You are on page 1of 9

Adalet Meslek Etiği

ADL101U

KISA ÖZET
1
1.ÜNİTE Etiğe Giriş: Kavramlar-Teoriler
GİRİŞ
Gündelik yaşantımızda sık sık etikten bahsederiz. Hoşlanmadığımız söz, tavır, tutum ve dav-
ranışları “Bu hiç de etik değil.”, “Bu yaptığın etik olmaz.” vb. ifadelerle eleştiririz. Bazen de
etik ilkelere, kurallara atıf yaparız. Bu ilke veya kurallar; ya bireysel eylemlerimizin ya da pek
çok bireyi, toplumun genelini ilgilendiren siyasal, hukuksal karar veya uygulamaların değer-
lendirilmesinde başvurulan ölçüt işlevi görür. Bu ölçüte göre söz konusu eylemler, karar veya
uygulamalar etik olmakla nitelendirilir.

Etik kelimesinin bütün bu çeşitli kullanımlarının yanı sıra gündelik dilde çok daha yaygın kul-
lanılan ahlâk, ahlâki, ahlâklı, ahlâksız ve türevi kelimeler de vardır. Sık sık toplumun ahlâkının
bozulduğundan şikâyet ederiz. Karşımızdakini ahlâka aykırı davranmakla suçlarız; pek çok
davranışı ahlâki bulmayız. Bununla birlikte kendimize ve mensubu olduğumuz topluluğa, ula-
şılması gereken birtakım ahlâki hedefler tayin ederiz. Ahlâkı, zaman zaman bir karakter özel-
liği sayarız; ahlâklı olana, karakterli deriz; ahlâksız addettiğimizi karaktersiz veya karakteri
bozuk olarak nitelendiririz.

BİR FELSEFE DALI OLARAK ETİK


Teorik Akıl - Pratik Akıl
İnsanı diğer canlılardan ayırt etmek için kullanılan klasik ölçüt, akıl sahipliğidir. Sahip olduğu
bu özelliği sayesinde insan, diğer hayvanlardan farklı olarak doğa yasalarınca belirlenmiş bir
canlı olmaktan çıkar. O, kendisi üzerine de düşünüp kendisini bilincinin konusu edinme yetisi
ile donatılmıştır.

Felsefe tarihinde insanın bu asli özellikleri dikkate alınarak iki tür akıldan bahsedilmesi genel
bir eğilim olmuştur. Buna göre gözlemleme, karşılaştırma ve ilişkilendirme yetisine teorik akıl
(nazari akıl, kuramsal us) buna karşılık tasarlama, planlama, tercihte bulunma yetisine ise
pratik akıl (ameli akıl, kılgısal us) denilmiştir.

İnsanın belirli bir amacı gerçekleştirmek için başvurduğu araçların üretilmesini ve kullanılma-
sını sağlayan pratik akıl, toplumsal işbölümü içerisinde üretime katılmaya ve birtakım top-
lumsal ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir. Burada insanın alet yapma özelliği karşımıza çıkar.
Bu anlamda insan, pratik akıl aracılığıyla toplumsal ihtiyaçların karşılanması için birtakım alet-
ler üretir ve kullanır. Bu aletler, insana çevresindeki nesneleri kendi amacı doğrultusunda
kullanma, hatta dönüştürme imkânı sağlar. Bu özelliği sebebiyle insana homo faber ismi veri-
lir.

Teorik Felsefe - Pratik Felsefe


En yalın ifadeyle felsefe; insanın, içinde yaşadığı evrene, yaratıcısına, kendisine ve toplumuna
dair tutarlı, bütünlüklü ve akli bir sorgulama faaliyetidir. İnsan bu faaliyeti sırasında ; varlık,
bilgi ve değer sorunları hakkında doğru bir bilgi elde etmeyi amaçlar. Bu anlamda felsefe,
teorik ve pratik olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Teorik felsefenin iki alanı ontoloji ve epistemolojidir. Ontoloji, yani varlık felsefesi, varlığı var-
lık olarak inceler. Var olmanın anlamı, niteliği ve amacı vb. sorularla uğraşır. Burada felsefi
düşünce, var olan bütün eşya ve hadiseler üzerine refleksiyon geliştirir. Felsefenin temel ka-
tegorileri “varlık” ve “yokluktur.

