar için tehlikeli siyasî bir sorun
haline gelmi tir. Ancak biz önce, Osmanlı mparatorlu u'nda 15. yüzyılda kurulan
Bayramî, Hurûfî ve Bektâ î tarikadanru kısaca gözden geçirelim.
eyh Bedreddîn hareketi gibi Bayramî tarikatı da, 1402 sonrasının karga a ve
tepki döneminde do mu , dinî-toplumsal bir harekettir. Kurucusu. Ankara yakınla-
199
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
nnda ortaya çıkmı bir köylü ve en geni anlamıyla Melâmî bir dervi olan Hacı Bay-
ram Vefi’dir. Dilenme ve sadakayı yasaklamı tı, müritlerinden kendi emeklerinin ürü-
nüyle geçinmelerini isterdi. Hacı Bayram ve yanda lan, tarlayı birlikte sürer, ürünü
birlikle sarf ederlerdi. Ankara ve köylerinde uzak dı pazar için üretim yapan kalaba-
lık sof i çilerinin ço u Hacı Bayram yanda ı olmu tu. Hacı Bayram, Ankara pazann-
da para toplar, yoksullara da ıtırdı. Hacı Bayram’ın ya amöyküsü, müritlerinin sayı-
sı artınca devletin ondan ku kulandı ını söyler. Sonunda yakalanıp, II. Murat'ın hu-
zuruna çıkarılmı tır. Ancak kendisi sûfîli e e ilimli bu sultan, onu ba ı lamı , hatta
müritlerine bir takım vergi muafiyetleri vererek hareketin hızla yayılmasına katkıda
bulunmu tur, n. Murat dervi lere anlayı gösterir, kendisi de onlann kimi özellikleri-
ni ta ırdı; aynı zamanda bu yeni tarikatı desteklemesinin halk arasında kendi nüfu-
zunu yaymak için bir çaba oldu u da dü ünülebilir. Bayramı tarikatı daha sonra iki-
ye aynlmı , bir grup sünnî Islâm’ı ve devlet himayesini kabul etmi tir. Hacı Bay-
ram’ın yanda ı Ak emseddin, stanbul Fâtihi Sultan Mehmet’in eyhi olmu , fetihte
önemli bir rol oynamı tır. Öteki grup, Melâmî geleneklerine sadık kalarak, inançlann-
da a ın, vahdet-i vücud ve i’îli e e ilimli gizli bir mezhep olarak varlı ını sürdür-
mü tür. Bu grubun, kentlerdeki loncalarla ve siyasî gücün temsilcilerine her zaman
ku kuyla bakan örgütlerle ba lanolan vardı. Bu grubun ilk kutbu, Hacı Bayram’ın
müridi olan Bursalı bir bıçakçı Dede Ömer Sikkinî idi. Melâmîler, tasavvuf inançlanna
göre evrenin merkezi sayılan, lahî gizleri bilen, kutb denilen ruhî bir önderin çevre-
sinde birbirlerine sıkıca ba lı bir grup olu tururlardı. Kutb, her eydi ve mutlak itaat
isterdi. Gizli toplantılar yaparlar, sanıklan kendi mahkemelerinde yargılayarak suçlu
bulduklarını kendi hapishanelerine atarlardı. Devletle hiçbir ili ki kurmak istemezler,
üyelerinden bir i te çalı ıp namuslu bir ya am sürmelerini talep ederlerdi. Tembelli i
kınar, 'Parasını namusuyla kazananı Tarın sever", sözünü ilke bilirlerdi.
Melâmîler, eski slâm kentlerinde daima görülen, devlet denetimi dı ında ka-
lan. üyelerini esnaf lonca üyeleri arasından seçen ve devleti hep ku kulandıran
gizi; ayyâr. i çi gruplanna benzerler. 16. yüzyılda köylerdeki Kızılba lar gibi Me-
lâmîîer de, Safavilere e ilim göstermeye ba layınca, devlet acımasızca pe lerine
dü mü tür. Melâmîlerin kutbu tsmaii Ma ûkî, 1539’da yakalanmı ve eyhülislâ-
mın fetvası uyannca on iki müridiyle birlikte Atmeydam’nda idam edilmi tir. Ölü-
münden sonra bazılan, kendisini bir veG sayıp hatırasına saygı göstermeye ba la-
mı . bunun üzerine bunlan kınayan, idam edilmeleri için yeni bir fetvâ çıkarmak
gerekmi ti. 1561 de eyhülislâm Ebussu'ûd un bir fetvası, ba ka bir Melâmîyi,
Bosnalı Hamza Bâlî’yi, tanrısız bir rafızi ilân ederek ölüme mahkûm etmi tir.
Hamza. vahdet-i vücud inancını halk önünde açıkça söylemekten çekinmezdi.
Kendi yurdu Saraybosna'da, etrafına birkaç bin mürit toplamı tı. damı, yanda la-
200
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR_
n ve muhalifleri arasında bölünen halk üzerinde derin bir etki bırakmı tır. Hamza.
sonradan ço u kez Hamzavî diye tanınan Melâmilerin piri sayılmı tır. 17. yüzyıl-
da, yo un olarak bulundukları Bosna’da Hamzavîlere acımasız bir baskı uygulan-
mı tır. Gene de Melâmîlik, imparatorlu un stanbul ve Edirne gibi büyük kentle-
rinde, hattâ giderek yönetici sınıflar arasında da yayılmaya ba lamı tır.
Devletin baskı yaptı ı ba ka bir mezhep de Hurûtî mezhebiydi. Neredeyse
yeni bir din sayılabilecek bu mezhebi, ran'ın Esterâbâd kentinde Fazlullah (ö.
1394) adlı biri kurmu tur. Fazlullah. kendisinin Tanrı'nm tecellisi ve Müslüman,
Hıristiyan ve Yahudilerin bekledi i Mehdi oldu unu ilân etmi , üç dini birle tire-
cek son sözü getirdi ini bildirmi ti. Kur'an'\, harflerin kabalacı yorumuna dayalı,
a ın bâtınî bir sisteme göre yorumlar, eyh Bedreddîn gibi o da, "cihan ebedî, ya-
ratılı da devam eden bir süreçtir" derdi. Melâmîler gibi o da, el eme inin tek hak-
lı kazanç kayna ı oldu unda ısrarlıydı. Fazlullah'ın kendisi takke yapardı; tarika-
tı da önce kasabalarda lonca üyeleri arasında yayılmı tır. ran’da baskı gören Hu-
rûfilik, 15. yüzyıl ba larında Rumeli ve Anadolu'da, Müslüman ve Hıristiyanlann
ya adı ı ve aynı loncalarda yan yana çalı tıklan Osmanlı kentlerinde hızla yayıl-
maya ba lamı ur. Anadolu’da, 1408'de diri diri derisi yüzülerek idam edilen bü-
yük Azerî-Türk ozanı Nesîmî bu mezheptendir. Hurûfı propagandacılan ça ın hü-
kümdârlannı bu yeni dine döndürmek ister, kendilerine kar ı çıkanlara suikast
düzenlerlerdi. Hurûfılerin, 1444 yılında Osmanlı ba kenti Edirne'de oldukça kala-
balık bir grup olu turduktan, sarayda da Irarılı bir dâ’înin etkisi oldu u kesindir.
Hurûfilerin, sa ve Hıristiyanlık hakkındaki görü leri yüzünden bau dünya-
sında Hıristiyan propagandacılan oldu u söylentileri çıkmı tı. Aynca bu dönemde
Edirne'de bir haçlı saldınsı korkusu hüküm sürüyordu. Halk tela a kapılmı , Sün-
nî ulemâ çok sert tepki göstermi tir. ranlı dâ'î yakılmı , yanda lanndan ço unun
dili kesilmi ti. Dönemin abartılı bir rivayeti, buniann sayısını 2.007 olarak göste-
rir3. Tannsız sayılan Hurûfîler üzerindeki iddetli baskılar, II. Bayezit’e kar ı dü-
zenlenen suikasttan (1492) sonra daha da sertle erek 16. yüzyıla kadar sürmü -
tür. Bu hareket, daha sonra Bedreddinliler ve Kızılba -Bektâ îlerle birle ti. Nite-
kim, Bekta î dü üncesinde güçlü bir Hurûfi etkisi göze çarpar. Osmanlı belgeleri,
1576 gibi geç bir tarihte Bulgaristan'ın Filibe kenti yakınlanndaki köylerde bir
grup Hurûfînin topluca öldürüldü ünü gösteriyor.
Bekta î tarikatı zamanla en önemli halk tarikatı olmu , 14. yüzyıldan beri halk
arasında yayılmakta olan ba ka tarikatlarla Babaî, Abdalân. Kalenderi ya da Hav -
dan gibi derv i gruplannı yava yava içine almı tır. Tarikatın pîri, 1240 isyanını
yöneten Baba tlyas’ın müritlerinden Hacı Bekta 'ü. Hacı Bekta . 13. yüzyılın ikinci
yansında, Selçuklu Anadolusu'nun Ankara ile Kayseri arasındaki önemli ticaret yo-
201
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
lu üzerinde etkinlik göstermi tir. Yüksek yaylalann batı sınmnda olan bu alanda
Türkmen a iretleri yo undu. Yörenin köyleri se, eski Hıristiyan yerle im birimleriy-
di. OsmanlIlar, bu bölgeyi I. Murat’ın saltanatı sırasında almı tır. Bektâ îlik, Osman-
lı lmparatorlu u’nda ilk kez Türkmen a iretleri arasında yayılmı , sonra da yeniçeri
oca ının tarikatı haline geldi inde önemi artmı tır.
Bektâ îler, Osmanlı devletinin Rumeli uc bölgelerinde 14. yüzyıl ortalanndan
ba layarak ortaya çıkmı ve Rumeli’ndeki Osmanlı gâzîlerinin pM olan San Saltuk'u
benimsemi lerdir. 15. yüzyılda Bektâ îler yeniçeriler tarafından benimsenmi tir. Ba-
zılan bunu, yeniçerilerin ço unlu unun aslında Hıristiyan dev irme çocuklan veya
sava tutsaklan olmalanyla açıklamaya kalkmı tır. Kökenleri ne olursa olsun, Türk
dilini ve slâm dinini ö renmek üzere Anadolu Türk köylerine gönderilen bu dev ir-
me çocukların sünnî slâm’dan ziyade halk inançlanna e ilim gösterdikleri ku ku-
suzdur. Hacı Bekta , 16. yüzyıl sonlanndan ba layarak resmen yeniçeri pîri kabul
edilmi , bu tarihlerde bir Bektâ î babası daimî olarak ocakta kalmaya ba lamı tır.
Bektâ î tarikatıyla yeniçeri oca ı o denli birbirinden ayrılmaz hale gelmi tir ki, bir de-
de tarikat ba kanı seçildi inde stanbul’daki yeniçeri kı lasına gelir, tacım kendisine
Yeniçeri A ası giydirirdi.
Bektâ îlik, özellikle göçebe Türkmenler arasında ve bunlann kurduktan köy-
lerde de güçlüydü. Türkmenler arasında Babaîli in yerini zamanla Bektâ îlik al-
mı tır. Anadolu Türkmen grupları arasında Bektâ îli in etkisi, özellikle Kızılır-
mak’la Erzurum arasındaki bölgede4 ve ba ta Tahtacı ve Varsak kabileleri olmak
üzere güneyde Toros Da lan’nda çok güçlüydü. Bektâ îlik, Balkanlar’da Vize’yle
Tuna arasında, Do u Bulgaristan’da Dobruca ve Deliorman’da, Rodop Da lan’n-
da, Güney Makedonya ve Tesalya’da ya ayan Yörükler arasında yayılmı tır. 15.
ve 16. yüzyıllarda bu göçebelerin ço u yerle mi ve köyler kurmu tur5.
Bu Türkmenler, 15. yüzyılın ikinci yansında do uda çıkan yeni bir tarikatın
etkisi altına girmeye ba ladılar. Bu tarikat Safiyyüddîn Erdebilî’nin6 a ın i’î tari-
katıydı. Bundan sonra bu Türkmenler bu tarikatı benimseyerek giydikleri kırmızı
börkten ötürü Kızılba diye bilinmi tir. Kızılba lık, dinî oldu u kadar toplumsal ve
siyasî bir kimlik ifade eder. Tarikat, 15. yüzyıldan sonra Osmanlı yönetimine Do-
u'daki Türkmen muhalefetinin bir ifadesi olmu tur. A iretlerden olu an sosyal
yapılannı 15. yüzyılda hâlâ koruyan Karamanlı ve Akkoyunlu devletlerinin uy-
ru u olan bu Türkmenler, kendi ya am biçimleriyle çeli en OsmanlI’nın merkezi-
yetçi devlet politikası yüzünden kıyasıya bir mücadeleye girdiler. ran’da Akko-
yunlulann yerine Safavî hanedanı geçince, Safavî devletinin kurucusu ah sma-
il, yazdı ı Türkçe tasavvufî iirlerle propagandasını yo unla tırm ı , mürit ve
dâ'îlerini Rumeli ve Anadolu’daki sava çı Türkmenler arasına göndererek Os-
202
_________________________ HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR_______________
manii mparatorlu u'nu içeriden fethe koyulmu tu. K ızılb a lar.^^ ^ıÎm da ah
smail’in müritlerinden ahkulu’nun emrinde Güneybatı Anadolu’da korkunç bir
isyan ba latmı ve önlerine çıkan her eyi yakıp yıkarak Kütahya’ya kadar ilerle-
mi ler, Anadolu beylerbeyini ele geçirip idam etmi ler, Bursa’yı tehdit altına al-
mı lardır. Ayaklanma, OsmanlIların Anadolu’daki hâkimiyetini temelinden sars-
mı ve büyük güçlüklerle bastırılabilmi tir. I. Selim’in Kızılba lar üzerindeki acı-
masız baskı ve kıyım önlemleri ve 1514'te ah smail’e kar ı Çaldıran meydan
sava ında zaferi, hareketi ancak geçici olarak duraklatmı tır.
