You are on page 1of 51

CAN YÜCEL

HAYATI:

1926'da İstanbul'da doğdu. Milli Eğitim eski bakanlarından Hasan Ali Yücel'in oğlu. Ankara
Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde Latince-Yunanca okudu. Öğrenimine
İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde devam etti. Şair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak
tanındı. Çeşitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra'da BBC'nin Türkçe bölümünde spikerlik
yaptı. 1958'de Türkiye'ye dödükten sonra bir süre turist rehberi olarak çalıştı. Ardından
bağımsız çevirmen ve şair olarak yaşamını sürdürdü. Çevirileriyle de tanınan Can Yücel, şiir
alanında ilk kitabı YAZINA'dan (1950) sonra uzun bir süre biçim arayışlarıyla oyalandı.
Çeşitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde şiirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal
konularda yazıları yayınlandı. 12 Mart döneminde Che Guevara'nın "Gerilla Harbi" ve "İnsan
ve Sosyalizm" kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974 affıyla
özgürlüğüne kavuştu. 12 Eylül sonrasında müstehcen olduğu iddiasıyla "Rengahenk" adlı
kitabı toplatıldı. Şairliğini, şiirin külhanca raconlarından yararlanarak siyasal inançlarıyla
yoğurdu. Yakalandıgı kanser hastalıgına 12 Ağustos 1999'da yenik düstü, İzmir Dokuz Eylül
Tıp Fakültesi Hastanesinde vefat etti, çok sevdiği DATCA'ya defnedildi.

ŞİİRLERİ

6.SONNET

Vazgeçtim bu dünyadan
Tek ölüm paklar beni
Değmez bu yangın yeri
Avuç açmaya değmez

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini


Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz
Ezilmiş hor görülmüş el emeği göz nuru
Ödlekler geçmiş başa derken mertlik bozulmuş

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın


Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen'e

Vazgeçtim bu dünyadan
Dünyamdan geçtim ama
Seni yalnız komak var
O koyuyor adama

(W.Shakespeare/Çeviren:Can Yücel)
AKDENİZ YARAŞIYOR SANA

Akdeniz yaraşıyor sana


Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali Dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O senin sardunyalar gibi konuşkan sessizliğini

Hayatta yattık dün gece


Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hâlâ
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım

Ben senden öğrendim deniz yazmayı


Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir de var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını


Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır

Durdukça yosundan yeşil


Kulaç attıkça mavi

Ben düzde sanırdım yıkıntım


Örenim alkolik âsarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski yunan atları var hani
Yeleleri büklümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan Tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru

Kadınım
Yaraşıyorsun sen Akdenize

AKSAMLA İNTİHAR

Kaşık Adası`nın üstünde


Kızarıp patladı mıydı güneş
Kimse kalmasın dünyadan başka
Bu güzelim dünyadan başka
İnsanları denizleri ağaçları ve herbişeyiyle

Ben hariç

AL BİR UZUN HAVA

Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin


Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın!
Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını
Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin!
Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya
Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye
Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun
Vermişim ben canımı al, uzun bir havaya

ANAYASASI İNSANIN

Kan Yasasi Bu Insanin:


Uzumden Sarap Yapacaksin
Cakmak Tasindan Ates
Ve Opucuklerden Insan!

Can Yasasi Bu Insanin:


Savaslara Yoksulluklara
Ve Binbir Belaya Karsin
Ille De Yasayacaksin!

Us Yasasi Bu Insanin:
Suyu Savka Dondurup
Dusu Gercege Cevirip
Dusmani Dost Kilacaksin!

Anayasasi Bu Insanin
Emekleyen Cocuktan
Uzayda Kosana Dek
Yururlukte Her Zaman
ARİFE TARİF

Öyle bi aş olsun ki derim...

'Biraz taş biraz hayvan biraz düş'


Ve göğe aşırdığım kuş
Denizin mor bostanından
Süngerim al soğanım
Soluğumdan açan lale
Mutluluğa geleceğe

Yeter ki bir döşün olsun kocaman


Bu aş ve bu vurgun seksen kulakta yenir
Ve sıkarsa tabiy toplumsal petkan

Öyle bir Aşk olsun ki derim...

ARKAMDAN KONUSMASINLAR DIYE

Her Donkişotun bir yeldeğirmeni vardır


Benim ki Heybeli’de
Yarı yarıya yıkık
Üstünde
Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle
Kocaman
TÜRKİYE HALK BANKASI
Yazılı
Vallahi billahi de
Beş kuruş almadım o reklam için

ASLANDAN AL HABERİ

Romalılar aslanlara atarlarmış Hıristiyanları.


O Hıristiyanlar ki
Romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir
düzene
inanmaktan başka suçları yoktu...
Romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını
O zamanın gazetesi
Ve Hürriyeti olan Coliseum stadyomunda
Aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi
Mehmet Turgut gibi insanları
O Mehmet Turgut ki
İşsiz olmaktan başka suçu yoktu
İşsiz parasız evsiz-barksız
Ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek
kadar uykusuz...
O Mehmet Turgut ki
Libyaya gitmek için sıra bekleyen bir
Kunuri Aslanıydı
Adananın Girne yolunda bir lunaparkta
Buldular parçalanmış vücudunu...
Sade Adananın Girne yolunda değil
Romada da böyle
Oyalamak için işsiz yığınlarını
Ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı
O zamanın gazetesi
Ve Hürriyeti olan Coliseum stadyomunda
Aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi
Mehmet Turgut gibi insanları...
Ama Ali adındaki
O kendi de müebbete mahkum aslan
Aslanlar akıllanıyorlar mı nedir
Yemedi kardeşim yemedi
Kore Gazisi Mehmet Turgutun göğsündeki
Silver Star nişanını

AŞK ÇOCUGU

Pencerelerin kenarından
Sarkmış tül perdeleri
Pembe Evin
Uçup uçup yüz sürüyorlar
Karşı tepedeki manastırın selvilerine

Rüzgârla eğilip doğruldukça


Sardunyalar, biberiyeler,
Hiç korkma
Karada ölüm yok oğlum sana bugün

Leylekler daldı birden göğün acentasına


Gidip-gelme almak üzere Güneye hicret
Sen de gel diyorlar kanatlarıyla,
El sallıyorum ben de yattığım yerden
Leyleklere Leylim, Leylim
Diye diye

Güneşle karışık bir esinti geçiyor şakağımdan


Uzatıyorum elimi denizden yeni çıkmış senin serinliğine,
Göğsümün, karnımın, kasıklarımın, bacaklarımın
Tüyleri kamaşıyor sevinçten

Uyanıyoruz sonra
Dizine yatırıp beni çingene benlerimi sıkıyorsun
Gümüşlü zurnası dikiliyor havaya çeribaşının
Işıklar bir bahriye çiftetellisi çalıyor yüzümde

Hay allah
Yine tutuldum galiba
Derken bir aşk çocuğu doğuyor
Çırpınan denizin karnından
Bu şiir

Ağlarken gülüyor
Ve ağlıyor gülerek
Tuzlu damlalarıyla güneşin,
Sözcükler yanıp yanıp sönerken
Körpecik teninde
Uzaylardan aparttığım yıldız bitleriyle.

AY! AY! AY..!

Şu gökteki ay var ya
Şu boktan şu yarım ay
Bakarsan bakarsan bakarsan
Bi tek sözüme bakıyor benim
dolunay olmak için
O bana bakıyor
Ben ona.
O bana bakıyor
Ben ona,
Hepimiz ama
Hepimiz
Hepimiz
Bakıyoruz hep birbirimize
bakıyoruz hep bakıyoruz
Adam olmak için hep
Ay.. Ay.. Ay.!
O bana bakıyor
Ben ona.
O bana bakıyor
Ben ona
Canım yanarcasına
Ne zaman
Ama ne zaman olacak bu iş?
Bakıyorum bakıyorum da aya
Bakıyorum da ayın ayaklarına
Yatırmışlar yine Ahmedi falakaya

BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI

I
Memelerim koparıyor
Yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
Ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
Nakkaş Tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
Gelincikleri ve Nazım Hikmet leriyle
Yerbilimsel bir hapisten sonra

II
İçimdeki karanlığı patlatacağım
Zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
Bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından
Yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma
Mors un en morundan bir karga
Konacak karşıki direğin doruğuna
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
Ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
Ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak

BARIŞ İÇİN

Gözleri görmeyen Eşber,


Dünyayla barışık
Gözleri açıklar
Dünyaya kapalı,
Yağmurdereli`yle birlikte
Savaş için, Rusça niyet
Yani hayır,
Yağmurdereli`yle birlikte
Barış için döğüşelim,
Dereler gibi akacak
Güzelim yağmur
Rahmet gelecek dünyaya
Kör gözlerimizden akan
Barış gelecek dünyaya
Barış için döğüşelim
BENDEN DE KOYU, MAİ BİR BLUES

