Professional Documents
Culture Documents
Herkesin “dün gece çok içtim” dediği şu yaz ortası pazar günlerinden biriydi. Bu sözü
kiliseden çıkan din adamları fısıldarken, vestiyerde cübbesiyle didişen papazın
dudaklarından dökülürken , golf sahası ve tenis kortlarında, akşamdan kalma olduğu
için yakınan vahşi hayatı koruma derneğinin Auduborn grubu liderinden
duyabilirdiniz. Donald Westerhazy “çok fazla içtim” dedi. Lucinda Merill “Hepimiz çok
fazla içtik” dedi. Helen Westerhazy “Şaraptan olmalı, o kırmızı şaraptan çok içtim”
dedi.
Omzunda asılı duran süveteri attı ve havuza daldı. Kendilerini havuza atmayan adamlara karşı
nedeni açıklanmayan bir küçümseme duyuyordu. Her kulaçta veya dört kulaçta bir nefes alıp
değişik bir serbest stilde yüzüyor ve zihninin bir yerinde bir -iki bir – iki diye ayaklarının vuruşunu
sayıyordu. Uzun mesafeler için bu işe yarar bir sayma değildi ama yüzmenin yaygınlaşması bu
spora adetler getirmişti ve onun yaşadığı dünyada serbest stil modaydı. Açık yeşil suyla sürekli
kucaklanmak zevkten ziyade doğal bir durumun sürüp gitmesi gibiydi, mayosuz yüzmek isterdi
ama planını gözönüne alınca bu imkansızdı. Kendini havuzun kenarına çekti,- merdiveni asla
kullanmadı - ve çimlere doğru yürümeye başladı. Lucinda nereye gittiğini sorunca yüze yüze eve
gideceğim dedi.
Takip etmesi gereken haritaları ve krokiler hayal meyal hatırlasa da,
yeterince netti İlk önce Graham'ların havuzu vardı, sonra Hammer'ler,
Lear'ler, Howland'lar ve Crosscup'lar. Ditmar caddesinden karşıya
Bunkers'lara geçecek ve kısa bir yoldan onra Levys'lere, Welcher'lere ve
Lancaster'deki belediye havuzuna varacaktı. Sonra Halloran'lar vardı,
Sanches'ler, Biswanger'ler, Shirley Adams, Gilmartins ve Clydes. Hava
güzeldi ve böyle bonkör şekilde suyla donatılmış bir dünyada yaşamak bir
imtiyaz, bir lütufdu. Kalbi heyecanla dolu, çimenlerde koşturdu. Evine böyle
olağan dışı bir yolla gitmeye kalktığından kendisi bir hacı, bir kaşif, ünlü bir
adam gibi hissediyordu Güzergahı boyunca arkadaşlarıyla karşılaşacağın
biliyordu. Dostları Lucinda nehri boyunca sıralanmıştı.
Eğer o öğleden sonra sokağa çıksaydınız Ned'i 424 no'lu caddenin güvenlik
şeridinde neredeyse çıplak halde karşıya geçmek için uygun zamanı
kollarken görebilirdiniz. Onun bir eşek şakasının kurbanı olup olmadığını
veya arabasının kaza yaptığını ya da sadece kafayı yemiş biri olduğunu
düşünebilirdiniz. Karayolunun yanında – bira şişesi, pet şişesi, çöplerin
ortasında her tür alaya maruz şekilde öyle yalınayak dururken acınacak
haldeydi. Seyahatine başlarken bunların başına geleceğini biliyordu –
haritada görmüştü- fakat yaza özgü uzun araba kuyruğuyla karşı karşıya
gelince, hazırlıksız yakalandığını anladı. Ona güldüler, yuhladılar, bir bira
kutusu fırlattılar. Durumu kurtaracak ne mizah gücü, ne de saygınlığı vardı.
