Professional Documents
Culture Documents
Ahlak
Yaz 2006 [ 95. Sayı ]
Giriş
Etik, pratik felsefenin bir bölümü olarak, insan eylemleri ve onların ürünlerini konu
almaktadır. Yunanca bir kelime olan ve son zamanlarda sıkça kullanılan "etik"
kavramı, daha çok özel gruplar için geliştirilmiş belirli davranış kural ve normları
içermektedir. Bilimi de içine alacağımız örneklendirmede, akademik etik kurallar
yanında, iktisadi ve ticari etik kurallar, yazılı ve görsel medya etik kuralları, sermaye
piyasası etik kuralları, araştırma etik kuralları, sağlık etik kuralları, spor etik kuralları...
gibi farklı alanlarda etik kurallar konulmakta ve ortak paydası olan insanların bu
kurallar dahilinde iş görmeleri istenmektedir. Ahlaki kurallar toplumdan topluma
değişiklikler gösterse de, etik kurallar sınırları belirli alanlarda kaldığı için, daha global
kurallar olarak algılanmaktadır. Ahlak, etik kurallarını kapsarken, etik kurallar ahlakın
yalnızca bir bölümünü oluşturabilir. Bu anlamda biz, bu makalede dışsal etkilerle
oluşan "etik kurallar" kavramını kullanmak yerine, yine Latince kökenli "moralitas-
morality" kelimesinin karşılığı olan; İslam literatüründe yer alan, toplumumuzca da
benimsenmiş olan ve içsel istekle yaşanabilir olan "ahlak" kelimesinin kullanımını
tercih etmekteyiz.
Bilim ve etik birbirinden asla ayrılamayan iki bileşendir. Bilginin keşfi ve yönetilmesi
olarak bilim, farklı insan düşüncelerini içine alan bir bilgi disiplinidir. Etik ise, insan
karakterini ve yaşama biçimini ifade eden değerler bütünüdür. Bilim; gerçekler,
prensipler ve yöntemlerle ilgilenir. Etik ise, kültürün de katkısıyla oluşan sosyal
davranışlar bütünüdür.
Bilim ve etik arasında iki düzeyde ilişki vardır: Birincisi mantıksal düzey, ki, ahlaki
değerler olmadan bilimin insan lehine, iyi niyetle kullanımı oldukça zordur. Yani temel
bileşimde ikisi birlikte olmak zorundadır. İkincisi, uygulama düzeyi, ki, ahlakın bilim
üzerindeki kontrolüdür.
Time dergisi, 31 Aralık 1999 tarihli sayısında, yüzyıla damgasını vuran ilk iki şahsiyeti
şu şekilde belirlemişti: Albert Einstein ve Mahatma Gandhi. Einstein'ın bilime olan
katkısı ve ulaştığı zirve yanında, onun inanç ve ahlaki değerlere verdiği önem,
üzerinde durulması gereken noktalardır. Gandhi'nin ise, ülkesinin İngiliz işgalinden
kurtulup bağımsızlığa kavuşması için verdiği mücadelede, ahlaki değerlerden asla
vazgeçmediğini görmekteyiz.
Bilim ve Ahlak
Bediüzzaman Said Nursi'ye göre, insanın davranış, eylem, hal ve hareketleri kalbinin
ve duygularının eğilimlerinden çıkmaktadır. Aslında, o eğilimler de insan ruhunun
ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Bedenimizle sınırlı kalan ruhumuz, bu sınırları
zorlar. Ruh yeryüzünde dolaşmak, farklı mekanlar ve farklı insanlarla karşılaşmak,
iletişim kurmak, sosyal ve bireysel ihtiyaçlarını karşılamak ister. Ancak bedenimiz
sınırlıdır ve üstelik ruh hızında asla olamayacaktır. Oysa ruh, bedeni kendi hızına
doğru iter. Beden yine de hızlanamaz, ancak beyin ve diğer yetenekleri yardımıyla
kendine araçlar oluşturup ruhun hızına yetişmek ister. Bilim aracını kullanır örneğin.
