You are on page 1of 8

KÖPRÜ DERGİSİ

Ahlak 
Yaz 2006   [ 95. Sayı ]

Bilim ve Ahlak İlişkisi


The Relation Between Science and Ethics
Bestami Said Çiftçi

Giriş

İnsan topluluklarını "toplum" ve kişileri de "birey" yapmaya yetebilecek güçte altyapı


oluşturan etik; iyi, kötü, yararlı gibi sorunları inceleyen, ahlaki bir davranış kuralı
ortaya koyan, neyin yapılması gerektiğini, hangi davranışın iyi olduğunu, yapılan işe
neyin anlam kazandırdığını gösteren bir ahlak bilimidir. (Felsefe Sözlüğü, M.
Rosenthal, P. Yudin)

Etik, pratik felsefenin bir bölümü olarak, insan eylemleri ve onların ürünlerini konu
almaktadır. Yunanca bir kelime olan ve son zamanlarda sıkça kullanılan "etik"
kavramı, daha çok özel gruplar için geliştirilmiş belirli davranış kural ve normları
içermektedir. Bilimi de içine alacağımız örneklendirmede, akademik etik kurallar
yanında, iktisadi ve ticari etik kurallar, yazılı ve görsel medya etik kuralları, sermaye
piyasası etik kuralları, araştırma etik kuralları, sağlık etik kuralları, spor etik kuralları...
gibi farklı alanlarda etik kurallar konulmakta ve ortak paydası olan insanların bu
kurallar dahilinde iş görmeleri istenmektedir. Ahlaki kurallar toplumdan topluma
değişiklikler gösterse de, etik kurallar sınırları belirli alanlarda kaldığı için, daha global
kurallar olarak algılanmaktadır. Ahlak, etik kurallarını kapsarken, etik kurallar ahlakın
yalnızca bir bölümünü oluşturabilir. Bu anlamda biz, bu makalede dışsal etkilerle
oluşan "etik kurallar" kavramını kullanmak yerine, yine Latince kökenli "moralitas-
morality" kelimesinin karşılığı olan; İslam literatüründe yer alan, toplumumuzca da
benimsenmiş olan ve içsel istekle yaşanabilir olan "ahlak" kelimesinin kullanımını
tercih etmekteyiz.

"Bilim ve ahlak" kavramları ise, toplumsal ahlakın oluşmasında ve şekillenmesinde


etkin bir role sahiptir. Medeniyetler incelendiğinde, onları zirvede tutan iki temel
direğin olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi, bilimi, kendi içinde geliştirme,
toplumsal hizmet için kullanma ve gelecek kuşaklarda devam etmesini sağlama; diğeri
ise, bireysel ve toplumsal hayatta ahlakın yaşanıyor ve yaşatılıyor olmasıdır.
Medeniyetlerin yıkılışlarındaki temel etkenin de yine bu iki direkten birinin ya da
ikisinin birden çökmesinde olduğunu görmekteyiz. Bir toplumu medeni yapan yalnızca
bilim ve teknolojide ilerlemek değil, aynı zamanda bilim ve teknolojiyi birey ve
toplumun yaşama ve mutlu olma haklarını kullanabilmesini sağlamada, ahlakın
yaşanması ve korunmasında bir araç olarak kullanabilme başarısındadır.

Bilim ve etik birbirinden asla ayrılamayan iki bileşendir. Bilginin keşfi ve yönetilmesi
olarak bilim, farklı insan düşüncelerini içine alan bir bilgi disiplinidir. Etik ise, insan
karakterini ve yaşama biçimini ifade eden değerler bütünüdür. Bilim; gerçekler,
prensipler ve yöntemlerle ilgilenir. Etik ise, kültürün de katkısıyla oluşan sosyal
davranışlar bütünüdür.

