Professional Documents
Culture Documents
Öteki
SOSYOLOJİ
Yayına Hazırlık
ERTAN ALTAN
Kapak Tasarımı
ALİ İMREN
Redaksiyon
KEMAL KUTU
Baskı ve Cilt
HİLMİ USTA MATBAASI
Birinci Basım
MART2004
YÖNETİM YERİ
Menekşe Sok. 31/5
Kızılay/ ANKARA
Tel: 0312418 67 88
Fax: 0312418 66 57
ISBN 975-584-196·2
GABRIEL DE TARDE
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
Fransızca'dan Çeviren
Özcan Doğan
TARDE SOSYOLOJİSİ
5
tizasyon, mikro-politika, mikro-ekonomide neden yeniden
kabul görmeye başlad ığını tartışmaya çal ışacağım.
Gabriel Tarde ( 1843-1904) yalnızca kriminoloj inin ,değil,
sosyal-psikoloj inin, mikro-sosyoloj inin, gruplar sosyoloj isi
nin, sosyometrinin de kurucusu olarak anılmalı . Beşeri bi
l i mler alanının Kıta Avrupa' sı ve Anglosakson coğrafyala
rındaki dağı lımı içinde kendine uzun süre (ve herhalde
Durkheimcı lığın akademik başarısı yüzünden) yer bulama
mıştı. U zun süre Durkheim' la yapmış olduğu polemiğin sı
nırları dahil inde ciddiye alındı. Bir de etkili takipçisi Henri
Bergson tarafından . Uzun süre Fransa taşrasının muhteli_f
yerlerinde yürüttüğü yargıçlık görevi sırasında (biraz da suça
i l işkin devlet arşivlerinin başında bulunması sayesinde)
"Karşılaştırmalı Krimino loj i " başlıklı geniş bir araştırma
yayımladı. Belki de gizli niyeti dönemin etkil i kriminologu
Lombroso'nun psiko-biyo loj i k tiplemelere dayalı "suçluluk"
anlayışıyla mücadele etmekti . Ama bunun için tartışıpasının
kuramsal ufkunu bütün bir tarihsel-toplumsal düzleme
yayması gerekecekti. Olgunluk dönemi eserleri işte bunu
gerçekleştirmeye yönelik: Les Lois de l'imitation ("Taklidin
Yasaları", 1890), La. Logique sociale (".Toplumsal Mantık",
1895) ve 'Opposition universelle ("Evrensel KarŞıtlık",
1897) adlı kitaplar.
Durkheim' la teorik ve metodolojik polemikleri özellikle
"Monadoloj i ve Sosyo loji" baş lıklı uzun metninde ortaya
çıkıyor. Durkheim sosyoloj i sinin zaaflarını tespit ettiği bir
kaç noktayı hatırlatalım: Durkheim'ın sosyoloj isi, çok yalı n
b i r formülle söylemeye çalışırsak, "fait social", yan i "top
lumsal olgu" adını verdiği bir tespit kriterine dayanır; buna
göre eğer birey kendi üzerinde nedenini kendinde bulama
dığı, dolayısıyla dışarıdan gelen herhangi bir yaptırım gücü,
i stediğiniz kadar içselleştiri lmiş olduğunu düşünün, herhangi
6
bir dışsal etken hissediyorsa işte buna "toplum" adını vermek
gerekir.
Durkheim'ın toplumun "sui generis" bir varlık olduğunu
söylemesi aslında bu varsayıma dayanıyor. Toplumsal olgu
nun kendi başına anlaşılabilir ayrıksılığı temellendirilmek
zorun-daydı, çünkü daha intihar üstüne ünlü araştırmasından
itibaren Durkheim sosyolojiyi Wundt'un içebakışının, Fran
sa'da ise biyo-fizyolojinin yönlendirdiği psikolojiden ayırt
etmeliydi. Böylece toplumsal olan her şey salt sosyolojinin,
bireysel olan her şey ise psikolojinin alanlarına gönderilebi
lecekti -ve toplumsal olan şeyler, işbölümü, ahlak, din ...
"Monadoloji"sinde Tarde Durkheim'ı her şeyden önce
esas olarak metodoloji alanında gerçekleştirdiği bir ayrımı
ontolojik bir alana taşımakla suçluyor. Bir tarafta toplum var,
öte tarafta birey...
Durkheim sonuçta bireyler kolektivitesinden, bireysel iliş
kilerden tümüyle s.oyutlanabilir bir toplum fikrine varıyor.