Doğadaki varlıkları taklit ederek göklerde, denizin fersahlarca altında ve yerin dibinde
dolaşmaya çalışır. Teknolojiyi keşfeder mesela. Hayatı kolaylaştıran ve eski çağların
insanlarına göre, yüz binlerce yıl içinde yaşanabilecek her şeyi birkaç dakikada
yaşama sonucuna varabilir. Görüldüğü gibi ruh, bedenin kendi hızına asla razı değildir.
Adeta bedeni, kendi hızına yetiştirmek için kalp, his, duygu, düşünce ve eğilimlerle
kışkırtır. Sonuçta, harekete geçen düşünce, kalp, his ve duygular, merkezleri olan
beyindeki Hipokampuste ortaya çıkardıkları sonuçları, onaylanmak üzere kortekse
sunarlar. Üst beyin (insani) olan korteks tarafından onaylanan davranışlar eyleme
dökülür, davranış olur. Bu eylem iki türlü sonuç verebilir; bilimsel anlamda doğru-
yanlış, dini anlamda hayır-şer, sosyal anlamda iyi-kötü tanımlarıyla tanımlanırlar.
Bediüzzaman Said Nursi'ye göre, özellikle son asrın bilimsel ve teknolojik gelişmeleri,
insanın saltanatı ve medeniyette ileri gitmesinin nedeni, ruhunu barındırmaktan aciz
kalan bedeninin zaafı, aczi, fakrı, cehli, ihtiyacıdır. Yoksa, bir gözsüz akrep ve ayaksız
bir yılan gibi haşerata mağlûp olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli
bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, aksine, onun zaafının bir meyvesi olan
Rabbani bir teshir ve Rahmani bir ikramdır. (Sözler, 296)
Bediüzzaman Said Nursi'ye göre bilim ve ahlak ilişkisini şu alt başlıklarda ele alabiliriz:
Bediüzzaman Said Nursi'nin Külliyat'a dağıtılmış pek çok yazısından anlaşıldığına göre,
bilimin ahlaki sınırları, ancak, bilime verilmesi gereken anlamın; Yaratıcısını bilmek ve
tanımakla mümkün olarak çizilebilir. Yoksa, Bir Allah'ı reddedip, tesadüf, tabiat ve
sebeplere dayandırılan bir yaratma serüvenini savunmak ahlaki ve insani değildir.
Hatta eşeğin muzaaf bir eşek olup sonra insan şekline dönüştükten sonra bile yine
kabul etmeyeceği kadar 'divanece bir hurafe', 'hayvandan yüz derece daha hayvan'ca
ve aptalca olabilir (23. Lem'a; Tabiat Risalesi).
Öte yandan, çevreyi koruyamayarak tabiatın ölümüne neden olan, bilimi yanlış
kullanan etikten yoksun kesimleri, organ naklinden suni döllenmeyle ve sperm
bankalarıyla insan türü oluşturan çevreleri de ahlaki davranış kalıplarına çekilmeye
çağırıyoruz. Bilimsel ahlak insana hizmet etmektir. Bilgiyi ve bilimi banka
hortumlamakta, şahsi çıkar elde etmekte, bilerek eksik ve çalma inşaatlarla, bir
depremde binlerce ailenin yok olmasını sonuç veren bir tür hırsızlıkta kullananları tel'in
ediyoruz.
"İnsan doğasının doğrudan bilimsel kuramla, buluşla içiçe geçtiği durumlardaysa, 'etik'
(dinsel inançlardan ötürü) hemen gündeme zaten getiriliyor. Bunun en yakın örneği
'insan kopyalama' ile ilgili olarak ortaya çıktı. Kopyalama, 'yaratılış inancı'nı
sarsabildiği kadar olumsuz toplumsal sonuçlara da yol açabileceği için, 'etik' kural
hemen devreye girdi; insan kopyalaması yapılmaması konusunda anlaşmaya varıldı.
