You are on page 1of 230

FATİMA MERNİSSİ

Fatima Mernissi 1941 yılında, Fas'ın Fez kentinde


doğdu. Büyüdüğü yer, Fransız sömürgeciliğine karşı
milliyetçi direnişin merkezlerinden biriydi ve kendi­

si de milliyetçi okullara kızların kabul edilmesinden


yararlandı.
Eğitimini Rabat Muhammed, Paris Sorbonne ve
sosyolojide doktora derecesini aldığı Brandeis üni­
versitelerinde tamamladı. Halen Fas Bilimsel Araş­
tırma Kurumu'nda araştırma görevlisi olarak çalış­
maktadır. Harvard, Berkeley ve California üniversi­
telerinde konuk öğretim görevlisidir.
Kadınlarının Ağzından Fas, Siyasi Harem adlı iki
kitaba ve Üçüncü Dünya kadınlarını konu alan sayı­
sız makaleye imza atmıştır.
Peçenin Ötesi
(İslam Toplumunda Kadın Erkek Dinamikleri)

Tüm yayın hakları saklıdır.

Yayın Yönetmeni:Sezgi Altınok


Çeviri: Mine Küpçü
Kapak Tasarım: Murat Efe

Birinci Basım: Mart, 1995

ISBN 975-358-026-6

YALN�Z. �IDIŞ YAYINEVİ YAYINCILIK


Kazancı Y okuşu, Sağıroğlu Sok.

DiZiSi No: 27/5 Cihangir - İstanbul


Tel: (0212) 243 60 79
Faks: (0212) 244 39 79

3 Dizgi:Yayınevi Yayıncılık (
Baskı:Özener Matbaası
Cilt: - Umut Mücellithanesi
fatima mernissi

• •• •

PEÇENiN OTESI
(İslam Toplumunda Kadın-Erkek Dinamikleri)

Çeviren:
Mine Küpçü
İçindekiler
Müslüman Kadınlar ve Köktencilik 7
Batılı Okuyucunun Dikkatine 31
Giriş: Yeni Toplumsal Durumun Kökleri 35

Bölüm I: Geleneksel İslamın Kadına ve Toplumsal


Düzendeki Yerine Bakışı

1- İslamda Etkin Kadın Cinselliği Kavramı 55


2- Müslüman Toplumunda Kadın Cinselliğinin
Düzenlenmesi 77
3- İslamiyet Öncesi Evlilik ve Cinsellik 99

Bölüm II: Modernliğin Kadın-Erkek Dinamikleri


Üzerindeki Anomik Etkileri

4- Modern Durum: Fas Verileri 121


5- Verilerin Ortaya Çıkardığı Cinsel Kuralsızlık 131
6- Karıkoca 143
7- Kayınvalide 157
8- Mekansal Sınırların Anlamı 173
9- Fas'taki Cinsel Kuralsızlığın Ekonomik
Temelleri 187
Sonuç: Müslüman Ülkelerde Kadın Özgürlüğü 207
Yayıncının Sonsözü 221
Müslüman Kadınlar ve Köktencilik

Peçenin Ötes i ni yazmayı bitirdiğim 1973 yılından bu yana, Arap ve


'

İslam dünyasında kadınları ilgilendiren en önemli, en çarpıcı olaylar


hangileridir?
Onüç yıl önce bitirdiğim bir kitap için yeni bir giriş yazmak, bir za­
manlar yoğun, tutkulu ve güçlü bir ilişki kurduğunuz, fakat herşeye
rağmen hüzünlü avunmalar, sığ karışıklıklar ve düştegezer ruh hali­
nizle ileri bir adım atarak ayrıldığınız eski bir aşığınızla, Medine'nin
dar sokaklarında ansızın burun buruna gelmek gibi bir şey... Yeni bir
giriş yazmak sizi ürküttüğü ölçüde keyiflendirir. Bu sanki geçmişle ge­
leceğin önemli olmak adına yarışa girdiği bir kendine değer biçmedir
ve bu yarışta geçmiş sizi kasvet dolu bir kötümserlikten, acımasız,
vahşi bir iyimserliğe doğru usul usul çekme kurnazlığını gösterir.1986
Temmuz'unun bu yıldızlı gecelerinde, iflah olmaz bir iyimserlik için­
deyim. Bu iyimserliğim, sabahın köründe sekizinci, dokuzuncu yüzyıl

7
dinsel ve tarihsel yazınını okuyup, öğle sonlarını atlantik dalgaları ara­
sında yüzerek geçirmenin, geleneksel olduğu iddia edilen toplumlar
üzerindeki zaman aşındırması etkisini çok yoğun bir şekilde hissetme­
mi sağlamasından dolayı değil yalnızca... Kağıt oynayanların ve ağır­
başlı çay tiryakilerinin ortasında, mayoları içinde kendilerini gösteren
yeni kentleşmiş her yaştan yüzlerce müslüman aile arasından kumsala
yürümek insana, değişim sözkonusu olunca, gerçekler ile gerçekler
üzerine yapılan tartışmaları birbirinden ayırma zorunluluğunu hatırla­
tıyor. Birkaç hafta önce Tamara ahalisi (Atlantik kıyısında, Rabat'a on
km. mesafede gelişmekte olan bir kasaba) ve yakınlardaki dermeçatma
kentin yeni kır kökenli göçmenleri, kutsal Ramazan ayının uzun gün­
lerini sakin sakin çalışarak geçirmekteydiler. Üstlerinde orucun verdiği
sinirlilik ve uyuşukluk vardı. Sıcak Ramazan ayının sona ermesini kut­
layan dini bayram iki mutlu olayla daha çakıştı: Okulların yaz tatiline
girmesi ve Fas futbol takımının Meksika'daki başarısı. Dini adetlerin
yanısıra, eşek arabaları, kiralık Hondalar ile veya yaya olarak kumsala
üşüşmek, toplu sevincin bir ifadesidir. Bu daha çok eklektik bir sevinç­
tir. Yüzyılların dini bayramının getirdiği mutluluk, televizyonda göste­
rilen futbol maçının verdiği tutkulu ulusal gururla yarışma halindedir.
İşte günümüz Müslüman gerçekliği! .. Burada 'batılılaşmış seçkin­
lerden sözetmiyoruz. Kenar mahalle sakinlerini ve onların boşzaman
etkinliklerini anlatmaktayız.
Müslüman dünyanın dinamiklerini incelemeye kalkan kişi, iki ay­
rı boyutu gözönüne almalıdır: İnsanların gerçekte ne yaptıkları, aldık­
ları kararlar, tüketim modelleri aracılığıyla dışavurdukları gizli yöne­
limler ile, kendileri hakkında geliştirdikleri söylemler veya daha da be­
lirleyiCiolarak, siyasi savlarını dile getirmek için geliştirdikleri düşün­
cele�. İlk- boyut gerçekliğin kendisini, omm zarnana bağlı katı kuralları­
nı ve insanların, nasıl acımasızca hızlı değişime ayak uydurduklarını
_ k�psar; ik�e öz-sunu ve kimlik inşasına ilişkindir. Bildiğiniz gibi,
- insanne zaman kendi kimliğini başkalarına tanımlamak zorunda kal­
sa, kendi önyargılarının kaypak zemininde durmaktadır. Örneğin;
müslümanların geleneksel oldukları, kadınlarının toplumsal değişim

8
ve zamanın erozyonundan mucizevi şekilde etkilenmedikleri yolunda­
ki iddiaya şiddetle sanlmalan, aslında onların kendilerini temsil ede­
cek bir kimlik aramalarındandır ve bu arayış, gündelik davranışların­
da ifade bulacağına, karmaşık ve değişken bir gerçeklikte küçük de ol­
sa bir kimlik duyumunu elde bulundurmaya yönelen psikolojik bir ge­
reksinim olarak görünür. ·

İndiana Üniversitesi, Peçenin Ö tes i ni yeniden yayınlamaya karar


'

verince, benden 1975'ten bu yana kadının durumundaki belli başlı de­


ğişimleri ele- alacağım bir önsöz yazmamı istedi. Sanırım kadınları
doğrudan etkileyen eğilimlerden biri, kökten dinci tutuculuk dalgası
olmuştur. Fakat toplumlarda kadının görünüş ve geleceğini doğru de­
ğerlendirmeyi amaçlarsak, kökten dinciliği 'ortaçağ söylemlerinin geri­
ci bir biçimi' olarak sunan basit kalıplardan kaçınmamız gerekir. Aksi­
ne, bunda erkeklerin ekonomik ve cinsel kimliğini etkisi altına alan
zorlayıcı, hayrete düşüren, derinden derine etkiyen değişimlerin (bun­
lar sayıca öylesine fazla ve öylesine köklüdür ki, dipte kalan akıldışı
korkulan uyandırmaktadırlar) siyasi bir ifadesini bulacağız.
Müslüman dünyaya özgü bir mucizeden söz edilecekse, o da zor­
ba güçlerin ve saçma olana anlam yükleyen bu mahşeri zamanların yö­
netimindeki insanların hala güçlü bir geleceğe inanıyor olmalarıdır.
Üstelik yüzyıllardır varlığını sürdüren savunma mekanizmaları çöküş­
le karşı karşıyadır.
Okuyucuyu günümüz İslam dünyasıyla ve kadının din dahil ça­
tışma halindeki siyasi güçlere uyum sağlama biçimleriyle tanıştırma­
nın en iyi yolu, onu verilere boğmamaktır. Tersine, toplumsal ve birey­
sel yaşam koşullarında görülen ve herşeye sinen yapısal bakışımsızlığı
aydınlatmaya gereksinimimiz var. İnsanın eylemleriyle sözleri arasın­
daki kopukluğu açıklamalıy�� Eylemler gerçeklik alanında yer alırken,
sözler insan varlığına özgü kimlik duyumunu kaçınılmaz olarak bes­
leyen psikolojik değerlendirmeler kapsamına girerler._ Bedensel hasta­
lıklar bireyleri; kimlik kaybı, yani yaşamı anlamlı kılmak adına kuru­
lan bir düzende kişinin yer almasını sağlayan kılavuz düşünce siste­
mindeki rahatsızlıklar ise toplumlan öldürür. Niçin yaşamlarımıza an-

9
lam yükleriz? Çünkü güç oradadır. Kimlik duyumu, kişinin kendi ya­
şamında anlam bulması, ne denli kırılgan olursa olsun kendi sınırlı
çevresini etkilediğini bilmesi anlamına gelir. Kökten dincilik, bir kimlik
arayışı!'dan başka bir şey değildir. Kökten dincilerin kadınlara yaptık­
ları peçe çağrısının altında, hüzünlü olduğu ölçüde gerekli ve müthiş
bir yeniden kimlik derlemesi yatar ki, bu da, şu karışık ama büyüleyici
dönemde müslümanların gereksindikleri bir şeydir.
Müslüman bireyin günlük yaşamda süregiden denetimsiz hızlı
değişim karşısında aldığı tavır ile küçücük bir kimlik duyumu adına
yaşadığı ruhsal zorlanmaların yanıbaşında duran değişmez İslami ge­
lenek söylemi arasındaki kopukluk, kanımca 70'li ve 80'li yıllarda etki­
sini gösteren İslami yaşam dinamiklerinin kilit noktasıdır.
Birey ya da toplum üyesi olarak kendi hakkımızda beslediğimiz
fikirler, yararcı davranışlarımızla bir tutulmamalıdır. Davranışlarımız
eylem durumundaki gerçekliğimizi, fikirlerimizse bizim düşünen var­
lıklar olduğumuzu ifade eder. Hepimiz yaptıklarımızla, başkalarına -
bazen kendimize bile- söylediklerimiz arasındaki derin uçurumu bili­
riz. Gerçeklik ve gerçekliğin sunumu birbirinden çok uzaktır. Fakat bir
toplum bunalıma girdiği zaman, bu ikisi arasındaki mesafe, bireylerin
kendi kendilerine eylemlerini açıklayacak söylemleri henüz oluşma­
dan kapanıverir.
7 HerkE'._s değişiklikten korkar; ne var ki güce dair fantezileri tehlike­
ye düşen müslümanların korkusu daha büyük olmaktadır. Ve bütün
dünya kadınları, insanın kendisini güçlü hissetmesinde güç fantezileri­
nin ne kadar önemli yeri olduğunu pek iyi bilirler. Günümüzde İslami­
yet'in dirilip yayılmasının altında yatan giz, erkeğe doğuştan getirdiği
bir hak gibi sunduğu dünyaya egemen olması düşüdür. Kuşkusuz, bu­
na birçok kısıtlamalar ve hiyerarşiler eşlik etmektedir. Fakat İslamiyet,
klasik dini edebiyat yoluyla evreni, üyelerinin gözünde bir oyun alanı
gibi canlandırma başarısını gösterir.
Kökten dincilik, ilk imamın cami kavramını tanımlamasıyla karşı­
laşıldığında birdenbire anlaşılır oluverir. Hz. Muhammed tüm dünya­
yı bir camiyle özdeşleştiren tek peygamber olmuştur: "Benim için bütün

10
dünya bir camidir. Ümmetimden her kim nerede ibadet etmek istese cami
onıın bulunduğu yerdedir."(1) Mekke'ye yöneldiğiniz sürece, istediğiniz
her yerde ibadet edebilirsiniz. Endonezyalılar yüzlerini batıya çevirir­
ken; bizler Fas'ta, doğuya döneriz.
İslamiyet, birçok şeyin yanısıra, insanın dilini ya da kültürünü bil­
mediği çevrelerde bile kendisini rahat hissetmesini sağlayan, dünyanın
her köşesini evi gibi görmesi için yeterli olan, psikolojik olarak benliği
gliÇ.lendiren bir araçlar dizisidir. İslamiyet'in 7. yüzyıldaki şaşılacak
ilerleyişi, onun bu evrensel özelliğini dikkate almadan değerlendirile­
mez.
Bugün İ_?_lamiyet misyonerler olmadan yayılıyor. Kökleştirici bir
yöntem ve dünyaya hükmetme yolu olan müslümanlık, gitgide geniş­
leyen evren ufukları için bir pusula, göksel uzayın keşfi için bir kıla­
vuz ve bilinmedik topraklara hazırlayan bir rehberdir. Ancak bunu an­
larsak milyonlarca gencin İslam'ı çıkış noktası alarak, çok daha farklı
güç fantezilerinde kendisine ayna tutan kadına İslami kuralları dayat- -
masını anlayabiliriz.
Kökten dincilerin peçeye dönüş çağrısı, kadının peçeyi atmasın­
dan sonra olmuştur. Burada, kökten dinci erkekleri ve onların karşısın­
da yer alan yenilikçi kadınları çıkar çatışması içinde görüyoruz. O hal­
de, hem kökten dinci erkeği, hem de onunla çatışan peçe karşıtı kadı­
nı tanımlamalıyız. Sınıf çatışması, kimi zaman ifadesini keskin cinsiyet
ayrımında bulur. Çağdaş İslam buna iyi bir örnektir; çünkü güçlü din­
sel saplantının ötesinde kalan maddi zevkler, müslüman dünyanın iki
şiddetli kavgasının da kaynağıdır: Siyasi güç kullanımı ve tüketicilik.
Kö}<ten dinciler ve peçesiz kadınlar, sömürge sonrası dönemde,
kesin sav ve esinlerle ortaya çıkan iki ayrı gruptur. Heı:_ikisi de gençtir.
ve aynı eğitim ayrıcalıklarından yararlanmışlardır: Tek fark, dinin can­
landırılması yoluyla güç arayan erkeklerin, yeni kentleşmiş alt ve brta­
nın altı sınıflardan gelmelerine karşın, açık kadınların orta ve üst kentli_
sınıflara ait olmalarıdır.
Ne var ki, daha adil bir güç ve refah bölüşümü için verilen siyasi
kavganın içinde kendi savaşımlarını da sürdüren yenilikçi kadınlar ve

11
kökten dinciliğin erlerinin belirgin özelliklerini sıralamadan önce, eği­
timsiz Haşime Teyze'nin iddialı sözlerinden bir kısmını sizlerle paylaş­
mak istiyorum. Bu kitabın zamana kafa tutan tazeleyici niteliğini, cahil
seslere borçlu olduğunu düşünüyorum.

Yaşlanmaktanşa Bir Gelecek Tasarlamak:


Haşime Teyze Iran Devrimini Nasıl Görüyor?
Şu birkaç onyıl öncesine dek, Müslüman kadınlar bir gelecekten
yoksundular. Sadece yaşlanıyorlardı. Bu iki zihinsel aşama arasında
(yaşlanmak ve bir gelecek tasarlamak), insan uygarlığının en önemli
parolası, gelecek nesillerin tüketimine hazır, özenle seçilmiş, zamana
bağımlı, yoğun ve dondurulmuş bir olaylar özeti olan tarih uzanmak­
tadır. İnsanın yazılı tarihi, teokratların iddia ettiği gibi ilahi kaynaklı
olmayan, 'ulusal' ve 'kültürel' mirasımızı oluşturur. Bir kadının kendi­
sine bir geçmiş düşünmesinin çok güç olduğunu biliyoruz. Ne gariptir
ki, bir gelecek tasarısını da kapsayan başka herhangi bir yükümlülük
daha uygun ve daha ödüllendirici görünmektedir. Erkeğe özgü bir ay­
rıcalık, görev ve çaba olduğu düşünülen tarih yazarlığı hayli kurallı ve
ciddi bir iştir.
Fakat içinde yaşadığımız bu (kıyameti çağnşhran savrulmalarıyla)
titrek yıldız kümesinde, müslüman kadınlar (ve elbette diğerleri) geç­
mişe saplanmaktansa geleceğe uzanmanın daha işlevsel olduğunu keş­
fetmekteler. Bu önsözde benim hedefill'I. de şu soruyu yanıtlamaktır:
Müslüman toplumlarında görülen bunalımdan ayıkladığım kadarıyla,
kadınları nasıl bir gelecek bekliyor?
Tekrar o ıssız eve, surlarla çevrili kente, peçeye ve ulusal gururun
mühürlediği düş ürünü sınırlara geri mi dönüyoruz? Bu kuşkusuz bir­
çok müslüman erkeğin hayalidir. Fakat bir medyum olmamakla birlik­
te, bu hayalin gerçekleşmesini pek olası bulmadığımı önceden söyleye­
bilirim. Kristal kürede gördüğümden değil, (kaldı ki görsem bile bu
denli inanmazdım) Haşime Teyze'nin yinelediği şu sözlerini anımsadı-

12
ğım için:

"Kendini hepten gaileye kaptırma; meselenin altını üstünü karıştır; iyice


bak. Geçmişte neler olduğunu hatırlamaya gayret et ve neler olacağını kes­
!j_r�mey! alıştır kendini. Bütün ihtimalleri sevgili Fatima,}ıepsini değerlen­
dir ... Bu imansızlar memleketinde bir kadının hayatta kalmasının tek yo­
ludur bu."

Haşime Teyze müslümanlar hakkında böyle konuşuyor. Peki ne­


den?
Haşime Teyze (şimdi seksenlerinde) sahip olduğu 'ciddi siyasi de­
neyim' e dayanarak böylesine militan bir havada konuşuyor: Erkek
kardeşleri, Allah'ın ve şeriahn tanıdığı miras hakkını çiğneyerek, onu
payına düşen topraktan yoksun etmişler. Evlenmiş ve erkek kardeşle­
rinden mirasını alma hakkını, sakallı bir kadı'nın huzurunda kocasına
devretmiş. Kocası uzun süren davalar sonucunda mirası almışsa da,
kadıncağızı boşayıp herşeyi kendi üzerine geçirmiş.
Haşime Teyze'nin Müslüman dünyada olup biten siyasi olaylar
hakkındaki düşünceleri, işte onun bu heyecan verici kişisel deneyimiy­
le besleniyor. İşin ilginç yanı, onun yorumlarının en az dörtbaşı ma­
mur bir entellektüel inceleme kadar anlamlı olmasıdır. Haşime Tey­
ze'ye göre İran devrimi, hpkı onun miras öyküsüne benzer: Erkek kar­
deşleri gibi, Şah halkın payını kendisine almışhr. Humeyni'ye gelince,
o da hpkı kocasının yaphğını yapmışhr:

"Şah'tan devraldığı zenginliği kendisine ayınp kadınlara 'Susun ve peçe­


nizi takıp oturun' dedi. Fatima şu senin okullu zırvalannla beni sıkıyor­
sun. Sana meselenın aslını söylüyorum; Farslıların memleketinde olan
budur!"

Konudan saphğımı düşünebilirsiniz. Ne var ki ben, başörtüsünün


altından kulağına dayadığı transistörlü radyosundan haberleri dinler­
ken mırıldanan Haşime Teyze'yi anımsadığım zaman hiç de böyle dü-

13
şünmüyorum. Zira asıl önemli olan, müslüman kadının politizasyonu
ve kendi sorunlarına yeni bir anlayışla yaklaşmasıdır.
Cahil olsun, eğitimli olsun, artık müslüman kadınlar sorunlarını
teşhis edip dile getiriyorlar. Önceleri duygusallık damgası vurulan bu
sorunlar, aslında siyasidir. Kocasının boşadığı kadının üzüntü ve öfke­
si, onun eşini tatmin etmekte yetersiz kalışı ya da kocanın fettan bir ka­
dın tarafından baştan çıkarılışı olarak yorumlanmıyor artık. Kadınlar
hukuku sorgulamaya başladılar: "Kocamla kente gelmek için kendimi yan­
larında bir tür güvencede hissettiğim ailemi ve köyümü terkettim" diyor yir­
miüç yaşındaki bir gecekondu kadını. (Kadınlarının Ağzından Fas)(2)

"Fakat kocam benden bıkarsa benim ne gibi bir güvencem olabilir? Hatam
olmadan onun beni boşama hakkı nereden geliyor? Artık ailem bana bakmaz ;
devlet hiç bakmaz. Elimdeki tek güvence kocam ve çocuklarım. Çocuklar bü­
yüyünce çekip gidecekler. Kocamsa beni boşayıp yeniden evlenebilir. Niçin?
Bu Allah kanunu mu? Asla. Allah bu kadar adaletsiz olamaz."
Bence bu sözler, İslam dünyasındaki devrimci sürecin özüdür.
Medyanın gözalıcı bulmadığı bu süreç hakkında pek söz edilmiyor.
Üstelik bizim romantik devrim imgelerimizi besleyen teatral bir tarafı
da yok. Oysa devrim ses getirir; bu da görkemli gösteriler, bayraklar,
kan, polis baskınları, ulusal ve uluslarası medyanın hiç eksik olmayan
mikrofonları, kameraları, vs., demektir.
Bu girişte okuyucuları tarihi ve siyasi olaylarla bunaltıp etkilemek
istemiyorum.(3) Medya bunu yapıyor. Bense zihnimde yavaş yavaş ol­
gunlaşan düşünce ve izlenimleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Şu top­
lumda yaşam coşkusunun ve tadının bir tiryakisi olarak yaşayan tut­
kulu bir partizan, bir gözlemci ve katılımcıyım. Benim için açık olan
tek şey var: Müslüman dünyayla ilgileniyorsanız dikkatli olmalı, belir­
tiyi yani olayı, güçler birliği, eğilimler, uzlaşı ve bağdaşıklıkların ürü­
nü olan teşhisle karıştırmamalısınız.
Bir belirti olarak peçe çağrısının bize bir mesajı var. Bir diğer me­
saj ise, bu çağrıyı yapan belirli bir güçler konjonktürünün, yani tutucu
hareket ve güçlerin arayışları, kendilerini ulusal ve uluslararası top-

14
lumsal hareketler içerisinde nereye yerleştirdikleridir.
Bir kadın ve kimi zaman da bir toplumbilimci olarak, sözü edil­
meyen güçlere, dışavurulmayan isteklere, bastırılmış düşlere ve dile
getirilmemiş savlara büyük önem veririm. Sıradan gündelik ilişkileri­
me dayanarak söyleyebilirim ki, sessizlik onay ya da teslimiyet anla­
mına gelmez. Edimlerimizin bizi ve arzularımızı tümüyle yansıtmadı­
ğını biliyorum. Gündelik etkinliklerimiz bir zorunlu uzlaşım, baskı ve
sınırlamalar ağı içinde sıkışıp kalmıştır. Tüm bu engellere rağmen biz
kendimizi gerçekleştirmek, güçlü olmak yolundaki içsel isteklerimizi
sürdürürüz.
Kadınlarla doğrudan bağlantılı her eylem, her olay ve özellikle
başkalarının, en çok da politikacıların bunlara gösterdiği tepkinin şif­
resi çözülmeli ve iki ayrı düzeyde anlaşılmalıdır: Görünüşte ne anlama .
geliyor ve saklı bırakılmak istenen nedir? Bu yüzden kökten dinci yak­
laşımı da aynı biçimde incelemeliyiz: Açık ve üstü örtülü anlamları
açısından. Şimdi yeniden 'Peçenin Ötesi' ne dönelim ve kitabın ana fik­
rine, yani mekanın cinsellikte belirleyici unsur olmaklığını zamanla
nasıl yitirdiğine bakalım.

Kadınlar ve Kutsal Eşik: Allah'ın Koyduğu Sınır­


lar ve Erkeklerin Boyun Eğişi

Peçenin Ötesi, cinsel mekan sınırlarını irdeliyor. Cinselliği mekanla


ilişkisi içinde maddileşmiş halde ve mekanda eriyip kaybolduğu, me­
kanı mimaride dondurduğu biçimiyle kavramayı deniyor. Çıkış nokta­
sı oldukça masum bir soru: "Bu kadar çok sevdiğim Medine sokaklarında
neden rahat rahat dolaşamıyorum?" Acaba nasıl oldu da, İslam toplumu
cinsel mekanı yaratıp, ona kadınsı bir cinsel görünüm kazandırdı?
Bu kitap, dinin bilmezden gelinen çarpıcı bir boyutunu gözler
önüne sermektedir; öyle ki yaygın olarak tinsellikle karıştırılan ve tin­
selliğe indirgenen din, İslamiyet sözkonusu olunca boğucu bir dünye­
viliğe bürünüverir. Dünya mekanı, dünyevi güç, refah, cinsellik ve erk

15
dahil tüm basit dünya zevklerine köprü olan Müslümanlığın ilahilikle
pek de ilgisi bulunmamaktadır. Kanımca, Peçenin Ötesi nin aynı konu­
'

yu işleyen düzinelerce kitaba rağmen hala okuyucuya anlamlı gelme­


sinde bu neden saklı. Bu kitap İslamiyet'i ve kadınlan olgusal bakış
açısıyla ele almaktansa, sistemin kilit öğelerinden birisine parmak bası­
yor: İslam'ın mekanı cinsel denetim aracı olarak kullanma biçimine ...
Peçenin Ö tesi eskiyecek gibi görünmüyor; çünkü veri temelli ger­
çekleri değil, yılan hikayesine dönen bir sorunu incelemektedir: Top­
lumların hiyerarşi oluşturma ve ayrıcalıkları dağıtma biçimlerini. De­
netim mekanizmaları, mekanı paylaştıran gizli hiyerarşiler, sınır, yasa
ve yasaklar eşiğinden adımını atan kişi, İslamiyet'in cinsel felsefesini,
kutsal bir yapı gibi inşa ettiği dişillik-erillik görüşünü keşfedebiliyor.
Kadınlar ve mekan; bu konu sistemin işleyişini gözlemleyebilmek için
neredeyse bir büyüteç işlevi görmektedir.
İslam, dünyadaki güç yarışına girmiş siyasi akımlardan birisidir.
En azından bazılarımız bunu bizzat yaşamaktayız. Dünyevi eğitimle
yetişmiş Batılı öğrenciler soruyor: "Bir 'ortaçağ dini' nasıl böylesine canlı
kalabilir ve enerjisini yenileyerek zamanın etkilerine böylesine direnebilir?
Nasıl oluyor da hala eğitimli gençliğe hitap edebiliyor?" Az sonra günümüz
üstün başarılı gençleri için İslam'ın neden çekici olduğunu göreceğiz
ki, bu da kökten dinciliğin özelliklerinden birisidir. Kahire, Lahor, Ca­
karta ve Kazablanka'da İslam ses getiriyor; çünkü gücü ve kişisel güç­
lenmeyi vadetmekted�r: Aslında İslam için kişisel güç öylesine önemli­
dir ki, bu yüzden ruhaniyet ikinci plana düşer. Yakın geçmişte müslü­
manlann genellikle sınır sorunlarıyla (Müslüman topraklarına ve ka­
rarlarına yabancı müdahalesi), yani sömürgeleştirmeden tutun da in­
san haklan davalarına kadar siyasi sınırlarla uğraştığı gerçeği, yetmiş­
lerde benim pek anlamadığım bir şeydi. Örneğin, teknoloji uyuşmazlı­
ğı bir sınır sorunudur: Kendi İslami mirasımızla Batı'nın teknolojisini
ve bilim hafızasını nasıl bağdaştırabiliriz? Uluslararası ekonomik ba­
ğımlılık ise ayrı bir sınır sorunu olarak karşımızda durmaktadır:
lMF'in ekmeğimize sabit fiyat uygulaması bizim ayn bir ulusal kimlik
edinmemizi sağlamıy?r· Obur, saldırgan uluslararası kuruluşlar karşı-

16
sıridaki bağımsızlık sınırlarımız nereye dek uzanıyor? İşte tüm bunlar
kesin sınıf çizgilerinin ayırdığı İslam dünyasını parçalayan bunalımın
ana sebepleridir.
Çalışkan ve saf bir öğrenciden bekleneceği gibi, yetmişli yılların
başlarında uçveren kadın haklan iddialarının sadece geçmişi tehdit et­
tikleri için değil, gelecekteki çatışmaların habercisi oldukfan için İslam
ülkelerini huzursuz ettiğini bilemezdim: Yeni siyasi, ekonomik, kültü­
rel ve cinsel sınırlar saptamanın kaçınılmazlığı... Düşman ulusların
toprak işgalleri (Afganistan ve Lübnan'ın işgali); 'Dallas' ve 'Hanedan'
gibi dizilerin ulusal TV'leri ele geçirmesi; çocukların Coca Cola ve belli
marka spor ayakkabı, vb., tercihlerinde beliren tüketim işgalleri, .!lı.ı­
gün İslam dünyasının y�zyüze geldiği siy<;lsi ve kültürel sınırlardır.
Bununla birlikte, toplumların değişimi yadsıması rastlantısal de­
ğildir. Müslüman toplumlar motor, elektrik, telefon gibi teknolojik ye­
nilikleri sindirebiliyor. Buna rağmen, özgürce yarışan peçesiz kadınlar
ve siyasi partiler, özgür iradeyle seçilmiş parlamentolar ve %99'luk oy
oraııını tutturamasalar da özgürce seçilmiş devlet başkanları gibi yetke
eşiklerine ilişkin değişiklikleri sindirmekte zorlanıyorlar. Katılımcıların
özgür seçimine dayanan bir yenilik sözkonusu olduğunda, toplumsal
fabrika gözyaşlarına boğulmaktadır. Kadının peçeden kurtulması da
bu türden bir yeniliktir. Son yüzyıldır, kadınlar ne zaman peçeyi çıkar­
mayı denedilerse, bazı erkekler çıkıp kutsallığı bahane ettiler ve mas­
kesi düşen toplumsal fabrikanın dağılacağını ve bunun katlanılmaz bir
şey olduğunu haykırdılar. Öyleyse peçenin yeniden gündeme getiril­
mesini isteyenlerin çok iyi bir nedeni var. Niçin İslam toplumu bunca
kötü bir maskenin ardına gizlenme gereksinimi duyuyor?

Bir Kökten Dincinin Anatomisi


Bir kökten dinciyi nasıl tanımlarsınız? Eğer biri kalkıp sıradan Ame­
rikalılara bu soruyu sorarsa, kanımca tüm yanıtlar, herşeyi gözleyen ve
bilen, tanrısallaştırılmış Amerikan medyasının kökten dinci imajının

17
bir yansısı olacaktır: Vicdansız, cahil, kültürsüz, ilkel, kana susamış,
kadın-düşmanı, ekonomik yoksunluk içinde, siyasi olarak bastırılmış
(Müslüman olduğuna göre bu kaçınılmaz), terörist, bomba ve silah de­
posu gibi bir adam ... Üstelik bu canavarın gözleri tek bir düşmana çev­
rilmiştir: Amerika'ya ve onun barışsever, demokratik, bilimsel, yüksek
ahlaklı, talihli vatandaşlarına ...
Oysa bu hayali ankete katılan Amerikalılar, bir kökten dincinin en
az dört özelliğinde yanılgıya düşmüş olurlardı: Bu adam gerçekte ne
cahil, ne de vicdansızdır; herşeyden önce bir Amerikan-karşıtı veya
azılı bir kadın-düşmanı olması da gerekmez. Hızlı kentleşme ve devlet
destekli kitle eğitimi gibi iki modem olgunun ürünü olduğu için ilkel
olması hiç mümkün değildir.
Kökten dinci ne cahil, ne de kültürsüzdür. Mısıı' da yapılan yeni
bir araştırmada, Hamid N. Ansari 280 militanın bir dökümünü yapar:
343 öğrenci, 312,5 meslek sahibi, 314,6 işçi, 310,7 işsiz ve 32,2 çift­
çi.(4) İran' da Şah' a karşı savaşta ölen seksen kişilik bir mücahit toplu­
luğunda çoğunluğu üniversite öğrencileri oluşturmaktadır. Onların ar­
dından yirmidört kişilik bir mühendis, meslek sahibi ve büro elemanı
grubu gelir.(5)
Fakat İslami Hücum Erleri arasındaki başarı ve eğitim düzeyi hak­
kında en aydınlatıcı araştırma, otuzdört Mısırlı militanın babalan ile
kendilerinin eğitim ve meslek açılarından karşılaştırmasını yapan Saad
Eddin İbrahim' in aile geçmişi ve toplumsal devingenlik incelemesidir.

Baba mesleği dikkate alındığında(6), üçte ikisinin (21/34) babalarının orta


kademe devlet memuru, dört yüksek düzey meslek mensubu (iki üniversite
hocası,bir mühendis ve bir eczacı), üç küçük esnaf, üç çiftçi ve iki işçi ol­
duğu görülür.
Eğitime bakarsak, sadece yedi babanın (%20) yüksek tahsil yaptığı­
nı,19'unun (%56) lise, beşinin ilkokul mezunu, geriye kalan üçünün ise
okumamış olduğunu görürüz.(7)

Militanlara gelince, hepsinin babasını aştığı ve dolayısıyla geçmi-

18
şin hiyerarşik Müslüman dünyasının önemli değ,işinılere sahne olduğu
açıkça görülüyor: Bir nesilden diğerine yüksek bir toplumsal devin­
genlik oranı ortaya çıkıyor. İbrahim'in araştırmasının gösterd\ği kada­
rıyla:

Militanların mesleki ve eğitimsel başım/an ebeveynlerinden yüksektir. Be­


şi dışında hepsi tutuklandıklannda üniversite öğrencisi veya mezunuydu­
lar. Geriye kalanlar lise eğitimliydi. %16' sı bir mesleğe dahil devlet me­
muruydu/ar: Beş öğretmen, üç mühendis, iki doktor, iki ziraatçi. Üç ser­
best çalışan (bir eczacı, bir doktor, bir muhasebeci) ve bir tane de otobüs
şöförü vardı.(8)

Militan kesinlikle köylü ya da işçi çocuğu değildir. Orta ve alt-orta


sınıfın üyesidir. Bilime ilgi duyar ve bilim dallarında oldukça başarılı­
dır: "Öğrenciyken tutuklananların (18 kişi ya da %53), altısı mühendislikte,
dördü tıpta, üçü zirai bilimlerde, ikisi eczacılıkta, ikisi askeri teknik okulunda
ve biri edebiyat fakültesinde okumaktaydı."(9) İbrahim, Mısır'da mühen­
dislik, tıp gibi bilim dallarının çok yüksek notlar gerektirdiğini belirtir:

"18 militandan 14'ü (%80), bu ana dallarda eğitim görmekteydi ki bu,


militan İslamcı grupların başarılı ve yüksek amaçlı kişilerden oluştuğu­
nun bir göstergesidir."(10)

O halde geriye tek açıklama kalıyor: Bu militanlar eğitim başarıla­


rına ve yüksek ideallerine rağmen, huzursuz ailelerden gelen ruhsal
sorunlu çocuklardır. Ne yazık ki, psikolojik mantık yürütenler de ya­
nıldılar. İbranim araştırmasında şu sonuçlara vardı:

"Militanların çoğu birbirine bağlı, 'normal' ailelerden geliyor. Herhangi


birinin anne babası boşanmış ya da ölmüş değil. Aralarında tek çocu.k olan
yok ve hiçbirisi ailede yaşanan trajik bir olaydan bahsetmedi."(l I)

Şimdi çattık, değil mi? Peki, bu şiddetin kaynağı ne olabilir?

19
Bu inceleme, İslamcı militanların iyi çocuklar olduklarını göster­
mekle kalmıyor, benim ya da sizin gibi kibar, eğitimli babalara sahip
olduklarını da kanıtlıyor. Bu babalar sistemi yeniden üreten dürüst, iyi
aileler yetiştirmek için çabalayan ortalama adamlardır. Siyasi kişilikleri
Tarzan'ın Çita'sına indirgeyen medya, Bahlılann Müslüman dünyada
olanları anlamasına yardımcı olamaz. Bazı insani nitelikler taşıyan Çita
bile Bah medyasının tanımladığı Müslümanları adam yerine koymaz­
dı._ Amerikan ve Avrupa TV'lerinde Müslümanların canavarlaştırılma­
sı izleyiciyi etkilemekte ve bu durum Batılı insanların canavar gibi gör­
dükleri Müslümanlara yönelik uslamlama yeteneklerini felce uğrata­
cak kadar güçlü bir korku geliştirmelerine yol açmaktadır. Bu yüzden
Batılıların Müslüman dünyasıyla ilişkisi, yarı-hayvani saldın ve sa­
vunma enerjisiyle sınırlı kalmaktadır. Fakat şimdi biz yine, insanlıkla­
rını teslim etmeden asla anlayamayacağımız İslamcı militanlarımıza
dönelim.
Kökten dincinin eğitim düzeyi ve üstün başarısının yanısıra, bir
diğer özelliği de coğrafi geçmişidir. Kırsal kökenlidir ve hızla yayılan
kentsel yerleşimlerle sağlıksız bir bütünleşme içine girer. İran ve Mı­
sırda (bu ülkelerde İslami hareketi izlemek çok daha kolaydır) İslamcı
militanların kır ya da kasaba kökenli olduğu görülür. İbrahim şöyle
yazar:

"İslami hareketler, daha çok yeni orta sınıfın, orta ve alt kesimlerinden
çıktı. Bu kesimler, yabancı etkisinin daha çok hissedildiği ve gayrışalısi
güçlerin daha etkin olduğu dev metropol/ere alışmaya çalışan kır kökenli
insanlardan oluşur."(12)

Militanlar iki tür yerde bulunurlar: Kenar semtler ve durgun eko­


nominin hüküm sürdüğü gelişmekte olan taşra kasabaları: Fakat bu­
nun için iki etkenin biraraya gelmesi gerekir: Plansız göç ve devlet des­
tekli yeni üniversitelerin açılması. Mısır örneğinde, Kahire gibi büyük
kentler, al-Minya, Asyut ve Sohag gibi taşra merkezleri İslamcı mili­
:2.!1lığm gelişip büyüdüğü yerlerdir. Ansari'ye göre, "Kır-kent süreksizli-

20
ğinin kırılma noktası olan Asyut ve Minya, hareketin en güçlü olduğu iki yer­
dir. Bunlar hızlı kentleşmenin etkisi altına giren ilk geleneksel bölgelerdir.
Bağnaz ve siyasi şiddet biçiminde kendini belli eden toplumsal istikrarsızlık
en çok buralarda yaşanmaktadır. Asyut nüfusu, son yirmi yılda ikiye katlan­
inıştır."(13)
Mısır ve daha birçok Müslüman ülkede görülen hızlı kentleşme,
göçmen çocuklarının geniş ölçüde yüksek öğrenim yapmasını da bera­
berinde getirir. Hızlı kentleşme ile kitlesel eğitim arasında sıkı bir bağ­
lantı bulunur. Köylüler çocukları için iyi eğitim olanaklarının arayışı
içinde kentlere göçüyorlar. "Asyut kent nüfusunun yüksek oluşunun bir
açıklaması da Asyut üniversitesine kaydolan öğrenci sayısındaki artıştır. İsta­
tistikler,1971-72'de yaklaşık 15000 öğrenci kaydının yapıldığını,1976-77'de
bu rakamın 28000'e fırladığını göstennektedir." diye yazıyor Ansari(14).
Asyut, Mısıı'ın taşra merkezleri arasında, huzursuzluğun ve sonuç
olarak devlet müdahalesinin en yüksek oranda olduğu yerlerden biri­
dir. (Başkan Sedat'ın öldürülmesinden iki gün sonra, güvenlik güçle-
·

riyle halk arasında çıkan kanlı çatışmayı hatırlayın.)


Kökten dinciliğin ilkel bir olgu, ortaçağ düşüncesine bir geri dönüş
olduğu görüşü oldukça yaygındır. Geçmişi geri getirme çabası içinde
olan bir canlandırma girişimi gibi görülür. Kadınlara yapılan peçe çağ­
rısı da bu yanlış yönlenmeyi bir basitleştirme çerçevesine sokuyor. Mı­
sıı' ın Asyut kasabasını ele alalım; bu kasaba, müslüman toplumun
şimdiye dek bilmediği, tamamen yeni kültürel özellikleri barındıran
modern bir yer haline geldi. Burada kitlesel bir btlgi edinme gayreti
gözlenir. Bizim tarihimizde üniversiteler ve bilgi, seçkinlerin ayrıcalı­
ğıydı. Bilgi sahibi olan kişi, o çok değerli ve soylulara özgü bilgiyi elin­
de bulundurduğu için büyük saygı görürdü. Bilginin edinilmesi yıllar
alır ve genellikle öğrenci, Asya'dan İspanya'ya kadar İslam başkentle­
rini dolaşmak zorunda kaldığı onyılla� süren bir çıraklık dönemi geçi­
rirdi. O halde, kitlenin üniversitelere kabulü, bilgi birikimi, dağılımı,
yönetim ve kullanımında tam bir değişimin ifadesidir. Kökten dincile­
rin kadınlarla uğraşmasınıl;l nedenlerinden biri, devlet üniversiteleri­
nin sadece kenarda kalmış, yoksul erkek göçmenlere değil, kadınlara

21
da açık olma•;ıdır.

Kadınların Üniversiteye Ginnesi: Sınıf ve Cinsiyet


A}lrıcalıklarını Belirsizfeştiren Devlet-Destekli Eği­
tım
Kökten dinci için vicdansız diyemeyiz, ama onun bencilliğinden sö­
zedebiliriz. Kadınlara muhaliftir; çünkü kadınlar onun, kişiyi dünya
yarışma sokan gerekli niteliklere sahip eğitimli biri olarak yeni edindi­
ği kimliğine karışmaktadırlar. Sınıfsal geçmiş incelemelerinin de gös­
terdiği gibi kökten dinciler, öncelikle Müslüman toplum yapısındaki
demokratikleşmenin göstergeleridir. Müslüman toplumların hayal gü­
cünden yoksun Marksist araştırmacıları, Doğu'da bir Müslüman prole­
taryasının yükseleceği kehanetinde bulunuyorlar ve Alman, İngiliz,
Franmz proletaryalarının bu ikiz kardeşini tek mümkün modelin bir iz­
düş(:mü olarak sabırsızlıkla beklemekteler. Bu modelde devlet özü ba­
kımından ve tümüyle kötüdür; ve yine elbette Arap dünyasının tek
parlak öncüleri Marksistlerdir.
Marksistler yeni ulusal Müslüman devlete itibar etmeyerek büyük
bir yanılgıya düştüler. Devlet kavramındaki gerçek bir devrimin, en
azından devletin refah yükümlülükleri konusunda, siyasi oyuncular
olarak yönetici ve yönetilenlerin kendilerine bakışını değiştirdiğini far­
ketmediler. Rüşvet� ve yetersiz olduğu çoktan ortaya çıkan milli dev­
let, bağımsızlığın ardından bir kitlesel eğitim programı (kırsal bölge­
lerde erkeklerle sınırlı olarak) uygulamayı başardı ve yeni bir sınıfın
doğmasına yol açtı: Eğitimli Gençlik Sınıfı. Bu sınıf üç etkenin etkileşi­
minden doğdu:
1 ) Demografik etken, nüfusun gençleşmesi.
2) Siyasi etken, refah devletinin ortaya çıkışı.
3) Kültürel etken, kadınların kendilerini eskisinden farklı algılama­
ları. İran ve Mısır bu olguya iyi birer örnektir. Ayrıca, tüm Müslüman
ve Üçüncü Dünya'daki durum bundan farklı değildir.

22
İran nüfusunun %45'ini, Mısır nüfusunun %39'unu onbeş yaşın
altındaki kişiler oluşturmaktadır.(15) Her iki ülkede yıllık nüfus artış
oranı %3 .l'dir.(16) Nüfusun ikiye katlaması için gerekli zaman aralığı
Mısır için yirmiiki, İran için yirmiüç yıldır. İran'da lise eğitimine katı­
lım oranı, kadınlarda 335, erkeklerde 354'tür. Mısıı'da lise çağındaki
kadınların %3 9'u, erkeklerinse %64'ü okula gidiyor.(17 ) Diğer Müslü­
man ülkelerde de yaklaşık aynı oranlar geçerlidir. Yüzyıllar boyunca
kadının bilgiden dışlanması, birkaç onyıl öncesine dek cehaletle kadın­
lığın karıştırılmasına neden oluyordu. Ama herşey çok çabuk değişti
ve bugün biz kadınlar okur yazarız; okullara ve üniversitelere giriyo­
ruz. Yine de cehalet öylesine kadının yazgısı olagelmiştir ki, büyükan­
nem kadınların eğitiminin ciddi bir devlet girişimi olduğuna bir türlü
inanamadan öldü. Yıllar boyu, beni ve kızkardeşimi şafakta uyandırıp
okula hazırladı. Biz de ona sabah namazından okul zamanı gelinceye
kadar üç saat olduğunu, okula varmanın beş dakika sürdüğünü açık­
lardık. Fakat o sabah çayımızı elimize tutuştururken hep aynı şekilde
mırıldanırdı: "Siz en iyisi gidin ve o harika okul kapısı önünde bekleyin. Bu
işin ne kadar süreceğini Allah bilir." En büyük hayali bizim Kuran oku­
duğumuzu ve işlem yaptığımızı görmekti. "Kııran'ın her kelimesini oku­
manızı ve ben bir ayetin açıklamasını istediğim zaman bana cevap verebilme­
nizi istiyorum. Kadıların (müslüman yargıç) gücü buradan geliyor. Ama Ku­
ran'ı bilmek bir kadını mutlu etmeye yetmez.Toplama yapmayı da bilmek zo­
rundadır. Bu dünyada kazananlar hep matematiği bilenlerden çıkar.", derdi.
Büyükannemizin nesli için eğitimin siyasi boyutu çok açıktı ...
Birkaç onyıl öncesine kadar, kadınların çoğu yirmi yaşından kü­
çük evlenirken, bugün bu yaş grubunda evlenme oranı Mısır için %22,
İran için %38 .4'tür.(18) İran toplumunun bekar yetişkinlerden oluşan
bir orduyla uğraşmaktan ne denli rahatsız olduğu hakkında bir fikir
edinmeniz için, İran'da yasal evlenme yaşının kızlarda onüç, erkekler­
de onbeş olduğunu hatırlatayım.(19) Ya sadece bir kız çocuk, ya da ev­
lilik öncesi onur kırıcı cinselliğinin önlenmesi için bir an önce everil­
mesi gereken adet görmeye başlamış bir kadın sayıldığınız Müslüman
dünyası için bekar bir yetişkin kadın fikri alışılmadık birşeydir. Ataer-

23
kil onur kavramı tamamen bekaret fikri etrafında kurulmuştur ki, bu
durum kadının toplumsal rolünü yalnızca onun cinsel boyutuna indir­
ger: Erken evlilik içinde doğurganlık. Adet gördüğü halde bekar olan
bir kadın kavramı, Müslüman aile sistemine öylesine yabancıdır ki, ya
hayal bile edilemez ya da fitneyi (toplumsal düzensizlik) çağrıştırır.
Arap ülkeleri, cinsiyet rollerindeki demografik devrimin iyi birer örne­
ğidirler.
Ekonomik güvenceden yoksun olan veya istediği işe girebilmek
için gerekli diplomaya sahip olmayan genç erkekler evliliklerini erteli­
JO!l�r. Kadınlar ise zengin bir koca hayali kurmaktansa iyi bir eğitim
alıp kendilerine güvenmeyi yeğliyorlar. Arap ülkelerindeki ortalama
evlenme yaşı, her iki cins için de gözle görülür bir biçimde yükselmiş­
tir. Cezayir'de bu yaş kadınlarda onsekiz, erkeklerde yirmidört; Fas,
Libya ve Sudan'da yaklaşık ondokuza yirmibeştir. Tutuculuklarıyla ta­
nınan petrol ülkelerindeki bekar genç sayısının arttığı gözlenmekte,
buralarda kadınlar yirmi, erkekler ise yirmiyedi yaşlarında evlenmek­
tedirler. 1980'de Mısırın metropolitan bölgelerindeki ortalama evlen­
me yaşı kadın için 23 .6, erkek için 29.7'dir. Kökten dinci hareketin güç­
lü olduğu Yukarı Mısırın kırsal bölgelerinde bu rakamlar 22.8'e karşı
28.3'tür.(20)
Her iki cins için de evlenme yaşının yükselmesi sadece eğitime mi
bağlıdır; yoksa başka etkenlerden sözedebilir miyiz? Dünya Doğurgan­
lık Raporu'na şöyle diyor:

"Mısır'da, benzer diğer ülkelerde olduğu gibi, ilk evlilik yaşıyla eğitim dü­
zeyi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu ülkede genç kadınlar için eği­
tim olanaklarının artması, erken evlenme oranındaki düşüşü beraberinde
getirmiş ve başta kentsel bölgeler olmak üzere evlenme yaşını yukan çek­
miştir."(21)

Batı'da kadınların eğitimi, böylesine hızlı ve devrimci bir etki yarat­


madı. Amerikalı ve Avrupalı kadınlar onyıllarca eğitime katıldıkları
halde, geleneksel rolleri aynı kaldi. Betty Friedan'ın The Feminine

24
Mystique (Kadının Gizemi) adlı çalışması buna iyi bir örnektir. Dolayı­
sıyla, Müslüman dünyada görülen fanatik kadın özgürlüğü karşıtlığı­
nın bir zaman sorunu olduğunu anlamak durumundayız. Biz eğitimli
kadınların çoğunun annesi okumamıştır. Eğitime �çabulü, kadının ken­
dini algılayışı üzerinde, doğurganlığı ve cinsel işlevinde, toplumsal de­
vingenlik beklentilerinde inanılmaz ve ani bir etki bırakmıştır. Dünya
Doğurganlık Raporu'nda, Mısır' da okumamış annelerden doğan orta­
lama çocuk sayısı 4.4, orta eğitimli annelerden doğan çocuk sayısı 2.1,
yüksek tahsilli annelerden doğan çocuk sayısı ise 1.8 olarak verilmek­
tedir.(22) Diğer müslüman ülkelerde de aynı eğilim gözlenmekte­
dir.(23)
Doğurganlık ve bekarete şartlanmış Müslüman toplumlarda, dik­
kate almamız gereken en önemli şey, eğitimli kadının cinsel kimlik ve
rollerin referans noktalarını yerinden ettiğidir. Bu ülkeler, iki cinsi bir­
birinden ayırarak ve erken evlenmeyi kurumlaştırarak evlilik öncesi
cinselliği önlemeye çalışırlar. Erken evlilik kadının yaşamdan beklenti­
lerini zengin bir koca bulma ve doğum yapma düşleriyle sınırlamakta­
dır. Bu iki düş, batıl inanç ayinlerinin büyülü ve kadınsı isterik orta­
mında filizlenir. Koca bulma ve oğlan anası olma isterisi günümüzde
daha da güçlendi; bunun tek açıklaması, erkeklerin geç evlenmesidir.
Zengin koca bulma, evliliği sürdürme ve döl bereketi konusunda orta­
ya çıkan bu isteri, Müslüman kentlerinde büyü ve medyumluk işleri­
nin son derece yaygınlaşmasıyla kendini göstermektedir.
Medyum ve büyücülerden gittikçe daha fazla kadının medet um­
ması, birçok gözlemcinin olayı eskiye dönüş olarak yorumlamasına yol
açıyor. Oysa bu durum, eğitim ve çalışma hayatının getirdiği kendinç
güvenle, geleneksel erken evlenmenin artık mümkün olmaması arasın­
da başkalaşan imgeleri karşısında şaşkına dönmüş kadınların kaygı-gi­
derici bir refleksi olarak yorumlanabilir. 198 2 Fas nüfus sayımı, bekar
erkek ve kadın sayısında on yıllık dalgalı bir artış olduğunu gösteriyor.
1971 ve 1981 sayımları arasında, onbeş yaşın üstündeki kentli erkekler­
de bekarlık oranının 3 38'den 347 . 3'e, kadınlarda ise 323.S 'tan
331.9'a fırladığı görülür. Erken yaşta evlenen bir erkek bulmanın güç-

25
leşmesinin yanısıra, son dönem evliliklerinde süreksizlik sözkonusu­
dur: Tüm evliliklerin %16.6'sı boşanmayla sonuçlanmıştır.(24)
Kırsal Fas'ta yaşayan ve yirmi yaşından küçük evlenmiş, az eği­
timli kadınların yeni bir evlilik yapma şansı, iyi eğitim almış kentli
hemcinslerine göre daha yüksektir.(25) Dünya Doğurganlık Raporu,
eğitimin kadın doğurganlığını doğrudan etkilediğini ortaya koyuyor.
Okumamış kadın başına düşen ortalama çocuk sayısı 4.7 iken, bu sayı
orta tahsilli kadınlarda 3 .7'ye, üniversite öğrenimi görmüş kadınlarda
ise 2.3'e düşmektedir. (26)
Birçok yargıç, iyi eğitimli ve çalışan kadının çiftlerde çatışmaya
neden olduğuna ve boşanma riskini arttırdığına dikkat çekmektedir.
Rabat Muhammed Üniversitesi'nden doktora derecesini yeni almış
olan Zineb Maadi, Kazablanka mahkemesinde bakılan altıbin boşanma
dosyasını incelemiş ve kadının ev dışında çalışıp para kazanmasının
temel ayrılık nedeni olduğunu bulgulamıştır.(27)
Kayda değer bir eğitim gören kadınlar, rekabet şanslarının yüksek
olduğu alanlara girmeyi tercih etmektedirler: Serbest meslekler ve ka­
mu hizmetleri . Fas istihdam araştırması, kadınların %29.9'unun ser­
best mesleklerde ve bilim dallarında çalıştığını, %27.7'sinin ise kamu
çalışanları olduğunu göstermektedir.(28)
Bu 1986 yazında, Fas TV'sinin en çok tutulan programı Nabi! Gu­
lam'ın "Evli Ama Birbirine Yabancı" adını taşıyan Mısır dizisidir. Dizi­
nin konusu, önemli bir şirket müdürlüğü olan eski görevine karısının
getirilmesini bir türlü hazmedemeyen emekli bir adamda odaklanıyor.
Yazar, kadınların profesyonel hayatta ilerlemesiyle, İslami yasaya göre
çocuklaştırılması arasındaki çelişkiyi sergileyerek seyirciyi kolayca
,güldürüyor. Mağrur ve başarılı bir kadın tipi çizen İkram, şirketi adına
Cenevre'de bir konferansa katılmak üzere havaalanında uçağa biner­
ken durduruluyor. Çünkü kocası, yetkililere onun çıkışına izin veril­
memesini emretmiştir. Dizi gece dokuzda yayınlanmakta; bütün serin
yaz geceleri boyunca ve ertesi günler de işyerlerinde devam eden he­
yecanlı tartışmaların konusu olmaktadır.
İslam dünyasının kadınlara yönelik tutucu yaklaşımı, bir geri dö-

26
nüş eğilimi olmaktan çok, cinsel kimlik ve rollerde gözlenen derin de­
ğişimlere karşı geliştirilmiş bir savunma mekanizmasıdır. Erkekler sa­
fında tutuculuk, kadınlar safında ise boşinanç ve büyüye sığınma biçi­
minde kendini gösteren 'ilkel davranışlar'a dönüşün en doğru yoru­
mu, bunların kaygan ve uçucu bir cinsel kimlik zemininde başvurulan
kaygı giderici mekanizmalar olduğudur.
Kökten dinciler geleneksel sınırların, mekan tanımları ve cinsiyet
rollerinin kadının eğitilmesiyle bozulduğunu ileri sürmekte haklılar.
Okula gitme olgusu, kız-erkek ayn eğitim yapan petrol ülkelerinde da­
hi geleneksel mekan düzenini yoketmiştir. Çünkü, kızların okullarına
gitmek için sokağa çıkmaları gerekiyor. Oysa sokaklar baştan çıkarıcı
günah yuvalarıdır; hem halka, hem de her iki her iki cinse açıktırlar. İş­
te size fitne ve kargaşa! Kökten dinciler kadının aile ahlakı çerçevesin­
deki geleneksel işlevini yitirdiği iddiasında da haklılar; evlenme yaşı­
nın ertelenmesi, kadının kendini gerçekleştirmek için eğitime yönel­
mesi demektir. Eğitim istatistiklerine bakarsanız, yeni kentleşmiş eği­
timli gençliğin üniversiteli kadını neden İslamiyet'in ve kadını bilgi­
den, karar verme işlevinden dışlayan İslami geleneğin düşmanı gibi
gördüğünü anlarsınız.1981'de Mısır üniversitelerindeki kadın öğretim
görevlilerinin oranı %25'ti. Değişimin ne de kadar hızlı olduğu hakkın­
da bir fikir edinmek isterseniz 1980'de aynı oranın Amerikan üniversi­
teleri için %24, B. Almanya için %25 olduğunu hatırlamanız yeter.(29)
Tutucu Suudi Arabistan'da bile kadınlar, ayrı ayrı yapılan toplam yük­
sek öğrenimin %22'sini işgal etmektedir. Bu oran Fas'ta %18, Irak'ta
%16 ve Katarda %12'dir.(30)
Kökten dincileri korkutan şey, bağımsızlık döneminin tam-erkek
bir yeni sınıf yaratamamış olmasıdır. Kadınlar da toplu davette yerleri­
ni alıyorlar. Ve bu durum, hem devletin kadınla olan geleneksel İslami
ilişki kavramında, hem de kadının kurumlaşmış bilgi dağıtımıyla olan
ilişkisinde tartışmasız bir devrimdir.
Üçüncü Dünya kadınlarının marjinalleşmesi, yoksunluğu, mo­
dernliğin dışında bırakılması tartışılıyor, yazılıyor. Bu tür bir sol eği­
limli, bencil ve çalakalem inceleme ancak 'Cassandra Sendromu' adını

27
alabilir. Devletin aslında kötü bir devlet olduğu ve kadınların nasıl da
yok sayıldığı gibi basit genellemelerin yeralacağı gözüyaşlı satırlar,
Müslüman dünyadaki siyasi oyuncuların neden bu kadar kadına ve
·

giysisine saplandığını açıklamaktan çok uzak düşmektedir.

NOTLAR

(1) al-Nisa'i, Al Sunan, "The Book of the Mosque (Camii Kitabı)", Cilt 2 (Ka­
hire: Al-Matba'a al-Misriya, al-Azhar, trsz.), s.26.
(2) Fatima Memissi, Le Maroc Raconte par ses Femmes (Kadınlarının Ağzın­
dan Fas) (Rabat: Societe Marocaine des Editeurs Reunis,1984); İngilizce çeviri­
si, Londra: The Women's Press'ten çıkacak.
(3) Peçenin Ötesi'ndeki özel veriler için 1983 Fransızca baskının istatistikle­
rini kullandım; Sexe,Ideologie,Islam (Paris:·Tierce, 1983), ve bunlar bu baskıda
da vardır.
(4) Hamid N. Ansari,"The Islamic Militants in Egyptian Politics (Mısır Politi­
kasında İslamcı Militanlar)", lntemational Joumal of Middle East Studies 1 6,
no.1 (1984), ss.123-44.
(5) Ervand Abrahamian, "The Guerilla Movements in Iran (İran'da Gerilla
Hareketleri) 1963-1977", MERIP Ortadoğu Raporu, no.86 (1980), ss.3-15.
(6) Saad Eddin lbrahim, "Anatomy of Egypt's Militant Islamic Groups (Mı­
sır'daki İslamcı Grupların Anatomisi)", Int. Jour. of Mid. East Studs 12, no.4
(1980), ss.423-53.
(7) lbid., s.439.
(8) lbid.
(9) lbid.,s.440.
(10) lbid.
(11) lbid.
(12) lbid., s.446.
(13) Ansari, bkz.(4), s.131 .
(14) lbid.
(15) 1953 World Population Data Sheet (1953 Dünya Nüfusu Verileri) Was-

28
hington, D.C. Population Reference Bureau)
(16) lbid.
(17) "People's Wallchart", People's Magazine, cilt 12 (1985)
(18) lbid.
(19) lbid.
(20) World Fertility Survey (Dünya Doğurganlık Raporu-, no.47, "Mısır Ra-
poru", Kasım 1983.)
(21) lbid.
(22) lbid.
(23) Bkz. W. Fert. Surv. Farklı Müslüman toplumlar üzerine raporlar.
(24) W. Fert. Surv., No. 47, "Fas Raporu", Mayıs 1984.
(25) lbid.
(26) lbid.
(27) Zineb Maadi, "Al usra al-Magribiya bain al-kitab al-Şari'a va a/-kitab al­
şa'bi" (Şeriat ve Güncel Tartışmalar Ortasındaki Fas Ailesi) (Muhammed
Üniv. Dokt. Tezi, Rabat, 1986).
(28) Resultats de /'enquete sur l'emploi urbain (Kent İstihdamı Araştırma' So­
nuçları) (Rabat: İstatistik müdürlüğü,1981)
(29) Anııııaire Statistique (İstatistik Yıllığı) (Paris: UNESCO, 1980)
(30) lbid.