2
Epistemoloji, diğer bir ifadeyle bilgi felsefesi ise bilme faaliyetinin bizatihi kendisi hakkındaki
refleksiyonlardan oluşur. Yani burada var olan eşya ve hadiselerin kendileri değil, bunlara
dair bilginin imkânı hakkında düşünülür. Bir anlamda bizim var olanlar hakkındaki bilgilerimiz
üzerine bir bilgiye ulaşma amaçlanır.

Felsefenin üçüncü alanı ise aksiyoloji olarak isimlendirilir. Aslında aksiyoloji pratik felsefe
alanıdır. Kişinin eylemlerine yöneliktir. Eylem alanı, doğal olarak beraberinde başta diğer kişi-
lerle olmak üzere kişinin bütün bir varlık alanıyla ilişkisi sorununu da gündeme getirir. Bu
yönüyle aksiyoloji de kendi içerisinde ikiye ayrılır. Bunlardan ilki etik ismini alırken diğeri es-
tetik terimiyle ifade edilir. Estetik, sonucunda bir ürünün ortaya çıktığı eylemlerimizin niteliği
hakkındadır. Temel kategorileri “güzel” ve “çirkin”dir.

Aksiyolojinin diğer bir alt alanı ise etiktir. Tıpkı estetik gibi yine insan eylemlerinin niteliği üze-
rine gerçekleştirilen bir felsefi düşünme şekli olarak etik, “iyi” ve “kötü” kategorileriyle iş gö-
rür.

Ahlâk - Etik Ayrımı


Her ne kadar Sokrates ve Platon’un eserlerinde ahlâki meselelere rastlansa da ayrı bir felsefe
dalı olarak etik ilk olarak Aristoteles’te karşımıza çıkar. Dolayısıyla etik kelimesinin kökeni için
Eski Yunan’a, özellikle de Aristoteles’in eserlerine bakmak gerekir.
Etik, Eski Yunanca Ethos’tan gelir. Ethos’un Latince karşılığı ise “Mos”, çoğulu ise “Mores”tir.
Nitekim gerek Almanca “Moral/Moralität” gerekse İngilizce “Moral/Morality”, Mos’tan türer.
Hem Ethos, hem de Mos, iki anlamda kullanılır.

Ahlâk, çoğunlukla belirli bir insan topluluğunun üyeleri arasında geçerli olan veya olması is-
tenen değer yargılarından müteşekkil bir kurallar manzumesidir. Bununla birlikte bazen de
tek bir topluluğun veya grubun üyeleri için değil de herkes için bağlayıcı olan, genel anlamda
iyi ve doğru kabul edilen birtakım ilke ve kurallara işaret edecek şekilde kullanılır. İlk anlamıy-
la ahlâk için “bayramda büyükleri ziyaret etmek”, “büyüklerin karşısında ayak ayak üstüne
atmamak”, “topluluk huzurunda yüksek sesle konuşmamak” vb. davranışlar örnek verilebilir.

İkinci anlamı ise “Yalan söylemek yanlıştır.”, “Verilen sözü tutmak gerekir.” ve “Zina yanlış-
tır.” gibi birtakım ilke veya kuralları akla getirir. Nihayet üçüncü bir anlamıyla da ahlâk, belirli
bir insan topluluğuna ait değer yargılarının da herkes için bağlayıcı olduğu düşünülen birta-
kım ilke ve kuralların da ötesinde, her türlü yerleşik ahlâka aykırı olabilen, insanın “değerini
merkeze alan, her ne pahasına olursa olsun insanı ve insanın onurunu yücelten eylem ve ilişki
türleri için kullanılır.

Ahlâk Dili: Ahlâk - Ahlâkilik - Ahlâk Felsefesi ( Etik) Kavramları


Tarih boyunca “Ahlâk nedir?” sorusu çok farklı şekillerde cevaplandırılmıştır. Bu soru, bera-
berinde “Ahlâk bir fikir midir yoksa bir kurum mudur?”, “Ahlâk bir duygu mudur yoksa bir
davranış türü müdür?” gibi birtakım soruları da getirir. İlk bakışta herkesin cevabını bildiğini
düşündüğü bu sorulara biraz daha yakından bakıldığında o kadar da basit olmadığı görülür.
Diğer tamlamalar bir yana özellikle “ahlâki yargı”, bize ahlâki olan, dolayısıyla da “ahlâk”a
dair önemli ipuçları verebilecek niteliktedir. Ahlâki yargılar ile diğer yargılar arasında çok net
bir fark vardır. Örneğin “Zina yanlıştır.” yargısı ile “İstanbul Türkiye’nin başkentidir.” yargısı
arasında bir fark olduğu tartışma götürmez. Bu fark, en açık şekilde söz konusu yargıları oluş-

3
turan kelimelerin özelliklerinde görülür. Ahlâki yargılarda “doğru”, “yanlış”, “iyi”, “kötü”, “-
meli, -malı”, “-mak zorunda” vb. kelime veya ibareler kullanılır. Bu kelime veya ibareler, de-
ğer bildiren terimlerdir. Demek ki değer terimlerinin kullanıldığı yargıların ahlâki yargılar ol-
duğu rahatlıkla ileri sürülebilir.