Ancak, bu anlaşma şimdiden her yanından aşınmaya başladı bile."
(http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/iktisat_ve_Etik.doc)
Bediüzzaman'a göre, insan, kainat ve kutsal kitabımız Kur'an, birbirinin hem
tamamlayıcısı, hem de tefsiridir. Kainatın kendisi bir kitaptır. Kur'an kainattan söz
ederek, kainatın anlamını ve kainatta tecelli eden esma ve sıfatları tefsir etmektedir.
Bunu neden yapmaktadır? Amaç, insanın varlığın anlamını idrak etmesi ve evrensel
tasarımla örtüşmesini sağlamaktır. Kainatın küçük bir numunesi, misal-i musağğarı
olan insan ise, kainattaki anlamı şuuruyla idrak ettikten sonra, kendisi için gönderilen
Kur'an'ın rehberliğinde yaşamına anlam katmalıdır. Bu anlam bilim şeklinde tezahür
etmektedir. "Sâni-i Zülcelâlin âlem-i ekberdeki san'atı o derece mânidardır ki, o san'at
bir kitap suretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı
beşer, hakikî fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı
hikmet, o derece hakikatle bağlı ve hakikatten medet alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübînin
bir nüshası olan Kur'ân-ı Hakîm şeklinde ilân edildi." (Mektubat, 228) O halde bilim,
kainatta tezahür eden isim ve sıfatların kurallar şeklinde ifade edilmesidir. İçinde
insanın yaşamasına elverişli bir ortam olan kainat ve bu sistemin ezeli tercümanı olan
Kur'an, onu getiren Peygamberi (sav) aracılığıyla bize bir örnek olmakta, "temsil ettiği
güzel ahlak" ile biz insanlara kainat-insan ve Kur'an üçgeninde yol gösterici
olmaktadır. Çünkü "Onun ahlakı Kur'an ahlakıydı." Bilime ve bilim adamlarına düşen
görev, evrensel sisteme "ayinedarlık" yaparak etik davranmaktır.
Sosyal bilimlere ilişkin ahlaki ölçülere uyum konusunda, öncelikle Bediüzzaman'ı örnek
göstermek mümkündür. O, toplum tarafından yüceltilen nice alim ve sosyal bilimcilerin
gösterdikleri kaynaklardan daha parlak görünmesine kızmaktadır. "Ben görüyorum ki;
Kur'ân-ı Hakîmin hakaikine ait bazı kemâlât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara
veriliyor. Şu ise yanlıştır. Çünkü, me'hazın kudsiyeti, çok burhanlar kuvvetinde tesirat
gösteriyor, onunla ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse,
yani onlara teveccüh edilse, o me'hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur." (Mektubat, 307)
Bediüzzaman Said Nursi, sosyal bilimlerde ahlaki kurallara uyulması için her şeyden
önce "doğruluk" ilkesine dikkat çekmektedir. Bilimsel doğruluk, deneyerek elde edilmiş
doğru sonuçlar üzerinde yazmak ve konuşmaktır. Objektif olmayan görüşler, indi
mülâhazalarla yapılmış kişisel yorumlar insanları yanıltabilir. Bunun için araştırma
yöntemleri geliştirilmiştir. Bilimsel doğruluğu bozan art niyetli yaklaşımlar yanında,
bazen iyi niyetli olup, ancak bilimselliğe ters düşen davranışlar da söz konusudur.
Bunlardan biri de, "mübalağa ve mücazefe"dir. Bediüzzaman'a göre, "Mübalağa
ihtillacidir"; "Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü't-tezeyyüd ve
vasfettiği şeyde meylü'l-mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meylü'l-mübalâğa ile, hayali
hakikate karıştırmaktır. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir.