Kızılba lann inanç ve ayinleri, Bektâ îlerinkinden temelde ayn de ildi; fakat
Kızılba lar Oniki-lmam, î’î inançlanna ba nazca ba lı idiler ve kendi a iret töre-
leri ve aslında eski amanist inançlannı Bektâ îlikle ba da tırarak tarikatın kendi-
ne özgü bir türünü yaratmı lardı. A iretin ba ı, dinî önderlik makamını da elinde
tutar ve genellikle dede olarak tanınırdı. Bu Türkmenler, soya büyük bir önem
verdiklerinden Hacı Bekta ’ın torunları oldu u iddia edilen Çelebileri tarikat ön-
derleri olarak tanımı lar ve öteki Bekta î gruplanndan ayrılmı lardır. 1527’de Or-
ta Anadolu’daki büyük Türkmen isyanına, Hacı Bekta soyundan Kalender adlı
biri önderlik etmi tir, syancı güçlerin büyük bölümünü Türkmen a irederi olu -
turmu , aralanna pek çok da Abdal ve Kalenderi dervi i katılmı tı. syanı bastıra-
bilmek için bir yeniçeri kuvvetiyle vezir-i âzamin kendisinin gelmesi gerekmi ti.
Casus raporlarından anla ılıyor ki, bu isyanlan, 1511’de eski Karaman Beyli-
i’nin sipahileri, 1527’de de eski Dülkadir Beyli i’nin sipahileri yönetmi ti. Bu si-
pahiler arasında en ba ta gene eski a iret eyhlerini bulmaktayız. Bu durum, ha-
reketin siyasî ve sosyal karakterini belirlemi tir.
1534-1535 Osmanlı-Safavî sava lan sırasında Kızılba -Bektâ î airi Pîr Sul-
tan Abdal, bu grubun duygulannı ve siyasî hedeflerini iirleriyle dile getirmi tir.
Pîr Sultan Abdal bu iirlerde haksız baskılardan yakınır:
bazen, Âlî soyundan bir Mehdi olarak gördü ü ran ahı’na döner:
203
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
Nitekim Safavî ordulannın önemli bir bölümünü, 151 l'den sonra ran’a sı ı-
nan Kızılba gruplan ahsevenleri olu turmu tur; fakat bu göçebeler, ahı Mehdi
olarak tanıyan aykın inançlanyla Iran toplumuna uyum sa layamamı , orada da
“rafızî" diye baskı görmü tür.
Kızılba lar, ran’la yakın ili kilerini sürdürmü , Safavî uyru u gibi davranmı -
lardır. ah, onlann arasından kendi temsilcisini seçer, ona berat, hırka, kılıç ve bir
miktar para gönderirdi. Anadolu Kızılba lan da aha düzenli olarak “ ah hakkı” ya
da "nezir" (adak) denen bir tür vergi gönderirlerdi. Kızılba lar hac için Mekke’ye de-
il, ran’da Safıyyüddin’in gömülü oldu u Erdebil'e giderlerdi. Osmanlı devletinin,
ran’dan gelen yasak kitap ve dinî risâleleri bulmak için arama yaptırdı ını gösteren
belgeler vardır. Devlet, Kızılba lar arasına casus da salardı. Casus, bazen tran’la ili -
kisi olanlan bulur, suçlular idam ya da sürgünle cezalandırılırdı. Osmanlı ar ivleri,
devletin zaman zaman çe itli heterodoks gruplan yakından soru turdu unu ve der-
vi tekkelerinde arama yaptı ını gösteriyor. Örne in, “sancak açıp borazan ve davul
çalan ve her eyde dine aykın davranan" I ık toplulu una ve abdallarla Kalenderüe-
re, köy köy, kent kent dola mayı devlet yasaklamı tı. 16. yüzyılda Kızılba larla ya-
pılan uzun ve kıyasıya sava lar, dar görü lü bir sünnî slâm’ın Osmanlı mparator-
Iu u'ndaki konumunu sa lamla tırmı tır. Devlet baskısı Kızılba lar arasında gizlili-
e yol açmı ve sünnî devlet ve topluma kar ı eskiye nazaran çok daha kapalı bir
hayat sürdürmelerine neden olmu tur.
204
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR
Bekta îlik, Islâmiyetin Rumeli'nde yerli Hıristiyan nüfus arasında yayılı ında
önemli bir etmen olmu tur. Bu halk tarikatının eklektik ve ho görülü yapısı, Islâ-
miyeti Balkan köylülerince kolayca kabul edilebilir kılmı tır. Örne in, Beklâ îlik
bütün dinlere ho görüyle bakar, dı a de il içe önem verir, oruç ve namaz gibi s-
lâmî ibadetlerin yerine getirilmesini zorunlu kılmaz; arap içmeye izin verir; kadı-
nın toplum içine örtüsüz çıkmasını ve erkeklerle görü mesini yasaklamazdı. Bek-
tâ î babalarının etkili propagandası, Hıristiyanları, Hıristiyanlıktan pek farklı gö-
zükmeyen bu gizemli ve demokratik dine çekebilmi tir. Ancak Bekta îli in bu tü-
rü, Kızılba ların Bektâ îli inden farklıdır. Devlet denetiminde olan ve vakıilarca
desteklenen tekkelerdeki Bektâ îler genellikle devlete sadık idiler. Bunlar, baba ve
dedelerin seçiminde makamın babadan o ula geçmesi ilkesini kabul etmezlerdi.
Aydın düzeyleri daha yüksek, tekkelerinde tasavvuf dü üncesi egemendi.
Bektâ îlik, çe itli kökten din ö elerinden olu mu tur; amanizmden Balkan
halklannın dinî inanç ve âdetlerine kadar birçok kaynaktan alınan inançlan içerir.
Özünde, Bektâ îlik babaîli in bir devamıdır ve eski Türk folklor ve töresiyle, özellik-
le amanizm ile birçok benzerlikler içerir. amanist etki, cezbeye kapılarak yapılan
rakslarda açıkça görülür. Bektâ î velîlerine atfedilen do a dı ı güçler, Çin Türkis-
tan ’ında Budist Türklerde rastlanır. Eski Türklerin törensel yemek gelene i ( ölen,
toy) ve amanist ta ve a aç kültleri, Bektâ î ayinlerinde de süregelmi tir. Kadınlar,
slâm öncesi Türk toplumundaki özgürlük ve erkeklerle e itlik konumlanın koru-
mu tur. G. Jakob ve F.W. Hasluck gibi bilginler, Bektâ îlik üzerinde Balkanlar'ın ye-
rel mü rik ve Hıristiyan inançlannm etkisine dikkati çekerek, bazı Bektâ î inanç ve
ayinlerinin Hıristiyanlıktan alınmı gibi göründüklerini ileri sürmü lerdir. Örne in,
Hıristiyanlıktaki Teslis kavramı Bektâ îlerin, “Tann, Muhammed ve Âlî birdir” inan-
cında yansımı tır, deniyor. Tarikate kabul töreninde adaylara ekmek, arap ve pey-
nir sunulur, müritler günahlannı eyhe itiraf ederek günah çıkanrlar. Aynca, 16.
yüzyıldan ba layarak tekkelerde kalan dervi lere cinsel oruç farz olmu tur. Bektâ î
tekkeleri, daha birçok âdetleri bakımından Hıristiyan manastırlanna benzer. Bu ye-
rel etkiler, Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerlerin, tekkenin kuruldu u yer ya da zi-
yaretgâh olarak seçilmesi ve bu yerlerle ilgili Hıristiyan ya da mü rik geleneklerin
benimsenerek Bektâ î velîlerine atfı gibi daha birçok biçimlerde görülür.
Bektâ îlik birtakım inançlarını, tanınmı Müslüman mutasavvıflanndan al-
mı tır. Hacı Bekta ’a yakı tınlan Makâlât, bu inançlann esaslannı özetler. Sûfile-
rin gelene inde oldu u gibi Bektâ îlikte de adaylar dört kapıdan geçer. lk kapı s-
lâmî " eriat”, ikinci kapı “tarikat”, yani Tann irfanına ermek için izlenmesi gere-
ken yolun ö retileri, üçüncü kapı “marifet", yani Tann’yı sûfi anlayı ıyla anlama,
dördüncü kapı "hakikat”, yani lâhî Gerçek'in, Zât’ın dolaysız kavranmasıdır.
K ur’a n'm da buna ko ut olarak dört anlamı vardır: halk için dı metin, bilgeler
205
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
için bu metnin incelikleri, velîler için batınî anlamı, peygamberler için de mutlak
Gerçek. Bektâ î âyin ve gelenekleri, genel çizgileriyle öteki tarikatlannkinden pek
farklı de ildir. Bu ayinler, Hacı Bekta 'ın izinden giden dedelerin korumasında
kendilerini yava yava kabul ettirerek, Balım Sultan'ın 15. yüzyıl sonunda getir-
di i bazı yeniliklerle son biçimlerini almı tır.7
Bektâ î tarikatı, düzeni belli bir hiyerar i çerçevesinde örgütlenmi tir. Tepede
pîr ya da dede, onun altında halife ya da babalar, sonra eyhler, en sonra da mü-
rit ya da muhibler yer almı tır. Dede, Hacı Bekta ’ın türbesi yakınında bulunan
tekkede ya ardı. Dervi ler arasından her tekkenin ba ına bir baba seçilerek kendi-
lerine padi ah beratı gibi birer atama beratı verilirdi. Tarikata girmeye aday olan
kadın ya da erke e â ık denir. Bunlar “ikrâr” merasiminden sonra muhib olurdu.
Bektâ î tarikatı taraftarlannın ço u muhiblik düzeyinde kalırdı; ancak ondan son-
ra Bektâ î dervi i olarak tam üyelik elde etmek olanaklıydı. Dervi olacak muhib,
varlı ını adadı ını temsil eden bir ayinle Bektâ î tacı giyerdi. Sonra, tekkedeki ba-
banın ona tarikatın sırlannı yava yava açıkladı ı uzun bir oruç ve ö renme dö-
nemi ba lardı. Mür id sıfatıyla baba, mutlak itaat talep ederdi ve dervi e bu sırlan
yetene ine göre birer birer açıklardı. Muhib ve dervi ler, tekke çevresinde kapalı
bir topluluk olu tururdu. Bektâ î toplulu unda ortaya çıkan sorunlann birço u-
nun çözümünden baba sorumluydu. Dü ün ve cenaze törenlerini yönetir, itirafla-
rı dinlerdi. Yeni do an çocuklar, kutsanmak üzere ona getirilirdi. Hasta bir akra-
bası olan herkes babaya gelir, tekke pîrinin türbesini ziyaret eder ve adak adardı.
Bektâ îler arasında kar ılıklı yardımla ma çok güçlüydü; herhangi biri sıkıntıya
dü tü ünde baba onun için cemaatten yardım toplardı.
Bektâ îli in Türk toplumsal ve kültürel ya amı üzerinde derin bir etkisi ol-
mu tur. Bekta îlik, demokratik ve millî özelli iyle, göçebe ve köylülerle sınırlı kal-
mamı , zamanla bütün toplumsal sınıflardan üye edinmeye ba lamı tır. Evliyâ
Çelebi8, 17. yüzyıl ortalannda Osmanlı tmparatorlu u’nda yedi yüz Bektâ î tek-
kesi oldu unu yazar; ancak bu rakam abartılı olabilir. 19. yüzyıl ba lannda stan-
bul nüfusunun be te birinin Bektâ î oldu u, kentte on dört tekkeleri oldu u kay-
dedilmi tir. Kent Bektâ îleri kendilerini, asılsız rivâyetlere konu olan kötü âdetlere
kapılmı gördükleri Kızılba lardan ayırmakta özen gösterirler. Bektâ î, Türk folk-
lorunda belli bir tipi temsil eder. Bu, dünyanın saçmalıklannı umursamayan, dinî
ba nazlıkla inceden inceye alay eden, geçici ve göreceli oldu u inancıyla her eye
ho görüyle bakan bir tiptir. Bektâ îler, Türk folklorunun ölümsüz bilge ve hazır-
cevap dehası Nasreddin Hoca’yı pîrleri arasına katmı tır.
Tasavvuf, yalnızca tarikatlara özgü halk inançlannda de il, aydın Osmanlı seç-
kinlerinin dü ünce hayatında da, ilk dönemlerden beri ana ö elerden biri olmu tur.
206
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR
207
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
görmü tür. Mevlânâ, bnü'l-Arabî felsefesine oldu u kadar lranlı tasavvuf airi Feri-
düddîn Attâr (11197-1193) ve Sanâî’ye (ö. 1130) çok ey borçludur. Semâ’ı, musi-
ki ve raksı, sûtî ya antısının en yüksek derecesi olan vecde ula ma yolunda en etkili
araç olarak görürdü. Mevlânâ, ayin ve törenlere ilgi duyan biri de ildi; ama zamanla
onun adına, 16. yüzyılda son biçimini alacak olan bir tarikat kurulmu tur. zinden
gidenler anısını ve büyük etkisini kullanarak tarikatı Osmanlı ülkesinde birçok kente
yaymı ve belli bir dizi tören ve ayinle geli tirmi lerdir.
Ölümünden sonra yazılan ya amöyküsü, Mevlânâ'yı her davranı ı öykünüle-
cek, yüce bir varlık olarak betimler. Tarikatın ayinleri, mistik anlamlı simgesel hare-
ketler biçiminde tespit edilmi tir. Özel giysiler içinde dönerek yapüklan rakslanndan
ötürü dı dünyada “dönen dervi ler" diye tanınan Mevlevîlerin ba lıca ayini semâ'dır.
Tarikat ilk kuruldu unda merkezî, Konya'daki “Makâm-ı Pîr" denilen binaydı.