ETİK TEORİLERİ
Çağdaş Etiğin Kısa Tarihi
Etiğin veya daha genel bir ifadeyle ahlâk felsefesinin, çağdaş yapısına ulaşıncaya kadar geçir-
diği değişiklikler incelendiğinde, bu süreç içerisinde belli başlı üç farklı ahlâk felsefesi yakla-
şımının ortaya çıktığı göze çarpar. Bunlar, Eski Yunan felsefesi, özelikle de Sokrates-Platon-
Aristoteles çizgisi, onu izleyen Helenistik ve Stoacı felsefe geleneklerinin kabul ettiği klasik
ahlâk felsefesi yaklaşımı; büyük ölçüde bundan etkilenmiş Ortaçağ din temelli ahlâk felsefesi
yaklaşımı; din temelli bir ahlâkın reddedilmesiyle ortaya çıkan modern laik ahlâk felsefesi
yaklaşımıdır.

Modern ahlâk felsefesi yaklaşımı ise Hıristiyan felsefesinin en yüksek iyi ve Tanrı’nın iradesi
kavramlarının, insanlara, eylemlerini yönlendirecek pratik bir kılavuz olma niteliğini kaybet-
meye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Doğa veya Tanrı tarafından belirlenmiş bir iyi kavramı,
artık söz konusu değilse arzularımızın bizi doğru yönlendirip yönlendirmediğini nasıl bilebili-
riz? Herhangi bir ilâhi yasa geçerli değilse arzularımızın bizi yönlendirdiği şeyleri reddettiği-
mizde bize yol gösterecek olan nedir? Modern ahlâk felsefesinin cevabını vermeye çalıştığı
işte bu tarz sorulardır. Bu açıdan bakıldığında modern ahlâk felsefesinin kabaca şu evreler-
den geçtiği söylenebilir:

İlk evre, ahlâkın temelini insan doğasının dışında bir otoritede bulan geleneksel anlayıştan,
ahlâkı insanın kendi doğasından hareketle açıklamaya çalışan anlayışa geçiştir.
İkinci evre, yukarıdaki anlayışın daha da geliştirildiği ve Thomas Reid, İmmanuel Kant ve
Jeremy Bentham’ın eserlerinin özümsendiği evredir.
Üçüncü evre ise günümüz ahlâk felsefecilerinin, dikkatlerini, özerk birey düşüncesinden top-
lumla ilgili ahlâk sorunlarına, ahlâkın toplumla ilişkisine çevirdiği evredir.

Meta-Etik Teoriler
Genellikle, çağdaş ahlâk felsefesinin, en azından Anglo-Sakson ahlâk felsefesinin, G.E.
Moore’un (1873-1958) 1903 tarihli Principia Ethica isimli eseriyle başladığı kabul edilir. Aslın-
da, doğalcı ahlâk felsefesinin iddialarını çürütmek amacıyla yazılmış bu eser, XX. yüzyılın ilk
yarısındaki ahlâk felsefesi tartışmalarına damgasını vuran ve adına daha sonraları meta-etik
denilen bağımsız bir ahlâk felsefesi yaklaşımının teorik zeminini oluşturur.

Meta-etik sorularla normatif etik ve gündelik ahlâk soruları şu şekilde karşılaştırılabilir: Gün-
delik hayatımızda herhangi bir ahlâk yargısı verdiğimizde toplumsal bir kurum olan ahlâk söz
konusudur. Hangi eylemlerin iyi, doğru veya yükümlülük içerdiğini, hangi yargıların ve ilkele-
rin kabul edilmesi gerektiğini tespit etmeye çalışan normatif etik; etik ifadelerin anlamları,
önemleri ve mantıksal işlevleriyle ilgilenen meta-etik yaklaşımlarıdır.
Her ne kadar meta-etik teorilerinin hangileri olduğu, normatif etik teorileriyle aralarındaki
sınırın nerede başlayıp nerede bittiği tam açık değilse de genellikle kabul edilen meta-etik
teorileri şunlardır: doğalcılık (naturalism), sezgicilik (intuitionism), duyguculuk (emotivism) ve
kuralkoyuculuk (prescriptivism)/ ahlâk mantıkçılığı.