Senlen raks rakına kalktıkta


Başım ayaklarınla
Ayaklarım başınla beraber,
Ve oran orama değdikçe,
Evler boşalıyor
Sokaklar boşalıyor
Bahçeler masalar boşalıyordu
Ben boşalıyordum,
Bizden gayrı kalan
Bi tek rüzgar vardı
Yaprakları üfleyen rüzgar…
Senden ayrılınca anımsadım
Dünyanın bu kadar kalabalık olduğunu…

BELKIM BİR KERTENKELEYDIM

Belkim bir kertenkeleydim


piç edilmiş bir yağmurun serini
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
yeşil koşsa güneşlerin gölgesi
ben en hızlı yeşiliydim
kurbağa yarışlarında annemin

çatal matal kaç çataldım kimbilir


bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım

düdük çalar hırsızlanmış polisler


ben korkudan üstlerime işerdim
üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü
karşısında önüm açık gezerdim
ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan
rus cenginde cağanozdum bir zaman

iki gözüm iki koltuk-eviydi


mavilerim bir miyobun koynunda
kendi düşen köyler kentler ağlamaz
sur dısında ben oturur ağlardım
ekmek diye bağrışırdı bebeler
elma derler ben ortaya çıkardım
ağıtlarla kutlanırdı İsa - doğdu Gecesi
fil dişinden bir kuleydim yıktım kendimi

bilmem hangi keloğlanın fesiydim


bir püskülsüz sümbülteber tohumu
fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden
bir naraydım kimse bilmez nereden
ya yakından ya uçmaktan gelirdim
belkim ince belkim kalın bir sestim
belkilerin kol gezdiği saatta
belkim belki bile değildim

BEN HAYATTA EN COK BABAMI SEVDİM

Hayatta ben en çok babamı sevdim


Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti


Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi!
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezberledim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu


40'ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a
Bir helalleşmek ister elbet, diğ'mi, oğluyla
Tifoyken başardım bu aşk oyununu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu

En son teftişine çıkana değin


Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

BENZETMEYİ BENZETME

“Susurluk” ismi su sığırından geliyor


“Manda” demek yani
3 Kasım 1996`da
Susurluk yolunda
O iblis Mercedes`in
Masum kamyona çarpmasıyla
Gazi tarafından vaktiyle
Vaktinde sittir edilip de
Sonradan haricimize
Sinsi sinsi sokulan
Manda var ya
İşte o MANDA göle sıçtı
BEREKET VERSİN

Yaşama bir gitardır


Tellerine vurdukça yediveren
Güneş nasıl doğarsa
Ve yeşil ne kadar solaksa
Saksofon ne kadar benziyorsa asma kabaklarına
Bir sebzevat kokusu sarıyor ortalığı
Sanki sırık tomatları biz kızardık diyorlar
Santana çaldıkça
Kurbağalar ötüyor tosbağalar yürüyor

Beni bir bostana gömün


Gübre olmak istiyorum

Bİ DAMLACIK

Duru bir yeşildi ortalık


Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu
Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık,
Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı
Pullarını döküyor üstüme
Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir
Belki de anmak için
bi damlacık bir sessizliği

Bİ KOSU

Doğdum doğalı yürüyordum


Adım adım ölüme doğru
Ama şimdi dışarda evvel-bahar
Çiçeğe durmuş badem ağaçları
İçerde masanın üstüne eğilmiş dalgın başım
Sırılsıklam yeleleriyle
Doludizgin gidiyorum gayrı

Bİ SEN EKSİKTİN AYIŞIĞI

Bileklerimizi morartmis yeni Alman kelepceleri,


Otobusun kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra
Sekiz saat oluyor karbonatli bir cay bile icemedik,
Basimizda perensip sahibi bir bascavus.
Nigde uzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...

Bi sen eksiktin ayisigi


Gumus bir tuy dikmek icin manzaraya!
BİR RESMİN KARSISINDA

Nazım`a

Tasvir gibi bakma öyle yüzüme


Bakar gibi gökyüzüne
Mahzun mahzun
Mazlum,mazlum!..
Ölmekle silinir mi sandın,
Silinir mi,bre hâyin,
İnsanları sevme suçun?..

Diktim bahçeme üç nar


Ağam gelir bakar diye,
Gelmiş ki benden habersiz,
Bakmış ki onlara zaar
Üçü de açtı narların

BU RÜZGARA BİR RÜZGAR DA BENDEN

Rüzgar bağlama çalıyor yapraklarla


Arif Sağ belmiş sanki cemevimize
Arkamdan itme lan poyraz
Ben de Güler'e sarılır
Salkım söğütlere tutunurum
Sallan yuvarlan sallan
Atarım kendimi yatağa
Rüyalarım ki bir hayalet teknedir
Uykularım ki nöbette uyuyan bir er
Şiir mavzerine dayamış başını
Sallan yuvarlan sallan
Ensemden esen esen yelle
Üç direkli bir fırkateyn gemimiz
Uğur ola caponyadır yolumuz
Ertuğrul süvarisiyim gayri ben
Dedem Ali bey
Kayalara çarpıyoruz caponya açıklarında
Bağırıyorum emirberi Memed'e
Atla sen ben gemimle batacağım.
Emirber Memet ki yine benim
Atlıyorum denize o tayfunda
Kayalara çarparak göğsümü
Kurtuluyorum
Ben ki o emirber Memed
İstanbula varıp
Beyazıt meydanında ilk gün
Bir kan davasından ilk gün
Bir kan davasından yanlış yere
Vurulup ölüyorum
Sallan yuvarlan sallan
Ensemden esen esen yelle
Bu rüzgara bir rüzgar da benden
boğulsam da yıkılmıyorum bu kaleden beden.

BU DA BOYLE BIR AŞK

Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor

Biz senlen yatmıyoruz ki


Yaşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye

BULUSMAK UZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün


Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti


Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya


Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

BUNAYDIN

Bir limon kalmış güneşten


Bi de dal uçlarında buhur
Bulutlar ki kar
Bulutlar yağıyor
Dizdüşümlerime…

Bir tahta boştasın loş


Sarmanlar gidip geliyor
Silüsler beyazdan da yılan
Sen bu tipiden çıkmıyacan…

Bir limon kalsa da güneşten


Bi de ölümcül umut
Sen bu umuttan iflah
olmaya
can…

BUYUK CAN DEDİ Kİ

Kovalamayin beni yataga


Hic uykum yok
Daha lafiniza karisacagim
Ortaligi dagitacagim
Televizyonu kapatacagim
Aycicegi resmi yapacagim daha
Basparmagima siir okuyacagim
Islik calacagim
Daha cok isim var
Gecenizi karartacagim
Kutahya vazonuzu kiracagim
Vakitsiz yatirmayin beni
Daha cok erken

CANEVİMİN KORKUSU

Ölüm dirim dirim ölüm


Dirim ölüm ölüm derim Her zeytin kaç yaşında olursa olsun ister yüz
Benimle filiz veriyor
İncir ağaçları incir vermeğe beni bekliyor
Yan bahçede bir kiraz
Meyvesi yakın bahar açmış
İşte o kirazları takacağım ayalimin kulağına
Yaşayan bir koruyum ben gayrı Gökyüzünde geziniyorum
Bu koruya bulut
Bu koruya yağmur yetiştireyim diye

CAN HAVLİYLE

Durduğum karlı yamaçtan yukarı


Deniz aldı başımı
Saçlarım sakallarımla ak
Yediyor beni karşıya
Ağamın yanına
Dragos`taki ağıla

Bir gemi geçiyor üstümden çocuk


Armasıyla güneşin

Canhavliyle sıyrılıyorum sulardan


Dünyaya dünya gözüyle bakması son defa

Nasılmış göreyim diye

CANKURTARANLA

Yardın be cancağzım
Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini
İlkyardım pamuklarıyla
o ölümcül acelenden
Korna çiçekleri açıyor şimdi
yaralarının üzerinde
Ölen yok sen gibi güzel
Sınıfsal ecelinden

CANSUYU

Bir çoban ateşi


yanıyor nefesin
Düşümün kırçıl çalılarında
Ve batana dek uyku sersemi
Kutup güneşleri gibi düşlerin
Tut ki bir kışı yakıyorsun ocakta
Kozalaklarla meşe palamutları
Düşe kalka
ortalıkta
dolaşmakta
Ve yaladıkça yalaza diliyle duman
Tüm yeraltı örgütlerini yüzümün
İy`oluyor iy`oluyor ilk gözağrım sinüzit
Körfezde de böyle olmuştu güzün
Sular havalardan daha geç soğuduğu için
Tütmeye başladıydı kükürt
Ve çiçek aşılı yalılarıyla karşı kıyı
Boyacıköye karıştıydı açıkta
Benim fersûde tavus türkülerim gibi şimdi
Nitekim açık mavi saçlarımda aman
Köpükten nalınlarıyla bahriler yarışmakta
İki çıplak bi zaman Yüzümü ağartıyor senin pırıl pırıl kokun
Ateş böcekleriymiş meğer o lâvanta çiçekleri
Külbent keselerde kokuşup giderlerken
Tebdili mekânda artık ferahlıklar keşfetmekte
Uçmaklara uçuyorlar onun için de
Öyle yeşil bir yeşilsin ki sen gelecekte
Bakmaya kıyamıyorum şimdiden
Ve cansuyum can verdikçe köklerine
Sevinçten ağarıyor bir fesleğen

Demek ki
Bu hâli bu güzeli bu yeşili
İlle de bugünkü kendi haliyle
Görüp göstereceğiz diye
Ihlamurlar budamak
Şiir değil bundan böyle

ÇALAR SAAT

Birden bire uyuyacağım


Bunca uykulu uykusuzluktan sonra
Sanki papatyalar açacak balkonumun önünde
Kediler gelip içine sıçacaklar
Gübre...
Uyuyacağım herkesi uyutmak icin değil
Uyandırmak için
Ben hep böyle yaşadım
Herkesi uyandırmak için
Vakti saati değildi belki
Belki de ben
Beceremedim...

