You are on page 1of 189

DÖRDÜNCÜ sýnýftaydým. Yaþým on iki kadar olmalý.

Fransýzca muallimimiz Sor Aleksi, bir gün


ifesi vermiþti. "Hayattaki ilk hatýralarýnýzý yazmaya çalýþýn. Bakalým neler bulacaksýnýz?
bir hayat temini olur," demiþti.
Hiç unutmam; yaramazlýðýmdan, gevezeliðimden býkan öðretmenler, o sýnýfta beni arkadaþlarým
köþede tek kiþilik bir küçük sýraya oturtmuþlardý.
Müdirenin söylediðine göre, ders esnasýnda komþularýmý lakýrdýya tutmamayý, uslu uslu muall
yi öðreninceye kadar orada bir sürgün hayatý geçirmeye mahkûmdum.
Bir yanýmda kocaman bir tahta direk vardýr. Ne yapýlsa sýnýftan çýkarýlmasýna imkân olmayan
a çakýmýn ucuyla ötesine beý isine açtýðým yaracýklara stoik bir vakarla tahammül eden sess
aþlý ve upuzun bir komþu.
Öte yanýmda manastýr terbiyesinin istediði serin ve maðrur loþluðu temin için yapýlmýþa ben
njurlarý hiç açýlmayan bir uzun pencere dururdu. Ehemmiyetli bir keþif yapmýþtým. Göðsümü s
mi biraz yukarý kaldýrdýðým vakit panjurlarýn arasýndan gökyüzünün bir parçasýyla bir büyük
rasýndan tek bir apartman penceresi ve bir balkon parmaklýðý görünürdü
Doðrusunu söylemek lâzým gelirse, manzara hiç de zengin deðildi. Pencere her zaman kapalý d
r, balkon parmaklýðýna hemen daima bir ufak çocuk þiltesi ile yorgan asýlýrdý.
Fakat ben, bu kadarýndan da memnundum.
Ders esnasýnda ellerim çenemin altýnda kilitli, sor hocalarýma çok ruhani görünmesi gereken
r vaziyette gözlerimi
8
Reþat Nuri Güntekin
göðe -panjur aralýklarýndan görünen hakiki gökyüzüne- uydurduðum zaman, onlar bunu bir usla
sanarak sevinirlerdi. Ben de onlarý atlatarak bizden gizlemeye çalýþtýklarý hayatý seyrediy
uþum gibi bir þey, bir atlatma ve intikam zevki duyardým.
Sor Aleksi, izahatýný bitirdikten sonra bizi çalýþmaya býrakmýþtý.
Ön sýralarý süsleyen aðýrbaþlý sýnýf birincileri hemen iþe koyulmuþlardý. Yanlarýnda olmadý
zlarý üzerinden okumuþ gibi biliyordum: "Ýlk hatýraný, sevgili anneciðimin küçük karyolamýn
altýn sarýsý baþý, bana muhabbetle gülümseyen gök mavisi gözleridir," tarzýnda þairane bir
. Hakikatte annecikler altýn sarýsý ve gök mavisinden baþka renklerde de olabilirdi. Fakat
sörlerde okuyan kýzlarýn kaleminden bu renklere boyanmak, o biçareler için bir mecburiyet
, bizim için bir usuldü.
Bana gelince, ben bambaþka bir çocuktum. Çok küçük yaþta kaybettiðim annemden aklýmda pek f
r þey kalmamýþtý. Fakat herhalde altýn saçlý ve mavi gözlü olmadýðý muhakkaktý. Böyle olunc
bana onu asýl çehresinden baþka bir çehre ile düþündürmeye ve sevdirmeye muktedir deðildi.
Beni bir düþüncedir almýþtý. Ne yazacaktým? Duvardaki boyalý Meryem tablosunun altýna asýlm
at durmadan yürüdüðü halde ben, hâlâ yerimde sayýyordum. Basýmdaki kurdeleyi çözdüm, saçlar
n üzerine indirmeye baþladým. Bir elimle de kalemimi aðzýma sokuyor, ýsýra ýsýra diþlerimin
dürüyordum.
Filozoflarýn, þairlerin, yazý yazarken burunlarýný kaþýmak, çenelerinin derilerini çekiþtir
garip garip huylan
ÇALIKUÞU
vardýr ya... Kalemi ýsýrmak ve saçlarýmý gözlerimin üstüne daðýtmak da benim düþüncelere da
Bereket versin benim düþünce saatlerim çok nadirdir. Çünkü o takdirde hayatým -masallardaki
çarþamba karýsý ve ocak anasýnýn hayatý gibi- karmakarýþýk bir saç kümesi içinde geçecekti
Aradan seneler geçti. Yabancý bir þehirde, yabancý bir otel odasýnda, sýrf bitip tükenmeyec
gibi görünen bir gecenin yalnýzlýðýna karþý koymak için hatýralarýmý yazmaya baþladýðým bu
ayný küçük çocuk tavrýyla saçlarýmý çekiþtiriyor, gözlerimin üstüne indirmeye uðraþýyor.
Bunun sebebine gelince, öyle sanýyorum ki, ben etrafýndaki hayata pek fazla kendini ka
pýp koyveren, hafif ve dikkatsiz bir çocuktum. Besbelli sýký zamanlarda kendi kendimle,
kendi fikirlerimle yalnýz kalmak için gözlerimle dünya arasýnda, bu saçlardan bir perde koy
aya çalýþýyordum.
Kalem sapýný kebap þiþi gibi diþlerimin arasýnda çevirmeye gelince, onun hikmetini doðrusu
m de pek anlamadým. Bütün bildiðim, dudaklarýmdan mor mürekkep lekelerinin eksik olmadýðý v
enç kýz hali alýr gibi olduðum bir yaþta, beni bir gün mektepte ziyarete gelen birisinin ka
adeta býyýk çekmiþ gibi çýkarak yerin dibine geçtiðimdir.
O gün, bütün düþüncelerime raðmen, ancak þu kadarcýk bir þey yazabildiðimi hatýrlýyorum:
"Ben, galiba balýklar gibi bir göl içinde doðdum. Annemi hatýrlamýyor deðilim... Babamý, da
erimiz Hüseyin i... Beni bir gün sokakta koþturan bodur bir kara köpeði... Bir gün, dolu bi
sepetten gizlice üzüm çalarken parmaðýmý sokan arýyý... Gözüm aðrýdýðý vakit içine damlatý
yin'le beraber istanbul'a geliþimizi... Evet, bunlara ben-
10
Reþat Nuri Güntekin
zer daha birçok þey aklýmdan geçiyor... Fakat bunlarýn hiçbiri ilk hatýra deðil... Sevdiðim
, büyük yapraklar arasýnda çýrýlçýplak çabalayýþým kadar eski deðil... Deniz kadar uçsuz bu
e büyük büyük yapraklar, dört bir tarafýnda aðaçlar varsa; bu göl nasýl deniz kadar büyük o
iniz... Vallahi yalan söylemiyorum ve ona sizin kadar ben de þaþýyorum.. Fakat bu böyle; n
e yapalým?
Vazifem sýnýfta okunduðu zaman, bütün arkadaþlarým bana dönerek kahkahayla gülmüþler ve zav
si onlarý yatýþtýrýp teskin etmek için hayli sýkýntý çekmiþti.
*
Garibi þu ki, Sor Aleksi, siyah elbisesinin içinde filiz gibi boyu, bembeyaz koleret
'i ile alnýna kaldýrýlmýþ bir saraylý yaþmaðýna benzeyen baþlýðý arasýnda sivilceli kansýz
la þimdi karþýmda belirse ve bana tekrar o suali sorsa, galiba ayný cevaptan baþkasýný bula
acaðým; yine balýk gibi göl içinde doðduðumu söylemeye baþlayacaðým.
Sonralarý öteden beriden öðrendiðime göre bu göl, Musul taraflarýnda, adýný bir türlü aklým
yaný baþýndadýr ve benim uçsuz bucaksýz denizim bir aðaç kümesi arasýnda, kuru bir ýrmaktan
avuç sudan baþka bir þey deðildir.
Babam; o zaman Musul'daymýþ. Ben, iki buçuk yaþýnda kadarmýþým. Yaz o kadar þiddetli olmuþ
barýnmak kabil olmamýþ; babam, annemle beni bu köye getirmeye mecbur kalmýþ. Kendisi her s
bah atla Musul'a iner, akþamlarý güneþ battýktan sonra dönermiþ.
Annem hastaymýþ. Beni bile gözü görmeyecek kadar hasta.
ÇALIKUÞU H
Bir zaman pek sefil olmuþum... Aylarca hizmetçi odalarýnda sürünmüþüm. Sonra köylerden biri
ma diye kimsesiz bir Arap kadýný bulmuþlar... Fatma, yeni ölmüþ çocuðundan boþ kalan memesi
albini bana vermiþ...
Ýlk senelerde bir çöl çocuðu gibi büyümüþüm... Fatma, beni bohça gibi sýrtýna baðlar, kýzgý
ma aðaçlarýnýn tepesine çýkartýrmýþ.
iþte o sýralarda yukarýda söylediðim köye gelmiþim. Fatma, beni her sabah yiyeceðimizle ber
bu aðaçlýða getirir, çýrýlçýplak suya sokarmýþ... Akþama kadar alt alta, üst üste boðuþur,
z... Sonra uykumuz geldiði vakit, kumlan kümeleyerek yastýk yapar, vücutlarýmýz suda, baþla
a kucak kucaða, yanak yanaða uyurmuþuz...
Ben, bu su âlemine o kadar alýþmýþým ki, tekrar Musul'a döndüðüm vakit denizden çýkmýþ balý
uk ederek çýrpýnýr, fýrsat buldukça üzerimdeki elbiseleri atarak çýrýlçýplak sokaða koþarmý
Fatma'nýn burnunda, yanaklarýnda, bileklerinde, dövmeden süsler vardý. Bunlara o kadar alýþ
, dövmesi olmayan yüzler bana adeta çirkin görünüyordu. Benim ilk büyük matemim, Fatma'dan
uþtu. Döne dolaþa Kerbe-la'ya gelmiþtik. Dört yaþýmdaydým. Aþaðý yukarý her þeyi hatýrlayac
a iyi bir kýsmet çýkmýþtý. Dadýmýn gelin olduðu, köþeye oturduðu gün, bugünkü gibi gözümün
meli olduðu için bana dünya güzeli gibi görünen kadýnlarla dolu bir evde beni kucaktan kuca
zdiriyorlar, sonra Fatma'nýn yanýna oturtuyorlardý.
Sonra, ortaya konan siniler üzerinde avuçla kapýþ kapýþ yemek yediðimizi hatýrlýyorum. Niha
yorgunluðundan ve zilli teflerle testi biçiminde dümbeleklerin verdiði sersemlikten, yin
e erkenden dadýmýn dizinde uyuyakaldým.
Oðlu Hüseyin'i Kerbela'da þehit ettikleri zaman Fatma anamýz sað mýydý, bilmiyorum. Fakat k
aðýz, o kara güne
12
Reþat Nuri Güntekin

yetiþtiyse kopardýðý vaveyla, benim düðün gecesi sabahý evde kendimi yabancý bir kadýnýn ko
uðum zaman kopardýðým vaveylanýn yanýnda hiç kalýrdý.
Hasýlý, Kerbela Kerbela olalý zannederim ki böyle gürültülü matem görmemiþtir. Baðýrmaktan
günlerce büyük adam gibi, açlýk grevi yaptým.
Dadýmýn acýsýný aylarca sonra bana, Hüseyin isminde bir süvari neferi unutturdu. Hüseyin, t
esnasýnda attan düþerek sakat kalmýþ bir askerdi. Babam, onu emir neferi olarak eve almýþtý
in, deliþmen bir adamdý. Beni çabucak sevmiþti. Ben de umulmaz ve affedilmez bir vefasýzlýk
a onun sevgisine mukabele edivermiþtim. Gerçi Fatma ile olduðu gibi beraber yatmýyorduk,
fakat sabahleyin horozlarla beraber gözlerimi açtýðým dakikada soluðu onun odasýnda alýr,
iner gibi göðsüne oturarak parmaðýmla gözkapaklarýný açardým.
Fatma'nýn bahçesine, kýrlarýna bedel; Hüseyin, beni kýþlaya asker içine alýþtýrmýþtý. Bu uz
oyun icat etmekteki maharetini ben, baþka kimsede görmedim. Asýl güzeli, bunlarýn çoðunun
alý, heyecanlý þeyler olmasýydý. Mesela beni lastik top gibi havaya fýrlatýp tutar, yahut k
aðýnýn üstüne oturtup ayaklarýmdan tutarak sýçratýr, fýrýl fýrýl çevirirdi. Saçlarým karýþm
ktan duyduðum zevki ondan sonra hiçbir þeyde bulamadým.
Bazen kaza da olmaz deðildi. Fakat Hüseyin'le aramýzda sýký bir mukavele vardý. Oyunda caný
anarsa aðlamayacak, onu kimseye þikâyet etmeyecektim. Bu, benim doðruluðumdan ziyade; onun
bir daha benimle oynamamasýndan korktuðum için büyük bir adam gibi sýr saklamaya alýþmýþ o
. Çocukluðumda bana hoyrat derlerdi. Galiba haklarý da vardý. Kiminle oynarsam canýný yakar
baðýrtýrdým. Bu huy, herhalde Hüseyin'le oynadýðým oyunlardan kalma bir þey olacak.
ÇALIKUÞU 13
Nasýl ki, kendi caným yandýðý zaman da pek ah ü zara kapýlmadan felaketi güleryüzle karþýla
adigârýdýr.
Hüseyin, bazen de kýþlada Anadolulu neferlere saz çaldýrýr, beni yine testi gibi tepesinin
e yerleþtirip garip oyunlar oynardý.
Bir zamanlar da onunla at hýrsýzlýðýna alýþmýþtýk. Babam evde olmadýðý zaman Hüseyin, ahýrd
oturtarak saatlerce kýrlarda dolaþtýrýrdý. Fakat eðlencemiz uzun sürmedi. Pek günahýna gir
ama, galiba aþçý kadýn tarafýndan babama gammazlandýk ve zavallý Hüseyin, ondan iki tokat
ten sonra bir daha ata yanaþmaya cesaret edemedi.
Halis muhabbet; kavgasýz, gürültüsüz olmaz, derler. Biz de Hüseyin'le günde en aþaðý beþ nö
rdik.
Bir tuhaf surat asma tarzým vardý. Odanýn bir köþesinde yere çomelir, yüzümü duvara çevirir
n üç, beþ dakika beni bu halde býraktýktan sonra halime acýyarak birdenbire belimden kavrar
baðýrla baðýrta havaya kaldýrýrdý.
Bir nöbet de kucaðýnda titizlik ettikten sonra nihayet neferi çenesinden öpmeye razý olurdu
ve barýþýrdýk.
Hüseyin'le arkadaþlýðýmýz iki sene sürdü. Fakat o zamanýn seneleri þimdikilere benzemezdi.
zun, o kadar uzundu ki...
Çocukluk hatýralarýmý anlatýrken hep Fatma'dan, Hüseyin'den bahsediþim biraz ayýp düþmüyor
Benim babam Nizamettin isminde bir süvari binbaþýsýydý. Annemle evlendiði sene Diyarbakýr'a
ermiþler, gidiþ o gidiþ. Artýk bir daha Ýstanbul'a dönmemiþ. Diyarbakýr'dan Musul'a, Musul'
anýkýn'a, oradan Baðdat'a, Kerbela'ya geçmiþ... Bir yerde üst üste iki sene kalmamýþ.
Reþat Nuri Güntekin
14

,;*s
Annemi bana benzetirler. Hele babamla evlendiði seneden kalma bir fotoðrafý vardýr ki be
nim modelim gibidir. Fakat zavallý kadýn, sýhhatçe hiç bana benzememiþ. Çok zayýfmýþ. Bitip
olculuklara, daðlarýn sert havasýna, çöllerin ateþine dayanacak bir vücutta deðilmiþ. Sonra
a bir hastalýðý da varmýþ. Fakat zavallýnýn bütün evlilik hayatý, bu hastalýðý saklamaya ça
sýn, babamý çok sevi-yormuþ. Kendisini zorla ayýrýrlar diye korkuyormuþ...
- Seni hiç olmazsa bir mevsim için, iki ay için annene göndereyim. O biçare de ihtiyar...
Seni kim bilir ne kadar göreceði gelmiþtir, dermiþ. Fakat annem:
- Þartýmýzda bu var mýydý? istanbul'a beraber dönmeyecek miydik? diye adeta çýkýþýrmýþ... H
- Benim hiçbir þeyim yok... Biraz yorgunluk... Ýki gün evvel biraz hava deðiþti de ondan ol
um, geçer, gibi þeyler söylermiþ...
Sonra, istanbul'u göreceði geldiðini babamdan saklarmýþ... Fakat mümkün mü? Daha uykuya dal
dakika olmadan uyandýrýr ve Kalender'deki yalýmýzda, civarýndaki koruda veyahut Boðaz'ýn s
rýnda geçmiþ bir uzun rüyayý anlatýrmýþ. Birkaç uyku dakikasýna bu kadar uzun rüyalarý sýðd
rleri herhalde çok, çok göreceði gelmiþ olmasý lâzým gelmez mi?
Büyükannem serasker kapýsýna, mabeyincilerin konaklarýna giderek aðlayýp sýzlýyormuþ, fakat
rmalar bir türlü netice vermiyormuþ.
Nihayet annemin hastalýðý artýnca babam, hiç olmazsa onu istanbul'a götürmek için bir ay iz
temiþ ve cevap beklemeden yola çýkmýþ.
Mahfeler içinde çölü geçiþimiz bugünkü gibi hatýrýmdadýr.
Beyrut'ta denize kavuþmak, annemi biraz canlandýrýr gibi olmuþtu. Misafir olduðumuz evde b
eni yataðýna oturtarak
ÇALIKUÞU 15
saçlarýmý tarýyor, ellerimin kirli, düðmelerimin kopuk olmasýna aldýrmadan baþýný göðsüme k
Bir gün büsbütün ayaða da kalktý; sandýðýndan yeni elbiseler çýkararak süslendi. Akþamüstü
k. Babam, bende biraz vahþi tabiatlý, sert bir asker hatýrasý býrakmýþtýr. Fakat annemi aya
ce sevinçle konuþtuðunu, yeni yürüyen bir çocuk gibi onu bileklerinden tutarak aðladýðýný h
.
Bu, bizim bir arada geçirdiðimiz son gün oldu. Annemi ertesi gün açýk bir sandýðýn kenarýnd
aþýr bohçasýnýn üstüne düþmüþ, dudaklarýnda bir kan lekesiyle ölü bulmuþlar!
Altý yaþýnda bir çocuðun epeyce þeylere aklý ermesi lâzým gelir. Fakat ben, nedense hiçbir
iþtim. Bulunduðumuz ev kalabalýktý. Birçok günler büyük bir bahçede çocuklarla boðuþtuðumu;
er sokaklarda, deniz kenarlarýnda, cami avlusu gibi kubbeli yerlerde dolaþtýðýmý biliyorum.
Annemi yabancý bir toprakta býraktýktan sonra, istanbul'a dönmek babamýn içine sinmemiþ...
iba biraz da büyükannem ve teyzelerimle karþýlaþmaktan çekinmiþ... Fakat buna mukabil beni
ara göndermeyi bir vazife bilmiþ. Sonra tabii, günden güne büyüyen bir kýz çocuðunu kýþlada
linde terbiye etme imkânsýzlýðýný da düþünmüþ olacak.
*
Beni istanbul'a neferimiz Hüseyin getirdi. Lüks bir vapurda kýlýksýz bir Arap neferinin ku
caðýnda bir minimini kýz çocuðu... Bu manzara, vapurda birçok kimseye kimbilir ne sefil ve
cý görünmüþtür. Fakat bu seyahati Hüseyin'den baþka kiminle yapsam muhakkak bu kadar mesut
zdým.
Yalýmýzýn arkasýndaki korulukta bir taþ havuz, bu havuzun kenarýnda kollarý omuz baþlarýnda
ak bir çocuk heykeli vardý.
16
Reþat Nuri Güntekin
ilk geldiðim günlerde bu kýrýk heykel, güneþ ve rutubetten kararmýþ rengiyle, bana sakat bi
gibi görünmüþtü. Havuzun yeþilimsi sularýnýn kýzýl yapraklarla örtülü olmasýna göre mevsim
yapraklarý seyrederken altlarýnda birkaç kýrmýzý balýðýn dolaþtýðýný gördüm ve büyükannemi
ntari ve yeni potinlerimle havuzun içinde yürüyüverdim.
Etrafta bir çýðlýk koptu. Neye uðradýðýmý anlamaya meydan kalmadan teyzelerim beni kucaklar
k yukarý götürdüler, bir yandan öpüp bir yandan azarlayarak üstümü deðiþtirdiler.
Bu çýðlýk ve telaþtan gözüm yýldýðý için artýk havuza girmeye cesaret edemiyor, yüzükoyun,
zanarak baþýmý suya sarkýtýyordum.
Bir gün yine bu vaziyette balýklarý seyretmekle meþguldüm. Tablo, bugünkü gibi gözümün önün
, biraz arkada, omuzlarýndan hiç eksik etmediði siyah atkýsýyla, bir bahçe iskemlesine otur
uþ; Hüseyin'se namaz kýlar gibi yanýnda diz çökmüþtü.
Yavaþ yavaþ bir þey konuþuyorlardý. Herhalde Türkçe konuþuyor olmalýydýlar ki ne söyledikle
mýyordum. Fakat seslerinden, ara sýra bana bakmalarýndan þüphelendim. Tavþan gibi kulaklarý
kmiþtim. Diþimle kýrarak havuza attýðým simit kýrýntýlarýna üþüþen kýrmýzý balýklarý izliyo
dibine vurmuþ akislerine bakýyordum. Hüseyin, bana bakarken kocaman mendiliyle gözlerini
siliyor-du. Çocuklarýn bazen yaþlarýnýn çok üstünde garip seziþleri vardýr.
Niçin? Bu incelikleri akýl edecek yaþta deðildim. Yalnýz, bu ayrýlýðýn vakti gelince güneþi
urun yaðmasý gibi hiçbir tedbirle önüne geçilemeyecek bir felaket olduðunu gayet iyi anlýyo
O gece, büyükannemin karyolasýna bitiþik küçük karyo-
ÇALIKUÞU 17
lamda birdenbire gözlerimi açtým. Baþýmda yanan kýrmýzý gece kandili sönmüþtü. Fakat pencer
ay ýþýðý içindeki oda bembeyazdý. Uykumu almýþtým, içimde dayanýlmaz bir acý vardý. Bir za
ayanarak büyükanneme baktýktan, onun uyuduðuna kanaat getirdikten sonra yavaþça karyolamdan
indim; ayaklarýmýn ucuna basarak odadan çýktým. Baþka çocuklar gibi karanlýk ve yalnýzlýkta
dým. Merdiven tahtalarý gýcýrdadýkça büyük bir insan ihtiyatýyla yerimde durarak aðýr aðýr
Kapýlarý sürgülemiþlerdi. Fakat bahçe kapýsýnýn yanýndaki pencere açýk býrakýldýðý için dýþ
iþ oldu.
Hüseyin, bahçenin ta öbür ucundaki bahçývan kulübesinde yatardý. Beyaz gecelik gömleðimin u
eri bacaklarýma dolaþa dolaþa oraya koþtum. Hüseyin'in bir kerevet üzerine serilmiþ yataðýn
Onun uykusu çok aðýrdý. Zaten Arabistan'dayken de sabahlarý onu uyandýrmak çok zor bir iþti
rini açmaya razý olmasý için ata biner gibi göðsüne oturup zýplamak, uzun býyýklarýný dizgi
çekmek ve bir süre baðýrtmak lâzým gelirdi. Fakat bu gece ben, onu uyandýrmaktan korkuyord
Uyanýrsa beni eskisi gibi koynuna yatýrmaya razý olmayacaðýndan; bütün yalvarmalarýma raðm
alarak büyükanneme teslim edeceðinden emindim
Zaten bütün istediðim, son bir gecemi daha onun koynunda geçirmekten ibaretti.
O geceki münasebetsizliðim yakýn zamanlara kadar aile içinde söylenmiþtir.
Büyükannem, sabaha karþý uyanýp da beni yataðýmda göremeyince çýldýracak gibi olmuþ... Birk
bütün yalý ayaða kalkmýþ... Ellerinde lambalar, þamdanlarla bahçelere, deniz kenarlarýna dö
van arasýndan sokaða, kayýkhaneden havuzun iki karýþ suyuna kadar her yeri arayýp
Çalýkuþu - F.2
18
Reþat Nuri Güntekin
taramýþlar... Bitiþik arsadaki bostan kuyusuna fener sarkýtmýþlar...
Neden sonra büyükannem, Hüseyin'i hatýrlayarak odasýna koþmuþ ve beni neferin boynuna sýmsý
k uyumuþ görmüþ.
Ayrýlýk gününün faciasýný hâlâ hatýrlar ve gülerim. Ben ömrümde o günkü kadar dalkavukluk e
eyin, kapýnýn yanma çömelmiþ, koskoca býyýklarýyla utanmadan aðlýyordu; ben, Baðdat'ta, Sur
dilencilerinden öðrendiðim dualarla büyükannemin, teyzelerimin eteklerini öpüyordum.
*
Romanlar mahzun insaný; omuzlarý çökmüþ, gözleri sönmüþ, hareketsiz ve sessiz bir insan diy
aha açýkçasý bir miskin þeklinde tasvir ederler.
Bende daima bunun aksi olmuþtur. Ne zaman derin bir üzüntüye kapýlsam gözlerim parlar, tavý
e hareketlerim neþelenir, içim içime sýðmaz olur. Dünyayý hiçe sayýyormuþum gibi kahkahalar
türlü gevezelik ve delilikler yaparým. Bununla beraber, öyle sanýyorum ki yakýn kimsesi ve
baþkalarýna açýlmaya kabiliyeti olmayan insanlar için bu daha iyi bir þeydir.
Hüseyin'den ayrýldýktan sonra da böyle yaptýðýmý hatýrlýyorum. Yaramazlýktan kuduruyor, ben
diye getirdikleri akraba çocuklarýna saldýrarak canlarýný yakýyordum.
Yabancýlar tarafýndan ayýplanacak bir vefasýzlýkla Hüseyin'i çabucak yakadan silkip atmýþtý
lmiyorum ama, ihtimal, ona sahiden de dargýndým. Yanýmda adý anýldýkça yüzümü ekþitiyor, ye
kelimelerle "Hüseyin pis, Hüseyin çirkin, edepsiz... Ööö," diye yere tükü-rüyordum.
Bununla beraber zavallý, pis, çirkin Hüseyin'in bana Beyrut'a çýkar çýkmaz gönderdiði bir k
ma, hiddetimi
ÇALIKUÞU 19
yatýþtýrýr gibi olmuþu. Bunlarýn bitmesinden bir felaket gibi korktuðum halde bir oturuþta
ni silip süpürdüm. Bereket versin çekirdekleri kalýyordu. Onlarla haftalarca eðlendim. Bir
mýný katýrboncuklarýyla karýþtýrarak ipliðe dizdim; muhteþem bir yamyam kolyesi þeklinde bo
tým. Ötekileri bahçenin ötesine, berisine diktim. Aylarca her sabah küçük bir kova ile onla
luyor, bahçede bir hurma ormaný meydana gelmesini bekliyordum.
Zavallý büyükannem þaþkýna dönmüþtü. Benimle baþa çýk-mak hakikaten imkânsýzdý. Sabah karan
ktan baygýn düþünceye kadar gürültü ve yaramazlýk ederdim. Sesim kesildiði vakit yalýyý ade
bu, benim ya bir yerimi keserek sessiz sedasýz kanýmý dindirmeye çalýþtýðýma, ya bir yerden
an baðýrmamak için kývrandýðýma, yahut da sandalye ayaklarýný testerelemek, minder örtüleri
gibi muzýr bir iþle meþgul bulunduðuma delalet ederdi.
Bir gün kuþlara bez ve tahta parçalarýyla yuva yapmak için aðaçlarýn tepesine çýkar, bir ba
bacasýndan taþ atýp aþçýyý korkutmak için dam tepelerine týrmanýrdým.
Yalýya ara sýra bir doktor gelip giderdi. Bir gün kapýda bu doktoru bekleyen boþ arabaya a
tlayarak hayvanlarý kamçýlamýþ, bir baþka gün de kocaman bir çamaþýr teknesini sürüye sürüy
kendimi akýntýya salývermiþtim. Bilmem baþkalarýnda da öyle midir? Bizim ailede öksüzlere e
günah sayýlýrdý. Pek çekilmez hale geldiðim zaman verdikleri ceza, kolumdan tutarak bir oda
a kilitlemekti.
Bütün çocuklarýn "Sakallý Amca" diye çaðýrdýklarý tuhaf bir akrabamýz vardý. Bu sakallý amc
me "Evliya parmaklýðý" derdi. Çünkü parmaklarým bir gün bile yarasýz, be-resiz olmaz ve dai
onmuþ gibi bez parçalarýyla sarýlý bulunurdu.
Akrabalarýmla bir türlü geçinemezdim. Yaþça kendimden
20
Reþat Nuri Güntekin
çok büyük olan akraba çocuklarýný bile yýldýrmýþtým. Binde bir içimde bir sevgi dalgasý kab
u da ayrý bir felaketti, insan gibi sevmeyi, sevdiðimi güzel güzel okþamayý öðrenmemiþtim.
insanýn üstüne bir canavar yavrusu gibi atýlýr, kulaklarýný ýsýrýr, yüzünü týrmalar, tartak
a çevirirdim.
Akraba çocuklarý arasýnda yalnýz birine karþý anlaþýlmaz bir çekingenlik ve cesaretsizliðim
ime Teyze'nin oðlu Kâmran. Maamafih ona çocuk demek de pek doðru olmazdý. Bir kere yaþça bü
nra çok uslu ve aðýrbaþlýydý. Çocuklarýn arasýna karýþmaktan hoþlanmaz, elleri ceplerinde k
deniz kenarýnda dolaþýr, yahut aðaçlarýn altýnda kitap okurdu.
Kâmran'ýn kývýrcýk san saçlarý, beyaz, nazik, parlak bir cildi vardý. O kadar parlak bir ci
, cesaretim olsa da kulaklarýna yapýþsam, yakýndan yanaklarýna baksam, aynada gibi kendimi
göreceðimi sanýrdým.
Bununla beraber, çekingenliðime raðmen bir gün Kâm-ran'la da kavga ettim; deniz kenarýnda s
pete koyarak taþýdýðým bir kaya parçasýný onun ayaðý üzerinde býraktým. Taþ mý pek aðýrdý,
yorum. Birdenbire bir çýðlýk, bir vaveyladýr koptu. Þaþýrdým. Bahçedeki aðaca saklanmak içi
zar, ne tehdit, hatta ne yalvarma beni aþaðýya indiremiyordu. Nihayet bahçývaný, benim taki
ime memur ettiler. Öyle ki adamcaðýz, yoluna devam ederse benim vücudumu çekemeyecek kadar
ince dallara çýkmakta tereddüt etmeyeceðimi ve bir kaza çýkacaðýný anladý, tekrar aþaðý in
Hasýlý o gece ortalýk kararýncaya kadar, kuþ gibi aðaç dalýnda tünedim.
Biçare büyükannemde hiç uyku býrakmamýþtým. Kadýncaðýz, beni iyiden iyiye sevgisiyle sarmýþ
bir gün evvelki yorgunluðunu dinlendirmeden benim gürültümle uyandýkça yataðýnda doðruluyor
llarýmdan tutup sar-
ÇALIKUÞU 21
sarak, "Ne vardý ölüp de bu yaþýnda bu canavarý benim baþýma musallat edecek?" diye anneme
Fakat þurasý da muhakkaktý ki, bu dakikalarda annem karþýsýna çýkýp "Bu canavarý mý, yoksa
iyebilseydi, büyükannem hiç þüphesiz beni alýr, onu geldiði yere gönderirdi.
Evet, hastalýklý bir ihtiyar kadýnýn bir gün evvelki yorgunluðunu dinlendirmeden uykudan uy
nmasý zordur. Fakat dinlenmiþ bir vücut, ýstýraba susamýþ bir ruhla yatakta uyanýþ ve hatýr
luðu da unutmamak lâzým...
Hasýlý, verdiðim zahmetlere raðmen eminim ki büyükannem benimle çok avundu ve mesut oldu.
*
Onu kaybettiðim zaman dokuz yaþlarýndaydým. Babam da tesadüfen istanbul'da bulunuyordu.
Zavallýyý bu sefer de Trablus'tan Arnavutluk'a kaldýrmýþlardý, istanbul'da ancak bir hafta
alabilmiþti.
Büyükannemin ölümü onu müþkül bir mevkide býrakýyordu. Bekâr zabit, dokuz yaþýnda bir kýz ç
sürükleyemezdi. Nedense, beni teyzelerimin yanýnda býrakmaya yanaþamýyor, ihtimal, bir sýðý
etine düþmemden korkuyordu. Ne düþündüyse düþündü, bir sabah beni elimden tutarak vapura bi
stanbul'a geçirdi. Köprüde tekrar bir arabaya binerek bitip tükenmez yokuþlardan çýktýk, ça
eçtik, sonra büyük bir taþ binanýn kapýsý önünde durduk.
Burasý, benim on sene kapalý kalacaðým sor mektebiydi. Bizi kapýnýn yanýnda perdeleri ve pa
rlarý kapalý loþ bir odaya aldýlar.
Her þey Önceden konuþulup hazýrlanmýþ olacaktý ki, biraz sonra içeri giren siyahlý bir kadý
u eðildi; baþýndaki beyaz baþlýðýn uçlarý garip bir kuþun kanatlan gibi saçlarýma sürünerek
yanaklarýmý okþadý.
22
Reþat Nuri Güntekin

Mektebe ilk ayak atýþýmýn yine bir kaza, bir yaramazlýkla baþladýðýný hatýrlýyorum.
Babam, Sor Süperiyör'le konuþurken ben, dolaþmaya, öteyi beriyi karýþtýrmaya baþlamýþtým. Ü
i resimlere parmaðýmla dokunmak istediðim bir vazo yere düþerek kýrýldý.
Babam kýlýcýný çýkartarak yerinden fýrladý, telaþla beni kolumdan yakaladý. Kýrýlan vazonun
eriyör ise bilakis gülüyordu. Ellerini sallayarak babamý yatýþtýrmaya çalýþýyordu.
Mektepte ben, bu vazoya benzemez daha neler kýracaktým. Evdeki haþaralýðým orada devam ediy
rdu. Bu sörler ya hakikaten melek gibi sabýrlý insanlardý, yahut da benim hoþ bir tarafým v
rdý. Yoksa baþka türlü benim kahrýmý çekmek mümkün deðildi.
Sýnýfta mütemadiyen gevezelik eder, oradan oraya dolaþýrdým. Herkes gibi merdivenlerden ini
çýkmak benim için deðildi. Mutlaka bir köþeye sinerek arkadaþlarýmýn inmesini bekler, sonr
biner gibi týrabzanýn üzerine atlayarak kendimi yukarýdan aþaðýya kapýp koyverirdim. Yahut
aklarýmý birbirine yapýþtýrarak zýplaya zýplaya basamaklarý atlardým.
Bahçede kuru bir aðaç vardý. Fýrsat buldukça oraya týrmandýðýmý ve tehditlere kulak asmadan
una kadar daldan dala atladýðýmý gören muallim bir gün, "Bu çocuk insan deðil, çalýkuþu!" d
iþte o günden sonra adým unutulmuþ ve herkes beni "Çalýkuþu" diye çaðýrmaya baþlamýþtý.
Bilmem nasýl, sonradan bu isim, aile arasýnda aldý yürüdü ve Feride adý bayram elbiseleri g
pek sayýlý günlerde kullanýlan resmi bir ad olup kaldý.
Çalýkuþu benim hem hoþuma gider, hem iþime yarardý. Bir münasebetsizliðimden þikâyet edildi
rsuzca
ÇALIKUÞU 23
omuzlarýmý silker, "Ne yapayým? Bir Çalýkuþu'ndan ne beklenir?" derdim.
Ara sýra mektebimize, çenesinde keçi sakalýna benzeyen bir küçük sakal taþýyan, gözlüklü bi
giderdi. Bir gün el iþi makasýyla saçýmdan kestiðim bir parçayý zamkla çeneme yapýþtýrdým.
afýma baktýðý zaman çenemi avuçlarýmýn içine saklýyor, o baþýný öte yana çevirince ellerimi
apazýn taklidini yapýyor ve çocuklarý güldürüyordum. Muallimimiz, bu kahkahalarýn sebebini
lü anlamayarak öfkesinden çýðlýk çýðlýða baðýrýyordu.
Bir aralýk, baþýmý sýnýfýn koridora açýlan penceresine çevirecek oldum. Camýn arkasýnda Sor
baktýðýný görmeyeyim mi?
Þaþkýnlýktan ne yapsam beðenirsiniz? Boynumu bükerek, parmaðýmý dudaðýma götürerek "sus" iþ
da parmaklarýmla ona bir öpücük gönderdim.
Mektebin en büyüðü bu Sor Süperiyör'dü. En ihtiyar hocalara kadar herkes onu Allah gibi say
Böyle olduðu halde kendisinden hocaya karþý suç ortaklýðý rica etmem kadýncaðýzý neþelendi
ciddiyetini muhafaza edememekten korkuyormuþ gibi gülerek ve parmaðýyla beni tehdit ede
rek koridorun karanlýðýnda kayboldu.
Sor Süperiyör, bir gün de beni yemekhanede yakalamýþtý. Sýnýftan çalýp getirdiðim kaðýt sep
larýný doldurmakla meþguldüm.
Sert bir sesle beni yanýna çaðýrdý:
"Buraya gel Feride," dedi. "Nedir bu yaptýðýn?"
Yaptýðýmda ne fenalýk olduðunu anlamýyordum. Gözlerimi yüzüne kaldýrarak:
- Köpeklere yiyecek vermek fena mý Ma Sor? dedim
- Hangi köpeklere? Ne yemeði?
- Viranedeki köpeklere... Ah, Ma Sor, beni görünce ne kadar sevindiklerini bilseniz...
Dün akþam ta köþe baþýnda
Reþat Nuri Güntekin
24

4* i$*
karþýladýlar, ayaklarýma dolaþmaya baþladýlar... "Sabredin... Ne oluyorsunuz?... Viraneye g
eden vermem!" diyordum... Zalimler bir türlü lakýrdý anlamýyorlar, beni yere yatýrýyorlar-d
Benim de inadým tuttu. Sepeti sýmsýký eteklerimin arasýnda tuttum... Az kalsýn beni parçala
aklardý... Bereket versin bir simitçi geçiyordu, beni kurtardý.
Sor Süperiyör, gözlerini gözlerime dikmiþ beni dinliyordu.
- Peki, sen mektepten nasýl çýktýn? diye sordu. Hiç çekinmeden:
- Çamaþýrhanenin arkasýndaki duvardan atladým, dedim. Sor, büyük bir felaket haberi almýþ g
erini baþýna götürerek:
- Nasýl cesaret ettin? dedi. Ayný saffetle:
- Merak etmeyiniz Ma Sor... Duvar çok alçak... Hem nasýl istiyorsunuz ki kapýdan çýkayým?..
apýcý beni býrakýr mý hiç? Birinci defasýnda: "Ma Sor Terez seni çaðýrýyor!" diye aldattým
ica ederim siz de beni haber vermeyin... Çünkü köpeklerin aç kalmalarý tehlikesi var...
Sörler ne garip insanlardý. Zannederim ki baþka bir mektepte bunu yapsam ya hapsedilir
, yahut da bir baþka ceza görürdüm.
O, benimle yüz yüze gelmek için yere çömeldi:
- Küçük hayvanlarý korumak güzel þey, dedi. Fakat itaatsizlik etmek hiç öyle deðil... Býrak
ana... Ben kýrýntýlarý kapýcý ile köpeklere gönderirim.
Hayatta kimse, galiba bu kadýn kadar beni sevmedi.
Sörlerin buna benzer hareketleri o zaman yelin kayaya tesiri gibi bir þeydi, haþarýlýðýma,
izamsýzlýðýma mani olacaða benzemezdi. Fakat zamanla, gizli gizli içeriye iþlemiþ bu silinm
lerin bende þifasýz bir zaaf ve rikkat tortusu býrakmýþ olmasýndan korkarým.
ÇALIKUÞU 25
Evet, ben hakikaten garip, anlaþýlmaz bir çocuktum. Hocalarýmýn zayýf damarlarýný yakalamýþ
rinin en ziyade neden üzüleceðini gayet iyi keþfeder ve ona göre iþkenceler hazýrlardým.
Mesela Sor Matild isminde ihtiyar ve son derece mutaassýp bir musiki hocamýz vardý. O,
mesela, duvardaki Meryem heykelinin önünde gözlerinde yaþlarla dua ederken, heykelin et
rafýnda uçuþan sinekleri göstererek: "Ma Sor, aziz annemizi melekler ziyarete gelmiþ!" gib
i bir sözle en can alacak yerinden vururdum.
Bir baþka hocamýzýn son derece temiz ve titiz olduðuna dikkât etmiþtim. Yanýndan geçerken k
min iyi yazmamasýndan þikâyet eder gibi yapar, onu þiddetle sallayarak zavallýnýn bembeyaz
akasýna mürekkep sýçratýrdým.
Yine bir tanesi vardýr ki, böceklerden pek korkardý. Kitaplardan birinde boyalý bir akre
p resmi bularak makasla etrafýný kestim, sonra bu kâðýt parçasýný yemekhanede yakaladýðým i
ineðinin sýrtýna zamkla yapýþtýrdým ve akþam mütalaasýnda bir bahane ile hocamýn yanýna yak
e býraktým.
Ben Sör'ü lakýrdýya tutarken sinek yürümeye baþlamýþtý. Zavallý kýz, havagazý lambasýnýn ýþ
rýný, kuyruðunu titreterek kürsünün üzerinde yürüdüðünü görünce bir feryat kopardý. Yanýnda
i yakalayarak bir vuruþta sineði kürsünün üstüne yapýþtýrdý; sonra arkasýný duvara dayayýp
k küçük bir baygýnlýk geçirdi.
O gece yataðýmda ben de bir yarým saatçik saðdan sola, soldan saða döndüm ve kývrandým.
Þöyle böyle on iki yaþýnda vardým, içimde ar ve haya duygularý hayli inkiþaf etmiþti. Hocam
tanýyordum.
26
Reþat Nuri Güntekin

Sonra kabahatimin kolay geçiþtirilecek kabahatlerden olmadýðýný anlýyordum. Ertesi gün muha
istintaka çaðrýlacak ve kim bilir ne olacaktým?
Uykum arasýnda Sor Süperiyör'ü birkaç kere karþýmda gördüm. Çatkýn bir çehreyle üzerime yür
aðýrýyordu.
Ertesi gün birinci ders vakasýz geçti, ikincinin sonlarýna doðru kapý aralandý; içeri giren
hocaya bir þey söyledikten sonra beni eliyle dýþarý çaðýrdý. Dehþet!
Ben, omuzlarýmý kýsarak, dilimi çýkararak kös kös dýþarý çýkarken çocuklar gülüyorlar, hoca
afif kürsüye vurarak onlarý sükût ve ciddiyete davet ediyordu.
Biraz sonra Sor Süperiyör'ün odasýnda idim. Fakat hayret! Müdirenin çehresi rüyada gördüðüm
nzemiyordu. O kadar ki, bir an akrepli sinek oyununu icat eden ve hocanýn bayýlmasýna
sebep olan yaramazýn ben deðil, o olduðuna inanacak gibi oldum.
Yüzü mahzundu, dudaklarý titriyordu. Beni elimden tutup göðsüne çekecek gibi bir hareket ya
Sonra yine býraktý:
- Fende, çocuðum... Sana bir haber vereceðim... Üzücü bir haber... Baban bir parça hastaymý
r parça diyorum, ama galiba ziyadece...
Sor Süperiyör, elindeki bir kâðýt parçasýný buruþturuyor, sözünün arkasýný getirmeye muvaff
Beni sýnýftan getiren Sör'ün birdenbire mendilini yüzüne kapayarak dýþarý çýktýðýný gördüm.
Anlamýþtým, Bir þey söylemek istiyordum. Fakat Sor Süperiyör gibi benim de dilim tutulmuþtu
rerek açýk pencereden karþýki aðaçlara baktým. Güneþ vurmuþ tepelerinde kýrlangýçlar uçuyor
Birdenbire bana da onlar gibi bir canlýlýk geldi:
- Anladým Ma Sor, dedim, üzülmeyiniz... Ne yapalým, hepimiz öleceðiz...
r
ÇALIKUÞU 27
Bu defa da Sor Süperiyör baþýmý göðsüne dayadý ve uzun müddet býrakmadý.
Görüþ günü olmadýðý halde biraz sonra teyzelerim beni görmeye geldiler. Ýzin alarak eve göt
er. Razý olmadým. Ýmtihanlarýn çok yakýn olduðunu söyledim. Mamafih imtihanlarýn çok yakýn
o gün her zamankinden fazla azgýnlýk etmekten men etmedi. O kadar ki, akþam mütalaasýnda þi
tli bir ateþ bastý, tembellerin yaptýklarý gibi kollarýmý sýranýn üstüne koyarak uyukladým
emek yemedim. Ertesi sabah uyandýðým zaman her zamanki Çalýkuþu idim.
*
Yaz tatillerimi Besime Teyzem'in Kozyataðý'ndaki köþkünde geçirirdim.
Buradaki çocuklardan bana hayýr yoktu. Besime Teyzem'in kýzý Necmiye, annesinin dizi dib
inden ayrýlmayan, sessiz ve biraz da hastalýklý bir çocuktu. Kâmran Aðabeyi'nin hemen hemen
bir eþi idi.
Bereket versin, etrafta muhacir çocuklarý vardý. Onlarý bahçeye toplayarak baþlarýna geçer,
kadar adeta ku-dururdum.
Bir aralýk, zavallý arkadaþlarým istiskale uðramýþlar, köþkün bahçývaný vasýtasýyla kapý dý
r, küçük, gönüllü çocuklardý. Gördükleri hakarete aldýrmayarak beni köþkten kaçýrmaya gelir
arda serserilik eder, bahçenin çitleri üzerinden aþarak yemiþ çalardýk.
Geceye doðru güneþten yüzümün derisi pul pul olmuþ, yaralý ellerimle eteklerimin yýrtýklarý
lýþarak içeri girince, teyzem saçýný baþýný yolar, bir kucak parlak tüy yýðýný altýnda ara
yen ve o haliyle alýk ve tembel Van kedilerine benzeyen Necmiye'yi bana misal göster
irdi. Usluluðu, okumuþluðu, nazikliði, terbiyesi ve daha bilmem neleri ikide birde baþýma k
kýlanlardan biri de Kâmran'di.
28
Reþat Nuri Güntekin
Necmiye, neyse ne... iþin nihayetinde o, annesinin dizi dibinde büyümüþ, yumuþacýk, sýcak b
edisiydi. Zaten kýz kýsmýnýn da böyle olmasý lâzým geldiðini içimden tasdik etmez deðildim.
Fakat o yirmi yaþýna yaklaþan ve sivri uçlu incecik dudaklarý üstünde incecik býyýklarý çýk
oskocaman Kâmran'a ne oluyordu? Kýz ayaðý gibi küçücük ayaklarýnda beyaz podüsüet iskarpinl
aplarý, yürürken ince bir dal gibi sallanýyor zannedilen narin vücudu, sadakor gömleðinin a
asýndan çýkan uzun beyaz boynu ile erkekten ziyade kýza benzeyen bu çocuða son derece içerl
m.
Erkek akrabalar ve konu komþu tarafýndan ikide birde ballandýrýlan meziyetleri fena hald
e kanýma dokunuyordu.
Kaç defa koþarken ayaðým kaymýþ gibi yaparak üstüne düþtüðümü, kitaplarýný yýrttýðýmý, suda
um. Fakat Allah'ýn kulu, bir gün bir parça canlan, kýz, aksi bir þey söyle de kedi gibi boy
una atýlarak seni tozun, topraðýn içine yuvarlayayým; saçlarýný çekeyim; yýlan gözlerine be
gözlerini parmaklarýmla tehdit edeyim.
Ayaðýna taþ atarak onu kývrandýrdýðým günü hýncýmdan, zevkimden titreyerek hatýrlarým. Faka
yetiþmiþ bir insan sayarak bana tepeden bakar, gözlerinde hain bir gülümsemeyle: "Ne zaman
a kadar bu çocukluk Feride?" derdi.
- Peki ama sende de ne zamana kadar bu pýsýrýklýk, bu görücüye çýkan eski zaman kýzý naz ve
Bu sözleri ne de olsa söyleyemem tabii... Yaþ, maþallah on üç, on dört... Bu yaþta bir kýz,
kabalýðý bu kadar nezaketle karþýlayan bir delikanlýya daha fazla sataþmaz. Dudaklarýmdan g
ihtiyari münasebetsiz bir þeyler kaçmasýndan korkuyormuþum gibi eHmi aðzýma kapar, ona fera
erah küfretmek için bahçenin yalnýz köþelerine kaçardým.
ÇALIKUÞU 29
Yaðmurlu bir gündü. Kâmran, köþkün alt katýnda akrabadan birkaç hanýmla, kadýn tuvaletinden
lardý. Kadýnlar, yaptýracaklarý kýþ elbiselerinin rengi hakkýnda ondan fikir alýyorlardý.
Ben, bir köþede dilimi çýkarmýþ, gözlerimi þaþýlaþtýrmýþ, bütün dikkatimle yýrtýk bir bluzu
Kendimi tutamadým; kahkahalarla gülmeye baþladým.
Kuzenim:
- Ne gülüyorsun? diye sordu.
- Hiç, dedim. Aklýma bir þey geldi...
- Ne geldi?
- Söylemem...
- Haydi nazlanma... Zaten senin aðzýnda bakla ýslanmaz... Sonunda nasýl olsa söyleyeceksin
...
- Darýlma o halde... Sen hanýmlarla tuvalet konuþurken düþündüm ki, Allah seni yanlýþ yarat
akmýþsýn... Ama þimdiki yaþta deðil... Þöyle on üç, on dört sularýnda...
- Peki sonra?...
- Deminden beri bir karýþ yeri dikinceye kadar parmaðýmý delik deþik etmiþ olmama göre ben
rmi, yirmi iki yaþlarýnda bir erkek...
- Ee, sonra?...
- Sonrasý ne olacak, Allah'ýn emriyle, Peygamber'in kav-liyle seni kendime alýrdým, olur
biterdi.
Odada bir kahkahadýr koptu. Baþýmý kaldýrdým ve bütün gözlerin bana baktýðýný gördüm.
Misafirlerden biri bir münasebetsizlik etti:
- Peki ama, bu þimdi de mümkün Feride, dedi. Alýklaþtým, gözlerimi iri iri açarak:
- Nasýl? dedim.
- Nasýl olacak? Kâmran'a varýrsýn... O, senin tuvaletlerinle uðraþýr, söküklerini diker...
sokak iþlerine bakarsýn...
30
Reþat Nuri Güntekin

Öfkeyle yerimden kalktým. Fakat bu kýzgýnlýðým daha ziyade kendimeydi. Lakýrdýya çanak tutm
saçma söylemekte bu kadar ilerlemiþ deðilimdir, ama anlaþýlan elimdeki hain sökük, bütün d
almýþtý.
Mamafih, "hem suçlu, hem güçlü" kavlince yine taarruza geçtim:
- Mümkün ama Kâmran Bey için zararlý olur sanýrým, dedim. Çünkü Allah esirgesin evde kavga
imin hali ne olur? Vaktiyle nazik ayaklarýna yedikleri taþý unutmamýþlardýr sanýrým...
Gülüþmeler arasýnda garip bir ciddiyetle odama çýkýyordum. Mamafih kapýdan tekrar döndüm:
- Ayýp ettik, dedim, on dördüne gelmiþ bir kýz için pek ayýp oldu ama, kusura bakmazsýnýz a
Topuklarýmla merdiven tahtalarýna vurarak, kapýlara çarparak odama çýktým. Kendimi top gibi
ryolanýn üstüne attým. Aþaðýda kahkahalar devam ediyordu. Kim bilir, belki de benimle eðlen
ardý. Alacaklarý olsun.
Þu Kâmran'la evlenmek galiba iyi bir þey olacaktý. Çünkü yaþlarýmýz gittikçe büyüyor, onunl
atý günden güne uzaklaþýyordu. Bir kerecik olsun saç saça, baþ baþa dövüþerek hýncýmý çýkar
a çare kalmýyor gibiydi.
*
Yaz tatili sonlarýnda mektebimiz, bir zaman için için kaynar, bu taþkýnlýk ancak birinci üç
mtihanýna doðru yatýþýrdý.
Sebebi þu: On üç, on dört yaþýna gelen Katolik arkadaþlarým, baharda, Paskalya bayramýnda i
onlarýný yaparlar, etekleri yere deðen beyaz ipek elbiseler, gelin duvaklarýna benzeyen
kucak kucak tüller örtülerek Isa Peygamber'le niþan-lanýrlardý.
ÇALIKUÞU 31
Kilisede mum ýþýklarý, orgla çalýnan ilahiler, her tarafý dolduran bahar çiçekleri kokularý
bir kat daha aðýrlaþan günlük ve ödaðacý dumanlarý içinde yapýlan bu niþan töreni pek güze
ne yazýk ki, bu töreni takiben tatil aylarýnda hain arkadaþlarým, hemen niþanlýlarýna vefas
rler, balmumu renkli, mavi gözlü isa'yý, karþýlarýna ilk çýkan bir, hatta birkaç erkekle al
Mektep açýldýðý zaman, arkadaþlarým bavullarýnýn gizli bir köþesinde mektuplar, fotoðraflar
ve daha ne bileyim, neler neler getirirlerdi.
Bahçede ikiþer, üçer kol kola dolaþtýklarý zaman neler konuþtuklarýný bilirdim. Kýzlarýn en
darlarýna hediye edilen renkli ve yaldýzlý peygamber ve melek resimlerinin altýnda sakla
nan fotoðraflarýn gençlere ait olduðunu anlamakta güçlük çekmezdim. Bahçenin bir köþesinde
inin -etrafýnda uçuþan küçük böceklerin bile duyamayacaðý bir sesle- arkadaþýnýn kulaðýna f
dým.
Bu mevsimde kýzlar ikiþer, üçer kiþilik gruplara ayrýlýr ve birbirlerine kene gibi yapýþýrl
Ben biçare, bahçede ve sýnýfta tek baþýma kalýrdým. Arkadaþlarým bana karþý adeta bir esrar
lirlerdi. Onlar, sörlerden ziyade benden çekinirlerdi. Niçin mi diyeceksiniz? Çünkü gevezey
im, sakallý dayýnýn dediði gibi aðzýmda bakla ýslanmazdý. Birinin mesela bir bahçe parmaklý
r komþu genciyle masum bir çiçek alýþveriþini duydum mu, bahçede adeta tellal çaðýrýrdým. F
a böyle þeylere karþý son derece mutaassýptým.
Hiç unutmam, bir kýþ akþamý mütalaahanede derse çalýþýyorduk. Misel isminde çalýþkan bir ký
rkadaþýna Roma tarihini müzakere ettirmek için sörden müsaade almýþ, en arka sýraya çekilmi
anenin sessizliði içinde birdenbire bir hýçkýrýk duyuldu. Sor baþýný kaldýrdý:
32
Reþat Nuri Güntekin

- Ne o Misel, sen aðlýyor musun? Niçin? dedi. Misel, elini gözyaþlarýndan sýrýlsýklam kesil
padý. Cevabý onun yerine ben verdim:
- Misel, Kartacalýlarýn maðlubiyetine meraklandý, ona aðlýyor, dedim.
Sýnýfta bir kahkaha koptu.
Hasýlý arkadaþlarýmýn beni aralarýna almamakta haklarý vardý. Fakat herkesten ayrý kalmak,
bir kýz olduðum halde zevzek bir çocuk muamelesi görmek pek de hoþ bir þey deðildi.
Yaþ on beþe gidiyordu. Aþaðý yukarý annelerimizin gelin olduklarý, büyükannelerimizin "Aman
alýyoruz," diye telaþla Eyüp'teki Niyet Kuyusu'na koþtuklarý yaþ...
Boyum fazla uzamamýþtý. Fakat hýrçýnlýðýma raðmen vücudum geliþiyor, yüzümde acayip renkler
rdu.
Sakallý dayý, ara sýra ellerimden tutup beni pencere kenarlarýna çekerek yüzümü miyop gözle
kacakmýþ gibi yüzüne yaklaþtýrarak, "Kýz bu ne cilt, bu ne renk böyle? Perkal basmasý mübar
lacak, ne eskiyecek!" diyordu.
Hadi caným, kýz dediðin böyle mi olur? Topaç gibi bir vücut, fýrça ile boyanmýþ bir yüz...
bonmarþe camekânýnda bebek seyrediyorum zanneder, dilimi çýkarýp gözlerimi þaþýlatarak ken
irdim.
*
Tatiller içinde en sevdiðim Paskalya yortusu idi. Bu iki haftayý geçirmek için Kozyataðý'na
ttiðim zaman kirazlar yetiþmiþ, büyük bahçenin caddeye bakan yüzünü baþtan baþa kaplayan ki
iþlerle donanmýþ bulunurdu.
Kirazý çok severdim. Bu on beþ gün içinde serçe kuþlarý gibi hemen hemen yalnýz kirazla geç
yüksek dal tepelerinde kalmýþ son kirazlarý bitirmeden mektebe dönmezdim.
ÇALIKUÞU 33
Bir akþamüstü yine bir aðaç tepesinde kiraz yiyor, çekirdeklerini fiskeyle uzaklara savurar
k eðleniyordum.
Bunlardan biri yoldan geçen yaþlýca bir komþunun ta burnunun ucuna tesadüf etmesin mi?
Adamcaðýz neye uðradýðýný anlayamamýþtý. Þaþkýn þaþkýn etrafýna bakýyor, fakat baþýný aðaca
Sesimi çýkarmasam, olduðum yerde kýmýldamasam belki de münasebetsiz bir kuþun, tepesinden g
en düþürdüðü bir çekirdek sanarak çekilip gidecekti. Fakat son derece korkmuþ ve utanmýþ ol
kendimi tutamadým, gülmeye baþladým.
Adamcaðýz iri bir dalýn üstüne ata biner gibi oturmuþ, at gibi bir kýzýn arsýz arsýz güldüð
iddetten kaþýný, gözünü oynatarak:
- Bravo haným kýzým, dedi. Hiç yakýþtýramadým, maþallah sizin gibi eriþmiþ, yetiþmiþ koskoc
O dakikada yer yarýlsa yerin içine girecektim. Biçare Per-kal basmasý kimbilir ne renkle
re girmiþti? Aðaçtan düþmek tehlikesine raðmen, ellerimi mektep gömleðimin göðsü üzerine ka
fçe boynumu büktüm.
- Beni affediniz beyefendi, dedim. Kaza vallahi... Daha doðrusu dikkatsizlik...
Bu masum yalvarma jesti mektepte sörler ve dindar talebelerin Meryem ve Isa karþýsýnda d
ua ederken aldýklarý bir jestti. Tesiri herhalde çok zaman tecrübe edilmiþti. Asýrlarca müd
le bu ilahi ana oðlu bile kandýrmýþ olduðuna göre, bu ihtiyarcýðý da haydi haydi rikkate ge
ti.
Tahminimde aldanmamýþtým. Komþu, bu riyakâr nedamete ve sesimdeki titreyiþe aldandý, yumuþa
se bana güzelce bir þey söylemek lüzumunu hissederek:
- Böyle dikkatsizliklerin yetiþmiþ bir küçükhanýma zararý dokunabileceðini düþünmüyor musun
Çalýkuþu - F 3
34
Reþat Nuri Güntekin
Maksadý gayet iyi anladýðým halde, gözlerimi açarak:
- Niçin acaba efendim? dedim.
Elini güneþin yandan vuran ýþýklarýna siper ederek dikkatli dikkatli bana bakýyor, gülüyord
- Mesela sizi oðluma almakta tereddüt edebilirim. Ben de güldüm.
- O cihetten sigortalýyým beyefendi; zaten uslu bir kýz olsam da almazdýnýz.
- Nereden biliyorsunuz?
- Çünkü benim aðaca çýkmak, kiraz çekirdeði atmaktan çok daha büyük suçlarým vardýr... Bir
... iþittiðime göre zengin olmayan kýza pek iltifat eden olmazmýþ... Sonra güzelliðim de yo
Bana sorarsanýz bu, fukaralýktan daha büyük bir kusur...
Bu sözler, ihtiyar beyi pek eðlendirmiþti.
- Siz çirkin misiniz kýzým? dedi. Somurttum:
- Ne demezsiniz? dedim. Ben kendimi bilmez miyim? Kýz dediðiniz böyle mi olur? Uzun bo
y, sarý saç, mavi yahut yeþil gözler lâzým...
Bu ihtiyar bey vaktiyle biraz yaramazmýþ galiba... Acayip bir bakýþ ve deðiþik bir sesle:
- Ah, zavallý çocuðum, dedi. Sen güzelliðin ne olduðunu anlayacak, kendinin ne olduðunu far
decek yaþta mýsýn acaba? Her neyse... Sizin adýnýz ne bakayým?
- Çalýkuþu...
- Bu, nasýl isim böyle?
- Pardon, beni mektepte böyle çaðýrýrlar da... Asýl ismim Feride. Kendim gibi yuvarlak, zar
fetsiz bir isim.
- Feride Haným... Sizin adýnýz da kendiniz gibi güzel, emin olun... Keþke oðluma sizin gibi
ini bulsam...
Bilmem neden, bu kibar tavýrlý, tatlý sesli adamla gevezelik etmek hoþuma gidiyordu:
ÇALIKUÞU 35
- Þu halde kendilerine de kiraz atabileceðim demek? dedim.
- Elbette... Elbette... Ona ne þüphe...
- Yalnýz þimdilik müsaade edin de size birkaç kiraz vereyim. Beni affettiðinizi ispat için
unlarý mutlaka almanýz lâzým... iki dakika...
Bir sincap hafifliðiyle dallara týrmanmaya baþladým, ihtiyar komþu, ellerini yüzüne kapatar
- Aman dallar çatýrdýyor... Sebep olacaðým... Düþeceksiniz Feride Haným, diye baðýrýyordu.
Ben bu telaþa aldýrmýyor, söyleniyordum:
- Merak etmeyin... Düþmeye o kadar alýþýðým ki... Mesela yakýn olsak þakaðýmda bir yara izi
ki; bütün öteki güzellikleri tamamlar...
- Aman kýzým... Düþeceksiniz...
- Bitti efendim, bitti... Yalnýz, onlarý size nasýl vereceðim? Buldum efendim, ona da çare
buldum...
Önlüðümün cebinden mendilimi çýkardým, kirazlarý içine doldurarak bir çýkýn gibi baðladým:
- Mendili hiç merak etmeyin... Henüz burnumu silme-dim... Gayet temizdir... Þimdi onu
yere düþürmeden tutmanýzý rica ederim... Bir... Ýki... Üç...
ihtiyar komþu, beklenmez bir çeviklikle kiraz mendilini yakalamýþtý.
- Çok teþekkür ederim kýzým, dedi. Yalnýz ben þimdi mendilinizi nasýl iade edeceðim?
- Ziyaný yok... Size hediyem olsun!
- Nasýl olur?
- Niçin olmasýn? Hem baþka bir þey de var... Ben, birkaç güne kadar pansiyona döneceðim...
mektepte bir âdet vardýr... Kýzlar tatil günlerinde genç erkeklerle kur yaparlar, sonra m
ektep açýldýðý zaman bunlarý birbirlerine anlatýrlar. Ben, daha böyle bir þey beceremediðim
rýnda küçük
36
Reþat Nuri Güntekin

düþüyorum. Yüzüme karþý bir þey söylemeye cesaret edemiyorlar ama muhakkak benim ahmaklýðým
... Bu sefer ben, bir þey kurdum... Mektebe gittiðim zaman mühim bir sýrrým varmýþ gibi baþ
düþüneceðim, mahzun mahzun gülümseyeceðim. Onlar: "Çalýkuþu, sende bir þey var!" diyecekler
vþek, "Hayýr... Nem olacak?" diyeceðim... inanmayacaklar, beni sýkýþtýracaklar... O vakit:
ki, öyleyse... Ama kimseye söylemeyeceksiniz, yemin edeceksiniz!" diyeceðim ve bir yal
an uyduracaðým.
- Ne yalaný?
- Sizinle tanýþmam bu yalaný kolaylaþtýrýyor... "Duvarýn üzerinde sarýþýn, uzun boylu bir e
yaptýk, birbirimize!" diyeceðim... Tabii, beyaz saçlý diyemem... Hem siz küçükken sarýþýnmý
Arkadaþlarýn huyunu bilirim, "Ne konuþtunuz?" diye soracaklar... "Beni güzel bulduðunu söyl
di," diye yemin edeceðim... Ben de mendil içinde kiraz verdim, demek tabii münasebet a
lmaz... Gül verdim diyeceðim... Fakat bu da olmadý... Gülü mendil içinde vermek âdet deðild
Hediye mendil verdim, derim olur biter...
Biraz evvel birbirimizle kavga etmemize býçak sýrtý kaldýðý halde þimdi ihtiyar komþu ile g
n birbirimize el sallýyorduk...
*
O senenin yazýnda bu aðaca çýkmak illeti yüzünden baþýma bir þey daha geldi.
Bir aðustos mehtabý gecesiydi. Köþke bir alay misafir gelmiþti. Bunlar arasýnda Neriman diy
yirmi beþlik bir dul vardý ki, ara sýra köþkü þereflendirmesi bir vaka olurdu.
Dünyada kendilerinden baþka kimseyi beðenmeyen teyzelerimden alýk hizmetçi kýzlara kadar he
kes bu kadýna hayrandý.
Neriman'ýn çok sevdiðini söyledikleri kocasý bir sene
ÇALIKUÞU
37

evvel ölmüþtü. Bunun için daima siyah giyerdi. Fakat bende öyle bir his vardý ki, siyah bu
sarýþýn çehresine çok iyi gitmese; matem devam etmeyecek, elbiseler takýmýyla çöplüðe atýl
Neriman; kedi, köpek okþar gibi hareketlerle beni de avlamaya çalýþmýþtý. Fakat nedense ben
ýsýnamamýþtým. Aramýz hayli þekerrenkti. Bana yaptýðý avanslarý daima soðuk karþýlýyordum.
O soðukluk hâlâ devam etmesine raðmen, þimdi itiraf etmeye mecburum ki, bu Neriman, haince
sine güzeldi. Benim onda çekemediðim þey fazla koketliðiydi. Yalnýz, kadýnlar arasýnda bulu
aman þöyle böyle çekiliyordu. Fakat araya kazara bir erkek karýþacak oldu mu yüzü deðiþiyor
ahkahalarý, bakýþlarý bambaþka oluyordu. Hasýlý, benim mektepteki saman altýndan su yürüten
daha fen-lenmiþti...
Kocanýn lakýrdýsý açýldýkça bu kadýnýn: "Benim için artýk hayat bitti!" diye bir yalancý te
i, beni mahvederdi. O, böyle yaparken ben, fena halde içerler: "Karþýna diþe dokunacak bir
i çýksýn, görürüz!" diye söylenirdim.
Bizim köþkte Neriman'a akran sayýlacak kimse yoktu. Lapacý Necmiye'yi insandan saymak ta
bii doðru olamazdý. Teyzelerim saçlarý, baþlarý aðarmýþ koskoca kadýnlardý. Ara sýra ötekin
yaðýna ip takmaktan baþka konuþacak lakýrdýlarý olamazdý. O halde, o halde?...
Ben, bu Neriman'ýn köþke dadanmasýndaki sebebi sezer gibi olmuþtum. Galiba bizim budala ku
zeni gözüne kestirmiþti. Evlenmek için mi? Zannetmem. Otuzuna yaklaþmýþ bir dul kadýnýn yir
i bir çocukla evlenmek istemesi, kepazeliðin dik âlâsý... O, böyle bir kepazelikten çekinme
bile, benim cadaloz teyzelerimde, yavrularýný öyle acemi çaylaða kaptýracak göz var mý?
38
Reþat Nuri Güntekin

O halde, o halde?
O haldesi var mý? Mesut dul, lüksüne, fantazisine uþaklýk edecek yeni bir kýsmet avlaymcaya
kadar benim kuzenle dalga geçecek, gönül eðlendirecek...
Kâmran'a budala dedim ama, kýzgýnlýðýmdan... Yoksa ne yere bakan, yürek yakan cinsinden sin
bir sarý çýyandýr. Neriman'la konuþurken güya bir þey belli etmemek istiyor ama, benim gözü
r mý?
Çocuklarla boðuþurken, kendi kendime ip atlarken, yahut yere yatarken, iskambil falý açark
en, gözlerim onlardaydý.
Kuzenim, neredeyse kadýnýn aðzýna girecek... Ara sýra hiçbir þeyin farkýnda deðil gibi görü
rýndan geçerdim. Hemen seslerini kýsarlar yahut lakýrdýyý deðiþtirirlerdi. "Ne isterse yaps
sana ne?" diyeceksiniz. "Bana ne olur mu?" Kâmran, düþmaným da olsa kuzenim... Ýster miydi
m, neyin nesi olduðu belli olmayan bir kadýn onun ahlâkým bozsun?
Ne anlatýyordum?... Evet, bir aðustos mehtabý gecesiydi. Onlar, köþkün önündeki verandada,
z bir lüks lambasý ýþýðýnda, kalabalýk bir grup halinde konuþup gülüþüyorlardý.
Neriman'ýn müzik notalarý gibi hesaplý ve ahenkli kahkahalarý sinirime dokunduðu için kendi
ndime uzaklaþmýþ, bahçenin bir köþesinde aðaçlarýn karanlýðýna dalmýþtým.
Ta öbür uçta dallarýndan bir kýsmýný komþunun bahçesine sarkýtmýþ ihtiyar bir çýnar vardý.
bir yemiþi olmamasýna raðmen, babayani halini severdim; bir sofa gibi üzerlerinde hiç kor
kusuz gezilen, iri, yayvan dallarýna çýkýp dolaþýr yahut otururdum.
O gece de öyle yaptým, hayli yüksekçe bir dalýna çýkarak oturdum.
Biraz sonra kulaðýma hafif bir ayak sesi, arkasýndan kýsýk bir kahkaha geldi.
Hemen gözlerimi açtým, kulaklarýmý diktim... Ne görsem beðenirsiniz? Kuzenim, mesut dulla b
ber bana doðru geliyor...
ÇALIKUÞU 39
Oltasýna balýk yaklaþtýðýný gören bir balýkçý gibi baþtan ayaða dikkat kesilmiþtim. Oturduð
caðým diye ödüm kopuyordu. Boþ korku!
Onlar, o kadar kendilerinden geçmiþlerdi ki, oturduðum yerde davul çalsam galiba farkýnda
olmayacaklardý. Neriman önden yürüyordu. Kuzenim bir Arap köle gibi dört, beþ adým gerideyd
varlarýn arasýndan geçip yollarýna devam etmeye kudretleri olmadýðý için bulunduðum aðacýn
ular.
Gelin yavrularým, gelin kuzularým... Sizi bana Allah gönderdi. Biraz sonra görüþürüz... Bu
ehtap gecesinden sizde unutulmaz bir hatýra býrakmaya elden geldiði kadar gayret ederi
z.
Tam bu esnada aðustosböceði cýrlamaya baþlamaz mý? Çýldýracaðým. Kuzenimin mesut dula çekti
orum... Elimden gelse: "Miskin, korkacak ne var? Buralarda kim olur?... Sesini çýkar
sana!" diye baðýracaðým.
Bu nutuk arasýndan kulaðýma yalnýz: "Neriman, cicim, meleðim," diye birkaç kelime geldi. Za
gýr zangýr titremeye baþladým. Düþmesem bile gürültü edeceðim, yapraklarý hýþýrdatacaðým di
Neriman Haným'ýn da bir iki kelimesini yakalýyordum... "Rica ederim, Kâmran Bey, rica ed
erim..." diyor.
Nihayet, sesler kesildi. Neriman yavaþ yavaþ duvara yürüyor, komþunun bahçesinde karanlýkta
a bir þey varmýþ da görmek istiyormuþ gibi ayaklarýnýn ucuna basarak kalkýyordu.
Bu vaziyette tabii arkasý, ne yapacaðýný bilemiyor gibi görünen Kâmran'a dönüktü.
Kuzenimin birdenbire ona yürüdüðünü, ellerini kaldýrdýðýný görüyorum... Yüreðim oynuyor, "N
bu fena kadýna güzel bir tokat atacak!" diyorum. Kâmran bunu yapsa ben de aðlayarak ken
dimi aðaçtan atacaðým, onunla ölünceye kadar barýþacaðým. Fakat o canavar, bunu yapmadý. Sý
, bembeyaz kýz ellerinden umulmaz bir
40
Reþat Nuri Güntekin
kuvvetle onu evvela omuzlarýndan, sonra bileklerinden yakaladý. Kucak kucaða, soluk so
luða boðuþuyorlardý. Çýnar yapraklarý arasýnda kaçan ay ýþýklarýndan saçlarýnýn birbirine k
Ne rezalet Yarabbi, ne rezalet! Bütün vücudum zangýr zangýr titriyordu. Biraz önce onlara g
l bir oyun oynamaya karar verdiðim halde þimdi beni sezmelerinden ödüm kopu-yordu. Sahic
i bir kuþla yer deðiþtirip bu dallarýn üstünden gökyüzüne kanatlanmayý, yukarýdaki ay iller
up giderek bu dünyadaki insanlarýn yüzlerini artýk görmemeyi ne kadar istiyordum.
Dudaklarýmý parmaklarýmla sýkmama raðmen, aðzýmdan bir ses çýktý. Bu, galiba bir feryattý.
r tarafýndan duyulunca hemen bir kahkahaya döndü. Namussuzlarýn o dakikada þaþkýnlýklarýný
iz!
Biraz önce ay ýþýðý gibi ayaklarýný yere dokundurmadan yürüyor hissini veren mesut dul þimd
ak, topuklarýný burkularak alabildiðine kaçýyordu.
Kuzenim de öyle yapmak istemiþti. Fakat o hýzla biraz gittikten sonra ne düþündüyse düþündü
i döndü.
Ben yapacak baþka þey bulamadýðým için hâlâ gülmeye devam ediyordum. O, meþhur "karga ile t
alýndaki tilki gibi aðacýn altýnda sinsi sinsi dolaþmaya baþladý.
Nihayet utanýp sýkýlmayý býrakarak bana:
- Feride, çocuðum; azýcýk aþaðý iner misin? dedi. Ben, gülmeyi kestim; ciddi bir sesle:
- Ne münasebet? dedim.
- Hiç... Seninle konuþacaðým var da...
- Benim sizinle konuþacak bir þeyim yok... Rahatýmý bozmayýnýz...
- Feride, þakayý býrak!...
- Þaka mý? Ne münasebet?
ÇALIKUÞU 41
- Ama sen de çok oluyorsun... Sen aþaðý gelmek istemezsen ben yukarý çýkmayý bilirim.
Ölür müsün, öldürür müsün? Yürürken yolunda bir incecik su birikintisi gördüðü zaman telaþ
vermeden evvel üç, dört kere iskarpinlerine ve suya bakan, bir sandalyeye oturacaðý zaman
pantolonunu parmaklarýnýn ucuyla dizkapaklarýndan tutup yukarý çeken nazlý ve nazenin kuzen
min aðaca çýkmak istemine gel de gülme.
Fakat o, bu gece sahiden canavar kesilmiþti. Yakýn dallardan birini tutarak aðacýn gövdesi
ne atlýyor, daha yukarýlara çýkmaya hazýrlanýyordu...
Bu gece aðacýn üstünde onunla yüz yüze gelmek fikri nedense beni çýldýrttý. Böyle bir þey o
ti. Onun yeþil, yýlan gözlerinin yakýndan baktýðýný görürsem, aðaç dallarý arasýnda çarpýþa
Gözlerini oyduktan sonra muhakkak aþaðý atacaðým. Ya onu, ya kendimi. Fakat nedense bu çýlg
yi doðru bulmý^ yordum.
Yerimden doðrularak sert bir emir verdim:
- Durunuz bakalým orada...
O, aldýrmadý, hatta cevap vermedi. Çýktýðý dalýn üstünde
doðrularak daha yukarýlara bakmaya baþladý. '
- Durunuz, dedim. Netice fena olacak... Bilirsiniz kij ben Çalýkuþu'yum. Aðaçlar benim mülk
. Oralara bejden baþkasýnýn ayak basmasýna tahammül edemem.
- Bu ne garip konuþma Feride?... Hakikaten bu ne garip konuþmaydý!... Çaresiz, alaycý bir
tavýr aldým. Gelirse daha yukarýlara ç\k-maya hazýrlanarak:
- Biliyorsunuz ki, size hürmetim vardýr, dedim. Sizi aða' tan aþaðý yuvarlamaya mecbur olur
am pek üzülürüm. Biraz evvel þiir okuyan sesiniz birdenbire deðiþerek "aman aman aman" diye
aya baþlarsa feci olur.
42
Reþat Nuri Güntekin
Onun sesini taklit ederek kahkahalarla gülüyordum.
- Þimdi görürsünüz.
Korku, onu cesur ve çevik yapmýþtý. Tehdidime aldýrmadan akýmdaki dallara týrmanmaya devam
yordu.
Aðaçta adeta bir kovalamaca oyununa baþladýk. O yaklaþtýkça ben yukarýlara çýkýyordum. Faka
ttikçe inceliyordu. Bir aralýk duvarýn üstüne atlayýp kaçmayý düþündüm. Ancak, bunu yaparsa
yerimi kýrarak kuzenimin yerine benim haykýrýp baðýrma ihtimalim vardý.
Mamafih ne pahasýna olursa olsun, bu gece birbirimize yaklaþmamalýydýk. Politikayý deðiþtir
k sordum:
- Benimle konuþmayý niçin bu kadar istediðinizi anlayabilir miyim acaba?
Benim bu sözlerim karþýsýnda o da deðiþti, ciddi bir tavýr alarak durdu:
de..
ý
- Seninle þakalaþýyoruz ama, mesele çok mühim, Feri-. Korkuyorum senden...
- Öyle mi? Neyimden korkuyorsunuz acaba?
- Bir gevezelik etmenden...
- O, her gün yaptýðým þey deðil mi?
- Bu gecekinin her zamankilere benzememesinden...
- Bu gecede ne fevkalâdelik var ki?... Kâmran çok yorulmuþ, üzülmüþtü. Artýk pantolonunu fa
k dallardan birine oturdu; hâlâ þakaya devam ediyor görülmekle beraber, aðlayacak haldeydi.
/ Ben, ona acýdýðým için deðil, fakat ne olursa olsun artýk onunla konuþmaya tahammülüm kal
an önce kendimi kurtarmak için:
/ - Merak etme, dedim. Korkulacak bir þey olmadýðýna /min olabilirsin... Hemen misafi
rinin yanýna dön... Ayýp olur. Söz mü, Feride?... Yemin mi?...
- Söz, yemin... Ne istersen...
- inanayým mý?
ÇALIKUÞU 43
- Zannederim ki, inanman lâzým... Artýk eskisi kadar çocuk deðilim...
- Feride...
- Hem ne biliyorum ki, ne söylememden korkuyorsun? Ben, kendi kendime oturuyordum
aðacýmda. . .
- Bilmem, fakat inanmak gelmiyor içimden...
- Sana büyüdüðümü, hemen hemen bir genç kýz olduðumu söyleyiþimde elbet bir maksat var... H
kuzenim... Fazla üzülmeyin... Bazý þeyler vardýr ki, çocuk görür... Fakat artýk büyümeye b
hiç fark edemez... Hadi gönlün rahat etsin...
Kâmran'ýn korkusu yavaþ yavaþ hayrete dönüþüyor gibiydi. Beni mutlaka görmek ister gibi ýsr
dýrarak:
- Ne kadar baþka türlü konuþuyorsun Feride. . . dedi. Söz uzarsa içinden çýkamayacaktýk. Ya
hiddetle baðýrdým:
- Yetiþir artýk... Uzatýrsan sözümü geri alacaðým... Kendin düþün...
Bu tehdit, onu korkuttu. Kös kös aðaçtan indi, Neriman'ýn gittiði tarafa gitmekten utanýyor
ibi, bahçenin aþaðý tarafýna yürümeye baþladý.
Mesut dul, o geceden sonra köþkte görünmez oldu. Kâm-ran'a gelince, onun da uzun zaman ben
den korktuðunu hissettim.
istanbul'a her iniþinde bana hediyeler getiriyordu. Resimli bir Japon þemsiyesi, ipe
k mendiller, ipek çoraplar, yürek biçiminde bir tuvalet aynasý, þýk bir el çantasý...
Bir hoyrat çocuktan ziyade yetiþmiþ bir genç kýza yakýþacak bu þeylerin bana verilmesindeki
neydi? Çalýkuþu'nun gözünü boyamak, gagasýný kapatarak gevezelik etmesine mani olmaktan ba
olabilirdi?
44
Reþat Nuri Güntekin

Baþkasý tarafýndan hatýrlanmaktaki zevki anlayacak yaþa gelmiþtim. Sonra, güzel þeyler hoþu
yordu.
Fakat nedense bu hediyelere ehemmiyet verdiðimi ne Kâmran'a ne de baþkasýna göstermek isti
yordum.
Üzeri sazdan köþkler, çekik gözlü Japon kýzlarýyla süslenmiþ þemsiyemi yere, tozlarýn içine
yzelerimden:
- Feride, sana verilen hediyelerin kýymetini böyle mi bilirsin? diye azar iþitiyordum.
Parmaklarýmý parlak ve yumuþak derisine sürerken adeta hürmet duyduðum çantama; bir gün eli
sulu yemiþleri dolduracak gibi bir jest yaparak onlarý çýðlýk çýðlýða baðýrtmýþ-tým.
Biraz gözümü açabilsem, Kâmran'ýn bu korkusundan ben daha ne istifadeler eder, ufak tefek þ
ajlarla onu daha neler neler almaya mecbur edebilirdim.
Fakat ben, bir yandan o kadar sevdiðim bu eþyalarý bile yýrtýp kýrmak, sonra ayaklarýmýn al
arak aðlaya aðlaya ezmek istiyordum.
Kuzenime olan küskünlüðüm, nefretim bir türlü geçmek bilmiyordu.
Baþka yazlar mektebin açýlacaðý günlerin yaklaþtýðýný gördükçe baþým aðrýr, gözlerim kararý
insanlardan uzaklaþacaðým günü iple çektim.
*
Mektebin ilk haftalarýnda bir pazar günüydü. Sörler bizi Kâðýthane tarafýna gezmeye götürmü
Sörler, sokakta gezmeyi pek sevmezlerdi ama nedense o akþam karanlýða kalmýþtýk.
Ben, taburun en arkasýnda yürüyordum. Bilmem nasýl oldu? Bir aralýk farkýna varmadan arkada
rýmla aramdaki mesafeyi dehþetli surette açýlmýþ buldum. Beni her zamanki âde-
ÇALIKUÞU 45
tim üzerine en önde gidiyor zannetmiþ olacaklar ki hiçbir taraftan bir ses çýkmýyordu. Derk
yanýmda bir gölge belirdi. Baktým, Misel...
- Sen misin Çalýkuþu? dedi. Niçin böyle kendi kendine, yavaþ yürüyorsun?
Sað ayaðýmýn bileðine sarýlý mendili gösterdim:
- Biraz evvel oynarken düþtüðümün, ayaðýmý yaraladýðýmýn farkýnda deðilsin galiba... dedim.
i. Halime acýdý.
- ister misin sana yardým edeyim? dedi.
- Herhalde beni arkana almayý teklif edecek deðilsin...
- Tabii hayýr... Buna imkân yok... Fakat koluna girebilirim, deðil mi? Öyle deðil... Kolun
u omzuma at... Daha kuvvetli... Ben de seni belinden tutayým... Yükün biraz hafifler..
. Nasýl, yürürken daha az acý hissetmiyor musun?
Dediðini yapmýþtým. Hakikaten iyi oluyordu.
- Mersi Misel, dedim. Sen çok iyi bir kýzsýn... Biraz yürüdükten sonra Misel:
- Biliyor musun Feride, dedi. Bu pozda yürüdüðümüzü gören arkadaþlar ne zannedecekler?
- Ne zannedecekler?
- Feride de âþýk olmuþ... Miþel'e derdini anlatýyor, diyecekler. ..
Birden durdum:
- Doðru mu söylüyorsun? dedim.
- Elbette...
- O halde hemen kolumdan çýk.
Bu emri verirken bir kumandan gibi serttim.
Misel, beni tutmakta devam ederek:
- Koca budala, dedi. Nasýl buna ihtimal veriyorsun?
- Budala mý? Niçin?
- Herkes senin ne olduðunu bilmez mi?
- Ne demek istiyorsun?
46
Reþat Nuri Güntekin

- Hiç... Sanki senin böyle bir maceran olamayacaðýný... Kimse ile kur yapmana ihtimal olma
dýðýný...
- Niçin?... Beni çirkin mi buluyorsun?
- Hayýr... Çirkin deðil... Belki hatta güzel... Fakat ýslah kabul etmez surette saf, aptal
...
- Benim için böyle mi düþünüyorsun?
- Ben deðil herkes öyle düþünüyor... Sevgi iþinde Çalýkuþu bir hakiki gourde'dur, diyorlar.
Türkçesini pek iyi bilmiyordum ama, gourde Fransýzcada asmakabaðý, sukabaðý, balkabaðý gibi
naya gelirdi. Hangisi olursa olsun fena þey... Zaten kýsa boyum, kalýnca vücudumla bu ka
baklardan birine de pek benzemez deðildim... Þu halde Çalýkuþu'ndan sonra bana bir de gour
de diye isim takýlýr-sa, dehþet... Ne yapýp edip bu haysiyet kýrýcý tehlikenin önüne geçmek
Yine ondan öðrendiðim bir jestle baþýmý Miþel'in omzuna koydum, manalý bir yan bakýþla hazi
sedim:
- Siz öyle zannededurun.
- Ne söylüyorsun, Feride?
Misel, durmuþ hayretle bana bakýyordu. Ben, boynumu çarptýrarak tasdik ettim:
- Maalesef öyle, dedim ve yalanýmý bir kat daha yutulur bir renge sokmak için de iç çektim.
.
Misel bu defa hayretinden bir istavroz çýkardý:
- Güzel... Çok güzel, Feride... Yazýk ki bir türlü inanamýyorum...
Zavallý Misel, öyle sevme çýlgýný bir kýzdý ki, bunu baþkasýnda sezmek bile ona zevk veriyo
t, dediði gibi ne çare ki inanmaya ve açýktan açýða sevinmeye cesaret edemiyordu.
Bir münasebetsizliktir yapmýþým. Artýk arkasýný getirmek namus borcu oluyordu:
- Evet Misel, dedim. Ben de seviyorum.
ÇALIKUÞU 47
- Yalnýz sevmek mi Çalýkuþu?
- Þüphesiz, karþýlýðý da var: Grande gourde.
Biraz evvel onun bana söylediði gourde kelimesini ben bir de baþýna "kocaman" sýfatýný taka
ona iade ettiðim halde: "Sensin; o senin adýndýr!" demek bile aklýna gelmiyordu.
Demek ki yalana baþlar baþlamaz ona kendimi tanýtmaya muvaffak olmuþtum, ne saadet!
Misel, þimdi beni daha büyük bir muhabbetle kollarýnda tutuyordu:
- Anlat Feride... Anlat, nasýl oldu? Demek sen de ha? Nasýl, sevmek güzel þey, deðil mi?
- Elbette güzel...
- Kim bu?... Çok mu güzel sevdiðin genç?
- Çok güzel!
- Nerede gördün? Nasýl tanýdýn?
- Haydi, artýk ýsrarý býrak.
Israrý býrakmaya can atýyordum. Fakat ne uydurup söyleyeceðini bilemiyordum. Sevecek bir h
akiki insan bulanlara þaþmak lâzým... Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o ka
..
- Haydi Feride... Bekleme... Yoksa benimle þaka ettin, diyeceðim.
Birdenbire telaþlandým. Þaka mý, Allah esirgesin... Ben asma yahut sukabaðý ha... Öyle bir
ikâyesi uydurayým ki sen de þaþ...
Miþel'e sevdiðim diye prezante etmek için aklýma kim gelse beðenirsiniz? Kâmran!...
- Kuzenimle birbirimize kur yapýyoruz...
- Geçen sene mektebin parloir'mda gördüðüm sarýþýn kuzen mi?
- Ta kendisi...
- Ah, ne güzel!
50
Reþat Nuri Güntekin

söylemiyordu. Fakat bakýþlarýndan, gülüþlerinden ne demek istediklerini anlýyordum. Bu, ban


ip bir gurur veriyordu. Bir zaman gevezeliði, yaramazlýðý býrakmaya mecbur oldum. Bu vaziy
ette bir insanýn bebek gibi atlamasý, sýçramasý, yaramazlýk etmesi þýk bir þey olamazdý.
Mamafih, huy canýn altýndadýr, derler. Akþamüstleri son teneffüste Miþel'in koluna asýlarak
yavaþ yavaþ yeni masallar uydurmakta devam ederken, ara sýra da yine þeytana uyuyordum.
Yine bir kýr gezintisi dönüþüydü.
O gün nedense bizimle gelmemiþ olan Misel, beni kapýda karþýladý, elimden tutarak koþa koþa
in bir köþesine götürdü:
- Sana havadisim var, dedi. Hem sevineceksin, hem üzüleceksin... _ ý j ??
- Bugün senin sânsýn kuzen mektebe geldi...
- Þüphesiz senin için... Keþke sen de benimle kalsaydýn.
inanmýyordum. Bir büyük sebep yokken Kâmran, beni aramaya gelmiþ olsun! Misel herhalde yan
lýþ görmüþ olacaktý.
Mamafih, bu þüpheyi kendisine söylemedim. Yalancýktan inanmýþ gibi görünerek:
- Bir genç erkeðin kur yaptýðý kýzý görmeye gelmesinden daha tabii ne olur? dedim.
- Bulunmadýðýna üzüldün, deðil mi?
- Zannederim. Misel yanaðýmý okþadý.
- Bununla beraber o yine gelir, dedi. Mademki seviyor...
- Ona ne þüphe?
ÇALIKUÞU 51
O akþam, yemekten sonra Sor Matild beni çaðýrdý, bir sýrma tel ile birbirine baðlanmýþ iki
þeker kutusu uzatarak:
- Bunlarý sana kuzenin getirdi, dedi.
Sor Matild, hiç hoþlanmadýðým bir tipti. Fakat kutularý bana uzatýrken boynuna sarýlýp yana
ek için kendimi zor tuttum.
Demek Misel yanlýþ görmemiþti. Mektebe gelen kuzenim-di. Arkadaþlarým arasýnda masalýmýn do
dan þüphe eden varsa bu kutuyu görünce onlar da fikirlerini deðiþtirmeye mecbur olacaklardý
e güzel!
Kutularýmýn biri renk renk fondanlar, biri yaldýzlý kâðýtlara sarýlmýþ þokololarla doluydu.
olsa onlarý en yakýn arkadaþlarýmdan bile ne ihtimamla gizlerdim. Fakat o gece mütalaa sa
atinde kutularým elden ele sýnýfý dolaþýyor, bütün çocuklar, insaflarýnýn derecesine göre,
ikiþer, üçer alýyorlardý.
Bazýlarý uzaktan bana manalý iþaretler yapýyorlardý. Ben, utanmýþ gibi yaparak baþýmý öte t
, gülüyordum. Ne güzel!
Misel maalesef, yaldýzlý dipleri görünmeye baþlamýþ olan kutularýmý tekrar bana teslim etti
- Bu kutular adeta niþan þekeri kutusu Feride, diye fýsýldadý.
Masalým bana biraz pahalýya mal olmuþtu, ama ne yaparsýnýz?...
Üç gün sonraydý, imtihan için boyalý bir coðrafya haritasý hazýrlýyorum. Boya iþleri bana h
Biraz savruk olduðum için ikide birde renkleri birbirine karýþtýrýyor, ellerimi ve dudaklar
oyuyordum.
O gün de ben, yine bu halde uðraþýrken kapýcýnýn kýzý sýnýfa girdi; beni görmek için gelen
/r'da beklediðini haber verdi. Ne yapacaðýmý bilemiyor gibi etrafýma ve kür-
52
Reþat Nuri Güntekin
süde oturan muallim söre þaþkýn þaþkýn baktýðýmý hatýrlýyorum.
O:
- Haydi Feride, dedi. Haritalarýný olduðu gibi býrak... Misafirini gör...
Haritalarý olduðu gibi býrakayým, âlâ... Fakat misafiri hangi suratla görmeye gideyim?...
Yanýmdaki arkadaþým, önlüðünün cebinden minimini bir ayna çýkarmýþ, benimle eðlenir gibi ön
Yüzümün, hele aðzýmýn hali felaketti. Yazý yazarken kalemi aðzýma soktuðum gibi, þimdi de f
. Dudaklarým yol yol sarý, kýrmýzý, mor boyalarla boyanmýþtý. Bunlarý ne mendille, ne de su
abunla çýkarmama imkân olmadýðýný, hatta uðraþsam büsbütün sývaþtýracaðýmý biliyordum.
Kâmran'ýn ehemmiyeti yok tabii, onun karþýsýna hangi çehreyle çýkmayý caným isterse öyle ya
t gelenin kim olduðunu öðrenerek kýs kýs gülen arkadaþlarýma karþý ben, kur yapýlan, hatta
hazýrlanan bir kýz vaziyetin-deydim. Hay Allah cezasýný versin!
Koridordan çýkarken gözüme iliþen bir ayna, sýkýntýmý büsbütün artýrdý. O kadar ki, parlotr
de içeri girmeyecektim. Fakat ne çare ki, ortada bu hareketime mana verecek yabancýlar
dolaþýyordu.
Ne yapalým, artýk olan olmuþtu. Kapýyý hýzla açarak fýrtýna gibi içeri atýldým. Kâmran penc
akta duruyordu. Doðruca yanýna gitsem, ne bileyim, mesela birbirimizin elini tutmamýz
lâzým gelecekti; kuzenimin kadýn eli gibi temiz ve süslü ellerini ýslak ellerimin boyasýyla
rbat edecektim.
Gözüme masanýn üstünde yine sýrma tellerle birbirine baðlý paketler iliþti. Bunlarýn bana a
anladým. Artýk iþi gürültüye getirmekten, ellerimin, dudaklarýmýn boyalarýný bir çocuk del
altýnda saklamaktan baþka çare yok-
ÇALIKUÞU 53
tu. Siyah önlüðümün eteklerini tutarak kutularýn önünde muhteþem ve uzun bir reverans yaptý
nada parmaklarýmý biraz da eteklerime silmek ihtiyacýný ihmal etmedim. Sonra, kutulara e
limle birkaç sýký öpücük göndererek bir parça da dudaðýmýn boyalarýný hafiflettim.
Kâmran gülerek yanýma yaklaþmýþtý. Biraz da ona iltifat etmek lâzým geliyordu:
- Bunlar ne büyük iltifatlar, Kâmran Beyefendi, dedim. Gerçi þokololar, fondanlar biraz kýl
hakký ama, ne de olsa insan mahcup oluyor... Evvelki günkü kutuda bir nevi fondan vardý,
inþallah onlara yeni kutularda da tesadüf etmek mümkün olur... Fakat hakikaten tarifine
imkân yok... insan, onlarý aðzýnda eritirken yüreði de beraber eriyor.
Kâmran:
- Bu sefer zannederim daha kýymetli bir þey bulacaksýn, Feride, dedi.
Yalancý bir telaþ ve sabýrsýzlýkla onun gösterdiði kutuyu açtým, içiden iki yaldýzlý kitap
yortularýnda küçük çocuklara hediye edilen resimli bebek masallarý kabilinden þeylerdi. Kuz
m, herhalde anlamadýðým bir sebeple benimle eðlenmiþ olacaktý. Sýrf bunun için buraya kadar
et ettiyse ayýp doðrusu... Ona küçük bir ders vermek sýrasý gelmiþ miydi acaba? Bilmiyorum,
t kendimi tutamadým. Boyalý dudaklarýma uymayacak bir ciddiyetle:
- Hediyelerin her türü için teþekkür etmek lâzým, dedim. Fakat müsaade ederseniz küçük bir
.. Birkaç sene evvel siz de bir çocuktunuz. O vakit haliniz ve aðýrbaþlýlýðýnýzla büyük ins
diniz gerçi, ama ne de olsa, bir çocuktunuz deðil mi? Siz maþallah seneden seneye büyüyor,
esimli roman kahramanlarýna benzer bir genç oluyorsunuz da ben daima yerimde sayýyorum
?
Kâmran, hayretle gözlerini açtý:
- Pardon Feride, dedi. Anlamadým.
54
Reþat Nuri Güntekin

