You are on page 1of 54

ULUSLARARASI ÖĞRENCİLER İÇİN ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP

TARİHİ DERSİ
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP


TARİHİ DERSİ
 TÜRKİYE CUMHURİYETİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİNDE
VERİLEN DESTANSI MÜCADELENİN YANİ KURTULUŞ SAVAŞININ
SONUCUNDA KURULMUŞTUR.
 BU KONUDA EN BÜYÜK SORUMLULUK VE FEDAKARLIK TÜRK MİLLETİNE
 DÜŞMÜŞTÜR. O NEDENLE İLK GÖRÜNTÜMÜZ GAZİ MECLİS’E AİTTTİR.

SİYASİ VE SOSYAL DÖNÜŞÜM ÇALIŞMALARI Siyasi Devrimler

Saltanatın
kaldırılması

Ankara’nın başkent
olması

Cumhuriyetin ilan
edilmesi

Halifeliğin
Kaldırılması

Bu mecliste
gerçekleştirildi.

Birinci Meclis Binası 23 Nisan 1920 ‘de açıldı


SİYASİ VE SOSYAL DÖNÜŞÜM
ÇALIŞMALARI
 1- SİYASİ ALANDA INKILÂPLAR

 Devletin yönetim şekline ait düzenlemeleri içermektedir. Sizlere


anlatacağımız Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Dersi içerisinde yer alan
kurumların oluşum aşamalarını ve inkılapları kapsamaktadır. Başlıca dört
aşamadan meydana gelmiştir. Bunlar:
 A- Saltanatın Kaldırılması
 B- Ankara’nın Başkent Olması
 C- Cumhuriyetin ilanı
 D- Halifeliğin Kaldırılması
 Şimdi sırası ile bunları açıklayalım:
 A- Saltanatın Kaldırılması ( 1Kasım 1922)
 Dünya tarihi incelendiği zaman, yeryüzünde devlet kuran halkların ilk çağlardan
itibaren öncelikle tek kişinin egemen olduğu krallık, tiranlık, padişahlık gibi bir yönetim
içinde oldukları görülmüştür. Daha sonra ise meşruti sistemler gelmiştir. Aslında 18 inci
yüzyıla kadar çoğu devletler bu şekilde bir yönetim içinde olmuşlardır. İşte Türkiye
Cumhuriyeti’nden önceki Türk Devleti olan Osmanlı Devleti de babadan oğula geçen
egemenlik anlayışının uygulandığı bir sistemle yönetiliyordu. Zaman içinde dünyadaki
gelişmelere uygun olarak bazı yapısal düzenlemeler gerçekleştirmiş olsa dahi o
dönemde ‘ıslahat’ olarak adlandırılan bu düzenlemeler yetersiz kalıyordu. Aslında
burada yapılan en önemli iş Osmanlı’nın varoluş sebebi olan ‘dini bir devlet yönetimi’
olan ‘şeriat’ anlayışı, devlet yönetiminde esastı. Bilindiği üzere devlet İslam inancının
ana kaynağı olan Kutsal Kitap Kur’an-ı Kerim’ e dayandırılan bir hukuk sistemi içinde
yönetiliyordu. Bunun en üst katında ise padişah bulunuyordu. Padişahın bu konuda en
önemli yardımcısı ‘Şeyhülislam’ olarak adlandırılan kişi idi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu
olan Osmanlı ailesi aynı zamanda devletin yönetiminde söz sahibi yani saltanatın başı
idi. Bu durum yüzyıllar boyunca devam etti.
İlk Osmanlı Padişahı Osman Gazi