29
Batılı Okuyucunun Dikkatine

Batı ülkelerinde ortaya çıkan kadın özgürlüğü hareketine benzer


bir devinimin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da filizlendiğini söyleyebilir
miyiz? Onyıllardır süregiden bu tür bir sorgulama, Müslüman kadın­
ların konumunu, anlamsız karşılaştırmalar ve temelsiz çıkarımlar çer­
çevesine hapsederek, konuyla ilgili her türlü inceleme girişimini çarpı­
tıp önünü tıkamıştır. Müslüman kadını Batılı hemcinsiyle açık ya da
üstü örtük ifadelerle karşılaştırmak, yerleşik bir gelenektir. Bu gelenek,
"Kim daha uygar?" sorusundan yola çıkan genel bir eğilimi yansıtmak­
tadır.
Müslüman ülkeler Batı tarafından yenilgiye uğratılıp işgal edildi­
ğinde, sömürgeciler yenik Müslümanları kendilerinden aşağı oldukla­
rına inandırmak ve yabancı işgalini olumlamak için her yolu denediler.
Şehvet düşkünü Müslümanlar dışlandı; kötü talihli Müslüman kadın-

31
!ar için timsah gözyaşları akıtıldı. Müslümanlar ise kendilerini, çokeşli­
lik gibi modası geçmiş kurumlan savunur durumda buldular. Örne­
ğin, erkeğin harem düşlerini kurumlaştırmanın, onu gizli metresler
tutmaya zorlamaktan daha iyi olduğunu ileri sürüyorlardı.
Ne yazık ki bu tartışma, sömürgecilerle sıradan Müslümanlar ara­
sında değil, sömürgecilerle geçmişte kadın özgürlüğü taraftarları olan
milliyetçi aydınlar arasında geçiyordu. Bu çelişkinin iki kalıntısı, hala
Müslüman kadının toplumsal konumunu belirlemektedir.
1) Müslüman kadının ataerkil yazgısına sömürgeciler tarafından
el konması, kadının yaşam koşullarında yapılan herhangi bir iyileştir­
menin sömürgecilere ayrıcalık tanınması olarak algılanmasına yol açtı.
Batı tarzı giyinmek adına peçenin bir kenara atılması gibi görüntüsel
özgürlük hareketleri, daha çok Batılı kadınların çabaları sonucunda
gerçekleşti ve kadın özgürlüğüyle yabancı etkilere teslimiyet özdeşleş­
tirilir oldu.
2) Kadın özgürlüğü sorunu, neredeyse bütünüyle dinsel bir sorun
olarak görülegelmiştir. Başlangıçta milliyetçi hareket dinsel kaynaklıy­
dı. Batı'ya karşı verilen kavga ise, çağdaş bir haçlı seferi gibi algılanı­
yordu. Milliyetçiler kadın özgürlüğü bayraktarlığını, çağdaş küresel
bir ideoloji adına değil, İslamiyet'in zaferi adına yaptılar. Krallar, Filis­
tinliler ve Maocuların "İslam sosyalizmi"ne yüklediği eklektik anlam çe­
şitliliği, henüz böyle bir ideolojiden yoksun olduğumuzun en iyi kanı­
tıdır.
Bu kitapta benim amacım, Müslüman Doğu' da kadınlara nasıl
davranıldığıyla, Batı'nın kadınlara davranışını karşılaştırmak değil.
Ben, her iki toplumun temelinde de cinsel eşitsizliğin yattığına inanı­
yorum. Hangi durumun daha iyi olduğunu aydınlatmak yerine, İslam
dünyasının cinsel dinamiklerini anlamayı hedefledim. İslami sistemin
kendine özgü heteroseksüel ilişkisine ışık tutacağını düşündüğüm za­
man, Doğu-Batı karşılaştırmasına başvurdum.
Bu çalışmamda, kadını erkekten ayn bir varlık olarak düşünmek­
tense, İslami sistem yapılanmasının ana unsuru saydığım kadın-erkek
ilişkisini keşfetmeye çalışıyorum. Bence İslami sistem, kadından çok

32
heteroseksüel birime karşıdır. Eşlerin beyinsel, duygusal ve cinsel ola­
rak karşılıklı tatmine ulaştığı bir kadın-erkek ilişkisinin doğup geliş­
mesinden korkulmaktadır. Tüm enerjisi, duygu ve düşünceleri ile ko­
şulsuz olarak Allah'a bağlanması istenen erkeğin dinsel sadakati, eşler
arası bu tür bir bütünleşmenin tehdidiyle karşı karşıya kalır.
Yirminci yüzyılda Müslüman toplumun yüzyüze geldiği en yıkıcı
tehlikelerden birisi de, cinsler arası iletişimde gözlenen değişimdir. İs­
lamiyet ve kadın ilişkisini konu alan bereketli bir edebiyat, bu ikilemi
gözler önüne sermektedir.(1) Kafir güçlerin bozgununa uğrayan Müs­
lüman toplumlar, tek çıkışın kadın-erkek, tüm Müslüman insan gücü­
nün üretime dahil edilmesinde olduğu sonucuna varmaktadırlar. Fa­
kat bu durum, işçi veya asker olarak gereksinilen kadınlara da erkekle­
re özgü ayrıcalıkların tanınması anlamına gelecektir. O zaman da top­
lumsal hayatın her alanında cins aynını kalkacak, cinsiyet eşitsizliğini
temsil eden kurumlar dışlanacaktır.
Sanının, öncenin kaç-göç kadınlarının cinsel ve ekonomik olarak
eşit haklara kavuştuğu, ayrımcılığa yer vermeyen bir toplum, olsa olsa
gerçek bir İslam toplumu olurdu.

NOTLAR

(1) Bu edebiyatın çoğunlukla erkeklere ait olması ilginçtir. İzleyen başlık­


lardan da anlaşılacağı üzere, Müslüman yazarlar 'kadın sorunu'nu, İslamiyet
ile kadınlar arasındaki bir sorun olarak algılar görünmektedirler.
Said al-Afgani)s/am and Women (İslam ve Kadınlar), Şaml 964;
Abdulkadir al-Karamani, Women From the Viewpoint of Islam (İslami Bakış
Açısından Kadınlar), Aleppo, trsz;
Cafer al-Nakdi, lslam and Women (İslam ve Kadınlar);
Sadık al-Kumayli, Women's Personality in lslam (İslam' da Kadın Kişiliği),
Beyrutl972;
Muhammed al-Şayyal, Women in Is/am (İslam'da Kadın), Kahire, trsz;
Mahmud Şaltut, Womeıı in t/ıe Koran (Kuran'da Kadın), Kahire1963;

33
{
Abbas Mahmud al-Akkad, Women in the Koran (Kuran'da Kadın), Kahire,
trsz;
Abdulkadir al-Mağribi, Muhammed and Womeıı (Muhammed ve Kadınlar),
Beyrut 1929;
Muhammed al-Mehdi al-Hacuvi, Women: Slıari'a and Law (Kadınlar: Şeriat
ve Kanun), Kazablanka 1967;
A. Afifi, Arab Womeıı: Jalıiliya a11d Islam (Arap Kadınları: Cahiliye ve İslam),
Kahire, trsz.
Genel olarak kadının İslamdaki yerini dile getiren bu erkek yazını, erkekle­
rin merkezi gördükleri bir başka sorunda odaklaşır:
Muhammed Nasır al-Din al-Albani, Tlıe Seclusion of Muslim Women in tlıe
Book aııd the Swma (Kitap ve Sünnete Göre Müslüman Kadının Tecriti), Beyrut,
trsz;
Ebu Rıdvan al-Sanusi, Women: Seclusion and De-Seclusion (Kadınlar:Tecrit
ve Tecritten Yoksunluk), Beyrut, trsz;
Ebu'l-Ala al-Mavdudi, Seclusion (Tecrit), Şam, trsz;
Mustafa Naci, Explanation of tlıe Institution of Seclusion (Tecrit Kurumunun
Açıklaması), Beyrut, trsz.

34
Giriş

Yeni Toplumsal Durumun Kökleri


Fas ve diğer Müslüman toplumlarda evvelce ve hala tartışılan konu
kadının aşağı olduğu ideolojisi değil, kadının konum olarak boyundu­
ruk altı.nda kalmasını sağlayan bir kurallar ve adetler dizisidir. Bunl�­
rın başta geleni, erkek-egemen bir aile hukukudur. Birçok kurum din
denetiminden çıktığı halde (örneğin, iş anlaşmaları), aile bu denetim­
den hiçbir zaman çıkamadı. Erkek egemenliğine dayalı yedinci yüzyıl
aile hukuku, yeni kanun d�enlemelerinde de yerini aldı.1957 Medeni
Kanunu(l), İmam Malik'in fıkra tarzında yazılmış Al-Muvatta(2) adlı
eserinin maddeler, başlıklar ve altbaşlıklar şeklinde özlü Napolyon ge­
leneğine uygun olarak sıralanmış parlak bir uyarlamasıdır.
Erkek yenilik taraftarları, cinsel işbölümünün değiştirilmesi gerek­
liliğinin ayırdına vardığı için ve Müslüman devletler cinsleri eşitsizliğe
mahkum ettiklerini onayladıklarına göre, çağdaş Arap-Müslüman top­
lumlarında gitgide su yüzüne çıkan eşitlik arzusunun nasıl ve ne tür

35
sonuçlar doğurarak karşılanacağı sorgulanmalıdır.
Aslında, bu sorun çözümsüz görünmektedir. Kadın özgürlüğü,
Müslüman toplumları parçalayan siyasi ve ekonomik çatışmalara gö­
bekten bağlıdır. İslam uluslarında siyasi olarak atılan her geri adım,
tüm ilerici güçleri yeniden serbestleme zorunluluğunu doğuruyor. Fa­
kat paradoksal olarak, kafirler tarafından dayatılan her siyasi geri
adım, bu toplumlardaki geleneksel İslami yapılanışın karşıt bir zorun­
luluk biçiminde yeniden kabul görmesini de beraberinde getiriyor. Ye­
nilik ve gelenek taraftarları, tek bir dokunuşla zincirlerinden boşalıp,
cinsler arası ilişkiler aleyhine üzücü sonuçlar doğuran bir çatışma içine
giriyorlar.
Siyasi konularda bu çelişkinin, Fas'ta nasıl işlediğine gelin yakın­
dan bakalım. Fas, çağdaş Arap ve Müslüman olduğu iddiasındadır. Bu
niteliklerin herbiri, çağdaş Müslüman yaşam biçimine güçlü bir dürtü
ve özgün bir kişilik kazandıran, bütünleyici olmaktan çok çelişik, kar­
gaşa halinde bir esin ve gereksinimler düğümünün ifadesidir.
Fas çağdaş bir devlet olarak, Birleşmiş Milletler Topluluğu'na üye­
dir ve İnsan Haklan Bildirgesi'ne imza atmıştır. Bildirgenin medeni
hukuku düzenleyen 16. maddesi şöyle der:

"Irk, ulus ya da din farkı gözetmeksizin, erişkinlik çağına ulaşmış tüm er­
kek ve kadınlar, evlenmek ve aile kurmak hakkına sahiptirler. Evlilik karşı­
sında, evlilikte ve evliliğin sonlanması dımımlarında eşit haklan vardır."

Bununla birlikte, Müslüman bir toplum olarak, aileyi geleneksel İs­


lami yasanın denetiminde tutma isteğiyle hareket eden Fas, mümkün
olduğunca yedinci yüzyıl şeriat kanunlarına uyar. Örneğin 12. madde,
geleneksel velayet kurumunu yaşatmaktadır. Bu madde uyarınca, ken­
dini evliliğe teslim eden kadın değil, onu kocasına veren erkek velisi­
dir: "Kadın evlenme akdini sonuçlandıramaz; bu amaçla atadığı bir erkek veli
tarafından temsil edilmelidir." 11. Maddede ise, velinin erkek olması ge­
rektiği belirtilir.
İnsan Haklan Bildirgesi, 29. maddeyle bir kez daha belirgin biçimde

36
ihlal edilir. Bu madde, kadının Müslüman ümmeti dışından bir eş seç­
mesini de yasaklamaktadır. Buna karşın, Müslüman bir erkeğin gayrı­
:\füslim bir kadınla evlenmesi yasak edilmemiştir. Evlilik hak ve ödev­
lerindeki farklılık öylesine aşırıdır ki, iki ayrı fıkrada toplanmışlardır:
Fıkra 35: "Kocası Karşısında Kadının Hakları" ve Fıkra 36: "Karısı Karşı­
sında Kocanın Hakları"
Müslüman Fas'ın bugünkü durumu, sağlam kartezyen mantık
çerçevesinden bakan akılcı birine anlamsız görünür. Fakat akim çocuk­
ça yönlerini safdışı bırakıp, çevrelerindeki dünyanın şaşırtıcı talepleri­
ni karşılama çabasında olan bireylerin içinde bulunduğu kargaşayı ve
bu kargaşanın onların davranışındaki yansısını anlamaya çalıştığımız­
da, saçma görünenin kendi koşulları içinde anlaşılır olduğunu farke­
deriz.
Bu yaklaşımın, kadın ve erkeğe özgü umut, korku ve beklentilerin
giderek arttığı ve çelişikleştiği çağdaş Fas'ta, kadın-erkek dinamikleri­
nin incelenmeşi açısından özel bir önemi vardır. Şimdi, aile yapısı ve
cinsler arası ilişkiler üzerinde doğrudan etki bırakan üç çağdaş İslami
zorunluluğu inceleyeceğiz. · ·

1 .Cinsel Eşitlik Gereksinimi: Cinsel işbölümünü değiştirmek ama­


cında olan Müslüman erkek feminist hareketi.
2.Arap. Olma Gereksinimi: Arap Ulusçuluğu, Batı egemeliğine
karşı geliştirilmiş yaşamsal bir tepkedir.
3.Müslüman Olma Gereksinimi: Din, bir evren ideolojisinin rahat
beşiğidir.

Cinsel Eşitlik Gereksinimi


Feminist hareket, Arap-Müslüman milliyetçiliğinin bir ifadesi ve
yan ürünüydü. Kasım Amin (1863-1908) ve Salama Musa (1887-1958),
kadının özgürleşmesini, Arap-Müslüman toplumunun küçültücü Batı
egemenliğinden kurtulmasının olmazsa olmaz koşulu gibi gördüler.
Onlar için kadınların özgürleşmesi, toplumsal yaşamın her alanında

37
erkeklerle tam bir eşitlik içinde olmaları demekti. Salama Musa, Kadın
Erkeğin Oyuncağı Değildir (3) adlı kitabında, Batı tarzı kadın özgürlüğü­
nü, yanıltıcı olduğu gerekçesiyle dışlar; çünkü ona göre Batı, kadını di­
şi konumundan insan konumuna yükseltmemiştir. Musa, kendi toplu­
munun, Çin ve diğer Asya ülkelerinde görülen daha iyi özgürlük mo­
dellerini örnek almasını savunuyordu. Fakat benim burada asıl ilgilen­
diğim, feminist programın kökeni ve nedenselliği değil, bu programın
özgürlük stratejisinin bir parçası olarak ne gibi bir rol oynadığını ay­
dınlatmaktır.
Arap-müslüman toplumunun temel özelliklerinden birisi, Batı ve
onun hegemonyasına yönelik saplantılı tutumdur: "Doğulular ve Batılı­
lar birçok konuda birbirlerinden ayrılırlar... Bu farklardan biri, Batılıların Do­
ğululara egemen olması, onları kendi pamuk/arından, kauçuk, bakır ve petrol­
lerinden yoksun etmeleridir. Doğulu ne zaman ayaklanniaya kalksa Batılı ta­
rafından tepelenir."(4)
Feministler, Batı egemenliğinin direklerinden birisinin üretkenlik
olduğunu düşünmektedirler: "Avrupa ve U.S.A.'da hatırı sayılır bir üre­
tim varsa, bunun nedeni bu ülkelerde lıem kadının hem de erkeğin üretim sü­
recine katılmasıdır."(5) Sonuç olarak, Müslüman dünyanın zayıflık ne­
denlerinden biris.i, sadece ulusun yarısının çalışıp üretiyor olmasıdır.
Diğer yarısının üretimde yer alması engellenmektedir:

"Bir toplumun zaafları arasında, üyelerinden çoğunun üretici çalışma sü­


recine katılmaması sayılabilir... Hemen lıer toplumda kadınlar niifıısun
yaklaşık yarısını oluştururlar. Onları cehalete ve edilgin bek1entilere mah­
kum etmek, toplumun yarı üretici potansiyelinin kaybı ve önemli miktar­
larda kaynağın savrulması anlamına gelir."(6)

Batı'yla güç ve üretim yarışına girmek durumunda olan Doğu ka­


dınlarını üretim sürecine sokmak için, önce onları eğitmelidir. Kasım
Amin, kadınların erkeklerle aynı yeterlik ve zekaya sahip olmadığı id­
diasındaki aptalca kuramları reddeder. "Erkeğin kadından üstün oluşu,
girdiği çalışma hayatının onu zihnen ve bedenen zorlaması nedeniyledir."(7)

38
diye ekleyen Amin, kadına aynı fırsatlar tanındığında, aradaki mesafe­
nin hemen kapanacağını ileri sürer.
Ne var ki, kadını eğitim ve üretime dahil etmek, cins ayrımının or­
tadan kalkması demektir.1985'te birçokları bunun İslam'a ve İslam hu­
kukuna aykırı olduğuna inanıyorlardı:

"Çoğu kişi hala, kadını eğitmenin gereksiz olduğuna inaıııyor. Kimileri


da/ıa da ileri giderek, kadma okuma-yazma öğretmenin bile şeriata karşı
gelmek ve ilahi düzeni çiğnemek anlamına geldiğini düşümnektedir. " (8)

Amin, kadınları tecrit etmenin ve toplum yaşamından dışlamanın


İslamiyetten değil, İslam tarafından fethedilen ülkelerin asırlık törele­
rinden(9) kaynaklandığını göstermeye çalıştı. Bu köklü törelerin tepki­
sel politik rejimler tarafından, tarih boyunca desteklendiğini ileri sür­
dü. O zaman, kadını tecrit ve cehalete zorlayan kurumların değişmesi
hiçbir şekilde, İslamiyete yönelik bir saldırı anlamını taşımazdı.
Amin' in savına göre, İslamiyet kadınları en çok özgür bırakan dindi:

"İslam hukuku deniiz ortada hiçbir yasal sistem yokken, dünyµnı;ı diğer
uluslarında aşağı bir konumda bulıman kadınlara özgiirliik tammış, onla­
rı erkeklerle eşit kılmıştır. İslamiyet kadına tüm insan Jıaklarını vermiş;
onu her konuda erkeğine denk dımıma getirmiştir. " (10)

Gelenekçiler bunun tersini kanıtlamaya kalktığında, onların işleri


daha kolay oldu. Şeyh ibn Murad, kadın özgürlüğünün, İslami dünya
görüşüyle çelişmediğini yazan Tunuslu modernist bir yazara dönük
yaptığı geniş çaplı eleştiride, onun Katolik papazlarca Müslüman top­
lumunu yıkmak için tutulmuş bir casus olduğunu yazar.(11) İslamın
cinsel eşitsizliğe inandığını ekleyen Şeyh, şöyle demektedir: "Evlilik er­
keğin üstünlüğünde anlamını bulur... Evlilik dini bir edimdir ve erkeği, in­
sanlık yararı için, kadın üzerinde yönetici ve belirleyici güç sahibi yapar."(12)
Bu yüzyılda, erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğü, modernizasyo­
nun etkisiyle ciddi bir biçimde azaldı. Yeni yaşam şartlan, kadınları

39
evlerinden çıkarıp sınıflara, bürolara ve fabrikalara taşıdı. Her ne ka­
dar Fas'ta cinsel ayrımın ortadan kalkması, yalnızca kentli üst-sınıfla
sınırlı ve yavaş seyretse de, İslamın ve İslami kuralların cinsel· konular­
da ebedi bir ışık kaynağı olduğu iddialarının yeniden gündeme gelme­
sine sebep olacak kadar toplumun cinsel dengesini sarsmışhr.

Arap Olma Gereksinimi


İdeallerinin kaynağını İslam' da bulan Arap toplumunun kendine
has özelliklerini gündeme getirme gereksinimi, bazı yenilikçi kuramcı­
larca önemsiz bulunarak dikkate alınmamıştır. Örneğin, bir toplumbi­
limci olan Daniel Lerner, kendi görevini bayağı hafife almıştır. Mo­
dernleşmeyi Batılılaşmaya denk gören Lerner, Batılılaşmanın Bağdat
ve Kahire'yi yokettiğini ileri sürer.

"Ortadoğu'da, ideolojilerin gerisiııde, eski tarz hayatın bitmesi gerektiği,


çünkü ·yeni istekleri tatmiıı etmekteıı uzak kaldığı fikri hızla yayılmakta­
dır... Bir zamaıılar sadece Ortadoğu toplumımuıı üst katmaıımdaki soylu
sııııfları etkisi altına alaıı Avrııpalılaşma, gitgide dalıa geniş ölçüde nüfu­
suıı içine işlemekte ve ralıatsız edici 'pozitivist rıılıu'yla kamu kurumları­
na sızmaktadır."(13)

Lerner bu sahrları 1958'de, Mısır halkının, İngiliz-Fransız-İsrail sal­


dırısına uğramasından iki yıl sonra yazdı. O sıralarda Irak, Suriye, Ür­
dün, Lübnan, Libya, Tunus, Fas, Bahreyn, Kuveyt ve Aden' de Mısır
için gösteriler yapılmaktaydı. Eğer Lemer, onbeş dakika olsun Akde­
niz' de yayın yapan bir Arap-Müslüman radyosunu dinlemiş olsaydı,
'altta yatan ideolojilere daha çok itibar eder ve 'Avrupalılaşma' sözcü­
ğünün hem 'soylu sınıf hem de 'halk' üzerinde yarattığı ikileme daha
çok önem verirdi. Toplumbilim adına ne mutlu ki, o yine de, uç bir
milliyetçilik ve tutkulu bir yabancı fobisinde ifadesini bulan Ortadoğu
modernizasyonunun kendine özgü etnosantrik kargaşasının farkına

40
varabilmiştir.(14)
Fakat Lerner'in kargaşa diye bir kenara attığı Arap-Müslüman et­
nosantrikliği (budunmerkezcilik), bence modernleşmenin en anlamlı
unsurlanndan birisidir. Arap ve Müslüman olmak, cinsel etkileşimi ol­
duğu kadar kurumlan da etkilemektedir.
Arap olma kavramının bir diğer ayırdedici özelliği de, kendilerini
Arap kabul eden ulusların, İkinci Dünya Savaşı'na dek böyle bir iddi­
alarının olmamasıdır. Şimdilerde Arap olmak, ırksal olmaktan çok si­
yasi bir savdır. Anıivaar Abdül-Melik,1930'lu yıllardan önce Mısırlıla­
rın kendilerini eski firavun uygarlığının mirasçısı olarak görmekten
gurur duyduklanna ve Araplarla aralarındaki farkı özellikle vurgula­
dıklarına dikkat çeker.(15) Fas nüfusunun Berberi kökeni bir sır değil­
dir ve yerli bölünmeleri kızıştırmakta çıkar gören Fransız sömürgeciler
tarafından demagojik amaçlar için kullanılmıştır. Berberilerle Arapla­
rın arasını açmak sömürgecilerin işlerine geliyordu.(16) Fakat Mısır ve
Fas gibi birçok ülke, Batı egemenliğiyle başedebilmek için Arap adı al­
tında birleşmeleri gerektiği sonucuna vardı. Ve güçlüklerle de olsa
Arap milliyetçiliği bayrağı altında toplandılar.
Arap olmanın siyasi ve kültürel anlamı, Alla! al-Fasi'nin, kırklarda
Fas'ın önündeki seçenekleri incelediği çalışmasında gayet açıktır:
"Fas ayakta kalmak ve gelişmek için bir uluslar bloğıma katılmak zorun­
dadır. Önünde iki seçenek bulımııyor: Henüz şeffaflaşmamış olan Fransız
Birliği ve artık günün gerçekliği haline gelm� olan Arap Birliği. Fas'ııı
Fransız Birliği'ne katılması, -geçmiş deneyimlerden anlaşılacağı üzere­
çok büyük güçlüklerle karşılaşması demektir, çünkü Fas'la Fransa'nııı çı­
karları çatışma halindedir... Fas, bu sömürgeci birlikte mutlu olmak yerine
bir Jıammadde deposu ve Fransa'ya hizmet edecek askerler yetiştiren bir
kuluçka makinesi olmaktan öteye gidemeyeceğini anlamış durumdadır.
Diğer yandan Fas'ııı Arap Birliği'ne ginnesi, yüzyıllar boyu dalıil olduğu
ve elinde olmayan nedenlerden dolayı dışlandığı bir aileye geri dönüşii­
diir.. "(1 7)
.

1945'te Fas'ın Arap kimliği açık olmaktan çok uzaktı ve Alla! al­
Fasi pek de Arap olmayan Fas'ı dahil edebileceği bir Arap betimleme-

41
sinde bulunarak, Arap Birliği'nin(18) ilk üyelerini ikna etmeye çalış­
mıştı.(19)
Tarih, Alla! al-Fasi'yi haklı çıkardı. Partisinin amaçlan, Fas devleti­
nin amaçları haline geldi. 1 Ekim 1958'de Fas, bağımsız bir devlet ola­
rak, Arap Birliği'ne üye oldu. 1962 anayasasının kaynağı olan Temel
Krallık Yasası'yla Arap kimliğini benimsedi:

Madde 1 . Fas , Arap ve Müslüman bir ülkedir.


Madde 2. İslam , devletin resmi dinidir.
Madde 3. Arapça , devletin resmi ve ulusal dilidir.

Müslüman Olma Gereksinimi


Fas Arap ve Müslüman olma savını benimseyerek, özel esinler
üzerinde temellenmiş ve ideolojisini özel kaynaklardan alan bir dünya
görüşünü dile getirdi. Eğer Arap olmak siyasi ve kültürel bir seçimin
ifadesiyse, Müslüman olmak da özgün bir küresel dünya görüşünün
ve genel anlamda özel bir kurumlar düzeninin, dar anlamdaysa özgün
bir aile yapısının kabulüdür. İslam sadece bir din değildir.

"Knpalı ve tutarlı bir sistem olarak öziinde ısrar eden sosyolojik, yasal ve
hatta siyasi bir dünyevi bütünlük ve ideolojik düzene salıip bir ülkü olan
İslar!_I , dünyevi yaşama ilahi bir yaklaşım biçimidir." (20)

Şimdi de Müslüman olmanın Fas ailesi için ne anlama geldiğine bir


göz atalım.
Yedinci yüzyılda, Muhammed 'ümmet', ya da 'müminler toplıılıığu'
kavramını yarattı. Aşiret ittifaklarına kökten bağlı olan çağdaşlarının
kafasında bu kavrama ilişkin bilgi yoktu. Muhammed, müminlerin to­
temik eğilimleri güçlü, biyolojik bir grup olan aşiret ittifakını, dini
inanç temelli gelişmiş bir ideolojik grup olan ümmete aktarmak zorun­
daydı.(21) İslam, bir bireyler topluluğunu, bir inananlar topluluğuna

42
dönüştürdü. Bu topluluk, ümmet içindeki bireylerin birbirleriyle ve
inaçsızlarla ilişkisini belirleyen özellikleriyle tanımlanır:

" Ümmetin içerdeıı•göriintiisiinde, birbirine akrabalık veya ırksal bağlar­


la değil de dini bağlarla bağlı olan, tüm üyelerin tek bir Taıırı'ya ve 0111111
elçisi Mıılıammed'e iııançlarını a14kladıkları bir bireyler biitiiııii vardır.
Al/alı önünde ırk ayrımı gözetilmeksizin lıerkes eşittir... Dışarıdaıı görii­
ııiimiiyle iimmet, diğer biitiiıı toplumsal orgaııiz.asyoıılardaıı kesiıı çizgi­
lerle ayrılır. Hedefi· keııdi üyeleri arasmda ve bütiiıı iıısaıılıkla olaıı ilişki­
lerde Allalı'm varlığma tamklık etmektir. Bıı üyeler, doğrıt iııaııcı destek­
lemek, iıısanlara Allalı'm yolımıı göstemıek ve oııları iyiye yönlendirip
söz ve eylemle kötiideıı ıızaklaştınnakla yiikiimlii olaıı böliiıımez bir örgüt
olttştıırurlar."(22)

Ümmet'i yerleştirmek için Peygamberin kullandığı araçlardan bi­


risi, varolan hiçbir cinsel birlikteliğe benzemeyen Müslüman aile kuru­
mudur.(23) Ayırdedici özelliği, titizlikle tanımlanmış yekpare yapısı­
dır.
Muhammed'in devrimci toplum düzenindeki aile yapısı, tümüyle
yeni olmasından ötürü, ayrıntılı yasalara bağlanmıştır. Cinsellik, do­
yurulması baştan sona dini yasayla düzenlenen güdülerden birisidir.
Müslüman kafadaki cinsellik ve şeriat arasındaki bağlantı, Müslüman
aile yapısının yasal ve ideolojik tarihini biçimlendirmiştir.(24) Bu tari­
hin en dayanıklı unsurlarından biri, kutsal kabul edilen aile yapısının
değişmezliği varsayımıdır.
İslam'ın cinsiyet rollerindeki her tür değişimi yasakladığını iddia
eden gelenekçilerle, İslam'ın kadın özgürlüğüne, cinsler arası bütün­
leşmeye ve cinsiyet eşitliğine izin verdiğini ileri süren yenilikçiler ara­
sındaki tartışma, bu yüzyılda şiddetlendi. Fakat iki tarafın da birleştiği
nokta, İslamiyet'in toplumun kutsal temelini oluşturduğudur. Ben bu
kitapta, İslam'ın resmi politika olarak yorumlanışıyla, cinsel eşitlik ara­
sındaki çelişkiyi göstermek istiyorum. Cinsel eşitlik kavramı, kanun­
larla yaşama geçirilmiş olan İslami önermeyi, yani heteroseksüel aşkın

43
Allah düzeni için bir tehdit olduğu görüşüyle çelişmektedir. Müslü­
man evliliği erkek-egemen bir evliliktir. Cinsel ayrımın ortadan kalk­
ması, kadının İslami ideolojideki konumunu sarsar: Kadın baba, erkek
kardeş ya da kocanın yetkesi altında olmalıdır: Allah kadını yıkıcı un­
sur olarak kabul ettiğine göre, kadınlar aile dışında kalan konulardan
dışlanmalı ve mekansal olarak sınırlanmalıdır. Kadının ev dışı mekan­
lara katılımı erkeğin denetimine verilmiştir.
Yaygın biçimde benimsenen kanının aksine, çelişkili bir biçimde
İslam, kadınların doğuştan getirdiği aşağılıktan sözetmez. Tersine,
cinsler arasındaki potansiyel eşitliği onaylar. Varolan eşitsizliğin kay­
nağı, ideolojik veya biyolojik bir kadın aşağılığı kuramı değildir; bu
eşitsizlik kadının gücünü bastırmak için özellikle tasarlanmış kurum­
ların, -aile yapısındaki yasal itaat ve ayrımcılık- bir sonucudur. Dahası
bu kurumlar, sistemli ve inandırıcı bir kadın aşağılığı ideolojisi üret­
memektedir.
Geleneksel İslam, potansiyel olarak cinsel eşitliği tanıdığına göre,
Müslüman toplumlarda kadının kurtuluşu gereksinimini duyan femi­
nist hareketin erkekler tarafından başlatılıp yine onlar tarafından yürü­
tülmesi şaşırtıcı ve zor değildir. Cinsiyet, ırk veya konum farkı gözetil­
meksizin, insanın yüceltilmesi İslamiyet'in çekirdeğini oluşturur.
Batı kültüründeki cinsel eşitsizlik, kadının biyolojik olarak aşağı
olduğu inancından kaynaklanır. Batı' da kadın özgürlüğü hareketinin
hep kadınlar tarafından götürülmesi, elde edilen başarının genellikle
yüzeyde kalması ve bu kültürün kadın-erkek dinamiklerinde belirgin
bir değişim yaratamaması gibi unsurlar, kadının aşağılığı inancının ne
denli güçlü olduğunun bir göstergesidir. İslamiyet'te böyle bir inanca
rastlanmaz. Aksine, tüm sistem, kadının güçlü ve tehlikeli olduğu var­
sayımına dayanır. Bütün cinsel kurumlar (çokeşlilik, boşama, cinsel ay­
rım, vb.) kadının gücünü baskı altına alma stratejisi olarak algılanabi­
lir.
Kadın iktidarına duyulan bu inanç, Müslüman yerleşimlerindeki
kadın-erkek ilişkisinin, Batınınkinden çok farklı bir evrim geçirmesine
sebep olmuştur. Örneğin, cinsel konum ve ilişkilerde gözlenen her de-
ğişimin, Bah'daki benzerinden daha köklü olduğu ve dolayısıyla daha
fazla gerilime, çatışmaya, saldırganlık ve kaygıya yol açtığı bir gerçek­
tir. Batı' daki kadın özgürlüğü hareketi erkeklerle cinsel eşitlik iddiasın­
da odaklaşırken, Müslüman ülkelerde, cinsler arası bağlarda odaklaşır;
ve hem kadın hem de erkek tarafından yürütülür. Çünkü erkekler ka­
dının baskılanmasının nasıl erkek zararına sonuçlar doğurduğunun
farkındadırlar ve kadın özgürlüğü mücadelesi, cinsel olmaktan çok
kuşaklar arası bir çatışmadan türer. Bu durum, yüzyıl başlarındaki
genç milliyetçilerle yaşlı gelenekçiler arasındaki karşıtlıkta, görücü
usulü evliliğin birbirine düşürdüğü büyüklerle çocuklar arasındaki fi­
kir ayrılığında kendini belli eder.
Müslüman toplumda asıl tehlikede olan kadının kurtuluşu (erkek­
le eşit olma anlamındaysa) değil, heteroseksüel birimin yazgısıdır. Ka­
dın ve erkekler hala birbirlerini düşman gibi benimseyerek toplumsal­
laşıyorlar. Ancak toplumsal yaşamda cinsel ayrımın kalkmasıyla, bir­
birlerine seksten gayrı sevgi ve dostluk verebileceklerini farketmekte­
ler. . Kadın ve erkeği birbirinin düşmanı gibi gören Müslüman ideoloji!.
iki cinsi birbirinden ayn tutmaya çalışarak, erkeğe kadını baskı altına
alan kurumsal araçlar vermiştir. Ne var ki elli yıl öncesine kadar, Müs­
lüman ideolojisiyle aile sisteminde ifadesini bulan Müslüman gerçekli­
ği arasında gözlenen tutarlılık, şimdi yerini, derin bir karşıtlığa bırak­
mıştır. Bu kitap sözünü ettiğimiz karşıtlığın birçok yönünü keşfediyor
ve modernlikle Müslüman geleneğin en çarpıcı karışımlarından birini
sergileyen Fas'taki kadın-erkek dinamiklerinin benzersiz yapısını ta­
nımlıyor.
Dini olduğu kadar toplumsal bir grup niteliği taşıyan 'ümmet' için­
de, dünyevi güçle ilahi gücün arasındaki ilişkinin sorun çıkarması ka­
çınılmazdır. İslam dünyevi yetkeyi tartışmasız bir biçimde ilahi yetke­
ye bağımlı kılmış ve dünyevi olandan yasama hakkını alarak bu soru­
nu çözmüştür.(25) H. A. R. Gibb şöyle yazar:

"Ümmet' in başı yalnız ve yalnızca Allah'tır. O'nun idaresi aracısızdır


ve Muhammed'e vahyolunan buyruk/an, 'ümmet'in hukuk ve anayasasını

45
olııştıırıır. Biricik kamın koyucu Allah olduğuna göre, ne tür bir meclis
veya geçici bir yönetici olarak kim olursa olsun, İslami politik kuramdaki
yasama için, Allah'taıı başka kanım koyııcııya yer yoktur. Kendi hııkııkıı­
nu yiiriirliiğe koyan ve bundan dolayı anayasal yapısını belirlemekte bir
tiir özgürlüğe sahip olan bir devlet anlamında bağımsız bir devlete geçit
verilmez. Hem mantıksa/, hem zamansal olarak hukuk deııletten önce gelir
ve devletin yegane varoluş amacı, eldeki yasayı ayakta tutarak, onu hakim
kılmaktır. " (26)

Kısacası bir Müslüman, devlete olsun, yöneticilere olsun hiçbir


türden dünyevi iktidara değil( insanlığı ve zamanı aşan şeriata sadık­
tır. Burada kanun koyucu Allah olduğu içiı\ O'nun yerleştirdiği yasal
sistemin kendine özgü bir yapılanışı vardır. Herşeyden önce, insanın
koyduğu yasaları reddeder: "İstami kuram, insanın yasama hakkını kesin­
likle tanıma�; insanın koyduğu kurallar, ilahi yasanın etkili bir biçimde işle­
mesi için gerekli düzenlemelerdir. " (27) İkinci olarak, yasanın değiştiril­
mezliğini ve insan edimlerini sonsuza dek kapsadığını vurgular: "Şeri­
at. .. tüm evren için Allah'ın hükmüdür. Allah, insan aklının onu kavrayabil­
diği kadarıyla değişmezdir ve mümin için bu aynı zamanda, Allah yasasının
da değişmezliği anlamına gelir."(28) Üçüncü olarak, genellikle başka alan­
lara dahil olan konulara dek yasayı genişletir: "Allah yasası, Batılı bir ka­
nun adamının anladığı anlamda, İslami sistem bütününün bir parçası olmak­
tan çok, sayısız karmaşık unsurun birleşmesinden doğan ayrı bir birimdir.
'İnsanın bütün yükümlülük/eri'; moral ve pastoral tanrıbi/im ve ahlak kural­
ları, yüksek ruhani esinler ve bu esinlere araç olan bazı zihinlerin resmi ve tö­
rensel olarak ayrıntılı gözlemi, halk ve kişi sağlığı, hatta nezaket ve terbiye ku­
ralları gibi tüm yasal konular da şeriatın kapsamına girer."(29)
Müslüman dünyasının Batı tarzı bir yasal sistem geliştirmediğini
söylemek nereye kadar doğru olur? Bugün Müslümanların toplumsal
ve kişisel edimlerini yöneten yasalar, Muhammed' in vaaz ettiği yasalar
mı? Elbette değil. Şeriat, ümmetin sayıca artan ve çeşitli kültürlere
mensup üyelerinin güncel yaşantısına yanıt vermek zorundaydı. Yavaş
yavaş hukuk okulları kuruldu ve hukuk uzmanları ortaya çıkmaya

46
başladı. Bu uzmanlar, müminin günlük yaşantısında beliren dünyevi
gereksinimlerini karşılamak için tanrısal ilkeleri yorumlamaya çalıştı­
lar.
Sonuç, bazı konuların yavaş yavaş dini hukukun denetiminden
çıkması oldu. Joseph Schacht, İslami Hukuk'un iki tür yasal konusuna
dikkat çekiyor.(30) şeriatın etkisiz kaldığı yasal konulardan ilki, ceza
kanunu, vergi hukuku, anayasa, savaş yasası, anlaşma ve yükümlü­
lükler yasası gibi alanları kapsar. İkincisi ise, yüzyıllarca şeriatın tartış­
masız denetiminde kalan ve bu tartışma götürmezliği hala belli açılar­
dan süren dini görevler, aile yasası, miras hukuku ve dini vakıflar ya­
sasını içine alan konudur. Tüm bu konular dinle yakından bağlantılıdır
ve büyük oranda hala şeriat tarafından yönetilirler.
Şeriata dahil olan herhangi bir alana devlet müdahalesi, Batı tarzı
bağımsız dünyevi iktidarın onaylanması anlamına gelir. Schacht şöyle
yazar: "Geleneksel Miisliiman bir yönetici, İslami Kutsal Yasa'nın hizmetin­
dedir; oysa arkasındaki modern bağımsız yönetim fikrine dayalı parlamento­
nun efendisi de yine kendisidir."(31) Müslüman ümmet, Batı'nın bağımsız
dünyevi iktidar kavramından etkilenmiş olsa da, şeriat yönetiminin
geleneksel taraftarları aracılığıyla, aile yasasına müdahale etmek iste­
yen yenilikçi kanun adamlarına şiddetle direndi.

Modern Yasaların Ardındaki Tarihsel Çıkarlar


Müslüman dünyasındaki modern yasalar, Muhammed'in yedinci
yüzyılda getirdiği devrimci İslam düzeni gibi, yeni bir birey ve toplum
ideolojisinden yola çıkmamışlardır. Modern yasaları, sömürgeci güçler
getirip yürürlüğe koydular.(32) Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra
Müslüman devletler aynı yasaları uygulamayı sürdürdüler. Her iki du­
rumda da, genel anlamda bireyin, özel anlamda kadının çıkarları, baş­
taki güçlerin çıkarları yanında ikincil önemde olmuştur.
Sömürgeci güçler, yerlilerle ilgili oldukları için değil, ekonomik çı­
karları öyle gerektirdiği için İslam yasalarına müdahale ettiler.1 772

47
Anglo-Muhammedin Hint Yasası ve 1830 Cezayir Müslüman Hukuku
bu sava birer örnektir.
Şeriatın Müslüman kimliği ve ümmet bütünlüğünün simgesi hali­
ne gelişi, İslam yasalanna yabancı müdahalesinin psikolojik sonucu­
dur. Modern değişimler, İslam'ı yıkmak için düşmanın kullandığı kur­
naz oyunlar gibi görülmeye başlandı.
Müslüman devletler bağımsızlıklanna kavuşunca, modern yasalar
kitleler yararına kullanılmadı. Yeni yasalar, geleneksel kanun uygula­
yıcıları ve Batılı anlamda kanun adamları olan yenilikçiler arasındaki
çatışmayla yakından ilgilidir.(33) Bu, iki farklı yasa kavrayışı, bir sava­
şa yolaçmakla kalmayıp, iki grup meslek mensuplan arasında bir çıkar
çatışmasına dönüştü. Yeni yasalar, geleneksel kanun adamlarını, güçle­
rinin ve kazançlarının bir kısmını genç, yenilikçi meslekdaşlanna dev­
retmeye zorladı.
Fas milliyetçiliği, bağımsızlık hareketinden bir ulus yaratma hare­
ketine geçmeyi asla başaramadı. Yabancıların kovulmasından sonra
milliyetçiler, ellerindeki ideolojiyi ve siyasi araçları, toplumsal dönü­
şüm için kullanmakta yetersiz kaldılar. Faslı tarihçi Abdullah Laro­
ui'ye göre, yeni fikirlerin üreticisi olan milliyetçi hareketin bu yaratıcı
yönü, bağımsızlıktan uzun yıllar önce ölmüştür. Laroui bu yaratıcılığı
1 930-32 yıllarına gömer.(34) Ellilerin ortasından yetmişlerin ortasına
kadar önemli adımlar atmış olan diğer grupların da hiçbiri, ülke so­
runlarına dönük tutarlı bir çözümler dizisi üretemedi.
Bağımsızlık-sonrası politikanın başta gelen özelliği, uzun vadeli
eylem programları çerçevesinde karar almak yerine, kararlan deneme­
yanılma yöntemiyle almayı yeğleyen amprisizmdir (deneycilik).(35)
Kanun koyucuları harekete geçiren belirleyici etkenler, bağımsız ulusal
devletlerin acil çıkarlanydı. Taklitçi olmayan bir ideoloji yaratamadık­
ları için, bugün tutarsızlık sergileyen aile yasaları, geleneksel ideoloji­
lere ve çağdaş rastlantılara bağımlı hale gelmiştir.(36)
Gerçek modern bir ideolojiden yoksunluk, kitleleri ve yöneticileri,
tek tutarlı ideoloji olan İslam'a yöneltti. Bu yüzden, Fas'ın da, diğer ba­
ğımsız Müslüman devletler gibi, başka alanlarda Batı esinli yasaları

48
uyguladığı halde, İslam'ı aile ideolojisi olarak benimsemesi şaşırtıcı
değildir.
Bir Müslüman kanunnamesi yazmakla görevlendirilen heyetin ha­
zırladığı 1957 Yasası' nda belirtilmiştir ki: "Fas Krallığı'nın bütün alanlar­
da , özellikle de yasal konularda derin değişikliklere maruz kaldığı bir dönem­
den geçtiği ve Müslüman hukukunun birçok ince yoruma açık hassas bir konu
olduğunu hesaba katarak; bu hukukun kurallarının öğretilmesini ve uygulan­
masını kolaylaştırmak amacıyla bir kanunnamede toplama zorunluluğıınu
dikkate alarak. .. Müslüman medeni hukukunun hazırlanmasıyla görevlendire­
ceğimiz bir heyet oluşturmaya karar verdik."(37)
Medeni Hukuk (Kişisel Konum Yasası), yasanın yetersiz kaldığı
karışık durumlarda, Malekite Okulu'nun hukuk ilminin rehberliğine
başvurulmasını öneriyor.(38) Malekite Okulu'nun kurucusu, İmam
Malik İbn Anas, sekizinci yüzyılda Medine' de yaşamış bir Arap yar­
gıçtır. Muvatta adlı eserinin biri evlilik, diğeriyse boşanma başlıklı iki
bölümünde, aile kurumunun temelini ayrıntılı bir biçimde açıklar. Fas
Medeni Hukuku'yla İmam Malik'in Muvatta'sı arasındaki benzerlik,
basit bir esinlenmeden öteye geçmektedir. Cinselliğin ilahi yasalarla
düzenlenmesi gereken dini bir konu olduğu y9lundaki Malik dönemi­
ne özgü yaygın düşünce, modern kanun adamları tarafından da sorgu­
lanmayan kavramlardan biri gibi görünüyor.
Modern aile yasalarında ifadesini bulan yedinci yüzyıl cinsellik
kavramı, modernleşmenin ortaya çıkardığı cinsel eşitlik ve yanyanalık
kavramlarıyla dramatik bir çatışma içindedir. Bu kitabın ilk bölümün­
de, aile kurumunda sergilenen Müslüman cinsiyet ideolojisini, erken
Müslüman kaynakları karıştırarak keşfetmek istiyorum. İkinci bölüm­
de, bugünkü durum hakkında ulaşabildiğim bilgi kaynakları ve kendi
verilerim aracılığıyla kadının eğitim ve çalışma haklarını elde etmesin­
de ifadesini bulan yenilikçi eğilimi inceleyeceğim. Modernleşmenin,
aile içi ve aile dışı kadın-erkek etkileşimi üzerindeki etkilerine yakın­
dan bakmak istiyorum.

49
NOTLAR

(1) Code dıı Statut Persomıel (Şahsi Durum Yasası), Dahir no.1-57-343, 22 Ka-
sım 1957, Bul/etin Officiel no. 2378, 23 Mayıs 1958
(2) Malik ibn Anas, al-Muvatta, Kahire.
(3) Salama Musa, Woman is not t/ıe Playtlıing of Man, Kahire, 1955.
(4) lbid., p.53.
(5) lbid., p106.
(6) Kasım Amin; Tlıe Liberation of Women, Kahire 1928, p.18.
(7) lbid., p.15.
(8) lbid., p.16
(9) lbid., p.1 o
(10) Ibid., p.9
(11) İbn Murad al-Salah, a/-Hidad a/a'/-mar'at a/-/ıadad, Tunus, trsz., s.6.
(12) Ibid., s.70.
(13) Daniel Lerner, T/ıe Passing of Traditional Society, Moderııizing of tlıe
Middle East (Geleneksel Toplumun Ölümü, Ortadoğu'nun Modernleşmesi),
New York 1958, s.44.
(14) lbid., s.47.
(15) Anuar Abdül-Melik, Egypt: Military Society (Mısır: Askeri Toplum),
New York 1968, s.249.
(16) Paul Coatalen, 'Ethnologie Barbare' / Aımales Marocaines de Sociologie
('Barbar Etnoloji' /Fas'ın Toplumbilimsel Tarihi), 1970, ss.3-1 1 .
(1 7) Alla! al-Fasi, T/ıe Independence Movements in Arab Nortlı Africa (Arap
Kuzey Afrika'sında Bağımsızlık Hareketleri), New York1970, s.381.
(18) Arap Birliği'nin ilk üyeleri, Mısır, Suudi Arabistan, Irak, Yemen, Suri­
ye ve Lübnan'dır.
(19) Alla! al-Fasi, Kuzey Afrika'da Bağımsızlık Hareketleri, s.409.
(20) Wilfred Cantwell-Smith, Tlıe Meaning and End of Religion (Dinin Anla­
mı ve Sonu), New York 1944, s.79.
(21) Montgomery Watt, Mu/ıammad at Medina (Muhammed Medine'de),
Oxford 1956, s.239.
(22) H.A.R. Gibb, 'Constitutional Organization'/Origin aııd Development of Is-

50
/amic Lııw ('Yapısal Düzenleme' /Gelişim ve Köken olarak İslam Hukuku) M.
Kaduri ve H.T. Liebesny baskısı, cilt 1, Washington D.C., 1955, s.3.
(23) Gertrude Stem, Marriage in Early Islam (Erken İslam'da Evlilik), Londra
1931, s.71.
(24) Joseph Schacht, An Introduction to Islamic Law (İslam Hukuku'na Bir
Giriş), Londra 1964, s.161.
(25) Arapça'dan Franz Rosenthal'in çevirdiği The Muqaddımalı, An ·1ntroduc­
tio11 to History (Mukaddime, Tarihe bir Giriş), Princeton, N.J. 1969. Kuzey Afri­
kalı tarihçi İbn Haldun (1332-1406), bu kitapla müslüman toplum düzeni ör­
neğinin bir taslağını çizmiştir. Birkaç yy. öncesine dek Akdeniz'de rakipsiz,
dimdik durari ve sonradan dağılan Müslüman dünyada neler olduğunu ince­
lemek istedi. İbn Haldun öncelikle uygarlığın gelişmesi ve sona ermesi gibi ta­
mamen farklı bir sorunla ilgilenmekle birlikte, yapıtında müslümanlann bun­
ca uzun süren başarısının nedenlerini ortaya çıkarmaya çalışmıştır.
Onun kuramına göre, insan topluluklarının yaşaması, bir dizi toplumsal
yasayla bireysel iradenin teslim alınmasına bağlıdır. İki tür toplumsal yasadan
sözeder: Aklı temel alan insani yasa ve dini temel alan doğaüstü yasa.

Eğer bu yasalar zeki lider kişilikler ve hanedan beyinleri tarafından yürür­


lüğe konursa, sonuçta akılcı temeli olan siyasi bir kurum ortaya çıkar; yok
eğer bir kanun koyucu aracılığıyla, Tanrı tarafından dini kurallar olarak
yürürlüğe konursa, din temelli bir siyasi kurum doğmuş olur. (The Mu­
kaddimah, s.154.)

Din temelli siyasi kurum, aklı temel alan siyasi kurumdan- üstündür; bu­
nun nedeni ikincinin mekanizmasındaki herhangi bir eksiklik değil, alanının
dar olmasıdır. Akıl yalnızca bu dünyanın çıkarlarını yönetir; dini kurumlar ise
her iki dünyaya da hitap ederler.

Siyasi yasalar dünyevi çıkarları dikkate alır. Öte yandan kanun koyucu,
insan neslinin öbür dünyadaki rahatıyla da ilgilenmektedir. O halde, dini
yasanın gerektirdiği üzere, kitle bütün işlerinde her iki dünyaya uzanan
dini yasaya uyum sağlamak zorundadır. (Tlıe Muqaddimalı, s.155)

51
(26) H. A. R. Gibb, 'Constitutiona/ Organisation' ('Yapısal Düzenleme'), s.3.
(27) S. G. Vesey-Fitzgerald, 'Nature and Source of Shari'a'/Origin and Develop­
ment of Islamic Law ('Şeriatın Kaynağı ve Doğası' /İslam Hukukunun Kökeni
ve Gelişimi), s.109.
(28) Ibid., s.104.
(29) Ibid., s.85.
(30) J. Schacht, Introduction ta Islamic Law (İslami Hukuka. Giriş), s.76.
(31) Ibid., s.101.
(32) Ibid., ss.210-214.
(33) Ibid., s.100.
(34) Abdullah Laroui, L'Histoire du Mag/freb, Un Essai de Syntlıese (Mağrip'in
Tarihi, Bir Sentez Denemesi), Paris1970, s.346.
(35) Bu oportünizm, bağımsızlık yılları boyunca Fas devleti tarafından
uyarlanan ekonomik seçeneklerde tanımlanmıştır. Bu seçeneklerin aydınlatıcı
bir incelemesini Samir Amin'in Le Maghreb Modern (Modern Mağrip) Pa­
ris1970, 6. BÖLÜM: Le Maroc, Hesitations et Contradictions (Kararsızlık ve Çeliş­
kileriyle Fas) adlı eserinde bulabilirsiniz. Ayrıca bkz., A. Bela!, L'Orientation
des Investissements et /es Imperatifs du Development Nationa/ (Yatırımların Yön­
lendirilmesi ve Ulusal Kalkınmanın Koşulları), BESM XXVIII, s.100; ve T. Ben
Cheikh Planification et Politique Agricole (T<ı.rım Siyaseti ve Planlama, Bölüm 1,
BESM XXXI, no.112-1 13 (Ocak-Haz.1969), ss.191,199 ve Bölüm 2, BESM XXXI,
no.114 (Tem.-Eylül !969), ss.75-83.
(36) Salama Musa, Kadın Erkeğin Oyuncağı Değildir, 'Our Philosop!ıy on Wo­
men (Kadın Felsefemiz)' başlıklı bölüm.
(37) Dahir, .ıı.o .1-57-190,19 Ağ. 1957, Resmi Bülten no.2341, 6 Eylül 1 957,
s.1163.
(38) Sünni (yani, 'geleneksel') Müslümanlar dört meşru hukuk okulu tanır­
lar:
Hanefi: Ebu Hanefi (699-769) tarafından kuruldu. Dört halifenin kararlarını
karşılaştırarak örneklemeler yaptı. Orta Asya, Kuzey Hindistan, Türkiye başta
olmak üzere Pakistan, Çin ve Japonya'da yandaşları vardır.
Şafi: Aşağı Mısır, G.Hindistan ve Malezya 'da görülen bu okulun kurucusu
Abdullah Muhammed al-Şafi'dir (770-819).

52
Meliki: Melik İbn Anas (705-795) tarafından kurulan bu okulun öğretisi ha­
dislere dayanır. Başyapıtı al-Muvatta, 'yol' anlamına gelir. Kuzey Afrika ve
Yukarı Mısır bu okuldandır.
Hanbeli: Ebu Hanbal'm (780-855) kurduğu okuldur. Güçlü sofu eğilimle­
riyle tanınır.
Bu dört okul da temel dogmalarda anlaşırken, Kuran'ın yorum ve uygu­
lanmasında birbirlerinden ayrılırlar.

53
Bölüm l
Geleneksel İslamın Kadına ve Toplumsal
Düzendeki Yerine Bakışı

1- İslamda Etkin Kadın Cinselliği Kavramı

İçgüdülerin İşlevi
Trajik bir iki kutupluluğa (iyi ve kötü, et ve ruh, içgüdü ve akıl)
sahip olan Hıristiyanlık'ın birey kavramı, İslami birey kavramından
çok farklıdır. İslam' daki içgüdüler kuramı daha ayrıntılıdır ve Fre­
ud'un libido kavramına daha yakındır. İslam temel içgüdülere enerji

55
olarak bakar. İçgüdülerin enerjisi iyi ve kötü kavramlarını anıştırmaya­
cak denli yalındır. Birey toplumsal bir düzen içinde yeralmadığı müd­
detçe yaşayamaz. Her tür toplumsal düzen bir dizi yasa içerir. Bu ya­
salar dizisi, içgüdülerin dışavururnlarından hangilerinin kötü ya da iyi
olduğuna karar verir. Yani toplum düzenine zararlı veya yararlı olan
içgüdülerin kendileri değil, onların dışavurum tarzlarıdır. Öyleyse İs­
lami düzende, bireyin kendi içgüdülerini yoketmesi ya da benliğini
denetlemek adına onları denetlemesi gerekmez; ama içgüdülerini dini
kuralların istediği doğrultuda dışavurmak zorundadır.

"Muhammed bazı insani edimleri yasaklar ya da kısıtlarken veya bunlar­


dan kaçınılmasında ısrar ederken ne bu edimlerin tümden gözardı edilme­
sini, ne tamamen yokedilmesini, ne de bütünüyle dışavurumsuz bırakıl­
masını ister. Onun dileği, bu güçlerin mümkün olduğunca doğru amaçlar
için kullanılmasıdır. O halde lıer niyet özünde doğru olmalı ve bütiin in­
sani edimler tek ve aynı yönelimi taşımalıdırlar.(1)"

Örneğin, saldırganlık ve cinsel arzu doğru yönlendirilirse, İslami


düzenin amaçlarına hizmet ederler; bastırılır veya hatalı kullanılırlar­
sa ana düzeni yıkabilirler.

"Muhammed insani bir nitelik olan öfkeyi yoketme niyetiyle sansürleme­


miştir. Öfkenin gücü insandaki varlığını sürdürmeseydi, doğrunun zafer
kazanmasına yardımcı olma yeteneğini yitirirdi. Ne kutsal savaş olurdu
ne de Allah'ın zaferinden söz edilebilirdi. Peygamber şeytanın veya kına­
nası amaçların hizmetindeki ofkeyi sansürler. Allalı'ın öfkesi ve Al/alı rı­
zasını alan kul öfkesi övgüye değerdir.(2)
g
Aynı şekilde arzulara koyduğu sınırlamalar onların tümden eçersiz kı­
lımnasını amaçlamaz; çünkü kişideki şehvetin iptali onu kusurlu ve düşük
yapar. Muhammed arzunun toplum çıkarlarının emrindeki, onaylanabilir
amaçlar için dışavurulmasını, biiylece insanın Allah buyruklarına iradi
olarak bayım eğen etkin bir mümine dönüşmesini ister.(3)"

56
İmam Gazali (1050-1111), İlıya Ulum al-Diıı(4) adlı yapıtında, İs­
lam'ın cinsel içgüdüyü nasıl toplum düzeninin bir parçası haline geti­
rip, Allah'ın hizmetine sunduğunun ayrıntılı bir tanımını yapar. Önce­
likle cinsel istek ve toplum düzeni arasındaki karşıtlığı vurgular: "Etin
arzuları bireyi kuşatır ve Allah korkusuyla dizginlenmezse , bireyi yıkıcılığa
siiriikler.'(5) Fakat Allah iradesine uygun olarak karşılanan beden iste­
ği, hem Allah'ın hem her iki dünyada insanın çıkarlarına hizmet eder.
Allah düşüncesinin bir parçası da, insan türünün sürekliliğini güvence
altına almaktır ki, cinsel isteğin temelinde bu sebep yatar.

"Kökeni bakımından cinsel arzu, erkeği, tolıumımıı bırakacağı kadını onıı


yeşertecek kıvama getirmeye, yine bıı iki cinsi döl elde etmek için birleştir­
meye kışkırtan cinsel ilişki yoluyla baştan çıkarma aracıdır. "(6)

Allah, kendi tasarımının gerçekleşmesi için birbirini tamamlayan


özgün anatomik biçimlerle donanmış iki ayrı cins yarattı.

"Herşeye gücü yeten Al/alı eşleri yarattı; erkeği penisi,testisleri ve böbrek­


lerindeki tohumuyla yarattı (Böbreklerin sperm bezi olduklarına inamlır­
dı). Bu nedenle testislere damarlar ve kanallar koydu. Kadına tolııımu içi­
ne alıp saklayan rahmi verdi. Kadınları ve erkekleri cinsel istekle doldur­
dıı. Tüm bu gerçekler ve organlar yaratıcılarının iradesinin güzel birer
ifadesidir ve akıl bağışlanmış /ıer insana O'nım tasarımının amacını bildi­
rirler. Üstelik Tanrı 'Evlenin ve çoğalın' diyerek ilahi hedefi bilinir kılan
elçisi (bereket ve selamet onunladır) aracılığıyla kendi iradesini açıkça ser­
giledi. Nasıl olur da insan Al/alı' ın biiylesine saralıatla gösterdiği niyetini
ve ortaya koyduğu yaratılış sırrım anlayamaz? Evlenmeyi reddeden kişi
tohumunu ekmeyerek onu yokeder ve Tanrı'nııı amacına hizmet eden bir
aracı çöpe indirger. "(7)

Cinsel arzu, yeryüzünde olduğu kadar cennette de ilahi düşünce­


nin bir aracıdır.

57
İlalıi aklın bir tecellisi olan cinsel isteğin belirgin işlevinden bağımsız bir
diğer işlevi dalıa vardır: Kişi kendini cinselliğe teslim edip ondan yarar­
lanmayı sürdürdüğü zaman, benzersiz olan bir zevk alır. Bu, cennette in­
san için saklanan lıazların bir ön tadımıdır; çünkü insanlara tatmadıkları
zevkleri vadetmek sonuç vermezdi ... Ansal olduğu için eksik kalan bıı
dünyevi haz insam kıısıırsıız, dipsiz hazza ulaşmaya özendiren güçlü bir
güdüdür ve bu şekilde insaııı Al/alı'a ibadet ederek cennete kavuşmaya teş­
vik eder.(8)

Bu iki yönlü doğası (dünyasal ve göksel olarak) ve ilahi stratejide­


ki taktik önemi nedeniyle, cinsel arzunun kurallar tarafından düzenle­
nişi de ilahi olmalıydı. İlahi beklentilere uygun olarak cinsel içgüdü­
nün tanzimi, Muhammed'in putatapar Arabistan'da aşıladığı yeni
toplumsal düzenin araçlarından birisiydi.

Etkin ya da Edilgen Kadın Cinselliği


George Murdock'a göre, cinsel içgüdülerin düzenlehiş biçimi top­
lumları iki gruba ayırır. İlk grup toplumsallaşma sürecinde cinsel ku­
rallar hususunu güçlü bir yasak içselleştirmesi yoluyla denetlerken,
ikinci grup bunu sakınım kuralları gibi dış önlemlerle himaye altına
alır ki, bu tür toplumların bireyleri cinsel yasakları içselleştirmekte ba­
şarısız olurlar.(9)
Murdock Batı toplumunu ilk gruba, örtünmenin olduğu toplumları
ise ikincisine dahil eder.
"Bizim toplumumuz ilk gruba dahildir; zira biz cinsel nonnlarımızı ken­
dimizi yeterince güvende hissettiğimiz birey bilincindeki içselleşmiş ka­
bullerden damıtıyoruz. Ne tür bir ftrsat belirirse belirsin, zina yoluyla öz­
gürliiklerin kötüye kullaııılmasını önlemeye yetecek evlilik sonrası bağlılık
ve evlilik öncesi iffetin içselleşmiş alı/ağına dayanarak, kadınlarımıza aza­
mi bir kişisel özgürlük tamrız. Diğer grııp toplumlar ise, evlenmemiş kız­
ları tecrit ederek, dadılar tutarak veya örtünme, /ıareme kapatma ya da sa-

58
bit gözetim gibi dış önlemlerle evlilik öncesi iffeti korıımaya çalışır­
lar. "(10)

Bununla birlikte, bence bu iki grup arasındaki fark onların içselleş­


tirme mekanizmalarından çok, kadın cinselliği kavramına bakışların­
da belirginleşir. Kadınların tecrit ve nezaret altında tutulduğu toplum­
larda etkin bir kadın cinselliği kavramı egemendir. Kadının davranış­
larını baskı ve gözetim yöntemleriyle denetlemeyen toplumlarda ise
kadın cinselliği kavramı edilgendir.
Müslüman feminist Kasım Amin, cinsel ayrımın temelini, örtme
ve yalıtmanın mantığını yakalamaya çalışırken, kadının cinsel güdüle­
rini denetlemekte daha yetenekli olduğu ve sonuçta ayrımcılığın ka­,
dını değil, erkeği koruma amacını taşıdığı kanısına varmıştır.(11)
Çalışmasına, 'Böyle toplumlarda kim neden korkar?' sorusuyla başla­
dı. Kadınların tecrite pek değer vermediklerini, zorunlu oldukları için
uyum gösterdiklerini gözleyerek; asıl korkulanın fitne, yani düzensiz­
lik ve kargaşa olduğu çıkarsamasını yaptı. (Fitne aynı zamanda karşı­
sında erkeğin öz denetimini yitirdiği afet derecesinde güzel kadın .:ırı­
lamındadır. Kasım Amin 'fitne' sözcüğünü kadından kaynaklanan Ve
cinsel düzensizliğin kışkırttığı kargaşa anlamında kullanır.) ÖylPyse
cins ayrımcılığı kimi koruyordu?