Bilim ve etik arasında iki düzeyde ilişki vardır: Birincisi mantıksal düzey, ki, ahlaki
değerler olmadan bilimin insan lehine, iyi niyetle kullanımı oldukça zordur. Yani temel
bileşimde ikisi birlikte olmak zorundadır. İkincisi, uygulama düzeyi, ki, ahlakın bilim
üzerindeki kontrolüdür.
Time dergisi, 31 Aralık 1999 tarihli sayısında, yüzyıla damgasını vuran ilk iki şahsiyeti
şu şekilde belirlemişti: Albert Einstein ve Mahatma Gandhi. Einstein'ın bilime olan
katkısı ve ulaştığı zirve yanında, onun inanç ve ahlaki değerlere verdiği önem,
üzerinde durulması gereken noktalardır. Gandhi'nin ise, ülkesinin İngiliz işgalinden
kurtulup bağımsızlığa kavuşması için verdiği mücadelede, ahlaki değerlerden asla
vazgeçmediğini görmekteyiz.

İnsan türü, sosyal tarihinin son döneminde, şimdilerde, "özgürlük ve mülkiyet"


dönemini yaşamaktadır. Bediüzzaman Said Nursi'nin tanımladığı "Vahşet, bedeviyet,
kölelik, esirlik ve ecirlik" dönemlerinde, insan türünün ahlaki normları, sosyal davranış
kuralları, ceza ve mükafatları dışsal emir ve yasakla belirleniyordu. Şimdi ise doğru-
yanlış hemen her türlü normların bireylerin içsel düşünce ve duygularıyla geliştiği ve
bunun da çok hızlı bir şekilde "birden bine çıktığı" özgürlük ve mülkiyet dönemini
yaşamaktadır. İnsan türünün sabık dönemlerinde, kuralları efendilerce belirlenmiş bir
ahlaki yaşayış yerine, özgürlükler döneminde, içsel ahlakın bilimsel verilerle
desteklendiği bir ahlaki diziler egemenliği hükümran olmaktadır. Bu durum, kişilerde
doğruyu bulma, hak ve hakikati araştırma eğiliminin sonucu olarak, yaratılışın gayesini
anlamasıyla son bulan bir serüven olacağa benzemektedir. Kainatın küçük bir örneği
olan insanın bu serüveni, bilimin desteğiyle, bilimin pederi ve efendisi olan İlahi
sununun yer aldığı Kur'an hükümlerine tabi olmasıyla son bulacaktır.

Bilim ve Ahlak

Bilim ve davranışların kaynağı

Bediüzzaman Said Nursi'ye göre, insanın davranış, eylem, hal ve hareketleri kalbinin
ve duygularının eğilimlerinden çıkmaktadır. Aslında, o eğilimler de insan ruhunun
ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır. Bedenimizle sınırlı kalan ruhumuz, bu sınırları
zorlar. Ruh yeryüzünde dolaşmak, farklı mekanlar ve farklı insanlarla karşılaşmak,
iletişim kurmak, sosyal ve bireysel ihtiyaçlarını karşılamak ister. Ancak bedenimiz
sınırlıdır ve üstelik ruh hızında asla olamayacaktır. Oysa ruh, bedeni kendi hızına
doğru iter. Beden yine de hızlanamaz, ancak beyin ve diğer yetenekleri yardımıyla
kendine araçlar oluşturup ruhun hızına yetişmek ister. Bilim aracını kullanır örneğin.
Doğadaki varlıkları taklit ederek göklerde, denizin fersahlarca altında ve yerin dibinde
dolaşmaya çalışır. Teknolojiyi keşfeder mesela. Hayatı kolaylaştıran ve eski çağların
insanlarına göre, yüz binlerce yıl içinde yaşanabilecek her şeyi birkaç dakikada
yaşama sonucuna varabilir. Görüldüğü gibi ruh, bedenin kendi hızına asla razı değildir.
Adeta bedeni, kendi hızına yetiştirmek için kalp, his, duygu, düşünce ve eğilimlerle
kışkırtır. Sonuçta, harekete geçen düşünce, kalp, his ve duygular, merkezleri olan
beyindeki Hipokampuste ortaya çıkardıkları sonuçları, onaylanmak üzere kortekse
sunarlar. Üst beyin (insani) olan korteks tarafından onaylanan davranışlar eyleme
dökülür, davranış olur. Bu eylem iki türlü sonuç verebilir; bilimsel anlamda doğru-
yanlış, dini anlamda hayır-şer, sosyal anlamda iyi-kötü tanımlarıyla tanımlanırlar.