- Anlaþýlmayacak bir þey yok. Yani siz büyüyorsunuz da ben neden Bibliothegue tfose masall
arýný okuyacak bir bebek kalýyorum ve bir türlü haline göre on beþ yaþýna girmiþ bir kýz mu
görülmüyorum?
Kâmran, þaþkýn þaþkýn, yüzüme bakmakta devam ediyordu:
- Yine anlamadým, Feride!
Bu anlayýþsýzlýða hayret eder gibi bir jest yaptým, dudaklarýmý büzdüm. Fakat doðrusu araný
istediðimi ben de anlamamýþtým. Yaptýðýma piþman oluyor, bir kaçamak arýyordum.
Bu defa sinirli bir hareketle ikinci kutunun baðýný kopardým, içinde yine fondanlar vardý.
Kâmran, hemen hemen resmi bir tavýrla hafifçe eðildi:
- Artýk size ermiþ, yetiþmiþ bir genç kýz muamelesi etmek lâzým geldiðini aðzýnýzdan iþitme
iyar etti Feride, dedi. Kitaplar için sizden af dilemeye lüzum görmeyeceðim. Çünkü fondanla
spat etmiþtir ki, kitaplar zaten bir þakadan baþka bir þey deðildi. Maksat size kitap geti
rmek olsaydý belki o demin bahsettiðiniz romanlardan da seçebilirdim.
Kâmran'ýn bu tavrý, bu sözleri muhakkak alaydý. Fakat öyle de olsa, onun karþýmda bu sesle,
elimelerle konuþmasý hoþuma gidiyordu.
Cevap vermeye mecbur olmamak için ellerimi bir dua vaziyetinde birbirine kavuþturara
k dalgýn bir hayranlýk rolü oynuyordum. O, sözünü bitirince yüzüne baktým; gözlerime düþen
tiyle silkeleyerek:
- Ne söylediðinizi dinleyemedim, efendim, fondanlar o kadar güzel ki... Mamafih, bunla
rý görünce barýþtýk. Mesele yok. Çok mersi, Kâmran.
Dinlenilmediðini zannetmesine onun galiba caný sýkýlmýþtý. Mamafih, o da nedense bunu bana
dirmemek istedi; içini çekerek yalancý bir somurtkanlýkla:
55
ÇALIKUÞU

- Ne yapalým, mademki çocuk hediyeleri makbule geçmiyor artýk, bundan sonra büyük insanlara
mahsus ciddi þeylerle hatýrýnýzý sorarýz, dedi.
Ben, þimdi yalnýz fondanlarýmla meþgul görünüyordum. Bir mücevher muhafazasý seyreder gibi
kutuya bakýyor, içinden çýkardýðým þekerleri, bir resimli gazetenin üstüne sýralýyordum. Ay
açmasapan þeyler söylüyordum:
- Bunlarý yemek de bir sanattýr, Kâmran. Hem bu sanatý, âcizane ben keþfettim. Bak, mesela
en þu sarýyý kýrmýzýdan evvel yemekte bir zarar görmezsin, deðil mi? Halbuki ne yazýk? Çünk
a tatlýdýr, hem biraz nanelidir. Onu evvela yersem sanýrým o nazik lezzetine, o þairane ko
kusuna yazýk olur. Ah, caným þekerler...
Bir tanesini alarak dudaklarýma götürdüm. Kuþ yavrusunu sever gibi okþuyor, onunla adeta ko
uþuyordum.
Kuzenim elini uzattý.
- Onu bana versene, Feride, dedi. Tuhaf bir nazarla yüzüne baktým:
- Ne demek?
- Yiyeceðim.
- Kutuyu yanýnda açtýðýmýza galiba fena ettik. Getirdiklerini kendin yemeye baþlarsan iþimi
...
- Sadece onu ver!
Hakikaten bu ne demektir? insan, baþkasýnýn aðzýna sürülmüþ bir þeyden iðrenmemek için... N
Herhalde bir þaþkýnlýk ve dalgýnlýk saniyesi geçirmiþ olacaðým ki, kuzenim birdenbire elini
ndaný parmaklarýmdan kapmak istedi. Fakat ben daha atik davrandým. Þekeri kaçýrdým ve ona d
mi çýkardým:
- Sizin böyle el çabukluðu hünerleriniz yoktu ama nasýl oldu, diye alay ettim.
- Bakýn, ben size bu kadar güzel fondanýn nasýl yeneceðini tarif edeyim de ondan sonra kapý
...
56
Reþat Nuri Güntekin
Baþýmý biraz arkaya atarak tekrar dilimi çýkardým, fondaný üzerine koydum. Þeker, yavaþ yav
aþýmý iki tarafa sallýyor, dilim serbest olmadýðý için el hareketleriyle ona fondanýn lezze
fevkalâdeliði anlatýyordum.
Kuzenim o kadar tuhaf bir þaþkýnlýkla bakýyordu ki, kendimi tutamadým, gülmeye baþladým.
Sonra, tekrar ciddileþtim, kutuyu uzatarak:
- Þimdi artýk öðreneceðinizi öðrenmiþ sayýlacaðýnýz için bir tane ikram edebilirim.
Kâmran, yarý þaka bir hiddetle kutuyu itti:
- istemem, dedi. Hepsi senin olsun.
Aramýzda aþaðý yukarý konuþulacak bir þey kalmamýþtý. Terbiye icabý evdekilerden haber sord
lara komplimanlarýmý gönderdikten sonra kutularýmý koltuðumun altýna sýkýþtýrarak çýkmaya h
Birdenbire parloir'm yanýndaki odadan hafif bir gürültü oldu. Kedi gibi kulak kabartarak
dinledim.
Mektep levhalarýna ve haritalarýna mahsus olan bu odanýn biraz evvel kapýsý açýlmýþtý. Sonr
rdan birinin yere düþmesine benzer bir ses iþitmiþtim. Þimdi de arkadaki camlý kapýnýn arka
are týkýrtýsýndan farký olmayan bir gürültü ve hareket hissediyordum.
Kuzenime belli etmeden bu kapýya þöyle bir bakýnca ne göreyim? Buzlu camýn arkasýnda kocama
ir baþ gölgesi... Derhal iþi çakmýþtým. Miþel'di. Bir haritaya ihtiyaç olduðunu söyleyerek
kandýrmýþ, parloir'm yanýndaki odadan bizi gözetlemeye gelmiþti.
Gölge kaybolmuþtu. Fakat camýn altýndaki anahtar deliðinden bu kýzýn bizi gözetlediðine hiç
. Ne yapacaktým? Birbirine kur yapan iki insan sýfatýyla, o bizden mutlaka fevkalâde bir
þeyler bekliyordu. Benim, kuzenime "Haydi, Allah yolunu açýk etsin, evdekilere selam"
diyerek aptal aptal kapýdan çýktýðýmý görünce her þeyi anlayacak, koridorda baþý-
ÇALIKUÞU ' 57
mý kollarýnýn arasýnda sýkýþtýrýp saçlarýmý karýþtýrarak "Bana masal okudun, ha!" diye güle
Bu korku, bana o saniyede bir hýnzýrlýk düþündürdü. Doðru bir þey deðil ama, mademki bir ro
baþlamýþtýk, sonuna kadar devam edecekti.
Misel, mektep arkadaþlarýmýn çoðu gibi Türkçe bilmezdi. Þu halde söyleyeceðimiz lakýrdýlarý
ktu. Elverir ki, ses ve jestler seviþen iki insanýn jestlerine benzesin... Kâm-ran'a:
- Az kalsýn unutuyordum, dedim. Sütninenin torunu köþkte mi?
Sütninenin torunu senelerden beri köþkte büyüyen bir öksüzdü.
Kâmran, sualime þaþýrýr gibi oldu:
- Elbette köþkte... dedi. Nereye gitmesini isterdin?
- Tabii... Biliyorum... Yalnýz... Ne bileyim iþte? Ben bu çocuðu o kadar seviyorum ki...
Kuzenim gülümsedi:
- Bu da nereden çýktý, dedi. Yüzüne bile baktýðýn yoktu biçarenin...
Garip bir hareketle:
- Yüzüne bakmamak ne ispat eder, rica ederim, dedim. Sevmediðimi mi? Ne delilik!... Bi
lâkis ben, bu çocuðu o kadar çok seviyorum ki...
Bu seviyorum kelimesini, La Dam O Kamelya rolü oynayan bir aktris jestiyle boynumu
bükerek ellerimi göðsümün üstünde kavuþturarak tekrar ediyor, yan gözle de kapýya bakýyord
Misel, altý kelime Türkçe biliyorsa, bunlarýn üçü mutlaka "sevmek, sevgi, sevda" gibi þeyle
caktý. Mamafih, tahminimde yanýlmýþ olsam da herhalde bir diksiyonere bakabilir, yahut d
a "seviyorum ki" kelimesinin ne dehþetli bir manasý olduðunu herhangi bir Türkçe bilenden ö
nebilirdi. Yalnýz
60
Reþat Nuri Güntekin

Kendimi tutamayarak birdenbire bir baskýn yaptým:


- Adý nedir? Ne iþ yapar? Evinin adresi ne? dedim.
Kuzenim þaþaladý; o kadar þaþaladý ki, bir uydurma isim ve adresi bile düþünemedi. Renkten
irerek ve gülerek:
- Ne yapacaksýn? Niçin bu merak? gibi kelimelerle beni atlatmaya uðraþtý.
Ortada ehemmiyetli bir mesele varmýþ gibi:
- Ben, hafta baþýnda teyzeme sorarým, dediðim zaman ise daha fazla kýzardý.
- Sakýn ha! Anneme ondan bahsetme... Görüþmemi istemez de, diye yalvarmaya baþladý.
Hiddetle ayaða kalktým, zorla tutmaya çalýþtýðým ellerimi cebime saklayarak:
- Ne baba dostlarýnýzla, ne kendi dostlarýnýzla meþgul olduðumu zannediyorsanýz yanýlýyorsu
sebetsizliðimden öyle bir lakýrdý ortaya atýverdim iþte, diye dýþarý çýktým.
O günden sonra Kâmran ne zaman mektebe geldiyse bahane uydurdum, yanýna çýkmadým. Getirmekt
devam ettiði kutularý sýnýfta, yahut bahçede yýrtarak açýyor, içindekilerini bir tanesine
en çocuklara yaðma ettiriyordum.
Hakikat meydandaydý. Mesut dul mutlaka bu taraflarda bir yerde oturuyordu. O geced
en sonra mutlaka anlaþmýþlardý. Kuzenim ikide birde onun evine gidiyor, o arada bana da
uðruyordu.
istedikleri ahlâksýzlýðý yapsýnlar... Bana ne? Fakat beni arada oyuncak etmeleri fena halde
gücüme gidiyordu. Bu aklýma geldikçe vücuduma ateþ basýyor, hiddetten aðlamamak için diþler
klarýmý kanatýyordum.
Neriman'ýn nerede oturduðunu evden sorup öðrenmek iþten bile deðildi. Fakat bu kadýnýn adýn
k, bana tahammül edilemeyecek bir þey gibi görünüyordu.
Eve çýktýðým bir tatil günüydü. Bir misafir, Necmiye'ye:
ÇALIKUÞU 61
- iki gün evvel Neriman'dan bir mektup aldým, dedi. Çok mesutmuþ...
Küçücük bir fino köpeðini havuzda yýkamak için dýþarý çýkýyordum. Bu sözleri iþitince kapýn
ek köpeði yavaþça kucaðýmdan indirdim.
Mesut dul için bir þey soramazdým, fakat kulaðýma da yasak yoktu ya...
Misafir, devam ediyordu:
- Neriman kocasýndan çok memnun görünüyor, bu sefer mesut olsun zavallý...
Necmiye, bir hamam kubbesi ahmaklýðýyla:
- Ya, ya! Bu sefer bari mesut olsun zavallý, diye misafirin kelimelerini aynen tek
rar edip lakýrdýyý kapatmaz mý? Artýk çaresiz, iþ baþa düþmüþtü; alaycý bir tavýrla:
- Hanýmefendi, tekrar evlendiler mi? dedim.
- Kim hanýmefendi?
- Mektubunu aldýðýnýz haným. Neriman Haným... Misafir yerine Necmiye cevap verdi:
- Ay, haberin yok mu? Çoktan... Neriman, bir mühendisle evlendi... Beþ, altý aydan beri
kocasýyla beraber izmir'de...
"Bu sefer bari mesut olsa zavallý," duasýný bu sefer de ben, üçüncü defa olarak tekrar etti
e köpeði kucaðýma kaparak dýþarý fýrladým. Fakat artýk havuza gitmiyor, çitlerin, bað kütük
yarak koþuyor, bahçenin etrafýný dört dönüyordum.
O yaz, bir seyahat yaptým. Uzak deðil, Tekirdað'a kadar. . Malum ya, hayatta Allah ban
a teyzeden bol bir þey vermemiþtir. Bunlardan biri de Tekirdað'dadýr. Kocasý olan Aziz Eniþ
emiz senelerden beri oralarda mutasarrýftýr... Müjgân isminde benden üç yaþ büyük bir de ký
Akraba çocuklarý arasýnda galiba en ziyade onu severim.
Müjgân çirkindir, fakat bu, bana hiç batmaz. Aramýzdaki fark üç yaþtan ibaret olmasýna raðm
nu çocukken
62
Reþat Nuri Güntekin

nedense daima kocaman bir insan gibi görmüþümdür. Þimdi farkýn daha azalmýþ olmasýna raðmen
ve onu "abla" diye çaðýrýrým.
Müjgân Abla, benim taban tabana zýddýmdýr. Ben, ne kadar çýlgýn ve yaramazsam, o, o kadar a
zla olarak da müstebittir. Her istediðini yaptýran, diyebilirim ki yalnýz odur. Bazen na
sihatlerine biraz somurtsam, arzularýna karþý kafa tutsam bile neticede daima yelkenle
ri suya indirmek lazým gelir. Niçin? Ne bileyim? Ýnsan, birini sevmek felaketine uðradý mý,
esir gibi bir þey oluyor.
Müjgân, birkaç senede bir Ayþe Teyzem'le beraber istanbul'a gelir ve birkaç hafta köþkte, y
t öteki teyzelerimde misafir kalýrdý.
O yaz, Tekirdað'dan bana, hemen hemen resmi bir davet geldi. Ayþe Teyzem, Besime Tey
zem'e yazdýðý bir mektupta, "Sizden ümidim yok," diyordu. "Fakat Feride'yi iki aydan aþaðý
amak üzere bu tatilde mutlaka bekliyoruz. Malum ya, biz de teyzesiyiz. Gelmezse en
iþtesi de, ben de, Müjgân da fena halde danlacaðýz."
Besime Teyzem'le Necmiye, Tekirdað'ý dünyanýn bir ucu gibi görüyorlar, uzak yýldýzlara baka
i gözlerini bükerek: "Olacak þey mi? Ýmkân var mý?" diyorlardý.
- Ýzniniz olursa bunun imkânsýz bir þey olmadýðýný ispat ile kesb-i þeref edeceðim, dedim.
Arkadaþlar arasýnda yaz tatillerinde aileleriyle beraber seyahate çýkanlar ve dönüþte bize
bol övünenler vardý. Demek mektep açýldýðý zaman bana da aþaðý yukarý böyle bir þey yapmak
Bir sene evvelki flört masalýna bu sene de bir seyahat hikâyesi ilave etmek hoþ bir lüks o
lacaktý. Yalnýz, benim iddiam, çantamý elime alarak, romanlarda okuduðum Amerikan kýzlarý g
, kendi kendime vapura binmekti. Fakat teyzelerim bu arzumu telaþlý çýðlýklarla karþýladýla
nýma bir bekçi katma-
ÇALIKUÞU 63
dan yola çýkmama razý olmadýlar. Hatta böyle olduðu halde: "Karanlýkta güverteden denize sa
.. Kimse ile konuþma... Vapur merdivenlerinden deli gibi inme!" gibi aðýr nasihatlerle
haysiyetimi kýrdýlar. Sanki Tekirdað'a iþleyen pabuç büyüklüðündeki külüstür vapurun bir t
bi seksen metre merdiveni varmýþ gibi...
iki senedir görmediðim Müjgân'ý büyümüþ, konuþmaya cesaret edemeyecek kadar kerliferli bir
uldum. Mamafih, yine çabucak anlaþtýk.
Ayþe Teyzem'le Müjgân'ýn sürü sürü ahbaplarý vardý. Ben de onlarýn arasýna karýþtým.
Her gün bir misafirliðe, köþke yahut baða davet ediliyorduk.
Artýk kocaman bir kýz olduðumu, bir hafiflik yaparsam beni ayýplayacaklarýný söyledikleri i
areketlerime son derece dikkat ediyordum. Yabancý kadýnlara kompliman yaparken, sual
lerine ciddi ve nazik cevaplar vermeye çalýþýrken, kendimi misafirlik oyunu oynayan bebe
klere benzetiyordum. Mamafih, insan arasýna katýlmak biraz da gururumu okþamýyor deðildi.
Bu misafirlikler beni eðlendirmekle beraber, yine de en çok sevdiðim zamanlar Müjgân'la ya
lnýz kaldýðým saatlerdi.
Eniþtemin, evi denize bakan yüksek bir bayýrýn üstündeydi. Müjgân Abla, benim, bazý yerleri
r duvara benzeyen bu bayýrdan sahile inmemi evvela tehlikeli bulmuþ, beni men etmeye
uðraþmýþtý. Fakat sonradan kendisi de buna alýþtý. Saatlerce kumlarda yatýyor, sularýn üze
ktiriyor, sahil boyunca yürüyerek ta uzaklara gidiyorduk.
Deniz, bu mevsimde çok güzel ve sakin fakat neþesizdi. Bazen saatler geçer, üzerinde bir y
elken, ince bir duman parçasý görünmezdi. Hele akþamüstlerine doðru sular, insaný hasta ede
adar geniþliyor ve yalnýzlaþýyordu. Bereket versin ben, bu tehlikeyi daha evvelden hisse
diyor, sahildeki kayalarý kahkahalarýmla çýn çýn öttürüyordum.
64
Reþat Nuri Güntekin

Bir gün Müjgân'la baþýmý almýþ, ta ilerideki bir burna doðru yürümüþtük. Maksadýmýz, bu bur
yalarýn öte tarafýndan koya geçmekti, fakat aksi gibi, yol kapalýydý. Ayaklarýmýzý çýkarara
ekten baþka çare yoktu. Ben kendi hesabýma bu mecburiyete sevindim bile. Fakat ermiþ, ye
tiþmiþ bir küçükhaným olan Müjgân'ý ne yapacaðýz?
Ne söylersem iskarpinlerini ve çoraplarýný çýkartmayacaðýný bildiðim için ona bir teklifte
- Gel, Müjgân Abla, seni arkama alayým... Öyle geçireyim, dedim.
Razý olmadý:
- Deli çocuk, sen koskoca insaný nasýl kaldýrýrsýn? dedi. Zavallý Müjgân, yaþý gibi boyu da
lduðu için kendisini taþýmaya gücüm yetmeyeceðini zannediyordu. Sinsi sinsi yanýna yaklaþar
- Bakalým, bir tecrübe edelim de, olursa ne âlâ dedim ve onu kalçalarýndan yakaladýðým gibi
kaldýrdým.
Müjgân bunu evvela sahiden birkaç adýmlýk bir tecrübe sanmýþtý. Kendini kurtarmaya çalýþara
- Delilik etme, býrak. Sen, beni nasýl taþýrsýn? diye gülüyordu. Fakat çýplak ayaklarýmla s
yürüdüðümü görünce çýldýracak gibi oldu.
- Tüy gibi hafifsin abla, dedim. Çýrpmacak olursan boylu boyumuza düþeriz, ikimize de yazýk
olur. Fakat rahat durursan korku yok.
Zavallý kýz, sapsarý kesilmiþti. Bir kelime söylerse muvazenenin bozulmasýndan korkuyor gib
aðzýný, gözlerini kapýyor, elleriyle saçlarýma sarýlýyordu.
Zavallý Müjgân, bir karýþlýk suyun üstünde, bir uçurumdan geçiyormuþ gibi gözlerini kapýyor
cesaret edemiyordu.
Bir de burnu dönünce ne görelim! Karaya çekilmiþ bir sandalýn yanýnda yiyecek yiyen üç balý
or mu?
ÇALIKUÞU
65

- Ettin mi edeceðini, Feride? diye fýsýldadý, þimdi ne yapacaðýz?


Ben güldüm:
- Balýkçýlar adam yemezler ya, dedim.
Mamafih, vaziyetimiz hakikaten tuhaftý. Hele ben, dizka-paklarýma kadar çýplak bacaklarým,
elimde çoraplarýmla insan içine çýkacak halde deðildim.
Müjgân, incecik bacaklarýyla -süpürge önünden kaçan örümcek gibi- koþmaya hazýrlanýyordu. B
ayýp buldum.
Sularýn o gün niçin kýyýdaki yollarý kapadýðýný, hangi saatlerde denizin ne taraflarýnda ba
sordum. Sýrf lakýrdý olsun diye saçmasapan sualler.
Balýkçýlarýn ikisi yirmiþer yaþýnda, yahut biraz daha fazla iki genç, biri sakallý bir ihti
Gençler, utangaç görünüyorlardý. Cevaplarýný ihtiyar verdi. Fakat o da besbelli benim gibi
ulmakta güçlük çektiði için kim olduðumu sordu.
Bir an durakladýktan sonra: "Ben Marika diye bir kýzým; tüccar amcama istanbul'dan misaf
ir getirdim," dedim ve yürüdüm.
Müjgân beni kolumdan tutarak, sürükler gibi koþtururken: "Allah cezaný versin. Niçin böyle
" diyordu.
- Ne bileyim, dedim... Ýstanbul'daki teyzeler, "Dilini sýký tut. Saçmasapan konuþma... Ora
larý dedikoducu yerlerdir," diye tekrar tekrar tembih ettiler bana. Balýkçýlar, "Bu nasýl
Müslüman kýz böyle, sade baþýný deðil bacaklarýný da açýyor," demesinler diye.
Hasýlý, korkak Müjgân, bu hiçten þeyi adeta büyük bir mesele yaptý...
Çalýkuþu - F.5
66
Reþat Nuri Güntekîn
Akþamüstleri Müjgân'la kol kola gezerken genç bir süvari zabitinin etrafýmýzda dolaþtýðýna
. Bu zabit, sözde atýna talimler yaptýrýyordu. Fakat Allah'ýn kýrýnda baþka gidilecek yer y
ibi mütemadiyen bizim gezdiðimiz yolda gidip geliyor, yanýmýzdan geçerken bize bakýyordu; h
m de o kadar garip bir alaka ile ki, neredeyse durup konuþacak.
Bir gün o, yine atýný oynatarak ve bizi duvar kenarýndaki aðaçlar arkasýna kaçýrarak yanýmý
n sonra yavaþça güldüm, öksürdüm ve:
- Anlayalým Müjgân Abla! dedim. Müjgân yüzüme baktý:
- Ne demek istiyorsun, Feride? dedi.
- Þunu demek istiyorum ki artýk eskisi kadar çocuk deðiliz abla... Zabit Bey'le mükemmel k
ur yapýyorsunuz. Müjgân gülmeye baþladý:
- Ben mi? Deli çocuk!
- Biraz akran muamelesi etmek tenezzülünde bulunmanýzdan ne çýkar efendim?
- Zabitin benim için dolaþtýðýný mý zannediyorsun?
- Onu zannetmemek için biraz aptal olmalý. Müjgân tekrar güldü. Fakat bu defaki gülüþte bir
vardý. Sonra içini çekti:
- Yavrucuðum, ben öyle arkasýndan koþulacak bir kýz deðilim ki... O, senin için etrafýmýzda
geliyor...
- Ne söylüyorsun, abla! Gözlerim faltaþý gibi açýlmýþtý.
- Evet, senin için... Sen gelmeden evvel yine görürdüm. Fakat beni yolun kenarýndaki þu aða
an ayýrt etmeden geçer giderdi ve bir daha dönmezdi...
O gece, yemekten sonra Müjgân'la evin önüne çýkmýþtýk. Konuþmadan denize doðru yürüyorduk.
Müjgân:
- Senin bir derdin var Feride, dedi. Hiç sesin çýkmýyor.
67
ÇALIKUÞU

Biraz durakladýktan sonra cevap verdim:


- Gündüz söylediðin münasebetsiz lakýrdýyý aklýmdan çýkaramýyorum, mahzun oluyorum. Müjgân
- Ne dedim ben?
- "Ben arkasýndan koþulacak bir kýz deðilim ki," dedin. Müjgân, hafif bir kahkaha kopardý:
- Peki ama, bundan sana ne?
Ellerini tuttum, gözlerim dolu dolu, donuk bir sesle:
- Sen çirkin misin abla? dedim.
O yine güldü, benimle eðlenerek yanaðýma bir fiske vurdu:
- Ne çirkin, ne güzel!... Ortayým diyeyim de kavgayý kýsa keselim... Sana gelince, biliyor
musun sen büyüdükçe dehþet bir þey oluyorsun!
Ellerimi Müjgân'ýn omuzlarýna koydum, onu öpecek gibi burnumu sürerek:
- Benim için de orta diyelim de mesele bitsin, dedim.
Bayýrýn kenarýna gelmiþtik. Yerden taþ toplayarak denize atmaya baþladým. Müjgân da bana uy
at zavallý, hem taþ atmasýný bilmiyordu, hem de kollarý kuvvetsizdi.
Benimkilerin her zaman havada kaybolduktan sonra uzakta bir yakamoz parýltýsýyla sularý
yýldýzlandýrmasýna mukabil onunkiler gülünç bir patýrtý ile bayýrýn taþlarýna çarpýyor, yah
ehþetli gülüyorduk.
Ay ýþýðýndan sýrýlsýklam bir denizin iki genç kýza ilhamý bu olmamalýydý. Ama ne yaparsýnýz
nra Müjgân yorularak büyük bir kaya parçasýnýn üstüne oturdu; ben de ayaklarýnýn dibine çök
Bana mektep arkadaþlarýma dair sualler soruyordu. Ona benim Miþel'in birkaç vakasýný anlatt
Sonra elimde olmadan kendi uydurma masalýmdan bahse baþladým.
Buna ne sebep vardý? Müjgân'a yaptýðým itiraf sadece bir
68
Reþat Nuri Güntekin

gevezelik ihtiyacý mýydý? Bilmiyorum. Fakat ara sýra münasebetsizliðimi hissederek durmak i
tediðim halde bir türlü kendimi tutamýyordum.
Müjgân'a anlattýðým þey, netice itibariyle, arkadaþlarýmý nasýl bir kurt masalýyla aldattýð
akat o zaman rol icabý nasýl mahzunlaþýyorsam, þimdi de böyle bir mecburiyet olmadýðý halde
anýna kendimi kaptýrýyordum. Müjgân'ýn yüzüne bakmaktan çekiniyordum. Kâh onun etekleriyle,
oynuyor, kâh baþýmý dizine koyuyor ve daima denize, uzaklara bakýyordum.
Masalýmýn kahramanýnýn kim olduðunu evvela Müjgân' dan saklamaya gayret etmiþtim. Fakat son
bunu da aðzýmdan kaçýrdým.
Müjgân, bir þey söylemiyor, sadece saçlarýmý okþayarak beni dinliyordu.
Sözümü bitirdiðim ve arkadaþlarýma uydurduðum yalanýn ayýp bir þey olduðunu kendimin de anl
n, o ne dese beðenirsiniz?
- Zavallý Ferideciðim. Sen, Kâmran'ý sahiden seviyorsun, dedi.
Bir çýðlýk kopararak Müjgân'ýn üstüne atýldým, onu kuru otlarýn içine yuvarlayarak tartakla
- Ne dedin abla, ne dedin? Ben, sinsi san çýyaný... Müjgân, soluk soluða kendini kurtarmaya
lýþýyor, debeleniyordu:
- Býrak beni, dedi... Üstümü baþýmý yýrtacaksýn. Yoldan görecekler, rezil olacaðýz, Allah a
yalvarýyordu.
- Sözünü mutlaka geri alacaksýn...
- Mutlaka geri alacaðým, dedi. Ne istersen yapacaðým, býrak beni...
- Ama öyle hatýr için deðil, beni aldatmak için deðil...
- Peki, hatýr için deðil... Seni aldatmak için deðil... Sahiden...
69
ÇALIKUÞU

Müjgân, ayaða kalkmýþ, üstünü silkiyor:


- Feride, sen sahiden deliymiþsin, diye gülüyordu. Ben yerimden kalkmamýþtým. Titreyerek:
- Allah'tan korkmadan bana nasýl iftira ediyorsun, abla, dedim. Ben daha çocuðum.
Sonra kendimi tutamayarak aðlamaya baþladým.
O gece yataðýmda beni þiddetli bir ateþ bastýrdý. Bir türlü uyuyamýyor, sayýklýyor, aða düþ
ibi kendimi oradan oraya atýyordum.
Bereket versin geceler kýsaydý. Ortalýk aydýnlanýncaya kadar Müjgân beni yalnýz býrakmadý.
Vücudumda bir þey deðiþmiþ gibi kendi kendime karþý yenilmez bir korku ve tiksinti duyuyord
ikide birde bir bebek hýçkýnðýyla Müjgân'm boynuna sarýlýyor, "Niçin öyle söyledin, abla?"
O, besbelli yeni bir hücuma uðramaktan ürktüðü için ne "evet", ne "hayýr" diyor, sadece saç
rak, baþýmý kucaðýna alarak beni yatýþtýrmaya çalýþýyordu. Yalnýz, sabaha karþý o da asabil
ir sesle beni azarladý:
- Deli, sevmek ayýp mý? Kýyamet kopmadý ya... Daha olmazsa evlenirsiniz, olur biter... U
yu bakayým gözümün önünde... Ben öyle terbiyesizlik istemiyorum.
Müjgân Abla'nýn bu umulmaz baskýsý karþýsýnda bu sefer de ben sindim. Zaten vücudumda da uð
vet kalmamýþtý. Bütün bir gece daðda kurtla boðuþtuktan sonra sabaha karþý kendini býrakan
Keçisi'ne dönmüþtüm.
Uykuya dalarken Müjgân'm tekrar katýlaþmýþ bir sesle:
- Galiba o da sana karþý lakayt deðil, diye fýsýldadýðýný iþittim, fakat artýk isyana kudre
ak uyudum.
70
Reþat Nuri Güntekin

Ertesi gün yerli zenginlerden birinin çiftliðine davetliydik.


Hayatýmda bugünkü kadar azdýðým ve eðlendiðim bir gün olmamýþ gibidir.
Ayþe Teyzem'le Müjgân'ý çiftliðin havuzu kenarýnda büyüklerle dedikodu yapmaya býrakarak ço
takmýþ, etrafta otu ota, suyu suya katmýþtým. Hatta bir aralýk çýplak bir ata binmeye uðraþ
bir tehlike de geçirmiþtim. Teyzemle Müjgân beni gördükçe birtakým el ve baþ iþaretleri ya
Ne demek istediklerini gayet iyi anlýyordum. Fakat anlamak iþime gelmediði için görmezlikt
en geliyor, aðaçlarýn arasýnda tekrar kendimi kaybediyordum.
Evet, on beþ yaþýnda, kendi nazik tabirleri üzere "at anasý gibi" bir kýzýn baþ açýk, bacak
baþ darmadaðýnýk, iþçiler, yanaþmalar arasýnda hoyratlýk etmesi ayýptý, bunu ben de biliyo
ir türlü kendime lakýrdý anlatamýyordum.
Bir aralýk, Müjgân'ý yalnýz bularak kolundan yakaladým:
- Ne anlýyorsun bu Ermeni gelini edalý hanýmlardan? Gel sen de benimle bareber, dedim.
O, adeta kýzdý:
- Sen hakikaten þaþýlacak bir mahluksun, canavar gibi bir þeysin Feride, dedi. Akþam ne ha
ldeydin? Sabahleyin iki saat bile uyumadýn, tekrar ayaða kalktýn. Halinde zerre kadar
yorgunluk eseri yok. Rengin parlýyor, gözlerin parlýyor. Halbuki beni ne hale getirdin
, bak!
Zavallý Müjgân, hakikaten acýnacak haldeydi. Geceki uykusuzluktan sonra, yüzü gözlerinin be
a kadar balmumu gibi sararmýþtý.
ÇALIKUÞU 71
- Geceyi hatýrlamýyorum bile, dedim ve tekrar kaçtým.
*
Akþamüstü, arabamýz geciktiði için yaya olarak dönüyoruz. Bu tabii, daha iyi. Zaten çiftlik
ir yerde deðil... Teyzem, kendi yaþýnda iki komþusuyla arkadan geliyor. Biz, nihayet bir
az canlanmaya karar veren Müjgân'la kol kola hayli önden yürüyoruz. Yolun bir yanýnda yýkýk
rlar, çitlerle çevrilmiþ bahçeler, öte yanýnda o büyük ümitsizliðe benzeyen yel-kensiz ve d
iz var.
Bahçelerde vakitsiz bir sonbahar baþlamýþ, duvarlarý, çitleri saran yeþillikler kurumuþ, te
çiçekleri toz içinde sara-np buruþmuþ. Seyrek fasýllarla birbirinden ayrýlan cýlýz gürgenl
, titrek gölgeleriyle beraber yolun tozlarý üzerine kuru yapraklar dökülüyor.
Yalnýz, ta uzaklarda, kendi haline býrakýlmýþ bahçenin derinlerinde birtakým kýrmýzý benekl
r. Bunlar böðürtlendir ve muhakkak ki Allah onlarý çalýkuþlarý gagalasýn diye yaratmýþtýr.
Bu sebepten, ümitsiz denizi býrakýyorum ve Müjgân'ýn kolundan tutup böðürtlenlere doðru sür
um.
Arkadakiler kaplumbaða adýmlarýyla bizi geçip aþaðý köþenin baþýna varýncaya kadar biz, sek
i bitiririz.
Fakat Müjgân Abla insaný sabýrsýzlýktan çýldýrtacak kadar mýzmýz. Tarlanýn ortasýnda yürürk
burkuluyor, kuru ekin saplarýnýn ayaklarýna batmasýndan korkuyor, iki karýþlýk bir hendekte
tlamak lâzým geldiði zaman tereddüt ediyor.
Bir aralýk bir köpeðin hücumuna uðradýk. Müjgân'ýn el çantasýna sýðacak büyüklükte bir köpe
a, imdat istemeye kalkýþtý. Nihayet, böðürtlenlerden de korkuyordu. "Hastalanacaksýn... Mid
bozulacak" diye yemiþleri elimden kapmak istiyordu. Ara sýra hafifçe boðuþuyorduk.
72
Reþat Nuri Güntekin
Böðürtlenler eziliyor, yüzüme yapýþýyor, benim geniþ yakalarýma iki sýrma çapa iþlenmiþ bey
lekeler içinde býrakýyordu.
Aradakiler bize yetiþinceye kadar biz, iþimizi bitiririz demiþtim ama, ben Müjgân ve böðürt
rle devamlý halde çalýþýrken onlar yolun alt baþýný bulmuþlardý. Galiba bizi merak elikleri
rlar, arkaya bakýyorlardý. Yanlarýnda bir erkek vardý.
Müjgân, "Kim acaba?" dedi.
- Kim olacak, bir yolcu, yahut bir köylü.
- Zannetmiyorum.
Doðrusu aranýrsa onu ben de pek zannetmiyordum. Akþamýn alacakaranlýðý ve yol kenarýndaki b
gölgeleri arasýnda pek iyi seçilmemekle beraber baþka türlü bir insan olduðu görülüyordu.
Biraz sonra bu erkek bize el salladý, sonra onlardan ayrýlarak bize doðru yürüdü.
Þaþýrmýþtýk. Müjgân:
- Çok tuhaf! Herhalde bir bildik olacak, dedi ve biraz sonra heyecanla ilave etti:
- Feride, bu Kâmran'a benziyor. Sakýn...
- Ýmkâný yok. Ne iþi var burada, dedim.
- O, vallahi, ta kendisi.
Müjgân koþmaya baþladý. Ben, bilâkis yürüyüþümü daha aðýrlaþtýrmýþtým. Soluðumun týkandýðýn
Yolun kenarýnda durdum. Ayaðýmý büyük bir taþýn üzerine koyarak eðildim, iskarpinlerimin ba
yeniden baðlamaya baþladým.
Yüz yüze geldiðimiz zaman ben, sakin ve biraz da alaycýydým:
- Hayret, dedim. Siz buralarda... Bu kadar uzun yolculuðu nasýl göze aldýnýz?
ÇALIKUÞU 73
O, bir þey söylemiyor, bir yabancý karþýsýnda gibi çekingen bir gülümseme ile yüzüme bakýyo
ini uzattý.
Ben, kendiminkileri hemen geri çektim, arkamda sakladým.
- Müjgân Abla ile kendimize bir böðürtlen ziyafeti verdik. Ellerim yapýþ yapýþ. Sonra da üs
yapýþtý. Teyzeler nasýl? Necmiye nasýl?
- Gözlerinden öpüyorlar, Feride.
- Mersi.
- Ne kadar yanmýþsýn, Feride... Derin pul pul olmuþ.
- Güneþten.
Bir aralýk Müjgân söze karýþtý:
- Sen de öyle, Kâmran, dedi.
- Kim bilir... Þemsiyesiz mehtapta mý dolaþtý, nedir? dedim.
Gülüþtük ve yürüdük.
Biraz sonra Ayþe Teyzem ile Müjgân, kuzenimi aralarýna aldýlar. Teyzemin komþularý kýrký ge
kendilerini kadýndan, Kâmran'ý erkekten sayarak biraz alarga gidiyorlardý.
Ben, önde çocuklarla beraber yürüyordum. Fakat kulaðým arkadaydý. Kuzenimin teyzemle Müjgân
disini hangi rüzgârýn buraya attýðýný anlatmasýný dinliyordum:
- Bu yaz istanbul'da çok sýkýldým, dedi. Ama bilemezsiniz ne kadar çok...
Topuðumu hiddetle yere vurdum, içimdem "Elbette, dedim, mesut dulu yad ellere kaçýrdýktan
sonra bundan tabii ne olur?"
O, devam etti:
- Evvelki gece ayýn on beþi idi. Bir arkadaþ grubuyla Alemdaðý'na çýktýk. Son derece güzel
eydi. Fakat benim yorucu eðlencelere tahammülüm yok. Sabaha doðru kimseye haber vermeden
kendj kendime þehre indim. Hasýlý, fena halde sýkýlýyordum. Birkaç gün Ýstanbul'dan uzakla
74
Reþat Nuri Güntekin

Fakat nereye gidersiniz? Yalova'nýn mevsimi deðil. Bursa bu aylarda cehennem gibi ya
nar.
Birdenbire aklýma siz geldiniz. Zaten sizi de dehþetli göre- j ceðim gelmiþti.
Eniþtemle teyzem o akþam Kâmran'ý geç vakte kadar" bahçede alýkoydular. Müjgân da yorgunluk
kta duramayacak halde olmasýna raðmen, burunlarýnýn dibinden ayrýlmýyordu.
Ben, bilâkis gruba alarga duruyor, ikide birde içeride yahut bahçenin arka taraflarýnda
kayboluyordum.
Bir aralýk, bilmem niçin, yanlarýna yaklaþmak lâzým gelmiþti. Kâmran, halimden alýndýðýný g
:
- Misafire hürmette kusur ediliyor galiba, dedi. Ben gülerek omuzlarýmý kaldýrdým:
- "Misafir misafiri çekemez" derler dedim.
Müjgân, beni tekrar kaçýrmamak ister gibi sýmsýký bileðimden eteðimden tutuyordu. Silkindim
maya ihtiyacým olduðunu söyleyerek odama çýktým.
Müjgân, geç vakit odaya geldiði zaman ben yataðýmda uyumuyordum. Karyolamýn kenarýna oturdu
baktý. Güleceðimi hissederek öte tarafa döndüm, horlamaya baþladým.
O, zorla baþýmý kaldýrdý:
- Sahtekârlýða lüzum yok, aç gözlerini, dedi.
- Vallahi uyuyordum, diye gözlerimi iri iri açtým. Fakat ikimiz de kendimizi tutamayar
ak gülmeye baþladýk. Müjgân çenemi okþayarak:
- Tahminim doðru çýktý, dedi.
Sert bir hareketle karyola demirlerini zangýrdatarak doðruldum:
ÇALIKUÞU 75
- Ne demek istiyorsun? O, birdenbire ürktü:
- Hiç... Hiç, dedi. Sonra gülerek ilave etti:
- Allah aþkýna boðuþmaya falan kalkayým deme, yorgunluktan ölürüm. Sonra lambayý söndürerek
.
Birkaç dakika sonra da ben onun karyolasýna gitmiþ, baþýný yastýðýndan kaldýrarak kollanma
ordum. Fakat o zavallý hakikaten uyumuþtu. Gözlerini açmadan: "Yapma, Feride" diye yalva
rdý.
- Peki, dedim. Yalnýz dilinin ucunda bir þey var ki mutlaka söylemezsen bu sefer ben u
yuyamayacaðým.
Odanýn karanlýðýna, Müjgân'ýn kapalý gözlerine raðmen yüzümü onun saçlarýna saklayarak kula
- Senin aklýndan delice bir þeyler geçiyor. Anlýyorum... Ona bir þey söyleyecek olursan sen
zorla kucaðýma alýr, ikimizi birden denize atarým...
Müjgân:
- Peki... Peki... Ne istersen, dedi ve hâlâ hafif hafif baþýný sarsmakta devam etmeme raðme
tekrar uyudu.
Kâmran'ýn gelmesi hakikaten keyfimi kaçýrdý. Ona karþý duyduðum hiddete, korkuya, iðrenmeye
karmakarýþýk his günden güne artýyordu. Karþý karþýya geldiðiniz zaman hiç sebep yokken ka
kaçýyorum.
Bereket versin Aziz Eniþtem, misafirine fena halde kancayý takmýþtý. Onunla görüþtürmek içi
insanlar çaðýrýyor ve hemen her gün uzun bir araba gezintisine yahut yerlilerden birinin
bað ve bahçesine davete götürüyordu.
Bir sabah yine böyle bir davete gitmeye hazýrlanýrken kuzenimle merdiven baþýnda karþýlaþtý
mu kesti, iþitilmedi-ðinden emin olmak ister gibi bir tavýrla etrafýna baktýktan sonra:
- ikramýn fazlalýðýndan öleceðim, Feride, dedi. Ben, onunla merdiven parmaklýðý arasýndaki
na sürünmeden geçip geçemeyeceðimi hesap ederek:
76
Reþat Nuri Güntekin

- Fena mý? dedim. Sizi her gün gezdiriyorlar. Kâmran, komik bir yeisle gülümsedi, gözlerini
tavana kaldýrdý:
- "Misafir misafiri çekemez" ama, misafirin misafire ev sahibini çekiþtirmesi eski usu
llerdendir, dedi. Bari ben de öyle yapayým...
Kuzenim nedense benim ilk gece söylediðim "misafir misafiri çekemez" sözüne içerlemiþti. Ýk
irde bana bunun için taþ atýyordu.
- iyi ama, dedim. Ortada þikâyet edilecek bir þey yok. Her gün yeni yerler, insanlar tanýy
orsun. O, tekrar dudak büktü:
- Tanýdýðým insanlar hiç öyle zevk verici insanlar deðil. Artýk kendimi tutamadým:
- Sizi eðlendirecek insaný nereden bulup getirsinler, zavallýlar? dedim.
Kâmran, kendisini eðlendirecek insandan kimi kastettiðimi anlamýþtý. Heyecanla elerini uzat
- Feride, dedi.
Fakat uzanan elleri boþta kaldý. Ben, onun vücuduyla merdiven parmaklýðý arasýndaki delikte
layýp kaçmýþtým. Basamaklarý ikiþer ikiþer atlayýp þarký söyleyerek bahçeye doðru koþuyordu
Nihayet bir gün Müjgân bana edeceðini etti...
Bir sabah, onunla deniz kenarýndaki bayýrda dolaþýyorduk.
Gece yaðmur yaðdýðý için havada tatlý bir sonbahar serinliði vardý. Dumana, sise benzeyen þ
ir bulut, güneþi saklýyor, denizin durgun yüzünde nereden geldiði belli olmayan uçuk bir ay
titriyordu.
ÇALIKUÞU ___ __77
O gün nasýlsa serbest kalan Kâmran'ýn caddeden geçtiðini gördüm.
iri bir aðaç kökünde oturan Müjgân'ýn yüzü deniz tarafýna dönük olduðu için o, bunun farkýn
likten gelerek bir yarým çevirme hareketiyle vücudumu ayný istikamete çevirmiþtim. Fakat hi
r þey görmediðim, iþitmediðim halde onun bize doðru geldiðini seziyor, ensemde hafif bir ür
hissediyordum. Müjgân:
- Ne o, sen birdenbire sustun, dedi ve baþýný çevirince on, on beþ adým ileride Kâmran'ý gö
Ayaküstü birkaç dakikalýk bir sabah sohbetinden kaçýnmaya artýk imkân kalmamýþtý.
Kâmran, Müjgân'a takýlmakla söze baþladý:
- Bugün de þemsiyenizi unutmamýþsýnýz, dedi. O, gülerek cevap verdi:
- Evet ama, bugün de yaðmur tehlikesi var...
Kuzenim, kendi durgun ve kararsýz mizacýna benzeyen bugünkü havadan pek hoþlandýðýný anlatý
, buna itiraz etti. Elindeki þemsiyeyi açýp kapamakla eðlenerek:
- Güzel ama, insana hüzün veriyor, dedi. Bu mevsimden sonra günler ekseriya bugüne benzer.
Sonra kýþ. Bilmezsiniz buranýn kýþý ne kadar sýkýcýdýr:.. Babam aksi gibi öyle bir alýþtý
kaydýracaklar diye ödü kopuyor.
Kâmran, þaka etti:
- O kadar aleyhinde bulunmayýn. Kim bilir, belki zengin bir yerli ile evlenirsiniz
.
Müjgân, iþi ciddiye alarak baþýný salladý:
- Allah esirgesin, dedi.
Bu esnada yanýmýzdan -çýplak ayakla- bir balýkçý geçiyordu. Bir gün kendimi Marika diye tan
balýkçý. Baþý yine bir kýrmýzý mendille sanlý. Bana aþinalýk etti:
- Çoktan görünmüyorsun, Marika, dedi.
- Bir gün sizinle balýða çýkmaya hazýrlanýyorum, dedim.
78
Reþat Nuri Güntekin

Konuþa konuþa bayýrýn kenarýna doðru yürümeye baþladýk.


Biraz sonra tekrar yanlarýna döndüðüm zaman, Müjgân, kuzenime bu Marika hikâyesini anlatýyo
itirdikten sonra bileðimden tuttu:
- Beni deðil ama, galiba Feride'yi büsbütün Tekirdað'da býrakacaðýz, dedi. Kýsmeti çýktý. I
e bir balýkçýnýn oðluna istiyorlar. Balýkçý deyip de geçmeyin. Son derece zengin bir insan.
Kâmran gülüyor:
- Milyoner de olsa o kadar demokrat olamayýz, deðil mi, Feride? diyordu. Ben, kuzen
sýfatýyla buna katiyen razý olmam.
Akýllý uslu Müjgân'ý bugün hangi hain þeytan dürtüyordu. Kâmran'm bu sözüne karþý ne dese b
- Hepsi o kadar deðil, Feride'nin daha yüksek kýsmetleri de var. Mesela ateþ gibi bir süva
ri zabiti her akþamüstü atýyla evimizin karþýsýna geliyor, kendini Feride'ye beðendirmek iç
ikeli hünerler yapýyor.
Kâmran, bu sefer kahkaha ile gülüyor. Fakat bu kahkahanýn içinde deminki gülüþe benzemeyen,
f bir þey, bir kýrýklýk vardýr.
- Buna diyeceðim yok. Cevap vermek kendi hakký, diyordu.
Müjgân'a gizli bir "Sana gösteririm" iþareti yaparak:
- Sen çok oluyorsun artýk, dedim. Bilirsin ki, böyle lakýrdýlardan hoþlanmam.
O, ihtiyaten, Kâmran'm arkasýna geçerek bana göz kýrptý:
- Yalnýzken böyle konuþmuyorsun ama, dedi.
- Yalancý, iftiracý...
Bu sefer, Kâmran, iþi parmaðýna dolamýþtý: j- Bunu bana da söyleyebilirsin, Müjgân, diyordu
ancý deðilim ki...
Hiddetle ayaðýmý yere vurdum:
ÇALIKUÞU 79
- Anlaþýldý. Sizinle kavga etmeden konuþulmayacak. Allahaýsmarladýk, dedim ve hiddetle deni
e doðru yürümeye baþladým.
*
Yürümeye baþladým, fakat bir his bana bu uzaklaþmanýn, baþlamýþ lakýrdýyý býrakmayacaðýný h
enarýna gittikten sonra hiddetle denize taþ atmaya baþladým. Ara sýra yere eðilir gibi yapa
ak arkaya bakýyordum. Gördüðüm þeyler, hiç emniyet verecek gibi deðildi. Müjgân, beni mahve
di ve bunun önüne geçmek için benim elimde çare yoktu.
Evvela gülerek konuþuyorlardý. Sonra ikisi de ciddileþti-ler. Müjgân, söyleyeceði þeyleri b
güçlük çekiyor gibi þemsiyesiyle topraða çizgiler çiziyor, kuzenim bir heykel gibi dimdik
odu. Nihayet ikisinin de dönüp bana baktýklarýný ve fenasý, yanýma doðru yürümeye baþladýkl
iþin anlaþýlmayacak bir yeri kalmamýþtý. Kendimi bayýrýn en dik yerinden olanca hýzýmla aþa
kapýp koyuverdim. O gün, o iniþte nasýl olup da yuvarlanmadýðýma, hem de bir yerimden deðil
irkaç yerimden kýrýlýp dökülmediði-me hâlâ þaþarým.
Mamafih, bu tehlikeli deligözlülük de beni kurtarmýþtý. Baþýmý çevirince onlarýn bayýrýn ba
yavaþ inmekte olduklarýný görmeyeyim mi?
Koþmaya baþlayacak olsam, bu nazlý insanlarýn -ata da binseler- beni yakalayamayacaklarý m
uhakkak. Ancak þu var ki, benim kaçýþým manalý olacak, her þeyi anladýðýmý, yahut hiç deðil
ndiðimi gösterecek.
Onun için, hiçbir zorum, sýkýntým yokmuþ gibi, ara sýra denize taþlarýmý atmakta devam eder
, ilerideki burnu dönersem selamete çýkmýþ olacaktým. Fakat
80
Reþat Nuri Güntekin

aksiliðe bakýn ki, bu sabah deniz çekilmiþ, kayanýn ucunda kupkuru bir geçit açýlmýþtý.
Planým hazýrdý. Kumsalda biraz daha yürüdükten sonra, oradaki bir keçi yolundan tekrar bayý
anmaya baþlayacaktým. Burasý, keçilerin bile zor çýkacaklarý bir yol olduðu için onlar beni
maktan vazgeçecekler, izimi kaybetmiþ olacaklardý.
Yalnýz, buranýn öte tarafýnda, birdenbire karþýma çýkan bir komedi yahut facia, birkaç daki
her þeyi unutturdu. Biraz evvel yanýmýzdan geçen ihtiyar balýkçý, elinde bir kürekle kara
okak köpeðini kovalýyordu. Hayvan, baðýra baðýra oradan oraya kaçýyor, ihtiyar, ara sýra ye
içarenin, ötesine berisine yapýþtýrýyordu.
Evvela köpeðin kuduz olmasý ihtimali aklýma geldi ve du-raladým. Fakat þimdilik balýkçý, on
a kudurmuþ görünüyor, kendini kaybetmiþ bir halde, çarpýnýp çýrpýnýyor ve baðýrýyordu.
Birdenbire yanýna yaklaþmaya cesaret edemeyerek baðýrdým:
- Ne var, ne istiyorsun zavallý hayvandan? ihtiyar, iyiden iyiye solumuþtu. Bir an,
dayaða fasýla vererek küreðine dayandý. Aðlar gibi bir sesle:
- Ne olacak, ateþte kaynayan katraný devirdi meret, dedi. Lâkin, bunu onun yanýna býrakmay
acaðým.
Hiddetin sebebi anlaþýlmýþtý. Köpek, balýkçýnýn kumsalda bir çalý ateþi üzerinde kaynamakta
katranýný devirmiþti. Büyük suç! Fakat, herhalde hayvancýðýn sandal küreðiyle öldürülmesini
erecede büyük suç deðildi.
Köpek bir kaya kovuðunun içine, aklýnca emin bir yere saklanmýþtý. Biraz sonra kürekli düþm
i bir hücumuna uðradýðý zaman ne yapacaðýný, kendi ayaðýyla girdiði bu kapandan nasýl kurtu
k kesik uluyor-
ÇALIKUÞU 81
du. Kumsal boyunca dümdüz koþup gitseydi, yahut benim tasarladýðým yoldan bayýra týrmansayd
ka kurtulacaktý.
Vaktim olsa, bu zavallý köpeði kurtarmak için bir þey yapardým. Fakat ne çare ki, benim der
de kendi baþýmdan aþ-rkýndý. Ben de onun gibi kovalanýyordum.
Müjgân'la kuzenimin, burnu dönmeleri tekrar aklýmý baþýmdan aldý ve arkama dönmeden yine hý
biraz yürüdükten sonra, bayýra týrmanmaya baþladým.
Mamafih, evvelce de düþündüðüm gibi, büsbütün kaçmaya da içim razý olmuyordu, ikide birde d
etmeden yavaþça arkama, daha doðrusu aþaðýya bakýyordum.
Facia, Müjgân'la Kâmran'ý da alakadar etmiþ görünüyordu. Devrilmîþ katran tenekesinin baþýn
konuþuyorlardý.
Nihayet, kuzenimin cebinden çantasýný çýkardýðýný, balýkçýya paralar verdiðini gödüm. Daha
yere atan balýkçý, bana dönüyor, elleriyle iþaretler yapýyordu.
Müjgân'ýn yaptýðýný hatýrladýkça, aklým çileden çýkýyor, bütün vücudumu ateþ basýyordu. Ara
"Rezil oldum, alacaðýn olsun, Müjgân!" diyordum.
O hýzla zannederim ki, istanbul'a kadar giderdim. Fakat kapýnýn önünde Aziz Eniþtem karþýma
- Kýz, ne o çehre? Pancar gibi kýzarmýþsýn! Biri mi kovaladý, diye yolumu kesti.
Sinirli bir gülme ile "Ne münasebet!" dedim ve çocuk sesleri gelmekte olan arkaya bahçey
e koþtum.
Arka bahçede, büyük bir gürgen aðacýna asýlý, bir kolan salýncaðý vardý. Bazý günler komþu
urasýný bayram meydanlarýna çevirirdim. Bugün, küçük arkadaþlarým, benim davetimi beklemede
faklý bir sürü halinde gelmiþler, salýncaðýn etrafýný sarmýþlardý.
Ne güzel tesadüf! Eve gelirken odama kaçarak kapýyý kilit-
Çalýkuþu - F 6
82
Reþat Nuri Güntekin

lemeyi düþünmüþtüm. Fakat onlar, muhakkak arkamdan gelecekler, zorla kapýyý açtýrmak isteye
da rezalet çýkaracaklardý. Halbuki þimdi, çocuklarýn arasýna karýþýr, iþi deliliðe vurarak
kulmalarýna mani olabilirdim Arkadaþlarým arasýnda salýncaða önce binmek yüzünden kavga çýk
men aralarýna atýldým, kollarýmla onlarý iki tarafa daðýtarak:
- Hepiniz kenara sýralanýn, bakayým... dedim. Ben, sizi birer birer kendim sallayacaðým.
Salýncaða atladým, küçüklerden birini de karþýma alarak, yavaþ yavaþ sallamaya baþladým.
Çok geçmeden onlar sökün ettiler ve çocuklarýn arkasýnda durdular.
Müjgân, hýzlý hýzlý soluyor, ara sýra eliyle göðsünü bastýrý-yodu. Kuzenim, onu fazlaca koþ
içimden: "Daha beter ol!" dedim ve salýncaðý hýzlandýrdým.
Kenarda nöbet bekleyen çocuklar titizlenmeye, "Çok oldu ama, bizi de, bizi de!" diye b
aðrýþmaya baþlýyorlardý. Fakat ben, kulak asmýyor, basýmdaki gürgenin sýk yapraklarýný hýþý
tan bir hýzla havalanýyordum.
Bu hal, çocuklarý büsbütün hýrslandýrmýþtý. Sabýrsýzlýklarýndan, çizdiðim sýnýrý aþarak, ke
'la Kâmran, onlarý kollarýndan çekerek yüzlerini, gözlerini çarpýp daðýtmalarýna mani oluyo
fenasý, benimle beraber sallanan küçük de kesilmiþti. Dizlerimin arasýnda çýðlýk çýðlýða ha
ri býrakmasýndan, yere düþüp ölmesinden korkmaya baþlamýþtým.
Çaresiz salýncaðý durdurdum ve çocuða çýkýþmaya baþladým. Bir parça hýzlý sallanmaktan kork
caðýnda ne iþi vardý? Bunlar evde küçük kardeþlerinin beþiðinde sallansalar daha iyi olurdu
na benzer birtakým sözler. Yani açýkçasý, Kâmran'ýn bana lakýrdý söylemesine
ÇALIKUÞU 83
fýrsat vermemek için þirret bir yaygara. Bereket versin öteki çocuklar da ayrý perdeden, ay
tempodan baþka yaygaralar koparýyorlar, bahçeyi cehenneme çeviriyorlardý.
- Beni de, Feride Abla. Beni de. Beni de.
- Hayýr, hiçbirinizi almayacaðým, korkuyorsunuz.
- Korkmayýz Feride Abla, korkmayýz, korkmayýz, korkmayýz.
Bu esnada evin penceresinden teyzemin sesi iþitildi:
- Feride, onlarýn da biraz gönlünü ediver, caným.
- Teyze, böyle söylüyorsunuz ama, düþerlerse, bir yerleri kýrýhrsa sonra beni haþlarsýnýz.
- A kýzým, çocuklarý düþürtmek þart deðil ya. Yavaþ sal-layýver.
- Teyze, bilmez gibi söylemeyin, rica ederim. Kýrk yýllýk Çalýkuþu'nu daha tanýmadýnýz mý?
ur mu? Uslu uslu baþlarým. Sonra salýncak gidip geldikçe þeytan yavaþ yavaþ dürteler: "Hayd
ydi. Biraz daha!" diye. "Etme, eyleme, yanýmda çocuklar var!" diye cevap veririm. Fa
kat o: "Haydi Feride, haydi Feride!" diye tekrar eder. Bu kadar teþvike bir zavallý Ça
lýkuþu nasýl dayanýr, insaf etsenize!
Gevezeliðim tükeniyor, fakat arkam dönük olduðu halde, kuzenimi omuz baþýmda hissediyordum.
sim kesilir kesilmez onun baþlayacaðýna hiç þüphem yok. Ne yapmalý? Onunla yüz yüze gelmede
açmalý?
Eteklerime bir çocuðun sarýldýðýný görüyorum, koltuklarýnýn altýndan tutarak havaya kaldýrý
rlerimin en miniminisi, yedi, sekiz yaþýnda bir bebekti. Yüzünü yüzüme yaklaþtýrarak:
- Hatýrýn kalmasýn ama, seninle hiç olmaz diyorum. Bu tombul yanacýklarý kanatýrsak ne olur
Çocuðun arkasýný bir gölge kaplýyor. Bu, Kâmran'dýr. Bu baþý baþýmdan ayýrýr ayýrmaz onunla
e hiç þüphe yok. Artýk kurtuluþ çaresi kalmadý. Ondan
84
Reþat Nuri Güntekin

kaçýnmak, korkmak dünyada kibrime yediremeyeceðim þey, onun için küçüðü kollarýmdan indiriy
k Kâm-ran'ýn gözlerine bakýyorum:
- Haydi küçük, Kâmran aðabeye yanaþ, o, haným gibi nazlý, nazik bir çocuktur. Ninnisi eksik
ine gibi seni sarsmadan, yormadan uslu uslu sallar. Yalnýz, fazla kýpýrdama. Çünkü nazik ko
lan seni zapt edemez, tkiniz de düþersiniz.
Niyetim, gözlerim gözlerine dikili, ona baþ eðdirip neticeye kadar bu küstah ve zalim alay
a devam etmek. Fakat o, gözlerini kaçýrmýyor, mendilimle tozlu avuçlarýmý silmeye baþlýyoru
Kâmran:
- Eðleniyorsun öyle mi yaramaz? dedi. Þimdi görürüz, beraber sallanacaðýz.
Çevik bir hareketle ceketini çýkardý. Müjgân'ýn kollarýna fýrlattý.
Teyzem pencereden:
- Aman, Kâmran, çocukluk etme. O canavarla baþa çýkamazsýn, bir yerini kýrar, diye baðýrýyo
Çocuklar, eðlenceli bir þey seyredeceklerini anlayarak geri çekildiler. Biz salýncaðýn yaný
alnýz kaldýk.
Kuzenim gülerek:
- Ne bekliyorsun, Feride? dedi. Korkuyor musun? Bu sefer yüzüne bakmaya cesaret edem
eyerek:
- Ne münasebet, dedim ve salýncaða atladým.
Ýpler gýcýrdadý, salýncak yavaþ yavaþ hareket etti.
Ben, ihtiyatlý davranýyor, çok zorlu olacaðýný hissettiðim bu sallanmada kuvvetimi muhafaza
mek için dizlerimi hafif çe bükmekle iktifa ediyordum.
Gitgide süratimiz artmaya, gürgen, gittikçe çoðalan yaprak hýþýrtýlarýyla sarsýlmaya baþlad
ikimiz de diþlerimizi sýkýyor, bir kelime bize biraz kuvvet zayi ettirecekmiþ gibi susuy
orduk.
ÇALIKUÞU__ 85
Hareketin sarhoþluðu yavaþ yavaþ beni sarýyor kendimden geçiyordum. Alaycý bir sesle:
- Piþman olmaya baþladýnýz mý acaba? diye sordum. O da, gülerek.
- Kimin piþman olacaðýný görürüz, dedi.
Daðýnýk saçlarýnýn arkasýndan, pýrýl pýrýl yanan yeþil gözleri bende garip bir kin; bir zul
u. Kuvvetle dizlerimi bükerek salýncaða çýlgýn bir sürat verdim. Þimdi, her gidiþ ve geliþt
klarýn içine dalýp çýkýyor, saçlarýmýz birbirine karýþýyordu. Bir aralýk, bir rüya içinde g
, yeter!" diye baðýran sesini iþittim.
Bunu Kâmran da tekrar etti: .
- Yeter mi, Feride? dedi.
- Onu size sormalý, diye vecap verdim.
- Benim için hayýr, dedi. Müjgân'dan öðrendiðim güzel þeyden sonra, yorulmama imkân yok...
Dizlerim birden bire gevþedi, iplerin elimden kurtulmasýndan korktum.
Kâmran, devam etti:
- Bunu ümit ediyordum. Ben, buraya senin için geldim Feride...
- inelim artýk, düþeceðim, diye yalvardým. O, düþkünlüðümü anlamadý:
- Hayýr, Feride, dedi. Benimle evlenmeye razý olduðunu aðzýndan iþitmeden seni býrakmam, be
er düþüp ölünceye kadar.
Dudaklarý saçlarýmýn arasýndan alnýma, gözlerime dokunuyordu. Dizlerim büküldü; birbirine k
ellerim açýlmamakla beraber kollarým iplerin etrafýna kaydý. Kâmran, beni bu esnada kavrama
lsaydý, muhakkak düþecektim. Fakat onun kuvveti beni muhafaza etmeye kâfi deðildi. Muvazen
esi bozulan salýncaðýn birdenbire dönen ipleri arasýnda yere yuvarlandýk.
86
Reþat Nuri Güntekin
Hafif bir sersemlikten sonra gözlerimi açtýðým zaman kendimi teyzemin kucaðýnda buldum.
Islak bir mendille þakaklarýmý siliyor:
- Bir yerin acýyor mu, kýzým? diyordu.
- Hayýr teyze, dedim.
- Öyleyse niçin aðlýyorsun? Gözlerindeki yaþlar ne?
- Ben mi aðlýyorum, teyze? Baþýmý teyzemin göðsüne soktum:
- Düþmeden evvel aðlamýþ olacaðým, teyze dedim.
Üç gün sonra, Ayþe Teyzem'Ie Müjgân da bize katýlmýþ olarak sürü sepet istanbul'a dönüyordu
un bir mektubuyla öðrenen Besime Teyzem ile Necmiye bizi, Galata rýhtýmýnda karþýlamaya koþ
Niþanlýlýðýmýn ilk haftalarý herkesten kaçmakla geçti. Bunlarýn baþýnda Kâmran geliyordu. O
kalmak, beraber gezinmek ve konuþmak istiyordu. Zannederim, bu, her niþanlý gibi onun
da hakkýydý. Fakat ne çare ki, ben dünyadaki niþanlýlarýn en acemi ve vahþisiydim. Kâmran'ý
u geldiðini gördüðüm zaman ürkmüþ bir at gibi patýr patýr kaçýyordum, arkamdan sapan taþý y
Müjgân vasýtasýyla ona bir ültimatom vermiþtim. Karþý karþýya geldiðimiz zaman benimle niþa
acaktý. Sözünü tutmazsa her þeyi bozacaðýmý yeminlerle söylüyordum. Müjgân, Tekirdað'da old
a ara sýra beni yataðýmda sýkýþtýrýyor:
- Niçin bu deliliði yapýyorsun, Feride? diyordu. Biliyorum ki, onu ölesiye seviyorsun. B
unlar, sizin en güzel zamanlarýnýz-dýr. Kim bilir, onun sana söyleyecek ne güzel þeyleri va
..
Müjgân, bazen bu kadarla kalmýyor, incecik elleriyle saçlarýmý okþayarak onun aðzýndan konu
ÇALIKUÞU 87
Yataðýmda büzülerek:
- istemiyorum... Korkuyorum, utanýyorum, tuhaf bir þey iþte... Anlatamayacaðým ki, diye sýz
anýyor, daha üstüme varýrsa aðlýyordum.
Sonra, beni býrakýp yatmaya gittiði zaman Kâmran'ýn söylediði þeyleri kendi kendime tekrar
r, bu kelimelerin ahengi içinde uykuya dalýyordum.
Teyzem, bana özene bezene bir niþan yüzüðü yaptýrmýþtý. Benim yaralý parmaklanma yakýþmayac
engin taþý vardý...
Bunu teyzem, bir istanbul dönüþünde, beni bir pencere kenarýna çekerek bir sürpriz gibi gös
., karþýki aðaçlarýn içinde kaybolmak üzere olan güneþe tutup parýldattýðý zaman, gözlerimi
ildim, ellerimi arkama sakladým, kýzardýðýmý göstermemek için yüzümü perdenin karanlýðýna s
Teyzem, beni anlamadý, sevinçle boynuna sarýlmayýþýma hayret eder gibi:
- Beðenmedin mi yoksa, Feride? dedi. Soðuk bir sesle:
- Çok güzel teyze, mersi, dedim.
Bu hareketime, canýnýn sýkýldýðý anlaþýlýyordu. Mamafih, bu, uzun sürmedi. Tekrar gülümseme
- Elini uzat da bir tecrübe edelim, dedi. Eski bir yüzüðünü ölçü verdim, inþallah dar falan
Teyzem kolumu zorla çekecekmiþ gibi, arkama sakladýðým parmaklarýmý birbirine kilitliyordum
- Þimdi imkâný yok, teyze dedim. Daha sonra...
- Çocukluk etme, Feride.
inatla baþýmý önüme eðdim, ayaklarýmýn ucuna bakmaya baþladým.
- Birkaç gün sonra akrabalarýmýza bir küçük davet vereceðiz. Niþan takacaðýz.
88
Reþat Nuri Güntekin
Yüreðim hýzlý hýzlý çarpýyordu:
- Ýstemem, dedim. Buna mutlaka lüzum görüyorsanýz ben mektebe gittikten sonra yapýn.
Güzel bir azarý hak etmiþtim. Fakat, teyzem, yine büyüklüðün kendinde kalmasýný istedi. Gül
klarýný kýsarak hafif bir alay geçti:
- Nasýl, niþan toplantýsýnda senin yerine bir vekil mi koyacaðýz? Nikâhta öyledir ama kýzým
enüz böyle bir âdet çýkmamýþtýr.
Verilecek cevap olmadýðý için önüme bakmakta devam
ediyordum.
Teyzem, alacaðým dersin þiddetini gidermek için bir eliyle belimden tuttu; ötek eliyle çene
i, saçlarýmý, alnýmý okþayarak:
- Feride, zannederim ki, artýk çocukluðu býrakmak zamaný gelmiþtir, dedi. Þimdi senin yalný
zen deðilim, annenim de... Buna pelc mumnun olduðumu söylemeye lüzum yok deðil mi? Sen, Kâm
an için, huyunu bilmediðim herhangi bir yabancý kýzdan çok daha iyisin. Yalnýz... Yalnýz bi
fazla havaisin. Çocuklukta bu, belki pek zararlý bir þey deðildir. Fakat gitgide büyüyorsu
. Büyüdükçe de elbette aðýrlaþacaksýn, akýllanacaksýn. Mektebini bitirmene ve evlenmenize a
ene var. Hayli uzun zaman. Böyle olmakla beraber sen, niþanlý bir kýzsýn. Ne demek istediði
i, bilmem anlatabiliyor muyum? Ciddi ve aðýrbaþlý olmalýsýn. Çocukluða, yaramazlýða, inatçý
vermelisin. Kâmran'ýn ne kadar ince hisli ve nazik olduðunu biliyorsun.
Kelimesi kelimesine aklýmda kalmýþ olan bu sözlerde hakikaten yakýp hýrpalayacak bir þey va
dý? Bunu bugün bile anlamýþ deðilim. Fakat, ne bileyim, teyzemin beni kýymetli oðlu için bi
düðü korkusunu seziyordum.
Nasihatlerinin nasýl tesir ettiðini anlamak ister gibi: - Þimdi artýk anlaþtýk, deðil mi, F
de? dedi. Sýrf akraba ve bir iki yakýn dost için bir niþan ziyareti yapacaðýz.
89
ÇALIKUÞU

Kendimi çiçeklerle ve avizelerle süslü bir masada þimdiye kadar alýþmadýðým bir tuvaletle,
ar ve çehreyle onun yanýnda gördüm. Bütün bakýþlar üzerimize toplanmýþtý.
Birdenbire titreyek silkindim:
- imkâný yok bunun teyze, diyerek dörtnala aþaðý kaçtým.
Müjgân, bugünlerde benim için bir abladan fazla bir þey, hemen hemen bir anne olmuþtu. Gece
eri odamýzda yalnýz kaldýðýmýz zaman lambayý söndürüyor, onun hýrpalanmaktan büsbütün incel
rasýna alýyor, cevap vermemesi için elimle aðzýný týkayarak yalvariyordum:
- Dünyada en acýdýðým, alay ettiðim insanlar, niþanlý kýzlardý. Ben, onlardan biri oldum. O
var. Kimse bana, niþanlý demesin. Yerin dibine geçiyorum, korkuyorum, ben daha çocuðum. Önü
daha dört uzun sene var. O zamana kadar daha büyürüm, alýþýrým. Kimse bana niþanlý muamele
n þimdi.
Nihayet, aðzý serbest kalan Müjgân:
- Peki, diyordu. Yalnýz bir þartla. Daha doðrusu iki þartla. Evvela'benimle boðuþmayacaksýn
onra, onu çok sevdiðini bana, yalnýz bana, bir kere daha tekar edeceksin.
O zaman, Müjgân'in göðsüne yüzümü saklýyor, baþýmla üst üste birkaç kere "evet" iþareti yap
Müjgân, vaadinde durmuþtu. Evdekilerden olsun, dýþarý-dakilerden olsun kimse yüzüme karþý -
bahsetmiyordu. Arada bir þakalaþmaya kalkanlar olursa benden, aðýzlarýnýn payýný alýyorlar
uyorlardý Hatta, bunlardan biri bir gün benden, aðzýna bir hafif þamarcýk da yedi. Fakat be
eket versin yabancý deðil, kuzenimin ta kendisiydi bu... Benim
90
Reþat Nuri Güntekin

tarafýmdan gayet haklý bir þamarcýk; fakat, Allah esirgesin, Besime Teyzem duysa, kim bi
lir, bana neler yapardý.
Böyle olmakla beraber, yine de köþkte pek rahat sayýlmazdým. Mesela, mevkiim büyüdüðü için,
beni evin daha hatýrlý bir odasýna taþýyorlar, perdelerimi, karyolamý, gardýrobumu deðiþtir
dý ve bunun sebebini sormaya, tabii cesaret edemiyordum.
Bir gün, araba ile Merdivenköyü'nde bir köy düðününe gidilecekti. Araba, kalabahkçaydý. Boþ
- Arabacýnýn yanma bineyim, dedim.
Bir kahkaha koptu. Ben, kýzararak kös kös arabaya bindim.
Eskiden olduðu gibi ara sýra mutfaktan kayýsý kurusu falan aþýrmaya gittikçe hain aþçý:
- Ne istersen açýk yeyiver, küçükhaným. Gayrý zatýnýza hýrsýzlýk yakýþmaz, diye benimle ala
Kimse, henüz bir þey söylemediði halde artýk sokaktan çocuk çaðýrmaya da cesaret edemiyordu
da bir aðaca çýkmak için bucak bucak saklanmak ve geceyi beklemek lâzým geliyordu. Fakat, b
nlarýn arasýnda en baþa çýkýlmazý, Kâmran'dý. Vakanýn son günleri köþkte, onunla kovalamaca
diyebilirim.
O, beni yalnýz yakalamak için fýrsat arýyordu. Ben, bütün þeytanlýðýmý, kendimi tenha bir y
ya sarf ediyordum.
Ara sýra bana teklif ettiði araba gezintilerine yanaþmýyor, pek fazla ýsrar ederse yanýmýza
gân'dan baþka- birini alýyor ve yolda mütemadiyen onunla konuþuyordum. Müjgân'dan baþka diy
Müjgân'ýn yolda beni; onunla yalnýz býrakmak için kaçmayacaðýna, yahut da lüzumsuz gevezeli
yeceðine emniyetim yoktu.
Kâmran, bir gün bana:
- Biliyor musun, Feride, beni bedbaht ediyorsun dedi.
r
ÇALIKUÞU 91
Kendimi tutamadým:
- Þimdiden mi? dedim.
Bu suali, o kadar komik bir hayretle sormuþtum ki, ikimiz de gülmeye baþladýk.
- Müjgân'a söylediðini bir kere de senin aðzýndan iþitmek istiyorum. Zannederim ki, bu beni
akkým
Müjgân'a ne söyledðimi hatýrlamýyormuþum gibi yalandan gözlerimi havaya kaldýrdým, düþündüm
- Evet, ama, dedim. Müjgân kýz. Cariyeniz de, zannederim, öyle. Aramýzda konuþtuðumuz her þ
erkese söylenemez.
- Ben herkes miyim?
- Yanlýþ anlamayýnýz. Tipiniz, biraz kadýn tipi olmasýna raðmen erkeksiniz. Demek ki, bir k
kadaþa söylenecek her þey bir erkeðe tekrar edilmez.
- Ben, senin niþanlýn deðil miyim?
- Galiba bozuþacaðýz. Biliyorsun ki, ben bu kelimeyi istemiyorum
- Görüyorsun ki, kendime bedbaht demekte hakkým var. Yine belki aðzýma vurursun diye kelim
eyi söylemeye cesaret edemiyorum. Fakat sana karþý, kimse için duymadýðým bir his var içimd
Ne vakitten beri, kaçtýðým kapana tutulmak üzere olduðumu anladým. Konuþursam, ya sesim tit
ekti, ya baþka bir münasebetsizlik yapacaktým. Kâmran'ýn sözünü aðzýna býrakarak sokaða doð
dým.
Onun da, arkamdan geleceðini zannediyordum. Fakat öyle bir þey iþitmeyince yavaþladým; bira
sonra, usulca arkama baktým.
O, sadece aðaçlardan birinin altýndaki bir kamýþ kanepeye oturmuþtu.
Kendi kendime:
- Galiba ben, ayýp yapýyorum, dedim.
Reþat Nuri Güntekin
92

11,1i!
Öyle sanýyorum ki, Kâmran bu esnada bana baksa piþmanlýðýmý anlayacak, tekrar yanýma gelece
galiba, ben de artýk kaçamayacaktým.
Kuzenimin oturuþunda, hakikaten bedbaht bir insan tavrý vardý. Kendi kendime gayret ve
rmek için söylenmeye baþladým:
- Sinsi sarý çýyan. Bu bahçede mesut dulun etekleri arkasýndan nasýl koþtuðunu daha unutmad
yapýyorum.
Tatilin son günlerinde baþýmdan geçen bir kazayý da söylemeden geçemeyceðim.
Köþk halký bir gün sað elimin bir parmaðýnýn kocaman bir sargý beziyle baðlý olduðunu gördü
- Bir þey deðil, bir parçacýk kestim; ziyaný yok, kendi kendine geçer, diyordum.
Teyzem yarayý inatla sakladýðýmý fark edince:
- Mutlaka bir yaramazlýk ettin. Ehemmiyetli bir þey ki, saklýyorsun. Bir hekime gösterel
im, baþýmýza bir iþ açar, diyordu.
Hakikat þuydu: Teyzem, beni bir gün yatak odasýndaki gardýrobundan galiba bir mendil alm
aya göndermiþti. Gardýrobun aralýk bir gözünde mavi kadife kaplý bir mahfaza gördüm. Bu, be
yüzüðümdü. Onu bir dakika parmaðýmda seyretmek hevesine karþý koyamadým. Fakat, bu kapris,
alýya mal oldu. Yüzük, teyzemin korktuðu gibi biraz dar yapýlmýþtý; bir türlü parmaðýmdan ç
r heyecan içinde bir hayli zorladým, sonra diþlerimle çýkarmaya çalýþtým. Nafile. Ben, uðra
or, yüzük büsbütün daralý-yordu.
Söylesem muhakkak bir çaresini bulacaklardý. Fakat, nedense, bu yüzükle yakalanmak fena ha
lde kibrime dokunuyordu. Ýþte o zaman, parmaðýmý bir sargý ile baðladým. Tam iki gün vakit
odama kapanýp sargýyý çýkararak kendi kendime saatlerce uðraþtým. Üçüncü gün, hakikati utan
ÇALIKUÞU 93
zeme itiraf etmeye hazýrlandýðým bir zamanda yüzük kendiliðinden çýkývermesin mi?
Niçin? herhalde, geçen iki gün içinde üzüntü ve sýkýntýdan zayýflamýþ olacaktým.
Tatilin son günü, hazýrlýða baþlamýþtým. Kâmran, buna itiraz etti:
- Bu kadar aceleye ne lüzum var. Feride? Birkaç gün daha kalabilirsin, dedi.
Fakat ben, model bir talebeymiþim gibi razý olmuyor:
- Sörler, mutlaka mektep açýldýðý gün gelmemi tembih ettiler. Bu sene de dersler çok sýký,
bahanelerle inat ediyordum.
Kâmran, bu ýsrarým karþýsýnda yine bir hüzün ve dalgýnlýk nöbeti geçirdi.
Ertesi gün, beni mektebe götürürken hiç konuþmadý ve ayrýlacaðým zaman:
- Benden bu kadar çabuk kaçmak isteyeceðini ummaz-dým, Feride, diye sitem etti.
Zaten, pek öyle aklý baþýnda, çalýþkan bir talebe deðildim. Üstelik, bu dert çýkýnca büsbüt
Ýlk üç ayýn notlarý son derece fena gitti. Bu, bir gayret yapýp kendimi toplarlamazsam, sýn
kaldýðýmýn resmiydi.
Bültenler daðýtýldýðý günün akþamý Sor Aleksi, beni bir köþeye çekti.
- Notlan beðendin mi, Feride? dedi. Bedbin bir tavýrla baþýmý saklayarak:
- Epeyce bozuk Ma Sor, dedim.
- Epeyce deðil, pek çok. Ben sizin bu kadar düþtüðünüzü hatýrlamýyorum. Halbuki bu sene baþ
94
Reþat Nuri Güntekin

- Hakkýnýz var. Bu sene geçen seneden bir yaþ daha büyüðüm.