"Eğer erkekler, kadınların onlarda bıılıınan eril çekiciliğe yenik düşmele­


rinden korkııyorlarsa, niçin kendileri kapanmıyorlar? Erkekler günaha di�
refıme güçlerinin kadınlardan daha az oldıığımıı mıı düşündüler? Acaba
erkekler kendilerini denetlemekte ve cinsel güdüye karşı koymakta kadın­
lardan daha mı yetersizdiler? ... Kndının kapanmadan ortaya çıkmasının
men edilmesi, erkeğin açık bir kadınla karşılaştığında kendini kaybedip fit­
neye düşeceği korkıısımıın bir ifadesidir. Bıı yapılamnaııın sonuçları bize,
bıı konuda kadının erkekten dalıa donanımlı oldıığıına inanıldığını düşün­
dürmektedir. "(12)

Büyük olasılıkla bulgularının saçma olduğunu düşünerek bu aşa-

59
mada araştırmasını noktalayan Amin, 'Erkeğin korunmaya muhtaç zayıf
cins olduğunu zıarsayarsak, örtünmesi gereken de erkek olmalıdır' gibi espri­
li bir çıkarsama yapar.
İslam niçin fitneden korkar? Niçin İslam kadınsı cazibenin erkek
üzerindeki gücünden ürküye kapılır? Yoksa müslümanlık eril cinsin
denetlenmeyen dişiyle cinsel olarak başa çıkamayacağını mı varsay­
maktadır? Kadındaki cinsel potansiyelin, erkeğinkinden daha yüksek
olduğunu mu düşünmektedir?
Müslüman toplum en iyi tanımını, 'Kapalı' ve 'Açık' kuramlar
arasındaki çelişkide bulur. Açık kurama göre, kadın-erkek ilişkisinde
erkek saldırgan, kadın ise edilgendir. Kapalı kuram ise, İslamın bilinç­
dışında ötelere uzanan İmam Gazali'nin çalışmasında özetlenir.(13)
Gazali için uygarlık, kadının yıkıcı, herşeyi emen gücünü baskılamak .
amacıyla verilen mücadeledir. Erkeği toplumsal ve dini görevlerinden
alıkoymaması için kadının denetlenmesi bir zorunluluktur. Toplum
ancak cinsel ayrım ve çokeşliliğin ürünü olan eril egemenliği özendiri­
ci kurumlar yaratarak ayakta kalabilir.
Cinsler arası ilişkiyi karşıt maşizmo görüşüyle betimleyen açık
kuram, Abbas Mahmud-Akkad tarafından özetlenir.(14) Kuran'da Ka­
dın adlı çalışmasında, dişil-eril dinamikleri kutsal kitapta ele alındığı
gibi tanımlar.
Kitabına, erkek üstünlüğünü savunan Kuran'dan bir alıntıyla giriş
yapar 'Erkekler onlardan (kadınlardan) bir derece üstündür.' ve ekler:
"Erkeği kadına üstün tutan bu Kuran tebliği, insanlık tarihinin, Ademoğul­
larının uygarlık öncesi ve sonrasındaki tarihinin en açık tebliğidir."(15)
Akkad, Kuran' da ve insan uygarlığında, cinsler arası karşıtlığa
dayanan bir tamamlayıcılık ilkesi bulur. Erkek güç ve fetih iradesine
sahiptir. Kadında ise gücü olumsuzlayan bir irade bulunur. Kadın tüm
enerjisini fethedilmeyi umarak, boyun eğdirilip yenik düşmeyi isteye­
rek tüketir. Bu nedenle, 'Kadın kendini sunar ve erkek onu arzulayıp araya­
na dek bekler.'(16)
Ne derinlikte, ne de parlaklıkta Freud'un sistemli tümdengelimci
yaklaşımına erişemese de Akkad'ın kadın-erkek dinamiğine ilişkin

60
düşünceleri, cinselliği 'orman kanunu'na benzeten Freud' çu anlayışı
anımsatır. Akkad'a göre, cinsler arası tamamlayıcılık irade, istek ve
esinlerdeki karşıtlıktan kaynaklanır.

"Tüm hayvan türlerinin erkeklerine, cinsel güdüler karşısıııda dişileri bo­


yun eğdinnek için kuuvet verilmiştir. Bu kuuvetin erkeğe boyun eğdirmek
için dişide bulımduğıı tür yoktur. "(17)

Freud gibi Akkad da, kadının acıya eğilimli olduğunu iddia eder.
Kadın teslimiyetten zevk alır. Bundan da ötesi Akkad, kadınların er­
kekler tarafından yenilgiye uğratılmak ve zaptedilmekten hoşlandık­
larını ileri sürer. Kökeni bakımından mazoşistçe olan bu acı iştahı ka­
dınlığın özünü oluşturur. 'Kadınsı lıazzın en güçlü kaynağı, kadının erkeğe
teslim olmasıdır.'(19) Maşizmo kuramında erkek avcı, kadınsa onun
avıdır. Bu bakış açısı, her iki cinsin kendilerini algılayış biçiminde yay­
gın olarak paylaşılır ve neredeyse kemikleşmiştir.
İmam Gazali'nin Kuran yorumunda rastladığımız 'Kapalı' kura­
mın avcısı ise kadın, avı da edilgen erkektir. Kadınlardaki keyd (Er­
kekleri kurnazlık ve entrikayla aldatıp dize getirme) gücü, her iki ku­
ramın da çatısını oluşturur. Gelgelelim Akkad, kadındaki bu gücü
onun zayıf yapısına ve ilahi hüküm sonucu ortaya çıkan aşağı yaradı­
lışına bağlarken, İmam Gazali için bu güç, şeytanilikle kadınsılığın an­
lamdaş sayıldığı İslami toplum düzenindeki en yıkıcı unsurdur.
Toplumsal etkileşim ve mekan gruplaşması açısından İslami dü­
zene bakıldığında, bu bütünün kadına özgü olan 'keyd' gücü terimle­
riyle anlaşıldığını farkederiz. O zaman toplum düzeni kadının gücünü
baskı altına almak ve onun yıkıcı etkilerini yoketmek durumundadır.
Akkad'la İmam Gazali'yi karşı karşıya getirmek mümkün olsaydı,
'açık' ve 'kapalı' kuramlar arasındaki zıtlık belirginleşecekti. Yine de,
Gazali Evlilik Kurumu adlı sistematik çalışmasında 'kapalı' kuramı ze­
kice ortaya koymuşsa da, 'açık' kuramın savunucusu Akkad'ın eseri
tarih, din, antropoloji ve kendi dalı olan biyolojinin acemice yapılmış
bir karmasıdır. Bu sebeple Gazali'nin cinsel dinamikler kavrayışım

61
Akkad'ınkiyle değil ama, önsavlarını kurarken sistematik maşizmo
kuramını elde bulundurma keyfiyetine sahip olan fakat müslüman ol­
mayan bir diğer kuramcının, Sigmund Freud'un kavrayışıyla karşılaş­
tıracağım.

İmam Gazali'ye Karşı Freud: Etkine Karşı Edil­


gen
Freud Juslificekön ile İmam Gazali'yi karşılaştırdığımızda, biricik
gibi görünen yöntemsel bir engelle burun buruna geliriz. İmam Gaza­
li, onbirinci yüzyılda, İ/ıya-u Ulumi'd-Din (Dini Bilimlerin İhyası) adlı
eserinin evlilik bölümünü yazarken, bu konudaki gerçek müslüman
inancını aydınlatmaya çalışıyordu. Buna karşın Freud 'bilimsel' sözcü­
ğünün ifade ettiği nesnellik ve evrensellik kavramlarını içeren bir ku­
ram oluşturma çabası içindeydi. Freud Avrupalı kadının cinselliğini
kuramlaştırdığını düşünmemiş, kadın cinselliğine evrensel bir açıkla­
ma getirdiğini sanmıştı. Fakat kültür tarihselliğinin bilincinde olursak,
bu yöntemsel sorun kolayca aşılabilir.(20) Freud'un kuramını kendi
kültürünün 'tarihsel olarak belirlenmiş' bir ürünü gibi düşünebiliriz.
Antropolojik verilerden yola çıkan Linton, biyolojik farklılıkların algı­
lanışında kültürün tek belirleyici olduğunu söyler.

"Her toplıımda, kadıııa ve erkeğe farklı yaklaşım ve eylem alanları yükle­


ııir. Toplıınıların çoğu cinsler arasındaki bedeıısel farklılıklardaıı ve üre­
medeki rol dağılımmda11 lıareketle, bu reçeteleri akılcı kılmayı deııer. Buna
rağmeıı değişik kültürlerde kadm ve erkeğe atfedilen konıımlarm karşılaş­
tırmalı bir incelemesi, yukarıda sözü edileıı etkenlerin rol bölümü gelişimi
açısmdan başlaııgıç ııoktası olmalarının ötesiııde, asıl reçetelerin bütüııüy­
le kültür tarafmdan belirleııdiğiııi gösterir. Değişik toplıımlarııı her iki
cinse yüklediği psikolojik özellikler bile öylesine çeşitlilik arzeder ki, biz
bımu fizyoloji temeliyle açıklayamayız. "

Bir toplumbilimci, kendisinin de tanımladığı fiziksel ve sosyo-

62
kültürel bir çevrede özyaşamsal olarak belirlenmiş bir konum içinde
yer alır ve bu konum sadece onun zaman-uzay boyutundaki fiziksel
durumunu ya da toplumsal sistem içindeki konum ve rolünü değil,
aynı zamanda ahlaki ve düşünsel çerçevesini de çizer.(22) O halde Fre­
ud kuramının cinsellik bölümünü genel açıdan, kadın cinselliği bölü­
münü ise kendi toplumunun inançlarını yansıtan özel bir açıdan ele
almalıyız. Freud ve İmam Gazali'yi karşılaştırırken, kadının edilgen
sayıldığı bir modele dayanan Freud'çu cinsellik kavramıyla, Gazali
modeli etkin kadın cinselliği kavrayışının belirlediği iki farklı kültürü
karşılaştırmış olacağız. Bu karşılaştırmanın amacı, İslami kuramda ye­
ralan kadın-erkek dinamiklerinin kendine özgülüğünü günışığına çı­
karmaktır. Yahudi-Hıristiyan Batı ve Müslüman Doğu' daki kadınların
koşullarını karşılaştırmıyoruz. Çağdaş Batı kültürüne Freud'un getir­
diği yenilik, onun uygarlığın temelini cinselliğin onayında.görmesidir.
Uygar yaratıcılık kaynağı olarak gördüğü cinselliğin yeniden eski işle­
vine kavuşturulması fikri, onu cinsler arası farklılıkları yeni baştan in­
celemeye itti. Bu farklılıkların ve son çözümde cinslerin toplumsal dü­
zene olan katkılarının yeniden değerlendirilmesi, Freud'un kuramın­
daki kadın cinselliği kavramını yarattı.
Freud, cinsel farklılıkları incelerken, benzerliklerden çok farklılıkla­
rı ortaya koymaya çalışan birinin aklını karıştıracak çarpıcı bir olguyla
karşılaştı: Çiftcinsellik.

"Nihayet bilim size, beklenmedik ve duygularrnızdaki kargaşadan kurtul­


ma konusıi11da pek işe yaramayan bir olguyu öğretiyor: Her ne kadar tam
gelişmiş olmasa da, erkeklik aygıtlarından bir kısm111111 kadrnda, kadmrn­
kilerin de erkekte bulımdıığımıı gösteriyor. Bu olguda, sanki birey ne dişi
ne de erkek, ama lıer ikisiymiş gibi bir çiftcinsellik ortaya çıkarıyor. Yal-
111z, aynı zamanda bu iki karakterden biri daima öbiiriine iistiin bulun­
maktadır. "(23)

Çiftcinsellikten yola çıkarak yapacağımız tümdengelim, anatomi­


nin cinsler arası farklılıkları ayıracak güvenilir bir temel olamayacağını

63
göstermektedir. Freud şöyle bir çıkarsama yapar:

"Bireyde karışmış halde bıılıman erkeklik ve dişilik oranı diişiindüriicü


dalgalanmalar gösteren bir konııdıır. Ne de olsa bazı pek az rastlanır hal­
ler dışmda, bir kimsede tek bir tiir cinsel iiretim vardır; yıımıırta hücresi
ya da meni. Tüm bıınlar elbette ki insanı kıışkıılara salar ve belki de erkek­
lik ya da kadmlığm anatomiyle açıklanamayacak, bilinmez bir özelliğe
bağlı oldıığıı sonııcımıı çıkarsamaya götürür. "(24)

Eğer Freud anatominin cinsler arası farklılıklara temel alınamazlı­


ğını doğruluyorsa, o halde insan cinselliğini erillik ve dişillik kutuplaş­
masına sokmak için gerekli olan temeli nereden aldı?

"İçerikleri bakımmdaıı öylesine açıkça görmeye alıştığımız erillik ve dişil­


lik kavramlarmm bilimdeki sınırları çok karmaşıktır ve koııııyıı aydmlat­
mak için en azmdaıı iiç ana başlığı incelemeliyiz. Kimi zaman bıı kavram­
ları etkinlik ve edilgenlik aıılammda, kimi zammı biyolojik, bazen de sos­
yolojik anlamında ele alırız. Bıı iiç anlamdan en önemlisi ve psikanalizde
tek kııllanılabilir olanı 'etkinlik-edilgenlik' anlamıdır. "(25)

Freud' çu kuramda insan cinselliğinin çift kutupluluğu ve bu ku­


tuplar arasındaki etkinlik-edilgenlik denklemi, böylesi bir kutuplaşma­
ya yer vermeyen Gazali'nin kuramını anlamamıza yardım eder. Gazali
her iki cinselliği de kahlımcı ve türdeş olarak algılar.
Freud'a göre cinsiyet hücreleri, cinsel ilişki sırasında erkek-dişi
ilişkisini simgeleyici biçimde davranır. O, bu durumu, saldırganlık ve
teslimiyet arasındaki karşıt ilişki olarak değerlendirir.

"Erkek cinsellik hücresi etkin, devingendir; kadmlık hücresini arar. Yu­


murtacık ise durağan ve edilgen bir halde 01111 bekler ... Bımdan başka, er­
kek ve dişinin cinsel ilişki sırasmdaki davranışları ilkel cinsellik orgaııiz­
masmm deviııimiııiıı tıpkısıdır. Erkek ciıısel birleşme içiıı göz koydıığıı di­
şiyi lıırsla kovalar, 01111 yakalayıp içine girer. "(26)

64
İmam Gazali'ye göre erkek ve dişi hücreleri birbirinin eşidir.
Sperm sözcüğü (ma: su damlası) hem erkek, hem kadın hücresi için
kullanılır. Gazali, İslamiyet öncesi dönemde geleneksel bir doğum
kontrol yöntemi olarak kullanılan dışa boşalma (azl veya coitus interrup­
tııs) yöntemine İslami yaklaşımı aydınlatırken, cinsler arası anatomik
farklara göndermeler yapmıştır. İmam Gazali 'az!' karşısında peygam­
berin takındığı tutumu açıklamaya çalışırken, İslam dünyasınca algıla­
nan boşalma süreci kuramını ve buna cinslerin ayrı ayrı katkısını ve
karşılıklı rollerini anlatır.

Çocuk sadece erkeğin sperminden değil, kadınla erkeğin spermlerinin bir­


leşmesinden yaratılır . . . Ve her durumda pıhtılaşma sürecinin belirleyici
etkeni kadın spermidir.(27)

Üzücü olan Gazali'nin kadın ve erkek hücreleri arasındaki farkı


görememesi değil, biyolojik olguların daha fazla ayırdında olan Fre­
ud'un, dünyaya getirme sürecindeki yumurta hücresi katkısının sperm
hücresi katkısından daha az olduğunu sanmasıdır. Teknik üstünlükle­
rine karşın Avrupalı kuramlar, yüzyıllardır bu süreçte spermin tek be­
lirleyici olduğu fikrine saplanmışlardır. Bu kuramlara göre, bebek
spermin içinde zaten vardı ve rahim, bebek için rahatça gelişebileceği
bir yataktan ibaretti... (28)
İmam Gazali'nin kadın ve erkek cinselliği arasındaki denkliğin üs­
tünde bunca ısrarı, fallik cinselliğin tartışmasız ifadesi olan boşalmayı
kadına da yüklemesinde açıkça belirginleşir. Bu şekilde, cinsler arası
farklılıkları kadında daha ağır gerçekleşen basit bir boşalma farkına in­
dirger.

"Cinslerin boşalma biçimlerinin farklı olması, lıer ne zaman olursa olsun


erkeğin kadından dalıa çabuk gelmesi, bir düşmanlık nedenidir... Kadının
boşalma süreci çok daha uzımdur ve bu süreç boyunca cinsel arzusu artan
kadından o doruğa ulaşmadan çekilmek, ona eziyet etmek demektir. ''(29)

65
Burada zevk yuvalarından çok savaş alanlarını andıran Akkad ve
Freud'un yatakodası sahnelerinden oldukça uzağız. İmam Gazali için
ne saldırgan vardır ne de onun kurbanı... Birbirlerine zevk vermek için
ortak davranan iki kişi sözkonusudur sadece...
Kadın cinselliğine etkinlik taninması, akla gelebilecek en uzak
imalarıyla, bir bütün olan toplumsal düzen yapısı için çarpıcı bir ka­
buldür. Buna karşın kadın erkek cinselliklerindeki denkliği yadsımak
da o denli çarpıcı ve keskin bir seçimdir. Örneğin, Freud klitorisin ba­
riz bir fallik eklenti olduğunu ve sonuçta kadının erkekt�n daha fazla
çiftcinsel sayılacağını olumlar.

"İnsanoğlunun kendine özgü eğilimlerinden biri olduğunu savunduğu­


muz çiftcinsellik, erkeğe oranla kadında daha çok görülür. Erkek tek bir
cinsel bölgeye (cinsel organ) sahipken kadında dölyolu ve bızır olmak üze­
re iki organ bulunur. "(30)

Freud iki cinse ait özellikleri işleyip tümleyen bir kuram geliştir­
mek yerine, temeli eksikliğe dayanan bir kadın cinselliği kuramı geliş­
tirir: Dişideki fallik özelliklerin hadım edilmesi...
Bebekliğinde biseksüel olan kız çocuk, olgun bir kadına dönüşme­
yi, fallik eki klitoristen vazgeçerek başarır ancak: 'Klitoral cinselliğin or­
tadan kalkması kadınlığın gelişimi için gerekli bir ön koşuldur.'(31) Ergenlik­
teki gelişim süreci erkeğin fallik yeterliliğini arttırırken, kadın bedenini
güçsüzleştirerek, insanların cinsel potansiyelinde cinslere bağlı bir kar­
şıtlık yaratır:

"Erkek çocuğa büyük bir libido gelişimi sağlayan ergenlik, kız çocuğunda
özellikle klitora/ cinselliği içeren yeni bir baskı dalgası yaratarak başkala­
şır. Ergenlik baskısı yüzünden kadında oluşan engelleme/erin de itkisiyle
erkek libidosu uyarılır ve kendi yeterliğini arttırmaya wrlanır; öte yandan
libidonun yükselmesi cinselliğe fazla ·değer yüklenmesini doğurur ki, bu
durum kadın kendi cinselliğini reddettiği veya yadsıdığında en uç noktası­
na ulaşmıştır. "(32)

.66
Kız çocuk, klitorisini 'büyük odunları tutuşturmaya yarayan bir
çıra gibi' kullanmaya başladığında kadın olur.(33) Freud, genç kadının
uyuşukluk(34) haline büründüğü bu gelişmenin belli bir zaman aldığı­
nı ekler. Klitoris uyarılmayı reddederse bu uyuşukluk süreklilik arze­
debilir. Freud'un bakış açısına göre, bu durumdaki kadııi fallik eşiyle
karşılaştığında.cinsel soğukluk eğilimi taşıyacaktır.

Bu ihmali (doğanın, kadınsı işlevi ihmali) doğrulayan kadın cinsel soğuk­


luğuyla sık karşılaşılması henüz an/aşılmamış bir olgudur. Ruhsal kay­
naklı bazı vakalar çözülebilse de, cinsel soğukluğun yapısal olarak belir­
lendiği ve hatta anatominin bu duruma katkısı olduğu varsayılmakta­
dır.(35)

Freud'un edilgen, soğuk kadıı:pnın tersine, Gazali'nin kadını karşı


konulmaz bir isteğe sahiptir ve bu arzusunu tatmin etmek erkeğin top­
lumsal görevleri arasında yer alır: 'Kadının iffeti erkekten sorulur. Erkek
kadının iffetini güvenceye almak için onun ihtiyacına göre cinsel ilişkiyi
az.altmak veya çoğaltmak durumundadır.'(36) Gazali'nin kuramı, toplum­
sal düzenin güvenliğini doğrudan kadının iftetine, sözün kısası kadı­
nın cinsel arzusunun doyurulmasına bağımlı kılar. Kadın kendisini ko­
casıyla sınırlar ve başka erkekleri haram ilişkiye davet ederek fitne ve
kargaşa yaratmazsa toplum düzeni ayakta kalır.
Etkin kadının güçlü cinsel isteklerinden Gazali'nin duyduğu kor­
ku, erkeğin bir kadını doyurmasının ne denli güç olduğunu itiraf et­
mesinden anlaşılır.

"Bir kadının iffetini korumak için onun ihtiyaç duyduğu cinsel ilişki yeri­
ne getirilemiyorsa, nedeni, bunu yerine getirmenin çok zor olması­
dır. "(37)

Gazali erkeğin kadınla olabildiğince sık cinsel ilişkide bulunması­


nı, söz konusu olan dört kanlı bir erkekse cinsel ilişkinin dört gecede

67
bir tekrarlanması gerektiğini söyler. Bu sıklık onun önerdiği sınırdır ve
azalhldığı takdirde kadının cinsel istekleri karşılanmamış olur.

"Sadece dört karılı erkeklerin dört gecede bir cinsel ilişkide bulımmaları
gerekir. Doğru olan, erkeğin kendisini kadının isteğine göre ayarlaması­
dır. "(38)

Freud ve Gazali'nin önsevişmeye yaklaşımları da onların kadın


cinselliğine yönelik farklı tutumlarından etkilenmiştir. Freud'un üze­
rinde ısrarla durduğu edim, herşeyden önce 'cinsel organların birleşme­
si'(39) olan çiftleşme edimidir. 'Cinsel birleşmeye şartlanmış beden bölgele­
rinin anatomik olarak doruğu aşmasıyla sonuçlanan ya da cinsel nesneyle bir­
leşme süresinin uzamasına yol açan' cinsel sapmayla normal birleşme ara­
sında kalan önsevişmeye pek önem vermez.(40) İmam Gazali ise önce­
likle kadın lehine olan önsevişmeyi bir mümin görevi sayarak ısrarla
tavsiye eder. Kadının zevk alması ara aşamalardaki uzatmayı gerektir­
diğine göre, temel hazzı cinsel organların birleşmesinden alan mümin
kendi zevkini ikinci plana atmalıdır.
Peygamber der ki, 'İçinizden kimse karısının üstüne hayvanlar gibi at-
lamasın. Çiftleşmeden önce karınızla aranızda bir elçi olmalıdır.'
'Ne gibi bir elçi?' diye sorar halk.
Peygamber de 'Öpücükler ve sözler' diye yanıt verir.(41)
Peygamber bir erkeğin karakter zayıflıklarından bir tanesine şöyle
işaret eder:

"Cinsel ilişkide bulunacağı cariyesine veya karısına öncelikle onu okşama­


dan, ona güzel sözler söylemeden, bir süre omm -yanında uzanıp zevk al­
masını sağlamadan, kendi zevki için onu kullanıp inciten erkek zaaf gös­
termektedir. "(42)

68
Kadın Cinselliğinden Duyulan Korku
Kadınsı saldırganlığın algılanış biçimi, kadın cinselliği kuramın­
dan doğrudan doğruya etkilenir. Freud'a göre,.kadının cinsel edilgen­
liğine koşut giden kadınsı saldırganlık içe dönüktür. Kadın mazoşist
eğilimler taşır.
Toplumun kadınlara dayattığı ve yapısal olarak onlar için öngördüğü ka­
dınsı saldırganlık, g"iiçlü mazoşist güdülerin ortaya çıkmasına neden olur
ki; bildiğimiz gibi bu güdüler, yıkıcı erotik eğilimlerin içe yönelmesinden
kaynaklanır. Bu yüzden mazoşizm dişil karakterlidir. Fakat sıkça görüldü­
ğü üzere, erkeklerde rastlanan mazoşizm, bu erkeklerin belirgin ·kadınsı
çizgiler taşımalarıııdan ileri gelir.(43)

Kadının etkin cinsellikten yoksun olması onu edilgen, mazoşist bir


varlığa dönüştürür. O halde cinsel yönden etkin olan müslüman kadı­
nın saldırganlığını dışa yöneltmesi şaşırhcı değildir. Müslüman kadın,
erkeğin direncini kemirerek onu edilgen, uysal bir canlıya dönüştüren
tehlikeli bir cazibeyle donatılmıştır. Erkeğin çıkışı yoktur; yapabileceği
tek şey kendini, onun din karşıtı ve toplum karşıtı güçleriyle özdeşle­
şen cazibesine teslim etmektir.

"Peygamber bir kadınla karşılaştı. Hemen evine koşup karısı Zeynep'le


cinsel ilişkide bulundu. Sonra şunları söyledi: 'Bir kadının size doğru gel­
diğini görürseniz, bilin ki o gelen şeytanın ta kendisidir. İçinizden biri bir
kadın görür de onu arzularsa hemen evine koşsun. Kıırısıyla da, başkasıyla
olduğu gibi olacaktır. "(44)

İslami geleneğin tanınmış sesi İmam Müslim, bu alıntıyı şu şekil­


de yorumlar.

" ... Allalı'ın erkek rulıwıa aşıladığı karşı durıılmaz dişil çekicilikten, bü­
yüden sözetmekte ve erkeğin kadına bakarken tattığı zevke ve kadınla ya­
şanan tüm lıazlara göndenne yapmaktadır Kııdın, birey üstünde dayanıl-

69
maz bir etki bırakan şeytana benzer�(45)

Bu çekicilik cinsler arasındaki doğal köprüdür. Bir erkek kadınla


karşılaştığı zaman fitne ortaya çıkabilir: 'Bir kadınla bir erkek başbaşa bı­
rakıldıklarında, onlara eşlik eden üçüncü kişi şeytan olur.' (46)
En tehlikeli kadın, cinsel ilişkiyi tatmış olan kadındır. Evli kadın
cinsel dürtüye direnmekte zorluk çeker. Kocası yanında olmayan evli
kadın, erkekler için bir tehdittir: 'Yanında kocası olmadıkça kadınlara yak­
laşmayınız. Çünkü kanın etinizde dolaşması gibi, şeytan da bedenlerinizi esir
alıverir.' (47)
Bu tehdit, Fas halk kültüründe iğrenç bir kadın şeytana, Ayşe
Kandişa'ya duyulan inançla özetlenir. Ayşe iğrençtir; çünkü o şehvetli
bir kadındır. İri göğüsleri ve dudakları vardır; en gözde eğlencesi so­
kakta, kuytu köşelerde erkekleri yakalayıp, onları kendisiyle cinsel iliş­
kide bulunmaya kandırmak ve nihayet onların bedenine girerek son­
suza dek onlarla birlikte olmaktır.(48) Böyle erkeklerin iktidarsız kal­
dıkları söylenir. Ayşe Kandişa korkusu, bugünlerde Fas'ın gündelik
yaşamını daha önceleri hiç olmadığı kadar çok etkilemekte. Hadım
eden dişi korkusu, geleneğin bir mirasıdır; halkın inanç ve yaşantısın­
da, dini ve dünyevi yazında, özellikle de romanlarda çeşitli biçimlere
bürünür.
Kadınlığa yönelik olumsuz tutum, Fas kültürüne adeta sinmiş du­
rumdadır. Kadını sevmek bir tür akıl hastalığı, kendi kendini yiyip bi­
tiren bir tür delilik gibi görülür. İşte size bir Fas atasözü:

Aşk karışık bir iştir


Deli etmemişse sizi, bilin ki öldürür.(49)

Kadına duyulan güvensizliğe verilecek en iyi örnek altıncı yüzyıl


ozanı Sidi Abdurrahman al-Macdub'un şiirleridir. Bu şiirler öylesine
tutulmuştur ki, çoğu atasözü haline gelmiştir.

Kayıp giden tekneler gibidir kadınlar

70
Mahvolmaya mahkumdur teknedeki yolcular.

Veya,

Güvenmeyin onlara (kadınlara), aldanmazsınız


Kanmayın sözlerine, kırılmazsınız
Yüzmek için su ister balık
Susuz yüzen kadınlardır yalnız.(50)

Ve son olarak,

Zorludur kadınlann hilesi


Durmadan kaçarım korumak için kendimi
Yılanlar dolayıp bellerine
Mücevher yerine takarlar akrepleri.(51)

İslami düzen iki tehditle karşı karşıyadır: Kadınsız küfür ve kadının


da dahil olduğu küfür.
Peygamber bir hadisinde şöyle demektedir:'... Benden sonra ümmetim
için kadınlardan daha büyük bir fitne ve fesad kaynağı olmayacaktır.'(52)
Burada tuhaf olan nokta, Müslüman ve Avrupalı kuramların aynı
sonuca varmalanc;!ır: Kadınlar toplum düzeni için yıkıcıdırl�r; İmam
Gazali'ye göre etkin oldukları için, Freud'a göreyse olamadıkları için!..
Çeşitli toplum düzenleri, din ile cinsellik arasındaki gerilimi farklı
yollarla azaltmışlardır. Batı Hıristiyan deneyimi içinde cinsellik, özü
itibariyle saldırıya uğramış, hayvansılıkla bir tutularak uygarlık düş­
manı ilan edilmiştir. Birey iki karşıt ben arasında kalakalmıştır: Ruh ve
beden, ego ve id. Uygarlıiın zaferi, ruhun bedene, egonun ide, denet­
'lenenin denetimsize olan zaferidir.
İslamiyet öz olarak bambaşka bir yol izledi. Yıkıcılık timsali ve
düzensizlik simgesi olarak saldırıya uğrayan, aşağılanan cinsellik de­
ğil, kadın oldu. Kadın fitneydi, denetlenemezliğin özeti, cinsellikten
gelebilecek tehlikelerin canlı temsilcisi ve cinselliğin şaha kalkmış boz-

71
guncu gücüydü. İslami kuramın temel içgüdüyü, Allah rızası ve top­
lum yararına kullanılması gereken bir enerji gibi düşündüğünü gör­
müştük. Bu tür bir cinselliğin olumlu, dirimsel işlevleri vardır. Mümin­
lerin dünyadaki varlıklarını sürdürmelerini sağlar ki, toplumsal düzen
için zorunlu koşul herşeyden önce varolmaktır. Cinsellik, cennette er­
kekleri bekleyen hazların bir öntadımıdır.(53) Bu şekilde, erkekleri cen­
nete girmek için çaba göstermeye ve dünyada da Allah'a itaate özendi­
rir. Ayrıca, zihni çalışma için cinsel doyum şarttır.
İslami yüceltme kuramı, Freud'un psikanaliz kuramınca temsil
edilen Batı-Hıristiyan geleneğinden tümüyle farklıdır. Freud , uygarlı­
ğı cinselliğe karşı verilen savaşım: olarak gördü.(54) Uygarlık, 'cinsel he­
definden yüz çevirip, cinsel olmayan toplumca değerli hedeflere sapmış olan
cinsel enerjidir.'(55) İslami kuram içinse uygarlık, doyumlu cinsel enerji­
nin bir ürünüdür. Çalışma cinsel bastırılmışlığın değil, mutlu ve
uyumlu bir cinselliğin ardından gelir.

"Ruh üstüne düşeni yapmakta gönülsüz davranır; çünkü iş onun doğası­


na aykırıdır. Eğer ruha yükümlü olduğu işi bitirmesi yolunda baskı yapı­
lırsa, isyan kaçınılmaz olur. Ama bazı zevkler aracılığıyla zaman zaman
rahatlaması sağlanırsa ruh güçlenir, canlanır ve yeniden işe koyulur. Ka­
dmla birliktelikteki bu rahatlama üziintılyii kovar ve gön lü huzura kavuş­
turur. Dindar ruhların din açısından helal kılınan yollarla kendilerini
oyalamaları tavsiye edilir. "(56)

Gazali' ye göre, Allah'ın insanlara verdiği en büyük hediye akıldır.


Aklın en iyi kullanımı ise bilgiyi aramakla olur. İnsanın çevresini, dün­
yayı ve galaksileri bilmesi, Allah'ı bilmesi demektir. Bilgi (bilim), bir
mümin için en iyi ibadet biçimidir. Fakat bir insanın enerjisini bilgiye
adaması için beden içi ya da beden dışı gerilimleri azaltması, dış et­
menlerin etkilerinden kaçınması ve dünyevi zevklere tutkun olmaması
gerekir. Kadınlar, müslüman ümmetin üremesini ve cinsel güdünün
yarattığı gerilimin defedilmesi işine yarayan tehlikeli tuzaklardır. Bu
yüzden kadınlar hiçbir koşul altında duygusal yatırım nesnesi ya da
dikkat odağı olmamalıdırlar. Zira müminler dikkat, bilgi arayışı, dü-

72
şünce ve dua şekillerinde yalnızca Allah'a yönelmelidir.
Gazali, bireyin dünyadaki görevini İslami tebliğ uyarınca aydın­
lanmak olarak görür. İnsanlık sadece erkeklerden oluşmuştur ve kadın
güzelliğine rağmen insanlık dışıdır; üstelik insanlık için tehdit oluştu­
rur. İslamda cinsel çeşitlilik, cins ayrımı ve bu ayrımın yan ürünleri bi­
çiminde ifade bulur: Görücü usulü evlenme, oğlunun yaşamında an­
nenin rolü ve evlilik bağının kırılganlığı. . . Bütün İslami toplum yapıs�
bozguncu kadın cinselliğine bir karşı saldırı ve özsavunma gelgitine
dayanmaktadır.

NOTLAR

(1) İbn Haldun, Tlıe Mııqaddimalı, An Iııtrodııction ta History, çev. F.Rosent-


hal, Princeton, N.J.1969, s.160-161.
(2) lbid., s.161.
(3) Ibid.
(4) Ebu Hamid al-Gazali, İlıya Ulum al-Din, Kahire, trsz.
(5) lbid., s.28.
(6) Ibid., s.25.
(7) Ibid.
(8) Ibid., s.27.
(9) George Peter Murdock, Social Strııctııre (Toplumsal Yapı), New
York1965, s.273.
(10) lbid.
(11) Kasım Amin, Kadııılarııı Kıırtıılıışıı, Kahire 1928, s.64.
(12) lbid., s.65.
(13) Gazali, Tlıe Revivicatioıı of Religioııs Sciences (Dini Bilimlerin İhyası), cilt
2, evlilik bölümü; ve Mizan al-Amal, Criteria for Action (Davranış Kıstası), Ka­
hire 1964.
(14) Abbas Mahmud al-Akkad, Womeıı in tlıe Koran (Kuran'da Kadın), Ka­
hire, trsz.
(15) lbid., s.7; Tutarsızlığıyla göze çarpan 2. surenin 228. ayetine gönderme
ya par. Ayetin tamamı aşağıdaki gibidir:

73
Kocaların onlar (kadınlar) üzerinde hakları olduğu gibi, onlar da kocaları
üzerinde aynı haklara sahiptir; ve erkekler onlardan bir derece üsttedir/er.

İkinci bölümün hiyerarşik içeriğini ortaya çıkarmak için cümlenin ilk bölü­
münde basit bir üslup oyununa sapıldığı kanısındayım.
(16) lbid., s.24.
(17) lbid., s.25. Akkad'ın geniş genellemelerinin ardındaki biyolojik varsa-
yım, belirgin bir biçimde hatalıdır.
(18) lbid., s.18.
(19) lbid., s.26.
(20) A. Schultz, The Problem of Social Reality/Collected Papers (Toplumsal Ger­
çeklik Sorunu/Toplu Yazılar), cilt 1, Lahey, trsz., s.101.
(21 ) Ralph Linton, The Study of Man (Erkeğin İncelenmesi), Londra 1 936,
s.11 6.
(22) A. Schultz, Toplu Yazılar, s.9.
(23) S. Freud, New Introductory Lectures on Psychoanalysis (Psikanalize Giriş
Dersleri), College edition, New York 1965, s.114.
(24) İbid.
(25) S. Freud, Three Contributions to the Theory of Sex (Cinsler Kuramına Üç
Katkı), 2.Baskı., New York1909, s.77.
(26) S. Freud, Psikolojiye Giriş Dersleri., s.114.
(27) Gazali, Dini Bil.imlerin İhyası, s.51 .
(28) Una Stannard, 'Adam's Rib or Woman Within ' (Adem'in Kaburgası ya
da Onun İçindeki Kadın), Transaction, Kasım-Aralık1970, cilt 8, Special Issue on
American Women (Amerikalı Kadınlar Üzerine Özel Sayı), ss.24-36.
(29) Al-Gazali, Revivication, s.50. Kadına sadece normal boşalma değil, gece
boşalması da ihsan edilmiştir ve erkeğin uykuda gördüğünü kadın da görür.
(İbn Saad, Kitab al-Tabakat a/-Kubra, Beyrut 1 958, cilt 8, On Women-Kadmlar
Hakkında-, s.858)
(30) S. Freud, Sexuality and Psychology of Love (Cinsellik ve Aşkın Psikoloji­
si), New York 1963, s.196-197.
(31) İbid., s.190.

74
(32) S. Freud, Three Contributions., s.78.
(33) Ibid.
(34) lbid.
(35) S. Freud, New Introductory Lectures, s.132.
(36) Al-Gazali, Revivification, s.50.
(37) Ibid.
(38) lbid.
(39) S. Freud, Three Contributions, s.14.
(40) Ibid., s.15.
(41) Al-Gazali, Revivification, s.50.
(42) Ibid.
(43) S. Freud, New Introductory Lectures, s.1 16.
(44) Ebu Issa al-Tarmidi, Sunan al-Tannidi, Medine, trsz., cilt il, s.413, B:9,
H:1167.
(45) Ebu al-Hasan Müslim, al-Cami' al-Sahih, Beynıt, trsz., cilt III, Book of
Marriage (Evlilik Kitabı), s.130.
(46) Al-Tarmidi, Sunan al-Tarmidi, s.419, B:16, H:ll81 . Bkz. al-Buhari, Kitab
al-Cami' al-Sahih, Leyden, Hollanda 1868, cilt III, K:67, B:ll .
(47) Al-Tarmidi, Sunan al-Tannidi, s.419, B:l7, H:ll72.
(48) Edward Westermark, The Belief in Spirits in Morocco (Fas'ta Ruhlara
İnanç), Abo, Finlandiya, 1920.
(49) Edward Westermark, Wit and Wisdom in Monıcco: A Study of Native Pro­
verbs (Fas'ta Zeka ve Akıl: Yerli Atasözlerinin Bir İncelemesi), Londra1926,
s.330.
(50) Sidi Abdurrahman al-Macdub, Les Quatrains du Majdoub le Sarcastique,
Poete Mahrebin du XVIieme Siecle (Alaycı Macdub'un Dörtlükleri, XVI. yy.'ın
Mağripli Ozanı), derleyen ve çeviren: J. Scelles-Millie ve B. Helifa, Paris 1966,
s.161 .
(51) Ibid�, s.160.
(52) Al-Buhari, Kitab al-Cami al-Sahih, Leyden, Hollanda, 1868, s.419, K:67,
B:l8.
(53) Al-Gazali, Revivification, s.28.
(54) S.Freud, Civilization and Its Discontents (Uygarlık ve Rahatsızlıklan),

75
New York, 1962.
(55) S.Freud, A General Introduction to Psyc/ıoanalysis (Psikanalize Genel Gi­
riş), New York, 1952, s.27.
(56) Al-Gazali, Revivification, s.32.

76
2- Müslüman Toplumunda Kadın Cinselliğinin
Düzenlenmesi

İnsanlık tarihinin, toplumlarda görülen geri dönüşlere ve durak­


lamalara karşın 'yabanıllık' tan 'uygarlık' a doğru devinen ilerici bir ya­
pısının olduğu inancını farklı kültürlerden gelen tarihçiler yaygın ola­
rak paylaşırlar. İslam dininin de ileri giden bir tarih görüşü vardır. MS
622, yani hicret yılı, uygarlık yılıdır. Hicretten önce barbarlık dönemi
olan cahiliye yaşandı.(1) İslam'a göre, ilerlemenin olduğu toplumsal

77
boyutlardan biri de insan cinselliğidir.(2) Cahiliye dönemindeki cinsel­
lik karışık, gevşek ve denetimsizken İslamiyet' e geçildiğinde kurallara
bağımlı kılınmıştır. İslam'ın tek ve özel hukuku, suç ilan ettiği zinayı
kanun dışı bırakmıştır. Fakat uygar bir cinsellik olarak müslüman cin­
selliğindeki özgün yön, onun temel çelişik yapısıdır: Eğer karışıklık ve
gevşeklik barbarlığın imleriyse, o zaman İslam yalnızca kadın cinselli­
ğini uygarlaştırtlı; erkek cinselliği ise çokeşlilik nedeniyle karışıklığını,
boşama nedeniyle de gevşekliğini sürdürdü.(3) Bu çelişki hem yedinci
yüzyıl medeni hukukunda hem de çağdaş Fas yasalarında belirgindir.

Çokeşlilik
1957 Ağustos'unda, 2-57-1040 no'lu karar uyarınca, on erkekten olu­
şan bir heyet Müslüman Fas Kanunnamesi'ni, yani Muduvana veya
Şahsi Durum Yasası'nı hazırlamakla görevlendirildi. Bu on erkek, teme­
lini Kuran' daki ünlü bir ayetten alan çokeşliliği yeniden medeni kanun
kapsamına aldı.

Hoşunuza giden kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenin, adil ola­


mayacağınızdan endişe ederseniz, tek kadın alın...

Bu ayetin çarpıcı yanı, erkeğin çokeşlilik hakkını sınırlayan tek ko­


şul mağiskül olarak, kanunun kolayca saptayamayacağı öznel bir duy­
guyu, yani adil olamama endişesini koymasıdır. Çokeşliliğin çağdışı
kaldığını hiç kuşkusuz farkeden Easlı kanunkoyucular, çokeşlilik söz­
cüğünün hemen ardına 'yasaktır' sözcüğünü yerleştirerek ayetin dizgi­
sini değiştirmişlerse de içeriğine dokunmamışlardır.

Madde 30: Adaletsi�lik endişesi varsa, çokeşlilik yasaktır.

Bu madde dördüncü suredeki 129. ayetin bir tekrarıdır: 'Çok iste­


seniz de bütün kadınlarınıza eşit davranamazsınız.'
Kuran'da çokeşliliğe bir neden gösterilmez. Gazali'ye göre ise ço-

78
keşliliğin temelinde içgüdüler vardır. Gazali'nin öne sürdüğü neden,
İslami cinsellik kuramındaki çatlağı açıkça ortaya koyar ve bir İslam
toplumu olan çağdaş Fas'ın çözmek zorunda olduğu bir soruna en et­
kili açıklamalardan birini getirir. Erkek, çokeşlilik sayesinde, yalnızca
cinsel arzularını tatmin etmekle kalmaz; kadının gereksinimlerini dik­
kate almaksızın, onu işlemin bir aracısı olarak görüp aşın bir doygun­
luğa ulaşır.

"Cinsel uyarılmanın aracısı bilindiğine göre, iş ilacın istenen yoğunluk ve


miktarda uygulanıp ruhu 'gerilimden kurtarmaya kalır. Kişi az ya da çok
kadın almaya kendisi karar verebilir. Çünkü erkek bir kadınla yetinemeye­
cek kadar güçlü bir cinsel arzuyla doludur. İffetini korumak için (zinadan
uzak kalmak için), hepsi dördü aşmamak koşuluyla, ilk karısının üstüne
diğerlerini alması önerilir."

Çokeşliliğin nedeni, erkeğin ruhen ve bedenen gerilimden kurtul­


ması için birden çok eşle ilişki kurmasının gerekmesidir. Başka bir yer­
de ise Gazali, kadın ve erkeğin cinsel güdüleri arasında fark'bulunma­
dığını söyler. Böylece de kadınların İslami düzene olan gönülsüzlüğü­
nün üstü örtük nedenini istemeden onaylamış olur.
Kadın ve erkekte benzer güdüsel yönelimler bulunduğu düşünü­
lürse, erkek bu yönelimlerini dört eşle doyurma hakkına sahipken, ka­
dın en fazla bir, çoğu zamansa çeyrek eşle yetinmek zorundadır. Ma­
demki erkeksi cinsel güdünün doyurulması çokeşliliği gerektiriyor, bu
durumun tersini düşündüğümüz zaman (dört kocalı kadınlar) kadın
cinselliğine İslami bakışın çekirdeğini oluşturan kadının doymazlığı
varsayımıyla karşılaşırız. Oysa İslamiyet, cinsel bakımdan bastırılmış
sorunlu bir müminin, saldırgan bir toplum bireyi olacağını öngörür ki,
bu durumda çok daha büyük cinsel baskı kurumları alhndaki kadınlar
daha büyük güvensizlik içindedirler.
Çokeşliliğin kadın ve erkek özgüvenleri üzerinde psikolojik bir et­
kisi vardır. Erkekler kendilerini öncelikle cinsel varlıklar olarak algılar­
lar ve evliliğin cinsel doğası ısrarla vurgulanır. Bundan başka, erkeğin

79
kadını cinsel nesne olarak aşağılamasının yolu çokeşlilikten geçer. Ço­
keşliliğin kadını aşağılamakta kullanılan bir araç olma işlevini Fas halk
kültüründe açık olarak görürüz: 'Kadının bıırnıınu sürtmek istiyorsanız
eve bir diğerini getirin.'5
Çokeşliliği onaylayan Kuran ayeti, aynı zamanda erkeğe 'sağ eli­
nin aldığı kadar' cariye edinme hakkı verir. Fakat çağdaş müminin pa­
rasal sıkıntılarını dikkate alan Fas kanunkoyucuları, yirminci yüzyıl
başlarında yokolan kadın köleliğine değinmediler. (Büyükannem Şa­
uya ovasından kaçırılıp Fez'de satılmış ve annemi daha sonra siyasi ve
finansal olarak güçlenen toprak sahibi kentli burjuvazinin bir üyesine
cariye olarak vermiş.) 1912 Fransız işgalinden sonra başlıca dişi köle
talepleri bu gruptan gelirdi.

Boşama
Kuran'da çokeşlilikten bir kez sözedildiği halde boşama, uzun ve
ayrıntılı ayetlere konu olmuştur. En çok bakılan ayetler ikinci surede­
dir.

227. Ayet:Boşanmaya karar verdiyseniz (unutmayın ki) Allah her­


şeyi duyan ve bilendir.

229. Ayet: Boşama iki kere telaffuz edilmelidir ve sonra bir kadın
ya onuruyla alıkonulmalı ya da güzellikle serbest bırakılmalıdır.

Yasal açıdan bakıldığında, erkeğin evlilik bağını koparmaktaki


keyfiliğini en iyi dördüncü surenin 20. ayeti aydınlatır:

Ve bir kadınla diğerini değiştirmek isterseniz, onlara verdiğiniz


parayı ve hediyeleri geri almayın.

'İstemek' ve 'değiştirmek' sözcükleri bir yargıç veya mahkemenin

80
onayı olmaksızın erkeğe evlilik akdini koşulsuz bozma hakkını veren
İslami sözlü boşama kurumunun anahtar unsurlarıdır. Yedinci yüzyıl­
dan kalma bir kuruma yeniden işlerlik kazandıran Fas hukuku, yargı­
cın görevini kocanın kararını kayda geçirmekle sınırlar.

Madde 46. Boşama sözle, yazıyla veı1a kocanın eğitimsiz ya da konuşma


öziirlii olduğu durumlarda, jestlerle yapılabilir.
Madde 80. Adullar (Müslüman malıkenıe görevlileri) kendilerine başvu­
rulduğu an bir boşama eylemini sonuçlandırırlar.

Çokeşlilik gibi boşamanın da içgüdüsel bir temeli vardır; fakat ço­


keşlilik erkeğin cinsel yönelimindeki yoğunluğu, boşama kurumu ise
bu yönelimin kararsız yapısını düzenler. Boşama, bıkkınlık yüzünden
erkeğin cinsel iştahını yitirmesini önler. Erkeği zinadan korumak için
ona evlilik çerçevesi içinde yeni cinsel nesneler sunmayı hedefler.
Eğer Allah hikmet ve lütfuyla erkeğin yaşamını kolaylaştırıyorsa
ve böylece erkek gönül huzuruna kavuşmuşsa, bu iyidir. Tersi durum­
da eş değiştirmesi önerilir.(6)
İslamiyet'in örnek kişiliklerinden biri olan peygamber torunu Ha·
san, bu öneriye harfiyen uymuştur.

"Hasan İbn Ali'nin bir evlilik müptelası olduğu rivayet olunur. 200 ka­
dmla evlenmiştir. Bazen dört kadmı birden boşayıp yenilerini aldığı ol­
muştur. Muhammed Hasan'a "Sen bedenen ve ahlak olarak bana benzi­
yorsun" derdi. Bu evlenme eğilimi, Hasan'/a Alla/ı elçisi arasındaki ben­
zerliklerden sadece birisidir. "(7)

Boşamanın bu bir parça gülünç yanı Allah'ın bilgisi dahilindedir


ve bir sözle evlilik bağını koparma hakkıyla donattığı kuluna şu uyarı­
yı yapar: 'Davranışlarınızla Allah'ın vahiylerini maskaralığa dönüş­
tünneyin.'(8)
Yalnızca erkeklere tanınan çokeşlilik ve boşama hakları, yedinci
yüzyıl Arabistan'ı için bir yenilik sayılabilir. Tarihsel kanıtlar, İslamiyet

81
öncesi evlilik biçimlerinin çok daha çeşitlilik arzettiğini ve daha zayıf
bir hukuksal yapıya sahip olduğunu ortaya koyar. Örneğin, kimi evli­
liklerde kadın eşini seçme ya da bırakma kararını verebiliyordu. Ger­
çekten de, muzaffer bir askeri lider ve başarılı bir devlet adamı olan
Peygamber bile, bu özelliklerine rağmen kadınların özgür kararlarıyla
karşılaşmıştır. Birçok kadından evlenme teklifi aldığı gibi birçoklarınca
reddedilmiştir.
İslamiyet için Peygamberin yaşamı basit bir tarihi belgeden öte
bir şeydir. Allah kelamı olan Kuran'a göre, müminin yaşamını yönlen­
diren başlıca kaynak, onun düşünce ve eylemlerinin ayrıntılı öyküsü
olmalıdır. Bir müslüman, kendi günlük sorunlarıyla uğraşıp onlarla
başetmeye çalışırken onun hayatını örnek almalıdır. O, İslami ülkü
doğrultusunda engellerin aşılmasına kılavuzluk eden bir ışıktır.

Kadının Kendi Yazgısını Belirleme Hakkı ve Pey­


gamber'in Bu Konudaki Deneyimleri
Peygamberin evlilik yaşamı, onun Arabistan' da geçirdiği değişimin
simgesi gibidir. 62 yaşında öldü (İ.S. 570-632). Karısı Hatice'nin 620' de­
ki ölümüne dek yirmibeş yıl süren ilk evliliğini 595 yılında yaptı. Ar­
dından gelen oniki yıl boyunca yeni bir evlilik yaşamına başlayan pey­
gamber oniki kadınla evlendi; üç evlilik girişiminde bulundu ve ona
aşık olan ya da İslam usulünce kendilerini sunan birçok kadını da red­
detti.(9)
Ona evlenme teklif eden ilk kadın Kureyş kabilesinin varlıklı ve
etkin bir üyesi olan Hatice Bin l(uvalid'dir. Hatice zengin bir kadındı
ve servetini Mekke' de filizlenen ticaret kervanlarına yatırmıştı. Mu­
hammed'i kervanlarından birinin başına geçirmiş ve dürüstlüğünden
etkilenerek ona evlenme teklif etmişti. Kırk yaşındaydı ve bu onun
üçüncü ve son evliliği oldu. Peygamberin, cariyesi Meryem' den olan
İbrahim dışında, altı çocuğunun (dört kız ve çocuk yaşta ölen iki er­
kek) ana.sı Hatice'dir.(10)

82
Kendilerini ona sunan kadınlar arasında teklifi reddedilen Umm
Şarik ve Peygamber kabul ettiği halde kabilesi tarafından kararından
caydırılan Leyla bin al-Katim vardır. Leyla'nın kabilesi, onun gururuna
düşkün yapısının çokeşlilik törelerine uyum sağlayamayacağı konu­
sunda Leyfa'yı ikna etmiştir.
Bir kadının böyle bir girişimde bulunmasının hiçbir tören gerektir­
mediği, peygamber ile Leyla arasında geçen bir konuşmada canlandı­
rılmıştır.
Peygamber başka bir adamla konuşurken Leyla geldi. Elini onun
omuzuna koyana dek Peygamber onu farketmemişti.
'Kimsin?' diye sordu Muhammed.
'Ben Leyla Bin al-Katim. Kendimi sana sunmaya geldim. Benimle evle­
nir misin?' diye yanıtladı onu Leyla.
Peygamberin cevabı 'evet' oldu.(11)
O zamanlar bir kadının, babasına ya da erkek akrabalarına danış­
madan cinsel bir ilişkiyi başlatması sıradan bir hareketti. Her ne kadar
Leyla'nın yakınları onu evlenmekten vazgeçirmişlerse de, bunu buyu­
rarak değil, onun iyiliğiı;i düşünen dostane bir yaklaşımda bulunarak
yapmışlardır. Leyla mecbur kaldığı için değil, Peygamberin karılarıyla
başedemeyeceğine ikna olduğu için evlenmemeye karar verdi.
Hibe (kadının kendini bir erkeğe vennesi) töresi, Peygamberin ölü­
münden sonra yürürlükten kaldırıldı.(12) Eğer Peygamber kadınlar ta­
rafında�-��g_ürce seçilen son Arap erkeğiyse, onların reddettiği son er­
kek de odur.
Peygamberle sonradan biten evlilikler yapmış birçok kadın ol­
du.(13) Üç evlilik de kadınların Peygamberi boşamasıyla sona erdi.
Bazı kaynaklar bu evliliklerin kadının üç kere reddetmesiyle bittiğini
yazar. (Ki bu İslamiyetin erkeğin ayrıcalığı olarak kurumlaştırdığı bo­
şama töresinin bir benzeridir; erkek 'Boş ol' sözlerini üç kez tekrarlarsa
evlilik kesin biçimde sonlanır; bir veya iki kez söylediğinde ise yeni­
den başlatma hakkı erkekte olmak üzere askıda kalır.)
Kadın kendisini boşadığında yüzünü yeniyle örten Peygamber,
ona derhal kabilesine dönmesini söyler ve odayı terkederdi. Görünen

83
o ki, hibe gibi boşama da törensiz yaygın bir davranış biçimiydi.

"Esma bin al-Numan odaya girince, Peygamber kapıyı örtüp perdeleri ka­
padı ve elini Esma'ya uzattı. Esma ona 'Senden Allah'a sığınmm' deyin­
ce, Muhammed hemen yeniyle yüzünü gizledi ve üç kez 'Al/alı seni koru­
sun', dedi. Sonra odayı terketti ve etrafına anım kabilesine dönmesi için
emir verdi.(14)
Müleyke bin Ka'ab ve Fatima bin al-Dahhak'la da benzer olaylar yaşa­
dı. "(15)

Müslüman kaynaklar, üç kadının bu davranışlarına çeşitli sebep­


ler gösterirler. En yaygın açıklama, Peygamberin kabilesinden olma­
yan bu kadınların kumaları tarafından aldatıldıklarıdır.(16) Peygam­
berin Karaşit kabilesinden olan karıları (ki bu kadınların başı, hayat
dolu, yorulmak bilmez Ayşe'dir) bu üç yeni kadının güzelliğini çeke­
meyip, öyle konuşmalarını ve bu şekilde Peygamberin gözüne gire­
ceklerini söyleyerek onları kandırdılar. Bu yoruma göre, böylesi bir al­
datmacanın kurbanı olan üç kadın, Peygamberin tepkisi karşısında
şaşkına dönmüşlerdir.
Bu tür yorumlar, Peygamberin terkedilmesindeki utanılası gerçe­
ği süsleme gereği duyan Müslüman tarihçiler tarafından yapılmıştır.
Farklı kabilelere mensup, farklı kişilikler taşıyan bu üç kadının rakiple­
ri tarafından aynı hileyle aldatılacak kadar budala olduklarına inan­
mak oldukça güç olsa gerektir. Bir kez belki, ama ya üç kez? Başka bir
kaynak, kadınlardan birinin ondan hoşlanmadığı için Peygamberi red­
dettiğine üstü örtülü bir şekilde değinir.(17) Bu yorum bana daha akla
yakın geliyor. Esma ve Mülayka güzellikleriyle nam salmışlardı. Üste­
lik gençtiler. Oysa Peygamber altmışında ve çokeşli bir adamdı. Esma
gibi soylu bir kabilenin üyesi olan kadınlar için, Peygamberin lider
saygınlığı onu arzulanır kılmaya yetmemiş olacak. Fakat onların bu
davranışlarına getirilen açıklamalar burad� ikincil bir önem taşıyor. Bi­
zim asıl ilgimizi çeken, Peygamber zamanında kadının kocasını redde­
debilmesidir. Peygamberin ürkek tepkisi (henıen odayı terketmesi)

84
bunun kanıtıdır.
Eğer kadın kocasını reddedebiliyor idiyse, bu kadının kendi yaz­
gısında söz sahibi olduğunu gösterir. İslami toplum düzeni bu duruma
şiddetle karşı çıkmış ve yalnızca erkeklerin eşlerini boşayabileceklerini
ilan etmiştir.
Kadının kendi kaderini tayininden duyulan korku, Müslüman dü­
zenin temelini oluşturur ve fitne ile yakından ilişkilidir. Eğer kadınlar
baskı altına alınmazsa, erkekler onların dayanılmaz cinsel çekimine
kapılarak zinaya sürüklenecekler ve sonuçta kaçınılmaz olan fitne or­
taya çıkacaktır. Kadınlara ve cinselliğe yönelik İslami bakışın kökenin­
de, kadın cinselliğinin bizzat Peygambeı:'in de tecrübe ettiği kemirgen
cazibesi yatar. Kadın cinsinin baştan çıkarıcılığından korkulması, İslam
toplumunun kadına karşı geliştirdiği birçok savunma tepkisini berabe­
rinde getirmiştir.
)

Kadının Dayanılmaz Çekimi Karşısında Peygam­


berin Tutumu
P�yg�!l'berin kadınlarla ilişkileri, karılarıyla çekişmeleri, sevdiği
�adınlara yaklaşımı, İslami aile yapısının yasal dayanağını oluşturur.
.Kadınlarla ilişkilerinin çarpıcı taraflarından biri, kadınlara muamele
konusunda ümmetine verdiği vaazlarla, kendi muamelesi arasındaki
çelişkidir. Bu vaazlardan birinde erkeği evlenmeye özendiren sebepleri
sıralar:

'Kadın di11i, serveti veya güzelliği için nikah edilir. Dini biitiin kadınlarla
evlenin. '(20)

_Muhammed'in bazı evlilikleri, din ve kabile ittifakı gibi girekçele­


rin doğurduğu siyasi düşüncelerle gerçekleşmiş olsa da, .geriye kalan
evliliklerinin.nedeni kadın güzelliğidir.
Yahudi kadın Safiye bin Huyay'la yaptığı evlilik, kabile ittifakı

85
arayışından kaynaklanmaz. Zira o dönemde Yahudiler, Peygamberin
yenilgiye uğrattığı düşmanlarıydı. Ayrıca, halkının yenilmesiyle esir
alınan Safiye'nin yağma payı olarak Muhammed'e düştüğü kesin de­
ğıldir; çünkü Arap akınlarının töreleri uyarınca, yağma eşit olarak bö­
lüşülürdü. Kayıtlar, Safiye'nin Dahya adında bir askere ayrıldığını, fa­
kat kadının 'su götürmez' güzelliğini işiten Peygamberin, Dahya'ya
adam gönderip bedelini ödeyerek Safiye'yi özgür kıldığını ve ardın­
dan onunla evlendiğini yazar.(21)
Başka bir Yahudi hatun, Reyhana bin Zeyd'le evliliği de ittifak
kurma niyetiyle yapılmadı. Safiye gibi o da halkının yenilgisinden son­
ra esir düşmüş güzel bir kadındır.(22) Ama Safiye'nin tersine, Peygam­
berin onunla evlenip evlenmediği açık değildir; bazı kaynaklara göre
cariye olarak alıkonmuş ve asla peygamber karısı olmamıştır.
Ünlü bir güzel olan Kıpti Marya, Mısırdan Peygambere armağan
verilmiştir.(23) Peygamber onunla cariye olarak ilişki kurmuş, ondan
küçük yaşta ölen İbrahim adında bir oğlu olmuştur. Peygamber Mar­
ya'ya karşı öylesine güçlü bir arzu duyar. ki, adalet ilkesini çiğnemekte
sakınca görmez. Karılarından Hafsa, onu Safiye'nin odasında ve Safi­
ye'nin gününde Marya'yla sevişirken yakalar. 'Ey Allah'ın elçisi, benim
günümde, �em de benim odamda', diye haykırır Safiye. Diğer karılarının,
özellikle gözdesi f\.n�:nin §fkesinden çekinen Muhammed, bu olayı
gizli tutarsa bir daha Marya'ya dokunmayacağına dair Hafsa'ya söz
verir.(24) Fakat Hafsa konuşur ve sözünü geri alması için Allah'tan
Peygambere emir gelir. Muhammed böylece Marya'yla ilişkisini sür­
dürür.J25) Marya'nın Peygamber üzerindeki etkisini en iyi Ayşe'nin şu
sözleri tanımlamaktadır:

"Marya'yı kıskandığım kadar kimseyi kıskanmadım. !;ünkü o çok güzel,


kıvırcık saçlı bir kadındı. Peygamber onun çekimine karşı koyamazdı. Baş­
larda o da bizimle yaşıyor, Peygamber bütün gününü onunla geçiriyordu.
Ancak biz itiraz edince Marya korktu ve Allah'ın elçisi onu yasal eşlerin­
den uzak, güvenli bir yere taşıyıp karılarının baskısına rağmen onunla
j/ii!_is�n_i k_esmedi. "(26)

86
Peygamberin güzelliği için evlendiği bir başka kadın -burada ittifak
arayışı da bir nedendir- Cuvariya bin al-Harit'tir. Ayşe'nin ifadesine
göre 'öyle güzeldi ki, onu bir kez gören aşık olurdu'(27) Ayşe, bu evliliğin
asıl nedeninin bedensel çekim olduğunu söyler.