1299- 1326
OSMANLI PADİŞAHLARI
 Osmanlı Devleti 1 inci Dünya Savaşı’n da birlikte savaştığı Almanya ve Avusturya
Macaristan ile birlikte yenilince , galip devletler olan İngiltere, Fransa, İtalya, ve diğerleri
mağlup olan ülkelere ağış savaş tazminatı içeren mütareke yani bırakışma imzalattılar.
 Osmanlı Devleti ile de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. Ancak, mütarekenin
mürekkebi kurumadan Anadolu işgal edildi. Bunun sonucunda vatanseverler işgale
uğrayan bölgelerde vatan savunmasına başladılar. Öyle ki on yıldan fazla zamandır
savaşan bir halk olan Türkler ne yapacaklarını şaşırmıştı. Mütarekeyi imza edenler Osmanlı
Saltanatı ve İstanbul Hükümeti yetkilileri idi. Herkesin beklentisi barış yapılması idi.
 Ancak Osmanlı Devleti saltanatı ve İstanbul Hükümeti yetkilileri bir an önce barış
yapmaktan yana idiler. Bu konuda en istekli olan padişah Vahdettin ile sadrazamı yani
günümüz parlamenter sistemde başbakanı olan Damat Ferit Bey idi. Mondros
Mütarekesinin ardından başlayan işgallere ilk tepkiler Hatay Dörtyol’da Fransızlara karşı
başladı. Bu arada İzmir’in işgalinin ardından Karadeniz bölgesinde de ayrılıkçı Rumların
Türklere karşı tacizci davranışları başlamıştı. Aslında olay tamamen emperyalist devletlerin
Türk yurdunu paylaşmak istemesinden kaynaklanıyordu. Yüz yıllar boyu çok uluslu bir
yapıya sahip olan Osmanlı 1919’a gelindiğinde küçüle küçüle Anadolu coğrafyasına
çekilmişti. Buna rağmen eski imparatorluk devleti özelliklerinden kaynaklanan çok uluslu
yapısı da devam ediyordu. Azınlık olarak tanımlanan Ermeniler ve Rumlar Osmanlı Tarihi
içinde Osmanlı coğrafyasında gözü olan
ülkelerin dikkatini çekti . Bu azınlıklar, başta Sivas Kongresi 4- 11 Eylül 1919
Rusya olmak üzere, İngiltere, Fransa ve
Amerika’nın dikkatine girdi. İşte okul
açacağız, matbaa kuracağız, hastane
açacağız gibi nedenlerle Ermeniler ve
Rumlar Türklere karşı özellikle devlete karşı
kışkırtıldılar. Bundan sonra olaylar başladı.
Emperyalistler Mondros Mütarekesinin
imzalanmasından sonra da aynı gerekçe ile
Anadolu’yu işgal ettiler. Bu arada Hristiyan
Azınlıkların hayatını tehdit eden bir durum
olursa Anadolu’nun her yerini işgal ederiz
diyorlardı. Bu süreçte Karadeniz’de ki
karışıklıkları çözmek amacı ile görevlendirilen
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) .
Anadolu’daki işgallere tepkisiz kalan
padişah Vahdettin’i ikna edemedi. göreve
gittiği Karadeniz de yönetimi eline aldı.
Havza Genelgesini yayınlandı. Böylece Milli
Mücadelenin ilk adımı atıldı.
 Ardından Kongreler yapıldı Amasya Genelgesi,
Erzurum Kongresi, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri 23 Nisan 1920 Büyük Millet Meclisinin Açılışı
ardından Sivas Kongresi yapıldı. Bu kongrelerde
(Balıkesir ve Alaşehir hariç) Mustafa Kemal lider
olarak seçildi. Düşmana karşı mücadele Mustafa
Kemal ile onu destekleyen silah arkadaşları ve
halktan oluşuyordu. Padişah Vahdettin düşmana
karşı mücadele eden Mustafa Kemal ve
arkadaşlarını vatan haini ilan etti ve öldürülmesi için
ferman çıkardı. Ancak kimse bunu yapmadı. Halk
Mustafa Kemal’e inanmıştı. 13 Kasım 1918’den beri
işgal altında olan İstanbul , güneyde Fransızlara
batıda Yunanlılara karşı ilk gönüllü birlikler başarı
kazanırken, bu durum işgalcileri rahatsız etmiş,
işgallerin derinleştirilmesi emrini vermişlerdi. Böylece
Balıkesir ve Bursa’da Yunanlılar tarafından işgal
edildi. Padişah bir an önce barış olsun diyerek Sevr
Antlaşmasının imzalanmasını kabul etti. 10 Ağustos
1920’de imza edildi. O sıralarda Mustafa Kemal
önderliğinde Meclis açıldığı için 23 Nisan 1920’de
Büyük Millet Meclisi bu antlaşmayı tanımadı imza
edenleri de vatana ihanet cezası ile gıyaplarında
idam cezasına çarptırıldı.
VI. MEHMED VAHDETTİN
1918- 1922