Bediüzzaman Said Nursi'ye göre, özellikle son asrın bilimsel ve teknolojik gelişmeleri,
insanın saltanatı ve medeniyette ileri gitmesinin nedeni, ruhunu barındırmaktan aciz
kalan bedeninin zaafı, aczi, fakrı, cehli, ihtiyacıdır. Yoksa, bir gözsüz akrep ve ayaksız
bir yılan gibi haşerata mağlûp olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli
bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, aksine, onun zaafının bir meyvesi olan
Rabbani bir teshir ve Rahmani bir ikramdır. (Sözler, 296)

Bediüzzaman Said Nursi'ye göre bilim ve ahlak ilişkisini şu alt başlıklarda ele alabiliriz:

Fen bilimleri ve ahlak


Bediüzzaman Said Nursi, her bir bilimin, evrende, özellikle dünyadaki varlık
sistemlerini ve evrensel tasarımı incelediğinden söz eder. Ona göre, evrensel sistemin
külliyeti olan bir düzeni gösterir. Bilim, tabiatı bir laboratuar olarak değerlendirir ve
incelediği varlıklardaki sistematiği ortaya koyarak kendi disiplininde sonuçlar elde
eder. Sonra, bu sonuçları insanların sosyal yaşamlarında bir yarara dönüştürür.
Bunların bir kısmı "Mühendislik" alanlarından topluma, beslenme, sağlık, ulaşım,
barınma, korunma ve güvenlik gibi güncel hayatımızın birer parçası şeklinde
yansırken; diğer taraftan insanın sosyal yaşamına doğrudan değil de dolaylı olarak
etki eden uzay bilimleri ve nükleer çalışmalar da bilimin kendi sistematiği içinde yer
alır.

Bediüzzaman'a göre, bilimsel etik, incelediği sistemin ve evrensel tasarımın Sahibini,


Yaratıcısını, Malikini, Düzenleyicisini, Tasarımcısını tanımakla mümkündür.
Kastamonu'da zorunlu ikametinde kendisini ziyarete gelen liseli gençlerin
"Muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar, bize Yaratıcımızı tanıtır mısın?" sorusuna o,
"Okuduğunuz her bir fen kendi yaratıcısından bahsetmektedir. Siz onlar dinleyiniz!"
diyerek, bilimsel ahlakın ve onu öğretmenin etik kodlarını dile getirmektedir. (Asa-yı
Musa, 6. Mesele)

Bediüzzaman, evreni inceleyen bilimin onun Yaratıcını ve Tasarımcısını bulması


konusundaki pozitif ve negatif tutumlarını anlattığı 12. Söz'de, "mana-yı ismi" ile,
yani, varlığa yalnızca madde gözüyle bakan bilimin ahlaki olmadığını; "mana-yı harfi"
ile bakmak, yani onun Yaratıcısını bulmak amacıyla bakması gerektiğini düşünür.
Madde gözüyle bakan bir bilimcinin gözünde bu evren süslü nakışlardan ibarettir. Oysa
madde ötesinde ona bir mektup gözüyle bakan bilimci için evren manidar Rabbani bir
mektuptur.

Bediüzzaman Said Nursi'nin Külliyat'a dağıtılmış pek çok yazısından anlaşıldığına göre,
bilimin ahlaki sınırları, ancak, bilime verilmesi gereken anlamın; Yaratıcısını bilmek ve
tanımakla mümkün olarak çizilebilir. Yoksa, Bir Allah'ı reddedip, tesadüf, tabiat ve
sebeplere dayandırılan bir yaratma serüvenini savunmak ahlaki ve insani değildir.
Hatta eşeğin muzaaf bir eşek olup sonra insan şekline dönüştükten sonra bile yine
kabul etmeyeceği kadar 'divanece bir hurafe', 'hayvandan yüz derece daha hayvan'ca
ve aptalca olabilir (23. Lem'a; Tabiat Risalesi).