Bu, Mevlânâ’nın mezannın bulundu u türbe çevresinde in a edilmi dervi hücreleri-
nin olu turdu u bir tekkedir. Mevlânâ’nm yerine geçen halefleri, Çelebiler, tekke kur-
duklan ba ka kentlere temsilcilerini gönderir, yerel valilere ve yönetici sınıfın temsilci-
lerine yakla arak himayelerini ve tekkeleri için vakıf sa larlardı. Mevlânâ’nın kendisi
gibi halefleri de, genellikle yönetici yüksek sınıflara yakındı. Fars edebiyatı ve tasav-
\aıf dü üncesini temsil eden Mevlânâ’nın rakipleri Evhadüddin Kirmanî, Ahî Evren ve
. ık Pa a Kır ehir’de yerle mi ler, Kır ehir böylece 13. yüzyılın ikinci yansında Fars
ve Mo ol kültür ve egemenli inin merkezi Konya kar ısında öz Türk halk kültürünün
merkezi haline gelmi , orada Türk halkına hitâb eden Türkçe Garibnâme yazan  ık
Pa a ve Ahî EvTen’in türbeleri yüzyıllarca ziyaretgâh olmu tur. Mevlevîlik, seçkinlere
hitap eden bir tarikat olarak kendisini 15. yüzyıldan ba layarak birçok Osmanlı ken-
tinde kabul ettirmi tir. Zamanla kenderde on dört büyük ve örgütlü Mevlevî tekkesi,
kasabalarda ise yetmi altı küçük tekke kurulmu tur. Bütün Osmanlı sultanlan, özel-
likle II. Murat, II. Bayezit, I. Selim ve III. Murat, Mevlevîlerle yakından ilgilenmi lerdir.
II. Murat Edirne'de büyük bir Mevlevî tekkesi kurmu tur. Mevlevîler, böylece, Os-
manlı yönetici sınıflan arasında mensuplan olan, gittikçe sünnî nitelik kazanan bir ta-
rikat haline gelmi tir. Ancak tarikatın bir ba ka kolu, i’î ve Kızılba lann bâtinî ö reti-
lerini açıkça benimsemi ve inançlannda Bektâ î ve Melâmîlere yakla mı tır.
Bütün Mevlevî tekkeleri Konya'da oturan, 14. yüzyıldan beri de Mevlâ-
n â’nın torunlan arasından seçilen bir Çelebinin yönetimindeydi. Konya’da Çelebi-
lerin nüfuzu, devleti zaman zaman ku kuya hatta korkuya dü ürecek kadar bü-
yüktü; Konya’daki Osmanlı valileri onlann i birli i olmadan hükümlerini uygula-
yam az duruma dü üyordu. 16. yüzyıldan sonra sultanların bazı Çelebileri Kon-
y a'dan sürdü ü olmu tur. Ancak, zamanla devletin vakıflan denetim altına alma-
sı, Mevlevîleri daha sıkı bir itaate zorlamı tır. Öteki tekkelerin eyhlerini Kon-
208
HALK KÜLTÜRÜ VE TAR KATLAR
ya’daki Çelebiler seçse de, atama ancak eyhülislâmın arzı üzerine padi ahın bir
beratıyla geçerli olurdu. Çelebi adaylannın aralannda rekabeti de, devletin tarikatı
denetleyebilmesini kolayla tırmı tır.
Büyük kentlerdeki Mevlevi tekkeleri birer kültür merkezi, deyim yerindeyse
bir sanat akademisi i levi görmü tür. Sanat, ku kusuz, tasavvufun bir aracı ola-
rak görülürdü; semâ’ gök cisimlerinin hareketlerine öykünen lâhî bir âyin, Mev-
levi musikisi ise mistik co ku ve vecd yaratan lâhî bir ezgiydi. Tekke üyeleri ay-
nca Mevlânâ'nın Farsça yapıtlannı, özellikle de MesnevTyx okur ve yorumlarlardı.
Ulemâ medreselerde Farsça okunmasını yasakladı ından, tekkeler Fars dili ve
edebiyatı merkezleri haline gelmi , tekkelerin yanında Dârü'l-Mesnevi adı altında
kurumlar sırf bu i levler için kurulmu tur. MesnevP nin Türkçeye çevrilmesi ve
erhleri tekke çevresinde ciddî tasavvuf incelemelerine yol açmı tır. En ünlü Mes-
nevi erhleri, özellikle Ankaralı Rusûhî Dede'ninkiyle (ö. 1631) San Abdullah’ın-
ki (ö. 1660), Osmanlı Türkiye’sinde yazılmı tır. Bunlann, genellikle, lbnü’l-Ara-
bî’nin felsefî sistemi ı ı ında yapılmı olması dikkate de er.
Mevlevîlik, kendisini, Fars edebiyat ve kültür geleneklerinde yeti mi Osmanlı
aydınlan, özellikle bürokratik sınıf arasında kabul ettirmi tir. Böylece Mevlevîlik, ba -
lıca esinini Farsçadan alan klâsik Osmanlı edebiyatının yaratılı ında önemli bir etmen
olmu tur. 18. yüzyıl Osmanlı müzisyen ve airlerinin ba ında Mevlevîler gelir. Klâsik
Osmanlı sanaü üzerindeki derin etkilerinin yanı sıra Mevlevîler, Bektâ îler gibi, bütü-
nüyle kendi Mevlevî geleneklerine dayalı bir müzik ve edebiyat yaratmı lardır.
Notlar
1 Mihail Ducas, lstoria Turco-Bizantina (1341-1462), yay .haz: V. Grecu, (Bükre , 1946), s. 148-
150. Türkçe çevirisi: Bizans Tarihi, çev. V. Mırmıro lu, ( stanbul, 1956). Bedreddîn ve ayaklanma
üzerinde geni bir inceleme, bkz. A.Y., Ocak, Zındıklar veMülhidler, ( stanbul, 1998), s. 136-202.
2 Bu sözcükler, “ayıplamak", “kınamak” anlamına gelen Arapça melâm, melâmet sözlerinden türe-
mi tir.
3 Franz Babinger, “Von Amurath zu Amurath”, Oriens, 111, 2 (1950): 245.
4 F. Grenard, (Grandeur e t Décadence de l'Asie, Paris, 1939) bu bölgedeki Bektâ ı nüfusunu 20.
yüzyıl ba larında bir milyon olarak hesaplamı tır.
5 J.K. Birge. TheBekCashiOrderofDervishes, (Londra, 1937).
6 Safiyüddîn Erdebilî (1252-1334), Safavî tarikatının kurucusu ve hanedanın atasıdır.
7 Ya amı hakkında birincil kaynak bulunmayan Balım Sultan (ö. 1516). tarikatın ba ına 1500 do-
laylarında geçmi tir.
8 Me hur Osmanlı profesyonel musahib ve gezgini Evliya Çelebi (1611-1684‘ten sonra), gezilerini
anıtsal yapıtı Seyahatname’de anlatmı tır. Bu anıtsal eser. Yapı Kredi Yayınlan arasında yayımlan-
maktadır.
9 Tarihçi, sosyolog ve filozof lbn Haldun (1332-1406), Tunus do umludur, Tarih felsefesi üzerine
büyük yapıtı al-Mıtkaddime ile ünlüdür.
10 lbn Taymiyya (1263-1328), büyük bir Hanbelî kelâma ve hukukçusudur.
209
Osmanlı Hanedanı Soya acı
r _ . T—
1 --------- 1
Alâeddîn Ali Pazarlu Çoban Hamid M dik F aL Orhan (1324-62)
1 I ı - 1
Halil lbrahim I. M urat (1362-89), Gâzi Hüdâvendigâr
Süleyman Pa a (ö. 1357)
1 1
Ya'kup (ö. 1389) I. Bayezit (1389- 1402), Yıldırım
Savcı
f ----------- I
1 1 1 1 1
Musa Çelebi ' . ,ı M ustafa, Düzme I. M ehmet (1413-21) Kiri çi Isa Çelebi
Süleyman Çelebi
(1411-13) E" 08" " (1 4 2 1 -2 )
(1402-11)
1 1 ' l.
Orhan II. Murâd (1421-44, 1446-51)
Mustafa Küçük (1422-23) Kasım Hatsî
f_ . - ...
ı 1 1
Alâeddîn Ali (ö. 1443) Ahmet (ö. 1451) O rhan II. M ehmet (1444-6, 1451-81), Fâtih
1---- 1 — 1
Mustafa (ö. 1474) Cem (14 8 1 ,0 . 1495) II. Bayezit (1418-1512), Veli
|
1 1 ı 1 1
Ahmet ehin ah Alem ah Abdullah I. Selim (1 512-20), Yavuz
Korkud(ö. 1513)
(ö. 1513) (ö. 1511) (ö. 1510) 1
I. Süleyman (1520-66), Kânûnî
1 1 1 “ 1
1 1 II. Selim (1566-74), San
Orhan Mustafa (ö. 1553) Cihangir Mehmet (ö. 1543)
Bâyezit (ö. 1561)
III. Murat (1574-95)
1 1
I. Mustafa (1617-18, 1622-23) I. A hmet (1603-17)
1 1 1
1. brahim (1640-48), Deli II. Osman (1618-22), Genç IV. Murat (1623-40)
(I. brahim)
1
1 1 1
11. Süleymân (1687-91) IV. M ehmet (1648-87), Avcı II. Ahmet (1691-95)
212
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
213
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
214
____________ OSMANLI TAR H KRONOLOJ S ________________________
215
_______________ OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)________________
216
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
21 8
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
1570 Çarla barı görü meleri; Uluç Ali'nin Tunus'u alması (ocak); Kıbrıs
seferi-, Lefko e'nin fethi.
1571 Osmanlılara kar ı Papa, spanya ve Venedik arasında KuLsal ltıi-
fak'ın kurulması (20 Mayıs); OsmanlIların Magosa'yı fethi (1 A us-
tos); Inebahtı Sava ı (7 Ekim).
1572 Devlet Giray'ın Moskova'yı istilâ etmesi; Osnıaıılılar Valois Haneda-
nından Henri'nin Polonya tahtına geçmesini sa lıyor; AvusturyalI
Don Juan'ın Tunus'u alması (ekim).
1573 Venedik’le barı antla ması (7 Mart); imparatorla barı ın yenilen-
mesi (3 Ekim),
1574 Sinan Pa a’nın Tunus'u geri alması (24 A ustos); II. Selim'in ölü-
mü (12 Aralık).
1577 mparatorla ban ın yenilenmesi (1 Ocak).
1578 Vezir-i Âzam Sokollu Mehmet Pa a’nın katli; ran’la sava (bahar);
Çıldır'da Lâlâ Mustafa Pa a'nın zaferi (10 A ustos); Gürcistan, ir-
van ve Derbent'in ilhakı; Fas’ta Alkazar Sava ı (4 A ustos).
1579 Iran kar ı saldırısı.
1582 Kur Irma ı'nda Osmanh yenilgisi.
1583 Be tepe'de Osman Pa a'nın zaferi (6 Haziran).
1585 Osman Pa a’nın Tebriz’i alması (eylül).
1587 Büyük Abbas'm ran ahı ilân edilmesi.
1588 Osmanlılann Karaba 'ı fethi.
1589 stanbul'da yeniçeri isyanı (3 Nisan).
1590 ran'la ban (21 Mart); imparatorla ban ın yenilenmesi (29 Kasım).
1591-1592 Yeni yeniçeri isyanlan ve hükümette de i iklikler.
1593 stanbul'da sipahilerin isyanı (27 Ocak); Sinan Pa a vezir-i âzam olu-
yor; Sisak'ta Osmaniı yenilgisi (20 Haziran); Avusturya ile sava
(güz); Sinan Pa a Macaristan'da; Veszprem’in alını ı (13 Ekim).
1594 Sinan Pa a’nın Yanıkkale’yi alması; Eflâk Voyvodası Mihai'nın is-
yanı.
1595 Habsbuıglar, Eflâk, Bo dan ve Erdel beyi arasında Osmaniı kar ıtı
ittifak (ocak); III. Murat’ın ölümü (16 Ocak); III. Mehmet'in cülusu
(27 Ocak); Sinan Pa a Eflâk'ta (a ustos); Sınan ın geri çekilmesi
(ekim); AvusturyalIlar Istolni Belgrat ve Vi egrad'da (8 Eylül); Ef-
lâklı Mihai Dobruca'da.
1596 III. Mehmet'in Macaristan seferi; E ri’nin alını ı (23 Eylül); Haçova
Meydan Sava ı (26 Ekim); Anadolu’da celâli isyanlan.
221
________________ OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)______________
222
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
225
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
226
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
227
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
1715 Venedik eline geçen Ege Adalarının fethi (Haziran); M ora’da hare-
kât (A ustos); Girit'te Suda kalesi fethi.
1716 Avusturya’ya kar ı sefer açılması (24 Nisan); Varadin Bozgunu; Silâh-
dâr Ali Pa a’nın ehâdeti (5 A ustos); Teme var’ın dü ü ü (20 Ekim).
1717 Belgrat’ın dü ü ü (18 A ustos).
1718 Nev ehirli brahim sadrazam (9 Mayıs); Avusturya ile Pasarofça
ban anüa ması (21 Temmuz).
1719 Büyük stanbul depremi (25 Mayıs); büyük stanbul yangım (21-
22 Temmuz).
1723 ran Safevîlerinin sonu, Do u seferi, Gürcistan'da fetihler (Tem-
muz); Ruslann Kafkasya’da ilerlemeleri; Kerman ah’ın Osmanlı ta-
rafından i gali (15 Ekim).
1724 Hoy kalesi fethi (6 Mayıs), Osmanlı Devleti ve R usya arasında
ran'ın payla ılması antla ması (13-24 Haziran); Hemedan Fethi
(31 A ustos); Revan'ın Fethi (3 Ekim).
1725 Tebriz'in Fethi (3 A ustos); Gence'nin fethi (4 Eylül); Luristan'ın il-
hakı (6 Eylül).
1726 E ref ah'ın Hilâfet iddiasıyla ran’daki Osmanlı fetihlerinin geri ve-
rilmesi iste i, Padi ah'ın “Hilâfet bölünmez" cevabı (12 Mart); mat-
baanın kabulüne karar.
1727 ran’la Hemedan ban ı (4 Ekim); brahim Müteferrika matbaasının
açılması.