- Sadece o kadar mý?
Garip þey! Sor Aleksi, çenemi okþuyor, manalý manalý gülüyordu. Ne yapacaðýmý þaþýrarak göz
kaçýrdým.
Ah bu Sörler! Dünyaya ait hiçbir þeyin farkýnda görünmemelerine raðmen en küçük dedikodular
irler. Kimden? Nasýl? On sene aralarýnda yaþadýðým ve öyle pek alýk, salak bir kýz olmadýðý
bir türlü anlayamamýþým-dýr.
Ben, bir bahane ile kendimi kurtarmaya uðraþýrken, Sor Aleksi, daha açýldý:
- Zannederim ki, bültendeki numaralarý herkese göstermekten sýkýlacaksýnýz, dedi.
Arkasýndan daha aðýr bir taþ:
- Bu sene sýnýf geçemezseniz bir sene, bir uzun sene daha burada beklemek tehlikesi va
r.
Baktým ki, taarruza geçmezsem Sor Aleksi'den yakamý kurtarmaya imkân yok. Çaresiz, yüzsüzlü
dým, yalansý bir saflýkla:
- Tehlike mi? Niçin tehlike? diye sordum.
Sor Aleksi, kadýnca konuþmasýnýn zaten son hadlerine varmýþtý. Bundan ilerisine gitmek, aþa
benimle yüz göz olmak demekti. Maðlup olduðunu bana göstermekten çekinmeyen koket bir tavýr
yanaðýma bir fiske vurdu:
- Onu, sen kendi kendine bulabilirsin, dedi ve yürüdü.
Misel, bu sene mektepte yoktu. Olsaydý, muhakkak, beni, konuþmaya mecbur edecek, zih
nimdeki periþanlýðý büsbütün arttýracaktý.
ÇALIKUÞU 95
Bir sene evvel uydurma bir masaldan bahsederken ne kadar serbest ve farfaraysam
bu sene hakikaten niþanlý bir kýz vaziyetine düþtükten sonra o kadar korkak olmuþtum. Arkad
dan beni tebrik edenleri kýsa, kuru bir teþekkürle baþýmdan savýyor, yýlýþmak meylini göste
vermiyordum.
Yalnýz, bir tanesi, bizim taraflardaki bir ermeni doktorun kýzý, bu inadýmý yenmeye muvaff
ak oldu. Hafta tatillerini mektepte geçiriyordum. Üç ay içinde, ya iki ya üç gece eve çýkmý
Sebebini kendim de pek iyi bilmediðim bu inat, Besime Teyzem'le Necmiye'yi gücendiri
yor, Kâmran'a ne düþüneceðini, ne yapacaðýný þaþýrtýyordu. O, ilk aylarda her hafta mektebe
r bir þey söylemeye cesaret edememekle bareber bir niþanlýnýn bir talebeyi ziyaret etmesin
i skandal addediyorlar, kuzenimin beni parloir'da beklediðini haber verirken, yüzler
ini ekþitiyorlardý.
Ben, parloir'ýn mahsus açýk býraktýðým bir kapý kanadýna dayanýyor, ellerimi mektep gömleði
rine sokarak ayakta nihayet beþ dakika konuþuyordum. Kuzenim, ara sýra bana, mektup ya
zmayý da teklif etmiþti. Fakat Sörlerin, gelen mektuplarý, Türkçe bilen birisine okuttuktan
sonra yýrtmak âdetleri olduðunu söyleyerek vazgeçirmiþtim.
Bu ziyaretlerin birinde, aramýzda hiç hoþ olmayan bir konuþma geçtiðini hatýrlýyorum.
Kâmran, uzak durmama sinirlenerek kapýyý zorla kapamak istemiþti. Fakat, o yaklaþýrken ben,
kendimi dýþarý atmaya hazýr bir vaziyet almýþ, alçak sesle:
- Rica ederim Kâmran, demiþtim. Biliyorsunuz ki, odada görünür görünmez kaç delik varsa, o
da göz vardýr. O birdenbire duraladýr
- Nasýl olur, Feride? Biz niþanlýyýz. Yavaþ yavaþ omuzlarýmý kaldýrdým:
96
Reþat Nuri Güntekin
- iþte, asýl o bozuyor ya dedim, bir gün: "Ziyaretleriniz biraz sýkça oluyor. Affedersiniz
ama, burasýnýn mektep olduðunu hatýrlamanýz lâzým gelir!" yolunda bir söz iþitmek istemezs
Kâmran, bembeyaz kesildi ve o günden sonra bir daha mektebe uðramadý.
Yaptýðým, hakikaten fenaydý. Fakat, baþka çare yoktu. Kâmran'ýn yanýnda sýnýfa dönüþ, bütün
yürekler acýsý bir þeydi.
Ne anlatýyordum? Evet, bir gün doktorun hafta tatilinden dönen kýzý bana:
- Kâmran Bey, Avrupa'ya gidiyormuþ, öyle mi? dedi. Birdenbire þaþaladým:
- Nereden bu haber? dedim.
- Babamdan Madrid'deki amcasý çaðýrmýþ. "Bilmiyorum" demeyi kibrime yediremedim.
- Evet, öyle bir fikir var; küçük bir seyahat, dedim.
- Pek küçük deðil, sefaret kâtibi oluyormuþ.
- Çok az kalacak.
Konuþmayý bu kadarla keserek ayrýldýk. Arkadaþýmýn babasý, bizim köþkten ayaðý eksik olmaya
Aile dostumuz gibi bir þeydi. Havadisin doðru olmasý mümkündü. Fakat, nasýl oluyor da, bana
r þey söylemiyorlardý. Günleri hesapladým. Yirmi günden beri köþkten haber alamamýþtým.
O gece hep bu meseleyi düþündüm. Kâmran'a gösterdiðim manasýz uzaklýðý unutuyor, bu kadar m
ana haber vermediði için içimden darýlýyordum. Ýþin nihayetinde biz artýk birbirine baðlý i
.
Ertesi gün, perþembeydi. Hava, açýk olduðu için öðleden sonra gezmeye çýkacaktýk, tçim içim
içinde bir gece daha geçirmek fikri beni korkuttu.
Sor Süperiyör'e giderek teyzemin hasta olduðunu söyledim ve izin istedim.
r
ÇALIKUÞU 97
Allahtan o gün, sörlerden biri Kartal'a gidiyordu. Erenköy istasyonuna kadar beraber g
itmek þartýyla, Sor Süperiyör, istediðim izni verdi.
Elimde küçük valizimle köþke vardýðým zaman ortalýk kararmak üzereydi.
Kapýda beni, köþkün köpeði karþýladý. Bu, ihtiyar köpek, son derece açgözlü ve dalkavuktu.
ima yenecek bir þey bulunduðunu bildiði için yolumu kesiyor, karþýmda ayaða kalkarak geri g
yürüyor, ön ayaklarýyla bana tutunmaya çalýþýyordu. Aðaçlarýn arasýndan Kâmran'ýn bana doð
görerek yere çömeldim, köpeðin üstüme sürünmesini istemediðim kirli ayaklarýný yakaladým.
O, kocaman aðzýný güler gibi açarak dilini sarkýtýyor, ben, onun burnunu sýkýyordum. Hasýlý
r oyun, bir cilveleþmedir gidiyordu.
Kâmran ta yanýma geldiði zaman keþfetmiþ gibi görünerek:
- Þu gülüþe bakýnýz, dedim. Aman, ne kocaman aðýz! Timsaha benzemiyor mu?
O, þimdilik dudaðýnda acý bir tebessümle yalnýz bana bakýyordu.
Köpeði býrakarak eteklerimi silkeledim; mendilimle ellerimi de sildikten sonra birini
kuzenime uzattým:
- Bonjur, Kâmran, teyzem nasýl? Ehemmiyetli bir þey deðil inþallah...
O, biraz hayretle:
- Annem mi? diye sordu. Annemin hiçbir þeyi yok. Hasta diye mi duydun?
- Evet, hasta diye iþittim de merak ettim; pazara kadar sabredemeyerek izin aldým.
- Kim söyledi?
Yeni bir yalan uydurmaya vakit olmadýðý için:
- Doktorun kýzý, dedim.
Çalýkuþu - F 7
98
Reþat Nuri Güntekin
- O mu sana söyledi?
- Evet, söz arasýnda: "Babamý size çaðýrdýlar, galiba teyzeniz hastaymýþ" dedi.
Kâmran, hayret ediyodu:
- Yanlýþ olacak. Hatta doktor, son günlerde, ne annem, ne de baþkasý için köþke uðradý.
Bu nazik bahis üzerinde fazla durmadan:
- Çok sevindim, dedim. Öyle merak ediyorum ki... Onlar, tabii, içerdeler...
Çantamý yerden alarak yürümek istedim. Kâmran, elimden tuttu:
- Neden bu acele Feride? Adeta benden kaçýyorsun! dedi.
- Ne münasebet, dedim. Botlarým sýkýyor da... Zaten içeriye beraber gidecek deðil miyiz?
- Evet, ama, içeride de, çaresiz herkesle bareber konuþacaðýz. Halbuki, ben seninle yalnýz
onuþmak istiyorum. Heyecanýmý gizlemek için alaycý bir tavýr alarak:
- Emir sizin, dedim.
- Mersi. O halde, istersen kimseye görünmeden bahçede biraz dolaþabiliriz.
Kaçmamdan korkuyor gibi elimi býrakmýyordu. Öteki eliyle çantamý aldý. Yan yana yürümeye ba
landýk ni-þanlanalý ilk defa yan yana...
Yeni yakalanmýþ bir kuþun yüreði, göðsünde nasýl atarsa benimki de öyle atýyordu. Fakat zan
beni býraksa da artýk kaçmaya kuvvet bulamayacaktým.
Birbirimize bir þey söylemeden bahçenin sonuna kadar yürüdük. Kâmran, beklediðimden çok faz
sir ve dargýn görünüyordu. Bu üç ay içinde ne olmuþtu, aramýzda ne deðiþmiþti, bilmiyorum.
tte kendimi ona karþý suçlu görüyor, þimdiye kadar gösterdiðim vahþiliðe piþman oluyordum.
ÇALIKUÞU 99
Kýþ ortasýnda olduðumuzu unutturacak kadar güzel ve sakin bir akþamdý. Etrafýmýzdaki kuru d
ri bir mercan kýzýllýðý içinde yanýyordu. Kâmran'a karþý suçlarýmý bu kadar kolay kabul etm
tesiri vardý acaba, bilmiyorum.
Bu saatte, onun gönlünü alacak bir kelime bulmak benim için dayanýlmaz bir ihtiyaçtý. Fakat
klýma hiçbir þey gelmiyordu.
Artýk geri dönmekten baþka yapýlacak iþ kalmayýnca Kâmran:
- Þuraya biraz oturabilir miyiz, Feride? dedi.
- Sen, nasýl istersen, dedim. Vakadan sonra ilk defa sen diyordum. Kâmran, pantolonu
na dikkat etmeden oradaki bir kayanýn üstüne oturuverdi. Onu, hemen kolundan tutup kal
dýrdým:
- Sen, naziksin; kuru yere oturma, dedim ve arkamdaki lacivert pardösüyü çýkararak oturacað
ere serdim.
- Ne yapýyorsun, Feride? dedi.
- Hasta olmaman için, dedim. Zannederim ki, seni muhafaza etmek bundan sonra benim
vazifem oluyor.
Kuzenim bu sefer de galiba kulaklarýna inanamadý:
- Ne söylüyosun, Feride? dedi. Bunu sen mi bana söylü-yosun? Niþanlandýðýmýzdan beri senden
en tatlý söz.
Baþýmý önüme eðdim ve sustum.
Kâmran, pardösümü tekrar eline almýþtý. Okþar gibi hareketlerle kollarýna, yakasýna, düðmel
ordu.
- Sana biraz sitem yapmaya hazýrlanýyordum, Feride, dedi. Fakat þimdi hepsini unuttum.
Gözlerimi kaldýrmadan:
- Ben sana bir þey yapmadým ki, dedim. O, beni tekar vahþileþtirmekten ürküyormuþ gibi yaný
klaþmaktan korkarak:
- Zannederim ki, yaptýn, Feride, dedi. Hatta fazlaca bile.
100
Reþat Nuri Güntekin
Bir niþanlý, bu kadar ihmal edilir mi? içimde fena þüpheler de uyandý. Sakýn Müjgân yanýlmý
istemeden güldüm. Kâmran, merakla sebebini sordu, evvela cevap vermek istemedim. Fakat
, o, ýsrar edince gözlerimi kaçýrarak:
- Müjgân yanýlsaydý, böyle olmazdý ki, dedim.
- Böyle ne demek? Yani benim niþanlým mý? Gözlerimi kapayarak üst üste iki defa baþýmý sall
- Feridem!
Bir küçük feryada benzeyen bu ses hâlâ kulaðýmdadýr. Gözlerini açtým ve onun büyümüþ gibi g
yaþ damlasý gördüm.
- Beni, bu dakika içinde o kadar mesut ettin ki, ölürken aklýma gelirse aðlayacaðým. Öyle y
ma. Sen daha pek küçüksün. Mümkün deðil, öyle þeyleri anlayamazsýn. Hepsini unuttum artýk.
Kâmran, bileklerimi tutmuþtu. Onlarý geri çekmedim, fakat hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþladým
etti ki, Kâmran, adeta korktu.
Ayný yollardan geriye dönerken ben, hâlâ ikide bir içimi çekiyor ve hýçkýrýyordum. O, artýk
dokundurmaya cesaret edemiyordu. Fakat, ben onun gönlünün rahat ettiðini anlýyor ve memnu
n oluyordum.
- Sen önden gitmelisin, dedim. Ben havuzda yüzümü iyice yýkayacaðým. Beni, bu suratla görür
e derler?
Birdenbire aklýma gelmiþ gibi Kâmran'a sordum:
- Avrupa'ya bir seyahat varmýþ öyle mi? O, cevap verdi:
- Bir fikir. Daha doðrusu, benim fikrim de deðil. Madrid'deki amcamýn bir tasavvuru. N
ereden duydun? Kýsa bir tereddütten sonra:
ÇALIKUÞU 101
- Doktorun kýzýndan, dedim.
- Doktorun kýzý, sana ne çok haberler veriyor, Feride?
Kâmran dikkatle yüzüme bakýyordu. Kýzararak baþýmý çevirdim.
- Sakýn annemin hastalýðý bir bahane olmasýn?
- Doðru söyle, Feride. Sen bunun için mi geldin?
Yanýma yaklaþmýþtý. Elleriyle baþýmý okþamak istiyor, fakat ürkütmekten korkuyordu. Halbuki
, ona alýþmaya baþlamýþtým. Sualini bir kere daha tekrar etti:
- Tahminim doðru mu, Feride?
Kâmran'ý çok memnun edeceðini hissederek: "Evet" diye baþýmý salladým.
- Ne güzel... Dünden beri talihim ne kadar deðiþti!
Ellerini oturduðum koltuðun kenarlarýna dayayarak bana doðru eðildi. Bu vaziyette dört tara
dan kuþatýlmýþ bulunuyordum. Bana el dokundurmadan yaklaþmak için kurnazca bir buluþ. Oturd
yerde kirpi gibi büzülüyor, omuzlarýmý kaldýrarak geri çekiliyordum. Çok yakýn olan yüzüne
mendilimle oynayarak sordum:
- Amcan ne teklif ediyor.
- Olacak gibi deðil. Beni, sefaret kâtibi olarak yanýna almak istiyor. Muayyen bir mes
leði, yahut bir memuriyeti olmamasýný bir erkek için eksiklik sayýyor. Ben, tabii onun fik
irlerini söylüyorum. "Ýlerde bir sefaret memuruyla beraber Avrupa'ya gitmek belki Feri
de'yi de memnun edecektir" diyor. Ne bileyim, birtakým sözler...
Bahis ciddileþtiði için Kâmran muhasaraya nihayet vererek doðrulmuþtu. Ben de, hemen yerimd
n kalktým.
Konuþmamýz devam etti:
- Bu teklife niçin "Olacak þey deðil" dedin? Avrupa'ya gitmek seni memnun etmeyecek mi
?
102
Reþat Nuri Güntekin
- O cihetten söylemiyorum. Bundan sonra, ben artýk hareketlerimde serbest bir insan
deðilim. Hayatýma taalluk eden her þeyi seninle konuþmaya mecburum. Öyle deðil mi?
- O halde gidebilirsin.
- Demek, benim istanbul'dan ayrýlmama razý oluyorsun, Feride?
- Mademki bir erkek için mutlaka bir meslek lazýmmýþ...
- Sen, benim yerimde olsan gider miydin?
- Zannederim ki, giderdim. Yine zannedirim ki, senin de þimdi öyle yapman lâzým.
itiraf etmeliyim ki, bu sözleri yalnýz dudaklarým söylüyordu. Yoksa, içimden bu dakikada bü
baþka türlü konuþuyordum. Mamafih, bana da hak vermen lâzým. "Ben seni býrakýp gideyim mi?"
sorana baþka türlü cevap bulunur mu?
Öte taraftan, Kâmran da, bu ayrýlýðý bu kadar kolay kabul etmeme müteessir oluyordu. Bana b
adan odanýn içinde bir iki adým yürüdükten sonra döndü, ayný suali tekrar etti:
- Demek amcamýn teklifini kabul etmemi doðru buluyorsun?
- Evet.
- O halde düþünürüz. Kati bir karar vermek için, daha vaktimiz var.
Yüreðim hafifçe burkuldu. "Düþünürüz" deyince artýk mesele kalmýyor muydu?
Herkesin daima benden istemiþ olduðu gibi, bir büyük insan aðýrbaþlýlýðýyla konuþmaya baþla
- Ben, daha fazla düþünmeye deðer bir þey görmüyorum. Amcanýn teklifi hakikaten hoþ bir tek
bir seyahat hiç fena olmaz.
- Bir memuriyet, o kadar kýsa bir þey mi, Feride?
- Doðrusu, pek uzun da sayýlmaz. Bir, iki, üç, dört senecik. Göz yumup açmcayakadar geçer..
ii arada geleceksin de...
ÇALIKUÞU 103
Bu bir, iki, üç, dört seneyi parmaklarýyla o kadar kolay sayýyordum ki...
Kâmran'ý bir ay sonra, Galata rýhtýmýndan vapura bindiriyorduk. Onu, Avrupa'ya gitmeye teþv
k ettiðim için, arkabala-nmýn hepsi beni tebrik ediyorlardý. Yalnýz Müjgân, bundan memnun o
dý. Tekirdað'dan bana yazdýðý mektupta, "Hiç iyi yapmadýn, Feride" diyordu. "Mani olmalýydý
el senelerinizi ayrý geçirmekte ne mana vardý? Dört sene, biter tükenir þey mi?"
Mamafih bu dört sene Müjgân'ýn korktuðundan çok daha çabuk geçti.
Kâmran tekaüt olan amcasýyla beraber büsbütün istanbul'a döndüðü zaman ben bir ay evvel mek
unuyordum.
Mektepten çýkmak! Ben, içinde yaþadýðým müddetçe bu loþ binaya "güvercinlik" adýný vermiþti
r diploma ile kendimi dýþarý atacaðým günün benim için bir kurtuluþ bayramý olacaðýný söyle
inde güvercinliðin kapýsý açýlýnca kendimi; boyumu bir hayli uzatan yeni siyah çarþafým, uz
u iskarpinlerimle sokakta bulunca neye uðradýðýmý þaþýrdým. Üstelik teyzem de köþkte düðün
ni büsbütün çileden çýkardý.
Köþk, boyacýlar, dülgerler, terziler, uzak semtlerden gece yatýsýna gelmiþ akrabalarla dolu
oþalýyordu. Hekes, kendine göre bir iþle meþguldü. Kimi, þimdiden davet mektuplarý yazýyor,
eksikleri tamamlamak için çarþý pazar dolaþýyor, kimi dikiþle uðraþýyordu. Ben, þaþkýnlýðým
muþtum. Bir iþe yaramak þöyle dursun, baþkalarýnýn iþlerine bile engel olacak türlü münaseb
yapýyordum. Son parti bana, bir delilik arýz olmuþtu. Eskiden olduðu gibi,
104
Reþat Nuri Güntekin

misafir çocuklarýný peþime takýyor, köþkün altýný üstüne getiri-yordum.


Her yer gibi, mutfakta da tamir ve boya vardý. Bunun için yeni aþçý, kabýný kaçaðýný arka b
bir çadýra nakletmiþ, açýkta yemek piþirmeye baþlamýþtý.
Bir akþamüstü onun, çadýrýn önünde tatlý ký/artýðýný gördüm ve derhal aklýma bir þeytanlýk
- Çocuklar, dedim. Siz þu kümeslerin arkasýna saklanýnýz. Hiç sesinizi çýkarmayýn. Ben.'siz
etireceðim.
Aradan beþ dakika bile geçmeden elimde dolu bir tabakla küçük arkadaþlarýmýn yanýna dönüyor
En iyisi, çocuklara paylarýný daðýttýktan sonra, herbirini bahçenin bir köþesine daðýtmak v
içine saklamaktý. Fakat ben bunu, daha doðrusu aþçýnýn, hýrsýzlýðý fark edince hiddetle öte
edememiþtim.
Biraz sonra, mutfak çadýrýnýn önünde bir kýyamettir koptu. Aþçý, "Bunu yapanýn vallahi bill
rini kýracaðým!" diye baðýrýyordu. Fena halde korkan küçükler beni dinlemeyerek, kaçýþmaya
z pek iyi de ettiler. Çünkü, biraz sonra, aþçý izimizi keþfediyor, elindeki kocaman kepçeyi
sopa dehþetiyle sallayarak deli gibi üstümüze saldýrýyordu.
Hain adam, aralarýnda beni en büyük gördüðü için, ötekileri býrakýp beni kovalamaya baþlamý
yere boylu boyunca yuvarlanýnca, hiddeti büsbütün arttý.
Aþçý yabancý, vaziyet ise çok nazikti. Yakalanýrsam, derdimi anlatýncaya kadar hiç olmazsa
iki kepçe yiyecek, rezil olacaktým.
Köþk tarafýna doðru manevra yapmaya imkân olmadýðý için, çaresiz sokak tarafýna koþuyor, çý
Allah'tan olacak, sabahtan beri çalýþan terzi matmazel, Dilber Kalfa ile beraber bahçeye
hava almaya çýkmýþ. Yolun bir
ÇALIKUÞU 105
köþesinde onlarla karþýlaþýnca, "Geliyor" diye boyunlarýna sarýldým ve arkalarýna saklandým
Dilber Kalfa, aþçýnýn kepçesine karþý ellerini uzatarak:
"Ne yapýyorsun, aþçýbaþý, çýldýrdýn mý? O, gelin haným, diye baðýrdý.
Baþka bir zamanda olsaydý, bu kelime için, Dilber Kalfa'yý, mutlaka hýrpalardým. Fakat, o k
dar korkmuþtum ki, ben de gayri ihtiyari onunla beraber baðýrýyordum:
"Vallahi ben, gelin hanýmým, aþçýbaþý!"
Ben, bu aþçý kadar çýlgýn ve aksi insan görmedim. Kalfa ve matmazelin teminatlarýna bir zam
anmadý. "Yok, böyle hýrsýz gelin haným olmaz!" diye söylendi; neden sonra, aklý yatýnca da:
se aferin gelin haným sana!" dedi. "Alýrsýn öyleyse yeni pantolunu; bak, pantolonun dizk
apaðýný da patlattýrdýn bana!"
Adamcaðýz, düþtüðü zaman burnunu da çarpýp sýyýrmýþtý ama, bereket versin, onu tazminat hes
Gizli kalmasý için, yaptýðým iþarlara raðmen, bu komedi duyuldu ve her yemekte bana bakýp b
ek âdet sýrasýna girdi.
*
Düðüne üç gün kalmýþtý. Yine her akþamüstü mahut arka bahçenin kapýsýnda çocuklarla ip atla
adým. Fakat bu seferki hücumu yapan, ilkinde beni aþçýdan kurtarmaya çalýþan terzi matmazel
mýþ yaþýnda olmasýna raðmen, bu akþam o da bana karþý ateþ püskürüyodu.
- Rica ederim, matmazel, birkaç güne kadar size madam diyeceðim. Doðrudur bö yaptýðýn? Son
nýzý yapmak için yarým saattir sizi arýyorum.
Daha fenasý, Besime Teyzem de matmazelle beraberdi ve çatkýn çehresi, münakaþa uzarsa ondan
yana çýkacaðýný gösteriyordu.
106
Reþat Nuri Güntekin
- Pardon matmazel, buracýktaydým. Temin ederim ki iþitmedim, dedim.
Teyzem, artýk dayanamadý, bana çýkýþacaðý her zaman yaptýðý gibi eliyle çenemi tutup okþaya
- Yavrucuðum, sen, kendi sesinden, kahkahandan kimseyi iþitecek halde deðilsin ki, ded
i. Üç gün sonra da davetlilerimiz arasýnda yine böyle bir þey yapmandan adeta korkmaya baþl
Her zaman, daha haþarý ve hoyrat görünmeme raðmen, o gün benim, en karýþýk heyecanlarla sar
k ve anlaþýlmak ihtiyacýyla için için eridiðim bir tarihti.
Çenemi teyzemin elinden çekmeden eteklerimi parmaklarýmla iki yanýndan tuttum ve hafif b
ir reveransla dizimi büktüm:
- Üzülmeyin teyze, dedim. Çok deðil, daha üç güncük diþinizi sýkmanýz lâzým. O zaman benim
a bir adýnýz ve sýfatýnýz olacak. Çahkuþu'nun teyzesine yaptýðý naz ve þýmarýklýðý Feride'n
maya cesaret edemeyeceðini size temin ederim.
Teyzemin gözleri yaþardý, beni yanaklarýmdan öperek:
- Senin her zaman annen oldum ve öyle kalacaðým, Feri-dem, dedi.
Taþkýnlýðým o haldeydi ki, ben de onu birdenbire kalçalarýndan yakalayýp havaya kaldýrdým v
yaptýðý gibi yanaklarýndan öptüm.
Matmazel, ufak bazý rötuþlardan baþka eksiði kalmayan beyaz elbisemi ellerinde kaldýrdýðý z
kýrmýzý kesildiðimi hissettim. Odadakileri birer birer okþayýp öperek yalvarmaya baþladým.
- Ne olursunuz, siz dýþarý çýkýn. Gözünüzün önünde giyinmeyeceðim. Arasýnda etekli elbisesi
ÇALIKUÞU 107
tavus kuþu þekline girdiðini bir tasavvur edin. Aman,' ne gülünç! Kendim bile güleceðim. "N
r, bu iþ adi tuvaletle olsun!" diye o kadar yalvardým, kimselere derdimi dinletemedi
m.
Matmazel, elindeki elbise ile üzerime geldikçe -birisi beni yakalamaya geliyormuþ gibi
- köþelere kaçýyor, tir tir titri-yodum.
Dýþarýdakiler, gürültüyü artýrýyorlar, mutlaka içeri girmek istiyorlardý.
- Bir parça daha, rica ederim, bir dakikacýk, hepinizi çaðýracaðým, diye yalvardým. Fakat o
inanmadýlar:
- Aldatýyor, soyunduktan sonra çaðýracak, diye baðrýþarak kapýya dayandýlar.
iþte o zaman, iki taraf arasýnda heyecanlý bir uðraþmadýr baþladý.
Dýþarýdakiler, çocuk, büyük karmakarýþýk itiþerek, gülüþerek kapýyý zorluyorlardý. Ben koll
n müdafaa ediyordum.
Sofada demirli potinleriyle tepinerek: "Hücum... Hücum... Muharebe var" diye baðrýþan çocuk
arýn sesine bütün köþk halký koþuyordu.
Matmazel, omuz baþýmdan:
- Yapmayýnýz, Allah aþkýna, çekilin, elbise parçalanýyor, diye baðýrýyor, fakat sesini iþit
affak olamýyordu.
Bir aralýk, nedense gürültü kesilir gibi oldu. Kapýya bir ayak sesi yaklaþýyordu. Kâmran'ýn
- Aç, Feride, benim. Bana yasak yok tabii. Býrak, sana yardýma geleyim, dediðini iþittim v
e büsbütün çýldýrdým. Bu sefer:
- Hepsi gelsinler, ziyaný yok, sen olmaz. Sen Allah aþkýna git. Vallahi aðlayacaðým, iyice
alvarmaya baþladým.
Fakat Kararan, bu yalvarýþýma aldýrmadý, kapýya hýzla dayanarak iki kanadýný ardýna kadar a
108
Reþat Nuri Güntekin
Ben çýðlýk çýðlýða odanýn bir köþesine kaçtým ve elime geçirdiðim bir mantoya sarýlarak büz
eydi:
- Güzelim elbise gitti, diye adeta saçýný, baþýný yoluyordu. Kâmran mantoyu bir ucundan tut
gülerek:
- Maðlubiyetini artýk teslim etmen lâzým Feride, dedi. Aç, elbiseni göreyim.
Bende, artýk ne ses vadi, ne hareket. O, biraz bekledikten sonra devam etti:
- Feride, þimdi sokaktan geldim. Çok yorgunum. Uðraþtýrma beni, elbiseni o kadar merak edi
yorum ki, inat edersen zora müracaat etmek mecburiyetinde kalacaðým. Bak, beþe kadar sayýy
orum: Bir iki, üç, dört, beþ...
Kâmran mümkün olduðu kadar geciktirdiði bu beþten sonra, mantomun ucunu çekince yüzümü gözy
dü, fena halde þaþýrdý ve yarý zorla odayý boþaltarak kapýyý kapadý.
Matmazelin hayretten dili tutulmuþtu. Kâmran da aþaðý yukarý o haldeydi, biraz sonra mahcup
ve müteessir bir sesle:
- Affet beni, Feride, dedi. Ben, sana küçük bir þaka yapmak istemiþtim. Buna hakkým var san
rdum. Fakat, hâlâ o kadar çocuksun ki... Beni affediyorsun deðil mi?
Baþýmý hâlâ mantomun içinde saklayarak cevap verdim:
- Peki ama sen, hemen odadan çýkmalýsýn.
- Bir þartla. Seni bahçenin nihayetindeki kayanýn yanýnda bekleyeceðim. Hatýrlýyor musun, d
ene evvel bir akþam, seninle orada barýþmýþtýk. Þimdi de öyle yapacaðýz. Söz mü?
Kýsa bir tereddütten sonra:
- Peki, gelirim, dedim. Ama sen, þimdi git.
Zavallý matmazelin bu acayip tabiatlý gelinle konuþmaya bile artýk cesareti kalmamýþtý. O,
dan beni soyduktan sonra, tekrar kýsa etekli pembe elbisemi giydim, üstüne siyah mekte
p önlüðümü geçirdim, sonra Müjgân'ýn bile yüzüne
ÇALIKUÞU 109
bakmadan odadan kaçtým ve gözlerimdeki kýrmýzýlýk geçinceye kadar soðuk su ile yüzümü yýkad
aman ortalýk kararýyordu. Þimdi asýl mesele, kendimi kimseye göstermeden onun yanýna kapaðý
ktý.
Kendi kendime dolaþýyor gibi yaparak, mutfaðýn arkasýndan dolaþtým, aþçý ile bir iki kelime
Sonra aðýr aðýr dýþ kapýya yürümeye baþladým. Maksadým, izimi büsbütün kaybettirdikten sonr
n onun yanýna inmekti. Fakat...
*
Daima açýk duran sokak kapýsýnýn dýþýnda siyah çarþaflý, uzun boylu bir kadýn gözüme iliþti
ir þey sormak istediði halde, içeri girmeye cesaret edemiyor gibi bir hali vardý.
Kâmran, epeyce zamandan beri beni bekliyordu. Bu peçenin altýndan bir bildik çehresi çýkmas
an ve beni söze tutmasýndan korkarak yolumu deðiþtirdim ve aðaçlarýn arkasýna da-laya çalýþ
birdenbire beni çaðýrdý.
- Küçükhaným, biraz zahmet eder misiniz, efendim? Çaresiz, döndüm, kapýya doðru yürümeye ba
- Buyurunuz hanýmefendi, bir emriniz mi var?
- Merhum Seyfetin Paþa'nýn köþkü deðil mi?
- Evet, efendim.
- Siz köþkten misiniz, efendim?
- Evet.
- O halde sizden bir ricada bulunacaðým.
- Emrediniz, efendim.
- Ben, Feride Hanýmefendi ile görüþmek istiyorum. Hafifçe irkildim, gülmemek için baþýmý eð
fa iþittiðim bu "hanýmefendi" sözü bana öyle tuhaf geliyordu ki... Feride Haný-mefendi'nin
olduðumu mümkün deðil, söylemeye cesaret edemeyecektim. Dudaklarýmý ýsýrarak:
110
Reþat Nuri Güntekin
- Çok âlâ hanýmefendi, dedim. Buyurun, lütfen içeri; köþkten sorarsanýz size Feride Haným'ý
Siyah çarþaflý kadýn, kapýdan girmiþ yanýma yaklaþmýþtý:
-Size tesadüfüm çok iyi oldu, çocuðum, dedi. Sizden bir yardým rica edeceðim. Benim Feride
'la yalnýz olarak konuþmama delalet edeceksiniz. Mümkünse kimsenin bundan haberi olmamalý.
Hayretle yüzüne baktým. Ortalýk kararmýþ olduðu ve peçesini hâlâ açmadýðý için yüzünü fark
reddütten sonra:
- Hanýmefendi, dedim. Acayip bir kýyafette olduðum için birdenbire cesaret edemedim. Fak
at Feride benim. Kadýn, hafif heyecanlandý:
- Kâmran Bey'le evlenecek Feride Haným mý?
- Köþkte bir tane Feride var hanýmefendi, diye gülümsedim.
Siyah çarþaflý kadýn, birdenbire durmuþtu. Biraz evvel kendisini Feride ile görüþtürmemi sa
stediði halde þimdi karþýmda put kesilmesine ne mana vermeliydi? Acaba Feride'nin ben ol
duðuma hâlâ inanamýyor muydu? Yoksa baþka bir þey mi vardý? Merakýmý gizlemeye çalýþarak te
mecbur oldum:
- Emrinizi bekliyorum, hanýmefendi. Garip þey, kadýn hâlâ aðzýný açmýyordu. Biraz ileride a
bir bahçe kanepesi gözüme iliþti:
- isterseniz þuraya gidelim, hanýmefendi, dedim. Kimse bizi rahatsýz etmeden konuþabilir
iz.
Kadýnýn sükûtu, biz kanepeye oturduktan sonra da devam etti. Fakat, nihayet karar vermiþ o
lacak ki, elinin sert bir hareketiyle peçesini kaldýrdý ve otuz yaþlarýnda, zeki ve sinirl
i bir kadýn çehresi meydana çýktý. Havanýn karanlýðýna raðmen benzinin korkunç surette sara
.
ÇALIKUÞU . IH
- Feride Haným, dedi. Ben, bir eski arkadaþýmýn zoruyla bir elçi vaziyetinde buraya geliyo
rum. Fakat, üzerime aldýðým vazifenin bu kadar güç olduðunu kestýrememiþtim. Biraz evvel si
için ýsrar ettiðim halde þimdi adeta kaçmak istiyorum.
Vücuduma bir titreme yapýþtý; kalbim þiddetle çarpýyordu. Fakat biraz cesur olmazsam onun d
ni yapacaðýný, kaçacaðýný hissettim. Mümkün olduðu kadar sakin bir tavýr takýnmaya çalýþara
- Vazife vazifedir, hanýmefendi, dedim. Cesur olmak lazým. Bahsettiðiniz, beni tanýyor m
u?
- Hayýr. Daha doðrusu þahsýnýzý görmemiþ. Yalnýz Kâm-ran Bey'in niþanlýsý olduðunuzu biliyo
- Kâmran Beyi tanýyor mu?
Artýk, bende de daha fazla sormaya kuvvet kalmamýþtý. Bu dakikada meraktan çýldýracak gibi
uðum halde, o, sahiden gitmeye kalksa, zannederim yolundan çeviremeyecektim.
- Dinleyin beni Feride Haným. Niçin birdenbire durakladýðýmý anlamýyorsunuz. Burada ermiþ,
bir hanýmla karþýlaþacaðýmý umuyordum. Halbuki önüme adeta bir mektep çocuðu çýktý. Sizi fa
ten korkuyorum. Te-reddütümün sebebi bu.
Yabancý kadýnýn bana acýr gibi bir hali vardý. Bu, izzetinefsime dokundu ve bana bütün kuvv
mi iade etti.
Ayaða kalktým, kanepenin önündeki aðaca arkamý dayadým, kollarýmý kavuþturarak sakin ve hat
bir sesle:
- Bu vaziyette tereddüt doðru deðil, dedim. Görüyorum ki, konuþacaðýmýz þey mühim. Onun içi
bir tarafa býrakarak açýk konuþursak daha iyi olur.
Kadýn benim bu cesur tavrým karþýsýnda biraz kendini topladý ve bir sual sordu:
- Kâmran Bey'i çok seviyor musunuz?
112
Reþat Nuri Güntekin

- Bunun sizinle alakasýný göremiyorum, hanýmefendi.


- Belki vardýr, Feride Haným.
- Açýk konuþmazsak iþin içinden çýkamayacaðýmýzý evvelce söyledim, hanýmefendi.
- Peki, öyle olsun. Size Kâmran Beyi, bir baþkasýnýn da sevdiðini haber vermeye mecburum.
- Olabilir, hanýmefendi, Kâmran, birçok meziyetleri olan bir gençtir. Bir baþkasýnýn onu gö
stirmiþ olmasýnda hiç fevkalâdelik görmem.
Bu, bir yaprak bile kýmýldamayacak kadar sakin ve güzel yaz akþamýnda beklenilmez bir fýrtý
gelip çattýðýný gayet iyi anlýyor, fakat nereden geldiðini anlayamadýðým bir kuvvetle buna
a kendimi hazýr buluyordum.
Kadýna söylediðim son cümlede bir parçajalay bile vardý. Ayaða kalkmamakla beraber yerinde
lusundan, sinirli bir hareketle çarþafýnýn eteklerini düzelterek kanepenin tahtalarýný tutu
n, onun da artýk bu iþi kýsa kesmeye karar vermiþ olduðunu anladým. Makine gibi çabuk ve ad
renksiz bir sesle söyledi:
- ilk bakýþta sizi bir çocuk gibi görmüþ olmakla beraber, mükemmel yetiþmiþ yüksek bir genç
unduðumu anlýyorum. Kâmran Bey maalesef sizi lâzým geldiði kadar takdir edememiþ. Yahut, ne
leyim, belki takdir ettiði halde geçici bir zaafa kapýlmýþ. Hasýlý, iki sene evvel bahsetti
rkadaþla Avrupa'da tanýþmýþlar. Bilmem, size daha fazla tafsilat vermek doðru olur mu?
Baþýmý salladým:
- Sözlerinizin doðru olduðunu ispat için evet.
- Arkadaþýmýn adý Münevver'dir. Eski mabeyincilerden birinin kýzýdýr, ilk defa sevdiði bir
evlenmiþ, bahtiyar olamamýþtý. Sonra hastalandý. Doktorlar Avrupa'ya gönderilmesini tavsiye
ettiler. Tam iyi olup memleketine döneceði bir sýrada baþýna bu geldi. Kâmran Bey, bir aral
isviçre'ye gitmiþ.
ÇALIKUÞU 113
izinle mi, vazifeyle mi, pek bilemiyorum. Tesadüfleri orada olmuþ. Kararan Bey, bir
hafta için Ýsviçre'ye geldiði halde iki aya yakýn bir zaman orada kalmýþ, Hatta bu yüzden g
bir cezaya da uðramýþ.
- Müsaadenizle bir sual, dedim. Arkadaþýnýzýn bunlarý benim haber almamý istemekten maksadý
Yabancý kadýn, bu defa ayaða kalkmaya mecbur oldu. Eldivenli ellerini ovuþturarak:
- Ýþte bunu söylemek güç, dedi. Münevver, bugün sizin düþmanýnýz vaziyetindedir.
- Estaðfurullah.
- Öyledir, Feride Haným. Fakat hiç fena bir insan deðildir. Gayet içlidir. Kâmran Bey, onun
için rasgele bir macera deðildir. Onunla evlenmeyi umuyordu. Bir kabahat varsa tamamýy
la Kâmran Bey'de. Çünkü bir baþkasýyla sözlü olduðunu bile saklamýþ. Beni bu çirkin vazifey
evk eden þu ki, zaten hasta olan bu içli kadýnýn ölmesinden korkuyorum.
- Doðru söylediðinizden nasýl emin olayým?
- Niçin yalan söyleyeyim, öyle? Münevver, bu haberden sonra katiyen yaþamaz.
- Yazýk zavallýya.
- Daha doðrusu ikinize yazýk.
Fazla ileri gittiðini anlatmak ister gibi elimle bir iþaret yaptým ve güldüm:
- Beni karýþtýrmayýnýz, siz þimdilik yalnýz onu düþünebilirsiniz.
- Niçin, Feride Haným? Gerçi Münevver, bunca senelik arkadaþým. Fakat, siz de çok iyi ve bu
tamamýyla suçsuz, günahsýz bir genç kýzsýnýz. Onun için size de acýrsam...
Bu defa, daha sertleþtim, maðrur bir tavýrla:
- Ona müsaade edemem, dedim. Hem zannederim ki artýk konuþacak þeyimiz de kalmadý.
Yabancý kadýnýn, bir þey aramak ister gibi, ara sýra el çan-
Çalýkuþu - F.8
114
Reþat Nuri Güntekin

tasýný açýp kapadýðýný görüyordum. Benim artýk konuþmaya nihayet vermek istediðimi görünce
- Feride Haným, sözlerimden belki þüphe edersiniz diye size Kânýran Bey'in bir mektubunu ge
irdim. Bilmem, onu görmek sizi müteessir edecek mi?
Mektubu evvela elimle itmek istedim. Fakat sonra yanlýþ bir þey yapmýþ olmaktan korkarak a
ldým.
- Ýsterseniz onu size býrakayým. Sonra okursunuz. Arkadaþýma artýk lüzumu kalmadý. Omuzlarý
ek:
- Bana bir faydasý olmayacak dedim. Bir hatýradýr; kendisinde kalmasý daha iyi olur. Yal
nýz bir dakika müsaade ederseniz bir göz gezdireyim.
Karanlýk artmýþtý. Aðaçlarýn arasýndan yola çýkarak mektubu gözlerime yaklaþtýrdým, zaten b
okumaya baþladým:
"Benim Sarý Çiçeðim" diye baþlýyordu. Arkasýndan bir sürü edebiyat. Güneþ doðmadan evvel na
belirsiz bir aydýnlýk yayýlýrsa, "Sarý Çiçeði" görmeden evvel de onun kalbine böyle bir ay
mde anlaþýlmaz bir sevinç var. Ben, mutlaka fevkalâde bir þeyle karþýlaþacaðým!" diyormuþ.
evkalâdelik olmuþ, bir akþamüstü otelin bahçesinde ýþýklar yanarken "Sarý Çiçeði" karþýsýnd
Ondan ötesini o kadar çabuk okuyordum ki, gözlerim gittikçe artan karanlýk içinden yazýlarý
dar fena seçiyordu ki, hemen hiçbir þey aklýmda kalmadý, diyebilirim. Yalnýz bilmem neden m
ktubun birkaç defa tekrar ettiðim þu son satýrlarýný hâlâ þimdi bile gözümün önünde buluyor
"Gönlüm boþtu. Sevmeye ihtiyacým vardý. Sizi uzun ince vücudunuzla, menekþe gözlerinizle ka
e her þeyin rengi deðiþti."
Yabancý kadýn, aðýr aðýr yanýma gelmiþti, sesi titreyerek:
r
ÇALIKUÞU
115

"Feride Haným, sizi üzdüm. Fakat inanýnýz ki" diye bir cümleye baþlamak istedi.
Ben, birdenbire silkinerek sözünü kestim, mektubu uzatarak:
- Ne münasebet, dedim. Üzülecek bir þey yok ortada. Bunlar olaðan iþler. Hatta, size teþekk
le edeceðim. Bana bir hakikati öðrettiniz. Þimdi artýk sizden müsaade isteyeceðim.
Hafif bir baþ selamýyla yürüdüm. Fakat o, beni tekrar arkamdan çaðýrdý:
- Feride Haným, bir dakika daha müsaade. Arkadaþýma ne söyleyeyim?
- Vazifenizi yaptýðýnýzý söyleyiniz. Öte tarafý artýk kendi bileceði þeydir, dersiniz, olur
Yabancý kadýn, bana bir kere daha seslendi, fakat artýk dinlemedim, hýzla aðaçlarýn arasýna
.
Kâmran'ýn bizim artýk bir daha barýþtýðýmýzý göremeyeceði kayanýn yanýnda ne kadar bekledið
at beklemekten usanarak odama geldiðinde ve masanýn üstünde çizgili mektep defteri yapraðýn
aralanmýþ þu birkaç satýrý gördüðü zaman herhalde þaþalamýþ olacaktýr:
"Kamran Beyefendi. 'Sarý Çiçek' romanýný baþtan baþa öðrendik. Bir daha ölünceye kadar birb
k yok. Senden nefret ediyorum.
FERÝDE"
ÝKÝNCÝ KISIM'
B. Eylül 19...
- VJELDfÐlN günden beri gece demezsin gündüz demezsin, yazarsýn da yazarsýn. Ne bitip tüken
yazýdýr bu? Mektup desem deðil; mektup, deftere yazýlmaz. Kitap desem deðil, bizim bildiði
iz, kitabý saçlý sakallý ulemalar yazar. Sen parmak kadar çocuksun. Öyleyse ne yazarsýn böy
rup dinlenmeden?
Bana bu suali soran; otelin ihtiyar odacýsý Hacý Kalfa'dýr. Bir saatten fazla bir zamand
an beri dýþarýda þarký söyleyerek tahta siliyordu. Þimdi yoruldu; benimle, kendi dediði gib
i satýr lakýrdý atmaya geldi.
Hacý Kalfa'nýn halini görünce kendimi tutamadým kahkahalarla gülmeye baþladým:
- Bu ne kýyafet, Hacý Kalfa.
Her zaman beyaz bir önlükle dolaþan Hacý Kalfa, bugün arkasýna dört peþli bir eski zaman en
i giymiþ, çýplak ayaklarýyla tahtalarý silerken düþmemek için eline kocaman bir sopa almýþt
- Ne yaparsýn, hanýmlýk yapýyoruz, haným gibi giyineceðiz elbette, dedi.
Hacý Kalfa, ara sýra konuþtuðum dertli bir komþumdan baþka, odama giren tek insandýr, ilk g
de çekiniyordu. Bir iþ için odama gireceði zaman kapýyý vuruyor, "Baþýný ört hocaným, ben g
diyordu.
Ben, alay ediyor, "Haydi caným, Hacý Kalfa, iþin mi yok Allah aþkýna. Teklif mi var aramýzd
?" diyordum.
O, çatkýn çehresini daha çatýyor:
118
Reþat Nuri Güntekin
- Yoo! iþ senin bildiðin gibi deðildir, "islam muhadderat-larý"nýn yanýna öyle sallapati gi
mez, diye bana çýkýþýyordu.
"Muhadderat" herhalde kadýn falan demek olacaktý. Fakat hocalýk gururuma yediremediðim içi
n bunu Hacý Kalfa'dan so-ramýyordum. Mamafih, alay ede ede Hacý Kalfa'ya bu saygýnýn manasý
lýðýný anlatmýþtým. Þimdi, aklýna estikçe kapýmý vuruyor, çekinmeden içeriye giriyordu.
Hacý Kalfa, gülmemin bir türlü kesilmemesine evvela kýzacak oldu, fakat sonradan vazgeçti:
- Beni kýzdýrmak için mahsus yapýyorsun ama, kýzmayacaðým, dedi.
Sonra, gözlerinde garip bir hüzünle ilave etti:
- Kafeste kuþ gibi o kadar sýkýlýyorsun bu yalnýz odada ki; biraz alay çýkar, gül, ziyaný y
aplýk daha artarsa ben, sana bir parça da oynayacaðým galiba, biraz eðlenmen için, anladýn
endim?
Hacý Kalfa'ya ne yazdýðýmý anlatmak kabil deðildi.
- Yazým pek çarpýk çurpuk da meþk yazýyorum Hacý Kalfa, dedim. Yarýn, öbür gün derse baþlay
lar sonra.
Hacý Kalfa, fotoðraf karþýsýnda poz alýr gibi sopasýna dayandý, gözlerinde tatlý bir gülüms
verdi:
- Çocuk aldatýyorsun, Hacý Kalfa kaç baharýn yoðurdum! yemiþtir, bilirsin sen? Onlar ki hat
gibi sülüs yazýlar, iki par etmez yazdýklarý. Onlar ki böyle karýnca ayaðý gibi eðri büðr
larlar, ne çýkarsa onlardan çýkar. Biz, dairelerdi ne kadar taban tepmiþ, ne çeþit memurlar
bilirsil sen? Bir derdin vardýr senin, vardýr ama, her neyse onun sý bizlere düþmez. Yalnýz
yazarken, parmaklarýný mürekkepl boyamamaya gayret et ki, çocuklara karþý asýl ayýp odur. H
bakalým, sen yaz yazýný; ben de tahtalarýmý nrçalayým.
ÇALIKUÞU
119

Hacý Kalfa'yý savdýktan sonra tekrar masamýn baþýna geçtim. Fakat, artýk çalýþamýyorum; onu
ni sardýkça sarýyor.
Adamcaðýzýn hakký var. Mademki artýk koskoca insaným, yarýn, öbür gün iþine baþlayacak bir
e kendimden, çocukluðumdan hiçbir iz, eser býrakmamaya çalýþmalýyým. Hakikaten parmaklarýmd
Hacý Kalfa'nýn söylememesine raðmen, dudaðýmdaki mürekkep lekeleri ne oluyor? Hele geceler
efterime yazarken sýk sýk kendimi mektepte görmem, artýk bir daha göremeyeceðim insanlarýn
afýmda dolaþýyor gibi olmalarýný hissetmem, biraz da bu lekelerden gelmiyor mu?
Hacý Kalfa'nýn bir sözü daha zihnime takýlýyor: "Kafeste kuþ gibi o kadar sýkýlýyorsun bu y
ki..."
Kafeslerin hepsinden nihayet kurtulduðum bugün de birinin beni, kafeste bir kuþ gibi gör
mesi doðru deðil. Sonra, kuþ-kelimesinin eski "Çalýkuþu"nu; kýrýk kanadý, kapanmýþ gagasýyl
k gayreti var. Hacý Kalfa, böyle konuþmakta devam ederse, aramýzýn bozulmasýndan korkuyorum
Mamafih, defterimi eksik býrakmamak için son bir gayret lâzým. Arkamda býraktýðým iðrenç dü
ere daha dönmeliyim.
O akþamüstü, yabancý kadýndan, öðreneceðimi öðrendikten sonra odama gidiyordum. Taþlýkta te
ttim, karanlýkta bir köþeye gizlenmek istedim. Fakat teyzem beni görmüþtü.
- Kim o? diye seslendi. Sen misin Feride? Niçin saklanýyorsun?
Cevap vermeden karþýsýnda durdum. Birbirimizin yüzünü fark edemiyorduk.
120
Reþat Nuri Güntekin
- Mutlaka yine bir yaramazlýk!..
Görünmez bir el göðsüme basýyor, nefesimi kesiyor gibiy-
di.
- Teyze, dedim.
Teyzem, bu dakikada bana bir tatlý kelime söylemiþ olsaydý, hafifçe yanaðýma dokunsa, saçým
aðlayarak kollarýna atýlacak, belki her þeyi söyleyecektim.
Fakat o, benim ne halde olduðumu fark edemedi. "Yine ne derdin var, Feride?" dedi.
Teyzemden bir þey istediðim vakit daima böyle söylerdi. Fakat, bu akþam bana öyle geldi ki
bu sözlerle: "Artýk yetmedi mi?" demek istiyor.
- Hiç, teyze, dedim, müsaade edersen seni öpeceðim.
Teyzem, ne olsa, annem demektir. Onu, son bir defa öpmeden ayrýlmak istemiyordum.
Cevabýný beklemeden ellerini tuttum, karanlýkta iki yanaðýndan, sonra gözlerinden öptüm.
Odam darmadaðýnýk, iskemlelerin üstüne elbiseler atýlmýþtý. Açýk dolap gözlerinden çamaþýrl
cesaret ettiðim þeyi yapacak insanýn, arkasýnda derbeder bir mektep çocuðu odasý býrakmasý
at, ne çare ki vakit çok dardý.
Penceremde ýþýk görüp gelmelerinden korkarak karanlýkta hemen el yordamýyla, ona býrakýlaca
satýrý yazdým.
Sonra, dolabýmý açtým. Kýrmýzý bir kurdele ile baðlý diplomamý, yadigâr kýymetinde birkaç p
kalma küpe, yüzük gibi bir iki fakir mücevheri mektep valizime doldurdum.
Kapýlardan kaçan evlatlýklarýn da böyle yaptýklarýný hatýrlýyor, acý acý gülüyordum.
ÇALIKUÞU 121
Nereye gideceðimi, ancak, sokaða çýktýktan sonra düþündüm. Evet, ben nereye gidecektim? Yar
olay. Zihnimde müphem surette tasarlanmýþ bir þeyim vardý. Asýl mesele bu geceyi geçirmekte
. Gecenin bu saatinde nereye sýðýnabilirdim? Her þeyi göze almýþ olmama raðmen elimde valiz
sabaha kadar tarlalarda dolaþamazdým ya. Biraz sonra köþkte bir kýyamet kopacaktý. Rezalet
orkusuyla belki polise baþvurmazlardý. Fakat, etrafa kol kol arayýcýlar çýkacaðý muhakkaktý
vapur, hatta araba yolculuðu tehlikeliydi, izimi çabucak keþfederlerdi. Gerçi hayatýný ken
i istediði gibi yaþamak isteyen bir insaný zorla, bu köþke dönmeye mecbur edecek bir kuvvet
yoktu. Fakat kararýmý bir çocuk deliliði, þýmarýk bir kýz nazý sanacaklar; beni de, kendile
boþ yere üzeceklerdi.
Onlarý bu fikirden vazgeçirmek, hatta, bir daha adýmý anmaya tövbe ettirmek için yarýn teyz
nasýl bir mektup yazacaðýmý biliyordum. Fakat, bu gece nerede barýnacaktým?
Evvela, aklýma, civar köþklerde oturan bazý arkadaþlarým geldi. Beni muhakkak ki iyi karþýl
klardý. Fakat, yaptýðým az çok bir rezaletti. Bu vaziyette bir kýzý bir gececik olsun evler
kabul etmek, belki tuhaflarýna gidecekti. Sonra bu fevkalâdeliði izah için onlara bir þey
söylemek lâzým gelecekti. Yabancýlara hesap vermenin ve onlardan nasihat dinlemenin gücüme
gideceðini hissediyordum. Nihayet, ilk aklýma gelen isimler tabiatýyla evdekilerin de
ayný kolaylýkla düþüneceði isimler olacak. Beni aramaya, en evvel onlardan baþlayacaklardýr
adaþlarýmýn aileleri gece yarýsý telaþ içinde beni sormaya gelen aileme, benim hatýrým için
yok" demeye cesaret edebilecekler miydi?
Ýstasyona giden caddeyi tehlikeli bularak aradaki Içeren-köy yollarýna sapmýþtým.
Karanlýk gittikçe artýyordu. Þaþýrmaya, cesaretimi kaybetmeye baþladýðým bir zamanda aklýma
bir þey geldi.
122
Reþat Nuri Güntekin
Sekiz, on sene evvel akrabalarýmýzdan birinin evinde sütnine-lik etmiþ bir muhacir kadýný v
rdý ki, Sahrayýcedit'te oturur ve sýk sýk köþke gelirdi.
Geçen sene bir gün, uzunca bir akþam gezintisinden dönerken onun evine uðramýþ, yarým saat
bahçesinde dinlenmiþtik. Eskilerimi daima ona verdiðim için benimle arasý gayet iyiydi. G
eceyi onun evinde geçirirdim ve kimse, benim orada olacaðýmý akýl edemezdi.
Sokaktan bir muhacir arabasý geçiyordu. Evvela onu çevirmek istedim, fakat.bu hem tehl
ikeliydi, hem de üstümde bozuk param yoktu.
Çaresiz, yaya olarak Sahrayýcedit yolunu tuttum. Karanlýkta bir gölge gördükçe, yahut bir a
sesi iþittikçe tireyerek duruyordum. Gece vakti, ýssýz kýr yollarýnda, tek baþýna dolaþan
dan kim þüphe etmezdi? Bereket versin, ortalýkta in cin yoktu. Yalnýz bir baðýn kenarýndan
ken küçük bir tehlike atlatým. Karþýdan türkü söyleyerek birkaç sarhoþ geliyordu. Bir sýçra
lçak çitin üstünden aþtým; onlar geçip gidinceye kadar orada gizlendim. Baðda köpek falan o
lim haraptý.
Bundan baþka, Sahrayýcedit caddesini geçerken kaldýrýmlar üstünde, yorgun yorgun sopasýný s
bekçiye rastladým. Fakat hoþ bir tesadüf oldu. Adamcaðýz beni görmeden yan sokaklardan biri
saptý.
Sütnine ile ihtiyar kocasý, beni görünce þaþýrdýlar. Yolda hazýrladýðým kurt masalýný okudu
dan geliyorduk. Þurada arabamýzýn tekerleði kýrýldý. Bu saatte baþka araba da bulamadýk. Ça
ya dönüyorduk. Uzaktan sizin lambanýzý gördük. Amcam: "Haydi Feride, yabancý yer deðil ya,
nineye misafir ol bu gece. Ben de þuradaki bir ahbabýmda kalayým!" dedi.
Doðrusu masalým bu saf insanlarca bile pek kolay inanýlacak bir masal deðildi. Fakat, küçük
bir gece misafir et-
ÇALIKUÞU 123
mek þerefi onlar için o kadar büyük bir þeydi ki, sözlerimden þüphe etmediler.
Zavallý sütninenin benim için hazýrladýðý kýr lavantasý kokan tertemiz yataðý ertesi sabah
amýþ gördüðü zaman ayaklan suya ermiþtir ki, o vakit de kuþ uçmuþ kervan geçmiþ bulunuyordu
O gece, sütninenin odasýnda, lambamý söndürmüþ, karanlýða baka baka uzun bir plan hazýrlamý
Dolabýmýn bir köþesinde, kýrmýzý kurdelesiyle, aðýr aðýr solup sararmaktan baþka bir þeye y
ettiðim diplomam gözümde bir ehemmiyet almýþtý. Bütün ümidim, pek makbul olduðunu söyledikl
daydý. Onun sayesinde Anadolu vilayetlerinden birinde bir hocalýk alacak, bütün hayatýmý ço
çocuk arasýnda, þen ve mesut geçirecektim.
istanbul'dan çýkýncaya kadar, Eyüpsultan'daki Gülmýsal Kalfa'nýn evinde gizlenmeye karar ve
im. Gülmisal Kalfa, annemin dadýsýydý. Annem evlenirken, onu da Eyüp'te ihtiyar bir kolcub
aþýya vererek çýrak çýkarmýþlardý.
Annemi çok sevmesine mukabil, teyzemlerle arasý bozuktu. Büyükkannem saðken ara sýra yalýya
lir, bana boyalý Eyüp oyuncaklarý getirirdi. Fakat, o öldükten sonra kalfa, büsbütün ayaðýn
zelerim de adýný anmaz olmuþlardý. Sebebini bilmiyordum ama, aralarýnda galiba bir de kavg
a çýkmýþtý.
Herhalde, istanbul'da benim için Gülmisal Kalfa'nýn evinden daha emin bir yer yoktu.
Teyzem zihnimde gittikçe dallanýp budaklanan mektubu aldýktan sonra, aðlamaktan baþka bir þ
y yapamayacaktý. Öteki alçak da ne de olsa insandý, izimi keþfetse bile, karþýma çýkmaya yü
bulamayacktý.
124
Reþat Nuri Güntekin

l
O sabah, kalfanýn sokak kapýsýný aralýk buldum. Kendisi kýnalý kaþlarýnýn üstünde bir baþör
mam nalýnlarýyla evinin taþlarýný yýkýyordu.
Bir þey söylemeden kapýnýn önünde durdum, onu seyretmeye baþladým. Yüzüm sýmsýký kapalý old
r, fersiz mavi gözleriyle þaþkýn þakýn bana bakýyordu.
- Bir þey mi istediniz haným? dedi. Bir, iki kere yutkunduktan sonra:
- Dadý, beni tanýmadýn mý? diye sordum. Sesim, onun üzerinde anlaþýlmaz bir tesir yaptý, ür
eri çekilerek:
- Fesuphanallah, fesuphanallah! diye seslendi. Açsana yüzünü haným?
Valizimi ýslak taþlarýn üstüne koyarak peçemi kaldýrdým. Kalfa, boðuk bir feryat kopardý:
- Güzide, Güzidem gelmiþ. Ah, evladým! Damarlarý çýkmýþ zayýf kollarýyla boynuma sarýlýyor,
gibi yaþlar akarak:
- Ah çocuðum, ah çocuðum diye hýçkmyordu.
Bu fazla heyecanýn sebebini anlamýþtým. Benim gittikçe anneme benzediðimi söylerdi. Hatta,
hiç unutmayan eski bir arkadaþý: "Güzide'nin, tamamýyla yirmi yaþýndaki çehresi, sesi. Fer
i aðlamadan dinleyemiyorum" derdi.
Gülmisal Kalfa'ya da þimdi ayný þey olmuþtu. Aðlamanýn bu kadar güzel bir þey olacaðýný, bu
halayýktan evvel bana hiç kimse anlatamamýþtýr.
Annemi ben, hayal meyal hatýrlarým. Bazý terk edilmiþ odalarda, toza, tapraða bulanmýþ, çiz
i ve boyalarý silinmiþ eski resimler þeklinde belli belirsiz bir hayal. Bu hayal, bugüne
kadar bende ne bir hüzün, ne bir fazla sevgi uyandýrmýþtý.
Fakat, Gülmisal Kalfa, zavallý ihtiyar kafasýndan benimle onu ayýrt edemeyerek "Güzidem" d
iye hýçkýrýrken, içimde anlaþýlmaz bir þey oldu. Annem, gözümün önünde, ölümünün
ÇALIKUÞU 125
ateþi yüreðimde, ben de "Anne, anneciðim!" diye katýla katýla aðlamaya baþladým. Zavallý ka
ni unutmuþ, benimle uðraþmaya baþlamýþtý.
Gözyaþlarý içinde ona sordum:
- Kalfa, annem bana çok mu benziyordu?
- Çok, kýzým, seni görünce aklým karýþtý, onu görüyorum sandým. Allah topraðý kadar ömür ve
ihtiyar kalfa, taþlýðýn yanýndaki odada, beni çocuk gibi soyarken, hâlâ için için aðlamakta
ordu.
Onun patiska perdeli küçük odasýnda geçirdiðim ilk saatlerin tadýný dünyada unutamayacaðým.
uktan sonra, dokuma bir örtü ile kaplý kerevetinin üzerine yatýrdý, baþýmý dizine koydu, al
rýmý okþayarak annemi anlatmaya baþladý.
Doðduðu gün, mavi yüzlü yemenisi ile ilk defa kucaðýna aldýðý dakikadan sonra ayrýldýðý gün
ir bir anlattý.
Sýra bana gelince, ben de, baþýma gelenleri ona, olduðu gibi söyledim. Kalfa sözlerimi, bir
cuk masalý dinler gibi gülümseyerek dinliyor, ara sýra "Vah yavrum" diye içini çekiyordu. F
kat, dün gece köþkten nasýl çýktýðýmý, bir daha ölünceye kadar oraya dönmeyeceðimi söyledið
de, sen çocukluk etmiþsin, Kâmran Bey bir cahillik etmiþ. Tövbe eder, bir daha yapmaz!" de
di.
Gülmisal Kalfa'ya isyanýmý anlatmaya imkân yoktu. Hikâyemin sonunda dedim ki:
- Gülmisal Kalfa, ihtiyar kafacýðmý nafile yorma! Ben, iki üç gün sana misafir olduktan son
baþka bir memlekete gideceðim. Elimin emeðiyle yaþayacaðým.
Ben, böyle söylerken, kadýncaðýzýn gözleri doluyor, ellerimi okþayýp yanaklarýna, dudaklarý
- Bu ellere kýyabilir miyim ben? diyordu.
Kalfayý dizlerimin üstüne oturtup hoplatarak, buruþuk
126
Reþat Nuri Güntekin
yanaklarýný çekiþtirerek anlattým ki, o eller için þimdilik fazla bir tehlike yoktur. Yaram
eden birkaç küçüðün ara sýra kulaklarýný çekmekten baþka bir þeyde kullanýlacak deðildir.
Anadolu'da nasýl hocalýk edeceðimi, neler yapacaðýmý öyle neþe ile anlatýyordum ki, nihayet
benim heyecanýma kapýldý. Yeþil bir bürümcüðe sarýlý küçük Mushaf mý duvardan indirdi ve o
tti ki, burada misafir kaldýðým müddetçe, beni ele vermeyecektir. Öte taraftan beni aramaya
gelenler olursa, kapýdan çevirecektir.
O gün akþama kadar, Gülmisal Kalfa ile ev iþi gördük. Ben, þimdiye kadar hep hazýrdan yemiþ
r gün bir yumurta bile piþirmemiþtim. Bu, artýk deðiþmeliydi. Bundan sonra, aþçýyý hizmetçi
ulacaktým? Hazýr Gülmisal Kalfa elimdeyken ondan nasýl yemek piþirileceðini, bulaþýk ve çam
hatta, söylemesi ayýp ama, nasýl sökük dikilip çorap yamanacaðýný öðrenmeliydim.
iskarpinlerimi, çoraplarýmý çýkardýktan sonra iþe giriþmiþtim. Kalfanýn isyanlarýna, feryat
asmadan, kuyudan kova kova su çektim. Tahtalarý sildim yahut batýrdým. Sonra, yine kuyu
baþýna oturarak onunla beraber zerzevat ayýkladým.
Zerzevat ayýklamak deyip geçeriz, ama o ne ince iþmiþ! Kalfa, soyduðum patatesleri gördükçe
at ediyor:
- Kýzým, sen onlarýn yarýsýný kabuklarýyla beraber atýyorsun, diyordu.
Ben, o vakit dikkatle gözlerimi açýyor:
- Sahi öyle kalfa. Ben, bunu senden öðrenmeseydim, bin zahmetle satýn aldýðým patateslerimi
arýsýný atacak ve ömrümün sonuna kadar farkýnda olmayacaktým, diyordum.
Ondan öðreneceðim þeyleri yazmak için yanýma küçük bir not defteri koymuþtum.
ikide birde:
- Dadý, patatesin tanesini kaç kuruþa verirler? Kabukla-
ÇALIKUÞU 127
nný en çok kaç santim kesmek lâzým gelir? gibi sualler soruyor, dadýyý güldürüyordum. Hele:
- Dadý, tahta silmek için kaç kova su lâzým? dediðim zaman, kadýncaðýzýn adeta gözlerinden
Cahil bir Çerkeze yeni mektep usullerini nasýl anlatýrsýn? Bunlarý yaparken seviniyor, akþa
dan beri, vücudumun bir yerinden gelen hafif sýzýnýn adeta uyuþtuðunu duyuyordum.
Tenceremizi ateþe koyduktan sonra, mutfaktaki tertemiz hasýrýn üstüne oturduk.
- Ah, kalfacýðým, diyordum, kim bilir gideceðim yerler ne kadar güzeldir. Ben, Arabistan'ý
ayal meyal biliyorum. Anadolu herhalde ondan çok daha güzeldir. Oradaki insanlar biz
e benzemezlermiþ. Kendileri fakirmiþ, fakat gönülleri öyle zengin, öyle zenginmiþ ki, hiçbi
eðil fakir bir akraba çocuðuna, hatta düþmanýna ettiði iyiliði baþýna kakmak mürüvetsizliði
r mektebim olacak. Baþtan baþa çiçeklerle donatacaðým. Çocuklarým, bir alay çocuðum olacak.
"abla" dedirteceðim. Fakir olanlara, elimle siyah önlükler dikeceðim. "Hangi elinle?" di
yeceksin. Gülme, alay etme. Onu da öðrenirim elbette.
Kalfa, kâh gülüyor, kâh piþman olmuþ gibi kýzarak:
- Feride, evlatçýðým, sen çok yanlýþ yola gidiyorsun, diye içini çekiyordu.
Görürüz bakalým hangimizin yanlýþ gittiðini.
Bu iþler bittikten sonra teyzemin o korkunç mektubu yazýldý. Bu mektubun bir yerinde þöyle
lüyordum: "Seninle açýk konuþacaðým, teyze. Kâmran, bana hiçbir zaman bir þey söylemedi. O,
hiçbir zaman kendini beðenmiþ, þýmarýk, manasýz, ruhsuz, karaktersiz bir konak çocuðundan
þey olmadý. Zayýf, minimini, çerden çöpten bir insan. Daha sayayým mý?
Ben, onu hiçbir zaman ne beðendim, ne istedim, ne de
128
Reþat Nuri Güntekin
baþka türlü bir his duydum. 'Böyledir de niçin onunla evlenmeye razý oldun?' diyeceksin. Ça
nun kafasýzlýðý malum. Bir delilik yaptýk. Fakat, bereket versin ki, kendimi vaktinde topl
adým. Oðlunuz için böyle düþünen bir kýzýn saadetli eviniz için nasýl bir felaket olacaðýný
Ýþte, bugün, içinizden ayrýlmak ve aradaki bütün baðlarý kesmek suretiyle bu felaketin önü
erden beri gördüðüm iyiliklerin birazýný ödedim.
Bu lakýrdýlarý iþitikten sonra, artýk, benim adýmý aðzýnýza almak küçüklüðünden kendinizi s
isiniz ki, bu aðza alýnmaz lakýrdýlarý utanmadan, çekinmeden bile size yazan nankör ve terb
siz kýzla karþý kaþýya gelecek olursanýz, bir çamaþýrcý kadýn kavgasý yapmaya da kadirdir.
Bunun için en iyisi, artýk birbirimizin adýný anmamak olacaktýr. Farz edin ki, Çalýkuþu da,
gibi bir köþede ölüp gitti, isterseniz bir iki damla gözyaþý dökün; ona karýþmam. Fakat, sa
bir yardýma filan kalkayým demeyin; hakaretle reddederim.
Ben, yirmi yaþýnda, postunu sudan kurtarmýþ bir insaným, caným nasýl isterse öyle yaþarým."
Bu terbiyesiz mektubu hatýrladýkça daima utanacak ve aðlayacaðým. Fakat lâzýmdý. Teyzemin b
masýna, belki peþime düþmesine baþka türlü mani olamazdým. Varsýn kýzsýn, darýlsm teyzem ba
in.
*
Ertesi gün mektubumu elimle postaya verdikten sonra, doðru Maarif Nezareti'ne gittim
, arkamda Gülmisal Kalfa'nýn bol çarþafý, yüzümde onun kalýn peçesi vardý. Böyle yapmaya me
em sokakta kendimi kimseye tanýtmamak lâzýmdý hem de Maarff Nezareti'nin, açýk gezen kadýn
alara pek ehemmiyet vermediðini iþitmiþtim.
ÇALIKUÞU
129

Nezaret kapýsýný buluncaya kadar cesur ve neþeliydim, iþlerimin gayet kolay biteceðini umuy
rdum. Bir hademe beni Nazýr'ýn yanýna götürecek, o da diplomamý görür görmez; "Hoþ geldin h
de senin gibileri bekliyorduk" diye beni, Anadolu'nun en yeþil bir memleketine ta
yin ediverecekti. Fakat, kapýdan girince hava birdenbire deðiþti; beni bir heyecan, bi
r korku aldý.
Girintili, çýkýntýlý sofalar, binanýn alt baþýndan üst baþýna kadar acayip merdivenler, bu
bu merdivenlerde bir alay insan. Kimseye bir þey sormaya cesaret edemiyor, þaþkýn þaþkýn et
a bakmýyordum.
Saðýmda, yüksek bir kapýnýn üzerinde "Makam-ý Nezaret" diye bir tabela gözüme iliþti. Herha
odasý orada olacaktý. Kapýnýn önünde, parlak marokenden kývrým kývrým somya telleri fýþkýrm
kollarý yaldýzlý kerli ferli bir hademe oturuyordu. Öyle bir edasý vardý ki, insan "Acaba
azýr Paþa, yahut Bey bu mu?" diye þüpheye düþse yeriydi.
Korka korka yanýna yaklaþtým:
- Nazýr Bey yahut Paþa'yý görmek istiyorum, dedim. Hademe parmaklarýný tükürükleyip kumral
rýnýn ucunu kývýrarak, þahane bir bakýþla beni süzdü, aðýr aðýr:
- Ne yapacaksýnýz Nazýr Bey'i? dedi.
- Hocalýk isteyeceðim, dedim.
O, býyýklarýnýn ucunun ne þekil aldýðýný görebilmek için dudaklarýný büzüp cevap verdi:
- Böyle þey için Nazýr Bey rahatsýz edilmez. Git, dairesine söyle. Usulü dairesinde muamele
p!
Usulü dairesinde muamelenin ne olduðunu öðrenmek istedim. Fakat o, artýk cevap vermeye lüzu
görmedi; ayný maðrur ve þahane eda ile baþýný öbür tarafa çevirdi.
Peçenin altýnda, korku ile dilimi çýkardým. Bu, böyle olursa, efendisi, kim bilir ne olacak
Vay baþýmýza gelen, diye düþündüm.
Çalýkuþu - F 9
130
Reþat Nuri Güntekin
Merdiven parmaklýðýnýn kenarýna sekiz on su kovasý dizmiþler, üzerine -Köþkte tahterevalli
n kullandýðýmýz tahtalara benzer- bir uzun tahta alarak garip bir peyke meydana getirmiþle
rdi. Peykenin üzerinde kadýnlý erkekli bir yýðýn insan oturuyordu.
Siyah yün çarþafýný çenesinin altýndan iðnelemiþ, çini mavi gözlü bir ihtiyar kadýný gözüme
laþarak halimi anlattým. Acý bir bakýþla:
- Meslekte müptedi olduðunuz görülüyor. Nezarette tanýdýðýnýz kimse yok mu? dedi.
- Hayýr. Belki bir tanýdýk vardýr ama, bilemiyorum, dedim. Fakat buna ne lüzum var?
Söylediði kelimelere göre âlim bir hocahaným olduðu anlaþýlan mavi gözlü kadýn gülümsedi:
- Bunu daha sonra anlarsýnýz kýzým, dedi. Gelin sizi Ted-risat-ý Ýptidaiye Dairesi'ne götür
bir kere Müdür-i Umumi Beyefendi'yi görmeye çalýþýn.
Müdür, siyah sakallý, yer yer çiçek bozuðundan yenmiþ kocaman kafalý, kalýn kaþlý gayet esm
dý. Odasýna girdiðim zaman, yazýhanesinin önünde ayakta duran iki genç kadýnla konuþuyordu.
Bir tanesi fark edilecek kadar titreyen elleriyle çantasýnýn içinden buruþuk kâðýtlar çýkar
birer yazýhanenin üstüne koyuyordu.
Müdür, kâðýtlara þöyle bir göz gezdirdi, imzalarýna, damgalarýna baktý, sonra:
- Gidin, ismizini þubeye kaydettirin, dedi. Hanýmlar, geri geri giderek bir temenna
ettiler.
- Siz ne istiyorsunuz haným?
Bu sual, bana sorulmuþtu. Biraz þaþýrarak, kekeleyerek halimi anlatmaya baþladým. Fakat o,
irdenbire sözümü kesti. Sert bir sesle:
- Muallimlik deðil mi? istidanýz var mý? dedi.
ÇALIKUÞU 131
Daha ziyade þaþýrdým:
- Yani diplomam mý demek istiyorsunuz, dedim. Müdür, sinirli bir istihfafla dudaklarýný bük
köþede oturan cýlýz bir misafire baþýný salladý:
- Görüyorsunuz ya hali. insan, nasýl çýldýrmaz? istida ile þahadetname arasýndaki farktan h
eri yoktur. Sonra muallimlik isterler; daha sonra da maaþ az, yer uzak diye kafa t
utarlar.
Odanýn tavaný fýrýl fýrýl baþýmda dönüyordu. Ne diyeceðimi kestiremeyerek þaþkýn-þaþkýn etr
Müdür, daha sert bir sesle:
- Ne bekliyorsunuz? dedi. Haydi bilmiyorsanýz bir biline sorun, istida yapýn!
Ben, þaþkýnlýkla bir yere çarpmadan odadan çýkmaya çalýþýrken köþede oturan küçük efendi ar
- Beyefendi hazretleri, müsaade buyrulur mu? Haným kýza halisane bir nasihat vereyim.
Aman Yarabbi, neler söyleniyordu! Benim gibi kadýnlar, hocalýktan ziyade, sanata heves
etmeliymiþler. Beyefendinin buyurduklarý gibi, istida ile þahadetname arasýndaki farký he
nüz anlamamýþ olduðuma göre hocalýkta muvaffak olacaðým esasen þüpheliymiþ. Fakat çalýþýrsa
erzi olur, hayatýmý kazanýrmýþým.
*
Merdivenden inerken gözlerim etrafý kapkara görüyordu. Kolumu biri tuttu. O kadar dalgýndým
ki, az kaldý baðýracaktým.
- iþin nasýl oldu kýzým?
Bu suali, yine o çini mavi gözlü haným soruyordu. Öfke ve ümitsizlikten aðlamamak için diþl
arak halimi anlattým. Tatlý bir gülümseme ile:
- Tanýdýðýn olup olmadýðýný bunun için sormuþtum, kýzým, dedi. Mamafih, meyus olma. Yine bi
r belki.
132
Reþat Nuri Güntekin

Gel seni tanýdýklardan bir þube müdürüne götüreyim. Eksik olmasýn, iyi adamcaðýzdýr.
Tekrar merdivenleri çýktýk, ihtiyar hocaným, bu sefer beni, büyük bir kalem odasýndan buzlu
r camekânla ayrýlmýþ, minimini bir hücreye soktu. Bugün, hakikaten þansým yoktu. Çünkü, ora
t vermeyen bir manzara ile karþýlaþtým. Sakalýnýn bir tarafý siyah, bir tarafý adeta aðarmý
i, hiddetten ateþ püskürüyor, karþýsýnda benim biraz evvelki halime benzer bir vaziyette ti
ir titreyen bir hademeyi dövecek hareketler yapýyordu.
Önünde duran bir fincan kahveyi, bulaþýk suyu döker gibi, pencereden sokaða serpti, sonra h
demeyi ite kaka kapýdan dýþarý çýkardý.
Yeni arkadaþýmýn yavaþça eteðinden çektim:
- Aman, buradan kaçalým, dedim.
Fakat buna vakit kalmadý. Müdür, bizi görmüþtü;
- Hayrola Naime Hocaným? dedi.
Öfkeli bir insanýn bu kadar çabuk yatýþtýðýný ömrümde ilk defa görüyordum. Ne çeþit huylarý
abbi?
Mavi gözlü hocaným, birkaç kelime ile halimi anlattý. Müdür, tatlý bir gülümseme ile bana:
- Pekâlâ kýzým, pekâlâ. Geç þöyle otur bakalým, dedi.
Bu kuzu gibi adamýn, biraz evvel sokaða kahve döken, ihtiyar bir hademeyi dut aðacý silker
gibi tartaklaya tartaklaya dýþarý atan insan olduðuna bin þahit isterdi.
- Aç yüzünü bakayým kýzým. OooL Sen daha hemen hemen çocuksun. Yaþýn kaç?
- Yirmiyi bitirmek üzereyim efendim.
- Acayip. Mamafih, her neyse. Ancak sen, dýþarý gidemezsin. Senin için hayli tehlike var
.
- Niçin efendim?
- Niçini var mý, kýzým? Sebep meydanda.
Müdür Efendi gülüyor, eliyle yüzümü göstererek Naime
ÇALIKUÞU 133
hocanýma iþaretler yapýyor, fakat meydanda olan bu sebebi bir türlü söylemiyordu.
Nihayet, mavi gözlü hanýma göz kýrparak;
- Ben daha çok söyleyemem. Sen kadýnca daha iyi anlatýrsýn Naime Haným, dedi.
Sonra, sakalýný iki yana sallayarak kendi kendine konuþur gibi ilave etti:
- Ah, sen bilsen dýþarýlarda ne yaman oðlu yamanlar vardýr!
Ben, saf bir hayretle:
- Efendim, o çok yaman dediðiniz adamlar kimlerdir, bilmiyorum. Fakat siz de bana on
larýn olmadýðý yerde ders bulursunuz, dedim.
Müdür, bu sefer elini dizkapaklarýna vurarak daha fazla güldü:
- Eh!.. Bu hakikaten hoþ!
Ben, bir insaný ilk görüþte ya severim ya sevmem. Sonradan bu ilk hissimin deðiþtiðini hiç
mýyorum.
Her nedense, bu adamcaðýza birdenbire kaným kaynayý-vermiþti. Hele bir yaný beyaz, bir yaný
ra olan sakalý, öyle hoþtu ki, yüzünü saða çevirdiði zaman hemen hemen genç bir adamý görüy
iýdiði zaman ise o adam, birdenbire gidiyor, yerine beyaz sakallý o ihtiyar yüzü gülümsemey
aþlýyordu.
- Darülmuallimat'tan bu sene mi çýktýnýz, haným kýzým?
- Hayýr efendim, ben Darülmuallimat'tan çýkmadým. Dam do Sion mektebinden diplomalýyým.
- Nasýl mektep bu?
Müdüre uzun uzun izahat verdim, sonra diplomamý uzattým. Galiba Fransýzca bilmiyordu. Faka
t, belli etmemek için kâðýdýn ötesine, berisine bakýyor, elinde evirip çeviriyordu.
- Güzel, âlâ...
Naime Hocaným teklifsiz bir tavýrla:
134
Reþat Nuri Güntekin

- Kuzum beyefendi, siz iyilik etmeyi seversiniz, þu çocuðu boþ göndermeyin, dedi.
Müdür, kaþlarýný çatarak, sakalýný çekiþtirerek düþünüyordu:
- Pek güzel, pekâlâ ama, bizimkiler galiba bu mektebin diplomasýný tanýmýyorlar.
Aklýna bir þey gelmiþ gibi elini masaya vurarak:
- Kýzým, sen istanbul rüþtiyelerinden birinde Fransýzca muallimliði istersin. Bak, sana yol
nu öðreteyim. Doðru Ýstanbul Maarif Müdülüðü'ne gidersin...
Ben, müdürün sözünü kestim:
- istanbul'da kalmama imkân yok efendim, dedim, mutlaka vilayetlerden birine gitme
k mecburiyetindeyim. O, þaþýrmýþtý:
- Amma yaptýn ha! dedi. Gönlünün rýzasýyla Anadolu'ya gitmek isteyen muallimeye ilk defa te
adüf ediyorum. Ayol, biz muallimlerimizi istanbul'dan çýkarýncaya kadar akla karayý seçeriz
Sen ne dersin Naime Hocaným?
Müdür, hemen þüphelenmiþti. Kurnazca bir istintak ediyor, ailem hakkýnda sualler soruyordu.
Adamcaðýzý kandýrýn-caya kadar baþýma hal geldi.
Müdür, oturduðu yerden, "Þahap Efendi" diye seslendi. Camekânlý kalem odasý arasýndaki kapý
ak tefek, cýlýz bir genç göründü:
- Bak, Þahap Efendi, haným kýzý odaya al, Anadolu'da muallimlik istiyor, bir istida müsved
desi yaz, bana getir.
Artýk, iþime olmuþ gözüyle bakýyor, müdürün boynuna atýlmak, sakalýnýn beyaz tarafýndan öpm
p Efendi, beni kalem odasýnda karýþýk bir masanýn önünde oturttu, müdürün istediði müsvedde
bana sualler sormaya, söylediklerimi bir kâðýt parçasýna not etmeye baþladý. Bu fakir kýyaf
asta çehreli memurda korkak, mahcup bir
ÇALIKUÞU 135
hal vardý. Sual sormak için bana baktýkça, adeta kirpikleri titriyordu.
Pencerinin yanýnda duran orta yaþlý iki kâtip, aðýz aðýza bir þeyler konuþuyorlar, ara sýra
ze bakýyorlardý. Bir tanesi;
- Þahap, evladým, sen bugün fazla yoruldun. Þu istidayý biraz da biz yazalým, dedi.
Kuruyasý dilim durmaz ki. Hele biraz sevindiðim vakit. Hiç münasebeti olmadýðý halde:
- Bu dairede, arkadaþlar birbirlerini ne iyi koruyorlar, dedim.
Þahap Efendi, kýpkýrmýzý kesilerek baþýný eðdi. Acaba bir pot mu kýrmýþtým? Herhalde öyle o
gülüþüyorlardý. Ne dediklerini pek duyamadým. Yalnýz birinin, "Muallime Haným hayli piþkin
" sözü kulaðýma çalýndý. Bu sözlerin manasý neydi? Bu efendiler ne demek istemiþlerdi?
istida müsveddesi birkaç kere müdürün yanýna gitti, geldi. Kýrmýzý mürekkeple allanýp pulla
temize çekildi.
Müdür:
- Haydi bakalým, kýzým, Allah tesirini halk etsin. Ben, elimden geldiði kadar yardým ederi
m, dedi.
Yanýnda baþka kimseler olduðu için daha fazla bir þey söylemeye cesaret edemedim. Fakat bu
me götüreceðimi, ne söyleyeceðimi bilmiyordum. Belki Naime Hocaným'ý tekrar görürüm ümidiyl
kýnýrken gözüme Þahap Efendi iliþti.
Küçük kâtip, merdiven baþýnda, birini bekliyordu. Benimle göz göze gelince mahcubane baþýný
ir þey söylemek istediði, fakat cesaret edemediði anlaþýlýyordu. Yanýndan geçerken durdum:
- Size bugün çok zahmet verdim, dedim. Lütfen bunu nereye götüreceðimi de söyler misiniz ef
im?
136
Reþat Nuri Güntekin
- Muamele takip etmek güç bir þeydir, hemþire haným, dedi. îzin verirseniz istidanýzla bend
z meþgul olayým. Siz rahatsýz olmayýn. Yalnýz, arada sýrada kaleme uðrayýverirsiniz.
- Ne vakit geleyim? dedim.
- iki, üç gün sonra.
iþin iki, üç gün uzamasý canýmý sýkmýþtý. Fakat, gelgit, tam bir ay sürüklendi. Zavallý Þah
ti olmasaydý, belki daha da uzayacaktý.
Þöyle böyle derler ama, erkeklerin içinde de ne insaniyetliler var. Bu çocuktan gördüðüm iy
nutmayacaðým. Beni kapýdan görünce koþuyor, merdiven baþlarýnda bekliyordu.
O, elinde kâðýtlarýmla odadan odaya dolaþýrken utancýmdan yerlere giriyor, nasýl teþekkür e
lemiyordum.
Bir gün, küçük kâtip, boðazýna bir bez baðlamýþtý. Boðula boðula öksürüyor, konuþurken sesi
- Hasta mýsýnýz? Niçin bu halde daireye geliyorsunuz? dedim.
- Bugün cevap almaya geleceðinizi biliyordum, dedi. istemeden güldüm. Bu, bir sebep olab
ilir miydi?
-Tabii baþka iþler de var. Malum ya, mektepler yeni açýldý.
- Bana verilecek iyi bir cevabýnýz var mý?
- Bilmem. Evrakýnýz Müdür-i Umumi'de. Teþrif ettiðiniz vakit kendisiyle görüþmenizi söyledi
Müdür-i Umumi, çatýk çehresine bir kat daha dehþet veren bir siyah gözlük takmýþ, önünde du
birer imzalayýp yere fýrlatýyor, ak býyýklý bir kâtip namaz kýlar gibi eðilip doðrularak on
ordu.
- Efendim, beni emretmiþsiniz, dedim. Yüzüme bakmadan, sert bir sesle:
- Sabret haným. Görmüyor musun? dedi.
Ak býyýklý kâtip, kaþlarý ve gözleriyle iþaret ederek beklememi anlattý. Ayýp bir þey yaptý
aç adým geriye çekildim, paravanýn yanýnda beklemeye baþladým.
ÇALIKUÞU 137
Müdür, kâðýtlarý bitirdikten sonra gözlüðünü çýkardý, mendiliyle camlarýný silerek:
- istidanýz reddedildi. Zevcenizin hizmeti otuz seneyi bulmuyormuþ, dedi.
- Benim mi efendim, dedim, bir yanlýþlýk olmasýn?
- Sen Hayriye Haným deðil misin?
- Hayýr, ben Feride'yim efendim.
- Hangi Feride? Ha, aklýma geldi. Maalesef sizinki de öyle. Mektebiniz, Nezaret-i Ce
lile'ce musaddak deðilmiþ. Bu diploma ile memuriyet verilmez.
- Peki, ben ne olacaðým?
Bu manasýz söz, istemeden dudaklarýmdan dökülüver-miþti. Müdür, tekrar gözlüðünü taktý, ben
bir tavýrla:
- Artýk orasýný da, müsaadenizle, kendiniz düþünün, dedi. Bu kadar meþguliyet arasýnda, bir
ne olacaðýnýzý düþünmeye kalkarsak vay halimize.
Ömrümde acýsýný unutmayacaðým dakikalardan biri de bu olacaktýr. Evet, ben, ne olacaktým?
iyi kötü, senelerce çalýþtým. Bu yaþýmda en uzak gurbetleri göze alýyordum. Böyle olduðu ha
i kovuyorlardý. Ben, ne olacaktým? Yeniden teyzemin evine dönmek, ölümden daha fena bir þey
i.
Son bir ümitle öteki müdüre baþvurdum. Aðlamamak için diþlerimi sýkarak:
- Beyefendi, benim diplomam iþe yaramazmýþ, ne yapayým ben þimdi? dedim.
Bu sözleri söylerken, fazla mý þaþkýnlýk gösterdim nedir adamcaðýz adeta müteessir oldu:
"Ne yapayým kýzým? Ben de söyledim ama varak-ý mihri-i vefayý okuyup dinleyen var mý?" dedi
Bu þefkat, beni adeta þýmartmýþtý:
- Beyefendi, ben mutlaka bir iþ bulmaya mecburum.
138
Reþat Nuri Güntekin

Kimsenin beðenmediði, en uzak bir köy de olsa, ben güler yüzle kabul edeceðim.
Müdür, birdenbire bir þey düþünmüþ gibi:
- Dur, kýzým, bir tecrübe daha...
Köþede, pencerenin yanýnda, uzun boylu, irice yapýlý bir bey gazete okuyordu. Yüzü sokak ta
a dönük olduðu için yalnýz, aðarmaya baþlamýþ saçlarýyla sakalýnýn bir kýsmýný görebiliyord
Müdür, baðýra baðýra:
- Beyefendi, müsaade buyururlar rný biraz? dedi. O, bir þey söylemeden döndü, aðýr aðýr yan
Müdür, eliyle beni gösterdi:
- Beyefendi, siz sevabý seversiniz. Bu çocuk, bir Fransýz mektebinden çýkmýþ. Halinden, söz
den kibar bir ailenin çocuðu olduðu anlaþýlýyor. Fakat malum ya, düþmez kalkmaz bir Allah.
cburiyetinde kalmýþ. "En uzak bir köþeye bile giderim" diyor. Fakat bizimkini bilirsin y
a. Gülü tarife ne hacet! "Olmaz" diye kesip attý. Siz Nazýr Beyefendi'ye bir iki "kelime
-i teyyibe" lütfederseniz bu iþ olur. Kuzum Beyefendi!
Müdür, bu sözleri söylerken, onun, vakitsiz bir mihnetle çökmeye baþlamýþ omuzlarýný okþuyo
en, halinden, tanýdýðým inanlarýn hepsinden baþka türlü bir insan olduðunu anlamýþtým. Müdü
eðiliyor, iyi iþitmek için elini kulaðýnýn arkasýna koyuyordu.
Biraz kanlý, fakat halim, munis gözlerini bana çevirdi, ký-, sýk bir sesle Fransýzca konuþm
baþladý. Nereden çýktýðýma, nasýl çalýþtýðýma, ne yapmak istediðime dair sualler soruyordu
n memnun kaldýðý belliydi.
Biz konuþurken, þube müdürü keyifli keyifli gülüyor:
- Bülbül gibi söylüyor Fransýzcayý maþallah. Bir Türk kýzý için þayan-ý takdir doðrusu, diy
Gülmisal Kalfa, daima: "Ayýn on beþi karanlýksa, on beþi aydýnlýktýr" derdi. Sonradan, büyü
olduðunu öðrendi-
ÇALIKUÞU 139
ðim o insan bana bakarken, benim için, bu aydýnlýðýn baþlamak üzere olduðunu hissediyordum.
dan beri, yavaþ yavaþ kaybettiðim güzel neþemi tekrar buldum.
O insan, bana yine þimdiye kadar kimseden iþitmediðim güzel sözler söyledikten sonra, beni
anýna aldý, Nazýr'ýn odasýna götürdü.
O geçerken hademeler ayaða kalkýyor, kapýlar adeta kendiliklerinden açýlýyordu.
Yarým saat sonra B... Vilayeti'nin.merkez rüþtiyesinde açýk bulunan bir coðrafya ve resim m
allimliðine tayin edilmiþ bulunuyordum.
Çalýkuþu, o akþam Eyüp'e dönerken sevincinden adeta uçuyordu. Bundan sonra, o da artýk kend
eðini kendi kazanan bir insandý. Kimse, artýk ona, adýna merhamet ve himaye denen büyük har
keti yapmaya cesaret edemeyecekti.
Üç gün sonra, her muamele bitmiþ, harcýrahýmý almýþ bulunuyordum.
Bir sabah, Gülmisal Kalfa beni vapura getirdi. Þahap Efendi, erkenden rýhtýma gelmiþ, bizi
bekliyordu. Bu çocuðun insanlýðýný dünyada unutamayacaðým. Her iþimle uðraþmýþ, gittiðim y
adresine kadar hiçbir þeyi ihmal etmemiþti. Þimdi- de erkenden hâlâ sarýlý hasta boðazýyla
rutubeti içinde beni uðurlamaya geliyordu.
Bavulumu, yol hediyesi olarak getirdiði küçük bir kutu ile beraber, kamarama kendi eliyl
e yerleþtirdi. Tekrar tekrar inip çýkarak kamarotlara tembihler veriyor, yorulup üzülüyordu
Vapur kalkýncaya kadar, güvertenin bir köþesinde oturduk.
insan, ayrýlýk saatinde durmadan konuþmalý, nesi varsa söyleyip bitirmeli deðil mi? Halbuki
bu bir saat içinde, Gülmisal Kalfa ile belki, on çift söz konuþmadýk. O, sönük mavi gözleri
izi seyrediyor, ellerimle oynuyordu. Yalnýz vapur kalkacaðý zaman dayanamadý: "Anneni bu
radan vapura bindir-
140
Reþat Nuri Güntekin
dim, Feride. Hem, o senin gibi yalnýz deðildi, inþallah yine seni böyle kucaðýma alýrým." d
hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþladý.
Þahap Efendi'nin yanýmýzda olmasýna raðmen, ben de galiba kendimi tutamayacaktým. Fakat o e
nada bir kargaþalýk oldu; "Haydi haným, merdiven kalkýyor!" diye kalfacýðýmý omuzlarýndan y
r, tartaklaya tartaklaya merdivenden indirmeye baþladýlar.
Küçük kâtip hâlâ yanýmda duruyordu. Teþekkür için elimi uzattýðým vakit, benzini sapsarý, g
lk defa dikkatle yüzüme bakmaya, adýmý söylemeye cesaret etti:
- Feride Haným, büsbütün gidiyorsunuz demek, dedi. Bu ayrýlýk dakikasýnýn bir bulut gibi üs
aðmen gülümsemekten kendimi alamadým.
- Artýk þüphe kaldý mý? dedim.
O, bir þey söylemedi, elini elimden çekerek koþa koþa merdivenden indi.
Deniz yolculuðunu çok severim. Altý, yedi yaþýnda bir küçük kýzken, babamýn neferiyle berab
ahatin zevki hâlâ içimdedir. Vapur, vapurdaki insanlar, hatta Hüseyin, unutulmuþ, büyük bir
nizi uçarak geçen bir kuþun hayalinde ne kadar kalmasý mümkünse, bende de aþaðý yukarý ona
r þey kalmýþtýr. Her tarafý akýcý parýltýlarla dolu bir mavi boþluk içinde uçmak sorhoþluðu
bu çýlgýn tesirine raðmen, güvertede kalmaya tahammül edemedim, vapur Sarayburnu'nu dönerk
kamarama indim. Þahap Efen di'nin getirdiði kutu, bavulumun üzerinde duruyordu. Ne ol
du ðunu merak ederek açtým. Bir kutu fondan... Benim dünyadc en delicesine sevdiðim þey.
Küçük kâtibin hediyelerinden birini dudaklarýma götür düm. Fakat birdenbire gözlerimden yaþ
Niçir
ÇALIKUÞU 141
böyle aðlýyordum, bilmiyorum! Kendi kendime söz anlatmak istedikçe gözyaþlarýna artýyor, gö
bepsiz ýstýrabým bu biçare þekerden geliyormuþ gibi, gayri ihtiyarý, kutuyu yakaladým, kama
inimini penceresinden denize fýrlattým.
Evet, dünyada bu gözyaþlarýndan daha manasýz þey olamaz. Bunu anlýyorum. Fakat buna raðmen,
, bu satýrlarý yazarken kirpiklerimden yaþlar süzülüyor, önümdeki defter kâðýdýný fiske fis
Bu, acaba dýþarýda sessiz sedasýz yaðan yaðmurun tesiri mi? Þimdi istanbul nasýl? Orada da
aðmur var mý? Yoksa Kozyataðý'ndaki bahçe, þimdi ay ýþýklarý içinde pýrýl pýrýl yanýyor mu?
Kâmran, ben sadece senden deðil, senin olduðun yerlerden de nefret ediyorum.
Bu sabah, uyandýðým vakit günlerden beri devam eden yaðmuru dinmiþ buldum. Bulutlar daðýlmý
, pencerenin karþýsýndaki yüksek dað tepelerinde yer yer ince dumanlar tütüyordu.
Gece yatarken pencereyi kapatmayý unutmuþum. Hafif bir sabah rüzgârý, karyolanýn örtülerine
açlarýma vuran güneþ ýþýklarýný sarý pullar gibi titretiyor, parça parça daðýtýyordu.
Beþ günden beri bu küçük otel odasýnda, sinirlerim iyice bozulmuþtu. Gece bir aralýk uyanmý
arýmý, üzerine kýraðý yaðmýþ yapraklar gibi ýslak bulmuþtum. Yastýðým da öyleydi. Demek ki
, þimdi bir parça güneþ; neþemi hatta ümidimi yeniden canlandýrýyor, vücuduma mektep yatakh
e uyandýðým bahar sabahlarýnýn hafifliðini veriyordu.
142
Reþat Nuri Güntekin
Bugünün bana, güzel bir haber getirmesine imkân yoktu. Artýk, bir þeyden korkmuyordum. Sevi
e yataðýmdan fýrladým, eski biçim küçük lavabonun önünde yýkanmaya baþladým.
Temiz bir su birikintisine baþlarýný daldýrýp çýkaran kuþlar gibi silkintilerle sularý etra
aki aynanýn camýna sýçratýyordum.
Kapý hafifçe vuruldu. Hacý Kalfa'mn sesi:
- Sabah þerifler hoyrolsun hocaným, sen yine erkencisin bugün, dedi.
- Bonjur Hacý Kalfa, dedim, öyle oldu. Sen nereden anladýn benim uyandýðýmý? Hacý Kalfa gül
- Ne bileyim, kuþ gibi ýslýk çalýp duruyorsun. Hakikaten, kuþa benzeyen bir tarafým olduðun
dim de inanmaya baþlýyordum.
- Kahvaltýný getireyim mi?
- Bugün kahvaltý etmesem olmaz mý? Ses, bu defa hiddetlendi:
- Yok... Olmaz. Ben, öyle þey istemem. Gezme yok, eðlenme yok, mahpus gibi týkýldýn, kaldýn
ir de yiyecek yemez-sen karþýki komþuna dönersin sonra.
Hacý Kalfa, bu son sözü karþý odadaki komþuya iþittirmemek için, aðzýný anahtar deliðine ko
ltmýþtý.
Bu Hacý Kalfa ile ne iyi dost olmuþtuk. Ýlk sabah uyanýr uyanmaz giyinmiþ, çantamý koltuðum
rak sýçraya sýçraya otelin merdivenlerinden inmeye baþlamýþtým. Hacý Kalfa, yine o beyaz pe
küçük bir havuzun yanýnda nargile temizliyordu.
Beni görünce kýrk yýllýk bir ahbap gibi:
- Hayrola Feride Haným, sen niye böyle erken uyandýn, ya? Ben seni yol yorgunluðu ile öðley
kadar uyur sandým; demiþti.
Ben gülerek:
ÇALIKUÞU 143
- Öyle þey olur mu? Vazife sahibi bir hoca, öðleye kadar nasýl yatar? demiþtim.
Hacý Kalfa, nargilesini býrakarak ellerini beline dayamýþ:
- Þuna bak hele! Daha kendi çocuk, anladýn mý efendim, ayaðýnýn tozuyla mektebe gider çocuk
maya, diye gülmeye baþlamýþtý.
Ben Maarif Nezareti'nden tayin kâðýdýmý aldýðým dakikadan beri, artýk, hafiflik etmemeye ye
im; fakat Hacý Kal-fa'nýn bir bebekle konuþur gibi hali karþýsýnda, ben de birdenbire çocuk
tamý top gibi havaya atýp tutmuþtum.
Bu hareket, Hacý Kalfa'yý büsbütün keyiflendirmiþti. Ellerini birbirine vurarak:
- Yalan mý? dedi. Daha sen, kendin çocuksun! diyor ve kahkahalarla gülüyordu.
Bir otel odacýsýyla bu derece yüz göz olmak ne kadar doðru bilmiyorum, fakat ben de onunla
beraber gülmüþ, öteden beriden konuþmaya baþlamýþtým.
Hacý Kalfa, kahvaltý etmeden mektebe gitmeme katiyen razý deðildi:
- Akþama kadar öyle aç açýna el âlemin yumurcaklarýyla uðraþýlmaz, anladýn mý efendim? Sana
tirivere-yim. Hem, efendim, bu daha ilk gün, acelesi müstacel deðil, diye beni zorla h
avuzun baþýna oturtmuþtu. Bu saatte otelin avlusunda kimseler yoktu.
Hacý Kalfa, karþýki dükkânlardan birine:
- Molla, bizim hocanýma istanbul simidiyle beraber süt getiriver, diye seslenmiþ, sonr
a da bana dönerek:
- Molla'nýn sütü de süttür hani. Sizin istanbul sütleri bunun yanýnda nargile suyu gibi kal
emiþti.
Hacý Kalfa'nýn rivayetine göre Molla, yaz kýþ ineklerini armutla besler, onun için sütleri
ut kokardý.
- Ancak, Molla'nýn kendi de az buçuk armut kokar, diye alay ediyordu.
144
Reþat Nuri Güntekin