Bediüzzaman'ın, bilimin doğru yorumlanması yolundaki çabasının temel sonucu, bilime


o gözle bakanların, insanın sosyal yaşamına da aynı karmaşa, tesadüf ve kaos gözüyle
bakacakları endişesidir. Çünkü insanın düşünce yapısı sosyal ilişkileri ve toplumsal
iletişimi de aynı yönde etkileyecektir. Varlıklar arasındaki yardımlaşmayı mücadele
gören, dayanışmayı bir diğerini yok etme olarak algılayan, hakkaniyet ölçüleri içinde
dağıtılan rızıkları kuvvetli olanların daha çok pay aldığı şeklinde yorumlayan bir bilim,
insanın sosyal yaşamına da aynı gözle bakacağından; adaleti, hak ve hukuku ortadan
kaldıran, kaos yaşatan, kişisel ve ırksal zulümlere maruz bırakan bir anlayışı topluma
sunmuş olursa, bu sonuç nasıl ahlaki olabilir?

Bediüzzaman bu düşüncesiyle son iki asrı avucunda karıştıran pozitivizmin kökünü


kurutmuş; dini anlamda "küfrün belini kırmış" , sosyal anlamda ise "mutlu ve huzurlu
bir toplum için alt yapı" oluşturmuştur.

Bediüzzaman'a göre, bilim ve ahlak ayrılamaz. "Laik bilim" safsatalarıyla bilimi


dinsizliğe alet yapan pozitivist yaklaşımlar, iki dünya savaşında, bilimi insanların
ölümüne ve bir o kadarının da sakatlanmasına hizmet eden bir araç olarak kullanma
bedhahlığına düşürmüştür. Nitekim, Bilgi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Gülten Kazgan'ın
yazdığına göre, "Chicago Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nde, 1950'li yılların sonu ile
1960'lı yılların başında, öğretim üyesi kadrosunda çok sayıda kuramsal fizikçi ve
matematikçi bulunmaktaydı. Bu yıllarda dikkat çekici bir söylenti ortalıkta dolaşıyordu.
Söylentiye göre, bu kuramsal fizikçiler ve matematikçiler 'iktisatçı' olmazdan önce,
İkinci Dünya Savaşı yıllarında atom enerjisini geliştirme projesinde çalışmışlardı; fakat
araştırmalarının sonuçta atom bombasına dönüştürüleceğini bilmiyorlardı. Savaşı
bitirmek amacıyla ABD hükümeti atom bombasını Japonya üzerinde kullanma kararı
alıp, Hiroşima ve Nagasaki bombalandığında bu araştırmacılar bir olup-bitti ile karşı
karşıya kalmışlardı. Yüz binlerce insanın yanarak feci şekilde ölmesi, kalan yüz binlerin
de kalıcı biçimde sakatlanması kendi çalışmalarının ürünü olarak ortaya çıkınca,
mesleklerini sürdürmek istememişlerdi. Matematik yetenekleri ve kuramsal bilgileriyle,
donanımlarıyla bağdaşan, fakat öldürücü sonuçlara da götürmeyen bir alana kaymak
istemişlerdi. Chicago Üniversitesi'nin İktisat Bölümü her anlamda kendilerine uygun
geldiği için onu seçmişlerdi." (http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/iktisat_ve_Etik.doc)