4
Doğalcılık
Doğalcı etik, ahlâk terimleri ve kavramlarının, insanın öznel bilincinden ayrı olarak var oldu-
ğunu kabul etmesi açısından, sezgici etik teorileriyle aynı noktada birleşir; onlar gibi bilişselci
(kognitivist) –nesnelci (objektivist) bir etik teorisidir. Ancak sezgici etik teorilerinin, ahlâkın
bilgisinin ampirik yolla değil de sezgiler aracılığıyla edinildiği kabulünden farklı olarak, ahlâki
nitelik ve özelliklerin, doğal nitelik ve özelliklerle özdeş olduğunu, dolayısıyla bunların bilgisi-
ne de ancak ampirik yolla ulaşabileceğini iddia eder. Doğalcı etik teorisine göre, ahlâk yargıla-
rı da tıpkı diğer bilimsel yargılar gibi bilimsel yöntemlerle, yani deney ve gözlemle sınanabilir,
doğrulanabilir veya yanlışlanabilir.

Etik, özerk bir araştırma alanı değildir; ahlâkın bilgisi doğa bilgisinden ayrı olmayıp onun bir
parçasıdır; dolayısıyla doğa bilimlerinin (özellikle biyolojinin), psikolojinin (özellikle davranışçı
psikolojinin) veya sosyolojinin bir dalıdır.

Sezgicilik (Intuitive Ethics)


Ahlâk alanındaki doğruların hiçbir aracıya gerek duyulmaksızın, sezgilerimiz aracılığıyla kav-
ranabileceğini ileriye süren sezgicilik, aynı zamanda, bu doğruların insan duygu ve düşüncele-
rinden, uzlaşımlarından bağımsız olarak var olduğunu iddia etmesiyle bilişselci (kognitivist) –
nesnelci (objektivist) etik teorilerindendir. Sezgici etik teorilerinin en önemli temsilcisi, etik
alanına analitik yaklaşımı sokan ve analitik veya meta-etik yaklaşımın da başlatıcısı kabul edi-
len G. E. Moore’dur.

Duyguculuk (Emotivism)
Hemen hemen her etik teorisi, bir şekilde duyguların ahlâkla ilişkisi üzerinde durur. Fakat
duyguculuk için ‘duygular’, ahlâk alanının merkezinde yer alır ve her biri ahlâk yargılarının
nihai belirleyicisidir.

Mantıkçı pozitivizmin, her türlü değer yargısının, bu arada ahlâk yargılarının da olguları değil,
kişinin duygulanımlarını gösterdiği, bu sebeple bilişsel olmadığı ve sınanamayacağı iddiasının
ahlâk felsefesindeki yansıması durumundaki duyguculuğun en önemli temsilcileri Language,
Truth and Logic (1936) adlı eseriyle yine bir mantıkçı pozitivist olan İngiliz A. J. Ayer ve Ethics
and Language (1944) adlı eseriyle Amerikalı C. L. Stevenson’dır (1908-1979).

Kural Koyuculuk (Prescriptivism) / Ahlâk Mantıkçılığı


Ahlâk felsefesinin temel işlevinin, ‘betimleyici’ değil de ‘buyurucu’ yani ‘kural koyucu’ yargılar
aracılığıyla ne yapmamız gerektiğini bildirmek olduğunu, dolayısıyla ‘olan’dan çok ‘olması
gereken’le ilgilendiğini savunan kural koyucu etik teorisinin kökleri Hume, Kant ve Mill’den
Sokrates, Platon ve Aristoteles’e kadar uzanır. Fakat bu terim, bugünkü anlamıyla İngiliz fel-
sefeci R. M. Hare tarafından geliştirilmiştir.

Normatif Etik Teoriler


Her ne kadar XX. yüzyılın büyük bir kısmına meta-etik teorileri hâkim olmuş ve ahlâk tartış-
maları, daha çok ahlâki kavramlar ve yargılar üzerine yapılan betimleyici çalışmaların birbirle-
rine yönelttikleri mantıksal ve dilbilimsel argümanlara dayandırılmışsa da geleneksel etik,
normatif bir yaklaşım sergilemiştir. Betimleyici çalışmalar, mantıksal ve dilbilimsel yaklaşım-
lar önemli olsa da etik için yeterli değildir.