 Vatan mücadelesinde Mustafa Kemal’e destek


vermeyen Vahdettin bütün bu yanlışları saltanat
makamını kaybetmemek için yapıyordu. Sadece
İstanbul’un kendisine saltanat makamı olarak
verilmesi ile yetinirken Anadolu’da Ermenilere,
Rumlara Kürtlere özerk bölgeler verilmesine sessiz
kalmıştı. Mustafa Kemal ‘in önderliğinde
Anadolu’da doğuda Ermenilere, güneyde
Fransızlara, Karadeniz’de Rumlara, batıda
Yunanlılara karşı verilen mücadele başarı ile
kazanıldı. Bundan sonra artık barış görüşmeleri
olacaktı. İşte bu barış görüşmelerine gidecek heyet
belirleniyordu. Padişah Vahdettin hâlâ İstanbul
Hükümeti’nin görüşmelere katılacağını
düşünüyordu. Bunu ortadan kaldırmanın en etkili
yolu fiilen gerçekliği sona ermiş olan saltanat
kurumunun kaldırılması ile oldu. Ve yüzyıllar boyu
bir ailenin devlet yönetiminde olan etkisi kaldırıldı.
 1 Kasım 1922 ‘de Saltanat Kurumu Kaldırıldı. Tevfik
Paşa Hükümeti 4 Kasım 1922’de istifa etti.
 Saltanatın kaldırılmasıyla, Vahdettin padişahlık
haklarını kaybetti ve Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığı
sona erdi. Böylece İstanbul Hükümeti ’de hükümsüz
kaldı. Padişah Vahdettin 16/17 Kasım gecesi
İngilizlere sığınarak İstanbul’dan kaçmıştır. Millet
Meclisi’nin 23 Nisan 1920 ‘de açılmasıyla fiili bir
durum alan ikili iktidara son verilmiştir.
 B- Ankara’nın Başkent Olması ( 13 Ekim 1923)
 Ankara’nın başkent yapılması. Yeni ve modern bir devletin kuruluşunun sembolü olacaktı.
 Lozan Barış Antlaşması'nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra, İstanbul 23 Eylül
1923'ten itibaren tahliye edilmeye başlandı. 6 Ekim 1923'de İstanbul'un yabancı işgal
kuvvetleri tarafından boşaltılması tamamlandı. Yabancı işgal kuvvetlerinin İstanbul'dan
ayrılması, gündeme hükümet merkezi sorununu getirdi. İsmet Paşa (İnönü) hükümet üyesi
olmakla beraber, Ankara'nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923'te on dört
arkadaşı ile birlikte, Malatya Milletvekili olarak TBMM'ne verdi. İsmet Paşa, Ankara'nın
hükümet merkezi olması konusunu acil bir sorun olarak görmekte ve Lozan'dan itibaren
zihnine yerleşmiş bulunduğunu ifade etmektedir. İsmet Paşa'ya göre, Ankara'nın başkent
olması iç ve dış çeşitli sebeplere dayanmaktadır: "Lozan'da Batı dünyasının murahhasları,
mütehassısları, diplomatları ile görüşüyorum. Bunlar İstanbul Hükümeti'ni İstanbul muhitini
tanıyan insanlar ve yeni devletin o muhitin insanlarına göre kurulmasını arzu ediyorlar. Bunu
her hallerinden anlıyorum. Bizim bakımımızdan meselenin daha ehemmiyetli ve değişik
cepheleri var. Bir defa Boğazlar askeri bakımdan tamamıyla açık, tamamıyla emniyetsiz. Bu
vaziyetteyiz. Lozan Antlaşması'yla elde edebildiğimiz neticeler ve tarihi şartlar bizi endişeye
sevk ediyor. Ayrıca Anadolu'nun ortasında bulunarak ve bir Anadolu hükümeti olarak yeni
devleti çalıştırmak istiyoruz".
 Ankara, 27 Aralık 1919’da, Mustafa Kemal’i coşkuyla
bağrına basmış; Milli kıyafeti giymiş seğmenlerle beraber
bütün halk “Vatanı ve Milleti düşmandan kurtarmak için
hepimiz ölmeye hazırız emrini bekliyoruz” diye
haykırmışlardı. O günden sonra Ankara Milli Mücadele’nin
merkezi olmuştu. Milli Mücadele’yi yürütmekte Mustafa
Kemal’in meşruiyet kaynağı olan Türkiye Büyük Millet
Meclisi Ankara’da toplandı ve yeni devletin yönetimini
burada üstlendi, yine düşman istilası Ankara önlerinde
durduruldu.
 Türk bağımsızlık hareketinin sembolü haline gelen
Ankara’nın yeni devletin başkenti olması için İsmet Paşa ve
14 milletvekili, 9 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne kanun teklifinde bulundular. Kanun teklifinin
gerekçesinde özetle şöyle denilmekteydi: “… Antlaşma ile
Boğazlar için kabul edilen hükümler, Yeni Türkiye’nin esas
varlığını, ülkenin güç kaynaklarının gelişmesini,
Anadolu’nun merkezinde kurmak lüzumunu
göstermektedir. Ülkenin güvenliği Ankara’nın coğrafi ve
stratejik durumu bunu gerektirmektedir.”
 Ankara 13 Ekim 1923’de Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı
ile Türkiye’nin başkenti olarak kabul edildi. 20 Nisan
1924’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce benimsenen
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye devletinin başkentinin
Ankara olduğu belirtildi.
C- Cumhuriyetin ilan edilmesi ( 29 Ekim 1923)
Devletin laikleşme ve halkın egemenliğine giden yol Cumhuriyet rejimi ile mümkündür. 23
Nisan 1920’de Meclis’in açılması ile ‘Hakimiyet Milletindir’ ilkesinin yolu açılmıştı. Bunu
kurumlaştırmanın yolu Cumhuriyetin ilan edilmesi ile yapılacaktı.
Cumhuriyet kelimesi Arapça halk anlamına gelen cumhurdan dilimize girmiştir. Cumhur ; halk,
ahali, kalabalık demektir. Devlet yönetiminde ise halkın kendi kendini yönetmesi demektir.
Yani halkın seçim yolu ile belirlediği vekiller ile meclis oluşturularak devletin yönetilmesi
demektir. Böylece halkın üzerindeki tek kişinin egemenliğinin ortadan kalkmasıdır. Saltanat
kaldırıldıktan sonra Lozan Barışı ile artık yeni devletin işlerine bakması gerekmektedir. Devletin
işleyebilmesi için yeni bir hükümet kurulması gerekmektedir. Ancak mecliste bulunan
padişahlık ve halifelik taraftarları bunu engellemektedirler. Aynı zamanda meclisin seçtiği yeni
halife Abdülmecit Efendi ile görüşmelerini sıklaştırmışlardır.
20 Ocak 1921‘de hazırlanan yeni anayasada devletin yönetim şekli açık olarak belirtilmemişti.
Bu açıdan bir sıkıntı vardı. Eski sistemin meraklıları da bunu halifelik üzerinden sürdürmek
istiyorlardı. Bu yüzden bu konuda en yetkin kişi olan Mustafa Kemal cumhuriyetin ilanının
zamanının geldiğini düşünmekteydi. Bilindiği üzere o ilk gençlik yıllarından itibaren bu idealle
yaşamıştı. Hatta Mustafa Kemal askeri zafer kazanıldıktan sonra yaveri Mazhar Müfit Kansu’ya
‘Zaferden sonra hükumet şeklinin cumhuriyet olacağını’ söyleyerek bu konuda ki
 Kararlılığını ortaya koymuştur. Daha önce de vurguladığımız gibi 23 Nisan 1920’de açılan
meclis halk egemenliği anlayışına uygun bir rejimi gerektiriyordu. 1921 anayasasında yer alan
‘Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.’ ilkesi devletin rejiminin cumhuriyet olması gerekliliğini
sağlıyordu.
 28 Ekim akşamı Çankaya’da yeni hükumetin kurulması çalışmaları sırasında, başsız bir devletin
olmayacağı görüşünün ortaya çıkması ve dış ülkelerde, ‘Türkiye’nin bir devlet başkanı bile
yok’ gibi sözler söylendiğinin ifade edilmesi üzerine Atatürk,, cumhuriyetin ilanı için beklenen
günün geldiğini görerek, yanında bulunan kişilere ‘Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz’ diyerek bu
konudaki fikrini açıkladı.
 Atatürk , 28 Ekim gecesi İsmet Paşa ile birlikte 1921 Anayasasının devlet şeklini belirleyen
maddelerinde değişiklik öngören bir kanun tasarısı hazırladı. Bu tasarı 29 Ekim günü önce Halk
Fırkası Grubunda görüşüldü. Aynı gün Meclis Genel Kuruluna tasarı olarak sunuldu ve yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi. Bu tasarı ile birlikte on altı milletvekilince hazırlanan
cumhuriyetin ilanı ile ilgili önerge meclis tarafından kabul edilerek cumhuriyet resmen ilan ve
kabul edildi.
 Türkiye’de cumhuriyetin ilanı ile kabine sistemine geçilirken aynı zamanda devletin
demokratikleşmesi yolunda büyük bir adım atıldı, bu durum yapılacak devrimlere de zemin
hazırladı.
Yaşasın Cumhuriyet
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk; o,
on yaşını doldururken demokrasinin bütün gereklerini sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.

Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca
yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir.

Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıkî uygulamasını sağlayan hükümet şekli, cumhuriyettir.

Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve haklı olmak şartıyla her fikre hürmet
ederiz. Her görüş bizce saygıya değerdir. Yalnız, karşı çıkanlarımızın insaflı olması gerekir.
Cumhuriyet, imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile birey özgürlüğünü aşılayan sihirli
bir aşıdır. Görülecektir ki, cumhuriyet imkânları olan her memleket, özgürlük davasında er geç
başarılı olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri aşamalara götüren imkânları
verir. Bağımsızlık ve özgürlüğüne sahip olan milletler, ilerleme yolunda imkânlara sahip
demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır.
Cumhuriyeti bu anlamıyla ve bu kapsamıyla anlamak gerekir.
 Atatürk’e göre,
Cumhuriyet ile sultanlığın farkına
gelince;

Cumhuriyet, ahlaki erdeme dayanan bir


yönetimdir.
Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık, korku ve
tehdide dayanan bir yönetimdir.
Cumhuriyet yönetimi, erdemli ve
namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık
korkuya, tehdide dayandığı için korkak,
alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki
fark bunlardan ibarettir.
 Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir.
 Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin gerçek eğilimlerine uyarak devlet şeklini, cumhuriyet
şeklinde kesin olarak sağlamlaştırdı.
 Cumhuriyet yönetimi memlekette en ıssız köşeye kadar coşkunluk ve heyecanla kabul
edildi. Millet, Cumhuriyetin Türk vatanını yüzyılların birikmiş kötü yönetiminden kurtaracak
ve memleketin lâyık olduğu itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim
şekli olduğuna inancını en belirgin şekilde gösterdi.
 Millet, cumhuriyetin bugün ve gelecekte bütün saldırılardan kesinlikle ve sonsuza kadar
korunmasını istemektedir. Milletin isteği, cumhuriyetin denenmiş ve olumlu bütün
kurallara bir an evvel ve tamamen dayandırılması şeklinde ifade olunabilir.
 Yüce Meclis’in çok önemle meşgul olduğu Anayasa’da, milletin isteğini davranış yolu
kabul etmek hepimizin görevidir.
Cumhuriyetin ilanından sonra sıra cumhurbaşkanının
seçimine gelmişti. Aynı gün 158 milletvekilinin
katılımıyla yapılan seçim sonucunda Mustafa Kemal
Atatürk oybirliği ile cumhurbaşkanı seçildi. Askerlik
yıllarından beri hayalini kurduğu cumhuriyeti ilan
etmek Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine kısmet
olmuştu. O’nun için ütopyasını gerçekleştirmiş lider
derler. Tüm dünyaya evrensel barış mesajları veren
tek liderdir. ‘Ya İstiklâl Ya Ölüm felsefesi ‘ ile vatanın
kurtuluşunu ve bağımsızlığını gerçekleştirmiştir. ‘Yurtta
Barış Dünyada Barış’ felsefesi ile tüm insanlığın barış
içinde bir arada olabileceğini vurgulamıştır. Tüm
mazlum milletlere Türk Bağımsızlık Savaşı örnek
olmuştur.
Yavuz Sultan Selim

 D- Halifeliğin Kaldırılması ( 3 Mart


1924)

 Halife, sözlük anlamı olarak bir işte


birinin yerine geçen kişi, onu temsil
eden kişi demektir ve genel olarak
devlet başkanı için kullanılır. İslam
dini açısından ise, Hz.
Muhammed’in ölümünden sonra
O’nun yerine geçen kişi yani
Müslümanların din ve devlet
başkanı demektir.
Yavuz Sultan Selim ( 1512-1526)