Bilim sosyal hayattan dışlanamayacağına göre, onun ahlaki boyutta kullanılmasını


sağlamak insan neslinin görevidir. Yukarıda söz edildiği gibi, bilimi insanlığın
mahvolmasında kullanmak cinayetten öte bir şeydir. Mary Shelley'in kahramanı, etik
ve ahlaktan yoksun tanrı tanımaz mekanik bilimin ürünü olan Dr. Frankensteinlerin
meydana çıkmasını engellemek için etik kurallar şarttır. Çizgi filmlerde neden kötülerle
mücadele vardır? Atom bombası, nükleer bombalar insanoğlunu neden korkutuyor?
Sorun bilimde değil, onun ahlaksızlığın bir türü olan sorumsuz kullanımındadır. Bilim
ve teknolojiyi kendi şahsi ve toplumsal çıkarları için kullanan dünyanın sömürgeci
siyasi liderlerini de yeri gelmişken bu ahlaksız tavırlarından dolayı ayıplıyoruz. Bilim,
yaşamı kolaylaştırırken, gelişen teknolojiyle birlikte "Kontrol edilen ahlak" sistemi de
oluşmaktadır. Gelişen güvenlik sistemleri ve elektronik tanıma sistemlerinin, hırsızlık
gibi ahlak dışı davranışları, çabucak belirlemesi teknolojiyle sağlanmaktadır.

Öte yandan, çevreyi koruyamayarak tabiatın ölümüne neden olan, bilimi yanlış
kullanan etikten yoksun kesimleri, organ naklinden suni döllenmeyle ve sperm
bankalarıyla insan türü oluşturan çevreleri de ahlaki davranış kalıplarına çekilmeye
çağırıyoruz. Bilimsel ahlak insana hizmet etmektir. Bilgiyi ve bilimi banka
hortumlamakta, şahsi çıkar elde etmekte, bilerek eksik ve çalma inşaatlarla, bir
depremde binlerce ailenin yok olmasını sonuç veren bir tür hırsızlıkta kullananları tel'in
ediyoruz.

Bilim çevrelerinin ve özellikle üniversitelerin akademik kurullar oluşturarak bilimsel


hırsızlığa engel olma çabalarını destekliyoruz. Ancak henüz okul sıralarındayken kes-
kopyala-yapıştır kolaycılığıyla büyüyen nesillerimizin, akademik ve iş yaşamlarında da
benzer davranışlar sergileme eğilimlerinin oldukça yüksek olduğuna ve insan haklarına
dikkat edeceklerini ise sanmıyoruz. "Bilim metodolojisi üzerinde çalışan I. Lacatos,
bütün bilim dallarının ana çekirdeğinde bir 'inanç, ahlaki değerler' bulunduğunu,
kuramın ancak bunun üzerine inşa edildiğini söyler, toplumbilimleri ile doğa bilimleri
arasında bu bağlamda bir ayırım yapmaz. Atom bombası çalışmaları örneği, bize, doğa
bilimleri araştırmalarının ve buluşlarının da gerisinde en azından bir 'hedef' aranması
gerektiğini gösteriyor. Çünkü bilimsel kuram, nesnel ilişkileri gösterse de, açıkca bir
'hedef' koymasa da, değer yargılarından arındırılmış olsa da, sonunda, rahatça istenen
tarafa çekilebiliyor. Atom araştırmalarından, atom enerjisi gibi atom bombası da
çıkabiliyor; hayvan davranışlarının genetik kökenlerinin ortaya konmasından, sosyo-
biyoloji yoluyla kuram insan davranışlarına genelleştirilip, insan ırkları arasındaki
farklara ve ırkçılığa gelebiliyor.