"Cuvariya anlaşmak için geldiğinde Peygamber benim odamdaydı. Alla­


hım, Peygamber'e doğru geldiğini görünce ondan nefret ettim. Peygam­
' ber'in de benim gördüğümü (onun güzelliğini) göreceğini biliyor­
dum. "(28)

Peygamberin kadın güzelliğine olan düşkünlüğüne bir örnek de,


en güzel Arap kadınlarından biri kabul edilen Dubaa bin Amr'ın gü­
zelliğidir. Bu kadının tüm bedenini örten çok uzun saçları vardır.(29)
Onun güzelliğini duyan Peygamber, kadının oğluna gider ve annesini
kendine ister. Böyle durumlardaki töre uyarınca, oğlan annesinin fikri­
ni alması gerektiğini söyler. Bu birleşmenin sunduğu olanaklardan he­
yecana kapılan Dubaa oğluna, Peygamberle evleneceğini, onun yasal
arzusuna herhangi bir şart koşmanın saygısızlık olacağını söyler. Oğ­
lan annesinin yanıtını Peygamber' e bildirmek için onun yanına gitti­
ğinde, Peygamber evlenme konusuna hiç değinmez; çünkü o arada
Dubaa'nın yaşının büyük olduğunu duymuştur.
Kadınların Peygamber üzerindeki karşı konulmaz kudretine veri­
lecek en çarpıcı örnek, evıatlığı Zeyd'in kansı Zeyneb bin Cahş'a ansı­
zın duyduğu kendi halkının törelerine göre rezalet olan- tutkudur.(30)
Arap geleneğinde evlatlık alınan kimse ile öz oğul arasında fark göze­
tilmez, evlatlık bağına kan bağı kadar önem verilirdi. Üstelik Zeyneb,
Peygamberin öz kuzeniydi ve onu evlatlığı Zeyd ile kendisi evlendir­
mişti.
Bir sabah Zeyd'i görmek için onun evine gider. Yan çıplak durum­
da kapıyı açan Zeyneb'e karşı dayanılmaz bir arzu duyar. Kapıya doğ­
ru seğirten Zeyneb ona kocasının evde olmadığını söyler. Peygamber'e
içeri girmesi için ısrar ettiyse de onun dualar mırıldanarak uzaklaştığı-

87
nı görünce çok şaşırır. Olayı kocasına aktarınca, Zeyd babalığına gide­
rek �ğeı: kaf!şryla evlenmek niyetindeyse onu boşamaya hazır olduğu- ,
nu SQy!g_r. Peygamber, AlJ<!h ona Zeyneb'le evlenmesini vahyedene
pek bu teklifi geri çevirmiştir.

" ... Sen ki Allah'ın günışığına çıkardığını aklında saklarsın ve _sen Al­
la/ı'tan korkman gerekirken insanoğlundan korkarsın. Öyleyse Z,eyd ıısu­
liince Zeyneb'i boşadığında onu sana helal kılarız; Müminler için evlatlık­
ları karılarını boşadığı zaman bıı kadınlarla evlemnelerinae vebal yoktur.
ı
Al/alı' ııı buyruğu elbette ki yerine getirilecektir. "(31)

Muhammed'in çağdaşları tarafından koparılan rezalet yaygarasını


susturmak isteyen Allah, evlat edinme kurumunda kalıcı değişiklikler
yapmıştır. 33. surenin dördüncü ayeti, evlat edinmenin bireyler arası
akrabalığı ve yasal bağları gerektirdiğini yadsır. Fas hukukunda bu
hüküm aynen geçer.

Madde 83. 'Evlat edinme ne yasal konunı ne de ebeveyn hakları


balışeder.'

Burada üzerinde durulması gereken, İslam peygamberinde varo­


lan gücün saldırganlıkla, fetih veya kadına karşı kaba güç kullanılma­
sıyla bir ilgisi'olmadığı, aksine onun nezaketine dayandığıdır. Muham­
med, böylesine incinebilir olduğu için herşeyden önce bir insandır ve
insanlığıyla kuşaklar üzerinde bu denli güçlü bir etki bırakabilmiştir.
Günümüzün Müslüman Akdeniz'inde tek saygıdeğer erkek rolü, Ab­
bas Mahmud Akkad'ın tanımıyla/ kadınların fatihi gibi davranan maço
rolüdür. Oysa Peygamber maço olamayacak kadar nazik bir erkekti. O
dünyadaki olağanüstü görevini saldırgan ve katı olduğu için değil, in­
cinebilir olduğu ve bunu kabul ettiği, eylemlerinde bu yönünü dikkate
aldıgı için başarabildi. O altmışlarında öldüğü zaman henüz onaltısın­
da olan Ayşe'ye duyduğu sevgiyi kabul etmesi, bunun en iyi kanıtı­
dır.(32)

88
Peygamber karılarına karşı adil olmaya çabalar, dönüşümlü siste­
me uymaya özen gösterirdi. Ne var ki, sık sık onun şunları söylediği
duyulurdu: 'Allalıım ne kadar mey/etmemeye çalışırsam çalışayım, senin
olan gönliime hakim olamıyorum.' En çok Ayşe'yi severdi ve diğer karıla­
rı da bunu bilirlerdi.(32)
İslami evlilik yasalarının çoğu, kadının erkek üstündeki gücü esas
alınarak konulmuştur. Erkeklerin karılarıyla doyuma ulaşma hakları
vardır ki, başka kadınların çekimine kapılmasınlar. Kadınlar doyumlu
olmalıdır ki, diğer erkekleri baştan çıkarmasınlar.

Cinsel Doyumun Gerekliliği


Zinanın önlenmesi için her iki cinsin de doyumlu olması gerekir.
Örneğin 'korumak' anlamına gelen mııhsan sözcüğü, yasal olarak ev­
lilik ve iffet anlamlarında kullanılır. Çünkü evli kişi, evlilik içinde tat­
min olarak zinadan korunabilir. Ceza kanununa göre, evli kimse zina
yaptığında, zina yapan bekardan daha ağır cezaya çarptırılır.(33)
Zina kelimesi, yasak cinsel ilişki anlamına gelir (yasal evlilik veya
cariyelik ilişkisi dışında kalan cinsel ilişkiler)(34).
Zina, hem bekar, hem evli insanların gayrımeşru ilişkilerini kapsar.
İslamiyetten önce zina, dine karşı işlenmiş bir suç ya da günah gibi gö­
rülmezdi. İslamla birlikte, Allah'a, onun kurallarına ve yerleşik düzene
karşı bir suça dönüştü. Zina, Müslüman erkeklerin vazgeçmesi gere­
ken edimlerden birisiydi.
Din değiştiren kadınların Müslüman toplumuna kabul töreni, ka­
dının bağlılık andı diye bilinen altı şartı yerine getireceğine söz verme­
sidir.

"Ya Peygamber! İnanan kadınlar sana gelip, Allah'a eş koşmayacak/arma


(1), çalmayacak/arma (2), zina yapmayacak/arına (3), çocııklarını öldiir­
meyeceklerine (4), yalan söylemeyecek/erine (5), doğruda sana itaatsizlik
etmeyecek/erine (6), and içerlerse, sen de onların bağlılığını kabul et ve Al-·

89
lah'tan onları bağışlamasını dile. " (35)

Zinaya karşı koruyucu önlem olarak, iki cinse de evlenmeleri öne­


rilir. Cinsel bakımdan bastırılmış birey toplum için tehlikelidir. İslami­
yet'in sofuluğa karşı oluşunun ve müminlerden dindar kadınlarla ev­
lenmelerini istemesinin nedeni budur. Cinsel perhiz ve bekarlık hiçbir
zaman özendirilmemiştir.(36) Kocasının ölümünden sonra yalnız yaşa­
maya karar veren Atika bin Zeyd, işi ona evlenme teklif etmeye kadar
götüren Halife Ömer tarafından bu kararından vazgeçirilmiştir.(37)
İslami aile yapılanmasında, cinsel ilişki evlilik kurumu aracılığıyla
toplumsallaşır. Tek yasal cinsellik, evli insanlar arasında yaşanabilir.
Evlilik karı-kocayı cinsel olarak tatmin etmeli, onları başka arayışlar­
dan uzak tutmalıdır. Evlilik kurumu, kanlık ya da kocalık görevini ye­
rine getirmeyen tarafı cezalandırır.
Kocasının sevişme isteğini geri çeviren kadın her iki dünyada da
ceza görür. İmam Buhari, Peygamber' in şöyle dediğini ileri sürer: 'Her
kim ki kocasıyla birleşmeyi reddeder, .melekler sabaha dek o kadına lanet eder­
ler.'(38)
Her ne kadar meleklerin lanetine uğramak insanı tedirgin ederse
de, kadının kocasının cinsel isteğine boyun eğmemesi durumunda da­
ha etkili maddi yaphrımlar uygulanır. Şeriat kocaya, kendisini geri çe­
viren kansının iaşesini kesme hakkı tanımaktadır.1958 Fas Hukuku da
kocanın bu hakkını saklı tutar.

Madde 123. Evlilik birliğini terkeden veya kocasıyla cinsel ilişkiye girmeyi
reddeden kadın hamile değilse nafakasını almaya devam eder; ama. eve
dönmesini ya da evlilik yatağına girmesini emreden yargıcın sözünü yeri­
ne getirmeyen kadının nafaka hakkı askıya alınır.

Erkeğin korunması için cinsel ilişkinin sürekliliği yaşamsal önem­


dedir. Daha önce gördüğümüz gibi, Peygamber başka kadınların ha­
ram cazibesine yenik düşmemek için hemen evine koşmuştur.
Adet gören kadının kirli(39) kabul edilmesine rağmen, içine gir-

90
mekten kaçındığı takdirde kocanın kansına yaklaşmasına izin verilme­
sinin altında erkeği koruma kaygısı bulunur. Gazali, kocanın adet gö­
ren karısından, göbekle diz arasını örtüp kendisini eliyle boşaltmasını
isteyebileceğini söyler.(40)
Erkeğin kadının kaprislerine veya biyolojik durumuna karşı ko­
runmasına paralel olarak, kadının doyumunu güvence altına alan bir­
çok yasa konulmuştur. Her ne kadar, kadının boşanmak amacıyla yar­
gıca sunabileceği nedenler sınırlıysa da, cinsellik bunlardan biridir. Ko­
casının iktidarsız olduğunu kanıtlayan kadın boşanma başvurusunda
bulunabilir. Bu gipi durumlarda, Malik kadının bir yıl beklemesini şart
koşarken(41), modern Fas yasaları, kocanın iktidarsızlığı hallerinde ka-
·

dının serbest bırakılmasını i;ingörmektedir.(42)


Cinsel doyumsuzluk gerekçesiyle gerçekleşen bir başka boşanma
türü, ila' dır. Eğer koca dört ay süresince karısıyla sevişmeyeceğine ye­
min etmişse, kadın boşanma talebini yargıca sunabilir.(43) Fas Medeni
kanununun 58. maddesi, bu durumdaki kadına boşanmaya başvuru
hakkı tanıyarak, ila'yı geçerli kılar.
Özgür kadın cinselliğinden duyulan korku dikkate alındığında,
kadının doyuma ulaşmasının kaçınılmazlığı akla yakın geliyor. Birçok
İslami aile kurumunun temelinde, kadının cinsel yazgısında söz sahibi
olmasını engelleme çabası gözlenir.

Cinsel Uygulamaların İslamiyet Öncesine Ait Ka­


lıntıları
Cahiliye dönemi kadının özgür iradesini anımsatan iki boşanma
usulü, İslami evliliklerde de varlığını sürdürmüştür.
Aradaki tek fark, kadının kararını yargıca onaylatma zorunluluğu­
nun getirilmesidir. Tamlik ve Kuhl uygulaması, kadınların evlilik akid­
lerinde önceden sahip oldukları özgürlükle, yeni İslami düzen arasın­
daki uzlaşmalardır.
Tamlik, kadına rızasını alarak kocasını boşama hakkı tanır. 'Seni bo-

91
şuyorum' cümlesi burada, 'Seni, senin rızanla boşuyorum' biçimini alır.
İmam Malik bu usulün mantığını şöyle açıklamaktadır: 'Eğer bir
adam karısına, kaderini tayin hakkı tanımışsa (mallakaha amraha), kadının
her tiir kararı, yasal olarak bağlayıcıdır.'(44) Kadın onu terketmeye karar
verdiyse kocanın yapacağı bir şey yoktur. Malik, karısına verdiği hak­
kın kadın tarafından kullanılışını elemli bir hayretle izleyen Müslüman
bir kocayla kadı arasında geçen bir konuşmayı hikaye eder.

"Adam: Karıma kaderini tayin Jıakkı tanıdım ve o beni boşadı. Ne düşü­


nüyorsunuz?
Kadı: Karının yaptığı yasalara uygıındur.
Adam: Lütfen bana bunu yapmayın. (Bana karşı karımla birlik olmayın.)
Kadı: Ben yapmadım; bunu yapan sensin. "(45)

1958 Fas Kanunnamesi, 'koşula bağlı boşanmayı geçersiz' kabul ederek


Tamlik usülünü yürürlükten kaldırdı.(46) Tamlik boşanmayı kadının
kararına bağlıyordu. Başta erkekte kadına geçirilen yazgı belirleme
hakkı olmak üzere, Tamlik usulünün kapsadığı mekanizma ve kavram­
lar ilgi çekicidir. Kadının özgürlüğünü kocanın denetiminden alıp, eş­
ler arasında bir pazarlık konusu yapar.
Kulıl, sözlük anlamı olarak 'alarga etmek' demektir. Yasal olarak
özgürlüğünün bedelini ödemek isteyen kadının, kocasına belli bir mik­
tar para vermesi durumudur. İmam Malik, Peygamber döneminde bu
usulün uygulandığından sözeder.(47) Kadının özgürlüğünün satın
alınması, genellikle kadının hatalı olduğu boşanmalarda görülür. Ko-
' cayla kadının ailesi arasında miktar belirlenip, bahtsız kocaya ödenir.
Schacht'a göre Kuhl bir tür 'çıkar takası' dır.(48) Bu uygulamada
her iki taraf da birşeyler elde etmiş olur: Kadın kavuşurken, erkeğin
kaybı karşılanır. Ne var ki, böylesi bir uygulama kolayca bir işkence
aletine dönüşebilir. Eğer kadının kendine ait bir serveti varsa ya da
varlıklı bir aileden geliyorsa, kocası onun hayatını öyle çekilmez bir
hale getirir ki, onu özgürlüğünü satın almak zorunda bırakabilir.
Bu tür davalar sıkça görülüyor olmalıydı ki, Malik, kadına kocası

92
tarafından zulmedildiğinin tespiti halinde, yargıcın kocayı tazmin et­
meden 'kadını serbest bırakabileceğini belirtir.(49) Fas kanunnamesinin
58. ve 61. maddeleri Kııhl usulünü kurumlaştırır. 63. maddede ise, ka­
dının hiçbir baskı ya da zorlama olmaksızın boşanma talebinde bulun­
ması hallerinde kocanın tazmin edileceğini vurgular.
Tamlik ve Kıılıl İslamiyet öncesi kadının cinsel yazgısında söz sa­
hipliğinden arta kalan yöntemlerdir. Oysa Müslümanlık öncesine ait
birçok cinsel uygulama, İslami evlilik kurallan tarafından çiğnenmiştir.
Örneğin, cahiliye kadınlarının boşanır boşanmaz evlenmelerinde bir
sakınca görülmezdi. Birincj kocadan hamileyse, doğan çocuk ikinci ko­
casının sayılırdı.(50) Biyolojik babalığın bir önemi yoktu. İslam içinse
aslolan biyolojik babadır ve kadın eski kocasından hamile olmadığı ke­
sinleşene dek, yani boşanmanın üzerinden birkaç ay geçmeden yeni
bir evlilik yapamaz.

İDDA-Müsliimanlıkta Babalığın Güvence Altına


Alınması
Arabistan'ın ilk babalık tanımlanndan biri olan 'Çocıık ya tağa aittir'
atasözü, aynı zamanda Müslüman babalık inancını açık bir biçimde di­
le getirir. Oysa cahiliye döneminde, evlilik süresince doğan her çocuk
o anki kocanın kabul edilir, biyolojik babalık aranmazdı. _Bu gelenek,
kadının evli bulunduğu koca tarafından hamile bırakıldığını varsaya­
rak, doğacak çocuğu kocaya verirdi.
İslam dinine göre, bir müminden hamile olan kadının evlilik çer­
çevesinde bile olsa başka bir müminle ilişkiye girmesi, dine saygısızlık
olarak nitelendirilir: 'Her kim Allah'a ve Ahiret'e iman etmişse, kendi
spenniııin başka bir adamın çocuğunu ıslatmasına izin vennez.'(51)
Hamile bir kadın, çocuğunu doğuruncaya kadar yeni bir evlilik
yapamaz: 'Onlardan (kadınlardan) çocuk taşıyanlar için bekleme sü­
resi, yüklerini boşaltana kadardır.'(52)
Dul veya boşanmış kadını yeniden evlenene dek birçok adet gör­
meye zorlayan İslamiyet, idda usulünü kurumlaştırarak, biyolojik ba-

93
balığı sağlama alır.(53) Dullar için dört ay on gün, boşanmışlar için
dört ay bekleme süresi öngörülmüştür.(54)
İdda, Kuran'da geçtiği ve Malik tarafından uyarlandığı biçimiyle
Fas kanunlarında yer alır. Madde 72, hamile kadının doğurmadan ev­
lenmesini yasaklar. Madde 73 ise boşanmış kadının, boşanmayı izleyen
üç adeti beklemesini şart koşar. Babalık sistemindeki açıkları kapatmak
amacıyla özel durumlar için konmuş özel ölçüler de bulunmaktadır.
Adetten kesilen kadınlar bile yeni bir koca aramadan önce üç ay
beklemek durumundadırlar (Madde 73). Müslüman toplumunun ha-
, vai eğilimlere sahip evlilik pazarını ve bu pazarın rekabetçi ortamını
(keyfi boşanmanın bir sonucu olarak, nüfus rakamlarının belirttiğin­
den çok daha fazla sayıda zevce adayı bulunur) gözönüne alırsak,
gençliğin böylesine ödüllendirildiği bir toplumda yaşayan menapozlu
orta yaştan kadınlar için idda yönteminin nasıl katı bir yaptırım oldu­
ğunu daha iyi anlarız.
Düzensiz adet gören ya da hiç aybaşı olmayan kadınlar bakımın­
dan idda'nın yaptırımcı yönü daha bir belirginleşir. Burada Kuran'la
Malik okulu arasındaki önemli bir fark ortaya çıkmaktadır. Kuran,
adetten kesilmiş(55) ya da düzensizlik çeken kadınlar için üç ay bekle­
me süresi koymuşken, İmam Malik, bu iki grubu oniki ay beklemeye
mahkum eder.(56) Fas Kanunnamesinin 73. maddesi aynen şöyledir:
'Adeti geciken veya düzensiz olan kadınlar, ya da bir adetini onu izleyen diğe­
rinden ayıramayanlar, oniki aylık idda süresini beklemek durumundadırlar.'
İslamiyet öncesi Arabistan'ının ahlaki değerlerinde devrim yapan
yeni İslami toplum düzeni, erkek-egemen bir yapıdadır. Çokeşlilik, bo­
şanma, zina yasağı ve babalık teminatı, bir yere kadar kadın iradesine
bağlı olan bir aile yapısından, tümden erkek denetimindeki bir aileye
geçmek amacıyla tasarlanmıştır. Peygamber, İslamiyet'in oturması için,
erkek-egemen bir aile yapısı kurmanın yaşamsal önem taşıdığını gör­
dü. Kadın ve erkeğin evlilik içindeki benzer gevşek ve değişken cinsel
eylemlerine karşı şiddetli bir mücadele başlattı.

94
NOTLAR

(1) Ignaz Goldziher, Muslim Studies (İslam Araştırmaları), Chicago,1967,


Wlıat is meant by al-Jahiliya (Cahiliye Ne Anlama Geliyor), s.201.
(2) Al-Buhari, Kitab al-Cami al-Sahih, s.428, K:67, B:31.
(3) Al-Hayat al-Cinsiya İnda al-Arab (Arapların Cinsel Yaşamı), Beyrut1958.
Bu kitapta Dr. Salah al-Din al-Munacid, İslamın, cahiliye döneminin cinsel
hoşgörü adetine kısıtlama getirmediğini göstermeye çalışır. Ona göre, İslam
yalnızca öncenin cinsel uygulamalarını yasaya bağlayıp düzenlemiştir. Bana
öyle geliyor ki, Dr. Munacid sadece erkek cinselliğini dikkate alıyor.
(4) Al-Gazali, Rev., s.30.
(5) E. Westermark, Wit and Wisdom in Morocco, s.329.
(6) Al-Gazali, Rev., s.30.
(7) lbid.
(8) Kuran, sure 2:231.
(9) Al-Buhari, al-Cami al-Sahih, s.426, K:67, B:35.
(10) İbn Hişam baskısı, Sirat al-Nabi, yazar: İbn İshak, Kahire 1963, s.121.
Muhammed'in bütün erkek çocukları, tomurcuğa yeni çıkmış ümmet için ve­
raset konusunda dikenli bir sorun yaratarak küçükken öldüler. Sözde birleşik
topluluk, ihtilaflar ve bu konuda gösterilen şiddet yüzünden bölündü.
(İbn Saad, Kitab al-Tabakat al-Kubra, cilt 8, 'Kadınlar Hakkında', Beyrut1958,
ss.154 ve 155.
(12) lbid., s.201.
(13) lbid., s141 .
(14) lbid., s.145.
(15) lbid., s141 ve s.148.
(16) lbid., s.145.
(17) Al-Buhari, al-Cami al-Sahih, s.459, K:68, B:3.
(18) lbn Saad, al-Tabakat, ss.145,148.
(19) Al-Buhari, al-Cami al-Sahih, s.459, K:68, B:3.
(20) Al-Tarmidi, Sunan al-Tarmidi, Medine, trsz., s.275, B:4, H:1092.
(22) lbid., s.129.
(23) lbid., s.212.

95
(24) Ibid., s.213.
(25) Kuran, sure 66, 3.
(26) Ibn Saad, al-Tabakat, s.212.
(27) Ibid., s.117.
(28) Ibid.
(29) Ibid., s.153.
(30) Ibid., s.101 .
(31) Kuran, sure 33, 37.
(32) Sıınan al-Tarmidi, s.404, B:40, H:1149. Ayrıca bkz. al-Gazali, Rev., s.48.
Peygamberin en genç karısı Ayşe ile ilişkisi üzerine, bkz. Nabia Abbot, Aislıah,
tlıe Beloved of Mohammed (Muhammed'in Gözdesi Ayşe), Chicago,1942.
(33) J. Schacht, İslam Hukukuna Giriş, s.125; Ayrıca bkz. Malik,al-Mııwatta,
s.1 1 .
Muhammed döneminde hapis cezası uygulanırdı:

İçinizden karılan zina yapan olursa, o dört hemcinsini tanık yap­


sııı. Eğer onlar bııııu doğrnlarlarsa, o zaman kadııılan ölene dek
veya Allah anlan doğnı yola döndürene dek eve hapsedin. (Kuran,
sure 4:15.)

Yeni İslami yasa ise 24. surenin, 2 ile 10. ayetlerinde vahyolunur. Hapis ce­
zası kırbaç cezasına çevrilmiştir:

Zina yapan kadın ve erkek yüz kırbaçla cezalandınlır.

(34) Encyclopedia of Islam (İslam Ansiklopedisi), ilk baskı, Leyden, Hollan­


da1934, 'zina'
(35) Kuran, sure 60:12. Kadınların İslamiyete biat etmesini sağlayan ittifa­
kın içyüzünü anlamak ön�mlidir. Soylu bir Mekkeli kadın olan Hind Bint Ut­
ba'nın şöyle tepki gösterdiği anlatılır:

'Peygamber: Zina yapacak mısm? '


'Hind: Hiç özgiir bir kadııı zina yapar mı? '

96
Peygamber: Çocuklarım öldürmeyeceksin (kız çocuklarııı bebekken öldürülmesini
kasteder), değil mi? '
'Hind: Ya Muhammed, sen bizim çocuklarımızııı luıyatıııı korudun mu? Hepsini
Bedir'de katleden sensin. ' (Müslümanların Muhammed'in kendi kabilesine saldırdık­
/an Bedir Savaşı'ndan sözediyor.)
(İbn Saad, al-Tabakat, s.9.)

Hind'in zinayla ilgili yanıtı ürkünç olmakla birlekte muammalıdır. Ya


Hind zinayı kendisi gibi soylu bir kadının yapamayacağı kadar aşağılık bir ey­
lem olarak düşünmüş, ya da özgür doğan bir kadın olarak kurduğu hiçbir cin­
sel ilişkinin onu düşürmeyeceğini ima etmiştir. Müslüman yorum birinci anla­
mı dikkate alırken, Gertrude Stern ikinci olasılığa meyleder (Marriage in Early
Islam, Londra1939, s.9).
Hind, yeni inancı koşulsuz ve eleştirmeden kabul edecek gayretli müslü­
manlardan biri gibi görünmüyor. Çocukların katledilmesiyle ilgili yanıtından
da anlaşılacağı üzere Hind, peygambere eleştirel bir gözle bakar. Kendi kabi­
lesine savaş açarak akrabalarını öldÜren bir liderin ondan istenmeyen çocuk­
ları öldürmemesini isteme hakkını bulmasına karşı çıkmıştır.
(36) Kuran, sure 24:32; ayrıca bkz., al-8uhari, al-Sahih, ss.41 0-41 1 , K:67,
8:1,2,3. Ayrıca Müslim, al-Cami'al-Sahih, ss.128,129,130; ve al-Gazali, Rev., s.22.
(37) G. Stem, Marriage in Early Islam, s.94.
(38) Al-8uhari, al-Sahih, s.445; K:67, 8:85.
(39) Kuran, sure 2:222
(40) Al-Gazali, Rev., s.50.
(41) Malik, al-Muvatta, s.33.
(42) Madde 154, Code du Statut Pers.
(43) Malik, al-Muvatta, s.19. 8kz. Kuran, sure 4:34; ve al-Buhari, al-Cami'al-
Sahih, s.447, K:67, 8:93.
(44) Malik, al-Muvatta, s.19.
(45) lbid.
(46) Madde 152, Code du St. Pers.
(47) Malik, al-Muvatta, s.23.
(48) J. Schacht, İsi. Huk., s.164.

97
(49) Malik, al-Muvatta, s.23.
(50) M. Watt, Mulıammed Medine'de, ss.27�-274.
(51) Al-Tarmidi, Sunan a/-Tarmidi, s.339; B:33, H:l 140.
(52) Kuran, sure 65:4.
(53) Kuran, sure 2:226, 228, 234.
(54) İslamiyet öncesi Arabistan'ında boşanmış kadınlar için idda yoktu; sa­
dece dul kadınlar yeniden evlenmeden önce bir yıl beklemek zorundaydı.
Bkz. Al-Bağdadi, al-Mulıabbar, s.338.
Yazar, ikinci kocanın evinde doğmuş tüm çocukları onun kabul etmesi için
yeterli süre olmadığını, ilk kocaya ait çocukların da ikinciye maledildiğini söy­
ler.
(55) Kuran, sure 65:4.
(56) Malik, al-Muvatta, s.30.

98
3- İslamiyet Öncesi Evlilik ve Cinsellik

Arap kaynakları tarafından belgelenen ilk Müslüman toplulukların


evlilik uygulamaları, İslamiyet öncesi Arabistan'ında yürürlükte olan
cinsel uygulamalar hakkında oldukça aydınlahcıdır. Fakat Arap belge­
lerinin içerdiği bilgi bolluğu, verilerin incelenmesindeki yetersizliği de
gün ışığına çıkarır.
İdeolojik önyargılar, cüretkar analiz girişimlerini genellikle engelle­
mişlerdir. Bu sorunlarla uğraşan tarihçiler, yüzyıllarca tektanrılı ataer­
killiği öylesine benimsemişlerdi ki, sonradan İslam'ın kemikleştirdiği
sistemin başlardaki karmaşasını tasarlamayı bile olanaksız gördüler.
Önemli olan İslamiyet öncesi Arabistan'ında egemen sistemin ataerkil
ya da anaerkil olması değil, İslamın varolan cinsel uygulamalardan
hangilerini yasaklayıp, hangilerini teşvik ettiğini saptamaktır. İslam'ın
cahiliyeye dönük seçici tutumunun izini sürerek, yeni dinin cinsler
arası ilişkilere bakışını kavrayabiliriz. Benim amacım da budur.
Öyleyse temel nokta, kadın ya da erkek egemenliği değil, Müslü-

99
man ailenin nereye kadar, İslam-öncesi ailenin bir uzanhsı olduğudur.
Acaba eski aileye özgü ilke ve uygulamalarda köklü bir kopuştan sö­
zedilebilir rri?
Yazdıkları döneme bağlı olarak, çeşitli tarihçilerin bu konudaki fi­
kir aynlıkları ilginçtir. İslam'ın ilk birkaç yüzyılının tarihçileri, çağdaş
meslektaşlarına göre, çok daha açık ve esnek bir yaklaşım içindedirler.
Buhari (Sahih), İbn Habib al-Bağdadi (Kitab al-Muhabbar), İbn Saad (Ki­
tab al-Tabakat) gibi erken İslam tarihçileri için Müslüman aile, önceki
uygulamalardan kesin bir kopuşun sonucudur. İslam'ın desteklediği
ataerkil evlilik, açıkça ataerkillik karşıtı olan birçok birleşme biçimle­
riyle karşılaştırılır: Çocuğun biyolojik babaya ait olmadığı birleşmeler
(kadının birden çok cinsel eşe sahip olduğu çokeşli evlilikler de dahil
olmak üzere) ve kadının artık kocasını içeri almak istemediği çadırının
örtüsünü indirmek gibi basit bir hareketle evlilik bağını kopardığı ve
isterse k0r��ını gönderme hakkına sahip olduğu birleşmeler, bu biçim­
lerden sadece ikisidir. Fakat tüm bu uygulamalar, etraflıca belgelendik­
leri halde, sonradan İslamiyet tarafından yasaklanmıştır.
Çağdaş Arap tarihçilerinin kendi katılıkları nedeniyle, salt incele­
me düzeyinde bile olsun, kabul etmekten kaçındıkları, kadına kendi
yazgısında söz sahipliği hakkını tanıyan törelerin bir zamanlar varol-'
ması gerçekten büyüleyicidir. Bu konudaki en uç isim, Salah Ahmed
al-Ali' dir. Kadının cinsel yazgısında belirleyici olduğunun, kesin ve .;u
götürmez oldu�nu kanıtlayan İslamiyet öncesi cinsel töreler hakkın­
da sayısız kanıt toplamasına karşın (Oryantalistlerin ortaya çıkardığı
çalışmalar, dokümanlar ve Arap belgeleri üzerindeki engin bilgisi de
dahil) Salah Ahmed, bedevi toplumunda erkeğin, kadın, ergin olma­
yan çocuklar ve ev halkı üzerinde güç ve yetke sahibi olduğu ataerkil
bir düzenin hüküm sürdüğü konusunda ısrarlıdır.(1) Onun savına gö­
re, mııt'a ve mubada'a evlilikleri, İslam öncesi dönemin sapkın uygula­
malarıdır (Bkz., bu bölümün ileri sayfalarında, İslam-öncesi evlilikler hak­
kındaki Buhari yorumları).(2)
Aynı kaynaklan okuduğum halde, İslam-öncesi bu uygulamaların
istatistik sıklığına dair veya İslamiyet öncesi toplumun bu evliliklere

1 00
olan ahlaki yaklaşımı hakkında açık bir bilgi bulamadım. Erken tarih­
çiler İslam'ın, temelde ataerkil olan dini ilkelerle çelişen tüm evlenme
törelerini kınadığını belirtiyorlar. Öyleyse, kısaca bu töre ve uygulama­
ların neler olduğuna bir göz atalım. İslam tam olarak neleri yasakladı?
Oku�uğum tarihsel kanıtlara göre, İslamiyet kadına cinsel kaderini ta­
yin hakkı veren tüm uygulamaları yasaklamıştır.
İslami evlilik, mutlak erkek egemenliğine kutsal onay mührünü
vurmuştur. Erken İslam evliliği üzerine bir veri kaynağı da İbn Saad'ın
Kitab al-Tabakat al-Kubra adlı eserinin sekizinci cildidir.(3) Kitap bir bü­
tün olarak, erken Müslüman toplumunu sınıflar. Kadınlar Üzerine adını
taşıyan sekizinci cilt, Peygamberin çevresine katılan ilk kadınlar hak­
kında özyaşamsal bir derlemedir. Kitabın ilk bölümü, Peygamberle
kan ya da evlilik bağı olan kadınları anlatır: Peygamberin kuzinleri,
teyzeleri, kızlan ve kanlan. İkinci bölüm ise din değiştiren 574 kadının
yaşam öykülerinden oluşur.
1939' da Gertrude Stem, erken İslam toplumundaki evliliği değer­
lendirmek amacıyla, İbn Saad'ın kitabını sistematik olarak inceleme gi­
rişiminde bulundu.(4) Bulgularını yorumlamak ya da özel bir kurama
uydurmak çabasında değildi. Çalışması daha çok, evlilik usullerinin
tam bir betimlemesine dayanır: Nişan, izin, vasilik, çeyiz, zina ve evli­
lik bağının kopması. Durağan bir evlilik kurumuna rastlamadı. 'Çarpıcı
özelliği genelde gevşek evlilik b�ğları ve düzenleyici bir sistemden yoksunluk'
olan bir cinsel ilişkiler çeşitliliğinden bahsetmektedir.(5)

"Hiçbir sözleşme ya da yasal gözetimin bulunmaması, kadının koca mira­


sından yarar/anmayışı, kolay boşanma usulleri, idda'nın bulunmayışı gibi
etkenlere bağlı olan İslam öncesi olgular dikkate alındığında, sabit bir evli­
lik kıırıımımun bulunmadığı ve evlilik bağlarının bağlayıcı sayılmadığı
sonucuna varılır. "(6)

Gertrude Stem'in nesnellik kaygısının ve sıkı bir veri incele­


mesinin biçimlediği çalışması etkileyici olmasına karşın, 'sa­
bit bir evlilik kurumundan yoksun' olunduğu savı yanıltıcı ola-

1 01
bilir. Bunun hem sabit bir evlilik kurumu bulunmadığı gibi
bir anlamı vardır; hem de. Stem'in sağlam olduğunu düşün­
düğü evlilik modellerinin benzeri bir evlilik kurumuna rast­
lamadığı anlamına gelebilir. Aradaki anlam farkı çok büyük­
tür. Onun tanımından anlaşıldığına göre, İslami evliliğin kar­
maşık yasal yöntemlerini andıran, titizlikle düşünülmüş ve
kurallara bağlanmış sabit bir kurum yoktur.
İbn Saad'ın yaşam öyküsel verilerine göre, Bizans'a kadar uzanan
ticari ilişkilerin kentsel merkezi olan Mekke'de olsun, Peygamberin
hicret ettiği Medine'de olsun, çokeşliliğe rastlanmaz. Stern şöyle yazar:

"İslamiyet döneminde anlaşıldığı gibi, bir erkeğin bir sürü kadınla evlenip
onları aynı çatı altında ya da ayrı ayrı evlerde oturtması anlamında bir ço­
keşliliğin İslam öncesi Medine'sinde uygulandığına dair güvenilir bir ka­
nıt yoktur. Üstelik, soykütüklerinden derlediğim kadarıyla, çerçevesi çizil­
miş bir çokeşli/ik sisteminin izine de rastlanmaz. "(7)

Mekke için de aynı sonuca varır:


Mekkeli erkeklerin aşiret kadınlarıyla evlenme anlaşmaları yap­
ması olasıdır; fakat bunlar ya geçici evliliklerdir ya da kadın ��irelinde
kalır. Medine örneğinde olduğu gibi, burada da erkeğin, aynı anda bir­
den çok kadını alıkoyduğuna ilişkin kanıt bulunmamaktadır.(8)
Gertrude Stern burada İslam öncesi evliliklerin incelenmesinde
genellikle gözden kaçan yaşamsal bir ayrıntıya dikkat çeker: Evliliğin
kadın-egemen karakteri.(9) Kadın-egemenliğinden kaynaklanan çokeş­
lilik, erkek-egemen çokeşlilikten tümüyle farklıdır. Kadın-egemen ço­
keşlilik, kadının çok kocalılık hakkıyla yanyana bulunabilir.
Peygamber'iri büyük dedesi Haşim böyle bir evlilik yapmıştı. BÜ
birlikteliğin meyvesi olan Peygaber'in dedesi Abdul Muttalib'i annesi
büyüttü.(10) Mekkeli olan Haşim, Medine'ye bir yolculuk sırasında,
Salama bin Amr' a evlenme teklif ederek bu birleşmeyi gerçekleştirdi.
Salama ona Abdul Muttalib'i doğurdu. Haşim, çocuğu annesiyle bıra­
karak Mekke'ye döndü. Haşim'in ölümünden sonra erkek kardeşi, ar-

1 02
tık bir ergin olan çocuğu almak için Medine'ye gitti. Amca ve Salama
arasında üç gün süren görüşmelerin ardından, çocuğun kaderini belir­
leyecek olan amca, çocuğa ancak annesi izin verirse onunla gelebilece­
ğini söyler. Salama şöyle anlatılır:

"Doğuştan asil olduğu ve halkı arasında yüksek bir konumda bulunduğu


için, ancak kendi kendisinin efendisi olacağı ve istemezse kocasını bıraka­
bileceği koşuluyla evlenirdi. "(1 1 )

Müslüman tarihçiler, cinsel yazgının tayiniyle, kadının yüksek


toplumsal konumunu ilişkilendirirler.(12) Al-Bağdadi'nin kitabı, Kitab
a/-Muhabbar'ın bir bölümü, evlendikten sonra tam bir özerklik içinde
olan, kocalarının yanında kendi istekleriyle kalan ve böyle davranabil­
melerini, bulundukları saygıdeğer konuma (Kadrihinna) ve yüksek sı­
nıfa (Şarafuhımna) borçlu olan kadınlara ayrılmıştır. Salama bin Aını'ın
başında olduğu bir soylular listesi de ektedir. Peygamber' in yaşam öy­
küsünü anlatan Sira'nın yazarı İbn Hişam, Salama'nın davranışına ge­
çici evlilik dışında bir neden aramaya çalışır; çünkü bu tür evliliklere
Sira'nın yazıldığı dönemde fahişelik olarak bakılırdı.
Peygamberin babası Abdullah da Amine bin Vahab ile geçici bir ·
evlilik yapmıştır.

"Abdullah Abdııl Mııtta/ib, Amine bin Va/ıab'/a evlenince, anımla iiç


gün kaldı. Aşiretinin yanında kalan bir kadınla evlenen adam töreye uy­
mak zorundaydı. "(13)

Amine doğal olarak kendi yakınlarıyla kaldı. Abdullah bir Mekke


yolculuğu sırasında öldüğü zaman, Amine Peygambere yedi aylık ha­
mileydi. Çocuk annesi ölene dek onunla kaldı. Peygamber annesini
kaybettiği sıralar altı yaşırida idi. Ancak annesinin ölümünden sonra
babasının akrabaları �mun bakımını üstlendiler.(14)
Kadınların kocalarından bağımsız olmaları ve kendi kaderlerinde­
ki belirleyicilikleri, ancak halkları tarafından desteklendikleri durum-

1 03
!arda mümkündü. Bu bağımsızlık, Muhammed döneminde gitgide ya­
yılan ataerkil eğilimlere karşın varlığını sürdürdü. O dönemde kölelik
ya da satın alma yoluyla yapılan evlilikler yavaş yavaş yerleşmektey­
di.(15)
Kölelik veya satın alma yoluyla gerçekleşen evlilikler erkeğe özgü
bir çokeşlilik yapısına işaret eder. Bu, Peygamber döneminde ortaya çı­
kan yeni bir fikirdi ve alışılmadık bir uygulama olduğu için, bu konu­
da -Peygamberin yaklaşımları bile oldukça tutarsızdır. Kendisi onüç
kadın aldığı halde, damadı Ali ikinci bir kadın almak istediğinde ..(Pey­
gamberin kızı Fatma ünlü bir güzelliğe sahip değildi), ona şiddetle
karşı çıkmıştır.

Ali İbn Ebu Talib'e izin venneyeceğim ve yineliyorum ki kızımdan boşan­


madıkça Ali'nin başka bir kadın almasma izin vermeyeceğim. O benim bir
parçamdır ve onu yaralayan beni de yara/ar.(16)
Peygamber, bir kadın için kocasını paylaşmanın incitici olduğu­
nun farkında gibidir. Peygamberin siyasi destekçileri Ansarlar, çokeş­
liliği k)lçültücü buldukları için, kızları Leyla bin Katim'in Peygambere
varmasına engel olmuşlardır.(17) Leyla'nın çok gururlu olduğunu ve
kıskanıp Peygamberin evinde huzursuzluk çıkaracağını, sonuçta da
onun dostlarıyla arasının açılacağını ileri sürmüşlerdi. Üçüncü örnek,
Peygamberin karısı Reyhana'yı, çok kıskanç olduğu ve ortaklarıyla
onu paylaşmaya katlanamadığı gerekçesiyle boşamasıdır. Reyhana
kendine hakim olmayı başarınca onunla yeniden evlenir.(18) Çokeşlili­
ğe karşı en büyük başkaldırı Peygamberin büyük torunu Amine'den
gelmiştir. Evleneceği zaman tüm denetimi elinde tutmakta ısrarlı dav­
randı ve Zeyd_bin Ömerle evlenmeden önce şu koşulları ileri sürdü:
Başka bir kadına el sürmeyecek. Kendi parasını harcamasını engelle­
meyecek ve aldığı kararlara karşı çıkmayacak. Tersi durumlarda koca­
sını terkedebilecekti.(19)
Kadınların İslamiyet'e Direnişi
Amine, kadınların Peygamber gelmeden önce çok daha mutlu oldu-

1 04
ğunu itiraf eder. Ona, kendisi bu kadar neşeli olduğu halde kızkardeşi
Fatma'nın niye böyle asık suratlı olduğu sorulduğunda gülerek şöyle
demişti: 'Çünkü o -Fatinıa, Peygamberin kızı- Müslüman büyiikannesinin
adını taşıyor; bense İslam gelmeden önce ölen dinsiz biiyiik-büyükannenıin
adını taşıyorıım'(20).
Bu fikir bazı şiddetli ve kanlı olaylar tarafından, örneğin ünlü
Hadramut Fahişeleri olayı ya da erken Müslüman kadınların, cinsel
ilişkileri başlatma ve bitirmede hareket serbestisi kazanmak için daha
barışcıl direniş eylemlerinde bulunduğu olaylar tarafından da doğru­
lanır.
Peygamber'in 632 Haziranı'nda ölümünün ardından, Arabistan
yarımadasını yaygın bir din karşıtlığı hareketi sardı ve aşiretler, ilk ha­
life Ebu Bekire vergi ödemeyi reddettiler.(21) Hareket sert önlemlerle
bastırıldı; İslam ile karşıtları arasında bir yıl süren çatışmalar, sonunda
İslam'ın zaferiyle noktalandı. Bu dinsizlik hareketlerinden biri de Pey­
gamber' in ölümünü eğlenti düzenleyerek kutlayan bir grup kadın ta­
rafından başlatılmıştır. Olay, İbn Habib al-Bağdadi'nin Kitab al-Mıılıab­
bar'ında şöyle anlatılmaktadır:(22)

"Hadramııt'ta, Kinda ve Hadramııt'tan gelen ve Allalı'm elçisinin ölmesi­


ni isteyen altı kadın vardı. Ölüm haberini alınca ellerine kıııa yakıp, tef
çaldılar. Yirmi küsur Hadramııt fahişesi de onlara katıldı ve birlikte çalıp
söylemeye başladılar. "(23)

Halife olayla ilgili iki mektup aldı. Mektuplar, bu kafir kadınların


cezalandırılmasını isteyen iki erkekten geliyordu. Bunun üzerine hali­
fe, Kinda valisine misilleme emri veren şu satırları yazdı:

"Rahman ve ralıim olan Alla/ı'ııı adıyla.


Ebıı Bekir'den Al-Mıılıacir ibn Ebi Ümeyye'ye.
Aşiretleri dinden döndüğü /ıalde dinine sadık kalan iki Al/alı kulu (ki adil
olanları Al/alı ödüllendirecek ve diğerlerini günalıkarlann kaderiyle lanet­
leyecektir) bana başvurarak, Yemen halkından bazı kadınların Alla/ı elçisi-

1 05
nin ölümünü dilediklerini ve bunlara Hadramut'lıı fahişelerin ve Kinda'lı
şarkıcı kızların katıldığını, ellerine kına yakıp eğlendiklerini, tef çaldıkları­
m, böylece Alla/ı'a ve omm elçisine karşı geldiklerini bildirdiler. Mektıı­
bum sana ulaştığıııda, atların ve adamlarıııla birlikte bu kadınların üstüne
yiirii ve hepsinin bileklerini kes. Eğer onları korumaya veya seninle onlar
arasıııa ginneye kalkan olursa, o kişiye çok büyük bir günah işlemekte ol­
duğıınıı söyle; eğer pişmanlık duyarsa, pişmanlığım kabul et; eğer pişman
olmazsa onunla görüşmeyi kes ve saldırıya geç. Allah hainleri korumaz.
Bımımla beraber samyorıım ve lıatta eminim ki, hiçbir erkek bıı kadınların
kötü davranışım savunmayacak ve bu kadınları tıpkı sineğin kanatlarını
yolar gibi, Mulıammed'in dininden söküp atma görevinden seni alıkoyma­
yacaktır. "(24)

İslamiyet'le bu bir grup kadın arasındaki gerilimi çıkar çatışması


biçiminde yorumlarsak, hangi çıkarların tehlikede olduğunu incele­
mek zorundayız. İlk halife tartışmasız bir kimliğe sahipken, bu kadın­
ların kimler olduğu bilinmemektedir. Müslüman belgeler, onları fahi­
şelikle suçlar. Fakat bu tuhaf bir fahişeliktir. Müslüman tarihçi al-Bağ­
dadi bu kadınlardan onikisi hakkında bilgi verir: Aralarında iki büyü­
kanne, bir anne, yedi gençkız vardı; onikiden üçü aşiret üyesiydi ve
dört kadın da Yemen' e krallar veren Kinda kraliyet aşiretinin mensu­
buydu.(25) Müslüman valinin kuvvetlerine direnen bazı erkekler de
aynı aşirettendiler. Yaşlı analar, genç kızlar, soylu kadınlar, soylu evle­
rin sakinleri olan bu kadınların fahişelikle ne gibi bir ilgileri bulunabi­
lir? Ve niçin Güney Arabistan'ın uzak köylerinde çalınan tef, güçlü
Müslüman askeri düzenini bu kadar ürkütmüştür?
A. F. L. Beeston, kadınlarla İslamiyet arasındaki çelişkiyi, eski din
ile yenisi arasındaki çatışmanın bir simgesi gibi görür.(26) Dinsel fahi­
şeliğin uygulandığı eski tapınakların putperest rahibeleri olan bu mu­
haliflerin, yeni din yüzünden konumlarından olduğunu düşünür.
Kitap iki noktayı aydınlığa kavuşturur. Bir; kadınlar kendi ko­
numlan tehlikeye düştüğü için İslamiyet' e karşı çıktılar. Bu konum,
her ne olursa olsun, İslamiyet' in onlara sunduğundan daha avantajlıy-

1 06
dı. İki; bu kadınlarla İslamiyet arasındaki çalışma, cinsel temelliydi.
"Halifenin kendi muhaliflerini fahişe di-ye nitelemesi, kendileri ne olur­
sa olsun, yaptıklarının orospuluk olarak kabul edilmesi, İslamiyet'in
öncenin uygulamalarını kınadığının bir göstergesidir. Hadramut Fahi­
şeleri olayı, İslam'ın, cahiliye dönemi Arabistan'ında varolan cinsel uy­
gulamalara karşı duruşudur.

Müslümanlık Öncesinde Anaerkil Eğilimler


Robertson Smith, altı ve yedinci yüzyılların Arap akrabalık tarihin­
df bir geçiş aşaması olduğuna işaret eder. İslamiyet'in ortaya çıktığı
dönemde, iki eğilime bağlı olarak, cinsel birleşmeler çeşitlilik arzet­
mekteydi: Smith'in sadıka evliliği(27) adını verdiği anaerkil eğilim ve
ba'al ya da topluluk evliliği adını taktığı ataerkil eğilim.(28) Peygam­
ber zamanına dek(29), yanyana yaşayan bu iki sistem, çap bakımından
birbirinin karşıtıydı. Sadece bağlı oldukları akrabalık yasalarıyla değil,
kadınların konumu dolayısıyla belirlenen toplumsal ilişkiler ağında da
birbirlerinden temel farklarla ayrılırlardı.(30) Bu iki sistem arasındaki
farklar şöyle özetlenebilir.
Anaerkil Eğilim Ataerkil Eğilim

Akrabalık Kuralı Çocuk anasının Çocuk babasının


sülalesine aittir. sülalesine aittir.

Babalık Kuralı Biyolojik babalık Biyolojik babalık


önemsizdir önemlidir; çünkü
döl sahibinin döl sahibi aynı
evladı üstünde zamanda top­
hiç-bir hakkı lumsal babadır.
yoktur.

Kadının Cinsel Geriiş; kadının if­ Sınırlı; çocuğun


Özgürlüğü feti toplumsal yasallığı için

1 07
olarak işlevsiz. kadının iffeti
ön koşuldur.

Kadının Konumu Korunma ve yiye­ Korunma ve


cek için aşiretine yiyecek için
bağımlı. kocasına bağımlı

Evliliğin Kadın-egemen Erkek-egemen


KurulduğuYer

Sadıka evliliği, (sadık: dost, sadıka: kadın dost) doğan çocuğun kadının
aşiretinde kaldığı bir birleşmedir. Kadınla erkeğin anlaşarak başlattığı
bu birliktelik, kadının evinde gerçekleşir ve kadının kocasını bırakma
hakkı saklıdır. Ba'al türü birliktelikte, çocuk babanındır. Koca hem ba­
badır, hem de kadının ba'al'i, yani sahibidir.

"Bu tür evlilikte kocasını izleyen kadın, onun kanından olan çocuklar do­
ğurur; kendini yönetme hakkını yitirir. Kocası onun üzerinde mutlak ha­
kimdir ve boşama hakkı yalnızca kocaya aittir.(31)

Robertson Smith, İslamiyet'in, anaerkil birleşmeleri zina olarak gö­


rüp, erkek-egemen bir evlilik kurumunu destekleyerek, anaerkillikten
ataerkilliğe geçişi hızlandırdığını düşünmektedir.

"Elbette bir istisna olmayan Mekke'de de Arap usulü ba'al evliliği, köle et­
me ya da satın alma yoluyla gerçekleşirdi. Kocanın evlilik hakları, ona ka­
rısı üstünde mutlak egemenlik kurdururken, kadının elden çıkarılması ka­
rarı efendisinin keyfiyetindeydi. Tüm bunlar, İslamiyet için de geçerli
olup; şeriat kuramına göre evlilik, kocanın babaya ödediği bedel karşılığın­
da, kadının sahipliğini satııı aldığı ve koca haklarının devredilemez olduğu -
. bir alışveriştir. Ve böylece İslamiyet, eski yasanın en gaddar özelliklerini
yumuşatmış görünse de, temelinde eski hakimiyet il�kisi yatan bir evlilik
sistemini kalıba dökerek, dişi cinse kalıcı bir itaat damgası vurmuş­
tur. "(32)

1 08
Sadıka evliliği, kadının evine, yani kocasını ağırladığı çadıra kesin
egemen oluşuyla simgelenen cinsel bakımdan özgür bir birlikteliktir.

"Cahiliye döneminin kadınları ya da bunlardan bazıları, kocalarını bırak­


ma hakkına sahipti ve bu şıı biçimde gerçekleşirdi: Birlikte yaşadıkları ça­
dırın girişi, sözgelimi doğuya dönükse, kocasını bırakmak isteyen kadın
girişi batıya alır, bunu gören koca bırakıldığını anlardı. "(33)

Bu tür bir evliliğin kadın-egemen olduğu açıktır; çünkü kadın bağlı


olduğu aşiretiyle kalırdı. Bu terketme usulü, simgesel olarak, 'Kadın,
kocasıyla arasına perde çekti' sözleriyle dile getirilirdi. Muhammed ibn
Beşir'in karısı da onunla arasına bir perde çekip gözden kayboldu.(34)
İslam-öncesi cinsel uygulamalar, en iyi Müslüman gelenekçi Bu­
hari tarafından tanımlanmıştır:

İbn Şihab, İbn Zübeyr'in Peygamber karısı Ayşe'den alıp kendisine aktar­
dığı bilgiye dayanarak, Ayşe'nin ca�iliye dönemi ev/iliklerini dört bölüm-
·

de topladığını söyler:
1. Erkeğin, vasisi olduğu kadını veya kızını, başka bir erkeğe, mehir parası
karşılığında nişanlayıp evlendirmesi ki, bugün olan budur.
2. Bir diğer evlilik türünde, koca adetten temizlenen karısını herhangi bir
erkeğe gönderip onunla sevişmesini ister ve o erkekten hamile kaldığı an/a­
şılana dek karısına el sürmez. Kadının hamile olduğu ortaya çıkınca, ister­
se onunla ilişkide bulunabilir. Böyle davranmasının nedeni erkeğin çocuk
sahibi olmayı istemesidir. Bu tür evlilikler Nikah al-İstibda adıyla anılır.
3. Aynı kadınla, on erkekten azının cinsel ilişkide bulunduğu evlilik türü­
dür. Eğer kadın hamile kalır da doğurduğu çocuğu bu erkeklerden birine
gönderirse, hiçbiri çocuğu geri çeviremezdi. Kadın onları biraraya topla­
yıp: 'Sizler yaptıklarınızın sonucunu bilirsiniz. Ben bir çocuk doğurdum
ve (içlerinden birine dönerek) o senin çocuğundur', derdi. Çocuğun kendi­

sine ait olduğu söylenen erkek, çocıığıı reddedemezdi.


4. Burada ise bir kadın ve anım koynuna giren birçok erkek sözkonusuy­
du. Bu kadınlar baghaya, yan, jahişeydiler. Kapı/arma bayrak asarlar, kim

1 09
isterse buyur ederlerdi. Kadın hamile kalıp doğurursa, topluca bir fizyono­
miste gidip çocuğun en çok benzediği adamı saptar ve onu baba ilan eder­
lerdi. Bu duruma itiraz etmek mümkün olmazdı. Doğruyu vazeden Mu­
hammed, bugün görülen evlilik dışında, tüm bu cahiliye dönemi evlilikle­
rini yürürlükten kaldırdı.(35)

Buhari'nin tanımından çıkan tabloda, çok çeşitli evlilik ve cinsel bir­


leşme biçimleri yanyanadır. Bu dört evlilikten üçünde biyolojik babalık
önemsiz olduğu için, kadının iffeti gibi bir kavram da sözkonusu edile­
mez.(2,3,4) İkisiyse çok kocalı evliliklerdir.(3,4)
Buhari' nin başka bir yerde bahsettiği, diğer bir evlilik türü, mut'a,
yani geçici, zevk evliliğidir.

"Kadınla erkek birlikte yaşamakta anlaşırlarsa, üç günlük bir evlilik yapar


ve bu süreyi isterlerse uzatır, istemezlerse aynlırlardı. "(36)

Tarmidi bu tür ilişkinin pratik yö_nüne değinir.

Erken-İslamiyet döneminde, hiçkimseyi tanımadığı bir kente gelen adam,


kalacağı süreye göre değişen bir ücret karşılığında bir kadınla evlenir, kadın
onun eşyalarına göz kulak olur ve ona bakardı. Yasaklayicı adet inene kadar
bu biiyle sürüp gitti.(37)

Başka bir gelenekçi ola.n İmam Müslim, mut'anın hedefini şöyle ta­
nımlar.

"Mut'a geçici bir evlilikti. Adlım kadına, 'Belli bir para karşılığı, bir süre
için seninle kalacağım' derdi. Buna mut'a (zevk) adı verilirdi. Çünkü, bu­
rada üreme ve diğer evlilik beklentilerinden değil, cinsel zevkten hareket
edilirdi. Kitap ve sünnet mut'ayı kanun dışı bıraktı. "(38)

Erken İslami döneme ait bu uygulama, Şii tarikatına mensup müs­


lümanlarca halen sürdürülmektedir.(39)

1 10
Geleneksel Müslüman evliliğiyle karşılaştırıldığında mut'a, İslami­
yet' in cinsellik ülküsündeki iki temel kuralı çiğnemektedir. Öncelikle
mut'a'nın geçici ve kişisel yapısı, evliliğin başlatılması ve sona erdiril­
mesinde kadına erkeğin sahip olduğu özgürlüğü aynen tanır. İslami
evlilik, bu hakları erkeğe saklamış, kiidının rızasını vasisine tabi kıl­
mıştır. Dahası bu uygulama, biyolojik döl sahibinin toplumsal baba ol­
ma gerekliliğini dayatan temel İslami babalık yasasıyla çelişmektedir.
Robertson Smith için,
"Mut'a kısaca, anadan hısımlık yasasma uyan evlilik türünün son kalıntı­
sıdır ve İslamiyet, 'orospuluğun kızkardeşi' ilan ettiği mut'ayı yasaklar.
Yasağın nedeni, erkeğe yasal haklardan (örn., miras hakkı) yararlanan bir
çocuk edinme şansını vermemesidir. "(40)

Kadın cinsel haklarının İslamiyet öncesi kültürdeki görüntüsü, ka­


dın cinselliğinin yasalılık kavramına bağlı olmadığını gözler önüne
sermektedir. Çocuklar annenin aşiretine dahildi. Kadının birden çok
erkekle aynı anda veya ardı ardına ilişkiye girme ya da ilişkiyi bitirme
özgürlüğü vardı. Kadın ya mut'a evliliğinde olduğu gibi geçici bir süre
boyunca erkeğe bağlanır, ya da köyüne uğrayan göçmen kabilelerden
ve ticaret kervanlarından olan birçok kocayı farklı zamanlarda ağırlar­
dı.(41) Koca gelip geçici, belli bir sülalenin üyeleri olan kadın ve çocuk
kalıcıydı.(42)
Kadın egemen geçmişin dilsel mirası Arapça' da yaşamaya devam
ediyor. Rahim akrabalık ilişkilerinde en çok rastlanan sözcüktür. Batın
(karın) sözcüğü, teknik terim olarak sülale anlamında kullanılır.(44)
Umma sözcüğü, (Ümmet: Genelde topluluk,İslamiyet'ten sonra Müs­
lüman topluluk.) köken olarak umm' dan (anne) türemiştir. Salama Mu­
sa'ya göre, aynı zamanda kadının üretken aygıtı anlamında kullanılan
haya (yaşam) sözcüğü, erkeğin payı cinsel zevkten ibaretken, kadında
hayat verme yeteneğinin bulunduğu yolundaki eski Arap inanışı):lın
bir yansısıdır.(45)

111
İslami Evliliğin Cahiliye Toplumu Üzerindeki Et­
kileri
Eğer evliliği, 'toplumsal yapının yeniden düzenlenişi' ve toplumsal ya­
pıyı da, 'bireylerin kurumsal iliş�ilerle denetlenmesi' gibi düşünürsek, o
zaman evlilik sistemine getirilen herhangi bir değişikliğin eşliğinde ge­
niş boyutlu sosyo-ekonomik değişimlerin de geleceği çok açıktır. Akra­
balık ilişkilerindeki bir değişim, eski sosyo-ekonomik yapıların yerin- .
den olması ve yeni birimler üstünde yükselen yeni şebekelerin belir­
mesi demektir.
Montgomery Watt, altı ve yedinci yüzyıllar boyunca süren geçiş
aşamasının sosyo-ekonomik temellerini inceler. İslam'ın aşiretler ara­
sındaki yaygın başarısını (Muhammed 613 yılında vazetmeye başla­
mış, 632'de öldüğü zaman birçok aşiret İslam' a dönmüştü) aşiret siste­
minin dağınık yapısından kaynaklanan huzursuzluğa bağlar. Aşiretle­
rin geleneksel ortak paylaşımcılığını aşındırmaya başlayan yaygın tica­
ret ekonomisinin yükselişinden ötürü güvensizlik ve hoşnutsuzluk git­
gide artmaktaydı. Yeni ticari ittifaklar tarafından kışkırtılan tüccarlar,
geleneksel aşiret üyeleriyle çatışma halindeydiler(49) Mekke gibi, bü­
yümekte olan kentsel yerleşim bölgelerinde gözlenen eski-yeni çatış­
ması oldukça şiddetliydi. Geleneksel ittifaklara yönelik saldırılar, aşire­
tin en zayıf üyelerine ekonomik güvencesizlik getiriyor, onları içe ka­
panmaya zorluyordu. Topluluk mallarının mülkiyetini yönetmesi bek­
lenen sorumlu üyeler ise bireysel çıkarlarının peşine düşmüşler, zayıfı
kollamayı adeta unutmuşlardı.(50) Eski dayanışma ağının dağılmasın­
dan en çok etkilenenler, miras yoluyla (51) kurumsal olarak mal sahibi
olamayan kadın ve çocuklar oldu. Miras, çarpışmalara katılıp yağma­
dan pay alan sağlıklı, yetişkin erkeklerin ayrıcalığıydı.
Fakat kadınların miras hakkı olmaması, kimi Müslüman yazarla­
rın sandığı gibi mal edinememeleri anlamına gelmezdi.(52) _Kadınların
korunması ve refahı, bir aşiretin saygınlığının özü ve onurunun simge­
s_iydi.(53) Birçok İslami kurumun, aşiret komünalizminin dağılmasıyla
su yüzüne çıkan yeni gereksinmelere cevap verdiği, böylesi bir dağı-

1 12
nıklıktan kaynaklanan güvensizliği yokettiği ileri sürülegelir. Örneğin,
çokeşlilik bu kurumlardan birisi olarak gösterilir.(54) Boşanmış, dul ya
da evlenmemiş yetim kadınların kaderiyle ilgilenen Peygamber, kim­
sesiz kadının erkek akrabası tarafından değil, kocası tarafından koru­
maya alındığı bir tür sorumluluk sistemi yaratmayı düşündü. Ç9k�li­
liğin, birçok Müslüman erkeğin ölümüne yol açan Uhud bozgunundan
sonra kurumlaştınlması, bu kuramı doğrulamaktadır.(55)
Dahası Peygamber aşiret dayanışmasının yıkılmasının ardından
çaresiz kalan kadınları yeni dayanışma birimlerinde toplayarak, onla­
rın, İslamca zina olan geçici Linsel ilişkilere sığınmasını önlemiş ola­
cakh. İşte İslamiyet' in dehası burada saklıdır. Aslında birbiriyle çelişen
dayanışmacı ve kendine yeter eğilimleri birleştirerek, bunları Arabis­
tan'da o zamana dek bilinen en bağlı toplum düzeninde eritme başarı­
sını gösteren İslami kurumlar takdire değer bulunmalıdır. Komünal
eğilim, Pax İslamica (İslami kurtuluş) savaşımına kaydırılmış, kendine
yeter eğilimler ise yeni ittifaklara ve mülkiyetin el değiştirmesiyle ka­
dının cinsel özgürlüğünün sıkı denetim altına alınmasını sağlayan yeni
usullerin yuvası 'aile kurumunda' ifadesini bulmuştur.
Watt, ümmet'in birçok önermesiyle aşirete benzediğini öne sürer.
Ümmet içindeki sorumluluk sistemi, kısas kanunu ve kan davası gibi
aşiret ilkelerinin çok benzeridir. ' Ümmetin askeri saygınlığı adına, bir
Müslüman öcünü almadan asla ölmenıelidir.'(56)
Tek farkla ki ümmet, aşiretler arası husumetten kaynaklanan kabile
kavgacılığını yeni bir amaca, kutsal savaşa yöneltti.(57) Eski aşiret itti­
fakı yerini, ondan hem biçim hem içerik bakımından tümüyle farklı
olan bir ittifaka bıraktı. Bu yeni biçimin adı iimmet'ti ve burada temel
birim olan kabilenin yerini birey doldurdu. Artık bireyler arasındaki
bağ akrabalık değil; çok daha soyut bir kavram olan dini inanç birli­
ğiydi.
Bi!Jçaç onyıldan daha kısa bir sürede, büyümekte olan Arap ticaret
yolları ve merkezleri için engel oluşturan putperest e_ğilimli göçer kabi­
leler, Allah iradesine koşulsuz teslimiyeti gerektiren ümmet' e boyun
eğdirilmişlerdi. Sonuç olarak, kabilelerin yağma arayışı, iç saldırılar-

113
dan ortak düşmana çevrilmiş, kutsal savaş için yönlendirilmişti. Zen­
gin Bizans ve Pers İmparatorlukları henüz İslam'ın ismini bile duyma­
mışken, Arapların eline geçtiler. (İran hicretten yirmi yıl sonra, 642'de
fethedildi; Konstantinopol ise ilk kez 670'te kuşatıldı.)
Aşiret döğüşkenliğinin Müslüman toplumu hizmetinde kullanıl­
masına koşut olarak, kendine-yeter eğilimler de, aynı şekilde aile yapı­
sı içinde eritiliyordu. Bu yönlendirici mekanizmalardan birisi, mümin­
lerin bencilliğinin dışavurulmasma izin veren babalık ve meşruiyet
kavramlarıdır.

