You are on page 1of 15

Jane Austen (1775-1817)

• “İngiliz Edebiyatında ilk önemli kadın roman yazarı” olan Jane Austen
1775’de Steventon, Hampshire’da saygın bir ailenin sekiz çocuğundan
yedincisi olarak doğmuştur. İlk eğitimini aile içinde ve Oxford mezunu olan
babasının kütüphanesinden kitaplar okuyarak aldı. Daha sonra tek kız
kardeşi Cassandra ile birlikte 1785’de yatılı okula gönderildi. Bir yıl sonra
ailenin eğitim masrafını karşılayamamasından dolayı iki kız kardeş okuldan
alındı. Austen’ın ilk yazıları 11 yaşındayken yazmaya başladığı ve aile içinde
bilinen, okunan şiir, hikâye ve aile içi eğlenceye katkıda bulunan küçük
oyunları kapsamaktadır. 1793’e kadar çeşitli kısa oyunlar, tarih kitabı olarak
nitelendirilebilecek kitaplar yazdı. Artık on sekiz yaşına geldiğinde daha
sofistike eserler yazmaya başladı. Yirmi beşinde üç roman yazarıydı.
• Jane Austen, dünyanın en ünlü yazarlarından biridir. Yaşadığı döneme ilişkin
tasvirleri ve kahramanlarının karakterleri romanlarının klasikler arasında yer
almasını sağlamıştır. Jane Austen bir köy papazının yedinci çocuğuydu.
Babası tarafından eğitilmişti. O dönemdeki kadınlardan daha iyi bir eğitim
aldığı için şanslıydı. Ebeveyni, çocukların hayal gücüne dayalı oyunlarını
cesaretlendirdi. Papaz evinin ahırını, yaz tatillerinde ailelerin oyunlar
sahneye koyabileceği küçük bir tiyatroya çevirdiler. Austen, 11-12 yaşlarında
kendi hikâyelerini yazıyordu; fakat ilk romanının yayımlanması için yaklaşık
25 yıl daha geçmesi gerekecekti. Austen‘ın romanları, günümüzde oldukça
popülerdir. İnsanların zaaflarını esprili bir anlayış ve zarif bir mizahla
eserlerinde işlemiştir. Romanlarının başkahramanlarının hepsi kadındır ve
romanlarının hepsi de mutlu bir evlilikle sona ermiştir. İlk olarak Sağduyu ve
Duyarlılık (1811) adlı kitabı basıldı. Bunu Gurur ve Önyargı (1813), Mansfield
Parkı (1814) ve Emma (1816) takip etmiştir. Northanger Manastırı ve İkna
romanlarının her ikisi de Austen‘ın ölümünden sonra 1818'de basılmıştır.
Bütün bu romanlar anonim olarak yayımlanmıştır.
• Austen’ın romanlarında flört ve evlilik konularını işlemiş olması fakat
kendisinin hiç evlenmemiş olması ilgi çekicidir. Hiç evlenmediği için
daima ailesiyle birlikte yaşamıştır. Hayatının büyük bir kısmı romanlarının
bazı bölümlerinde olayların geçtiği yer olan Bath’da geçmiştir.
• Austen 1802'de kendi tanımıyla büyük ve garip biri tarafından (Mr.
Wisley) evlenme teklifi almış olsa da kabul etmez. İkilinin yaşadığı
ilişki Aşkın Kitabı (Becoming Jane) adlı filmde işlenmiştir. Babasının
1805'te ölmesinden sonra Austen Southampton'a taşınır.
1809'da Chawton'a zengin kardeşinin yanına taşınır ve günümüzde bu ev
bir müze ve turistler için popüler bir yer haline gelmiştir.
• Mayıs 1817'de aile, Austen'in hastalığına çare aramak için Winchester'e
taşınmışlardır fakat 18 Haziran 1817'de göğüs kanserinden ölmüştür;
öldüğünde henüz 41 yaşındaydı. Winchester Katedrali'ne gömülmüştür.
• LeRoy W. Smith’in de belirttiği gibi Austen “patriarkal prensiplerle
düzenlenmiş hiyerarşik bir toplumda yaşadı” (s. 9). Austen’ın yaşadığı
döneme bakarsak bir kadın yazar olarak yaşadığı güçlükleri tahmin
etmemiz hiç de zor olmaz. Edebiyat çevrelerinde erkek egemenliğin
hâkim olduğu, yazarlık mesleğinin erkeklerin tekelinde olduğu bir
dönemdi. O yüzdendir ki Austen ilk yayınladığı Sense and Sensibility adlı
romanını isimsiz yayınlamıştır.