1730 ran'da Nâdir ah'ın ortaya çıkması, Nevahend’i geri alması (2 Tem-
muz); III. Ahmet’in ark seferi (3 A ustos); Patrona Halil isyanı (28
Eylül); III. Ahmet’in saltanattan çekilmesi; I. Mahmut'un cülûsu (1-
2 Ekim); Patrona Halil isyanının bastınlması (15 Ekim).
1731 ran'da Kerm an ah’ın geri alınması (30 Temmuz); Topal Osman
Pa a sadrazam (10 Eylül); ran’da fetihler: Urmiye (11 Ekim), Teb-
riz (4 Aralık).
1732 Osmanlı-Safevî ban ı (10 Ocak); Hekimo lu Ali Pa a sadrazam (12
Mart).
1733 Nâdir ah Ba dat önlerinde, Topal Osman Pa a’nın Ba dat zaferi
(19 Temmuz).
1736 Rusya’ya sava ilânı (16 Haziran); Osmanlı-lran ban ı (17 Ekim);
Rus ordusunun Kınm'a girip Bahçesaray’ı yakması.
1737 Hekimo lu Ali Pa a’nın Rusya müttefiki Avusturya ordusunu Ban-
yaluka’da yenilgiye u ratması (4 A ustos).
22 8
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
229
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
231
1820-1822 Tepedelenli Ali Pa a'ya kar ı harekât.
1821 Bo dan’da Ipsilanti Rum ayaklanması ve Çar’ı ça ırması (6 Mart);
Mora’da Yunan isyanı (12 ubat); stanbul’da Patrik'in idamı (22
Nisan).
1822 Tepedelenli’nin katli (24 Ocak); Yunan ba ımsızlık ilânı (13 Ocak);
Sakız isyanı ve bastınlması (23 M art-18 Nisan).
1823 Osmanlı-lran barı ı (28 Temmuz).
1824 Mısır’dan brahim Pa a’nın Mora isyanını bastırm aya ça rılması
(1 Nisan); Mehmet Re it Pa a'nın seraskerli i ve M ora'ya hareketi
(13 Kasım).
1825 Mora isyanının bastınlması (24 ubat).
1826 Missolonghi’nin zaptı (22-23 Nisan).
1827 Atina'nın zaptı (5 Haziran); Rusya ile Akkerman antla ması (7 Ekim);
Avrupa müttefik donanmasının Navarin’de Osmanlı donanm asını
yakması (20 Ekim); ilk buharlı gemi.
1828 Rusya ile sava (26 Nisan).
1829 “Kıyâfet nizâmı" (3 Mart); Yunan devletinin kurulması (15 A us-
tos); Rusya ile Edime antla ması (14 Eylül): Tuna a zı, Anadolu’da
Anapa, Poti, Ahıska, Ahılkelek kaleleri Rusya’ya bırakılıyor, Gürcis-
tan’da Rus egemenli i tanınıyor, a ır sava tazminatı, Rusya Mem-
leketeyn’i (Eflâk-Bo dan) bo altacak.
1830 Yunan ba ımsız devletini Osmanlı Pâdi âhının tanıması (24 Nisan);
Osmanlı-Amerikan Ticaret ve Seyrüsefer antla ması (7 Mayıs); Pa-
di ah’ın Rumeli gezisi; Fransa’nın Cezayir’i i gali (5 Temmuz); Sır-
bistan’ın özerkli i (29 A ustos).
1831 Takvîm-i Vekâyi'nin çıkması (1 Kasım).
1832 Sisam ’ın özerkli i (10 Aralık); M ısır'da M ehmet Ali’nin isyanı;
Konya sava ı (21 Aralık); Mısır ordusu Kütahya’da (2 ubat); Rus
filosu Bo aziçi’nde (20 ubat).
1833 Osmanlı-Rus savunm a antla ması: Hünkâr skelesi (26 Haziran- 8
Temmuz), Bo azların Rusya lehine yabancı gemilere kapanm ası;
Avusturya-Rusya arasında Do u sorunu üzerinde antla m a (6-18
Eylül).
1834 lngilizlere Fırat üzerinde Seyrüsefer müsaadesi (29 Aralık).
1838 Ba vekâlet ihdâsı, ilk ba vekil Mehmet Emin Rauf Pa a (30 Mart);
Osmanlı-lngiliz Ticareti üzerinde Balta Limanı antla ması (16 A us-
tos).
23 2
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
1839 Mısır ordusunun Nezib zaferi (24 Haziran); II. Mahmut'un ölümü;
Abdülmecit’in cülûsu (1 Temmuz); Koca Hüsrev Pa a sadrazam (2
Temmuz); Hain Ahmet Pa a'nın donanmayı Mısır’a kaçırması (3
Temmuz); Gülhane Hatt-i Hümâyûnu ile Tanzimat devri açıldı (3
Kasım).
1840 Mısır sorununu çözmek için büyük devletler arasında Londra ant-
la ması; Beyrut'a çıkarma ve ehrin i gali (15 Ekim); Mısır valili i
Mehmet Ali’ye verilir; Avusturya, ngiltere, Prusya arasında Londra
Konvansiyonu (15 Temmuz-17 Eylül): Rusya Hünkâr lskelesi’nde
sa ladı ı tek taraflı himayeden vazgeçer.
1841 Bo azlar antla ması (13 Temmuz).
1842 Abdülhamit’in do umu (21 Eylül).
1843 Askerî slahat: vilâyetlerde redif askeri uygulaması.
1845 Cebel-i Lübnan sorunu, idadî mekteplerinin kurulu u.
1846 Mehmet Ali’nin stanbul’u ziyareti (19 Temmuz); Mustafa Re id
Pa a’nın ilk sadrazamlı ı (28 Eylül); Dede Efendi'nin ölümü (30
Kasım).
1847 Maârif-i Umumiyye Nezâreti’nin kurulu u; Memleketeyn sorunu;
Balta Limanı antla m ası (1 Mayıs); Mehmet Ali'nin ölümü (1
A ustos).
. 1849 Mülteciler sorunu (25 Aralık).
1851 Encümen-i Dani ’in açılması (18 Temmuz).
1853 Prens Men ikov’un stanbul'a gelmesi; Makâmât-i Mübareke soru-
nu; Rusya’nın Osmanlı Ortodoks tebaası üzerinde himaye iddialan
(28 ubat); Nesselrode’un notası ve Ruslann Memleketeyni i gali
(3 Temmuz); ngiliz ve Fransız donanmaları Be ike körfezinde (25
Haziran); Rusya’ya sava ilânı (4 Ekim); Osmanlı Olteniça zaferi (5
Kasım); Ahıska bozgunu (26 Kasım); Ruslann Sinop baskını, do-
nanma yakıldı (30 Kasım).
1854 ngiliz ve Fransız donanmaları Karadeniz’de (3 Ocak); memleke-
teyn’in bo altılması için Rusya’ya ültimatomlan (27 ubat); Yunan
ba ıbozuklan Tesalya ve Epir’e girerler, Türk-Yunan ili kileri kesilir
(Ocak- ubat); ngiltere, Fransa Osmanlı Devleti'ne askerî yardım
taahhüt ederler (12 Mart); Ruslann Dobruca'yı istilâsı, Fransa ve
ngiltere Rusya’ya sava ilân ederler (27 Mart); Ömer Pa a’nın Ga-
latz'ı i gali (17 Nisan); Müttefik donanması Odesa’yı bombalar (22
Nisan); müttefik kuvvetleri Yunanistan'da (5 Mayıs); Silistre ku at-
233
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
234
OSMANLI TAR H KRONOLOJ S
235
OSMANU MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)
1897 Osmanlı Devleti Yunanistan'a kar ı sava ilân eder (17 Nisan); Sır-
bistan ve Bulgaristan’ın sava a katılma kararını Büyük devletler
önler, Osmanlı kar ı saldınsı (18 Nisan); Yunanistan'ın geri çekili i
(25 Nisan); Balkanlarda statu quo'yu korumak için Rusya-Avus-
turya antla ması (30 Nisan); Ordunun Atina’ya yürüyü ü; Dömeke
zaferi (12 Mayıs); Büyük devletlerin müdahalesi ile ban (4 Aralık):
Tesalya Yunanistan'a, Yunanistan’dan 4 milyon altın tazminat, Gi-
rit'e özerklik (18 Aralık).
1900 Gâzî Osman Pa a’nın ölümü (4-5 Nisan) ; Fransız-ltalyan antla ma-
sı: Fransa Fas'ta, talya Trablusgarp'ta serbest hareket edecek (14
Aralık).
1901 Fransız donanmasının Midilli saldınsı (5 Ekim).
1902 Makedonya, Selânik, Manastır ve Kosova vilâyetlerinde karga a
(21 Eylül) (3 milyon nüfusun yansı Müslüman).
1903 Büyük Makedonya ayaklanması (2 A ustos-25 Kasım), Büyük
Devletlerin müdahalesi: Murzsteg Programı (22 Ekim); Reformlar.
1904 V. Murat'ın ölümü.
1905 II. Abdülhamid'e Ermeni suikastı: Bomba olayı (21 Temmuz).
1908 Çar ve VII. Edward arasında Reval Mülâkati; kinci Me rutiyet'in ilâ-
nı (23 Temmuz), Makedonya'da ban ve Büyük Devletlerin payla -
ma planlanmn son bulaca ı ümidi; Avusturya Bosna-Hersek'i ilhak
etti ini ilân eder (5 Ekim); Yunanistan Girit'in ilhakım ilân eder (6
Ekim); Meclis-i Mebûsân’ın açılı ı (17 Aralık): 142 Türk, 60 Arap,
25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni, 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1
Ulah mebûs.
1909 31 Mart Vak'ası (13 Nisan); Tevfık Pa a sadrazam (13 Nisan); Er-
menilerin Adana vak’ası (14 Nisan); Hareket Ordusu stanbul’da
(23-24 Nisan); Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi (27 Ni-
san); V. Mehmet Re ad’m cülûsu (27 Nisan).
1910 Çıra an yangını ( 19 Ocak) ; Arnavutluk’ta isyan ( 1 Nisan) ; Bâb-i
Âlî yangını (4-5 Ocak); Sultan Re ad'm Rumeli seyahan (5 Hazi-
ran).
1911 Trablusgarp için talya ile sava (23 Eylül-4 Ekim).
1912 Meclis-i Mebüsânın feshi (18 Ocak); Rum i birli iyle talya’nın 12
Ada’yı i gali (24 Nisan-20 Mayıs); Said Pa a’nın istifası (16 Tem-
muz); ttihat ve Terakki iktidannın sonu; Balkan Harbi'nin ba la-
ması (8 Ekim); Bulgar ordusu Çatalca önünde (15-19 Kasım), Ça-
237
________________OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAÜ Q3UU-lbUU)_________________
239
SÖZLÜK
Burada yer verilen terimler esas olarak 1300-1600 dönemi için geçerlidir. Kelimeler önce m e-
tinde geçti i gibi, çevrimyazı yapılmadan verilmi , parantez içinde de Encyclopaedia of Islam,
2. baskıda kullanılan çevrimyazı alfabesiyle orijinal ekilleri belirtilmi tir.
KISALTMALAR
A Arapça
Y Yunanca
t talyanca
L Latince
F Farsça
S Slav dilleri
SP spanyolca
T Türkçe
a h d n â m e (F. ‘a hdnâm a): Bir cemaate, hükümdara veya ki iye; bir ayncalık, muafiyet v e y a y et-
ki veren, padi ah tarafından yemin altında yazılı olarak verilmi güvence belgesi,
a k ç a veya a k ç e (T.): Gümü Osmanlı parası.
a s k e r i (A. 'a s k a ri) : ( l ) Kelime anlamı asker sınıfından; (2) Vergiden tam muafiyete sahip a ske-
ri y a da dinî seçkinlere dahil bütün gruplar; kendilerine padi ah beratıyla böyle bir statü b a h -
edilen gayrim üslimler de askerî sayılır,
a v a rız (A. ‘avvârid): Fevkalâde durumlarda devlet tarafından ço unlukla donanm ayı destekle-
mek için koyulan ola anüstü salgun vergi ve hizmet yükümlülükleri; belirli sayıda reâyâ h ane
halkı avarız vergi hanesi olarak kaydedilir,
aze b (A. azab): (1) Genç bekâr erkek; (2) Masrafı avânz sistemi çerçevesinde yerli halk tarafın-
dan kar ılanm ak üzere orduya yazılan yardımcı piyade; (3) donanmadaki cenkçiler.
b a c (F. bâj): Satılık mallardan y ük veya kutu ba ına alınan çar ı veya transit resimleri,
b a rc a veya b a rç a (eski Venedikçe: barca): 600 x 8 ton kapasiteli, toplarla teçhiz edilmi b üyük
gemi.
b a tin a (SI.): Osmanlı raiyyet çiftli ine denk dü en Balkan köylü aile çiftli i. Osmanlı dönem i
240
SÖZLÜK
öncesi statü ve hizmet yükümlülükleri Osmanlı döneminde dc devam eden gruplar için bu
Slav terimi kullanılırdı.
b e y tü lm a l (A. bayt a!-mâl): (l) devlet hâzinesi; (2) vârisi bulunmayan, dolayısıyla da devlet
hâzinesine ait olan miras,
b e d e sta ıı veya b ed este n (F. bezzâzistaıı'dan): Kaysariyya veya Roma bazilikası ile e anlamlı,
çar ının ortasında, de erli kuma , mücevher ve silâh gibi ithal mallann depolandı ı ve satıldı-
ı üstü örtülü sa lam ta bina; vakıf parası bedestende muhafaza edilir, ileri gelen tüccarlann
burada dükkânları bulunurdu,
beg veya b ey (T.): (1) Orta Asya Türk devletlerinde ve kurulu unun ilk yıllarında OsmanlIlarda
hükümdâr; (2) komutan; (3) umar sisteminde sancak veya zcâmct sahibi komutanının unvanı,
b e glerbeg i veya b eylerbeyi (T.): Mîrmîrân ile e anlamlı: beylerbeyiligin genel valisi,
b e g le rb e g ilik veya b ey lerb ey illk (T.); Eyâlet veya vilâyet ile e anlamlı; bu terimlerin hepsi
OsmanlIların beylerbeyi tarafından yönetilen en büyük darî birimi kar ılı ında kullanılır,
b e ra t (A. barât): Üzerinde padi ah tu rası bulunan tevcih fermanı; men ur da denir,
bo g a si veya b o h a ssi (T.): Hamideli'nde çok miktarda üretilip Balkanlara, Kırım, Macaristan ve
ba ka Avrupa ülkelerine ihraç edilen ince pamuklu kuma .