"Gitgide ataerkilleşeıı bir toplumda, her erkeğin kendi çocuklarıyla özel


olarak ilgilenmesi ve mallarının varisi olmalarını istemesi doğaldı. Kadın­
egemen bir ailede ise bir adamın mülkiyeti, kızkardeşinin oğluna geçer­
di. "(58)

Erkeğin mallarını oğullarına devretmesi için önce oğula sahip ol­


ması gerekir. Öncenin sistemlerinde, biyolojik babahğa önem verilmez,
kadınların cinsel davranış örneklerine bağlı olarak kimin kimden oldu­
ğu bilinmezdi. İslamiyet bu engeli iki biçimde aşmıştır. Öncelikle, zina
ilan ederek geçmişin cinsel uygulamalarını yürürlükten kaldırdı ve id­
da kurumuyla babalık üzerinde sıkı denetim kurdu. İdda, biyolojik ba­
balığa karşı İslam öncesi kayıtsızlığının ve erkekler için idda öngörül­
mediğine göre, kadın cinsel haklarına getirilen İslami kısıtlamanın en
iyi kanıtıdır.
İdda kurumu, kadının işbirliği olmaksızın, babalığın belirlenmesi
zor olduğundan, kadını bu güçten yoksun etme saplantısının bir belir­
tisidir. Allah her ne kadar kadından bağlılık andı içmesini istiyorsa da,
onun işbirliğine gereksinim duymaz. İkinci surenin 228. ayetinde şöyle
yazar:

Onlar için, Allalı'ın rahimlerinde yarattığını gizlemek caiz değil­


dir; tabii onlar inananlardan olurlarsa...

1 14
Kadınları hedef alan kesin buyruklara rağmen, bekleme süresiyle
Allah'ın kadınları denetleme kararı vermesi, onlardan ilahi emre uy­
malarını ummadığını gösterir. Kadınların zora koşulmadan işbirliği
yapmayacakları beklentisi, Allah'ın niçin erkeklere kadını denetleme
görevini verdiğini açıklar. Erkek kadının cinsel ve ekonomik ihtiyaçla­
rını karşılamakla kalmaz; Müslüman düzenin polisi olarak, kadın ak­
rabalarının terbiye ve gözetiminden de sorumludur.
Watt, toplumdan ayrı bir polis gücünün-Araplarca tanınmadığına
dikkat çeker.(59) Birey, katı bir onur yasasının itkisiyle, komünal hede­
fe yönelik toplumsal ölçülerle içiçe geçmiş edimlerde bulunur. İslami­
yet'te işlemekte olan mekanizma aynıdır; şu farkla ki, erkeğin yükü
daha ağırdır. Ümmet ona efendisi, dolayısıyla da sorumlusu olacağı ki­
şisel bir alan bahşeder: 'Erkek ailesinin koruyucusu ve mesulüdür. . '(60)
.

Sonuç
Peygamberin yarattığı toplumsal düzen, yani tektanrılı erkek ege­
men devlet, ancak aşiretlerin ve aşiret ittifaklarının ümmet' e dönüşme­
siyle varolabilirdi. Peygamber, kabileden çok daha uygun bir toplum­
sallaştırma birimi olan aile kurumunu keşfetti. Ümmet'in ortaya çıkma­
sı için sıkı denetlenen ataerkil ailenin gerekli olduğunu gördü.
Peygamberin dinsel bakış açısı, kişisel deneyimleri, karşı çıktığı
toplum yapısı, İslami toplum biçiminin yerleşmesine katkıda bulundu.
Müslüman toplum yapısının ardındaki varsayımlar -erkek egemenliği,
fitne korkusu, cinsel tatmin gereksinimi, erkeğin Allah sevgisi- ondört
yüzyıldır Müslüman ülkelerde kadın-erkek ilişkilerini belirleyen özel
yasaları meydana getirdi.
Bugün, herşeye rağmen çağdaşlaşmayla birlikte, sadece ekonomik
yapılarda değil, toplumsal ilişkilerde de temel değişimler olmaktadır
ve bu değişimler toplumsal bir düzen olan İslamiyet'in özsel ilkelerine
meydan okumaktalar.
Diğer yönlerinin yanısıra, çağdaşlaşmanın sarıp sarmalayan yönü-

1 15
nü dikkate alırsak, Arap-Müslüman ülke ekonomilerinin dünya paza­
rıyla bütünleşme sürecine eşlik edecek olan dağınıklık, ayaklanmalar,
çatışma ve çelişkilere karşın, bu bütünleşmeden en fazla etkilenecek
alanlardan birisinin ev yaşamı, aile içi ilişkiler ve özellikle de cinsler
arası ilişkiler dinamiği olduğunu söyleyebiliriz.
Arap-Müslüman ekonomileri dünya pazarıyla bütünleşmede ol­
dukça uz;.ın yol katettiler. Samir Amin, Günümüz Arap Ekonomisi adlı
eserinde, Arap dünyasının Üçüncü Dünya'da çok özel bir yer işgal et­
tiğini ve çağdaş dünya sistemine en iyi uyum sağlamış bir üçüncü
dünya bölgesi olduğunu göstermektedir.(61) Bu ekonomik bütünleş­
meye düşünsel bütünleşmenin de eşlik etmekte olduğu kanısı, yaygın
olmasa da kabul görmektedir. Bir Arap erkeği, Fransa, İsveç ya da
Amerikan fabrikalarında üretilen bir araba satın alıyor ve parasını öde­
diği bu arabayı özel malı olarak görüyor. Aynı adamın, simgesel ser­
mayenin ithaline yaklaşımı çok daha belirsizdir. Bugün Arap dünya­
sındaki çatışmalar, Batı'nm simgesel sermayesine dönük bu tutumla;
özellikle siyasi, toplumsal veya ekonomik olsun tüm güncel tartışma­
ları biçimleyen otantiklik kavgasıyla ilgilidir.
Batı simgesel sermayesinin ithal edildiği en belirgin alanlardan bi­
ri, toplumsal ilişkiler alanıdır. İnsan hakları, medeni kanun ve ilişki
modellerinin yapısı gibi liberal kavramlar bu alana girerler. Siyasi par­
ti, ticaret birliği, parlamento gibi kavramlarsa, öncenin sömürgeci Av­
rupa ülkelerinin bir zamanlar sömürgeleri olan Arap toplumlarına ih­
raç ettikleri ideolojik mallardır. Aslında Arap milliyetçi hareketi, şid­
detli bir Batı-karşıtlığı düşüncesinde ithal fikirlerin yer aldığı, yabancı
korkusu kaynaklı bir mücadele ortamında tuhaf bir Truva atını andırır.

NOTLAR

(1) Salah Ahmed al-Ali, Muhadarat fi'l-Tarık al-Arab, Bağdad,1960, ciltl,


s.136.
(2) Ibid., ş.141 .

1 16
(3) Ibn Saad, al-Tabakat, Beyrut 1958, cilt 8.
.
(4) G. Stern, Marriage in Early Islam, Londra, 1939.
(5) İbid., s.73.
(7) Ibid., s.62.
(8) Ibid., s.66.
(9) Al-Bağdadi, al-Muhabbar, Beyrut, ss.310. Arap erkekleri erkek egemenli­
ğine karşı gibi görünüyorlardı.
(10) İbn Hişam baskısı, Sira t al-Nabi, yazar: İbn İshak, Kahire 1963, cilt I,
s.89. Bkz., İbn Saad, al-Tabakat, cilt 1, s.89.
(11) İbn Hişam, Sirat, s.89.
(12) Al-Bağdadi, al-Muhabbar, s.398.
(13) İbn Saad, al-Tabakat, cilt 8, s.85.
(14) Ibid., s.100-118.
(15) Peygamberin torunu Sakine Bin al-Hüseyin birçok kez evlenip, hoşuna
gitmeyen kocalarını boşadı. Bkz., Al-Bağdadi, al-Muhabbar, s.438.
(16) Al-Buhari, al-Sahih, s.453, K:67, B:109.
(17) Ibn Saad, al-Tabakat, s.337.
(18) Ibid., s.130.
(19) Ebu al-Farac-al-İsfahani, Kitab al-Aghani, Beyrut 1909, cilt XVI, s.102.
(20) Ibid., s. 93.
(21) Sir John Glubb, A Short History of the Arab Peoples (Arap Halklannın
Kısa Tarihi), New York 1970, s.43.
(22) Al-Bağdadi, Haydarabad1942.
(23) A. F. L. Beeston'ın kendi makalesi 'The So-Called Harlots of Hadramaut
(Şu Hadramut Orospulan)'nda yaptığı çeviri, Oriens V, 1952, s.16.
(24) Ibid., s.18.
(25) Ibid., s.20.
(26) Ibid.
(27) W. Robertson Smith, Kinship and Marriage in Early Arabia (Erken
Arabistan'da Akrabalık ve Evlenme), Boston 1903, s.94 .
(28) Ibid., s.92.
(29) Ibid., s.156.
(30) Ibid., s.172.

1 17
(31) lbid., s.92.
(32) Ibid:, s.121.
(33) Al-İsfahani, al-Aglıani, 27'de geçen yapıtın yazarının çevirisi, s.80.
(34) Al-İsfahani, al-Aghani, cilt16, s.80.
(35) Al-Buhari, al-Sahih, s.428, K:67, B:36. M. Watt çevirisi, s. 378-9.
(36) Ibid., s.423, K:67, B:31.
(37) Al-Tarmidi, Sunan a/-Tarmidi, s.395, B:27, H:l 130.
(38) Müslim, a/-Cami'a/-Sahih, ss.130-1 .
(39) Müslüman dünyası iki kampa bölünmüştür: Sünniler ve Şiiler. Sünni­
ler Kuran'a ek kabul edilen ve neredeyse Kuran kadar yetkin olan gelenekleri,
yani sünneti izlerler. Şiiler ise Muhammed'in müridi, kuzeni ve damadı olan
Ali'nin taraftarıdırlar. Sünnetin yetkinliğini reddeder ve ümmetin liderliğinin
Ali'ye ve oğullarına (Peygamberin kızı Fatma'nın oğulları) geçtiğine inanırlar.
İlk üç halifeyi zorba kabul ederler. Hindistan ve İran'da çoğunluktadırlar. Fa�
kat müslüman dünyasının diğer bölgelerinde de etkileri hissedilmektedir.
(40) W. R. Smith, Kinship in Early Arabia, s.85.
(41) Ibid., s.94.
(42) Temel aile biriminin ne olduğuyla ilgili (Ana-baba-çocuk üçlüsü mü,
ana-çocuk ikilisi mi) çekişme için R. Briffault ve B. Malinowski arasındaki ko­
nuşmaya bakınız: Marriage, Past and Present (Geçmişte ve Günümüzde Evli­
lik), Boston 1956.
Bölüm III: 'What is a Family? (Aile Nedir?)' Bu çekişmenin alaycı bir derle­
mesi de Robin Fox'un Kinship and Marriage (Akrabalık ve Evlilik) adlı eseridir.
New York 1967, bölüm 1 : Kinship, Family and Descent (Akrabalık, Aile ve Soy).
(43) W. R. Smith, Kinship in Early Arabia, s.177.
(44) İbid., s.38.
(45) Salama Musa, Kad. Erk. Oy. Değ., s.20.
(46) W. R. Smith, Kin. in Earl. Ar., II, IV ve V. bölümler.
(47) A. R. Radcliffe-Brown and Daryll Forde, African Systems of Kinship and
Marriage (Afrika Evlilik ve Akrabalık Sistemi), Londra 1950, s.43.
(48) M. Watt, Muhammad at Medina; and Muhammad at Mecca, Londra 1953.
(49) M. Watt, Muhammad at Medina, s.290.
(50) Ibid., s.261.

1 18
(51) Ibid., s.290 ve s.388.
(52) Bu sav hem gelenekçiler, hem de yenilikçiler tarafından kullanılan bir
klişedir. Kasım Amin, İslamın kadınları yerleştirdiği konumu savunurken bu
sava yüklenir. Bu klişe, Al-Mehdi al-Hacavi'nin kitabı, a/-Mar'a bayna al-Şaria
val-Kanun'unda belirgin bir biçimde kullanılır. Kazablanka, trsz.
(53) Edouard Fares, L'ho1111e11r chez /es arabes avaııt l'Islam: Etude de Sociologie
(İslam öncesi Arapların onur kavramı: Sosyolojik İnceleme), Paris 1932, s.79.
(54) M. Watt, M. at Medina, s.276.
(55) M. M. Pickthall, Tlıe Meaning of tlıe Glorious Koran, giriş, s.79.
(56) M. Watt, M. at Medina, s.265.
(57) Ibid., s.145.
(58) Ibid., s. 273.
(59) Ibid., s. 271.
(60) Al-Buhari, al-Sahih, s.440, K�67, B:81; ayrıca s.447, K:67, B:90.
(61) Samir Amin, L'Economie arabe contemporaine (Çağdaş Arap Ekonomisi),
Paris 1980, s.16.

1 19
Bölüm II
Modernliği.n Kadın Erkek Dinamikleri Üzerindeki
Anomik Etkileri

4- Modern Dumm: Fas Verileri

Gazali'nin Müslüman evliliği hakkındaki fikirlerine dayanan gele­


neksel Müslüman kadın cinselliğinin kuramsal modelini kısaca özetle­
dim. Şimdi ise onun Müslüman ailesi tanımını, bu ailede görülen tarih­
sel değişimleri değerlendirmek için değil, çizdiği ideal aile tipiyle kar­
şılaştırarak bugünkü durumu anlamak için kullanacağım. Modern ka-

1 21
dm-erkek dinamiklerine yön veren eğilimleri saptamak için, topladı­
ğım verilerden çıkarsanan Fas gerçekliğiyle Gazali'nin ideal ailesini kı­
yaslayacağım.
Fas verilerimi 1971 yazında topladım. Başta gelen hedefim kadın­
erkek ilişkilerinde oluşan değişiklikleri keşfetmenin yolunu bulmakh.
Rastgele elli kişiye, (yaklaşık yarısı erkek, yansı kadındı) 'Son onyıllar­
da, aile ve kadının durumunda meydana gelen en belirgin değişiklik sizce ne­
dir?' diye sordum.
Görüştüğüm hemen herkes, şu veya bu şekilde, cinsel ayrımcılığın
ortadan kalktığı noktasında birleşti. "Kadınlar korunur/ardı", "Kadınlar
her yere gitmezdi", "Kadınlar evde otururlardı", "Eskiden daha fazla düzen
vardı", "Kadınlar sıkı denetim altındaydılar" gibi farklı ifadelerle karşılaş­
tım. Fakat dipte yatan düşünce hep aynıydı. Bu yüzden dikkatimi, ka­
dın-erkek dinamiklerinin en çarpıcı boyutuna, cinslerin mekan kullanı­
mına yönelttim.
Bir kısmı geleneksel ve modem aile yaşamını (kadının ev dışında
bir işe sahip olup dış dünyaya özgürce katıldığı aile yaşamı), diğer kıs­
mı ise cinsel etkileşime bağlı olarak günümüz Fas toplumunun geri­
limlerini tanımlayan iki ayn veri tabanı kullandım. İlk kısım verileri
toplamak için kadınlarla uzun görüşmeler yaptım. İkinci kısım veriler
içinse, hergün Fas TV'sinin dini danışma servisine dertli vatandaşlar­
dan gelen yüzlerce mektuptan ödünç alabildiğim 402 tanesini kullan­
dım.
Araştırmamın kuramsal niteliği ve araştırdığım konunun alanın­
dan ötürü (cinsel ayrımın ortadan kalkması), gözlem sahamı elden gel­
diğince daraltmaya özen gösterdim. Fas nüfusunun sayıca az bir bölü­
münü oluşturan kentli küçük burjuvazi ile ilgili verileri seçtim. Oranı­
nın düşüklüğüne karşın, diğer Arap-Müslüman toplumlarda önemli
bir siyasi güce sahip olan bu grubun aynı gücü Fas'ta da sergileyeceği­
ni düşünüyorum.
Araştırmama uygun düşen farklı kategorilerden kadınlarla (gele­
neksel ve modern), herbiri yirmi-otuz dakika süren görüşmeler yap­
tım. Daha sonra bu kadınların bir kısmıxla,1 971 yazı boyunca, herbiri

1 22
iki-altı saat arası süren ve duruma göre (gürültü düzeyi, ruhsal durum,
küçük çocukların bakımı, vb.) iki ila altı seanslık söyleşiler gerçekleş­
tirdim. Modern ya da geleneksel diye ikiye ayırdığımız kategoriler yaş,
eğitım, meslek gibi konulardaki farklılıkları kapsamaktadır. Aşağıda
yer alan 1 ve 2 no'lu tablolarda, söyleşi yaptığım ondört kadının mede­
ni durumu ve yaşları gözönüne alınarak geleneksel ve modern kadın­
lar arasındaki farklar sıralanmış; geleneksel kadınların bakımını üstle­
nen erkeklerin ve modern kadınların işleri aynca belirtilmiştir.
Modernleşme eğilimlerini daha yakından incelemek için, gelenek­
sel anneleri modern kızlarıyla birlikte görüşmeye aldım. Fakat bu tür
bir kombinasyonu ancak dört kez gerçekleştirebildim. Bu kadınlar, tab­
lolarda aynı büyük son harflerle belirtilmiştir. Söyleşiler, bir 'dediko­
du' alışverişi havasında, dolaysız olarak yapıldı.
Okuyucunun tanımladığımız bireylere aşinalığını arttırmak için
birkaç görüşmeden alıntılar yaptım. Her bölümde bu söyleşilerden
edindiğim izlenimleri mümkün olduğunca aktarmaya çalıştım. Örne­
ğin, sohbetine doyum olmayan Fatiha F. ile yaptığım söyleşi, onun du­
rumunda en özgün biçimine ulaşan ana-oğul-gelin ilişkisindeki çelişki­
leri sergilemesi bakımından Kaynana Bölümü'nün ana kaynağı olmuş­
tur.
Bu görüşmeler, modem ve geleneksel kadınların yaşamları arasın­
daki iki temel farkı günışığına çıkartıyor. Geleneksel kadınlar, hayatları
boyunca çok katı cinsel ayrımcılığa maruz kalmışlar;. modem kadınlar
ise bu ayrımcılığı sadece namus kavramı çerçevesi içinde ergenlik dö­
neminde yaşamışlar. Şu anda ise bunun etkisini çok fazla hissetmiyor-
·

lar.
Bir diğer temel fark ise, gündelik yaşantılarında en yoğun ilişkide
bulundukları kişinin geleneksel kadınlar için kayınvalideleri, modem
kadınlar için kocalan olmasıdır.
Bu farklılıklardan anlaşılacağı üzere, cinsel ayrımcılık kurumu ile
geleneksel ailenin kocanın annesini yerleştirdiği konum arasında sıkı
bir bağ vardır. Fakat danışma servisine gelen mektupların içerik anali­
zini yapana dek bu bağlantının doğası hakkında hiçbir fikrim yoktu.

1 23
Danışma Mektupları
İncelediğim dörtyüz mektup, devletin kurup işlettiği danışma ser­
visine gönderilen binlercesine örnek oluşturmaktadır. Eğlence prog­
ramlarının yanısıra topluma dönük birçok konuyu ele alan bu yayın­
da, örneğin, terketme gerekçesiyle boşanma ilamı verilen davalar rad­
yodan duyurulmakta ve böylece eğitimsiz olan Faslılar bu bilgilere
ulaşabilmekteler.

TABLO I

GELENEKSEL KADIN MODERN KADIN

EGİTİM Cahil Okumuş

iş Evkadını Ev dışında çalışıyor

CİNSEL AYRIM Çok katı Çok gevşek

EVLİLİK Görücii usulü Kadın eşini


kendi seçiyor
.

YAŞ il.Dünya il. Dünya


savaşından savaşından
önce doğmuş sonra doğmuş (Mil
liyetçi etkilerle
okullara kızlann da
alındığı dönem.)

TABLO il
GELENEKSEL KADINLAR

Medeni Durum Yaş Bakımını Üstlenen Erkeğin İşi


Halima H. Dul 60 Oğul-Devlet Memuru

1 24
Hayat H. Evli 40 Koca-Devlet Memuru
Fatiha F. Evli 45 Koca-Devlet Memuru
Kenza Evli 50 Koca-Emekli Devlet Memuru
Tamu T. Dul 48 Kardeş- Öğretmen
Kata Evli 48 Koca-Elektrik Şirketinde
Çalışıyor.
Salama Dul 60 Oğul-Zirai Jekniker
Marya M. Boşanmış 55 Oğul-Subay

MODERN KADINLAR

Medeni Durum Yaş İş

Fayza F. Evli 22 Laborant


Mona M. Evli 26 Öğretmen
Tahra T. Bekar 25 Tıp Öğrencisi
(part-time çalışıyor ve
bursu var.)
Tama Boşanmış 30 Halkla İlişkiler Görevlisi
Lamiya Boşanmış 30 Muhasebeci
Safiya Bekar 25 Sekreter

Müslüman toplumundaki bireysel özgürlük dikkate alındığında,


danışmanlık hizmetlerinin ne denli önem taşıdığı anlaşılır. Allah ile
kul arasında ne kurumsal bir aracı, ne de ruhban sınıfı bulunur. Her
aklı başında yetişkin, kendi fikir ve eylemlerinden sorumludur. Ahlak­
lı bir mümin olmak için, herşeyden önce buna niyet etmek, yani kendi
davranışlarını ilahi yasaya göre ayarlamak durumundadır. Eğer birey
ilahi yasa hakkındaki bilgisinden kuşkuluysa, bu konuda yetişmiş in­
sanlann rehberliğine başvurur. Radyodaki ücretsiz danışma programı­
nı yöneten Kadı Mulay Mustafa Alaoui, herhalde ülkenin en gözde da­
nışmanıdır. Konularına göre mektupları ayırıp hergün ayrı bir konuya

1 25
yanıt vermeye çalışıyor.
Arap mektuplan genellikle, 'Falan şehrinden bay veya bayan fi­
lanca' diye başladığı için, mektubu gönderenlerin cinsiyetini ve otur­
duğu yeri belirlemek mümkündür. Ayrıca mektupların çoğunda me­
deni hal ve yaş da belirtilmektedir. Tablo 3'te mektup sahiplerinin bir
analizini bulabilirsiniz. Elyazısının okunamadığı veya eksik bilgi veren
mektuplar, içerik analizinin dışında bırakıldılar.
Konularına göre sınıflandırılan mektupların çoğu ailevi sorunlarla
ilgiliydi. 'Evlilik Ö ncesi Gerilimleri' başlığı altında sıraladığım bazı de­
ğişken örnekler aracılığıyla içeriklerine göre mektupları sınıfladım.

Değişken 9: Gencin Evlenme Kararı


1 . Aşık olmak
2. Kendi seçtiği kişiyle evlenme arzusu
3. 1 ve 2 beraber.

Değişken 10: Anababanın Tutumu


1 . Çocuklarının t;eçimine müdahale
2. Çocuklarının seçimine şiddetli karşı çıkış
3. Kendi seçtikleri biriyle evliliğe zorlama
4. 1 ve 2
5. 1 ve 3.

Değişken 14: Çocuklarının Evlilik Tasarılarına


Anababanın Yaklaşımı
l . Beddua
2. Beddua tehdidi
3. Açık çekişme, erkek ailesi
4. Açık çekişme, kız ailesi.

Seçtiğim konulardan anlaşılacağı gibi, Modern Fas'ın çekişmeli


sorunlarından biri de eş seçimini kimin yapacağıdır. Çocuk, istediği eş­
le mi, yoksa anababasının beğendiği biriyle mi evlenecektir? Mektup-

1 26
lara göre, anababalar çocuklarının eşlerini seçme hakkını kendilerinde
görürken, gençler bunun tersini düşünüyor. Evliliğe dair geleneksel İs­
lami fikirler, genç kuşakların arzu ve esinleriyle çelişiyor.
Verilerden çıkan ve benim katıldığım sonuç ise, İslami kadın cin­
selliği kavramı ve İslam'a göre kadının toplum içindeki konumu, hala
Müslüman ailesinin temel unsurlarını belirlemektedir. Cinsel ayrımın
rolü, görücü usulü evlilik, annenin oğlunun yaşamındaki belirleyiciliği
gibi olgular, evlilik birimi çerçevesinde dahi heteroseksüel çifti dışla­
yan sistemin birer parçasıdırlar.
Öte yandan modernleşme, cinsleri birbirine yakınlaştırıyor. Eş seç­
me bağımsızlığı ve çekirdek ailenin devingenliği, modernliğin dayattı­
ğı kavramlardır. İdeolojiler arasındaki bu kutuplaşma, hem danışma
mektuplarında, hem de kadınlarla yaptığım görüşmelerde gözlenen
kargaşa ve sıkıntıyı doğurmaktadır.
Benim bu araştırmadaki alçak gönüllü hedefim, modem Fas top­
lumunda su yüzüne çıkan yeni kadın-erkek dinamiğine dair gerçeği
tüm çıplaklığıyla ortaya dökerek okuyucuyu rahatsız etmek değil. Çıp­
lak gerçeği kesinlik peşinde olanlara bırakıyorum. Kanımca, kuşkunun
peşine düşenler daha hızlı ilerler ve daha iyi yaşarlar. Eğer okuyucuyu
cinsler arası ilişkiler hakkındaki önyargı ve klişelerinden kuşkulanma­
ya teşvik edebiliyorsam, umulanın ötesinde başarı göstermiş olacağım.
Niteliksel analizin amacı, Rabat'taki nüfus sayım dairelerinde herkesin
ulaşabileceği istatistiksel doğrularla okuyucuyu boğmak değildir. Ter­
sine bu tür bir analiz sizi kesinliklerden kurtarmalıdır. Pek çok yaşa­
yan ölü, elbette ki buna pek de hoş gözle bakmayacaktır.

TABLO III

MEKTUP YAZANLAR HAKKINDAKİ BİLGİLER


CİNSİYET (369 MEKTUP)

SAYI YÜZDE

KADIN 160 43

1 27
ERKEK 209 57

CoGRAFİ KÖKEN (298 MEKTUP)

SAYI YÜZDE

BÜYÜK KENTLERDEN 210 70


DİGER YERLERDEN 88 30

MEDENİ DURUM (175 MEKTUP)

BEKAR 46
DUL 4
EVLİ 48
AYRI YAŞAYAN 2

YAŞ (107 MEKTUP)

ERGENLİK ÇAGINDAKİLER (20 yaşın altı) 45


GENÇ YETİŞKİNLER (20-25) 39
YETİŞKİNLER (25 yaş üzeri) 8
YAŞLILAR (Mektubu yazanlar kendilerini 8
böyle tanımlamışlardı.)

Dahası, kuramsal alanda olsun veya özel bir konuda olsun, bir araş­
tırmacı olarak hata yapma hakkım olduğunu iddia ediyorum. Okuyu­
cu bana katılmayabilir; farklı sonuçlara varabilir. Önemli olan karşı
cinse nasıl yaklaştığımızı ve bu yaklaşımın siyasi sonuçlarını tartış­
maktır. 'Siyasi' demekle demokratik altyapıyı (parlamentolar, partiler,
sendikalar, vb.) kastetmiyorum; söylemek istediğim, bize en yakın
olan, en çok şey paylaştığımız insanlarla kurduğumuz ilişkiler; diğer

1 28
bir deyişle, evimizi paylaştığımız kişilerle olan ilişkilerimiz... Demok­
ratik olmayan bir aile yaşamı sürdüren kişinin, demokrasiyi parti örgü­
tünde ve meclis salonlarında araması boşunadır.
Demokratik kadın-erkek ilişkilerini aydınlatmak zorunludur. Bu
temel sorun hepimizi ilgilendiriyor; Müslüman toplumunda yaşamak­
ta olan benim gibi bir kadın içinse yaşamsal bir önemi var...

1 29

5- Verilerin Ortaya Çıkardığı Cinsel


Kuralsızlık
Cinsler arası ilişkilerde bir kuralsızlık, derin bir karışıklık ve norm­
dan yoksunluk dönemi yaşanmaktadır. Geleneksel adetler, yasal veya
toplumsal kabullere girmeyen bir çoğunluk tarafından gün be gün çiğ­
neniyor. Bu geleneklerden birisi, evlilik ya da kan bağı bulunmayan
kadın ve erkek arasındaki etkileşimi sistematik olarak önleyen cinsel
ayrımdır. Cinsel ayrım, tüm toplumsal mekanı dişi ve erkek diye ikiye
böler.
Kadın ve erkeğe ayrılmış alanların çakışması sınırlıdır; ancak bir
törenler silsilesi sonucunda gerçekleşebilir. Arkadaşını evinde yemeğe.
çağıran bir adam, kendi kapısını yumruklar ve kadınlara yüksek sesle
'yol vermelerini' ('amlu trik') emreder. Bunun üzerine kadınlar, yaban­
cının geçmesi için avluyu terkedip karanlık köşelere sinerler. Konuk,
selamlık bölümünde evsahibiyle birlikte kalır. Tuvalete gitmek isterse�

1 31
'amlutrik' töreni tekrar sahneye konarak farklı cinslerin karşılaşmasını
engelleyen tabu yerine getirilmiş olur.
Yakın zamana dek türbe ziyareti, hamamlar ve doğum, ölüm ve
evlenme nedeniyle akraba gezmeleri gibi vesilelerle sınırlanmış olan
kadının erkek mekanlarına girmesi de aynı törenlere tabidir. Peçe, er­
keğe özgü üstün mekanlar olan sokaklarda kadın görünmezliğinin bir
simgesidir.
Görüşmelerimden çıkarsadığım sonuç şu ki, ellilerindeki kadınlar
cinsel ayrımı hayahn bir parçası olarak görürken, otuzlarındaki kadın­
lar için bu bir tercihten öte bir anlam taşımıyor. İster kanunlar düze­
yinde olsun, ister ideolojik temel olarak bakılsın, kadının erkek mekan­
larına girme hakkı kurumlaşmış, hatta kabul görmüştür.
Kuralsızlık, ideoloji ile kadının erkek mekanlarını gittikçe daha faz­
la kullanması, peçesiz dolaşması ve kendi hayahnı belirlemesi gerçek­
liği arasındaki uçurumdan kaynaklanıyor. İdeoloji, inanç. ve uygulama
arasındaki çatlakların ortaya çıkardığı kuralsızlık, danışma servisine
gelen şu mektupta açıkça kendini gösteriyor.

Kazablanka, 18 Mayıs 1971 Mektup 88

Değerli Profesör Mulay Mustafa Alaoui'ya,


Efendim,
Şimdilerde insanlann çoğu denizde yüzmeye gidiyor. Yaz aylan bo­
yunca kumsallara akın ediyorlar. Erkek, kadın, oğlan ve kızlar orada birbi­
riyle karşılaşıp kaynaşıyorlar. Üstelik Hıristiyan ve Yahudilerle de kanşık
halde bulunuyorlar. Herkes herkesin çıplaklığına bakıyor. Müslüman top­
lumda bu mümkün müdür? Bu soruyu daha önce de sormuş,fakat yanıtı­
nı radyoda duyamamıştım. Mektubum elinize geçmemiş olabilir mi?

Cinsel ayrımın ortadan kalkması, heteroseksüel etkileşimi yoğun­


laştırırken, toplum bu tür etkileşimler için bir model oluşturmaktan
çok uzaktadır. İzleyen mektuplarda bu durumun doğurduğu kuşku ve
sıkıntıyı göreceğiz.

1 32
Tam, 13 mart 1971 Mektup 46
Din Bilgini Mulay Mustafa'ya
Efendim,
Genç bir adama aşıktım. Beni öpüp okşamak istedi. İsteğine karşı çık­
madım. Bunu bir kız arkadaşımın teşvikiyle yaptım, ama cinsel ilişkide
bulunmadık. Bir süre sonra benimle ciddi olmadığını farkedip ondan ayrıl­
dım. Ve kendime bir daluı böyle günah işlemeyeceğime söz verdim. Benim
yaptıklarım İslamca yasak mı, değil mi? Bu günahı silmek için ne yapabi­
lirim ? Sağolun! Çok sağolım!

Rabat, 14 haziran 1971 Mektup 100


Bayan K. .'dan, değerli Prf. M. Mustafa'ya,
.

Size selamlarımı yolluyorum,


Evlenmemiş bir gençkızın, nişanlı olııuıdığı ve onunla evlenmeyi dü­
şünmeyen bir adam tarafından öpülmesi günah mıdır? Elinizden geldi­
ğince ayrıntılı olarak soruma yanıt verirseniz minnettar olacağım. Çok te­
şekkürler, efendim.

402 mektubun içerik analizinden anlaşıldığı üzere, mektup sahip­


lerinin en çok ilgilendiği konuların başında cinsellik (aşk, evlilik, sap­
kın eğilimler, vb.) geliyor. Mektupların çoğu, dini bakımdan cinsel
edimlerinin günah olup olmadığını sormaktadır. Kadın, erkek karışık
bir plajda çıplak yüzmek (bir kadın peçesizse çıplakhr), kocası dışında
bir erkek tarafından öpülmek gibi gelenekce tasvip görmeyen edimler,
soruların konusunu oluşturuyor. Cinsler arası artan etkileşim, Fas top­
lumu için henüz alışılmadık bir olgudur. Geleneksel, mutlak cins ayrı­
mı, ülkenin birçok bölümünde etkili olmaya devam ediyor.

Kırsal Bölgelerdeki Cinsel Sorunlar


Bazı kırsal bölgelerin taranması(l) sonucunda elde edilen görü­
nüm şudur ki, genç erkekler kadınlara ulaşamamakta ve toplum ölçü-

1 33
lerince sapıklık olarak nitelendirilen cinsel davranışlarda bulunmakta­
dırlar. Bir anket sonuçlarına göreı

%14'ü mastürbasyon yaphğını ve oğlancı olduğunu itiraf et­


miştir.
320'si eşcinsel ilişkide bulunduğunu, %34'ü ise maddi güç­
leri yettiğince, en yakındaki kasabanın genelevine gittiklerini
söylemişlerdir. (2)

Fas gençliğinin cinsel hayatını bütün olarak inceleyen derin araştır­


maların bulunmaması, genel sonuçlara varmamızı engelliyor. Fakat
cinsel ayrımın kır kökenli gençlik için hala bir gerçeklik olduğu su gö­
türmez.
Elli milyon olan Fas nüfusunun yaklaşık üçte ikisi, kırsal alanlarda
yaşıyor.(3) Nüfusun %56'sının yaşı yirmiden küçük.(4) Kırsal bölgeler­
de yaşayan insanların %87'si yirmibir yaşının altında ve bunların
%78'i şehirde yaşamanın hayalini kuruyor. Şehir hayali kurmalarına
gösterdikleri nedenlerden birisi, şehir kadınlarının ulaşılabilir olması. ..

Şehirde istemediğin kadar kız vardır.


Genelevler sadece şehirlerde bulunur.
Şehirdeki kadınlar açık başla gezer, kısa elbiseler giyerler; onlarla şansınızı
deneyebilirsiniz.

Köylerde şiddetli bir denetimle cinsel ayrım körüklenir.

Oniki yaşından b.üyiik bir kızla köyü terketmeye kalkarsanız, otuzdan faz­
la insan peşinize düşer. Sizi taşlamaya ve bağırıp çağirmaya başlarlar.
Şehre benzemez; çok dikkatli olmanız gerekir.(6)

Heteroseksüel karşılaşmalara getirilen kısıtlamalar nedeniyle, kırsal


kökenli Fas erkeği kadına sadece cinsel gereksinim penceresinden ba­
kıyor. Evlilik içinde olsun olmasın kadın, cinsel tatmine ulaşmak için

1 34
hayvanlardan ya da diğer erkeklerden daha uygun bir araçtır.

Onyedi yaşıma gelince ne yaptığımın farkına vardım. Hayvan/an ve eş­


cinsel ilişki kurduğum erkekleri bıraktım; çünkü enerjime zarar veriyor­
lardı. B . şehrinde orospular olduğunu öğrendim. Param olmadığı zaman­
. .

lar bile geneleve gitmek için bir şey çalmakta tereddüt etmem.(7)

Genç erkeklerin çoğu iğrendikleri cinsel ilişkilerde bulunmaktan


ötürü incinmişler. Bir iş bulur bulmaz evlenmeyi düşlüyorlar; ama bu
oldukça güç. İşsizlik oranı başdöndürücü boyutlara ulaşmış durum­
da.(8) 1971 nüfus rakamlarına göre(9) işşizlikten en çok 15-24 yaş gru­
bu etkileniyor. Bu gruptan ilk olarak iş arayanların %83'ü iş bulamı­
yor.(10) Parası olan yaşlı erkeklerin kızları tekellerine alıp birçok genç­
kızla evlenmeleri onları rahatsız ediyor.

Köyde bir gençkıza aşık oldum ve o da bunu biliyordu ... Kentten bir subay
gelip sevdiğim kızı götiirdii. O zaman ben de, ne saklayayım, hayvanlara
geri döndüm.(1 1 )

Geleneklerin yoğun olarak yaşandığı kır toplumlarında evlenme­


miş ergin kız yoktur. Malika Belgitti'nin yaptığı bir araştırmaya göre,
kırsal alanda henüz ergin kızların 350'sinin evli olduğu ortaya çık­
maktadır. 337'si ise ergenliklerinin ilk iki yılında evlendiriliyorlar. Kır­
sal toplumun gençler arasındaki cinsel aşkı önleme biçimi kızları erken
yaşta evlendirmektir.
Görüşmelerime göre, geleneksel yapı için en ideal evlilik yaşı
onüçtür. Erken evlenme kadın hayatının saygınlığını arttıran bir du­
rumdur. Sadece çirkin, çekici olmayan kızlar geç evlenirler. İstisnasız
kadınların hepsi, ilk adetlerini görmeden, yaklaşık onüç yaşında evlen­
mişler. Birinin sözlerinin doğruluğunu sınama şansını elde ettim.
Onun çocukluk arkadaşına F. Hanım'ın ne zaman evlendiğini sordum.

Size yalan söylemiş! Evlendiği zaman çok yaşlıydı. Ailesinin başına dert

1 35
olmuştu. Çirkin olduğımu farketmediniı mi?
Sizce kaç yaşıııda evlendi?)
Vallahi en azıııdan yirmisindeıjdi! .. Siz anımla göriişiirkeıı orada olmak
isterdim. Kendini övmeye cesaret edemezdi. Ya siz bıma nasıl inandıııız?
• Kimse ona güzel demezdi; yaşlı olduğımu söylemeyin bana! Gençliğinde
de böyle çirkindi.

Kentte yaşayan Faslı kızlar çok daha geç evleniyorlar. Hükümetin


1966' da yaptığı bir aile planlaması araştırması, kentli kızlar için ideal
evlenme yaşının ergenlikten çok daha geç olduğunu gösteriyor.

İdeal Evlenme Yaşı Erkek için Kız için


Erkeklere göre 23 17
Kadınlara göre 25 19

Kentli genç erkekler, kendi yaşıtları olan kadınları bulma şansına


sahipken, kırsal yerleşimlerde tüm gençkızlar kocaya verilmiş oluyor­
lar.

Kentlerdeki Cinsel Sonmlar


Kazablanka, 1 971 Mektııp 89

Beıı onbeş yaşında bir lise öğrencisiyim. Lütfen bana akıl verin. Benim
sorımum şıı: Bizim evde çalışan bir lıizmetçi var. Çocuk doğuramıyor; kı­
sır bir kadın. Sık sık onunla beraber oluyor, evine gidiyordum. Sanımda
ommla yatmaya başladım. Yani ommla zina yapıyorum. Bımu birçok kez
·yaptım. Lütfen bana bir akıl verin. Kendimi kurtarmam için ne yapmam
lazım?

Kazablanka, 16 ocak 1971 Mektup 169

1 36
Yirmibir yaşmda bir erkeğim. Çözemediğim bir sarımla karşı karşıya­
yıın. Yakmımızda 35 ya�mda çocııklu bir dul oturuyor. Ona yakınlaştım
ve olanlar oldu: Allalı affetsin. Sonra ondan ayrıldım. İlişkimizin üzerin­
den iki sene geçti. Şimdi ona amıem ya da kızkardeşim gözüyle bakıyo­
rımı. İlişkimiz saygılı, kardeşçe bir /ıavaya biiriindii.
Şimdi konuya giriyorum. Bu kadmm şimdiye dek biiyükannesiyle ya­
şayan onyedi yaşmda bir kızı var. Amıesinin yanında kalmaya başladı.
Önceleri ona lıiç dikkat etmeıniştim, ama sonra anım bana olan ilgisini
farkettim. Bir gün bana beni sevdiğini itiraf etti; ben de ona karşılık ver­
diın.
Ne var ki annesiyle aramda geçenleri ımutamıyorıım. Ona olan sev­
gimle, ondan kaçma arzusımım arasıııda ikilemdeyim. Onu çok seviyo­
rımı. Tam bana göre bir kız. Bir keresinde benden evlenme sözü aldı.(14)
Dalıası amıem de onu çok beğeniyor. Ne yapacağımı şaşırdım. Bu evlilik
dinen uygun mudur?(15)

Birçok mektup, kentlerde yaşayan genç erkeklerin yaşıt kızlar ara­


dıklarını ve nişanlanmayı başardıktan sonra bir öpücükle yetinmedik­
lerini göstermektedir.

Kazablanka, 17 Mayıs 1971 Mektup 180

Efendim,
Ben yirmiiiç yaşmdayım. Ondokuz yaşında bir kızla karşılaştım. Ona
aşık olup ailesinden istedim. Yeterli param olmadığı için evlenmeden önce
bir süre beklemek durumımda kaldık.
Fakat bir giin cinsel arzumuza yenik diiştiik ve ben anım namusunu
kirlettim. Tiim bunlar nikalıtan sonra oldu. Anabasıııa söyleyemiyoruz;
çiinkii Jıeniiz diiğiiniimiiz olmadı. Bizim yaptığımız dinen yasak mı? Ge­
lin de en az benim kadar sıkmtılı; çiinkü düğüne kadar ailesiyle kalmak
zarımda.

Ne yazık ki, bütün genç erkekler onun kadar talihli değil. Kendi

1 37
seçtikleri kızla evlenme arzuları aileleri tarafından anlayışla karşılan­
mıyor. Kısacası, kent merkezlerindeki cinsellik, çocuğun büyükleriyle
çekişme içinde olduğu bir cinselliktir. 402 mektubun 320'si bu konuda
yazılmıştır. Gençliğin eğilimlerini, anababalarının tutumunu ve çelişki­
nin nasıl çözümlendiğini bu mektuplarda bulabilirsiniz. Bu konuların
ve yaş, cinsiyet ve kentin boyutu gibi değişkenlerin incelenmesi, çeliş­
kinin genel biçimini çizmektedir.

Anababanın Aşk Evliliğine Karşı Çıkışı


Çatışma, anababanın görücü usulü evlilikte diretmeleri ve gencin
buna karşı çıkarak, aşık olduğu biriyle evlenmek istemesinden çıkıyor.
Büyükler kızları ya da oğullarının eşini seçme hakkının kendilerinde
olduğuna inanıyorlar. Faslı gençler ise, kendi eşlerini kendilerinin seç­
mesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Gencin yaşı küçüldükçe, aşık olduğu
eşi almakta olan ısrarı şiddetleniyor. Bu konuda yazılmış mektupların
370'i ergenlik çağındaki gençlerden, 3 30'u ise yirmi, yirmibeş yaş
arası kişilerden geliyor.

Agadir, Haziran 1971 Mektup 5

22 yaşında bir erkeğim. Bir babam var; annemi çocukken kaybettim.


Babam annemin ölümünden sonra yeniden evlendi.1961'de teyzemin kızı­
na evlenme teklif ettim. (Çocuk yaşta nişanlanmalar artık görülmüyor, fa­
kat iki genç arasındaki çekim çok güçlüyse, genç adam bıınıı etrafına ilan
eder ve kimse kıızinini elinden alamaz.) Onıı çok sevdiğimi bilen babam
bıı evliliğe karşı çıktı. Bıı yılki yaz tatilinde onunla evlenmeye karar ver­
dim. Babam düğünümde bıılunmayacağım ve bıı evliliği engellemek için
elinden geleni yapacağını söyledi. Benim senelerdir sevdiğim kızı bırakıp,
karısının ailesinden kendi seçtiği, benimse /ıiç görmediğim bir kızla evlen­
memi istiyor.
Bıı sorunıı nasıl çöze�ilirim? Sevdiğim kızla evlenebilir miyim ? Baba-

1 38
sının nzasını almadat{ evlenen benim yaşımdaki bir insan için din ne der?
A/lalı ne der? Babamı benim evliliğime karşı çıkmaya teşvik eden üvey an­
nemdir.
Fez, 8 Haziran 1971 Mektup 6
Bir şirkette memur olarak çalışıyorum. Köyde benden uzakta yaşayan
bir babam var. Bir kızla karşılaştım ve birbirimize evlenme sözü verdik.
Haberi babama bildirmek için mektup yazdım. Onun da benim kadar sevi­
neceğini düşünüyordum; ama öyle olmadı. O beni köyden biriyle evlendir­
mek istiyor. Bımu yapamam; çünkü onsuz bir hayat düşünemiyorum ve
ondan ayrılırsam bu sadece benim açımdan değil, Müslüman ümmet ve
Müslüman dini açısından da sakıncalar doğuracaktır.
Bizim ve dinimiz için en uygun olanın ne olduğunu lütfen söyler misi­
niz?

(';enç erkeklerden gelen aşk protestoları, genç kadınlarda da yankı­


sını buluyor. Çift haklarının en ateşli savunucuları, sevgi hakkındaki
mektupların %70'ini yazan genç kadınlardır.

Mektup 7

Onbeş yaşındayım. Bir adam gelip beni ailemden istedi. Kötü huyları
ve kaba davranışları var. Sigara içmek, esrar kullanmak gibi kötü alışkan­
lıklara salıip. (Batılı turistlerin düşündüğünün aksine, esrar içmek Fas' ta
utanç verici görülür.)
Anam babam beni ona verdiler. Ben kabul etmedim ve bu adama var­
mayacağım. Ama işin kötüsü evlilik anlaşması yapılmak üzere olduğu hal­
de, benim bilmemi istemiyorlar. (Anlaşmayı vasinin yaptığını hatırlayın)
Başka bir kızı yerime geçirip salıte bir anlaşma yapmaya niyetliler. Böylece
ben kurban olacağım. Eğer anlaşmayı yaparlarsa kendimi öldürmeye ka­
rarlıyım. Bu zalim insanlardan kurtulmak için canıma kıyacağım. Din, kı­
zını zorla, sa/ıte anlaşmalarla veren aileler /ıakkında ne diyor? Ne derse
desin, evlenmektense ölmeyi yeğlerim.

1 39
Bununla beraber, erkeklerin %80'i sevdikleriyle evlenmekte ısrar
ederken, kızların sadece 3 20'si bunu dile getirme cesaretini gösteri­
yor. Bunun nedeni, ne kadar modern olsalar da Faslı gençkızların bü­
yükanneleri gibi evlenme teklifinin erkekten gelmesi gerektiğine inan­
malarıdır. Fas yasasına göre, bir kadını evliliğe teslim eden kişinin
kendisi değil de, bir erkek vasinin olması gerçeğini gözönüne alırsak,
bu beklentinin akıllıca ve gerçekçi olduğunu anlarız.
Kızların evlenme teklifinde bulunmamalarını, erke�lere nazaran
aileleriyle daha az çatışmaya girmelerine bağlayabiliriz. Anababa, ço­
cuk arasındaki çatışmanın bunalıma dönüştüğü ondört vakanın on ta­
nesi erkek çocuklu ailelerde görülmüştür.
Anababanın çocuklarına karşı kullandıkları en büyük silah beddu­
adır. Allah onlara çocuklarını kutsama ve onlara beddua etme hakkını
tanımıştır.(16) Anababa lanetinin yıkıcılığı üzerine birçok atasözü ve
deyiş vardır:

Anababasıııııı alımı alanları evliyalar bile kurtaramaz ama evliyaların la­


net ettiğini aııababa kurtarabilir.

Anababalarmm ahını alan kişiler her girişimlerinde başarısızlığa


uğrarlar: Evlilikleri bozulur; evleri yanar; işleri iflasa gider. Yani bu in­
sanlar dünyada kötü talihe, ahirette ise cehenneme mahkum olurlar.
Sonuçta, aileler çocuklarının evliliğinde genellikle sözsahibidirler. Bazı
gençler ailelerinin duasıyla, sevgililerinin rızası arasında kendilerini
kötü hissettiklerini, bazılarıysa aileye isyan etmek isteseler de bunu ya­
pamayıp felç olduklarını ifade ediyorlar. Kimileri ise daha ileri gidip
ailelerinin iradesine karşı hareket etmeyi planlarken, bir kısmı da aile­
yi onları terketmekle ya da kendini öldürmekle tehdit ediyor.
Aile otoritesi biçiminde, Fas toplumunun, gençlerin aşk evliliğine
yönelik bu olumsuz tutumunun altında ne yatıyor? Yoksa aşk evliliği,
İslam'ın kadını erkek egemenliğine boyun eğdirip iki cins arasındaki
sevgiyi yasaklayarak cinselliği toplumla bütünleştirme girişimini he­
def alan bir saldırı gibi mi algılanmaktadır?

1 40
Kırsal nüfus araştırmalarından ve benim kent insanı hakkında
topladığım verilerden çıkan cinsel davranış örnekleri, ana çekişme
noktasının heteroseksüel ilişki olduğunu göstermektedir. Toplum siste­
matik olarak cinsler arası aşka karşıdır. Kırsal alanda gençler zaten bu­
na imkan bulamamakta, kentlerde ise aşklarını sürekli kılamamakta­
dırlar.
Köylerde genç erkeklerin kızlara yaklaşması çok sıkı ve görünen o
ki, etkili denetim altındadır.(17) Kentte ise iki cinsin yakınlaşması daha
az kısıtlamaya tabidir. Gençler birbirlerini sevme fırsatını bulup evlen­
meyi istiyorlar. Bu aynı zamanda kentlerde cinsel ayrımın kalktığı biçi­
minde yorumlanabilir mi?
İslam'ın temel direklerinden birisi, cinselliğin toplumca denetimi
demek olan cinsel ayrım çatırdıyor. Bana kalırsa, cinsel ayrımın yıkıl­
masıyla birlikte, İslami düzenin uygarlık düşmanı ilan ettiği genel an­
lamda kadınla erkek, özel anlamda ise kan-koca arasındaki sevgi orta­
ya çıkacaktır.

NOTLAR

(1 ) P. Pascon ve M. Bentahar, 'Ce que disent 269 Jeun Ruraux', BESM, Ocak-
Haz.1969, XXI, ss.112-3.
(2) lbid., s.75.
(3) Population Legale (Yasal Nüfus), İstatistik Bürosu, Rahat, s.XI
(4) Recensement General de la Population et de l'habitat (Genel Nüfus Sayımı
ve Yerleşim),1 971, ciltl, s.5.
(5) Pascon and Bentahar, '269 Jeunes Ruraux', s.63.
(6) lbid., s.76.
(7) 1bid.
(8) A. Agouram ve A.Belal, Bilan de l'economie marocaine depuis l'lndependen­
ce (Bağımsızlıktan bu yana Fas ekonomisinin bilançosu), BESM 33, no.116,
s.1 1 .
(9) Yeni nüfus sayımı seksenlerin başında yapılmıştır.

1 41
(10) Genel Sayım, 1971, ciltl, s.9.
(1 1) Pason ve Bentahar, '269 Jeunes Ruraux', s.75.
(12) Malika Belghiti, Les Relations feminins et le Statut de la Femme dans la fa­
mille rurale. (Kadınsı İlişkiler ve Kırsal Ailede Kadının konumu), BESM Derle­
mesi, Rabat1970, s. 24.
(13) Enquete d'opinion sur la planification familiale en milieu urbaiıı (Kentsel or­
tamda aile planlaması üzerine anket),
Sağlık Bakanlığı, Rabat1966, s.12.
(14) Ahd bağlayıcı bir sözsel vaaddir. E.Westermark, Ritual anJi Belief in Mo­
rocco (Fas'ın Töre ve İnançları) adlı kitabında ahd mekanizmasının tanımını
yapar, Londra 1926, cilt I, s. 564.
(15) Kuran damat ile kaynanası arasındaki cinselliği ensest kabul eder. Sure
4:23.
(16) Anababa bedduasının temel tanımı E. Westermark tarafından yapıl­
mıştır; Wit and Wisdom.
(17) Bu araştırma yapıldıktan dokuz yıl sonra, kırsal toplumun dağılması
daha da ilerlemiş görünüyor. Fahişelik dramatik bir biçimde yaygınlaştı. Ken­
disini müslüman olarak tanımlayan bir toplumda bu toplumsal çelişkinin kes­
kinliğinin bir işaretidir. Fahişelik, insan hayatının iki temel öğesini, ekonomik
ve cinsel öğeleri çakıştıran anahtar bir olgudur.

1 42
6- Karıkoca

Cinsler tarafından bölüşülen mekanlar, Müslüman Fas toplumuna


çocuklar veren tek heteroseksüel ilişki biçimi olan evlilik biriminin iş­
leyişini incelemekle daha iyi anlaşılabilir.
Gazali'ye göre bir mümin için en ideal eş,' Güzel, uysal, iri kara göz­
lü ve uzun saçlı, beyaz tenli ve kocasına aşık, ondiın başkasını gözü görmez'
olanıdır.(l)
Gazali, Arapça'daki 'aruba'(2) sözcüğünün, kocasına aşık kadın
anlamında olduğunu açıklar. Cennete müminlere vaadedilen kadınlar
için kullanılan sıfatlardan birisi de bu sözcüktür.(3) Peygamberin, ko­
casını seven ve ona itaat eden 'kadını Allah'ın bir armağanı gibi gördü­
ğünü söyler Gazali. Evlilik biriminin çatışmalı yapısını gözönüne alır­
sak, güçler dengesini temel almış böylesi bir evliliğin, hoşnutsuz ve
kocasına asi bir kadın yaratacağını anlarız. O zaman da Gazali'nin·ide-

1 43
al kadını bir mucizeden öte olamaz.

Çatışmalı Evlilik
Görüşme yapılan bütün kadınlar, karıkoca anlaşmasının tüm engel­
leri ortadan kaldıran mucizevi bir olgu olduğundan bahsettiler.

'Karıyla koca arasında anlaşma varsa, biitiin dertler hallolur. Büyük


sorunlar kolayca çözülür. Anlaşma yoksa lıerşey bir bunalıma dönüşür. '
Fatiha F.

'Biz hiç kavga etmedik. Kocam bana hep bir konuğa davranır gibi say­
gıyla davrandı; ben söylemeden gerekenleri yapar. Örneğin, ben o giin evi
temizlemeye karar vermişsem, kendi kendime koltukları kaldırıp yerleri si­
leceksem, hemen dışarı koşup bana bir veya iki yardımcı tutar. Saygı oldu­
ğu zaman evlilik Allah'ın bir armağanıdır. ' Hayat H.

'İsteklerimi asla geri çevirmedi. Ben de onun dileklerini yerine getir­


mek için elimden geleni yaptım. Bana hala aynı saygıyla davranıyor. Bana
bağırdığını hiç duymadım. Bana saygılı davrandı ve ben de ona bir kral
gibi davrandım. Allah'a şükür. Umarım kızlarımın talihi de bana benzer. '
Kenza.

Bir kocanın saygı ve sevgisi mucize gibi görülüyor. Bu durum, sanı­


rım, kadının yasal olarak saygı ya da sevgi beklentisi içinde olamazlı­
ğından kaynaklanmaktadır. 1 957 Fas Kanunu'nda sıralanan karşılıklı
hak ve görevler şunlardır:

Madde 36. Kocanın Kansı Üzerindeki Haklan


1 . Sadakat
2. Uygun ölçülerde itaat.
3. Evlilikten doğan çocukların mümkünse emzirilmesi.
4. Evin bakım ve idaresi.

1 44
5. Kocanın anababasına ve yakın akrabalarına hürmet.

Madde 35. Kadının Kocası Üzerindeki Haklan


1 . Barınma, tedavi, giyim ve yiyecek gibi konularda kanunun ön­
gördüğü gibi mali destek.
2. Çokeşlilik durumunda, diğer kadınlarla eşit muamele görme
'
hakkı.
3. Anababasını ziyaret izni ve kabul gören ölçüler uyarınca onları
kendi evinde ağırlama hakkı.
4. Kendi mallarının yönetim ve tasarrufunda tam bağımsızlık. Ko­
canın kansına ait mallar üzerinde denetim gücü bulunmamakta­
dır.

Kocanın karısına karşı hiçbir ahlaki ödevinin bulunmadığına dik­


katinizi çekerim. Dahası, kadının hakları olduğu ileri sürülen 2. ve 4.
şıklar onun özgürlüğüne getirilen birer kısıtlama (3. şık gibi) ya da
onun kocası üzerindeki kişisel hakkında bir sınırlamadır (2. şıktaki ço­
keşlilik). Karının kocasından beklentisi emirlerdir; koca da kadından
itaat bekler. Bu bir güç ilişkisinden başka birşey değildir. Gazali'nin ta­
nımladığı gibi, toplum düzeninin istediği kocanın karısını sevmeden
yönetmesidir.

'Bazı ruhlar bir kadma dııydukları tutkulu aşka esir düşerler. Bu çılgm­
lıktır. Bıı çiftleşmenin neden yaratıldığım bilmemektir. Egemenlik ve efen­
dilik yokoldııkça hayvanlık düzeyine düşüş başlar. Tııtkııyla seven bir er­
kek, isteklerin en çirkini olan(4) ve utamlması gereken çiftleşme isteğini
duymaz olur ya da bu isteğin sadece özel bir nesneyle (özel bir kadm) do­
yurıılacağma inamr. Bir hayvan nerede olsa cinsel arzıısımıı tatmin eder­
keıı, bu tiir bir adam (seven adam), cinsel iştahmı ancak sevgilisiyle doyu­
rıır. Böylece rezalet üzerine rezalet biner, esaret esareti kovalar. Akıl yö­
netmek ve bayım eğdinnek için yaratılmışken, o kendi ak/1111 iştalı111111 eın­
rine verir. '(5)

1 45
Kocanın karısına hükmetmesi kuralı Fas halk kültüründeki, bazıları
Peygamber ve müritlerine atfedilen sayısız deyiş ve atasözünde dile
gelmiştir.

Karınızııı fikrini alın, ama kendi bildiğinizi yapın.


Karınızın fikrini alın, ama onun tersini yapın.
Karınızın sözlerini asla dinlemeyin.(6)

Kocanın karısına hükmetmesi, onu dövme hakkına sahip olmasıy­


la daha bir belirginleşir. Kuran son çare olarak dayağa başvurulabilece­
ğini söyler. Karısı isyan eden adama ona çıkışması ve onu yatağından
ayırması öğütlenir. Ancak bu önlemler yetersiz kalırsa, koca karısına
boyun eğdirmek için onu dövebilir.(7) Kocaların aşırıya kaçacağı düşü­
nülerek, karılarına karşı çok yumuşak olan Peygamber tarafından da­
yağa kısıtlamalar getirilmiştir.

Karılarınızı köle döver gibi dövmeyin, unutmayın ki gecenin sonunda on­


larla çifleşeceksiniz.(8)

Aileler, kötü muamele ve dayak korkusu yüzünden, kızlarını aynı


bölgede yaşayan bir kocaya vermeyi tercih ederler.
Modern Fas'ta kadın kendisini döven kocasına karşı dava açabilir.
Fakat dayak yediklerini bedenen kanıtlayamazlarsa başvuru hakları
yoktur. Ancak gözle görülür, dayanılmaz bir kötü muamele boşanma
sebebidir.(9)
Fas toplumunda yargıçların kadından taraf olduğu duyulmamış­
tır; bu demektir ki, koca karısını dövme ayrıcalığına sahiptir. Gelenek­
sel Fas toplumunda, kadının kocasına duyduğu bedensel aşkı ifade et­
mek için kullanılan açık bir davranış modeli bulunmazken, aynı kadı­
nın kocasına olan nefretini dile getirmek için başvurduğu yaygın bir
davranış biçimi bulunur: Karh. Birkaç gün evli kaldıktan sonra kadın
kocasından hoşlanmamışsa, onun harcat karha yani 'nefret dolu' oldu­
ğu söylenir. Bu adet haline gelmiş davranışlarla ifade edilir; görüşme-

1 46
!erden anladığım kadarıyla, genellikle kocayla aynı mekanı paylaşma­
mak (koca girer girmez odayı terketmek) ya da onunla resmi havada
konuşmak bu tür davranışlara birer örnektir. Kadının karha olması, il­
gili aileler ve kişilerce felaket olarak nitelendirilir. Kadının, evliliğin
doğası gereği kocasına bağlanmaktansa onu reddetmesi, evlilik bağı­
nın kopmasıyla sonuçlanır. Onüç yaşında evlenen bir kadının tecrübe­
sine dayanarak söyleyebilirim ki, kızlarını görücü usulüyle evlendiren
aileler, düşünülenin aksine, evliliğin yürümemesi durumunda, kızları­
nın yazgısıyla yakından ilgilenmektedirler. Karhayı tecrübe etmiş olan
kadınlar yeniden evlenirler ve yaşadıklarını unutmaya çalışırlar. Bir
görüşmemde bu tür bir olaya tanık oldum.

'le/ıra ve Hamid'in babaları aynı değil.'


'Ne demek istiyorsun? O zaman Hamid'in babası kim?'
'Benim ilk kocam.'
'Hayat öykünü anlatmaya söz verdin ve bu kadar öııemli bir şeyi atladın,
haf'
'Gerçekten unuttum. Önemli de değil. Bu konuda konuşmak istemiyo­
rum.'
'Ne kadar sürdü?'
Bizim komşumuzdu. Karısı ölünce anam babam beni onunla evlendirdiler.
Dahşuşa'ya(10) girer girmez ondan nefret ettim. Bir buçuk yıl sürdü. Za­
manımm çoğunu annem/erde geçirdim. Kendini bana sevdirmek için elin­
den geleni yaptı, ama bana yaklaştığı zaman işler daha da kötüye gidiyor­
du. Hamile kalana dek bu böyle sürdü. Sonra onu gördüğüm zaman titre­
meye başladım. Kaçışımı planladık. Babam şehirden uzakta oturan amca­
mın yanında kalmamı sağladı. Yargıç olaya müdahale etti. Babam koca­
mın ailesine şorfaları (Peygamberin doğrudan temsilcisi olduklarını düşü­
nen ve öyle olduklarına inanılan insanlar) göndermeye başladı. Sonunda,
zavallı babacığım özgürlüğümü satın almaya karar verdi ve kurtuldum!'
Tamu T.