ÇALINDI

Kapı çalındı
Açmaya davranayım derken
Uyandım ki
Çamların altında yatmıyor muymuşum
Sırtüstü,
Hücum etti gözlerime
Göğün mavisi

Hoş
Böyle de
Kapıyı açtım sayılır
Diğ mi
Aynı kapıya çıkmasa bile

ÇARSAMBANIN GELİSİ

Martı yumurtaları gibi dağılmış kayalıklara


Akçıl yalnızlıkları insanın

Gavur etmeseler böyle körpecik sabahları


Çalmasalar şu Afrika Rumbasını yatılı okullarda
Sussa şu yollar caddeler yok mu
Çıngıraklı yılanları şehrin

Hani çıkarmayacaktın başını yuvadan


Acelen neydi Çarşamba Günü
Bunca haber pusu kurmuş geceden
Ciletli uçurtmalar arasında
Ürkmesin de n`etsin yavru

Nerden çıktı karşına bu zilli bahar


Niye attın kendini altına
O çiçek bozuğu şeytan arabasının
Şıpınişi kopardılar seni yerden
Allı dallı götürdüler Gülhane`ye
Tanrı bile görmedi sağırdı sırtı
Gökyüzü de eski makamında

Saçların uzadıkça artacaktı çıplaklığın


Hani yalnız çıkmayacaktın sokağa
Acelen neydi Çarşamba Günü

Boy veren sen değilsin artık


Kavakların çocukluğu

ÇOK Bİ COCUK

İçerek bahçen içinde defne yapraklarıydı gölgen


Hışırtılarla seyrederken üzerlerinde
Eflâtun bir fino peşinde
Loş ve nefti yılanlardı bi görünüp bi yiten…
Sarmaşıklarla sarmaş dolaş
Gece bekçisiydin geceye…
Gündüzleri başka bir ıssızlık
Ihlamur kokularıyla ikindileri
İçin geçer olurdu hep…
Vaktaki -yıllar sonra doğacak kızın boyamış olmalı-
Alacalara belenmiş bir tosbağa yavrusu
Dokundu o yaz,sağ ve yalın ayağının başparmağına
Korkudan öleyazdın
O an işte sübyan koğuşundan meşruten tahliye oldun…

Yaban topraklarının lânetli


Bir yaban domuzu gibi
sivri burnunla sürerken
muhacirlikten maacirliğe

Sezdirmeden sana başucunda


bir selvi bitiyordu hiçbitme
Irzına kastı güya gökyüzünün
akça pakça ve ebru bulutlara doğru
Tırmanıyor tırmanıyor tırmanıyordu
yemyeşil bir metafor

Öyle serseri bir kurşun oldun ki sonunda


Dan dedin kendi kendini vurdun
Sen ki kaanun kuvvetinde bir kararnâmeyle
Çocukluktan ceffel kalem ihraç olunmuştun
Tohuma kaçsan da sersem siklerin tohumlarıyla
Savrularak Atatürk bulvarında LSD avenürlerine,
Ecel denen Enterpol`e acilen teslim olana dek
Çok sabıkalı ama,çok çocuk bir çocuktun
Hep o ihtiyarlamış çocuk bahçen içinde
Ve hâlâ içerek…

DAHASI

Uçurumlar el ediyor bana


Ellere gidelim diye
Elimden tutup yediyorlar beni
Uçurum dibinde acayip bir çiçek
Gözleri kedi gözleri
Bir açıp bir kapanıyor
Mart ayındayız sanki,ondört
Sezar`ın öldüğü gün
Bıçaklar üşürüyorum kendi üstüme
En parlağı Brutüs
Düşüyoruz
Çiçek memnun hayatından
Bir daha açtım diye
Menevişleriyle

DANTON'UN CAYDANLIGI

Kirilan bir caydanlikti biz oyle sandik


Ya da bir yildiz uyanmis sonra uyanivermis
Oyle sasilasi bisey ki sasmadim bile
Sen soyledin Turkce yuzermis Capon baliklari
Sen hep boyle gunesli yalanlar soyle
Ben toplarim parcalarini
Kirk yilin Halimesi boyle bir guvercin
Oturup agda yapsin dupeduz Devrim
Bu bir degil iki degil dorduncu bacagi
Halime kopardikca dunya yenileniyor
Bu el yeni abeceyle yazilmis bir el
Laik bir bacagi sivazliyor

Komsular kibar evler daga cikmislar dunden. Biz de


Halimeyle vatani supuruyorduk. Disaridan hariciyeli
bir ses:
(Affedersin! Affedersin! Affedersin! Yangin merdiveniniz yaniyor!)
Ne bu curcuna be! Go-zu-nu
kapan gelmis! Iyi ya dedim, kapattim pencereyi. Biz
de caydanlik kirildi sandik!...

Kirk yilin Halimesi boyle bir guvercin


Oturup agda yapsin dupeduz Devrim

DEGİSİM

İnce uzun bir hayvan


Çarpıyor
Çarpıyor
Çarpıyordu kendini taşlara.
Canı mı sıkılıyor
Can mı çekişiyordu yoksa?
Yok efendim dedi yanımdaki adam
Gömlek değiştiriyor yılan
Bu hallerden anlarız dedi az çok
Biz de sınıf değişmiştik bi zaman

DEĞİŞİK

Başka türlü bir şey benim istediğim


Ne ağaca benzer, ne buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz,havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim,
nerde o beklediğim kız
Rengi başka tadı başka.

DEMİN

Kasvet, elinde bir pasli makas,


Istanbul'un asma koprulerini kesti.
Sevdamizin ipinde cirit oynayan cambaz
Simdi bir ko:r satirdir icimizde.
Ha duser,
Ha duser,
Ha duser...
Basimizin ustunde demin gulup duran gokyuzu
Yedekte bir salapurya simdi

DÖGÜSELİM BARIS İCİN

Soğuk harp bitti


Sıcak savaşlar başladı
Memleketim de bir iç savaş halinde
Memleketim bir içkanamada
Mezralar yanıyor
Köyler yanıyor
İçim yanıyor
Çocuklar ağlıyor
Analar ağlıyor
Anamız ağlıyor
İçerde onbin aç
Dışarda yüzbinlerce çıplak
Barış için döğüşelim
Döğüşelim barış için

DÖKÜK

Sabah sökmüyor
Ölmeden önce bir ışık
Bir ışık görmek istiyorum
Ben ki bir ruhum
Bir ışık istiyorum horozlar ötmeden önce
Kahroluyorum
Şafak sökmüyor
Ben söke söke şafağı söktürür
Bu şiiri de döktürürüm

EBEME

Yağmuru dipnotlarıyla dolaşıyorum


Kapalı bir şemsiye elimde tükenmez kalem
Gez göz yağmur teknede çamur
Kapkara bir bulut volta atıyorsun
Açsın için halkın güler yüzü
Açmıyor kahvede fabrikada tarlada
Çok dolaşıyorum çok
Yağmur diniyor yine dolaşıyorum
Bitürlü açmayan bir ebemkuşağı
Ebeme kızıyorum o zaman
Sırılsıklam

EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,


arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,


en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,


yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,


çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,


insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,


hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,


kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,


öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de


kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,


son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,


meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,


beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,


tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,


yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,


son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,


her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,


dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,


dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,


sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,


kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,


ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,


Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.


Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!!

ELLERİMDE BİR GÖZ TAŞI

Ellerimde bir goztasi, gozlerim bos gidiyordum


Ne bileyim, bir damlanin boyle deniz oldugunu
Sastim, mavi bir fal gibi acilinca onumde
Giritli bir olumum varmis, bir balikci fitil gibi
Patlayacakmis avucunda otuz cubuklu gencligim
Uc gunde mi desem, uc gokte,uc kulacta mi
Ben ki, o camgobegi cicekler acan agac
Kirilmaz bardaklar gibi tuzla buz olacakmis
Ne zaman bogulsam boyle yosun kokuyordu isik
Sabahci kahvelerde bir ciroz otuyordu
Ve dalgalarimi gecen o deniz soforleri
Boyle uyur duslere bindirmis gemiler
Uyuklar gibi ustunde mermer masalarin
Bir tahta parcasiydim, osmanli bir kazadan kalmis
Yuzuyordum, islam kaptanin ahsap ayaginda
Obur tahtalara obur insanlara dogru
Cumhurdu murekkep baligi, simsiyah yuzuyordum
Ne bileyim, bir korkunun boyle destan oldugunu
Agardim, nisanlayinca gece, ve yavrulayan yalnizlik
Ya da ilk insanin dogdugu, oldugu dagdi Moby Dick
Nefes aldikca filbahriler kopuruyordu sulardan
Canlar caliyor kulaklarimda, yunuslar yarisiyordu
Alyuvarlar, dolkuslari ve ruzgar midyeleri
Dedim, dunya gibi bulut yok dunya ustunde
Ellerimde bir goztasi, gozlerim bos gidiyordum
Ne bileyim, bir turkunun boyle Veysel oldugunu
Acildim, cikmaz bir sokak gibi, kapaninca denizde.