B oz-U lus (T.).- Dogu Anadolu'da bir Türkmen a iret konfederasyonu.
ceb e lü (T.); tımar, zeâmet veya has sahibinin sefere katılırken yanında götürdü ü tam teçhizat-
lı-silâhlı refakat eri.
c e lâ lî (T. Djelâ li).- Ço unlukla sekban ve saruculardan olu an paralı asker grupları; Bunlar
i siz kalınca e kıya çetelerine dönü tüler, 1596-1610 döneminde tüm A n adolu'y u harab
ettiler.
c ih a d (A. djihâd); Islâmiyette kutsal sava ,
c izy e (A. djizya): Gayrimüslim yeti kin erkeklerden alınan slâmî ba vergisi; ilk çıkı ında ki i-
nin durum una göre 12, 24 veya 48 dirhem güm ü alınırdı-, vergi defterlerindeki üç kategori
öyleydi; çalı an yoksullar (ednâ), vasat gelirli olanlar (evsat) ve hali vakti yerinde o lanlar
(â'lâ); ancak Osmanlılar ço unlukla bu vergiyi her hane ba ına e it olarak aldılar, m iktan da
bir altın y a da bunun gümü akçe olarak kar ılı ı idi.
ç ifth a n e sistem i; Bu sisteme göre devlet, kırsal toplumu ve ekonomiyi, tahıl üretilen topraklara
el koyup bunları tapu sistemi çerçevesinde köylü ailelerine (hane) da ıtarak örgütlüyordu. Te-
orik olarak bir çift öküze sahip olan her haneye, hanenin geçimini ve vergi yükümlülüklerini
yerine getirmesini sa layacak büyüklükte bir arazi (çiftlik) veriliyordu. Devletin koruyup de-
vam ettirmeye çalı tı ı temel fıskal birim buydu. Yanm çiftlikten daha azına sahip olan h a n e -
ler, veya bekâr köylüler bennak ve mücerredi (veya kara) olarak ayn bir kategoriye sokuluyor
ve daha dü ük çift vergisine tabî tutuluyorlardı,
ç iftlik (T.).- (1) çift-hane sistemi çerçevesi içinde bir çift öküz ile i lenebilen toprak v ey a k apsadı-
ı tarlalar; bir araya getirildi inde bir köylü ailesinin (hane) tarım arazisi; (2) topra ında ika-
met etm eyen bir toprak sahibine ba lı çe itli raiyyet çiftliklerinden olu an b ü y ü k çiftlik; (3)
plantasyon benzeri her türlü tanm birimi,
ç ift v e rg is i (T.); çift-hane sisteminde köylünün çalı ma kapasitesini tasarrufundaki toprakla bir-
likte ele alıp de erlendiren bir vergi türü, çift resmi.
d e v irm e (T.): Kırsal alandaki Hıristiyan ahalinin küçük erkek çocuklarının saray d a v e y a ordu
bölüklerinde hizmet vermek üzere toplanması; aynca bkz. k u l.
241
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
d ivân (F. diwân): ( I ) stanbul'da hükümet ve en üst mahkeme olarak çalı an imparatorluk yük-
sek kurulu: (2) hükümet; (3) devlet hâzinesi,
d olab (F. dölâb): (I) dönen bir alet; (2) sudobali; (3) karı ık, kanuna aykın i ler, (4) banka.
E llâk lar (Vlah, Ulah halkı): Çogu-göçer olan Eflâklar, 15. yüzyılda Osmanlı idaresi altında aske-
ri vc dlger kamu hizmetleri için örgütlenmi tir,
ekinlik (T ): bkz. ın ezra'a.
em in (A. âmin): (1) güvenilir ki i, nezaret eden, yöneten ki i, ef; (2) bir kamu i ini yürütmek
üzere tayin edilmi malî sorumluluk ta ıyan sultan temsilcisi; (3) sarayda veya hükümette er-
zak ikmali vb.'ndcn veya bir kamu i ine nezaret etmekten sorumlu dairenin ba ı,
e k ü n d (T.): (I) "seferii"; (2) askeri seferlere, yani e küne katılmakla görevlendirilen tımar sa -
hipleri.
fay ’ (A. fay'): Bir ccmaat olarak Miislümanlanıı veya Islâm devletinin ortak ve elden çıkanlmaz
mülkü (topra ı).
f ay lo r (Isp. feltor): Portekiz Hürmüz kaptanının 16. yüzyılda Basra’daki temsilcisi,
fera (A, faıaglı): Bir mülkün veya mülk üzerindeki tasarruf haklarının yasal olarak ba kasına
devri.
fetv â (A. I'ctvvâ): Fıkıh konusunda uzman ve yetkili biri tarafından verilen yazılı ve resmi yasal
görü .
ga za (A. ghazâ): Islâm davası için yapılan sava , kâfirlere kar ı kutsal sava ,
gâ zî (A. ghazi): slâmiyet için çarpı an Müslüman sava çı,
gula n ı (F. ghulâm): bkz. kul.
h a n e (F. khana): (I): ev ; (2) aile; (3) vergi birimi olarak hane halkı,
h a ra ç (A: kharâdj); (1) cizye; (2) devlet mülkiyetindeki miri tanm arazisini tasarruf eden gayri-
müslimlerden alman birle ik toprak vergisi (harac-ı arazi) ve köylü ba vergisi (harac-ı ruûs);
(3) genel olarak vergi; (4) müslüman olmayan bir devlet tarafından bir slâm devletine öde-
nen vergi.
h a ra c ı a razi: Islâmiyetin ilk dönemlerinde ö ürden daha yüksek miktarlarda vergi (haraç) kar ı-
lı ında gayrimüslim çiftçilerin tasam ıfuna bırakılan devlet mülkiyetindeki tanm arazisi,
h a sll (A. hasil): (1) ürün, toplam, gelir; (2) tahrir defterlerinde bir köy veya ba ka birimlerden
elde edilecek gelirlerin toplamı,
h a s veya h a s s a (A. khâss): (1) seçkinler tabakasından birine veya padi aha ait; (2) seçkinlere
veya padi aha ba lanmı gelirler; (3) bir umar sahibinin kontrolüne tahsis edilmi tarla veya
bag.
h a v a ss-i h u m a y u n (A. khawâss-i hümâyûn): Tımar sisteminde padi aha, fiilen merkezi devlet
hâzinesine ayrılmı gelir kaynaklan; havass ya do rudan padi ahın temsilcileri tarafından, ya
da mukataa (iltizamı) vasıtasıyla toplanırdı,
h a v a le (A. haw âla): uzak mesafedeki bir gelir kayna ındaki patanın yazılı talimaüa bir görevli-
ye veya i e tahsisi, hem devletin hem de özel ki ilerin malî i lerinde kullanılır,
h a y d u k veya h a y d u d : (1) kelimenin kökeni: Macarca düzensiz piyade birliklerine verilen isim;
(2) e kıya.
h u tb e (A. khutba): Cuma namazlannda veya dini bayramlarda haüp v eya cem aat lideri tarafin-
242
SÖZLÜK
dan camklc verilen vaaz duada ıkndaı Jjki hukuındâıın adlının anılması «kkın. Ov m m Ii ¡vı fi
ahlan, dini iankat evhlenni büyük camilcre hatip tavın ak-ılenli; isminin anılması p nlı^lmı
hükümranlı ının nıc nıtiycıimn kabul erkli inin bir simgesi h.ıü"! aklı
ic a r a te y n VA. ¡.;.'>M!aynV ikili kiralama sıstcnıi, Buna v-oto vakıl' rnulk kiracısı. ımılkıı kullan
mak Kin cncc pe in olarak ¿mu accele' önemli mi mebla odetdi, ikinci olaıak da aylık kiıa
(mü'eccele) verirdi; bu sistemde kitacı mülk üzerinde >,ok tcıu* lasamıl hakkına sahipli,
im am (A. imâm) ( P ibadete önderlik eden ki i. (2) ivvgjunbcım haleti, halile. (3) Mtıslunuın
bir devletin ba ı
m are t (A. ımârat): (I) Vakıfkülliycleriııc bafclı a evleri p Vakıf hiııalan iı'plamı, külliye
ir s a la t veya irsaliy y e (A. irsâîât, irsâliyya) (I) askeıi biıliklerin tukı timine yönelik ımıllaı ve
ya devlete ait kargo; (2) vilâyetin gelir fazlasından merkezi hâzineye gönderilen nakit pata
isp e n ce (S . kökeni, jupanitsa): Osmanlı öncesi Sırbistan'da feodal beje ba veıgisi; Osıııaıılı dö
neminde de ola an bir vergi olarak devam etti ve ço unlukla tımar gelirlerine dahil edildi,
istim a let (A. istimâlat): (1) Kelime anlamı; bir kimseyi bir eyi kabule yatkın hale getirmek, (2)
fethedilen yerlerdeki veya dü man topraklanndaki ahaliyi kazanma kaı ılıgı olmak kullanılan
bir Osmanlı terimi.
k a p a n (A, kabbân); (!) Kamuya ait yerlerde kullanılan buyuk bir u m aleti; (2) mallan tarup re-
simleri toplamak için bu u ru aletinin koııdugu kervansaray veya çar ı,
k a za (A. k â d â). (1) kadının yetkisi; (2) eyâlet içinde kadının yetki alanına denk dü en idari l>l
le v e n t (F. lawand): i. ba ıbo reâyâ; 2. hizmederine ihtiyaç duyuldu u zaman gemileriyle Os-
manlI donanmasına katılan korsanlar,
liv a (A. liwâ); bkz. sancak.
m a k tu (A. maktü'): kira veya vergi bedeli olarak belirlenmi toplam miktar,
m a lik â n e (F. mâlikâna): 1. Büyük toprak sahibine ait (mülk), 2. Hayat boyu veya irsi olarak
verilen mukaıaa.
243
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
m arto lo s: Osmanlı öncesinde var olan bir milis grubu. Osmanlılann da devam ettirdi i bu milis
gücü ço unlukla sınır boylannda kom u ülkelere akın ve istihbarat hizmetleri veriyordu,
m a la h (A. mashlah): A rabistan'da deve yününden yapılan geni bir pelerin,
m e v a t (A. mavvât): “ölü" toprak için kullanılan hukuki bir terim: terkedilip uzun süre ekilmemi
arazi ya d a çöl. orman ve bataklıklar gibi çorak arazi,
m e zra'a (A. mazra'a): (1) i lenen toprak; (2) üzerinde daimi bir yerle im olmayan geni tarım
arazisi-, terkedilmi bir köy veya bir civar köy tarafından ıslah edilip tanm a açılmı arazi,
m illet (A. milla): Islâm devletlerinde özerk dinî örgütlenmesi devlet tarafından resm en ta n ı-
nan cemaat; Osmanlı im paratorlu un’daki milletler, özerk statülerini geni leten ve ö rg ü t-
lenmelerine resmî laik nitelik kazandıran nizâmnâmeleri 1 8 60'lardaki ıslahat dönem inde
elde ettiler.
m iri (F. mîrî): hükümdâra veya devlete ait olan.
m u a f (A. mu'âO; Vergiye tâbi olm ayan, (vergiden) affedilmi .
m u d a ra b a (A. mudaraba): Ban'daki commenda'mn kar ılı ı olan mudaraba, serm ayeyi temin
eden ki i ile kervan tüccan arasında yapılan bir sözle medir, buna göre iki taraf kân e it ola-
rak payla ır.
m u h te sib (A. muhtasib): Kadının Müslüman ahalinin kamu ya amında ve alı veri lerinde eri-
a t kurallanna uygun davranm alannı kontrol eden adamı, müfetti ; özellikle çar ı bölgesinde
faal olup, a ırlık ve ölçüleri, mallann fiyat ve kalitesini kontrol ederdi,
m u k a ta a (A. m ukata'a); (1) Kira mukavelesi, iltizam; (2) kiranın kendisi; (3) senelik tahm ini
yapılıp maliye kayıtlarına ayn bir birim olarak geçirilen gelir kayna ı,
m u k a ta a lu (T.): Mukataa sistemi çerçevesinde kiraya verilen devlet arazisi,
m u k u s (A. muküs): (1) gümrük v eya tüketim resmi; (2) eriatça onaylananlar dı ında kalan
her türlü küçük resim ve vergi,
m ü lk (A. mülk); Devlet mülkiyeti kar ısında tam mülk sahipli i; kr . mirî,
m ü sellem (A. musallam); (1) vergiden muaf; (2) askerî hizmet kar ılı ında çe itli vergi muafi-
yetlerinden yararlanan reâyâ kökenli bir milis grubu,
m ü a ’ (A. m ushâ'): ( l) Kolektif mülkiyet; (2) Mü terek toprak.
n a rh (F. narkh): ihtiyaç maddeleri zorunlu azami fiyat listesi, yerel kadı tarafından periyodik
olarak saptanır.
n i a n c ı (T.): Divân-i Hümâyûnda, tüm beratlan denetlemek ve bunlara padi ah tu rası (ni an)
çekmekle sorumlu üye; özellikle miri arazinin ve tımar sisteminin idaresinden sorumlu,
nü z u l (A. nuzul): (1) misafire ikram edilen yemek; (2) ordu veya donanmanm ikmali için fıskal
hane halkı birimleri üzerine konulan aynı vergi, aynca bkz. av ârız.
oc ak (T.); (1) ömine; (2) Yaya ve voynuk gibi askerî örgütlerde hane halklarından olu an bi-
rim; (3) bir askerî örgütün tümü veya bir bölümü, Yeniçeri Oca ı gibi,
o rtak ç ılık (T.): Tapu sistemi çerçevesinde topra ın tasarrufuna ve i leme hakkına sahip olan re-
âyanın aksine, ortakçı ba ka birine ait topra ı i ler. Toprak sahibi genellikle üretim araçlannı
temin eder, bazen bannacak yer de verir ve ürünü e it olarak payla ırlar; ortakçı kul ise, sahi-
bi için bu temelde çalı an köledir,
o sm a n i (A. 'u m âni): (1) Osmanlı padi ahına ait; (2) Osmanlı gümü parası akça veya akçeye
Arap ülkelerinde verilen isim.