İmam Gazali evliliğin kadın için kölelik olduğunu teslim eder; çün-

1 47
kü kadın, 'Allah'ın emirlerini çiğneyen çok iğrenç bir şey istemedikçe, istis­
nasız kocasının her buyruğuna bayım eğmek zorundadır.' (1)
Niçin Fas toplumu kocayı bir sevgiliden çok bir efendi rolüne so­
yunmaya özendirir? Yoksa kadınla erkek arasındaki sevgi Müslüman
qüzen için yaşamsal önemde olan bir şeyi mi tehdit etmektedir? Cinsel
doyumun bir müminin ahlaklı olması için önkoşul olarak görüldüğü­
nü biliyoruz. Uyum içinde dışavurulduğu ve bastırılmadığı müddetçe,
cinsellikle İslamiyet arasında bir çelişki, uyuşmazlık yoktur. İslam
olumsuz ve toplum-karşıh olarak kadını ve onun fitne yaratma gücü­
nü görür. Cinslerin kaynaşması ve karıkoca arasındaki gerçek sevgi üs­
tesinden gelinmesi gereken tehlikelerdir.

Samimiyetin Engellenmesi
Cinsel edim pis kabul edilir. Eşler arasında duygusal uzaklık ya­
ratma amacını güden birçok tören ve büyülü sözlerle çevrilmiştir. Böy­
lece iki insanın kucaklaşması en temel işlevine, yani üremeye indirgen­
miş olur. Birleşme sırasında erkek, kargaşa ve akılsızlığın simgesini,
doğanın din karşıtı gücünü ve şeytanın müridini, kısacası kadını sar­
maktadır. Sertleşme sırasında duyulan korku, Gazali'ye göre tam bir
özdenetim yitimidir(13) ve 113. surenin 3. ayetinde karanlığa benzeti­
lir:

De ki: Şafağın Tann'sına sığınınm,


Yarattığı kemlikten
En koyu karanlığm kötülüğünden.

Birleşme sırasında erkeğin kafasında Allah'ın varlığının sürmesi


için, kadınla tam bir bütünleşmenin önüne geçen törenler vardır. Bir­
leşme yeri de dince belirlenmiştir: Çiftler başlarını Mekke yönünün
tersine çevirmek durumundadırlar. 'Saygısızlık yapmamak için Kutsal
Eınanet'le yüz yüze gelmemeliler.'(14) Bu mekansal yönlendirme, Allah

1 48
ile kadın arasındaki husumetin bir simgesidir. Mekke Allah'ın yönü­
dür. Birleşme sırasında erkek kutsal bölgede olmadığını hatırlamak
için dualar okumalıdır.
"Kocaya Al/ah'ın adını zikredip, yüksek sesle 'Allah tektir' demesi, 'En
büyük olan Allah'tır' ve 'Allah'tan başka tanrı yoktur' diye tekbir ve tahlil
getirerek, 'Al/ah'ın adıyla, yüce ve kudretli Allah'ım, eğer benden bir ço­
cuk yaratacaksan, onun iyi bir döl olmasını ihsan et' diye dua etmesi öne­
rilir. (15)
"

Erkeğin bedensel ve ruhsal bakımlardan tamamen kadınla özdeş­


leştiği boşalma anında içinden söylemesi gereken sözler ise şunlardır:
'İnsanı bir su damlasından yaratan Allah'a şükürler olsun.' (17)
Evlilik birimi, geçici cinsel kucaklaşmadan daha ağır tehlikeler ar­
zeder; bedensel aşk, çok daha kuşatıcı, çok daha bütünlüklü bir şeye
dönüşme potansiyeline sahiptir. Erkeğe, yalnızca 'Allah'tan beklenen'
bolluğu veren bir duygusal bağa evrilebilir.

"Aşk ilişkisi, sevgi arayışı içindeki ruhların doğrudan birbirleriyle kay­


naşması sonucu eşsiz bir doruğa ulaşır... Dini kardeşlik ilkeleri, bu tür bir
ilişkiye kökten karşıttır. Bu ahlak yapısına göre, olgun aşkın verdiği bu
dünyasal iç huzuru, dünyaüstü tanrıya dönük tapınma eylemiyle yarı­
şır . . . "(18)

Allah kullarından eksiksiz sevgi ister; müminlerinin tüm duygusal


bağlılıklarının kendisine adanmasını şart koşar.

Onlar ki Allah'a eş koşup, kendilerini onlara (tapınma nesııelerine)


adarlar ve onları Allah'ın gerçek inananları sevdiği gibi sever­
ler.(19)

Ya da:

Duygusal bağlılık iıısanın kalbini ikiye böler; oysa Allah insanın

1 49
bedeninde iki kalp yaratmadı.(20)

Müslüman tektanrıcılık, yedinci yüzyıl Arabistan'ında önceden va­


rolan dinsel bir uygulamaya, 'ortaklık' kavramına karşı �iddetli bir
mücadele başlath. Putataparlığın beraberinde görülen tanrısal olanın
çeşitli biçimlerde vücut bulması olgusu, birçok tanrı ve tanrıçanın 'or­
taklık ı, en yaygın inançtı. Allah diğer tan�lar arasında ibadet edilen
'

bir tanrıydı o kadar. İslamiyet, Allah'ın tekelini tehdit eden öteki Arap
tanrılarını tasviye etmek zorunda kaldı. Müslüman inancının açılış
cümlesi şöyledir: "Allah'tan başka tann yoktur." (Bu konuda bkz., İbn
Hişam'ın Sira'sı ve İbn al-K'hali'nin Kitab al-Asnam'ı, ve İslamiyet önce­
si Arabistan' da görülen dinler üzerine yapılmış diğer araştırmalar.)
Müslüman Tanrı kıskançlığıyla bilinir. Mümin'in kendisine duydu­
ğu bağlılığı engelleyen ne olursa olsun, kıskanır.(21)
Evlilik birimi gerçek bir tehlike olduğu için, iki yasal yolla zayıflahl­
mıştır: Çokeşlilik ve boşama. Bu iki kurumun da temelinde çiftin psi­
kolojik yapısını hayret verici biçimde tanıyan önermeler yatar.
Halk kurnazlığı, çokeşliliğin erkeğin değerini arttıran bir araç ol­
duğunu gayet iyi bilir. Erkek bunu, kendisinde herhangi bir iyileştir­
meye gitmeden, birçok kadını rekabete sokarak başarır.

Tamu bir hazine sandığıdır (Tamu, bir kadın ismidir.)


Ayşe ise o sandığın anahtarı...

Bu anlamda bir çokeşlilik, evlilik birimindeki duygusal bağın güç­


lenmesini önlemeye yönelik bir girişimdir ve kankocanın birbirlerine
yaptıkları sevgi yatırımlarının yoksullaşması sonucunu verir.

"Çokeşliliğin bariz sonucu, kadının erkeğe sahip olmayıp, onu bir ya da


daha fazla kadınla paylaşmasıdır. Bu ne anlama gelir? Bir kere koca, karı­
larının hiçbiri için özel bir duygu beslemez. Onun bütün yumurtaları ay­
nı sepettedir. Karıları açısından durum daha bulanı:Hır. Çokeşliliğin karı­
koca duygusallığını azaltan bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

1 50
Üstelik bu dıırıım, her iki taraf için de geçerlidir. Kadın kocasına yapacağı
duygusal yatırımın çoğunu diğer ilişkilerine yöneltir. "(23)

Çokeşliliğin kadınlar için anlamı,1924'ten 1950'ye kadar bir Fas­


lı'nın hareminde cariye olarak yaşayan altmış yaşındaki Salama tara­
fından şöyle açıklanıyor:

'Onun gözdesi konumuna yükseldiğim için mutluydum; ama bu dunı- o

mım getireceği tehlikelerden korkuyordum. '(24)


'Ne tür tehlikeler? '
'Bir sürü, en korkuncu da Hicar. '(25)
'İçinizden birini hicar etti mi? '
'Evet. Zehra'yı etti. Onunla bir kez beraber olduktan sonra bir daha yüzü­
ne bakmadı. Zehra'nın durumunu gözümün önüne getiriyordum. Beni
her çağınşında, "Acaba bıi son çağırışı mı? " diye kendime sorardım. Zeh­
ra'dan farkım yoktu. Zehra çoğumuzdan daha güzeldi. Peki beni neden
seçsindi. Şafakta gözüm açık, hep bunları düşünürdüm. '
'Kıskanır mıydın? '
'Şaka mı ediyorsun? Kimi ve niye kıskanacakmışım? Hiç hakkımız yoktu.
Yasal eşi de dahil olmak üzere, onun üzerinde kimsenin hakkı yoktu. Her­
şeyden önce hepimiz eşittik. Demokrasi!'

Ekonomik sorunlar alhnda ezilen Müslüman toplumlarda harem


nadir görülen bir şey haline geldi. İstatistik olarak çokeşlilik yokolsa
da(26), monogam evliliklerde bile varsayımlarıyla ayakta kalmayı sür­
dürüyor. İşte size görüşmelerden bir örnek:
'İkide bir başka kadın alacağını söylüyor. Her sabah beni bununla tehdit
ediyor. Artık kaygılanmıyonım. Biu bakmaktan aciz. Hiçbir şey yapamaz.
Bu modem kadınlarla nasıl başedecek? Ancak bir sirk çıkar ortaya. Yine
de böyle konuştuğu zaman inciniyorum ve ben de onu incitmek istiyo­
rum. ' Marya M.
Her ne kadar Müslüman çokeşlilik erkeğe tanınan bir ayrıcalık ise
de, erkeğin bu imtiyazını istediği an istediği kadınla ilişkide bulunarak

151
kullanmasını engelleyen karışık bir kurumsal ayrıntı bulunur.

'Çokeşli erkeğin karıları arasında eşitli� gözetmesi ve diğerlerinin zararına


birine meyletmemesi zorunludur. Yolculuğa çıkarken içlerinden birini ya­
nına almak istiyorsa, Peygamber'in yaptığı gibi aralarında kura çekmeli ve
bir kadını nöbetinden yoksun etmişse, başka bir gece bunu telafi etmelidir.
Bu bir dinsel görevdir...
Yüksek bir adalet duygusuna sa/ıip olan Peygamber, o gün sırası gelme­
yen lıerlumgi bir eşiyle yatmak istediği zaman, nöbet sistemini bozmamak
için diğer karılarıyla da beraber olurdu. Ayşe'nin ifadesine göre (Peygam­
ber'in en genç ve en çok sevdiği karısı), Peygamber böylesi bir görevin üs­
tesinden bu şekilde gelirdi. Anas, Peygamberin dokuz karısını bir sabahta
ziyaret edebildiğini yazar. '(27)

Peygamberin cinsel girişimciliği, onun çarpıcı kişiliğinin bir par­


çası olarak kabul edilir. Kırk erkeğin cinsel gücüne sahip olmak gibi bir
mucize gösterdiğine inanılır.(28)
Sıradan müminin Peygamber örneğine ulaşması beklenemez.
Pragmatizm İslami bir nitelik olup, bir sabahta dokuz kadını tatmin
edemeyen ortalama erkeğin nöbeti gelmeyen kadınla birleşmekten sa­
kınmasını tavsiye eder. Bu bir bolluk içinde darlık ilkesini sağlama al­
ma yoludur. Yalnızca erkeğin duygusal potansiyelini dağıtmakla kal­
maz, kadınların değiştirilebilirliğini de vurgulamış olur. Erkeği arzula­
madığı kadınlarla ilişkiye zorlayarak, kendi karısı bile olsa, diğer kadı­
nın çekiminden kurtarır.
Çokeşliliğin temel varsayımlarını boşama kurumunda da bulabili­
riz. Çokeşlilik gibi, boşama da bir erkek ayrıcalığıdır. Erkek ağzından
çıkan basit bir cümleyle cinsel eşlerini değiştirebilir: 'Seni boşuyorum'.
Fakat bu da erkeğin lehine gibi görünüp, onun zararına işleyen bir bu­
meranga benzer.

Fez, Temmuz 1971 Mektup 1

1 52
Allalı'a Şükürler Olsun.
Biiyiikİslam Alimi Mu/ay Mustafa 'ya,
Başıma gelen bir felaket konusunda size akıl daıııştığım için çok mutlu­
yum. Öyle bir derdim var ki, çözemiyonım. Çok öfkeli olduğum bir anda
karımı boşadım. Yalvarırım bana kan mı geri almanın bir yolunu gösterin.
Onu çok derinden ve yoğun olarak sevdiğimi itiraf ediyorum.
Saygılar.

Fas kanunlarında, kızgınlık ya da sarhoşluk durumunda gerçekle­


şen boşamanın geçersiz olduğu belirtilir. Bu kanun Faslılarca bilindiği
halde, yukarıdaki mektubu yazan koca, sözlerin böylesine ölümcül bir
önem taşıdığı bir toplumda yaşamaktan dolayı, yeni teminatlara ge­
reksiniyor. Kocanın endişesi, kadında gayrımeşru yaşama korkusu bi­
çimini alır.

Kazablanka, Mektup 2

Kocamla kavga ettik ve o beni boşadı. Ona geri döndüm, ama kocam yeni­
den birleşmemiz için gerekli işlemleri yapmadı. Onunla kalmaya devam
etmeli miyim, yoksa ailemin yanına mı döneyim?
Üç çocuğum var ve kocam sürekli yemin ederek beni boşuyor. Sonra da
evliliğimizin yasallaşması için gerekeni yapmıyor. Onunla çok genç evlen­
diğimi eklemeliyim. Bu duruma son verip ailemin yanına mı döneyim?

Boşama hem kadın hem erkek açısından bir tuzak olduğu gibi, bo­
şamaya tanık olan ailenin diğer üyelerini de bağlar. Eğer erkek yeni­
den evlenmenin koşullarını yerine getirmemişse, kendilerini zina ya­
panlarla birlikte yaşıyormuş gibi algılarlar.

Beni Mel/al Vilayeti, 14 mayıs 1971 Mektup 4

Bay ... adına bu sorunu size yazıyorum.

1 53
Bir adam karısına üç kez üstüste onu boşadığını söylüyor. Bu sıradan bir
yanlış anlama. Karısından çocukları var. Kadın hala onun evinde kalıyor.
Adam onunla yatmıyor veya yanına gelip konuşmuyor. Ama bir baba ola­
rak bütün sorıımluluklarmı yerine getiriyor: Kadın ve çocukların gerek­
sindiği parayı veriyor.
Bu adamın cahil olduğu, dini konularda hiçbir şey bilmediği dikkate alı­
nırsa, karısını geri almasının dinen bir yolu bulunur mu?, diye babası si­
_
ze soruyor.

Fas usulü boşanmanın çarpıcı yönü, kocanın evliliğe son verme


arzusu üzerinde hiçbir denetimin bulunmamasıdır. Yargıç sadece bu
kararı kayda alır; itiraz edemez.
Müslüman aileye içkin olan dayanıksızlık, psikiyatrist ve pedagog­
lar tarafından çocuk gelişimi için korkunç olarak tanımlanır. 'Bu daya­
nıksızlık, ek çelişki ve gerilimleri beraberinde getiren modernleşmeyle
birlikte artmıştır. Geleneksel ailede kocanın iznine tabi olan kadının
evden dışarı çıkması sorunu, modernlikle birlikte karıkoca arasında
tam bir çatışma sebebi haline gelmiş görünüyor. Geleneksel heterosek­
süel davranış modelleri, geleneksel ideoloji, halk sağduyusu ve kanun­
lar modernleşmenin tehdidi altındaki kocanın hak ve ayrıcalıkları için
bir şey yapamıyorlar.

NOTLAR

(1) Al-Gazali, Rev., Kahire, trsz., s.39.


(2) lbid.
(3) Kuran, sure 78:32.
(4) Cinsel perhiz geleneksel İslam için yabancı bir kavramdır. Gazali'nin
Revivification'ı yazmak için 1095'ten 1 1 15'e dek inzivaya çekildiği varsayılır.
(5) Al-Gazali, Criterion for Action, Kahire1964, s. 317.
(6) E. Westermark, Wit and Wisdom in Morocco, s. 329. İlk iki atasözü ikinci
halife Ömer'e dek uzanır. Bkz., Gazali, Reiı., s.44.

1 54
(7) Kuran, sure 4:34. Bkz. Gazali, Rev., dövme üzerine, s.49; J.Schacht, İsi.
Huk. Gir., s.166; ve Y. Linant de Bellefonds, Traite de Droit Musulman Compare
(Karşılaştırmalı Müslüman Hukuku), Lahey ve Paris 1965, s. 294.
(8) Al-Buhari, al-Sahilı, s.448, K:67, B:93; Tarmidi, Suııa; al-tarmidi, s.415,
B:l l, H:1 173.
(9) Madde 56, Code du Statut Personnel.
(10) Dahşuşa, çok kalabalık evlerde evli çiftlerin mahremiyetini vurgula-
mak için gerdek odasına kurulan çuhadan simgesel bir çadırdır.
(11) Gazali, Rev., s.56.
(12) Kuran, sure 4:43.
(13) Gazali, Rev., s.28.
(14) Ibid., s.50.
(15) Ibid., s.49.
(16) Sandor Frenczi, Thalassa, A Theory of Genitality (Dalassa, Bir Üreme Ku­
ramı), New York1968, s.17.
(17) Gazali, Rev., s.50. Kuran, sure 25:54. Birleşme esnasında bir müslüma­
nın söylemesi beklenen sözleri, Buhari'nin al-Sahih isimli eserinde bulabilirsi­
niz; s.439, K:67, B:66; ve Tarmidi, Sunan al-Tarmidi, s.277, B:8, H:1098.
(18) Max Weber, Religious Rejections of the World and Their Directions, From
Max Weber, çeviri: H. Gerth ve C. W. Milis, New York1958, s.347.
(19) Kuran, sure 2:165.
(20) Kuran, sure 3:4.
(21 ) Tann'nm Kıskançlığı Üzerine, bkz., Buhari, al-Sahih, s.451, K:67, B:107,
106, ve Tarmidi, Sunan al-Tarmidi, s.417, B:14, H:l 1 78.
(22) E. Westermark, Wit .md Wisdom, s.329.
(23) W. Stephens, The Oedipus Complex, Cross Cultural Evidence, New
york1962, s. 6.
(24) Bir cariyenin efendisi ya onu ev işleriyle sınırlar ya da sevgilisi konu­
muna yükselterek, ondan doğacak çocukların meşruiyetini ve miras hakkım
tanır.
(25) Hıcar: Eğer bir adam cariyesini artık çekici bulmuyorsa, onunla olan
sözsel ilişkisini dahi kesebilir ve onun kovulması, çocuklarının harem içindeki
durumuna da yansır. Hıcar olan dişi nesne, gözde ve sevgili olarak konumu-

1 55
nu yitirir; diğer kadınlar ve cariyelerce aşağı görülür. Ona genellikle kötü göz­
le ve bahtsızlık alameti olarak bakılır.
(26) Fas'ın 1952'deki oranı henüz çok düşüktü -% 6,6. O zamandan bu yana
daha da düşmesi olasıdır. Bkz. W. Goode, World Revolution and Family Pat­
terns, New York 1963, s.103; ayrıca R. Pata!, Society, Culture and Change in the
Middle East, Philedelphia 1962, s. 92-3.
(27) Gazali, Rev., s.48.
(28) İbn Saad, al-Tabakat, cilt 8, s.192; ayrıca bkz. Buhari, al-Sahih, s.412,
K:67, B:4.
(29) D. J. L. Roland, Developpement dela Personalite et Incidences de l'Environ­
ııement au Maroc (Fas'ta Kişilik Gelişimi ve Çevrenin Etkileri), Maroc Medical,
Aralık 1964, s. 269-272.
(30) M. Achour, Vue Particuliere du Probleme de l'Environnement en Fonction
du Milieu Scolaire Marocain (Fas Okul Ortamı İçinde Çevre Sorununa Özel Bir
Bakış), Maroc Medical, Aralık 1964, s.329.

1 56
7- Kayınvalide

Geleneksel bir evlilikte kaynana, karıkoca yakınlaşmasının önünde


duran engellerden biridir. Ana-oğul arasındaki sıkı bağ, Müslüman ev­
liliğin anahtar etkeni sayılabilir. Anneleriyle çok yakın ilişki içinde bu­
lunan oğullar, kendi erkekliklerinden, özellikle de kadının kurnazlı­
ğından endişe duymaktalar.
Psikoanalitik kuram, bireyin annesiyle olan ilişkisinin karşı cinsle
kurduğu ilişkileri belirlediğini ortaya koyar.(1)
Philip Slater'ın çalışmasında olduğu gibi, kültürler arası inceleme­
ler, toplumların bu ilişkiyi etkili bir biçimde kullanmanın farklı yolları­
nı bulduğunu göstermektedir. Slater, ana-oğul ilişkisine verdikleri öne­
me göre toplumları ikiye ayırır.

1 57
Toplumlar, ana-oğul ve karıkoca ilişkilerini vurgulama tercihleri bakımın­
dan iki kutup arasında seyrederler. Her toplum kendini sürdürme devrini
özgün modeller aracılığıyla gerçekleştirir. (2)

Zayıf evlilik bağının kurumlaştığı toplumlarda ana-oğul ilişkisinin


özel bir öneme sahip olduğunu ileri sürer. Müslüman toplumlarda ev­
lilik bağının zayıf olması ve erkeğin karısına duyduğu sevginin hoş
karşılanmamasının yanında, oğulun sevmesine izin verilen tek kadın
annesidir ve bu sevginin ömürboyu süren bir minnete dönüşmesi
özendirilir.

Annesi onu zahmetle taşıdı; zahmetle doğurdu. Onu taşımak ve memeden


kesmek otuz ayını almıştı. Oğul kendi gücüne erişip kırk yaşına geldiği
zaman, Al/ahım şükranlarımı nasıl sunacağımı bana göster, dedi.(3)

Oğulun anasına duyduğu minnettar sevgi birçok ayete konu ol­


muştur.(4) Dahası bu sevgide zaman sınırlaması yoktur. Başlangıcı, or­
tası ve törensel sonu olan, yetişkin erkeğin karısıyla gireceği heterosek­
süel ilişkiye yol veren bir süreç ise hiç değildir. Tersine, birçok toplum
için erkeğin annesinden çıkması anlamındaki törenlerle kutlanan evli­
lik, müslüman toplumda, annenin oğlu üstündeki iddiasını güçlendi­
ren bir ayine dönüşür. Evlilik erkeğin yaşamını sevgi ve cinsellik ola­
rak ikiye ayıran Oidipus komleksinin kurumsallaşmasıdır.(5) Erkek
cinsel ilişki kuramayacağı bir kadını sevmeye şartlandırılırken, cinsel
ilişkide bulunduğu karısına fazla ilgi duymasına set çekilir.

Oğluna Eş Seçiminde Annenin Baskın Rolü


Geleneksel kadınlarla yaptığım görüşmelerden anladığım kadarıy­
la, edilik girişiminde bulunan, erkeğin kendisinden çok annesidir.
Resmi olarak baba olması beklenen evladın yeni ailesi hakkındaki ka­
rarlar. anne tarafından alınır.

1 58
'Yiııe bir güıı avluda oturuyorduk ki, kapı vuruldu. Soııradaıı kayııaııam
olacak olaıı babamın kuzeııi bir teyzem gelmişti.
Tetuaıı'dan buraya oğlu için kız bakmaya gelmişti... Oııiiç yaşındaydım.
Beni gördü; babamla konuşup beni istedi ve gitti.
İki ay sonra geri geldi ve benim evlilik anlaşmam imzalaııdı. '
'Kocanı tammış mıydııı? '
'Hayır. Onunla lıiç konuşmamıştım . '

Başlık parası ve evlilik anlaşmalarındaki mali kararlardan sorumlu


olan kayınpederin görüntüde abartılı bir rolü vardır. Oysa cinsel ayrı­
mın yaşandığı bir toplumda, evlilikle ilgili bilgilere ulaşan kişi olarak
başrolde anne vardır.
Gelini görüp onunla konuşan, onun bedenini en iyi bilen annedir.
Fas toplumunda sadece bir kadın diğerini çıplak görüp onun sağlığı
hakkında bilgi edinebilir. Bu da yıkanma ve arınma ayinlerinin yanısı­
ra çeşitli işlevleri olan hamamda gerçekleşir. Hamam yoğun bir ileti­
şim merkezi, aile sırlarını açığa vuran bir bilgi ofisidir.
Geyyessa (Kasiyer) ve Teyyeba (masaj, su taşıma, kadın hastalıkları­
nın otlarla tedavisi gibi çeşitli yollarla müşterilere yardım eden 'Cuma
Kızı') hamam içinde stratejik bir konumdadır. Hamam çevresinde ya­
şayan aileler hakkında az çok bilgi sahibidirler. Genç kızlar özel bir de­
dikodu konusudur ve onlarla ilgili olsun veya olmasınlar, kadınlar
gençkızların davranışlarını konuşmalarına malzeme yaparlar. Bir
gençkızın ünü, ailesinin namusu ve saygınlığı demektir. Gençkızlara
sahip oldukları ünü kazandıran -ister kaynanaları, geyyessa ve teyyeba­
lar veya oğlan tarafı olsun- cinsel hayatı kalmamış, dul, boşanmış ya
da terkedilmiş yaşlı kadınlardır. Yaşlı kadınların bilgi alışverişleri, on­
lara etkili bir çöpçatanlık gücü vererek, erkeğin karar alma rolünü ikin­
ci plana atar. Eğer bunlardan biri oğlan anasına gelip, gelin adayının
nefesinin koktuğunu, ya da gizli bir bedensel kusuru veya deri hastalı­
ğı olduğunu söylerse, evlilik kararında etkili olur. 55 yaşındaki Marya
M.'nin evlenmesi bu duruma bir örnektir. Marya'nın kayınvalidesine

1 59
yaşlı bir kadın gelerek gelin adayının çok zayıf ve solgun göründüğü­
nü, dolayısıyla verem olmasından kuşkulandığını söylemiş. Evliliği bu
yüzden yedi yıl ertelenen Marya, yedi yıl sonra da olsa kocasıyla ev­
lenmelerini babalarının yakın arkadaşlığına bağlıyor.

'Evlendiğimde çevremin ölçülerine göre yaşlı bir kızdım. Benden kiiçiik


kızkardeşlerim evlenip gitmişlerdi. Evlenmem bir tür komediye dönmiiştii
ve ben kendimi Tanrı'nııı lanetine ıığramış lıissediyordıım. Bu yüzden bir
gençkız hakkında fikrim sorıılımca lıiç ağzımı açmam ve kötü şeyler söyle­
mem. Bunların üzerinden yıllar geçti; ama ben lıerşeyi sanki diin olmuş­
casına canlı lıatırlıyorıım. Hala kocamııı annesine güliimseyemiyorıım. '
Marya M.

Yaşlı kadınların gençlerin yaşamları üstündeki gücü, yaşlılığın kadı­


na ve erkeğe tamamen zıt etkiler yaptığını ileri süren Fas halk kültü­
ründe şöyle dile gelir.

Seksenini bıılan adam bir evliya olur,


Altmışıııdaki kadııısa celıemıem eşiğidir.(7)

Veya:

Şeytanııı bir yılda yaptığım


Yaşlı kocakarı bir saatte yapar.(8)

Bir kadının yaşca ileri olması, hile ve dolap çevirmesiyle eşanlamlı­


dır.

Bir kadın yaşlandı mı


İşi giicii entrika�:ır;
Ne görürse ona �ıırııımıı sokar.
Oııım ölüsüne de dirisine de lanet olsım.(9)

1 60
İlerlemeden .önce şunu belirtmeliyim ki, her ne kadar anne Fas
toplumunca kayırılıyor gibi görünse de, sistemin yıkıcı unsuru olma
yazgısından kaçamaz. Yaşlı kadınlar da gençler gibi olumsuz bakıştan
paylarına düşeni alırlar. Tek fark, genç kadındaki yıkıcılığın onun cin­
sel çekiciliğinden, yaşlı kadındaki yıkıcılığın ise artık cinsellik yaşama­
masından ileri gelmesidir. Menapoza giren kadın, kendisini aseksüel
bir nesne gibi görmek ve cinsellikten mümkün olduğunca erken vaz­
geçmek yönünde baskı altına alınır. Kocasının daha genç kadınlara yö­
nelmesi beklenirken, adet görmeyen kadın cinsel haklarını savunmaya
kalkarsa, hem erkekler hem de kadınlar tarafından kuşkuyla karşılanır.
Fas erkekleri arasında oldukça yaygın bir espri dolaşır:

'Niçin hükünıet eldrn düşme araba pazarı gibi kadınlar için de bir pazar
kurmaz ki! Eskisini götürüp üstüne biraz para koyarak yeni kadın alırdık. '

Yaşlanan kadına cinsel benliğinden ve evlilik geleceğinden vazgeç


mesi için yapılan .baskıyı anlarsak, onun oğluna karşı geliştirdiği tııt·
kuyu da anlayabiliriz.
Cinsel çatışkının güçlü, kadının aşağı konumda olduğu toplum­
larda penis arzusu yoğundur. Kadının duygusal tatminlere ulaşması,
ancak ana-oğul ilişkisi içinde mümkündür. Çünkü evlilik bağı dışında,
bu tür gereksinimlerin karşılanacağı bir alan bulunmamaktadır.(10)
Verilerimde yer alan bütün kaynanalar aseksüeldi. Yaşlı çiftin aynı
odada uyuduğu durumlarla karşılaşılsa bile, bu asla aynı yatak değil­
di.

Arkadaş ve Öğretmen Olarak Kayınvalide


Kaynana ve gelin birbirlerinin rakibi oldukları kadar, işbirliği için­
dedirler. Yaşlı kadının deneyimsiz genç gelinine öğreteceği çok şey
vardır. Bunlar sadece cinsellik ve·hamilelik konusunda değil, bedensel
güzellik gibi Faslı kadın için yaşamsal önem taşıyan konulardadır.

1 6l
Aşağıdaki alıntıda bir kaynana-gelin ilişkisi örneği bulacaksınız.

'Bana yaptığı biitiin o zu/iimlere rağmen kaynanamı huzurla anıyorum.


Ona kırgın değilim. Zaman geçtikçe onu daha iyi anlıyorum. Onun ne ka­
dar kannaşık bir kişiliği olduğunun farkma vıırdım . . . Çok zarif giyinirdi;
mücevherleri ve temiz başörtüsüyle kendine güvenen, haşmetli bir dıırıışu
vardı. Temiz ve güzeldi.
Bizim de zarif, şık olmamızı ister, insanların pasaklı gelinleri olduğunu
söylemesini istemezdi.
Çok ince bir kadındı. ' Fatiha F.

Nezaket, zerafet ve süspüs, bedensel güzelliğe bunca önem veren


aristokratik yaşam biçimi değerlerine sahip bir toplum için değerlidir.
Toplumun kız çocuğa bıraktığı bilginin bir bölümünü ot, çiçek ve mi­
nerallerden maskeler, şampuanlar ve kozmetik malzemeleri yapma re­
çeteleri oluşturur. Birçok Fas kadını ucuz ve kullanışlı Batı makyajı ye­
rine, bu geleneksel güzellik tekniklerini tercih ediyor. Kayınvalide do­
ğum, hastalık ve ölüm konularında iyi bir danışman olduğu gibi, yaşa­
mı bilen bir öntip olarak taklit edilir.
Fas'ta evlilik erkek-egemen bir evliliktir. Çocuk-kadın adet görür
görmez veya gördükten sonra ailesini terkedip kocasının evine gider.
Erkeklerden ayrı yetiştiği için erkekten korkar ve kadınlara güvenme­
ye, onlarla iletişim kurmaya daha fazla eğilimlidir. Evliliğinin ilk yılla­
rında kocasından ziyade kaynanasıyla ilişki halindedir:

'İlk adetimi görene kadar kocamla kaldım. '


'Bu ne kadar sürdü?'
'Tam hatırlamıyorum -belki bir yıl. Göğüslerim çıkmamıştı. Oğlan gibiy­
dim . '
'Sana yaklaştı mı? '
'Asla. Biitiin bir yıl boyu bana hiç dokunmadı. '
'Onunla yaşarken aynı odayı mı paylaşıyordunuz? '
'Ben lımam ile (Kaynana) yaşıyordum; kocamı görünce örtünürdüm . '

1 62
'Hma'nla mı yaşıyordun ? '
'Hma'mla yaşıyordum. Bana kendi çocuğu gibi davranırdı. Sıkılmanıam
için komşu kızlarını getirirdi; onlarla oynar, çene çalardık.' Kenza

Faslı anababalar kızlarını kötü muameleden korktukları için tanı­


madıkları çevreden olan kocalara vermek istemezler. Eğer damadın
annesi oğluyla birlikte yaşamayı düşünüyorsa, bu korku yatışır. Koca­
ya güvenmeyen kız tarafı, kaynananın varlığını kızlarının rahatı için
bir güvence olarak görür.
Aşağıdaki koca-oğul olayı, gelinin hayatına Fas kuralları için bile
aşın biçimde karışan bir anneyi anlatmaktadır.

Berkane vilayeti, 20 Mayıs 1971

Mulay Mustafa'ya,
Efendim,
Üç çocuk babasıyım. Çocuklarımı kocasını kaybeden annem emzirdi. Bunu
yapmasının nedeni sütünün olmasıydı.
Dinin bu tür bir emzinneye bakışı nedir?

Bütün kaynanalar böylesine bir emzirme potansiyeline sahip de­


ğiller ve evlilik içi görevleri bu denli üstlenmeleri gerekmiyor. Kayna­
nalar genellikle, ilk birkaç hamileliğinde genç geline yardım ederler.
Görüşmeler, kadının hamileliğini bedeninin yabancı güçlerce bas­
kına uğraması olarak tecrübe ettiğini gösteriyor.

'Henüz bir çocukken hamile kaldım. Kimsenin karnımı gönnesini istemez­


dim. Oturunca karnımı farketmezler, diye düşünürdüm. Öylece uzanıp
günlerce ağladığımı bilirim.' Kenza

'Çocuk içimde kıpırdamaya başladığında ne olduğunu anlamadım. Ne za­


man kıpırdasa çığlık atardım. Derimi delip çıkacak gibi gelirdi. Tuhaf
olurdum.' Hayat H.

1 63
İlk hamileliklerin tuhaf bir olgu gibi algılanmasına düşükler de kat­
kıda bulunur.

'Evliliğimin ilk aylannda adet görmedim. Hamile kalmıştım ama bu garip


bir hamilelikti. Sekizinci ayda karnım bayağı biiyümiiştii -tuhaf bir duy­
gu, sanki içinde sadece yağ vardı... Tuhaf bir Jıamilelikti. Bir giin sancı ve
kanama başladı. Etrafımdaki insanlara içimde kalbimi yemek için zıpla­
yan bir kurbağa varmış gibi hissediyorum, dedim." Bir şey yok. Ne o/du­
ğımu anlayamayacak kadar gençsin. Hamilelikte sabırlı olmak lazım. Bii­
tiin kadınlar senin gibi hissederler", diye karşılık verdiler. İkna olmamış­
tım. Kocam beni doktora götiirdii. Doktor kadındı. Karnıma eliyle vurun­
ca kendimi çok kötü hissettim ve titremeye başladım. Karnımda olan neyse
öliiymiiş. Dışarı çıkmaya başlamış. Çocuk değil de, tuhaf parçalar yığınıy­
mış.'
'Tulıaf parçalar mı?'
'Evet, garip biçimleri olan parçalar. Çocuk değildi, ama tuhaf ve farklı
parçalardı. Hepsi yedi taneydi. Bir parça balığa, diğeri iiziim salkımına,
bir başkasıysa eng;nar kafasma benziyordu; dokımwıca kafası yumurta gi­
bi fırlıyordıı.'' Fatiha F.

Evliliğinin ilk yılları, yeni gelin için bir hamilelikler silsilesidir ve


sonraları o yıllarını çocuklara ve onların sorunlarına adanmış zaman­
lar olarak anımsar: Kunt Haida felvlad sık duyulan bir sözdür: 'Çocuk­
larla meşguldüm.' Kaynana bu yıllarda yararlı bir gözetimcidir ve
onun sayesinde evdeki işler yolunda gider. Gelin birlikte bu yardım bi­
çimini ve bunun ev içi güç ilişkilerini nasıl etkilediğini, Fatiha F.'nin
hayatına bakarak inceleyelim. Fatiha, Adalet Bakanlığı'nda çalışan ve
işi gereği Fas'ın farklı bölgelerinde yaşamak durumunda kalan küçük
bir memurla evli, 45 yaşında bir anne ve eştir.

Ev Üzerindeki Kayınvalide Denetimi


Gelinin kaynanasına itaati, 'kocanın anababasına ve yakın akr{lbaları-

1 64
na hürmet göstermesi'ni şart koşan Modern Yasa ile de doğrulanmıştır.
Fas evlerinde genellikle erkekten eser yoktur ve kadın sürekli kayna­
nasıyla karşı karşıyadır. Bu itaat iki adette kendini gösterir: El öpme ve
gelinin kaynanasına Lalla (Hanımefendi) diye hitap etmesi.

' ... Hepsinden önemli olanı, el öpme törenini anlatmadım. Biz (oğlunun
karıları), bir sabah ve bir de güneş battıktan sonra anım elini öpmek zo­
rundaydık. Hem avucunu, hem de elinin üstünü öpüyordunıız. Ona La/la
diye Jıitabetmek zorımdaydık. El öpmeyi ımuttıığum zamanlar, dünya ter­
sine dönerdi. Tam bir gösteri yapardı. Bana doğrudan tek kelime etmez,
görevlerimi hatırlatmazdı. 0/ı hayır! Bu anım için çok çiğ olurdu; kurnaz- ,
ca değildi. Kocam eve gelince ona saldırır:
"Biliyor mıısım, senin şu karnı gitgide küstalılaşıyor. Küstahlığına sessiz­
ce katlanıyorwn, çünkü seni seviyorum ve sorun yaratmak istemiyorum",
derdi. Kocam 'Ne yaptı?' diye sorımca, 'Akşam elimi öpmeyi ımuttu. Her
gı1n bira:. dalıa fazla kuralları çiğniyor", yanıtını verirdi. ' Fatiha F.

Bu saygı törenleri ev birimindeki güç dağılımının bir ifadesidir.


Yiyecek ve temel maddelerin konulduğu kilerin anahtarı bu gücü sim­
gelerdi. Anahtarı elinde bulunduran kişi neyin, ne zaman yeneceğine
karar verirdi.

'Hma'm Jıerşeyi denetlerdi. Neyin ne kadar yeneceğini o bilir, anahtar on­


da dururdu. Ondan izin almadan yiyecekleri kullanamazdım. Yemeği biz
yapıyarduk. Ama yemek hazır olunca biz dokımamazdık. O mutfağa gelir,
yemeği kendi koydıığu önceliklere göre dağıtırdı. Örneğin, bayramdan ön­
ceki geceleri kurabiye yapmakla geçirirdik. Ama bir tanesini alamadığımız
gibi, izinsiz çocuklara da veremezdik. Herşeyi kilitlerdi. Yemek zamanı dı­
şında, canım çok istese bile bir fincan çay içemezdim. Azıcık şeker ve bir­
kaç nane yaprağını ondan dilenmek zorundaydım. (Fas çayı, yeşil çay na­
ne ve şekerden yapılır.)' Fatiha F.

Goffman totaliter kurumların güç dengesinde varolan birçok değiş-

1 65
keni sıralar. Bunlardan biri, bu' kurumlan yönetenlerin, idareleri altın­
daki insanları sigara, bir fincan kahve gibi günlük ihtiyaçlar için onlar­
dan ricacı yapmalarıdır.(12) Fas evinde, yiyecek için dilenmenin yanı­
sıra, kadın hamam izni ve parasını kaynanasından istemek durumun­
dadır. (Hamam, yarı-kamu kuruluşudur ve ortalama fiyah yirmi senti
geçmez.) Kaynana, bu kavga ve şantaj fırsatını kaçırmak istemeyebilir.
'Hma'm, aksi bir veznedar gibi davranırdı. Bazen ona gider ve /ıamama
gitme niyetimi bildirirdim. Kocamm hamam için ona para bıraktığmdan
emin olmadan ondan para istemezdim. Ben herşeyi hazırlayana (maskele­
riıı, ev yapımı şampııanlarm hazırlanması ıızıın zammı alıyordıı.) kadar
beklerdi. Bense cel/ebamı giyer, peçemi takıp karşısma geçerdim. O fikrini
değiştirmiş o/ıır ve bana, 'Gerçekten gitmek zarımda mısın? Bıırada sıcak
sıı ve banyo yok mıı?' diye sorardı. Soyımııp peçemi çıkarır, tek söz etme­
den otımırdıım. İtiraz edemezsin. İtiraz etmen için birinin desteğine ihti­
yacııı vardır; mıababanızm sizi desteklemesi lazımdır. Benim böyle bir
desteğim yoktıı. Allah'a şükreder ve çenemi kapardım. ' Fatiha F.

Gelin ile kaynanın arasındaki oğlanın gözüne girme yarışı, koca­


nın karısına ne alırsa aynısından annesine de almasından açıkça izle­
nir.

'Kocam bana hediye veremezdi. Diyelim bana bir eşarp almaya kalktı ve
'Fatiha seni kırmızı bir eşarp bağlarken gönnek istiyorum, yüzüne çok gi­
der.' dedi. Ben de çok sevineceğimi say/edim. İşte o zaman kocam mağaza­
ya gider, dört eşarp alırdı-bir tane annesi için, iki tanesi boşanmış kızkar­
deşleri için ve bir tane de bana. Kınnızı alam doğnıdan bana veremezdi.
Annesi ve kızkardeşleri seçtikten sonra kalan son eşarp, artık yeşil mi olur
siyah mı, o benim olıırdıı. ' Fatiha F.

'Kocam amıesini selamlamadan yanıma gelemezdi. Bir gün bana siirpriz


yapmak istedi. İçinde benim için aldığı siityen ve kiilot bıılıman paketle
birlikte amıesini selamlamaya gitti. Paketi farkedeıı kaynanam siityeııi çı­
karıp kocamla dalga geçti: "Kadm gibi siityen taktığım bilmezdim. Karm

1 66
senin ak/mı almış. Delinin biri gibi davramyorsım. (Sadece karma aldığı­
na göre) Bir yerlerde bir şey mi içirdiler sana? (Kad111111 kocasma sevgi
biiyiisii yaptırdığım kastediyor.) Çorba mı içtin? Yoksa gizlice çöreğine
mi koydular?"

Bu sahne, Fas piyes yazarlarının en gözde konusudur. Fas halk ti­


yatrosunun en fazla hor görülen kişisi kaynanadır. Geleneksel yerle­
şimlerde, annenin oğluyla ilişkisi maddi şeylerle sınırlı değildir. Koca­
yı karısıyla başbaşa bırakmamaya dek uzanır bu sınırlar. Karı koca ba­
riz bir antisosyallik sergilemedikçe, gün boyu başbaşa kalamazlar.
Bir aile yuvasındaki sosyal mekan, merkez bir odada -al-bit al-ke­
bir (büyük oda)-, odaklaşır. Aile içindeki anlaşmazlıkları göstermenin
kabul görmüş bir yolu ortak odaya gelmeyi reddederek, başka bir oda­
ya kapanmaktır. Geleneksel evlerde akşam yemeğinden hemen sonra
büyük odayı terketmek terbiyesizlik olarak kabul edilir. O halde, kay­
nananın oğlunu mümkün olduğunca uzun süre yanında tutmak için
bu adeti kullanması doğaldır.

'Kimi zammı, gecenin ileri saatlerinde çok uykıım gelmesine rağmen ortak
odayı terkedip kendiminkine gidemezdim. İkimiz de yorgımluktan ölsek bi­
le, ne kocam ne de ben odamıza giderdik. O yatağma gitmeye karar verene
kadar ommla oturmak zorundaydık. O gitmeden odama çekilemezdim.
Odamızm kapısmı onun suratma kapatamazdık.'
Ya kocan yntağa gitmeye kalktığmda ne olurdu? '
'İmkansız, gidemez. Kavga çıkarmasıııı m ı istiyorsunuz? İşten sonra eve
erken gelmeye başlasa, hemen kocama döner: "Niçin eve bu kadar erken
geldin? Sokakta eğlenceli bir şey kalmadı mı? Sokakta kadm yok mu? Si­
nemalar, eğlence yerleri ne giine duruyor? Neden bu kadar erken gelirsin
ki? Erkeklerin hep karılarınııı yaııında olmaması lazımdır. Bu çok kötii bir
alışkanlık. " derdi.
Biz yatmaya gittiğimiz zaman onun gezindiğini, eğer o gün olanları anla­
tıyorsam, bizi dinlemeye çalıştığmı duyardım. Oııım gizlice bizi dinlediği­
ni bildiğim için, çok önemli sırları söylemezdim. Deli miyim ? Bir giin

1 67
peııcereı;i tam kapatamamışım. O da yaslanınca, ağırlığından açıldı."
' 'Seninle birlikte yatmak istedi mi?
Kendi evimizde değilse de, konuk olduğumuz evlerde geceyi aynı odada
geçirirdik. ' Fatiha F.

Çift genişleyen aileyi terketmeye karar verdiği zaman, özel yaşam


isteklerini yasal bir perdenin ardına saklamak için, memur olan koca­
nın tayinini beklerlerdi. Kadın kocasının tayin edilmesini, kendisinin
ve kocasının yaşamını belirleme fırsatı olarak görür, kaynana ise bunu
kendisine karşı bir komplo gibi algılardı.

'Kocam bizi buradan (babanın ve amcaların aileleri ve iki oğıılım aileleri­


nin yaşadığı mekan) çıkaramayacak kadar meşguldü. Ülkenin başka bir
bölgesine tayin edilmek için uğraşıyordu. Annesine saygısızlık etmeme­
min tek yolu buydu.
Sonunda tayin edilmeyi başardı. Tayini Fedala'ya çıkmıştı. Bir gün anne­
siyle konuşmaya karar verdi ve ona lıükiimetin kendisini Fedala'ya (kırk
mil uzakta) yolladığım, eğer işini kaybetmek istemiyorsa gitmek zorunda
olduğımu söyledi. "Şaka mı ediyorsım ?" diye yanıtladı onu kaynanam.
"Bizi bırakmamalısın. Herkes gibi sen de tayinini değiştir. Gitmeyi aklm­
dan geçireyim, deme. Bımım lafı bile olmaz."
Kocam bu konuşmanın ardından bana gelip, "Bak Fati/ıa", dedi. "Ne pa­
hasıııa olursa olsun bu evden gitmek istiyor mıısım?", "Evet" dedim.
"Dinle, bu bizim son kaçış şansımız. Dalıa fazla beklemeyeceğim. Tayin
kararını hızlandıracağım. Gidip bir oda kiralayacağım, Jıer/ıangi bir oda.
Ne kadar kötü bir oda olduğıma dair veya Jıayatııı bizim için zorlaştığıııa
dair şikayet istemiyorum. Uzun bir süre maddi sıkıntı çekeceğiz. Şikayet
etmeden katlanmaya Jıazır mısııı?" diye sordu. "Ne denli yoksul olursa ol­
sun, o oda bizim sarayımız olacak", diye fısıldadım.
Birgiin çok geç geldi ve beni bir kenara çekerek, "Toparlanmaya başla. Çok
yakında gidiyoruz. Son dakikada söyleyeceğim ki şaşkııılığına gelsin. Gizli
gizli toplan", diye fısıldadı.
Ne hissettiğimi size anlatamam. İştahım gitti. Bir yandan korkuyor, bir

1 68
yaııdaıı seviııiyordum. Hiç seviııçle korkııyıı birarada yaşadığmız oldıı
11111? İki giiıı ağzıma lokma koymadım; içimde sakladığım sır yiizüııdeıı
yemek yiyemiyordum. Artık ııasıl davrmıacağımı,ııasıl yiiriiyeceğimi ve
ııe koııuşacağımı bilemez olmııştum. Evi terkedip beııi yalmz bırakmıştı.,
Toparlaıımak yeriııe köşede yuvarlaıımış olarak dııraıı /ıalıyı açtım. Değer­
li kıımaşlarmıı çıkarıp kapıya astım. O gece kocam eve geldiği zamim ne
oldıığımu a11la111adı. Halıya ve kapıdaki kıımaşlara bakarak,
"Fatilıa, seıı akl1111 mı kaçırd111? Biitiiıı bıııılar ııe a11la111a geliyor? Saııa
toparlaıımam söylemiştim", diye ftsıldadı.
"Bımlarm anlamı, beııim seııiıı karar111da11 haberim olmadığımdır. Beııim
işiıı içiııde olmadığı111ı gösterir", yaıııtım verdim. Aımesiııiıı pla111111ızı
keşfetmesiııdeıı korkuyordımı . Elbette oıııı düş kırıklığma ıığratmayacak­
t1111. A111a, mümküıı olaıı tek maııtıklı yol bııydıı. "Hiçbir şeydeıı /1aberi111
yok, ta111a111 111ı?" diye oııa te111bilı ediyordum. Zavallı m111esi11i11 karşısma
yalmz çıkmak zoruııdaydı.
Ertesi giiıı eve gelip bana bağır111aya başladı. Öyle yüksek sesle lıaykırıyor­
du ki, sesiııi camideıı dııyabilirdiııiz. ' "Fati/ıa, lıemeıı toparla111na11 la­
zmı. Hiikümetteki köpekler, gece Fedala'da olmamı emrettiler. İtiraz hak­
kım yok. Derlıa/! Beııi dııydım, değil mi?"
Ama", diye odasmdaıı sesleııdi aııııesi, "geceyi ııerede geçireceksiıı? Aileıı
var. Saııa böyle davra11a111azlar. Sokakta yatacak /ıaliııiz yok." "Aııııe," de­
di koca111, "oıılar lıerşeyi öııceden diişiimniişler. Tayiıı kararım daluı fazla
ertelememe111 içiıı bir ev ve eşyaları taşıyacak bir kamyoıı ayarlaıımış.
Kamyoıı bir saat içiııde bıırada olur."

Fas toplumunun özel yaşantıya geçit vermeyen yapısı, kaynana­


nın oğluyla karısı arasındaki bedensel yakınlaşmayı engellemesini ko­
laylaştırır. Bu dummu gözönüne alırsak, yaşlı kadınların 'entrika usta­
sı' gibi görülmesine yol açan Fas ön yargısının sebeplerini anlayabili­
riz. Herkesin rolünü belirleyen ve bireye özlem ve dileklerini gerçek­
leştirmesi için özel fırsatlar tanıyan yapının kendisidir. Zalim olan da
kaynana değil yine yapıdır.
Ana-oğul-gelin üçgeni, kadını kocasına bağımlı kılan ve hetero-

1 69
seksüel ilişkiyi güvensizliğe, şiddet ve yalana mahkum eden, yasal,
ideolojik ve fiziksel sınırların oluşturduğu Müslüman paketinin koz
kartıdır. Aşk-evliliği yapmak isteyen gençler sadece büyükleriyle de­
ğil, eylilikleri içinde de çatışma yaşıyorlar.
Kadın düşmanı bir toplumda yetişen bir genç adam, köklü bir
kültürel devrim geçirecek şansı elde etmediği müddetçe, kendi seçtiği
karısını ne kadar sevmek istese de, onunla ilişkisinde ondan duyduğu
korkuyu gösterecektir. Müslüman toplumların maddi dünyası drama­
tik bir biçimde değiştiği halde, kültürel ayaklanma gerçekleşmiyor. Ge­
leneksel ideolojinin ciddi çatlaklarından ne zaman söz açmaya kalkıl­
sa, ya da aileyle ilgili geleneksel kültür modellerini bırakma girişimin­
de bulunulsa, bu girişimler tanrıtanımaz sapkınlıklar gibi (Mııduvana,
şeriatın bir uzantısı ve yeniden dirilişi olarak dini bir yapıya sahiptir)
algılanıyorlar, bida (olumsuz çağrışımları olan 'yenilikler) veya asala'ya
(otantiklik) ihanet olarak tanıtılıyorlar.
Böylece, modern ailenin dayattığı zorunluluklarla, bu kurum içi
ilişkileri biçimleyen modeller arasındaki uçurum derinleşiyor. Her ne
kadar, geleneksel ailenin ekonomik ve mekansal dayanakları, Fas'ın
dünya pazarıyla bütünleşmesi sonucu derin sarsıntılar geçirmişse de,
geleneksel üstyapıları dondurup aile ilişkilerini yöneten geleneksel
kavram ve modelleri koruma yönünde ancak nevrotik girişimlerde bu­
lunmayı umabiliriz. Sonuç ise çatışma, gerilim ve genç çiftlerin ayrılı­
ğıdır. Çünkü geleneğin ülküleştirdiği tıkanan cinsel ilişkilerden farklı
bir şey kurmayı deniyorlar.
Beklentiler yükseldikçe, psikolojik maliyet artar. Meydana gelen
değişimleri inceleyerek, kaygan altyapıyla katı ideolojik üstyapı ara­
sındaki boşluktan kaynaklanan günümüz kadın-erkek çatışmaların­
dan bazılarını saptayabiliriz.

NOTLAR

(1) Çocuğun annesiyle olan deneyimi ve karşı cinsten bir kişiyle ilişki kur-

1 70
ma yeterliliği Freud'çu ödip kompleksi kavramının püf noktasıdır.
(2) P. Slater, Tlıe Glory ofHera (Hera'nın Zaferi), Boston 1968, s. 414.
(3) Kuran, sure 46:15.
(4) Kuran, sure 4:1, sure 31:14, sure 6:152, sure 17:23, sure 29:8.
(5) S. Freud,T/ıe Most Prevaleııt Fonn of Degmdation of Erotic Life (Aşk Haya­
tını En Yaygın Aşağılama Biçimi), Sexııality aııd Psyclıology of Love, New York
1970.
(6) Dorothy Blisten, Tlıe World of tlıe Family (Aile Dünyası), New York 1963,
s. 204-5.
(7) Sidi Abdurrahman Al-Macdub, Les Quats.du M. le Sarc., s.180.
(8) E. Westermark, Wit and Wisdom, s.326.
(9) Al-Macdub, bkz. Les Qııats. Dıı M. le Sarc., s.180.
(10) P. Slater, Bkz. (2), s.30.
(1 1) Madde 36, Code dıı Statııt Pers. E. Goffman, otoriter ilişkilerde itaat ku­
rallarının taktik önemine işaret eder. Asylıwıs, New York 1961, s.1 15.
(12) E. Goffman, Asylııms, s.41.

1 71
8- Mekansal Sınırların Anlamı

Müslüman cinselliği bölgeseldir: Düzenleyici İslami mekanizmalar


her cinse ayn birer mekan tahsis etmiş, kaçınılmaz mekan kesişimle­
rinden doğacak çelişkileri çözmek içinse özel törenlere başvurmuş­
tur.(1) Kadınların halka açık mekanları (Tanım gereği, erkek mekanla­
rı) kurallı ihlali dışında, onaylanan kadın -erkek etkileşim örnekleri
yoktur. Bu tür etkileşimler, Müslüman cinsel düzeninin dayanağı olan
mekana özgü kuralları çiğnerler. Yalnızca meşru olan resmi düzene da­
hil olabilir.
Aralarında bağ olmayan kadınlarla erkeklerin etkileşimi kanundı­
şı sayıldığına göre, bu türden durumları yöneten kurallar da bulunma­
maktadır. Cinsel ayrımın yokolmasıyla birlikte, insanlar kuralsızlığı

1 73
yaşıyor, doğaçlamadan davranıyorlar. Taklit olasıysa, yaratmak güçle­
şir. Sınırlar sebepsiz yere konulmamıştır. Toplumsal evreni kısımlara
ayırmak, toplumun zevk için yaptığı bir şey değildir.
Toplumu kısımlara ayıran sınırların varlığı, bir kısmın diğeri zara­
rına olan gücünün tanınmasının bir ifadesidir.(2) Sınır ihlalleri toplum
düzeni adına bir tehlike oluşturur; çünkü varolan güçler dengesine sal­
dırmaktadır.

'Cinsel tehlike modelleri bir tür simetri ya da hiyerarşi sergilerler. Onla­


rın güncel olan cinsler arası ilişkileri ifade ettiği yorııınıınıı yapmak ola­
naksızdır. '(3)

Cinsel davranış biçimlerinin simgesel dili, Müslüman düzendeki


güç dengesinin ve toplumsal hiyerarşinin bir yansısıdır. Müslüman
toplum kesin mekan sınırlarıyla iki alt-evrene bölünmüştür: Erkeklerin
evreni -ümmet, dünyevi din ve iktidar- ve kadınların evreni, -cinsellik
ve ailenin evcil dünyası-. Cinsiyete göre mekan paylaşımı, yetkeyi elin­
de bulunduranlarla bulundurmayanlar, ilahi güce sahip olanlarla ol­
mayanlar arasındaki ayrımda kendini gösterir.(4) Bölünme, ümmet'in
(genel alan), fiziksel olarak evcil evrenden koparılmasıyla gerçekleşir.
Toplumsal etkileşimin bu iki evreni(S), biri topluluk, öteki ise çatışma
temelli karşıt insan ilişkileri kavramlarıyla düzenlenirler.

İKİ EVRENİN ÜYELİGİ


ÜMMETİN GENEL EVRENİ CİNSELLİGİN EVCİL EVRENİ
Müminler.Kadınların üm­ Öncelikle cinsel varlıklar olan
met içindeki durumu be­ her iki cinsten bireyler.Fakat
lirsizdir; Allah onlarla a­ erkeklerin zamanlarını evcil
racısız konuşmaz. Bura- birimde geçirmesi beklenme­
dan anladığımız kadarıy- diğinden asıl üyelerinin kadın­
la ümmet öncelikle erkek lar olduğunu düşünebiliriz.
müminleri kapsar.

1 74
ÜYELER ARASI İLİŞKİLERİ DÜZENLEYİCİ İLKELER
ÜMMET AİLE
Eşitlik Eşitsizlik
Karşılıklık Karşılıksızlık
Birliktelik Ayrılık
Birlik, Cemaat Kopukluk, Bölünme
Kardeşliği, Sevgi İtaat, Yetke
Güven Güvensizlik

Cemaat İlişkisi
'Toplumsal bir ilişkinin 'cemaat' ilişkisi olarak tanımlanabilmesi için, top­
lumsal eylemlerin yönü tarafların duygusal veya geleneksel olsun öznel
hislerine dönük olmalıdır ki, birbirlerini tamamlasııılar. '(6)

Ümmet üyeleri, gelişkin bir fikirler dizgesi inancı üzerinde temel­


lenen bir demokratik ortaklıkta birleşmiş kişilerdir. Paylaştıkları inanç
onları birbirine yakınlaştırır ve bir bütünlük yaratır.

Çatışma İlişkisi
'Toplumsa/ bir ilişkinin bir 'çatışma' ilişkisi olarak adlandırılabilmesi için,
bir tarafın iradesini diğer taraf ya da tarafların hilafına dayatarak eylemle­
rini bile bile gerçekleştirmesidir. '(7)

Evcil evrenin üyeleri önce cinsel varlıklardır; inançlarıyla değil,


cinsel organlarıyla tanımlanırlar. Bir bütün oluşturmadıkları gibi, iki
ayrı kategoriye bölünmüşlerdir: Erk sahibi erkekler ve onlara itaat
eden kadınlar.
Kadınlar, evcil evrenin vatandaşlarıdır ki bu evrenin dışındaki va­
roluşları bir anomali, bir günah olarak görülür ( Ümmet meselelerinde,

1 75
dini ve siyasi alanlarda onu söz sahibi yapan ikinci bir uyruğa tabi,
ümmet üyesi erkeğe bağımlı olanlardır kadınlar...) Öncelikle evcil evre­
nin üyeleri olarak tanımlanan kadınlar, hapsedildikleri evrende dahi,
erkten yoksundurlar; çünkü burada bile yetke erkeğe aittir. Müslüman
kadına düşen görev, (Muduvana'.da ve Malik' in Muvatta adlı kitabında
açıkça ifade edildiği gibi), itaat etmektir. İki grubun birbirinden ayrıl­
ması, birini diğerine boyun eğdiren hiyerarşi, cinsler arası iletişimi
onaylamayan, hatta yasaklayan kurumlarda bulur ifadesini. Toplumun
varlığını sürdürebilmesi demek olan üreme, kadın ve erkeğin işbirliği
yapması beklenen tek görevdir.
İşin aslı, kan-koca ilişkisi gibi, kadın-erkek işbirliğinin kaçınılmaz
olduğu durumlarda, eşler arasındaki yakınlığın aşırıya kaçmasını önle­
yecek bir dizi mekanizma devreye girer. Böylece cinsel ayrım, kadınla
erkeğin uzak tutulması beklenen çatışmaları arttırırken, kendisi de bu
çatışmalardan beslenir. Diğer bir deyişle, cinsel ayrımın ortadan kaldı­
racağı varsayılan insan ilişkilerinin cinselleşmesi yoğunlaşmış olur.

Kadınların Tecrit Edilmesi


Ümmet' in üyeleri ile evcil evrenin üyeleri arasında olası cinsel iliş­
kileri önlemek için tecrit ve peçe (simgesel tecrit) geliştirilmiştir. Fakat
paradoksal olarak cinsel ayrım, kadın-erkek ilişkisindeki cinsellik bo­
yutunu genişletmiştir.
Heteroseksüel ilişkilerin birçok kısıtlamaya tabi olduğu ve sonuç
olarak ilginin bu ilişkilerde odaklaştığı Fas gibi bir ülkede baştan çıkar­
ma, gerek hemcinsler arasında olsun, gerekse kadın ve erkek arasında
olsun,·insan ilişkilerinin yapısal bir unsuruna dönüşmüştür.
Burada açtığım tartışmada heteroseksüel ilişkilerde yoğunlaşhrnsa
da, aynı cinsten olan bireyler arasındaki etkileşimi aydınlatmadan cin­
sel kimlik kavrayışımız tamamlanamaz. Cinsel ayrımı seçen ve bunun
sonucu olarak güdük heteroseksüel ilişkilerden yana olan bir toplum,
bir taraftan tek cinsin toplumsallığının diğer taraftan iletişim yolu ola-

1 76
rak baştan çıkarmanın yaşandığı bir toplumdur.
Baştan çıkarma, kendinizden çok şey verdiğiniz ve bundan büyük
haz aldığınız izlenimini veren, fakat aslında hiçbir şeyin alınıp veril­
mediği bir çatışma stratejisidir. Vaad edip herşeye çekimser kalma sa­
natıdır. Bu, yaşamsal bir kendini koruma gereksinimi içinde olan çocu­
ğun başvurduğu çocukça bir sanatken, yetişkinler söz konusu oldu­
ğunda denetlenemez bir duygusal cimriliğin ifadesine dönüşür. Yılla­
rını baştan çıkarma sanatını öğrenmekle geçirmiş birinin, sonunda sev­
mek için seçtiği insana açılıp tüm duygusallığıyla kendini sunduğu
durumlara çok az rastlanır.
Heteroseksüel ilişkilere cephe alınan bir toplumda, duygusal bü­
tünlük yasaklanmıştır. Karşı cinsten korkmaya ve ona güvenmemeye
koşullandırıldığımız için, karşı cinsten bireyleri baştan çıkarma, dala­
vere ve hükümranlık ile ilişkilendirip, olgun erkek ve kadınlar olarak
kurduğumuz ilişkilerde, baştan çıkarma hilelerini sürdüren kuklalara
dönüşüyoruz.
Fas'ta, bedensel güzelliğin hedonistçe vurgulanması, İslam'ın de­
netlemekte yetersiz kaldığı bir Akdenizlilik özelliğidir. Bedenin koz­
metik ve mücevherlerle güzelleştirilmesi, toplumsallaşmanın vazgeçil­
mez bir parçasını oluşturur. Şimdi altmışlarında olan neslin erkekleri
bile, dini bayram ve törenlerde gözkapaklarını (khol) ve dudaklarını
(svak) koyulaştırmak için kozmetik malzemesi kullanırlardı. İslam, be­
denin süslenmesine, özellikle kadınlar söz konusuysa kesinlikle olum­
suz yaklaşır.(9) Dindar kadının mütevazi görünümde olmasını, dikkat
çekici güzelliğini ve bütün takılarını peçenin ardına saklamasını şart
koşar.