Ben, havuzun baþýnda kahvaltý ederken Hacý Kalfa, bir yandan nargilelerini çalkalýyor, bir
andan bitip tükenmez þehir dedikodularýyla beni eðlendiriyordu. Aman Yarabbi, bu adam, n
eler biliyordu! Hele mektep hocalarý hakkýnda... Her birini kaç kat elbiseleri olduðuna
varýncaya kadar içli dýþlý tanýyordu.
- Az eðlen, seni ben götüreyim. Mektep yakýndýr, ancak yollar karmakarýþýktýr. Sonra kaybol
demiþ sakat ayaðýyla önüme düþerek beni, hakikaten kendi kendime kaybolacaðým Merkez Rüþtiy
boyalý tahta kapýsýna kadar götürmüþtü.
Görünüþü ne kadar sefil olursa olsun, o gün, mutlaka sevmek azmiyle girdiðim bu mektepte na
ir felâketle karþýlaþtýðýmý tafsilatýyla anlatmalýyým.
Kapýcý kulübesinde kimse yoktu. Bahçeden geçerken hareli bir dokuma çarþafa sýmsýký bürünmü
kapalý bir kadýna tesadüf ettim. Kolunda eski bir meþin çanta ile sokaða çýkmaya hazýrlaný
ni görünce durdu. Dikkatli dikkatli bakmaya baþladý:
- Bir þey mi istiyorsunuz, haným?
- Müdire Haným'ý göreceðim.
- Bir iþiniz mi var? Müdire benim.
- Öyle mi efendim? dedim. Ben yeni Coðrafya ve Resim hocanýz Feride'yim. Dün istanbul'da
n geldim.
Dokuma çarþaflý müdire yüzünü açmýþtý. Beni tepeden týrnaða kadar süzdü, sonra tereddütle:
- Bir yanlýþlýk olmasýn kýzým, dedi. Bizim coðrafla ve resim hocalýðý açýktý, fakat bir haf
lu mektebinden bir hoca gönderdiler.
Fena halde þaþýrmýþtým:
ÇALIKUÞU 145
- imkâný yok efendim, dedim. Beni Maarif Nezareti'nden gönderdiler. Emrim çantamda.
- Fesuphanallah, fesuphanallah, dedi. Emrinizi göreyim, bakayým.
Kadýncaðýz, kâðýdý birkaç kere okudu, tarihine baktý, sonra baþýný sallayarak:
- Böyle yanlýþlýklar ara sýra oluyor, dedi. Fakýnda olmadan ikinizi de ayný yere tayin etmi
Vah Huriye Haným, vah!
- Huriye Haným kim efendim?
- Gelibolu'dan gelen öteki hoca. Kendi halinde iyi bir kadýncaðýz... Oranýn havasýyla imtiz
edememiþ. Burasýný istemiþ. Meðer biçarenin baþýna gelecek varmýþ.
- Yalnýz o deðil, ben de müþkül mevkide kalýyorum efendim, dedim.
- Evet, orasý da öyle. Netice alýnýncaya kadar kadýncaðýzý meraklandýrmayalým bari. Ben, bi
rif Müdürlüðü' ne gidiyorum. Haydi, siz de gelin. Bakalým, belki bir çare buluruz.
Maarif Müdürü, uyuklar gibi gözlerini yumarak karþýsýn-dakileri dinleyen, sayýklar gibi kes
sik lakýrdý söyleyen, battal, aðýr bir adamdý.
Bizi, can sýkýntýsýyla dinledikten sonra aðýr aðýr:
- Ben ne yapayým, öyle yapmýþlar, öyle olmuþ, istanbul'a yazmalý. Bakalým ne cevap gelir? d
u.
Kýsa yeleðinin altýndan çýkan kýrmýzý kuþaðýna bakarak evvela yük arabacýsý sandýðým iriyar
- Bu hanýmýn emrindeki tarih daha yeni. Binaenaleyh asýl makbul ve muteber olan budur,
dedi.
Müdür, istihareye varýr gibi düþündü, sonra:
- Hayret, gerçi öyle ama, ötekine iþten el çektirmek için emir yok. Nezaret-i Celile'den is
izah edelim. Sekiz, on güne kadar cevap alýrýz. Siz de artýk o zamana kadar idare-i masl
ahat buyurursunuz, Müdire Haným, diye hükmetti.
Çalýkuþu - F. 10
146
Reþat Nuri Güntekin
Yine, dokuma çarþaflý müdirenin peþinde ayný dolambaçlý sokaklardan, týrýs týrýs mektebe dö
le gitseymiþim.!
Hayriye Haným, kýrk beþ yaþlarýnda, kara yüzlü, hýrçýn tavýrlý, ufak tefek bir kadýndý. Vak
yüzü bir kat daha karardý, gözleri büyüdü, incecik boynunun kenarlarýnda iki damar þiþti. S
amda çocuklarýn çaldýðý kursak düdüðü gibi bir feryatla: "Eyvahlar olsun a dostlar! Bu da m
" diye düþüp bayýldý.
Muallimler odasý birbirine giriyor, gözlüklü bir ihtiyar hoca, kapýya üþüþen talebeleri kov
adeta kucak kucaða onlarla güreþiyordu.
Arkadaþlar, Hayriye Hocaným'ý sýrtüstü yere yatýrmýþlardý. Yüzüne sular, sirkeler sürüyorla
i fani-le gömleðini gevþeterek, pire ýsýrýklarýyla benekli göðsünü ovuþturuyorlardý.
Ben, ne yapacaðýmý þaþýrmýþ bir halde, odanýn bir köþesinde, kolumda çantamla dimdik duruyo
Biraz evvel, kapýdaki çocuklarý kovan hocaným, gözlüðünün üstünden aksi aksi yüzüme baktý:
- Kýzým, insaniyetine þaþtým doðrusu, dedi. Bir de üstelik gülüyorsun.
Hakký vardý. Maalesef kendimi tutamayarak gülümsemiþ-tim. Kadýncaðýz, ona deðil, kendi peri
en anlayacaktý?
Fakat, gülen yalnýz ben deðilmiþim. Uzun boylu, keskin kara gözlü bir genç kadýn da kýs kýs
anýma yaklaþtý. Kulaðýma usulcacýk:
- Bilmeyen, bu kadýnýn kocasý evlenmiþ, üstüne ortak getirmiþ sanýr. Baygýnlýk falan deðil,
etliðinden, dedi.
Huriye Haným, yüzünden burnundan sular akarak gözlerini açmýþtý. Midesinde barut patlamýþ g
geðiri-yor, baþýný iki yana sallayarak:
ÇALIKUÞU 147
- A dostlar, bana neler oldu? Bunca yýldan sonra baþýma bu haller gelmeli miydi? diye
perde perde sesini yükseltiyordu.
"Bülbülün çektiði dili belasýdýr!" derler, yine bir münasebetsizlik ettim, hiç lüzum yokken
iyileþtiniz inþallah?" diye bir nezaket yapmak istedim. Sen misin hatýr soran? Huriye
Haným, öyle bir parlayýþ parladý ki, anlatamam. Aman neler söylemedi? Hem canýna kastetmiþi
de üstelik keyif soru-yormuþum. Dünyada bundan büyük yüzsüzlük, arsýzlýk, terbiyesizlik ol
Bir köþeye sinmiþ, utancýmdan gözlerimi kapatmýþtým. Hocalar, Huriye Haným'ý bir türlü yatý
perde sesini yükseltiyor, öyle kelimeler söylüyordu ki, Merkez Rüþtiyesi'nde deðil, en adi
sokakta bile aðza alýnmazdý.
Ne mal olduðum zaten yüzümden belliymiþ. Onun ekmeðini elinden almak için Nezaret'te kim bi
ir, kaç kiþiye...
Köþede, gözlerim kararýyor, vücudum buz gibi donuyor, diþlerim birbirine çarpýyordu. En fen
i hocanýmlar da hemen hemen ona hak veriyor gibi vaziyetler alýyorlardý.
Birdenbire ortadaki masaya bir yumruk indi, bardaklar, sürahiler þangýr þangýr öttü.
Bunu yapan, biraz evvel benimle beraber gülen keskin kara gözlü genç kadýndý. O, þimdi cana
gibi bir þey olmuþtu. Yükseldikçe güzelleþen hýrçýn bir sesle haykýrýyordu:
- Müdire Haným, bu nasýl müdirelik? Bu kadýnýn, bir mu-allimenin namusuna dil uzatmasýna na
aade ediyorsunuz? Neredeyiz? Bir kelime daha söylemesine müsaade edersiniz, onu deðil
sizi mahkemelerde süründürürüm. Kendini nerede sanýyor bu kadýn?...
Kara gözlü muallime, bu defa da ayaðýný yere vurarak öteki hocalara çattý:
- Aferin size arkadaþlar, çok beðendim doðrusu. Mektep içinde bir meslektaþýn tahkir edilme
i böyle sýrýta sýrýta dinliyorsunuz ha?
148
Reþat Nuri Güntekin
Ortaklýk, bir dakikada sütliman olmuþtu. Huriye Hocaným, yalnýz kalacaðýný anlayýnca, yine
maya, aðlamaya baþladý. Ders vakti galiba gelmiþti. Hocalar defterlerini, kitaplarýný, diki
epetlerini alarak birer birer daðýlmaya baþladýlar.
Müdire Haným, "Sizi odamda bekliyorum, kýzým," diye kapýdan çýktý...
Biraz sonra, odada beni müdafaa eden arkadaþla yalnýz kalmýþtým. Ona teþekkür etmeye lüzum
- Vah vah!.. Siz de benim için üzüldünüz, dedim.
O, ehemmiyeti yok, demek ister gibi omuz silkti ve güldü:
- Mahsus yaptým. Böylelerine ara sýra gözdaðý verilmezse olmaz, insanýn baþýna çýkmaya kalk
. Ne yaparsýnýz. Dersten sonra görüþürüz, olmaz mý?
Müdirenin kapýsýna kadar gittiðim halde içeri girmeyi bir türlü caným istemedi. Tekrar bu b
tazelemek beni iðrendiriyordu. Kollarým düþmüþ, çantam aðýrlaþmýþtý, kimseye görünmeden mek
*
Hacý Kalfa, beni görür görmez, meyus bir tavýrla kollarýný
kaldýrdý: " '
- Vah hocaným vah, neler gelmiþ senin baþýna? diye söylenmeye baþladý.
Vakayý benden daha iyi biliyordu. Bu kadarcýk bir zaman içinde nasýl duymuþtu.
Aman kýzým, gözünü dört aç. Ýstanbul'a yazacaðýz diye sana bir oyun oynamasýnlar. Nezaret't
emen mektup yazalým, dedi.
Beni Nazýr'a tavsiye eden yaþlýca bir þairden baþka kimseyi tanýmadýðýmý söyledim. Hacý Kal
ir iþitmez çocuk gibi sevindi:
- Vay, o, benim velinimetimdir ayol, dedi. Burada bir zamanlar idadiye müdürü idi. Mel
ek gibi bir insandýr. Yaz kýzým
ÇALIKUÞU 149
yaz ve beni seversen benden de selam yaz, de ki: "Hacý Kalfa kulun mübarek destlerin
den busediyor."
Zavallý Hacý Kalfa, ikide bir, sakat ayaðýný sürüye sürüye yukarý çýkýyor. "Müddeiumumi Bey
rkmasýn. Maarif Müdürü sýkýþtýrsýn, diyor" yahut; "Belediye mühendisi yarýn istanbul'a gide
t'e uðramayý vaat etti" yolunda havadisler getiriyordu.
Ne tuhaf memleket! Birkaç saat içinde rezaleti duymayan kalmamýþtý. Otelin kahvesinde, hep
bundan bahsedjliyormuþ.
- Hacý Kalfa, bu ne iþ? dedim. Burada herkes herkesi tanýyor?
ihtiyar adam, ensesini kaþýyarak:
- Avuç içi kadar yer, dedi. Nerede bulursun o taþýna topraðýna kurban olduðum istanbul'u. O
a olsa kim kime, dum duma. Buranýn dedikodusu boldur. Bunu, böylece bilmiþ olasýn. Bende
n sana nasihat; kâmil ol, uslu ol. Öyle çarþýda pazarda yüzü açýk gezme. Ýmdi: (Aman Yarabb
i kelimesini ne tuhaf bir eda ile söylüyordu!) Sana bir kýsmet de çýkar inþallah. Burada bi
hocaným vardý. Arife Hocaným. Ceza Reisi kendisine nikâh etti. Þimdi, bir eli yaðda, bir e
i balda. Darýsý senin baþýna. Aman güzel diye mi? Ne gezer! iffetli diye, aðýrbaþlý diye, i
da namustan kýymetli þey yoktur insan için.
Gün geçtikçe, Hacý Kalfa'nýn bana emniyeti, teveccühü artýyordu. Her gün, evinden ufak tefe
antel bir bardak örtüsü, iþlemeli bir yüz havlusu, resimli hazýr yelpaze gibi þeyler getiri
, odamý süslüyordu.
Bazen biz konuþurken, aþaðýdan, direk gibi bir ses:
- Hacý Kalfa, ne cehenneme kayboldun yine? diye haykýrýyordu.
Bu Hacý Kalfa'nýn efendisi, otelin sahibiydi.
150
Reþat Nuri Güntekin
Ýhtiyar adam, her defasýnda türkü söyler gibi, makamla yavaþ yavaþ:
- Elinin körü, elinin körü. Hacý Kalfalar kaldýrsýn seni, diye söyleniyor; sonra baðýrýyord
- Geldik, geldik, az iþimiz var da...
Otelde, Hacý Kalfa ile beraber, bir ahbabým daha olmuþtu: Otuzbeþ kýrk yaþlarýnda manastýrl
adýncaðýz.
Onunla ahbaplýðýmýzýn nasýl baþladýðým anlatayým: Otele ilk geldiðim akþam, odamda eþyamý y
f bir kapý gýcýrtýsý iþittim. Baktým, odaya sarý basma entarili, yeþil krep baþörtülü bir k
Daha kapýdan girerken: "iyisiniz inþallah, safa geldiniz, haným kýzým" diye hatýr sordu. Dü
zarif yüzü; kireçle delik deþik týkanmýþ, harap bir duvarý hatýra getiriyor; rastýklý kaþla
eri, bu çehreye bir ölü kafasý korkunçluðu veriyordu.
Biraz þaþýrarak:
- Safa bulduk efendim, dedim.
- Valide haným nerede?
- Hangi valide haným efendim?
- Hocaným... Siz hocanýným kýzý deðil misiniz? Kendimi tutamayarak gülmeye baþladým:
- Ben hocanýným kýzý deðil, kendisiyim efendim. Kadýn, yere çömelir gibi yaparak, ellerini
rine vurdu:
- Ay! Hocaným siz misiniz? Hiç de böyle parmak gibi gencecik hocaným görmedim. Ben, sizi y
aþlý baþlý hocaným sanýyordum.
- Þimdi böylesi de oluyor efendim.
- Olur ya, olur ya... Bu dünyada ne olmaz? Biz, ta þu kar-þýki odacýkta oturuyoruz, çocukla
uyuttum, "Safa geldin"
ÇALIKUÞU 151
demeye geldim size... Allah eksik etmesin, gündüzleri çoluk çocuk gailesi var. Haçan bu va
kit olur, çocuklar uyurlar, bir kasvettir basar beni. Yalnýzlýk bir Allahü Teâlâ'ya muhsust
r öyle deðil mi hemþireceðim? Efkârlarý bre efkârlan; iç sigara, iç sigara, iç sigara. Saba
Allah gönderdi sizi hemþireceðim. iki lakýrdý eder, açýlýrýz.
Kadýncaðýz, bana evvela! "Haným kýzým" diye hitap ederken, hoca olduðumu öðrenince, bunu "h
"e çevirmiþti.
Odadaki iskemleyi göstererek:
- Buyurun, oturun, dedim ve kendim karyolanýn kenarýna oturarak ayaklarýmý salladým. Manas
týrlý Haným:
- Ben iskemlede rahat edemem hemþireceðim, dedi ve tuhaf bir þekilde yere, ayaklarýmýn dib
ine oturarak dizlerini büktü, sonra entarisinin cebinden bir teneke tütün kutusu çýkararak
alýn sigaralar sarmaya baþladý. Bunlardan birini bana ikram etti.
- Teþekkür ederim, ben içmem efendim, dedim. O:
- Ben de çokluk içmezdim ya. Gam, kasavet böyle yaptý, dedi.
Komþum, adamakýllý dertliydi. Manastýr'da epeyce zengin bir adamýn kýzýymýþ. Haline göre ba
i, öküzleri, inekleri, varmýþ. Babasýnýn kapýsýnda üç beþ fukara doyuyor-nýuþ. Manastýr'ýii
birçoðu onu istemiþ. Fakat cahillik bu ya, o: "Ýlle kýlýçlý zabite varacaðým" diye tutturm
asý ona yüz sopa vurup o beylerden birine verseymiþ. Lâkin, o biçare kadýn da baþýna gelece
ilsin! Tutmuþ, bir tanecik kýzýný belindeki kýlýçtan baþka malý, mülkü olmayan bir mülazýme
kadar þöyle böyle geçinmiþler. Komþum 31 Mart'ta, Hareket Ordusu'yla. istanbul'dan dönen bi
hbaptan, kocasýnýn (B.) de bulunduðunu
152
Reþat Nuri Güntekin

ve bura yerlilerinden bir kadýnla evlendiðini haber almýþ. Eh, olur ya; þeriatýmýz dörde ka
zin veriyor. Zavallý komþum] biraz aðlayýp sýzladýktan sonra üç çocuðunu almýþ ve buraya ge
m, kocasý bu iþten hiç memnun olmamýþ. vaktiyle yalvara yalvara aldýðý karýsý, ne ciðerpare
gözü görüyor, onlarý tersyüzüne Manastýr'a çevirmek için ý rar ediyormuþ. "Bunca senelik ka
bu cefalarý" diye ayaklarýna kapandýðý, köpekler gibi yalvardýðý halde, bir türlü kendisini
alýkoymaya razý edemiyörmüþ. Bu uzun hikâyeyi dinledikten sonra dayanamadým:
- A hanýmcýðým, siz de niçin sizi istemeyen bir insan üstüne bu kadar düþüyorsunuz? O sizi
rsa siz de onu tekmelersiniz, olur biter, dedim.
Manastýrlý Haným, cahilliðime acýr gibi, gülümseye gülüm-seye:
- A hemþireceðim, gözümü açtým, onu gördüm. Bunca yýl bir yastýða baþ koyduk. Kocadan ayrýl
ve sesini titrete titrete:
"Anadan geçilir, yârdan geçilmez" diye bir beyit okudu.
Ben, adeta hiddetle:
- insan, kendini aldatan bir erkeði nasýl sever? Ben, bunu anlamýyorum, dedim.
O, siyah diþleriyle acý acý sýrýtarak:
- Siz daha pek çocuksunuz, "hemþireceðim. Bu acýlarý çekmemiþsiniz, bilmiyorsunuz. Allah yi
de bildirmesin, dedi.
- Ben bir kýz biliyorum ki evleneceðine iki gün kala, niþanlýsýnýn kendisini baþka bir kadý
attýðýný öðrendi, bu fena adamýn yüzüðünü baþýna attý ve yabancý bir memlekete kaçtý.
- Sonradan piþman olmuþtur o kýz, hemþireceðim. Acýrým ona. Yüreði hasretten göz göz olmuþt
la vurulanlarý hiç iþitmedin mi, be hemþireceðim? Bazýlarý, vurulduklarýnýn fakýnda bile ol
eþ adým koþarlar, kaçýp kurtuluyoruz sanýrlar. Yara sýcakken acýmaz, hemþireceðim-
ÇALIKUÞU 153
Hele bir kere soðumaya baþlasýn. Sen bak, seyret o kýzcaðýz nasýl yanýp yakýlacak?...
Hiddetle karyoladan fýrladým, deli gibi odanýn içinde dolaþmaya baþladým. Yaðmur pencereler
r, sokaktan boðuk köpek ulumalarý geliyordu. Manastýrlý komþum, derin bir ah çektikten sonr
evam etti:
- Gurbet ellerindeyim. Kolum, kanadým kýrýk. Elim ermez, gücüm yetmez. Manastýr'da olaydým,
camý iki günde bu aþiftenin elinden kurtarýrdým ya.
Hayretle gözlerimi açarak:
- Ne yapardýnýz? dedim.
- Ortaðým, burada kocama basmýþ büyüyü, basmýþ büyüyü. Dilini aðzýný baðlamýþ adamcaðýzýn.
deðil, üç mecidiyeyi gözden çýkardým mý, kocamý kadýnýn elinden alýrlar, yine bana getirirl
Manastýrlý Haným, bana Rumeli büyücüleri hakkýnda uzun uzadýya tafsilat vermeye baþladý:
Arif Hoca adýnda bir Arnavut varmýþ ki, domuz kulaðýný, birçok ameliyatlarla, bir dürbün ha
tirirmiþ, bir kadýn bu garip dürbünü gözüne koyarak bir kere kocasýna baktý mý, erkek ne ka
uþa olsun, hemen yola gelirmiþ. Çünkü, bütün kadýnlar, ona domuz gibi görünürmüþ.
Arif Hoca, bazen bir sabun parasýna, bir topluiðne kaplar ve sabunu okuyup üfledikten
sonra topraða gömermiþ. Sabun toprakta eridikçe, insanýn düþmaný da oturduðu yerde erir, ið
ermiþ.
Kadýncaðýz, teneke kutusundan, üst üste sigaralar sarýp içerek buna benzer masallar anlatýy
er tarif ediyordu.
Ne boþ, ne zavallý lakýrdýlar! Ya hele, o soðuduktan sonra sýzlanmaya baþlayan yara masalý!
e þey olur mu? Ben, öteki zalim için hiç üzülüyor muyum? Onu hiç aklýma getirdiðim oluyor m
Manastýrlý komþumun katmerli düzgünleri, kazan kulplu
154
Reþat Nuri Güntekin
rastýklarý, çökük gözevlerini korkunç bir halka ile saran kuyruklu sürmeleri, bende evvela
iksinme hissi uyandýrmýþtý. Fakat bunlarýn, erkeðini tekrar elde etmek için yapýlmýþ bir hi
olduðunu öðrenince içim sýzladý. Zavallý kadýn, diyordu ki:
- Adamcaðýzýmýn gözüne hoþ görüneyim diye çocuklarýn boðazýndan kesip düzgün, rastýk, sürme
i süsleniyorum, ama olmuyor. Dedim ya, büyü.
O günden beri odamýn kapýsý ara sýra gýcýrdýyor, baþýmý çevirmeden anlýyorum ki odur.
- iþin var mý, hemþireciðim? Azýcýk geleyim mi?
Yalnýzlýktan o kadar bunalmýþým ki, bu ses beni adeta sevindiriyor. Kalemimi býrakarak, aðr
parmaklarýmý birkaç kere sallýyorum ve komþumun artýk ezberlediðim sýrnaþýk aþkýnýn hikâyes
eye hazhrlanýyorum.
Penceremin karþýsýnda dimdik yükselen daðýn manzarasý ilk günlerde beni eðlendiriyordu. Fak
an da yorulmaya baþladým, insan, bu dumanlý yamaçlarýn rüzgârý içinde saçý baþý daðýnýk, et
alçýn kayalar üstünde, keçi yavrularý gibi sýçrayýp eðlenmedikçe neye yarar?
Nerede o, baþýmý alýp saatlerce kýrlarda dolaþtýðým, bahçe kenarýndaki çitlere deðneklerle
aklý aðaçlarý taþlayarak kuþ kaldýrdýðým günler! Halbuki ben, Anadolu'yu asýl bunun için is
Küçükten beri resim yapmayý çok severim. Mektepte tam not aldýðým hemen tek ders o idi. Köþ
miz oda duvarlarýna, mektepte heykellerin mermer kaidelerine, kurþun, yahut boya kal
emleriyle yaptýðým resimler için ne kadar azar iþitmiþ, ceza çekmiþtim, istanbul'dan gelirk
ama bir alay resim kâðýdý ve boya kalemleri almýþtým.
ÇALIKUÞU 155
Oteldeki yalnýz günlerimde yazýdan sýkýldýkça resim yapýyordum ve bu, benim için hoþ bir te
yordu. Hatta Hacý Kalfa'nýn da biri karakalem, diðeri suluboya iki resmini yapmaya çalýþmýþ
Resimlerin ne dereceye kadar benzediðini bilemiyorum. Fakat o, burnunun, gözünün hususiy
etlerinden deðilse bile, yuvarlak ve çýplak baþýndan, posbýyýklarýndan, beyaz önlüðünden ke
stalýðýma hayran oldu.
Adamcaðýz üþenmeden çarþý, pazar dolaþýyor, kýzýna çerçeve iþletmek için ucuz atlaslar, kad
nkli boncuklar satýn alýyordu.
Nihayet, fazla sýkýldýðýmý görerek beni evine davet etti. Hacý Kalfa, karýsýnýn tutumluluðu
tu gibi bir ev yaptýrmýþ, boþ zamanlarýnda çocuklarýnýn yardýmýyla, bunu yeþile boyamýþtý.
Ev, derin bir uçurumun kenarýnda. Uçurum, o kadar derin ki bahçenin sarmaþýklarla örtülü pa
llarýnýzý dola-yýp aþaðý baktýðýnýz zaman baþýnýza bir dönme geliyor.
Bu bahçede Hacý Kalfa'nýn ailesiyle beraber ne tatlý birkaç saat geçirdim!
Nevrik Haným, Samatyalýymýþ. Kocasý gibi kaba saba, fakat iyi ruhlu, saf bir kadýncaðýz. Be
e "istanbul kokuyorsunuz, küçükhaným" diye boynuma sarýlmaktan kendini alamadý, istanbul'un
adý anýldýkça gözleri yaþarýyor kocaman göðsü derin hasret nefesleriyle kalaycý körüðü gibi
Hacý Kalfa'nýn on iki yaþlarýnda bir oðlu, on dört yaþlarýnda bir kýzý var. Kýzýn adý Hayga
nde, kara kýrmýzý yanaklarý, suçiçeði çýkýyormuþ gibi iri sivilcelerle dolu, kalýn kaþlý, m
iz bir ermeni kýzý.
M5rat;£tli butlu ablasýnýn tersine, çiroz gibi kuru, renksiz, bücür bir çocuk.
Hacý Kalfa, okuryazar bir adam deðilmiþ ama, ilmin kýymetini takdir edermiþ, insan her þeyi
bilmeliymiþ. Sýrasýna
156
Reþat Nuri Güntekin
göre yankesicilik bile lâzým olurmuþ. Mirat, iki sene Ermeni mektebine gitmiþ, iki seneden
beri de Osmanlý mektebinde okuyormuþ.
Hacý Kalfa'nýn programýna göre bu çocuk, iki senede bir mektep deðiþtirecek, yirmi yaþýna k
ile Fransýzca, Almanca, ingilizce, Italyancayý mükemmel öðrenerek tam bir adam olacakmýþ.
ii, bu solucan gibi sýpsýska çocuk o zamana kadar bu yükün altýnda ezilip ölmezse!
Hacý Kalfa, bir gün oðlundan bahsederken dedi ki:
- Mirat'ýn adýna dikkat etmiþsindir. Ne arifane isimdir o, bulmak için bir hafta kafa pa
tlattým, iki lisana da uyar. Ermenice Mirat, Osmanlýca Murat.
Sonra fevkalâde zekice bir þey söyleyeceðine iþaret olmak üzere gözlerinden birini kýrparak
e etti:
- Mirat, namünasip bir halt yeyip, beni kýzdýrdýðý zaman ben de ona, sen, ne Mirat'sm, ne M
rat; ancak bir meretsin, derim.
î.
ihtiyar Ermeninin bu hiddet sahnelerinden biri de, benim evlerinde bulunduðum zama
na tesadüf etti. Görülecek þeydi! Çocuðun kabahati, anasýnýn piþirdiði bir yemeði beðenmemi
Hacý Kalfa, onu adeta darbýmeseller ve beyitlerle azarlýyordu:
- Hele þu miskine bak. Bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var. Dilenciye hýyar verdiler
e beðenmemiþtir, eðridir diye sokaða atmýþ. Eþek hoþaftan ne anlar? ihtarlarýmý semi itibar
sok. Yoksa, tekdirat ile uslanmayanýn hakký kötektir. Sen kim oluyorsun ki Allah'ýn verd
iði ekmek ve nimeti beðenmiyorsun?!..
Sen seni bil sen seni Sen seni bilmez isen Patlatýrlar enseni.
ÇALIKUÞU 157
Hayganuþ'a gelince, kýz olmasýna raðmen onun tahsiline de Mirat'ýnkinden daha az ehemmiyet
veriliyor deðildi.
Hayganuþ, Ermeni Katolik mektebine gidiyordu. Hacý Kalfa bir gün, komþularýndan inmeli bir
ihtiyarla siyah þalvarlý bir dudu karþýsýnda kýzýný sýký bir imtihandan geçirmemi istedi.
Dünyada bundan daha gülünç manzara olmazdý... Hacý-Kalfa, kýzcaðýzýn kitaplarýný, defterler
lerimin üzerine koyuyor:
- Haydi bakalým Hayganuþ, hocanýma karþý yüzümü kara çýkarýrsan yedirdiðim ekmek burnundan
du.
Bir iki zarp, taksim ameliyesinden sonra resimli bir "Peygamberler Tarihi" açtým, Ýsa
ve vaftize dair bir parça tesadüf etti. Kýzcaðýz, vaftizi anlatýrken saçma sapan bir þeyler
i. Mektepten kulaðým dolu olduðu için tashih ettim, vaftize dair bazý sade malumat verdim.
Hacý Kalfa, beni dinlerken gözleri büyümüþ, baþýnda saç olmadýðý için kaþlarýnýn kýllarý di
kýndaki bilgilerim ona bir mucize kadar yüksek görünüyor:" Bu ne'iþtir ki! Bir Müslüman muh
at benim dinimi papazlardan iyi biliyor. Ben, seni þöyle böyle bir haným sandýmdý, anladýn
eðerki, sen hakikat eli öpülecek bir ulema imiþsin," diye istavroz çýkarýyordu.
Yerinden kýpýrdanmasý iskeleden mavna kalkmasý gibi zorlu bir iþ olan þiþman karýsýný enses
tu, bana doðru getirerek: "Þu çocuðu benim tarafýmdan, ta alnýnýn ortasýndan öp, anladýn mý
attý.
Zavallý Hacý Kalfa, kendini erkekten sandýðý için bu vazifeyi karýsýna yaptýrmýþtý.
ihtiyar odabaþý, o günden sonra önüne gelene benden, benim derin ilmimden bahse baþlamýþ. Ö
otele girip çýktýðým zaman kahvedeki iþsizler beni görmek için suratlarýný camlara yapýþtý
Ben: "Hacý Kalfa, Allah aþkýna vazgeç. Böyle þeylere
158
Reþat Nuri Güntekin
lüzum var mý?" diye kýzýp söylendikçe, o adeta, isyan ediyor: "Mahsus söylüyorum. Hani sank
erin kulaklarýna gitsin de, sana ettiklerinden utansýnlar gibilerinden" diyordu.
Hacý Kalfa'nýn ailesiyle tanýþmak, bana baþka bir cihetten de kârlý oldu. Samatyah Madam, g
t güzel reçel ve þekerlemeler yapmasýný biliyordu. Benim "Peygamberler Tarihi" hakkýndaki b
lgilerimden, herhalde, çok daha hayýrlý bir ilim.
Kendisinden hem kolay, hem ucuz reçel tarifleri aldým ve Gülmisal Kalfa'nm yemeklerini
yazdýðým deftere özene bezene not ettim. Bundan sonra, bizim oburluðumuzla kim meþgul olma
hatýrýna getirecek?
inþallah iþlerim yoluna girsin, benim de baþýmý sokacak küçücük bir evim olsun, kendim için
dolabý yapacaðým. Hacý Kalfa'nm evindeki gibi, raflarýmý oymalý uçurtma kâðýtlarýyla süsley
a yakutlar, kehribarlar, sedefler gibi parlayacak renk renk kavanozlar dizeceðim.
Ne âlâ, bunlarý, her aklýma geldikçe yemek için kimseden izin istemek, yahut büfe hýrsýzlýð
riyeti de yok. Allah vere de hasta olmasam.
Evet, al, sarý, beyaz, reçel kavanozlarý. Aralarýnda sadece yeþil yok. Artýk aklýma bile ge
mediðim Kâmran'ýn o kadar nefret ettiðim gözleri, beni yeþil renge garez ettirdi.
Þimdi gayet iyi hatýrlýyorum. Kâmran, ben evvelden de, senden þimdiki kadar nefret etmediði
zamanlarda da gözlerine garezdim. Bu garez baþladýðý zaman, daha on iki yaþýmda yoktum. Ke
n de, elbette unutmamýþsýndýr. ikide bir avuçlarýma toz doldurarak yüzüne serperdim. Bu, ya
r çocuk yaramazlýðý mýydý acaba? Hayýr, güneþ iþlemiþ yosunlu denizler gibi içlerinde hilel
aþan gözlerini acýtmak içindi.
*
Yine sapýttým. Halbuki maksadým sadece bugünün vakalarýný kaydetmekti.
ÇALIKUÞU 159
Nerede kalmýþtým? Evet Hacý Kalfa benim günlerden beri ilk defa açan güneþten doðan neþemi
n iyi bir havadis öðrendiðime vermiþ ve beni sýkýþtýrmaya baþlamýþtý. Kendime ait bir haber
l benim kulaðýma gelmesi mümkün mü? Neredeyse acýktýðýmý ve uykum geldiðini bile bu garip o
öðreneceðim!
Hacý Kalfa:
- Hele nazlanma söyle. Böyle fýkýr fýkýr gülüþün boþ deðil. Sen Allah bilir iyi bir þey iþi
Ondan daha kulaðý delik görünmek, nedense izzetinefsimi okþuyor, yarý þaka, yarý ciddi bir
manalý manalý gülüyor, göz kýrpýyordum:
- Kim bilir belki söylenmemesi lâzým gelen bir sýrdýr. Güneþ, o kadar güzeldi ki, kaybolmak
ikesini göze alarak otelin biraz ilerisindeki köprüyü geçtim, karþýma çýkan dik bir yokuþa
onra, bir çayýr, bir aðaçlýk ve ikinci bir köprüden geçtim. Daha da dolaþacaktým, fakat kay
daha büyük bir tehlike baþ gösterdi. Babayani çarþafýma, sýmsýký kapalý peçeme raðmen kýlý
peþime takýlmaya, söz atmaya baþlamýþlardý.
Hacý Kalfa'nýn nasihatlerini hatýrlayarak korktum ve tekrar tersyüzü geri döndüm.
Maarif Müdürlüðü'nde kuþaklý baþkâtibin: "Hâlâ Ýstanbul' dan bir ses seda yok, hemþire haný
emindim. Fakat, sokaða çýkmýþken bir kere oraya da uðramak zaruriydi.
Müdürün hademesi merdivende beni görünce: "isabet ki, geldin hocaným," dedi. Ben de seni ar
rdum, birazdan otele gelecektim."
Bey dediði Maarif Müdürü idi. Hayret! O, yine kýrmýzý çuha kaplý yazýhanesinin önünde, ebed
dinlendirir gibi elini, kolunu salývermiþ, yakasýný gevþetmiþ, gözleri yarý kapalý düþünüyo
160
Reþat Nuri Güntekin
Beni görünce, esnedi, gerindi ve tane tane söylemeye baþladý:
- Haným kýzým, Nezaret-i Celile'den henüz bir cevap almýþ deðiliz. Ne irade buyurulacaðmý k
iyorum. Ancak, Huriye Haným kýdemli bir muallime olduðu için sanýrým ki onu iltizam ederler
Aksi bir cevap geldiði takdirde müþkül mevkide kalacaksýnýz. Aklýma bir çare-i tesviye gel
uraya bir, iki saat mesafede bir "Zeyniler" nahiyesi var. Havasý, suyu güzel, menazýr-ý
tabiiyesi ferahfeza, ahalisi haluk ve müstakim, cennet gibi bir yer. Orada bir Vakýf
Mektebi vardý. Geçen sene, bir-hayli fedakârlýkla tamir ve tecdit ettik. Birçok levazým-ý
risi-ye ve ikmal-i nevakýsýna muvaffak olduk. Mektebin içinde muallimlerin ikametine m
ahsus daire de var. Þimdi bir genç muallimimizin himmet ve fedekârlýðýna muhtacýz. Gönül is
oraya sizin gibi güzide bir haným gitsin. Cidden iyi bir yer. Hem de ayný zamanda eci
rli bir hizmet-i vataniye olur. Gerçi, maaþý sizin burada alacaðýnýz maaþtan noksan. Fakat
a mukabil, et, süt, yumurta vesaire fiyatlarý, buradakiyle nispet kabul etmeyecek ka
dar ucuz. isterseniz bol para da biriktirebilirsiniz. Mamafih, ilk fýrsatta maaþýnýza za
m yaparak bugünkü miktara iblað ederim. O takdirde buradaki Ýdadi Müdürlüðü'nden daha kârlý
te gelirsiniz.
Bu teklif karþýsýnda ne söyleyeceðimi bilmeyerek susuyordum.
Maarif Müdürü devam etti:
- Mektepte ihtiyar bir hatun var. Hem derslere devam ediyor, hem mektebin hizmet
lerini görüyor. Kendi halinde, namazýnda, niyazýnda bir kadýncaðýz. Yalnýz, yeni tedris usu
ne vâkýf deðil. Gayri, siz onu da çeker çevirirsiniz. Maahaza, Zeyniler'i beðenmeyecek olur
anýz bana iki satýr bir þey yazarsýnýz, derhal sizi buraya münasip bir yere alýrým. Hoþ, si
dükten sonra merkeze tayin edilseniz de "istemem" diye ayak direyeceksiniz ya.
ÇALIKUÞU 161
Hava güzel, manzara güzel, yiyecek içecek ucuz, ahalisi iyi. Þöyle böyle isviçre köyleri gi
r þey. insan, Allah'tan daha ne ister?
Gözümün önüne güneþli yollar, bahçeler, dereler, ormanlar geliyor, yüreðim þiddetle çarpýyo
Bununla beraber, birdenbire "evet" demeye cesaret edemedim. Hiç olmazsa bu iþi Hacý Ka
lfa'ya bir kere danýþmalýy-dým.
- Þimdi müsaade buyurunuz, iki saat sonra gelir, cevabýmý veririm efendim.
Müdür Bey biraz canlanýr gibi oldu:
- Aman kýzým, bu iþ müstacel. Baþka talipleri de var, elden kaçýrýrsan karýþmam sonra.
- O halde, yalnýz bir saat beyefendi, dedim.
Maarif Müdürü'nün yanýndan çýkýnca, sofada ortaðým Huriye Haným'la burun buruna gelmeyeyim
izim ismimizi, iki ortaklar koyduklarýný birkaç gün evvel, yine Hacý Kal-fa'dan öðrenmiþtim
kadýn gözümü o kadar yýldýrmýþtý ki, yüzünü görünce korktum, görmezliðe geldim ve acele ace
Fakat yolumu kesti, þýmarýk bir dilenci gibi çarþafýmýn ucunu tutarak benimle konuþmaya ba
- Hanýmefendi kýzým, geçenlerde size karþý bir terbiyesizlik ettim. Allah aþkýna kusuruma b
. Sinir hali, pek fazla müteessirim de... Ah kýzým, benim neler çektiðimi bilseniz, halime
acýrsýnýz. Ne olur terbiyesizliðimi affedin.
Ben korkarak:
- Ziyaný yok efendim, dedim ve geçmek istedim.
Fakat nedense o, yakamý býrakmamaya karar vermiþti. Evvela halinden þikâyet etti, baþýndaki
canýn sokak ortasýnda kalacaðýný ve dileneceðini anlattý.
Huriye Haným gittikçe coþuyor, perde perde sesini yükselterek iðrenç bir tarzda yalvarýyord
Ne söyleyeceðimi, ne yapacaðýmý þaþýrmýþtým.
Çalýkuþu - F. 11
162
Reþat Nuri Güntekin

Daha fenasý, bu garip komedyayý gören yanýmýza geliyor, etrafýmýzda kalem odacýlarýndan, kâ
, kahve, þerbet taþýyan peþtemallý esnaf çýraklarýndan bir daire çevriliyordu.
Yüzüm, ellerim ateþ gibi kesilmiþti. Utancýmdan yerlere giriyordum.
Bu defa, ben yalvarmaya baþladým:
- Rica ederim hocaným, yavaþ konuþun. Herkes bize bakýyor.
Fakat o, inadýna kameti artýrdý. Þimdi adeta saçlarýný yolarak, yakasýnýn düðmelerini kopar
llerimi dizlerimi öpmeye kalkýyordu.
Etrafýmýzdaki kalabalýðýn gittikçe büyümekte olduðunu dehþetle gördüm. Hani Ýstanbul'da sok
n, leke sabunu, nasýr ilacý satan yaygaracý esnafýn etrafýna nasýl üþüþürler, biz de öyle b
sýnda kalmýþtýk.
Etraftan: "Yazýktýr zavallýya, aðlatma fukarayý küçükha-ným," yolunda sözler de iþitilmeye
ire omuz baþýmda peyda olan yeþil sarýklý, ak sakallý, iri yarý bir hoca, doðrudan doðruya
tap etti:
- Kýzým, yaþlýlara hürmet ve muavenet bir vazife-i diniye ve insaniyedir. Gel, þu hatunun r
a mani olma. Allah'ý da, Peygamber'i de hoþnut etmiþ olursun. Cenab-ý Hak rezzak-ý âlemdir.
Elbet, sana da garip hazinesinden baþka bir kapý açar, dedi.
Çarþafýmýn içinde bir yandan titriyor, bir yandan buram buram ter döküyordum. Durmadan elin
i maþayý þakýrdatan bir kahveci çýraðý öteden:
- Öyledir öyle, diye baðýrdý. Sen evvel Allah nerede olsa ekmeðini çýkarýrsýn!
Kalabalýðýn bir kýsmý kahkahalarla gülmeye baþlamýþtý. Bu esnada kýrmýzý kuþaklý kâtip de s
akasýndan yakalayýp hemen merdivenlerden atarak:
- Ahlâksýz herif, þimdi senin aðzýný yýrtarým, diye baðýrdý.
ÇALIKUÞU 163
Niçin gülmüþlerdi? Kahvecinin söylediði, Hoca Efendi'nin söylediðinden baþka bir þey deðild
Huriye Haným, öyle aðladý, rezalet o kadar büyüdü ki, bu maskara vaziyetten kurtulmak için
teseler verirdim. Nihayet:
- Peki, peki, nasýl isterseniz öyle olsun. Fakat, Allah aþkýnýza yakamý býrakýnýz, dedim ve
apanarak öpmeye çalýþtýðý dizlerimi zorla kurtardým ve Maarif Müdürü'nün odasýna döndüm.
Biraz sonra bana Merkez Rüþtiyesi'ndeki derslerimden kendi arzumla istifa ettiðime ve
Zeyniler mektebi muallimliðine talip olduðuma dair bir kâðýt imzalattýlar.
Bir saate kalmadan bütün muamele bitmiþ, o yerinden kýmýldamaya üþenen Maarif Müdürü araba
in konaðýna giderek emrimi imzalatmýþtý.
Bazen aylar ayý masadan masaya süren muameleler istedikleri zaman öyle kolay çýkýyor ki...
Otele döndüðüm zaman Hacý Kalfa, beni kapýda karþýladý, hem sitemli, hem memnun bir tavýrla
- Sen sakladýn da ben öðrenmedim mi sanki? Allah mübarek etsin, dedi.
- Neyi öðrendin?
- Emrinin geldiðini caným...
- Ne emri Hacý Kalfa?
- Caným Merkez Rüþtiyesi'nde seni alýkoymuþlar. Huriye Haným'ýn pasaportunu eline vermiþler
- Yanlýþ, Hacý Kalfa. Ben þimdi Maarif Müdürü'nün yanýndan geliyorum. Öyle bir þey yok.
ihtiyar adam, þüpheli þüpheli yüzüme baktý:
- Hayýr, emir dün akþam gelmiþ, iyi bir yerden iþittim.
164
Reþat Nuri Güntekin

Demek ki, Müdür, senden sakladý. Bu iþte bir oyunbazlýk var mý dersin? Anlat, hele anlat.
Hacý Kalfa'nýn saf vesvesesiyle alay ederek bir nefeste vakayý anlattým ve çantamdan emrim
i çýkararak elimde salladým:
- Yaþadýk Hacý Kalfa! isviçre gibi bir yere gidiyoruz. Hacý Kalfa beni dinlerken iri burnu
horoz ibiði gibi kýzarý-yordu. Ellerini birbirine vurarak dövünmeye baþladý:
- Ne ettin behey cahil çocuk, ne ettin? En sonunda seni tongaya bastýrdýlar ha! Hemen
git, Müdüre baltayý as! Tekrar omuzlarýmý silktim:
- Deðmez Hacý Kalfacýðým. Sen üzülme o kadar. Sonra hasta olursan ne yaparýz?
Adamcaðýzýn benim hesabýma kýzmakta, telaþ etmekte hakký varmýþ. Akþama doðru iþ bütün tafs
f Müdürü, Huriye Haným'ý tutuyormuþ. Nezarete yazdýðý tezkerede onun daha kýdemli bir muall
ileri sürerek benim baþka bir yere kaldýrýlmamý istemiþ. Fakat, Nezaret, nedense beni býra
rtaðýmý ileride açýlacak baþka bir yere göndermeyi muvafýk görmüþ.
Dün akþam gelen emir üzerine Maarif Müdürü, Rüþtiye Müdiresi ve galiba Huriye Haným'ýn Rume
risi olan Muhasebe Müdürü geç vakit bir toplantý yapmýþlar, beni bir köye atýp yerime Huriy
lýkoymak için plan tertip etmiþler.
Huriye Haným'ýn Maarif Müdürlüðü koridorunda benimle karþýlaþmasý evvelden hazýrlanmýþ bir
kallý hocayý bile, mahsus getirmiþler.
Maarif Müdürü'nün sözleri üzerine þýk bir Avrupa köyü gibi görmeye baþladýðým Zeyniler'e ge
kuþ uçmaz, kervan geçmez bir yermiþ! Bir seneden beri boþ olduðu halde en düþkün muallimler
raya gitmeye yanaþmýyorlar mýþ.
ÇALIKUÞU 165
Ben bunlarý öðrendikçe þaþýrýyor, saçlý sakallý bir büyük memurun, bu kadar sefaletle beni
klýma sýðdýramýyordum.
Hacý Kalfa, sinirli bir tavýrla baþýný iki yana sallýyor:
- Sen bilmezsin o uyur yýlaný, diyordu, uyur uyur da sonra adama öyle bir vurur ki, ne
reden geldiðini fark edemezsin, anladýn mý efendim?
- Adam sen de! insaný en yakýn akrabalarý kalpsizce vurduktan sonra yabancýlar vurmuþ ne çý
? Ben, o Zeyniler'de de mesut olmasýný bileceðim. Gönüller þen olsun!
Zeyniler, 28 Ekim
Bugün, akþama doðru bir Çeçen arabasýyla Zeyniler'e geldim. Maarif Müdürü, galiba yollarý þ
göre ölçüyor. Çünkü: "Nihayet iki saat" dediði yol tam sabahýn onundan geceye kadar sürdü.
ek adamcaðýz! Kabahat kendisinin deðil, kâh dað yamaçlarýna týrmanan, kâh kurumuþ sel çukur
eyniler yoluna diþli þimendifer yaptýramamýþ olanlarýn.
Hacý Kalfa'nýn ailesi, beni þehirden yarým saat uzaktaki bir çeþme baþýna kadar selametleme
ldi. Bütün aile, bir düðüne, daha doðrusu bir cenaze alayýna gider gibi giyinmiþti.
Arabanýn hazýr olduðunu haber vermeye geldiði vakit, az kaldý Hacý Kalfa'yý tanýyamýyordum.
peþtemalýný, taþlýklar, sofalar ve merdivenlerde, kendine göre bir ahenkle sürüdüðü þýp þýp
asýna soluk çuhadan yakasý kapalý uzun bir ceket, ayaklarýna imam galoþlarý giymiþti. Azizi
minde kocaman bir kýrmýzý fes, saçsýz baþýný kulaklarýna kadar örtüyordu. Samatyalý Madam'l
e Mirat'ýn tuvaletleri de onunkinden aþaðý deðildi.
166
Reþat Nuri Güntekin
içinde çok acý saatler geçirmiþ olmama raðmen küçük odamdan adeta hüzünle ayrýldým. Mektept
zber-letmiþlerdi. Ýnsan, yaþadýðý yerlerde beraber bulunduðu insanlara görünmez ince teller
mýþ; ayrýlýk vaktinde bu baðlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acý sesler çýkarmaya ba
ep birinin gönlümüzden kopup ayrýlmasý, bir ayrý sýzý uyandýrýrmýþ. Bunu yazan þair ne kada
*
Bir tesadüf eseri olarak Manastýrlý komþum da, benimle ayný günde B.'den ayrýldý. Fakat o,
lde benden çok daha acýnacak bir vaziyette olarak...
Dün gece, çantamý hazýrladýktan sonra yatmýþtým... Uykumun arasýnda iri iri konuþma sesleri
fakat bir türlü kendimi açamýyordum.
Birdenbire korkunç bir gürültüyle yataktan fýrladým. Sofada bir þeyler yýkýlýp devriliyor,
essizliði içinde çocuk feryatlarý, boðuk hýrýltýlar, sille tokat seslerine karýþýyordu. Uyk
le ilk aklýma gelen þey yangýn oldu. Fakat yangýna uðrayanlar herhalde birbirlerini dövmezl
rdi.
Daðýnýk saçlarým, çýplak ayaklarýmla odadan fýrladým ve feci bir dayak vakasýyla karþýlaþtý
r zabit, Manastýrlý komþumu yerden yere sürüyor, çizmeleriyle çiðniyordu.
Çocuklar, bir aðýzdan, "Anamýz... Babam anamýzý öldürüyor!" diye haykýnyorlardý.
Zavallý kadýn her tekmeden, yýlan gibi ýslýk çalarak inen her kamçýdan sonra inleyerek taht
erine yuvarlanýyor, fakat inanýlmaz bir kuvvetle yine yerinden kalkarak zabitin dizl
erine týrmanýyordu: "Kulun kurbanýn olayým efendiciðim, öldür beni, lâkin býrakma, boþama!.
Yarý çýplak olduðum için tekrar odama girmiþtim. Zaten öyle olmasa da elimden ne gelirdi?
ÇALIKUÞU 167
Alt katta yatanlar da uyanmýþ olacaklardý. Aþaðý sofadan ayak patýrtýlarý, anlaþýlmaz sesle
.
Sofanýn tavanýnda bir aydýnlýk gezinmeye baþlamýþtý. Merdiven aralýðýnda Hacý Kalfa'nýn çýp
gürültüyü iþiterek uyanmýþ, bir teneke lamba yakalayarak don gömlek dýþarý fýrlamýþtý.
ihtiyar odacý: "Ne ayýptýr, ne rezalettir, otelde bu olur mu?!" diye baðýrarak aralarýna gi
mek istedi. Fakat zabit, Hacý Kalfa'nýn karnýna çizmeli ayaðýyla öyle bir tekme savurdu ki,
re adeta kocaman bir futbol topu gibi havaya fýrladý ye aralýk kapýdan sýrtüstü odama yuvar
arak çýplak bacaklarý havaya kalktý. Bereket versin ben, atik davranmýþ kollarýmla adamcaðý
yakalamýþtým. Yoksa, çýplak kafa, kocaman bir balkabaðý gibi tahtalara çarpýp patlayacaktý.
Uyku sersemliði, korku, þaþkýnlýk, sonra Hacý Kalfa'nýn hali hep bir araya gelmiþ, fena hal
nirlerimi bozmuþtu.
ihtiyar adam: "Vay aman! Vay aman! Hay nalçasýna tükürdüðüm katýrý!" diye söylenerek ayaða
Fakat bu sefer ben, karyolamýn üstüne düþmüþtüm. Ömrümde baþýma gelmemiþ bir kahkaha krizi
anýyor, ellerimle yorganlarý burarak kývranýyordum. Artýk dýþarýda ne olup ne bittiðini anl
halde deðildim.
Sesler, gürültüler tamamýyla kesilip otel sükûnuna dö-nünceye kadar kendime gelemedim.
Vakayý sonradan bana anlattýlar:
Manastýrlý Haným'ýn, arsýz muhabbeti, nihayet kocasýnýn canýna yetmiþ, zabit, ne pahasýna o
un kadýný çocuklarýyla beraber memlekete göndermeye karar vermiþ. Bu gece, biletlerin alýnm
nu, ertesi sabah erkenden hazýr bulunmasýný söylemeye gelmiþ.
Manastýrlý Haným, kolay kolay onun yakasýný býrakmaya razý olur mu? Tabii yalvarmaya, sýrna
aþlamýþ. Arala-
168
Reþat Nuri Güntekin

nnda ^mbilir ne gibi sözler ve sahneler geçtikten sonra bu korkunç dayak faslý baþlamýþ.
Belki iki saat sonra, tekrar uyumaya hazýrlandýðým sýrada Hacý Kalfa, hafifçe kapýma vurdu:
bakasýn, hocaným, otelde baþka kadýn yok. Fakir hatuncaðýz bayýlýp duruyor. Salt gülmek ol
l dinini seversen þuna biraz bak. Adýmýz erkeðe çýkmýþ diye yanýna giremiyorum. Sonra ölür,
de girer he!" dedi.
Kapý aralýðýnda Hacý Kalfa'nýn yüzünü görünce beni tekrar bir gülme aldý: "Geçmiþ olsun!" d
kat bir türlü kelimeler aðzýmdan çýkmýyordu.
Hacý Kalfa, dargýn dargýn yüzüme baktý; yarý mahcup bir eda ile baþýný sallayarak:
"Gülürsün! Salt kýkýr kýkýr gülürsün. Ha çapkýn seni! Þuna bak hele!" dedi.
"Gülüyorsun" kelimesini "gülürsün" diye o kadar tuhaf söylüyordu ki, þimdi bile gülmekten k
alamýyorum. Hemen bir saatten fazla dertli komþumla uðraþtým. Zavallýnýn vücudu yara bere i
i, ikide bir bayýlýyor, gözlerinin siyahý kaybolarak çenesi kilitleniyordu.
Bir baygýnla uðraþmak, ilk defa baþýma gelen þey. Ne yapmak lâzým geleceðini kestiremiyordu
t iþ baþa düþünce, insana öyle gayret geliyor ki...
Bu, her biri en aþaðý beþ dakika süren bayýlmalarda kadýncaðýzýn kollarýný, vücudunu ovuþtu
su döktürerek ýslatýyordum. Alný, yanaklarý, dudaklarý birkaç yerinden çatlamýþtý. Bu çizg
ce sýzan kanlar düzgünlere, sürmelere karýþýyor, kirli bir siyahlýk alarak çenesine, göðsün
bbi, ne çok boya varmýþ bu yüzde!... O kadar su döktüðüm halde, bir türlü bitip tükenmiyord
O sabah, uyandýðým vakit, karþý odayý boþ buldum. Zabit, erkenden onu, çocuklarýyla beraber
abaya atarak götürmüþ, komþum gitmeden beni görmek, helallik dilemek istemiþ,
ÇALIKUÞU 169
fakat gece, onun yüzünden uykusuz kaldýðýmý bildiði için uyandýrmaya kýyamamýþ. Hacý Kalfa'
tekrar gözlerimden öpmüþ.
*
Arabada, gözüm Hacý Kalfa'nýn yüzüne rastladýkça gülüyordum. O, bu yersiz neþenin sebebini
bir gülümsemeyle baþýný sallayarak:
- Gülürsün he! Hâlâ kýkýr kýkýr gülürsün he! diye bana çýkýþýyordu.
Sonra, akþamki tekmenin dehþetinden bahsederek: "Tabanýna tükürdüðümün katýrý, anladýn mý e
ti beni, karnýmýn içini karmakarýþýk etmiþtir. Mirat, benden sana baba nasihati: Sen sen ol
arý koca arasýna gireyim deme. Karý koca ipektir, araya giren köpektir," diyordu.
Bütün aile, küçücük arabanýn içinde üst üste, þehrin dýþýndaki bir çeþme baþýna kadar gelmi
Ayrýlýk yeri burasýydý. Hacý Kalfa, iki týpalý þiþeye hazýrlamýþ olduðu sularýný çeþmeden t
acýma uzun uzadýya tembihler verdi. Samatyalý Madam, gözleri dolu dolu, bir gün evvelden b
enim için yaptýðý, çörekleri stepetime doldurdu.
Bana karþý tamamiyle lakayt olduðunu zannettiðin) vahþi
Hayganuþ, bir yerini incitmiþ gibi birdenbire aðlamaya baþladý.
Hem de ne aðlayýþ! Kulaðýmda iki inci küpe vardý. Onlar^çýka-
rarak Hayganuþ'un kulaðýna taktým. \
Hacý Kalfa, hediye için adeta mahcup oluyor: "Yoo, hocaným, hediye dediðin para edecek þey
olmamalý. Bunlar kýymetli inciler," diyordu.
Yine hafifçe güldüm. Kýzýnýn benim için döktüðü inciler yanýnda iki paralýk kýymeti olmadýð
mcaðýza!
170
Reþat Nuri Güntekin
Hacý Kalfa, beni tekrar arabaya bindirdikten sonra, derin derin içini çekti, elini göðsüne
urarak: "Tövbe olsun, hani þu ayrýlýk bana akþamki tekmeden aðýr geldi doðrusu!" dedi.
Geceki hengâmeyi hatýrlatan bu sözler beni bir kere daha güldürdü. Araba yürümeye baþlamýþt
n parmaðýný sallýyor: "Gülürsün he çapkýn, gülürsün!" diyordu.
Yol, þimdiden uzamaya baþlamýþ olmayýp da gözlerimi görebilseydin, bu sözleri söylemeyecekt
alfacýðým.
*
Araba; iniþli yokuþlu dað yollarýna girmiþti; kâh kurumuþ sel çukurlarýndan geçiyor, kâh bo
ozulmuþ baðlarýn kenarlarýný takip ediyordu.
Seyrek fasýlalarla tek tuk köylülere, yorgunluktan inler gibi sesler çýkaran kaðnýlara tesa
diyorduk.
ince bir bað yolundan, eþkýya gibi korkunç kýyafetli, uzun býyýklý iki jandarma geliyordu.
n geçerken arabacýya:
"Selamünaleyküm," dediler, dik dik bana baktýlar.
Hacý Kalfa: "Yollar maþallah emindir, amma ne olur ne olmaz, peçeni kapa. Senin suratýn öy
le her yerde açýlacak suratlardan deðildir, anladýn mý efendim?" demiþti.
Uzaktan birisinin geldiðini görür görmez, hemen Hacý Kal-fa'nýn tembihini hatýrlýyor, yüzüm
Saatler geçtikçe yollara mahzun bir ýssýzlýk çöküyordu. Bu Çeçen arabalarýnýn ince, yanýk s
icat edenler ne iyi düþünmüþler. Yamaçlarda, derelerde uyandýrdýklarý, uzak akisler insana
ir teselli sesi gibi geliyor. Hele bir kayalýðýn içinden geçerken öyle sandým ki uzaklarda,
anmýþ gibi görünen kara taþ yýðýnýn öte tarafýnda görünmez bir yol var, ince sesli kadýn, h
un içinde arkamýzdan koþuyor.
Yol, hâlâ bitip tükenmek bilmiyordu. Görünürde ne bir köy, hatta, ne bir aðaçlýk...
ÇALIKUÞU 171
içimde yavaþ yavaþ bir korku uyanmaya baþlamýþtý. Ya geceden evvel, Zeyniler Köyü'nü tutama
dað baþlarýnda yalnýz kalýrsam?
Arabacý, ara sýra durarak hayvanlarýný dinlendiriyor, insanla konuþur gibi onlarla konuþuyo
du.
Bir taþlýðýn ortasýnda, yine böyle bir mola vermesinden istifade ettim:
- Daha çok var mý? diye sordum. O, aðýr aðýr baþýný sallayarak cevap verdi:
- Geldik.
Bu adam yaþlý bir insan olmasaydý, benimle eðlendiðini hükmedecektim.
- Nasýl olur? dedim. Allanýn kýrýndayýz. Görünürde köy falan yok.
Ýhtiyar adam, arabadan çantalarýmý çýkarmaya çalýþarak cevap verdi:
- Na, þu patikadan inceðiz, Zeyniler, buraya beþ dakika çeker. Araba yolu yok.
Taþlarýn arasýndan minare merdiveni gibi dik bir yoldan inmeye baþladýk.
Aþaðýda, akþamýn alacakaranlýðý içinde kapkara bir servilik, etrafý çitle çevrilmiþ, çýplak
tuk kulübeler, tahta evler görünüyordu.
ilk bakýþta Zeyniler bana, hâlâ yer yer dumanlan tüten bir yangýn harabesi gibi göründü.
Köy deyince gözümün önüne yeþillikler arasýnda eski Boðaziçi yalýlarýndaki güvencinliklere
i, þen manzaralý kulübeler gelirdi. Halbuki bu evler, çökmeye yüz tutmuþ, simsiyah viranele
.
Yýkýk bir deðirmenin önünde abalý, sarýklý bir ihtiyara rast geldik, kaburga kemikleri soyu
yýf bir ineði, ipinden sürüye sürüye bu evlerden birine doðru götürmeye çalýþýyordu. Bizi g
atli dikkatli bakmaya baþladý. Bu ihti-
172
Reþat Nuri Güntekin
yar hoca, Zeyniler muhtarý imiþ. Arabacý onu tanýyordu. Birkaç kelime ile benim kim olduðum
anlattý.
Belden büzmeli, bol siyah çarþafým, sýmsýký peçemle genç olduðumu anlamamak mümkün deðildi.
Muhtar Efendi, beni fazla süslü bulmuþ olacak ki, tuhaf tuhaf baktý, sonra ineðini çýplak
klý bir çocuða teslim ederek önümüze düþtü.
Köyün dar sokaklarý içine girmiþtik. Evleri þimdi daha iyi görebiliyordum. Hani Kavaklar'da
aðlar serilmiþ, yaðmurdan çürüyüp kararmýþ, Boðaz rüzgârlarýndan bir yana çarpýlmýþ, viran
er, ilk bakýþta onlarý hatýrlatýyordu.
Altlarýna dört direkten ibaret ahýrlar, üstlerinde asma merdivenle çýkýlan bir iki oda. Her
de, Zeyniler þimdiye kadar iþittiðim ve resimlerini gördüðüm köylerden hiçbirisine benzemiy
Etrafý tahta perdelerle çevrilmiþ bir bahçenin kýrmýzý kapýsý önünde durduk. Yapraklarýna v
siyah görünen bu köyde gördüðüm ilk renk; kýrmýzý tahta oldu!
Muhtar, yumruðuyla kapýyý çalmaya baþladý. Her vuruþunda kapý yýkýlacak gibi sarsýlýyordu.
ilk defa aðzýmý açmaya cesaret ederek:
- içeride kimse yok galiba, dedim. Muhtar, baþýný sallayarak cevap verdi:
- Hatice Haným akþam namazýný kýlýyor olmalý. Az bekleyeceðiz.
Arabacýnýn beklemeye vakti yoktu; çantalarý kapýnýn önüne býrakarak bizden ayrýldý.
Muhtar abasýnýn eteklerini toplayarak yere çömeldi. Ben, bavulumun kenarýna iliþtim, konuþm
baþladýk.
Bu Hatice Haným, pek Müslüman bir kadýnmýþ. Tarikata da mensupmuþ. Köyün ölüsüne, dirisine
litleri o okur, gelinlerin yüzüne o yazar, sekeratta bulunan hastala-
ÇALIKUÞU 173
rýn aðzýna son zemzem damlasýný o akýtýr, kadýn cenazelerini o yýkayýp yaþmaklarmýþ.
Muhtar Efendi, herhalde medrese falan görmüþ bir adama benziyordu. Fýrsattan istifade ed
erek bazý nasihatlar vermek istediðini anladým. Usul-i cedidin aleyhinde bulunmuyor, f
akat yeni mekteplerin din derslerini ihmal ettiklerinden þikâyet ediyordu.
Þimdiye kadar buradan birkaç hocaným geçmiþ; fakat nafile, hiçbirisinin Kur'an-ý Kerim'e, i
hale, kâfi derecede vukufu yokmuþ.
Bu Muhtar Efendi, Hatice Haným'dan hoþnutluk getiriyordu. Ben.bu dersleri yine bu sa
liha, akil, abide hatuncaðýza býrakarak kendim baþka dersler okutursam köyü daha ziyade mem
un edermiþim.
Ben, bu nasihatleri dinlerken içeriden bir nalýn týkýrtýsý gelmeye baþladý. Muhtar Efendi i
aða kalktýk. Kapýnýn arkasýnda bir kol demiri þangýrdadý, kalýn bir ses:
- Kimdir o? diye baðýrdý.
- Yabancý deðil, Hatice Haným, B.'den bir hocaným geldi.
Bu Hatice Haným, iri yapýlý, kocaman yüzlü, biraz kamburu çýkmýþ, yetmiþlik bir ihtiyardý.
yeþil bir yemeni örtmüþ, arkasýna ferace biçiminde koyu bir yeldirme giymiþti. Meþin gibi s
esmer yüzünün buruþuklarý arasýnda inanýlmayacak kadar taze ve canlý gözleri, bembeyaz diþl
Peçemin arkasýndan yüzümü görmeye çalýþarak: "Safa geldin hocaným, buyurun!" dedi.
Bahçeden sokaða çýkmak yasakmýþ gibi bir eliyle kapýya dayanýp öteki eliyle çantalarýmý ald
r kapýyý demirleyerek önüme düþtü.
O önde, ben arkada bahçeden geçtik, Maarif Müdürü Bey'in büyük fedakârlýklarla müceddeden i
ktep binasý da öteki evlerin eþiydi. Yalnýz, alt kattaki direklerin etra-
174
Reþat Nuri Güntekin
fini henüz kararmaya vakit bulamamýþ tahtalarla çevirmiþler, dershane haline koymuþlardý.
Kapýdan gireceðim vakit Hatice Haným, kolumu yakaladý: "Dur kýzým" dedi.
Ben, birdenbire ürktüm.
O, dudaklarýnýn ucuyla okuduðu kýsa bir duadan sonra:
- Haydi kýzým, besmele çek de evvela sað ayaðýný at, dedi.
Alt kat, zindan gibi karanlýktý, ihtiyar kadýn, beni elimden tutarak dar bir taþlýktan geçi
di, eskilikten basamaklarý oynayan karanlýk bir merdivenden çýktýk. Yukarýki kat; viran bir
sofa, bir de yüksek pencerelerinin tahta kepenkleri sýmsýký kapalý kocaman bir odadan ibar
etti. Maarif Müdürü'nün müjdelediði muallim dairesi.
Hatice Haným, bavulu yere býraktý, odanýn bir köþesinde dolap vazifesi gören eski ocaðýn iç
lamba çýkarýp yaktý.
- Oda, bu sene boþ kaldýðý için tozlanmýþ. Yarýn sabah erkenden temizlerim inþallah.
Bu zavallý kadýn, mektebin eski hocasýymýþ. Maarif idaresi, mektebi bu þekle soktuðu zaman
sokaða atmaya acýmýþ, iki yüz elli kuruþla burada alýkoymuþ. Yarý hoca, yarý hademe gibi b
, ben nasýl istersem öyle çalýþacakmýþ.
Kadýncaðýzýn benden korktuðunu anlýyordum. Hesapça, ben onun amiriydim. Bile bile kimseye f
lýk yapacak bir kýz olmadýðýmý birkaç kelimeyle anlattýktan sonra dairemi seyretmeye baþlad
Eskilikten delik deþik olmuþ kirli kaplamalar, yaðmurdan çürümüþ, tahtalarý sarkmýþ simsiya
, bir köþede içine kýrýk dökük konmuþ ocak, ötede çarpýk bir kerevet. Demek bundan sonra, h
da geçecekti!
Havasýz bir mahzene düþmüþ gibi göðsüm týkanýyor, ellerim, ayaklarým üþüyordu.
- Kuzum Hatice Haným, bana yardým et de þu pencere-
ÇALIKUÞU 175
lerden birini açalým, dedim. Kendi kendime beceremeyceðim galiba.
ihtiyar kadýn, benim iþe el sürmeme taraftar deðildi. Uðraþa uðraþa kepenklerden birini açt
ayý görünce tüylerim diken diken oldu.
Karþýmda korkunç bir mezarlýk vardý. Tepelerinde, hâlâ akþam ýþýklarý sönmemiþ serviler, sý
ha aþaðýda sazlýklar içinde donuk donuk parlayan su birikintileri.
ihtiyar kadýnýn derin bir göðüs geçirdiðini iþittim:
- insan, saðlýðýnda alýþmalý kýzým, hepimizin gideceði yer orasý, dedi.
Bu söz tesadüf müydü, yoksa haberim olmadan bu manzara karþýsýnda bir korku ve telaþ mý gös
Fakat hemen kendimi topladým. Cesur olmak lâzýmdý. Adeta þen denecek bir kayýtsýzlýkla:
- Demek burada bir mezarlýk var, bilmiyordum dedim.
- Evet kýzým; Zeyniler kabristaný. Eski zamandan kalma. Þimdi cenazeleri baþka yere gömüyor
, burasý tarih gibi bir þey. Ben, Zeyni Baba'nýn fenerini yakmaya gidiyorum, þimdi gelir
im.
- Zeyni Baba kim, Hatice Haným?
- Himmeti hazýr, nazýr olsun, bir mübarek zat, na, þuradaki servinin altýnda yatar.
Hatice Haným, yavaþ sesle dualar fýsýldayarak merdivene doðru yürüdü. Ben, þimdiye kadar, b
den ürktüðümü bilmiyorum. Fakat bu dakikada, servi kokularýyla dolu bir karanlýk odada yaln
lmak bir ürkeklik veriyordu.
ihtiyar kadýnýn arkasýndan koþtum:
- Ben de geleyim mi sizinle? dedim.
- Gel kýzým, daha iyi olur. Gelir gelmez, Zeyni Baba'yý ziyaret edersen daha makbule g
eçer.
Mektebin arka kapýsýndan mezarlýða girdik, taþlarýn arasýndan yürümeye baþladýk.
176
Reþat Nuri Güntekin
Bazý ramazan ve bayram arifelerinde teyzelerim beni Eyüp'teki aile mezarlýðýmýza götürürler
Fakat ben ölümün hazin ve ürkütücü bir þey olduðunu ilk defa bu karanlýk Zeyniler mezarlýðý
Taþlar, benim gördüðüm mezar taþlarýndan büsbütün baþka þekildeydi. Dizi dizi asker saflarý
yüksek, dimdik, tepeleri düz, bedenleri simsiyah taþlar. Yazýlar okunmuyordu. Yalnýz, baþl
rýnda birer küçük "Ya Rab" kelimesi seçiliyordu.
Küçüklüðümde bir masal dinlemiþtim. Bilmem hangi küçük sultaný kaçýrmak için uzak bir daðýn
man ordusu geliyormuþ. Askerler, gündüz maðaralarda saklanýyor, geceleri yol yürüyorlarmýþ.
ta görünmemek için tekmil vücutlarýný siyah kefenlere sanyorlarmýþ.
Böylece aylarca zaman yol gittikten sonra, tam þehri basacaklarý gece Allah küçük sultana a
karanlýkta sinsi sinsi ilerleyen bu siyah kefenli gece ordusunu taþa çevirmiþ.
Bu sýra sýra dizilmiþ siyah taþlara bakarken o eski masalý hatýrladým: "Sakýn burasý o kork
rlerinin taþa döndüðü masal memleketi olmasýn!" diye düþündüm.
- Bu Zeyniler kimlermiþ Hatice Haným?
- Ben de bilmem kýzým, bu köy eskiden onlarýnmýþ. Þimdi mezarlarýndan gayri bir þeyleri kal
etleri hazýr nazýr olsun, erenlerdenmiþ. Zeyni Baba bunlarýn en büyüðü. Kimsenin iyi edemed
talarý, buraya getirirler. Ben, bir kötürüm kadýn bilirim ki, buraya sýrtta getirdiler, aya
larýyla yürüye yürüye gitti.
Zeyni Baba'nm türbesi, mezarlýðýn en nihayetinde, kocaman bir servinin altýnda idi. Hatice
Haným, her gece, ona üç kandil yakarmýþ. Birisi servinin dalýna, birisi kapýnýn iç tarafýn
sandukanýn baþýna.
Türbe, topraðýn içine gömülmüþ bir mahzendi. Zeyni Baba, bu mahzende, yedi sene güneþ aydýn
l-
ÇALIKUÞU 177
durmuþ. Öldüðü vakit mübarek cesedine kimse el sürçmemiþ. Üstüne, bir sanduka yapmýþlar.
Hatice Haným, kandillerden ikisini yakmýþtý. Mahzene inen birkaç basamaklý merdiveni göster
k:
- Haydi kýzým, içeri girelim, dedi.
Ben, bu basamaklarý inmeye cesaret edemiyordum. Arkadaþým tekrar döndü:
- Haydi kýzým, buraya kadar geldikten sonra girmezsen günah olur. Gönlünde ne dileðin varsa
Zeyni Baba'dan iste!..
Yüreðim hazan yapraðý gibi titreyerek merdivenleri indim. Mezara indirilen ölülerde, eðer b
parça his olsaydý, mutlaka bu dakikada benim duyduðum þeyi duyarlardý. Göðsüme ýslak, soðuk
ak kokusu doldu.
Zeyni Bana'nýn sandukasý yeþil boyalý bir çinko ile örtülmüþtü. Sonradan, Hatice Haným'ýn a
anaat ve sefalet içinde geçiren Zeyni Baba, öldükten sonra, üzeri süslü ve iþlemeli örtüler
Ara sýra öteden, beriden gönderilen örtüler bir hafta dayanmýyor, parça parça çürüyüp eriy
ihtiyar kadýn, hafif fýsýltýlarla dualar okuyarak evliyanýn baþýndaki kandile yað koydu, so
ana döndü:
- Köyde birisi öleceði vakit, Azrail aleyhisselam, evvela Zeyni Baba'ya misafir olur,
o vakit bu ýþýk kendi kendine söner. Þimdi kýzým, Zeyni Baba'dan isteyeceðini iste, dedi.
Dizlerim kesiliyor, artýk ayakta durmaya takatim kalmýyordu. Ateþler içinde yanan alnýmý Ze
ni Baba'nýn serin örtüsüne dayadým; dudaklarýmdan ziyade yaralý kalbimle söyler gibi yavaþ
eyni Babacýðým, dedim. Ben, küçük, cahil bir Çalýkuþu'ndan baþka bir þey deðilim. Sana nasý
geldiðini bilmiyorum. Kusuruma bakma. Senin hoþuna gidecek þeyleden hiçbirini bana öðretme
iler, iþittim ki, sen yedi sene güneþ görmeden, burada çile doldurmuþsun. Sakýn sen de, ins
alimliðinden, vefasýzlýðýndan kaçmýþ olmaya-
Çalýkuþu - F. 12
178
Reþat Nuri Güntekin
sýn? Babacýðým, senden büyük bir þey isteyeceðim. Bu yedi sene içinde elbette güneþin, rüzg
çektiðin zamanlar olmuþtur. Seni o dakikalarýn acýsýna katlandýran o melek sabrýndan bana
r. inlemeden, aðlamadan çilemi doldurayým!.."
*
Odamda yalnýzým. Hatice Haným, erkenden beni býraktý. Mektebin alt katýndaki, bodrum gibi i
besine çekildi. Orada gece yarýsýna kadar ibadet eder, teþbih çekermiþ.
Ýki saatten beri lambanýn ýþýðýnda bu satýrlarý yazýyorum. Dýþarýdan, uzak bir su sesi geli
anda týkýrtýlar oluyor. Ensemde hafif bir üþüme hissi ile kulak veriyorum. O vakit, harap b
nanýn içinde, daha baþka sesler duymaya baþlýyorum. Merdiven tahtalarý yavaþça gýcýrdýyor,
nlar fýsýldaþýyor gibi sesler uyanýyor.
Çalýkuþu, haydi yat artýk. Gecenin içinde gizli gizli söyleþen bu seslerden korkma. Onlar,
kadar zalim olsa da "Sarý Çiçekleri"ne yetim teyze kýzlarýný çekiþtiren dudaklar kadar sana
lýk edemez.
Zeyniler, 20 Kasým
Bu sabah hesap ettim. Ben Zeyniler'e geleli, aþaðý yukarý. bir ay olmuþ. Bu bir ay, bana þi
di on yýldan daha uzun görünüyor. Þimdiye kadar defterime bir þey yazmak istemedim. Daha aç
ndan korktum.
tik günlerin titiz ümitsizliði içinde, kim bilir ne münasebetsiz þeyler yumurtlayacaktým? H
uki artýk buraya alýþmaya baþladým. Sor Aleksi'nin hiç dilinden düþürmediði bir söz vardý:.
"Kýzlarým, ümitsiz hastalýklarýn, mukadder felaketlerir son bir ilacý vardýr: Tahammül ve t
. Elemlerde bir giz
ÇALIKUÞU 179
þefkat var gibidir. Þikâyet etmeyenlere, kendilerini güler yüzle karþýlayanlara karþý daha
m olurlar."
Çalýkuþu, bu sözleri daima gülümseyerek dinlerdi. Halbuki þimdi onlarý doðru buluyor ve gül
ret edemiyorum.
Zeyniler'deki bir ay içinde öyle saatlerim oluyordu ki, bu-nahyordum. "Uðraþmak beyhude!
Daha fazla dayanamayacaðým!" diyordum. Ýþte o zaman, Sor Aleksi'nin bu peygamberce sözler
i imdadýma yetiþiyordu, içim kan aðlarken gülmeye, þarký söylemeye, ýslýk çalmaya baþlýyord
kalbim, nihayet bu neþenin yalanýna inanýyor, suya konan kuru çiçekler gibi litreye titre
ye canlanmaya baþlýyordu.
Sonra etrafýmda yaþayan þeylerde teselli aramaya koyuldum. Elime geçirdiðim taze bir yaprað
anaðýma, dudaklarýma sürüyor, bahçede bulduðum cýlýz bir kedi yavrusunu göðsüme bastýrýyor,
Daha olmazsa kendi kendime: "Feride, aptallýðýn lüzumu yok. Biraz gayret. Biliyorum ki,
yaþamak için artýk güler yüzden, cesaretten baþka sermayen kalmamýþtýr" diyordum.
Bu neþenin uydurma, uçucu bir þey olduðu malum. Varsýn öyle olsun. Kapalý bir mahzende sýza
ýþýk parçasý, yýkýk bir duvarýn taþlarý arasýnda açmýþ cýlýz bir çiçek, her þeye raðmen bi
Bugün cuma, mektep yok. Birkaç günden beri yaðan yaðmurlar durdu. Sonbahar, dýþarýda son bi
bayramý yapýyor. Uzaklardaki sýradaðlar, sazlýktaki sular da güneþe karþý gülümsüyor gibi.
viler, mezar taþlarý bile korkunç sertliklerini kaybetmiþ gibi görünüyorlar. Kendimi derin
in yok-luyorum, görüyorum ki, alýþmaya, hatta bu karanlýk ve can sýkýcý memleketi biraz dah
imsemeye ve sevmeye baþlamýþým!
*
180
Reþat Nuri Güntekin
Geldiðimin ertesi sabahý derse baþlamýþtým. Bu ilk gün, hayatýmýn en unutulmaz bir günü ola
týr.
Maarif Müdürü'nün, büyük fedakârlýklarla yenileþtirdiði dershaneyi þimdi, sabahleyin, daha
asý, herhalde eski bir ahýr olacaktý. Yalnýz, altýna tahta döþemiþler, pencereleri geniþlet
am çerçeve taktýrmýþlardý.
Ocak bacalarý gibi kapkara görünen duvar kaplamalarýnda tepe aþaðý takýlmýþ bir harita ile
et levhasý, bir çiftlik ve bir yýlan resmi sarkýyordu. Bunlar da herhalde yeni ders alet
leri olacaktý.
Dershanenin bahçe tarafýndaki duvarýn dibinde -ahir zamanýndan kalma- bir hayvan yemliði v
ardý ki, kaldýrmaya lüzum görmemiþler, üstüne bir tahta kapak çakarak bir nevi dolap haline
rmiþlerdi.
Çocuklar, yemeklerini, kitaplarýný, mektebe yakýlmak için kýrlardan getirdikleri çalý çýrpý
larlarmýþ.
Hatice Haným, bu dolabýn baþka bir vazifesi olduðunu da söyledi. Öteden beri, dayakla uslan
ayan yaramazlarý bunun içine hapsederek adam edermiþ. Muhtarýn, Vehbi isminde bir küçük oðl
mýþ ki, hemen bütün zamanýný bu sandýðýn içinde geçirirmiþ. Bu çocuk, bir yaramazlýk yaptýð
aba girer, tabuttaki cenaze gibi sýrtüstü yatar ve yine kendi eliyle kapaðý kaparmýþ.
Ben, hayretle:
- Muhtar Efendi buna bir þey demiyor mu? diye sordum. Hatice Haným, baþýný salladý:
- Muhtar, memnun oluyor. Aferin sana Hatice Haným. Ýyi ki aklýma getirdin. Bizim evde
bir dolap var. Ýnþallah, hýnzýrý yaramazlýk ettiði zaman ben de onun içine kapatayým, diyor
- Güzel terbiye usulü! Mektepte erkek çocuk da var mý?
- E, var, iki, üç tane. Büyücekleri Garipler Köyü'ndeki erkek mektebine gönderiyoruz.
- Garipler Köyü nerede?
ÇALIKUÞU 181
- Þu karþýdaki aðaran kayalarýn ardýnda.
- Yazýk deðil mi çocuklara, karda kýþta oraya kadar nasýl gidip geliyorlar?
- Onlar yola alýþýktýr, yaðmursuz havalarda bir saate bile kalmadan giderler. Sadece yaðmur
u, çamurlu, karlý havalarda biraz zorluk çekiyorlar.
- Peki, niçin onlarý da burada okutmuyoruz?
- Kadýn, erkek bir arada okur mu?
- Onlarý erkekten mi sayacaðýz?
- Elbette kýzým, on ikiþer, on üçer yaþýnda koca delikanlýlar.
Hatice Haným, biraz durdu, dilinin altýnda bir þey vardý ki, söylemeye çekiniyordu. Nihayet
cesaret etti:
- Hele þimdi hiç caiz olmaz!
- Neden?
- Sen pek gencecik bir hocanýmsýn da ondan, kýzým.
istanbul'da, bir "Horozdan kaçan namuslu kadýn" tabiri vardýr. Bizim Hatice Haným, tam o
cinsten bir insan olacaktý. Cevap vermeye lüzum görmeyerek baþka þeylerle meþgul oldum.
Büyük fedakârlýklarla meydana gelen levazýmdan mühim bir kýsmý da beþ tane eski biçimli, ha
ep sýrasýydý. Fakat tuhafý þu ki, bunlarý kullanmaya lüzum görmeyerek dershanenin bir köþes
iþlerdi.
- Niye böyle yaptýnýz, Hatice Haným? dedim.
- Ben yapmadým, eski hocaným yaptý kýzým, dedi. Çocuklar böyle yerlere oturmaya alýþmýþlard
bi þeyin üstünde adamýn zihnine ders girer mi? Hocaným müfettiþ falan gelir diye büsbütün a
korktu. Çocuklar, mektebe geldikleri vakit evvela oraya oturtuyoruz. Sonra ders ok
uyacaklarý zaman þuradaki hasýrýn üstüne indiririz.
ihtiyar kadýna, bana yardým etmesini söyleyerek hasýrý
182
Reþat Nuri Güntekin
kaldýrdým. Yerleri temizledikten sonra, sýralarý dizerek bir sýnýf haline getirdim.
Hatice Haným'ýn çehresinden memnun olmadýðý anlaþýlýyordu, fakat bana karþý koymaya cesaret
ne dersem yapýyordu. Ben, ellerim toz toprak içinde bu iþleri bitirmeye çalýþýrken talebele
de birer birer sökün etmeye baþlamýþlardý.
Zavallýlarýn kýyafetleri öyle sefil ve periþandý ki, hemen hiçbirisinde çorap, potin yoktu.
, eski püskü bez parçalarýyla sýmsýký kundaklanmýþ, çýplak ayaklarýndaki nalýnlarý þakýrdat
apýsýna kadar geliyorlar, orada nalýnlarýný çýkartarak yan yana diziliyorlardý.
Çocuklar, beni görünce birdenbire ükmüþlerdi. Utana utana kapýdan bakýyorlar, kendilerini ç
ollarýyla yüzlerini kapýyorlar, yahut kapýnýn arkasýna saklanýyorlardý. O kadar ki, bazýlar
rinden tutarak yarý zorla sýnýfa sokmaya mecbur oldum.
Yanýma geldikleri zaman gözlerini sýmsýký yumarak öyle bir el öpüþleri vardý ki, gülmemek i
or zapt ediyordum.
Besbelli, köyün bir âdeti olan bu öpücüklerden her biri gülünç bir ahenkle saklýyor ve elim
hafif ýslaklýk býrakýyordu. Yavrucaklarý kendime ýsýndýrmak için her birine bir iki hoþ ke
dum. Fakat onlara, mümkün olduðu kadar tatlý bir sesle sorduðum sualleri -insaný mahcup ede
ek kadar inatçý bir sükûnetle- cevapsýz býrakýyorlar, yalnýz birçok naz ve niyazdan sonra a
meye razý oluyorlardý.
"Zehra, Ayþe, Zehra, Ayþe, Zehra, Ayþe."
Aman Yarabbi! Bu köyde ne çok Ayþe ve Zehra vardý. H ' de gülecek halde olmamama raðmen, ak
a tuhaf þeyler ge yordu: Mesela bir müfettiþ gelse de talebelerimi tanýtmamý i tese: "Doku
z Ayþe ile on iki Zehra var!" diye çabucak iþin için-, den çýkacaktým. Sonra, kolaylýk olma
Ayþeleri dershane-|
ÇALIKUÞU 183
nin bir tarafýna, Zebralarý öteki tarafýna oturtmak, bahçede top oynatýrken (çünkü teneffüs
cuklarý muhakkak eðlen-direcektim) Ayþeler bu yana, Zebralar bu yana, diye gruplar yap
mak mümkündü.
Kendimi tutamayarak, gizli gizli eðlenmeye baþlamýþtým. Yeni gelen kýz çocuklarýna: "Kýzým,
a mýsýn, yoksa Ayþe mi?" diye soruyor ve çok kere umduðum cevabý alýyordum.
Yumruk yüzlü bir küçük kýz, hepsinden cesur çýktý. Kara gözlerini yüzüme kaldýrarak "Sen ne
im adýmý?" diye hayret etti.
Talebelerimi birer birer sýralara oturtuyor, yerlerini bellemelerini tembih ediyor
dum. Zavallýlarýn hali görülecek þeydi. Bir türlü sýralara yerleþmesini beceremiyorlar, aða
t asma çardaðýna oturmuþ gibi garip vaziyetler alýyorlardý.
Yanlarýndan ayrýldýðým zaman göz ucuyla bana bakýyorlar tuhaf bir surette sallanan kirli ba
larýný -kabuðuna çekilen kaplumbaðalar gibi- yavaþ yavaþ çekerek altlarýna alýyorlar. Ne ya
yavaþ alýþacaðýz.
Bir þey pek tuhafýma gitmiþti. Utana sýkýla yanýma gelen, gözlerini kapayarak el öpen, köyl
gibi nazlý aðýzlardan bir kelime alýnabilen bu çocuklar, kitaplarýný açar açmaz dik bir ses
aðýra okuyorlardý. Sýnýf kalabalýklaþtýkça gürültü artmaya, baþýmý iyiden iyiye sersemletme
Hatice Haným'a:
- Her zaman böyle baðýra çaðýra mý çalýþýrlar? Buna dayanýlýr mý? diye sordum.
O, biraz hayretle yüzüme baktý.
- Elbette kýzým! Mektep bu. Keser vurmadan aðaç yontulur mu? Ne kadar ses çýkarýrlarsa, der
kadar zihinlerinde yer eder, diye eevap verdi.
Sýnýf, hemen hemen dolmuþtu. Mektebin tek güzel ve ye-
184
Reþat Nuri Güntekin

ni eþyasý olan hoca kürsüsüne, kuvvetle elimi vurdum. Lakýrdý söyleyerek, sessiz çalýþmalar
ektim. Fakat benim gürültümü merak edip baþýný kaldýran bile olmadý. Hatta taþlanmýþ bir ar
tu bilakis daha fazla arttý
"Euzübillahi, ebced, hevvez, huti, cim üstünde ce, cim esre ci."
Çocuklarý yola getirmek için, herhalde epeyce sýkýntý çekeceðim anlaþýlýyordu. Fakat netice
olacaðýma hiç þüphem yoktu.
Hatice Haným'a:
- Bugün, sen yine bildiðin gibi okut, Hatice Haným. Ben, sýnýfý nizama sokmadan derse baþla
acaðým, dedim, ihtiyar kadýn, þüpheli bir bakýþla:
- Biz ne gördükse, onu okutuyoruz kýzým. Sizin bildiklerinizi bilmeyiz, ne yapalým, mektep
li deðiliz ki, dedi.
Kadýncaðýzýn ne demek istediðini sonradan anladým. Hati-j ce Haným, kendisini imihana çekti
nnetmiþ, iki yüz ellij kuruþ aylýðý kaybetmekten öyle korkuyordu ki...
Havanýn açýk olmasýna raðmen kýzlardan birkaçý baþlar eski peþtemallarla örtülü olarak mekt
Hatic^ Haným'a bunlarýn niçin böyle yaptýklarýný sordum.
O, hemen her sualim gibi buna da hayretle cevap verdi:
- ilahi kýzým, bunlar koskoca gelinlik kýzlar. Sokakta baþ j açýk gezecek deðiller ya.
Aman Yarabbi, bu on, on ikiþer yaþýndaki solucan gibi so-| luk, renksiz çocuklar mý yetiþki
kýz? Ben, hakikaten çok tuha bir yere düþmüþüm.
Böyle olmakla beraber bir dereceye kadar sevindim. Bur lara gelinlik kýz diyenler ba
na elbette evde kalmýþ ihtiyar gözüyle bakacak, kimse artýk çocuk diye eðlenmeyecektir.
En geç mektebe gelenler erkek çocuklardý. Bu delikanlý lar, büyük adam gibi ev iþi görürler
an su çekerler, ine saðarlar, daðdan odun taþýrlarmýþ.
ÇALIKUÞU 185
Hatice Haným, onlara, biraz dýþarýda durmalarýný söyledi, sonra mahcup mahcup:
- Galiba baþörtüsünü unutmuþsun kýzým, dedi.
- Buna lüzum var mý?
- E, hakçasý aranýrsa var. Ben karýþmam ya, baþ açýk ders okutmak günah olmaz mý?
"Biliyorum" demeye utandým, hafifçe kýzararak: "Gelirken baþörtüsünü almayý unuttum da" diy
söyledim.
Hatice Haným:
- Peki kýzým, sana temiz bir tülbent vereyim, dedi. Odasýnda açýlýp kapanýrken çýngýr çýngý
yeþil bir yemeni çýkarýp verdi.
Baþa gelen çekilecek, ne çare! Yemeniyi saçlarýmýn üstüne attým, iki ucunu istanbul sokakla
bakan Çingene kýzlarý gibi çenemin altýndan iliþtirdim.
Pencerelerden birinin kapalý kepengi, önündeki camý soluk bir endam aynasýna benzetmiþti.
Belli etmeden pencerenin önüne gittim, kendimi seyretmeye baþladým. Ben, mektep hocasý old
uktan sonra, kendime bir kýyafet düþünmüþtüm. Fikrime göre bir hoca vazife baþýnda, baþka k
giyinemezdi.
icadým çok sadeydi. Dizkapaklarýma kadar siyah parlak satenden bir gömlek, belde kayýþ bir
emer, kemerin altýnda mendil ve not defteri için iki küçük cep.
Yalnýz bu siyahlýklarý biraz açmak için beyaz ketenden geniþ bir yaka. Ben, uzun saçý hiç s
fakat hoca olduktan sonra baþýmý böyle býrakamazdým. Bir aydan beri, saçlarýmý uzatmaya baþ
henüz omuzlarýma inememiþti.
ilk ders için bu dediðim tarzda giyinmiþ, saçlarýmý aksilik edip alnýma düþmesinler diye sý
rlak siyah gömleðimin, fýrçadan kuý tulur kurtulmaz isyana baþlayan kýsa saçlarýmýn üstünde
nt, o kadar tuhaf duruyordu ki, gülmemek için adeta dudaklarýmý sýkýyordum.
186
Reþat Nuri Güntekin
*
Kendilerinden kaçmak için saçlarýmý Hatice Haným'ýn yeþil tülbentiyle örttüðüm delikanlý ta
edeyim:
Evvela, fare gibi sandýkta vakit geçiren küçük Vehbi, hakikaten eðlenceli bir fýndýksýçam.
bi kara, parlak gözleri, küçük kurnaz yüzü, sivri çenesiyle mektebin en þeytan çocuðu...
Topaç gibi yusyuvarlak, ak gözlü, parlak diþli, kýpkýrmýzý aðýzlý, kuzguni siyah bir Arap:
(Kendisine, sadece Cafer diyenlere mektepte cevap vermemekle iktifa eder, fakat
sokakta taþ atarmýþ.)
On yaþýnda, iskelet gibi kuru, çiçekbozuðu, süzgün, kirli çehreli, küçük diþli bir çocuk: A
Nihayet, sýnýfýn en ehemmiyetli simasý: Hafýz Nuri, on yaþýndaymýþ, fakat yüzü, yetmiþlik b
bi buruþuk. Çenesinin altýnda yeni kapanmýþ bir sýraca yarasý ki, dal gibi boynun çýplak ka
ebep olmuþ. Kirpiksiz patlak gözleri, beyaz sarýðýnýn altýnda yumurta biçiminde bir kafa, h
para ile gösterilecek acayip bir mahluk.
*
Hatice Haným, o sabah, taze taze mezarlýktan kesilmiþ uzun deðnekleri yanýna yerleþtirdikte
sonra, birer birer çocuklarý yanýna çaðýrmaya, derslerini okutmaya baþladý.
O ders verirken, ötede kýyametler kopuyordu.
Sor Aleksi, sýnýfta gürültümüzden rahatsýz oldukça, mum gibi sarý parmaklarýný birbirine ge
mavi gözlerini bir Meryem tasviri saflýðýyla gökyüzüne kaldýrarak: "Bana bir Kal ver azabý
orsunuz!" derdi.
Sýnýftaki bütün gürültülerin, yaramazlýklarýn elebaþýsý olan Çalýkýþu, sana ettiklerini acý
m edici gürültünün önünü almak, talebelerimi sessiz çalýþ-
ÇALIKUÞU 187
maya, sýnýfta verilen bir dersi hep birden dinlemeye alýþtýrmak için iki hafta uðraþtým.
Neyse, emeðim boþa gitmedi, ilk günlerde bütün gayretime raðmen çocuklarla baþa çýkamýyordu
aným'ýn sýnýfta yýlan gibi, ýslýk çalan taze deðneklerinden sonra sesim onlara öyle hafif g
ki...
Bazen canýma yetiyor: "Gel Hatice Haným!" diye dýþarýya baðýrýyordum. Onun, küpe binerek ha
uçan masal cadýsý gibi dershaneye girmesi bana yardým ediyordu.
Nihayet, bu gürültüyü yavaþ yavaþ söndürmeye muvaffak oldum. Þimdi, sýnýf daha sakin. Çocuk
söz anlamaya baþlýyorlar. Hatta, onlar ne kadar baðýrýrlarsa, dersin o kadar kuvvetle zihin
erine yerleþeceðine inanan Hatice Haným bile memnun, ikide birde: "Hay Allah razý olsun
kýzým, kafacý-ðým dinlendi" diyor. Fakat, benim istediðim, sadece bu deðildi. Onlara biraz
at ve neþe de vermek istiyordum, iþte bu, bir türlü kabil olacaða benzemiyordu.
Bu köyün evleri, sokaklarý, mezarlarý gibi çocuklarýnda da siyah bir neþesizlik var. Renksi
udaklarý gülmenin ne olduðunu bilmiyor, durgun gözleri aðýr bir melal içinde ölümü düþünüyo
yavaþ yavaþ onlara benzemeye baþlamýyor muyum? Eskiden ölümü ben baþka türlü düþünürdüm, i
mýþ sene, hülasa istediði kadar yorgunluktan bitap düþünceye kadar gezer, koþar, eðlenir. S
leri tatlý bir uyku ihtiyacýyla mahmurlaþmaya baþlar. O vakit bembeyaz, temiz bir yataða u
zanýr. Yeni baþlayan uykularýn hafif sarhoþluðu içinde gülümseye gülümseye sönüp gider. Gün
yaz mermerler üstünde kucak kucak çiçekler... O mermerlerdeki küçük yalaklardan su içmeye g
irkaç kuþ... iþte ölüm denince benim gözümde böyle sevimli ve hemen hemen neþeli bir hayal
di, onun acý lezzetini, ödaðacý ve servi kokularý içinde dilimle tadýyor, ciðerlerimle kokl
gibiyim!
188
Reþat Nuri Güntekin
*
Çocuklarýn bu kadar aðýr ve neþesiz olmalarýna Hatice Haným'ýn da hayli yardýmý dokunmuþ. B
anýn vazifesini, kalplerde dünya emelini söndürmek diye öðrenmiþ. Her fýrsatta yavrucaklarý
e getiriyor. Duvardaki birkaç tabiyye levhasýný sýrf bu maksatla mektebe gönderilmiþ sanýyo
Mesela:
"Bu dünya fanidir, kimseye kalmaz! Yürü dünya yürü, ahir zamanýdýr!"
kabilinden korkunç bir ilahi okuttuktan sonra iskelet levhasýný ortaya koyuyor: "Yarýn b
iz ölünce etlerimiz böyle çürüyecek, kemikler böyle kuruyacak!" diye ölümün dehþetini ve ka
anlatmaya baþlýyor.
ihtiyar kadýna göre, öteki levhalar da aþaðý yukarý ayný þeyi ifade etmektedir. Mesela çift
ni gösterirken: "Allah bu koyunlarý kullarým yesin de bana ibadet etsin diye yarattý. Ko
yunlarý kör boðazýmýz zifleniyor da, Allah'a borcumuzu ödüyor muyuz? Ne gezer? Amma, yarýn
girdiðimiz vakit, bakalým ne cevap vereceðiz?" yolunda bir þeyler söylüyor ve tekrar ölümü
rine geçiyor.
Yýlan levhasýna gelince: Hatice Haným, onu Þahmeran diye tanýtmýþ. Hasta olan köylülerin is
i yýlanýn karþýsýna yazmak suretiyle, onlarýn tedavisine de çalýþýyor.
Evet, bu biçare çocuklarý bir parça neþelendirmek, güldürmek için ne maskaralýklar yapýyoru
Fakat, emeklerim boþa gidiyor.
Mektebe teneffüs usulünü de koyduk. Çocuklarý yarým saatte, bir saatte bir, bahçeye çýkarýy
celi, meraklý oyunlar öðretmeye çalýþýyorum. Nedense, bir türlü bunlardan tat duymuyorlar.
, çaresiz onlarý kendi hallerine býrakarak bir köþeye çekiliyorum.
Bu mihnet çekmiþ, yaþlý baþlý insanlara benzeyen, yorgun
189
ÇALIKUÞU