 İslam anlayışına göre Halife, cismani ve ruhani bir


kişiliktir. Böyle olunca hem devlet ve hükümet başkanı
ve ordu komutanı olarak dünyaya ait iktidarı temsil
eder hem de baş imam olarak ahiret işlerini yürütür.
Dolayısı ile Müslüman halk üzerinde büyük etkisi vardır.
 Halifeliğin tarihine kısaca baktığımız zaman Hz.
Muhammed’in ölümünden sonra gelen ilk dört halife
seçimle belirlenmiştir. Ancak Emeviler döneminde
seçim geleneği tek edilerek halifelik saltanat
yöntemine göre babadan oğula geçen bir kuruma
dönüşmüştür.
 Osmanlıya halifelik kurumu, Yavuz Sultan Selim’in
1517’de Mısır seferinden sonra geçmiştir. Bu tarihten
sonra Osmanlı padişahları aynı zamanda halifedirler.
Böylece padişahlar, hem imparatorluk tebaasının
hükümdarı hem de bütün Müslümanları lideri
konumundadır.
Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi 1497-
1526 II. Beyazıt- Yavuz Sultan Selim-
Osmanlılar, halifeliği aldıklarında İslam
Kanuni Sultan Süleyman dönemi
dünyasının en güçlü devleti konumunda
idiler. Bu yüzden bu makamın maddi ve
manevi yönünden faydalanmaya ihtiyaçları
yoktu. Genellikle dini konularda
şeyhülislamların fetvalarına baş vurmuşlardı.
Hilafet politikasının Osmanlı devletinde siyasi
amaçla kullanılması Devletin gerilemeye
başladığı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
başlamıştır. Emperyalist devletlerin
Osmanlı’ya yönelik parçalama projelerinin
bilinmesiyle bir koz olarak kullanılmıştır.
Devletin zayıflamasıyla birlikte, halifeliğin
manevi gücünden faydalanmayı düşünen
bazı devlet adamları bu makamı adeta bir
kurtarıcı gibi görmüşlerdir. Halil İnalcık, II.
Abdülhamit Dönemi’nde halifeliğin gücünün
siyasi olarak kullanılmaya başladığını
yazmaktadır.
19. Yüzyıl aynı zamanda tüm dünyada
milliyetçilik fikirlerinin etkili olduğu bir
dönemdir. İste bu yüzden Osmanlı
Devleti milliyetçilik duygularının kontrol
altına alınması amacı ile halifeliğin siyasi
gücünden faydalanmayı istemiştir.
Ancak pek faydası olmamıştır.
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile
halifeliğin de kaldırılması gerekiyordu.
Ancak , Lozan Antlaşmasının
imzalanması ile birlikte hem mecliste hem
de kamuoyunda meclis tarafından halife
seçilen Abdülmecit Efendi’nin yetkilerini
aştığı bir hükümdar gibi davrandığı dile
getirilmekteydi. Bu sırada Halk Fırkası
vekilleri halifeliğin kaldırılmasını istiyorlardı.
Halifeliği savunan vekiller de tam tersini
düşünüyorlardı. Onlar, halifeliğin
gücünün İslam dünyasında etkileri
olacağını ve kaldırılmaması gerektiğini
ileri sürüyorlardı.
 Aslında , milliyetçilik ve milli egemenlik ilkesi Son Halife Abdülmecit Efendi
üzerine kurulan yeni cumhuriyet ile, ümmetçilik 1922- 1924
fikri üzerine kurulan halifeliğin bir arada olması
anlamsızdı. Nitekim son halife Abdülmecit
Efendi, yeni devlet konumuna uygun
davranamıyor, eski sistemi istediğini kabul
törenleri düzenleyerek dile getiriyordu. Bu sırada
Hindistan halifelik komitesi adına, Hindistan
Müslümanlarının lideri İmam Ağa Han ve Emir Ali
başbakan İsmet Paşa’ya içinde halifelik
makamının manevi kuvvetinin arttırılması ve bu
makamın korunmasına dair isteklerin yer aldığı
bir mektup göndermişlerdi. Özellikle Emir Ali’nin,
İngiltere Kralının özel danışmanı olması Mustafa
Kemal Paşa’yı halifeliğin yabancı güçler
tarafından kullanılacağı endişesine sevk etmişti.
 Atatürk , 1924 yılı ocak ayı başında İzmir’de yapılacak harp oyunlarını izliyordu.
Bu sırada mevcut halife, başbakan İsmet Paşa’ya ödeneğinin arttırılmasını ifade
eden bir mektup yazmıştı. İsmet Bey bunu Atatürk’e bildirdi. Bu olay halifeliğin
kaldırılmasını güçlendiren bir neden oldu. Bu konuda İsmet Bey’e şöyle bir
telgraf çekmişti. ‘ Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki, bugün var olan
ve korunmakta olan halifenin ve halifelik makamının gerçekte ne dini ne de
siyasi bakımdan hiçbir anlamı ve var olma gerekçesi yoktur. Bizde hilafet
makamı olsa olsa tarihi bir hatıra olmaktan öteye bir anlam taşımaz’ diyerek
halife ve halifelikle ilgili düşüncelerini açıklarken, aynı zamanda halifeliğin
kaldırılması yönünde karar verdiğini net bir şekilde dile getiriyordu.
 İzmir’den Ankara’ya döndüğü zaman 23 Şubat 1923’te bu kararını ilgili kişilere
de açıklamıştı. 1Mart 1924’de yaptığı Meclisi açış konuşmasında şöyle diyordu ‘
Müslümanlığın yüzyıllardan beri yapıla geldiği üzere bir siyaset vasıtası olarak
kullanılmasından kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğunu’ vurgulayarak
halifeliğin kaldırılması ile ilgili kararını açıklamıştır.
 2 Mart 1924 te konu Halk Fırkasında görüşülerek karara bağlanmıştır.
 Meclis Genel Kurulu, 3 Mart 1924 tarihinde bu konuyu görüşmek için toplanmıştır. Aynı gün
Urfa milletvekili Şeyh Saffet ve elli arkadaşı tarafından verilen önerge ‘ Hilafetin kaldırılması
ve Osmanlı Hanedanının Türkiye dışına çıkarılmasıyla’ ilgili kanun teklifi, görüşmelerden
sonra kabul edilerek Halifelik resmen kaldırılmıştır.
 Halifeliğin kaldırılmasının ülke içinde ve dışında yankıları olmuştur. Bu karardan özellikle
saltanat ve hilafet yanlıları rahatsız olmuştur. Bu makamın her şeye rağmen devam
etmesini isteyen vekiller Atatürk’e halife olmasını bile teklif etmişlerdi.
 Halifeliğin kaldırılması ile, devlet düzeninin laik bir yapıya kavuşması konusundaki en büyük
engel ortadan kaldırılmıştır. Saltanat ve hilafet yanlılarının güç aldığı bu makam etkisiz
olmuştur. Dinin siyasete alet edilmesinin önü hukuki olarak kapanmıştır.
Böylece 19. yüzyıldan bu yana sürdürülen laik- yenilikçi grubun, dinci- muhafazakar gruba
karşı zaferidir. Bu olayla birlikte toplumdaki dengeler yenilikçiler lehine değişmiştir.
Böylece sosyal alanda devrimler yapılmasının önü açılmıştır. Şimdi sırası ile bunları
değerlendirelim.
SOSYAL ALANDA ÇALIŞMALAR

1-HUKUK İNKILABI

A- Medeni Kanununun Kabulü


B- Ceza Kanununun Kabulü
C- Hakimler Kanununun Kabulü
D- Ticaret Kanununun Kabulü
E- Borçlar Kanununun Kabulü
F- İcra ve iflas Kanununun Kabulü
2- TÜRK KADININA SİYASİ HAKLARIN VERİLMESİ
 3- TOPLUMSAL ALANDA INKILÂPLAR