244
SÖZLÜK
p i k e (F. pishkesh): Üst mevkideki birine verilen, üstün otoritesinin vc himayesinin kabul edil-
di ini sim geleyen arma an,
p oliçe ( t. polizza): Kredi mektubu.
p ro n ia r (Y.): Bizans mparatorlu unca askerî veya idari hizmet kar ılı ında kendilerine toprak
geliri ba lanan ta ra askeri, Osmanlı tımar sistemindeki gibi.
iî (A. sh îT ): Sünnîli e kar ı olan iîler i'a mezhebine mensupturlar. Hz. Muhammed'in ölü-
m ünden sonra me ru imamlı ını, dinî-politik önderli in Peygamber’in kuzeni vc damadı
Ali'nin ve onun soyunun uhdesinde olmasını savunurlar. Genelde iîler Tannsal vahiy ve
Tann ve yaranklan arasındaki aracılı ın iî imam ile sürdü üne inanırlar. Mehdi nin, yeniden
görünece i güne kadar, müetehidler gaip imam'ın sözcüleri olarak Islâm cemaati üzerinde en
üst dinî-politik otoriteye sahip olacaknr. ran'da Safevîlerin 1501 de tahta çıkmasıyla bu düze-
nin kuruldu una inanıldı. Bu durum, Osmanlı devletiyle Iran arasındaki eski rekabete Sünnîler
245
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
ve iîler arasındaki bir kavga olarak dinî-ideolojik bir nitelik kazandırdı. 16. yüzyıl boyunca
Küçük Asya’nın Kızılba Türkmenleri Safevîleri desteklerken bu rekabet özellikle iddetli iç ve
dı siyasî çatı malara yol açtı.
te v fiz (A. tahvid): (1) lam yetki ve otorite vermek; (2) köylüye devlet mülkiyetindeki arazi üze-
rinde tam tasarruf hakkı,
ta h rir (A. tahrîr): (1) deftere kaydetmek; (2) Osmanlılann düzenli olarak nüfusu, araziyi ve di-
er gelir kaynaklannı tefti (sayım ve yazım) yöntemi. Defter-i Hakanî denilen tahrîr defterle-
ri iki türlüydü; gelir kaynaklannın aynntılı olarak kaydedildi i mufassal ve sadece askerî ke-
sim içindeki da ılımın kayda geçirildi i icmal.
ta h ta c ı (T.): Toros Sırada larım daki Yörük/Türkmen a iretlerine verilen genel isim; a aç
kesme ve ticaretiyle u ra ırlardı. Küçük A sya'nın do u kesimlerinde onlar "a aç-eri" ola-
rak bilinirlerdi,
ta ife (A. tâ'ifa): cemaat, millet,
ta m g a; bkz. bac.
T an z im a t (A. Tanzimat): (1) yeniden düzenleme, reformlar; (2) 1839-77 döneminde gündeme
gelen batılıla macı radikal Osmanlı reformlan.
ta p u (T.): (1) hürmet, ba lılık gösterme, biat; (2) Devlet mülkiyetindeki bir arazinin, bir köylü
aile reisine bu topra ı sürekli olarak i leme ve tüm vergi ve hizmet yükümlülüklerini yerine
getirme sözü kar ılı ında babadan o ula intikal edecek biçimde kiralanması: (3) tapu haklan-
nı belgeleyen tapu senedi,
ta p u lu (T.): Tapu sisteminin özel ko ullanna ba lı olarak bir köylü aile reisine kiralanmı devlet
mülkiyetindeki (tanm arazisi),
ta s a r r u f (A. tasarruf): (1) özgürce kullanma-, (2) devlet mülkiyetindeki toprak üzerinde fiili kul-
lanma haklarının kullanılması,
te m lik (A. tamlık): Padi ahın devlet mülkiyetindeki topra ı bir seçkine tam vergi muafiyeti ve
özerklik ko ullannda mülk olarak vermesi,
tım a r (F. ti m â r): (1) her türlü bakım; (2) Padi ah beratıyla b a lanan bir geliri, genellikle
düzenli askerlik hizmeti verm ek kar ılı ında devlet vergilerini toplama hakkı. Bu vergilerin
miktarı da geleneksel olarak 2 0 .0 00 akçenin altında olurdu; ayrıca bkz. s ip a h î, h a s , ze-
a m et.
v a k f (A. wakf, ço ul avvkâf): Hubs ile e anlamlı. Dinî bir vakıf veya vakfedilmi bir ey, genel-
likle gayn menkul, fakat bazen bir miktar nakit de olabilir. Bu nakit kendi ana miktannı korur-
ken bir intifa yaratır. Sahibi bu nakit üzerindeki tasarruf hakkından, getirinin izin verilmi iyi
amaçlarla kullanılması kaydıyla feragat etmi tir,
v a lâ (walâ'): (1) yasal kontrol; (2) Köle sahibinin azat edilmi bir kölenin mirası üzerindeki y a-
sa) hakları,
v ekil (A. wakil): temsilci.
246
SÖZLÜK
v o y n u k veya v o y n u g (Si. voynik, sava çı, asker): Balkanlardaki Slav devleüerinin köylü ahali-
den Osmanlı öncesi bir milis gücü; Osmanlılar tarafından da sürdürülmü tür,
v o y v o d a veya v o y v o d e (S .): (1) Prenslik unvanı, özellikle Eflâk ve Bogdan beyleri için kulla-
nılır; (2) valinin kaza bölgesindeki gelirlerinin toplanmasını sa lamak için tayin etti i askeri
temsilci; bazen bunun yerine suba ı unvanı kullanılır.
y a sak iy y e (T.): Kanûnlann uygulanmasını sa lamakla görevli yeniçeriye verilen yetki veya ücret,
y a y a (T.): (1) piyade; (2) ocak halinde örgütlenmi köylü milis askeri.
Y örük: Türkmen göçerlerine Osmanlı topraklanna, ço unlukla Batı Anadolu ve Balkanlara gel-
dikleri zaman verilen bürokratik ad.
Z eâ m e t (A. zi’âmat): (1) askerî önderlik; (2) Padi ah beratıyla suba ılıktaki tımarlı sipahilerin
kom utanına ba lanan gelir, genel olarak 20.000 ile 100.000 akça arasında; suba ılık ile
e anlamlı.
247
A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER
248
A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER
ç a ry e k = 0.24 ar un = 17 cm.
çek i (standart) = 4 kantar = 225.798 kg.
(odun için) = 195 okka = 250 kg.
(Ayvalık, 19. yüzyıl) = 100 okka = 1 2 8 .2 9 kg.
(Selânik, 19. yüzyıl) = 135-40 okka = 173-79 kg.
( zmir, 19. yüzyıl) = 180 okka = 230.896 kg.
(sof için, 19. yüzyıl) = 4.564 kg.
(afyon için, 19. yüzyıl) = 763 g.
(altın ve gümü için) = 100 dirhem = 320 g., kr . litre
ç e tv irn ik = 0.25 kabal
ç ift = bir çift -iki ad et- (ayakkabı, öküz, vb.)
çiftlik = (raiyyet için) = bir köylü hane halkı için büyüklü ü 60 ile 150 dönüm arasında de i-
en arazi.
(Bursa) = 12 mudluk toprak
2 ,3 veya 4 mudd tohumluk arazi,
çile, yün çilesi, ipek çilesi; bir pastav içindeki onluk paket,
ç it = büyük meyva sepeti
ç u b u k , bkz. d ö nü m
ç u v al = 2 kantar = 112.898 kg.
(bir çuval fındık) = 2.5 kile = 74 desimetreküp
(bir çuval pirinç) = 18 kile = 46.184 kg.
d a ng , bkz. dirh em
d e n k veya d e n g = 50 top = 20 çile = 2 pastav; bir beygir yükü,
d e ste = 10'lukveya 12'likba
d e v e y ü k ü = 200-300 kg.
dirh em (Osmanlı standart) = 16 kırat = 64 dang = 3.207 g.
(Bizans ve erken Islâm) = 3.125 g.
( erî) = 3 .1 2 5 g.
(Kahire bakır taıtı sisteminde) = 3.0898 g.
(Dimi kî) = 3 .086 g.
(Tebriz, 1700'e kadar parada) = 3.072 g.
dizi = ipe dizilmi bir sıra (incir)
d ö n ü m (standart) = 4 evlek = 10 ni an = 100 çubuk= 1600 ar un kare = 9 19.30 metrekare.
(Cumhuriyet dönemi) = 1000 metrekare
e n d az e = 0.65 m.
erlik , bir ki inin i leyece i kadar toprak, bu terim özellikle ba
ların, pirinç tarialannın ve bahçe-
lerin ölçümünde kullanılır; veya 50 okka pirinç tohumunu ekmek için gerekli toprak y a da
2.5 dönüm yüzey alanı
e v le k veya e v leg = tarlanın öküzle bir günde i lenen bölümü
ba veya bahçe ölçümü için = 0.25 dönüm (400 ar un kare veya 254.8 metrekare dola-
yında)
fardello (ipek, Cenova) = 252 libbra = 79.821 kg; aynca bkz. y ük.
f a rsa h = 7500 ar un = 5685 m.
249
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
ha ra r, bkz. g ira r
himl, bkz. y ük.
at y ükü = 150-200 kg.
h iy a a (büyük) = 24 kabal
(küçük) = 12 kabal
250
A IRLIKLAR VE ÖLÇÜLER
251
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
252
_A IflLIKLAR\^ÖLÇÜLER
sa n d u k ya da sa n d ık = çe itli .büyüklüklerde olabilen tahta kutu. ndiler çin 220 okkalık, af-
yon için 60 okkalık.
1500 'd c Akkcrman'da 88 okkalık kulu
s a p o y a d a s a p i (tuz, sade yag. Kınm) = 16 keylçc = 4 1 0.416 kg.
slk la (Epir. arap) = 50 veya 6 0 okka
so m (gümü . Ahin Ordu) = 5 oz.
s o m a r = 12 stanbul kilesi = 3 07.966 kg.
s o m e (Iran, 15. yüzyıl) = 155.615 kg.
sta io (tahıl, Venedik) = 83.3 litre
s te r (Mora) = 110.802 kg.
253
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
û k iy a = 2 7 .8 g .
(Arap Halifeli i) = 72 miskâl = 346.392 g.
(Selçuklu) = 100 dirhem = 320.7 g.
(Suriye, 19. yüzyıl) = 66.5 dirhem = 213 g.
(Magrib, 19. yüzyıl) = 10 dirhem = 32 g.; ayrıca bkz. r a tl ve ü n g e
zirâ*, bkz. a r u n
?S4
KAYNAKÇA
J. von Hammer-Purgstall, Geschichte des osmarıicshen Reiches (ıo cilt), (Pe te, 1827-
1935) (ikinci basım, Graz, 1963).
J. W, Zinkeisen, Geschichte des osmanischen Reiches in Europa (7 cilt), (Hamburg ve
Gotha, 1840-63), (ikinci basım, 1962).
N. Jorga, Geschichte des osmanischen Reiches (5 cilt), (Gotha, 1908-13) (ikinci ba-
sım, 1962).
I. H. Uzunçar ılı ve E. Z. Karal, Osmanlı Tarihi, (6 cilt), (Ankara, 1947-59).
D. .Cantemir, The History o f the Growth and Decay o f the Ottoman Empire, (Londra,
1734).
F. Sansovino, Historia universale dell’origine etimperio de Turchi, (Venedik, 1582).
P. Ricaut (Rycaut) ve R.Knolles, The Turkish Histroyjrom the Original o f that nation
to the Growth o f the Ottoman Empire (3 cilt), (Londra, 1687-1700).
R. F. Kreutel, Vom Hirtenzelt zur Hohen Pjorte, (Graz, 1959).
Osmanh, (12 cilt), (Ankara: Yeni Türkiye Yayınlan, 1999).
L. H. Dani mend, zahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, (5 cilt), ( stanbul, 1971)
Osmanlı Uygarlı ı, Ed. H. nalcık ve G. Renda, (2 cilt), ( stanbul, 2003).
S. Ak in. Osmanlı Devleti, 1300-1908, (3 cilt), ( stanbul 2000).
Kısa Tarihler
F. Hitzel, L'empire Ottaman, XVe-XVIIIe siècles, 2001.
S. Lane-Pool, The Story o f Turkey, (Londra, 1888).
E. S. Creasy, History o j the Ottoman Turks, (Londra, 1877) (tekrarbaskı, Beyrut,
1961).
R. Davison, Turkey, (N.J., 1968).
D. Vaughan, Europe and the Turk, 1350-1700, (Liverpool 1954).
Cambridge History o f Islam, 1, (Cambridge, 1970), s. 263-393.
F. Adanır ve S. Faroqhi, Thç Ottomans and Balkans, Leiden: Brill.
The Otoman Empire and its Heritage, eds. S. Faroqhi ve H. nalcık, cilt. 25, 2002.
E. Werner, Die Gebrt einer Grossmacht (1300-1481), (Do u Berlin, 1979).
255
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
II. KAYNAKÇALAR
a. Türkçe
Târih-i Osmâni Encümeni Mecmuası 1911-22, Türk Tarih Encümesi Mecmuası,
adıyla devam etmi tir 1922-32.
256
KAYNAKÇA
b. Batı dillerindekiler :
Mitteilungen zur osmanischen Geschichte, I-H, (Viyana, 1 9 21 -3).