EPİGRAM

Marx’ın da pek sevdiği bir Latin sözünü anımsıyorum


Nihil humanum mihi alienum est
Bu sözün altına ben de imzamı basıyorum
İnsana ilişkin ne varsa kabulüm
Şu hümanistler hariç

EŞEKLERLE RÖPORTAC

Mekanı Datça olsun


Vali Özer Türk`ün
Muğla`ya serpiştirdiği
Aktur tesislerinden
Datça`dakinin inşaatında
Çalışan emekdar eşekleri
Araziye salmışlar,
Çiftleşip çoğalıp yabanlaşmışlar
Sayıları beşyüzü,altıyüzü bulmuş,
Dere-tepe,insanlardan ırak
Tepişip duruyorlarmış,
Şunlarla bir can sohbeti edeyim dedim,
Bıkkıntı getirmiştim
Ana-karayla konuşmaktan
Cemal`in cipine atlayıp
Düştük yollara,
Yastıkiçi`ne vardık,yoklar
Yılanlı`da da yoktular,
Vakit erken,suya inmiyorlar,
Alavara yöresine baktık
Bir kayanın üstünde iki tane
Biri gebeş,biri erkek,
Cipten inip seslendim davudi sesimle
Sayın eşekler
Sizinle röportaja geldim,diye,
Dişisi beş kez kuyruğunu salladı,
Anlamadım diye haykırdım tekrar,
Yine kuyruğunu salladı beş kez,
Dangetti kafama;duymuş bu
Güneş Taner`in piposunu tüttürerek
Röportaj başına beşbin dolar
İstediğini TV kanalizasyonlarından…
Sayın eşek,o kadar para bende ne gezer!
Diye küskün küskün,
Kıçımıza baka baka
Eli boş döndük fakirâneye

FİTİLLİ

İçerimde bir bokluk var


Yıkıyorum,yıkıyorum,yıkılmıyor

Yüzümde bir maske var


Çekiyorum,çekiyorum,çıkmıyor

Böğrümde bir ölü çocuk


Ölüyorum,ölüyorum,ölmüyor

Gözümde bir çakmak var


Çakıyorum,çakıyorum,çakıyor

Suratınıza!

FLAŞ

Gökgürültüsünden korkup yamacıma sokulan sevgilime


Sarıl bana,sarıl öp,öp,öp,öp beni,dedim
Baksana Allah yıldırımlarıyla resmimizi çekiyor!

Sabah kalkıp kapıları açıyorum


Bütün herkes geliyor
Serçeler kumrular İsa çiçekleri
Bulutları çağırıyorum geliyorlar
Gökyüzü çokfenamavi
Yürüyemiyorum ayaklarım yok
Sanki bir ruhum
Sanki bir bademağ`cıyım
Benim çağlalarımı yiyin
Bir kadeh rakıyla Şerefinize

Bağçe bir tangodur Eski Datça Köyünde


Çiçeklerin suyla güneşle sarmaştığı
Ayak sesleri içinde yeşilin Eğilip eğilip bükülüp
Derken goncalarıyla yeniden dipdiri
Ezgiyi ezdirmeden bitirir
Yatsıya doğru ayışığında
Bir havayı tekrar ediyor rüzgar
Tekrar
Tekrar Kayaların üzerinden sekiyor
Taşlarla Bektaşilere nefesler okutarak Sırtların sırtlarını sıvazlayarak
Esen yel esen yel

Birer yaylı tambur sanki bademler


Baharın doğurgan tohumlarını toprağa herkederek
Papatyalarla oynaş
Güneşle cümbüş
Kavaklara aynalı çarşılar yapındırarak
Selvilerin balıkaşıran faslı
Kuru dalları budayıp
İçinden çürümüş dutları devirdikten sonra

Beni kendi nefsimle bırakarak


Yapa
Yapa Hiçbir iz bırakmadan
Ölü yapraklardan gayrı
Yine bir yaprak alacasında sabahın
Aynı şarkıyı tekrar edecek rüzgar
Delikanlı poyraz
Benim dünya-ahiret
Benim cennet-cehennem
Benim gerilla gardaşım

Gecenin gözlerini gördüm


Ela değildi

Öyle için için yağıyor ki yağmur


İçim içimi yiyor
Bir açıp bir kapanan bu havada
Yapraklarda bir ölesiye hüzün
Badem gözlü bu peninsulada
Asit yağmuruyla Yerkesik santralından
Başlayan bir bademcik Kanseri
Kör edip önce sonra öldürüp
Ademleri bademcik edecek sanki

GECE VARDIYASI

Karanlık benim doğmamış çocuklarım


Sokaklarda sek sek oynamamışlar mı ne
Yıldızları gütmüşler sade aybaşlarında ayların
Sünnetsiz sessizliği içinde yanardağların
Ve öyle kuytu düzlüklere inmişler ki
Çatlayan incir seslerini hırsızlamışlar
Saman yollarının
Solak olunca görevleri
Zeytin-ekmek yiyip yanında bir çay varsa
Çantasını toplayıp okula yollanmak
Dayak yemeğe öğretmenden
Karanlığı bekliyorlar gece vardiyasını
Kötü şiirleri kesip ders kitaplarındaki
Güdecek yeni çoban yıldızlarını türetmek için
Ki başlarını örtüp o gizemli sürülerin uzay kokularına
Bir süre daha uyusunlar çocukça

GELİNCİK ŞURUBU

Şu ölen çocuklar var ya


Sana bana dünyaya...

İlikleriniz donduğunda kışın


Bir kaşık umut gerektiğinde
O şişe gelecek aklınıza
Pencerenin önünde duran
Güneşte
Gelincik..

GİDİP GELME

En son denizi işittim


-Öc alıyor benden-
İçin için kaynıyordu demin
Patlamadın ya dedim
Patladı işte
Öbür sesler
-Fabrikanın düdüğü cankurtaranla ezan
Ve göğsümün hırıltısı-
Hiçbiri ayağına su dökemez bunun
Bu vurdu muydu uçuyor canımın yongaları
Pul pul pırıl pırıl ve oğul oğul
Bir mevlut balığı ağıyor sanki menevişlere
Hiç kalır yanında bütün seviştiklerim
Bu deniz,düştükçe düşen nabzım terim benim
Beyler gayrı beni sarı defterinizden silin
Nem varsa definem ipim kefenim
Hepsi sizin hepsi sizin,hapsinizin.
Yeter ki beni bir genel afla başınızdan defedin
Ve defleriyle çalparalarıyla gümüş sürülerinin
Bu dif gibi cesedi Kanal`ın döllüğüne defnedin
Kulaklarınızı çınlatırım ordan
Isırırım gözlerinizi
Geri dönen bir hecetaşı gibi geceden
Heceleyerek kendi kitâbesini
Unutmuş bildiği ne varsa önceden
Sekerek ve sikerek denizi
Şaş kalacaksınız o zaman
Şeytan minareleriyle nasıl okunurmuş ezan
Ve düşmüş kalkmış bir Allah gibi tuzlar içinde
Varacağım ki cenazenize
Bir kızım daha olmuş denizanalarından
Ve tıpkı ve tıpkı bir insan
Kaptığım gibi onu da atacağım ki dalgalara
Ayrı düşmesin garip,sütanamızdan
Anladınız mı şimdi Can
Niye gelirmiş hep Boğaz`dan

GÜLER YÜZÜMLE

Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev


Serinliğine serin
Ferah olmasına ferah ya
Tam bir hakuran kafesi.
Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir
Bir çift de kumru gelip
Yuva yapmış çatısına.
Öyle usturubunla yerleşmişler ki
Çürümüş tahtaların arasına
Dışardan görünmüyorlar hiç.
Yalnız
El, ayak çekildikten sonra
Derinden
Ve civan demlerle demlenircesine
Başlıyor dem çekmeleri

Benim de çökmeye yüz tutmuş


Şu can kafesimde
Kadir sevgilim Güler’e sevgim
Üsküdar'a gidelim diyor hala
Üsküdara gidelim.