Oysa toplumun hangi anlamda bireylerden oluştuğu
banalitesinin sorgulanması gerekir: Fransız sosyolojisine o
sıralar en uygun düşen temaların neler olduğunu hatırlayalım
-kalabalıkların bireysel hallerden farklı olarak nasıl davran·
dıkları (Gustave Le Bon, ama bir o kadar da Le Play sosyo
lojileri). Tabii devrimci çıkışların, ulusal irade temasının gi
derek güçlendirilmesi uğruna gösterilen çabaların arttığı bir
çağda bu temalar temellerini rahatça bulabiliyorlardı.
Bireyin aynı zamanda bir kalabalık içinde oluşu sosyoloji
nin kuruluş fikirlerinden birisidir. Ancak her zaman bunun
zaten besbelli olduğu söylenebilir. Tarde'ın önemi, belli· bir
oranda Spinoza'dan, önemli ölçüde de Leibniz felsefesin'den
türettiği bir principium individuationis'i, yani "bireyleştirme
ilkesini" sosyal psikolojinin temel metodolojik kriteri olarak
seferber edebilmesine dayanır: Toplum-birey ilişkisi gibi bir
7
problem yerine bireyin içindeki toplumları, toplumlar için
deki bireylikleri keşfe çıkmak...
Nasıl? Eğer kiiinatta değişmez olduğu ve her şeye gücü
yettiği durağan dengeleri hedeflediği farz edilen yasalardan
ve bu yasaların uygulandığı kabul edilen homojen bir tözden
başka bir şey )'Oksa nasıl olur da bu yasaların bu töz üstün
deki eylemi her an kiiinatı gençleştiren bu harika değişken
likleri ve kii inatı dönüştüren şu devrimler serisini üreti)'Or?
Nasıl en küçük bir nota süslemesi bile bu katı ritimler bo
yunca kayarak dünyanın ezeli-ebedi kutsal şarkısını söyle
yebil iyor ? Bunca monoton ve homojen bir rahimden sıkın
tıdan başka ne doğabilir ki? Her şey özdeşlikten {bugün
sos)'Olojide ayrıcalıklı mefhumlardan olduğu için aslında
"kimlik" diye de okumanızı öneririm] geliyorsa ve ona
doğru gitmişse, gidecekse bizi kapıp götüren bu çeşitlil ikler
ırmağının kaynağı ne? Emin olun, ne kadar renksizmiş gibi
kabul edilse bile şeylerin dibi o kadar da yoksul, o kadar da
kısır değil.
Tipler frenlerden, yasalar ise devrimci, içsel farklılıkların
önüne boşuna dikilen raptiye/erden başka şey değil. Orada
gizliden gizliye yarının yasaları ve tipleri hazırlanmakta ve
-
8
Tarihte bireysel nedenler teorisinin karşıtlarına hak verdi
ren şey çoğu kez çok sade ve küçük insanlarda beliren büyük
fi kirle rden bahsetmek gerekirken hep b üy ü k insanlardan
bahseden böyle bir teorinin çoktan yanlışlanmış olmasıdır.
Ama küçük adamların "büyük" fikirlerini kolektif bir sü
recin üretmesi, devralması ve sürekli olarak "yeni"yi sunan
bir dünya zaman-mekanında işlemesi gerekir. Söz konusu
olan şey, tarihteki bir ilerleme veya "tarih"in i lerleyişi değil
dir; tarihin "açık" olduğu ve sonsuz sayıda monadoloj ik bi
reyliklerin eyledikleri, yayıldıkları bir "plan", b ir "düzlem"
oluşturduğudur. Böylece hiçbir zaman bir "biz"den başlan
maz -"doğa"nın uluslar, kavimler yaratmadığını, yalnızca
bireyler yarattığını söyleyen Spinoza'ydı . Ancak Spino
za 'dan Leibniz'e, oradan Tarde' a aktarılan bir anlayış doğ
ru ltusunda: Sonsuz sayıda bireyin oluşturduğu sonsuz sayıda
birey - ve gene söylemek gerekir ki , bu durumda bir toplum
da bireydir. İşte monadolojik bireylikler teorisinin Tar
de' daki ifadesi :
"Biz"in arka planuıda, eğer iyi ararsanız, çoğalarak çatı
şan birleşen, yuvarlanıp giden belli bir sayıda "onlar" ve
"bunlar"dan başka bir şey bulamazsınız. (. .. ) Gerçekte bu
türden açıklamalar yanıltıcıdır ve bunları yapanlar, kolektif
bir kudreti, milyonlarca insanın üstelik birtakım ilişkiler bo
yunca bir benzerliğini postüla olarak ortaya attıkları zaman,
en büyük zorluktan, yani bu gene yutulmanm nasıl olup bitti
ğini bilmeye çalışma zorluğundan kaçabildiklerini sanırlar.