T. H alasi-K u n a n d H . nalcık, (ed.), Archivum Ottamanicum, (Leiden, 1973).
Turcica, Revue d ’études turques, (1 9 6 9 -, Paris).
A. Tietze; H. R. K ah a n e, The Lingua Franca in the Levant, (Urbana, 1958).
C. M ostras, Dictionairegéographique de l'Empire Ottoman, (St Petersbourg, 1 873).
Encyclopaedia o f Islam,
a. Osmanh
F eridun A hm ed, M u n e ’â tü ’s-selâtîn, (2 cilt), ( stanbul, 1274 H.)
A. Refik, X-XIII asr-i iticide stanbul Hayatı, (4 cilt), ( stanbul, 1988).
F. K raelitz-G reifenhorst, Osmanische Urkunden in türkische Sprache aus der zweiten
hafte der 15. fhr., (Viyana, 1 921).
Einführung in die osmanisch-türkischhe Diplomatik der türkischen Bott-
L. Fe k e te,
mässigkeitin Ungarn, (Budape te, 1926).
L. Fekete, Die siyäqat-Schrift in der türkischen Finanzverwaltung (2 cilt), (Budape -
te, 1 9 5 5 ).
J. R e y ch m an a n d A .Z ajaczkow ski. Osmanh-Türk Diplomatikasi El Kitabı, (Istanbul,
1993)
Topkapı Sarayı Müzesi Ar ivi Kılavuzu, 2 fasikül: A-H, ( stanbul, 1 9 3 8-1940).
L. F ekete, "U eb er A rch iv alien und A rchivw esen in der T ürkei”, Acta Orientalia, eilt.
Ill/iii ( 1 9 5 3 ).
S. S h a w , "A rchival Sources for O ttom an History: The Archives o f Turkey", Journal o j
the American Oriental Society, cilt. 8 0 (1 9 6 0 ), s. 1-12.
B. Lew is, "The O tto m an A rchives, a Source for E uropean History", Report on Current
Research, (W ashington, 1956), s. 17-25.
B. L ew is, "The O ttom an A rchives as a Source o f H istory for the Arab Lands", Journal
o f the Royal Asiatic Society, 1951, s. 1 39-155.
B. Lew is, "Studies in th e O ttom an A rchives", BSOAS, eilt. XVI-3 (1 9 5 4 ), s. 4 6 9 -5 0 1 .
257
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
258
KAYNAKÇA
a. Kökenleri
Fr. Giese, “D as Problem der E n tste hung des osm anicshen Reiches", Zeitschriftßir Se-
mitistik und verwandte Gebiete, 2. cilt (1 9 2 4 ), s. 2 4 6 -7 1 .
H. A. G ibbons, The Foundation o f the Ottoman Empire, (Oxford, 1 9 1 6 ), (tekrarbaski
1 9 6 8 ).
M. F. Köprülü, Les Origines de l'Empire Ottoman, (Paris, 19 3 5 ).
M. F. K öprülüzâde, “B em erkungen zur Religionsgeschichte K leinasiens" Mitteilungen
zurosmanischen Geschichte, 1. eilt, s. 2 0 3 -2 2 .
M. F. K öprülü, "O sm anlı m p ara to rlu u n u n E tn ik M en ei M eseleleri", Belleten V II .
cilt, (A n k ara, 1 9 4 3 ), s. 2 1 9 -3 1 4 .
C. Cahen, Pre-Ottoman Turkey, (Londra, 1968).
O. T uran, "A natolia in the Period of th e Seljuks an d th e Beyliks", The Cambridge His-
tory o f Islam, (Cambridge, 19 7 0 ), s. 2 3 1 -6 2 .
P . W itte k , “D eu x c h a p itr e s de l'h is to ir e d e s T u rcs de R o u m ", Byzantion, XI. cilt
( 1 9 3 6 ), s. 2 8 5 -3 1 9 .
259
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
b. Beylikler
P. W ittek, Das Fürstentum Mentesche, Studie zur Geschichte Kleinasiens im 13-15.
Jahrhundert, (Istanbul, 19 3 4 ).
P. L e m e rle , L'Emirat d'Aydin, Byzance et l'Occident, Recherches sur 'Lageste
d ’UmurPacha', (Paris, 1 9 5 7 ).
B. Flem m ing, Landschaftsgeschichte von Pamphylien, Pisidien und Lykien im spät-
mittelalter, (W iesbaden, 1 9 6 4).
I. H. U zun çar ıh , Anadolu Beylikleri, (A nkara, 19 3 7 ).
M. F. K öprülü, “N otes o n th e H istory o f the Beyliks in A natolia", Türkiyat Mecmuası,
n. cilt (1928), s. 1-32.
Fr. T aesch n er, "B eiträge zu r Geschichte der A chis in A n ato lien (1 4 -1 5 . Ja h rh u n d e rt)’’,
Islamica, IV. eilt, (1 9 3 1 ), s. 1-47.
Fr. T aesch n er, “A k h i”; Encyclopaedia o f Islam, 2. basım , I. cilt.
260
KAYNAKÇA
261
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
262
KAYNAKÇA
264
KAYNAKÇA
M. celâlzâde, Geschichte Sultan Suleyman Kanunis von 1520 bis 1551. ed. P. Kap-
pert (Weisbaden, 1981).
D. Chirot, The Origins o f Backwardness in Eastern Europe. Economies and Politics
ß o m the Middle Ages until the Early Twentieth Century, (Berkeley, 1989).
M. Çizakca, “A Short History of the Bursa Silk Industry (1500-1900)," Journal o f
Economic and Social History o f the Orient, XXIII (1983).
A. Cohen ve B. Lewis, Population and Revenue in the Towns q f Palestine in the Six-
teenth Cntury, (Princeton, 1978).
M. A. Cook, Population Pressure in Rural Anatolia, 1450—1600. (London, 1972).
S. Divitçioglu, "Modèle économique de la société ottomane," La Pensée, 144 (1969),
s. 41-60.
S. Faroqhi, Peasants. Dervishes and Traders in the Ottoman Empire, (London,
1986).
S. Faroqhi, Men of Modest Substance, House Owners and House Property in Sevente-
enth-Century Ankara and Kayseri, (Cambridge, 1987),
S. Faroqhi, Towns and Townsmen o f Ottoman Anatolia, Crafts and Food Production
in an Urban Setting, (Cambridge, 1984).
S. Faroqhi, Herrscher über Mecca, Die Geschichte der Pilgerfahrt, (Münih ve Zürih.
1990).
C. Finkel, The administration of Warfare: The Ottoman Military Campagnes in Hun-
gary. 1593-1606, (Viyana, 1987).
W. J. Griswold, The Great Anatolian Rebellion, 591—1611, (Berlin, 1983).
A. C. Hess, The Forgotten Frontier: A History of the Sixteenth Century Ibero-AJrican
Frontier, (Chicago, 1978).
W. D. Hütteroth ve K. Abdulfattah, Historical Geography of Palestine, Transjordan
and southern Syria in the Late 16 th Century, (Erlangen, 1977).
W. D. Hütteroth, Türkei, (Darmstadt, 1982).
H. nalcık, “The Socio-Political Effects of the Diffusion of Fire-Arms in the Middle
East," War, Technology and Society in the Middle East, ed. V. Parry and Yapp.
H. nalcık, “Centralization and Decentralization in Ottoman Administration," Studies
in Eighteenth Century Islamic History, ed. T. NafFve R. Owen, (Londra, 1977).
H. nalcık, “The Impact of the Annales School on ottoman Studies and New Findings,
Review (Binghamton, 1978).
H. nalcık, “Ottoman Archival Materials on Millets", Christians and Jews in the Otto-
man Empire, I, (New York, 1982)
265
R. C. Anderson, Naval Wars in the Levant, 1550-185J , (Princeton, 1952).
G. Hill. A History o f Cyprus (4 cilt), (Cambridge, 1940-52).
H. nalcık, Ottoman Policy and Administration in Cyprus after the Conquest, (Ankara
1969).
C. Roth, The House o f Nasi: the Dukes o f Naxos, (Philadelphia, 1949).
G. E. Rothenberg, The Austrian Military Border in Croatia, 1522-1747, (Urbana,
1960).
J. C. Davis, Pursuit o f Power, Venetian Ambassadors'Reports on Turkey, France and
Spain, 1560-1600, (New York, 1970).
S, Faroqhi, Die Vorlagen (telhis) des Crosswesirs Sinan pasa an Sultan Murad III,
(tez), (Hamburg, 1967).
C. Orhonlu, Telhisler. (1597-1607), (Istanbul, 1970).
N. H. Bigman, The Turco-Ragusan Relationship, 1575-1595, (Paris, 1967).
A. H. Wratislaw (çev.), Adventures o f Baron Wenceslas Wratislaw o f Mitrowiz,
1599, (Londra, 1862).
Le Strange (çev.) Don Juan o f Persia, 1560-1604, (Londra, 1926).
P. Paolo Carali, Fakhr ad-din 11, Principe delLibano e la Corte di Toscana, 1605-
1635 (2 cilt), (Roma, 1936).
F. A. Behrnauer, "Ko abeg's Abhandlung über den Verfall des osmanischen Staatsge-
baudes seit Sultan Suleiman dem Grossen", ZDMG, 15 (1861), s. 272-332.
F. A. Behrnauer, “Das Nasihatname. Dritter Beitrag zur osmanischen Gesellschaft",
ZDMG, XVIII (Leipzig, 1864), s. 699-740.
R. Tschudi (ed. ve çev.), Das Asafhame desLuftiPascha, (Berlin, 1910).
B. Lewis, “Ottoman Observers of Ottoman Decline", Islamic Studies, I (Karachi,
1962), s. 71-87.
H. nalcık, The Ottoman Decline and Its Effects Upon the Reaya, Güneydo u Avrupa
ncelemeleri kinci Uluslararası Kongresine Bildiri, (Atina, 1970).
267
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1600)
X. T CARET ve EKONOM
XI. KÜLTÜR
A baza M ehm et P a a bkz. Mehmet Pa a Akdeniz 34, 41, 44, 45, 46, 48, 51, 56,
(Abaza) A khadım A ga 102
Abaza Mehmet Pa a isyanı bkz. isyan (Abaza Akıncılar 88
Mehmet Pa a) A kkerman 35. 135, 136. 137, 138
Abbas ( ah,Büyük) 47, 48, 50, 55 A kkoyunlu devleti 37. 20 2
Abbasî halifeli i 9, 6 2 ,7 1 ,7 2 ,9 6 , 113, 157 Akritai 13
Abdalân 199, 201 A ksaray 1 7 5 ,2 0 7
Abdalân-ı Rum 195 A k em seddin 104, 1 8 9 ,2 0 0
Abdullah (Bosnevî) 207 Alâeddîn Tûsî 175, 185
Abdullah (Özbek Hanı) 47 A lanya 130, 133
Abdullah (San) 209 A lanya Beyi 33
Abu Hanîfe 181 Alcazar Sava ı 49
Acemioglan 84 Âlî (Tarihçi) 50
adak bkz. Nezir Ali Cemâli Efendi 100
Adâletnâme 81, 97 Alî Fenârî 175, 179
Adana 130 Ali Ku çu 184, 185
Aden 133 Ali Pa a (Çorlulu) 92, 188, 193
Adûdüddîn îcî 177, 180, 185 Ali Pa a Medresesi 176
Ahî Evran (Nasîreddin Mahmut) 158, 208 Almanya 43
Ahî H a an bkz. Ha an (Ahi) Alplık 12, 194
Ahilik 61, 62, 68, 156, 158, 161, 194, 208 Altınordu 11, 4 4 ,1 2 7
Ahmet (Yazıcızâde)186 Amadeo VI ( Savoyalı) 18
Ahmet (Mehmet Il'nin karde i) 31 A masra 21, 24, 109, 130, 136, 147
Ahmet (Ta köprülüzâde) 1 7 3 ,1 7 5 , 179, 182, Amasya Antla ması 43
187, 190, 191, Amirutzes (Trabzonlu) 189
Ahm et I 67, 96, 105, 103 Amyris, Filelfo, Giovanni-M aria 189
Ahmet II 67, 97 Anabolu (Nauplion) 32
Ahmet 111 67. 6 9 ,8 6 . 92. 105 Anadolu Beylerbeyi 79,1 0 9 . 2 03
Ahmet Pa a (Gedik) 34, 35. 69. 104 A nadolu B eylikleri 13, 2 1 , 2 4 , 2 6 , 2 8 , 7 4 ,
Ahmet Pa a (Hersek) 153 120, 194
Ahmet Yesevî 195 Anadolu H isan 30, 140
Aka a 85 Ancona 141
271
OSMANLI MPARATORLU U: KÛS K ÇA (1300-1600)
272
DZN
274
DZN
276
DZN
Ibrahim I (Deli) 67, 69, 70, 105 Kızılba 203 Köylü 105 Reâyâ 56 Saru-
Ibrahim Müteferrika 183 han 120 ahkulu 37 eyh Bedreddin 198
Ibrahim Pa a (Damat) 183 Türkmen 195. 203 Yeniçeri 28, 35, 54,
brahim Pa a (vezir-i âzam) 69, 102
brahim Pa a (v ezir-i âzam ) 4 5 , 100, 101, l kodra 32, 33
104, 143 rakiyye 193
lbrail 139 talya 17. 34, 35. 3 6 ,4 1 , 135, 142
icâzetnâm e 175, 178, 184 ithalat 51, 56, 130,137, 1 3 8,144, 162.