GÜZ

Güneşin batışıyla hızlanan yağmur


Alı al-moru mor
Veryansın ettikçe çamlığa
Alev aldı kanlıca mantarları

Damlalar ki zıpzıplar`ını atıp çukurlara


Toprak yiyen yercücesi çocuklar,
Heybeli`nin fersude bakırından
Nar pekmezi dudakları

Sarardı derken poyraz yanı yangının


Ve kurtulup yamaçtaki çınarın alnında
Döne döne havalandı bir yaprak
Güzz dedi değmesiyle

Deniz denen o çürük suya

Çay demleme demedim mi ben sana


Kaçırdın adanın bütün tavşanlarını
Gözlerim nasıl ıssız baksana

GUZELE

Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık.


Yalnız, senin küçücük elinle yalnızlık
Kandilli İlkokulu kadar kalabalık...
Zilleri çaldığından düşlerinin
sınıfların kapıları ardına kadar açık,
Gökyüzünün, denizin, toprağın ve
hayalle emeğin
Hakli sınıfları...

Belki de baskın korkusuyla, vefasız,


akıntıya atılan
Kitaplar var ya, onlardan
Öğreniş Marx'ı gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık...

Sen ki çiçekleri toplamayan Güzelim,


Çiçekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık,
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden
çok...
Ve anladım, anladım ki bi daha:
Düşünde bile göremez isler
Düşlerin gördüğü isleri

HAYAL OYUNU

Ellerindi ellerimden tutan


Ellerimdi ellerinden tutan...
Bıraktığı anda ellerimiz ellerimizi
Gökyüzüne vuracaktı gölgeleri ellerimizin
Kimbilir kaç martılar halinde...

Bir masada karşı karşıya


Seyrederken dudaklarını senin,
Dile gelmiş ilk Türkçe`ydik...
Henüz başlamış külrengi bahar,
Ne savaş, ne barıştık biz...

Bu dünyaya yeni gelmiş bir diyar


Manolyaya gece konmuş kumrular

HAYIR

Dinlensin diyedir gözlerimiz


Bu önümüzde açılıp giden manzara;
Bu dünya, yoruldu mu kuşlar konsun diyedir,
Ve tanrılar boşluktan bıkınca.

Ellerimize malum olur nedense


Suların rengi balıklarıyla, çiçekleriyle,
Düşünmenin huzuru ayan olur;
Soğuğun sessizliği hakeza.

Yuvarlanan yıldızlar içinde saçlarımız,


Boylarımız bü'yü'r usul usul;
Duyulmasın diye gürültüler uykularda
Yağmurlar yağar geceleri.

HAYIRLI BİR EVET

Öyle çiniler döşe ki duvarıma


Gözlerinin yeşilinden kalçalarına doğru
Sularla filbahriler insin,
Dede`fendi`den bir yörük semai soluğun
Doldursun ak ve kara ciğerlerimi
Seninle bezensin içim
Bidaha hiç ölmeyeyim
Kahpe aşkın yüzünden bre kafir,
Eserse kır o çinileri de
Yavru ağzı parmaklarınla
Çinili köşk yıkılmış desin münafıklar
Ya da günler geceler süren bir yangınla
Kına yaksınlar İstanbul`un cehennemine
Bir cenneti kül ettik diye

HERSEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın


Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer


Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın


Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin
Kadar
Sevilirsin...

İĞNELİ

Anam babama aşık olmuş,


Babam da anama.
Gezelim bu Çarşamba demiş babam.
Sür-dişli anam, öyle şık bir fistanı yok,
Ablasının nişanlığını istemiş ödünç,
Teyzem daha toplu, oturmamış üstüne entari,
Teyelle, iğneyle ayarlamışlar üstüne anamın.
Babam, kavilleri üzre, gelip Topkapı dışındaki evlerine
Anamı alıp, kaçbir tramvaylan aktarma,
Bebeğe götürmüş o Afrodit'i.
Bebek sırtlarına çıkmışlar.
Babam oturtmuş anamı çayıra,
Denizi göstermiş,
İyi şeylerden söz etmişler,
Derken öpecek olmuş anamı,
Anam çoktan razı.
Babam el atınca orasına burasına,
Fistandaki iğneler batmaz mı eline!
Ay! demiş bağırmış babam...
O gün, o çayırda, o an
Düştüğüm için ben anamın imgelemine,
Yaşamda da, şiirde de
Böyle iğneli konuşmaklığım.

İKİMİZİN ARASINDA

Bir gün şayet camsız çerçevesiz penceresiz


Bir gün ben,çadır bezi bir perdeden
Günlerin toz-toprak şarkısını çırparken
Canevimin önünden geçersen,
Bir gün şayet boynumda yemtorbası hayallerim asılı
Bir gün şayet samançöpü bir sokak dişlerim arasında
Canevimin önünden geçersem,
Anlatırım nerde
Bir ulu çınara takılı bir kuyrukluyıldız
Bir yeşil telaşta çırpınan ışığımız
Anlatırım nasıl nerde...
Sonra eğilir kulağına derim:Bekle
Çocukken kaçırdığım uçurtma dönsün gelsin,
Hele çarpsın bu çerçi yükü şehirlere,
Hele ürksün fincancı katırları!

İNSAN RESMİ

Yeraltı günleri bunlar


Kör yılı köstebek ayı

Siyah önlüklü bir güneş


Ayazda okula gidiyor
Dizilmiş danaburunları iki keçe
Islıklıyorlar bebeyi
Çepeçevre boynumda sıçandişi bir bahçe
Oynuyorlar iki Roma bir Paris bir Peking
Karım en çok soğuk harbi seviyor
Çocuklarımızdan

Yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz


Önde emirerleri memede piçler sütsüz analar
Akşam oldu memur çıktı kapıya
Mal gelmedi bugün dedi kapatıyoruz

Dilekçeyim masalar odalar arasında


Yürek değil, sol yanımda on altı kuruluk pul
Usulsuzüm yolsuzum

Bir uçak geçti üstümden kıçında yakamozu


Çakılmıştır yere çoktan toprakta bir çelik bitki
Fala mı baksam koparıp çiçeklerini
Düştü mü düşüyor mu düşecek mi

Yeşiller içre bir insandın önceleri


Sağda bir dağ,solda bir çay çamaşır yıkayan kadınlar
Dolaş şimdi çevresini yitirmiş insan resimleri gibi

İNTİZAR

Seni beklerken polis radyosu dinliyorsam


Başına bir kaza mı geldi diye merakımdan değil
Ne de vapurun batması ürkütüyor beni...
En münasip program o düşüyor da ondan,
Seni böyle saatlerdir kuru tahta üzerinde
Karakolluk olmuş beklerken

İRTİHAL

Sen ölüyorsun kardeşim öldüğünü bil


Bile bile ve teamüden
Ecel öldürmez insanı
Kendisi öldürür
Vakti zamanı gelince...
Ben onun için yas tutuyorum ya hep
Vakti gelmeden öldürülenlere

İTİRAZA İTİRAZIM VAR

Süt limanlarında poyrazlarla lodoslar oluyorum


Döndükçe,döndükçe başım, martılar kusuyorum
Derya bir Kuran-ı Kerim yapraklar'nı bir bir açıyorum
Karış,karış,karış,karış,karış,karış,karış karıştırıyorum
Bakara oynuyorum Fatiha'nın Bakara suresiyle
Ve zarlarla ki hepsi ayrı bir Sure alayıdır
Nedir diye,nemenedir bu arabesk diye diye
Martılar bu şakası yok, akaraplar tarafından ağlanılan
Bir mersiye - şad olsun ruhu - Tamburi Cemil Bey'e
Odeon bir rekorla koşan bir gramafonmus bu dünya
Kurdukça dönüyorum,döndükçe çalıyor,çalınıyorum
Ben ki Kibariye bir hırsız ve Ferdi Tayfur kadar eski bir sipiker ve kokoyiniman
Kendimden kendimi çalıyorum,kendimle,kendimle kendimi
Yaşasın mahşere dek bu kısır olmayan döngü
Yaşasın Veliefendiler'de mahşerin o dokuz doğuran süvarisi
Benden önce de vardı,benden sonra da tufan
Yaşamak,ölünmez ki yaşamayı yaşamaklan
Gönderin de Hasan-Hüseyin emminin, dalgalandıkça bu kırmızı don
Bir arabesk bu,ister sol olsun, ister sağ
Ve indikçe kustuğum martıların güzel gözlerinden yaşlar
Çaputlar kalkıp kalkıp Marmara'nın dalga kıranlarından
Kondu-konacak geceleri Hacı Bektaş-ı Veli'nin türbesindeki
o milyon yıllık dut ağacının dallarına
Bu şiir ve bu nane, ifademe mani olmayan bir damla meni
Lumpen kesilmiş şahsımın kuzgunlaşmasıyla birden göğe ağan
ve ağaran meçhul bir artısıyla
Ki istersen demevi bir RH pozitif de olabilir.
İşte bu şiirin kendini çektikten sonra Kodak'la nefsine nefes etmesidir
Zaten şiir denen nesne, eski bir an'aneyle, doğan çocuğun kulağına
ezan makamıyla isminin üflenmesidir
Ya da tınlatmaktır içinle için için olan tambur ola ki evreni
Ve de çınlasın deyuu Neyzen'in neyi
(görülmemiş hiç neyin çınladığı bu ana dek)
Ve en arabesk ve en cağdaş adamımız Orhan Veli'nin kuzular kulağına
Maraz ve menapoz, muhteris ve muteriz itirazlara itirazım var,
itirazım, itirazım
Ama halka, halka halka halkalanan halka dünden ve yarından
her zaman razıyım.