Nasıl ki bir cümle oluşturduğu konuşmadan, bir konuşma
ise bir konuşmalar topluluğundan, bir söylemden daha man
tıklıysa, bireylik de sonsuz çeşitliliklerin bir süreci içinde
kavranmal ıdır.
Böyle bir yaklaşı mın taçlandığı yer ise Tarde' ın iki ciltlik
dev Psychologie-economique'inde, "Ekonominin Psikolo-
9
jisi"nde bulunuyor. Georg Simmel'in Philosophie des
Geldes' iyle ("Paranın Felsefesi") yaklaşık olarak aynı dö
nemde kaleme alınan bu çalışma, Marx'tan sonra ekonomi
politiğin yaşadığı ikinci bir devrim olarak düşünülebilir -
tabii ki etkisini ancak çok geç hissedebiliyoruz ("tarde" ke
limesi Fransızca'da zaten "geç" anlamına gelir)... İlk devrimi
Marx gerçekleştirmişti tabii: Adam Smith ile Ricardo önce
sinde bir "ekonomi-politiğin" varlığından bahsedilemeyeceği
konusunda ısrarlıydı, çünkü merkantilizmden fizyokrasiye
kadar bakışlar emeğe ve üretim sürecine, yani sermaye ile
emek-gücüne değil, zenginliklere, yani nesnelere, yani büyük
toprak mülkiyetine, hazinedeki altın miktarına, nehirlere,
ormanlara yönelikti -bütün bir "ulusların zenginliği"
kavrayışı... Özellikle Ricardo'nuı.ı emek-değer kuramıyla
bütün ölçütler büyük, kıymetli nesneler dünyasından öznel
liğin alanına aktarılır. Artık kaynaklar emek ve sermayedir
ta ki Marx sermayenin kaynağını ("kristalleşmiş . emek"
olarak sermaye) sorgulamaya girişene· kadar. Artık ekonomi
politik antagonistik iki sınıf çerçevesinde tartışılacaktır,
çünkü sermaye olsa olsa yutmuş olduğu emeğin öznelliğini
taşırken başka bir sınıfın mülküdür.
Kıymetin kaynağı sorunu üzerinde işleyen ekonomi-politik
alanına Frans&. taşrasından ne gibi bir katkı gelebilirdi ki?
Tarde'ın katkısı Simmel'e paralel olarak ekonomi sorusunu
kültüre ilişkin olarak sormaya girişmesinden geliyor. Hatır
lanabileceği gibi, Simmel'in güçlü sezgisi onu kültürün eko
nomik üretim tarzı ve bu tarza tekabül eden sosyalizasyon
süreçleri karşısındaki özerkliği talebinin (ki bu talep kültür,
sanat ve edebiyat dünyasında bol bol dile getirilir) yerine
kültüre ait olan üretim ve sosyalizasyon tarzlarının ekono
miye dahil edilmesi talebine vardırmıştı. Tarde bir adım daha
atmayı öneriyor: Bunu kültürel emeğin taşıyıcılarının ira-
10
desinden bekleyemeyeceğimiz belli olduğuna göre, en azın
dan şu gözlemi dikkate almamız gerekir: Kapitalizmin· daha
ileri safhalarında "entelektüel üretim" zenginlikler üretiminin
düzenlenmesini ve örgütlenmesini daha yoğun bir şekilde
üstlenmeye meyleder. Ekonomik gelişme adı verilen şey bir
tür "bilme isteğini" er geç içermeye başlayacaktır. Bilgi ve
"güzelliğe", yani "sanata" yönelik sevgi gittikçe daha belir
gin bir şekilde arzular düzleminde talepkar motiflere dönüşe
ceklerdir. Henüz 1902 yılında yayımlanan "Ekonominin Psi
kolojisi" dönemin Avrupa ufkunda -kolayca unutulduğuna
göre- gerçek bir yer alamamıştı. Oysa, son yüzyıl boyunca
gerek Marksizm içinde, gerekse dışında ekonomi-politiğe
yöneltilen eleştirileri sezgisel bir nüve halinde de olsa barın
dırıyordu: Öncelikle ekonomik çözümlemenin çıkış noktasını
ve yönünü tersine çevirerek - bu çıkış noktası artık "kulla
nım değeri" üretimi olmayacaktı; yani Aydınlanmanın ünlü
"Ansiklopedi"sinden Adam Smith'e varıncaya dek pek çok
yerde rastlanabilecek ideal "iğne fabrikası" (maddi üretim)
modelinin yerine Tarde "bir kitap nasıl üretiliyor?" sorusunu
soruyordu. Bu dolaysızca "bilgi nasıl üretiliyor?" sorusudur
ve ekonomi-politiğin tartışma alanına Tarde'dan yüz yıl
sonra girmeye başlamıştır: "Bir kitap nasıl imal edilir? Bu bir
iğnenin ya da düğmenin nasıl imal edildiğinden daha az il
ginç değil." Tahmin edilebileceği gibi bugün bu tür sorular
post-fordist üretim kalıplarının bir modeli, hatta bir paradig
ması olarak soruluyorlar -yani enformasyon üretiminin, ya
zılımlar üretiminin ve kültür üretiminin dayattığı sorular ola
rak. Tarde hayli erken bir dönemde valeurs-verites kelimesi
ni kavramlaştırır- hakikat-değerleri diye tercüme edebilirsi
niz bunu. Bu terim doğrudan "bilgi"ye gönderiyor.