çehreli, donuk gözlü kýz çocuklarýnýn en büyük eðlenceleri, bahçenin bir köþesine toplanýp
ebani, kabir gibi korkunç kelimelerle dolu ilahiler okumaktan ibaret! Hele bir tan
esi var ki, tüyler ürpertiyor.
Onlar seslerini titrete titrete hep bir aðýzdan:
"Haramiler gibi soyarlar seni, Bir kuru tabuta koyarlar seni, Zalim ölüm sana çare bul
unmaz."
diye uluþurlarken gözümün önünden sýra sýra cenaze alaylarý geçiyor.
Çocuklarýmýn en sevdikleri eðlencelerden biri de cenaze oyunudur. Ekseriya, uzun öðle tenef
lerinde oynana oynana bu oyun adeta bir tiyatro piyesi gibidir ve baþlýca aktörleri Ha
fýz Nuri ile Arap Cafer Aða'dýr.
Cafer Aða, hastalanýyor; kýz çocuklar, etrafýna toplanarak Kuran okuyorlar, aðzýna zemzem a
lar.
Küçük, aký çok gözlerini belirterek ruh teslim edince kýzlar feryat ederek çenesini baðlýyo
ra Cafer Aða'yý teneþirde yýkýyorlar.
Çocuklarýn, kýrýk bir kapý tahtasýný yeþil baþörtülerle süsleyerek meydana getirdikleri tab
r sahici tabuttan farký yok.
Hafýz Nuri'nin dik, meþum bir sesle sela vermesi, ezan okumasý, cenaze namazý kýldýrmasý tü
petecek bir þey. Hele mezar baþýnda: "Ya Cafer Ibn-i Zehra!" diye bir talkýn veriþi var ki
, gece rüyalarýma giriyor.
Dediðim gibi, bu memleketin havasýnda insan, ölümü adeta kokluyor. Hele geceler... Onlarýn
ehimlerine, korkularýna dayanmak daha müþkül!
Gecenin birinde daðda çakallar ulumaya baþladý. Fena halde ürktüm. Ne olursa olsun Hatice H
ným'ýn odasýna inmek istedim.
190
Reþat Nuri Güntekin
Fakat, bu küf kokulu, bodrum gibi odanýn kapýsýný açýnca, gördüðüm manzara, bana çakal sesi
daha korkunç geldi.
ihtiyar kadýn, baþtan baþa beyazlara bürünmüþ, bir seccadenin üstünde kendinden geçmiþ gibi
esle bir þeyler okuyarak, iki yana sallanarak esma teþbihi çekiyordu.
*
Burada sevmeye baþladýðým üç þey var:
Birisi, penceremin altýndaki akar çeþme ki, hiç durmayan sesiyle yalnýz gecelerimde, adeta
bana arkadaþlýk ediyor.
ikincisi, küçük Vehbi: Hatice Haným'ýn saltanatý zamanýnda, ömrünü sandýðýn dibinde, sýrtüs
çocuk. Ben, bu afacana iyiden iyiye abayý yaktým. Buradaki! çocuklarýn hiçbirine benzemiyo
. K'leri C gibi telaffuz ederek| öyle serbest, þen bir konuþmasý var ki...
Vehbi, bir gün bahçede küçük, parlak gözlerini süze süze yüzüme bakýyordu:
- Ne bakýyorsun Vehbi? dedim. Hiç çekinmeden:
- Sen güzel çizmiþsin be. Aðama ahvereyem seni..Bizim gelinimiz ol. Aðam, sana pabuçlar, en
ariler, taraklar alýverir.
Vehbi'nin her hali iyi, hoþ amma, bir türlü beni saymýyor. O kadar ki, azarladýðým, yavaþça
ulaðýný çektiðim zaman bile bana ehemmiyet vermiyor. Mamafih, belki de bunun için onu bu ka
ar seviyorum.
Vehbi, bu münasebetsizliði de yapýnca kaþlarýmý çattým.
- insan, hocasýna böyle lakýrdý söyler mi? Iþitilirse senin aðzýný yýrtarlar, dedim.
Çocuk, benim saflýðýmla eðlenir gibi:
- Yaðma var mý, baþcasýna söyler miyim? dedi. Aman Yarabbi, bu parmak kadar köylü çocuðu ne
iyordu!
ÇALIKUÞU 191
Ayný fütursuzlukla devam etti;
- Sana istanbullu yence derim, cestane çetiveririm, aðam senin boynuna altýnlar tacar.
- Senin yengen yok mu?
- Var amma, o cara cýz, onu da çoban Hasan'a veririz.
- Senin aðan ne iþ görür?
- Candarma.
- Candarma ne yapar?
Vehbi, düþüne düþüne baþýný kaþýdý; sonra:
- Canavarlarý çeser, dedi.
Vehbi'nin, hoþuma giden bir hali de, kibir ve inadýdýr. O, kocaman bir erkek kadar kaf
a tutmasýný bilir. Derste yanlýþýný çýkardýðým vakit hem utanýr, hem kýzar. Bir türlü yanlý
tüne varacak olursam isyan eder. istihfafla yüzüme bakarak:
- Sen, kan kýsmýsýn, aklýn ermez, der.
Üçüncü sevdiðime gelince; o, kimsesiz küçük bir kýzdýr. Derse baþladýðýmýn, galiba beþinci
rirken birdenbire kalbim tatlý bir heyecanla çarptý. En arka sýranýn ucunda, bembeyaz dene
cek kadar uçuk sarý saçlý, duru beyaz tenli, melek gibi güzel çehreli bir kýz çocuðu, inci
eriyle bana gülümsüyordu.
Bu çocuk kimdi? Birdenbire nereden çýkmýþtý?
Elimle iþaret ettim.
- Yanýma gel bakayým, dedim.
Bir kuþ hafifliðiyle yerinden atladý. Benim, mektepte yaptýðým gibi, sýçraya sýçraya yanýma
Yavrucak, son derece fakirdi. Ayaklan çýplak, saçlarý darmadaðýnýktý. Arkasýndaki rengi kay
sma entarisinin yýrtýklarýndan beyaz, nazik teni görünüyordu.
Minimini ellerini tuttum:
- Yüzüme bak küçük, dedim.
192
Reþat Nuri Güntekin
Korka korka baþýný kaldýrdý, kývýrcýk kirpiklerinin arasýnda iki lacivert göz parladý.
Zeyniler'de, çektiðim ýstýrap beni aðlatmamýþtý. Fakat, bu yarý çýplak çocuðun gözleri, kýr
zisi gibi gülen diþleri, o dakikada kendimi tutmasaydým, beni hýçký-rý hýçkýra aðlatacaktý.
Hafifçe çenesini okþadým, bütün kýzlara sorduðum gibi, ona da:
- Senin adýn Zehra mý küçük, yoksa Ayþe mi? dedim. O, temiz istanbul telaffuzlu ve inanýlma
ak kadar tatlý sesiyle:
- Benim adým Munise, hocaným, dedi.
- Sen, bu mektepte mi okuyorsun?
- Evet, hocaným.
- Niçin kaç gündür gelmedin?
- Abam göndermedi hocaným, iþimiz vardý. Bundan sonra gelirim.
- Senin annen yok mu?
- Abam var hocaným. (Munise, ablaya aba diyordu.)
- Annene ne oldu?
Küçük kýz, gözlerini önüne indirdi, sustu. Bana öyle geldi ki, bu çocuðun kalbinde, bilmede
li yaraya dokundum. Daha ziyade ýsrar etmeyerek baþka bir þey sordum.
- Dün akþamüstü türkü söyleyen sen miydin Munise?
Bir gün evvel civar bahçelerden birinde ince bir çocuk sesinin türkü söylediðini iþittim. B
, öyle tatlý, burada iþittiðim seslerden o kadar baþkaydý ki, baþýmý pencereye dayayarak gö
apamýþ, birkaç dakika kendimi baþka yerlerde, adýný anmak istemediðim vefasýzlýk memleketle
anmýþtým.
Türkü söyleyen bu küçük kýzdan baþkasý olamazdý.
Munise, utana utana baþýný salladý:
- Bendim hocaným, 'dedi.
Çocuðu yerine gönderdikten sonra derse baþladým. Ken-
ÇALIKUÞU 193
dimde bir fevkalâdelik hissediyordum. Bu küçük kýz, bana ýlýk bir ilkbahar güneþi gibi tesi
. Karlar içine gömülmüþ kuþ yuvalarýna düþen sarýþýn bir ýþýk parçasý...
Yuvanýn soðuk neþesizliði içinde baþýný kanatlarýnýn arasýna saklayarak titreyen hasta ve k
avaþ canlanmaya, eski þenliðini tekrar bulmaya baþlýyordu. Vücudumun hareketlerine tuhaf bi
oynaklýk, sesime, söyleþime hareketli bir ahenk geliyordu.
Ders verirken gözlerim gayri ihtiyari ona dönüyordu. O da bana bakýyordu, inci diþlerinde
tatlý bir gülümseme, lacivert gözlerinde dudaklarýma sürünürcesine hissettiðim bir muhabbet
lik hissini ben, ömrümde ilk defa bugün duydum.
Yalnýz yaþamaya mecbur olduðuma göre, bari böyle bir küçük kýzým olsaydý! Yazýk, bu, bana n
k.
Munise hakkýnda Hatice Haným'dan pek az þey öðrenebildim.
"Abam" dediði kadýn üvey annesiymiþ. Babasý ihtiyar bir orman memuruymuþ, ikinci karýsýný b
aldýðý için tekaüt olduktan sonra beþ on kuruþ tekaüt aylýðý sayesinde geçinip gidiyorlarmý
Hatice Haným'a dedim ki:
- Anlatýþýna göre, ailesinin hali, vakti pek fena deðil, niçin bu çocuða bakmýyorlar?
ihtiyar kadýn, kaþlarýný çattý:
- O kadar baktýklarýna þükür, baþkasý olsa sokaða atardý.
- Niçin?
- Bu kýzýn annesi fena kadýn, kýzým, aklýmda kalmadý, beþ yýl evvel mi ne, bir jandarma mül
u kýzcaðýz daha pek küçüktü. Ondan sonra, zabit de onu býrakýp baþka memleketlere gitmiþti.
nince delikanlýlar daða kaldýrmýþlar, hasýlý kötü oldu gitti.
- Olabilir. Hatice Haným, ama bu çocuðun ne kabahati var?
Çalýkuþu - F 13
194
Reþat Nuri Güntekin

- Daha ne yapsýnlar? Öyle kadýnýn çocuðuna diba kumaþlarý giydirecek halleri yok ya, dedi.
Munise, her gün mektebe gelemiyordu. Sorduðum vakit:
- Abam çamaþýr yýkattý, abam tahta sildirdi, abama odun toplayýverdim daðdan, gibi cevaplar
riyordu.
Bu çocuða, arkadaþlarý pek iyi bir gözle bakmýyorlardý. Sýnýfta onu daima kendilerinden uza
orlar, fýrsat buldukça gizli gizli canýný yakarak aðlatýyorlardý. Bunda biraz benim de kaba
im vardý. Küçük kýza karþý duyduðum sevgiyi gizleye-memiþtim. Sýnýfta onu okþadýðýmý, bahçe
görenler fena fena bakýyorlardý.
Bir gün Munise'nin mektep bahçesinde aðladýðýný, "Ne yapýyorum ben size, yapmayýn!" diye ya
um ve kendimi göstermeden pencereden baktým. Kýzlar, çeþmeden aðýzlarýna su dolduruyorlar,
e'yi kovalayarak bu suyu üstüne püskürtüyorlardý. Çocuk, aðlaya aðlaya köþeden köþeye kaçýy
oynunu saklamaya çalýþýyordu.
O aðýr ve korkak tavýrlý, durgun bakýþlý kýzlar; yaralý ceylaný kovalayan av köpeklerine dö
acaklarýnýn üstünde sert bir çeviklikle sýçrýyorlar, leþ kargalarý gibi vahþi çýðlýklar kop
ardý. Küçük kýzý kâh köþede sýkýþtýrarak, kâh toprakta yuvarlayarak avurtlarýný þiþi-rerek
arý açýk býraktýðý göðsüne fýþkýrtýyorlardý.
Aklým baþýmdan gitmiþti. Deli gibi odadan fýrladým. Öyle koþuyordum ki, sað ayaðým merdiven
dan birini çökerterek içine geçti. Ben, bahçeye çýktýðým zaman muharebenin þekli deðiþmiþ b
e'ye, kendi gibi küçük, fakat çetin bir yardýmcý çýkmýþtý. Küçük Vehbi.
Bu dokuz yaþýndaki yaramazýn kahramanlýðýný unutamayacaðým. Vehbi, çeþmeden akan sularýn bi
na getirdiði çamur bataðýna girmiþ, bir ördek gibi çýrpýnýyor,
ÇALIKUÞU 195
Munise'ye hücum edenleri korkunç bir çamur yaðmuruna tutuyordu. Kollarý, ayaklarý, yüzü çam
imsiyah kesilmiþti, ince sesi, kýzlarýn yaygaralarý arasýnda keskin bir düdük gibi ötüyordu
- Gavurun kýzlarý, býrakýn kýzý, be. Hepinizi çeserim!
Kýzlar, bu hücum karþýsýnda gerilemeye mecbur oldular. Munise'yi yarý baygýn bir halde kuca
dým, odama götürdüm.
Bu güzel, küçük kýzý, kollarýmda sýkarken duyduðum þeyleri söylemek mümkün deðil. Kalbimin
izli bir pýnar kaynýyor gibi, göðsüme sýcak bir þeyler iniyor, bütün vücudumu, gözlerimi ýs
mi kesen, ýlýk, baygýn bir lezzet sarýyordu.
Ben, bu sarhoþluðu bir kere daha duydum gibi geliyor. Fakat acaba nerede? Ne vakit?
Þimdi, bunlarý yazarken kalbim duruyor, gözlerimi uzaklara dikerek düþünüyodum. Evet, nered
Ne vakit? Bu, herhalde eski bir rüyanýn hatýrasý olmalý. Çünkü, bu uzak, silik hayalde, rüy
aklýn almayacaðý þeyler var. Kendimi havanýn boþluðu içinde uçar gibi görüyorum. Etrafýmda
saçlarýma sürünerek akan bir yaprak seli var. Acaba nerede? Yok, yok, ben ömrümde böyle þe
k defa hissettim.
Talebelerimi, o gün, biraz ihmal ederek Munise ile meþgul oldum. Fýrtýnalarla örselenmiþ za
baklara benzeyen, güzel vücudunu, beyaz denecek kadar açýk sarý saçlarýný temizledim.
Biçare, hemen on dakika, için için aðlamakta devam etti. Ah, bu gözyaþlarý. Bana öyle geliy
ki, onlardan dökülen damlalar, kýzýn küçük yüzüne deðil, benim kalbimin içine sýzýyor.
Çocuðun, yavaþ yavaþ emniyetini kazanýyordum. Ben, ona eski entarilerimden birini alelacel
e küçültüp dikerken, o,
196
Reþat Nuri Güntekin

bir kedi yavrusu gibi eteklerime sokuluyor, ýslak gözleriyle derin derin yüzüme bakýyordu.
Vakitsiz ve haksýz bir mihnete uðramýþ bütün çocuklar gibi, Munise'de de büyük bir insan ha
Benim daha bir iki aydan beri anlamaya baþladýðým bazý þeyleri o, çoktan öðrenmiþ. Evet, ü
hrýný hep o çekermiþ. Böyle olduðu halde, abasýný bir türlü memnun edemez, her gün birkaç k
miþ.
Bir hafta evvel bahçeye, komþunun ineði girmiþ. Munise, onu kovmaya uðraþýrken, en küçük ka
ktan düþmüþ, Abasý onu bir temiz dövdükten sonra ahýra kapamýþ. Ýki gün kuru ekmek kýrýntýl
memiþ.
Munise, bana, fildiþleri gibi beyaz teninde mor lekeler, çürükler gösteriyordu. Bunlar, he
p o dayaðýn izleriymiþ.
Dayanamadým:
- Peki Munise dedim, baban sana acýmýyor mu? Cahilliðime acýr gibi, derin derin yüzüme baký
seyerek:
- O bana acýyor, ben de ona acýyorum, dedi. Ýkimizin de elimizde bir þey yok ki...
Bu sözleri söylerken, öyle bir göðüs geçirmesi, iki elini açarak bu minimini avuçlarýndaki
le bir göstermesi vardý ki yüreðimi eritti.
Bebek oynar gibi seve seve, sevine sevine uðraþarak Mu-nise'yi süsledim. Küçük kýza, bir el
nasý içinde kendisini gösterdiðim vakit, sevinçten kýpkýrmýzý oldu. Pembe bir kurdele ile i
an örülmüþ saçlarýna, lacivert yünlüden kýsa entarisine, uzun siyah çoraplarýna bir yabancý
i korka korka bakýyordu.
Sonradan anladýðýma göre, Munise'nin süsü günlerce Zey-niler Köyü'ne dedikodu sermayesi olm
benim iyiliðimden hoþlanmýþ. Fakat birçok kimse de memnun kalmamýþ. Anasý daðlarda gezen bi
avrusuna, bu kadar merhamet
ÇALIKUÞU 197
fazlaymýþ. Sonra süsün bu derecesini günah sayanlar, çocuðu annesinin gittiði fena yola sap
bir teþvik addedenler de bulunmuþ.
Zavallý Munise, pembe kurdelesinden, kýsa etekli lacivert entarisinden, siyah çoraplarýn
dan hevesini alamadý.
Üvey annesi, bu elbiseleri kim bilir, ne düþünerek sandýða kaldýrmýþ. Çocuk iki gün sonra a
içinde mektebe geldi.
Munise, mektebe pek seyrek uðruyor. Hele üç günden beri hiç görünmedi. Bakalým, yarýn küçük
a dair havadis isteyeceðim.
Zeyniler, 30 Kasým
Mektebe günden güne daha fazla ýsýnýyordum. Viran dershane adeta temiz ve sevimli bir þekil
aldý. Hatta, onu bir parça süslemeye de muvaffak oldum.
ilk günlerde o kadar vahþi, yabancý bulduðum çocuklar, þimdi bana daha cana yakýn geliyorla
Ben mi onlara alýþtým, yoksa usanmak bilmeyen gayretim sayesinde onlar mý yavaþ yavaþ yola
elmeye baþlýyorlar, pek bilmiyorum? Fakat, zannederim ki, ikisinin de tesiri var.
Çok çalýþýyorum. Onlardan ziyade kendim için, kendimi iþsizlik ve yalnýzlýðýn müzmin melali
için, geceli gündüzlü didiniyorum. Muvaffakiyetsizliðe uðradýkça meyus olmuyorum. Bu bulaný
un gözlü, karanlýk ruhlu çocuklar da biraz düþünce, bir parça yaþamak zevki uyandýrdýðýmý h
orum.
Köylü komþulardan bazýlarý ara sýra bana misafir geliyorlar. Bunlar da, konuþmaktan pek hoþ
yan, hele gülmeyi bilmeyen þeyler. Galiba biraz da benden utanýp çekiniyorlar.
198
Reþat Nuri Güntekin
ilk günlerde o kadar sade giyinmeye alýþtýðým halde yine beni fazla süslü bulduklarýný, hal
diklerini anlýyorum. Hatta, muhtarýn karýsý birkaç defa da taþ atmýþtý.
Ben, onlara elimden geldiði kadar sevimli görünmeye, hatýrlarýný hoþ etmeye çalýþtým. Hatta
tup yazmak, entari biçip dikmek gibi hizmetlerde bile bulundum. Þimdi, öyle hissediyor
um ki benim hakkýmdaki fikirleri biraz deðiþti.
Evvelki gün, yine muhtarýn karýsý gelmiþti. Kocasýndan bana selam getirdi. Muhtar Efendi de
iþ ki: "Ben onu ilk gördüðüm zaman pek gözüm tutmadýydý ama, Allah için iyi kýzmýþ. Haným h
uyor. Bir iþi olursa bana haber versin."
Bu iltifata, tabii teþekkür ettim.
Burada beni beðenen, sýk sýk ziyaretime gelen bir ehemmiyetli þahsiyet daha var: Köyün ebes
Nazife Molla. Adý Zehra, yahut Ayþe olmayýþýna göre, herhalde baþka yerli bir kadýncaðýz k
ze olmasý da bunu gösteriyor.
Dedikodu yapýyor zannetmesinler diye fazla þey sormaya cesaret edemiyorum. Fakat köy h
akkýnda bana, meraklý ve eðlenceli þeyler öðretiyor. Kendisine göre, çok anlayýþlý ve incel
ar. Mesela, bir gün odada yalnýz bulunduðumuz halde baþkalarýna iþittirmekten korkuyormuþ g
, aðýzýný kulaðýma yaklaþtýrdý, Munise'nin annesi için merhamet ve müsamaha ile dolu þeyler
da baþýný sallayarak:
- Kabahat, o papaz kocasýnda. Günahýný o çeksin. Aman kýzým, söylediklerimi baþkasýna söyle
gömerler diye, sonra ilave etti.
Ebe Haným'ýn bir hafýz oðlu varmýþ. Bu ramazan B'ye cer-re gitmiþ. Epeyce kârlý bir iþ bulm
i, daha dönmemiþ. Bu sene Allah nasip ederse hafýzý evlendirecekmiþ.
Kadýncaðýz, sýrasý düþtükçe hafýzý methediyor, manalý manalý göz kýrparak bana ümitler veri
riayet edersem Hafýz Efendi'ye zevce olabilmek þerefine layýk gö-
ÇALIKUÞU 199
rüleceðimi anlýyorum. Hasýlý bu kadýn, beni epeyce eðlendiriyor.
Ebe Haným, bu sabah yine gelmiþti. Bana mevlit okumayý bilip bilmediðimi sordu. Yakýnda bi
r düðün varmýþ da. Anlaþýlan bu köyün düðünlerinde çalgý yerine mevlit okuyorlar.
Gülmemek için dudaklarýmý ýsýrarak:
- Bilirim ama, sesim yok, Ebe Haným, dedim.
Ebe Haným, bana teessüf etti. Eski hocahanýmlardan biri gayet güzel mevlit okur, bu saye
de epeyce para kazanýrmýþ. Mamafih, bugünkü ziyaretten asýl maksat bu deðil. Fakir bir kýzc
ediyorlarmýþ. Komþular sevaplarýna bir iki tencere ile yatak tedarik etmiþler, gelini köþe
oturtmak için benden de bir eski entari istiyorlarmýþ-. Zaten bu kýz, benim yabancýlarýmdan
da deðilmiþ, mektepte talebelerimden biriymiþ.
Bunu iþitince hayret ettim:
- Benim çocuklar arasýnda gelinlik kýz yok ki Ebe Haným, dedim. En büyüðü on iki yaþýnda. N
la güldü:
- ilahi kýzým, on iki yaþ küçük mü? Ben, köþeye oturduðum zaman on beþ yaþýdaydým da, bana
rdi. Þimdi, eski âdetler kalktý ama, bu öksüzün kimseciði yok, sokakta kaldý. Burada bir ço
met var, ona veriyoruz. Hiç deðilse bir dilim ekmek yedirir.
- Kim bu kýz, Ebe Haným?
- Zehra.
Sýnýfýmda yedi, yahut sekiz tane Zehra var, onun için birdenbire hatýrlayamadým. Fakat Ebe
aným, hangisi olduðunu söylediði vakit hayretten donakaldým.
Çoban Mehmet'le evlenecek Zehra, insanýn rüyasýna girse korkutacak kadar acayip bir mahl
uk, bir nevi delidir. Kýna renginde çalý gibi sert, karmakarýþýk saçlarý, balmumu gibi renk
de yine o renkte çilleri, daracýk alnýyla bir hizada korkunç gözleri vardýr.
Daha ilk görüþte, bu çocuðun hasta olduðunu anlamýþtým.
200
Reþat Nuri Güntekin

Sýnýfta hiç konuþmaz, fakat bir þey anlatmak, yahut dersi okumak lâzým geldiði vakit birden
dik, korkunç bir sesle baðýrmaya baþlar.
Anlayamadýðým cihet þudur ki, Zehra, hesap ve ezber derslerinde sýnýfýn en kuvvetli talebes
r.
Sýnýfta olduðu gibi, bahçede de herkese uzak durur, ne o güzelim tabut, teneþir ilahilerine
ne o neþeli cenaze oyunlarýna iþtirak eder.
Fakat onun, birkaç günde bir, kendi kendine oynadýðý bir oyun vardýr ki, beni ötekilerden z
de dehþetlendirir. Zehra, bahçenin ortasýnda, havadan gelen bir sesi dinliyor gibi yap
týktan sonra, gözlerini belertir, durduðu yerde bir çay semaveri gibi fokurdamaya, acayi
p sesler çýkarmaya baþlar. Sonra, bu cezbe hali artar, kýrmýzý saçlarý kabarýr, aðzý köpürü
eye baþlar. Bu, þüphesiz bir oyundur. Fakat, bilmem neden, ben onu seyrederken titreme
ye baþlarým.
Ebe Haným, bana, bu kýzýn gelin olacaðýný anlatýrken kendi kendime: "Eyvah, dedim, Zehra o
e þevke gelir de Çoban Mehmet'e bu oyunu oynamaya kalkarsa, biçarenin vah haline."
Komþum gittikten sonra, eski elbiselerimden birini daha buldum. Zehra'ya gelin elb
isesi dikmeye baþladým. Ne çare bu zavallý kýza biraz çeki düzen vermeli. Hiç olmazsa Çoban
, daha ilk geceden onu býrakýp kaçmasýn.
Zeyniler, l Aralýk
Zehra, dün gece muhtarýn evinde gelin oldu. Çoban Mehmet, mahzun olmasýn diye köyün meydaný
davul, zurna çaldýlar, bir iki pehlivan güreþtirdiler.
Kadýnlar arasýnda da, ayrýca bir kýna gecesi yapýldý. Mevlit okutuldu.
ÇALIKUÞU 201
Benim hediye ettiðim gelin elbisesi köyün ihtiyarlarýna yine fazla alafranga görünmüþtü. Ku
ftan: "Yarýn ahi-ret", "Münkir, nekir", "Kýzgýn topuz" gibi kelimeler geliyordu. Buna mu
kabil genç kadýnlarýn aðýzlarýnýn suyu akýyordu. Aralarýnda, galiba, geline haset edenler b
yordu.
Gece, pek eðlendim. Muhtarýn karýsý güzel bir sofra hazýrlamýþtý. Ortada dönen sözlerden, b
a'dan ziyade, "istanbullu Hocaným"a gösteriþ yapmak için göze alýndýðýný anlaþýlýyordu.
Çoban Mehmet'e gelini teslim etmeden evvel gülünç bir el öpme merasimi yapýldý.
Bu kaba saba, utangaç köy delikanlýsýnýn gözlerini yumarak öptüðü eller arasýnda benimki de
demek, bir bakýma ana demek olduðu için bu lazýmmýþ.
Bu el öpme-merasiminde, öyle gizli bir komedi geçti ki, hiç unutmayacaðým. Muhtarýn karýsý
Haným baþta olmak üzere, beþ altý ihtiyar kadýn, uzun bir kerevetin þiltesi üzerinde sýral
en hâlâ onlar gibi baðdaþ kurup oturmasýný beceremediðim için, ocaðýn yanýnda bir çamaþýr s
nuyordum.
Gözlerini bir türlü yerden ayýrmaya cesaret edemeyen Çoban Mehmet, evvela beni görmemiþti.
Haným köþeden: "Mehmet oðlum, hocanýným da elini öp!" diye beni gösterince delikanlý, utan
nýma geldi. Ben ciddiyetle elimi Uzattým, fakat, çobanýn parmaklarýmý tutmasýyla býrakmasý
u. Bunun bir el olduðuna inanamýyor, aptal aptal bakýyordu. Öen, güldüðümü belli etmemeye ç
vladým" dedim.'
Adamcaðýz, elimi tekrar tuttuktan sonra dayanamadý, utanýp sýkýlmayý býrakarak, yüzüme bakt
eldik. Daha fenasý, tam bu esnada ocaktan yüzüme vuran kuvvetli biy çýra aydýnlýðýnda güldü
dakikadaki þaþkýnlýðý kadar ömrümde gülünç bir þey gördüðümü hatýrlamýyorum.
202
Reþat Nuri Güntekin

El öpme merasiminden sonra, damadý, gelinin bulunduðu odaya doðru götürdüler. Zehra, yeni e
sesi, biraz evvel kendi elimle tarayýp süslediðim baþýyla, hemen hemen güzelce bir kýza dön
t, kendisini, bura âdetlerince, duvak yerine yeþil atlastan bir nevi torbanýn içine sokm
uþ olduklarý için, çoban üzerinde ne tesir yaptýðýný göremedim.
Zeyniler, 15 Aralýk
Bu sabah, uyandýðým vakit, etrafýmda bir eksiklik var gibi geldi. Dikkat edince, buldum.
Geceleri bahçede, mahzun bir ninni sesiyle akan çeþme durmuþtu.
Pencereyi açmak için yataðýmdan kalktým. Tahta kepenk-ler fazla mukavemet etti ve ben, kuv
vetle sarsarken aralarýndan karlar dökülmeye baþladý.
Meðer, bu gece kar baþlamýþ. Zeyniler, adeta tanýnmayacak bir hale gelmiþti.
Hatice Haným'dan iþitmiþtim. Burada kar, bir kere yaðmaya baþladý mý, nisana kadar bir daha
lkmazmýþ. Ne iyi þey, demek yapraklarý bile siyah görünen bu karanlýk ve can sýkýntýsý niem
baharý kýþ aylarýnda baþlýyor.
Öteden beri kar, benim için, yeni açýlmýþ badem çiçeklerinden daha güzel bir þeydir. Bahçed
temiz, yumuþak ý þeylerin içinde yuvarlanmakta bulduðum neþe ve zevki hiçbir bayramda bula
. Sonra insan, için için nefret ettiði insanlara karþý ne tatlý intikam vesileleri bulur. B
nim vaktiyle bir düþmaným vardý ki, kardan çok korkardý. Kalýn fanila yakalar içine sakladý
ynuna haberi olmadan kar doldurur; o, soðuktan kýzarmýþ dudaklarýyla titrer ve renkten ren
ge girerken neþeden çýldýrýrdým.
ÇALIKUÞU 203
Zeyniler, 17 Aralýk
Kar, gittikçe artýyor, yollar kapandý. O kadar ki, çocuklardan birçoðu mektebe gelemiyor.
Bugün hayatýmýn en acý, en dertli günü oldu. Sabahleyin talebelerim bana fena bir havadis g
tirdiler. Dün gece, Munise, bir kabahat yapmýþ, babasý odunla dövmek için üstüne yürümüþ, ç
eresinden kendini bahçeye atmýþ, karlar ve karanlýklar içinde uzun müddet kalamayacaðýný, b
nra kapýya gelip yalvaracaðýný zannetmiþler, fakat saatler geçtiði halde, çocuk görünmemiþ.
omþulara haber vermiþler. Köy delikanlýlarý ellerinde yanar çýralarla sokaklara dökülmüþler
reye gittiðini anlamak bir türlü mümkün olamamýþ.
Munise'yi en sevmeyen arkadaþlarý bile ona acýyorlardý. Akþama kadar her yeri aradýlar. Küç
ne kadar ehemmiyet verdiðimi bildiði için, Muhtar Efendi, Vehbi ile sýk sýk bana havadis gö
deriyordu.
Vehbi, bugün büyük bir erkek kadar ciddi ve telaþlýydý. Munise'nin hâlâ bulunmadýðýný anlat
morarmýþ avuçlarýnýn içini gösteriyor, kaþlarýný çatarak "Gitti fakir kýzcaðýz, kurtlar ye
Akþama doðru Vehbi'nin bu þüphesi büyüklere geçmeye baþladý: "Çocuk, bu fýrtýnada baþka köy
bir yerde soðuktan donup öldü, ya canavar paraladý!" diyenler oluyordu.
Bu göz gözü görmeyen tipi altýndaki günün siyah bir duman gibi inen akþamýyla beraber, içim
ümitsizlik çöktü. Hayata zalim ve haksýz bir þey diyenlere ilk defa inanýyor, ona isyan ed
rdum.
Sesim, soluðum kesilmiþ, baþým ateþler içinde, erkenden yataðýma girdim; aydýnlýk, bu gece
ncittiði için lambamý söndürdüm.
204
Reþat Nuri Güntekin

Dýþarýda fýrtýna gittikçe artýyor, pencere kepenklerini zorlu hücumlarla sarsýyordu.


Zavallý küçük kýz, kim bilir, nerelerde gömülü, açýk sarý saçlarý kim bilir, karanlýðýn han
lardan kalma bir ýþýk parýltýsý gibi titriyor?..
*
Kaç saat geçtiðini bilmiyorum, insan böyle hallerde zaman hissini kaybediyor. Mezarlýk tar
afýndaki kapýyý vuruyorlar gibi bir ses iþitmeye baþladým. Rüzgârdan baþka ne olabilirdi? F
yýr, bu rüzgâr sarsýntýsýndan baþka bir þeydi. Yataðýmdan doðrularak kulak verdim ve geceni
bir insan iniltisi iþitir gibi oldum. Hemen yataðýmdan fýrladým, omuzlarýma bir örtü alýp a
adým.
Niyetim Hatice Hamm'ýn odasýna uðrayarak onu uyandýrmaktý. Fakat o da bu sesi iþitmiþ, elin
bir mum parçasýyla taþlýða çýkmýþtý.
Kapýyý birdenbire açmaya cesaret edemedik. Zaten gürültü de kesilmiþti.
Hatice Haným erkek gibi kalýn sesiyle: "Kimdir o?" diye baðýrdý. Cevap yok. ihtiyar kadýn b
r kere daha seslendi. O vakit, rüzgârýn gürültüsü içinde ince bir sesin inlediðini iþittik.
Hatice Haným: "Sen kimsin?" diye baðýrdý. Fakat, ben sesi tanýmýþ, "Munise" diye haykýrarak
demirlerine sarýlmýþtým.
Kapý açýlýr açýlmaz içeriye karlý bir rüzgâr doldu, ihtiyar kadýnýn elindeki mum birdenbire
Karanlýkta, kollarýmýn içine buz gibi olmuþ, küçük bir vücut düþtü.
Hatice Haným, tekrar mumunu yakmaya uðraþýrken, ben onu göðsümde sýkýyor.hýçkýra hýçkýra að
Son kuvvetini tükettiði anlaþýlan Munise, kollarýmda baygýn gibiydi. Yüzü mosmof, saçlarý d
nin içine karlar dolmuþtu.
ÇALIKUÞU 205
Çocuðu soyduktan sonra kendi yataðýma yatýrdým. Hatice Hamm'ýn mangalýnda ýsýttýðým fanila
ovuþturmaya baþladým. Munise, kendine gelir gelmez ilk sözü "Bir parça ekmek!" diye yalvar
ak oldu. Bereket versin, biraz sütümüz vardý. Hatice Hamm'la onu ýsýttýk ve kaþýk kaþýk çoc
dýk.
Dakikalar geçtikçe Munise'nin yüzü kýzarmaya, gözlerine fer gelmeye baþlýyordu. Kollarýmda
içini çekiyor, kim bilir, hangi acý ile için için aðlýyordu?
Ah, þu çocuk gözlerindeki minnet! Dünyada, bir parça iyilik edebilmekten daha güzel bir þey
muyor. Fýrtýna içinde, viran bir gemi teknesi gibi sallanan bu sefil ve karanlýk oda, oc
aðýn kýzýl akisleri içinde birdenbire öyle munis ve mesut bir yuva olmuþtu ki... Biraz evve
ayata gösterdiðim emniyetsizlik için, kendi kendime utanýyordum.
Çocuk, artýk konuþmaya baþlamýþtý. Kollarý boynumda, sarý saçlarý bileklerimden dökülerek,
sorduðum suallere aðýr aðýr cevap veriyordu. Dün akþam, üvey annesinden çok korkmuþ, köyün
bir ambara kaçarak samanlarýn arasýna girmiþ. Samanlar insaný yatak gibi sýcak tutuyormuþ.
at, bugün çok acýkmýþ. Dýþarý çýkarsa tutup yine eve götüreceklerini biliyormuþ. Onun için
lemiþ.
Zavallý çocuðun en büyük ümit yeri benmiþim. Bütün gün "Hocaným mutlak bana ekmek verir," d
avutmuþ.
Biraz sonra, çocuðun parlak gözlerine bir gölge düþtüðünü, ilk neþesinin sönmeye baþladýðýn
um yoktu. Çünkü ayný korku bende de uyanmýþtý. Yarýn sabah Munise'yi yine eve götürmek lâzý
içimde sönük bir ümit yok deðildi. Çok güzel bulduðumuz için, hiçbir zaman elimize geçmeyec
karþý duyulan o ümitsiz ümit.
206
Reþat Nuri Güntekin

Munise'de neticesiz bir rüya uyandýrmaktan korkar gibi yavaþ bir sesle Hatice Haným'a de
dim ki:
- Mademki bu kýzý, evlerine istemiyorlar. Acaba ben, onu kendime evlat etmek istesem
razý olurlar mý? Benim de kimsem yok. Vallahi bu çocuða kendi evladým gibi bakarým. Acaba
ermezler mi?
Bu çýlgýn arzum, Hatice Haným'ýn dudaklarýndan çýkacak kelimeye baðlýymýþ gibi, litreye tit
uzatýyor, boynumu büküyordum.
Ýhtiyar kadýn, gözlerini ocaða dikmiþ, düþünüyordu. Aðýr aðýr baþýný salladý:
- Fena olmaz. Yarýn muhtarla konuþalým. O "Peki!" derse babasýný da razý ederiz, iyi olur,
edi.
Ben, ömrümde bu kadar güzel bir ümit sözü iþittiðimi bilmiyorum. Cevap vermeden Munise'yi g
. Çocuk, ellerimi öperek "Anacýðým, anacýðým!" diye aðlamaya baþladý.
Ben, bu satýrlarý yazarken, Munise, yataðýmda, sarý saçlarýnda ocaðýn mesut kýzýllýklarý ti
. Ara sýra derin derin içini çekiyor ve dolu dolu öksürüyordu.
Bu çocuðu, bana býrakýrlarsa ne kadar mesut olacaðým Yarabbi! O vakit ne geceden, ne fýrtýn
ne sefaletten, hiçbir þeyden korkum kalmayacak. Onu, kendi elimle büyüteceðim, mesut edec
eðim. Ben, bunu bir zamanlar baþka küçükler için ümit etmek çýlgýnlýðýna kapýlmýþtým, fakat
e kucak kucaða öldüler.
Artýk, hayatla barýþtým. Her þeyi tekrar seviyorum. Kâm-ran, bir akþamüstü, kalbime gömdüðü
inileri öldüren sen olduðun halde bu gece, senden bile eskisi kadar nefret etmiyorum.
ÇALIKUÞU 207
Zeyniler, 18 Aralýk
Bu gece yine, galiba gözlerimi uyku tutmayacak. Hastalar gibi mesut olanlara da ge
celer öyle uzun geliyor ki...
Sabahleyin Hatice Hamm'la beraber muhtarýn evine gittim, ihtiyar adam, Munise için h
avadis sormaya geliyorum sandý.
- Daha bulunamadý ama, bakalým bir iki yerde ümidim var, gibi sözlerle beni teselli etme
ye baþladý.
Ben, akþamki vakayý anlattým. Sözümün sonuna gelirken yüreðim çarpýyor, gözlerim kararýyord
lmayacak bir þey için yalvarýr gibi ellerimi kavuþturdum:
- Bu küçük kýzý bana verin. Kendime evlat edeyim, baðrýma basayým. Görüyorsunuz ki, biçare
e ziyan olacak, dedim.
Muhtar Efendi, gözlerini kapadý, sakalýný çekiþtirerek bir zaman düþündü, sonra:
- Pekâlâ kýzým, hakikaten sevap iþlemiþ olursunuz, dedi.
- Demek Munise'yi bana vereceksiniz?
- Babasý zaten öteki çocuklara bakmaktan âciz. Vermeyip de ne yapacak. Olmazsa eline beþ,
on kuruþ da veririz.
O dakikada, sevinçten nasýl çýldýrmadýðýma hayret ediyorum. Bu kadar kolay ele geçireceðimi
Akþamdan beri saatlerce düþünmüþ, edebilecekleri itirazlara cevaplar bulmuþ, yüreklerini r
e geçirmek için zihnimde adeta nutuklar hazýrlamýþtým. Daha olmazsa annemden kalan birkaç p
mücevheri verecektim. Onlarý, bu zavallý küçük esiri kurtarmaktan daha iyi bir yere sarf ed
bilir miydim? Fakat, iþte bunlarýn hiçbirine hacet kalmýyor, Munise bir canlý oyuncak gibi
kollarýma býrakýlýyordu.
Ben, baþkalarý gibi deðildim. Çok sevindiðim, mesut olduðum vakit, duygularýmý sözle anlata
tlaka karþýmdaki-nin boynuna sarýlmak, onu öpmek ve hýrpalamak isterim. Müh-
208
Reþat Nuri Güntekin

tar Efendi de o dakikada iþte böyle bir tehlike geçirdi ve sadece buruþuk elinin bir def
a öpülmesiyle benden kurtuldu.
iki saat sonra, muhtar, Munise'nin babasýyla beraber mektebe geliyordu. Ben, bu ad
amý fena çehreli, korkunç, zalim bir insan diye düþünüyordum. Halbuki, bilâkis, ufak tefek,
alýklý düþkün bir ihtiyardý.
Bana, istanbullu olduðunu, fakat kýrk seneye yakýn bir zamandan beri memleketini görmediði
ni söyledi; karýþýk bir rüyayý anlatýr gibi tereddütlerle Sarýyer'den, Aksaray'dan bahsetti
Munise'yi bana vermeye razý oluyordu. Fakat ona çok acýdýðýný hissettim. Çocuðu mesut etmek
mden geleni esirgemeyeceðimi, onu daima kendisine göstereceðimi vaat ettim.
*
Zeyniler'in, fakir, karanlýk mektebi bugüne kadar, böyle bir bayram, böyle þenlik görmedi.
undan eminim. Munise ile sevincimizden odalara, sofalara, sýðmýyorduk. Kahkahalarýmýz, saça
lardan uyuþmuþ kuþlarý uyandýrýyor gibi tavanlardan þen cývýltýlar geliyordu.
Munise, birkaç saat içinde nazlý bir küçükhaným halini almýþtý. Al faniladan bir elbisem va
giyemezdim. Onu bir parça daraltýp kýsaltarak ona koket bir kostüm yaptým. Kýz, bu elbise
nde, nasýl anlatayým, bir içim su, aðza alýnýnca eriyen fondan þekerleri gibi bir þey oldu.
Kar, bir gün evvelki þiddetini kaybetmiþ olmakla beraber hâlâ devam ediyordu. Akþamdan evve
, çocuðu elinden tutarak bahçeye çýkardým. Hatice Haným, Zeyni Baba'nýn kandillerini yakmay
inceye kadar gezdik, birbirimizi kovaladýk, mezar taþlarý arasýnda top muharebesi yaptýk.
Neþemiz, ihtiyar kadýnýn çatýk yüzünü bile güldürmüþtü:
- Haydi artýk içeri gîrin, üþüyeceksiniz, hasta olacaksýnýz, derken tatlý tatlý sýrýtýyordu
ÇALIKUÞU 209
Üþümek mi? insanýn içinde güneþ yanarken üþümek mi? Bu akþam, gökyüzü bana, batýdan doðuya
gibi göründü; yavaþ yavaþ sallandýkça, üstümüze beyaz çiçeklerini döken kocaman bir yasemin
Zeyniler, 30 Aralýk
Munise ile öyle canciðer olduk ki... Bu küçük kýz, derslerimden artakalan bütün saatlerimi
Ona ne biliyorsam öðretmek istiyorum. Günde bir saat Fransýzca ders veriyorum, resim ya
ptýrýyorum. Hatta, ara sýra -köyde duyarlar da bizi taþa gömerler- kapýlarý, pencereleri ka
ak ona bir parça dans bile öðretiyorum. Bazen, kendi kendime güleceðim geliyor.
- Çalýkuþu! Sen, her þeyi öðreteceðim diye Munise'yi Allah esirgesin, Hacý Kalfa'nýn Mirat'
eksin, diyorum.
Bu fakir köy çocuðu, birdenbire, bir asilzadeye benzedi. Her halinde, her sözünde ince bir
sevimlilik var. Evvela, buna hayret etmiþtim. Fakat, þimdi sebebini anlamaya baþlýyorum
. Munise'nin annesi herhalde dedikleri kadar adi olmayacak.
Çocuk bana, son derece minnettar. Bazen, hiç sebepsiz yanýma yaklaþýyor, ellerimi tutarak
yanaklarýna, dudaklarýna sürmeye baþlýyor. O vakit ben de onun nazik bileklerini ellerimin
içine alýyorum, minimini parmaklarýný birer birer öpüyorum.
Zavallý küçük, asýl iyiliði kendisinin bana ettiðini bilmiyor, onu yanýma almakla bir fedak
iðimi sanýyor.
Çalýkuþu - F. 14
210
Reþat Nuri Güntekin

Bu çocuðun öyle ümit edilmeyen tuhaf sözleri var ki... Geldiðinin ikinci günüydü:
- Munise, istersen bana anne de, daha iyi olur, dedim. Tatlý tatlý gülümseyerek yüzüme bakt
- Olur mu abacýðým?
- Niçin olmasýn?
- Sen, küçüksün, abacýðým, sana nasýl anne derim? Bu sözü, adeta izzetinefsime dokundu, par
ehdit ederek:
- Seni þeytan seni, dedim. Neden ben küçük olayým? Ben yirmi yaþýný geçmiþ koskoca kadýným.
Munise, dilini diþlerinin arasýna sýkýþtýrarak bana bakýyor, bir þey söylemeden gülüyordu.
- Yalan mý? Koskoca kadýným ya, diye tekrar ettim.
- Sen, benden o kadar büyük deðilsin ki abacýðým, on dört-on beþ yaþ.
Kendimi tutamayarak gülmeye baþladým. Munise yüz bulmuþtu, utana utana:
- Sen daha gelin olacaksýn abacaðým. Ben, saçýmýn iki tarafýna teller takacaðým. Kendin gib
ir... Elimle, çocuðun aðzýný kapadým:
- Bir daha böyle bir þey söylersen dudaklarýný koparýrým, dedim.
*
Küçüðümün bir hali de, süsü çok sevmesi, fazlaca koket olmasý. Ben koket ruhlu kýzlardan öt
hoþlanmam ama, Munise'nin ayna karþýsýnda süslenmesi, beðene beðene kendisine gülümsemesi
ndirmiyor deðil. Hatta, dün elinde yanmýþ bir kibrit ucu da yakaladým. Gizli gizli gözüne s
kmeye uðraþýyordu. Maskara, kimden öðrenmiþ bilmem ki? Þimdi neyse ama, birkaç seneye kadar
genç kýz olup çýkarsa birini bulup sevmeye, evlenmeye kalkarsa fena.
ÇALIKUÞU 211
Bunlar, aklýma geldikçe hem kýz anneleri gibi heyecanlanýyorum, hem de bir yandan hoþlanýyo
um.
Munise, dün kýzara bozara benden bir ricada bulundu. Saçlarýnýn benim saçlarým gibi olmasýn
ormuþ.
Bebek oynar gibi, Munise ile oynamak benim zaten Allah'tan aradýðým þey. Küçük kýzý dizleri
sýna aldým, saçlarýnýn örgülerini çözerek istediði gibi tarayýp fýrçaladým.
Rafýn üzerinde duran küçük aynayý aldý:
- Kuzum, abacýðým, gel. Ýkimiz yan yana aynaya bakalým, dedi.
Fotoðraf çektiren kardeþler gibi baþ baþa verdik. Aynanýn içinde gülüyor, birbirimize dilim
duk.
Munise, lacivert gözleri, duru beyaz teni, ince þirin yüzüyle bir melek gibi güzeldi. Faka
t memnun görünmedi; eliyle burnumu, yanaklarýmý okþayarak:
- Nafile abacýðým, sana benzemiyorurn ki, dedi.
- Daha iyi ya çocuðum.
- Nemelâzým abacýðým, ben senin gibi güzel deðilim ki... Baþýný daha ziyade yaklaþtýrýyor,
geçirdiði küçülj eliyle, yine yüzümü okþuyordu:
- Abacýðým sen kadife gibisin. Senin yüzünde insan ayna gibi kendini görüyor, diyordu.
Bu münasebetsiz çocuðun saçmalýklarýna gülüyor, o kadar emekle düzelttiðim saçlarýný karýþt
layayým, defterimi benden baþkasý okuyacak deðil ya, kendimi güzel zannettiðimden çok güzel
yor: "Feride, sen kendini bilmiyorsun. Sende, kimseye benzemeyen baþka bir þey var!"
diyenlere hak verecek gibi oluyordum.
Neler söylüyorum? Ah, bu küçük kýz! Ben, onun aklý baþýnda bir kýz haline getirmeye çalýþýr
gibi koket yapacak.
212
Reþat Nuri Güntekin

Zeyniler, 29 Ocak
Defterime, bir aydan beri el sürmemiþtim. Yazý yazmaktan, herhalde daha fazla iþlerim va
rdý. Hem de mesut günlerin yazýlacak nesi olur ki?
Bir aydan beri derin bir gönül sükûnu içinde yaþýyordum. Yazýk ki devam etmedi. Ýki gün evv
n geçen bir posta arabasý benim için dört mektup býrakmýþ. Onlarý görür görmez içime bir at
iðini, içlerinde ne olduðunu bilmeden:
- Keþke bunlar, ben görmeden yolda kaybolsaydýlar, dedim.
tik tahminimde yanýlmamýþtým. Zarfýn üzerindeki yazýyý tanýyordum. Mektup ondan geliyordu.
Zarflar, beni buluncaya kadar elden ele dolaþmýþ, üzerleri mavili, kýrmýzýlý yazýlar, damga
olmuþtu.
Elimi sürmeye cesaret edemeden bir tanesinin üstündeki adresi okudum:
"B... Merkez Rüþtiyesi muallimlerinden Feride Hanýmefen-di'ye."
Zarflan avucumda buruþturduktan sonra ocaðýn yanýndaki rafa fýrlattým. Pencereye baþýmý day
dalgýn dalgýn uzaklara baktýðýmý gören Munise:
- Abacýðým, neren aðrýyor? Yüzün sapsarý, dedi. Kendimi toplamaya çalýþarak gülümsedim:
- Bir þeyim yok, çocuðum. Bir parçacýk baþým aðrýyor. Seninle biraz bahçeye çýkarsak geçer.
Gece yataðýmda, gözlerim karanlýða dikili, saatlerce uykusuz kaldým. Büyük bir kararsýzlýk
n oluyordum; yüzsüz, zalim bu mektuplarda, kim bilir bana neler söylemeye cesaret ediy
ordu? Birkaç defa lambayý yakarak onlarý okumak istedim. Fakat kendimi zapt ettim. Onl
arý okumak ayýptý, benim için tenezzüldü.
r
ÇALIKUÞU 213
Aradan iki gün geçti. Mektuplarý hâlâ orada duruyor, odanýn havasýna bir zehir neþreder gib
ni, için için eritiyordu. Müzmin hüznüm, Munise'ye de geçmiþti. Zavallý kýz derdimin nerede
ni biliyor, beni hasta eden bu kâðýtlara kinle, nefretle bakýyordu.
- Abacýðým, dedi. Ben bir þey yaptým ama, bilmem darý-lacak mýsýn?
Birdenbire döndüm. Gözlerim gayri ihtiyari ocaðýn yanýndaki rafa giti. Mektuplar orada yokt
, teessürden göðsüm týkanarak.
- Nerede onlar? dedim. Çocuk, baþýný eðdi:
- Ben onlarý yaktým abacýðým. Ne yapayým, sen pek üzülüyordun...
- Ne yaptýn Munise? dedim.
Çocuk, benim þiddet göstermemi, omuzlarýndan tutup sarsmamý bekliyor, titriyordu. Baþýmý bi
koyarak yavaþ yavaþ aðlamaya baþladým.
- Abacýðým, aðlama. Ben onlarý yakmadým, sana mahsus öyle söyledim. Üzülmeseydin o vakit ya
l iþte.
Küçük kýz, bir eliyle baþýmý okþuyor, ötekiyle mektuplarý elime tutuþturmaya çalýþýyordu:
- Al abacýðým, onlar galiba, senin sevdiðin birisinden geliyor.
- Yumurcak, o nasýl lakýrdý? diye baðýrdým.
- Ne bileyim abacýðým? Sevdiðinden olmasa böyle aðlar mýsýn?
Bu çok bilmiþ bücürün sözlerinden ve gözyaþlarýmdan utandým. Bu hale bir nihayet vermek lâz
vermiþtim.
- Küçüðüm, keþke bu sözleri söylemeseydin. Fakat mademki bir kere söyledin. Bak, sana ispat
. Mektuplar
214
Reþat Nuri Güntekin

benim sevdiðim bir insandan gelmiyor, nefret ettiðim bir düþmandan geliyor. Gel seninle
beraber yakalým onlarý.
Oda karanlýktý, yalnýz ocakta bitmeye yüz tutmuþ bir çalý demeti ara sýra parlayýp sönüyord
rdan birini ateþe fýrlattým. Zarf, kývrýla kývrýla yanmaya baþladý. Biterken ikincisini, so
Munise, anlayamadýðým bir hisle göðsüme sokulmuþtu. Mektuplar birer birer yanarken, karþýmý
re olan bir insan varmýþ gibi susuyorduk. Sýra dördüncüye geldiði vakit, içime dayanýlmaz b
lýk acýsý çöktü. Fakat ötekiler yandýktan sonra, bunu býrakamazdým. Kalbimin bir parçýsý-ný
onu da attým.
Son mektup ötekiler gibi birdenbire tutuþmadý, bir ucundan ince bir duman çýkarak için için
nmaya baþladý. Sonra, zarfýn gevþeyip açýldýðýný, ince yazýlarla dolu bir kâðýdýn yavaþ-yav
hammül edemiyordum. Munise, gönlümden geçenleri biliyor gibi, birdenbire eðildi elini ateþe
sokarak son mektubun bir parçasýný kurtardý.
*
Onu ancak çocuðu uyuttuktan sonra okumaya cesaret ettim. Yalnýz þu satýrlar kalmýþtý.
"Annem geçen sabah yüzüme bakarken aðlamaya baþladý: 'Ne var anne? Niçin aðlýyorsun?' diye
Evvela söylemek istemedi: 'Hiçbir þey yok. Bir rüya gördüm!' dedi. Ýnat ettim, yalvardým,
et söylemeye mecbur oldu. Sakin sakin aðlayarak þunlarý söyledi:
"Rüyamda onu gördüm. Karanlýk bir yerlerde dolaþýyor önüne gelene: 'Feride buralarda mý? Al
için söyleyin! diyordum. Yüzü örtülü kadýn beni elimden tutarak tekkeye benzeyen loþ bir ye
u:
iþte Feride þurada yatýyor. Boðaz hastalýðýndan öldü' dedi. Baktým, evlatçýðým, gözleri kap
ÇALIKUÞU 215
nýn rengi bile solmamýþ. O acý ile, aðlaya aðlaya uyandým. Ölü, diri getirir derler, deðil
Feride'yi yakýnda göreceðim, deðil mi, Kâmran?
Annemin sözlerini sana aynen yazdým. Beni bir tarafa býrak. Fakat annen demek olan bu
ihtiyar kadýný daha ziyade aðlatmak doðru mu? Teyzenin rüyasý o günden beri benim de rüyam
Ne vakit gözlerimi kapayacak olsam seni uzak bir memleketin karanlýk bir odasýnda; gözl
erin kapalý, siyah saçlarýn, taze yüzün..."
Mektup parçasý burada bitiyor, bana sadece teyzemin matemini anlatýyordu. Kâmran, görüyorsu
ki, bizi her þey birbirimizden ayýrýyor. Seninle artýk iki düþman bile deðiliz; birbirimiz
iç, ama hiç görmeyecek iki yabancýyýz.
Zeyniler, 5 Þubat
Dün gece, geç vakit bataklýk tarafýndan silah sesleri gelmeye baþladý. Ben korktum; fakat M
nise, hiç telaþ etmedi.
- Her zaman olur, jandarmalar eþkýya kovalýyor, dedi.
Silah sesleri seyrek fasýlalarla on dakika kadar devam ettikten sonra durdu.
Bu sabah, havadisi öðrendik. Munise'nin tahmini doðruymuþ.
Postacý soyan birkaç serseri ile jandarma arasýnda bir çarpýþma olmuþ. Jandarmalardan biri
i aðýr yaralý olarak Zeyniler'in misafir odasýna getirilmiþ.
Öðleye doðruydu, küçük Vehbi, soluk soluða mektebe geldi, beni elimden yakalayarak:
- Kýz hocaným, çabuk zarnýný (çarþaf olacak) giyin, gel be. Seni misafir odasýna çaðýrýyorl
- Kim çaðýrýyor?
216
Reþat Nuri Güntekin

- Hekim çaðrýyor, babam söyledi.


Hemen çarþafýmý giydim. Vehbi önde, ben arkada misafir odasýna gittik.
Burasý, iki basýk oda ile merdivenli, çarpýk bir sofadan ibaret viran bir hayat. Gece, k
ar, hastalýk gibi sebeplerle yoluna devam edemeyen yolcularý burada barýndýrýyorlar. Sevap
larýna biraz yiyecek veriyorlar.
Kapýda burnundan havaya soðuk dumanlar çýkararak eþinen güzel bir atýn yüzünü okþadýktan so
m. Avlu, karanlýk olduðu için lamba yakmaya mecbur olmuþlardý.
Kalýn kaputlu; kocaman çizmeli, þiþman bir askeri doktor, merdiven basamaðýna oturmuþ bir þ
yazýyor, avluda yüzü seçilmeyen birkaç kiþi ile konuþuyordu. Çehresini yandan görüyordum.
yaz býyýklý, kalýn kaþlarý, canlý ve sevimli bir yüzü vardý. Fakat, Yarabbi, bu adam konuþu
adar kaba hatta ayýp kelimeler kullanýyordu. O kadar ki, bir ara, tersyüzü geri dönmeyi ak
lýmdan geçirdim.
Mutlaka yine fena bir kelime söyleyeceðini anlatan sert bir kahkaha ile gülerek baþýný çevi
ce beni gördü, birdenbire durdu; boz renkli ceketi üzerinde kocaman siyah sakalýný görebild
m birisine:
- Yahu, yüzbaþým, hatýrýn kalmasýn ama sana: "Ayý Dayý" adýný takanlarýn yerden göðe kadar
a kadýn varmýþ da ne diye beni kibar kibar söyletiyorsun, dedi ve bana döndü:
- Hemþire Haným, kusura bakmayýn. Geldiðinizi göremedim. Geçiniz yukarý. Ama biraz durun da
n ineyim. Merdivenler yufka gibi; ikimizi birden çekeceðe benzemiyor. Haydi geçin þimdi.
Ben geliyorum.
Basamaklarý ikiþer ikiþer atlayarak yukarý çýktým.
ihtiyar doktorun "Yüzbaþým" dediði adama takýlmakta j devam ettiðini iþitiyordum.
- Yüzbaþým, bu muallime istanbullu. Nereden anladýðý- ]
ÇALIKUÞU 217
ma þaþýyorsun, deðil mi? Ah, yüzbaþým, sen kâinatta hangi hadiseye böyle koyun gibi bön bön
rdiveni çýkýþýndan anladým. Gördün mü, nasýl keklik gibi sekiyor? Þimdi istersen yaþýný da
aðýz, taþ çatlasa kýrktan fazla deðil.
Böyle delidolu sözler, öteden beri, beni pek eðlendirir. Kendi kendime güldüm:
- iþte bunda yanýldýn Doktor Bey, dedim.
Beþ dakika sonra ihtiyar doktor, çizmeleri altýnda merdivenleri çatýrdatarak yukarý çýktý,
adan konuþmaya baþladý:
- Efendim, vaka malum, bir yaralýmýz var. Ehemmiyetli bir þey deðil. Fakat bakýlmaya muhtaç
Kendim biraz sonra gideceðim. Yapýlacak þey, ehemmiyetsiz bir pansuman, ama aðýzlarýna, yü
rine bulaþtýrmalarýndan korkuyorum. Onlarýn doktora da emniyetleri zayýftýr. Fýrsat buldula
hemen kocakarý ilaçlarýna baþvururlar, ister misiniz, yaranýn üstüne türlü müzahrefat yapý
ektep, medrese görmüþsünüz. Yapýlacak þeyleri ben size tarif ederim. Adamcaðýz, ayak-lanýnc
bakýverirsiniz artýk, yalnýz bilmem içiniz dayanýr mý?
- Dayanýr Doktor Bey. Benim sinirlerim kuvvetlidir. Hiçbir þeyden korkmayýn, efendim.
- Sen, açsana yüzünü bakayým, dedi.
Bu teklifsiz sözlerde garip bir ehemmiyet vardý ki, hiç fütursuz peçemi kaldýrdým, hatta bi
da güldüm.
Ýhtiyar doktor, kollarýný kaldýrdý, saf yüzünde komik bir hayretle gülmeye baþladý. Hem de
rla...
- Sen ne arýyorsun burada?
Bu sefer de ben þaþýrdým. Bu adam beni, acaba bir yerden mi tanýyordu? Mamafih, ben de iþi
iraz maskaralýða vurmaktan korkmadým, insana o kadar emniyet ve yakýnlýk hissi veren bir çe
resi vardý ki...
218
Reþat Nuri Güntekin
- Zannederim, beni tanýdýðýnýzý iddia etmeyeceksiniz, Doktor Bey...
- Þahsýný deðil, nev'ini tanýrým kýzým, nev'ini. Hatta, maalesef yeryüzünde çok azalmaya ba
i.
- Mamutlar gibi mi efendim?
Beþ aydan beri zorla içime hapsettiðim yaramazlýklar yeniden taþmaya baþlýyordu. Sor Aleksi
n daima söylediði gibi, bana hiç yüz vermeye gelmez. Hemen þýmarmaya, küçük bebekler gibi a
meleri ezip büzmeye, maskaralýk yapmaya baþlarým.
Herhalde doktor, çok gün görmüþ, temiz bir adamdý. Ayný gür kahkaha ile gülerek:
- O ipiri, þuursuz fil azmanlarýnýn tam tersine ufacýk, neþeli, sýhhatli, zarif -hatta ihti
ar olduðum için güzel sýfatýný da ilave edebilirim- güzel bir kibar çocuðu... Söyle bakayým
nereden düþtün buralara?
Bu kaba saba asker doktorunun çið kelimeleri, gürültülü kahkahalarý altýnda derin bir rikka
meye baþlýyordum. Nihayet, ciddi görünmeye çalýþarak:
- Ben muallimim, Doktor Bey. Hizmet etmek istiyordum, buraya gönderdiler. Ben, yer
ayýrt etmem. Nerede isterlerse çalýþýrým.
Ben, bunlarý söylerken o, dikkatli dikkatli yüzüme bakýyordu:
- Demek sen, buraya hizmet için geldin? Sýrf maarife hizmet için öyle mi?
- Evet, maksadým bu.
- Bu yaþta, bu çehre ve yaradýlýþla mý? Sen doðruyu söylesene bana. Gözlerime bak bakayým.
n, bunlarý yutar mýyým sanýyorsun?
Yumuk yanaklarýna gömülerek tatlý tatlý gülümseyen beyaz kirpikli gözleriyle ta gönlümün iç
vam etti:
ÇALIKUÞU 219
- Deðil, kýzým. Asýl sebep baþka. Hatta, maiþet derdi de deðil. Sen, saklanmaya çalýþýtýkça
m. Kim olduðunu, aileni, evini falan sorsam söylemezsin, deðil mi? Bak, bak nasýl biliyo
rum. Burada bir muamma var. Derin karýþtýracak deðilim. Aramýzda bir iþaret kâfi..
ikimiz de sustuk, ihtiyar doktor biraz düþündükten sonra:
- Sana bir küçük hizmet etmeme müsaade eder misin? Seni daha iyi bir yere göndertsem ister
misin? Benim tek tuk bildiklerim var Maarifte.
- Hayýr teþekkür ederim, yerimden memnunum. Yine gülerek omuzlarýný silkti, alay eder gibi
ir sesle:
- Çok âlâ, çok âlâ. Fakat fedakârlýklar öyle kolay gitmez. Günün birinde canýn sýkýlýrsa ba
az, adresimi de býrakayým sana. Ýnsanlýktýr bu.
- Teþekkür ederim.
Odalardan birisinin kapýsýný açtý. Çarpýk bir kerevetin üstünde, vücudu ve yüzü bir asker y
adamcaðýz yatýyordu.
Doktor:
- Nasýlsýn molla, biraz ferahladýn mý? diye seslendi. Yaralý, eliyle yaðmurluðu kaldýrarak
nmaya çalýþtý:
- Kýmýldama, yat. Aðrýn, sýzýn var mý?
- Yok, çok þükür; sade elmacýkkemiðim az sýzlýyor. Doktor, yine güldü:
- Ah benim sevgili ayýlarým! Dizkapaðýný elmacýkkemiði sanýr. Midesini tabanýnda farz eder
rine göre karþýsýna dikilenlere duman attýrýr. Geçer molla, bir þey kalmaz. Allah'a þükret
la sapmadý o kurþun. Sen bir haftaya kadar dipdiri ayaða kalkmak ister misin? Yok, bur
asý rahat geldi de, biraz yatayým dersen o baþka. Öyleyse, bu kýzcaðýz ne derse yapacaksýn,
dýn mý? Doktorun artýk o. Yaraný o deðiþtirecek. Eðer ev ilacý falan diye bir halt ettiðini
am, vay haline... Alimallah tekrar gelir, çatýr çatýr keserim bacaðýný.
220
Reþat Nuri Güntekin

Sargýlarýný çözmeye baþlamýþtý. Yarayý biraz fazla hýrpalayarak adamcaðýzý: "Aman Bey!" diy
- Kes sesini be. Yazýk senin erkekliðine! Koskoca býyýklý, sakallý herif, parmak kadar kýzý
da baðýrmaya utanmaz mýsýn? Bu yara deðil oyuncak. Böyle hastabakýcýya düþeceðimi bilsem, b
tarafýmý þöyle zararsýzca kestirirdim.
Ýhtiyar doktor, bir saat sonra sakallý yüzbaþý ile beraber köyden ayrýldý.
Dünyada bundan daha sade bir vaka olamaz, deðil mi? Fakat ben, þimdiye kadar bu derece
tuhaf bir heyecanla bu kadar için için sarsýldýðýmý bilmiyorum.
Zeyniler, 24 Þubat
Bu sene, yaz erken gelecek diyorlar. Bir haftadan beri havalar açtý. Ortalýk günlük güneþli
tepelerde kar olmasa insan kendini mayýsta sanacak.
Bugün cumaydý. Öðle yemeðinden sonra odamda Muni-se'nin suluboya bir resmini yapmaya uðraþý
m. Birdenbire kapý çalýndý. Hatice Haným, baþörtüsü boynuna düþmüþ, eli ayaðý titreyerek iç
adar telaþlý ve heyecanlý görmemiþtim.
- Aman hocaným aþaðýya iki efendi geldi. Birisi Maarif Müdürü'ymüþ, teftiþe gelmiþ. Çabuk i
a sýkýlýrým.
Acele acele çarþafýmý giyerken kendi kendime gülüyordum; odasýnda elini kolunu hareket etti
ye üþenen bir tembeller þahý buraya kadar zahmet etsin, inanýlýr þey deðil!
Aþaðýda, dershane kapýsý önünde, biri gayet uzun, öteki gayet kýsa boylu iki adamla karþýla
imle etrafta onu ararken kýsa boylu adam, bana doðru yürüdü. Karanlýkta pek iyi seçemediðim
bir tek gözlük parladý:
ÇALIKUÞU 221
- Muallime Haným mý? Teþerrüf ettim. Ben, Maarif Müdürü Raþit Nâzým. Bu ne karanlýk yer böy
l, adeta ahýr.
- içerisi biraz daha aydýnlýktýr efendim, dedim.
Minimini vücuduna göre bacaklarýný tuhaf bir surette açarak öyle azametli bir yürüyüþü vard
Kapýdan içeri bir adým attýktan sonra durdu, nutuk verir gibi elini sallayarak:
- Monþer, þuraya bak, dedi. Ne mizer, ne mizer!.. Mektep demeye bin þahit ister. Nasýl r
adikal olmak lâzým? "Ya hep, ya hiç!" dediðime bir kere daha hak veriyorsun ya!
Þimdi, onlarý daha iyi görüyorum, ilk bakýþta bir çocuk, yeni yetiþen bir dandy sandýðým Ma
n hemen elliye dayanmýþ bir köseydi. Durmadan kaþýný, gözünü oynatýyor, söylediði her kelim
r mana veriyordu.
Ötekine gelince o, inadýna uzun, kuru, esmer ve ince býyýklý bir adamdý. O kadar uzun ki, a
eta kamburu çýkmýþtý.
Maarif Müdürü, tekrar bana döndü:
- Efendim, arkadaþýmý takdim edeyim: "Vilayet Nafia Mühendisi Mümtaz Bey."
Ben lakýrdý olsun diye:
- Öyle mi efendim? Pek güzel, dedim.
Maarif Müdürü, sýnýfýn mukavemetini muayene eder gibi topuklarýný vurarak dolaþýyor, sýrala
ra bastonunun ucuyla dokunuyordu:
- Azizim, büyük projelerim var. Her þeyi yýkýp yeniden yapacaðým. Tertemiz müesseseler, ist
tahsisatý vermezlerse vay hallerine. Çok tedarikli geldim, istanbul matbuatý ateþ etmeye
hazýr bir batarya vaziyetinde, benden küçük bir iþaret üzerine bam bum... Müthiþ bir bomba
Anlýyorsun ya, ya bu kafanýn içindeki dünya hakikat olacak, ya ben postu vereceðim.
222
Reþat Nuri Güntekin
Bütün bu güzel sözlerin benim, zavallý bir köy hocasýnýn gözlerini kamaþtýrmak için söylend
krar tek gözlüðünü yerleþtirerek:
- Ne kadar talebeniz var? dedi.
- On üç kýz, dört erkek çocuk, efendim.
- On yedi çocuk için bir mektep. Garip lüks! Sen binayý görecek misin Mümtaz?
- Mal meydanda. Ne hacet?
Maarif Müdürü, grandiose projesinden bahsederken mühendisin, yan yan bana baktýðýný fark ed
um. Sonunda bana belli etmemek için gayet bozuk bir Fransýzca ile:
- Aman azizim, bir bahane ile þunun yüzünü açtýr, yüzünün rengi peçenin altýnda yangýn gibi
en düþmüþ buraya? dedi.
Maarif Müdürü, göründüðü gibi deðilmiþ; arkadaþýnýn bu sözlerinden adeta sýkýldý ve ötekind
ile cevap verdi:
- Rica ederim azizim, mektepteyiz. Ciddi olunuz!
Müdür çenesinin altýndaki porsumuþ deriyi lastik gibi uzatarak bir þeyler düþünüyordu. Bird
rarýný vererek bana döndü:
- Efendim, ben bu mektebi kapatacaðým. Ben, þaþkýn þaþkýn:
- Niçin efendim, bir þey mi oldu? dedim.
- Efendim, böyle kepaze binada çocuk terbiye edilemez. Sonra talebe de az. Vilayette
kaldýðým müddetçe bütün gayretimi sarf edeceðim, köylerden birçoðunu ucuz, fakat zarif, sý
yani müceddet mekteplere sahip etmeyfe çalýþacaðým. Þimdi bana lütfen izahat veriniz.
Bonjurunun cebinden þýk bir karne çýkarmýþtý. Mektebe ait bazý malumat isteyerek kaydetti,
:
ÇALIKUÞU
- Size gelince, efendim, dedi. Sizi baþka münasip bir yere tayin ederim. Mektebin ka
panma enirini alýnca B.'ye gelirsiniz, icabýna bakarýz, isminiz lütfen?
- Feride.
- Efendim, Avrupa'da güzel bir âdet vardýr. Baba adýný da ilave ediyorlar. Daha muvazzah b
ir isim olur. Siz muallimler, bu yenilikleri tatbik edivermelisiniz. Faraza künye
defterine talebenizi, Melahat babasý Ali Hoca, diye yazacaðýnýza, Mehalat Ali deyiverirs
iniz, olur biter. Anlaþýldý mý, efendim? Pederinizin ismi?
- Nizamettin.
- Efendim, size Feride Nizamettin diyeceðiz. Bu þekil size birdenbire garip görünür, ama a
lýþýrsýnýz. Nereden mezunsunuz?
Mektebimi söylemeye çekindim. Çünkü Fransýzca bildiðim anlaþýlýrsa mühendis biraz evvelki s
ki bozulacaktý. Onun için sadece; "Hususi tahsil gördüm efendim" dedim.
- Dediðim gibi B.'ye geldiðiniz vakit beni ziyaret edersiniz. Size münasip bir yer ara
rýz. Haydi Mümtaz, programda daha iki köy var.
Talebe sýralarýndan birine oturarak uzun, ince bacaklarýný sallayan mühendis yine o güzelim
Fransýzcasýyla sýrnaþtý:
- Bu fevkalâde bir parça. Beni býrak da sen git. Bir çare bulup mutlaka yüzünü açtýrmalýyým
Maarif Müdürü, yeniden telaþlandý, bana bir þey sezdirmemek için Türkçe:
- Vaktimiz yok. Raporunuzu sonra yazarsýnýz. Haydi buyurun, dedi ve yürüdü.
Ýnadýma arkamý döndüm ve bir þeylerle meþgul görün-düm.
Adamcaðýz, bahçeyi geçerken, bir iki kere daha baþýný çevirdi. Sokak kapýsýndan çýktýktan s
lenin ke-
224
Reþat Nuri Güntekin

narýný takip ediyor, ara sýra ayaklarýnýn ucunda yükselerek içeriye bakýyordu.
Havadis, çabuk köyün içine yayýlmýþtý. Cuma olmasýna raðmen çocuklar, çocuk analarý mektebe
eplerinin kapanmasýndan pek müteessir görünüyorlardý. Mektep gibi kendime karþý da yabancý
iz sandýðým çocuklarýn aðlayarak elimi öpmeleri bana çok dokundu.
Hatice Haným, baþýna kocaman bir çatký çatarak odasýna çekildi. Ben de, müþkül vaziyete düþ
unu söylemek lâzým gelirse bu iþte asýl yanan o biçare oldu.
Akþamüstü muhtarýn karýsý ile Ebe Haným tekrar mektebe geldiler, ikisi de müteessirdi. Hele
Haným, bana manalý manalý bakýþlarla içini çekiyor:
- Benim baþka niyetim de vardý ama, Cenab-ý Hak yardým etmedi, diyordu.
Bu teessüre benim de yapmacýk bir teessürle mukabele etmem lâzýmdý. Gözlerimi önüme indirer
- Ne yapalým Ebe Haným, kýsmet deðilmiþ, diye cevap verdim.
Hasýlý, bu tek gözlüklü, minimini efendi, bir sözle Zeyni-ler'i altüst etti. Köylülerin aðz
Yeryüzünde Zeyniler'den daha kötü bir köye düþmenin mümkün olmadýðýný bildiðim halde bu tee
ediyor. Yalnýz, Munise müstesna. O yaramaz, sevincinden uçuyor: "Ne vakit gideceðiz, aba
cýðým iki güne kadar gider miyiz? diye kuþ gibi çýrpýnýyor.
Zeyniler, 3 Mart
Yarýn yola çýkýyoruz.
Munise, ilk günlerde pek seviniyordu. Fakat dünden beri onda tuhaf bir neþesizlik baþ göst
ermeye baþladý.
ÇALIKUÞU 225
Ara sýra gözlerini uzaklara dikerek düþünüyor, sorduðum þeylere dalgýn dalgýn cevap veriyor
- Munise, benimle gitmek istemiyorsan seni býrakayým, dedim.
Hemen cevap verdi:
- Allah esirgesin, abacýðým, kendimi kuyuya atarým.
- Kardeþlerinden ayrýlacaðýna üzülüyor musun?
- Üzülmüyorum, abacýðým.
- O halde babaný göreceðin gelecek!
Babama acýrým ama, o kadar sevmem abacýðým.
- Peki, öyleyse derdin ne?
^
Gözlerini indirerek susuyor, daha ýsrar edersem yalandan gülmeye, boynuma sarýlmaya baþlýyo
. Fakat ben, bu yalancý neþeye inanmýyordum. Munise'nin asýl sevincini ben bilmez miyim?
Mamafih, bu berrak çocuk gözlerinde her zaman bir parça hüzün bulmuþtum. O kadar söyletmey
Bütün emeklerim boþa gitti.
Bir gün bir tesadüf, bana bu çocuk kalbinin gizli derdini öðretti. Akþama doðru bir aralýk,
se ortadan kaybolmuþtu. Halbuki tam bu saatte kendisine ihtiyacým bulunduðunu biliyord
u. Yol hazýrlýðý için bana yardým edecekti.
Birkaç defa çaðýrdým. Cevap gelmedi. Mutlaka bahçede olacaktý. Pencereyi açtým: "Munise, Mu
diye seslendim.
ince sesiyle uzaktan, Zeyni Baba'nýn türbesi yanýndan:
"Efendim, þimdi geliyorum! diye cevap verdi.
Yanýma geldiði vakit, tek baþýna, niçin oralarda dolaþtýðýný sordum. Cevap verirken þaþýrýy
er göstererek, beni aldatmaya çalýþýyordu.
Dikkatle yüzüne baktým. Gözleri kýpkýrmýzýydý. Hafifçe solmuþ yanaklarýnda yeni kurumuþ göz
enbire telaþlandým. Orada ne yaptýðýný, niçin aðladýðýný söyletmek için, sýkýþtýrmaya baþla
, yüzünü
Çalýkuþu -F.15
226
Reþat Nuri Güntekin

gizlemek için boynunu gevriyor, dudaklarýnda hafif bir titreme ile sükût ediyordu.
Ben, mutlaka söyletmeye azmetmiþtim. Eðer hakikati benden gizlerse onu burada býrakacaðýmý
dim. O vakit tahammül edemedi. Büyük bir günahý itiraf eder gibi, baþýný önüne eðerek utana
i:
- Annem beni görmeye gelmiþ. Gideceðimi duymuþ da... Darýlma bana abacýðým.
Bu büyük günahý söylerken bütün vücudu titriyor, gözleri yaþla doluyordu.
Anladým küçük, minimini gönlünün acýsýný, benden ümit edeceðinden çok daha derin ve iyi anl
Yüzüne düþmüþ saçlarýný düzelterek, yavaþ yavaþ çenesini okþayarak halim, sakin bir sesle:
- Bunda korkacak, aðlayacak ne var? Annen deðil mi, elbete göreceksin, dedim.
Biçare; hâlâ inanamýyor, korka korka gözlerime bakýyor; herkesin nefretle, lanetle andsðý b
sevmediðine beni inandýrmak için, çocukça sebepler arýyordu. Fakat, onu öyle seviyor, öyle
yana seviyordu ki...
- Çocuðum, eðer anneni sevmiyorsan ben seni çok ayýplarým, dedim. Anne sevilmez mi hiç? Hay
koþ, onu çevir: "Abam mutlaka seni görmek istiyor" de. Ben, türbenin yanýna geliyorum.
Munise, dizlerime sarýlarak eteklerimi öptü, sonra koþa koþa bahçeye gitti. Bu yaptýðým, bü
iyatsýzlýktý, biliyorum. Eðer bu kadýnla görüþtüðümü duyacak olurlarsa, fena þeyler söyleye
burada ismimi lanetle anacaklardý. Fakat, olsun...
Türbenin altýndaki aðaç kümesi içinde onlarý bir hayli bekledim. Kadýncaðýz, epeyce uzaklaþ
yolundan çevirmek için sazlarýn öte tarafýna koþmuþ olacaktý.
ÇALIKUÞU 227
Nihayet, göründüler. Onlarýn ana, kýz yan yana geliþleri öyle hazin, öyle hazin bir þeydi k
rbirinden çekinir, utanýr gibi ayrý ayrý yürüyorlar, çamurlara batýyor gibi yaparak, geciki
rdý. Bu kadýna muhabbetle, þefkatle dolu bir þeyler söylemeye hazýrlanmýþtým. Fakat, nedens
geldiðimiz zaman, birbirimize söyleyecek söz bulamadýk.
Uzun boylu, narin yapýlý bir kadýncaðýzdý. Arkasýnda yamalý bir eski çarþaf, yüzünde peçe y
emeni, ayaðýnda topuklarý kopmuþ, sýrýlsýklam, yýrtýk iskarpinler vardý. Birden korkuyor gi
iðimi hissediyordum. Mümkün olduðu kadar sakin, heyecansýz görünmeye çalýþarak:
- Yüzünüzü açsanýza, dedim.
Küçük bir tereddütten sonra peçesini kaldýrdý. Çok taze olduðu belliydi. Nihayet otuz, otuz
da. Fakat sarýþýn çehresi öyle yorgun, öyle yýpranmýþtý ki...
Böyle kadýnlarý ben, çok boyalý diye bilirdim. Halbuki yüzünde boyadan eser yoktu. En ziyad
me dokunan þey, Munise'ye çok benzemesiydi. Birdenbire bana öyle geldi ki, Munise büyümüþ,
yaþa gelmiþ. Sonra, sonra...
Çocuðu gayri ihtiyari bir hareketle omuzlarýndan tutarak dizlerime doðru çektim. Göðsüm, de
efesle þiþiyor, gözlerim doluyordu. Üstüme aldýðým; büyük, çok büyük bir vazifeydi. Fakat b
k, Munise'yi güzel ahlâklý bir kadýn olarak yetiþtirecektim. Ömrümün en büyük tesellisi bu
ktý. Zihminden geçen þeyleri o da benimle bareber düþünüyormuþ gibi, dedim ki:
- Hanýmcýðým, görüyorum ki, talih size, bu küçük kýzý elinizde büyütmek bahtiyarlýðýný nasi
bu! Þunu size söylemek isterim ki, gönlünüz rahat etsin. Ben onu baðrýma bastým. Kendi kýzý
ceðim. Hiçbir þeyden mahrum etmeyeceðim.
ilk defa söz söylemeye cesaret etti:
- Biliyorum küçükhaným. Munise, bana söylüyordu...
228
Reþat Nuri Güntekin