Mümin kadınlara söyle bakışlannı yere çevirsinler ve mütevazi


olsunlar. Görünürdeki süslerini göstermesinler; başörtülerini yaka­
lannın üzerine salsınlar. Süslerini kocalan veya babalan, veya ka­
yınpederleri, veya oğulları ... veya cariyeleri, ya da erkekliği olma­
yan yardımcılar veya kadınlann çıplaklığından anlamayacak yaş­
ta çocuklann dışındakilere göstermesinler. Sakladık/an süsleri

1 77
gösterir gibi ayaklarını yere vurmasııılar. Ve lıepiııiz Allalı'a dö­
ııiiıı, ey iııaııaıılar, aııcak o zaıııaıı muvaffak olursuııuz.(10)

Gazali'ye göre, Müslüman gerçeklik yapısında göz de penis kadar


zevk veren erojen bir bölgedir. Erkek, gözleriyle kadının namusuna,
onu sarmış kadar zarar verebilir.

'Başlaısımıı /aırısma bakmak giiııalı olan bir davranıştır. B(lkış gözün zi­
nası demektir; ama bu bakışla cinsel organ harekete geçmiyorsa (eğer erkek
cinsel ilişkide bulımnıaya kalkmıyorsa), bıı da/ıa affa sığar bir davramş
olur. '(1 1)

Peygamber Allah'a onu en zararlı toplumsal tehlikelerden koru­


ması için yalvarırken, penisini ve gözünü baştançıkmanın tehlikelerine
karşı denetlemesinde Allah'ın yardımını isterdi.(12)
Şehvet uyandıran dişi karşısında kendini denetleyemeyen edilgen
erkeğin korunması için İslam'ın tecrite başvurduğu yolundaki kuram,
(çekiciliği kalmamış) yaşlı kadınların peçesiz dolaşabileceklerini söyle­
yen 24. surenin, 60. ayetinde doğrulanmaktadır. Belghiti'nin, kadın tec­
ritinin yaygın olduğu kırsal kökenli kadınlar arasında yaptığı araştır­
ma, yaşlı kadınların genç kadınlara uygulanan kısıtlamalara tabi olma­
dığını, dolayısıyla daha serbest hareket ettiklerini gösterir.(13)
Batılı gözüyle bir baskı kaynağı olan tecrit, birçok Müslüman ka­
dının gözünde bir gurur kaynağıdır.(14) Görüşülen kadınların tümü,
tecriti saygıdeğer buluyorlar. Kırsal Fas'ta tecrit, zengin erkeklerle evli
kadınlara özgü bir ayrıcalık olarak görülür.(15)
Tecritin en uç biçimi olan haremler, yüksek ekonomik düzeyin bir
göstergesi oldukları için, daha fazla itibar görürlerdi. Görüştüğüm ka­
dınlardan biri olan Salama, ömrünün çoğunu bir haremde cariye ola­
rak geçirmişti. Bu durum, Fas standartları için bile nadir bir durumdur
ve Salama'nın deneyimi, diğer kadınların deneyimlerinden kesin ola­
rak ayrılır. Çünkü haremden ayrılmaya izin yoktur ve haremdeki cin­
sel ayrım, sıradan tekeşli evlilikte olduğundan çok daha derindir. Ba-

1 78
şanlı bir tecrit, ciddi ekonomik yatırımları zorunlu kılar; çünkü tecrit
edilenin hizmetleri evde görülür. Alışverişe ya da hamama gitmek zo­
rundcr kalan diğer kadınlar, ev dışındayken birçok kısıtlamalar altına
girerler.

Kadının Sokağa Çıkması


Geleneksel olarak kadının halka açık yerleri kullanması, yani üm­
met evrenini ihlali, birkaç vesileyle sınırlandırılmış ve peçe takmak gibi
birçok kurala bağlanmıştır.(16) Faslı kadınlar, yalnızca evden çıkıp er­
kek mekanı olan sokakta yürüdükleri zaman peçe takarlar. Peçe, kadı­
nın erkek dünyasında görünmez bir şekilde varolduğu anlamına gelir;
onun sokakta olmaya hakkı yoktur.
Eşlik eden olması koşuluyla kadınlar, geleneksel hamam ve türbe
ziyaretleri yapabilirler. Verilerimden anlaşıldığı kadarıyla, hamam zi­
yareti iki ayda bir, türbe ziyareti ise yılda bir ya da iki (genellikle Ra­
mazanın 27. günü) gerçekleştirilmektedir. Her iki ziyaret de kocanın
iznini gerektirir. Refakatçilik görevi yaŞ!ı bir kadına düşer ki, bu kadın
genellikle kocanın annesidir.
Geleneksel olarak, bir kadının ev dışındaki varlığı yalnızca zorun­
luluk hallerinde kabul edilebilir; yoksulluk ve mecburiyete asla saygı
duyulmaz. Saygıdeğer kadınlar sokakta görülmezler. Sınıf-bilinci olan
Fas' ta, nerede iş bulursa oraya giden hizmetkar, toplumsal terazinin en
alt kefesinde yer alır ve birine '11izmetkar" diye seslenmek en büyük
hakaretlerden birisidir. Sadece fahişeler ve deli kadınlar sokakta ser­
bestçe dolaşırlar. Fahişeler için rajlha zahka (ayağı kayan kadın) deyimi
kullanılır. Pascon-Bentahcır gözlemi, kır kökenli bir gencin kente geldi­
ğinde, sokakta yürüyen her kadını 'yollu' gibi gördüğünü açığa çıkart­
mıştır.(17)
Erkek mekanlarında, kadının varlığı kışkırtıcı ve zararlı bulunur.
Okul ve iş kadınların sokaklardaki hareket serbestisini gerektirdiğin­
den, modernleşme birçok kadını halkın tacizine maruz bırakıyor.(18)

1 79
Edward Hail, Saklı Boyut adlı kitabında, Ortadoğu'nun Arap-Müs­
lüman ülkelerindeki mekan kullanımı hakkında iki algısal tespit ya­
par.İlk olarak, 'Halkın içine zorla girmek diye bir şey olamaz. Halk halk­
tır.'(18) Birey, halk mekanında kendine özel bir bölge yaratma iddiasın­
da bulunamaz. Bu Fas için doğru bir saptamadır ve kadının sokaktaki
varlığına dair özel çağrışımlar yapar.
İkinci olarak, mekanın toplumsal niteliği, fiziksel niteliğine bas­
kındır. İhlal kavramı, fiziksel sınırlardan çok ihlali yapan kişinin kim­
liğiyle ilintilidir.(20) Örneğin, bir dost için ihlal asla sözkonusu değil­
ken, bir düşman için bu kavram her koşulda geçerlidir.
Bir kadın herzaman erkek mekanının bir ihlalcisidir; çünkü o, ta­
nım gereği erkeklerin düşmanıdır. �ir kadının erkek mekanlarını kul­
lanmaya hakkı olamaz. Onun bu mekanlara girmesi, erkeksi düzenin
altüst olması ve erkeğin huzurunun bozulması anlamına gelir. Aslında
bulunmaması gereken yerde olduğu için, erkeğe karşı bir saldırı eyle­
mi gerçekleştirmektedir. Geleneksel bir erkek mekanında bulunan ka­
dın, erkekleri zina'ya kışkırtarak, Allah'ın düzenini bozar. Bu karşılaş­
mada erkek çok şey yitirir: İç huzuru, özgür irade, Allah'a bağlılık ve
toplumsal saygınlık.
Kadın örtülü değilse, durum daha da kötüleşir. Fas' ta örtünmeyen
kadın için aryana (çıplak) deyişi kullanılır ve okula giden, iş sahibi
olan kadınların çoğu örtünmezler. Bu iki unsur da (ihlal ve üstelik 'çıp­
lak'ın ihlali) açık bir teşhircilik eylemi oluşturur.

'Suçlanabilir eylem, ister sözlerle, ister beden diliyle ya da davranışlarla


olsun, olayın iletişim yapısı, bir kişinin karşı cinsten birine, ancak çok ya­
kın ilişkilerde uygun görülebilir türden mesajlar vererek yaklaşmasından
kuruludur. Psikodinamik kökenli olanlar dışında teşhirciler, bedensel ola­
rak yakın olsalar bile kişileri birbirinden uzak tutan sosyal denetimi gözle
görülür biçimde yıkarlar. Bu bireye yönelik, doğnıdan bir saldırıdan çok,
bireyin şahsıyla ilintili oldukları kadarıyla kendini ifade etmekte kullandı­
ğı /ıak ve simgeler sistemine yönelik bir saldırıdır. '(21)

1 80
Yürürlükte olan ideolojiye göre, erkeğin kadının varlığına göster­
diği tepki, teşhirci saldırganlığa gösterilen mantıklı bir karşılıktır. Bu
tepki, kadını saatler boyu takip edip, fırsat düşünce çimdiklemek ve
imkan dahilinde lafla sarkıntılık etmek gibi, hepsi kadının teşhirci öne­
risini üstü örtük hedefine taşıma konusunda kadını ikna etme umu­
duyla yapılan davranışlarla dile gelir.
Cezayir devriminde kadınlar silah ve haber taşımak için kullanıl­
dılar. Devrimci hareketin sorunlarından biri de, bu kadınların devrimci
'kardeşleri' tarafından fahişe gibi görülerek rahatsız edilmeleri ve ulu­
sal görevlerinden alıkonulmalarıydı.(22) Benzer bir olay, Lübnan ya­
kınlarındaki bir mülteci kampında da yaşanmış.
Bir Filistinli kadın militan, nöbetçi olarak görevini yerine getiri­
yormuş. Lübnanlı bir sivil ona yaklaşıp uygunsuz teklifini yaptığı sıra­
da� omuzunda makinalı tüfeği, kampın birkaç yüz metre uzağına dü­
şen ıssız bir yerde nöbet tutmaktaymış. Kadın onun bu davranışına öf­
keli söz ve hareketlerle karşılık verince, adam da kızmış ve ona şöyle
demiş, "Bütün gece yapayalnız sokakta kalan bir kadının namuslu olduğuna
inanmamı nasıl istersin?" Bunun üzerine militan kadın silahını ona çevi­
rerek, "Ben burada senin namusunu korumak için kendi namusuma söz söy­
letiyorum; çünkü sen bunu yapmaktan acizsin"', diye cevap vermiş.(23)
Devrimci kurgusuna rağmen bu hikaye, kadın militanın, sokakta yal­
nız oluşunu namussuzluk olarak gören adamla aynı fikirde olduğunu
gösteriyor. Kadının tepkisi, erkek mekanındaki varlığını savunmak yö­
nündedir; orada olma hakkına sahip olduğunu iddia etmez.

Kadının Ofislere Ginnesi


Cinsellik çerçevesi dışında, iki cins arasında başka bir karşılaşma
biçiminin bulunmayışı, sokakta ve ofiste yaşanan heteroseksüel etkile­
şim yollarını açıklamaya yardım eder.
Ofis,1912'den sonra Fransızlar tarafından kurulan merkezi bürok­
rasinin bir mirası, Fas tarihinde yeni bir gelişmedir.

181
Bağımsızlığın ardından, kamu yönetimi, hem ofis ve görevler bağ­
lamında, hem de yuttuğu kamu kaynaklarının oranı bağlamında ge­
nişlemiştir. Bugün devlet ülke çapında en önemli işverendir. Çok sayı­
da okumuş kadın, hükümet of.islerinde çalışıyor. Çoğu lise bitirmemiş
bu kadınlar, sekreter ya da katiptirler ve genellikle erkek meslektaşları­
nın altında bir konumda bulunurlar.
Çalışan kadınların ofisteki konumu, onların evde ve sokaktaki
durumunu andırır. Bu çelişkili imgeler, erkeklerin çelişkili davranış bi­
çimlerini uyarır. Bir patronun sekreteri, karısı ya da kızkardeşi gibi
ikincil bir konumdadıi- ve patronun ona emretme hakkı vardır. Kansı
ya da kızkardeşi gibi, sekreter de ona ekonomik olarak bağımlıdır; ona
verdiği hizmetler karşılığında maaşını belirler. Sekreterin terfisi ve
işinde ilerlemesi patronun takdirine kalmıştır. Bürokratın, birçok erke­
ğin kolayca athğı adımı atıp sekreterini, ekonomik olarak üstün oldu­
ğu ve kurumsal yetkesi bulunduğu için hükmettiği kadınla, yani karı­
sıyla karıştırmasında şaşırtıcı bir yan yoktur. Bürokratla sekreteri ara­
sındaki ilişkilerin akışındaki her olay, bir erkek olarak sahip olduğu
ayrıcalıklarla, bir bürokratın hak ve ayrıcalıklarını karıştırmasından
doğar ki, bunlar onun cinsel davranışıyla sınırlı değildir. Max Weber
bu karışıklığı, bürokratik sistemin sorunlarından biri olarak tanımlar.
Karışıklık her bürokratik yapıya içkindir; ama, bürokratikleşme­
nin göreceli olarak yeni olduğu Üçüncü Dünya toplumlarındaki kadar
abartılı bir karakter sergilemez. Elbette ki Fas'ta merkezi devlet hep
vardı; ama bu kurum yapılarından, kaynaklarından, ekipman ve per­
sonelinden yoksundu . Devlet memuru kadın taciz ediliyor; çünkü o
erkek alanının en uç noktasında ise, devlet işleri yönetiminin sınırları­
nı aşmaktadır. Devlet yönetiminde çalışan kadınların yaşadığı çatışma
ve gerilim, onların erkek erkinin mabetlerine zorla girme küstahlıkla­
rıyla orantılıdır.
Kadınların geleneksel erkek mekanlarına yönelik gittikçe artan
saldırısı, kentsel merkezler başta olmak üzere, kadın ve erkek arasın­
daki her tür ilişkinin cinsel yanını ön plana çıkarıyor. Ne denli plan dı­
şı ya da istenmeyen bir süreç olsa da, kadının üretim sisteminin mo-

1 82
dem devreleriyle bütünleşme süreci günümüzde oldukça ilerlemiştir.
Her geçen gün, artan sayıda eğitimli ve cahil kadın, emek pazarını ve
modern çalışma alanlarını istila ediyor. Hadma mezyana (iyi ücreti olan
iş) hırsı, hem okumamış kadınlar, hem de onların eğitim ve para sahi­
bi olan daha ayrıcalıklı kızkardeşlerini kaplamış durumda ...
Çalışan kadınlar, ümmet evrenini ihlal etmekle kalmıyor, eski efen­
dileri olan erkeklerle kıt iş olanakları içinde kıyasıya rekabet ediyorlar.
Modern sektörde iş arayan ve böylece geleneksel olarak erkeklere ay­
rılmış role talep gösteren kadınların yarattığı endişe, iş kıtlığı ve erkek­
ler arasındaki yüksek işsizlik oranı nedeniyle ortaya çıkan çatışma ve
gerilimi arttırmaktadır.

NOTLAR

(1 ) 'Bölgesellik' terimi mekanın gelişmiş, çok seçenekli kullanımı olgusunu


ifade etmek için çok ilkeldir. Hall'ın 'proxemics' kavramı çok daha uygundur:

'Proxemics, insanın mekanı kullanma kuramları ve bımımla iç içe girmiş


gözlemler, ve uzmanlaşmış kültürel değerleııdirmeler için uygun buldu­
ğum bir terimdir. ' (Edward Hali, Tlıe Hidden Dimension, New York
1969)

Hall'a göre, belirli bir bedensel etkileşimin hissi boyutuna bağlı olarak, bi­
reylerin bir ortamda birbirlerine bilinçsizce gönderip aldıkları belirsiz imler
sözkonusu olduğunda tehlike büyüktür.

'İnsanm mekam algılayışı, 0111111 çevresiyle girdiği yak111 ilişkiyle özdeşle­


şen benlik algılayışıyla ilintilidir. İnsan çevrenin özendirdiği ya da yasak­
ladığı kendi benliğinin sıcaklık, dokımma, devindııyum ve görsel yönlerin­
deıı oluşan bir canlıdır . . (Tize Hidden Dimension, s.63.)
·

(2) Purity and Danger (Saflık ve Tehlike) adlı eserinde -Baltimor 1970- M.

1 83
Douglas, sınırlar, tehlike ve güç kavramları arasında, toplumsal yapıda varo­
lan bağlantıyı vurgular.
(3) Ibid., s.14.
(4) Fas halk kültürü için kadınlar şeytani güçlerin barınağıdırlar: Edrnud
Doutte, Magie et Religion dans l'Afrique du Nord (Kuzey Afrika'da Din ve Bü­
yü), Algiers1908, s.33; ayrıca E.Westerrnark,The Belief in Spirits in Morocco
(Fas'ta Ruh İnancı), s.22. Faslı psikolog Abelvanad Radi,'Processus de Socializa­
tion de l'Enfant Marocain (Faslı Çocuğun Toplumsallaşma Süreçleri)', Etudes
Philosophiques et Litteraires, no.4, Nisan 1969.' adlı makalesinde, çocuğun dün­
yasına akıldışılığı, ruhları sokanın kadınlar olduğunu söyler.
(5) Buradaki 'evren' terimi, P. L. Berger ve T. Luckrnan'ın The Social Const­
ruction of Reality (Gerçekliğin Toplumsal Yapılanışı)'nda kullandıkları anlam­
da kullanılmıştır. New York, 1967.
(6) Max Weber, The Theory of Social and Economic Organization, New York
1964, s.136.
(7) Ibid., s.132.
(8) 'Hornososyal' ilişkilerin teşviki, bir toplumun bireylerinin mutlaka Filis­
tinli bir toplurnbilirncinin adlandırdığı 'hornososyallik' sergileyecekleri anla­
mına gelmez. Bu terim bir kişinin çoğu zamanını hemcinsleriyle geçirme eğili­
mini taşıması dernektir. Karşı cinsten korku duymanın bir ifadesi olabilir. Bu
durum sadece Arap toplumuna özgü olamaz. Üstelik, kadın bedenini aşağıla­
yan herhangi bir kurum ya da uygulama hornososyal sayılabilir ve bu anlam­
da kapitalist ülkeler pornografi endüstrileriyle başı çekmektedirler.
(9) Yedinci yüzyılın arap kadınları arasında oldukça yaygın olan peruk ya­
saklandı. (Buhari, al-Sahih, s.447, K:67). İslarn'ın yasakladığı döğrne de halen
Fas'ta uygulanır ve bazı döğrneler tartışmasız erotik anlama sahiptir. U. Her­
ber,'Tatouage du Pubis au Maroc', Revue d'Etlıme, cilt 3, 1 922)
(10) Kuran, sure 24.
(11 ) Gazali, Rev., s.35.
(12) Ibid., s.28.
(13) Malika Belghiti, 'Les Rel. Fem. et le Stat.de la Femme dans la Fam. Rurale',
BESM Derlemesi, Rahat 1970, s.57.
(14) Fransız antropolog Gerrnaine Tillion (The Republic of Cousins, Al-Saqi

1 84
Books, Londra 1983) kasabaya yeni inen köylü kadının peçe takmaya kolayca
uyum sağladığına dikkat çeker. Tillion, daha önce peçe takmayan kadının bu
istekli uyumunu tuhaf bulur. Bence bu olgu, kırsal kökenli kadının peçeyi sı­
nıf atlama simgesi olarak gördüğü biçiminde açıklanabilir. Bu onun yeni kent­
li konumunun ifadesidir.
(15) M. Belghiti, 'Les Re!. Fem.', s.58.
(16) Kadınlar doğal hakları olması gereken bir mekandan, yani camiden
yoksun edilmişlerdir. Fas'ta kadınlar caminin erkeklere ait bölümünün arka­
sında, genellikle dar, karanlık, özel bir bölümde dururlar. Her ne kadar pey­
gamber kadınların camiye gitmelerine izin vermişse de, ondört yüzyıllık İsla­
miyet boyunca kadının camide bulunması kuşkuyla karşılanmış ve kocanın
iznine tabi kılınmıştır. (Al-Buhari, al-Cami' al-Salıilı, s.453, K:67, B:l 15.)
(17) P.Pascon ve M. Bentahar, '269 /eunes ruraux', s.63.
(18) Kendi deneyimime dayanarak söyleyebilirim ki, kadınlar yürüdükleri
alanın sosyo-ekonomik özelliklerine bağlı olmak üzere az ya da çok rahatsız
edilirler. Sarkıntılık, küçük veya orta ölçüde şehirlerde büyük kentlere oranla
daha çok görülür. Rabat ve Kazablanka'nın kenar mahalleleri, aynı kentlerin
orta sınıfa ait bölgelerine göre daha yoğun sarkıntılığa rastlanan yerlerdir. Ra­
hatsız edilmeniz aynı zamanda sokakta bulunmanızın yasallığına da bağlıdır:
Örneğin postane kuyruğundaysanız, dondurma yerken ya da kenar mahalle
kahvelerinden birinde cipsinizi atıştırırken olduğunuzdan daha rahat olursu­
nuz. Sadece azınlıkları ilgilendiren durumlar da vardır. Bu durumların meka­
nizmasını çözmek çok daha güçtür; örneğin, araba kullanan kadınlara yapılan
sarkıntılık tümüyle farklı çıkış noktalarına sahip olabilir. Eski, küçük bir ara­
bayı sürmekteyseniz, büyük parıltılı bir araba sürücüsü iken uğrayacağınız
sarkıntılıktan yüksek bir olasılıkla kaçınmış olursunuz.
(19) E. Hail, Tlıe Hidden Dimension, s.156.
(20) Ibid., s.163.
(21) Erving Coliman, Belıaviour in Public Places (Toplu Yerlerdeki davranış­
lar), New York 1966, s.143.
(22) Frantz Fanon, A Dying Colonialism (Ölmekte Olan Sömürgecilik), New
Yorkl967, s.53. Fanon'un devrimci insan haklarının kabulüyle yapılmakta
olan ırkçılık ve işgal karşısında gösterdiği duyarlılığa sahip bir adamın olayla-

1 85
rı gülünç bulması en azından düşündürücüdür.
(23) Yazarla kişisel iletişim.
(24) Şerifa Alaoui el-Mdaghri,'Le Travail Femiııiıı: Cas de la Fonctioıı Pııblique
aıı Maroc eıı 1980', Ecole d'Adnıiııistratioıı Pııbliq ııe, Rabat, eyde superior, no.1 1,
promotion 1980-81.

1 86
9- Fas'taki Cinsel Kuralsızlığın Ekonomik
Temelleri

Birçok kişi, Müslüman bir toplumda kadınlann iş dünyasını istila


etme kararlılığını göstermesinin ne tür sorunlara yol açacağını kolay­
lıkla kestirebilir.(1) Erkekler için bile istihdam sahası yaratmakta ciddi
güçlükleri o.lan bir toplumun, kadının ekonomiye kahlım boyutunu
yadsıyan ve onu sadece cinsel bir nesne gibi tanımlayan geleneksel tö­
relere sarılması ve bunları yasalaştırması son derece doğaldır. İşte
Fas'ta olan da budur. 1 956-57'de, bağımsızlıktan hemen önce, dini yet­
ke sahipleri ve adalet bakanlığının önde gelen yetkilileri arasından se­
çilen on kişilik bir komisyon toplanarak, Şahsi Durum Yasa Tasarısı'nı
hazırl�dılar ve bir süre tartıştıktan sonra kanunlaştırdılar. Bu kanunun

1 87
115 no'lu maddesi şöyle der:

Kocaları tarafından bakılan kadınlar hariç, her insan kendi geçimini temin
etmekle yükümlüdür.

Bu yasanın hiçbir yerinde, kadının açık ve tartışmasız çalışma


hakkı onaylanmamış; aksine, erkekliği ekonomik güçle, kadını da tü­
ketciliğin edilgen konumuyla özdeşleştiren geleneksel Müslüman ka­
dın imajı pekiştirilmiştir. Yasa, büyük gücünü kendi gerçeklik duygu­
su yoksunluğundan alan bu fantezinin canlı kalmasına yardım eder.
Derin sınıf ayrılıkları ve kronik enflasyonla boğuşan Fas'ta, sokaktaki
adam zamanının önemli bir kısmını, gerçekte çözümsüz olan ekono­
mik sorunları tartışmakla geçirir. Ataerkil erkeklik imajı onu, kendisi­
nin olduğu kadar karısı ve çocuklarının gereksinimlerini karşılamaya,
ve buna yetecek geliri sağlamaya zorlar. Fakat erkeklerin büyük bir ço­
ğunluğu düzenli ve kalıcı bir iş bulma başarısını asla gösteremezken,
birçok kadın da yaşayablmek için ev dışında ücretli işçi olarak çalışma­
ya zorlanır. Bununla birlikte, Ortak Pazaı'a endüstriyel tarım ürünleri
ihraç etmek için ülkenin en iyi topraklan kapitalizme tahsis edilmekte,
milyonlarca çiftçi ailesi ekonomik tufan sonucu geçinemez duruma ge­
lip kentlere yığılmakta ya da Avrupa' da çalışmak için ülkeyi terket­
mekte iken, biz hala binbirgece masalları zamanındaki Bağdat'tan kal­
ma, çevresini saran kadınlara inci ve yakutlar dağıtan cömert erkek
imgeleriyle büyütülüyoruz.
Günlük yaşamın gerçekleriyle, insanların kafasına kazınan ülkü
ve imgeler arasındaki uyumsuzluk karşısında çaresiz kalan bireyin, acı
çekmekten başka yapabileceği bir şey yoktur. Gerçeklikle hırslar ara­
sındaki uçurum derinleştikçe, içimizdeki çatışma ve gerilim ciddi bo­
yutlara varır. Bunun psikolojik bedelini zar zor da olsa karşılayabiliriz.
Gerçek hayatla hiçbir ilgisi kalmamış olan 'erkeklik' (ekonomik güç)
ve 'kadınlık' (kocasının malının tüketicisi) imgelerine sıkı sıkıya yapış­
mamız, kadın-erkek dinamiğini çeşitli nedenlerle en acılı gerilim alan­
larından birine dönüştürüyor. Bunun en açık ifadesi, bizlerin ge}enek-

1 88
sel sistem gözünde herşeyden önce birer cinsel kimlik olarak algılan­
mamızdır. Namus sistemi, kadın ve erkeğin saygınlığını onların cinsel
organlarına bağımlı kılar. Saygıdeğer bir adam, yalnızca ekonomik ola­
rak belli bir düzeye ulaşmış biri değil, aynı zamanda karısı, kızkardeş­
leri ve kızlarının cinsel davranışlarını denetleyen bir adamdır. Bu da
ancak onların hareketlerini denetleyerek, devingenliklerini sınırlayıp,
aile namusunu lekeleyecek yabancı erkeklerle temasını engelleyerek
yapılabilir. İşte yine, hem kadın hem de erkek açısından, para ve cinsi­
yetin kimlik tanımıyla ne denli ilintili olduğunu görüyoruz. Ekonomik
ve m�kansal ayaklanmaların yaşandığı bu onyıllarda, insanlara kıla­
vuzluk edecek yeni ideolojik sistemler (yasalar, edebiyatın biçimlediği
kültürel kalıplar, eğitim, radyo ve televizyon) ve yeni kimlik modelleri
ortaya çıkmıştır.
Eğer erkeklerin onur ve saygınlığı, karılarını tavuklar ve incilerle
birlikte bir yere kapatıp onları denetimlerine bağımlı kılmak yerine,
elektronik ya da güneş enerjisi üzerindeki bilgisiyle ölçülseydi, Fas'ta
insanlar çok daha mutlu olurlardı. Aynı şekilde, kadının namus ve say­
gınlığı, onun mekansal devinimsizliği ve edilgen tüketici rolüyle ilişki­
lendirilmekten çıkıp güneş enerjisi ve elektronik bilgisine bağlı olsay­
dı, Faslılar bugün çok daha mutlu olurlardı.
Şu anda yaşanmakta olan en temel değişimlerden birisi, yüzyıllar­
dır gelenek tarafından sürdürülüp, ayrıntılı olarak şekillenen cinsiyet
rollerinin gözden kaybolmasıdır. Mekan ayrımının ortadan kalkması
çoktan başladı ve bu durum beraberinde, ekonomik cinsel tarafsızlığı;
genel ve özel mekanlar arasındaki, sosyal kimlik için yaşamsal önem­
de olan sınırların artık kullanılmamasını getiriyor. Kadının sevdiği er­
kekle yaşadığı en büyük çatışma ve yanlış anlamalar, özel ve genel ara­
sındaki bu çatlaktan kaynaklanıyor.

'Bunu toplum içinde yaparsın, ama özel hayatında yapamazsın.',


'Yalmz yolculuk yapamazsın veya bu saatte yalııız sokağa çıkamazsın.',
'Eşinle dışarıdayken, ortak dostunuz bile olsa, başka bir adamla konuşa­
mazsm.',

1 89
vb...
Fakat şimdi çıkış noktasına dönelim: Gerçek yaşam ve onun bir
ifadesi olması beklenen düşünceler, kalıplar arasındaki uyum yokluğu.
Bu uyumsuzluk, 'asil' bir terimle, Ano111ie (kuralsızlık ya da normsuz­
luk) sözcüğüyle adlandırılır. Durkheim'a göre anomi, normsuzluktan
çok norm karmaşasını ifade eder.

'Yiizyıllardır siirc11 alı/ak oistemi sarsılıp i11sa11 ya�aım11111 yeni koşııl/arı-


11a kıırşılık vermekte yetersiz kalmca, 0111111 ycri11i alacak yeııi bir sistemitı
/ıeıı iiz o/ıışnıaımş olduğu durııma aııoıııi denir. '(3)

Kadın-erkek dinamiklerinde olduğu gibi, okullar ve ev-dışı işler


aracılığıyla kadının tecritten kurtulması, İslamiyet'in iki cins arasına
koyduğu mekansal engellere yönelik doğrudan bir saldırıdır. Fakat
mekanın İslami bölüşümü, yalıtık bir olgu değildir; birlikte tutarlı bir
sosyal düzen olu�turan, özgün bir işbölümü ve güç dağılımının yansı­
masıdır. Fas toplumu, kadın-erkek ilişkileri bağlamındaki sosyal refor­
munu geleneksel güç ve yetke dağılımının izin verdiği ölçülerden öte­
ye taşıyamadığı için, bu ilişkilerde anomi ortaya çıktı.
Fas'la, gerek ideoloji, gerekse gerçeklik bağlamında tamamen
farklı bir değişim süreci geçiren bir diğer geleneksel toplumu, Çin'i
karşılaştırırsak, devletin ideoloji üretim yönünü daha iyi kavrarız. Dış
güçlere karşı ulusal savaşım aşamasındaki Çin, Mao Tse Tung tarafın­
dan şöyle analiz edilir:

'Çiıı'de bir erkek iiç yetke sistemiııi11 /ııikmii a/tmdadır:I.Devlet sistemi


(siyasi yetke); 2.Aşiret Sistemi (aşiret yetkesi); 3.Doğaiistii Sistem (dinsel
yetke)... Kadm lar ise bıı iiç yetke sistemi11e ek olarak erkek yetkesi (kocam11
yetkesi) altmdadırlar. Bıı dört yetke ... Çi11/ileri bağlaya11 dört kıılm ip gibi­
dir. '(4)

Bağımsız Çin'in yaptığı ilk işlerden biri, 1 Mayıs 1950'de, Çin Halk
Cumhuriyeti'nin Evlilik Yasası'nı yürürlüğe koymak olmuştur. Bu ya-

1 90
sanın ilk maddesinde şu yazılıdır:

'Erkeğin kııdllla iistı:i11liiğii11e dayaııa11 ve çocıık çıkarlarım gözardı eden


keyfi ve zoraki evlilik sistemi lağvedilmiştir. '

Çin erkeği, karısının geçimini sağlamakla yükümlü değildir. Çinli


kadın üreme ve cinsel hizmetlerle sınırlandırılmamıştır; ekonomik bi­
rey olarak kendi hayatını k.zanmak durumundadır. Sonuçta Çinli er­
kek de kendisini sadece ciıı.sel bir varlık olarak değil, öncelikle birçok
yeterliğe sahip ekonomik bir araç olarak düşünmeye özendirilmiştir.
Değişim acılı bir süreçtir; ama tutarlı yeni dananış modellerinin
varolması durumunda belirsizlik ve çelişkilerin azalması, bu acıyı kat­
lanılabilir kılar.(5) Çinli koca Faslı emsalinden daha az acı çeker, çünkü
en azından karısının çalışmasına karşı nasıl bir tavır takınacağını bili­
yordur.

'Hem koca, lıcm de karııılll meslek seçme özgiir/ı:iğii, i� Pe sosyal yaşama


katılım Jıakları vardır. '(6)

Öte yandan Faslı koca, kaygı uyandıran belirsizliklerle yüzyüze­


dir. Bu belirsizlik, Fas kanunlarında, kadının dış dünyaya k,1tılımını
kocanın iznine bağlayan hükümde özetlenmiştir.(7) Bu bir belirsizlik
başyapıtı ve potansiyel bir aile içi huzursuzluk nedenidir. Geleneksel
Fas'ta bir erkeğin saygınlığı, kadın akrabalarının tecritiyle içiçedir. Ka­
rısı sokaklarda serbestçe dolaşan bir adamın erkekliğinden kuşku edi­
lir. Kanunun 35. maddesinde kadına kendi ailesini ziyaret hakkı tanın­
ması, onun bu ziyaret dışında evi kocasının izni olmadan terketme öz­
gürlüğü olmadığı anlamına gelir. Tüm vatandaşlar arasındaki eşitlik
adı altında, cinsel e�itlik Fas anayasasında yerini almış oba da, evi ter­
ketme izni Ye bu izne bağlı olarak dışarıda çalışma hakkı, Faslı kanun
koyucular tarafından kadın vatandaşlara verilmemiştir. Tersim', kadı­
nın bu durumlarda kocasıyla uzlaşması gerekliliği rnrgulanır.
Sistem gereği, kadının yeri evidir ve onun ofis Ye fabrikalara giri�i

1 91
kocanın iznine tabidir; bu şekilde kadına çalışmanın bir hak değil, bir
ayrıcalık olduğu hatırlatılmaktadır. Dahası koca, karısını ve onun ka­
zancını kendine maleder; çünkü kadın onun izniyle o kazancı elde et­
miştir. (Aslında,1957 yasasının mülkiyet ayrımı ve kadının mallarını
yönetme hakkı lehine olan uzlaşmasız tutumu ile erkeğin kansının ka­
zancı üzerinde hak iddia etmesi arasındaki karşıtlık, Fas mahkemele­
rinde tartışılan konuların başında gelir.(8))
Ona karısının hareketlerini denetleme hakkı veren yasayla, karısı­
nı çalışmaya zorlayan ekonomik zorunluluk arasında kapana kısılan
kocanın yaşadığı baskı ve kırgınlığı bir düşünün. Kanunlarda yansı­
masını bulan cinsel ideoloji ile çoğu insanın yaşama biçimi arasındaki
uçurum, gerçekten modern bir ahlak sisteminden yoksunluğun tipik
bir göstergesidir.
Kadının durumundaki değişiklikleri başlatan ve destekleyen ulus­
çu hareket, bağımsızlık sonrası sosyo-ekonomik yeniden yapılanışı
gerçekleştirmekte yetersiz kaldı. Sebepler ne olursa olsun, milliyetçi
hareketin kötü talihi, cinsel ayrımın ortadan kalkması ve ideoloji-ger­
çeklik tutarlılığı olan bir yapı içindeki olası kadın özgürlüğü aleyhine
uğursuz sonuçlar doğurdu. Şimdiki durumu sokak, okul ve ofis gibi
erkek mekanlarına girme hakkını yeni elde eden özgür kadın imgesiy­
le, bunu ihlal olarak algılayan geleneksel ideoloji arasındaki çarpıcı ko­
pukluk olarak tanımlayabiliriz.

Kadınların Eğitimi
Kadınların eğitilmesi, cinsel ayrımın ortadan kalkmasındaki başlıca
etkendir. Batılılaşmayla birlikte anılırsa da, bunu yalnızca Fransız etki­
sine bağlamak yanlış olur.(9) Modernleştirici bir Fransız gücü ideali,
bir sömürgeci fantezisinden öteye gidemedi. Fransız mandası, gele­
nekleri şaşırtıcı bir biçimde sağlamlaştırmakla kalmayıp, yeni yaşamı
varolan hiyerarşi ve eşitsizlikler üzerine kurdu. Aşağıda, Andre Reve­
rand'ın General Lyautey üzerine yazdığı, generalin Fas kültürüne yak-

1 92
laşımlarını anlatan kitaptan bir alıntı bulacaksınız. Generali en çok
hayrete düşüren şey, Fas toplumunun 'aristokratik' boyutu olmuş.

'Generalin 29 Mart 1913'te Wladimir d'Ormesson'a yazdığı mektup, '


Faslı düşünce biçimiyle generalinki arasında gözlenen derin uyumun ha-
rika bir örneğidir: Aynı gelenek düşkünlüğü, aynı aristokratik duyum, hi­
yerarşiye karşı (lynı saygılı tutum, aynı şövalyevari, hatta 'aristokratik'
yaşam görüşü. Bir lord gibi ağırlanmak, bir lord gibi karşılamak. '(1 O)
Sömürge dönemi günümüz için bile, hiyerarşileri sağlamlaştıran,
cinsel eşitsizlik başta olmak üzere, tüm eşitsizlikçi ideolojilerin deva­
mını olası kılan bir köprü vazifesi görmüş kültürel bir kargaşayı temsil
eder. (Manda ve bağımsızlık tarihinin feministçe bir kavranışı, sürekli­
likten çok değişiklikle ilişkilendirilen bu onyıllara özgü ideoloji ve eği­
limlerin gerçek yönünü ortaya çıkarır.) Kendisini büyük bir hümanist
ve felsefeci olarak düşünmekten hoşlanan General Lyauty'den esinle­
nen Fransız politikası, Fransız çıkarlarıyla çelişmediği sürece Fas gele­
neklerine saygı gösterme ilkesini güdüyordu. Örneğin, geleneksel top­
rak mülkiyeti sistemi Fransız çıkarlarına ters düştüğü için ilga edildi.
Fakat Fransız çıkarlarıyla çatışmayan Fas aile yapısı, bir egzotik saygı
nesnesine dönüştü. Aslında, Fransız mandası boyunca koyulan kadın­
larla ilgili birçok kanun, geleneksel yerel yükümlülüklere Napolyon
Hukuku'nun kadın düşmanı çılgınlığını eklemiştir. Kadınların da işin
içinde olduğu mali işlemlerdeki akit ve yükümlülüklerin yanısıra, ceza
kanunun 'tutku suçlan' kısmı, süper ataerkil Fransız uygarlığının ar­
mağanlarıdır ve bunlar şeriat ilkeleriyle taban tabana karşıttırlar,
Kızların okullara alınmaya başlaması, otuzlu ve kırklı yıllarda
kent merkezlerini kasıp kavuran milliyetçi hareketten ayrı düşünüle­
mez. Başlangıçta muhalif bir savaşım olan bu hareket, cinsel olanlar da
dahil olmak üzere, bütün eşitsizliklere meydan okumak zorunda kaldı.
Milliyetçiler, Fas'ın yapılarını yenileme, kendini yeniden canlandırma,
beyhude tarih hatalarından kurtulma başarısını gösterip, onu sanayi­
leşmiş dünyadan ayıran yüzyılları aşacağı konusunda iyimser bir
inanca sahiptiler.1 942'de, birkaç onyıl öncesine dek düşünülemez olan

1 93
kadının okula alınması, milliyetçiler tarafından bir zorunluluk olarak
sunuldu. Aile yapısına müdahale de dahil olmak üzere, bedeli ne olur­
sa olsun, Fransız'ı bozguna uğratmak istedirer.
Bu koşullar altında, Faslı kızlar sınıflara sokulup, erkek öğretmen­
lere emanet edildiler ve günde dört kez sokakta yürümelerine izin ve­
rildi. Bütün bu olaylar alışılmadıktı; ama 1942 yılı Fas için gerçekten de
olağanüstülüklerle doluydu.

'Nihayet,1362 yılı muharrem ayının (miladi takvime göre, Kasım 1942)


ikinci gününde, Fas heyeti Majesteleri taraftndan kabul edilip çok sıcak
karşılandı. Majesteleri de Müslüman kızlara erkeklerin Arapça öğretme­
sinde bir sakınca görmedi. Birkaç gün sonra Fez, Rabat ve Sale'den gelen
bir grup genç, Majestelerinin Bakanlar Kurulu'na başkanlık ettiği saraya
gittiler ve bu sorunun tartışmalarına katılmalarına izin verildi. İki saat
süren toplantı sonucunda şu kararlar alındı: Kızçocuklar için okula başla­
ma yaşı 7, bitirme yaşı 13'tür. Kızçocukların ilkokul eğitim programını
yürütecek Arapça öğretmenleri bizwt Majesteleri taraftndan seçilip atana­
caktır. '(1 1)
Kızların eğitimi konusunda kralı görmeye giden 'gençler milliyet­
çi militanlardı. 'Majesteleri' ise, 1 943'te kızı Prenses Ayşe'yi halkın
önüne örtüsüz çıkarıp bütün ülkeyi şaşkına çeviren V. Muhammed' di.
Milliyetçiler kadının özgürleşmesini, Hıristiyan Fransızların yenilgiye .
uğratılması stratejisinin zorunlu bir adımı olarak düşünüyorlardı.
Milliyetçi lider Allal al-Fasi, aynı dönemde tasarlanan 'Arap Muka­
velesi'nde kadınlan unutmadı:

a) Devlet doğum, annelik, çocuk bakımı, vb. konularda ücretsiz bir asgari
temel sağlamalıdır.

c) Devlet, bireylerin üretim alanındaki şu haklarını güvenceye almak du­


rumundadır:
... kadınların toplum içindeki görevlerini yerine getirmelerini sağla­
mak.(12)

1 94
1 947'de ilkokula devam eden 1 5.080(13) kız sayısı, 1 957'de
186.330'a, 1971'de ise 423.005'e(14) yükseldi. Kadınlann eğitimi hare­
keti çığ gibi büyüdü, çünkü 1954'te okula başlayan kızlar milliyetçile­
rin düşündüğü gibi onüçlerinde okumayı bırakmadılar; orta dereceli
okullara kabul edildiler. Bugün, 14-19 yaşlan arasındaki kızlann yüzde
yedisi, aynı yaştaki erkeklerin yüzde ondördü orta öğretimde bulunu­
yor(15). Hükümet rakamlanna göre,1971'de 92.006 kız liselere kaydol­
muş, ancak bunların çok azı üniversiteye devam etmiştir.(16) Halen,
kentlerde ilkokul diploması olan kadınlann sayısı erkeklerden yüksek­
tir. 'Kent İstihdamı araştırması Sonuçları'na göre, (Rahat İstatistik Büro­
su,1971), on yaşından büyükler arasında, kadınlann %69'u, erkeklerin­
se %63'ü ilkokul diplomasına sahiptir. Lise diplomasına gelince, erken
evlenmeleri yönünde baskı görmeierine rağmen, yaklaşık üçte biri lise
diplomasıalmıştır (kızlarda %29, erkeklerde %33). Sonuç olarak, kent
nüfusunun yüksek eğitim gören yüzde dördünün yanya yakınını ka­
dınlar oluşturuyor.
Faslı kadınlann eğitime katılma konusundaki ısran, erkeklerden
daha yüksek notlar almalan, evlilik ve çocuklara rağmen eğitimlerini
sürdürme iradesini göstermelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Yalnızca
on yıl öncesine kadar, evlilik bir genç kızın okuma hırslanna nokta ko­
yan bir edimdi. Fakat şimdilerde, özellikle genç nesilden olan kadınlar
evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra okula dönüyorlar. Anlaşılan
Fas'ın mutluluğu güzel ve makyajlı bir yüzden fazlasını gerektiriyor.
Sağlam bir eğitim, güzellik kadar saygıdeğer bulunuyor. Özellikle orta
kesimde kadının eğitim ve iş dünyasına girmesi, çağdaş Fas'taki sosyal
dinamiğin en önemli görünümlerinden birisidir.(17)
Her ne kadar kızlann okula gitmesi, ani bir yükselişten sonra sa­
bitleşmiş ve kırsal bölgelerde, daha yoksul tabakalarda hala engelleni­
yor olsa da, kadının sınıfa, ofise ve sonuçta sokağa sızması, geleneksel
sistemde açılan geniş ve köklü bir deliği ifade eder.
Batılı ölçülere göre okuldaki kadın oranının gülünç derecede dü­
şük olmasına karşın, bu oranı önemsiz diye küçümsemek hata olur.

1 95
Mademki cinsel ayrım kadının mekansal hapsinin bir simgesidir, öy­
leyse birkaç kadının acele etmeksizin sokaklarda yürümesi toplumun
ruhsal dengesini sarsmaya yetecektir.

Kadınların Meslekleri
Faslı kanun koyucu ve ideologlar, kanlarını egzotik meyvelere ve
değerli mücevherlere boğan şişkin cüzdanlı erkek mitiyle kitleyi uyu­
tadursunlar; kadınların iş sahibi olması, katkılarının ücretle ödüllendi­
rildiği bir konum edinmesi bir devrin ve sistemin sona erdiğinin en
çarpıcı göstergesidir. Yeni ve farklı sonuçlara gebe olan, kadının çalış­
ması gerçeği değil (yoksul sınıftan Faslı kadınlar hep · çalışmışlar­
dır.(18)), ücretli çalışmasıdır. Geleneksel Fas toplumunda, sadece zen­
gin sınıfa dahil olan kadınlar boş bir yaşam sürdüler. Diğerleri ise ge­
nellikle karşılığını almadan, eviçi hizmetlerde de olsa, ya el sanatların­
da ya da tarım işçisi olarak, kapitalizm öncesi ekonomi için hiç de kü­
çümsenemeyecek ekonomik alanlarda çok çalıştılar. Rabat-Sale kadın­
lan, ihracata dönük bir elsanatları endüstrisi kurmuşlardır. Rif, Dukka­
la ovası ve Garb kadınları evde ve ev dışında çalışmayı bıraksalar, bu
bölgeıerdeki hayat ciddi biçimde duraklar. Ne yazık ki, bu kadınların
gündelik emeğinin karşılığı genellikle verilmiyor. Birincil sektörün en
yaygın ifadesi'aile yardımı'dır ki, bu ücretsiz işçi demektir. (1 9)
Burada bizi asıl ilgilendiren kadının çalışrr.ası değildir; zira dar
görüşlülerin çoğu Faslı kadının 1956' da, bağımsızlık yılında çalışmaya
başladıkları iddiasındalar. Mantıklı olanlar ise, kadın işgücünü, tarih­
sel bağlamında ele alır. lmra lhaddama (çalışan kadın) sözü, evi dışında
ekonomik bir mekanda çalışıp para alan kadın için kullanılır. Aileye
tümüyle yabc1ncı bir işveren için ev dışında kadın işgücünün sarfedil­
mesi ve bunun karşılığında bir ücret ödenmesi özel bir olgudur ve bir
yenilik olmasının ötesinde, toplumdaki cinsel işbölümüne meydan
okur. Yine de, Faslı çalışan kadının esinlerinden kaynaklanan çatışma

1 96
eğilimlerini kavramadan önce,1971 genel nüfus sayımında göründüğü
üzere, kadın istihdamının genel koşullarını incdemeliyiz.(20)
Resmi rakamlara göre, erkek istihdam oram neredeyse durgun bir
seyir izlerken, kadın istihdam oranı muazzam bir artış göstermiştir.
1960 ve1971 arasındaki oran artışı %75'tir. Kadın işgücünün daha ko­
lay değerlendirildiği kentlerde, çalışan kadınların sayısı ikiye katlan-
mıştır.
·

'Bir yandan sosyo-ekonomik değişimlerden, öte yandan yüksek eğitim dü­


zeyinden cesaret alan kadmlar, işgiicii piyasasmda erkeklere rakip oluyor­
lar. Her 100 etkin bireyden 30'ıı genç kadmlardır. '(21)

Fas kadın işgücünün en çarpıcı özelliği genç oluşudur; çalışan ka­


dınların %44'ü yirmibeş, %15'i onbeş yaşın altında bulunuyor. Erkek­
ler için bu rakamlar sırasıyla, %29 ve % 6' dır. Hizmet sektöründe iki
tür çalışan kadın vardır: Memurlar ve hizmetçiler. Fas hükümeti için
çalışan 27.700 kadının 15.200'ü öğretim alanında çalışmaktadır. Kadı­
nın öğretim, sağlık ve finans gibi saygıdeğer alanlarda çalışması özel
bir öneme sahiptir; çünkü çalışan kadınların büyük bir bölümü oku­
mamış ya da az eğitimlidir.
Eğitim eksikliği çoğu kadını, erkeğin gözetiminde olan ikincil ve
geleneksel durumundan pek de farklı olmayan konumlarda çalışmaya
zorluyor. Örneğin hizmetçiler, bu türden bir geleneksel konum içinde­
ler. Sadece sayılarıyla değil (100.200), yaş dağılımlarıyla da (Fas'taki
hizmetçilerin yandan fazlası yirmibeş, yüzde 29'u ise onbeş yaşın al­
tındadır) dikkat çekmekteler. Modernleşmenin uğursuz armağanların­
dan birisi de, birçok etkene bağlı olmasına rağmen, kırsal toplum yapı­
sının hızlı nüfus artışıyla birlikte dağılması etkeninin başı çektiği ço­
cuk işgücü kullanımıdır.
Memurlar ve hizmetçiler dışında kadının faaliyet gösterdiği dört
alan sayılabilir: Tarım, hayvancılık, dokuma ve hazır-giyim endüstrile­
ri.

1 97
Resmi belgeler, ekonomik olarak etkinliği, işi olan ve iş arayan in­
sanlara atfettiği için, kadın işsizliğine bir göz atmadan· kadın istihda­
mının eksiksiz bir taslağını çıkaramayız. Resmi verilere göre, 1960'tan
bu yana işi olan insan sayısında artış olmamış, ne var ki, cinsiyete göre
işsizlik gözle görülür bir değişim geçirmiş. İşsiz erkek sayısı aynı kalır­
ken, iş arayan kadın sayısı onbir yılda ona katlamış. 1960'ta kadın iş­
sizler oranı, genel işsizler oranının % 2' sini oluştururken; 1971 'de bu
oran %21'e ulaşmış. Kurumsal bir çalışma hakkından yoksunluk, kadı­
nın işsizliğe erkek meslektaşlarına nazaran, daha kolay kurban edilme­
sini getirmektedir.(22)
1 971 nüfus sayımı, evkadınlarını edilgen olarak tanımlıyor.
2.800.000 Faslı evkadının topluma hiçbir şey katmadığı varsayılmakta­
dır. Nüfus sayımcılarının da kabul ettiği gibi, 'kırsal alanda kadının eko­
nomik faaliyetlere katılımı, evişiyle karıştırılmakta ve kocanın karısını etkin
olarak tanımlamakta çekimser davrandığı gözlenmektedir.'(23) 1960'ta kayıt­
dışı emek sarfeden kadınların sayısının 1.200.000 olduğu tahmin edil­
mektedir. Daha doğru bir sayım, kadın tarım işçilerini ekleyerek, işsiz­
lerin sayısında muazzam bir artış gösterdi.
Şimdi yine, kadının işgücü piyasasına girişinin ideolojik aıı1�mla­
rına dönelim. Geleneksel kadınlık tanımı bazı bakımlardan güven veri­
ci olabilir. Örneğin, kadın işsizliği erkeğinkinden daha önemsizdir;
çünkü ne de olsa kadının yeri evidir ve kocası onun nafakasını teminle
sorumludur. Mademki kadının dışarda çalışma hakkı hala belirsiz ve
mademki Muduvana'nın hükümleri bu kadar açık, o halde devlet sade­
ce erkeklere iş yaratmak zorundadır. Kadınlara iş sağlamak, bir zorun­
luluktan çok bir hayır işidir: Kadını evinde, kocasının denetiminde tut­
mak, ekonomisi derin bir bunalım geçiren, bağımlı bir Üçüncü Dünya
ülkesinin hem ekonomik hem de psikolojik gereksinimlerini karşılar.
Eğer Müslüman aile o kendine özgü bölgesel cinselliğiyle varolmasay­
dı, yaratılırdı. O halde, kadınlara büyükannelerinin ocağına dönmeleri
öğüdünü veren tutucu iddiaların yararlılığını anlamak zor olmasa ge­
rektir.

1 98
Dar Bir Ekonomide Cinsel Baskının
İşlevleri
Kadının baskılanmasının, erkeğin düşkırıklığı ve saldırganlığı için
bir boşalım yolu olması gibi psikolojik bir işlevi vardır ki, bu ekono­
mik görünüş kadar açık olmasa da ondan daha zararlıdır. Wilhelm Re­
ich, ekonomik sıkıntı içindeki toplumlarda, ataerkil ailenin işlevlerine
dikkat çeker. "Ekonomik özgürlük eski kurumların, özellikle de 'hakim cinsel
politikalar'ın ifiasıyla elele gider" diye yazar.(24) Cinsel olarak engellen­
miş bireyin ekonomik sömürüye isyan etmesi daha zordur.

'Kişinin ilkel maddi gereksinimlerinin bastırılması, cinsel olarak engellen­


mesinden farklı sonuçlar doğurur. Birincisi isyana kışkırtırken, ikincisi
(cinsel ihtiyacın ne denli bastırılması gerektiği önemli bir konudur) cinsel
gereksinimleri bilinç dışına atar ve kendisini ahlaki bir savunu olarak sa­
bitleştirir ve her iki tiir baskıya karşı da isyanı önler. Kaldı ki, isyanın en­
gellenmesi de bilinçsiz bir süreçtir. Ortalama siyaset dışı adamın bilincin­
de isyanın izine bile rastlanmaz. '(25)

Cinsel olarak baskılanmış bir erkeğin kafası, 'saflık' ve 'namus' gibi


simgelerle doludur; çünkü yaşadığı cinsellik, kendi toplumunun stan­
dartlarına ve kendi standartlarına, göre 'kirli'dir. Örneğin, arzulan cin­
sel hedefinden vahşice saptırılıp hayvanlara, hemcinsine ya da elle do­
yuma yöneltilen Faslı gençlik, namus ve saflık fikirlerine ayrı bir du­
yarlılık gösteriyor gibidir.

'Cinsel organ tatminine ulaşan adam saygıdeğerdir, sonımludur, merttir


ve bu konu hakkında fazla konuşmaz. Bu tutum, onun kişiliğinin organik
bir parçası olmuştur. Cinselliği zayıf olan erkeğin cinsel yapısı çelişkilerle
doludur; sürekli kendisine, cinselliğini denetlemesi, cinsel ağırbaşlılığını
koruması ve baştan çıkmalar karşısında cesur olması, vs. gerektiği telki­
ninde bulunur. '(26)

1 99
'Namus' ve 'safiyet', Müslüman Kuzey Afrika toplumunda, erkeğin
saygınlığını, adeta yazgısal olarak, yükümlülüğü altındaki kadınların
cinsel davranışlarına bağlı kılan iki hassas duygusal kavramdır.(27)
Çalışan ya da okula giden bir kızkardeşe veya eşe sahipse, o adamın
namusunun kirlenme şansı çok daha fazladır. Kadınlarından biri, okul­
dan çıktıktan sonra veya çalışma saatlerinde komşunun oğluyla sokak­
ta gezerken görülmüşse, erkeğin saygınlığı tam bir yıkıma uğrar. Eğer
kadının mekanı avluyla ve ziyaretleri de türbe ya da hamamla sınırlıy­
sa, erkeğin namusunun kadınların cinsel davranışlarında ifadesini bul­
ması çok daha emin bir sistemdir. Bir adamın toplumsal konumu üze­
rinde böylesine yıkıcı güce sahip olan kadının, onun saldırganlık ve
düş kırıklığı hedefi haline gelmesi kaçınılmazdır.
Erkeğin düş kırıklığı, kadın ve erkeğin cinsel dürtülerini doyurma
yönünde farklı toplumsallaşmalar sergilemesinden dolayı daha da bü­
yür. Erkekler cinsel arzularının tam doyumunu sağlamak ve erkek
kimliklerini bu doyumla içiçe algılamak yönünde teşvik edilirler. Ka­
dınlarsa, çok küçük yaşlarda cinsel dürtülerini engellemeyi öğrenirler.
Küçük kızlara vajina, uterus ve penisin kadın bedenine ait bu iki bö­
lüm üzerindeki yıkıcı etkileri hakkında ayrıntılı açıklamalar yapılır.
Çocuklar ve yetişkinlerin beraber yıkandığı hamamlar, insan anatomisi
üzerine soru sormak ve cevap vermek için en uygun yerlerdir. Bir er­
kek kardeşin beş yaşında yaşadığı sünnet, küçük kızlar için tam bir so­
ru sorma fırsatı demektir. Dahası, genellikle yetişkinler çocuk sorana
kadar beklemez, çocuğa dahil olduğu grubun namus ve saygınlığı
hakkında gönüllü olarak bilgi verirler. (Çocukken, cinsel davranışları­
mın anlamı konusunda sık sık uyarılırdım -ve ilk adet görüşümü an­
nem ve büyük teyzem bana verecekleri konferans için bir fırsat bildi­
ler. Evimle Bab al-Hadid Lisesi arasındaki yolda bir kuzenler ordusu,
benim her hareketimi gözlemekle görevliydiler.)
Erkek çocuğun cinsellikle tanışması farklıdır. Penisi, htevta (kü­
çük penis)� onu yetiştiren kadınlar için gerçek bir tapınma nesnesidir.
Küçük kızkardeşler, teyzeler, hizmetçi ve anneler küçük çocuğun dik­
katini sık sık htevta'sına çeker ve gırtlaktan çıkarılması zor olan h sesiy-

200
le başlayan bu sözcüğü ona söyletmeye çalışırlar. Yetişkin kadınların
erkek çocukla oynadıkları en yaygın oyun, onun sidi (efendi) ile htevta
arasındaki· ilişkiyi anlamasını sağlamaktır. Kadınlar çocuğun penisini
işaret ederek, Htevta hada sidhum (Penis onların efendisidir) derler ve
çocuğa da kendi penisini göstererek aynı sözü tekrarlatmaya çalışırlar.
Doğumundan beri onu görmeyen bir kadın akrabanın çocuğun penisi- .
ni öpmesi olağan bir davranıştır. Bir yandan da, Tbarkallah ala-r-Ra­
jal (Allah erkeği korusun) diye mırıldanabilir. Yaşamının ilk yıllarında
itibaren çocuğun fallik gururu perçinlenir. Çocuk büyüdükçe, çokeşli­
lik ve boşama gibi, ona çeşitli cinsel eşler edinme ve bunları keyfince
değiştirme izni veren ayrıcalıklarının farkına varır ve toplumun onun
cinsel arzularını doyurmak için düzenlendiği izlenimine kapılır.
Genç bir erkek olunca da sistematik olarak düzenlenen, cinsel
yoksunluk anlamına gelen, yetişkinliğin katı gerçlt:liğiyle karşılaşır.
Yirmi yaşlarının ortalarına dek, o da talihi varsa, bulamayacağı bir
miktar olan başlık parasını ödemedikçe bir kadına sahip olamayacağı­
nı anlar. Cinsel gereksinimini karşılamak istiyorsa, kanunu çiğneyip
gayrımeşru ilişkiye girmek durumundadır. Daha önce bahsedilmeyen
cinsel kısıtlamalardan dolayı öfkelidir. Aslında, kadına özgü sanılan
cinsel trajedi, her iki cins için de geçerlidir. Fas edebiyatının ve sahne
oyunu kahramanlarının cinsel mutsuzluğu inanılmaz derecelerdedir.
Toplumun genç erkeğinin cinsel arzularına dayattığı beklenmedik
düş kırıklığının dışa vurulmasına izin verilmez. Fas ekonomisinin yö­
neticilerine karşı saldırganlık göstermek şiddetle yasaklanmış ve dene­
tim altına alınmıştır. Topluma duyulan öfke, aileye ve karşılanmayan
arzu nesnelerine; yani kadınlara yönelir.(28) Cinsel ve siyasi yönden
baskılanmış Fas erkeği için aile, düş kırıklığını gidereceği doğal bir
tahliye kanalıdır.

'Engellenmelerinin sorumlusu olan toplumsa/ nesnelere doğrudan saldır­


maktan korkan kişi, bu saldırganlığını başka nesnelere yöneltir.,. İlgisiz
nesnelere yönelen saldırganlık, gerçek engel kaynağına ulaşmadığı için
duyulan sıkıntı sonucu artma eğilimi gösterir. '(29)

201
Hem ekonomik, hem de cinsel bakımdan bastırılmış bir erkek, öf­
ke ve kırgınlığım patronu yerine ailesine yöneltmeyi daha az yaralayıcı
bulmaktadır. Toplum da onu bu yönde teşvik eder. Namusunun kadın
ve çocuklarını demirden bir kıskaç gibi sıkmasına bağımlı olduğu ko­
nusunda erkeği inandırır. Reich'ın dediği gibi, 'cinsel yasak, ekonomik
olarak engellenmiş kişinin yapısını, kendi çıkarlarına karşıt duygu ve düşün­
celer besleyip, aykırı eylemlerde bulunacak biçimde değiştirir.'(30) Bir kadını
sevmek isteyen Fas gencinin trajedisi, onun kendi istekleriyle taban ta­
bana zıt eylemlerde bulunmasında yatmaktadır. Toplum şartlandırma­
sı, annesiyle olan ilişkisinden(31) başlayıp, 'gerçek bir erkek' olması
yolunda ona yapılan baskılara ve karısının kendisine itaatini yasal ola­
rak talep etme hakkına dek uzanan, sevgiden çok nefret tepkeleri üret­
mektedir.
Şeriatın modern aile yasası olarak yürürlüğe konması sonucu güç­
lenen geleneksel düzen, kadın ve erkeği birbirinin düşmanı olarak gö­
rür ve evlilik birimini çatışmaya mahkum eder. Fas Hukuku, gelenek­
sel ekonomik yapıların çöktüğü dikkate alındığında, erkeğin kadınlar
üzerinde artık sürdüremediği egemenliğini onaylayarak onu, cinsel
ayrımın kalkmasının hadım edici etkilerine maruz bırakan, geleneksel
erkek rolünü oynamakta güçlük çektiği aşağılayıcı bir konuma yerleş­
tirir. Örneğin, Fas'taki işsizlik oranı, erkeğin ailesinin geçimini sağlama
görevini zorlaştırıyor. Aynı zamanda, karısının başka erkeklerin göze­
timinde çalışmasına izin verdiği için, kendini pezevenk (kavvad) ya da
boynuzlu (karran) biri gibi algılıyor.
Kadın-erkek dinamikleri iki tür baskı altındadır:

1 . Cinsel ayrımın ortadan kalkmasının bir sonucu olarak, heterosek­


süel ilişkiye önem verme zorunluluğu ve evlilik içinde aşk ve cinsellik
beklentisi.
2. Anababa yetkesiyle simgelenen ve evliliği mahkum ederek cinsel
sevgiyi aşağılayan geleneksel modellerin baskısı.