• Fakat yine de bir kadının bakış açısıyla yazıldığını vurgulamak için yazar
adı yerine “By a Lady” ifadesini kullanacak kadar da cesurdu. Ayrıca yine
o dönemde kadın yazarların yazdıklarını yayınlatmaları, yazdıklarını
satarak geçimlerini sağlamaları imkânsıza yakın bir durumdu. Austen’ın
romanlarından birini yayınlamaları için anlaştığı yayınevinin 10 sterlin
karşılığında romanın tüm haklarını satın alması, kadın yazarların yazarlığı
meslek olarak yürütemediğinin, yazarlıktan geçimini sağlayamadıklarının
açık bir göstergesidir. Austen yaşadığı dönemde bazı olumlu eleştiriler
alan bir yazar olmakla beraber, çok tanınan bir yazar değildi.
• Ancak yeğeni tarafından yazılan ve ölümünden sonra 1869’da
yayınlanan A Memoir of Jane Austen yayınlandıktan sonra ve
akademide de 1940’lardan sonra önemli bir yazar olduğu fark edildi.
A Memoir of Jane Austen (1869)
• Austen 41 yıllık kısa ve sade yaşamına karşın İngiliz Edebiyatının önde
gelen ilk kadın roman yazarları arasındadır. Eserlerinde İngiliz
toplumunun çok küçük bir kesimini, bir başka deyişle, kendi yaşadığı
ve en iyi bildiği küçük çevreyi ele almasına rağmen sıradan insanların
sıradan yaşamlarını derin bir gözlem yaparak, detaylı ve gerçekçi bir
tarzda yansıtmasıyla dikkat çekmektedir. Gerçekçi üslubunu komik ve
ironik üslubuyla ustaca harmanlamasıyla dikkati çeken Austen
eserlerinde tüm zenginliği ve tüm görünümleriyle insanı
yansıtmaktadır. Austen’ın dili ironik ve mizahi kullanımına verilebilecek
en bilinen örnek Pride and Prejuce’in ilk cümlesidir: “It is a truth
universally acknowledged, that a single man in possession of a good
fortune, must be in want of a wife.” “Parası pulu olan her bekâr
erkeğin bir eş arayışı içinde olmasının kaçınılmaz olduğu, evrensel
olarak benimsenen bir gerçektir”.
• Romanlarında ahlaki konuları öğretici bir biçimde ele aldığı gözlemlenirken,
romanlarının sosyal eleştirel yönü oldukça ağır basmaktadır. İngiliz
toplumunun para ve sosyal statüye dayanan değer yargılarını yarattığı güçlü
ana karakterler vasıtasıyla eleştirmiş ve içinde yaşanılan toplumun birer
yansımaları olan ve çoğu zaman toplumla uyum sağlayan ikincil derecede
önemli karakterleriyle de kabul görmüş, benimsenmiş ve sorgulanmasına
gerek duyulmamış sosyal düzendeki aksaklıkları ve bozuklukları ortaya
koymuştur. İçinde yaşadığı İngiliz toplumunun kemikleşmiş ve çoğu zaman da
ikiyüzlü, çıkarcı geleneklerini karikatürleştirdiği karakterleri vasıtasıyla
inceden inceye alaya almıştır. Spesifik olarak ele aldığı konular arasında genç
kızların aile ve toplum içinde yetiştirilmesi, gençlerin flört dönemleri, kadın-
erkek ilişkileri, evlilik kurumu gibi konular bulunmaktadır. Bunların yanı sıra
kadının aile ve toplum içindeki yeri, kadın-erkek eşitsizliği, kadınların eğitimi,
toplumun kadına biçtiği roller ve kadının sosyal statüsü, kadının kamusal
alandaki yeri ve kadının yasa ve hukuk karşısında maruz kaldığı eşitsizlik gibi
konuları da romanlarında derin gözlem gücüyle ele alıp yansıtmıştır.
• Tüm bu konuları ele alırken yarattığı karakterlerin gerçek yaşamdan
alınmış olması, karakterlerin inandırıcılığını artırırken, yaşanılan
durumların ve olayların da gerçek yaşamdaki olay ve durumlarla
birebir örtüşmesi Austen’ın romanlarının hem gerçekçi boyutunu hem
de sosyal boyutunu kuvvetlendirmektedir. Romanlarına teknik açıdan
bakıldığında kurgusal yönünün çok güçlü olduğu açıktır. Karakter ve
olayların yaratılması ve yansıtılmasındaki ustalık, olayların birbiriyle
bağlantısı, gelişimi ve sonlandırılması, karakter analizleri ile olayların
ve durumların açıklanması ve yorumlanması ve ayrıca olayları
hikâyeleyen anlatıcı kullanımı ile anlatıcının olaylara yaklaşımı ve
eserin tonu gibi öğelerin çok başarılı ve ustalıkla romanlarında yer
aldığı şüphe götürmez.