Ara sýra yolum düþtükçe onu .görmeye geliyordum. Allah sizden razý olsun.
- Demek, Munise'yi görüyordunuz?
Küçük kollarýný belime dolayan Munise'nin tekrar titremeye baþladýðým hissettim. Yeni bir k
bulunmuþtu. Demek gizli gizli anasýný görüyormuþ. Sonra, daha hazini, bu görüþmeleri bende
diðini kadýna söylemeye nedense utanmýþ.
- Eðer burada kalmýþ olsaydýk, çocuðu her zaman size gösterirdim, dedim. Halbuki ben yarýn
e hareket ediyorum. Oradan nereye gideceðim belli deðil. Yüreðiniz rahat olsun hanýmcýðým.
na olacaðým diyemem. Çünkü annenin yerini hiçbir þey tutamaz. Fakat iyi bir abla olmaya çal
Aþaðýdaki sazlýkta bir adamýn dolaþtýðýný gördük. Bu, benim talebem Cafer Aða'nýn babasýydý
eði avlamaya gelirdi.
Munise'nin annesi, birdenbire telaþlandý:
- Gideyim hanýmcýðým, dedi. Beni sizin yanýnýzda görmesinler.
Bu söz, zavallý kadýnda, ince bir ruh olduðunu gösteriyordu. Zaten halinden, tavrýndan, yüz
i manalarýndan da anlamýþtým. Ýlk tahminim doðruydu. Munise, yüzü gibi ruhunun inceliðini v
lýðýný bu talihsiz anneden almýþtý. Kadýncaðýzýn, beni, dedikodudan korumak için gösterdiði
e dokundu. Onda iyi bir his býrakmadan ayrýlmak istemiyordum. Dedikodulara hiç ehemmiy
et vermediðimi göstermek için:
- Niçin acele ediyorsunuz? Bir parça daha kalmaz mýsýnýz? dedim.
Zavallý kadýn, derin bir minnetle ellerime bakýyor, onlarý öpmek için dudaklarý titriyordu.
kat, bana dokunmaya cesaret edemediði belliydi.
Son fýrtýnanýn devirdiði cýlýz bir kavak aðacýnýn gövdesine
ÇALIKUÞU 229
oturduk. Munise'yi aramýza aldýk. Þimdi, söylemek sýrasý ona gelmiþti. Zavallýcýk, hayatýný
sa daha hafifleyeceðini hissediyormuþ gibi bir hareketle söylüyordu ve öyle düzgün konuþuyo
i...
Bu kadýnýn sade, fakat hazin bir sergüzeþti vardý, istanbul'da Rumelikavaðfnda doðmuþtu. Kü
ur olan babasýyla anasý birbiri arkasýna ölünce onu Bakýrköy'de kibar bir aileye evlatlýk v
rdi. Evin çocuklarýyla beraber büyümüþ, hemen hemen bir küçükhaným muamelesi görmüþtü. On b
de ona adeta iyi kýsmetler çýkmaya baþlamýþtý. Fakat, o hiçbirisini istemiyor, hepsine bir
e buluyordu. Çünkü onun bir sevdiði vardý: Evin küçük beyi, o vakit Harbiye Mektebi'ne gide
arý henüz terlemiþ bir genç. Gerçi bir ümidi yoktu, ne de olsa bir evlatlýk parçasý olduðun
du. Fakat, hafta baþlarýnda onun yüzünü görmeyi, sesini iþitmeyi þimdilik kâr sayýyordu.
O sýrada Büyük Efendi, B'ye defterdar olmuþ ve aile, yalnýz Harbiyeli oðlunu istanbul'da bý
arak tamamen buraya göç etmiþ.
B.'de genç mektepliyi görmeden geçen dört ay, onu dört senelik bir ayrýlýk kadar çýldýrtmýþ
ey, yaz tatilini geçirmek için ailesinin yanýna gelince...
Çok geçmeden macera duyulmuþ. Beyefendi, küçükha-nýmlar hep birden onun üstüne yürümüþler v
tutmak istemeyerek buraya yakýn köylerden birine bir ihtiyar kadýnýn yanýna göndermiþler. M
se'nin dört yaþýnda kuþpa-lazýndan ölen ablasý orada dünyaya gelmiþ. Bu halde bir kýzý, eli
kim kabule razý olur? Nihayet o, aðlaya sýzla-ya ihtiyar bir orman memuruna varmaya ra
zý olmuþ, ilk zamanlar bir þey söylemez, talihine razý olurmuþ. Fakat, kocasý bu Zeyniler K
yerleþtikten sonra aðýr, dayanýlmaz bir can sýkýntýsý baþlamýþ. Karanlýk odasýnda bunalýyor
oluyormuþ.
230
Reþat Nuri Güntekin

Zavallý kadýn, bunlarý anlatýrken, hâlâ kendini o aðýr karanlýðýn içinde görür gibi gözleri
unluk çöküyordu.
Ýþte bu sýralarda eþkýya takibi için köye bir jandarma kolu gelmiþ, iki üç hafta, sazlýðýn
uran bu askerlerin genç zabiti onu takibe baþlamýþ. Kadýn da nasýlsa þeytana uymuþ ve kocas
býrakarak zabitle beraber kaçmýþ...
Bu sade hikâye, bilmem neden, bana çok tesir etti. Akþam yaklaþýyordu. Munise'yi annesiyle
yalnýz býrakarak mektebe doðru yürümeye baþladým. Belki de artýk birbirini göremeyecek ola
i insanýn bu ayrýlýk dakikasýnda birbirlerine söyleyecek bir þeyleri olurdu. Yahut da benim
gözümün önünde istedikleri gibi kucaklaþýp aðlayamazlar, içlerinde bir hicran yarasý kalýrd
Mezar taþlarý üzerinden atlayarak mektebe dönerken derin derin düþünüyordum. Munise, ben se
kimsesizliðin, yapayalnýzlýðýn için sevmiþ, sana daima acýmýþtým. Mamafih, bu dakikada sen
Senin sefil, düþkün bir kadýn, fakat ne de olsa bir anne olan anneni kýskanýyorum. Sen doð
, büyüdüðün yerlerden ayrýlýrken gözlerinde bir anne bakýþýnýn hatýrasýný, dudaklarýnda ann
ceksin.
*
Bu sabah, Zeyniler Köyü'nden getirdiðim evraký çantama doldurarak Maarif Müdürlüðü'ne gitti
'yi uykuda býrakmýþtým. Vakit erkendi, daire yeni açýlýyordu, tek tuk gelen memurlar mahmur
hmur kahve, nargile içiyorlardý.
Kýrmýzý kuþaklý baþkâtibin yerinde þimdi, kývýrcýk kara sakallý, yaðlý yakalý bir efendi ot
den birine sordum. Maarif Müdürü ile beraber baþkâtibin de deðiþtiðini, iþ için bu sakallý
konuþmak lâzým geldiðini söyledi.
ÇALIKUÞU 231
Yanýna yaklaþarak selam verdim. Maarif Müdürü Bey'in emriyle kapanan Zeyniler mektebi mual
limi olduðumu, mektebin evrakýný teslime geldiðimi söyledim:
Baþkâtip, biraz düþündü:
- Ha, evet, dedi, pekâlâ. Azýcýk dýþarýda bekleyin de Müdür Bey gelsin.
Dairenin loþ, basýk sofasýnda tam üç saat müdürü beklemek lâzým geldi. Böyle yerlerde gelen
a dik dik bakýyor, hatta söz atanlar bile oluyor.
Pencerelerden birinin kenarýna kýrýk bir merdiven dayamýþlardý. Basamaklardan birine iliþer
beklemeye baþladým.
Pencere, harap medrese avlusuna bakýyordu. Kollan sývalý, mavi þalvarlý bir softa, þadýrvan
narýnda zerzevat ayýklýyor, dallan, yanýmdaki pencerenin içine kadar giren kocaman bir çýna
de, serçeler oynaþýyorlardý.
Dirseklerim dizlerimde, çenem ellerimin içinde, düþünüyordum.
Dün sabah, bu vakit, daha Zeyniler'den ayrýlmamýþtým. Ýrili ufaklý bütün talebelerim kayalý
raba yoluna kadar beni selametlemeye gelmiþlerdi. Ne arsýz gönlüm var benim? Etrafýmdaki i
nsanlarý ne kadar çabuk seviyorum. Aziz Eniþtem'in tuhaf bir sözü vardý. Ara sýra beni elle
den tutarak:
- Ah, benim yapýþkan kýzým, evvela insaný yadýrgarsýn, kaçarsýn; sonra çamsakýzý gibi öyle
rdi.
Adamcaðýzýn hakký varmýþ. Bu çocuklarýn hepsine acýyordum. Güzellerine güzel, çirkinlerine
rine sefil olduklarý için. Böyle her ayrýldýðým yerde kalbimin bir parçasýný býrakýrsam âlâ
Zavallýlar, birer birer elimi öptüler. Çoban Mehmet, Zehra ile, bana yeni doðmuþ bir keçi y
rusu göndermiþ. Adamcaðýzýn hediyesi öyle yüreðime dokundu ki... Henüz gözleri açýlmamýþ ol
e'nin kucaðýna verdim.
232
Reþat Nuri Güntekin

Çeçen arabasýnýn yanýk sesli çýngýraklarý boþ ova içinde titremeye baþladý. Yavaþ yavaþ Zey
uklara, siyah renkli taþlarýn içinde kayboluncaya kadar Munise ile beraber arkalarýndan
mendil salladýk.
Arabanýn otel kapýsýnda durmasý, Hacý Kalfa'nýn yine meraklý bir zamanýna tesadüf etmiþti.
Ýhtiyar adam, aðzýnda bir ciðerle kapýdan fýrlayan kocaman bir kediyi kovalýyordu. Elindeki
rgile marpucunu kamçý gibi sallayarak:
"Dur, gâvurun kedisi, derini yüzeceðim!" diye baðýrarak yanýmdan geçerken" "Hacý Kalfa" diy
lendim.
Sesin nereden geldiðini birdenbire anlayamayarak durdu ve arabanýn içinde beni görür görmez
kollarýný kaldýrýp sokaðýn içinde avazý çýktýðý kadar "Vay, iki gözüm hocaným!" diye baðýrd
Adamcaðýzýn sevinci görülecek þeydi. Aðzýnda ciðerle karþýki viranenin duvarlarýna týrmanma
li neþeli,
- Var, güle güle, zýkkýmlan, telaþ etme. Helal olsun!., diye baðýrdýktan sonra yanýma geldi
Hacý Kalfa, o kadar memnundu ki, kucaðýnda keçisiyle beni takip eden Munise'yi ancak ote
lin ikinci katýnda fark etti:
- Vay hocaným, bu da kim, nereden çýktý? diye sordu.
- Benim kýzým, Hacý Kalfa, dedim. Senin haberin yok. Ben, Zeyniler'de evlendim, þimdi bi
r kýzým var. Hacý Kalfa, Munise'nin çenesini okþayarak:
- Söyleyene bakma, söyletene bak. O da olur inþallah. Kýz da kýz dediðine deðer ha! Tosun g
, dedi.
Güzel bir tesadüf eseri olarak mavi kuþlu odam yine boþ-muþ. Buna çok sevindim. Akþam, Hacý
a beni zorla evine yemeðe götürdü.
Yorgunluðumu bahene ederek gitmek istemedim, ihtiyar adam bana adeta emir veriyor:
ÇALIKUÞU
233

- Þuna bak hele, sen altý ay yayan yürüsen, benzin bile solmaz, tövbe olsun, diyordu.
*
Bunlarýn hepsi güzel, hepsi âlâ. Fakat, beni düþündüren baþka bir mesele var. Dün akþam, ya
hesap yaptým, o kadar tuhaf bir netice çýktý ki, inanamadým. Bir kere de ayný hesabý parmak
la tekrar ettim. Maalesef doðruydu. Bu netice, çok acýklý olmakla beraber gülmekten kendim
i alamadým. Ben, þimdiye kadar kendi gayretim, kendi çalýþmam sayesinde geçindiðimi zannedi
dum. Halbuki elimdeki parayý sarf etmekten baþka bir þey yapmamýþtým.
Zavallý Gülmisal Kafacýðým, yanýmda epeyce bir para bulundurmadan yabancý bir memlekete git
in doðru olmadýðýný söylemiþ, annemin elmaslarýndan birini satarak parasýný ayrý bir kese i
eslim etmiþti.
Þimdiye kadar birçok masrafým ...olmuþtu. Öyle ya, bu kadar zaman açýkta kalmýþtým. Sonra y
rý da epeyce tutuyordu. Fazla olarak fakir bir köy hocasýndan baþka bir þey olmadýðýmý da d
trafýmda sefil, aç bir insan gördüðüm zaman ufak tefek yardýmlarda bulunmayý vazife bilmiþt
at insanlar, sahi, insafsfz mahluklar. Belki de yüz yumuþaklýðýmdan alýnmýþ cesaretle etraf
eller, hele son 'zamanlarda o kadar çoðalmýþtý ki...
Tabii, ne tuttuðunu hâlâ bugün de pek iyi bilmediðim birkaç kuruþ aylýðým bütün masraflarým
fenasý, bu aylýklardan ikisini de henüz almaya muvaffak olamamýþtým.
iþte bu fevkalâde ihtiyaçlar karþýsýnda her baþým sýkýþtýðýnda bu keseye el atmýþtým. Fakat
da öyle hafilemiþti ki, içindekilerin! saymaya cesaret edemiyordum. Demek, beþ ayýn bütün m
rasýna, bütün yorgunluklarýna raðmen beni yaþatan yine ailemin yardýmý olmuþtu.
234
Reþat Nuri Güntekin

Pencereden giren çýnar yapraklarýyla oynayarak bunu düþünürken hem güleceðim hem de aðlayac
u. Mamafih, yine bir teselli icat ettim.
"Üzülme Çalýkuþu, hiçbir þey kazanamadýnsa, geçinmenin, yaþamanýn ve tahammül etmenin ne ol
in? Bu az kazanç mý? Bundan sonra artýk çocukluðu býrakýr, kadýn kadýncýk olursun kýzými" d
Ben, böyle düþünürken boþ sofada, birdenbire bir telaþ uyandý. Ýhtiyar bir hademe, bir elin
palto, bir elinde bir bastonla Maarif Müdürü'nün odasýna doðru koþuyordu.
Birkaç dakika sonra minimini boylu müdürün azametli boynunu yükseltip tek gözlüðünü parlata
venden çýktýðýný gördüm. Arkasýndan odaya girecektim Biraz evvel müdürün paltosuyla bastonu
hademe karþýma dikildi:
- Dur be haným, efendi nefes alsýn. Acelen ne? Ananýn karnýnda dokuz ay nasýl bekledin? di
ye bana çýkýþtý.
Böyle muamelelere yavaþ yavaþ alýþmýþtým, onun için müteessir olmadým. Hatta, bilâkis, hali
- Kuzum baba, beyefendi kahvesini içtikten sonra haber ver. Beklediðiniz muallime ge
lmiþ de, diye rica ettim.
Maarif Müdürü, beklemiyordu. Fakat öyle söylersem hademenin belki daha fazla gayrete gelec
eðini düþünüyordum. Ne yaparsýn bu kurnazlýklarý öðrenmek lâzýmdý.
Ýhtiyar hademe, üç beþ dakika sonra tekrar odadan çýktý. Siyah çarþafýmla beni birdenbire f
yerek söylenmeye baþladý:
- Nerede o kadýn? Hay Allah, hem adamýn iki ayaðýný bir pabuca sokar, hem kaçar.
- Darýlma baba, buradayým. Gireyim mi?
- Haydi, gir bakalým, senin gönlün olsun. Müdür, baþý açýk, dudaðýnýn ucunda kocaman bir pu
a oturuyordu, köþedeki bir koltuða gömülmüþ yaþlý
ÇALIKUÞU 235
bir zata küçücük vücudundan umulmayacak kadar çatlak, cüretli bir sesle bir þeyler söylüyor
- Efendim, ne memleket, ne memleket! Dünyanýn israfýný yaparlar da kendilerine bir kartv
izit bastýrmazlar. Seksen kiþi sizi görmek istediðine dair kapýdan hademe ile haber gönderi
. Hademe doðru dürüst isimlerini söyleyemez, bir keþmekeþtir gider. Ben, idarede Deli Petro
sistemine taraftarým. Memurlarý yalnýz resmi hayatlarýnda deðil, hususi hayatlarýnda da tak
p etmeli; yedikleýi, içtikleri þeye, oturduklarý, gezdikleri yere, elbiselerine müdahale e
tmeli. Gelir gelmez mekteplere bir tamim gönderdim. Asgari iki günde bir týraþ olmayacak
, ütüsüz pantolon, yakasýz gömlek giyecek muallimlerin azledi-leceklerini söyledim. Dün mek
lerden birini teftiþe gidiyordum. Kadýnýn önünde bir muallime rastladým. Tanýmazlýktan gele
"Git, muallime haber ver, Maarif Müdürü geldi, de!" dedim.
- Efendim, muallim bendenizim, diye cevap verdi.
- Hayýr, sen bir hademe olmalýsýn. Çünkü bu kýyafette muallim olamaz, ben bu þekilde giyinm
muallime tesadüf edersem kolundan tuttuðum gibi sokaða atarým.
Herif taþ gibi dondu kaldý. Arkama bakmadan içeri girdim. Þimdi, yarýn yine o mektebe gide
ceðim. Bu adamý ayný halde görürsem derhal azledeceðim.
Söze baþlamak için müdürün susmasýný bekliyordum. Fakat onda öyle bir teþebbüs yoktu; gitti
p savurmaya devam ediyordu:
- Evet efendim, geçenlerde mekteplere tamim gönderdim: "Muallime ve muallimler mutla
ka bir kartvizit bastýrmalý. Kartsýz olarak makama vuku bulacak müracaatlar kabul edilme
z!" dedim. Fakat kime anlatýrsýn?
Birdenbire sert bir tavýrla bana döndü:
"Bahse girerim ki Muallime Haným da bu tamimi almýþtýr. Fakat buna raðmen yine kartsýz müra
t ediyor. Yine hade-
236
Reþat Nuri Güntekin
menin aðzýnda: "Siz bir haným çaðýrmýþsýnýz, o geldi!" teranesi. Kim? Hangi haným? Sarý çiz
Hayretten donakaldým. Demek bütün bu sözler bu hiddet bana karþý. Benim kartsýz içeri girme
ediðim için!
- Ben sizden emir almadým efendim, diyebildim.
- Nasýl olur? Siz nerede hocasýnýz?
- Geçen hafta gelmiþtiniz. Zeyniler Köyü muallimesi, kapanmasýný emrettiðiniz mektep.
Maarif Müdürü, kaþlarýndan birini kaldýrarak düþündü:
- Ha, evet hatýrladým. Ne yaptýnýz, muamele bitti mi?
- Emrettiðiniz gibi oldu efendim, söylediðiniz evraký da getirdim.
- Peki baþkâtibe teslim edin, tetkik etsin.
Kirli yakalý baþkâtip, beni tam iki saat istintak etti. Evraký tekrar tekrar gözden geçiriy
r: "Müteferrika senetleri", "evrak-ý müsbite", "lüzum müzekkeresi", "beyanname sureti", fa
lan diye birçok anlayamadýðým þeyler soruyor, ihtiyar heyetinden getirdiðim mazbatalara iti
az ediyordu.
Ben, ikide birde þaþýrdýkça onun öyle bir dudak bükmesi, "Sözde bunlar da hoca!" diye bir h
t etmesi var ki... Yanlýþ battal edilmiþ bir senet pulu için beni adeta aðlatacaktý.
Sonra, bir mesele daha çýkardý. Bilmem kaç yýl önce bir muallýmeye dam tamiri için iki yüz
ruþ vermiþler, onun senedi yokmuþ:
"Niye bu paranýn mahsubu yapýlmamýþ? Senet nerede? Bulamazsan mahkemeye gidersin!" diye
ter ter tepinýyordu.
Ben:
- Beyefendi, yapmayýnýz, ben oraya gideli yarým sene bile olmadý, diye anlatacak gibi ol
uyor, fakat bir türlü lakýrdý an-latamýyordum.
- ilahý efendim, illalah efendim. Ben, böyle rezalete gelemem efendim. Benim deli ol
maya vaktim yok efendim, diye [ söylenerek kâðýtlarý aldý, Maarif Müdürü'nün yanýna girdi.
ÇALIKUÞU 237
Bulunduðum odada biri sarýklý, öteki, býyýklarý henüz terlemiþ iki kâtip daha vardý, masala
iþleriyle meþgul görünüyorlar, bizimle hiç alakadar olmuyorlardý.
Baþkâtip hiddetle odadan çýkýnca bu iki efendi birdenbire yerlerinden fýrladýlar, müdürün o
k olan kapýya kulaklarýný koyarak dinlemeye baþladýlar.
Fakat kâtiplerin bu zahmeti beyhudeydi. iki dakika sonra müdürün, deðil bizim odadan, belk
i sokaklardan bile iþitilecek bir sesle baðýrmaya baþladýðý duyuldu.
Sarýklý kâtip sevincinden, genç kâtibin sýrtýna vuruyor:
- Allah senden razý olsun Müdür Bey, þu teresi bir kalayla, dinsizin hakkýndan imansýz geli
, diyordu. Maarif Müdürü baþkâtibe þöyle söylüyordu.
- Býktým efendim senden, býktým senden. Bu, ne þekilpe-restlik, bu ne küflenmiþ kýrtasiyeci
sý. Hakký var kadýnýn Sana kaç senelik senedi yaratacak hali yok ya. Aklýn ermiyosa git, çý
. istediðin yere kadar yolun açýk. Zaten sen gitmez-sen, ben seni taburcu edeceðim. Hay,
hay, derhal yaz istifaný. Yazmazsan adam deðilsin.
Eyvah yüreðime iniyordu. Kâtiplere:
- Yok hemþire haným, yok! dedi. Aldýrýþ etme. Müstahaktýr o terese, ikide birde kendinden d
edepsiz biri çýkýp aðzýnýn payýný vermezse rahat etmez, it diþi, köpek dirisi. Allah sende
n, o, paparadan sonra birkaç gün sakinler, kendinin de kafasý dinlenir, bizim de...
Ses kesilmiþti: Kâtipler, hemen masalarýna koþtular. Hafýz Efendi, kendi kendine:
- Bu, meseldir; dinsizin hakkýndan imansýz gelir, diye bir þeyler mýrýldanýyordu.
Baþkâtip, ayaklarýyla beraber sakalý da titreyerek içeri girdi. Baþýný çevirmeden yanlarýna
zlar gibi, gözlerinden birinin yan bakýþýyla kâtipleri süzdü. Onlar, öyle sakin ve sessiz ç
i, müsterih oldu, yavaþ yavaþ söylenerek
238
Reþat Nuri Güntekin
yerine oturdu. Mamafih çahþamýyordu. Birkaç kere uflayýp pufladýktan sonra yavaþ sesle söyl
e baþladý.
- Elli yaþýna gelmiþ, bunca memuriyetlerde bulunmuþ, muameleye bizim baþ hademe kadar aklý
rmiyor bu teresin. Kendi yarýn cehnnem olur gider, kabak bizim baþýmýza patlar. Öyle ya, gü
birinde baþýmýza bir müfettiþ ekþise, muamelatý bir gözden geçirse: "Be herifler, siz eþek
ki yüz elli kuruþun mahsubu niçin yapýlmamýþ? Sizin bu usulsüzlüðü niye gözünüz görmedi!" d
izi mahkemeye sevk etse hakkýdýr. Hazine-i devlet hukukuyla oyun olur mu? Vallahi bi
z geberip gitmiþ olsak, yüz sene sonra evlat ve ahfadýmýzdan bu parayý tahsil ederler.
Kâtipler, baþlarýný defterlerinden kaldýrmýþ, hürmetli bir dikkatle bu serin sözleri dinliy
Baþkâtip, havayý iyi bularak sordu:
- iþittiniz mi mendeburun yediði herzeleri? Hafýz hayretle baþýný kaldýrdý:
- Hayrola, bir ses iþittik ama, size miydi?
- Kýsmen bana; ukala dümbeleði.
- Esef buyurmayýnýz efendim, onlar muamelata vaki deðillerdir. Zatýâliniz olmasanýz üç günd
irenin altý üstüne gelir.
Bu sözleri, hafýz söylüyordu. Biraz evvel baþkâtibin uðradýðý hakarete çocuk gibi sevinen H
Yarabbi, bunlar ne tuhaf insanlar!
Bununla beraber, sarýklý kâtibin tahmini bir dereceye kadar doðru çýkmýþtý. Baþkâtip, geçir
ra hayli yumuþamýþ ve sakinleþmiþ görünüyordu.
Bir sigara yakýp, dumanlarýný iki tarafa savurarak:
- Adam sende, kim bu devlete hizmet etmiþ de, bir "Allah razý olsun" demiþler, dedi ve
beni daha fazla yormadan acele acele evraký teslim aldý.
Biraz sonra, kendi iþim için ikinci defa olarak Maarif
239
ÇALIKUÞU

Müdürü'nün odasýna girdiðim zaman, yorgunluktan dizlerim titriyor, gözlerim kararýyordu.


Müdür, þimdi baþka bir davanýn peþindeydi. Türlü huysuzluklarla hademelere, odasýnýn tozlar
vardaki resimlerin yerlerini deðiþtiriyor ve ikide birde küçük bir el aynasýnda saçlarýný,
uayene ediyordu.
Hâlâ ayný köþede oturan ihtiyar efendi ile aralarýnda geçen bazý sözler bana bu hazýrlýðýn
B.'ye, Piyer For isminde bir Fransýz gazeteci gelmiþ, Maarif Müdürü dün akþam Vali tarafýn
erilen ziyafette bu muharrir ve karýsý ile tanýþmýþ. Piyer For, çok enterasan bir adammýþ.
inde: "Yeþil B.'de Birkaç Gün" serlevhasý altýnda bir seri makale yazacakmýþ.
Müdür, heyecanla anlatýyordu:
- Bugün saat üçte karý koca, ziyaretime gelmeyi vaat ettiler. Kendilerine mekteplerimizi
n bir ikisini göstereceðim. Gerçi bir Avrupalýya göðsümüzü gere gere gösterebilecek bir mek
ok ama, bir politika yapacaðým çaresiz. Herhalde lehimize yazý koparacaðýmýzý umuyorum. Ber
versin ki, ben bulundum burada, yoksa bu ziyaret selefim zamanýnda olsaydý, Avrupalýya
rezil olduk gittiydi.
Ben, hâlâ kapýnýn yanýnda, paravanýn bir köþesinde bekliyordum. Acele acele:
- Yine ne var, haným? dedi.
- Muamele bitti, efendim.
- Pekâlâ, teþekkür ederim.
- ü!
- Teþekkür ederim, gidebilirsiniz.
- Bana baþka bir emriniz olacaktý. Yeni bir memuriyet için.
- Evet, fakat þimdi açýk yerim yok. Münhal vukuunda bir þey yaparýz, isminizi kaleme kaydet
irin.
Maarif Müdürü, bunlarý keskin bir sesle acele acele söylüyor ve bir an evvel çekip gitmemi
liyordu.
240
Reþat Nuri Güntekin
"Münhal vukuunda!"
Bu sözü istanbul'da, Maarif Nezareti'nde de birçok defalar iþitmiþtim ve manasýný maalesef
yi biliyordum. Müdürün sinirli sesi bende tuhaf bir isyan uyandýrmýþtý. Dýþarý çýkmak için
, fakat o saniyede gözümün önüne bir hayal, oteldeki odamýzda minimini keçisiyle oynayarak
i bekleyen Munise'nin hayali geldi.
Evet, ben, þimdi eski Feride deðildim. Hemen hemen aðýr vazifeleri olan bir anneydim.
O vakit, tekrar döndüm. Yaðmur altýnda sokaklardan geçenlere el açan bir fukara gibi baþým
imde bir korkak dilenci ahengiyle:
- Beyefendi, beklemeye vaktim yok, dedim. Söylemeye utanacaðým, fakat müþkül bir vaziyettey
m. Eðer bana hemen bir iþ vermezseniz...
Daha fazlasýný söyleyemiyordum. Yeisimden, utancýmdan göðsüm týkanýyor, gözlerim yaþlarla d
O, ayný titiz ve telaþlý tavrýyla:
- Söyledim haným, dedi. Açýðým yok. Yalnýz "Çadýrlý"da bir köy mektebi var ama, karýþmam. B
iyorlar. Çocuklar köy kahvesinde okuyorlarmýþ. Muallim için de yatýp kalkacak yer yokmuþ, i
e gelirse tayin edeyim veyahut daha iyi yer isterseniz, beklersiniz.
- Haydi, efendim, cevabýnýzý bekliyorum.
Bu Çadýrlý'nýn Zeyniler'den daha fena bir köy olduðunu zaten iþitmiþtim. Fakat aylarca bura
sürünmekten, türlü hakaretlere uðramaktansa kabul etmek daha iyi olacaktý.
Baþýmý önüme eðdim, nefes gibi hafif bir sesle: "Peki, kabule mecburum!" dedim.
Fakat Maarif Müdürü cevabýmý iþitmedi. Çünkü bu dakikada kapý birdenbire açýlmýþ, dýþarýdan
seslenmiþti.
ÇALIKUÞU 241
Maarif Müdürü, redingotunu ilikleyerek kapýdan fýrladý. Benim için çekilip gitmekten baþka
Fakat kapýdan çýkacaðým sýrada onun Fransýzca: "Giriniz, rica ederim." dediðini iþittim.
Dýþarýdan, evvela kalýn mantolu bir genç kadýn girdi. Yüzünü görünce hafif bir hayret ferya
im. Gazetecinin karýsý benim esjci sýnýf arkadaþlarýmdan Kristiyan Varez'di.
Kristiyan, bir tatilde, ailesiyle beraber Fransa'ya gitmiþ, orada kuzenlerinden ge
nç bir gazete muharririyle evlenerek bir daha geri dönmemiþti.
Arkadaþým, birkaç sene içinde inanýlmayacak kadar deðiþmiþ, kerliferli bir kadýn olmuþtu. S
nce baþýný çevirdi ve yüzümdeki peçeye raðmen bir anda tanýdý:
- Çahkuþum, benim küçük Çalýkuþum, sen burada, ah, ne tesadüf!
Kristiyan, beni en çok seven arkadaþlarýmdandý. Ellerimden tutarak beni odanýn ortasýna çek
Yarý zorla peçemi açtý ve yanaklarýmdan öpmeye baþladý. Henüz görmeye muvaffak olamadýðým
Maarif Müdürü, kim bilir, ne kadar þaþýrmýþlardý.
Ben, onlara arkamý çeviriyor, gözlerimdeki yaþlarý göstermemek için yüzümü arkadaþýmýn omzu
- Ah, Çalýkuþu her þey aklýma gelirdi fakat seni böyle simsiyah bir alaturka çarþafla ve gö
e yaþlarla burada bulacaðýmý ümit edemezdim.
Yavaþ yavaþ kendimi toplamýþtým. Gizli bir hareketle tekrar peçemi kapamak istedim. Fakat,
mani oldu. Zorla beni kocasýna döndürerek:
- Piyer, sana Çahkuþu'nu takdim edeyim, dedi.
Piyor For, uzun boylu, güzel çehreli, kumral bir adamdý. Fakat, biraz deliþmendi, yahut
da, ben hep lakýrdýlarýný tarta tarta söyleyen aðýrbaþlý insanlar arasýnda yasaya yasaya
Çalýkuþu - F. 16
242
Reþat Nuri Güntekin

adamcaðýzý öyle görecek hale gelmiþtim. Gazeteci, elimi öptü ve eski bir bildikle konuþur g
- Matmazel, çok bahtiyarým, dedi. Bilir misiniz, biz hiç yabancý deðiliz. Kristiyan, sizde
n o kadar çok bahsetti ki... Hatta o, sizi takdim etmeseydi de ben Çahkuþu'nu tanýyacaktým
. Mektepte arkadaþlarýnýz ve hocalarýnýzla beraber çýkmýþ bir grup fotoðrafýnýz vardý Orada
an'ýn omuzuna dayamýþtýnýz. Görüyorsunuz ya, sizi ne kadar tanýyorum.
Onlar, Maarif Müdürü'nü tamamýyla unutmuþ gibi benimle konuþmaya baþlamýþlardý. Bir aralýk
umdu.
Öyle bir manzara gördüm ki, baþka yerde olsam kahkahalarla gülerdim. Misafirlerle beraber
odaya birtakým yabancýlar da girmiþti. Bunlar, Maarif Müdürü, en önde ve ortada olmak üzere
fýmýzda bir yarým daire çevirmiþler, aðýzlarý hayretten bir karýþ açýlmýþ, meraklý bir hokk
köylüler gibi benim Fransýzca konuþtuðuma bakýyorlardý.
Daha garibi, aralarýnda Zeyniler'e gelen uzun boylu Nafýa mühendisi de vardý! Sonradan b
u efendinin, misafirlere mihmandarlýk ettiðini anladým. Adamcaðýz, nihayet muradýna ermiþ,
Bununla beraber, köyde benim için Maarif Müdürü'ne Fransýzca söylediði sözleri hatýrladýysa
iraz sýkýlmýþ olacaktýr.
Artýk, olan olmuþtu. Eski bir sýnýf arkadaþýma kendimi bu kadar düþkün bir vaziyette göster
inefsimi kýrmýþtý. Buna bir de manevi zillet manzarasý ilave etmek istemeyerek yüksek sesle
ve olanca cüret ve neþemle konuþmakta devam ediyordum.
Maarif Müdürü, nihayet vaziyetteki tuhaflýðý gördü. Minimini boyu ile gülünç bir revarans y
- Oturmanýzý rica ederim, rahatsýz olmayýnýz, diye koltuklan gösterdi.
Bana artýk çýkýp gitmek düþmüþtü. Kristiyan'a yavaþça:
ÇALIKUÞU 243
- Senden artýk müsaade isteyeceðim, dedim.
Fakat, çamsakýzý gibi yapýþýyor, bir türlü yakamý býrakmýyordu. Arkadaþýmýn ýsrarýný Maarif
vvel bana o kadar soðuk ve fena muamele eden bu adam, derin bir hürmetle önümde eðilerek b
ir koltuk da bana ikram etti:
- Hanýmefendi ayakta kalmayýn, lütfen, dedi.
Çaresiz oturduk. Kristiyan, benim sýrtýmda babayani bir çarþafla burada bulunmamý bir türlü
sýðdýramýyor, kocasýna hitap ederek:
Bilmezsin, Piyer, Feride ne enterasan bir kýzdýr, diyordu, istanbul'un en asil ailes
ine mensuptur. O kadar zarif bir zekâsý, öyle güzel bir karakteri vardýr ki... Onu burada
görmek, beni çok mütehayyir etti.
Arkadaþým, beni methederken hem hoþlanýyor, hem utanýyordum.
Ara sýra gözlerim Maarif Müdürü'ne tesadüf ediyordu. Adamcaðýz, hâlâ hayretten kendini kurt
Ya o saygýsýz Nafia mühendisi! Odanýn bir köþesine saklanmýþ beni göz hapsine almýþtý.
Tabii, ona bakmýyordum. Fakat, hani bazen insanýn yüzünde böcek dolaþýrda tuhaf ürperme olu
un gözlerinin de böyle bir böcek gibi yüzümde dolaþtýðýný bakmadan hissediyor, rahatsýz olu
Kristiyan'ýn merakýný yatýþtýrmak için, þu þekilde izihat vermeye mecbur oldum:
- Bütün bunlarda þaþýlacak bir þey yoktur, herkesin bir þeye heves ettiði gibi, ben de hoca
s ettim. Gönlümün rýzasýyla bu vilayette çalýþmak, memleketin çocuklarýna hizmet etmek iste
týmdan memnunum, herhalde yelkenli kayýk ile dünya seyahatine çýkmak kadar tehlikeli bir k
apris deðil. Þaþýyorum; bunun ne kadar tabii bir þey olduðunu bir türlü anlamak istemiyorsu
244
Reþat Nuri Güntekin

Mösyö Piyer For, kuvvetli bir ses ve ukala bir tavýrla:


- Ben anlýyorum matmazel, dedi. Ruhun böyle ince elan'larýný Kristiyan da þüphesiz çok iyi
ar. Fakat, birdenbire kendisini toplayamadý. Benim bundan çýkardýðým netice þudur ki, Ýstan
a iyi bir garp terbiyesi görmüþ bir yeni genç kýz nesli vardý. Bunlar Loti'nin dezanþante'l
gibi faydasýz spleen'lerle kendilerini harap eden nesilden bambaþka bir nesle mensu
pturlar. Onlar, aksiyon'u boþ hayale tercih ediyorlar ve istanbul'daki refah ve sa
adetlerini býrakarak kendi istekleriyle Anadolu'yu uyandýrmaya geliyorlar. Ne güzel, n
e ulvi bir feragat numunesi ve benim için ne bulunmaz bir makale mevzuu. Türklerin u
yanýþýndan bahsederken müsaadenizle sizin adýnýzý da zikredeceðim matmazel Feride Çalýkuþu.
Telaþla:
- Kristiyan, kocanýn benim adýmý gazeteye geçirmesine müsaade edersen seninle dostluðu kese
im, dedim.
Piyer For, kendimi saklamak istemek arzumu yanlýþ anladý:
- Bu tevazu da çok güzel, matmazel, dedi. Sizin gibi bir genç kýzýn arzularýna itaat etmek
ir vazifedir. Memleketin hangi bahtiyar mektebinde hoca olduðunuzu sorabilir miyim
?
Dedim ya, artýk olan olmuþtu. Maarif Müdürü'ne döndüm, Türkçe olarak:
- Bendenize teklif ettiðiniz mektep neresiydi? dedim. Çadýrlý Köyü'nü buyurmuþtunuz galiba.
yer For, karnesine dayanarak:
- Durunuz, durunuz, dedi. Nasýl söylediniz?.. Çaðýrh, yoksa Çadýrlý? Matmazel, vilayet için
zintilerimiz arasýnda fýrsat bulursak, sizi güzel köyünüzde talebeleriniz arasýnda ziyaret
riz.
Maarif Müdürü kýpkýrmýzý, yerinden kalkmýþtý:
- Matmazel Feride Hanýmefendi köy muallimliði için ýsrar ediyor. Fakat ben, kendisinin mer
kezdeki Darülmualli-
ÇALIKUÞU 245
mat'ýn Fransýzca hocalýðýnda daha büyük hizmetler yapabileceði kanaatindeyim.
Anlamadan yüzüne baktým. Bana Türkçe olarak þu izahatý verdi:
- Fransýz mektebi mezunu olduðunuzu ve Fransýzca bildiðinizi söylememiþtiniz, böyle olunca
i. Þimdi sizi Nezarete inha edeceðim. Emriniz gelinceye kadar vekil olarak çalýþýrsýnýz. Ya
ah iþe baþlarsýnýz, olur mu?
Hayatýn, bir felaketten sonra daima bir saadet verdiðini, o güzel darbýmeselin söylediði gi
i, ayýn on beþi karanlýksa, on beþinin mutlaka aydýnlýk olacaðýný bilmiyor deðildim. Fakat,
býn bu kadar koyu bir karanlýktan, bu kadar umulmaz bir dakikada doðacaðýný aklýma getireme
m.
Munise tekrar gözlerimin önüne geldi. Fakat bu sefer bir otel odasýnda minimini keçisiyle
oynayan fakir bir çocuk deðil, güzel bir evin çiçekli bahçesinde çember çeviren þýk bir küç
Ayrýldýðýmýz zaman Kristiyan, beni bir köþeye çekti:
- Feride, sana onu soracaðým. Sen niþanlýydýn, niçin evlenmedin?
- Cevap vermiyorsun, niþanlýn þimdi nerede? Baþýmý önüme eðdim, gayet yavaþ:
- Geçen sonbahar onu kaybettik, dedim. Bu cevap, Kristiyan'a çok tesir etti.
- Nasýl Feride, doðru mu söylüyorsun? dedi. Ah, zavallý Çalýkuþu!... Hangi rüzgârýn seni bu
nlýyorum.
Sýmsýký bileklerimi tutan elleri titriyordu:
- Feride, onu çok severdin, deðil mi? Saklama küçüðüm, itiraf etmekten kaçýnýrdýn, fakat he
ilirdi.
Kristiyan, uzak bir rüyayý takip eder gibi gözleri dalgýn, sesi hareketli devam etti:
Reþat Nuri Güntekin
246

'l, ý!l(
- Hakkýn vardý, onu sevmemek mümkün deðildi. Birkaç defa seni görmeye gelmiþti O zaman, gör
Hiç kimseye benzemeyen bir tavrý vardý. Ne yazýk! Sana çok acýrým, Feride. Zannederim ki,
genç kýz için sevdiði bir niþanlýnýn ölümünü görmekten büyük felaket olamaz.
*
"Sana çok acýrým Feride, bir genç kýz için sevdiði bir niþanlýnýn ölümünü görmekten büyük f
man gözlerimi önüme indirerek kapadým: "Doðrusu, hakkýn var" dedim. O vaziyette baþka ne di
ilirdim7 Fakat ben, sana yalan söyledim Krýstiyan
Ben, bir genç kýz için daha büyük bahtsýzlýklar da biliyorum. Sevdiði bir niþanlýnýn ölümün
t- j tiðýn kadar acýnacak insanlar deðillerdir Bir büyük tesellileri vardýr onlarýn... Arad
lar, yýllar geçtikten sonra, bir gece yabancý bir memleketin karanlýk ve soðuk bir odasýnda
yalnýz kaldýklarý vakit, o niþanlýnýn çehresini göz önüne getirmek im-1 kânýna maliktirler;
erin son bakýþý benimdi!" de-1 mek hakkýna maliktirler. Bu hayalin yüzünü kalplerinin duda-
. Halbuki, ben bu haktan mahrumum Kristiyan!.."
*
Bu sabah B... Darülmaullimatf nda derse baþladým. Bura-1 ya galiba çok ýsýnacaðým. Mamafih,
iler'den sonra, burasý-] ný beðenmediðimi söylersem esasen ayýp düþer.
Yeni arkadaþlar, görünüþte fena insanlar deðil, talebemi yaþça bana yakýn, hatta zannederim
mý benden büyük, | akýllý hanýmlar.
Hele Recep Efendi isminde sarýklý bir müdür var ki, ömür. l Mektebe geldiðim vakit Muavine
, beni doðru müdürün odasýna götürdü. Recep Efendi'nin idareye gittiðini, neredeyse) gelece
erek beklememi rica etti.
ÇALIKUÞU 247
Kâh pencereden teneffüs bahçesini seyrederek, kâh duvardaki levhalarýn karýþýk yazýlarýný o
yarým saate yakýn onu bekledim.
Nihayet geldi, yolda bir saðanaða tutulmuþ, latasý fena halde ýslanmýþtý.
Beni odada görünce:
- Hoþ geldin.kýzým, idareden þimdi haber verdiler. Allah cümlemize mübarek etsin, dedi.
Aðarmýþ top sakalýnýn çerçevesi içinde yuvarlak yüzü, elma gibi kýrmýzý yanaklarý, her bir
vardý..
Üstünden akan sulara bakarak:
- Tu, Allah belasýný versin, dedi. Þemsiyeyi almayý unutacak olduk. Baþýmýza bu hal de geld
akýlsýz kafanýn derdini ayaklar çeker, derler ama, bu seferlik bizim lata çekti. Kusura ba
kma kýzým, ben, biraz kurunacaðým.
Latasýný çýkarmaya baþlamýþtý Ben ayaða kalkarak:
- Efendim, rahatsýz etmeyeyim, sonra gelirim, diye dýþarý çýkmak istedim O, bir el iþaretiy
tekrar oturmamý emretti:
- Yok caným efendim, teklif mi var? Bir bakýma senin pederin sayýlýrýz, dedi.
Arkasýnda mor çizgili sarý atlastan bir yelek yahut gömlek vardý. (Yakasýna bakarsan gömlek
eplerine bakarsan yelek).
Sobanýn yanýna bir iskemle çekerek oturdu. Kocaman meþin kunduralarýnýn at nalý þeklinde çi
süslü tabanlarýný ateþe vererek benimle konuþmaya baþladý.
Çekiçle üstlerine vurulan madenler gibi, kulakta çýnlayan tuhaf bir sesi vardý; bütün K'ler
ibi telaffuz ederek konuþuyordu.
- Sen bayaðý çocukmuþsun, be kýzým. "Her yerde iþittiðim bu söz artýk canýmý sýkmaya baþlam
týkýrýnda gitmiþ ha! Þu var ki, bir memuriyetin muhafazasý, o memuriyetin istihsalinden dah
müþküldür. Gayri ona göre çalýþýrsýn, Benim muallimlerim kendi öz kýzlarým demek-
248
Reþat Nuri Güntekin

tir. Ýlle velâkin gayet ciddi olmalý. Bir tanesi geçenlerde bir hal yiyecek olduydu: Tövbe
ler olsun, Maarif Müdürü'ne sormadan pasaportunu eline verdim, kapý dýþarý ettim. Öyle deði
naz Haným? Aðzýný açmaya tövbe mi ettin?
Þehnaz Haným, mektebin müdür muaviniydi. Öksürmeden lakýrdý söyleyemeyen orta yaþlý, cýlýz,
dýncaðýz. Deminden beri bir þey söylemek istediðine dikkat ediyordum. Sinirli sinirli.
- Evet, evet, öyle olmuþtu, dedi. Sonra söz söylemek fýrsatýný kaçýrmamak istiyor gibi:
- Hamallarý iki mecidiyeden aþaðý razý edemiyorum, ne yapalým? diye ilave etti.
Müdür Efendi, sobanýn yanýnda dumanlan çýkmaya baþlayan ýslak kundurularýnýn naili tabanlar
gibi yerinden fýrladý:
- Bak tereslere, tövbe olsun arkalýðý sýrtýma alýr, eþyayý kendim taþýrým. Ben delibozuk bi
par mýyým, yapa-, rým, sen git, öyle söyle.
Sonra tekrar bana döndü:
- Sen, benim bu þaþý gözlerimi görüyor musun? Onlarýn l yan bakýþlarýný alimallah bin liray
bir bakýver-l dim mi, akýllarý baþlarýndan gider. Yani demem o demek ki, ari-l fe olmalý,
adýla, edibe olmalý Vazifede kusur etmemeli, hariç-j ten muallimlik vakarýný muhafaza etme
li. Muavine Haným, ders f vakti oldu mu dersin?
- Oldu efendim, talebe sýnýfa girdi.
- Haydi kýzým, seni talebeye takdim edeyim, ille velâkin | evvela git, þu yüzünü iyi bir yý
Müdür Efendi, bu sözleri biraz sýkýlarak, sesini alçaltarak! söylemiþti. Fena halde þaþýrdý
ir þey mi sü-| rülmüþtü?
Muavine Haným'la birbirimize baktýk. O da benim gibij mütehayyirdi:
ÇALIKUÞU 249
- Yüzümde bir þey mi var efendim? dedim.
- Kýzým, kadýn kýsmýnýn süs ve altýna tutkusu bir yaradýlýþ eðilimidir, ille muallim kýsmýn
fa girmesi caiz deðilir. Bugün sana pederane ihtar ediyorum.
Ben, þaþkýn þaþkýn:
- Fakat bende boya yok, Müdür Efendi, ben dünyada yüzüne boya sürmüþ insan deðilim, dedim.
Recep Efendi, aksi aksi yüzüme bakýyor'
- Amma yaptýn ha, amma yaptýn ha, diyordu. Birdenbire iþi anladým ve kendimi tutamayarak
güldüm:
- Müdür Efendi, o boyalardan ben de þikâyetçiyim. Ama ne yapalým ki Allah sürmüþ, su ile çý
yok, dedim. Muavine de benimle beraber gülmeye baþlamýþtý:
- Hanýmýn tabii rengi efendim, dedi.
Bu defa, kahkahalar Müdür Efendi'ye sirayet etti. Fakat, onun gülüþü de herkesten baþka tür
"Ha, ha, ha" diye gülerken (h) harflerini, yine mektebe gelmiþ çocuklara alfabe talim
eder gibi tane tane döküyodu.
- Amma tuhaf iþ ha, Allah'tan ha, Allah'tan ha? Allah da verdi mi verir. Sen, böyle
parlak yüz gördün mü Muavine Haným? Kýzým, annen sana süt yerine gül reçeli mi emzirdi be?
!..
Herhalde bu Recep Efendi, pek hoþ bir insan olacaktý. Çarçabuk kaným kaynamýþtý.
Müdür Efendi, hâlâ üstünde ince ince dumanlar tüten latasýný giymiþ, beni sýnýfa götürmeye
r penceresinden talebelerimi görür görmez yüreðim aðzýma geldi. Ne kabalýk Yarabbi! Dershan
elki elli çocuk vardý. Hepsi de hemen hemen benle akran genç kýzlar. Birdenbire üstüme diki
en bu bir yýðýn göz karþýsýnda adeta eriyordum.
Müdür Efendi, hemen bu dakikada çekilip gitseydi, müþkül bir vaziyette kalacak, lakýrdýlarý
Bereket versin, onda müthiþ bir dinletme meraký vardý:
250
Reþat Nuri Güntekin
- "Çýk kýzým, makamýna bakalým!" diye hemen hemen zorla beni kürsüye çýkardýktan sonra, uzu
verdi. Aman, neler söylüyordu! Avrupalýlar týbbý, kimyayý, felekiyat ve riyaziyatý Araplar
aldýklarý halde biz ne halt karýþtýrýp Avrupalýlardan yeni bilgileri almýyoruz? Avrupalýla
ni ilm-ü irfanýna payzeni duhul olup gücün yettiði kadar ganimetler almak meþru bir çapul i
Bu çapul öyle topla, tüfekle olmaz, ancak Fransýz diliyle olurmuþ.
Müdür Efendi, iyiden iyice coþmuþtu. O maden gibi kulaklardan çýnlayan sesiyle baðýrarak be
eriyordu:
- O memalik-i irfanýn anahtarlarý, na, þu parmak kadar kýzýn elindedir. Siz, onun heybetin
e bakmayýn, parmak kadar görünür ama, içi cevherlidir. Maþallah. Sýký yapýþýn, boðazýna bas
limon gibi sýkýn ha...
O melun kahkaha nöbetlerinden birinin tutmak üzere olduðunu hissediyor, yerlere geçiyord
um. Aman Yarabbi, rezil olacaktým! Ýlk defa doðrudan doðruya sýnýfa bakmaya cesaret ettim.
nlar da gülüyordu. Böylece talebemle ilk bakýþýmýz tatlý bir tebessüm oldu. Öyle zannederim
akýþ, bu gizli gülüþ, o anda bizi birbirimize sevdirdi.
Sýnýfta gülüþmenin artmasý nihayet Müdür Efendi'nin dikkatini celp etmiþti. Birdenbire yumr
vurdu. Þaþý gözlerinin bin liraya satmayacaðýný söylediði o korkunç yan bakýþlarýndan biri
- O ne ya?.. O ne ya, o ne ya?.. Size, az yüz verdiler mi, astarýný da istersiniz. Bu
kadýn kýsmýna yüz vermeye gelmez ya, tövbe olsun, berbat ederini. Kapayýn çabuk aðýzlarýnýz
r gibi ne sýrýtýp duruyorsunuz, diye baðýrdý.
Kýzlar, o kadar aldýrýþ etmiyorlardý. Doðrusu ben, onlardan daha ziyade ükmüþtüm. Nutuk, on
kadar devam etti. Ara sýra gülüþmeler arttýkça Recep Efendi, kürsüyü yumrukluyor: "Ne sýrý
alpataný getiririm ha!" diye yarý þaka, yarý ciddi onlarý tehdit ediyordu. Nihayet, son bi
r
ÇALIKUÞU 251
defa daha: "Sýký tutun, yakasýný býrakmayýn, limon gibi sýkýp ilmini aðzýndan almazsanýz, y
vahýnýza; ananýzdan babanýzdan, devletten, milletten yediðiniz ekmek zýkkým olsun!" diye ba
sonra çýktý gitti.
Talebemle yalnýz kaldýðým bu ilk dakikanýn bu kadar müþkül olacaðýný düþünmemiþtim. Sabahta
an söylenen geveze Çalýkuþu, dut yemiþ bülbüle dönmüþtü. Baþýmýn içi bomboþtu. Söyleyecek b
endimi tutamadým, gayri ihtiyari, hafifçe güldüm. Bereket versin, talebelerim beni hâlâ Müd
endi'nin nutkuna gülüyor sandýlar. Onlar da gözlerime bakarak gülümsemeye baþladýlar. Birde
bana bir cesaret geldi. Artýk, kendimi toparlamýþtým.
- Hanýmlar, diye söze baþladým. Bir parça Fransýzcam var, bunun size faydasý olursa bahtiya
lacaðým.
Artýk, týlsým bozulmuþtu; dilim açýlmýþtý. Hiç güçlük çekmeden söylüyor, kýzlarýmýn yavaþ y
e kocaman hanýmlara karþý kýzlarým diyebilmek ne saadet! Yalnýz ara sýra biraz fazla gülüyo
enim için hava hoþ. Fakat maþallah Recep Efendi, o bin liradan fazla deðer yan bakýþlarýyla
penceresinden bakarsa dehþet! Onun için talebelerime ayrýca bir ihtarda bulunmaya lüzum
gördüm:
- Hanýmlar, gülmeleriniz tebessüm derecesini geçmemeli, sizi tehdit etmek için benim elimd
e Müdür Efendi'nin galiba "kalpatan" dediði þeyher neyse ondan yok. Fakat size kýrýlýrým, d
Hasýlý, ilk dersim pek güzel geçti.
Sýnýftan çýkarken kýzlarýmdan biri yanýma geldi. Bana "kal-patan"ýn sadece "kerpeten" demek
nu söyledi. Müdür Efendi fazla gülenleri "kalpatanla diþlerinizi sökerim ha!" diye zarifane
tehdit edermiþ.
252
Reþat Nuri Güntekin

B.. 28 Mart
Kýzlarýmdan çok ama pek çok mennunum. Beni o kadar sevdiler ki, teneffüste bile peþimi býra
rlar. Arkadaþlarýma gelince, doðrusu onlara da fena insanlar diyemem. Bana karþý fazla soðu
duranlar, odanýn bir köþesinde yan yana bakarak benim için herhalde iyi olmayan þeyler fýs
aþanlar yok deðil. Fakat, insan, evinde bile herkesle seviþebilir mi?
Arkadaþlar arasýnda en hoþuma giden, Nezihe ve Vasfiye diye iki sevimli istanbul çocuðu. B
irbirlerinden hiç ayrýlmýyorlar. Fakat, muavin Þehnaz Haným bana, bunlarla sýký fýký arkada
tavsiye etti. Sebebi nedir, bilmiyorum! Bunlardan baþka iki tane eski bildik var.
Birisi vaktiyle Merkez Rüþti-yesi'nde beni müdafaa eden uzun boylu, keskin kara gözlü kadýn
ki, burada haftada bir gün ders veriyormuþ. Müdür Efen-di'nin yan bakýþlarýndan kokmayan ye
arkadaþýmýz bu. Bilakis Recep Efendi, ondan çekiniyor, gizli gizli mavi latasýnýn yakasýný
rek: "Vah ne þirrettir o! Þunu bir atlatsam yok mu, tövbe olsun gözüm açýlacak!" diyor.
Eski bildiklerden ikincisi kocaman gözlüklü, diþlek bir ihtiyar muallime. Vaktiyle arasý sý
a tren arkadaþlýðý ederdik. Göztepe taraflarýndan bir yerde muallimeydi.
Onun da gözü beni ýsýrýyor, dikkatle yüzüme bakarak:
- Allah, Allah! Bu kadar benzeyiþ görmedim. Vaktiyle trende afacan bir mektep kýzý görürdüm
ize öyle benzerdi ki... Fakat o, galiba, Fransýz filandý. Türlü maskaralýklar eder, bir vag
n dolusu halký güldürmekten kýrar geçirirdi, diyor.
Ben, önüme bakarak:
- ihtimal, olabilir, diyordum.
Mektepte birkaç erkek muallim de var. Zahit Efendi, ihtiyar bir din dersleri hocasý.
Coðrafya hocasý Ömer Bey, kýranta bir miralay mütekaidi, ismini bilmediðim bir yazý mualli
nihayet musiki muallimi Þeyh Yusuf Efendi. Yalnýz mektebin
253
ÇALIKUÞU

deðil, bütün B.'nin en ehemmiyetli bir þahsý, Yusuf Efendi, bir Mevlevi þeyhiymiþ, birkaç s
vvel B.'ye gelmiþ, iki kardeþ, kendi kendilerine küçük, sessiz bir evde yaþýyorlarmýþ. Bu k
nler söylüyorlar, bir musiki müzesi gibiymiþ. Her çalgýdan, her sazdan varmýþ. Zaten Þeyh E
meþhur bir bestekâr... Öyle parçalarý varmýþ ki, insan, onlarý aðlamadan dinleyemezmiþ.
Kendisini ilk defa soðuk, yaðmurlu bir günde gördüm. Teneffüste talebelerimle beraber bahçe
onlara yepyeni bir top oyunu öðretmek bahanesiyle biraz oynamýþ, eðlenmiþ-tým. Ýçeriye gird
t siyah önlüðüm ýslanmýþtý. Arada þunu da söyleyeyim ki, benim kendi icat ettiðim bu kýyafe
vaþ yavaþ yayýlmaya baþladý. Hatta, talebelerim arasýnda bile. Müdür Efendi bunun rengine i
ediyor: "Müslüman kýsmýna kara giymek yakýþmaz, yeþilden yapmalý!" diyor, ama leke olacaðý
derek aldýrmýyoruz.
Muallim odasýnda kocaman bir çini soba yanýyordu, iki duvar köþesiyle bu soba arasýndaki ar
lýða girerek ayakta durmuþ, ellerimi önlüðümün ceplerine sokarak üstümü kurutuyordum. Kapý
beþ yaþlarýnda, ince uzun boylu bir efendi girdi. O, bildiðimiz siviller gibi giyinmiþti.
Böyle olduðu halde bahsedilen Þeyh Yusuf Efendi'nin mutlaka bu zat olduðunu anladým. Mekte
pte onu çok seviyorlar. Arkadaþlar, hemen etrafýný aldýlar, paltosunu çýkardýlar. Soba boru
kendime siper ederek ona bakmaya baþladým. Halim, tatlý bir adamdý. Süzgün yüzünde, ekseriy
e mahkûm hastalarda görülen renksiz, nazik, þeffaf bir beyazlýk vardý, ince sarý sakalý, aç
leri bana, pansiyonun loþ dehlizlerinde mahzun mahzun gülümseyen Isa resimlerini hatýrla
ttý. Hele söz söyleyiþi doyulmayacak kadar tatlýydý. Bu halim, tallý seste belli belirsiz b
kâyet! Etrafýnda bir daire çeviren arkadaþlarýma bir türlü bitmeyen yaðmurlardan þikâyet ed
valan, hýrçýn bir sabýrsýzlýkla beklediðini söylüyordu. Bir
254
Reþat Nuri Güntekin
aralýk gözlerimiz birbirine tesadüf etti. Köþenin karanlýðýnda beni biraz daha iyi görmek i
gözlerini büzdü:
- Kim bu küçükhaným, talebelerimizden mi? diye sordu Arkadaþlarým hep birden bana döndüler.
iye gülerek
- Affedersiniz beyefendi, dedi. Takdim etmeyi unuttuk. Yeni Fransýzca muallimimiz
Feride Haným.
Bulunduðum yerden baþýmla selamladým:
- Büyük bestekârýmýzý tanýdýðýma çok memnun oldum efendim, dedim.
Sanatkârlar böyle cümlelere karþý pek hassas oluyorlar. Beyaz teninde bir pembelik uçtu. El
erini ovuþturarak boynunu büktü:
- Bendeniz bestekâr sýfatýna layýk olacak bir1 eser vücuda getirdiðime kaný deðilim. Birkaç
erimde küçük bir meziyet varsa, o da Hâmýt, Fikri gibi bazý büyük þairlerdeki ilahi melali
bir sesle ifade etmesinden ibarettir, dedi.
Hülasa, bu Yusuf Efendi'yi bir aðabey gibi seviyordum.
B 7 Nisan
En büyük bir emelime daha kavuþtum. Dünden beri güzel, küçük, temiz bir evim var; bunu bana
ah razý olsun Hacý Kalfa buldu. Kendi evine iki üç dakikalýk mesafede, ayný semtin kenarýnd
alý, minimini, bahçeli, þirin bir evceðiz. Daha iyisi, bunu bana içinin eþyalarýyla beraber
raladýlar.
Munise de, ben de dün çok neþeliydik. Sözde biraz temizlik yapacak, eþyayý düzeltecektik. N
ezer? Gülmekten, birbirimizi kovalamaktan, alt alta, üst üste boðuþmaktan göz açamadýk ki..
Hele biçare Munise, gözlerine inanamýyor, kendisini saraya girmiþ zannediyor. Sadece Maz
lum -Çoban Mehmet'in verdiði keçinin ismini Mazlum koyduk- bizi epeyce korkuttu. Bu
ÇALIKUÞU
255

yaramaz, açýk kalan mutfak kapýsýndan bahçeye, oradan dereye inen bayýra kaçmýþ, aþaðýsý mi
Allah esirgesin, hafifçe ayaðý kayþa doðru dereye düþecek Hoþ, bu þeytan mahluklar ayaklarý
arý yeri benden iyi bilirler ya. Neyse, içeri alýncaya kadar epeyce yürek üzüntüsü çektik.
Evet, evimizden çok memnunuz. Munise, taþlýktaki mavi çinilere ayaðýný sürüyor duvardaki çi
rini elleriyle seviyor.
Yalnýz.akþamüstleri ortalýk kararýrken biraz mahzun oluyoruz. Komþu evlere, ellerinde mendi
lerle babalar, kardeþler geliyor. Bizim kapýmýzý bu saatlerde hiç kimse çalmayacak; bu daim
böyle olacak.
Bu memleketin, öyle güzel bir baharý var ki.. Her taraf yemyeþil. Bahçemde renk renk çiçekl
açýyor, odamýn pencerelerine sarmaþýklar týrmanýyor. Hele bahçemizin önündeki dik bayýr, ad
ayaný Bu dalgalý yeþillik içinde gelincikler, taze yaralar gibi kanýyor Bütün boþ günlerimi
de Munise ile koþmaca oynamak, ip atlamakla geçiriyorum Yorulduðumuz vakit ben, resim
yapmaya baþlýyorum; Munise, keçsiyle beraber çimenlerin üstüne uzanýyor Resim meraký bende
en uyandý. Birkaç günden ben Munise'nin suluboya bir resmiyle uðraþýyordum. Yaramaz kýz usl
ursa çabucak bitecek, fakat pozdan pek sýkýlýyor. Baþýnda kýr çiçeklerinden bir çelenkle, ç
a keçisiyle karþýmda oturmak ona pek güç geliyor
Ara sýra Mazlum, hýrçýnlýk etmeye, uzun ince bacaklarýyla debelenmeye baþlýyor. O vakit Mun
"Abacýðým, vallahi ben durmak istiyorum ama, Mazlum durmuyor. Ne yapayým?" diye kaçýyor. Ba
kýzýyorum, parmaðýmla onu tehdit ederek:
- Ben, senin þeytanlýðýný anlamýyor muyum sanýyorsun? Sen hayvaný mahsus gýdýklýyorsun, diy
Mektepteki derslerim galiba fena gitmiyor. Müdür Efendi benden çok memnun. Yalnýz, gülmeyi
fazla sevdiðim için ara
256
Reþat Nuri Güntekýn
il M ýl'ý
sýra darýhyor: "Kalpataný sana da getiririm ha!" diyor. Ben, yalandan surat ediyorum:
"Ne yapayým, Hoca Efendi? Üst dudaðým bir parça kýsa da ciddi durduðum vakit bile gülüyorum
unuz!" diyorum.
Þeyh Yusuf Efendi ile ahbaplýðýmýz çok ilerledi. Bu nazik mahsun hastaya bayýlýyorum. Sesin
gizli þikayetiyle öyle güzel, ince þeyler söylüyor ki... On gün evvel tuhaf bir ,vaka geçti
tebin kullanýlmayan eþya ile dolu metruk bir salonu var. O gün, bir ders levhasý almak içi
n o salona girmiþtim. Panjurlar kapalý olduðundan buraya adeta bir akþam karanlýðý basmýþtý
bakýnýrken, köþelerden birinde gözüme, toza, topraða bulanmýþ bir eski org iliþti, birdenbi
atlý ve mahzun bir ihtizaz uyandý. Çocukluðumun mesut günleri bir orgun çaldýðý aðýr, derin
nde geçmiþti. Unutulmuþ bir dost mezarýna yaklaþýr gibi titreye titreye onun yanma gittim.
u salona ne yapmaya geldiðimi, nerede olduðumu unutmuþtum. Yavaþça ayaðýmý bastým, tuþlarda
parmaðýmý koydum. Org, yaralý bir gönülden gelir gibi aðýr, derin bir ses verdi. Ah, bu ses
Ne yaptýðýmý düþünmeden bir sandalye çektim Orgun önünde oturdum; yavaþ olarak sevdiðim can
birini çalmaya baþladým.
Org inledýkçe yavaþ yavaþ kendimi kaybediyor, aðýr bir rüya içine gömülmeye baþlýyordum. Me
ridorlarý gözlerimin önünde açýlýyor, siyah önlüklü, kesik saçlý arkadaþlarým, kafile kafil
yordu. Ne vakitten beri burada olduðumu, neler çaldýðýmý bilmiyordum. Eski günlerimin eski
a tamamýyla kendimi terk etmiþtim.
Arkamda derin bir ah, yapraklar içinden rüzgâr geçmesine benzer bir ses iþittim. Hafifçe ti
reyerek baþýmý çevirdim. Karanlýkta gözüme Þeyh Yusuf Efendi'nin sarýþýn simasý göründü. Ký
ynunu bükmüþ, mavi gözlerinde aðýr bir melal ile beni dinliyordu.
ÇALIKUÞU 257
- Devam et yavrum, devam et, rica ederim, dedi.
Cevap vermedim. Orgun üzerine baþýmý daha ziyade eðerek gözlerimden akan yaþlar kuruyuncaya
dar çaldým. Sonra göðsümde tutuk nefeslerle yorgun, bitkin bir halde durdum.
- Sizde ne derin bir istidad-ý musiki, ne hassas bir kalp varmýþ Feride Haným! Bir çocuk r
uhunun bu engin hüznü nasýl bildiðine mütehayyirim.
Ben, lakayt görünmeye çalýþarak cevap verdim:
- Bunlar, cantique denilen bir nevi ilahilerdir ki, esasen böyle yanýk þeylerdir efend
im. Hüzün bende deðil, onlarda.
Yusuf Efendi, bu sözlerime inanmadý. Hafifçe baþýný sallayarak:
- Kendime bir üstad-ý sanat diyemem, fakat bir musiki-parçasýndaki meziyetlerden hangisi
nin bestekâra, hangisinin musikiþinasa ait olduðunu tefrikte yanýlmam. Sesler gibi parma
klarýn da bazý ihtizazlarý vardýr ki, ancak bir hassas kalbin melalinden akar. Bu cantiq
ue dediðiniz ilahilerden bazýlarýnýn notasýný bana ihsan edebilir misiniz?
- Bunlar kulaktan kapma þeyler efendim, notalarýný ne bileyim.
- Beis yok. Bir gün, bir müsait vaktinizde siz orgda tekrar onlarý lütfederseniz, benden
iz de defterime zapt ederim. Geçenlerde vefat eden bir ihtiyar rahibin terekesinde
n bendeniz de bir org almýþtým. Musiki aletlerine merakým var da efendim. Ben de hanede
bir köþeye koydum. Bu parçalarý çalmak isterim.
Konuþa konuþa salondan çýkmýþtýk. Ayrýlacaðýmýz vakit, Þeyh Efendi, bana bir vaatte bulundu
- Samimi bir melal mahsulü olan bazý parçalarým var ki, kimseye çalmadým. Anlamayacaklarýnd
emindim. Onlarý inþallah bir gün size çalarým, olmaz mý küçükhaným?
iþte bu vaka, Þeyh Efendi ile olan ahbaplýðýmýzý bir kat daha artýrdý. Vaat ettiði parçalar
edim, fakat pek
Çalýkuþu - F 17
258
Reþat Nuri Güntekin
güzel þeyler olacaðýný tahmin ediyordum. Çünkü bu hasta ve hassas Þeyh, alelade bir tahta p
kunsa, onu feryada getirecek sanýyorum. Birkaç gün evvel çocuklardan biri satýn almak iste
diði udu muayene ettirmeye getirmiþti. Parmaklarýnýn ucuyla tellere þöyle birkaç defa dokun
k olduydu, öyle sandým ki, bu ince parmaklarla uda deðil, gönlümün içine dokunuyor.
B. Mayýs
Dün, büyük bir kabahat iþledim: Meydana çýkacak diye yüreðim titriyor. Yaptýðým þeyin iyi o
fakat ne yapayým, içimden öyle geldi. Muallimler, haftada bir gece mektepte nöbetçi kalýyor
ar. Dün gece sýra benimdi.
Akþam mütalaasýnda muavin Þehnaz Haným'la beraber mektebi dolaþýyorduk. Sýnýflarýn birindek
lambasýnýn iyi yanmadýðýný görerek içeri girdik. Muavin, çok marifetli bir kadýndý. Elinden
rdi. Ayaðýnýn altýna bir sandalye çekerek lambayý muayene ediyordu. Kapýdan ihtiyar hademe
girdi. Elimde bir mektupla arka sýralarda oturan bir talebeye yaklaþmaya baþladý.
Tam mektubu vereceði vakit muavin, birdenbire bulunduðu yerden:
- Dur, Ayþe Kadýn! O ne? dedi.
- Hiç, Cemile Haným için kapýcýya bir mektup býrakmýþlar da.
- Onu bana getir. "Talebeye gelen mektuplarý evvela ben göreceðim," diye kaç kere size t
embih ettim. Ne kafasýz kadýnsýn!
Bu dakikada tuhaf bir þey oldu. Cemile, yerinden atlayarak hademenin elinden mektu
bu kapmýþtý.
259
ÇALIKUÞU

Muavin hiç sükûnetini bozmadan:


- Buraya gel, Cemile, dedi. Cemile, hareket etmiyordu.
- Buraya gelmeni söylüyorum Cemile, niçin itaat etmiyorsun?
Bu cýlýz, hastalýklý kadýnda öyle bir âmirane eda vardý ki, ben bile titredim. Sýnýfa derin
nek uçsa iþitilecekti.
Cemile, baþýný önüne eðerek aðýr aðýr yanýmýza geldi. On altý, on yedi yaþlarýnda güzel bir
dan kaçtýðýný, bahçede tenha köþelerde, düþüne düþüne dolaþtýðýný görürdüm. Derslerinde de
Yüzünü yakýndan gördüðüm vakit, çocuðun büyük bir teessür içinde olduðunu anladým. Yüzünde
baþýný eðerek dudaklarý saranyor, gözka-paklarý hemen titriyor denecek suretle açýlýp kapan
- Cemile, o mektubu bana ver!
Muavin, hýrçýn bir sabýrsýzlýkla ayaðýný yere vurdu:
- Haydi, ne bekliyorsun?
- Niçin, Muavin Haným, niçin?
Bu "niçin" sözünde, bu küçük kelimede meyus bir isyan vardý. Muavin, sert bir hareketle eli
uzattý, kýzýn bileðini hýrpalayarak mektubu kaptý.
- Haydi, þimdi yerine git!
Þehnaz Haným, zarfýn üzerine göz gezdirirken hafifçe kaþlarýný çatýyordu. Fakat, çabucak ke
Derin sükûnete raðmen heyecan içinde olduðu hissedilen sýnýfa hitap ile-
- Mektup, Cemile'nin Suriye'deki biraderinden... Yalnýz hemen bana itaat etmediði için
yarýna kadar ona vermeyeceðim, dedi.
Talebeler, tekrar baþlarýný kitaplarýnýn üzerine eðdiler. Muavin ile beraber dýþarý çýkarke
zdirdim. Arka sýralarda birkaç genç kýz, baþ baþa vermiþ, bir þeyler fýsýl-
260
Reþat Nuri Güntekin
daþýyorladý. Cemile'ye gelince, baþýný sýranýn üstüne saklamýþ, omuzlarý hafif sarsýntýlarl
ora giderken muavine:
- Cezanýz pek aðýr oldu, dedim. Yarýna kadar nasýl bekleyecek, kim bilir, ne kadar sabýsýzl
dedir?
- Merak etme kýzým. O, mektubu hiçbir zaman okuyamayacaðýný anladý.
- Nasýl, Muavine Haným, kardeþinden gelen bu mektubu ona vermeyecek misiniz?
- Hayýr, kýzým.
- Niçin?
- Çünkü kardeþinden gelmiyor.
Muavin, sesini daha ziyade alçaltarak devam etti:
- Bu Cemile, epeyce zengin bir adamýn kýzýdýr. Bu sene genç bir mülazýmý sevdi. Babasý, müm
zý olmuyor. Gerek evde, gerek mektepte bu kýz, göz hapsindedir. Mülazýmý Bandýrma'ya gönder
. Biz, bu çocuðu yavaþ yavaþ tedaviye çalýþýyoruz. Halbuki o, ikide birde biçarenin yarasýn
. Bu, üçüncü mektuptur ki elime geçti.
Konuþa konuþa muavinin odasýna gitmiþtik. Þehnaz Haným hýrçýn bir hareketle bu mektubu buru
obanýn kapaðýný kaldýrarak içine attý.
Vakit gece yarýsýna yaklaþýyordu. Ben hâlâ nöbetçi muallimler odasýndaki yataðýmda uyuyamýy
t, kararýmý verdim. Koridorda dolaþan nöbetçi hademeyi bir bahane ile aþaðý göndererek muav
odasýna girdim. Perdeleri açýk kalmýþ bir pencereden odaya soluk bir mehtap aydýnlýðý vurmu
gece hýrsýzý gibi titreyerek sobanýn kapaðýný açtým. Yýrtýlmýþ, buruþturulmuþ kâðýt yýðýnla
nu bulup çýkardým.
ÇALIKUÞU 261
Nöbet gecelerimde herkes uyuduktan sonra boþ koridorlarda, sessiz, karanlýk yatakhanel
erde dolaþmak çok hoþlandýðým bir þeydi. Burada üstü açýlmýþ bir küçük kýzý örterim, ötede
yorganýný düzeltirim, ateþli baþýna yavaþça elimi koyarým, daha ileride kumral bir saç küm
bir genç kýz uyuyordur, yarý açýk ince dudaklarýyla hangi ümide gülümsediðini kendi kendim
Bu birçok genç kýzýn uyuduðu loþ, sessiz yatakhanelere aðýr bir rüya bulutu çökmüþ gibidir.
, biçareleri, er geç kaybedecekeri bu rüyadan uyandýrmamak için ayaklarýmýn ucuna basa basa
eðim titreyerek yürürüm.
O gece, Cemile'nin karyolasýný bulduðum vakit biçare, yeni uyumuþtu. Bunu, kirpiklerinde d
aha kurumamýþ gözyaþý damlalarýndan anladým.
Yavaþça üzerine eðildim:
- Bahtiyar küçük kýz, mektep önlüðünün cebinde sevdiðinden gelen mektubu bulduðun zaman, ki
kadar sevineceksin? Bu kaybolmuþ þeyi hangi görünmez gece perisinin oraya getirip býraktýð
di kendine soracaksýn. Cemile, o, bir peri deðil, sadece bir biçaredir, nefret ettiði in
sandan gelebilecek mektuplarý daima kalbinin bir parçasýyla beraber yakmaya mahkûm bir t
alihsiz...
B... 20Mayýs
Dün dersler kesildi. Üç güne kadar imtihanlara baþlýyoruz. B.'deki bütün kýz mektepleri bug
n bir saat uzakta, bir dere kenarýnda Mayýs Bayramý yaptýlar. Ben, böyle kalabalýk gezintil
rden hoþlanmýyorum. Onun için gitmemeye, bugünü bahçemde geçirmeye niyet etmiþtim. Fakat, k
262
Reþat Nuri Guntekin

mekteplerinin þarkýlar söyleyerek geçtiðini gören Munise, sýzýldanmaya baþladý. Tam onun gö
çat kapý çalýndý. Baktým, muallim arkadaþlarýmdan Vasfiye ile son sýnýftan birkaç talebe.
tlaka beni önüne katýp götürmek emriyle müdür tarafýndan gönderilmiþti. Recep Efendi:
- Tövbe olsun, ben onun için hassaten kuzu doldurttum, helva yaptýrdým. Ne rezalettir bu
? Olmaz, efendim, olmaz, diye bar bar baðýrýyormuþ.
Talebelerime gelince, onlar da son sýnýf namýna ricaya geliyorlardý:
- Ipekböceði" benim yeni ismim. Çalýkuþu bitti. Þimdi "Ipekböceði" çýktý. Hem daha fenasý,
yüzüme karþý da böyle "Ipekböceði" demekten çekinmiyorlar. Vallahi, adeta izzetinefsime, m
mlik vakarýma dokunuyor. Hem bu isim yalnýz mektepte kalsa yine þikâyet etmeyeceðim. Geçen
, kahvelerden birinin önünden geçiyordum. Zengin bir ipek tüccarý olduðunu söyledikleri pot
u, mintanlý, kaba saba bir adam, kahvenin bir ucundan öbür ucuna: "Sekiz tane dut bahçem
var, böyle ipekböceðine sekizi de kurban olsun!" diye baðýrmaz mý? Öyle utandým ki, yer ya
ere geçecektim. "Gitmem" diye inat etsem: "Naza çekiyor kendini!" diyecekler, eðlenece
klerdi. Onun için, çaresizce çarþafýmý giyerek peþlerine takýldým.
*
Küçük talebelere beyaz giydirmiþlerdi. Dere kenarý papatya çayýrlarýna dönmüþtü. Bu memleke
k kýz mektebi varmýþ. Yeþil bahçelerin arasýndaki yýlankavi yollardan, marþlar okuyarak gel
ktep taburlarý bitip tükenmek bilmiyordu.
Erkek hocalar derenin karþý tarafýndaki bir aðaçlýða çekilmiþlerdi. Bizim aramýzda yalnýz R
, mavi latasý, kocaman siyah þemsiyesiyle dolaþýyor, bir köþeye taþtan ocak
ÇALIKUÞU 263
kuran aþçýlara baðýra baðýra emir veriyordu. Muallimlerle büyük talebeler çarþaflarýný atrn
nebilmek için Müdür Efendi'yi güç bela kandýrdýlar, erkekler tarafýna savdýlar.
Bilmem niçin, ben bugün hiç eðlenmiyordum. Bu yüzlerce kýz çocuðunun çýlgýn neþesi, sevinci
orgun bir hüzünden baþka bir þey vermiyordu.
Þurada bir iptidai mektebi mýzýka ile marþ okuyor, ötede bir alay genç kýz, itiþe kakýþa, ç
ir almaca oynuyor, daha ileride çocuk, büyük karmakarýþýk bir insan kümesi manzume okuyan,
ut nutuk söyleyen bir çocuðu alkýþlýyordu. Munise; kalabalýðýn içinde kaybolmuþtu. Yaramaz,
urur mu?
Uzakta, yüksek bir setin kenarýnda bir sýra kestane aðacý vardý. Genç hocalardan bazýlarý b
lerle beraber bu aðaçlara kolan salýncaklarý kurmuþlardý Yaprak kümelerinin arasýnda renk r
tekler uçuyor, çýðlýklar, kahkahalar dalgalanýyordu.
Ben, yavaþ yavaþ kalabalýktan ayrýlmýþ, bir sel çukuru kenarýnda kocaman bir kayanýn gölges
uþtum. Taþkýn kovuklarda bitmiþ cýlýz san çiçekleri koparýp ayaklarýmýn altýndan geçen suya
gýn düþünüyordum.
Birdenbire arkamda ince bir sesin: "Buldum... Ipekböceði burada!" diye baðýrdýðýný iþittim.
Meðer salýncak eðlencesi için beni arýyorlarmýþ. Yarý zorla beni oraya kadar götürdüler, "i
gunum, sallanmasýný bilmiyorum!" diyorum. Fakat ne arkadaþýma, ne talebelerime söz anlatma
k kabil deðildi. Mürüvvet Haným -beni vaktiyle Merkez Rüþtiye Mektebi'nde müdafaa eden kesk
kara gözlü kadýn- mutlaka benimle sallanmak istiyordu. Salýncaklardan birine atladýk. Faka
t, nafile, kollarým titriyor, dizlerim vücudumun yükünü kaldýramýyor gibi çöküyordu. Zavall
hayli uðraþtýktan sonra vazgeçti:
264
Reþat Nuri Güntekin
- Nafile böceðim... Sen hakikaten sallanmaktan korkuyorsun. Benzin kül gibi oldu, düþeceks
in, dedi.
Müdür Efendi, öðle yemeðinde bizimle beraberdi.
Benim bugünkü neþesizliðimi o da fark etmiþti, ikide bir: "Hani, niye gülmüyor? Vay aksi ço
ay... Gülme, dediðim yerde gülersin, burada somurtur durursun!" diyordu. Adamcaðýz, yemekt
en sonra da peþimi býrakmadý. Mektepten, mahsus çay semaveri getirmiþi. Bana eliyle çay piþ
ek istiyordu. Hocalardan biri uzaktan el iþaretleriyle beni çaðýrdý:
- Hademelerden birini gönderip Þeyh Yusuf Efendi'ye bir tambur getirttik. Uzak bir y
erde ona çalgý çaldýracaðýz. Aman, þu zevzeðin elinden kendini kurtar da gel, dedi.
Bu, hakikaten kaçrýlmayacak bir fýrsattý. Yusuf Efendi'nin musikisi beni sardýkça sarmýþtý.
bestekâr, epeyce zamandan beri hastaydý. Metebe gelmiyordu.
Bir iki günden beri iyileþtiðini iþitiyorduk. Bugünkü mektep eðlencesine o da gelmek istemi
Kadýn hocalar, bir bahane ile Yusuf Efendi'yi erkeklerden ayýrmýþlardý. Sekiz, on kiþilik b
r kafileyle, kendimizi göstermeye çalýþarak dere kenarýndaki ince yolu takibe baþladýk. Þey
ndi, bugün çok canlý ve neþeliydi. Yolun uzadýðýný görerek onun yorulmasýndan korkanlara gü
ce yol, ebedi gitse yorulmayacaðým. Bugün kendimi o kadar kuvvetli hissediyorum ki!" d
iyordu.
Arkadaþlardan biri usulca kulaðýma eðildi, erkek muallimlerden bazýlarýnýn bir köþede gizli
iklerini, Þeyh Efendi'ye de birkaç kadeh verdiklerini söyledi. Yusuf Efendi'nin neþesi,
belki biraz da bundan ileri geliyordu.
Dere yolunda on beþ dakika yürüdükten sonra bir harap su deðirmenine vardýk. "Çaðlayanlar"
leri bu yerde vadi birdenbire daralýyor, adeta bir boðaz vücuda getiriyordu. Dere kena
rýndaki kayalýklar öyle yüksekti ki, güneþ aþaðýya kadar inemiyor, sular, adeta bir fecir a
kýyordu.
ÇALIKUÞU 265
Buradan bizi kimsenin iþitmesine imkân yoktu. Þeyh Yusuf Efendi'yi sýk yapraklý bir ceviz
aðacýnýn altýnda oturttular, tamburu eline verdiler. Ben, uzakça bir yere, etraftan sularýn
köpüre köpüre aktýðý bir kayanýn üstüne sinmiþtim. Arkadaþlar, yine rahat vermediler:
- Olmaz, olmaz... Buraya gel, mutlaka geleceksin! diye beni, bestekârýn karþýsýna oturttul
ar.
Tambur baþladý. Bu musiki, ömrümce kulaklarýmdan gitmeyecek! Arkadaþlar, çimenlerin üzerine
zanmýþlardý. En kaba saba görünenlerin bile aðlayacak gibi dudaklarý titriyor, gözleri dolu
.
Kumral, saçlarýný omzuma dayayan Vasfiye'nin kulaðýna:
- Ben, Þeyh Efendi'yi ilk defa mektepte dinlemiþtim. Çok güzeldi tabii, fakat böyle deðildi
dedim.
Vasfiye, süzgün gözlerinde muammalý bir gülümseme ile:
- Evet, çünkü Yusuf Efendi ömründe hiçbir gün bugünkü kadar mesut ve ayný zamanda bedbaht o
.
- Niçin? diye sordum.
Dikkatli dikkatli yüzüme baktý, baþýný tekrar omzuma býrakarak:
- Sus, dinleyelim, dedi.
Þeyh, bugün hep eski þarkýlarý çalýyordu. Bunlardan hiçbirini þimdiye kadar dinlememiþtim.
sonunda, artýk bitecek, diye yüreðim titriyordu. Fakat gözleri yarý kapalý, yavaþ yavaþ sar
a baþlayan þarkýlarý ince bir terle nemlenmiþ, birini bitirdikten sonra ötekine baþlýyordu.
Gözlerimi, bu yarý kapalý gözlerden ayýramýyordum Bir aralýk, solgun yanaklarýna birkaç dam
. Birdenbire yüreðim oynadý. Bir hastayý bu kadar yormak günahtý. Dayanamadým, þarkýlardan
bitirmesinden istifade ederek:
- Biraz dinlenmez misiniz? dedim. Rahatsýz görünüyorsunuz. Neyiniz var?
266
Reþat Nuri Güntekin