Bilgi hangi bakımlardan ve hangi biçimler altında üretil
mektedir? kapitalizmin geliştirdiği aygıtlar bilginin üretimini
11
ve tüketimini gittikçe homojenleştirilebilir ve yeniden
üreti lebi lir kılmaktalar. Bu noktada Tarde "basın"dan ve "ka
muoyu"ndan bahsetmeye başlayacaktır- bu yol televiz
yondan geçerek bi lgisayar şebekelerine ve internete kadar
varacaktır. Tarde' a göre basın ve kamuoyu gibi aygıtlar "git
gide sağlamlaşan bir 'niceliksel' karaktere sahip olmaktalar;
böylece mübadele-değeriyle karşılaştırılmaları gittikçe daha
zorunlu bir hale geliyor" . Peki ama bunlar her şey gibi birer
meta olabili rler mi?
Ekonominin bakış açısın dan bilgi her şey gibi ekonomik
zenginl iğin kalemlerinden biri olarak göründüğü için, elbette
her şey gibi kul lanım-değeri olarak eie alınmaya devam eder.
Oysa Tarde' a göre bi lgi "işbölümüne" indirgenemeyecek bir
üretim tarzıdır.
Durkheim 'ın perspektifinden görülemeyecek kadar bir
"sosyalleşme" ve "sosyal iletişim" tar;zıdır. Dolayısıyla ürün
leri, üretim ve tüketim değerleri "çarpıtı lmadan" pazar meka
n izmalarıyla ve mübadeleyle üretilemez.
Ekonomi-politik hakikat-değerlerini diğer mallar gibi gör
meye devam etmek zorunda kalır. Bunun nedeni hep kulla
nım-değeri üretimi çerçevesinde ele alınmış bir metoda bağlı
kal ışıd ır. Ama esas önemli neden ekonomi-politiğin hakikat
değerlerine maddi üriin lermiş gibi bakmak zorunda oluşudur,
çünkü böyle yapmasayd ı kuramsal, özellikle de siyasi mef
humları tümüyle yıkıma uğrardı : "Bilginin ışı ltı ları" eko
nomi-pol itiğin kıymete, ekonomiye ve zenginliğe dair mef
humlarını altüst eder, çünkü bütün bu mefhumlar ekonomi
b i l iminde genel geçer olan tüm bir eksiklik, ihtiyaç, yokluk,
kıtlık, özveri ve feda retoriğinin sonuç larıdırlar. Ekonomi
pol itiğin yaptığı gibi elbette üretimle başlayalım -ama i ğne
lerin değil, kitapların üretimiyle . . .
12
Bir kitap nasıl üretilir? İğnenin üretiminden farkı nedir?
ilke olarak üretim tarzıyla mülkiyet rejimlerinin düzenini tam
tersine çevirmeniz gerekir:
Kitap meselesinde kural bireysel üretimdir, oysa mülk edi
nilmesi esas olarak kolektiftir; çünkü eserlere mal muamelesi
yapılmasaydı "edebi mülkiyet"in bireysel bir anlamı ola
mazdı; ayrıca kitabın fikri yayımlanmadan önce, yani top
lumsal dünyaya henüz yabancıyken sadece ve tümüyle yazara
ait de değildir zaten. Diğer taraftan malların üretimi de git
tikçe daha fazla kolektif, mülk edinilmeleri de gittikçe daha
fazla bireyseldir ve hep öyle kalacaktır -toprağı ve _serma
yeyi kanıusallaştırsanız bile ... Öyleyse bu kitap meselesinde
özgürce üretimin en iyi üretim ortamı olarak hayati bir önem
taşıdığına hiç kuşku yok. Bu alanda deneysel araştırmayı
düzenle-yecek bilimsel bir emek örgütlenmesi � da yasama
/ar üzerindeki felsefi bir düşünce olsa olsa acınası sonuçlar
vermekle kalacaktır.