KARCIGAR

Bir martıyla bir eksi uçuşuyor gökyüzünde denizin


Balık yok bugün çünki
Kanala inmişler hepsi
Boğazın barsaklarına,
Barolar düştü de ondan,
Uçukladı dudaklarım
Dizlerim bereli...
Çocukladım derhal,
İçimde bir sevinç,bir sevinç
Aman efendim!
Ben bu dünyada duramam
Duramam!
Çok lirik ve çok klinik bir pezevenk bu Can!

KAYIP ÇOCUK

Birden işitilmez olsun ayak seslerim;


Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam artık garipliğimi?

KİBRİT ÇAKIYORSUN KARANLIKTA

Kibrit çakıyorsun karanlıkta


badem çiçeklerini görmek için
Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift
sarnıç gemisi gözlerin
Bir iş açacaksın sen başımıza
yangın mı olur artık, bahar mı?

KÖRKÜTÜK

Denize karşı yakılan ateş


Kurumuş meşe dallarından
Öğlen sıcağını anımsatıyor denize,
Duman olmuş ikircikli bir ikilem
Yavaşına yavaşına giriyor geceye
Kayaları gemileri ve körkütükleriyle
Uyudu uyuyacak…

KUCUK KIZIM SU'YA

Bir derin uykudaydım ölümün içinden


Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi adeta bir suyun
Ayakucunda sen oturuyorsun

Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum

KÜFÜR

Yazılmış şiirin üstüne koyduğun somun.


Sözcükler ekmeğin lokmaları gibi.
Ben size lokmalardan kurulmuş bir şiir veriyorum.
Yiyin,bana şükredin,küfredin!

MARE NOSTRUM - (BİZİM DENİZ)

En uzun koşuysa elbet Türkiyede de Devrim,


O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak...
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi... Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!
MARTILAR Kİ

Günlerdir körköstebek nefsimle öyle hırlı


Ve öylesine harlı ki
esrik nefesim
Bir kibrit tutsam parlayacak.
Bir sarnıç gemisi diyecekler alev almış
Boğazın iki yakasından

oysa bir gaz tenekesiyle bir şişe mavg


Gelişi güzel mi güzel bir ocak
Suların ortasında sevgili öfkemle benim
Yanacak bahar erişinceye değin
Soğuktan morarmış kanatlarını
ısıtsın diye martılar

Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin

MENAPOZ

Yardımı kesildi ya Amerikan Dostluğunun


Gençler, kendinize mukayyet olun!
Kime saldıracağı belli olmaz haaa
Adetten kesilmiş kibar orospunun

MESAFELİ

Orhan Veli`ye

Nerden geliyor acep


Bu benim garipliğim?

Evden uzaklaştıkça değil


Ne de uzağında evin
Eve yakınlaştık yakınlaştıkça
Artıyor eve hasretim

MİNTİHAR

İşin ne? diye soruyorlar


Eskiden serseriydim derdim,
Ölüm diyorum şimdilerde
Ölmek benim esas işim

Fil miyim ormanlarda saklanacak


Ecelim geldiğinde,
Şairim ben ölüyorum
Gözünüzün önünde
Haykıra haykıra
MUHABBET

Bir fasulye çimleniyordu


Çiseledikçe yağmur.
Koştum vardım ki yanına
Anlasın ne nimet olduğunu
Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın
Böyle kibar erkeyin ayağ’na
Ben kendi ayağ’mnan gelirim

Bu muhabbeti görünce uzaktan


Kıpkırmızı oldu biberiye

Bayram nedir ki dedim kendi kendime


Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye

NENNİ

Uyusun da büyüsün canlar nenni


Meydanı boş buldukta kırk harami
Bir yandan bir yana
Savrula kavrula
Yanyana
Yana yaka
Kanlı sivas ilinde
Madımak otelinde
Alevlerin dilinde
Uyusun da büyüsün canlar nenni
***
Dandini dandini dastana
Mandalar girmiş vatana
Kov bostancı camızı
Yemesin aşımızı
Elele tutuşa
Dayana dayanışa
Uyansında büyüsün bebeler nenni
***
Diyen canların canına okundu
Tekbir getirildi kundaklar kondu
Bir yandan bir yana
Savrula kavrula
Yanyana
Yana yana
Kanlı sivas ilinde
Madımak otelinde
Alevlerin dilinde
Uyusun da büyüsün canlar nenni.
NEŞEYE SON

Yakın gözlüğümü yitirdim


Yitirince seni kadın
Doğumun ardından
Çatladı kapı sanki

Öyle uzak bir doğu ki her şey


Görünmüyor burnumun ucundan

Çiğnenecekmiş gibi geliyor hep


Geçerken kıtadan kıtaya

Ters bir deyzeye rastladım demin


Taburcuymuş, öyle dedi
Çıkışını yaptırıyormuş acundan
Lâf!
Ne sen ne ben sevgilim
Öldükse ölümden değil
Sevişmenin acısından

NİHAYET

Bu son kar olacak görüp göreceğim


Kim bilir ne kadar göreceğim gelecek
Şöyle lapa lapa bir karın sondurmasında
Kar da nelerini seyretmeyi bir şeytan dürbününden
Yanımda Güler bastonunu da almış
Tutmuş kolumdan yediyor beni yaşamaya
Datça,ya ki kar yüzünden gidemiyoruz
O yüzden de kara ve bizim karıya kızıyorum ya
Kar yağıyor üstümüze
Acayip bir ışık rüzgara dalmış da içinden çıkamıyor
Aşağıdan yukarı bir tipi aşağı-yukarı
Ayaklarım kayıyor çocukken kızak kayarkenki gibi
Şimdi kayıyorum bir başka ömre
Makamı bunun karca makamı
Devrilince devrini göreceğim nihayet

NİSAN TEZİ

Güneş gözlükleri gökyüzünün kırılmış


Kırkikindilere düşüyor bütün iş
Gayrı siz ağartacaksınız çocuklar
Işığın yüzünü

Toprağı öpe öpe öpe öpe


Damlalar siz
Açacaksınız körün gözünü
NUHUN KIZI

Uzun sulardan tirenler aklkıyor


Islak bir istasyona iniyorum akşamları
Adım başında bir gaz`te ölüsü
Bozuk bir şemsiye gibi kapanıyor gün
Ve bir kapı açılıyor
Senin iki kanatlı kapın

Ne benim yalanlarım ne de bu haftalarca yağmur


Kimseler yıkayamaz ellerinin beyazlığını

POLİTİKAYLA POETİKA, POETİKAYLA POLİTİKA

VI

Felcederim seni! Diye haykırıyor adam.


Felç edecekmiş beni,
Anarşistlik edip bi daha falaka şiiri yazarsam…
Derken suratının şakında “burun” diye gezdirdiği o
korkunç dikeni
Üstümde yakalanan kağıda daldırıp çıkardıktan,
Ve gözlerinin idare lambasını bi miktar daha
kıstıktan sonra,
Utan! diye höykürüyor.Yaşından başından utan!
Şarap imal ettiğin yetmiyormuş gibi,bi de iftira
ediyorsun bu fıkaralara!...
Dönüp yüzlerine bakıyorum:Başgardiyan Rıza ile
Kuru Hasan.
Yeni yumurtadan çıkmış iki keklik yavrusu kadar
mazlum ve masum,
Ağlayacaklar,dokunsam...
Kaldırıp elimin altındaki sandalyeyi kafalarına
Çakmak geliyor içimden,kendimi zor zaptediyorum
Sizin için ne diyor bu,biliyor musunuz?”Akbaba” diyor,
“Akbaba”!..
Ve aniden,sol elindeki kağıda sağ elinin tersiyle bir
hükümet darbesi aşkedip,okumaya başlıyor falaka
şiirini...
Böylece suçumu olanca ağırlığıyla yüzüme çarpıp
yüzüme,oracıkta kahretmek istiyor beni galiba,
Tarzı bir hayli kadim ve hamasî de olsa,fena okumuyor
hani;
Mesela:
”Ziyafete konmuş gibi sırıtkanlar” dizesini
okurken özellikle sırıtıyor acı acı...
Giderek,bütün kendini-beğenmişler gibi kendini
kaptırıyor kendi sesinin sihrine...
Utançla hınç karışımı,saydam ve ıslak bir perde iniyor
gözlerine,
Fırlatıyor kağıdı elinden,devletli burnunu ağzının
Kaldıracıyla ortanın sağına aktararak...
Yazdığımda en ufak bir yalan var mı? diyorum.
Fark etmez,diye celalleniyor,Benim cezaevimde
Böyle şeyler yazmak kesinlikle yasak!..
Ama ben de bir insan olarak,dilediğimi düşünmekte
Ve yazmakta hürüm,diye diretiyorum.
Sen insan filan değilsin!Mahkumsun sen mahkum!
Ezerim,felcederim seni,hele bir daha
Böyle münasebetsizlikler dene!..
Ve harika bir “Defol!” la bitiyor bu hayatta görüp
Göreceğim en olumlu,en parlak eleştiri...
Dahası var:
Cırcırlı`dan Kapıaltı`na geçerken artık,silah yerine
Şiir arıyorlar üstümde o günden beri...