 A- Kılık Kıyafette Değişiklik-Şapka Devrimi


 B- Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması

 C- Takvim, Saat, Ölçüler ve rakamlarda Değişiklik


 D- Soyadı Kanununun Kabulü
 E- Millî Bayramlar ve Tatil Günlerinin Düzenlenmesi
 3 Mart 1924 tarihinde halifeliğin kaldırılması ile eğitim ve hukuk
alanında laik düzene geçmenin yolu açıldı. Okullarda laik eğitimin
alt yapısı hazırlandı. Bunu ayrıca bir ders olarak göreceksiniz.
 Sosyal alanda yapılan dönüşüm çalışmalarına hukuk alanında
yapılan devrimleri anlatarak başlayalım
 A- Medeni Kanunun Kabulü
Osmanlı Devleti’nde 1839 Tanzimat fermanı ile başlayan Batılılaşma
hareketiyle birlikte uluslararası ilişkiler düzeyinde mevcut kanunlar
yetersiz kalınca Batıda yasalar alınmaya başlandı. Aslında önce yarı
teokratik yarı laik Mecelle denilen yasa hazırlanarak yürürlüğe kondu.
Mecelle de aile, miras, taşınır taşınmaz mallardaki mülkiyet ilişkileri
konularında İslam hukuku olan Fıkıha dayanıyordu. Buna rağmen,
Kara ve deniz ticareti konularında Fransız kanunları örnek alınıyordu.
Bu anlamda Fransız hukukuna dayanıyordu.
Mecelle, dini esaslara dayandığı için yeni ihtiyaçlara göre değişme
esnekliği gösteremiyordu. Çünkü Kur’anı Kerim’e göre
düzenleniyordu. Dolayısı ile dini bir kitabın değil insanların kendi
ihtiyaçları sonucunda kendilerinin belirlediği yasalara ihtiyaç vardı.
 Mecelle yarı teokratik bir yasa olduğu için Türkiye Cumhuriyeti Devleti Batı normlarına
göre oluşturulmuş bir kanunu hukuk alanında yapılacak devrimlerin temeli görmüştü.
 Böylece İsviçre Medeni kanunu esas alınarak hazırlanan Medeni Kanun, 17 Şubat
1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Nisan 1926 tarihinde yayımlanıp, 6 Ekim 1926
tarihinde de yürürlüğe girmiştir. 743 kanun numarası ile kabul edilen Medeni Kanun
937 madde olup kişi hukuku, aile hukuku, miras ve ayni haklar olmak üzere dört
bölümden oluşmaktadır.
 Yeni Medeni Kanun ile Müslüman ve Gayri Müslim ayırımı ortadan kalkmıştır. Herkes
tek bir hukuk sistemine dahil olmuştur. Böylece evlenme- boşanma miras kadın –erkek
eşitliği gibi konularda çıkarılan kanunlarla hem hukuk alanında hem de sosyal alanda
önemli değişiklikler gerçekleşmiştir.
 Ayrıca medeni Kanunun kabulü ile Türkiye’de yaşayan azınlıklar kendilerine Lozan
antlaşması ile verilmiş örf ve adetlerin uygulanması haklarından feragat ederek kendi
istekleri Türk vatandaşı olmuşlardır.
 Türkiye, Medeni Kanunun kabulü ile evrensel değerleri kabul etmiştir.
 B-Ceza Kanununun Kabulü
 Osmanlı hukuk sisteminde ticaret alanında da Gayr-i Müslimler kendi dinlerine göre farklı
hukuk kurallarına bağlıydılar. Böyle olunca aynı suçu işleyen insanlar farklı cezalara
çarptırılıyordu. Bu durum Cumhuriyetin eşitlik anlayışı ile bağdaşmıyordu. Bu yüzden sözü
edilen karışıklığı önlemek için 1Mart 1926 yılında Türk Ceza Kanunu İtalya’dan alınan Ceza
yasasından uyarlandı. İtalyan Ceza Kanunun kabulü ile bütün vatandaşlar eşit ceza
verilmesi uygulamasına geçilmiş oldu.
 C- Hakimler Kanunun Kabulü
 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilmiştir. Bu kanunla mahkemeler bağımsızlaşmış, hakimlere
verecekleri kararlar sırasında baskı yapılmasının önüne geçilmiştir.
 D- Ticaret Kanununun Kabulü
 Alman ve İtalyan Ticaret Kanunları esas alınarak hazırlanmış olan yeni, Ticaret Kanunu, Kara
Ticaret Kanunu ve Deniz Ticaret Kanunu olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Kara
Ticaret Kanunu 29 Mayıs 1926’da kabul edilmiştir. Deniz Ticaret Kanunu da 13 Mayıs 1929’da
kabul edilmiştir.
 E- Borçlar Kanununun Kabulü
 8 Mayıs 1928 tarihinde kabul edilmiştir. Taraflar arasında ticari ahlakı oluşturmak adına
yapılmıştır.
 F- İcra ve İflas Kanununun Kabulü
 İsviçre İcra ve İflas Kanunu esas alınarak hazırlanan bu kanun 24 Nisan 1929 tarihinde kabul
edilmiş 1932 yılında günün şartlarına göre yeniden düzenlenmiştir. Bu kanunların kabul
edilmesi doğal olarak yeni hukukçuları yetiştirecek okulların açılması ile sonuçlanmıştır.
 1925 Yılında Ankara Hukuk Mektebi açılmıştır.
 Barolar kurulmuştur.
 Mahkemeler yeni düzene uygun olarak kurulmuştur.
 2-TÜRK KADININA SİYASİ HAKLAR VERİLMESİ
 Kadınlara 1930 yılında Belediye Meclislerine
 1933’de Muhtarlık Seçimlerine
 1934’de ise Milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
 Batı ülkelerinden alınan veya Batıdaki örnekleri incelenerek hazırlanan bu kanunlar Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin hukuk alanında gerçekleştirdiği büyük devrimlerdendir.
 Atatürk’ün büyük devrimleri arasındadır.
1933 yılında Türkiye’nin ilk kadın muhtarı
seçilen Gül Esin, Aydın’ın Çine İlçesi, Karpuzlu
Bucak'ının muhtarlığını yaptığı
dönemde Atatürk tarafından ödüllendirilmiştir.
Muhtar olmasının ardından kahvehanelerde kumar
oynamayı yasaklayan Gül Esin, kız kaçırma
olaylarını önlemiş ve nikah işlerini düzene sokarak
da büyük başarı elde etmişti.
11 Aralık 1933’te Halkevi Gazetesi’nde çıkan haber
‘Büyük inkılabın ilk kadın muhtarı, vazifen kutlu ve
mutlu olsun’ manşetiyle verilmiş. 32 yaşında
muhtar seçilen Gül Esin, yaklaşık 500 oy alarak bu
görevi üstlenmişti.
İlk Kadın milletvekillerimiz
Türk Kadını Atatürk’e çok şey borçludur.
İlk Kadın
Doktorumuz