5
Kant’ın Ödev Etiği
Ünlü Alman filozof Immanuel Kant’ın (1724- 1804) teorisi etik tarihinde bir dönüm noktası
oluşturur. Karşı çıkanlar da dahil, kendisinden sonra etik alanında düşünmüş ve yazmış he-
men herkes, etik sorunlarını, onun bu alana kazandırdığı terimlerle tartışmıştır. Dahası, sade-
ce meslekten felsefecilerin değil, sıradan insanın bile ahlâktan anladığı hemen hemen
Kant’ınkiyle aynıdır.

Kant’ın bu önemi, eski çağların, içinde bulunduğu Aydınlanma çağının ve kendisinden sonraki
dönemin ahlâk anlayışları arasında merkezi bir noktada bulunmasından kaynaklanır.
Kant’a göre, insanın bilmesinde biri maddi, diğeri biçimsel olmak üzere iki unsur vardır. Bu
bilme sürecinde beş duyumuzla elde edilen verilerin (maddi unsur) yanı sıra aklın ‘a priori’
formları da rol oynar. Dolayısıyla duyularımızla elde edilen veriler (diğer bir deyişle deneyim-
lerimiz) salt izlenimlerden, izlenimlerin pasif bir algılanmasından ibaret değildir; bunları belirli
bir düzene sokmamızı ve böylece idrak edebilmemizi sağlayan aklımızın ‘a priori’ formları,
yani kavramlar ve kategorilerdir. Ancak bu formlar aracılığıyladır ki bilgimiz rastlantı olmak-
tan çıkıp zorunlu ve geçerli hâle gelir. Kavramlar ve kategoriler olmaksızın salt deneyim (do-
layısıyla duyu verileri) anlamsızdır.

Faydacı Etik
Faydacılığın ilham kaynağı Epikuros ve diğer ilkçağ hazcılarıdır. Başta Hobbes’un egoist ve
doğalcı ahlâkı olmak üzere, XVIII. yüzyılın ahlâk duyusu öğretisi (özellikle Hutcheson),
Hume’un duygudaşlık ahlâkı ve Fransız Aydınlanması’nın (özellikle Helvetius) etkisi altında
kalarak, ahlâk felsefesi tarihinin en uzun soluklu geleneklerinden birini oluşturan faydacılık,
Jeremy Bentham (1748-1832) tarafından sistemleştirilmiş ve John Stuart Mill (1806-1873)
eliyle en gelişmiş biçimine ulaştırılmıştır. XX. yy etik tartışmalarında Kantçı etikle birlikte adı
en çok zikredilen normatif etik teorilerinden birisi de faydacılıktır.

Jeremy Bentham
Bentham’ın önemi, isim babası sayılan faydacılığın ana ilkelerini belirlemiş ve onu sistemleş-
tirmiş, İngiliz düşünce tarihinde ilk defa felsefi bir okul kurmuş olmasından kaynaklanır.
Bentham’ın geliştirdiği teori XVIII. yüzyılın soyut ve metafizik teorilerine karşı bir tepkidir.
‘Rasyonalizm’e karşı ‘ampirizm’i, ‘idealizm’e karşı ‘materyalizm’i ve ‘a priori’ olana karşı ‘a
posteriori’ olanı savunan Bentham, bu yönüyle doğal hukuk okulu taraftarlarınca da şiddetle
eleştirilmiştir. Bentham temel düşüncelerini Principles of Morals and Legislation (1789) isimli
eserinde ortaya koymuştur.

John Stuart Mill


Mill, faydacı ilkelerin toplum hayatına uygulandığı bir devirde yaşamış; faydacı haleflerinin
yanı sıra, o dönemde Fransa’da gelişmiş pozitivizmin ve İngiltere’de Alman idealizminin ta-
kipçisi olan Coleridge’in etkisi altında kalmıştır. Gerek bilgi teorisi gerekse ahlâk teorisi açı-
sından Bentham’ın temel görüşlerini kabul etmekle birlikte, eleştirmekten de uzak kalmamış-
tır.
Ahlâkla ilgili görüşlerinin yer aldığı Utilitarianism (1861) adlı eserinin ilk sayfalarında ahlâkın
temeli konusunda ahlâk felsefesi tarihinde iki temel görüşün ortaya çıktığını söyler. Bunlar-
dan birincisine göre ahlâk ilkeleri ‘a priori’, diğerine göreyse ‘a posteriori’dir.