Günümüz enformasyon sektörünün büyük uluslararası şir
ketleri, IBM, Microsoft, büyük yayı nevleri ve televizyon ka
nalları üretimin artık "bilimsel işletme" metotlarıyla örgütle
nemeyeceğini kabul ediyorlar; oysa mülkiyet rejimleri açı
sından tek bir sorgulamayı telaffuz ettikleri yok. Yüzeydeki
bu sorun Tarde'ın derinliğine indirildiğinde bize şu soruyu
sordurmalı: Mülkiyet mefhumu bütün değer türlerine -kulla
nım-değerinden güzellik-değerine ve hakikat-değerine varın
caya kadar- gerçekten uygulanabilir mi?
Bilgi, tıpkı bir i ğne gibi mi ait olur bize? Belki öyle olur,
ama Tarde'a göre ekonominin ve hukukun kabul ettiği gibi
bir "serbest hazır-bulunuş" tarzı altında değil: Yaşayan bir
varlık olmayı sürdürdükçe kimse bedeninin uzuvlarını başka
sına vermez. Aynı şekilde "şerefini, haysiyetini, soylulu
ğunu" da...
13
Demek ki bu değerlerin başkaları tarcifından mülk edinil
mesinden çekinilecek hiç�ir taraf yoktur - hepsinden daha
önemli olan kamusallaştırılmaları, ulusallaştırılma/arı en
zor olan bu değerlerin .. .
Oysa ekonomi-politiğin bakış tarzı onu "maddi olmayan
ürünleri" "maddi ürünlere" dönüştürmeye zorluyor...
Tüketim cephesinden bakıldığında da Tarde'ın yine bir so
rusu var: Zenginliklerin tüketimi hakikat ve güzellik değerle
rinin tüketimiyle aynı mıdır? "Düşünürken kanaatleri, inanç
ları, seyrederken hayran olduğumuz şaheserleri mi tüketi
yoruz?'! Hissedilebileceği gibi, yalnızca maddi zenginlik
piyasa ve bireysel mülk rejimi tarafından koşullandırılabilen
bir "yıkıcı tüketime" açılabilir. Bilgi ve güzellik tüketimi ise
ne belirgin bir yabancılaşmaya ne de yıkıcı tüketime bağ
lanmak zorundadır. Tarde' a göre, bilginin bilme arzusunu
gidermek için birisinin mülkü olması ve "pazarlanması",
yani ürünün yabancılaşması" gerekmiyor. Genel olarak
toplumsal iletişimin çerçevesinden bakarsak bilginin ileti
minin üretenden de, edinenden de hiçbir şey azaltmadığını
görebiliyoruz. Aksine, iletilmekte bilgi ve güzellik hem
yaratıcısının değerini hem de bilginin ve güzelliğin
kendisinin değerini artırıyor:
Diyalog halindeki iki kişinin fikirlerini veya hayranlıkla
rını "mübadele ettiklerini" söylediğimizde bu bir metafor
veya dilin kötüye kullanılmasıdır. Bilgi ışıltılarının ve güzel
liğin açısmdan mübadele bir feda anlamı taşımaz: O daha
çok karşılıklı etkileme, hediye alışverişindeki karşılıklılıktır
-tabii ki bu, zenginliklerle hiç alakası olmayan bir hediyedir;
burada veren kişi verdikçe alır; hakikatleri ve güzellikleri
hem verir hem elinde tutar. Bazan iktidar, güç-kudret mese
lesinde de aynı durum söz konusudur...
14
Fikirlerin serbest mübadelesine gelince, tıpkı dini inançlar,
sanat ve edebiyat, kurumlar ve ahlaklar gibi: İld kişi ya da
halk arasında mübadele edilmeleri, birilerinin mutlaka fakir
leşmesiyle sonuçlanan serbest meta mübadelesi gibi suçlana
bilir değildir.
Bu durum, "kitabın üretimi" ve fikirlerin serbest mübade
lesi meselesini iktisadi değil, doğrudan doğruya etik bir me
sele kılıyor:
Pazar meselesi değil, bir ahlak meselesi... Elbette ki bilgiyi
ve güzelliği kazanabilir, yitirebilirsiniz - ama bu bir pazar
sistemi boyutunda gerçekleşmez; bilginizi çaldırırsınız veya
hediye edersiniz...
Öte yandan, doğası itibariyle.fikirlerin serbest ticareti, bir
yerine-geçme değil karşılıklı bir ekleme olduğundan, bir
araya getirdiği homojen olmayan şeyler arasında ya verimli
karşılaşmalar ya da ölümcül şoklar, çatışmalar yaratır.Bu
yüzden iyi bir şeyler üretemezse büyük felaketlere neden
olur. Ve nasıl bu entelektüel ve ahlaki serbest ticaret kaçınıl
maz bir şekilde ekonomik serbest ticarete eşlik ediyorsa, bu
nu n tersi de doğrudur.Birbirlerinden kopartıldıklarmda her
biri etkisiz ve lüzumsuz kalırdı ...