Heteroseksüel ilişki, Müslüman ideolojide gizli olan çekicilik ve

202
nefret kutupları arasında sıkışıp kalmıştır. Modernleşme ve ekonomik
zorunluluk, geleneksel İslami çözüm olan tecriti çökertti. Cinsel birara­
dalık, yeni gerilimleri ve sıkıntıları beraberinde getirdi. Cinsler arası
mekansal sınırlar ve yetke düzeni bulanıklaştı; bu da gerek kadının,
gerekse erkeğin yepyeni ve çoğunlukla acılı davranışlar geliştirmeleri­
ni gerektiriyor. Ne var ki, kadın ve erkek tarafından deneyimlenen tüm
bu güçlüklere, gerilimli ve acılı savaşımlara karşın, yeni bir süreç başlı­
yor: Bir kadın ve bir erkekten oluşan evlilik birimi (kaynanasız). Bu bi­
rim gitgide yasallaşmaktadır. 1971'de görüşme yaptığım kadınlar (sos­
yal sınıf, eğitim düzeyi ve faaliyet dikkate alınmaksızın) dayanışma te­
melli, eşitlikçi bir çiftten yanalardı. Zira, sağlıklı bir ailenin kurulması
ve gerek duygusal, gerekse zihinsel açılardan daha başarılı bireylerden
oluşan kuşaklar yetiştirilmesinin tek yolu budur.

NOTLAR

(1) Emek piyasasının durumu için bkz., A. Agouram ve A. Bela!, 'Bağ. Bu


Yana Fas Ek. Bil.', BESM, XXXII, s.116. Bu yazarlara göre, kentsel merkezlerde­
ki işsizlik oranı 330, %50'lere varırken, bu oran kırda %60'tır. İşçi oranı
%3'lük bir artış gösterirken, iş oranı 32'de kalmaktadır diye belirten yazarlar
bu durumun gelecek üzerindeki etkisini vurgulamaktadırlar.
(2) Code dıı Statut Pers. Dahir no.1-57-343. Resmi Bülten no.2354, 6 Aralık
1957.
(3) E. Durkheim, 'L'Edııcation Morale (Ahlaki Eğitim) Seçme yazılar, A. Gid­
dens Baskısı, Cambridge 1972, s.174.
(4) Mao Tse-Tmıg, Selected Works of Mao Tse-Tung'un kısaltılmış versiyo­
nu, New York 1970.
(5) Cinsel farklılıkları temel alan öncenin ayrıcalıklarını kaldırma kararı her
tür rejim için,ama özellikle yeni bir rejim için çok cesaret ister. Aslında pek
yaygın bir durum da değildir. Çin Komünist Rejimi bu yasaklara karşı gelen
erkek Çinli nüfusun direnişiyle başetmek durumunda kalmıştır. Bkz., C. K.
Yang, Clıinese Commıınist Society: The Family aııd tlıe Village (Komünist Çin top-

203
!umu: Aile ve Köy), Cambridge, Mass.1965, Bölüm l, The Chinese Family in the
Communist revolution (Komünist Devrimde Çin Ailesi)
(6)1950 Marriage Law of the People's Republic of China (Çin J:Ialk Cumhuriye­
ti'nin Evlenme Yasası), Madde 9.
(7) Code du Stat. Pers., Madde 35.
(8) Kadı ve avukatlarla kişisel görüşmelerin yanısıra, Rabat'ın Sadad adli­
yesinde,1974 şubah boyunca yaptığım gözlemler.
(9) John Halstead, Rebirtlı ofa Nation: The Origin and the Rise of Moroccan Na­
tionalism (Bir Ulusun Yeniden Doğuşu: Fas Milliyetçiliğinin Kökeni ve Yükse­
lişi), Cambridge, Mass. 1 969, ss.98-1 14.
(10) Andre Reverand, Un Lyantey inconnu, Paris 1980.
(1 1 ) Fatima Hassar,'Tlıe Special Problems of Young Women and Motlıers wit/ı
Regard ta Tlıeir Families and Profession al Careers' (Aileleri ve Meslekleri açısın­
dan Genç Kadınlara ve Annelere Özgü sorunlar)' Bkz. Intemational Conferen­
ce of Parents Ass., 22-28 temmuz 1962. Eğitim Bak.Yay., Rabat.
(12) Al-Fasi, The İndependence Movements in Arab North Africa, s.413.
(13) F. Hassar, bkz. (11), s.86.
(14) Le Maroc en Chiffres (Rakkamlarla Fas), 2.Baskı, Rabat 1971, s.25.
(15) M. Lahbabi, Les Annees 80 de Notre Jeunesse (Gençliğimizin 80'li Yılları),
Kazablanka 1970, s.55.
(16) Bkz. (14), s.25.
(17) Gittikçe artan sayıda genç araştırmacı, kadının eğitime, çalışmaya, aile
ilişkilerine girmesinin etkilerini araştırmayı seçiyor. Rabat hukuk okulundan
otuz kişilik özel bir grup kendilerine şu adı takmışlar: 'Faslı Aile, Kadın ve Ço­
cuk Üzerine Bilimsel Araştırma Grubu'
(18) Fatima Mernissi, 'Historical Insiglıts far New Population Strategies: Wo­
men in Precolonial Morocco (Yeni Nüfus Stratejileri için Tarihsel Bakış: Sömürge
Öncesi Fas kadınları)', Unesco, Paris 1 978; ayrıca Memissi, 'Developpement Ca­
pitaliste et Perceptions des Femmes dans la Societe Musulmane:les Paysannes du
G/ıarb'. Uluslararası çalışma Ofisi, WEP 10-4-04-90, Cenevre, Mayıs 1981 .
(19) Faslı ekonomist ve istatikçiler, Avrupalı ve Latin meslektaşları gibi,
günde ondört saat çalışan kır kadınını 'ev kadını' olarak sınıflamaktadırlar.
�eyse ki bu ekonomist ve istatikçilerin çoğunu açık fikirli gençler oluştum-

204
yor.
Şimdilerde genel olarak emek kategorilerini, özelde ise kadın emeğini yeni­
den gözden geçiriyorlar. Bkz. C. Abdelinalek'in kitabı, Toplumsal Göstergeler'
'

(Kazablanka 1981), özellikle bölüm 3, (Kentsel İstihdamın İncelemnesi,1976).


(20) Bu bölümdeki tüm veriler 1971 genel nüfus sayımı sonuçlarına daya-
nır.
(21) lbid., s.12.
(22) 'Enquete sur l'Emploi Urbain', Rabat Bureau of Statistics.1976, s.13.
(23) Gen. Nüf. Say., 1971, cilt 2, s.6.
(24) W. Reich, The Massy Psychology of Fascism (Faşizmin Kitle Psikolojisi),
New York 1970, s.60.
(25) lbid., s31.
(26) lbid., s.55.
(27) Bkz.,Honour and Shame,tlıe Values of Mediterrannean Society (Onur ve
Utanç, Akdeniz toplum Değerleri), J. G. Peristiany baskısı., Şikago 1966. Pers­
tiany'nin girişi, onur kavramı altında işleyen psiko-sosyal mekanizmaların bir
özetidir. Bu mekanizmaların özelliklerinden birisi, böyle toplumlarda erkekle­
rin öz-saygı kaynağını kendilerinde değil, kendilerinin dışında bağlantı kur­
dukları nesnelerde bulmalarıdır.
(28) Erkeklerin mesleki, siyasal veya ekonomik yönden bastırılmaları, az ya
tla çok bilin�li sansür mekanizmaları uygulamalarına ve yasaklar koymalarına
neden olmaktadır. Planlama bakanlığında çalışan otuz yaşındaki bir gencin
durumu buna çok açık bir örnektir. Terfi etmekte güçlükleri olan bu kişi tıp
doktoru olan kansını, kendisine itaat etmediği gerekçesiyle boşamak istemiş­
tir.
Evlilik çatışmalarına alışık olan kadılar bile, bu gerekçeye şaşırmışlardı.
Genç bir kadı şöyle diyordu: "Çalışan ve kendisi kadar maaş alan karısının kendisi­
ne boyun eğmesini isteyen erkekleri anlamıyorum."
(29) J. Whiting and l. Child, Child Training and Personality (Çocuk Eğitimi ve
Kişilik), New Haven 1953, s.276.
(30) W. Reich, Mass Psyc. of Fascism, s.32.
(31) 1975-80 arası, kent orta kesiminden genç kadın çalışanlarla yaptığım
görüşmelerde, bu kadınlardan çoğu, çift olarak eşlerinin ailesini görmeye git-

205
tiklerinde, kocalarının onları kayınvalidelerinin yanında yatmaya zorladığını
anlattı. Birçok Fas erkeği cüzdanında annesinin resmini taşır ve ciddi oldukla­
rı kadınlara, hayatlarında en çok sevdikleri kadının anneleri olduğunu ısrarla
yinelerler.1982 yazında, Kazablanka' da avukatlık yapan otuz yaşındaki bir ka­
dın, otuzdört yaşındaki bir meslektaşından evlenme teklifi alır. Ona neden
kendisini seçtiğini sorar. Erkek Şöyle cevap verir: "Seni mahkemede gördüğüm
ilk gün beğendim; çünkü anneme çok benziyorsun. Adeta onun kopyasısın - aynı göz­
ler, aynı boy ... " Genç kadın kibarca teklifi reddeder ve erkek niçin reddeı:l.ildi­
ğini asla anlayamaz. Fas mahkemelerine gelen birçok boşanma davası kayın­
valideler yüzünden açılmaktadır. Bu olgunun sistematik bir incelemesi ilginç
olurdu.
(32) 'An� karran daba' (Artık ben boynuzlu bir erkeğim). Bu sözler karısını
alışıldık saatte evde bulamayan sıkıntılı bir kocanın sözleridir.

206
Sonuç:

Müslüman Ülkelerde Kadın Özgiirlüğü

İnsanlar kadın özgürlüğünü maddi olmayan, ruhani bir sorun olc�­


rak algılama eğilimindeler. Kadının koşullarındaki değişimlerin dinsel
sorunlarla içiçe sunulduğu Müslüman erkek yazınındaki İslami bakış,
bu düşüncemizi doğrular.
Müslümanlar, kadının koşullarındaki değişimleri Allah'ın buyruk­
larına ve egemenliğine yönelik doğrudan bir saldırı gibi görüyorlar.
Fakat yirminci yüzyılda, özellikle de sosyalist toplumlarda gözlenen
değişimler, kadın özgürlüğünün herşeyden önce ekonomik kaynaklı
olduğunu gösterdi. Özgürlük, her topluma pahallıya malolur ve kadın
özgürlüğü, öncelikle bir kaynak paylaşımı sorunudur. Kadınlarını öz-
;;

207
· gür kılmaya kararlı bir toplum, onlara sadece iş sağlamakla değil, ço­
cuk bakımı ve tüm çalışanlara ekmek sağlamak gibi soruml,ulukları
üstlenmek durumundadır. Çocuk bahçeleri ve yuvaları sistemi, kadını
geleneksel evcil zincirlerinden kurtarmak için kaçınılmaz bir yatırım­
dır.
Kadın özgürlüğüne yatırım yapma kapasitesi, bir toplumun zen­
ginliğinin göstergesi olmaktan çok, hedef ve amaçlarının göstergesidir.
Nihai amacı kar olan bir toplum, çocuk bakım merkezlerinin devlet
eliyle kurulmasında gönülsüz davranacaktır. Mariaroso Della Costa
modern insan kaynak ve hizmetleri ortasında, çocuk bakımı ve ev hiz­
metlerini ücretsiz yerine getiren kapitalizm öncesi çalışanlar ordusunu,
yani evkadınlarını, kapitalizmin nasıl elde bulundurduğunu açıklar.
Asıl çelişki buradadır: Dünyanın en zengin devleti olan ABD, kadını
insanlaştırmak için ücretsiz çocuk yuvaları sistemini karşılayacak ka­
dar bol kaynağa sahip olduğu halde, bunu yapmıyor.
Arap toplumlarının bu konudaki tutumu nedir? Şimdiye dek, et­
kin bir sistemi haiz, tutarlı bir programları yoktu. Bu tür programların
olmayışı ve Arap-müslüman devletlerde, kadın özgürlüğü eğilimlerini
yargılamak için henüz çok erken olması nedeniyle, kadının Arap dün­
yasındaki olası geleceği hakkında birkaç kurgusal saptamayla yetine­
ceğim. İlerlemeden önce, Arap-İslam dünyası için sadece iki elverişli
'kadın özgürlüğü' modeli bulunmasının yetersizliğine dikkat çekmek is­
tiyorum.
Etkin 'özgür kadın' modellerinin azlığı, müslümanların kadın öz­
gürlüğüne bu denli güçlü tepki göstermelerine bir neden olabilir. (Et­
kin modelden kastım, insanları heyecanlandırmaya yetecek imgeler
yaratan modellerdir.) Bu modellerden birisi Arap kökenli olup, İslami­
yet öncesi cinsel davranışları temel alır; diğeriyse, dış kaynaklı Batı
modelidir. Sosyalist cinsellik ve aile modelleri, kültürel olarak ihmal
edilmiş, analizi yapılamayacak kadar kayıt dışı kalmışlardır. Gerek ca­
hiliye ve gerekse Batı modelleri, farklı nedenlerle de olsa, yaralayıcı
imgeler uyandırıyorlar.
Arap yazınında, İslam öncesine ait cinsellik kaotik, her şeyi kapsa-

208
yan, kendi başına buyruk kadının cinsel eş ya da eşlerini seçme ve ter­
ketme özgürlüğüne sahip olduğu, biyolojik babaya ve yasal babalığa
hiç önem verilmeyen, gemi azıya almış bir kargaşa olarak betimlenir.
'Kadın özgürlüğü' terimi, kadının kendi cinsel yazgısını belirlemesi
karşısında erkeğin tüm ayrıcalıklarını yitirip özdenetim ve insiyatiften
yoksun kaldığı mitik cahiliye kadınının uyandırdığı korkuyu hortlatı­
yor. 'Özgür kadın'ı kazanmanın yolu, onun hoşuna gidip kendini ona
sevdirmekten, onu zorlayıp tehdit etmeksizin sevmekten geçer. Oysa
Müslüman toplum erkeği, kadını severek toplumsallaşamıyor; Müslü­
man erkekler özgür kadının karşısında çok donanımsızlar. Kaçınılmaz
sonuç, kadın özgürlüğüne karşı geliştirilen korku ve nefrettir.
Özgür kadınla kaotik, kuralsız, hayvansı cinselliğin birbirine ka­
rıştırılması, aile yapılarında şiddetli değişimler yaşamış Müslüman
toplumlara özgü değildir. Bu karıştırma, aile sistemleri kadının köleli­
ğine dayanan her toplum için geçerlidir. Marx ve Engels, her ailede ka­
dının uysal bir köle olması gerekmediği yolundaki fikirlerini çarpıtan
burjuva yazarlarına tekrar tekrar saldırmak zorunda kaldılar.(2) Cinsel
0
eşitlik temelli, burjuva olmayan bir cinselliğin ille de kargaşa yaratma­
yacağını ve burjuva aile modelinin toplumun yarısını insanlıktan çı­
kardığını defalarca yazdılar. Müslüman toplumlarda da sürüp giden
tartışma budur. Müslüman evliliği, toplumsa,l düzenin ancak sevgisiz
bir kocanın, karısının yanısıra cinsel gereksinimini doyurmaya yara­
yan başka kadınlara -cariyeler, kl}malar ve fahişeler- aynı aşağılayıcı
koşullar altında egemen olması durumunda, kadının yıkıcı potansiye­
linin bastırılabileceği önermesine dayanır.(3) Yeni bir cinsel düzen, ge­
leneksel Müslüman ailenin yıkımı demektir. Bu açıdan bakıldığında,
ailedeki ve kadının koşullarındaki değişikliklerden duyulan korku
yersiz değildir. Yüzyıllardır kadının baskılanması kültürüne yerleşmiş
bu korkular, Batı cinselliğinin benzer aşağılayıcı ve canlı imgeleri tara­
fından beslenir ve her ithal malı televizyonda izlenebilecek dağılmış
aile modellerinde yansısını bulur.
Müslüman baba ve kocaların, kendi ailelerinin ve cinsel davranış-

209
!arının Batı modeline dönüşmesi fikrinden kapıldıkları korku anlaşıla­
bilir bir korkudur. Batı tarzı cinselliğin en çarpıcı yanı, kadını sonsuza
dek fotoğrafladıkları birkaç inçlik bir çıplak et parçasına indirgeyerek,
kar amacı dışında başka bir amaç taşımayan bir gölge ve biçimler silsi­
lesi haline getirdikleri kadın bütünselliğinin bozulmasıdır. Müslüman
sömürüsü kadını örtü ve duvarlar ardına gizlerken, Batı sömürüsü
onun çıplaklığını aşırı bir biçimde sergilemektedir.
Müslüman baba ve kocaların korkusu temelsiz sayılamaz; filizlen­
meye başlayan Müslüman kadının özgürlüğü, Batılı kadının yaşam bi­
çiminin birçok özelliğini ş_imdiden almıştır. 'Özgür Arap kadının yap­
tığı ilk hareket, kırklı ve ellili yıllarda Batılı kadının bir temsilcisi olan
sömürgeci karısının giysilerini giyip peçeyi atmak olmuştur. Genellikle
orta ve üst sınıflardan olan ilk 'özgür kadınlar, peçeyi atmalarının ya­
nısıra, onun bir sonucu gibi gözüken bir yabancı dili konuşurlardı. İşte
burada, Müslüman toplumların kadın özgürlüğünü benimsemelerine
engel olan bir güçlükle daha karşılaşıyoruz. İlk 'özgür kadının batılı­
laŞması, Arap-Müslüman yönetici sınıflarının batılılaşmasının bir par­
çasıydı ve halen de öyledir. Kadınların batılılaşmasından duyulan kor­
ku, erkeklerin Batı Uygarlığı'nın iyi ve kötü unsurlarını kadınlardan
daha başarılı bir biçimde ayırdedebilecekleri yönündeki Müslüman
Toplum inancının bir başka göstergesidir. Bu durum, kadının iyi ve kö­
tü yargılarının gelişmemiş olduğunu savunan İslami inançla uyum
içindedir.
Erkekleri şimdilerde olan değişikliklerden ürküten bir başka yön
de, kadının batılılaşmasının onun baştan çıkarıcı gücünü arttırması
olasılığıdır. Müslüman ahlakının kadının süslenip güzelliğini sergile­
mesine karşı olduğunu görmüştük; peçe ve duvarlar bu baştan çıkarı­
cılığı önlemek için düşünülmüş araçlardı. Batılılaşma, süslü ve baştan
çıkarıcı giysilere bürünmüş kadın bedenlerinin sokakta görünmesine
izin verdi. Batılı kadın özgürlüğü hareketleri, porno kitle medyasında­
ki bedeni tanımazken, Müslüman kadınlar bedenlerini özgürlüklerinin
bir ,parçası olarak algılama eğilimindeler. Önceleri, bir kadının bedeni

21 0
ona sahip olan erkeğe aitti. Fas kentlerinde mantar gibi biten güzellik
salonları ve hazır giyim mağazaları, kadınların kendi bedenleri üstün­
deki, doğum kontrolü ve çocuk aldırma gibi daha köktenci isteklere
dek uzanabilecek iddialarının öncüleri olarak yorumlanabilirler.
Elde bulunan modelleri ve bunlara takınılan olumsuz tutumu
böylece tanımladıktan sonra, Müslüman toplumlardaki kadın özgürlü­
ğü hareketinin geleceği üzerine, günümüzü temel alarak birkaç spekü­
lasyon yapmama izin verin.
Müslüman kadının koşullarında önemli değişimler olduğu su gö­
türmez. Kadınlar önceden onlara tanınmayan eğitim, seçme ve seçil­
me, ev dışı mekanları kullanma haklarını kazandılar. Fakat bu tomur­
cuk 'özgürlük' ün en önemli özelliği, titiz bir planlama ve ulus çapında
bir gelişme ürünü olmamasıdır. Dahası, örgütlü kadın hareketleriyle
atbaşı giden bir kitlesel çalışan kadın katılımının ürünü de değildir.
Arap-Müslüman ülkelerdeki kadınların böhik pörçük hak arayışları,
daha çok geleneksel sistemin içten v.e dıştan gelen baskılara dayana­
mayıp dağılmasına bağlı olan sistemsiz, planlanmamış, rastlantısal bir
süreçtir. O zaman, Müslüman kadının özgürlük hareketinin, olmazsa
olmaz bir yol izlediğini söyleyebiliriz.
Umutsuzca durağan geleneğe sarılan katı tutucuların kaygılarını
doğrularcasına, değişim, Müslüman dünyanın temellerini sarsıyor. De­
ğişim, özellikle onu yadsıyanlar için çok boyutlu ve denetlemesi güç
bir süreçtir. İster kabul edilsin, ister edilmesin, değişim toplumsal ha­
yatın karmaşık mekanizmalarını sürekli aşındırır ve ne kadar engelle­
nirse o kadar derin ve şaşırtıcı sonuçlar doğurur. Müslüman yönetici­
ler, heteroseksüel birimin, ulusal kalkınma için can alıı.cı olduğunu he­
nüz resmi olarak kabul etmediler. Kalkınma planlarında yüzlerce sayfa
tarımın makinalaşmasına, madencilik ve bankacılığa ayrılırken, aile ve
kadının koşullarından ancak birkaç sayfada sözedilir. Bir yandan müs­
lüman toplumdaki geniş kapsamlı ve derin değişimleri vurgularken
öte yandan Üçüncü Dünya ekonomilerinin kalkınma planlarında, ka­
dın ve ailenin önemli rolü üzerinde ısrarla durmak istiyorum.

21 1
Aile ve Kadın
Daha önce de belirtildiği gibi, Müslüman cinselliğinin ayırdedici
özelliklerinden biri de kendine özgü işbölümü, toplum ve erk kavra­
yışlarına yansıyan bölgeselliğidir. Müslüman cinselliğinin bu özelliği
sınıf, görev ve yetke modellerini beraberinde getirir. Mekansal hapse
maruz kalan kadınlar, cinsellik ve üreme hizmetleri karşılığında, ait ol­
dukları erkekler tarafından bakılırlar. Bütün sistem, diğer şeyler yanın­
da nüfusun yarısına sahip olan erkek vatandaşlardan kurulu bir top­
lum olarak Müslüman ümmeti yaratmak amacını taşır. George Tarabis­
hi, Kadınlar ve Sosyalizm adlı kitabının girişinde, genellikle insanların
yüz milyon Arap'tan sözettiğini, fakat aslında bu rakamın elli milyon
olduğunu, toplumsal sorumluluklardan el çektirilen kadınların nüfusa
dahil edilemeyeceğini söyler.(4) Müslüman erkeklerin hak ve ayrıcalık­
ları, kadınlarını öldürme hakkı dahil olmak üzere, daima Müslüman
kadınlardan fazla oldu. (Fas ceza kanunu, zina yapan karısını öldüren
erkeğe hafifletici sebeplerden ötürü ceza indirimini öngören 418. mad­
desiyle bu gücün izini taşır.)(5) Erkekler gerek ruhsal, gerekse fiziksel
açılardan kadınlara çok dar bir yaşama alanı bıraktılar.
Bu bölgesellik, yani kadının hapsi, modernleşmenin başlattığı ve
hiçbir grubun denetleyemediği sosyo-ekonomik değişim tarafından
yerle bir edilme sürecine girmiştir. Philip Slater, cinsel karşıtlık top­
lumları üzerine yaptığı çalışmalarda, bu tür sistemlerin, ancak 'güçlü
bağlar ve yerleşik durgunluk koşulları altında'(6) varlıklarını sürdürebil­
dikleri sonucuna varıyor. Fas aile yapısı ve yerleşik durgunluk gelene­
ği, bireysel gelirlerin artışı ve toplu aile sisteminin çöküşüyle, özellikle
kent orta sınıfınJa bütünselliğini yitirmektedir. Görüşme yapılan gele­
neksel kadınların çoğu, ilk evlilik yıllarını kocalarının ailesiyle geçir­
mişler. Sonra, 'hiçbir neden yokken', yani görünürde hiçbir düşmanlık
bulunmaksızın, geniş aile dağılmış. İki tanesindeki dağılmaya amca,
oğul kavgası neden olmuş. Oysa, bir yüzyıl önce hiçbir kavga Faslı ai­
leyi dağıtamazdı. Daha akla yakın neden, oğlanın babası ve amcasın­
dan bağımsız olan yeterli bir kazanç elde etmesidir. Kendi geçimini

21 2
sağladığı için evden ayrılabilir. En önemli işveren olan devletin me­
murlarını belli bir hareketliliğe zorlaması, eski aile yapısının dağılma­
sında önemli bir etkendir. Günümüzdeki gereksiz karmaşa ve sıkıntı,
ekonomik plan ve programlarında bambaşka bir gerçeklik kurmayı he­
defleyen hükümetin, geleneksel ideolojiyj destekleyip onu yasalaştır­
masından doğuyor. Yeni gerçeklik, geleneksel yapıyı sarsıyor; rol kar­
gaşası ve çatışmasını arttırırken, bütün bunları yaşayan bireylere, cins
ayrımı yapmaksızın büyük acılar çektiriyor.
Geleneksel aile yapısının çöküşüyle beliren sonuçlardan biri de,
modern Fas tarihinde ilk kez, kocanın karısıyla doğrudan ilişki kurma­
sıdır. Karı-koca, daha önce hiç olmadığı kadar birbirlerine yakınlar ve
etkileşim içindeler. Bunun nedeni, kayınvalidenin müdahalesi ve cin­
sel ayrımcılık gibi heteroseksüellik karşıfı etkenlerin güçten düşmesi­
dir. Kadın ve erkek arasındaki bu dolaysız iletişim, geleneksel düşman
cinsellik ideolojisiyle yetişmiş her iki tarafa da artı yükler ve korkular
getirmektedir.
Kadın-erkek dinamiklerinin geleceği, modern devletlerin cinsel
hakları yeniden tanıma ve cinsel konumu yeniden değerlendirme ko­
nularında alacakları tutuma bağlıdır. Fas Yasama Kurulu, geleneksel
evlilik kavramını alıkoydu. Cinsiyete göre işbölümü üzerinde temelle­
nen tarihi cinsel konum tanımları, aile hukukuna esas alınarak yeniden
yürürlüğe konuldu: 35. madde, erkeği, ailenin geçiminden tek sorumlu
kişi olarak tanımlar. Erkek sadece kendi geçiminden değil, katılımı cin­
sel hizmetler, üreme ve ev işiyle sınırlandırılmış, ekonomik olarak ba­
ğımlı bir birey olarak tanımlanan sağlıklı karısının geçiminden de so­
rumludur.
Erkekliği kazanç sağlama yeterliğiyle tanımlamak, işsizlikten bu­
nalan erkekleri, ekonomik sorunlarla iğdiş edilmeyi özdeş olarak algı­
lamaya iter. Dahası, kanuna göre kazanç sağlamak erkeğe özgü bir rol
olduğu için, geçimini kazanan kadın, bir erkek ya da bir hadım gibi al­
gılanacaktır. Eğer kadın, erkek ayrıcalıklarına daha kolay erişebilir du­
ruma gelirse, bu kez de erkekler kadınlaşıyor gibi görüneceklerdir.

213
Fas Yasası, erkeklikle ekonomik başarı arasındaki bağı vurgulaya­
rak, erkek saygınlığının onun zenginliğine bağlı olduğu geleneksel öz­
saygı modellerini, hem de böylesine ekonomik sıkıntı içinde olunan bir
dönemde, yeniden hayata geçirmiştir. Geleneksel olarak ailesinin geçi­
mini sağlama başarısında ifadesini bulan erkek yetkesi, erkeğin şimdi
içinde bulunduğu durum yüzünden tehlikeye düşmüştür. Faslı erkek­
ler için geleneksel erkeklik onayına ulaşmak oldukça güç görünüyor:

Erkeğin gücü gibi güç yoktur.


Parasız erkeğe erkek denmez.(7)

Bu koşullar altındaki bir modernleşme, bir tür hadımlaştırma süre­


cidir. Devlet, geleneksel erkek�ik tanımlarını vurgulayarak, erkeğin ge­
rek artık geçimini sağlayamadığı edilgen kadına karşı, gerekse hadım
ediciler olarak gördüğü etkin kadına karşı duyduğu kararsız hisleri
körüklemektedir. Bu kararsızlık, bütün ataerkil kültürleri alttan alta
belirleyen geleneksel korkulan, herşeyi yutan kadın kavramının getir­
diği korkuları daha da şiddetlendirir. Fas erkeği kendisini çok boyutlu
bir birey gibi algılamak yerine, mutluluğunu, saygınlık ve gücünü cin­
sellikten alan bir cinsel aracı olarak algılamak yönünde özendirilir.
Faslı erkeğe kansı ve çocuklarını yönetme izni verilmiştir; ancak eko­
nomik ve siyasi koşullara itiraz etmeye kalkarsa, bu girişiminden kesin
bir biçimde caydırılıp sıklıkla şiddet uygulanarak bastırılır. Otoriter bir
siyasi yapı ile koca ve babanın otoriter gücü arasındaki tamamlayıcılık,
değişimi etkili planlamayla karşılamak yönünde etkili kalkınma prog­
ramlan oluşturamayan geçiş toplumlarının bir özelliğidir. Fas' ta, geçti­
ğimiz onyıllarda yaşanan olaylar, en azından geçiş aşamasında, cinsler
arası büyük gerilimlere yol açan ciddi bir erkek egemenliği erozyonu­
nu beraberlerinde getirdi. Olayın şaşırtıcı yönü, asıl darbe, tarihsel ko­
numları gereği çaresizleşmiş kadınlardan değil, devletten geldi.

214
Geleneksel Erkek Egemenliği İçin Bir
Tehdit Oluşturan Devlet
Her ne kadar geleneksel erkek haklarına destek veriyorsa da dev­
let, koca ve baba olan erkek için bir tehdittir ve onun güçlü bir rakibi­
dir. Devlet, aile reisi olan erkeğin eğitim ve ekonomik güvence sağla­
mak gibi geleneksel işlevlerini onun elinden almaktadır. Ulus çapında
bir devlet okulları sistemi kuran ve çalışan evli kadınlar, kızlar ve
oğullar için kişisel bir gelir sağlayan devlet, baba yetkesinin iki daya­
nağını yıktı. Devletin gittikçe etkinleşen seçkin rolü, geleneksel ailenin
erk sahibi reisini ayrıcalıklarından soyarak onu devlet karşısında, kadı­
nın geleneksel aile içindeki konumundan pek de farklı olmayan ikincil
bir konuma yerleştirdi. Aile reisi, tıpkı geleneksel kadının kocasına ba­
ğımlı olması gibi, geçimini sağlamak için devlete bağımlıdır. Ekono­
mik destek itaat karşılığında verilir ve bu durum, devlete karşı oluşan
bir kadın-erkek dayanışmasını getirmektedir.
'Sexist' sözcüğü, erkeğin kadın aleyhine kayınlması anlamında
kullanılır. Benim kanımca, tüm görünümlerine karşın, İslami sistem er­
keği kayırmaz; erkeğin kendini gerçekleştirmesi en az kadınınki kadar
zayıf ve sınırlı tutulmuştur. Her ne kadar bu baskı eşitliği, erkeğin
meşhur 'ayncalıklan'yla dünyanın gözünden saklanmışsa da, ben ço­
keşlilik ve boşama gibi usüllerin her iki cins için de birer baskılama
aracı olduğunu göstermeye çalışıyorum. İslami cinsellik kuramı, kadı­
nı can alıcı çekiciliği olan bir haz kaynağı gibi görür. Bu hazlara ulaş­
mak yönünde erkeğe getirilen her tür kısıtlama, sadece kadına yönelik
gibi görünse bile, aslında erkeğin cinsel doyum potansiyeline dönük
bir saldırıdır. İslami sistemde, erkeklerin cinsel doyumları için kadın­
lardan daha ağır bir psikolojik bedel ödedikleri ileri sürülebilir, çünkü
kadınlar cinsel kısıtlamaları 'doğal' olarak kabul etmeye koşullandırıl­
mışken, erkeklerden tam bir cinsel tatmin sağlamaları beklenir. Kadın
ve erkek, cinsel engellenmişliklerinin üstesinden farklı yollarla gelerek
toplumsallaşırlar. Bireyin beklentileri arttıkça, hoşnutsuzluğunun da
arttığını biliyoruz. Fas toplumunda yaşayan bir kadın, dört yaşından

215
itibaren veya daha da erken, karşılaşacağı cinsel kısıtlamalardan ha­
berdar edilir. Cinsel engellemelerle uğraşan Fas erkeğinin yaşadıkları,
etkin savunmalar geliştiremeyecek kadar erken yaralanmış Fas kadı­
nınca �ilinmez. İslami düzen bu anlamda da 'sexist' değildir.

Olası Eğilimler
Aile reisinin azalan erki, kısa vadede, aile içinde gerilimlere neden
olur ki, bunlar kırgın erkeğin karısı ve çocuklarını baskılayarak avun­
mak istemesinin sonuçlarıdır. Fakat uzun vadede, günlük yaşantıların­
daki benzerliği farkeden kadın ve erkeğin yakınlaşmasını doğurur. Üs­
telik daha genç çiftlerde görüldüğü gibi, sistemin eksiklikleri karşısın­
da daha büyük bir kan-koca işbirliğine ve evlilik biriminin güçlenme­
sine neden olabilir.
Müslüman bir toplumda tek uygun evlilik modelinin, kadınla er­
kek arasındaki ilişkiyi nasıl belirlediğini görmüştük. Geleneksel ailede­
ki ilişki, sevginin erkek tarafından zayıflık olarak dışlandığı bir efendi­
köle ilişkisidir. Cinsellik ve sevgi ayrılığı üzerine kurulan bir başka ka­
dın-erkek ilintisi modeli daha vardır ki, bu kez kurumlardan değil,
edebiyattan çıkar: Udra Aşkı Modeli.(8) Udrite Aşkı, Arap edebiyatında
çok önemli bir yer tutan bir romantik aşklar çeşitlemesidir. Ünlü Arap
şarkıcıları tarafından söylenen şarkılar sayesinde bu edebiyatın şiirleri
sonsuzca yinelenen bir üne sahiptir. Udrite aşığı sevgilisiyle asla cinsel
ilişkiye girmez ve Arap-Müslüman toplumunda evlilik kutlu cinsellik­
le eşanlamlı olduğu için, Udra aşıkları hiçbir zaman evlenmezler. İçer­
den ve dışardan sayısız engeller onları birbirinden uzak tutarken, be­
denleri 'ilahi' bir alevle tutuşmaktadır. Yüzyıllardır, bu ruhun bedene
karşı zafer kazandığı, hayvansılığm üstesinden gelerek kişilerin arındı­
ğı ve bilgeleştiği (ruhaniyet, arınma ve bilgelik, cinselliğin olmamasıy­
la ilintilidir) bu durum, aşkın en yüksek biçimi olarak tanımlanagelir.
Şimdi ise Udra aşkı, bir kadını sevmenin hastalıklı yolu olarak saldırı­
ya uğramaktadır. Udrite aşkına karşı en şiddetli saldırıların erkek ya-

216
zarlardan gelmesi oldukça anlamlıdır. Sadık Celal al-Azm(9) ve Tahar
Lebib Cedidi(lO), ilki psikolojik, ikincisi dilbilimsel yaklaşımda bulu­
narak benzer sonuçlara ulaşırlar. Tahar Cedidi, Udra aşkının ekonomik
ve siyasi yönden zayıf bir topluluğu temsil ettğini ve Banu Udra'nın,
merkezi Müslüman İmparatorluğu'nun büyümesiyle geleneksel aşiret
ayrıcalıklarından yoksun kaldığını ileri sürer.(11) Celal al-Azm'a göre,
bir erkeğin ancak cinsel ilişkide bulunmadığı bir kadını sevebileceğini
ima eden Udra aşkı, cinsel olarak bastırılmış bir toplumun çarpık sevgi
anlayışıdır. Udra aşkı, yalnızca evlilik biriminin dışında varolabilir; ev­
li kadın asla bu tür sevginin nesnesi olamaz.
Yakın geçmişin bu Udra aşkı analizleri, geleneksel ailenin kadını
insanlığından yoksun ederek onu bozduğu gerçeğinin modern Müslü­
man toplumlarınca anlaşılması gerektiğini ortaya çıkaran geleneksel
evlenme modelleri incelememden hareketle vardığım sonucu destekli­
yor. Modern Müslüman toplumların uğrunda mücadele etmesi gere­
ken şey, kadının parçalara ayrılmamış bütünlüğü üzerinde temellenen
bir ailedir. Bütünlüğü bozulmamış bir kadınla yaşanan cinsellik, aşağı­
layıcı ve kirleten bir edim olmanın aksine harika bir edimdir. Parçalan­
mamış bir kadına duyulan bağlılık ve ilgi, erkeği toplumsal görevlerin­
den alıkoymaz; çünkü kadın kenarda kalmış bir birey, bir tabu değil,
yaşam ve düzenin üreticisi, kaynağı ve merkezidir.
İslam'ın cinselliğe yönelik temel olumlu tutumu, toplumsal hayat­
la uyum içinde, sağlıklı bir cinsellik yolunda, Batı'nın cinselliğe yöne­
lik temel olumsuz tutumundan daha yararlıdır. Batı ülkelerindeki ka­
dın-erkek dinamiği şartlanmasında olabilecek ciddi değişimler, top­
lumda devrimci değişimlerin olması demektir ki, bu reformist ülkeler
he pahasına olursa olsun böylesi bir değişimden kaçınacaklardır. Müs­
lüman ülkeler reformizmi karşılayacak güçte değiller; geçici önlemlere
başvuracak kadar kaynakları yok. Sistemin yüzeysel bir yeniden sıvan­
ması onlar için uygun bir çözüm olamaz.
Resmi politika ve yasalardan daha derinlerde, Müslüman toplum
düzeni kadını, engellenmediği takdirde sosyal düzeni yıkabilecek bir
gücü haiz, saldırgan bir birey olarak görür. Böylesi bir bakış açısı, uzun

217
vadede, kadınların karar alma ve erk ağlarıyla bütünleşmesini kolay­
laştırır. Batı kadınlarının uğraştığı başlıca engellerden birisi de, top­
lumlarındaki kadının aşağılığı görüşüdür. Amerika ve Avrupa' da üni­
versite eğitimli kadınların ciddi sorumluluk gerektiren görevlere geti­
rilmemesinin altında bu görüş yatar. Kadını bir güç kaynağı yapan
Müslüman imgesi, kadınların önüne, eşitlikten daha geniş ve yüksek
hedefler koyar. Kadın ve erkek esinleri üzerine yapılan araştırmaların
vardığı sonuç hep aynıdır: Kadınlar, erkeklerin sahip olduğu şeylerin
sahip olunmaya değmediğini gördüler. Kadınların hedefi, yerleşik cin­
sel davranışların, yani engellenmiş erkek ve aşağı kadın kavramlarının
toptan reddiyle özetlenebilir. Bu da ekonomik yapıdan başlayarak dil­
bilgisine dek uzanan bir dizi devrimci yeniden yapılanma anlamına
gelir. Celal Azın, her iki cins için de geçerli bulguları topladığı kitabı
boyunca, eril adılı kullandığı için özür diler.(12) Azın, bir bilimadamı
olarak, cinsiyet ayrımı yapan bir dilbilgisine mahkum olduğu için
üzüntü duyuyor.(13) Fakat, ekonomik sıkıntının mutsuzlaştırdığı bir­
çok Arap erkeği, cinsiyet bakışlı bir dilbilgisini kullanmaktan hiç de
huzursuz olmuyor.
Siyasi makyajları nasıl olursa olsun, Arap ülkelerindeki erk sahip­
leri değişimi kurumlaştırmaya mahkumlar; ve modernlik yolunda ne
denli 'saygıdeğer geçmiş' şakşakçılığı yapıyor da olsalar, bu durumun
gayet iyi farkındalar. Tarihçiler, tartışmasız ve derin değişimlerin teh­
diti altındaki yönetici sınıfların, geleneksel söylemi bir tür döngüsellik
içinde canlandırmasını, değişime karşı bir tepke olarak yorumluyor­
lar.(14) Arap toplumların karşılaştığı sorun, değişip değişmeme soru­
nu değil, değişimin ne hızda olması gerektiğidir. Kadın özgürlüğüyle
ekonomik kalkınma arasındaki bağlantı, Üçüncü Dünya' da her iki cin­
sin benzer koşullar altında olmasından bellidir; iki cins de sömürü ve
yoksulluğun acısını çekiyor. Erkekler, sözde refah toplumlarında oldu­
ğu gibi, kadınlar üstünde göz alıcı avantajlara sahip değildir. Cehalet
ve işsizlikten erkek de, kadın kadar nasibini alıyor. Eşit olarak sömürü­
len ve yoksullaştırılan bireyler olarak kadın ve erkekler arasındaki
benzerlik, Üçüncü Dünya aile yapısındaki olası evrim için çok büyük

21 8
önem taşıyor.
George Tarabishi, erkeklerin işsizlikten bunaldığı Arap toplumların­
da kadının çalışmaya özendirilmemesi gerektiği yolundaki savın saç­
malığına dikkat çeker.(15) Tabarishi'ye göre, toplum insan kaynakları­
nı işsizlikle savurmak yerine, üretkenliğe yöneltmelidir. İnsan kaynak­
larının kadın yarısının kullanılması, Arap geleceği için hoş karşılama
sorununun ötesine geçen bir zorunluluktur.
Kadın özgürlüğünün Arap ülkeleri bağlamında, Batı ülkelerinde­
kinden daha hızlı olduğu ve daha köktenci bir yol izlediği düşünülebi­
lir. Batılı liberal demokrasilerde yaşayan kadınlar, haklarını savunmak
için örgütleniyorlar; fakat onları baskılayanlar güçlü, zengin ve re­
formcu rejimlerdir. Diyalog, burjuva demokrasilerinin reformist çerçe­
vesinin dışına taşamıyor. Bu koşullarda, ciddi değişimlerin gerçekleş­
mesi çok zaman alır. Amerikalı kadın kürtaj hakkını elde edebilir ama,
kadın bedeninin bir pazarlama ürünü gibi sömürülmesini engellemek
için çok zamana gereksinimi vardır. Buna karşın Müslüman kadın,
başlıca görevi yoksulluk ve sömürünün bulunmadığı bir gelecek tasar­
lamak ve ekonomik büyümeyi güvence altına almak olan zayıf yöneti­
ci sınıfla diyalog halindedir. Arap yönetici sınıfları, tüm doğal ve insan
kaynaklarının bütün nüfus yararına yeterli ve yerleşik bir biçimde kul­
lanıldığı mükemmel bir gelecek kurmakla yükümlü olduklarının ayır­
dına varmaktalar. Arap kadını bir hakim geleceğin merkezi unsuru­
dur. Bu gerçeği farketmeyenler, ancak kendilerini ve ülkelerini kandı­
rırlar.

NOTLAR

(1) Mariarosa Della Costa, Women and Sııbversion of the Commımity (Kadın­
lar ve Topluluğun Yıkımı), Bristol 1972.
(2) David Riazanov'un makalesi 'Commımism in marriııge (Evlilikteki Komü-

219
nizm) Moskova 1926, George Tarabishi çevirisiyle al-Mar'a va al-İstirakiya ya­
yınlanmıştır; Beyrut 1974. (2. bask.), ss.33-70.
(3) Dr. Salva Khammash, al-Mar'a al-Arabiya wa'l-Muctama al-Taklidiya
(Arap Kadınları ve Geleneksel Toplum), Beyrut 1973, bölÜm V (Cinslerarası
İlişkiler) ve bölüm VII (Kadının Durumu)
(4) G.Tarabishi, Women and Socialism (Kadınlar ve Sosyalizm), giriş, s. p.
(5) Madde şöyle der: 'Öldürme, yaralama ve dövme, koca tarafından zina halin-
de yakaladığı karısına ve/veya sııç ortağına karşı yapılırsa affedilir.'
(6) Philip Slater, Tlıe Glory of Hera, s.73.
(7) Al-Macdou, s.144.
(8) Dr. Sadık Calal al-Azın, Fi'l-Hubb va'l-Hubb al- Udri, 2. baskı, Beyrut
'
1974, ss.92.
(9) lbid.
(10) Tahar Lebib Cedidi, 'La Poesie Amoureuse des Arabes (Arap Aşk Şiirle-
·

ri)', Algiers 1974.


(11) lbid., ss.76, 1;14, 1 40, 142.
(12) Sadık al-Azın, ss.110-1 .
(13) Ibid., s.28.
(14) AbdUllah Laroui, 'La Crise de Intellectuels Arabes (Arap Aydınlarının
Bunalımı)', Louvain 1970 kolokyumunda okunan makale, Paris 1974.
(15) G. Tarabishi, Introduction ta Women and Socialism (Kadınlar ve Sosyaliz­
me Giriş), s.13.

220
Sonsöz Yayıncının ...

Öncelikle televizyon ve yazılı basııun etkinliğini hissettiren


medyamn bir kıyısına sıkışıp kalmış yaymanın ''görüş bildir­
me"sinin ülkemizin içinde bulunduğu karanlık tablonun gide­
rilınesinde pek kal' e alımnayacağı bir gerçek olsa da, günde­
mi işgal eden " demokrasi", "insan hakları" , "laiklik", "İslami
devlet", "tesettür" ve "tahrik olına" gibi kavramların birer al­
tıpatlara dönüştürülüp öldürmelerin, yakınaların, kundakla­
maların, rüŞvet ve yolsuzlukların sürüp gihnesine tepkisiz
kalınak olanaksız görünüyor.
Bunca yıl üzerinde yaşadığım toprakları seven ve kendini
bu ülkeye borçlu hisseden biri olarak sağduyunun vatandaş­
larıma söylediklerini duyabildiğimi sanıyorum. Şöyle fısıldı­
yor: "Dengesiz gücün taa düşüncesizliktir. Düşünce yoksa
herhangi bir düzen beklentisi de söz konusu olamaz; çünkü
azgınlaşmış düşüncesizlik, yani terör, eninde sonunda kendi
çocuğunu da boğar . "
Dünya tarihi bu fısıltının apaçık tanıklığını yapmaktayken,
yüzleri ve buna bağlı olarak isimleri değişen iktidarlar ve ikti­
dara talip odaklar tarafından herzaınan için geçici haklılık id­
diaları ve zorlayıcı güç kullanımları da süregeliyor. Üstelik
her iktidar ve iktidar talibi odak, kendine bağlı kitlelerin gö­
zünde varlığını meşrulaştırmaya da zorunlu. Tam bu nokta­
da, afaki olan hemen herşeyi, okumaya (gerçekte, kendini
okumaya) yeğleyecek noktaya gelmiş insanın önüne yüzyıllar
boyu baskı unsuru olarak kullanılınış yazılı metinlerin gizemli
gücü (kendileri değil) çıkarılıveriyor. -Çoğu zaman insanın bu

22 1
"okuma" yetersizliği, onun çaresizliğini düşünce sistemleri,
bilim dalları, hukuk, ekonomi gibi üst dillerle karşılaşhğında
bir kara mizah durumuna sokuyor.- Böylece giderek hız kaza­
nan toplumsal dönüşüm süreçleri içinde, ''Gerekirse zor kul­
lanarak iktidara geliriz" diyenlere zor kullaıuldığı, ve sonra
aynı işlemin o odaktan bu odağa yöneldiği başdöndürücü bir
kıyım mekanizması işletiliyor.
Bu gidişle bunun sonu gelmeyecektir; ta ki insanlar insan
olduklarını, gerçekte korkunç bir özgürlük içinde yapayalıuz
olduklarım, bu dünyanın dağlarından, ormanlarından olduğu
kadar açbkları kapının mandalından bile sorumlu olduklarım,
"ötekiler"i yokederek bpabplaşmamn bir yeryüzü hortlakha­
nesinden başka bir şeye yolaçınayacağını anlayıncaya, birey
olabilmenin sancılı doğumunu kendi başlarına yaşayıncaya
dek. Siz hiç herkesin yalıuzca sahip olmak, daha fazla kazan­
mak,_ daha fazla yiyip içmek, daha çok eğleıunek, başkalarım
da daha fazla becermek için her yolu ınübah gördüğü ve ken­
di cesedini emniyetle sürüklemenin dışında başka hiçbir ölçüt
tanımadığı bir düzenin güzelliğini düşleyebiliyor musunuz?
Dün-bugün alıakuşlar gibi çatı kirişlerine sinip gözlerine kes­
tirdiklerini av belleyenlerin, kendi değerlerinin cumhuriyeti
kurulsa ortalığı kaplayacak karanlığın derecesini tahmin ede­
biliyor musunuz?
Giderek hayatlarımıza sızan bu kör terör, bir siyasi tanım
kullaıularak kınandıkça bir başka siyasi savla kendine meşru­
iyet kazandıran piromanik, nekrofilik ve eksplosif bir hoşgö­
rüsüzlük putu haline geliyor. Bu nedenle kendisiyle birlikte
amlan düşünce sistemlerini de onulmaz bir biçimde karalı­
yor. . .

***

222
.)

Bir de yüzyıllardır süregiden, ve dünyamn farklı bölgele­


rindeki kültürel yapılamnalara bağlı olarak farklı özelliklerle
kendini gösteren cinsler arası sistemli bir terör var ki, meka­
nizması, yoğunluğu ve kamuflajı ne olursa olsun, herzaınan
dünya olaylarına ikincil görülüp algılamyor: Kadına uygula­
nan terör.
Bu kitapta ele alınan " İslam Toplumunda Kadın - Erkek
Dinamikleri" , yazarın kendisinin de belirttiği gibi, mutlaka
katılııunası gerekmeyen yorumlarıyla kendi çerçevesini yete­
rince iyi belirleyen ilginç bir çalışına. Bazı Batılı kadın yazarla­
rın da uzun süredir yapmaya çalıştıkları gibi, kadının dünya
üzerindeki konumu ve geleceğe yönelik potansiyelleri hak­
kında yazılacak, yazılması gereken yüzlerce, binlerce metin­
den biri.
Dikkat çekici yanlarından biri, kitabı okurken göreceğiniz
gibi, hukuki hakları açısından laik Türkiye kadımndan çok
daha fazla baskılaımuş Arap kadınının özgürlük heyecamnın,
bu toplumda bir süredir izlenen örtünme ve gönül rızasıyla
kendi aşağılığım kabul eğilimiyle çelişen ilerici niteliğinin vur­
gulamnası. Fas'taki milli eğitim seferberliğinin ilkörneğini
Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşayan Türk kadım, bugünlerde
kız torunlarımn anakronik örtünme heyecamna tamk olmak­
ta. Kuşkusuz bunda, Bab etkisindeki medyamn "olmazsa ol­
maz" koşulu haline gelen kadın bedenini-cinselliğini giderek
daha pespaye biçimlerde pazarlama bombardıınanının, ve
kent merkezleriyle sınırlamnış da olsa kadııun sokağa çıkına,
meslek ediıune ve iş dünyasına girme özgürlüğünün sokakta
rahat yürüme, işinde rahat ilerleme ve evinde huzur bulma
şansım yakalamak demek olınadığım anlamasııun payı bü­
yük.

223
Atatürk Türkiye' si kadım bazı eşitlikçi vatandaşlık hakla­
rıyla donatırken, üretimi ve insan niteliğini artırıcı bu üst ya­
pısal çözümlemenin Cumhuriyet hükümetleri tarafından
uzun vadeli politikalarla topluma sindirilmesi ve kadına taıu­
nan bu haklara işlerlik kazandıracak sosyal güvenlik sistemle­
rinin oluşhırulınası konusuna, siyasi yaldız olmaıun ötesinde,
neredeyse hiç önem verilınediği bir gerçek. Öyle ki, bir yerel
yönetim zamanında kurulan ve ancak 3 .5 kadının çocuğuyla
birlikte aile içi terörden korunabildiği kadın sığııuna evlerini,
bir başka siyasi parti yerel yönetimi devralır almaz sanki uğ­
raşılması gereken en önemli konuyınuşçasına kapattırma ça­
basına girişmekte . . .
Bugün ülkemizde, örneğin serbest meslek sahibi kadınlar,
çalışabilmek için kocalarından izin belgesi almaya ve gelir
vergilerini bile •: aile reisi" sıfatı nedeniyle kocalarııun adına
hükümete ödemeye zorlanınaktadırlar. Çalışan ana ile çocu­
ğun sağlık ve sosyal yardım gereksinimlerine hiçbir gerçekçi
yanıt verilmediği için mesleğinde başarılı birçok kadın, çocu­
ğunun sağlıklı gelişimini temin amaayla mesleğini terkedip
işsizleşmekte, ya da gelir stand;rdı açısından küme düşmek­
te; bu arada " yuvaya geri döndüğü" için birikmiş kinlerin
odağı haline gelebilınektedir. Bunun yanısıra, şaşırtıcı biçim­
de, çocuk da en az kadın kadar olası medeni haklarından
mahrum bırakılmıştır. Örneğin, kanunlarımıza göre haciz yo­
luyla el değiştirmesi mümkün bir meta olarak algılanınaktadır
(Bkz., İcra ve İflas Kanunu, madde 25. -Bu konuda yürütülen
bir dava Kadıköy 2. İcra Ceza Mahkeınesi'nde görülınekte .
Dosya No: 94/1857) .
Arada fena halde ezilen yine kadındır . Çünkü ataerkil dü­
zenin insanoğlu-meta, efendi-köle, patron-sekreter, er­
kek-kadın ilişki kalıpları sadece bir takıın eşit hukuki haklar
kazanmakla değişmiyor. Meslek sahibi olmak ve maddi ba-

224
ğımsızlığın sağlanması, birçok kadının yaşarken farkettiği gi­
bi, kadın özgürlüğünün ve bireyleşmenin temel ve sadece ilk
adımım oluşturuyor. Bundan sonra da, yine, mekansal sınır­
lamalar ve fiziksel şiddetten, toplumsal ilişkilerin ayrılmaz
parçası haline gelıniş sözlü ve yazılı şiddetin her türüne ma­
ruz kalarak yaşama söz konusudur. Günlük yaşamda karşıla­
şılan bu şiddet ve engellemne silsilesiyle bireysel olarak başa
çıkmak da imkansız denecek kadar zordur.
Anlaşılan o ki, kazandıkları haklara layık olına çabasıyla
işleri ve evleri arasında kendilerini parçalayan, ama bu arada
daha ileri sosyal kazaıumları konusunda etkinlik göstermeyi
gözden kaçıran laik büyükannelerine bakarak örtüıuneyi yeğ­
leyen eğitimli ve kentli genç nesil kadınlar, bu yıprabcı den­
gesizliğe tepkisel bir eleştiri yöneltiyorlar. Onlar, eğitimli bü­
yükannelere okutulan çeviri "Daphnis ve CJ.oe" öykülerine
rağınen bir türlü gerçekleşemeyen kadın-erkek bütünleşmesi­
ni, giderek yozlaşan bir cinsellik pazarında değil de tutucu
müslüman toplum düzeninin koruyucu(!) kanatları altında
arıyorlar. Bu dunun, zaman zaman mizah ustası kadınların
yokluğu nedeniyle kadının "eksikliğini" vurgulayan bazı er­
kek dergisi yazarlarına ülkemiz kadınlarııun verebileceği en
topyekun ironik yamt olsa gerektir.
Ama korkarım ki bu toplu yamt, siyasi bir tepki aracı ol­
maktan çıkıp genel geçerlik kazandığında çok şiddetli hayal
kırıklıklarına yol açacaktır. Bu konuda kesin bir duyarlık
edinmek için tek tek her kadının çarpıa deneyimler yaşaması
da gerekıniyor. İnsamn kendini aşağılayarak varolabilınesi
mümkün olmayacağı gibi, bu yolla iktidar olma hiçbir top­
lumsal düzen için de kalıa çözüm değildir. Siyasi bir araç
olarak görülen ve oy potansiyelinin yarısııu elinde bulundu­
ran kadının, kendi varoluşu adına cahil ama sağduyulu Haşi­
me Teyze'ye bir kez kulak vermesi gerekiyor. Yani, mesele-

225
nin altını, üstünü karıştırması; birilerini dinlemektense "aslım
okuması" , kendini nerel�re sürükleyeceğini bilmediği siyaset­
lerin slogan taşıyıası olmadan önce, aynada kendine iyice ba­
kıp kendi gözlerindeki sansürsüzlüğü yakalaması gerekiyor.
Çünkü bağlamından koparılmış, ufak eklemeler ve çıkarına­
larla sömürü silahları haline getirilmiş metinlerin tarihidir
gerçekte dünya tarihi. İktidar fantezilerine uyarlaıunış teva­
türlerin, ınaşist entrikanın tarihidir gerçekte; kaba kuvvetin
ve orduların değil . (Hele bunu bir düşün Fatma! ...)
_

19 Ocak Perşembe günkü gazeteler, Kadın Dernekleri Fe­


derasyonu' nun Diyanet Vakfı salonundaki toplantısında diya­
net işleri başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın yaptığı açıklamaya
yer veriyordu:
" . . . Yılmaz, Kuran 'ı Kerim 'de erkeğin kadının amiri olarak gös­
terildiğini vurgulayarak, "Eğer döv111e ailenin dem111111ı sağlaya­
caksa, kadm dövülebilir" görüşünü savundu. Kadının dövülmesi­
nin Kuran 'ı Kerim 'de de yer aldığını kaydeden Yılmaz, "Ancak Ku­
ran 'da dövme farz değildir. İlla döveceksin diye bir şey yok" diye ko­
nuştu . . . . Çok eşliliği de savunan Yılmaz şunları söyledi. "Dört feu­
lilik Türkiye için uygun olmaz ama belki bir Afrika ülkesinde bunun
uygulanması lazım . Kuran 'da tek feulilik makbuldür. Dört evlilik
farz değil, Allah 'ın emri değil. A ma zaman gelir bu feulilik uygula­
nır. Onu demek istiyorum. " . . . Kadınların sorularını yanıtlayan Yıl­
maz, İslamiyet ' in kadın ve erkeği eşit olarak gördüğün ü belirterek
"O yüzden dinimiz, cennet anaların ayağı altındadır demiştir " diye
kon uştu. '

Yukarıdaki alıntı bir " dini otorite " nin fütursuzca gösterdiği
bir vuzufsuzluk örneğini oluştururken, asıl ilginç olan, inanıl­
maz bir sükunetle bu tutarsız söylemi dinleyip sorular soran
kadınların tepkisizliğidir. Eğer bu durum, "Eti111 senin, kemi­
ğim de zaten senindi " bir bilgi edinme açlığına işaretse, bu ki-

226
tabı da okuyacaklarım düşünerek bu hanımlara İslam bilginle­
rinden birkaç alınh da ben armağan ehnek istiyorum .

"Kuran 'ı okumak demek, alıp eline sadece satırları okumak de­
mek .değildir. . . . Kuran böyle diyor ben de öyle yapayım, demekle
oluşmaz Kuran 'ın ahlakıyla ah/aklanmak. . . . Kendini ne derece ke­
male erdirebilirsen, işte o derecede ilahi kitabı okumak durumuna
gelirsin. "

"İslam dininin en büyük düşmanları, dinden görün üp şartları


zorlaştırarak insanları Allah ve Resulullah 'tan uzaklaştıran; dinden
soğutup, nefret ettiren/erdir. "

"Biz halkın adetlerini terkettirmek için görevdeyiz. Peygamberler


halkın adetlerinin yanlışlığını ispat için gelmişlerdir. Çünkü adetler,
insanı Allah 'tan alık01;ar; dünyaya ve maddeye yöneltir. "

Değinmek istediğim bir başka gazete haberi de bu yıl ilki


verilen IBuslararası Nazım Hikmet Şiir Ödülü'nü alan Arap
şair " Adonis"in basın toplanhsında söylediği sözlerle ilgili.
Şöyle bir saptama yapıyor bay " Adonis " :
"Kadmlardan şair olmaz, çünkü kadmlamı kendisi şiir­
dir. "

Bu demektir ki, kadim erkek tanrılardan birinin ismini


kullanan şair " Adonis ", tüm " gücünü" kadım yazıp çizmek­
ten aldığım düşünüyor.
Yine ilginç olan, böylesi bir demecin şu ana dek bir kadın
dışında kimseden tepki görmemesi; maşist bir toplumun bel­
leğinde dokunulınazlık halesiyle çevrilip, altarlardan birinin
üzerindeki yerine yerleşivermesi. Herkes sus, pus. Oysa aynı
günlerde söylenen başka bir onur kırıcı söz üzerine yüzlerce,

22 7
binlerce insan ayağa kalkıp protesto gösterilerinde bulunu­
yor . . . (Ya sen neredesin, Fatına? . . )
Hemen her tanım grubundan erkeğin, kadınların çocuk
doğurma dışında herhangi bir işi erkekler kadar iyi yapama­
yacaklarını, dahası aksi pekala geçerliyken belli bir üretim
alaıunda kadınların varlığının söz konusu bile olamayacağım ·

duya duya yaşayagelmiş biri olarak, böylesine ölümcül bir üs­


tünlük ya da yarış saplantısııun insan yaratılışına ve sağlıklı
çağdaş insan beyinlerine bağlanabileceğine asla ihtimal vermi­
yorum. Bu sağlıksızlık böylesine abuk sabuk manifestolar ha­
linde süregiderse kadınla erkeğin mutlu bir birliktelik kurabi­
leceğine de . . .
Şimdi Türk ve Dünya Edebiyatı' nda ismi geçen birçok şair
kadını ve kendilerine şiir yazılmasını tuhımları yüzünden im­
kansızlaştıran maşist kültür adamlarım bir yana bırakalım .
Ben bay ." Adonis"e, yıllardır şiir yazdığım bildiğim ama onun
gibi ego enflasyonundan muzdarip bir erkeğin · kolay kolay
beceremeyeceği bir alçakgönüllülükle elindeki tomarlarla "şiir
kağıdı" ıu, kah bulup kah kaybederek (küçük kızı bu kağıtlar­
dan kayık yapıyor), kah bir kahve içimi süresinde hediye edi­
verip kah bir şeye benzemedikleril)i söyleyip bulaşık yıkama­
ya devain ederek çoğaltmayı sürdüren bir kadının, elinden
çeke çeke alınasaın belki de hiç yayınlaıunayacak bir şiiriyle
cevap verınek istiyorum.
Kadım yazıp çizdiğini sanan " Adonis "ler, bakalım okuma­
sını da biliyor mu?

Sana dokun maya geliyoru m . . .

Yüzüne vurmaya tiim dengesizlikleri.

Birşeyler almaya senden .

228
Sen i bitirmeye.

Yolu m u n sonımdasın.

Engellerin t ii m iisii n .

Boş evler gibiyim ,

Al seslerim var

Ve kım ıltısız düşlerim .

Bir de yiiziim var yardımsız,

Bağlıyım lıerşeye.

Hiçbir şey değiştirem iyor

Ben i ne de sen i.

Bir avuç toprakla ellerim izde.

Toprakla rda sevgim i�,

En gerçek ana m ız .

Bizi eksiksiz doğu rdular.

229
Tekrar o ıssız eve, surlarla çevrili kente,
peçeye, ul usal gururun müh ürlediği düş
ürünü sınırlara mı dön üyoruz?

Bu kuşkusuz birçok m üslüman erkeğ in


hayalidir. Fakat ben, bir medyum
olmasam da bunu pek olası
bulmadığımı önceden söyleyebilirim.
Kristal kü rede gördüğümden değil,
(kaldı ki görsem bile i nanmazd ım)
Haşime Teyze'nin sık sık yinelediği şu
sözl eri ni anımsadığım içi n :

"Kendini hepten gaileye kaptırma;


meselenin altmı üstünü kanştır, iyice bak.
Geçmişte neler olduğunu hatırlamaya
gayret et ve neler olacağmı kestirmeye
altştır kendini. Bütün ihtimalleri düşün
sevgili Fatima, hepsini.. . Bu imansızlar
memleketinde bir kadmm hayatta
kalmasmm tek yoludur bu.11

Haşime Teyze müslü manlar hakkında


böyle konuşuyor.

Peki , neden? . .

PEÇENİN ÖTESİ

Yalnız Gidiş 2 illlJ���1lJi ��!fülllil


ISBN 975-358-026-6

You might also like