6
‘Fayda’ kavramı Mill için de, Bentham’da olduğu gibi, ‘iyi’ ve ‘kötü’nün tek ölçütüdür. İnsan
eylemlerinin amacı faydadır. Dolayısıyla ahlâkın temel ölçütü de zorunlu olarak fayda olacak-
tır. Bir eylemin ahlâk açısından değeri, getirdiği faydaya bağlıdır. ‘İyi’ eylem, fayda getiren
eylemdir ve sonucunda mutluluğa yol açar. Böylece Mill’de de ‘fayda’ ve ‘mutluluk’ kavram-
ları bir arada anılır.

Erdem Etiği
Çağdaş ahlâk felsefesi iki temel eğilim göstermektedir. Bunların ilki, faydacılık ile Kantçılık
arasında, özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren daha da belirginleşen çatışmayı gi-
dermeyi önceleyen bir yaklaşımı ifade eder. Diğeri ise ya teorik sorunlara hiç değinmeksizin
sadece pratik tartışmalara odaklanan bir tavır sergiler.

Klasik Erdem Etiği: Aristoteles


Aristoteles’in erdemlere dayalı etik teorisi en kapsamlı şekilde Nikomakhos’a Etik isimli ese-
rinde yer alır.
İnsan bitkilerle, beslenme ve büyüme gibi ortak birtakım özellikleri paylaşır. Fakat bu durum,
bizim aradığımız işlevin ne olduğunu göstermez. Aynı zamanda insan hayvanlarla da duyu
sahibi olma özelliğini paylaşır. Demek ki bu da bize yardımcı olamaz. İnsana has bir özellik
olarak geriye sadece akıl sahipliği kalır. Dolayısıyla insanın, salt insan olarak işlevi, ruhunun
bir akıl ilkesine uygun etkinlikler gerçekleştirmesidir.

Çağdaş Erdem Etiği: Gertrude Elizabeth Margaret Anscombe


Erdem etiğini XX. yüzyılda yeniden gündeme getiren ilk isim İngiliz felsefeci Elisabeth
Anscombe (1919-2001) olmuştur. Anscombe, 1958’de yazdığı “Modern Moral Philosophy”
adlı makalesinde, çağdaş ahlâk felsefesinde genel kabul görmüş iki büyük etik geleneğine de
(Faydacılık ve Kantçılık) yoğun eleştiriler yöneltmiş, ahlâk felsefesinin günümüzde, ancak
Aristoteles’in erdem etiğini yeniden gündeme getirmek suretiyle yapılabileceğini savunmuş-
tur.

Modern erdem etiğinin en karakteristik özelliği, merkezine deontik veya yükümlülük-temelli


kavramları değil areatik (erdem-temelli) kavramları almasıdır.

Değerler Etiği (Fenomenolojik Etik)


Her ne kadar çağdaş Anglo-Sakson ahlâk felsefesinde normatif etik - meta-etik tartışmasının
gölgesi altında kalmışsa da değer kavramı, etiğin tarihinde her zaman önemli bir yere sahip
olmuştur. Özellikle XX. yüzyılın ilk yarısına hakim olan pozitivist bilim ve bilgi anlayışının ve bu
anlayışın ahlâk felsefesindeki karşılığı niteliğindeki meta-etiğin, ahlâki kavramların olgusal
olmaması sebebiyle felsefenin dışına çıkarması sonucunda değerlere dayalı bir etiğin de im-
kânı kalmamıştır. Fakat yine XX. yüzyılın ilk yarısında etiği, değerler üzerine kuran yeni teorik
yaklaşımların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu tür bir etiğin kurucuları ve en önemli temsilci-
leri Max Scheler (1874-1928) ve Nicolai Hartmann (1882- 1950)’dır. XIX. yüzyılın sonunda
Edmund Husserl (1859-1938) tarafından ortaya konan fenomenolojiden büyük ölçüde esin-
lenen değerler etiği, fenomenolojik- ontolojik bir etik teorisidir.

7
Bu Özetin tamamını,Çıkmış Sorularını,Deneme Sorularını adresinize gön-
deriyoruz!...

Tıklayınız
https://www.kolaysinavlar.com/adalet-meslek-etigi-ady212u?search=ADL101U

You might also like