• Tümü sinemaya uyarlanan Austen’ın romanları basım yıllarına göre
şöyle sıralanabilir:
• 1. Sense and Sensibility (Duygu ve Duyarlılık/ Akıl ve Tutku) (1811)
• 2. Pride and Prejudice (Aşk ve Gurur/ Gurur ve Önyargı) (1813)
• 3. Mansfield Park (Mansfield Parkı) (1814)
• 4. Emma (Emma) (1816)
• 5. Northanger Abbey (Northanger Manastırı) (1818)
• 6. Persuasion (İkna/İnanç) (1818)
• 7. Sandition (1817)
• Austen romanlarında kendi yaşadığı dönem olan 18. yüzyılın sonları ile
19. yüzyılın başlarındaki İngiltere’nin toplumsal yapısından yola
çıkmıştır; fakat ele aldığı birçok konu bugün de maalesef ülkemizde
olduğu gibi patriarkal sistemden dolayı dünyanın birçok yerinde
gündemdedir. Austen’ın romanlarında ele aldığı en önemli konulardan
bir tanesi cinsiyet ayrımı ve bunun toplumdaki yansımalarıdır. Buna
kadınların, erkeklere tanınan eğitim hakkından yoksun bırakılması ve
bir meslek sahibi olma konusunda fırsat eşitsizliğine maruz kalması ve
dolayısıyla evliliğin kadınlar için tek ekonomik güvence ile sosyal statü
ve saygınlık yolu olarak görülmesi örnek olarak verilebilir. Günümüz
dünyasında da hâlâ kadınların eğitim fırsatlarından erkekler kadar
yararlanamadığı ve bazen evliliğin kadının önüne konan tek bir
seçenek olduğu durumlar maalesef yaşanmaktadır. Evli kadınlar ile evli
olmayan veyahut da boşanmış veya dul olan kadınlara bakış açısının
çok farklı olduğu ne yazık ki toplumumuzda hâlâ gözlenmektedir.
• Bilindiği üzere patriarkinin temelinde cinsiyet ayrımı olup, kadın ve
erkeğin cinsiyetine göre rollerinin belirlenmesi ve stereotipleştirilmesi
yatmaktadır. Austen’ın döneminde genç kızlardan beklenen rol bir
“lady” olması. Yani iffetini koruyan, kibar, ağırbaşlı, nakış işleyen,
piyano çalan, dans etmeyi bilen ve evlenmek için seçilmeyi bekleyen
biri idi. Evli kadından ise evini çekip çevirmesi, evde çalışanları varsa
onları idare etmesi, çocukların yetişmesinden sorumlu ve kocasına da
iyi bir eş olması beklenirdi. Austen Margaret, Elizabeth, Emma ve
Fanny Price gibi ana kadın karakterleriyle basmakalıp kadın tiplerinin
dışına çıkmış ve onlar vasıtasıyla var olan düzenin değişmesi
gerektiğini görüşünü dile getirmiştir.
• Austen İlk romanı Sense and Sensibility’de, düşünce ile his, kalp ile akıl
arasında süregelen tartışmayı ele alarak 18. Yüzyıl Batı toplumunda
daima erkeğe atfedilen akıl, düşünce, aklını kullanma edimi ile kadına
atfedilen ve dolayısıyla kadınların da içselleştirdiği duygu, duygusal
davranış, hislere göre karar verme arasındaki ilişkiyi irdelemiştir.
Karakter ve düşünce yapısı açısından birbirinden tamamen farklı iki kız
kardeş, Elinor ve Marianne vasıtasıyla, aslında yaşamı yönlendirecek
tek bir doğrunun olmadığı, yaşamın hem akıldan hem de tutkulardan
beslenerek yaşanması gerektiği fikri verilir. Okurun romanda ulaştığı
temalardan bir tanesi kadının aslında kendinden beklendiği gibi
sadece duygularıyla hareket etmemesi aklı ve duygularını bir arada
kullanması gerektiğidir. Görülüyor ki bu yönüyle Austen aslında çok
köklü kalıplaşmış var olan düzene karşı gelmiştir.
• Austen’ın kadınların doğaları gereği var ya da yok olduğuna inanılan
özelliklerinin aslında kadına toplum tarafından bir şekilde empoze
edildiğinin farkında olmuş olması büyük bir olasılık dâhilindedir. Çünkü
Pride and Prejudice’deki Elizabeth Bennet gibi elinden kitap
düşmeyen, akıllı, toplumu sorgulayabilen ve düşüncelerini dürüst ve
korkusuzca ifade edebilen bir karakter yaratmış olması bunun en güzel
kanıtıdır. Elizabeth ayrıca aristokrat sınıfı temsil eden ve hasta kızını
Elizabeth’in yakınlaştığı ve sevgisine karşılık bulduğu Mr. Darcy ile
evlendirmek niyetinde olduğu için Elizabeth’i küçümseyerek aradan
çekilmesini isteyen Lady Catherina de Bourgh gibi bir kadına kafa
tutabilen bir genç kızdır. Austen bu romanında “marriage of
convenience” (akıl evliliği), yani ailelerin statü ve zenginlik olarak
uygunluk göstermesinden dolayı yapılan fakat ne yazık ki sevgiye/aşka
dayalı olmayan evliliklerini de eleştirmiştir.

You might also like