OFF...

Çok tenhalaştı dünya


Saatin tıkırtısı
Bozacının zili
Bi de enayinin biri
Tırnaklarını yiyen o istiridye
Bir polis noktasında sanki
Bir virgül

Şiir kusarak,
Eveti de kalmadı hayırı da sözcüklerin
Avuç avuç taşıdığı karşı gölekten
Suya çizdiği çizgiler gibi
Bir karabatağın

OTUZBİRİNCİ NESİL

Yeniden yaşamaya başlamadan önce


Yapılacak işlerim var
Görülecek hesaplarım
Kötü kişi oldum kendimle
Kendimden özür dilemeliyim
Sırf aynı şehirde yaşıyoruz diye
Yakışır mı onca sokağın ırzına geçmek
Hem ne akla uydum da yazdım o mektubu
Hadi yazdım neyse,ne bok yemeye yolladım!

Yeniden yaşamaya başlamadan önce


İyice bir yıkanmalıyım
Bir çivit mavisinde çitilemeli günlerimi gecelerimi
Tırnaklarımı kesmeliyim
Sokağa çıkınca ilk iş bir maden suyu içeceğim
İstanbul`da olsam İstanbul`da olsam
Çocuklu bir dostum var kalkar onun evine giderdim
Daha olmazsa Metin`i bulurdum.

Şu ağaca yalvarayım en iyisi


Diyeyim ki bre ağaç
Ömrün uykuyla geçiyor nasıl olsa
Bir sefer de ben gireyim düşüne.
Bi de o türlü yaşayayım
Bakın işte yeniden yaşamaya başlamadan önce
Kafama bir çeki-düzen verip
Dayayıp döşemeliyim içimi.
Paraya kıyıp bi de kilim almalı
Bağdaş kurup çökmeli üstüne
Otura otura belki ben de o kilime dönerim
Yeşili mavisi uslu.

Yeniden yaşamaya başlamadan önce


Adam olmanın çaresine bakmalıyım
Bu haytalğın sonu yok.
Bi şeyler yapmalıyım
Kahvecilik ederim hiç değilse
Avazım çıktığı kadar ”Şekerli Biiir” diye haykırırım
Bana varmayacaklarını bile bile
Kızlara evlenme teklif eder gönüllerini alırım
O da mı olmadı tutar çocuklara masal anlatırım
Ben de bir işe yararım elbet
Değil mi ya ben de insanım
Yalnız işte yeniden yaşamaya başlamadan önce
Abaza çekmeyi bırakmalıyım

ÖYLE Bİ...

Temiz gömleğimi giydim talimden sonra


Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler
İşte sen öyle bir serindin
Tuzladan kaptılarla inerken şehre
Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa
Ve gün açık penceresinden meşelerin
Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi
Ufacık bir parça deniz gibiydin

Şipka bibirleriyle konmuş okulun camlarına


Arnavut köyünün o muhacir güneşi
İşte sen öyle bir cumartesiydin.
Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar
Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor
Köşeleri dönerken önlükleri altından
Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu
Kalkan al tranvaydın ergenlik durağımdan
Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi
Gün ağarmıştı ama ben günaydın dedim
İşte sen öyle ışıklı bir yerdin
Bilmiyordum hiç burda bir fırın olduğunu
Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üü'üh...
İşçiler ateşler ay çörekleri
Ve kılıç gibiydi taze ekmek kokusu...
Dağıttık evel allah yalnızlıkları

Yaşamak düğünse, sen orda gelindin


Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim

ÖLÜM ve OĞLUM

Ne yaman çiğköfteymiş ki bu ölüm


Şalgam suları iniyor şakaklarımdan
ben hala susuyorum
Gözlerimle taşlarcasına bir kör kuyuyu...
Nerde kaldı bire saka kuşu
Su gibi bildiğin o su kasidesi?
Ve dudaklarımı sevsinler
bir barut bulutuyla sanki
ortadan biçilmiş bir güneş
Aynı çığlığı mı ezberleyecek dersin
akşamcılar akşama tövbe edinceye dek

Düzayaktı Attar A'met Efendiden Kartal Baba Tekkesine


Bu seferki yolum ise
ardımdan gelen kolun
ölüsıra yürüyen
kilden, kirloz bir bayrak
epiy de yokuş üstelik
ve giderayak
Sırtına vurmuş yada
buruşuk bir şipka biberini
Meyvahoşa koşturuyor
mork çizmeleriyle bir kırkayak
Nasıl koşturduysa tulumbacılar eskiden
yeşil karga tulumbalarını yangına
Yandım diye böğürmüşüm
Böğrüm yiyince böğrümden
o çiğköfteyi

YANDIM

Öylebi kuşaktık ki biz oğlum


yine de sen ölüyorsun
boynuna sarılınca ben
Ve o domuz var ya İncildeki
cümle günahı yüklenip
uçuruma atlayan domuz
Biz öyle bilem olamıyoruz...
Meşksiz aşklarla senlerin
başına tacettiğimiz
o güzelim elmayı
Utanmadan o ulusal
akbabamıza sunuyoruz
kellerinizle birlikte
Bu gidişle korkarım
bi tek ses kalacak bizden
tıkırtısı farenin
Kendi tahta kuyruğunu kemiren

Cama vurulmuş güneş kırıldı


Nar daneleri döküldü suya
Yandım diye böğürüyorum
Ama bu kırkayak oynunda
Öyle yakın ki ölümle oğlum
Uyak oluvermişler adeta
Ben ne demeye hala
Sözümona bir inci gibi
Acının yanardağ bardağında
Kendi kendime eriyim?
Oysa bu dünya denen ağacın
Türkiye denen çatağında
Öyle bir oğul var ki oğul
Ölüme değil, ölüme
Yaşanmaya bi ölüm bal

Cama vurulmuş güneş kırıldı


Nar daneleri döküldü suya
Gayrı adam oldu diye babam
Oğlum beni sevse ya

ÖZGECMİS

Bir pencere için yaşadı


Dışardan ışıklar
İçerden çocuklar
Dışardan ağaçlar
İçerden anaçlar
O pencere yıkıldı
Başka bir kapı açıldı
Faili meçhul bir cennete
PARÇA PARÇA - 1

Yaşamak istiyorum
Yaşamayı bu soğumuş cehennemde
Ölü bir dost gibi içim titreyerek düşünmek değil sade,
Yaşamayı yaşamak istiyorum

PARCA PARCA - 2

Bu küfür küfür değil, küflü rüzgar,


Bu silsilesini s..ktiğimin koridorlarına
Demirli dosyalar gibi sıralanmış kapılardan
Ayaklarımın dibine kadar sokularak
Ve sezdirmeden üflüye üfüre
Parmaklarımın uçlarını kemiren
Bu kılları ağarmış fare
Ne bilir, ne anlar ki çocuklardan haber vere!
Hem verse de ne umurum!
Ben ki müebbet muhabbete mahkûmum,
Çocuklardan haber değil,
Çocukları güneş kokan enselerinden koklaya koklaya öpüp
ısırmak istiyorum

POETIKA

Yalnızlığı sevmiyorum
Yalnız kim ola ki
Kendim...
Kendimin kendini sevmiyorum
Kediler hariç...
Kahve ocakçısı olacaktım ben
Tuttum kavlimi
Yazdıklarımsa hep nafile
Hep nişanlı angaje ısloganlı
Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına
Kallavi olsun!
Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip
Ve cazveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini
Taşırmadan pişiriyorum
Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan
Ocağımızı bucağımızı
Isıtamayacağımı!
İşte onun içinde de içim titreyerek
Cezvenizi sürüyorum ateşe

ŞAŞKIN ŞAŞKIN

Deli ediyorlar maviyi


dalların uçlarında tomurcuklar
Tek durmuyorlar hiç
Kıpır da kıpır rüzgarda
Salıncak sallanıyorlar

Mavi Bey de tirşe gözleriyle


Şekva ediyor bana
Bişey söyle diyor şu yumurcaklarına

Bense bakıyorum
yattığım yerden
şaşkın şaşkın
Baharın gelişine

SENG'I DERYA

Daldı gözlerim
Denizin o tirşe ve hareli gözlerine,
Derken Poseydon`la beraber
Kaldırıp başlarımızı,güneşin
Gülkokusu bacaklarına baktık…

Derken martılar geçti


Sıyırarak suları yanımızdan
Karşı sahilde akşamla yanan
Beş pare cama gömmek için bizi