Cevap vermedi. Islak kirpikleri arasýnda o, masum çocuk gözleriyle derin derin bana ba
ktý, sonra tekrar baþýný tamburuna dayayarak yeni bir þarkýya baþladý:
"Pür ateþim, açtýrma benim aðzýmý zinhar Zalim, beni söyletme derunumda neler var."
Yusuf Efendi, þarkýyý bitirirken, baþý tamburun üstüne düþtü. Zavallýya hafif bir baygýnlýk
r, hep þaþýrdýlar. Ben: "Biz sebep olduk, bu kadar yormamalýydýk!" dedim. Mendilimi ýslatma
n süratle taþlarýn üstünden sýçrayarak dereye indim. Bu, çok hafif bir baygýnlýktý. Hatta a
dönmesi. Elimde ýslak mendille yanýna döndüðüm vakit o, gözlerini açmýþtý.
- Bizi korkuttunuz efendim, dedim. O, renksiz bir gülümseme ile:
- Bir þey deðil, ara sýra oluyor, dedi.
Arkadaþlarýmda bir tuhaflýk hissetmeye baþlýyorum. Manalý manalý bana bakýyorlar, aralarýnd
esle bir þeyler söyleþiyorlardý.
Ayný yoldan geri dönüyorduk. Ben Vasfiye ile beraber en arkaya kalmýþtým.
- Bu Þeyh Efendi'de bir hal var, dedim, için için bir þeye üzülüyor gibi görünüyor.
Arkadaþým, o biraz evvelki manalý bakýþýyla beni tekrar süzdü:
- Sahi mi söylüyorsun, Feride? Hatýrýn kalmasýn, fakat inanamayacaðým. Demek sen hiçbir þey
orsun? Vasfiye, garip bir bakýþla bana gözlerini dikmiþti.
- Bilsem saklamaya ne sebep var? dedim. O, yine inanmadý:
- Bütün B.'nin bildiði bir þeyi sen nasýl bilemezsin? Bu manasýz þüpheye gülümseyerek omuzl
:
- Biliyorsunuz ki ben B.'de çok kapalý ve yalnýz yaþýyorum. Kimsenin hiçbir þeyi ile alakad
deðilim.
ÇALIKUÞU 267
Arkadaþým ellerimi tuttu:
- Yusuf Efendi, seni ölesiye seviyor, Feride, dedi.
Gayri ihtiyarý ellerimi yüzüme kapadým. Dere kenarýnda çocuklarýn sevinçli gürültüsü hâlâ d
mseye sezdirmeden kafileden ayrýldým, iki bahçe arasýndaki dar bir yoldan saparak kendi
kendime eve döndüm.
B 25 Temmuz
Yaz aylarý uzadýkça uzadý. Sýcaklar tahammül edilmeyecek derecede. Her þey sarardý, etrafta
ik namýna bir þey kalmadý. Karþýdaki koyu yeþil tepeler soluk, yanýk bir renk baðladý. Uzak
güneþinin kamaþtýrýcý ýþýklarý içinde kocaman kül yýðýnlarý gibi cansýz ve manasýz görünüy
ibi sýkýlýyorum. Memleket þimdi bomboþ. Talebeler daðýldý, hocalardan birçoðu tatil aylarýn
yerlere gitti. Nezihe ile Vasfiye bana ara sýra istanbul'dan mektup gönderiyorlar.
Bu sene Ýstanbul çok güzelmiþ. Sularý, adayý anlata anlata bitiremiyorlar. Bir yolunu bulur
arsa orada kalacaklarmýþ.
Doðrusu istenirse, benim de burada kalmaya niyetim yok. Þeyh Yusuf Efendi vakasý beni ço
k müteessir etti. Ýnsan içine çýkmaya utanýr oldum. Mektepler açýlacaðý vakit baþka bir yer
ir yer ki, beni üzsün, uðraþtýrsýn, ziyaný yok, fakat kendi kendime yalnýz býraksýn.
B . ~ 5 Aðustos
Hoca olduðumdan beri ikinci defadýr ki talebelerimin gelin olduðunu görüyorum. Fakat bu se
fer o zavallý Zehra'nýn-ki gibi deðil. Bu gece, bu saatte Cemile artýk kirpiklerinde kur
u-
268
Reþat Nuri Güntekýn

mamýþ gözyaþý damlalanyla yataðýnda uyumuyor. Cemile'nin güzel baþýna bu gece, bu saatte se
zýmýn göðsü yastýk oldu.
Bu çocuklarýn ikisi de birbirlerine olan sevdalarýnda öyle sebat ettiler ki, nihayet ann
eleri, babalarý da baþ eðmek mecburiyetinde kaldý.
Cemile'yi de, Zehra gibi, kendi elimle süsledim. Bir zamandan beri hiçbir kalabalýk ye
re gitmemek için inat ediyordum. Fakat Cemile mahsus evime geldi, ellerimi öperek ya
lvardý. Bir gece, karanlýkta kendisine ettiðim hizmeti acaba anladý mý? Bilmiyorum. Fakat
anasýný, babasýný razý ettiði gün ilk müjdeyi bana getirmiþti, ihtimal ki þüphe ediyor.
Evet, Cemile'yi elimle süsledim, duvaðýný elimle taktým. Burada bir âdet var: Kim olursa ol
un genç kýzlarýn saçma mutlaka bir parça gelin teli takýyorlar, bunu bir uður sayýyorlar. H
raðmen Cemile'nin annesini, saçýmýn bir tarafýna minimini bir tel parçasý iliþtirmekten me
medim.
Mülazýmý çok merak ediyorum. Cemile'yi onun kolunda görmedikçe saadetlerine inanamayacaktým
akat, buna imkân olmadý. Erkenden evime dönmek mecburiyetinde kaldým.
Her yerde olduðu gibi, burada da bütün kadýnlarýn gizli gizli bana baktýklarýný, birbirleri
r þeyler fýsýldadýklarýný görüyordum. Bütün dudaklarda yine bir "Ipekböceði" sözüdür dolaþý
in karýsý olduðunu söyledikleri, elmaslara, altýnlara batmýþ bir þiþman kadýn, dikkatli dik
baktýktan sonra yanýndakilere, benim iþitebileceðim bir sesle:
- Bu Ipekböceði sahiden afet, adamcaðýzýn yanmakta hakký varmýþ, dedi.
Artýk burada duramazdým. Cemile'nin annesinden müsaade istedim; hasta olduðumu, mümkün deði
uramayacaðýmý söyledim. Küçük gelinin yanýnda muallim arkadaþlarýmdan birkaçý vardý, ihtiya
arý gösterdi:
ÇALIKUÞU 269
- Cemile'ye hocalarý nasihat veriyorlar, sen de bir iki þey söyle kýzým, dedi.
Bu masum arzuyu gülümseyerek kabul ettim. Talebemi bir köþeye çekerek:
- Cemile, dedim, hocan olmak sýfatýyla annen, sana nasihat vermemi istedi. Sen, nasi
hatlerin en güzelini kendi kendine verdin. Yalnýz, çocuðum, sana bir tembihim olacak. Müla
zýmýn þimdi senin yanýna gelmeden evvel sokakta yabancý bir kadýnýn geldiðini, sana gizli b
söylemek istediðini haber verirlerse sakýn dinleme, yavrum, o kadýndan kaç, güzel baþýný mü
tli göðsüne sakla.
Cemile, bu sözlere, kim bilir, ne kadar hayret etmiþtir? Hakký var; çünkü þimdi ben bile ha
t ediyorum. Onlarý bir yabancý aðzýndan iþitmiþ gibi sebebini, manasýný kendi kendime soruy
B 27 Aðustos
Bu akþam, minimini bahçemizde ziyafet vardý. Munise ile beraber, Hacý Kalfa ile ailesini
akþam yemeðine davet etmiþtik. Alay olsun diye sokaktan üç dört kýrmýzý kâðýt fener aldýrm
sofra üzerine eðilen dallarýna asmýþtýk.
Hacý Kalfa, bunlarý görünce pek keyiflendi:
- Ayol, bu ziyafet deðil, On Temmuz þenliðidir, dedi.
- Hacý Kalfa, bu gece benim kendi On Temmuzum, dedim. Evet, bu gece kendi hürriyet þen
liðimdi. Çalýkuþu, kafesinden kurtulalý bu gece tam bir sene olmuþtu. Bir sene, üç yüz altm
uzun?
Evvela çok neþeliydim. Mütemadiyen gülüp söylüyordum. O kadar maskaralýk ediyordum ki, Sama
adam, gülmekten týkanýyor, Hayganuþ'un sivilcelerle dolu þiþkin yüzü dallardaki kýrmýzý fen
bir renk alýyordu. Hacý Kalfa'nýn ellerini dizlerine vurarak:
Reþat Nuri Güntekin
270

ý
'H,
- Dil otu mu yedin be kýzým? diye gülmesi vardý ki...
Geç vakte kadar bahçede oturduk, sonra fenerlerimden birini Mirat'a, birini Haganuþ'a
vererek misafirlerimi selametledim. Munise, gündüzden çok yorgun olduðu için daha biz konuþ
rken sandalyesinde uyuklamaya baþladý. Onu yataðýna gönderdim, kendim, tek baþýma bahçede k
Sakin, yýldýzlý bir geceydi. Karþý setteki evlerde ýþýklar sönmüþtü. Dað yolu, bu yýldýzlý
gölge yýðýný gibi yükseliyordu.
Bileklerimle alnýmý setin kenarýdaki parmaklýðýn soðuk demirlerine dayadým. Etrafýmda ne se
ayat, yalnýz uçurumun dibinde, bu dayanýlmaz sýcaklara raðmen hâlâ kurumayan derede hafif b
birkaç yýldýz aksi.
Kâðýt fenerlerin mumu artýk tükeniyordu. Onlarýn renkli ýþýklarýyla beraber içimdeki neþeni
lduðunu, gönlüme derin, çaresiz bir karanlýðýn inmeye baþladýðýný hissediyordum.
Bu bir senenin kâh karanlýðýný, kâh aydýnlýk günlerini bi-1 rer birer hayalimden geçirdim,
Yarabbý, ne uzun?
Soðuða, cefaya, mihnete hiç þikayetsiz tahammül eden saðlam bir vücudum var.
Ýhtimal, daha kýrk sene, elli sene yaþayacaðým. Ýhtimal daha elli yaþ bu hazin muzafferiyet
hazin yýldönümünü gör-1 mem lâzým gelecek. Hayat, ne uzun, Allah'ým, ne uzun?
Ýhtimal, Munise de bana kalmayacak.
Saçlarýma yavaþ yavaþ aklar düþecek.
Ümit edeyim, tahammül edeyim, güzel. Ben, buna razý-' yým, fakat niçin, neyi beklemek için?
Bu bir sene içinde, birkaç defa, kendimi zapt edemedim, aðladým. Fakat bunlarýn hiçbirisind
bu gece gözkapaklarýmýn içini yakan yaþlardaki acýlýk yoktu. O vakit, sadece gözlerim aðla
e gönlüm aðlýyor.
____________ÇALIKUÞU______________271
B . l Ekim
Dersler baþlayalý iki hafta oluyor. Muallim arkadaþlarýmýn birçoðu B.'ye döndüler. Hatta, m
istanbul'da kalmak isteyen Vasfiye bile. Biçare, bir türlü açýk yer bulamamýþ.
Nezihe'nin baþýna bir devlet kuþu konmuþ. Bir cuma günü Surlar'da bir genç zabite tesadüf e
. Zabit, onlarý Boðaziçi'nden Fatih'e kadar takip etmiþ.
Bu iki arkadaþýmýn þimdiye kadar tesadüf ettiði her erkek gibi, o da Vasfiye'yi tercih ediy
rmuþ. Hatta, bilmem hangi parkta birbirlerine randevu vermiþler. Fakat aksi olacak,
Vasfi-ye'nin o gün misafirleri gelmiþ. Zabiti merakta býrakmamak için Nezihe'ye yalvarmýþ:
- Kuzum Nezihe' Sen, benim yerime git, bugün gelemeyeceðimi söyle. Baþka gün için mülakat a
demiþ.
Nezihe, akþam eve uðradýðý vakit, delikanlýyý göremediðini söylemiþ. Fakat, kýzýn halinde b
irkaç gün sonra iþ anlaþýlmýþ. Meðer o gün, Nezihe ne yapýp yapmýþ, genç zabitin zihnine gi
hafta sonra onunla niþanlanmýþ
Vasfiye, çok mahzun, bir yandan, aziz bir arkadaþý tarafýndan aldatýlmak gücüne gidiyor, bi
andan da yalnýz kaldýðýndan þikâyet ediyor. Ýkide birde içini çekerek:
- Ah Feride Haným, Sizinle ne güzel iki arkadaþ olabilirdik. Fakat nasýl anlatayým, siz o
kadar neþeli, iyi, munis bir kýz olduðunuz halde, yaþamak zevkini alamamýþsýnýz, diyor.
Yuvalarda yeni yavrularýn yumurtadan çýkma zamanýnda nasýl neþeli bir hayat uyanýrsa, mekte
de öyle bir hal var.
Hele birkaç gün evvel þimþekle, gök gürültüleriyle baþlayan þiddetli bir yaðmur, sýcak ve s
bana verdiði müzmin hüznü, anlaþýlmaz yaþamak yorgunluðunu daðýttý. O kadar hafif, o kadar
..
272
Reþat Nuri Güntekin

B. 17 Ekim
Yaðmurlar on günden beri devam ediyor, hem de ne þiddetle, ilk günlerde benim gibi sevin
en, solgun benizlerine taze bir hayat rengi gelen son çiçekler harap oldular. Biçarele
r, bahçede durmadan yaðan yaðmurun altýnda baþlarýný eðiyorlar: "Artýk yeter!" der gibi büz
lar.
Bu akþam, mektepten döndüðüm vakit benim de aþaðý yukarý onlardan kalýr yaným yoktu. Sýrýls
vücuduma, peçem yüzüme yapýþýyor, sokakta rast geldiðim insanlarý halime güldürüyordu,
Munise'nin, bu akþam benzi biraz soluktu. Nezle olmasýndan korkarak erkenden, zorla
yataða yatýrmýþ, ýhlamur kaynat-mýþtým. Yaramaz kýz, yatakta þikâyet ediyor, benim ihtimaml
k:
- Abacýðým, soðuk, insana ne yapar? Geçen sene karda, samanlýkta yattýðým geceyi unuttun mu
du.
Bu gece, hiç uykum yoktu. Munise'yi uyuttuktan sonra elime bir kitap alarak sedire
uzandým. Yaðmurun saçaklarda, su oluklarýnda çýkardýðý sesleri, on beþ günden beri bitmeye
dinlemeye baþladým. Ne kadar vakit geçmiþti, bilmiyorum? Birdenbire hýzlý hýzlý kapý çalýn
kim olabilir?
Kapýyý açmaya cesaret edemedim. Misafir odasýnýn cumbasýndan uzandým. Karanlýðýn içinde uzu
kadýn hayaleti, cumbanýn altýnda yaðmurdan korunmaya çalýþýyor, elin- [ deki muþamba fener
sokaktaki su birikintileri içinde çýrpýnýyordu.
- Kim o? diye sordum. Titrek bir ses:
- Açýnýz, Feride Haným'ý görmeye geldim, dedi.
Kapýyý açtýðým vakit titriyordum. O akþamdan beri yaban-1 cý kadýnlardan gözüm yýlmýþtý. Ne
beni ara-1 dýðýný görsem, fena bir haber alacaðýmý sanýyorum. Bu vakitsiz
ÇALIKUÞU 273
misafir, yüzümü görmek için feneri kaldýrmýþtý. Solgun bir çehre, iki mükedder mavi göz far
- Müsaade eder misiniz içeri gireyim, hocaným?
Bu çehre, bu ses, bana emniyet verdi. Kim olduðunu, niçin geldiðini sormaya lüzum görmeden:
"Buyurunuz" dedim. Yanýmdaki misafir odasýnýn kapýsýný açtým.
Kadýn, odayý ýslatmaktan çekiniyor gibi, etrafýna bakmýyor, oturmaya cesaret edemiyordu.
Bir þey söylemiþ olmak için:
- Ne yaðmur, ne yaðmur, insaný adeta yýkýyor! dedi.
Dikkatle yüzüne bakýyordum. Halbuki periþanlýðýnýn yaðmurdan daha baþka bir þeyden geldiði
Asýl maksadýný söylemek için, daha sakinleþmek istediðini anladým, birdenbire ne istediðini
.
ilk hissim, beni aldatmýþtý. Bu munis çehreli, asil bir kadýndý.
Nihayet: "Kiminle görüþüyorum efendim?" diye sordum. Benden korkuyor gibi baþým eðdi:
- Feride Hanýmefendi, ben yabancý deðilim. Gerçi þimdiye kadar görüþmedik ama, sizi uzaktan
rum.
Biraz sustu, sonra bir cesaret hamlesiyle ilave etti:
- Bir meslektaþýnýzýn kardeþiyim. Mektebinizin musiki hocasý Þeyh Yusuf Efendi'nin.
Birdenbire yüreðim aðzýma geldi. Fakat kuvvetli olmak, hiçbir þey sezdirmemek lâzýmdý:
- Öyle mi efendim? Görüþtüðümüze memnun oldum. Þeyh Efendi, biraz daha iyiler inþallah, ded
Bu saatte, bu halde gelen bir misafire söylenecek söz, elbette bu deðildi. Fakat baþka n
e diyebilirdim?
O, cevap bulamayarak susuyor. Ben, yüzüne bakmaya cesaret edemeyerek gözlerimi yere in
diriyordum. Hafif bir hýçkýrýk sesi iþittim. Kurtulma imkâný olmayan bir felakete razý olur
baþýmý daha ziyade eðerek bekledim.
Çalýkuþu - F 18
274
Reþat Nuri Güntekin

O, aðlamamak için elleriyle göðsünü, boynunu tutarak'


- Kardeþim bu gece ölüyor, dedi. Akþama doðru birdenbire aðýrlaþtý. Altý saatten beri kendi
yor. Sabaha çýkmayacak.
Cevap vermedim. Ne söyleyebilirdim?
- Küçükhaným, Yusuf; benim üç yaþ küçüðümdür ama, evladým sayýlýr. Annemiz öldüðü vakit, Yu
deðildim. Böyle olduðu halde ona analýk ettim. Ömrümü ona baðladým. Dul kaldýðým vakit sizi
ardým. Tekrar evlenebilirdim, istemedim. Tek Yusufçuðum yalnýz kalmasýn diye. Halbuki þimdi
o, beni yalnýz býrakýp gidiyor. Bunlarý size niçin mi söylüyorum küçükhaným? Beni ayýplamay
izi rahatsýz ettiðim için, yalvararak sizden isteyeceðim þey için bana darýlmayýn, beni kov
iye...
Sözünün burasýnda bitkin vücudunun birdenbire çöktüðünü gördüm. Bir fenalýk zannederek omuz
edim. Dizlerimi öpüyor, yerlere sürünerek çýrpýna çýrpýna aðlýyordu.
Hafif bir hareketle kendimi kurtardým. Bu dakikada ne kadar sakin olmak mümkünse o kad
ar sakin bir sesle:
- Hanýmefendi, felaketinizi anlýyorum, söyleyiniz. Elimden gelecek bir þeyse, dedim.
Kadýnýn aðlamaktan þiþen soluk mavi gözlerinde bir ümit ýþýðý canlandý Zavallý, göðsünün sa
ak:
- Yusuf, on seneden beri hastaydý. O kadar uðraþtým, o kadar çýrpýndým, melun hastalýk, bir
uyor, kardeþimi için için yiyip bitiriyordu. Nihayet bu vaka oldu. Sizi gördü. Zaten fazla
içli bir adam. Gözle görünürcesine eriyip bitmeye baþladý.
Sözün burasýnda hafif bir isyan feryadýný men edemedim.
- Hanýmefendi yemin ederim ki, ben kardeþinize bir þey
ÇALIKUÞU 275
yapmadým. Kendim de zaten bir yaralýdan baþka bir þey deðilim, dedim.
- Haným kýzým, evladým, sizin de belki bir sevdiðiniz var; darýlmayýnýz. Yemin ederim ki bu
et için söylemiyorum. Ben göründüðü kadar kaba ruhlu bir kadýn deðilim, iþin nihayetinde Yu
rdeþiyim. Senelerden beri onun musikisi içinde yaþadým. Sizden deðil, hatta bu tesadüften b
le þikâyetim yok. Yusuf'un yataðýnda mum gibi eridiðini görüyorum. Fakat öyle anlýyorum ki,
or. Ne þikâyet var, ne acý söz, ne çýrpýnma. Bazen kendini kaybediyor. O vakit, gözka-pakla
f hafif titriyor, soluk dudaklarý gizli bir gülümseme ile yavaþça isminizi tekrar ediyor.
Düne kadar bu derdinden bana hiç bahsetmemiþti. Dün ellerimi tuttu, birer birer parmakla
rýmý öperek:
- Onu bir kere daha göster bana abla! diye çocuk gibi yalvarmaya baþladý. Yusuf için her f
edakârlýða razýydým. Fakat buna imkân göremiyordum. içim parça parça oldu.
- iyi ol. Yusuf, çabuk iyi ol! Elbet bir gün yine göreceksin... diye alnýný, saçlarýný okþa
- Feride Haným, bu hastanýn hiçbir þey söylemeden bana nasýl darýldýðýný, baþýný öte tarafa
ikle gözlerini kapadýðýný görseydiniz! Anlatmak mümkün deðil ki... Bugün akþama doðru büsbü
nlarýn bir daha açýlmayacaðýný biliyordum. Uðruna ömrümü, saadetimi vakfetmiþ, onu hiçbir þ
memiþtim. En çok istediði þeyi bir kere göstermeden hasret içinde gözlerini kapadýðýný görm
ze anlatmak mümkün deðil, Feride Haným, mümkün deðil. Bu, öyle bir sevap ki, can çekiþenler
arýna verilmiþ bir damla su gibi.
Artýk devam edemedi. Yüzünü eteklerine saklayarak çocuk gibi hýçkýrdý.
276
Reþat Nuri Güntekin

Bu gecenin vakalarýný bir rüya gibi hatýrlayacaðým.


Yaðmurlarýn içinde, önümdeki fenerin donuk izini takip ederek birçok dar, karanlýk sokaktan
im. Hiçbir þey hissetmiyor, hiçbir þey duymuyor, sele düþmüþ bir yaprak gibi iradesiz sürük
m.
Beni gölgelerle dolu yüksek, geniþ bir odaya aldýlar. Duvarlarda tamburlar, utlar, keman
lar sallanýyor, karýþýk raflarda neyler sürünüyordu. Bestekâr, bu çalgýlarla dolu odanýn bi
iþ bir demir karyola içinde ölüyordu.
Ayaklarýmýn ucuna basarak yanýna yaklaþtým. Mum gibi sarý çehresine ölümün sükûneti þimdide
çukuruna karanlýk dolmuþtu.
Yalnýz, aðzýndaki bembeyaz diþlerini gösteren aralýk dudaklarýnda bir parça hayat rengi kal
Biraz evvel o kadar telaþlý ve periþan görünen kadýncaðýz, bu son vazife karþýsýnda hayret
sükûn ve tahammül gösteriyordu. Sevgi, þefkat denen þeyde ne mucizeler var Ya-rabbi! Mekteb
gidecek çocuðunu uyandýran bir ana gibi elini hastanýn baþýna koydu:
- Yusuf, çocuðum, bak, arkadaþýn, Feride Haným sana hatýr sormaya geldi. Aç gözünü, Yusuf,
Hasta, hiçbir þey iþitmiyor, hiçbir þey görmüyordu. Onun bir kere daha gözlerini açmadan öl
mali, biçare kadýna, o güzel tahammülünü yavaþ yavaþ kaybettiriyordu. Tekrar aðlamaya, sesi
a baþlamýþtý:
- Yusuf, yavurucuðum, bir kere daha gözlerini aç, görmeden ölürsen, daha ziyade yanacaðým.
Yüreðim merhametten eziliyor, dizlerim vücudumun yükü altýnda çökecek gibi oluyordu. Karyol
cunda masaya benzeyen bir karanlýk kümesine dayanmýþtým. Bunun bir org olduðunu fark ederek
titredim. Kalbim, öyle söyledi ki, bu biçare gözleri son defa açacak mucize ancak bu org o
labilir. Düþündüðüm þey belki cinayet, belki bundan daha büyük bir
ÇALIKUÞU 277
günahtý. Fakat kenarýndan bakanlarý içine çeken uçurum gibi bu org da benim tahammülümü eli
Gayri ihtiyari ayaðýmý bastým, parmaðýmý tuþlardan birine koydum.
Org, yaralý bir gönül gibi derin derin inledi. Odanýn karanlýk köþeleri, duvarlardan gölgel
uzatan sazlar, gizli figanlarla titreþtiler.
Hakikat mi, yoksa benim yaþlarla perdeli gözlerimin bir vehmi mi olduðunu söyleyemeceðim.
Bana öyle geldi ki hasta, bu sesle son bir defa mavi gözlerini açtý.
Ablasý yastýða yüzünü kapamýþ hýçkýrýyordu.
Bir mukaddes vazife yapar gibi ölünün üzerine eðildim, henüz bir hayal bakiyesiyle titriyor
gibi görünen gözlerine dudaklarýmý sürdüm.
ilk busemi ben, bir ölünün sönmüþ gözlerine mi tevdi edecektim!
B... 2 Kasým
Bu akþam B.'deki evimde son gecem... Yarýn erkenden hareket ediyorum.
O vakadan sonra tabii burada kalamazdým. Þehirde herkes benden bahsediyor, herkes, b
eni merak ediyor. Mektebe gidip gelirken kaç kiþi peþime takýldý, kaç kiþi artýk iki kat ör
aþladýðým peçemin altýnda yüzümü seçebilmek için yolumu kesti; kaç saygýsýzýn, biraz sesini
görmeden:
- Ipekböceði, bu ha? Zavallý Þeyh! dediðini iþittim.
Arkadaþlarýmýn yanýnda konuþmaya utanýyor, sýnýfa girerken kýpkýrmýzý olduðumu hissediyordu
Bu, böyle devam edemezdi. Çaresiz, Maarif Müdürü'ne gittim. Buranýn havasýna dayanamayacaðý
; baþka
278
Reþat Nuri Güntekýn

bir memlekette bana bir ders bulmasýný rica ettim. Dedikodulardan galiba onun da hab
eri vardý. Çünkü hemen bana hak verdi. Yalnýz, baþka bir yerde bana göre ders bulmak müþkül
maaþlý daha küçük bir mektep olursa da kabul edeceðimi söyledim; elverir ki uzakta bir yer
sun
iki gün evvel emri geldi- Ç... Rüþtiyesine tayin etmiþler.
Zavallý Çalýkuþu, rüzgâra kapýlmýþ sonbahar yapraklarýna döndü.
279
ÜÇÜNCÜ KISIM
Ç..., 23Nisan
JDUGÜN Hýdrellez. Evde yalnýzým. Hatta, sadece evde deðil, kasabada da hemen hemen öyleyim.
Evler boþ, çarþýlar kapalý. Bütün kasaba halký, erkenden yemek sepetlerýyle Söðüt-lük'te ku
Köþe baþýnda her zaman kötürüm bir dilenci oturur. O bile eðlenceden geri kalmak istemedi,
ya biner gibi, azametli bir eda ile bir hamalýn sýrtýna binerek kafileye karýþtý.
Mamafih, benim en ziyade hoþuma giden köpekler oldu. Kurnaz hayvanlar, ziyafetin kok
usunu almýþlar, bohçalar, sepetler, ihramlarla yola çýkan her kafilenin arkasýnda birkaç da
lardan takýlmýþ.
Munise'yi komþulardan alay imamý Hafýz Kurban Efen-di'nin karýsýyla beraber gönderdim. O, b
nsiz gitmemek için bir hayli sýzlandý, fakat baþýma bir çatký çattým: "Biraz hastayým, açýl
adan gelirim," dedim.
Onlarý, hastayým diye aldattým ama bugün, bilakis çok iyiyim ve çok neþeliyim. Gitmek istem
min sebebine gelince, ben, artýk böyle kalabalýk eðlence yerlerinden hoþlanmýyorum.
Evde yalnýz kalýr kalmaz, baþýmdan çatkýyý attým. Yavaþ sesle türküler söyleyerek, ýslýk ça
n iþini gördüm. Mektepte günlerce erkek gibi çalýþtýktan sonra ara sýra ev hanýmlýðý etmek
iyor ki...
Bu iþler bitince sýra kuþlarýma geldi. Maskaralarýn kafeslerini temizledim, sularýný tazele
, sonra güneþ alsýnlar diye bahçeye çýkardým. Þimdi tam yarým düzine kuþumuz var Buraya gel
m'u, Hacý Kalfa'nýn oðluna býrakmak mecburiyetinde kalmýþtýk. Munise, çok üzülmüþ, aðlamýþt
280
Reþat Nuri Güntekin

zým içlenmesin diye ona bu kuþlarý aldým Sonradan, bana da bir merak geldi. Fakat, komþunun
sarý kedisinden bu hayvancýklara hiç rahat yok. Ne vakit kafesleri bahçeye çýkarsam, gelip
arþýlarýna oturuyor. Görünüþte sakin, halim bir kedi. Yeþil gözlerini aralýk ederek adeta þ
ra bakýyor, hele ara sýra çenesini titreterek hafif hafif sesler çýkarmasý var ki, onlarla
onuþuyor zannedersiniz. Bugün: "Bakalým ne yapacak?" diye kuþlardan birini kafesten çýkardý
onun yüzüne doðru yaklaþtýrdým. Zalim hayvanýn, üstünde bir rüzgâr esmiþ gibi, sarý tüyleri
erinden kývýlcýmlar parladý. Yumuþak pençelerinin içinden týrnaklarýný çýkarýyor, kuþun üst
.
Zavallý yavrucak, elimin içinde kanatlarýný, boynunu kýsarak öyle bir titriyordu ki... Ötek
limle kediyi baþýndan tuttum:
- Bu hain yeþil gözlerdeki tatlýlýða bakan, seni gökyüzündeki melekleri düþünüyor sanýr, de
nin derdin, bu biçareyi parçalamak deðil mi? Bak, ben þimdi senden ne güzel bir intikam al
acaðým.
Öteki elimi açtým. Zavallý kuþ birdenbire sendeledi, azat olunduðuna inanamýyor gibi durdu.
nra, ince bir feryat kopararak uçmaya baþladý. Kedinin hayran bir yeis ile kuþu takip ed
en yeþil gözlerini yüzüme yaklaþtýrarak kahkahalarla gülüyor:
- Nasýl, kuþu parçalandýn mý, sarý zalim7 diye eðleniyordum, içimde derin bir sevinç vardý.
sarý kediden deðil, zavallý küçük kuþlara musallat olan bütün sarý mahluklardan öç almýþ gi
Neþemi yalnýz öteki kuþlarýn þikâyeti kýrdý. Bu, hakikaten bir þikâyet miydi, bilmiyorum, f
le geldi ki, zavallýlar: "Niçin bizi arkadaþýmýz gibi mesut etmiyorsun?" diyorlar. Gönlümün
ima itaat etmek lâzým gelen hýrçýn, sert emirlerinden biriyle kafese doðru yürüyordum.
Hepsini birden azat edecektim. Fakat, birdenbire Munise aklýma geldi. Yanaðýmý kafeslerd
en birinin teline dayadým:
ÇALIKUÞU 281
- Sizi býrakayým, güzel, fakat sonra Munise'ye, öteki sarý musibete ne cevap vereceðiz? Ne
apalým küçükler, ne kadar uðraþsak bu sarý hainlerden kendimizi büsbütün kurtaramýyoruz, de
Kuþlardan sonra, sýra kendime geldi. Ben, havayý bir parça güneþli gördüðüm vakit, daima so
saçlarýmý yýkarým. Onlarýn yavaþ yavaþ güneþte kurumasý en büyük zevkim-dir.
Bugün, yine öyle yaptým; sonra kafeslerimin karþýsýndaki erik aðacýna çýkarak ýslak saçlarý
sen bahar rüzgârýna daðýttým. Saçlarým artýk uzamýþ, hemen hemen belime inmiþti. B.'de saçl
u arkadaþlarýma söylemeye utanmýþtým. Onlar, bunu kadýn için ayýp, daha doðrusu bir kusur s
Hacý Kalfa'ya varýncaya kadar, herkesten bir türlü saç ilacý salýk almýþtým. Saçlarýmýn bu
dýðýný görenler, kerameti kendilerinde bildiler; Maçlarýndaki tesire benim demet demet uzay
gür saçlarýmý þahit tuttular.
Erik aðacý kafeslerin tam karþýsýndaydý. Kuþlar, boncuk gibi parlýyor, gözlerini güneþe dik
en, ýslýk çalarak onlarý taklit ediyor, ince bir dalýn üstünde, salýncakta gibi sallanýyord
aralýk yanýmdaki evin penceresine gözüm iliþti. Bir de ne göreyim? Komþu alay imamý Hafýz
Efendi, ablak yüzünde iki cami kandili gibi parlayan yuvarlak çipil gözleriyle bana bakmýy
or mu?! Ne olduðumu anlatamam. Kýlýðým, kýyafetim bir þeye benzese neyse. Fakat ayaklarým ç
kamda açýk bir beyaz gömlek, ilk hareketim, arkama dökülen aðýr saç kümesine sarýnarak onu
göðsüme daðýtmak oldu. Sonra kendimi bir yük gibi aðaçtan aþaðý attým. Bereket versin, dal
ulaðýma: "Aman, eyvah!"
282
Reþat Nuri Güntekin

diye bir ses geldi. Düþen, biraz da caný yanan bendim. Fakat, baðýran komþum Hafýz Kurban E
di'ydi.
ismini gülmeden söyleyemediðim bu Hafýz Kurban Efendi, elli yaþlarýnda bir alay imamýdýr. Ç
in olduðunu söyle-yorlar. Karýsý pek taze, otuz yaþýna bile gelmemiþ, güzel, kara gözlü, fi
bir Çerkez kýzý. Aramýz pek iyidir. Bugün Muni-se'yi gezmeye götüren de odur. Çocuðu olmadý
aramazý o da, kendi kýzý gibi seviyor. Fakat, bugünkü vaka neþemi kaçýrdý. Alay imamýndan ç
im bilir, ne kadar ayýplamýþtýr? Þimdi bu satýrlarý yazarken utancýmdan yüzümü ateþ basýyor
sediyorum. Of, Yarabbi! Mektep hocasý da oldum, hâlâ deliliði býrakamýyorum. Tevekkeli B.'d
ki Müdür Recef Efendi bana: "Allah geçinden versin, haný ölüp de mezara girsen, talkýn vere
mamý güldüreceksin!" demezdi.
Bugünkü programýmýn öðleden sonraki kýsmý, geldim geleli çantamda duran defterime son altý
rýný yazmaktý. Boðaz ile beraber sahildeki istihkâmlarýn bir kýsmýný gören penceremin önüne
u eve zaten yalnýz bu pencereyi sevdiðim için geldim. Yoksa tamah edilecek hiçbir þeyi yok
.
B.'den kaçmak için ilk teklif ettikleri yeri kabul etmiþ, ne burayý sevip sevmeyeceðimi düþ
de aylýðýmýn azlýðýna ehemmiyet vermiþtim.
Fakat, talihime gayet iyi bir yer çýktý. Sakin, þirin bir asker memleketi. Yerli olsun,
yabancý olsun, kimin babasýný, kardeþini, oðlunu, kocasýný sorarsanýz mutlaka askerdi; ya z
ya nefer... Hocalarýnýn bile bir kýsmý tabur imamý, alay müftüsü, filan gibi askerlikte bir
olan insanlar. Komþum Kurban Efen-di'nin, sarýðýyla beraber ara sýra üniforma giydiði, kýlý
oluyor.
Ç.'nýn kadýnlarý pek hoþuma gidiyor. Vefakâr, çalýþkan, hayatlarýndan memnun, munis ve sade
Çalýþmak gibi eðlenceyi de çok seviyorlar. Hafta geçmez ki bir düðün olma-
ÇALIKUÞU 283
sýn. Bir düðün, türlü türlü isimde kýna geceleriyle tam bir hafta sürüyor. Demek ki onlar h
ce eðleniyorlar.
Evvela, buna nasýl para dayandýrýyorlar, diye þaþýyordum. Fakat sonradan sýrrýný anladým.
Mesela, bir kadýn, aðýr gelinlik elbisesini on sene, yirmi sene, her düðüne giyiyor, onu yi
e, tertemiz, kendi kýzýna giydiriyor. Eðlenceleri çok sade. Çalgýlarý, armonika çalan bir i
r ermeni kadýný ki, küçük bir kurnaþ parçasý, birkaç para ile memnun oluyor.
Evet, sade eðlenceler. Fakat deðil mi ki memnun oluyorlar, pekâlâ Keþke ben de onlarýn için
doðsaydým, keþke ben de bir gün parmaklarýmda, avuçlarýmýn içinde hurma gibi kýnalarla... H
baþka bahse geçelim.
Komþularým, beni birdenbire sevdiler. Yalnýz, aralarýna karýþmadýðýma, bu eðlencelerden zev
rýlýyor-lardý. Kibirli sanmasýnlar diye onlara kul, köle oldum, mektepteki kýzlarý gibi ken
erinden de elimden gelen nezaketi, yardýmý esirgemedim
Burada en sevdiðim bir yer de: "Söðütlük" dedikleri dere kenarý. Kalabalýk günlerde pek ces
edemiyorum Fakat bazý tenha akþamüstleri, mektepten dönerken Munise ile oraya uðruyoruz. Sö
adeta bir söðüt ve çýnar ormaný. Kim bilir, kaç yüz senelik? Çýnarlarýn aþaðý kýsýmlarýnda
gövdeleriyle tepelerindeki dallarý ve yapraklan kalmýþ Akþam gölgesinin çökmeye baþladýðý s
n, oraya giderse, ucu bucaðý bulunmaz bir viran kubbenin altýna girmiþ gibi oluyor. Yand
an vuran son güneþ ýþýklarý bu yüksek, harap çýnar gövdelerim göz alabildiðine uzanýp giden
etiyor. Derenin öbür kýyýsýnda etraflarý çitlerle çevrilmiþ, sýra sýra bahçeler, o bahçeler
re boðulmuþ incecik yollar var. Karþýdan bu yollara bakarken bana öyle geliyor ki, onlar i
nsaný, bildiðimiz dünyadan baþka yerlere götürecek, en umulmaz emellere kavuþturacak.
284
Reþat Nuri Güntekin

Memleketin zenginleri, Hastalar Tepesi isminde bir yerde oturuyorlar, ismi fena
ama kendi en þen, en mesut insanlarýn yeri. Geldiðim vakit, bana orada güzel bir ev göster
miþlerdi. Fakat cesaret edememiþtim. Þimdi B.'deki kadar zengin deðildim. Daha fakirane
yaþamaya, daha küçük bir evde oturmaya mecburum. Mamafih, þimdiki evim de pek fena yerde d
eðil. Meydanlýðý, kahvesi, dükkânlarýyla kasabanýn pek iþlek bir yerinde. Mesela sabahleyin
en bütün Ç... halký önümüzden geçti. Þimdi, vakit daha erken olmakla beraber, dönüþ baþladý
n bir zabit kafilesi dönüyordu. Acele acele karþýdan gelen bir mülazýmle konuþmak için durd
Mülazým:
- Niçin böyle erken dönüyorsun? Ben daha yeni gidiyorum. Þimdi nöbetten çýktým, dedi.
Ceketinin önü daima açýk duran þiþman, yaþlý bir kolaðasý -ki her zaman tesadüf ederim- cev
- Dön, zahmet etme. Söðütlük'ün tadý yok bugün. O kadar batandýk. Gülbeþeker yok!
Bu þehrin askerleri galiba gülbeþekeri çok seviyorlar. Çocuðunun, büyüðünün aðzýnda bir gül
Anlaþýlan bu, bir nevi gül tatlýsý olacak. Fakat Hýdrellez günü mesirede gülbeþeker aramak
amadýðý için meyus olmak, pek çocuklara yakýþýr bir þey!
Evet, bu gülbeþeker sözü çocuk, büyük bütün erkeklerin aðzýnda, kaç defa sokakta kulaðýmla
Mesela, bir akþamüstü mektepten dönüyordum. Önümde fakir kýyafetli birkaç genç gidiyordu. B
birine bilmem ne ikram etmek istediler. O, reddeddiyor:
- Vallahi olmaz, þimdi yemek yedim. Yeþim deðil, ne olsa yiyemem, diyordu. Bir baþkasý:
ÇALIKUÞU 285
- Bir þey yiyemez misin? Gülbeþeker de olsa yemez misin? diye onu omuzundan sarstý.
Delikanlý, hemen yumuþadý, sýrýta sýnta:
- Bak, ona sözüm yok, diye cevap verdi.
Bazen kahvenin önünde oturan erkekler mahalleye su taþýmakla geçinen fakir, tuhaf tuhaf ko
nuþan, neþeli bir çocukla þakalaþýyorlar:
- E, Süleyman söyle bakalým, ne vakit senin düðünü yapýyoruz?
- Ne vakit isterseniz, ben alesta hazýrým.
- Süleyman, sen bu fukaralýkla nasýl geçinisin?
- Kuru ekmeðimi gülbeþekere sürer yerim. Allah'tan belamý mý isteyeceðim?
Bu þakayý hemen her gün tekrar ediyorlar. Fakat, en tuhafý, bizim komþu Hafýz Kurban Efendi
üç gün evvel kapýnýn önünde Munise'yi yakaladý. Kýzcaðýzýn zorla yanaklarýndan öperek:
- Oh, mis gibi gülbeþeker kokuyor, dedi.
Sokakta Sögütlük'ten dönen kafileler çoðalmaya baþlýyor, ince bir kahkaha. Munise'nin sesi.
se geliyor. Yaramaz kýzý dört saatte dört ay görmemiþ gibi göreceðim geldi.
23 Nisan (iki saat sonra)
Gülbeþekerin ne olduðunu öðrendim. Munise, Söðütlük'te tesadüf ettiði birkaç muallimeye ben
mu söylemiþ, merak etmiþler, dönüþte kapýdan uðrayarak hatýrýmý sormak istemiþler.
Birkaç dakika içeri girmeleri için ýsrar ettim. Bunlardan birine þaka olsun diye: "Bari gül
eþeker bulabildiniz mi? Sokaktan geçen zabitler bulamadýklarýndan þikâyet ediyorlardý!"
Arkadaþým gülerek cevap verdi:
286
Reþat Nuri Güntekin
- Pekâlâ biliyorsunuz ki, biz de ondan mahrum kaldýk!...
- Niçin?
- Çünkü gelmediniz!
Þaþkýn þaþkýn yüzüne baktým, gülmeye çalýþarak:
- Ne münasebet! dedim.
Mualimler, hep gülüyorlardý. Arkadaþým, þüpheli bir bakýþla:
- Sahi bilmiyor musun? dedi
- Vallahi bilmiyorum.
- Zavallý Ferideceðim, sen ne kadar safsýn! Gülbeþeker, Ç... erkeklerinin, bu güzel rengin
sana koyduklarý isim. Ben, þaþkýnlýktan kekeleyerek:
- Nasýl, ben mi? Demek gülbeþeker dedikleri, o sokak delikanlýlarýnýn ekmeklerine sürüp yem
bahsettikleri... Eyvahlar olsun! Utancýmdan iki elimi yüzüme kapadým. Demek ben böyle koc
aman bir kasabanýn diline düþmüþtüm, ne ayýp, Yarabbi!
Arkadaþým, zorla yüzümü açtý, yarý þaka, yarý sahi:
- Bundan þikâyet edilecek ne var? Bir kasabanýn erkeklerini meþgul ediyorsunuz, bu saade
t hangi kadýna müyesser oldu? dedi.
Bu erkekler, sahi çok fena muhluklar. Bana burada da rahat vermiyorlar. Yarabbi, a
rtýk nasýl insan içine çýkacaðým, komþularýmýn yüzüne nasýl bakacaðým7
Ç.,., l Mayýs
Deminden beri yukarýda talebelerimin vazifelerini tashih ediyordum. Kapý çalýndý, Munise aþ
n:
- Abacýðým, misafir geldi, diye seslendi.
Taþlýkta siyah çarþaflý bir haným geziniyor; yüzü kapalý olduðu için tanýmadým, tereddütle:
ÇALIKUÞU 287
- Kimsiniz efendim? diye sordum.
Birdenbire ince bir kahkaha koptu; haným, kedi gibi boynuma sýçradý. Meðerse Munise imiþ. Y
ramaz kýz, beni belimden tutarak taþlýðýn içinde döndürüyor, küçük buselerle yanaklarýmý, b
na, birdenbire yetiþmiþ bir genç kýz hali vermiþti. Küçüðüm, bu iki senenin içinde hayli se
n bana yaklaþan ince boyu, günden güne çiçek gibi açýlan güzelliðiyle nazlý, nazik bir küçü
at insan, daima gözünün önünde duran þeylerdeki deðiþikliði fark edemiyor.
Onu bu halde gördüðüm vakit hesapça sevinmem lâzým gelirdi. Halbuki bilakis mahzun odum. Bu
Munise fark etti:
- Abacýðým, ne oldu? Þaka yaptým. Seni sakýn darýltmayayým? dedi.
Zavallý çocuðun, bir kabahat yapmýþ gibi dargýn dargýn yüzüne bakýyordum:
- Munise, dedim. Seni büsbütün alýkoymak mümkün deðil. Çünkü görüyorum ki, durmayacaksýn. Þ
n tellerini baþýna takarken için titriyor. Anlýyorum kýzým, durmayacaksýn, mutlaka gelin ol
isteyeceksin, beni yalnýz býrakacaksýn.
Bu yalnýzlýðýn acýsý þimdiden içime çökmüþ gibi gözlerim doluyordu. Munise'nin bir kelime i
etmesi için halimle, bakýþlarýmla adeta yalvarýyordum. Fakat hain kýz, dudaklarýný büktü.
- Ne yapalým abacýðým, âdet böyle, dedi.
- Demek, bir yabancýnýn karýsý olmak için beni býrakacaksýn?
Munise cevap vermedi, sadece güldü. Fakat ne gülüþ! Zalim, þimdiden onu benden ziyade seviy
rdu.
Bu sefer ben, biraz evvelki sözlerimin aksini söylemeye baþladým.
- Gelin olsan bile harhalde yirmi yaþýna kadar vakit var.
288
Reþat Nuri Guntekin
- Yirmi yaþ çok deðil mi abacýðým.
- O halde on dokuz, haydi nihayet on sekiz. Cevap vermiyorsun ama, gülüyorsun. "Ben
biliyorum" demek ister gibi sinsi sinsi gülüyorsun. Vallahi, on sekizden aþaðý olmaz.
Afacan gülüyor, pazarlýðýmla eðleniyordu. Utanmasam hüngür hüngür aðlayacaktým. Sarý insanl
oluyor, hepsi insaný baþka türlü üzüyor.
Ç , 10 Mayýs
Mektep talebeleri içinde on iki, on üç yaþlarýnda bir zengin paþa kýzý var. Büyümüþ de küçü
bücür, azametli bir kýz.
Nadide Hanýmefendi, -eðlenmek için hanýmefendi diyorum, mektepte þimdiden onu öyle çaðýrýyo
talar Te-pesi'nin en güzel konaðýnda oturur, her gün paþa babasýnýn landosu ve koç boynuzu
palabýyýklý emir çavuþuyla mektebe gelir gider.
Öyle sanýyorum ki, bu küçükhaným, bir þey öðrenmekten ziyade fakir arkadaþlarýna, hatta hoc
satmak için mektebe geliyor. Çocuklar, onun halayýklarý vaziyetindedir Hocalar, onun bi
n türlü kahrýný, nazýný çekmeyi vazife biliyorlar. Ara sýra büyük hanýmefendi, kýzýnýn mual
vet eder, ziyafet verirmiþ. Zavallý arkadaþlarým, orada gördükleri debdebe ve saltanatý, ye
leri yemekleri, hanýmefendilerin tuvaletlerini söyleye söyleye bitiremezler. Arkadaþlarýmýn
bu hali beni hem güldürür, hem iðrendirir Bu Abdürrahim Paþa'la-rýn ne ruhta insanlar olduð
nladým. Debdebeleri, saltanat-larýyla birtakým görgüsüz, ehemmiyetsiz insanlarýn gözünü kam
evk alan, kaba birtakým "Ne oldum" delileri.
Arkadaþlarým birkaç defa beni de götürmek istediler, bir hakarete uðramýþ gibi kýzardým, is
omuzlarýmý silktim.
ÇALIKUÞU 289
Fakat çocuklarýn potinlerini baðlamak, çamurlarýný temizlemekten çekinmediðim halde bu azam
küçükhaným efendiye hiç yüz vermiyorum. Hatta, derste hýrpaladýðým da oluyor. Fakat aksilið
her hocadan ziyade bana musallat. Hiç peþimden ayrýlmýyor.
Bu sabah, öðleye doðru kapýmda bir araba durdu. Bir de ne bakayým. Abdürrahim Paþa'nýn land
eðil mi? Palabýyýklý emir çavuþunun araba kapýsýný açtýðýný, talebem Nadide Ha-ným'ýn etraf
rý arasýnda bir prenses azametiyle evime geldiðini gördüm. Bütün mahalle, hayret içindeydi.
lerdeki kafeslerin arkasý kadýn baþlarýyla doluydu.
Nadide Haným, büyük ablasýnýn bir tezkeresini getiriyordu.
Maksadý derhal anladým. Akýllarý sýra servetleriyle, deb-debeleriyle öteki hocalar gibi ben
m de gözlerimi kamaþtýracaklar, ilk fikrim; bir iki soðuk teþekkür kelimesiyle küçükha-nýmý
doyu geri göndermek oldu. Fakat, kalbimde birden bire arzu uyandý: Bu sonradan görme n
e oldum delilerine güzel bir ders vermek...
istanbul'da, bu paþalarýn çok daha yüksek numunelerini görmüþtüm. Hatta, böyleleriyle biraz
Yüzlerinden yalancý maskeleri sýyýrmak, azametli gösteriþler altýnda gizlenen çirkinlikler
ikleri meydana çýkarmak; Çahku-þu'nun en büyük eðlencesiydi Ne bileyim ben, böyle doðdum. P
bir kýz deðilim, küçükleri, ehemmiyetsizleri çok seviyorum. Fakat servetleri yahut yapmacý
ibarlýklarýyla övünenlere karþý daima zalimim.
Ýlk sene haným hanýmcýk oturduktan sonra bugün bir parça afacanlýk etmek benim hakkýmdý.
Ýnadýma, sade fakat çok þýk giyindim. Allah'tan, bir kat lacivert elbisem vardý. Amcam Pari
'ten göndermiþti.
Nadide Hanýmefendi'yi, aþaðý odada biraz fazla bekletmekten çekinmedim. B.'de iken pek beðe
diðim için bir Avrupa
Çalýkuþu - f 19
290
Reþat Nuri Güntekin

mecmuasýndan kesip sakladýðým bir baþ modelini aynanýn kenarýna iliþtirdim, bütün kuvvetimi
imi sarf ederek onu taklit ettim. Bu baþ, fazla fantezisi ve viöjö idi. Fakat neme-lâzým?
Ben bugün, bir aktris gibi bu kibar "Kenar dilberleri" üstünde yapacaðým tesire bakarým.
Aþaðýdaki küçükhanýmý, sadece kendimi süslemek için yalnýz býrakmadým. Biraz da bu fakir eþ
gülümseyen genç kýzý seyretmek için beklettim. Bir yabancýyý seyreder gibi, ona utana utan
ordum. Mademki defterimi benden baþka kimse okumayacak. Niçin hepsini itiraf etmemel
i? Onu güzel, hem de dikkat ettikçe saran bir biçimde güzel buluyordum. Gözlerim, istanbul
'da tanýdýðým þen, kaygýsýz Çahkýþu'nun berrak aydýnlýk parçasý içinde titreyen birkaç yýld
i deðildi. Onlarda, karanlýklara baka baka geçmiþ birçok yalnýz gecelerinden kalma siyah bi
acý, yorgun bir tahayyül, uykuya ve daha baþka þeylere doymamýþ gözlerin, süzgün mahmurluð
gözler, gülümsemeseler, canlý bir ýstýrap gibi büyük ve derin görünecekler. Fakat, gülmeye
her þey deðiþiyor. O vakit küçülüyorlar, ziyalar içlerine sýðmýyor, küçük pýrýltýlarla yana
Bu yüzde ne güzel, ne ince çizgiler vardý. Ýnsana aðlamak arzusu verecek kadar güzel þeyler
Kusurlarýnda bile þimdi bir sevimlilik görüyordum Tekirdað'daki enþitem derdi ki: "Fende, s
nin kaþlarýn lakýrdýlarýna benziyor, güzel güzel, ince ince baþlýyor, fakat sonra yolunu sa
nun dediði gibi güzel, ince ince baþladýktan sonra, yolunu sapýtan bu kaþlarýn, þakaklara d
güzel bir daðýlýþý vardý ki.
Sonra, bir parça kýsa olduðu için daima gülen, daima üst diþlerimi bir parça açýk býrakan d
bu dudak, B.'deki Hoca Efendi'nin dediði gibi- beni mezarýma bile gülümseye gülümseye götür
291
ÇALIKUÞU

Küçükhanýmm aþaðýda, mahsus potinlerini vurarak gezindiðini iþitiyor, fakat bir türlü aynad
ayrýla-mýyordum.
Bana, B.'de Ipekböceði, Ç.'de Gülbeþeker dedikleri zaman ne kadar üzülmüþ, titizlenmiþtim.
a gördüðüm genç kýza, bu seher aydýnlýðý gibi berrak, kýraðýlarla ýslanmýþ nisan gülleri gi
mleri vermekten çekinmi-yordum. Bir aralýk görünmekten korkuyor gibi etrafýma baktým, sonra
kendi kendimi, gözlerimi, yanaklarýmý, çenemi öpmek için aynaya uzandým. Yüreðim kuþ gibi ç
arým ýslak bir lezzetle titriyordu.
Fakat, yazýk ki bu aynalar da erkek icadý, insan ne yapsa, mesela saçlarýný, gözlerini öpem
r. Ne yapsa, ne kadar uð-raþsa kendini yalnýz, münhasýran dudaklarýndan, aðzýndan...
Neler söylüyorum?.. Sor Aleksi: "Papaz elbisesi adamýn ruhunu da papaz eder!" derdi. K
oket baþý da adamý koket mi yapýyor, nedir? Bir mektep hocasý için ne manasýz, ne ayýp laký
nlar.
Hanýmlarý, salonlarýnýn içinde, bana karþý acemi aktrisler gibi tuhaf tuhaf pozlar almýþ gö
güldüm: "Görürsünüz, biraz sabredin!" dedim
îki sene uslu uslu oturduktan sonra, biraz afacanlýk etmek bugün benim hakkýmdý.
Onlar, baþkalarý gibi hanýmefendiyi, küçükhanýmefendile-rý eteklemediðimi, gayet sade ve se
ir selamla iktifa etý-ðimý görünce hayret ettiler. Birbirlerine bakýyorlardý. Mürebbi-ye ol
tahmin ettiðim adi Beyoðlu kokonasý, altýn gözlüðünü tutarak, beni baþtan aþaðý süzdü.
Tavýrlarýmda, hareketlerimde öyle tabii bir akýcýlýk, sözlerimde öyle fütursuz bir emniyet
salonun içi gizli bir
292
Reþat Nuri Güntekin
fýrtýnaya uðramýþ gibi altüst oluyordu. Bu salon, kibarlýk ve zevkten ziyade paranýn bin tü
eþya ile doldurulduðu bir nevi manifaturacý camekâm idi. Hanýmcýklar, senelerden beri birer
manken ölülüðüyle bu salonda oturuyorlar, Ç.'nin zavallý görgüsüz kadýnlarýný hayretlere dü
rdý.
Serbest ve afacan cüretimle yavaþ yavaþ bu salona sahip oluyor, kendilerini acemi, bec
eriksiz bir misafir mevkiinde býrakýyordum. Bu kaba ve gülünç komedyayý oynarken tabiilikte
çýkmamaya, oyunumu belli etmemeye gayret ettim. Her ne gösterdiler, ne söylediler, ne y
aptýlarsa beðenmediðimi hissettirdim. Hem de onlara, zavallýlýklarýný, görgüsüzlüklerini de
acý acý duyurmak þartýyla. Mesela, paþanýn büyük kýzý, bana tablolarý gösteriyordu; ben, bu
olduðunu nazik ve üstü örtülü kelimelerle söyledikten sonra, bir köþede bir minyatür buluy
da yegâne bir sanat eseri olan bu güzel þeyin niçin buraya atýldýðýný soruyordum. Hülasa, h
belerine hayret etmedim. Her þeylerini tenkit ettim. Hele yemekte onlara o kadar g
izli eziyetler ettim ki... Bu mükemmel, zengin sofrasýnda, kim bilir, kaç kiþinin lokmasý
boðazýnda kalmýþtý? Kim býlir.kaç misafir, çatal býçak kullanmasýný beceremedikleri için gi
müþ, kaç biçare, nasýl alýnacaðýný nasýl yeneceðim bilmediði bir yemeði reddetmek mecburiye
ep onlarýn intikamýný aldým. Öyle becerikli, ahenkli hareketim vardý ki, hanýmlar göz ucuyl
yran hayran bakmaktan kendilerini alamýyorlardý. Ben de ara sýra onlara bakýyordum. Faka
t nazarlarým, onlarýn elindeki çatalý titretiyor, boðazlarýný týkýyor, su içmelerini þaþýrt
, cahil kadýnlara kendisini adam diye satan, gülünç Fransýzcasýyla övünen Beyoðlu kokanasýn
diðini piþman ettim.
O bir mürebbiye, ben bir mektep hocasý olduðum için kendisini benimle kapý yoldaþý farz edi
du. Benimle gizli bir
ÇALIKUÞU 293
mücadeleye giriþmeyi, bir meslek mecburiyeti bildi. Fakat, bu maskarayý öyle bozdum ki..
. Türkçe derdini anlatmaktan aciz kalýyor, "Türkçe iyi anlatamýyorum" diye kurtulmak istiyo
du. Ben, o vakit, Fransýzca söylemeye baþlýyor; bu defa Fransýzca-sýyla eðleniyordum. Hülas
hemmiyetsiz, iptidaiye hocasý kaybolmuþ: "Dam do Siyon"un en zarif lakýrdýcý muallimlerini
aðlamaklý eden zalim Çalýkuþu, bütün haþarýlýðý, alaycýlýðý ile yeniden doðmuþtu.
Yüksek meclislere ait bir kabul etiketini münakaþa ederken söz bulmakta aciz kaldý: "Mamaf
ih, ben birçok yüksek meclislere girdim, çýktým, gözümle gördüm!" diye beni mat etmek isted
kit, maðrur bir istihfafla yüzüne baktým, gülümseyerek:
- Evet, ama, yalnýz girip çýkmak kâfi deðil, insanýn o muhitte kendi tabii hayatýný yaþamas
im.
Bu pek terbiyeli olmadýðýný itiraf ettiðim hücumum üzerine kadýncaðýzý hafakanlar boðuyordu
zadelerden biri, ders saati geldiðini bahene ederek alelacele yanýmýzdan çýktý.
Hanýmlar, kuzu gibi olmuþlardý. Bu çirkin süs ve gurur maskelerini attýktan sonra ruhlarýný
hresini gösterdiler. Hakikaten fena insanlar deðildiler. O vakit, ben de yavaþ yavaþ hal
imi bilen, ehemmiyetsizliðini takdir eden mazlum, sakin, iptidaiye muallimesi mevk
iine indim.
Hanýmefendi ve küçükhanýmlar sýk sýk gelmemi samimiyetle rica ediyorlardý. "Ara sýra taciz
fakat her zaman nasýl olur, ne söylerler? Sýk sýk geldiðimi görürlerse mutlaka sizden bir
eklediðim fikrine düþerler" dedim.
Hanýmefendi, kim olduðumu merak ediyor, mutlaka beni söyletmek istiyordu.
- iyice bir ailenin fakir düþmüþ bir kýzý, dedim.
- Haným kýzým, siz bu güzelliðinizle, bu meziyetinizle pek iyi bir yere gelin olabilirdini
z.
294
Reþat Nuri Güntekin
- Belki, hanýmefendi, beni de isteyecek zararsýz bir adam olabilirdi. Fakat, ben ken
di alnýmýn teriyle kendimi ge-çindirmeyi daha iyi buldum. Çalýþmak ayýp deðil, dedim.
- Sizi iyice bir ailenin iyice bir çocuðu için isteseler ne dersiniz?
- Tabii, kazandýðým bu þeref için teþekkür ederim, fakat zannederim ki kabul etmem.
Asýl maksatlarýný biraz sonra anladým. Meðer bugün sadece azamet satmak, saltanatlarýyla gö
mi kamaþtýrmak için, bu konaða çaðrýlmamýþým!
Paþa'nýn büyük kýzý bana bahçeyi göstermek istemiþti. Bahçeleri de, týpký salonlarýna benzi
t çiçek, ot, fidan saksý ile sözüm ona yabana süslenmiþ, daha doðrusu döþenmiþ, tefriþ edil
de dolaþýrken, üçer beþer senelik sekiz on bodur çamdan ibaret yapma bir orman-cýkta...
Fakat bunu anlatabilmek için on iki gün evvelki bir vakaya dönmeye mecburum.
Mektebimizin teneffüs bahçesine bitiþik koca bir bað var. Çocuklar, aradaki çit duvarý sökt
için iki bahçe hemen hemen bir gibi. Bir zamandan beri o baðda üç, dört fakir iþçi, baþlarý
dillerle çapa çapalýyorlardý. Teneffüs saatlerinde yanlarýna gidiyor, biçarelerin kan ter i
çalýþtýklarýný seyrediyordum. O bahsettiðim gün, bunlarýn arasýnda genç bir ameleye dikkat
da onlar gibi giyinmiþti, fakat simasýnda, halinde bir baþkalýk fark ediliyordu. Mesela;
yüzünün esmer cildinde renkli bir þeffaflýk, gözlerinde baþka bir parýltý vardý. Hele elle
lleri kadar nazik ve küçüktü. Öteki iþçiler gibi yaþlý baþlý olmadýðý için yanýna yalaþamý-
nýma gelmeye cesaret etti. Sýcaktan çok susadýðýný, mektep çocuklarýndan birinden kendisi i
tememi söyledi.
Horozdan kaçan insanlardan dünyada hoþlanmam. Onun
ÇALIKUÞU _____ 295
için çekinmedim. Hatta bir mektep hocasý olduðumu düþünerek: "Peki oðlum, biraz bekle, söyl
" dedim.
Kendi kendime: "Bu, mutlaka sonradan düþmüþ bir asilzade filan olacak!" diye düþündüm. Bu i
utangaç hem cesurdu. Konuþurken kelimelerini þaþýracak kadar sýkýlýyordu. Fakat bir tarafta
mütemadiyen sualler, hem de münasebetsiz sualler soruyordu:
Buraya yeni gelmiþ, ucuzluk var mýymýþ, kýþ nasýl olurmuþ, armudu, elmasý bol muymuþ?
O, suyu içerken ben, gülümsüyor: "Anlaþýlan biçarenin aklýnda bir noksan var!" diyordum. Pa
hçesindeki çam ormaný taklidinde, maskara edilnýiþ bir biçare aðaçlar içinde gördüðüm þeyin
ehayyir etiðini anlatmak için bu kadar tafsilat kâfi.
Evet, bu aðaçlar içinde yine o fakir iþçi ile karþý karþýya geliyordum. Fakat bu sefer büsb
kýyafetle. O, baþýndaki alabros saçlara varýncaya kadar kýlýcý, düðmeleri, niþanlan, yakasý
sýlý her þeyi pýrýl pýrýl parlayan bir erkânýharp yüzbaþýsý idi. Fotoðraf çektirir gibi, ik
k, vücudu dik, parmaklarý birbirine yapýþmýþ duruyordu, ince býyýklarýnýn altýnda, yarý açý
iþleri, cüretkâr gözleri parlýyordu. Hülasa, öyle bir duruþ, öyle bir kýyafet ki, insan bey
nleriyle kýlýcýný çekerek: "Hazýr ol!" kumandasýný vermesini bekliyor.
Mamafih, bir saniyede anladým ki, zabite "hazýr ol" kumandasýný baþkalarý vermiþ.
Nerime Haným, (Paþanýn büyük kýzý):
- A! ihsan, sen burada miydin? Nereden çýktýn ayol? diye hayret etti.
Fakat biçare kadýncaðýz, rolünü o kadar acemice oynuyor ki: "A! ihsan, sen nereden çýktýn?"
ayret ederken sesine: "Vah vah! Yalan söylediðimiz ne kadar da belli oluyor!" der gi
bi bir ahenk geliyor.
296
Reþat Nuri Güntekin
Evet, bu gülünç "operakomik" dekoru içinde gülünç bir komedya oynayacaktýk, niçin? Bunu dah
anlayacaðým. Þimdilik hiçbir þey sezdirmemek, sakin ve cesur olmak lâzým.
Herhalde, bu paþalar, sürpriz yapmasýný çok seven insanlar. Fakat benim de, bugün inatçýlýð
yaparlarsa yapsýnlar, þaþýrmýþ görünmeyeceðim. Galiba, benim utanmamý, kaçýnmamý bekliyorla
mu bozmadým.
Nerime Haným dedi ki:
- Feride Hanýmefendi, siz de bizim gibi istanbullusunuz. Amcazade ve süt kardeþim Ihsa
n'ý size takdim etmemde bir mahzur görmezsiniz, deðil mi?
Ben, hiç fütursuz:
- Bilâkis, çok memnun olurum efendim, dedim. Sonra, onun söz söylemesine meydan vermeden
kendimi takdim ettim:
- Feride Nizamettin. Maarif ordusunun küçük zabitlerinden...
Genç zabit, o güzel ve cüretkâr sükûnunu muhafaza edemedi. Hakký da yok mu ya? Küçük iptida
birkaç gün evvel amele kýyafetinde gördüðü bir þahsý, bugün güneþ gibi parlak, peri masalý
güzel ve muhteþem görür de heyecanýndan bayýlmaz; bu, akla sýðar þey mi?
Evet, bilâkis, o þaþýrdý. Bize mektepte, ehemmiyetli bir þeymiþ gibi senelerce özene bezene
m ettikleri o mahut; "Selam merasimi"ni pek iyi bilmiyordu. Galiba, bir asker te
mennasý için kaldýrdýðý elini yarý yolda tekrar indirdi, elimi tutmayý tercih etti. Fakat,
fa da elimdeki eldiveni gördü. Bu biçare eldivenden, birdenbire ateþ almýþ gibi öyle bir de
e elini çekmesi vardý ki...
Üç, beþ dakika kadar hiç fütursuz konuþtum. Göz göze geldikçe zavallý delikanlý, besbelli a
yle benden su istediðini hatýrlýyor, muhcubane gözlerini indiriyordu. Fakat ben, hiç oralý
lmuyor, onu ilk defa görmüþ gibi konuþuyordum.
ÇALIKUÞU 297
Biraz sonra Nerime Haným'la içeri giriyoduk. Kadýncaðýz, tereddütle bana baktý ve dedi ki:
- Feride Haným, tabii Ihsan'ý tanýdýnýz. Mektepteki vakayý, demek o da biliyordu. Sadece:
- Evet, dedim.
- Belki aklýnýza bir þey gelir. Size iþin doðrusunu söyleyeyim efendim, ihsan, arkadaþlarýy
hse girmiþ. Gençlik bu ya efedim, olur þeyler.
Hayretle dudaklarýmý bükmekten kendimi alamadým:
- Ne münasebet efendim?
Nerime Haným, kýzarýyor, mahcubiyetini saklamak için gülüyordu:
- Efendim, zabitlerden bazýlarý size mektepten gelirken tesadüf etmiþler, pek güzel olduðun
zu söylemiþler. Biz istanbulluyuz, tabii buralýlar gibi bunu bir hakaret saymayýz deðil mi
, güzelim? ihsan, bahse girmiþ: "Mutlaka bir çaresini bulur, bu Muallime Haným'la görüþürüm
O gün, üþenmeden amelelerden birinin elbisesini giyinmiþ, bahsi kazanmýþ. Tuhaf deðil mi?
Ben, cevap vermedim. Zavallý Nerime Haným, sözlerinin yaptýðý soðuk tesiri pek iyi anlýyord
Bugünkü garip komedyanýn son perdesini tekrar yukarý salonda oynadýk, ihsan Bey'le görüþtüð
bizden çok evvel yukarý gelmiþti. Bütün simalar bunu gösteriyordu.
Büyük Hanýmefendi'nin gizli bir iþareti üzerine solandaki-ler dýþarý çýktýlar. Yalnýz Nerim
Hanýmefendi biraz tereddütten sonra söze baþladý:
- Ihsan'ý nasýl buldunuz, haným kýzým? Ben, yine gayet sade:
- Çok iyi bir genç görünüyor, hanýmefendi. O:
- Yüzü de güzeldir, tahsili de iyidir: Terfian Beyrut'a tayin edildi.
298
Reþat Nuri Güntekin
- Ne kadar iyi! Hakikaten güzel, sevimli bir genç. Malumatý da, dediðiniz gibi mükemmel gör
r.
Ana kýz, birbirinin yüzüne baktýlar. Bu sözlerime hem hayret ediyorlar, hem memnun oluyorl
ardý.
- Allah senden razý olsun, kýzým! iþimizi kolaylaþtýrdýn dedi. Ben Ihsan'ýn sütannesiyim, e
bi elimde büyüttüm. Feride Haným kýzým, genç kýzlarla doðrudan doðruya konuþmak olmaz ama,
akýllý uslusunuz. Sizi Allah'ýn emriyle Ýhsan'a istiyorum. Sizi pek beðenmiþ. Mademki siz
e onu beðendiniz inþallah mesut olursunuz. Bir ay izin alýrýz, düðününüzü burada yaparýz, o
a beraber Beyrut'a gidersiniz.
iþin buraya geleceðini daha evvelden hissetmiþtim. Hakikaten gülünecek bir vakaydý. Fakat,
ilmem neden, yabancý memlekette kocaya istenilmek bana bu dakikada garip bir mahzu
nluk veriyordu. Mamafih, neþem gibi hüznümden de renk vermedim:
- Hanýmefendi, bu cariyeniz için büyük þeref. Size de, ihsan Bey'e de bütün kalbimle teþekk
im. Fakat mümkün deðil, dedim.
Büyük Haným, birdenbire þaþýrdý:
- Niçin kýzým? Biraz evvel onu beðendiðinizi, güzel bulduðunuzu söylediniz ya! Gülerek ceva
m:
- Hanýmefendi, yine tekrar ediyorum ki, ihsan Bey, güzel ve deðerli bir genç, fakat aramýz
da bir izdivaç ihtimalini aklýmdan, yahut kalbimden geçirmiþ olsaydým, bu meziyetlerini açý
n açýða söyleyebilir miydim efendim? Bu, bir genç kýz için biraz fazla serbestlik olmaz mýy
Ana kýz, tekrar birbirlerine baktýlar, küçük bir sükût hüküm sürdü. Sonra, Nerime Haným, el
- Feride Haným! Herhalde kati cevabýnýz bu olmayacak, çünkü ihsan, çok müteessir olacak.
ÇALIKUÞU 299
- ihsan Bey, yine tekrar ediyorum, çok güzel bir genç, kimi isterse alabilir.
- Evet, fakat o, sizi istiyor. Demin size arkadaþlarýyla bir bahse tutuþtuðunu söylemek lâz
geldi. Hiç böyle þey olur mu, güzelim? Zavallý çocuk, on gündür öyle telaþ içinde ki: "Ölür
m, mutlaka, alacaðým!" diyor.
Nerime Haným'ýn, bu bahsi uzatacaðýný, beni kandýrmak için birçok þeyler söyleyeceðini hiss
azikâne, fakat gayet kati birkaç sözle buna imkân olmadýðýný söyledim. Gitmek için müsaade
Nerime Haným, adeta müteessir olmuþtu. Yorgun bir tavýrla annesine:
- Kuzum anne, Ihsan'a söyle, benim dilim varmayacak, Feride Haným'ýn reddedeceðini aklýna
bile getirmiyordu. Þimdi, çok müteessir olacak, dedi.
Ah, bu erkekler! Hepsinde ayný gurur, ayný kendini beðenmiþlik. Bizim de bir kalbimiz ol
duðunu, bizim de "mutlaka" isteyecek bir þeyimiz olabileceðini, bir türlü akýllarýna getirm
istemiyorlar.
Paþanýn landosu beni evime býraktýðý vakit Munise, komþudaydý. Soyunmadan evvel bir kere da
ndimi seyretmek istedim. Oda, iyiden iyiye kararmýþtý. Duvara vurmuþ donuk bir ay ýþýðýna b
aynada, kendimi hayal meyal seçebiliyordum. Bilmem nasýl bir ýþýk oyunu oldu. Lacivert kýs
elbisem bana beyaz gibi göründü. Uzun etekleri karanlýklarda kaybolan bir beyaz ipek.
Birdenbire ellerimi yüzüme kapadým. Bu dakikada Munise odaya girdi:
- Abacýðým!
Ondan imdat ister gibi ellerimi uzattým. "Munise" diye-
300
Reþat Nuri Güntekin
çektim, fakat dudaklarýmdan yanlýþlýkla baþka bir isim, nefret ettiðim büyük düþmanýmýn ism
Ç..., 6 Mayýs
Bu hafta benim kýsmetim açýldý. Dünkü vakanýn sýcaðý sýcaðýna bugün bir komedyaya daha kahr
, bu dünkünden bin kat daha gülünç, bin kat daha isyan ettirici bir komedya.
Vakayý olduðu gibi yazýyorum. Sahne, bizim aþaðý misafir odasý, Hafýz Kurban Efendi'nin kar
sýnda düðünlere giderken giydiði gron çarþafý, boynunda dizi dizi beþibirlikleriy-le misafi
or. Mamafih, halinde bir tuhaflýk var, gözleri aðlamýþ gibi. Konuþmaya baþlýyoruz.
Ben:
- Galiba teklifli bir yere misafir gideceksiniz. O:
- Hayýr, hemþireceðim, mahsus size geldim. Ben:
- Ne kadar süslüsünüz bugün. Benim için mi? O:
- Evet, hemþire sizin için. Ben gayri ihtiyari eðlenerek:
- O halde, bana görücü geldiniz? O, saf gözlerinde saf bir hayretle:
- Nereden bildiniz? Ben, birdenbire þaþaladým:
- Nasýl, siz bana görücü mü geliyorsunuz?
- Evet, hemþireceðim! Ben:
- Kimin için?
O, dünyanýn en sade bir þeyinden bahseder gibi:
ÇALIKUÞU 301
- Bizim efendi için.
Bu kadar saf bir kadýnýn, böyle hiç renk vermeden þaka etmesi, tabii hoþuma gidiyor, kahkah
larla gülüyordum. Fakat o, gülmüyor, bilâkis gözlerinde yaþlar var!
O:
- Hemþireceðim, efendi size göz koymuþ, sizi almak için beni boþamaya kalktý. Yalvardým, ya
"Ziyaný yok, o hanýmý al, tek beni boþama. Biz, güzel güzel geçiniriz. Ben, sizin yemeðini
ririm, hizmetinizi ederim!" dedim. Kuzum kar-þedeþim, bana acý!
- Bu Kurban Efendi sizi býrakýrsa, beni alabileceðinden emin mi?
O, isyan ettirici bir saffetle:
- Öyle ya! Tam elli beþibiryerde vermeye razýyým, diyor. Ben:
- Zavallý komþum, haydi gönlün rahat etsin. Dünyada, böyle bir þeye imkân yok.
Biçare kadýn, dualar ediyor ve perde kapanýyor.
Ç..., 15 Mayýs
Bu akþam, mektep tatilinde Müdire Haným, beni odasýna çaðýrdý, çatkýn bir çehreyle þu sözle
- Feride Haným kýzým, ciddiyet ve hayretinizden memnunum. Fakat bir kusurunuz var: Ken
dinizi hâlâ istanbul'da sanýyorsunuz. Güzellik baþa beladýr, diye meþhur bir söz vardýr kýz
güzel, hem yalnýz bir taze olduðunuz için kendinizi biraz daya iyi korumanýz lâzým gelirdi
albuki bazý ihtiyatsýzlýklarýnýz oldu. Telaþ etmeyiniz kýzým. Kabahat demiyorum, sade ihtiy
Mesela, bu memleket o kadar kapalý bir yer deðil, kadýnlar epeyce süslü olarak gezebiliyo
rlar. Muallimlerimiz de hakeza. Fakat, baþkalarý için tabii görülen bir þey, sizde
302
Reþat Nuri Güntekin
nazarý dikkati celp etti. Çünkü, kýzým, gençliðiniz, güzelliðiniz, her rast geldiðiniz erke
du. Öyle ki, kasabada gizliden gizliye bir dedikodu baþladý. Ben, burada, hiçbir þey bilme
m gibi otururum ama, her þeyi haber alýrým. Mesela, kýþladaki zabitlerden, kahvedeki esnaf
tan tutunuz da, idadi mektebindeki büyük talebelere varýncaya kadar sizi uzaktan tanýmay
an, sizden bahsetmeyen yokmuþ.
Bunlardan ne hakla ve niçin size bahsettiðim meselesine gelince, buna da iki sebep v
ar kýzým. Birisi tecrübesiz, fakat cidden iyi bir çocuksunuz. Biz, artýk insan sarrafý oldu
, onun için size bir analýk, ablalýk vazifesi yapmak istedim. Sonra, mektebin menfaati
meselesi var, kýzým. Öyle deðil mi?
Müdire, yüzüme bakmadan tereddütle devam ediyordu: - Mektep, cami gibi mukaddes bir yerd
ir. Onu dedikodudan, iftiradan, daha sair lekelerden korumak bizim için en büyük vazif
edir. Öyle deðil mi? Halbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de, maateessüf, söz getir
meye baþladý. Akþam üstü kýzlarýný, kardeþlerini almak için, mektep kapýsýna gelen peder ve
ne kadar çok olduðuna dikkat ediyor musunuz? Siz, belki farkýnda deðilsiniz. Fakat ben
biliyorum. Onlar, çocuklarýndan ziyade sizi görebilmek için geliyorlar. Bir gün, fakir tal
ebelerimizden birinin saçlarýný örmüþsünüz, ucuna bir de kurdele paraçasý takmýþsýnýz. Bilm
, çapkýn bir mülazým, sokakta çocuða para vererek kurdeleyi, elinden almýþ. Þimdi ara sýra
kýyor: "Bana artýk paþalar paþasý demelisiniz, deðil mi Gülbeþeker'den niþan aldým!" diye a
ndiriyor muþ.
Dün, kapýcý Mehmet Aða, tuhaf bir haber verdi: Evvelki gece, meyhaneden dönen sarhoþlar, me
tebin kapýsýnda durmuþlar, bunlardan birisi: "Ben duvardaki siyah taþa Gülbeþeker'in elini
düðünü gördüm. Allah hakký için þu Hacer-i Esvedi bir öpelim!" diye nutuk vermiþ. Görüyorsu
r ne kendiniz için, ne mektep için hiç hoþa gide-
ÇALIKUÞU 303
çek þeyler deðil. Halbuki bu yetmiyomuþ gibi, bir tedbirsizlik daha yapmýþsýnýz. Abdürahim
inde Yüzbaþý ihsan Bey'le konuþmuþsunuz. Hanýmefendinin teklifini kabul etmiþ olsaydýnýz, b
r beis görülmeyebilirdi. Fakat, genç bir adamla görüþmeniz, sonra da bu kadar iyi bir kýsme
reddetmeniz nazarý dikkati çekti: "Mademki ihsan Beyi istemedi, demek, bir baþkasýný seviy
or, acaba kimi?" yolunda dedikodular meydan aldý.
Bu sözleri cevap vermeden, hiçbir hareket yapmadan dinlemiþtim. Evvela, benim itiraz v
e isyanýmdan korkan müdi-re, þimdi bilakis, sükûtumdan þüpheleniyordu. Bir parça tereddütle
- Bunlara ne dersiniz, Feride Haným? diye sordu. Hafifçe içimi çektim, düþüne düþüne:
- Sözlerinizin hepsi doðru Müdire Haným, dedim. Kendim de yavaþ yavaþ farkýna varýyorum. Bu
memlekete acýyorum, fakat ne yapayým? Siz artýk idareye yazarsýnýz, bir sebep göstererek be
i baþka bir yere göndermelerini istersiniz. Bu iþte bana edeceðiniz en büyük insaniyet ve m
et, asýl sebebi söylememek... Lütfen baþka bir bahane bulunuz: "idaresiz" deyiniz, "Elin
den iþ gelmiyor, cahil" deyiniz, "asi" deyiniz, ne derseniz deyiniz, Müdire Haným, siz
e hatýrým kalmaz. Yalnýz: "Þehirde dile düþtüðü için istemiyorum!" demeyiniz.
Müdire bir þey söylemeden düþünüyordu. Gözlerimin dolduðunu göstermemek için pencereye dönd
uçuk mavi semasý içinde, ince ince tüten dumanlara benzeyen karþý daðlarý seyretmeye baþlad
Çalýkuþu, bu daðlardan, yine gurbet kokusu almaya baþlýyordu. Gurbet kokusu! Bu kokuyu bütü
uyla koklamayanlar için ne manasýz bir söz! Hayalimde yollar, gittikçe incelip mahzunlaþan
, bitip tükenmez gurbet yollarý uzanýyor, kulaðýmda Çeçen arabalarýnýn o ince yanýk sesli ç
.
304
Reþat Nuri Güntekin

Ne vakte kadar Yarabbi, ne vakte kadar? Niçin? Hangi emele yetiþmek için?
Ç..., 5 Haziran
Kuþlarýmýn ahi tuttu. Tatilin bu uzun aylarýnda onlar gibi mahpus kaldým. Müdire Haným, eyl
evvel baþka bir yere nakletmeye imkân olmadýðýný söyledi. Þimdilik kendimi unutturmaya çal
hiç sokaða çýkmýyorum. Komþularým da artýk beni eskisi gibi aramýyorlar, ihtimal, bu dedik
an gözleri korktu. Yalnýz, ara sýra teyzeme benzeyen bir büyük hanýmla konuþuyorum. Hele se
le benziyor ki geçen gün, utana utana ondan bir þey istedim:
- Kuzum hanýmcýðým, bana hocaným demeyin, sadece Feride deyin, olmaz mý? dedim.
Komþum, bir parça þaþýrdý, fakat arzumu reddetmedi. Bana söz söylerken gözlerimi kapýyorum,
Kozyataðý'nýn bahçesinde -Ne münasebetsiz sözler söylüyorum? Galiba bende sinir hastalýðý b
de bir kararsýzlýk var- yine eskisi gibi gülüyorum, yine Munise ile hamal çocuklarý gibi al
alta, üst üste boðuþuyoruz. Yine kuþlara ýslýk çalýyorum. Fakat hüznüm gibi neþemin de kar
sýðmýyor.
Buraya gelirken gece vapurda uykum kaçmýþtý. Yanýk ses-1 li bir yolcu sularýn karanlýðýna -
dedir avare gönlüm, [ sendedir" diye bir þarký söylemiþti.
Bunu o gece iþitmemle unutmam bir olmuþtu. Aylardan l sonra, bahçemdeki çiçeklerin açmaya b
adýðý bir nisan gününde, durup dururken yavaþ yavaþ bu þarkýyý söylemeye baþ-1 ladým. insan
bir muamma? Bir kere iþitti-1 ðim bu þarkýyý, bestesiyle, güftesiyle nasýl aklýmda tutmuþt
den sonra, iþ görürken, kuþlara su verirken, pencerem-1 den görünen deniz parçasýný seyrede
þarký, dudaklarý-'
ÇALIKUÞU 305
mm ucuna geliyor. Dün akþamüstü: "Sendedir avere gönlüm sendedir" diye son mýsraý tekrar ed
hiç sebepsiz aðlamaya baþladým. Bu adi þarký parçasýnýn ne güftesinde, ne bestesinde aðlan
yok. Dedim ya, sinir. Bir daha bu þarkýyý söylemeyeceðim.
C..., 20 Haziran
Mektepte Nazmiye isminde bir arkadaþým vardý. Yirmi dört yirmi beþ yaþlarýnda, güzelce, þen
r kýz; gayet tatlý söz söylüyor, güzel ut çalýyor, bunun için kibar aileler el üstünde tutu
gece bir yere davet ediyorlar. Muallim arkadaþlarý onu pek sevmezler, hakkýnda bazý ufa
k tefek dedikodular iþitiyorum.
ihtimal, biraz açýk giyinmesini hoþ görmüyorlar, yahut da kýskanýyorlar, ne bileyim?
Nazmiye'nin bir yüzbaþý niþanlýsý varmýþ. Çok iyi bir çocukmuþ. Fakat bu niþanlýnýn ailesi
ine rýza göstermediðinden, münasebetlerini gizli tutuyorlar. Nazmiye, bunu bana, bir sýr g
ibi söyledi, kimseye söylemememi tembih etti.
Dün evde, can sýkýntýsýndan bunalacaðým bir dakikada Nazmiye geldi:
- Feride Haným sizi almaya geldim. Bu gece Feridun'un teyzesine davetliyim. Subaþý'nda
ki baðýnda ziyafet veriyor. Sizi tanýmadýðý halde gözlerinizden öptü. Mahsus rica etti.
Nazmiye, gözlerinin sitemli bir bakýþýyla:
- Niþanlýmýn teyzesi niçin senin yabancýn olsun? Hem baþka bir fikrim daha var, sana niþanl
receðim. Zannediyorum ki, zevkimi takdir edeceksin. Sen gitmezsen vallahi ben de g
itmem.
Ben gitmemek için birçok bahaneler gösteriyordum.
Çalýkuþu - F 20
306
Reþat Nuri Güntekýn

Fakat hepsine cevap buldu. Zaten benim bahanelerim de çocukça þeylerdi ki, yukarýda da söy
ledim ya, Nazmiye, çok þeytan bir kýz! Ýnsanýn altçenesinden girip, üstçenesinden çýkýyor.
O kadar dil döktü, o kadar yalvardý ki, dayanamadým, arzusunu kabul ettim.
Yalnýz, bir þey dikkatimi celp etmiþti. Munise'yi giydirmek isteðim vakit Nazmiye, hafifçe
kaþlarýný çatmýþ:
- Küçüðü de götürecek misin? demiþti.
- Tabii, Munise'yi nasýl evde yalnýz býrakayým? Bir mani mi var? diye sordum.
- Hayýr, ne mani olacak? Daha iyi. Bazen onu evde býrakýyorsun da...
- Evet, fakat þimdiye kadar gece yatýsýna gitmedim ki.
Ben, artýk pek gözü kapalý bir kýz sayýlmazdým. Ýki seneden beri dýþarýlardan çok þeyler gö
Ne oldu, nasýl bir gaflet dakikama geldi de Nazmiye'nin bu sözleri beni þüpheye düþürmedi?
türlü bunu anlamýyordum.
Ýhtimal, can sýkýntýsý, açýk hava ihtiyacý beni iyiden iyiye bunaltmýþtý.
Küçük bir talika arabasý bizi derenin öbür kýyýsýna geçirdi. Bahçeler arasýnda, yapraklarla
dan birisine girerek yarým saat, üç çeyrek uzakta bir baða götürdü. Buralarý ne tenha, faka
l yerlerdi. Yolda bir sürüye tesadüf ettik. Ýhtiyar bir çoban, bir bostan kuyusunun tahta
tulumbasýný çekerek taþ bir yalakta koyunlarýný suluyordu. Ýnce boy-nuzlarýyla yalaðýn baþý
ini iten keçi yavrularý Munise ile bana Mazlum'u hatýrlattý, merakýmýzý kaldýrdý.
Gözlerimizde yaþlarla arabadan atladýk, bir keçi yavurusu yakalayarak uzun kulaklarýný, sul
r damlayan ince çenesini öptük. Bir aralýk çobandan onu satýn almayý düþündüm. Fakat neye y
ki yakýnda yine býrakýp gideceðiz. Derdimiz eksik gibi niçin baþýmýza yeni bir sevda satýn
Gittiðimiz köþk; ucu bucaðý görünmeyen bir baðýn orta-
ÇALIKUÞU 30?
sýnda eski bir bina idi. Etrafýný yüksek çardaklarýn yeþilliði sarmýþtý.
Feridun Bey'in teyzesi, yaþlý, þiþman bir kadýn. Elbisesini, süsünü doðrusu gözüm tutmadý,
adýna bu kadar fantezi yakýþmaz. Saçlarý sarýya boyalý, þakaðýnda laden, yüzünde tekerlek a
yip bir þey!
Bu kadýn, bizi üst katta bir odaya aldý, çarþafýmý çýkardý. Sonra, fazla bir teklifsizlikle
ibi yanaklarýmý öperek:
- Görüþtüðümüze memnun oldum, elmas kýzým. Gülbeþeker de ne Gülbeþeker! Sahiden insanýn yiy
tutuþtuklarý kadar varmýþ, dedi.
Fena halde bozuldum. Fakat renk vermemek lâzým. Ne söylediðini bilmeyen bazý münasebetsizle
vardýr ya, onlardan olacak.
Bir odada epeyce zaman beni Munise ile yalnýz býraktýlar. Güneþ batmýþtý. Çardýðý örten sýk
de akþamýn pembe yaldýzý yavaþ yavaþ sönüyordu. Küçükle þakalaþarak kendimi oyalamaya çalýþ
zli bir kurt düþmüþtü, içim içime sýðmýyordu.
Bahçeden karýþýk, kadýn erkek sesleri, kahkahalar, hafif hafif çýðlýklar geliyor, bozuk bir
akort edildiði iþitiliyordu.
Pencereden baþýmý uzatým. Sýk asma yapraklarý arasýnda hiçbir þey seçmek mümkün deðildi.
Nihayet, merdivenden doðru, gürültü ve ayak sesleri gelmeye baþladý. Kapý açýldý. Ev sahibi
nde kocaman bir lamba ile içeri girdi.
- Elmas kýzým, seni ihmal ettim ama, mahsus karanlýkta býraktým. Güneþ batarken bu bahçeler
lliðine doyum olmaz.
Ýhtiyar kadýn, lambanýn fitilini düzelterek, mehtap gecelerinde bu bahçenin cennet gibi ol
duðunu anlatýrken Nazmiye girdi. Kapýnýn dýþýnda gözüme uzun boylu iki zabit üniformasý
308
Reþat Nuri Gûntekin

iliþti. Baþým açýktý, gayri ihtiyari çekindim. Kolumla saçlarýmý kapamak istedim.
Nazmiye gülüyor:
- Cicim, sen ne kadar dýþarlýklý olmuþsun? Herhalde niþanlýmdan kaçacak deðilsin, çek kolun
lahi! diyordu. Hakký vardý, fazla kaçýnmak için sebep yoktu.
Zabitler, biraz tereddütle odaya girmiþlerdi. Nazmiye onlardan birini takdim etti:
- Feridun Bey, niþanlým, Feride Haným, arkadaþým. Talihime iki sevdiðimin isimleri de birbi
ine yakýn düþtü.
Küçüklüðümde büyükannem acayip bir kibrit kutusu alýrdý. Bunlarýn üstünde burma býyýklý, ça
filozasý gözünün üstüne kadar inen bir panayýr palikaryasý resmi vardý. Ýþte bu Feridun Bey
kutularýnýn birinden fýrlamýþ gibiydi. Elimi, teklifsizce sert avucunun içine aldý, sallaya
llaya.sarsa sarsa sýkarak:
- Efendim, teþekkür ve minnettarlýðýmýzý sunarýz, âlemimize þeref verdiniz, sað olun, dedi.
rkasýnda duran zabiti takdim etti.
- Müsaade ederseniz kulunuz da candan bir arkadaþý, bir velinimeti takdim etsin: Binbaþý B
urhanettin Bey. Binbaþý ama bildiðiniz binbaþýlardan deðil, meþhur Solakzadelerin küçük mah
Solakzadelerin bu küçük beyi hemen kýrk beþi aþkýn bir zattý. Saçlarýyla býyýklarýnýn bir k
adý olduðu halinden belliydi. Giyiniþi, duruþu, söz söyleyiþi Feridun'dan büsbütün baþka id
beyaz saçlarý, arkadaþýnýn bana verdiði korku ile karýþýk fena tesiri hemen hemen izale et
biraz emniyet gelir gibi oldu.
Burhanettin Bey, kolay ve seri söz söylüyordu. Nazik bir baþ iþaretiyle uzaktan selam verd
i, hafifçe eðilerek:
- Burhanettin bendeniz. Efendim, peder merhum emlaki içinde en ziyade bu baðý severdi.
"Burasý uðurludur, bana ne
ÇALIKUÞU 309
kadar saadet geldiyse bu baðdan geldi!" demeyi mutat edinmiþti. Tenezzülen teþrif ettiðini
zi öðrenince, merhumun bu sözlerini tam bir keramet gibi tesdik ettim.
Bu, hesapça bir kompliman olacaktý. Fakat bu Burhanet-tin Bey'in ne alakasý vardý?
Hayretle Nazmiye'nin yüzüne bakarak cevap bekledim. Fakat, o, bana bakmýyor, gözlerini göz
lerimden kaçýrmakta inat ediyordu. Bu dakikaya kadar bað sahibi sandýðým haným, Munise'yi e
den tutarak dýþarý götürmüþtü.
Yarým saatten ziyade bir zaman bu odada beraber oturduk. Þuradan, buradan konuþuyorduk
. Daha doðrusu konuþuyorlardý. Çünkü bende konuþmaya deðil, söylenen sözleri bile anlamaya
mamýþtý. Demir bir pençe kalbimi sýkýyor, nefesimi daraltýyordu. Zihnim durmuþtu. Hiçbir þe
r þey duymuyor, yuvasýnda tecavüze uðramýþ bir hayvan yavrusunun idraksiz korkusuyla köþeme
küçülüyordum.
Aþaðýda bir keman taksimi yaptýlar, bunu bir gazel, daha sonra kalýnlý, inceli birçok sesle
söylediði þarkýlar takip etti.
Bir kanepede yan yana oturan Nazmiye ile niþanlýsý, gittikçe daha ziyade birbirlerine so
kuluyorlardý. Yavaþ yavaþ onlara arkamý çevirdim. Bunlar çok adi ruhlu insanlardý, iki yaba
de, sinemadaki o çirkin aþk sahnelerinden birini oynar gibi çekinmeden, utanmadan baþ baþa
... Evet, bunlar çok adi ve fena insanlardý.
Biraz evvel þiþman haným, masanýn üstüne þiþeler, tabaklarla dolu bir tepsi býrakmýþtý. Bur
elleri cebinde, odanýn içinde dolaþýyor, ara sýra bize arkasýný çevirerek bu masanýn önünd
.
Bu gezinmelerden birinde binbaþýnýn önümde durduðunu, hafifçe eðildiðini gördüm:
- Inayeten kabul buyurmaz mýsýnýz, küçükhaným?
Hayretle gözlerimi kaldýrdým. Elindeki küçük bir kadehin
310
Reþat Nuri Güntekin

içinde yakut kýrmýzý bir içki parlýyordu. Baþýmla reddettim. Gayet yavaþ:
- istemem, dedim.
O, daha ziyade eðildi, sýcak nefesi yüzüme dokunarak:
- Zararlý bir þey deðil, küçükhaným. Dünyanýn en nazik ve masum bir likörü. Deðil mi, Nazmi
ye, ona baþýyla iþaret etti:
- Israr etmeyiniz Burhanettin Bey, Feride, burada kendi evinde sayýlýr. Nasýl isterse öy
le yapsýn.
Burhanettin Bey, aðarmaya baþlamýþ saçlarý, munis ve kibar çehresi bu dakikaya kadar bana m
bir emniyet vermiþti. Neydi bu baþýma gelen þey Yarabbi? Kendimi nasýl kurtaracaktým?
Odadaki ýþýklar yavaþ yavaþ sönüyor, gözlerime çöken bu karanlýðýn içinde kývýlcýmlar uçuþu
denizin uðultusu gibi geliyordu:
- Elmas kýzým yemek vakti geldi, sofrada birkaç misafirimiz var, sizi bekliyorlar.
Bu sözleri o þiþman kadýn söylemiþti. Biraz kendimi toplar gibi oldum:
- Teþekkür ederim, rahatsýzým, beni burada býrakýnýz, diyebildim.
Bu sefer, Nazmiye yanýma yaklaþtý:
- Ferideciðim, vallahi yabancý deðil, Feridun'la, Burhan Bey'in iki arkadaþý, sonra, onlar
dan bazýlarýnýn niþanlýlarý, zevceleri, öyle ya zevceleri, gelmezsen çok ayýp olur. Mahsus
n geldiler.
Bileklerimi Nazmiye'nin elinden kurtarmaya çalýþýyor, koltuðun kenarlarýna tutunarak köþeme
um. Söz söylemek mümkün deðildi. Diþlerimi sýkmasam, onlarýn birbirine çarpacaðýný hissediy
Burhanettin Bey:
- Misafirimiz ne emreder, nasýl isterse öyle hareket et-
,1111
g^^^Hlflflj^^^^^^Hl----n.
ÇALIKUÞU 311
mek borcumuz. Siz misafirlerin yanýna ininiz. Feride Haným'ýn biraz rahatsýz olduðunu söyle
iniz. Binnaz Haným, siz de bizim yiyeceðimizi buraya getiriniz. Misafirimi yalnýz býrakm
amak benim vazifem.
Bu dakikada çýldýrýyordum. Bu odada, Burhanettin Bey'le yalnýz kalmak, beraber yemek yemek
!
Ne yaptýðýmý bilmeden, düþünmeden yerimden fýrladým, var kuvvetimi tolayarak:
- Peki, istediðiniz gibi olsun., dedim.
Nazmiye ile niþanlýsý kol kola önümüzden iniyorlardý. Burhanettin Bey, bir adým geriden ben
ip ediyordu.
Karanlýkta taþlýðýn nihayetinde bir kapý açýldý. Kamaþtýrýcý bir pýrýltý birdenbire gözleri
ndan döktüðü ýþýk selleri içinde sendeleye sendeleye birkaç adým yürüdüm.
Duvarlarda, salona hudutsuz derinlikler veren endam aynalarý parlýyor, avizelerin ak
si, karanlýk bir yolda koþan meþaleler gibi ta uzaklara gidiyordu.
Birçok gözler, çehreler, rüyada görülmüþ gibi karýþýk, bulanýk kadýn, erkek çehreleri. Sonr
koptu. Çalgýnýn uðultusu içinde sesler derinleþiyor, bulanýyor, fakat bir türlü sönmüyor, u
arý gibi ta uzaklara haykýrýyordu: "Yaþasýn Burhanettin Bey, yaþasýn Gülbeþeker, Gülbeþeker
*
Gözlerimi açtýðým vakit kendimi Munise'nin kollarýnda buldum. Küçüðüm: "Abacýðým" diye aðla
saçlarýmý, kolonyadan yanan gözlerimi öpüyordu. Üstüm baþým sýrýlsýklam olmuþtu. Odanýn yar
aktýðýný hissediyordum, ilk hareketim, kollarýmla açýk boynumu saklamak oldu.
312
Reþat Nuri Güntekin