Burada önemli olan şey, Tarde'ın yaklaşımıyla ele alındığı
zaman bilginin üretim ve iletiminin bizi aslında ekonominin
(ve ona tekabül eden ekonomizmin) ve işbölümü, para ve
mülkiyetin ötesine taşımasıdır. Bu toplumsal alanlardaki ik
tidar ilişkilerinin devreden çıktığı anlamına gelmiyor: "Ve
rimli buluşmalar" ya da "ölümcül çatışmalar"... Tarde'ın
eğitim kurumlarına yönelik çalışmaları böyle bir tartışmanın
para-digmasını yeterince oluşturuyorlar:
Hakikat-değerleriyle zenginlik-değerleri arasındaki zo
runlu ama ikisini birbirinden ayırmaktan geri kalmayan bağ
pedagojinin alanında beliriyor -özellikle hocanın aktaracağı
15
bilgiyle öğrencinin çaba ve yetenekleri arasında nasıl verimli
bir etkileşim oluşturulacağı konusunda...
Doğrusu eğitim alanındaki bütün bu çabalar öyle çok
fazla yararlı görünmüyorlar. Her şeyin üstünde, iyi eğitim
için ilk şart -öğretmenle öğrencinin psikolojik şartları bir
kez yola koyulduktan sonra- iyi bir okul programıdır, ve bir
program her şeyden önce bir fikirler sisteminin, bir inancın
bulunmasını varsayar. Aynt şekilde, iyi bir ekonomik üretim
için de herkesin üzerinde uzlaştığı bir ahlaki kodun
bulımması şarttır. Moral bir kod endüstriyel üretim için,
yani tüketim için bir programdır - çünkü ikisi asla bir
birinden bağımsız değil...
Böylece Tarde'ın gözettiği "entelektüel üretim biçimi" sa
dece bilgiye ve sanat eserine layık bir ahlakı devreye _sok
mayı, ekonomiye dahil ve üstün kılmayı amaçlıyor değil -
daha çok üretime gittikçe daha özgür, daha. özgürleştirici bir
tan verebilecek olmasıdır söz konusu olan... Kapitalizmin
muhteşem bir tarifiyle karşı karşıyayız o halde:
Uygarlığın etkisi iş ve ticaret dünyasına -yani ekonomistin
i lgi alanına- önceden fiyatı bulunmayan bir şeyler yığınını,
hatta haklarla insan güçleri n i b i le mütem..� diyen sürüp d ur
masıdır.
Böylece, zenginlikler teorisi sürekli olarak hak teorisinin
ve iktidar teorisinin üzerine abanıp duruyor -yani huk-ukun
ve siyasetin üzerine.
Ve, t ıp kı çağdaşı Siınmel'in kaydettiği gibi, kültür ile sa
natın üzerine ...
Simınel herkesin yaptığının tersine kültür ve sanat alanla
rının "özerkliğini" asla talep etmemekle yeterince akıllı dav
ranmıştı. Kapitalizmin kültür hayatı üzerine çöreklenmesine
öyle dosdoğru karşı çıkmanın pek bir sonuç getirmeyeceği
nin farkındaydı. Öte yandan, estetik değer tipinin en yoğun,
16
en bulaşıcı, bulaştıkça artan ama eş ölçüde değişken ve
özelleşmiş bir değer olduğunu kaydedebiliyordu. Tarde ise
doğrudan "bulaşıcılığın" teorisini yapmaya girişmişti: Her
güzellik ve hakikat değerinin iletim sürecinde artıyor oluşu
alıştığımız ekonomik alanın kurallarından farklı bir ekonomi
tasavvurunu uyandıracaktı. Simmel'in de kaçındığı "kültürel
özerklik" arayışı sınai emekle sanatsal ve entelektüel emek
arasında niteliksel bir fark bulunduğunun kabulüne dayanı
yordu.
Oysa "maddi-olmayan" emeğin üretirken aslında ne üretti
ğini sorgulamak gerekir: O zaman onun Simmel'in söylediği
gibi tüketim sürecinde "uyarılar" ve "duyuşlar'', yani aslında
"iletilemez", dolayısıyla ekonomik bölüşüme konu olamaya
cak şeyler ürettiği sonucuna zorunlu olarak varırız. Aynı şe
kilde Tarde için de "temsili olmayan" bu duyuşlar, en üstün
olan sanatsal formları içinde din, ahlak, hukuk ve ekonomi
gibi değer sistemlerinin duyguları "manipüle" etmekteki üs
tün yeteneklerine karşın, onları "yetiştirmede", "beslemede"
ve "eğitmede" en büyük rolü oynamalıydılar. Tabii ki bunun
için kapitalizmin belli bir döneminde devreye soktuğu "kafa
emeği/kol emeği" aynını klişesini yalnızca alt etmeye çalış
mak yetmez, aynı zamanda varsayımlar arasından çıkarmak
da gerekir.•
Ulus Baker
17
GABRIEL TARDE ( 1893)
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
1 B ireyl iği, benl iği olan bir va'\-l ık gibi düşünülen şey. Ör.: Toplum,
devlet, madde. (Çev.)