tcmâ 189, 193 Ivan IV 43-45
cmâl defteri 113 lyoniyen Denizi 140
ç sa v a 2 4 , 2 6 , 36, 65, 66, 192 zmir 1 3,152
çki y asa ı 105, 192 zmir syanı bkz. isyan ( zmir)
lçoglan 8 4 -8 6 , 88 zmit 152
ldrîs-i Bitlisi 198 znik 152 , 175, 196 ku atması 12 medresesi
hracat 56, 134, 162, 165 14
Ihtisab 159, 160, 164, 168
lktâ' 112 Jakob, G. 205
11 yazıcısı bkz. Tahrîr emini Jayçe 33
lahiyat 173, 184-187, 190 Jirecek, Konstantin 152
lhanlIlar 11, 22, 72, 127
lmiye 85, 84, 1 73-186 Kâbız (Molla) 182, 190, 193
llyas (Baba) 195 Kadı 19, 54, 81, 97, 102, 108, 111, 1 15,
Imâret 146, 148, 149, 150 116, 117, 121, 158, 161, 178, 182. 187
lnebahtı (Lepanto) 36, 4 5 ,4 7 , 48 mahkemeleri 9 6 ,9 9 sicilleri 9 1 ,1 1 9 ,1 5 9 ,
ngiltere 48, 97, 142 166
ran 33. 37, 42. 44, 47. 48, 5 5 ,2 0 4 sava lan Kadı Burhaneddin bkz. Burhaneddin (Kadı)
131, 139, 156 Kadıasker 94, 98, 99, 101, 102, 103
sa Bey (ucbeyi)153 Kafes sistemi 66, 6 9 .1 0 4
Isakça 139 Kafkaslar 3 8 ,4 4 , 4 5 ,4 7
lsh ak (B ab a) 195 Kahire 132, 133
lshak Bey medresesi 176 Kâhya Bey 106
lsh ak Pa a 35, 69 Kalender 203
skender Bey 28, 32, 33 Kalender Çelebi 190
skender Çelebi 101 kalenden 1 9 4,199, 2 0 1 ,2 0 3
skenderiye 133, 134, 139, 143 Kalvencilik 4 2 .4 3 . 48. 143
smail ( ah) 37, 38, 199, 202, 203 Kalventürkçülük 42
smail M a ûkî 2 00 Kamu hukuku 99
Ispanya 43, 46, 47, 48, 50 Kantakuzenos, ioannis 15,1 7
Ispençe 112 Kanûn-i Esâsî 67
stanbul 24, 31. 34. 38, 47, 133, 134, 136, Kanûn-i Osmanî 19, 77, 7 8 .8 0
142, 143, 146-149, 150, 175, 177, 182, Kanunî Sultan Süleym an bkz. Süleyman l
2 0 1 ,2 0 4 (KanunîSultan)
stanbul Bo azı 30, 31 K anunnâm e 65. 76. 77. 79. 81, 86, 100-
syan Abaza Mehmet Pa a 91 asker 120, 167 102, 104, 116, 179.
Beylikler 24. 26 Celâli 55. 56 Halk 105. Kapıagası 85, 86. 98
167 zmir 120 kapıkulu 98 Karaman 120
277
OSMANU MPARATORLU U: KLAS K ÇAG (1300-1600)
27 8
DZN
Kur'an 70, 74, 99, 160, 177, 173, 175, 180, Malta 46
181, 185, 186, 187, 189, 191, 193, 199, Malta övalyeleri 48
2 01 , 205 M anastır 17, 18, 149, 152
Kursk 137 M anisa 13, 68, 165
Kutadgu Bilig 71, 73 Maringhi, Francesco 130. 132
Kutb 200 Matbaa 182, 183
Kutbeddîn lznikî 2 0 7 Maverâünnehir 1 8 0,186
Kutbnâme, Firdesî 112 Medenî Hukuk 81
K utbu’l-aktâb 197 Medici, Lorenzode 141
K üçük Oda 85, 92 Medine 39. 46. 63. 106, 132, 134
külliye 149, 177 Medrese 103, 149, 150, 173, 175, 176, 178,
K ütahya 20, 37, 108, 1 0 9 ,2 0 3 190-192
Mefâtihü'l-Gayb, Fahreddîn (Râzî) 186
Lâla 66, 68, 85 Megâribü'z-zamân, M ehm et (Yazıcızâde)
Latin Kilisesi 16 186
Lepanto bkz. Inebahtı (Lepanto) Mehmet (Takiyüddîn) 187
Levant Company 144 Mehmet (Yazıcızâde ) 186, 207
L event 52, 92 Mehmet A a (Habe i) 86
Limni 34 Mehmet Birgivî 191-193
Livov (Lwow) 138, 136 Mehmet Çelebi (Yirmi Sekiz) 183
Lizbon 50, 133 Mehmet Fenâri 175, 1 7 9 ,1 8 1 ,1 8 2 . 184
lonca sistemi 151, 1 57-168, 201 Mehmet 124-26. 179, 196
Londra 142 M ehmet II (Fâtih Sultan) 27-31, 33-38, 62.
Lukka (Lucca) 130 6 3 , 65, 69, 73, 78, 79, 84, 95, 98.
Luther, M artin 43 101.113, 114, 117, 135, 140, 141, 146,
Luther'cilik bkz. Lütercilik 149, 150, 154, 156. 167, 175. 177. 179,
L übnan 49 180, 184, 185, 189, 193. 200
Lütercilik 4 2, 43 M ehmet ffl 47, 66. 67, 98, 104, 106
L ütß (Molla) 182, 184, 186 M ehmet IV (Avcı) 67, 6 9 .1 0 4 . 105
M ehmet Pa a (Abaza) 56. 91
M acaristan 17, 21, 22, 26 -28, 30-32, 36, 40, Mehmet Pa a (Cerrah) 103
46, 77, 79. 142 M ehmet Pa a (Karamânî) 35
Maçin 139 M ehm et Pa a (Köprülü) 91, 103, 104. 106,
M ahm ud (Hüdâyî )198 192
M ahm ut Gâvân 132 Mehmet Pa a (Sokollu) 44, 9 7 ,1 0 1
M ahm ut H üdaî Efendi (Üsküdarî) 105 Mekke 39. 46. 63, 106, 132. 134, 204
M ahm ut II- 92 Mekke erifi 38, 3 9 ,6 3 . 111
M ahm ut Pa a (vezir-i âzam ) 101, 149, 154 Melâmen Tarikatı 199. 200. 207, 208
M ahm ut Pa a Medresesi 176 Memet Fenâri 207
M aina lim anı 34 Memlûkler 11. 12. 2 0 .3 6 , 49. 99, 143
M akâm-ı Pir 208 Menavino 85
M akedonya 17, 19, 151, 202 Mercator 188
Malî bunalım 105, 49. 50. 54 -5 6 , 92 Merc-i Dâbık 38
Malî reform 38, 97 Mergînânî 180
Malipiero 133 Meriç Vadisi 16. 17, 151
Malkoço ullan 109 Merkezi ekonomi 151
279
OSMANLI MPARATORLU U: KLÂS K ÇA (1300-1600)
280
DZN
281
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)
Safaviler 20, 38, 43. 189, 199, 202-204 Seyyid erif Curcâni bkz Cürcânî {Seyyid erif)
Safiye Sultan 104 Sherley, Thomas 49
Safiyüddin Erdebili 202, 204, 209 Sırbistan 15, 17, 19-21, 24, 26, 27, 32, 36,
Sahâbc 181 109, 147
Sahn-ı Semân 175 Sırp Beyleri 18
Said Çelebi 183 Sırp Despotu 20
Sakız 135, 140, 152 Sibiu 27
Sakız papazlan 198 Sicil defteri 81. 148
Sakkâkî 176, 180 Sigismund 27
SaUuknâme 195. 196 Silâhdâr 86, 88
Salyâne 111 Siiistre 21, 139
Samuel 135 Silsilenâme 199
Sancak 79, 109, 116, 122 Simavnîler 198
Sancakbeyi 88, 108, 109, 116-119, 122 Sina Çölü 39
Saraybosna 141, 142, 149, 153, 167. 182, Sinan Bey 136
200 Sinop 49, 136
San Saltuk 72. 195, 196, 202 Sipahiler 19, 22. 25, 37, 56, 85. 88. 90. 97.
Sanca 53, 5 5 .5 6 .9 2 109, 111-113, 116, 118
Saruhan 197 Sivas 20, 21, 3 7 .1 2 7 , 2 0 7 '
Saruhan isyanı bkz. isyan (Saruhan) Sivrihisar 136
Sasaniler 9, 72. 7 4 ,9 4 , 146 Siyasetnâme 74
Satı resmi 161 Siyasî bunalım 106
Sava esirleri 17, 84 Siyasî iküdar 100, 160, 178, 179
Sazltdere Sava ı 16 Slankamen 22
Schiltberger 130 Softa 122
Schmalkalden ittifakı 42 Sofya 17, 139, 142, 149, 152, 182
Seferli Odası 86, 88 Sokoilu M ehm et P a a bkz. Mehmet Pa a
Sekban 53-56, 92, 112 (Sokollu)
Selanik 24. 2 6 .1 4 0 , 149 .1 5 2 fethi 17 ku at- Split 141
ması 32 Srem 40
Selânikî (Tarihçi) 5 1 ,6 7 status quo 24. 25, 28
Selçuklu Devleti 11-13, 20. 72, 108. 194, Stefan Du an (Sırp Kralı) 1 9 ,2 0
201 Su'ullah 103
Selçuklu sultan tan 207 Suba ı 88, 113, 117-119, 122
Selim 1 (Yavuz) 37. 38. 4 5 . 63, 6 6 . 69, 85. Sûfflik 193, 197, 198, 200, 205
99, 100, 102, 104, 114. 132, 203. 207. Suhreverdî ( ihabeddîn es-Suhreverdl-i Mak-
208 tul) 1 9 1 .2 0 7
Selim 1166,68. 1 0 4.152 Sultanü'l-Berreyn 34
Selim 111 69, 105 Sultanü'r-Rûm 62
Setman Reis 6 3 .1 3 2 Sumatra 50, 63
Semâniye medreseleri 175-178 Suriye 38, 39, 48, 55, 63, 79, 132-135, 142,
Semerkand 175. 1 7 9 .1 8 6 143
Scrâceddîn (Unniyeli) 134 Süleyman (Çelebi) 24
Serdâr-ıekrem lO l Süleyman i (Kanunî Sultan) 9, 15, 16, 3 9,
Serez 17. 149 4 0 -4 3 , 45. 46, 5 3 , 57, 6 3 -6 6 , 75, 76,
Seyyahlar 167. 179, 194 8 1 . 84, 97, 100. 109, 112, 114, 116,
282
DZN
283
OSMANLI MPARATORLU U: KLAS K ÇA (1300-1600)
Ticaret özgürlü ü Fransa 41, Rusya 44, Venedik Vakıf topra ı 113, 114
34 Vakıf tahriri 150
Ticari ayrıcalık 140-143 Vakıflar 51, 5 2 , 5 4 , 6 2 , 79, 1 46, 1 4 8 , 1 49,
Timur 1 1 ,2 2 ,2 5 , 3 7 ,6 2 , 179 153-155, 168, 177, 182, 199
Tirebinye Köprüsü 154 Vali 53, 66, 100, 102, 104, 111, 146, 158,
Titimme 176 208
Tokat 37, 130 Vâlide Sultan 66, 69, 104
Tokat 37 Valois Hanedanlı ı 45
Topçuba ı 86 Valturio, Roberto 189
Tosya 136 Van 131
Toulon 42 Vankulu lügati 183
T rablusgarb 48, 111 Varidat, lbnü’l Arabî 197
Trablus- am 143 Varna Sava ı 28
Trabzon 127, 130, 136, 147
Varsak kabilesi 202
Tuça 139
Vasco da Gama 133
Tum an Bay 17, 39, 152
Veba salgını 187
Tunus 41, 48, 111
Vefâiyye 195
Turhan Sultan 104
Venedik 2 5 -2 7 , 30, 31, 3 4 , 3 6 , 4 5 . 4 7 , 6 4 ,
Tursun Bey 73, 74, 76
111, 130, 133, 135, 142 balyozu 34 elçi-
Tüccarlar 25, 56, 69, 74, 91, 105, 119, 130,
si 40 etkisi 32 sava ı 37
132, 133, 147, 162, 165, 167, 167Avru-
Vergi 13. 18, 37, 4 9 , 5 2 -5 5 , 72, 73, 78, 96,
palı 133, 143 Giritli 138 ngiliz 144 M a-
112, 114, 119, 121, 147, 160 ay n î 111,
car 133 Venedikli 141
112 muafiyeti 19, 68, 75, 8 0 , 146, 155,
Türk boylan 12
156, 167
Türkistan Harılan 63
Verria bkz. Kareferiye
T ürkm enler 12, 3 3 , 3 7 , 3 8 . 152, 153, 194-
198, 2 02, 2 03 V ezir-i â za m 5 2 , 7 7 , 8 4 , 9 6 , 9 7 , 9 9 , 10 1 ,
T ütün y asa ı 192 104, 106, 179
ViaEgnatia 17, 152
Uc emiri 108 Vıdin 21
Uc gâzîleri 196, 197 Vi egrad Köprüsü 142
Ucbeylikleri 15. 20, 25, 26, 61. 62, 68, 69, 71, Viyana 40, 47, 64
90, 108, 111. 119. 1 2 0 ,1 53 ,1 95 , 195 Vize 202
U lemâ 26. 34. 35. 51. 56. 65. 67, 6 9-71, 84, Vladislav V I2 7
96. 9 8 , 1 00 , 1 0 2 -1 0 5 , 1 08 , 167, 175,Vlahlar bkz. Eflâk
177-179, 181, 182, 185-188, 190, 193 V oynuk 19, 53
Ulufe 112 Vurgunculuk 5 4, 150, 151, 162, 165
Uluferiler 85
Ulug Beg 184, 186. 187 Ya ma 31
Ulûm-i Âliye 176 Yahudiler 13, 135
Usulü’IJikh 177 Yamak 165
U ak 136 Yavuz Sultan Selim bkz. Selim I (Yavuz)
Uzun H a an bkz. Ha an (Uzun) Yaya askerler 53
U zunköprü 153 bkz. Ahmet (Yazıcızâ-
Y azıcızâde k arde ler
de), Mehmet (Yazıcızâde)
Ü sküp 141, 149 Yemen 39, 50, 133
Ü veys P a a 101 Yeniçeri a ası 70, 86, 100, 102, 104, 202
28 4
DZN
285