"İnsan doğasının doğrudan bilimsel kuramla, buluşla içiçe geçtiği durumlardaysa, 'etik'
(dinsel inançlardan ötürü) hemen gündeme zaten getiriliyor. Bunun en yakın örneği
'insan kopyalama' ile ilgili olarak ortaya çıktı. Kopyalama, 'yaratılış inancı'nı
sarsabildiği kadar olumsuz toplumsal sonuçlara da yol açabileceği için, 'etik' kural
hemen devreye girdi; insan kopyalaması yapılmaması konusunda anlaşmaya varıldı.
Ancak, bu anlaşma şimdiden her yanından aşınmaya başladı bile."
(http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/iktisat_ve_Etik.doc)
Bediüzzaman'a göre, insan, kainat ve kutsal kitabımız Kur'an, birbirinin hem
tamamlayıcısı, hem de tefsiridir. Kainatın kendisi bir kitaptır. Kur'an kainattan söz
ederek, kainatın anlamını ve kainatta tecelli eden esma ve sıfatları tefsir etmektedir.
Bunu neden yapmaktadır? Amaç, insanın varlığın anlamını idrak etmesi ve evrensel
tasarımla örtüşmesini sağlamaktır. Kainatın küçük bir numunesi, misal-i musağğarı
olan insan ise, kainattaki anlamı şuuruyla idrak ettikten sonra, kendisi için gönderilen
Kur'an'ın rehberliğinde yaşamına anlam katmalıdır. Bu anlam bilim şeklinde tezahür
etmektedir. "Sâni-i Zülcelâlin âlem-i ekberdeki san'atı o derece mânidardır ki, o san'at
bir kitap suretinde tezahür edip, kâinatı bir kitab-ı kebir hükmüne getirdiğinden, akl-ı
beşer, hakikî fenn-i hikmet kütüphanesini ondan aldı ve ona göre yazdı. Ve o kitab-ı
hikmet, o derece hakikatle bağlı ve hakikatten medet alıyor ki, büyük Kitab-ı Mübînin
bir nüshası olan Kur'ân-ı Hakîm şeklinde ilân edildi." (Mektubat, 228) O halde bilim,
kainatta tezahür eden isim ve sıfatların kurallar şeklinde ifade edilmesidir. İçinde
insanın yaşamasına elverişli bir ortam olan kainat ve bu sistemin ezeli tercümanı olan
Kur'an, onu getiren Peygamberi (sav) aracılığıyla bize bir örnek olmakta, "temsil ettiği
güzel ahlak" ile biz insanlara kainat-insan ve Kur'an üçgeninde yol gösterici
olmaktadır. Çünkü "Onun ahlakı Kur'an ahlakıydı." Bilime ve bilim adamlarına düşen
görev, evrensel sisteme "ayinedarlık" yaparak etik davranmaktır.

Sosyal bilimler ve ahlak

Bediüzzaman, sosyal bilimlerin yorumlanmasına ilişkin metodolojiye, özellikle dini


konuların sosyal yaşamda algılanmasında doğru ve yanlışlara, Muhakemat isimli
eserinde sıkça vurgu yapmıştır. Her şeyden önce o, lehte ve aleyhte, İslamiyet
hakkında asırlardır birikmiş olan yanlış zanların, yıkıcı düşüncelerin tamir ve ıslahı için
mücadele etmiştir.

Sosyal bilimlere ilişkin ahlaki ölçülere uyum konusunda, öncelikle Bediüzzaman'ı örnek
göstermek mümkündür. O, toplum tarafından yüceltilen nice alim ve sosyal bilimcilerin
gösterdikleri kaynaklardan daha parlak görünmesine kızmaktadır. "Ben görüyorum ki;
Kur'ân-ı Hakîmin hakaikine ait bazı kemâlât, o hakaike dellâllık eden vasıtalara
veriliyor. Şu ise yanlıştır. Çünkü, me'hazın kudsiyeti, çok burhanlar kuvvetinde tesirat
gösteriyor, onunla ahkâmı umuma kabul ettiriyor. Ne vakit dellâl ve vekil gölge etse,
yani onlara teveccüh edilse, o me'hazdaki kudsiyetin tesiri kaybolur." (Mektubat, 307)

Yine o, "Cumhûru, burhandan ziyade, mehazdeki kudsiyet imtisale sevk eder.