19
GABRIEL TARDE
il
çok bir zevk ya da acı olmalıdır; ben tam tersini iddia edi yorum.
(Fizyolojik Psikoloji, Lotze, s. 1 33 ).
34
MONADOLOJ i VE SOSYOLOJİ
36
MONADOLOJ i VE SOSYOLOJİ
38
MONADOLOJ"i VE SOSYOLOJİ
41
GABRIEL TARDE
42
MONADOLO J İ VE SOSYOLOJİ
ili
hiç telaffuz edi lmemiş olsa da, her yerde ve her zaman yine
de dinlenecek bir tür söz olan ve içine tüm bu yasaların gi
receği yegane formüle başvunnak zorunda kalıyorlar. Bu
nun dışında, atomist veya monadoloj i st o l sun, ilk öğelerini
aynı şekilde tasarlıyorlar, ki buna tüm gerçekliğin kaynağı
diyorlar; benzersiz bir türde olan ve nüfuz edi lmez olarak
görülen maddi gerçekliklerin içine derinlemesine bir bi
çimde ve bir taraftan diğerine giren ve bu sızmanın derinl i
ğine rağmen bu maddi gerçekliklerden radikal bir biçimde
farklılaşan iki gerçeklik veya sözde-gerçekl ik o lan aynı
uzayda ve ayn ı zamanda yüzüyorlarmış gibi. Özel l ikle fi lo
zofu güç d uruma düşüren ve kafasını karıştıran onca özel
lik, onca gizem ! B irbirlerine dışsal o lmak yerine karşı l ıklı
olarak birbirlerine karışan açık monadlar tasarlayarak bun
ları çözümleyebi l ir miyiz? Buna i nanıyorum, ve görüyorum
ki, yine bu yan ıyla, sadece çağdaş deği l, aynı zamanda mo
dern bi limin i lerlemeleri yeni lenmiş bir monadoloj inin do
ğuşunu kolaylaştırıyor. Newton' un maddi öğelerin birbirle
rin i çekme kuvvetini keşfetmesi, maddi öğelerin uzak me
safede ve her türlü uzaklıkta b irbirlerine doğru olan hare
ketinin keşfedi lmesi, nüfuz edilemez o lmalarının yarattığı
durumu gösteriyor. Vaktiyle birer nokta olarak bakı lan
bunların her biri, s m ırsız bir biçimde genişlemiş bir aksi
yon alanı haline gel ir (zira benzerlik bizi yer çekiminin tüm
d i ğer fiziksel güçler gibi, devam lı olarak çoğald ığına
inanmaya zorluyor) ve birbirine karışan tüm bu alanlar her
bir öğeye özgü sahalardırlar karışmış bile o lsalar, yan lış
l ıkla tek bir alan sand ığımız alanlardırlar be lki de. B u
alanların her birinin merkezi kendi öze l l ikleriyle farklı hale
getiri lmiş bir noktadır, fakat nihayetinde bir diğerine ben
zeyen bir noktadır; ve ayrıca aktivite her öğeni n ortak özü
o lduğundan, bunların her biri hareket ettiği yerde tam bir
46
MONADOLOJİ VE SOSYOLOJİ
47
GABRIEL TARDE
iV
48
MONADOLOJf VE SOSYOLOJİ
VI
63
GABRIEL TAIWE
sıvı lara kendi aralarında gazlara göre daha farklı lannış gibi
bakıyoruz ve fizikte havalar değil de hava diyoruz,
(Laplace bu çoğulu ku llanıyor olsa bile), gazlar değil de
gaz diyeceğimiz gibi tabi, eğer bu sonuncuları kimyasal
özel likleri d ışında sadece dikkate değer bir biçimde benzer
olan fiziksel etkileriyle bildiğimizi farz edersek. Su buharı
binlerce değişik nokta halinde kristal leştiğinde veya sadece
akan su halinde sıvılaştığında, bu, yoğunlaşma sa,ndığımız
gibi su molekü llerindeki farklılıkların bir artışı mıdır
gerçekten? Hayır, bu sonuncuların gaz halinde dağı lma
durumunda, önceden yararlandıkları serbestl iği, her yön
deki hareketlerini, çarpışmalarını ve alabi ldiğine değişik
olan mesafelerini unutmayalım. Farklıl ığın azaldığı anl a
mına mı gelir bu? Yine hayır ama belli bir türdeki içsel
fark l ı l ıklar başka türden olan ve birbirine dışsal olan
farklıl ıkların yerine geçmiştir sadece.