Safiye Ali -1894-1952


Atatürk Devrimleri ile Türk Kadını toplumun
Her Kademesinde Görev Yapmıştır.
 3-SOSYAL ALANDA DEVRİMLER
 1- Kılık Kıyafette Değişiklik-Şapka Devrimi
 Türkler tarih öncesi dönemlerden beri medeni bir millettir. Pantolonu ilk icat eden, atı
ehlileştiren, kağıdı ilk kullanan kadın- erkek ilişkilerinde sevgi, saygı ve eşitliğe inanan bir
millettir. Osmanlı Tarihi sürecinde Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ile Halifelik Türklere
geçtikten sonra İslam'a bakış açıları değişmiştir. Arap İslam alimlerinin her şey yasak, her şey
günah anlayışı Osmanlı Devletine zihniyet olarak yerleşince Kadının konumu toplumda
ikinci plana atılmış, kaç-göç, harem- selamlık anlayışı egemen olmuştur. İşte Atatürk Bu
durumu değiştirmek istemiştir. 24 Ağustos 1925’te Kastamonu İnebolu’ya yaptığı
seyahatlerde başına şapka takarak halka hitap etmiştir. ‘ Biz her noktadan medeni insan
olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa medeni olacaktır. Medeni ve uluslararası
kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz’ diyordu.
 Bunun üzerine 25 Kasım 1925 tarihinde şapka giyilmesi hakkında kanun kabul edildi.
 3 Aralık 1934 tarihinde yapılan düzenleme ile din adamlarının dini kıyafeti sadece ibadet
sırasında giyebileceği dinin en üst sorumlusu dışında , cami dışında dini kıyafet
giyilmeyeceği kanunlaştı. Böylece Cumhuriyetin ilk yıllarında kılık-kıyafette birlik sağlandı.
Osmanlı Devleti, Devlet Adamları Giyimi