Müçtehidînin kitapları vesile gibi, cam gibi Kur'ân'ı göstermeli; yoksa vekil, gölge
olmamalı... şeriat kitapları, birer şeffaf cam mâhiyetinde olmak lâzım gelirken, mürur-
u zamanla, mukallitlerin hatâsı yüzünden paslanıp hicap olmuşlardır. Evet bu kitaplar,
Kur'ân'a tefsir olmak lâzımken, başlı başına tasnifat hükmüne geçmişlerdir."
(Sünuhat) diyerek bilim ve sanat eseri yazanların kaynaklara önem vermesini ve
kaynağı doğru yansıtması gerektiği üzerinde durmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursi, sosyal bilimlerde ahlaki kurallara uyulması için her şeyden
önce "doğruluk" ilkesine dikkat çekmektedir. Bilimsel doğruluk, deneyerek elde edilmiş
doğru sonuçlar üzerinde yazmak ve konuşmaktır. Objektif olmayan görüşler, indi
mülâhazalarla yapılmış kişisel yorumlar insanları yanıltabilir. Bunun için araştırma
yöntemleri geliştirilmiştir. Bilimsel doğruluğu bozan art niyetli yaklaşımlar yanında,
bazen iyi niyetli olup, ancak bilimselliğe ters düşen davranışlar da söz konusudur.
Bunlardan biri de, "mübalağa ve mücazefe"dir. Bediüzzaman'a göre, "Mübalağa
ihtillacidir"; "Beşerin seciyelerindendir, telezzüz ettiği şeyde meylü't-tezeyyüd ve
vasfettiği şeyde meylü'l-mücazefe ve hikâye ettiği şeyde meylü'l-mübalâğa ile, hayali
hakikate karıştırmaktır. Bu seciye-i seyyie ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir.
Bilmediği halde, tezyidinden noksan, ıslahından fesat, medhinden zemm, tahsininden
kubh tevellüd eder. Zira muvazenet ve tenasüpten nâşi olan hüsnü, min haysü
lâyeş'ur (bilinçsizce) ihlâl eder. Nasıl ki, bir ilâcı istihsan edip izdiyad etmek, devayı
dâ'e inkılâp etmektir. Öyle de, hiçbir vakit hak ona muhtaç olmayan mübalâğalı tergib
ve terhible, gıybeti katle müsavi; veya ayakta bevletmek, zina derecesinde
göstermek; veya bir dirhemi tasadduk etmek, hacca mukabil tutmak gibi muvazenesiz
sözler, katl ve zinayı tahfif ve haccın kıymetini tenzil ediyorlar. Bu sırra binaen, vâiz
hem hakîm, hem muhakemeli olmalıdır. Evet, muvazenesiz vâizler, çok hakaik-i
neyyire-i diniyenin husufuna sebep olmuşlardır. Meselâ, inşikak-ı kamer olan mucize-i
mütevatire-i bâhireyi, meylü'l-mücazefe ile, 'arza nüzul ile Peygamberin cebine girip
çıkmış' olan ilâve, o güneş-misal mucizeyi Süha yıldızı gibi, mahfî ve kamer-misal olan
burhan-ı nübüvveti münhasif ettiği gibi münkirlerinin bahanelerine kapılar açtı"
(Muhakemat, 37) Bediüzzaman'ın yukarıdaki bu ifadeleri, yorum-aşırı yorum
kavramlarını bilim ve ahlak bağlamında ele almakta, özellikle Muhakemat eseri başta
olmak üzere, 5. Şua, 24. Söz, Sünühat, Telvihat-ı Tis'a gibi müteaddit eserlerinde
asırlardır tahrip edilen İslamiyet kalesini doğru yöntemler sunarak tamir etmektedir.

Sonuç

Bilim ve ahlak, insanla birlikte var olmaya ve insanın da bu ikiliye ihtiyacı devam ettiği
müddetçe birbirinden asla ayrılmayarak, insanın kemâlâtına hizmet eden iki önemli
araç olarak görevlerine devam etmelidir. Bilim ve ahlak, insan, sistem ve yönetim
kalitesinin arttırılmasına hizmet etmelidir. İnsan kalitesine, insanın daha yakından
anlaşılması ve bireysel gelişimin önünü açarak yardımcı olurken, sistem kalitesine,
insan hak ve hürriyetlerinin açık ve şeffaf bir şekilde yaşanmasıyla destekleyerek,
buradan yönetim kalitesine, yani hukuk sisteminin yerleşmesini de desteklemiş
olacaktır. Böylece bilim ve ahlak, insan ve sistem kalitesini birleştirerek yaşamda
mükemmelliği sonuç verecek bir hizmet sunabilir.
Özet