Varolmak, fark lıl aşmaktır; fark, doğrusunu söyl emek
gereki rse, bir anlamda şeylerin maddi yönüdür, sahip ol
dukları hem daha özgün, hem daha ortak olan şeydir. Bura
dan çıkmak ve bunu açıklamaktan kaçınmak lazım, ki her
şey buna indirgen ir; yanlış bir şekilde çıkış olarak aldığı
mız benzerlik özdeş lik dahil. Zira özdeşlik bir minimumdur
ve bu yüzden çok nadir olan bir farklı lık türüdür sadece;
dinlenme bir hareket durumundan ve çember elipsin farklı
bir çeşidinden başka bir şey olmadığı gibi. Temel özdeş
likten çıkmak baş langıç için fazlasıyla olasılık dışı olan bir
özgün lük, imkansız bir çoklu varlıklar rastlaşması (hem
farklı hem benzer olan varl ıklar) veya basit ve sonradan
neden bölündüğü bilinmeyen tek bir varlığın açıkl anmaz
gizemini varsaymaktır. Bu, bir an lamda güneş sistemiyle
ilgili hayali açıklamalarında, elipsten deği l de daha yetkin
bir şekil olduğu bahanesiy le çemberden başlayan eski ast-
64
MONADOLOJ İ VE SOSYOLOJİ
71
GABRIEL TARDJ<�
B izi düşünmeye iten önemli bir nokta var: Hayat bir gün
bu kürenin üzerinde ve bir noktada başlad ı. Peki, niçin
başka bir yerde değil de, bu noktada başladı; eğer aynı
maddeler, aynı öğelerden meydana gelmişlerse? Hayatın
sadece özel ve çok kompl ike bir kimyasal bi leşim oldu
ğunu kabul edelim. Peki ama diğerlerinden farklı bir öğe
den değilse, nerden doğmuş olab ilir?
VII
yal bir grubun üyeleri gibi içten bir biçimde kavrayan ama
kendilerinin benim tarafımdan kapsanmalarına sadece bü
tün olarak ve dışardan olmak üzere izin veren öğelerle sıkı
bir şekilde çevrilmiş bir dünyadır. Kimyacının yapabileceği
tek şey, atom i le ilgi l i olarak tahminde bulunmaktır; kesin
i ikle onun üzerinde bireysel olarak etki yaratamaz asla.
Anladığı ve kullandığı kadarıyla madde, farklı atomlardan
oluşan yoğun bir buluttur; ki bunların farklılığı sayılarının
büyüklüğü ve hareketlerinin devamlılığı, altında silinir.
Can l ı ama hareketsiz dünyada (görünüşte hareketsiz diyo
rum) monadımız, daha az karmaşık olan bir şeyler yaka
lama olanağı bulabilir mi? Öyle görünüyor. Zaten öğe,
öğeyi algılamaktadır burada; bir çiçeğe bakan genç bir kız,
onu h içbir şeyin kendisinde uyandıramayacağı bir şefkatle
sever.
Ama monadların kendi aralarında alabildiğine yaygın
laşmış geçici özelliklerinin derinliğiyle açık ve canlı bir şe
kilde b irbirlerini kavradıklarını görmek için, sosyal dün
yaya gelmek gerekir. En üst düzeyde bir i l işkidir bu, geriye
kalanı bir taslaktan veya bir yansımadan başka bir şey ol
mayan, tipik bir sahiplenmedir. İnanma ile, aşkla ve nef
retle, kişisel prestijle, inanç ve istenç birliğiyle ve durma
dan yayılan bir ağa benzeyen karşılıklı anlaşmalar zinci
riyle sosyal öğeler, bin bir şeki lde birbirlerin i kavrar ve
birbirlerini çekerler, ve onların yarışlarından uygarlığın h a
rikaları doğar.
Organizasyonun yarattığı ve yaşamdaki harikalar ya
şamsal öğeden yaşamsal öğeye ve elbette, atomdan atoma
olan benzer bir hareketten doğmazlar mı? Böyle düşünmek
için birçok nedenim var ama bunları burada açıklamak çok
uzun sürer. Kimyasal yaratımlar ve astronomik oluşumlar
için de, aynı şey geçerli değil midir? Newtoncu yer çekim
85
GA BRIEL TARDE
87
GABRIEL TARDE
VIII