Geri dönebilir, Lucinda'nın hala güneşte oturduğu Westerhazy'lerin evine
geri dönebilirdi. Hiçbir şey imzalamamış, hiçbir yemin etmemiş, hiçbir söz
vermemişdi, kendisine bile. İnanığı üzere insanların tüm inatçılığı neden
sağduyudan bu kadar kolay etkileniyordu? Geri dönmeye gücü yetmez
miydi? Hayatını tehlikeye atma pahasına neden seyahatini tamamlamaya
kararlıydı? Bu şaka, bu eşek şakası, hangi noktada ciddileşmişti? Geri
dönemezdi, Westerhazy'lerin yeşil suyunun berraklığını, günün güzelliklerini
içine çekmesini, çok fazla içtik diyen dostlarının sakin sesini bile
hatırlayamıyordu. Bir saatlik süre içinde, neredeyse geri dönmesi mümkün
olmayacak bir mesafe katetmişti.
Karayolunda saatte onbeş mil giden yaşlı bir adam onu yolun ortasındaki
çimen refüje kadar bıraktı, burada kuzeyden gelen arabalar onunla dalga
geçtiler ama beş veya onbeş dakika sonra karşıya geçebildi. Buradan
Lancester şehrinin yanındaki hentbol kortları ve yüzme havuzlarının olduğu
spor merkezine sadece kısa bir yol vardı.
Çitin yanında mayosunu giydi ve bağladı. Gevşemişlerdi. Bir gün içinde kilo
verip vermediğini merak etti. Biraz kilo vermiş olabilirdi. Üşümüştü,
yorgundu ve çıplak Halloran'lar ve karanlık suları onu kederlendirmişti. Bu
yüzme onun yaşı için çok fazlaydı ama daha o sabah trabzandan kayıp,
Westerhazy'lerde güneşte otururken bunu nasıl tahmin edebilirdi ki? Kolları
tükenmişti, bacakları pelte olmuştu ve eklemleri ağrıyordu, en kötüsü de
iliklerine kadar üşüyordu, bir daha hiç ısınamayacakmış gibiydi. Ötesine
berisine yapraklar düşüyordu ve havada odun kokusu duyuyordu. Yılın bu
zamanında kim ateş yakardı ki?
Bir içkiye ihtiyacı vardı, viski onu ısıtır, kendine getirir ve yolculuğunu
tamamına erdirir ve şehri yüzerek geçecek kadar orijinal ve cesur biri olma
fikrini tazelerdi. Manş denizini geçenler brandi içiyordu. Bir takviyeye ihtiyacı
vardı. Halloran'ların evinin önündeki çimenliği geçti ve tek kızları Helen'le
eşi Eric Sachs için yaptırdıkları eve çıkan küçük patikaya saptı. Sachs'ların
havuzu küçüktü ve Helen'i ve kocasını orada buldu.
Bu kafi bir açıklamaydı. “Böyle içeri daldığım için kusura bakmayın ama
dondum, bir kadeh içki verebilir misiniz? “
Kadın yüksek sesle “Vay canına, bu partide her şey var, bacadan giren
davetsiz misafirler de!” dedi.
Kadın ona sırtını dönerek misafirlerinin yanına gitti. Ned de bara gidip bir
viski istedi. Barmen ona servis yaptı ama kaba bir şekilde. İçinde bulunduğu
dünyada garsonlar sosyal skorlara uymak zorundaydı ve bir barmen
tarafından bozulmak sosyal olarak itibarını kaybetmek demekti. Ya da belki
adam yeniydi ve kim olduğundan haberi yoktu. Sonra Grace'in arkasından
konuştuğunu duydu: “bir gece içinde iflas ettiler, maaş hariç hiçbir şey! Ve
bir pazar sarhoş sarhoş gelip bizden beşbin dolar borç istedi..........”. Kadın
daima paradan söz ederdi. Bu fasulye yemeğini bıçakla yemekten beterdi.
Havuza daldı, boydan boya geçti ve gitti.
NOT: Yüzücü 1965 yılında sinemaya uyarlanmış. Başrolde ünlü oyuncu Burt Lancester oynamıştır.