"Bilim ve ahlak" kavramları toplumsal ahlakın oluşmasında ve şekillenmesinde etkin


bir role sahiptir. Medeniyetler incelendiğinde, onları zirvede tutan iki temel direğin
olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisi, bilimi, kendi içinde geliştirme, toplumsal
hizmet için kullanma ve gelecek kuşaklarda devam etmesini sağlama; diğeri ise,
bireysel ve toplumsal hayatta ahlakın yaşanıyor ve yaşatılıyor olmasıdır.
Medeniyetlerin yıkılışlarındaki temel etkenin de yine bu iki direkten birinin ya da
ikisinin birden çökmesinde olduğunu görmekteyiz.

Bilim ve etik arasında iki düzeyde ilişki vardır: Birincisi mantıksal düzey ki, ahlaki
değerler olmadan bilimin insan lehine, iyi niyetle kullanımı oldukça zordur. Yani temel
bileşimde ikisi birlikte olmak zorundadır. İkincisi, uygulama düzeyi ki, ahlakın bilim
üzerindeki kontrolüdür.

Anahtar Kelimeler: Bilim, ahlak, fen bilimleri, sosyal bilimler

Abstract

Both of the concepts of "science and ethics" have a very prominent role in the
formation of the social ethics. In many civilizations, these are two foundational pillars
in their developments to the highest point. The first of these seems to be the
development of the science in itself, using it for the sake of society and to enable its
continuation in the further generations. As to the second feature, the moral
assumptions and ethical values should be practised among individuals and in society.
The basic factor in the dissolution of different civilizations has been the fact that either
one or both of these pillars have been dissolved and destroyed.

The relationship between science and ethics occur in two levels: The first one is the
logical level that it is very difficult to use the science for the sake of men without the
ethical values. This means that in the basic composition both of these should co-exist.
The second one is the application level where the issue goes on the control of ethics
upon science.

Key Words: Science, morality, ethics, natural sciences, social sciences


Yayın Türü : Yaygın Süreli
Sahibi : SENTEZ Bilim, Araştırma, Organizasyon Ltd. Şti. adına
Mehmet Kutlular

Genel Koordinatör   Abdullah Eraçıkbaş


Genel Yayın Yönetmeni   Ahmet Dursun
Editör : Ahmet Dursun [editor@koprudergisi.com]
Yazı İşleri Müdürü : Mustafa Said İşeri
Merkez/İstanbul : Vefa, Cemal Yener Tosyalı Cad., No: 117,
Süleymaniye / İSTANBUL
Tel: (0212) 513 11 10 Pbx
Fax: (0212) 520 29 70
www.koprudergisi.com
irtibat@koprudergisi.com

Ankara : Turan Güneş Bulvarı, 232. Sk., No: 3/8, Çankaya


Tel: (0312) 491 69 52-53
Fax: (0312) 491 69 54

İzmir : 853. Sokak, 25/D, Kemeraltı


Tel: (0232) 489 19 71

İngiltere : 30 Stringer House, Whitmore Estate N1, 5LN, London


Tel: 44-2076135809

Almanya : Rottmann Str. 12, 59229 Ahlen


Tel: 02382 60887
Fax: 02382 65790

Avusturya   Tel: 0043 676 780 72 23


Avustralya   Fatih Yagrı / Avusturalya Nur Vakfı
P.O. Box. 6079
Went Footscray
Victoria
Tel: 0061396873436

Dizgi-Kapak-İçdüzen : Köprü
Baskı ve Cilt : Yeni Asya Gazt., Mat. ve Yay. San. ve Tic. A.Ş.
Tel: (0212) 655 88 59

Okuyucu Temsilcisi   Adem Alp [dergiler@yeniasya.com.tr] 


Tel: (0212) 655 88 59 / 653 Faks: (0212) 474 09 07

Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Yazılar kaynak gösterilmek kaydıyla


iktibas edilebilir. Yayınlanmayan yazılar iade edilmez.

You might also like