Bilmediği halde, tezyidinden noksan, ıslahından fesat, medhinden zemm, tahsininden
kubh tevellüd eder. Zira muvazenet ve tenasüpten nâşi olan hüsnü, min haysü
lâyeş'ur (bilinçsizce) ihlâl eder. Nasıl ki, bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı
dâ'e inkılâp etmektir. Öyle de, hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalâğalı tergib
ve terhible, gıybeti katle müsavi; veya ayakta bevletmek, zina derecesinde
göstermek; veya bir dirhemi tasadduk etmek, hacca mukabil tutmak gibi muvazenesiz
sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. Bu sırra binaen, vâiz
hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır. Evet, muvazenesiz vâizler, çok hakaik-i
neyyire-i diniyenin husufuna sebep olmuşlardır. Meselâ, inşikak-ı kamer olan mucize-i
mütevatire-i bâhireyi, meylü'l-mücazefe ile, 'arza nüzul ile Peygamberin cebine girip
çıkmış' olan ilâve, o güneş-misal mucizeyi Süha yıldızı gibi, mahfî ve kamer-misal olan
burhan-ı nübüvveti münhasif ettiği gibi münkirlerinin bahanelerine kapılar açtı"
(Muhakemat, 37) Bediüzzaman'ın yukarıdaki bu ifadeleri, yorum-aşırı yorum
kavramlarını bilim ve ahlak bağlamında ele almakta, özellikle Muhakemat eseri başta
olmak üzere, 5. Şua, 24. Söz, Sünühat, Telvihat-ı Tis'a gibi müteaddit eserlerinde
asırlardır tahrip edilen İslamiyet kalesini doğru yöntemler sunarak tamir etmektedir.
Sonuç
Bilim ve ahlak, insanla birlikte var olmaya ve insanın da bu ikiliye ihtiyacı devam ettiği
müddetçe birbirinden asla ayrılmayarak, insanın kemâlâtına hizmet eden iki önemli
araç olarak görevlerine devam etmelidir. Bilim ve ahlak, insan, sistem ve yönetim
kalitesinin arttırılmasına hizmet etmelidir. İnsan kalitesine, insanın daha yakından
anlaşılması ve bireysel gelişimin önünü açarak yardımcı olurken, sistem kalitesine,
insan hak ve hürriyetlerinin açık ve şeffaf bir şekilde yaşanmasıyla destekleyerek,
buradan yönetim kalitesine, yani hukuk sisteminin yerleşmesini de desteklemiş
olacaktır. Böylece bilim ve ahlak, insan ve sistem kalitesini birleştirerek yaşamda
mükemmelliği sonuç verecek bir hizmet sunabilir.
Özet
Bilim ve etik arasında iki düzeyde ilişki vardır: Birincisi mantıksal düzey ki, ahlaki
değerler olmadan bilimin insan lehine, iyi niyetle kullanımı oldukça zordur. Yani temel
bileşimde ikisi birlikte olmak zorundadır. İkincisi, uygulama düzeyi ki, ahlakın bilim
üzerindeki kontrolüdür.
Abstract
Both of the concepts of "science and ethics" have a very prominent role in the
formation of the social ethics. In many civilizations, these are two foundational pillars
in their developments to the highest point. The first of these seems to be the
development of the science in itself, using it for the sake of society and to enable its
continuation in the further generations. As to the second feature, the moral
assumptions and ethical values should be practised among individuals and in society.
The basic factor in the dissolution of different civilizations has been the fact that either
one or both of these pillars have been dissolved and destroyed.
The relationship between science and ethics occur in two levels: The first one is the
logical level that it is very difficult to use the science for the sake of men without the
ethical values. This means that in the basic composition both of these should co-exist.
The second one is the application level where the issue goes on the control of ethics
upon science.
Dizgi-Kapak-İçdüzen : Köprü
Baskı ve Cilt : Yeni Asya Gazt., Mat. ve Yay. San. ve Tic. A.Ş.
Tel: (0212) 655 88 59