Osmanlı Devleti Padişahları ile devletin üst


düzey yöneticileri kendi çağlarının kıyafetleri
ile ün salmışlardı. Dünyanın diğer ülkelerindeki
krallar, çarlar ve diğer ünvanlı yöneticiler kendi
kültürlerinden gelen ve günümüze göre
abartılı sayılacak kıyafetler giyiyorlardı.
Osmanlı padişahları da 18.nci yüzyıldan
itibaren kıyafette değişim, özellikle ilk
Batılılaşan kurum olan Askeriye ’de başladı.
Padişahlarda aynı zamanda ordu kumandanı
olduğu için Padişah kıyafetleri de değişime
uğradı.
Osmanlı Dönemi Giyim Tarzları
Osmanlı Dönemin de Halktan Görüntüler
Medeni Kanununun Kabulü Sonrası Türk Kadınları
 2- Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması
 Türk tarihi içinde Selçuklular ve Osmanlılar zamanlarında Anadolu’nun Türkleşmesinde ve
müslümanlaşmasında önemli hizmetleri olan tekkeler ve tarikatlar sonraki yüzyıllarda esas
özelliklerini kaybettiler ve yozlaştılar.
 Cumhuriyet döneminde gerçekleşen ilk devrimlere özellikle tekke ve tarikat mensupları karşı
çıkmışlardı. Cumhuriyetin kökleşmesi için devrimlerin halk tarafından benimsenmesi
gerekiyordu. Tekke ve tarikatlar kapatılmadıkça bu birlik sağlanamayacaktı. Bu konuda
Mustafa Kemal 30 Ağustos 1925 ‘de şöyle konuşuyordu, ‘ Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler,
dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat,
medeniyet tarikatıdır’
 Böylece 30 Kasım 1925 günü kabul edilen bir kanunla , tekke, zaviye ve türbeler
kapatılırken, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, çelebilik, seyyidlik vb. bütün unvan ve
lakaplar kaldırıldı.
Atatürk Konya’da medrese hocalarını ziyaret ederken
Atatürk Konya’da Mevlana Türbesini Ziyaret Ederken
 3- Takvim, Saat, Ölçüler ve rakamlarda Değişiklik
 Türkiye Cumhuriyeti Batılı ülkeler ve diğer gelişmiş ülkelerle her anlamda iyi ilişkiler
kurmak istiyordu. Bu yüzden Osmanlı ölçü tartı birimleri terk edildi.
 26 Aralık 1925 tarihinde kabul edilen bir kanunla Osmanlı Devleti zamanından beri
kullanılmakta olan Hicri ve Rumi takvim kaldırılarak Miladi takvim kabul edilmiş aynı
tarihte uluslararası saat uygulamasına geçilmiştir. Aynı yıl Arap rakamları
bırakılarak Avrupa rakamları kabul edilmiştir.
 26 Mart 1931 yılında kabul edilen bir kanunla arşın, endaze, okka, çeki gibi
bölgelere göre farklılık gösteren ağırlık ve uzunluk ölçüleri kaldırılmış ve yerlerine
dünyanın yaygın olarak kullandığı , metre ve kilogram gibi ölçüler kabul edilmiştir.
 4- Soyadı Kanununun Kabulü
 Osmanlı Devleti zamanında Türkler, İslam inancına duydukları sevgiden
çocuklarına hep ilk Müslümanların adlarını vermeyi tercih etmişlerdi. Hz.
Peygambere olan sevgilerinden dolayı erkek çocuklarına çoğunlukla Mehmet, Ali,
Osman, Hasan vb. kız çocuklarına Ayşe, Fatma, Zeynep vb. ilk Müslümanların
adlarını veriyorlardı. Soyadı ile değil anne adı ile kayıt oluyorlardı. Bu durum
nüfusun artması, savaşların çoğalması ile birlikte resmi kayıtlarda askerlik, miras,
ticaret gibi konularda karışıklığa neden oluyordu. Devlet kayıtlarında düzene
ihtiyaç vardı.
 21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Kanunu Kabul edildi.
 Soyadı Kanununa göre; her Türk kendi adından başka ailesinin ortak olarak
kullanacağı bir soyadı alacaktır. Alacağı soyadı Türkçe olacak yabancı milletlere
ait kelimeler olmayacak, gülünç ve ahlaka aykırı adlar olmayacak.
 24 Kasım 1934 günü kabul edilen bir kanunla Türkiye Büyük Millet Meclisi, Milli
Mücadelenin önderi Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadını
vermiştir. Bu soyadını O’nun dışında kimsenin kullanmasına izin verilmemiştir, bu
nedenle Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım Atadan soyadını almıştır. Yine bu
tarihte, hacı, hafız, ağa, molla, hoca, efendi, bey, beyefendi, hanım, hanım
efendi gibi lakapların soyadı olarak kullanılmasına da yasaklama getirilmiştir.
 Soyadı Kanununun kabulü ile devlet kayıtlarında bir düzen sağlanmış, Türk milleti
kendi dili ile ad ve soyadları alarak ulus bilinci güçlendirilmiştir.
5- Millî Bayramlar ve Tatil Günlerinin Düzenlenmesi
Millî Devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni nesillere tarih ve vatan bilincini
güçlü tutacak bayramlar vererek milliyetçi, vatansever bireyler yetişmesini hedefliyordu.
Milletleri bir arada tutan bayramlar, aynı zamanda yüksek bir dayanışma şuuru da
sağlıyordu.
Özellikle Kurtuluş Savaşı’nın o sıkıntılı günleri bir bayram havası içinde anılarak, geçmişin
sıkıntılarından ders alınarak geleceğe daha sıkı sarılmayı, beraberinde şevk ve gayret ile
vatanına karşı sorumluluk sahibi bireyler olarak yaşayacaklardı. Millî mücadelenin hangi
zorluklar karşısında kazanıldığı, Cumhuriyetin nasıl kurulduğu bu özel günler içinde
anılacak böylece onurlu, mutlu, güvenli vatandaşlar yetişecekti.
Bu konuda mecliste verilen ilk önerge Meclisin açıldığı günün bayrama dönüştürülmesi idi.
23 Nisan 1921tarihinde Türk milletinin bağımsızlığı elde ettiği gün olan 23 Nisanın bayram
olarak kutlanması teklifi oldu. Böylece aynı gün kabul edilen bu önerge ile 23 Nisan Ulusal
bayram olarak kutlandı.
A- 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve çocuk Bayramı
 27 Mayıs 1935’te bu gün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak
belirlendi.1979’un UNESCO tarafından ‘çocuk yılı’ ilan edilmesiyle de bu bayram uluslar
arası nitelik kazandı. Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği 23 Nisan’da 1979’dan bu
yana da TRT tarafından geleneksel olarak 23 Nisan Çocuk Şenliği düzenlenmekte bir
hafta süren etkinlikler çerçevesinde dünya çocukları ülkemize davet edilmektedir.
 B- 19 Mayıs, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı
 19 Mayıs 1919 tarihi Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gündür. Ülkenin işgalden kurtulması
için16 Mayıs 1919’da ‘Bandırma Vapuru’ ile İstanbul’dan Samsun’a hareket eden
Atatürk 19 Mayıs 1919 ’da Kurtuluş Savaşı’nı da başlatmıştır. 3 yıl süren savaşlar sonunda
ülkenin yabancı güçlerden arındırılmasının ardından Atatürk’ün Samsun’a varış tarihi
olan Mayıs günü Ata’nın isteği üzerine ‘Gençlik ve Spor Bayramı’ olarak kutlanmaya
başlamıştır. 20 Haziran 1938’de ‘ Gençlik ve Spor bayramı’ adı ile milli bayramlarımız
arasına katılan 19 Mayıs 7 Mart 1981’de de ‘Atatürk ’ü anma ’ eklenerek ‘Atatürk’ü
anma Gençlik ve Spor Bayramı ’ olmuştur.
 C- 29 Ekim, Cumhuriyet Bayramı
 29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda (1921 Anayasası) yaptığı
değişiklerle devletin yönetim biçimini ‘CUMHURİYET ’ olarak ilan etti. Bu ilan aynı gece
101 pare top atışı ile kutlandı. 2 Şubat 1925’te, Hariciye Vekaleti’nce (Dışişleri Bakanlığı)
düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim’in bayram olması önerildi. 19 Nisan’da teklif
TBMM tarafından kabul edildi. Bu kanun ile 29 Ekim, 1925’ten itibaren ülke içinde ve dış
temsilciliklerde bayram olarak kutlanıyor.
 D- 30 Ağustos Zafer Bayramı
 Kurtuluş Savaşı’nın sonucunu belirleyen Büyük Taarruz ’un son günü yapılan
Başkumandanlık Meydan Savaşı’nın (30 Ağustos 1922) yıldönümlerinde kutlanan ulusal
bayramdır. 30 Ağustos Zaferi ilk olarak 30 Ağustos 1923’te Ankara Afyon ve İzmir’de
şenlikler düzenlenerek kutlanmıştır. 1935’te çıkarılan bir yasayla Zafer Bayramı olarak
kabul edilmiştir.

 Dersimizi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bir sözü ile kapatalım.

 ‘Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet
payidar kalacaktır.’

You might also like