ŞEY GİBİ

Şey gibi hiçbirşeyim yahu


Satır yazamıyorum

Sanki kendimle değil


Dünyayla ölüyorum

Bağırsam bağırsam bağırsam


Bağırdığımı duymuyorum

Tek bir musluk var açık


Onunla akıyorum

İstemeden istemeden istemeden


İsteyereeeek

Ah sen ölüm denen topla köfte


Buluştuk bak cenabette

İçim rakı dışım su


Bu mahmur cinayette
Çocuklar çocuklar çocuklar
Sizlen doğmamış mıydık biz birlikte

SEVGİ DUVARI

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa


kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık


önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak


bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

SİSLEY'DEN

Avcuna kapatılmış çay fincanı


Sisler içinde şehir sıcacık
Açıktan geçen teknelerin fenerleriyle

Güvertesinde vapurun mor


Bir türkü sanar olmalı ki kendini
Kendi kendine okuyor

Ve bir çocuk düşse yanından denize


Düşse kadar yalnız
SONSÖZ

Dünya gözlerimi kendi ellerimle örttüm


Deydi yorgunluğuma
Bi ölüm kaldıydı onu da gördüm
Beni pişman etmedi doğduğuma

SUDA

Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık


Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin
Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin
İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık,


Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin
Susarmışız öyle, bir sakin derenin
İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık

TAVSAN KANI

Senden önce bir Rum papazdım


Sakallarıyla bir eski korudan
Meryem dağlarını ünledim miydi
Keçiler şaşırırdı yolunu

Allah için ben insan değildim


Ellerin olmasa okşamasaydın beni
Kim diye bakardın bu kara bulut
Cehennemin ucundan gölgesi

Kendi elinle kazdığın kuyuya


Aşk ufacık bir taş atmaktır
Gürültüsü büyüyünce sessizliğin
Marifet yosunlar gibi susmaktır

Fıkara bir midyeden başlayan deniz


Nasıl da büyüdü mavi oldu
Oturmuş yere hanım hanımcık
Ölümün ayaklarını yıkıyor

Güneş batarken getirdiğin çay


Marmaradan daha yavaş soğurdu
Göz göze geldikçe düşünürdüm de
Hep akşamla boyasınlar sandalları

Biz uslu sevgilerin türbesiydik


Her gece uyanan mezar taşlarıyla
Öyle çoğalırdı ki tavşanlarımız
Yaşayan kalmayacaktı nerdeyse
TÖREN

Körmen Burnu`ndan dönüşte


Bir dostun bostanından
Bir ayçiçeği kopardık,
Yanlış dedim,bir günebakan…
Taraçanın duvarına astık önce,
Sabah oldu oturdum karşısına
Günebakan bana bakar
Ben ona…
Güneş Tanrısına tören bu!..
Adana Cezaevinde de aynı şeyi yapmıştım,
Müdür haber almış,alındı
Aldırttı günebakanı başucumdan,
Adli koğuştan mahkumlar da
Katılırlar diye törene

UKTE

Dünyamın güzeli martılar


Sizden nasıl da yok yere korkmuşum
Kaşık Ada’nın orda!
Dalın üstüme dalın
Vurun beni, urun
Denizanası kokan gagalarınızla!
Ah sizden ben nasıl da yok yere korkmuşum!
Bilmiyordum ki çünkü
Ben hem balığım hem kuşum
Ben ama hala anlayamıyorum ki
Bunca zaman niye sizden ayrı oturmuşum

UYUMAYAN UMUT

Uyumayan bir yatak...


İçine uyuyanlardan önce
Tut ki uyandı bulut...
Ve sonra koynunda uyuyanlar
Çifleşmeye başlayınca,
Havalarda oluşan bebek
Düşün artık ne kadar
Tayyareci olacak!...
Büyüyünce atmaz diğ`mi bu çocuk
Şiirlerin üstüne atom bombalarını?.

ÜZERE

Diyelimki yağmura tutuldun bir gün


Bardaktan boşalırcasına yağıyor mübarek,
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
Işte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti


Erkenden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi dibe dalayım diyorsun
İçine çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya


Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

ÜÇ NAL LOKANTASINDAN

Bu cehennemi sıcaktan kurtulmak için


Sırtımı, omuzlarımı yüzen
Ne bir esinti bekliyorum yaprakları uçarısıya,
Ne de bir yaz yağmuru bardaktan boşanırcasına
İhtiyacım benim başka bir sıcak
Teninin sıcaklığı senin
Yelelerimden sağrıma inen ter damlalarıyla
Koşturacak beni menzilinden menziline
Dört ayak, üç nal

Güle Güle Seslerin Sessizliği…


VE KOMİSER KOLOMBO

Haldun Taner’e

Vay hafiye rüzgar vay!


Sıcakların nereye taşındığını
efendice tahkike yanaşmış
Hafiften zatülcenp muşambasıyla
Havadan sudan
dereden tepeden
hoşbeşti derken
sabah beri
Yaprak izlerini alıyor çınarın
Yandın çavuş yandın!
Böyle bir sonbahar iptidasında
Tutuklanmıştı zavallı Amerika’da

YAPRAKTI

Bir başka yolculuk dalından düşmek yere,


Yaşadığından uzun;
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere.

Ağacın yüksekliğince,
Dalın yüksekliğince rüzgarda;
Ve bir yeni ö'mü'r
Vardığın çimen yeşilliğince.

YAPRAK DÖKÜMÜ

Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar


Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar

Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar


Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar

Onlar da olmasa benim gayrı kimim var

YAZ GELDİ

Dutlar düşüyor pıtır pıtır


Memet Topçu'nun traktör gökgürültüsüyle
Yaz geldi paldır küldür
Yunus Emre indi
Suya havaya toprağa
Kulak'ın köpeği Demokrat
Yol üstüne yatmış soluyor,
Işık değişti
Işığın yolları değişti
Gölgeler ışığa çaldı
İçinde sarmanlar dolaşıyor
Böyle bir akşamüstü
Hiç ölmek istemezdim.

YASASIN CUMHURİYET

Gölköy adında bir köy varmış Gelibolu`da


Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
Ben kendimi bildim bileli bu böyledir
Dİyor muhtar:
29 Ekim`de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını,bağırdı:
Yaşasın Cumhuriyet diye
Korkarım,bu sade Gölköylülerin değil,
Umumumuzun
Sade küçüklerimizin değil,büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı

YA'U

Elektrikler söndü dün gece,


Zorbela toplayıp satrancın taşlarını mecburen yattık

Simsiyah kediler gibi dolaşıyor koğuşta


Uyuyan dostların nefesleri, dolassınlar azıcık !

Tam ben de eve doğru açılıyordum


Şıpırdatmadan hiç kürekleri, yanmaz mi o tepemdeki yüz mumluk ışık!

Bir kürek mahkumunu Boğazda sandal sefasına


Haklılar,bırakmazlar tabii ama... Ya'u ne güzel şeymiş meğer karanlık!

YESİL SİİR

Baktıkça çoğalır yıldızlar gecede


Parmaklarınla sayılmaz
Kimi duyulur, kimi duyulmaz,
Dinledikçe çoğalır gecede,
Sesler gelir,
Ya hızlıdan, ya yavaştan.
Her şey kendi dilince konuşur
Karanlık örtse de üstünü
Gecede devam eder renk renk
Ağacın dalında, rüzgarda
Her şey kendi rengince konuşur.
Gözlerini kapatır beklerdi
Yaprağa benzer ellerini, avuçlarını uzatır,
Beklerdi işitinceye dek
Ağacın dalında, rüzgarda
Yeşili duydu mu uyurdu
Rüyasında...

YETER

Çok uzun bu uzantılar


Üç dakka yeter bana
Çocuk sesleri için
Mektepten dönerken
Üç dakka yeter bana
Öpmek için gözlerinizden
Ve cennetten kovulmak için

YORGUNLUK

Kuşlar vardır, cana benzer havalarda


Soguksa kar, baharsa yaprak
Bir başına büyür toprakta ömrümüz,
Güneşle yeşil elleriyle çıplak.

Uslu ayaklarla başlamış yolculuk,


Yürünmez öyle, bazen durulur,
Ve iner erenler katına yorgunluk
Kapanır sükun üzre kitaplar.

Nefeslerle sürüp giden yaşamamız


Bir su kenarına gelir durur
Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır
Yürünmez öyle hep, bazen susulur.
...

Bilmelisin ki...
Duvarda asılı diplomalar insani insan yapmaya yetmez.

Bilmelisin ki...
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

Bilmelisin ki...
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini
bulmak zor.

Bilmelisin ki...
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!

Bilmelisin ki...
Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla
var.

Bilmelisin ki...
Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven
öğrenebiliyorsunuz.
Aile her zaman biyolojik değil.

Bilmelisin ki...
Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek
gerekir.

Bilmelisin ki...
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Bilmelisin ki...
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Bilmelisin ki...
Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz
sorumluyuz

Bilmelisin ki...
İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de
sevdikleri anlamına gelmez.

Bilmelisin ki...
Her problem kendi içinde bir firsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Bilmelisin ki...
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor

You might also like