Tanýmadýðým bir ses:


- Dýþarý çýkýn, rica ederim, dýþarý çýkýn.diye baðýrýyordu. Hafifçe çýrpýnmak, yerimden kal
mzumdan tuttu:
- Korkma kýzým, hiçbir þey yok, korkma, dedi.
Kirpiklerimin arasýndan bu sözü söyleyenin yüzüne baktým, her zaman ceketinin önü açýk dura
O da bana baktý, sonra yanýndakilere dönerek:
- Biçare, sahiden çocukmuþ, dedi.
Nazmiye, yere diz çökmüþ, bileklerimi ovuþturuyor: "Feri-1 deciðim, biraz açýldýn mý? Aklým
diyordu.
Yüzünü görmemek için baþýmý öte tarafa çevirdim, gözle-1 rimi kapadým.
Sonradan öðrendiðime göre, bu baygýnlýk bir çeyrekten l fazla devam etmiþ, Kolonyalar, yün
latmalar, hiçbir þey tesir etmiyormuþ. O kadar ki, artýk ümit kesmeye baþlamýþlar, þehirden
getirmek için bir bað arabasý hazýrlatmýþlar.
Kendime geldikten sonra, o araba ile beni þehre götürme-1 lerini istedim. Razý olmazlars
a gece vakti tek baþýma yola düþ-1 mekten çekinmeyeceðimi söyledim. Çaresiz, razý oldular.
olaðasý paltosunu giyerek arabacýnýn yanýna atladý.
Yola çýktýðým vakit Burhanettin Bey, çekine çekine bana| yaklaþtý, yüzüme bakmaya cesaret e
- Feride Haným, dedi, siz bizi çok yanlýþ anladýnýz, emini olunuz ki, kimsenin size karþý f
ir niyeti yoktu. Sadece ik-l ram etmek, bir bað eðlencesi göstermek istemiþtik. Istanbul
'dal terbiye görmüþ, sonra mesela birkaç gün evvel arkadaþlarýmýz-! dan biriyle konuþmakta
s görmemiþ bir küçükhanýmýnj bu kadar vahþi tabiatlý olacaðýný nasýl tahmin ederdik? Tekrar
ki, size karþý bir fena niyet yoktu. Mamafih, üzüldüðünüz için sizden af rica ederim.
ÇALIKUÞU 313
Araba, ince dað yollarýnýn karanlýklarýna dalmýþtý. Bir köþede üþür gibi titreyerek büzülüy
Yavaþ yavaþ baþýmda bir baþka gecenin hayali uyanýyordu. Kozyataðf ndaki köþkten kaçtýðým,
baþýma, karanlýk yollara düþtüðüm gece...
Baygýn kokulu iðde dallan, ara sýra arabanýn penceresinden giriyor, yüzüme, gözlerime dokun
k beni rüyamdan uyandýrýyordu.
Baþýný arabanýn öbür penceresine dayayan Munise'nin derin derin içini çektiðini iþittim. Ya
- Munise, sen uyumadýn mý? diye sordum.
Cevap vermedi, baþýný daha ziyade eðdi. O zaman dikkat ettim; küçüðüm aðlýyor, hem de bir b
gözyaþlarýný karanlýkta gizlemeye çalýþarak:
Ellerini tuttum:
- Ne var, kýzým? dedim.
Benden daha çok yaþamýþ, daha çok anlaþmýþ büyük bir insan ýstýrabýyla baþýmý kollarýnýn iç
- Abacýðým, ben bu gece ne kadar aðladým. Ne kadar korktum. Seni niçin oraya çaðýrdýklarýný
ir daha öyle yerlere gitmeyelim E mi? Ya sen? Allah esirgesin, annem gibi... Ben n
e olurum sonra abacýðým!
Ah, ne zillet ne sefalet, Yarabbi! Düþmüþ bir kadýn gibi bu çocuktan utanýyor, yüzüne bakma
ret edemiyordum.
Baþýmý, onun küçük dizlerine koydum, eve gidinceye kadar annesinin kucaðýnda aðlayan bir ço
için için aðladým.
Müdire Haným'ýn evine gittiðim vakit güneþ yeni doðmuþtu. Ýhtiyar kadýn, sabahýn bu saatind
iþ gözlerim, sararmýþ yüzümle beni görünce þaþýrdý:
314
Reþat Nuri Güntekin

- Hayýrdýr inþallah. Feride Haným. Ne oldu, kýzým? Seni hiç böyle görmedim. Hasta mýsýn? de
Bu hanýmýn sakin ciddiyeti, çatkýn çehresi beni daima biraz korkutmuþ, kalbimi açmaya mani
uþtur. Fakat bu saatte, bu yabancý memlekette ondan baþka derdimi anlatacak kimsem yok
tu. Sonra vazifem, mesleðim beni buna mecbur ediyordu.
Utuna utana, titreye titreye dün geceki vakayý anlattým. Hiç bir noktasýný gizlemedim. Ýhti
kadýn, biý þey söylemeden dinliyor, kaþlarýný çatýyordu. Hikâyenin sonunda boynumu büktüm,
lerinden bir teselli cevabý dileyerek:
- Müdire Haným, dedim, sýz benden yaþlýsýnýz. Benden çok fazla þeyler biliyorsunuz. Allah i
doðrusunu söyleyin. Þimdi ben, artýk fena bir kadýn mý sayýlýrým?
Bu sual, müdirede, umulmaz bir heyecan ve teessür uyandýrmýþtý. Çenemden tutarak baþýmý kal
dan gözlerimin içine baktý, hem de her vakýtki gibi bir müdire gözüyle, bir yabancý gözüyle
en ve anlayan bir anne gözüyle.
Sonra çenemi okþayarak, dizlerine koyduðum ellerimi elleriyle severek, müterreddit, titr
ek kelimelerle þunlarý söyledi:
- Feride, ben, senin bu kadar masum, temiz bir kýz olduðunu bugüne kadar anlamamýþtým. Seni
daha kendime yakýn bulundurmak, daha iyi himaye etmek mümkündür. Yazýk. Ah, O Nazmiye! Kýz
ben birçok þeyler biliyorum. Her þeyi anlýyorum. Fakat dünya öyle bir dünya ki, bildikleri
birçoðunu saklamak lâzým. Nazmiye, fena bir mahluktur. Mektebi onun þerrinden kurtarmak iç
n müracaatlarda bulundum, çok uðraþtým. Fakat beyhude. Onu yerinden oynatmak mümkün deðil Ç
rrýfýndan, alay beyinden, tabur imamlarýna kadar hesapsýz hamileri var. Nazmiye buradan
giderse kibar hanýmlara kim dalkavukluk edeeek? Büyük memurlarýn gizli gizli yaptýklarý gec
eðlenclerinde kim ut çalacak, hatta oynayacak?
ÇALIKUÞU 315
O Burhanettin Bey gibi azýlý mirasyediler, senin gibi masum, saf, taze, güzel çocuklarý na
sýl ele geçirecek? Feride, sana tertipledikleri planý ben tamamýyla anlýyorum. Bu Burhanet
tin Bey, babasýndan kalan serveti birçok biçare kadýnlarý iðfal etmek, birçok aile çocuklar
k için israf etmiþ bir ihtiyar çapkýndýr. Bütün Ç.'nin, güzelliðinden bahsettiði bir genç k
nun için bir izzetinefis meselesi oldu.
Genç zabitlerin sokaklarda kýlýç þakýrdatarak yolunu beklediði, peçesi altýnda yüzünü görme
iyet saydýðý bir genç kýzý koluna takarak bir iþret ve safahat âlemine götürmek, birçok has
aþasýn Burhanettin Bey" diye baðýrtmak için bir þerefti.
Bahusus, senin ihsan Bey'le konuþtuðunu da duymuþtu, iþte kýzým, Nazmiye'ye müracaat ettile
kim bilir, ne vaat ederek sana bu oyunu oynadýlar? Bu kadarla kurtulduðuna yine þükret,
kýzým! Mamafih, sana þunu da söylemeye mecburum ki, artýk burada kalamazsýn. Vakanýn bir ik
e kadar bütün þehirde duyulacaðý muhakkak. Ýlk varupla buradan gitmelisin? Gidecek yerin, a
raban, bildiðin var mý, Feride?
- Müdire Haným, kimsem yok.
- O halde izmir'e git. Orada benim iki bildiðin var. Biri bir muallim arkadaþým. Bir t
anesi de Maarif Baþkâtibi Sana bir mektup vereyim, bir ders bulmak için elinden gelen
yardýmý esirgemez ümidindeyim.
Bu þefkat, beni þaþýrtmýþtý. Yaðmurda, karda ölmekten kurtarýlmýþ bir kedi yavrusu gibi sok
or, saçlarýmý okþayan ellerine korka korka yanaðýmý sürüyor, sonra, bu eli çevirerek, avuçl
dum.
Ýhtiyar kadýn, hafif bir göðüs geçirerek devam etti.
- Sen bu halle artýk evine gidemezsin Feride. Hem artýk bu, caiz olmaz. Haydi kýzým, yuk
arýda seni yatýracaðým, bir parça uyu. Ben eþyan ile baraber Munise'yi buraya getiririm. Gi
inceye kadar burada kalýrsýn.
316
Reþat Nuri Güntekýn
Müdirenin yukarýdaki odasýnda akþama kadar uyanýp uyanýp tekrar uyudum. Ben gözlerimi açtýk
r kadýn, yanýma geliyor, elini alnýma koyuyor, artýk Ç.'nin kýzlarý gibi iki kalýn örgü ile
r:
- Hasta mýsýn, Feride? Bir yerin aðrýyor mu, kýzým? diye soruyordu.
Bir þeyim yoktu, hasta deðildim. Fakat halsiz halsiz yastýðýn üstüne baþýmý býrakýyor; küçü
anýyordum. Bana öyle geliyor ki, kendimi daha fazla okþatýp sevdirir-sem, bu yeni bulduðum
ana sevgisi gönlümün içine daha fazla sinecek, ileride geçireceðim yalnýzlýk ve hastalýk g
-hediye mendillerinde kalmýþ kokular gibi- bana bir teselli olacak.
Prençýbeza Maryu vapuru, 2 Temmuz
Rüzgâra karþý mantoma burundum, ay batýncaya kadar yukarýda oturdum. Güverte boþtu. Yalnýz,
beri hiç vaziyetini deðiþtirmeyen uzun boylu bir yolcu, kollarýný demir parmaklýða dayýyor
karþý ýslýkla mahzun havalar çalýyordu. Ben, denizi, derin derin yaþayan, daima gülen, söy
dinleyen, darýlan bir þey gibi tanýr ve severdim. Halbuki bu gece sular bana çaresi, tes
ellisi olmayan büyük bir yalnýzlýk gibi göründü.
Gecenin rutubeti iliklerime iþlemiþ gibi titreyerek aþaðý indim. Munise kamaranýn ranzasýnd
yuyor. Bu büyük yalnýzlýðýn kalbi vurur gibi ta derinlerden gelen sarsýntýlarýný dinleyerek
e yazmaya baþladým.
*
Bugün müdirem, beni iskeleye kadar getirdi. Bildiklerimden kimseye veda etmedim. Yal
nýz teyzeme benzeyen büyük-
ÇALIKUÞU 317
hanýma uðradým, gözlerimi kapayarak son bir defa "Feride" diye adýmý söylemesini dinledim.
B.'de Mazlum'u býrakmýþtým. Burada da kuþlarýmdan ayrýlmak lâzým geldi. Onlarý müdireye ema
yemlerini, sularýný unutmayacaðýna söz verdirdim.
Müdire dedi ki:
-Feride, mademki onlarý bu kadar seviyorsun, kendi elinle azat et, daha sevap olur
.
Mahzun mahzun gülümsedim:
- Hayýr, Müdire Haným, dedim, ben de sizin gibi zannederdim. Fakat, artýk fikrimi deðiþtird
m. Kuþlar, ne istediðini bilmeyen zavallý, akýlsýz mahluklar. Kafesten kaçýncaya kadar türl
içinde çýrpýnýyorlar. Fakat, sanýr mýsýnýz ki, dýþarýda daha fazla bahtiyar olacaklar? Hay
k. Ben, öyle sanýyorum ki, bu biçareler her þeye raðmen kafeslerine alýþýyorlar, açýk havay
arý zaman bir dal üstünde, baþlarýný kanatlarý içine gizleyerek geçirdikleri gecelerde saba
r bu kafesi düþünüyorlar, küçük gözlerini pencerelerin aydýnlýðýna dikerek hasret çekiyorla
feslerde alýkoymah Müdire Haným, zorla, zorla.
ihtiyar kadýn.çenemi okþadý:
- Feride, sen anlaþýlmaz bir çocuksun. Bu kadar ehemmiyetsiz bir þey için aðlanýr mý? dedi.
*
Vapurda, benimle beraber Ç.'den binmiþ birkaç yolcu vardý. Bunlardan iki zabit arasýnda þöy
bir konuþmaya kulak misafiri oldum:
Genç, yaþlýsýna dedi ki:
- insan Bey dört gün evvel hareket edecekti. Birkaç gün bekle de Beyrut'a kadar beraber
gidelim, dedim. Bilmeden zavallýyý felakete sürüklemiþ oldum. Öyle ya dört gün evvel gitsey
u hal baþýna gelmeyecekti.
318
Reþat Nuri Güntekin

Yaþlýsý:
- Hakikaten esef edilecek bir vaka. Bu ihsan, öyle pek titiz bir adam deðildi ama, b
ilmem nasýl oldu? Sen vakanýn tafsilatýný biliyor musun?
- Ben gözümle gördüm. Dün Belediye gazinosunda idik. Burhanettin bilardo oynuyordu. Bu esn
ada ihsan kapýdan girdi, binbaþýyý bir köþeye çekerek bir þeyler söylemeye baþladý. Evvela
k nazik konuþuyorlardý. Bilmem aralarýnda ne geçti? Birdenbire Ihsan'ýn bir adým gerilediði
Burhan Bey'e müthiþ bir tokat indirdiði gördüm. Binbaþý, rovelverine davranmak istedi. Fak
ihsan daha evvel kendi silahýný çekmiþti. Birkaç kiþi hemen üstlerine atýlmasaydý, muhakka
ecekti. Divanýharp yarýn Ýhsan'ýn muhakemesine baþlýyor.
- Bizlerden birimiz bu iþi yapsaydýk, halimiz yamandý. Fakat ihsan zannederim, Paþa'nýn bi
r þeyi oluyor.
- Karýsýnýn yeðeni ve sütoðlu.
- Kendi söyleyiþlerine göre politika kavgasý. Þu ordudan politikayý çýkaramadýlar gitti.
- Vallahi bana kalýrsa, bu, yine bir kadýn meselesi olacak. Burhan'ý bilmez miyiz?
Zabitler, konuþa konuþa yanýmdan uzaklaþmýþlardý. Biraz evvel ihtiyar bir sandalcýnýn kamar
irip býraktýðý gül demetinin kimden geldiðini þimdi anlýyordum.
ihsan Bey, hayatta belki bir daha size tesadüf edemeyeceðim, yahut edersem de sizi t
anýmamýþ gibi görünmek lâzým gelecek. Fakat benim için divanýharp karþýsýna çýkmaya hazýrla
andýðýnýzý unutmayacaðým. Kimden olduðunu bile söylememek inceliðini gösterdiðiniz bu gülle
terimde, hatýranýzý da, en temiz bir þey gibi kalbimde saklayacaðým.
ÇALIKUÞU
319

Dýþarýda, o kimsesiz yolcu, hâlâ çaldýðý mahzun havalara devam ediyor. Kamaramýn açýk pence
ttým. Denizde, sularýn içinde kaynýyor gibi görünen berrak bir seher baþlýyor.
Çalýkuþu, haydi yat artýk, gece ve yorgunluk zavallý gözlerini aðrýtýyor. Seherden sana ne?
ta uzaklarda uykuya ve daha baþka þeylere kanmýþ "sarý çiçek"lerin mesut gözlerini açacakl
tir.
321
DÖRDÜNCÜ KISIM
îzmýr, 20 Eylül
UÇ aya yakýn bir zamandan beri izmir'deyim, iþlerim iyi gitmiyor. Son bir ümidim kaldý. Ya
rýn, onu da kaybedersem, bilmem ne olacaðým7 Düþünmeye bile cesaret edemiyorum. Ç.'deki müd
n beni tavsiye ettiði adam, ben gelmeden bir ay evvel hastalanmýþ, altý ay tebdilihavayl
a istanbul'a gitmiþ. Çaresiz kendi kendime Maarif Müdürlüðü'ne gittim. Karþýma kim çýksa be
.'deki o uyur gibi oturan, sayýklar gibi söyleyen battal zat deðil mi? Kudretin, bakma
ktan ziyade uyumak için yarattýðý o güzelim mahmur gözler, beni bittabi tanýmadý: "Birkaç g
uðrayýn da bakalým, bir þey buluruz" dedi. "Birkaç gün" onun lisanýnda bir iki ay demekti.
ekim öyle oldu.
Bugün tekrar uðramýþtým. Lütfen bir parça iltifat gösterdi. O halim masum sesiyle,
- Kýzým, buraya iki saatlik bir mesafede bir nahiye mektebi var. Abuhavasý latif; manz
arasý ferahfeza, diye baþladý.
Bu nutuk, beni Zeyniler'e gönderdiði vakit verdiði nutkun ayný idi. Birdenbire deliliðim t
uttu, gülerek sözünü aðzýndan aldým:
- Yorulmayýnýz beyefendi, sizin yerine ben söyleyeyim, dedim, idare birçok himmet ve mas
rafý ihtiyar ederek yeni bir mektep vücuda getirdi. Yalnýz, benim gibi genç bir muallimi
n himmet ve fedakârlýðýna muhtaç deðil mi? Mersi, beyefendi. Bu lütfunuzu bir kere B.'de Ze
ler'e giderken görmüþtüm.
Çalýkuþu - F 21
322
Reþat Nuri Guntekin
Tabii ben, bunlarý söylerken kovulmayý göze almýþtým. Fakat tuhaf deðil mi? O, hiç kýzmadý.
ahkahalarla güldü, gayet filozof bir tavýrla:
- Ne yaparsýn kýzým? idarenin icaplarý. Sen gitme, o gitmesin... Maarif müdürlerinin odalar
a misafir eksik olmuyor. Köþedeki koltuktan çatlak bir ses geldi:
- Ay, bu ne çýtýdýk çýtýdýk fmdýkkurdu böyle!
Fmdýkkurdu mu? Benim Ýpekböceði ve Gülbeþeker'den zaten caným yanmýþ, burada da fmdýkkurdu
Þiddetle döndüm. Bana türlü isimler -hem de inatlarýna böyle tatlý ve böcek isimlen- veren
dan birini nihayet yakalamýþtým.
Ona güzel bir ders verecek, bütün ötekilerinin acýsýný bu beyden çýkaracaktým.
Müdür, hürmetle cevap verdi:
- Emredersiniz Reþit Beyefendi, fakat bugün cidden münhalim yok. Yalnýz Rüþtiye'nin Fransýz
muallimliði var. Tabii hanýmýn iþine gelmez.
- Niçin gelmesin efendim? dedim. Zaten cariyeniz B.'de Darülmualimat Fransýzca muallýmes
iydi. Müdür, tereddüt ediyordu:
- Evet, fakat müsabaka ilan ettik. Yarýn imtihan var.
- Pekâlâ küçükhanýmda imtihana girýverir, ne çýkar? Ben de zaten imtihanda bulunacaðým. All
en gelmeden sakýn imtihan baþlamasýn ha...
Bu Reþit Bey, herhalde mühim bir adam olacak. Fakat, ne o tasavvura sýðmaz çirkinlikti Yar
abim!
Yüzüne bakarken kahkahalarla gülmemek için dudaklarýmý ýsýrýyordum.
insan, ya esmer olur, ya beyaz deðil mi? Bu beyefendinin yüzünde yeni kapanmýþ yaralarýn na
ik beyazýndan kömür karasýna kadar bin çeþit renk vardý. Öyle kirli bir esmerlik ki, yakalý
etmediðine hayret edilirdi. Sanki birisi, eðlen-
ÇALIKUÞU
323

mek için elini kömür tozuna sokmuþ da bu yüzü þöyle karmakarýþýk karalayývermiþ.
Yara gibi kýrmýzý, kirpiksiz gözkapaklarý içinde birbirine gayet yakýn iki þebek gözü. Beya
e ta dudaklarýnýn ucuna sarkan bir acayip burun. Hele öyle avurtlarý var ki, görülecek þey.
ni, maymunlarýn aðzýnda fýstýk falan sakladýklarý keseler vardýr, týpký onlar gibi, yüzünün
arkýyor.
Mamafih, ben de ileri gidiyordum. Bana birkaç sözle ettiði iyilik, doðrusu az þey deðil. He
halde kudret, bu beyefendinin yüzünü yarattýktan sonra fazla ileri gittiðini görmüþ, haksýz
r kalbe tazmin etmiþ olacak.
Bence, gönül güzelliði göz, yüz güzelliðinden daha iyi bir þey.
Kalpsiz bir güzelliðin, fakir teyze kýzlarýnýn hayatýný kýrmaktan, gönlünü söndürmekten baþ
ki?..
Ýzmir, 22 Eylül
Bugün, müsabakaya girdim. Tahriri imtihan fena gitti; istikrar, istismar istifa gibi
sekiz, on fiilin muzarilerini, emriha-zýrlarýný, tahriren tasrif ediniz, dediler. Kel
imelerin Türçelerini bilmiyorum ki, Fransýzcasýný yazayým. Fakat þifahi imtihan iyi oldu, R
Beyefendi benimle Fransýzca konuþtu. Behemehal kazanacaðýmý ümit ettirecek bazý sözler söyl
Allah, Munise'ye acýsýn.
izmir, 25 Eylül
Netice anlaþýldý, imtihaný kazanamadým. Kâtiplerden biri dedi ki:
324
Reþat Nuri Güntekin
- Eðer Reþit Beyefendi istemiþ olsaydý, behemahal kazanýrdýnýz. Onun reyi hilafýna iþ görme
addine düþmüþ! Herhalde bir fikri var.
Vaziyetim çok fena. iki güne kadar aybaþý oluyor. Kira vermek lâzým. Anneciðimden kalan son
r madalyon imdadýma yetiþti. Bugün onu karþý komþulardan birine verdim. Kocasýna sattýrarak
sýný getirecek. Bu yadigârý elden çýkarmak istemiyordum; çünkü içinde annemle babamýn evlen
e çektirdikleri fotoðraf vardý. Biçare fotoðraf, þimdi çýplak kaldý. Fakat bunun için de bi
buldum. Kendi kendime: "Annemle babam, kimsesiz kýzlarýnýn kalbi üstünde durmayý, elbette
ir altýn parçasý içinde yatmaya tercih ederler" diyorum.
izmir, 27 Eylül
Bugün Reþit Beyefendi'den bir tezreke aldým. Bana bir iþ bulmuþ. Görüþmek için Karþýyaka'da
rifteki kâtip, bu beyin bana düþmanlýk ettiðini söylemiþti. Bu sözün doðru olmadýðý anlaþýl
yacaðým.
izmir, 28 Eylül
Reþit Bey'in, Karþýyaka'daki köþkünden dönüyorum. Saray gibi bir yer. Bu beye, niçin bu kad
miyet verdiklerini þimdi anlýyorum.
Reþit Bey, beni nezaketle kabul etti. Fransýzcamý beðendiðini, fakat arkadaþlarýnýn bana ha
tmelerine mani olamadýðýný söyledi. Mektubunda bahsettiði iþ, kýzlarýnýn Fransýzca mualliml
edi ki:
- Haným kýzým, iktidarýnýz gibi hal ve tavrýnýz da hoþuma gitti. Maarif mekteplerinde sürün
aksýnýz? Kýzlarý-
ÇALIKUÞU
325

ma Fransýzca dersi verirsiniz. Beraber oturur kalkarsýnýz. Size güzel bir oda veririz, o
lmaz mý?
Bu, adeta mürebbiyelikti. Herhalde benim muallimliðimden daha rahat ve kârlý iþ olacaktý. N
çare ki, ben, bu mesleði öteden beri sevmem, hizmetçilik kabilinden bir þey addederdim.
Reþit Bey'i kýrmak doðru deðildi. Gösterdiði emniyet ve nezaket için teþekkür ettim. Fakat
yi bahane ederek kabul edemeyeceðimi anlattým. Reþit Bey, bunu sebep saymýyordu:
- Onun da baþýmýzýn üstünde yeri var, kýzým. Küçük bir çocuðun fakirhanemize ne yükü olur?
Kati cevabýmý vermedim. Üç gün mühlet istedim. Son bir teþebbüste bulunacaðým. Resmi bir mu
bulursam âlâ. Olmazsa ne çare!
Karþýyaka, 3 Ekim
Munise ile bana köþkün üst katýnda denize karþý bir oda verdiler. Küçük, fakat kuþ kafesi g
yer.
Geç vakte kadar penceremden rýhtýmý ve denizi seyrettim. Pencerem, bütün körfezi görüyor. K
r, yýldýzlarla donanmýþ bulut kümelerine benzeyen tepeleriyle, muhteþem bir donanma aydýnlý
anan Kordonu'yla görülecek þey.
Fakat doðrusu, önümdeki Karþýyaka rýhtýmý, beni daha ziyade eðlendirdi. Burada ne güzel, ne
bir hayat var. Gece yarýsýna kadar tramvaylar iþliyor, havagazlarýnýn yeþil aydýnlýðýnda ar
ilmeyen genç kafileleri piyasa ediyor. Uzakta, denize allý, yeþilli ziyalar akýtan bir g
azinoda, gitarla kâh þen, kâh mahzun havalar çalýyorlar.
Bilmem niçin, bana öyle geliyordu ki, bu hafif aydýnlýkta
yalnýz elbiselerinin siyah yahut beyaz lekelerini fark ettiðim insanlar, hep, birbir
lerini seven niþanlý çiftlerdir. Yalnýz onlar deðil, karanlýðýn bütün görünmeyen köþeleri,
hayaletleri fark edilen kaya yýðýnlarýnýn üstü, hep böyle görünmeyen sevgilerle dolu.
Denizden gelen fýsýltýlar, dudak dudaða gizli söyleþmeler. Gecenin göðsüme basan, nefesimi
nefesleri, öyle genç kýzlarýn dudaklarýndan geliyor ki, baþlarý sevgililerinin boynunda, gö
onlarý gece denizleri gibi koyulaþmýþ yeþil gözlerinde.
Beni bu köþke bir küçükhamm gibi nezaketle kabul ettiler. Kendi yüküm, hiçbir zaman bana að
iþti. Böyle olduðu halde bavulumu kendi elimle odama çýkarmama müsaade etmeyen, onu zorla e
imden çekip alan ihtiyar kalfaya minnettar oldum. Munise, daha bunlarý anlayacak yaþta
deðil. Köþkün ihtiþamý biçarenin gözlerini kamaþtýrdý. Demin yukarý çýkarken, evimizde her
r etmek istedi, merdivenin yarýsýnda birdenbire eteðimi yakaladý, çýktýðým basamaklardan be
indirmeye uðraþtý. Kolundan tuttum, kulaðýna eðilerek:
- Munise, biz artýk baþkasýnýn evindeyiz çocuðum... Ýnþallah yine kendi evimiz olursa o vak
dedim.
Çocuk, birdenbire durdu. Ne demek istediðimi anlamýþtý.
Odaya girdiðimiz vakit, güzel küçük yüzündeki sevinç sönmüþtü. Bu çocuk, beni ne kadar ince
oynuma doladý, her zamandan ziyade bana sokularak küçük küçük buselerle yüzümün her tarafýn
Penceremi kaparken bir kere daha dýþarýya baktým. El, ayak çekilmiþ, fenerler sönmüþ, biraz
sahil f enerler iyle oynaþan deniz bile, þimdi kumsalýn bir kýsmýný boþ býrakarak
ÇALIKUÞU 327
daha uzaklara çekilmiþ, yavaþ yavaþ uyuyan bir çocuk gibi baþýný kayalarýn beyaz yastýðýna
*
Ben buraya bugün gelirken... (Fakat bunu yazmaya cesaret edemeyeceðim, dursun.)
Karþýyaka, 7 Ekim
Reþit Bey'in köþkünde hayat fena geçmiyor. Talebelerim, biri ben yaþta, biri daha küçük iki
i Ferhun-de, güzellikte beybabasýnýn bir eþi. Bunun için gayet hýrçýn tabiatlý. Küçük Sabah
ir bebek gibi güzel, þirin, yumuk yumuk bir kýz...
Kalfa hanýmlardan biri, bir gün manalý manalý göz kýrptý:
- O vakitlerde rahmetli hanýmefendi hastaydý. Bir genç askeri doktor gelir giderdi. Ha
nýmefendi besbelli bu doktorun yüzüne baka baka çocuðu güzel oldu, dedi.
En büyük korkum hizmetçilerden. Niçin hakikati saklama-lý, az çok onlarýn kapý yoldaþý deði
kat ben, çok iyi hareket ettim, hiçbirisine iþ buyurmadým... Onun için hürmet ediyorlar...
Mamafih, bunda Reþit Beyefendi'nin verdiði ehemmiyetin de -zannederim- tesiri var.
Köþkün en büyük kusuru arý kovaný gibi iþlemesi. Misafir, hiç eksik olmuyor. Daha fenasý, F
le Sabahat, mutlaka her misafire çýkmam için ýsrar ediyorlar. Köþkün bundan daha büyük bir
Reþit Beyefendi'nin büyük oðlu Cemil Bey... Otuz yaþlarýnda kadar, manasýz ve sevimsiz bir
nç... Senenin on ayýný Avrupa'da.babasmýn parasýný yemekle geçirirmiþ. iki ayýný da burada,
. Bereket versin, bu iki ayýn son gün-lerindeyiz. Öyle olmasaydý, köþkü üç gün evvel býrakm
328
Reþat Nuri Güntekin

çaktým. Sana ne mi, diyeceksin? Ben de, kendi kendime öyle dedim ama, hesap yanlýþ çýktý.
Üç gün evvel Ferhunde ile Sabahat, geç vakte kadar beni aþaðý salonda alýkoymuþlardý. Onlar
an sonra karanlýkta yukarý çýkýyorum... Üçüncü kat merdivenin baþýnda bir erkek gölgesiyle
ire ürktüm, geri çekilmek istedim.
Cemil Bey'in sesi:
- Korkmayýnýz, küçükhamm, yabancý deðil, dedi. Yan pencereden birinden, yüzüme hafif bir ay
yordu.
- Affedersiniz, beyefendi, birdenbire tanýmadým efendim, dedim. Geçmek istedim.
Cemil Bey, saða doðru bir adým attý. Merdivenbaþý dar olduðu için geçecek yol kalmýyordu.
- Uykum kaçtý, küçükhamm, pencereden mehtabý beklemeye çýktým.
Maksadý hissetmiþtim. Bir þey anlamamýþ gibi görünerek usulca kaçmak istiyordum. Mamafih, s
sýz býrakmamak için:
- Mehtap zamaný deðil ki, efendim, dedim. O, yavaþ yavaþ.
- Nasýl deðil, küçükhaným.ya bu merdiven baþýnda birdenbire doðan pembe mehtap! Hangi mehta
ba o kadar gönül alýcýdýr ki?!
Cemil Bey, birdenbire beni bileklerimden yakaladý, sýcak nefesini yüzümde hissettim ve k
uvvetle kendimi geriye attým. Bir merdiven parmaklýðýna sarýlmasaydým, aþaðýya kadar yu: va
ktým. Fena halde baþýmý çarpmýþtým. Hafif bir ýstýrap feryadýný zapt edemedim.
Cemil Bey, gürültü etmeksizin yanýma inmiþti. Yüzünü görmediðim halde pek telaþ ve heyecan
hissediyordum.
ÇALIKUÞU 329
- Feride Haným, beni affediniz, bir yeriniz incindi mi? dedi.
- Hayýr, ehemmiyeti yok, yalnýz beni býrakýnýz, diye yalvaracaktým. Fakat dudaklarýmdan boð
r hýçkýrýktan baþka ses gelmedi. Bu hýçkýrýðý boðmak için mendilimle aðzýmý kapamak istedim
lanan dudaðýmdan ince ince kan sýzdýðýný gördüm.
Merdiven penceresinin yanýndaydýk. Açýk kalmýþ bir panjurdan giren hafif aydýnlýk içinde Ce
de bu kaný görmüþtü. Sesi teessürlü titreyerek:
- Feride Haným, dedi. Bu gece ben dünyanýn en adi bir adamý gibi hareket ettim. Beni aff
ettiðinizi söylemek mürüvvetini esirgemeyiniz, Feride Haným.
Yapýlan terbiyesizlikten sonra bu soðuk edebiyat, tüylerimi ürpertti ve bana bütün cesareti
i iade etti.
Sert bir sesle:
- Yaptýðýnýzda bir fevkalâdelik yoktur efendim, dedim. Kadýn hizmetçi, evlatlýk kabilinden
lara böyle muameleler yapmak âdettir... Konaðýnýzda bunlarýn vaziyetinden pek farklý olmaya
ir vaziyeti kabul etmekle ben, buna çanak tuttum. Bir gevezelik falan etmemden kor
kmayýn, yarýn sabah rasgele bir bahane ile çýkýp gideceðim.
Bunlarý söyledikten sonra telaþsýz ve lakayt bir tavýrla merdivenleri çýktým, odama doðru y
Bir elime çantayý, bir elime Munise'yi alarak kapýyý çekip gitmek kolay. Fakat nereye? Ara
dan üç gün geçtiði halde bu karar tatbik edilemedi. Hâlâ buradayým. Çünkü geldiðim gece, de
yazmaya utandýðým þeyi artýk itiraf etmek zamaný geldi.
Ben buraya bir akþamüstü ortalýk kararýrken gelmiþtim.
r
Reþat Nuri Güntekin
330

"lý"
Ertesi sabahý beklemek daha münasip deðil miydi? Tabii böyle. Fakat buna imkân yoktu.
Buraya geldiðim o ümitsiz akþamda, köþk misafirlerle doluydu. Reþit Beyefendi ve küçükhaným
yeni satýn alýnmýþ bir süs eþyasý gibi misafirlerine gösteriyorlardý. Herkes bana beðenen,
az acýyan bir gözle bakýyordu. Yeni vaziyetimin beni mecbur ettiði mahcup nezaketle herk
esin ayrý ayrý gönlünü almaya çalýþýrken, üstüme hafif bir baygýnlýk gelmiþ, kendimi kaybet
bire sandalyenin kenarýna oturmuþ, dudaklarýmdaki þaþkýn gülümsemeyi bile söndürmeye çalýþa
belki daha az gözlerimi kapamýþtým.
Reþit Bey, küçükhanýmlar, misafirler telaþ etmiþlerdi.
Sabahat, elinde bir bardakla koþmuþ, þakalaþýr gibi ikimiz de gülerek bana zorla birkaç yud
su içirmiþti.
Misafirlerden yaþlý bir hanýmefendi gülümseyerek:
- Bir þey deðil, lodosun tesiri olacak. Ah, bu zamanýn asabi, nazik küçükhanýmlarý. Bir par
deðiþmesiyle gül gibi sararýp soluyorlar, dedi.
Hepsi beni, meþakkate tahammülü olmayan bir küçükha-ným, nazik, hasta bir kýz sanýyorlardý.
Ben, onlarý baþýmla tasdik ediyor, böyle zannettikleri için adeta minnettar oluyordum.
Onlara yalan söylemiþtim.
Bu hafif baygýnlýðýn sebebi baþkaydý. Çalýkuþu, o gün, ömründe ilk defa aç kalmýþtý.
Karþýyaka, 11 Ekim
Bugün Ferhunde ile Sabahat'in yine izmir'den misafirleri gelmiþti. On beþ ile yirmi yaþ
arasýnda dört küçükhaným. Öðleden sonra bir deniz gezintisi yapacak, sandalla Bayraklý'ya g
ÇALIKUÞU 331
dip gelecektik. Fakat tam sokaða çýkacaðýmýz vakit, aksi gibi yaðmur baþladý. Arkamýzda çar
zun mahzun salona döndük. Küçükhanýmlar bir parça piyano çaldýlar, biraz dedikodu yaptýlar.
irer birer köþelere çekilerek gizli gizli konuþtular. Böyle baþ baþa gýdýklanmýþ gibi gülüþ
lum.
Sabahat, çok tatlý, çok þeytan bir kýz. Misafirlerini eðlendirmek için, güzel maskaralýklar
tti. Bir etajerin üstünde aile, ahbap fotoðraflarýyla dolu albümler vardý. Bunlardan bir ta
esini çekerek masanýn baþýna geçti, arkadaþlarýný etrafýna toplayýp onlara fotoðraf gösterm
ki fotoðraflarda deðil, Sabahat'in onlar için söylediði sözlerdeydi. Her birisiyle öyle eðl
r, hayatlarý, tabiatlarý için öyle tuhaf þeyler söylüyordu ki, gülmekten bayýlýyorduk. Mese
rla dolu, heybetli bir paþa, dünyaya emredecek gibi görünen bu koca sakallý adam, karýsýnda
ge ile dayak yermiþ.
Akrabalarýndan kerliferli bir hanýmefendi, fakat dýþýrlýklý olduðu belli, bir gün vapurdan
lý iskelesine çýkarken kaza ile denize düþmüþ, memleketinin þivesiyle: "Tatlý canlarým gidi
arýn!" diye baðýrmýþ.
Reþit Bey'in, Konyalý bir süt dayýsý vardý ki, bakmakla doyulur þey deðildi. Bu, sarýklý po
hoca efendi kýyafetinde görünüyordu. Onun karþýsýnda duran fotoðrafýný ise, mebus olduktan
ak ve tek gözlükle çýkarmýþtý.
Hoca Efendi, hiddetle gözlerini açarak mebusa bakýyor, mebus, dudaklarýný bükerek hocayý al
alýyordu. Bu manzara, o kadar güzeldi ki, sayfayý çevirmemesi için Sabahat'in elini tutuy
or, deli gibi gülüyordum.
Ferhunde, benimle þaka etmeye çalýþýyordu:
- Feride Haným isterseniz sizi bu güzel zatla evlendirelim, þimdi münhaldir. ilk karýlarýný
dý, þimdi mebusa lâyýk bir alafranga haným arýyor, dedi.
332
Reþat Nuri Güntekin

Ben, hâlâ gülerek masanýn baþýndan ayrýldým, Ferhun-de'ye:


- Hemen mektup yazýnýz, ben razýyým, insan, baþka saadet bulunmazsa bile, hiç olmazsa ömrün
atlý gülmekle geçirir, dedim.
- Feride Haným, bu fotoðrafý görürseniz, mebusumuza varmaktan korkarým, vazgeçersiniz, dedi
Misafirler, hep bir aðýzdan: "Ah, ne güzel..." diye haykýrýþtýlar. Ellerini sallayarak beni
ardý.
- Nafile, ne olursa olsun, ben mebusumdan vazgeçemem diyerek yaklaþtým, albümün üstüne, bir
ine karýþan dalgalý saç kümeleri arasýndan baþýmý uzattým. Ben de onlar gibi hafif bir fery
medim. Albümün yapraklan içinden gözlerime bakarak gülümseyen bu fotoðraf, Kâmran'ýn fotoðr
*
Sabahat, bu fotoðrafýn sahibiyle eðlenmedi bilâkis, çok alaka ve hararetle arkadaþlarýna þu
ilatý verdi:
- Bu bey, Münevver Teyzem'in zevcidir. Geçen ilkbaharda istanbul'dayken düðünleri oldu. Ke
ndini görseniz acaba bu fotoðraf bir þey mi? Bir gözleri, bir burnu var ki, görülecek þey!
e daha tuhafýný söyleyeyim: Bu bey, teyzelerinden birinin kýzýný severmiþ. Bu kýz, ufak tef
yet hoppa, gayet þýmarýk bir þeymiþ, hatta bunun için ismine Çalýkuþu derlermiþ. Çalýkuþu,
ir türlü istememiþ. Gönül bu ya",.
Nihayet, evlenmelerine bir gün kala, bir baþýna evden kaçmýþ, yabancý memleketlere gitmiþ.
Bey, aylarca yemeden, içmeden kesilmiþ bu vefasýz kýzý beklemiþ. Hiç dönmeye niyeti olsa, g
olacaðý gece kaçýp gider mî? Münevver Teyzem, kaynanasýnýn elini öptüðü vakit oradaydým, ih
, o bir dalda durmaz, acayip Çalýkuþu'nu hatýrlamýþ olacak ki, çocuk gibi aðladý.
ÇALIKUÞU 333
Bu tafsilâtý, arkamdaki piyanoya dayanarak hiçbir þey söylemeden, hiçbir hareket etmeden di
lemiþtim. Kâmran, hâlâ albümün içinde bana gülüyordu. Gayet yavaþ bir sesle; "Kalpsiz" dedi
Sabahat, bana döndü:
- Çok doðru söylediniz, Feride Haným, dedi. Bu kadar güzel, bu kadar nazik bir gence vefa
etmemiþ bir kýza "kalpsizden baþka bir þey denemez.
Kâmran, ben senden nefret ediyorum. Öyle olmasaydý, bu haberi aldýðým vakit aðlar, bayýlýr,
ni tutardým. Halbuki ben, ömrümde hiçbir gün, bugünkü kadar gülmedim, etrafým-dakileri bu k
ve þenliðe boðmadým. Hatta, baþýmdan münasebetsiz bir kaza geçmeseydi bugüne, ömrümün en m
ecektim.
Akþamüstüne doðru hava açmýþ, uzunca bir kýr gezintisi yapmamýza müsaade etmiþti. Bir sel ç
n geçiyorduk. Misafirlerden biri, çukurun öte yakasýna bir kasýmpatý gördü: "A, ne güzel! K
mümkün olsaydý!" dedi. Ben, gülerek: "isterseniz onu size hediye edeyim?!" dedim. Çukur,
bir tehlike teþkil edecek kadar derin ve geniþti.
Hanýmlar gülüþtüler, birisi:
- Köprü olsaydý, iyi olacaktý, diye þaka etti. Ben sadece:
- Köprüsüz de geçilir zannederim, dedim ve birdenbire atladým. Arkamdan bir çýðlýk koptu.
Öteki tarafa geçmeye muvaffak olmuþtum. Fakat ne çare ki vaat ettiðim kasýmpatýný koparýp g
dim. Çünkü ayaklarým çukurun tam kenarýna basmýþtý. Düþmemek için bir diken kümesine sarýlm
bu kaza baþýma gelmeseydi, avucuma batan dikenlerin sýzýsý beni, akþam
334
Reþat Nuri Güntekin

karanlýðý içinde köþke dönünceye kadar aðlatmasaydý, bugüne ömrümün en þen, en eðlenceli gü
Kâmran, ben senden nefret ettiðim için, yabancý memleketlere kaçmýþtým. Þimdi, nefretim o d
buldu ki, bu uzaklýk kâfi gelmiyor, senin yaþadýðýn, nefes aldýðýn dünyadan uzaklara kaçma
.
Artýk bu evde kalmamayý iyiden iyiye zihnime yerleþtirdim. Ýki üç günde bir Ýzmir'e iniyor,
if Ýdaresi'ne uðruyor-dum. Dün sabah vapurda eski muallimlerden Sor Berenis'e tesadüf et
tim. Onu bir kere de iki ay evvel görmüþ, mektepteyken pek seviþtiðimiz için bir parça hali
anlatmýþtým. Sor Be-renis dün dedi ki:
- Feride, ben birkaç günden beri seni arýyorum. Karanti-na'daki mektebimizde bir Türkçe ve
resim muallimine ihtiyaç var. Müdireye seni tavsiye ettim. Ayrýca ev tutmaya hacet yo
k, mektepte kalýrsýn. Zaten, sen bizim hayatýmýza alýþýksýn.
Kalbim çarpmaya baþladý, öyle" sanýyorum ki, tekrar oraya, o günlük kokularýnýn, p aðýr erg
inin içine düþersem, çocukluk rüyalarýmdan bir kýsmýna tekrar kavuþmak mümkün olacak.
Düþünmeye bile lüzum görmeden:
- Peki Ma Sor, gelirim, teþekkür ederim, dedim.
Bugün, oraya gitmeden evvel Maarif Ýdaresi'ne uðradým, maksadým, evrakýmý geriye almaktý. M
beri beni aradýðýný söylediler. Ne istediðini merak ederek yanma girdim. Maarif Müdürü beni
- Çok bekledin kýzým, fakat talihine iyi bir yer çýktý. Seni Kuþadasý mektebine göndereceði
Kuþadasý, ne güzel isim; benim adým. içimden öyle geldi ki, mutlaka güzel bir yer olacak. F
t Sor mektebi için verdiðim söz... Bir iki dakika kaldým, cevap vermeden düþünüyordum.
Bu tarafta rahat bir hayat vardý. Öbür tarafta belki yine
ÇALIKUÞU 335
zaruret, sefalet, fakat bunun da baþka bir tesellisi, baþka bir cazibesi yok muydu?
Gözümün önüne, mekteplerimizin bakýmsýz kalmýþ kaba saba ellere ziyan olmuþ, miniminileri g
biçareler, açýlmak için biraz güneþ, bir parça þefkat bekleyen çiçekler gibiydi. Bu þefkat,
i gösterenlere, gönüllerinin bütün minnet ve muhabbetini veriyorlardý. Her þeye rað-men.bu
leri, derin derin sevmeye baþladýðýmý anladým. Munise bile onlar arasýndan gelmemiþ miydi?
Bundan baþka son bir senelik hayatýmýn bir iki tecrübesi daha vardý. Aydýnlýk, hasta gözler
incitiyorsa, saadet de hasta gönülleri öyle sýzlatýyor. Hasta gözler gibi hasta gönüller i
karanlýktan iyi ilaç yok.
Ben, muallimliði açlýktan ölmemek için kabul etmiþtim. Hesabým doðru çýkmadý. Bu meslek, bi
bilir. Fakat ne ziyaný var? Deðil mi ki, benim gönlümün þefkate olan açlýðýný doyuracak, ke
alarýnýn saadetine vakfetmek tesellisini bana verebilecek. O ölmüþ günlerin ölmüþ rüyasýný
mak zaten mümkün deðildi. Baþýmdan günlük korkularýnýn aðýr hülyasý, kulaklarýmdan erganunl
eri yavaþ yavaþ silindi. Kuþadasý'na, tekrar kavuþacaðým miniminilerin muhabbet ve merhamet
kleyen hayallerine gülümseyerek:
- Peki, beyefendi, giderim, dedim.
Emrimi alýncaya kadar köþkte kimseye bir þey söylemek istemiyordum. Fakat yeni bir vaka be
ni buna mecbur etti: Büyük kalfa bir zamandan beri bana tuhaf tuhaf þeyler söylüyordu. Mes
ela geçen gün, hiç münasebeti yokken demiþti ki:
- Kýzým, ben seni günden güne daha ziyade seviyorum. Sade ben deðil, herkes öyle... Ferhund
ile Sabahat, genç çocuklar ama, eve tat vermiyorlar. Sen geldikten sonra bir baþ-
Reþat Nuri Güntekin
336

illi !
kalýk oldu. Tabiatýn, ahlâkýn güzel, büyükle büyük, küçükle küçük oluyorsun.
Buna benzer daha birçok sözler... Kalfa hanýmýn bu sözlerine ben bir: "Kapý yoldaþý teveccü
a bir mana ve-remiyordum. Halbuki ihtiyar kadýn, dün gece büsbütün açýldý:
- Kýzým, ne yapsak da seni bu eve baðlayabilsek acaba? Benim aklýma bir çare geliyor ama,
sakýn aklýna bir þey gelmesin, hani vallahi kimse bir þey söylemedi.
Kalfanýn bu sözlerinin, birisi tarafýndan söylendiðine þüphem kalmadý. Fakat anlamamazhktan
rek dinlemeye devam ettim. O baþladýðý bir söze devama cesaret edemediði vakit, baþka söze
arak söylüyordu:
- Beyefendi, yaþlý bir adam deðil, ben çocukluðunu bilirim. Güzel bir adam deðil ama, debde
i, saltanatý var. Eh, tabiatý da fena deðil. Kýzým, ev hanýmsýz gitmeyecek, yarýn öbür gün
e Sabahat kocaya giderler. Maazallah, bir haramzadeye düþersek, hal fena. Feride Haným
, insan burma býyýklý delikanlýlara da varýr ama, bu debdebeyi bulamaz. Ah, þu Bey'e münasi
ir kýzcaðýz bulabilsek, ne dersin kýzým?
Ben, bir þey demiyor acý acý gülümseyerek düþünüyordum.
Reþit Beyefendi'nin bana o kadar hürmet etmesi, Saba-hat'le Ferhunde'nin derslerine
bu derece ehemmiyet vermesi, bizimle saatlerce þakalaþmasý, hatta top oynamasý... Demek
bütün bunlar... Maarif kâtibinin: "Reþit Beyefendi istese seni Fransýzca muallimliðine tayi
ederdi, herhalde bir maksadý var!" diye söylediði sözler aklýma geldi. Birkaç sene evvel b
e bir þeye isyan ederdim. Fakat þimdi, sözü kesmek için kalfaya lakayt bir tavýrla þu cevab
dim:
- Sizinle görücü gider, Reþit Beyefendi'ye bir hanýmcýk arardýk. Ne çare ki, ben bir iki gü
r Kuþadasý'na gidiyorum. Birkaç ay sonra niþanlým oraya gelecek, evleneceðiz, de-1 dim. Son
a þaþkýn þaþkýn yüzüme bakan ihtiyar kadýna:
ÇALIKUÞU 337
- Allah rahatlýk versin, kalfacýðým, ben erken yatacaðým, deyip odama çekildim.
Kuþadasý, 25 Kasým
"Kuþadasý'na gider misiniz?" dedikleri vakit, birden sevinmiþ, kendi kendime: "Kuþadasý, b
enim adam, bu kadar zamandan beri aradýðým saadeti, gönül rahatýmý mutlaka orada bulacaðým!
m. Bu his beni aldatmamýþtý. Burasýný her yerden ziyade sevdim. Pek güzel bir memleket diye
mi? Hayýr. Kuþadasý, evvelce zannettiðim gibi. Munise ile -bu sarý papaðanýmla- avare, yaln
r hayat geçireceðim bir Robenson adasý çýkmadý.
Rahatým pek yolunda olduðu için mi? Bu da deðil. Bilakis her zamankinden ziyade çalýþýyorum
lde? Verilecek cevap biraz gülünç. Fakat ne yapayým ki hakikat. Bej) Kuþadasý'ný güzel ve r
yer olmadýðý için seviyorum. Öyle sanýyorum ki, kudret, yalnýz güzel simalarý deðil güzel t
l denizleri de insana gizli gönül azaplarý versin diye yaratmýþ.
Bir ay evvel buraya geldiðim vakit, mektebin baþmualli-mesi beni karþýsýna aldý. Elli yaþla
kadar, hasta, bitkin bir kadýn, bana dedi ki:
- Kýzým.birbirinden tam üç ay fasýla ile dað gibi iki oðlumu kara topraða verdim. Dünyayý g
ni buraya ikinci muallimelikle göndermiþler. Gençsin, malumatlý görünüyorsun, mektebi sana
orum. Bildiðin gibi idaret et. iki muallimimiz daha var, yaþlý iki haným, onlardan hayýr y
ok.
Elimden geldiði kadar çalýþacaðýmý vaat ettim ve sözümde durdum.
Baþmuallim Haným, bana dün dedi ki:
- Feride Haným kýzým, sana ne kadar teþekkür etsem az, vaat ettiðinden on kat ziyade çalýþt
y içinde gerek mek-
Çalýkuþu - F 22
338
Reþat Nuri Güntekýn

tep, gerek çocuklarýmýz çiçek gibi oldu. Allah senden razý olsun. Arkadaþlarýndan en minimi
klara varýncaya kadar herkes seni seviyor Ben bile vakit vakit derdimi, yüreðimin acýsýný u
utuyorum, sen gülerken gülmeye baþlýyorum.
Zavallý kadýn, kendi kara gözleri için çalýþtýðýmý zannediyor, minnettar oluyordu.
Çalýþmak, bütün ruhuyla, kendini baþkalarýna vermek ne güzel þey! Çalýkuþu tamamýyla eski Ç
deki müphem yaþamak yorgunluðu, ne Ýzmir'deki isyanlar, hiçbiri kalmadý, bir yaz semasýna m
llat olmuþ geçici bir bulut gibi'hepsi daðýldý.
Saçlarým, birer birer aðarýncaya kadar baþkalarýnýn çocuklarýna, onlarýn saadetlerine kendi
mek artýk beni korkutmuyor, iki sene evvel, bir sonbahar akþamý, gönlümün içinde öldürülen
rini baþkalarýnýn çocuklarýna verdim.
Kuþadasý, l Aralýk
Bir zamandan beri etrafýmda bir muharebe sözü dolaþýyordu. Hayatýmý mektebe vakfettiðim içi
bile vermiyordum. Bugün kasaba birbirine girdi. Muharebe baþlamýþ.
Kuþadasý, 15 Aralýk
Muharebe baþlayalý on beþ gün oldu, hastaneye her gün kafile kafile yaralý geliyormuþ. Mekt
bir neþesizlik çöktü, küçüklerimden birçoðunun orduda babalarý, kardeþleri, var. Biçareler
siz, bilmiyor, fakat hissediyorlar. Üstlerine büyük adam gibi halim bir mahzunluk çöktü.
ÇALIKUÞU 339
Kuþadasý, 16 Aralýk
Ne aksilik, Yarabbi, ne aksilik! Bugün kumandanlýðýn emriyle mektebi iþgal ettiler. Muvakk
at hastane yapacaklarmýþ. Ne isterlerse yapsýnlar, umrumda deðil. Fakat mektep kurtulunc
aya kadar ben ne yapacaðým, nasýl vakit geçireceðim?
Kuþadasý, 24 Aralýk
Bugün, mektepte kalan birkaç kitabý almaya gitmiþtim. Öyle bir karýþýklýk ki, insan, kitabý
dini kaybetse bulamayacak. Çaresiz geri dönüyordum. Bir hastabakýcý kadýn, kapýlardan biri
k:
- Bir kere de Baþhekim Bey'e soralým. O, galiba birkaç kitap kaldýrmýþtý!... dedi.
Odanýn içi þiþeler, sargýlar, ecza kutularýyla doluydu. Baþhekim, sýrtýndan ceketini atmýþ,
aya bu karýþýk þeyleri düzeltmeye çalýþýyordu. Arkasýný döndüðü için, yalnýz boynunu, ak sa
dum. Bu halde bir adamdan kitap sormak saygýsýzlýktý. Hastabakýcýyý eteðinden çektim.
- Vazgeçiniz, dedim. Fakat o, farkýnda olmadý:
- Beyefendi hani siz Fransýzca resimli kitaplar bulmuþtunuz, nerede onlar? dedi.
ihtiyar doktor birdenbire kýzdý. Baþýný çevrimeden öyle fena, öyle ayýp bir cevap verdi ki,
ihtiyari ellerimi yüzüme kapadým, oradan kaçmak istedim. Fakat, tam bu dakikada, yüzünü çev
. Birdenbire:
- Vay küçük yine mi sen? diye baðýrdý.
Yüzünü görür görmez, ben de kendimi tutamadým:
- Doktor Bey, Zeyniler'deki Doktor Bey! diye feryat ettim.
340
Reþat Nuri Guntekin

Mübalaða etmiyordum. Bu, bir feryattý.


Þiþelen devirerek yanýma geldi, ellerimi tuttu; baþýmý çekerek, çarþafýmýn üstünden saçlarý
a bir gün bile deðil, birkaç saat birbirimizi görmüþtük. Hangi gizli ruh alakasý bizi birbi
e baðlamýþ, iki sene sonra kýrk yýllýk iki dost, hatta bir baba kýz gibi bizi birbirimizin
larýna atmýþtý? Ne bileyim, insan kalbi, öyle anlaþýlmaz bir þey ki!...
Hayrullah Bey, týpký Zeyniler'deki gibi bana:
- Söyle bakalým, yaramaz, senin burada ne iþin var? diye sordu.
Çocuk gözleri gibi berrak mavi gözleri, beyaz kirpiklerinin içinde tarif edilmez bir tat
lýlýkla parlýyordu. Ben, yine týpký Zeyniler'deki gibi, bu gözlerin içine gülerek:
- Biliyorsunuz ki, ben, muallimeyim Doktor Bey, dedim. Memleket memleket geziyor
um. Þimdi buraya tayin ettiler.
Bütün hayatýmý ve gönlümü biliyor gibi nihayetsiz bir esefle:
- Hâlâ mý haber yok, küçük? dedi. Birdenbire yüzüme su serpilmiþ gibi ürperdim, gözlerimi k
diyor gibi görünmeye çalýþarak:
- Kimden, Doktor Bey? dedim.
O, caný sýkýlmýþ gibi beni parmaðýyla tehdit etti:
- Ne yalan söylüyorsun küçük? Dudaklarýn yalan söylemeyi öðrenmiþ ama gözlerin, halin daha
mden mi haber soruyorum. Seni böyle memleket memleket gezdiren her kimse ondan.
Gülerek omuzlarýmý silktim:
- Maarif demek istiyorsunuz, sonra tabii memleketimin çocuklarýna hizmet etmek emeli
.
Doktor, yine Zeyniler'deki iddiasýný tekrar etti. Bu söz, beni çok müteessir ettiði için ke
esi kelimesine aklýmda kalmýþtý:
ÇALIKUÞU 341
- Bu yaþta, bu halle, bu çehreyle mi? Peki, öyle olsun yaramaz, öyle olsun, tek sen vahþil
ik gösterme.
O ilaçlarýný, ben kitaplarýmý unutmuþtuk, konuþmaya devam ediyorduk:
- Mektebimizi aldýðýnýza o kadar üzüldüm ki, Doktor Bey...
- Bana baþka bir fikir geliyor... Ne musibetti o köyün adý? Orada sana hastabakýcýlýk ettir
di. Hatýrlarsýn ya? Burada da bana yardým eder misin, ha? Zaten arada büyük bir fark yok,
ha senin minimini maymuncuklarýn, ha benim sevgili ayýcýklarým! Zaten ikisi ruh itibariy
le öyle birbirlerine benzer ki... Ayný saffet, ayný temiz çocuk yüreði, hem de ateþ karþýsý
arý bu aylarda benimkilere yardým, daha ecirli bir iþtir, küçük kýz...
Birdenbire yüzüm güldü, çocuk gibi sevindim. Bana kuvvetimi ve sevgimi harcayacak bir iþ ol
un da, ne olursa olsun.
- Peki Doktor Bey, ne vakit isterseniz iþe baþlarým.
- Hemen þimdi, bak þurasýný ne hale koymuþlar? El deðil ki, adeta...
Yine hatýrý sayýlacak derecede fena bir kelime. Ben utanarak:
- Fakat bir þartla Doktor Bey... Yanýmda pek askerce konuþmayacaksýn... O, gülerek:
- Gayret ederim küçük, gayret ederim... Mamafih arada bir kaza olursa kusura bakmazsýn a
rtýk, dedi.
Akþama kadar beraber çalýþtýk, yarýn geleceðini haber aldýðým hasatlarý kabule hazýrlandýk.
Kuþadasý, 26 Aralýk
Bir aydan beri Hayrullah Bey'in yanýnda hastabakýcýyým. Muhabere devam ediyor, hastaneye
gelen yaralý kafilelerinin
342
Reþat Nuri Güntekin

ardý arkasý kesilmiyor. Ýþ o kadar çok ki... Bazý geceler evime bile dönemiyorum.
Dün gece geç vakte kadar aðýr yaralý bir ihtiyar yüzbaþý ile meþgul olmak lâzým gelmiþti. S
luktan bitap düþmüþ, ecza odasýndaki bir koltuðun içinde uyuklamýþ-tým.
Omuzlarýma hafif bir elin dokunduðunu hissettim; gözlerimi açtým, Doktor Hayrullah Bey'di.
Benim üþümemden korkmuþ, uyandýrmamaya çalýþarak üstüme ince bir battaniye örtmek istemiþt
giren hafif seher aydýnlýðý içinde daha solgun ve yorgun görünen mavi gözleriyle gülümsedi
- Uyu küçük, rahatsýz olma, dedi.
Bu dakikada, bu þefkat, bana öyle tatlý geldi ki... Bir þey söylemek, minnetimi anlatmak i
stiyorum. Yorgunluk, uyku galebe etti, dalgýn dalgýn gülümseyerek tekrar uyudum.
iki büyük kusuruna raðmen, bu ihtiyar doktoru çok seviyorum. Bunlardan biri kaba kelimel
er kullanmasý. Gerçi etrafýndakiler de buna hak kazanacak münasebetsizlikler yapýyorlar am
a, bu da sebep olur mu ya? Bazý aðzýndan öyle þeyler çýkýyor ki, yanýndan kaçýyorum. Günler
um. Mamafih, kabahatini kendi de biliyor,
- Aldýrma küçük, bunlarýn irapta mahalli yok, askerliktir, diyor.
Hayrullan Bey, kabahatlerini, saf piþmanlýklarýný, sevimli mahcubiyetleriyle affettiren,
hatta hoþ gösteren çocuklara benziyor.
Ýkinci kabahati bundan daha büyük. Bu kaba saba adamda anlaþýlmaz bir nicelik var. Ýnsanýn
dine bile itiraf eteme-diði en olmayacak þeyleri öyle ustalýkla aðzýndan alýyor ki... Mesel
benim kimseye söylememek için o kadar çalýþtýðým sergüzeþtimin büyük bir kýsmýný biliyor. B
ndim de farkýnda deðilim. Ara sýra sorduðu tek tuk suallere kuru cevaplar vermekten baþka
bir þey yapmamýþtým.
ÇALIKUÞU 343
Halbuki o, bu sözleri bir araya toplaya toplaya bütün bir hikâye meydana çýkardý.
Doktorun kimsesi yok, yirmi beþ sene evvel evlenmiþ, dokuz ay sonra karýsý tifodan ölmüþ. O
kitten beri bekâr kalmýþ, kendisi Rodosluymuþ, fakat Kuþadasý'nda da bazý emlaki var. Miral
maaþýna herhalde ihtiyacý olmayan bir adam. Çünkü onun birkaç mislini hastalara sarf ediyo
Mesela bir gün evvel, yaralý bir neferin memleketinden gelen mektubunu okumuþtum. Nefe
rin ihtiyar anasý, sefaletlerinin son dereceyi bulduðunu, çocuklarýn açlýktan, sokaklara dö
erini yazýyordu. Yaralý, bu mektubu dinlerken derin derin ah etti.
Hayrullah Bey, yanýmýzdaki yatakta bir askeri muayene ediyordu. Birdenbire bu biçare n
efere döndü:
- Çok memnun oldum, neyinize güvenir de böyle alay alay yumurcak çýkarýrsýnýz ortaya? dedi.
Bu zalim alay, ok gibi yüreðime saplanmýþtý. Münasip bir vakitte bunu ihtiyar doktara söyle
ektim. Fakat o, bana dah-ha evvel bu meseleden bahsetti:
- Küçük, belli etmeden o ayýnýn anasýnýn adresini al, beþ on lira gönderelim, dedi.
Öyle anlýyorum ki, bu ihtiyar doktor, ne para için ne de bir vazife fikriyle askerlik
ediyor, onun bir iptilasý var: "Sevgili ayýcýklarým" dediði biçare neferlere muhabbet! Faka
bilmem niçin, bu muhabbeti, utanýlacak bir þey gibi daima gizlemeye çalýþýyor.
Kuþadasý, 28 Ocak
Bu sabah, hastaneye geldiðim vakit aðýr yaralý dört zabit getirildiðini haber aldým. Hastab
r, Hayrullah Bey'in beni aradýðýný söylediler. Ne vakit nazik bir ameliyat yapacak olsa, b
eni yanýnda istiyor:
344
Reþat Nuri Güntekin

- Sana, böyle þeyler göstermek doðru deðil, ama, küçük, elinden iþ gelecek adam yok, beni k
ar, ne yapacaðýmý þaþarýyorum, diyor.
Çarþafýmý attým, acele acele gömleðimi giydim. Fakat, ben hazýrlanýncaya kadar ameliyat bit
ralýyý sedye içinde yukarýya gönderiyorlardý.
Hayrullah Bey, beni yanýna çaðýrdý:
- Küçük, dedi. Ehemmiyetli bir terzilik ettik: "Ameliyata terzilik diyor." Genç bir erkânýh
rp binbaþýsý. Bir bomba, sað kolu ile yüzünün bir tarafýný berbat etmiþ, kendi odamý verdim
la sen meþgul olursun. Çok büyük ihtimama ihtiyacý var.
Konuþa konuþa odaya girdik, yatakta yüzü, kolu sargýlar içinde sessiz bir insan yatýyordu.
torla yanýna yaklaþtýk, yalnýz yüzünün sol tarafý bir parça görünüyordu. Bu çehre bana yaba
bu yüzü bir türlü bulup çýkaramýyordum.
Hayrullah Bey, yaralýnýn sol nabzýný tutmuþtu. Yüzüne | doðru eðilerek iki kere:
- ihsan Bey, ihsan Bey! diye seslendi.
Birdenbire zihnimde bir þimþek çaktý. Ç.'de Abdürrahim | Paþa'nýn evinde tanýdýðým erkânýha
geri çekildim; odadan çýkacak, bir daha beni bu yaralý zabiti yanýna göndermemesini doktord
n rica edecektim. Fakat hasta, gözlerini açmýþ, beni görmüþtü. Tanýdý, lâkin ben olduðuma i
i. Yaralandýðý günden beri, kim bilir, kaç defa kendini kaybetmiþ, hastalýðý, ateþi, ona ne
ermiþti? Evet, dalgýn gözlerin bakýþlarýndan anladým ki, ben olduðuma ihtimal vermedi, bemb
dudaklarýnda, hafif bir gülümsemeyle tekrar gözlerini kapadý.
ihsan Bey! Bir zaman evvel çocukluðumdan, beni müdafaa eden bir babam, bir kardeþim, bir
... Bildiðim olmamasýndan istifade etmiþler, beni"gece âlemlerine sürüklemiþlerdi.
Yüreðimde, sürgüne gönderilen bir adi sokak kadýný zille-
ÇALIKUÞU 345
tiyle elimi suçsuz yüzüme kapayarak þehirden çýkýyordum. Dünyayý baþtan baþa bir zulüm, ken
baþ eðmekten baþka çaresi olmayan bir sefil gibi göründüðüm gibi o günde beni müdafaa ettin
zi, istikbalinizi tehlikeye koymak, hatta belki ölmeyi göze alarak mürüvvetini gösterdiniz
.
Mademki hazin bir tesadüf, bugün bizi karþý karþýya getirdi, sizden kaçmayacaðým, bu ümitsi
cý günlerimizde bir küçük kýz kardeþ gibi kendimi hizmetinize vakfedeceðim.
Kuþadasý, 7 Þubat
ihsan Bey'in yarasý tehlikeli deðilmiþ, bir aya kadar kendini toplayabilirmiþ. Fakat sað k
aþýnýn üstünden baþlayarak çenesine kadar bütün yanaðýný kaplayan yara onu korkunç bir sure
Hayrullah Bey, sargýlarý deðiþtirirken yanýnda bulunmuyordum. Yüreðim dayanamadýðý için deð
ranýn bundan çok daha fenalarýný görüyorum- fakat benim bakýþýmýn ona, korkunç yarasýna dok
daha fazla ýstýrap verdiðini gördüðüm için...
Zavallý adam, ne çehre ile hastaneden çýkacaðýný biliyor, açýktan açýða bir þey söylemediði
tsizlik içinde bulunuyor.
Hayrullah Bey:
- Biraz daha gayret delikanlý, yirmi güne kadar dipdiri ayaða kalkacaksýn, dediði zaman, a
deta telaþa düþüyor.
Yaralýnýn bugünlerini hoþ geçirmesi için kalbimin bütün þefkat kabiliyetini sarf ediyorum;
ataðýnýn baþucunda kitap okuyorum, hatta, masal bile söylediðim oluyor.
Evet, biçarenin hiçbir þey söylemediði halde daima çirkin kalmak azabýndan bir dakika kurtu
adýðý o kadar belli ki...
346
Reþat Nuri Guntekin

Bazen gizli teselliler icadýna çalýþýyordum. Büsbütün baþka þeylerden bahsediyor gibi görün
kadar dünyada lüzumsuz, hatta muzýr bir þey olmadýðý, asýl güzelliði ruhta, gönülde aramak
rum.
Kuþadasý, 25 Þubat
ihsan Bey, ümit ettiðimizden az zamanda iyi oldu. Bu sabah sütlü çayýný götürdüðüm zaman, o
dum.
Bir sene evvel Abdürrahým Paþa'nýn bahçesinde tesadüf ettiðim parlak elbiseli, güzel ve mað
li erkânýharp yüzbaþýsý gayri ihtiyari gözümün önüne geldi.
Bin baþý üniformasýnýn yakasý içinde incecik boynunu yana doðru meylettiren, yüzündeki yara
, bir ayýp gibi utanan hasta asker, o güzel, maðrur erkânýharp zabiti miydi?
Teessürümü galiba gýzleyememiþtirn. Onu, baþka bir þeyle tevil etmeye çalýþarak yalandan da
dým:
- Ýhsan Bey, bu yaptýðýnýz adeta çocukluk, daha tamamýyla iyi olmadan niçin giyindiniz? ded
lerini önüne indirdi:
- Yatmak daha ziyade hasta ediyor da ondan, diye cevap verdi.
ikimiz de susuyorduk. O, hýrçýn asabiyetini gizlemeye çalýþarak:
- Artýk gitmek istiyorum, bir þeyim kalmadý, tamamýyla iyi oldum, diye ilave etti.
Yüreðim merhametten eziliyordu, renk vermemek için, þakaya vurdum:
- ihsan Bey, görüyorum ki, beni dinlemeyeceksiniz. Yine asker inadýnýz uyandý. Fakat, þunu
aber vereyim ki, ben, þimdi fitnelik etmeye gidiyorum. Doktorunuza her þeyi haber ve
receðim, sizi iyice paylasýn da görürsünüz, dedim.
ÇALIKUÞU ______ 347
Tepsiyi býrakarak acele acele dýþarýya çýktým. Fakat doktoru görmeye gitmedim.
25 Þubat (Akþama doðru)
Hayrullah Bey'le müthiþ bir kavga ettim. Ama iþ için deðil, baþkalarýnýn iþine karýþmak say
ardýrdý da ondan...
Demin Ýhsan Bey'den bahsediyorduk. Yüzünün onu fazla müteessir ettiðini söyledim.
Hayrullah Bey, dudaklarýný büktü:
- Hakký var, ben, onun yerinde olsam, þuradan kendimi denize atardým. Öyle surat, balýklar
a yem olmaktan baþka neye yarar? dedi.
- Ben, sizi baþka türlü sanýyordum, Doktor Bey. Ruh güzelliði yanýnda yüz güzelliðinin ne e
olur? dedim. Hayrullah Bey gülmeye, benimle eðlenmeye baþladý:
- Lakýrdýdýr o küçük, o suratlý adama kimse metelik vermez. Hele siz yaþtaki kýzlar yok mu?
Þikâyet eder gibi yakasýný silkeliyordu. Ýsyan ettim:
- Hayatýmý bir parça biliyorsunuz, bazý esrarýmý hemen hemen zorla benden çaldýnýz. Benim g
de çok güzel bir niþanlým vardý. Beni aldattý diye onu kalbimden silip attým, ondan nefret
yorum.
Hayrullah Bey, yeniden bir kahkaha kopardý. Sonra beyaz kirpiklerinin içinde küçüle küçüle
avi gözlerini ta kalbimin içine dikti:
- Bana bak küçük, dedi. Öyle deðil, gözlerimin içine bak da söyle, onu sevmiyor musun?
- Ondan nefret ediyorum.
Çenemi tuttu, hâlâ gözlerime bakmakta devam ediyordu:
- Ah, zavallý küçük, sen onun için senelerden beri çýra
348
Reþat Nuri Güntekin

gibi cayýr cayýr yanýyorsun. O hayvan, seninle beraber kendi kendine de yazýk etmiþ. Bu aþk
o, baþkasýnda zor bulur. Hiddetten sesim boðularak:
- Niçin bana bu aðýr iftirayý reva görüyorsunuz, nereden biliyorsunuz? dedim.
- Hatýrlarsýn ya, seni o köyde gördüðüm gün, bunu anladým. Saklamaya çalýþma nafile. Sevda,
n uyku gibi akýyor.
Gözlerim kararýyor, kulaklarým uðulduyordu. O, hâlâ söylüyordu:
- Baþkalarýnýn içinde yaþarken öyle herkese, her þeye yabancý bir halin, rüya gören insanla
dalgýn, mahzun bir gülümseyiþin var ki, yüreðimi yakýyor küçük. Sen, yaradýlýþ itibariyle
baþkasýn. Esatir, buseden doðmuþ buse ile gýdalanmýþ, büyümüþ birtakým perilerden bahseder.
ir hayal zannetmemeli. Onlarýn dünyada numuneleri vardýr. Feridecik, sen onlardan biri
sin. Sen, sevmek, sevilmek için yaratýlmýþ bir mahluksun. Ah, deli kýz, çok yanlýþ hareket
n, ne olursa olsun, bu sersem oðlanýn yakasýný býrakmamalýydýn. Mutlaka mesut olacaktýn.
Bir isyan feryadýyla kývrandým. Çýrpýnarak, ayaklarýmý yere vurarak:
- Niçin bunlarý söylediniz? Benden ne istiyorsunuz? diye aðlamaya baþladým.
O vakit, doktorun da aklý baþýna geldi:
- Doðru küçük, hakkýn var, bunlar sana söylenecek þeyler deðildi. Berbat bir halt ettik, af
eni küçük diye beni teskin etmeye çalýþtý.
Artýk, darýlmýþtým, yüzüne bakmayý caným istemiyordu:
- Göreceksiniz, onu sevmediðimi nasýl ispat edeceðim, dedim. Þiddetle kapýyý kapayarak dýþa
ÇALIKUÞU 349
Yine 25 Þubat gecesi
ihsan Bey'in lambasýný gördüðüm vakit, o hâlâ soyunma-mýþtý. Pencerenin önünde, ayakta duru
eki son kýzýltýlarýný seyrediyordu.
Söz olsun diye:
- Üniformanýzý ne kadar göreceðiniz gelmiþ efendim, dedim.
Odaya, akþamýn alacakaranlýðý iyiden iyiye çökmüþtü, ihsan Bey, bu karanlýktan cesaret almý
ir tebessümle baþýný salladý, ilk defa açýktan açýða derdini söyledi:
- Üniformam mý efendim? Evet, þimdi ümidim yalnýz onda. Yüzümü o, bu hale getirdi. Uðradýðý
mir etmek kudretini onda görüyorum.
Bu sözlerin manasýný anlamýyor, hayretle yüzüne bakýyordum. O hafif bir göðüs geçirerek dev
-Gayet sade, Feride Haným anlaþýlmayacak þey deðil. Bir nizamiye zabiti gibi geriye döneceð
Bombanýn yarým býraktýðý iþ tamam olsun, ben de kurtulayým.
Genç binbaþý, bu sözleri bir çocuk saffet ve ýstýrabýyla söylüyordu. Lambayý yakmak için on
uþturduðu kibriti, belli etmeden üfledim, fitili düzeltmek istiyor gibi eðilerek gayet yav
aþ:
- Böyle söylemeyiniz ihsan Bey, siz isterseniz bahtiyar olabilirsiniz Mesela, zararsýz
bir kýzla evlenirsiniz, iyi bir aileniz, minimini çocuklarýnýz olur, her þeyi unutursunuz
.
Baþýmý çevirmediðim halde hissediyordum ki, o da bana bakmýyor hâlâ pencereden denizi seyre
du.
- Feride Haným, ne kadar temiz kalpli bir kýz olduðunuzu bilmesem, benimle eðleniyorsunu
z, diyecektim. Beni bu halde kim ister? Ben ki böyle olmadan evvel, bir kadýnýn hiç olma
zsa gülmeden yüzüme bakabileceði günlerde bile hoþa gitmemiþtim. Þimdi öyle bir alilim ki.
350
Reþat Nuri Güntekin
Artýk devam etmek istemedi, kendisini toplamaya çalýþarak:
- Feride Haným, bunlar lüzumsuz sözler. Affedersiniz, lambayý yakar mýsýnýz? dedi.
Bir kibrit daha çaktým, fakat elim bir türlü lambaya gitmiyordu. Gözlerimi bir titrek alev
e dikerek düþüne düþüne onun sönmesini bekledim. Oda, eski karanlýðýn içine düþünce yavaþ y
- ihsan Bey, dedim. Siz o muvaffakiyetsizliðe uðradýnýz vakit maðrur, hodkâm bir erkektiniz
Elem, ümitsizlik, kalbinize bu inceliði vermemiþti. O vakit, mesleðinizi çiðneyerek, belki
göze alarak, bir küçük kýzý, hakir bir iptidaiye hocasýný müdafaa etmiþtiniz. Sonra bunlarý
daha mühim olarak bugünkü kadar, -artýk saklamayýnýz, derdinizi anlýyorum- bugünkü kadar b
deðildiniz. Niçin o biçare iptidaiye hocasý ömrünü sizin saadetinize vakfetmesin?
Hasta binbaþý, týkanmýþ bir sesle:
- Feride Haným, rica ederim, beni böyle olmayacak hayallere düþürerek büsbütün bedbaht etme
dedi.
Artýk, kararýmý vermiþtim. Ona döndüm. Baþýmý önüme eðdim:
- ihsan Bey, ben sizinle, evlenmeyi rica ediyorum. Beni kabul ediniz, göreceksiniz
, sizi ne kadar mesut edeceðim, ne kadar mesut olacaðýz...
Gözyaþlarýyla perdeli kirpiklerimin arasýndan binbaþýnýn karanlýk yüzünü göremiyordum. Sade
daklarýna götürerek korka korka parmaklarýmýn ucunu öptü.
Her þey bitti. Artýk, bundan sonra kimse benim onu için için sevdiðimi söylemeye cesaret ed
meyecek.
ÇALIKUÞU 351
Kuþadasý, 26 Þubat
O günden beri, sen benim için bir yabancýydýn, bir düþmandan baþka bir þey deðildin KâmranL
yüz yüze gelmeyeceðimizi, bu dünyanýn gözleriyle birbirimize bakmayacaðýmýzý, birbirimizin
tmeyeceðimizi biliyordum. Böyle olduðu halde ben, senin niþanlýn olmak hissini bir türlü gö
çýkaramamýþtým. Ne söylesem, ne yapsam; kendime, sana ait birþey gözüyle bakmaktan kurtula
Evet, niçin yalan söyleyeyim? Bütün nefretlerime, isyanlarýma, bütün o geçmiþ þeylere raðme
bir parça senindim.
Bunu, ilk defa bir baþkasýnýn niþanlýsý, bunca senenin, bunca sabahýnda senin niþanlýn diye
an sonra bir gün, baþkasýnýn niþanlýsý diye uyanmak, Kâmran, ben asýl bu sabah, senden ayrý
e bir hatýra götürmeye, son bir defa baþýný çevirerek, arkasýnda býraktýðý þeylere bakmaya
biçare muhacir gibi.
*
Bu sabah, ihsan Bey'le görüþtükten sonra onu doktor Hayrullah Bey'in odasýna götürecek, niþ
dýðýmýzý haber verecektim. Bu büyük vaka için her günkü hastabakýcý gömleðim pek sade düþec
hzun edecekti. Bahçede cýlýz çiðdemler yetiþmiþti. Onlardan küçük bir demet yaparak göðsüme
Ýhsan Bey'i, bu sabah yine giyinmiþ buldum. Beni görünce bir çocuk saffetiyle gülümsemeye b
Düþündüm ki, bugünden sonra onu mesut etmek benim vazifem.
Zorla gülmeye çalýþarak ellerimi uzattým:
- Bonjur, Ýhsan Bey, dedim.
Sonra, çiðdemlerden birkaç tanesini ayýrarak üniformasýnýn göðsüne iliþtirdim:
352
Reþat Nuri Güntekin

- Bu gece rahat uyuduðunuzu tahmin ediyorum.


- Pek çok. Ya siz?
- Altý aylýk bir çocuk kadar memnun, müsterih bir uyku.
- Niçin yüzünüz solgun öyleyse?
- Düþününüz ki, bahtiyarlýk da insaný soldurabýlir.
Bu cevap üzerine ikimiz de sustuk.
Ýhsan Bey'in dudaklarý bembeyazdý Kýsa bir sükûttan sonra aðýr aðýr söze baþladý. Ara sýra
nden korkuyor gibi susuyor, birkaç saniye tereddüt ediyordu, dedi ki:
- Feride Haným, size ölünceye kadar minnettarým. Bana eski bahtiyar zamanlarýmda da nasip
olmamýþ emsalsiz bir gece geçirttiniz. Size demin hakikati söylemedim; ben bu gece sabah
a kadar uyumadým... "Ben sizinle evlenmeyi rica ediyorum" diyen sesiniz kulaðýmdan git
medi. Uyuyamadým, çünkü sizin niþanlýnýz olarak geçirdiðim tek saadet gecesinin bir dakikas
tmemek lâzýmdý Ömrümün sonuna kadar size minnettar kalacaðým.
- Sizi daima mesut edeceðim, dedim.
O, derin bir heyecan içindeydi. Ellerimi tutmak istiyordu. Fakat cesaret edemedi.
Bir hasta çocuða hitap eder gibi, halim, okþayýcý bir sesle:
- Hayýr, Feride Haným, bu gecenin bir ferdasý olamazdý, bunu biliyorum. Bu gece, çok mesut
oldum. Fakat, buna raðmen, ben, bugün gidiyorum, birkaç saat sonra sizden ayrýlmýþ olacaðý
- Niçin Ýhsan Bey? Beni istemiyor musunuz? Doðru deðil, bana bu kadar ümit verdikten sonra
gitmek doðru deðil.
Zabit, arkasýný duvara dayadý, gözlerini kapayarak, derin derin: "Ah, bu ses!" dedi. Son
ra, birdenbire silkindi, hemen hemen sert bir sesle:
- Biraz daha gayret etseniz, merhamet size, beni sevdiðinizi iddia ettirecek.
ÇALIKUÞU 353
- Niçin olmasýn, ihsan Bey? Mademki sizinle niþanlanmak istedim, demek ki bunda bir se
bep vardý. O, adeta acý bir istihza ile cevap verdi:
- Evet, siz mademki benimle evlenmeyi kabul ettiniz, demek ki beni seviyorsunuz.
Fakat, ben, sizin tarafýnýzdan bu kadar sevilmek istemiyorum. Siz, izdivaca sahiden
ihtimal verdiniz miydi, Feride Haným?
- Feride Haným, beni, ümitsiz bir alile karþý duyulmuþ bir merhametten baþka saiki olmayan
ir aþk sadakasýný kabul edecek kadar düþmüþ, bitmiþ bir adam mý sanýyorsunuz?
Nihayet bir mahzunlukla baþýmý eðdim:
- Hakkýnýz var. Biz iki biçare insanýz, iki derdi birleþtirirsek, belki mesut oluruz diyor
dum, yanýlmýþým.
Duvarda asýlý duran kýlýcý göstererek ilave ettim.
- Sizin yine bir teselliniz var. Dediðiniz gibi vazifenizin baþýna döneceksiniz. Ben kadýný
, sizden daha biçareyim.
*
Bir donuk kýþ sabahýna göðüslerinde birkaç cýlýz çiðdem, dudaklarýnda onlar gibi yalancý bi
rþýya gelen yeni niþanlýlar on dakika sonra gözlerinde yaþlarla bedbaht bir aðabey, kimsesi
ir kýz kardeþ gibi birbirlerinden ayrýldýlar.
Kuþadasý, 2 Nisan
Üç gün evvel, mektebi iade ettiler. Beþ yýllýk fasýladan sonra tekrar derse baþladýk. Fakat
azým, sene sonu oldu gitti. Bahar, sýnýflarý pýrýltýlý güneþ aydýnlýklarýyla, ýlýk çiçek ko
arlarda Akdeniz'in yeþil hareleri
Çalýkuþu - F 23
354
Reþat Nuri Güntekin
dolaþýyor, çocuk olsun, büyük olsun, kimsede çalýþmaya istek yok.
Baþmuallim, bir türlü Kuþadasý'nda kalmak istemiyordu. Bir ay evvel baþka bir yere gönderdi
. Yerine beni tayin ettiler. Hem de unvanýmý "Müdire"ye çevirmek þartýyla. Ben bu cihetten
u iþe memnun olmadým. Çünkü muallim arkadaþlarým tuhaf bir nazarla bakmaya baþladýlar.
Gerçi bunlar, öyle malumatlý, meziyetli insanlar deðil, fakat ne olursa olsun, yaþlý baþlý
r. Maarif memurlarýnýn dedikleri gibi her birinin on beþer, yirmiþer senelik "kýdem"le-ri
var. Onlarýn yerinde olsam, sonra, günün birinde kendi kýzýmdan küçük bir çocuðu baþýma get
ediyorum ki benim de kalbim kýrýlýr.
Mart iptidasýnda Hayrullah Bey'i tekaüt ettiler.
Kendisi zengin adam, maaþa muhtaç deðil. Mamafih, mahzun oldu.
- Sevgili ayýcýklarýmdan birçoðunun gözlerini elimle kapadým, isterdim ki, benim gözlerimi
lar kapasýnlar, mezarýma onlar götürsünler, olmadý, dedi.
Hayrullah Bey, malumat cihetinden de çok mükemmel bir adam.
Bütün gençliðini okumakla geçirmiþ. Evinde kocaman bir kütüphanesi var. Dünyada kitaptan lü
oþ þey olmadýðýný söylüyor. Kitap yazanlar gibi, okuyanlarýn da hayatta hiçbir þey görmeden
dalalar olduðunu iddia ediyor. Geçen gün onu kuvvetli bir itirazla maðlup etmek istedim.
- Mademki öyle siz niçin bu kadar çok okudunuz, hatta beni de buna teþvik ediyorsunuz? d
edim.
Bu, öyle itirazdý ki, akan sulan durdururdu. Fakat o, hiç bozulmadý, bilâkis, kahkahalarla
gülüp, benimle eðlenerek:
- Daha iyi dedin ya, beni budala deðil diye sana kim söyledi, küçük, dedi.
Bu ihtiyar doktoru anlamýyorum ki... Her neyi severse
ÇALIKUÞU 355
aleyhinde bulunuyor. Hatta öyle hissediyorum ki, beni bile azarladýðý zaman her zamankin
den daha çok seviyor.
Hastaneyi býraktýðý günden beri kâh günlerce evine kapanarak kitap okuyor, kâh askerlikten
çizmelerini çekiyor, sýrtýna jandarma gibi bir tüfek takarak Düldül'e biniyor: (düldül, on
sevdiði emektar atýdýr) bu kýyafetle köylerde bakacak hasta, kendini meþgul edecek bir iþ a
aya gidiyor.
Evinde seksenlik bir sütanne ile "Odabaþý" diye çaðýrdýðý topal bir bahçýyan var.
Üç gün evvel benimle Munise'yi evine davet etmiþti. Pek keyifliydi. Ben, kütüphaneyi karýþt
, Munise ile saatlerce çocuk gibi oyun oynadý. Munise'ye öyle ciddi emirler veriyordu
ki, gülmekten bayýlýyordum:
- Þimdi saklambaç oynayacaðýz, lâkin güç yere saklanmak yok ha, parmak kadar vücudun var. B
re sýkýþýrsýn, saatlerce beni yorarsýn. Sonra, beni bulamazsan, merak etme ha, belki saklan
erde uyur kalýrým
Munise'yi birkaç güne kadar çarþafa sokuyorum. Þöyle böyle on dördüne giriyor. Boyu þimdi t
boyum kadar. Küçük çiçekler gibi açýldý, beyaz denecek kadar açýk sarý saçlarýnýn içinde be
göre deðiþen lacivert gözleriyle güldükçe yanaðýnda güller açan, aðladýkça gözlerinden inci
benzedi.
Hayrullah Bey, bu çarþaf meselesine çok kýzýyor. Ben de onun daha pek küçük olduðunu biliyo
, ne yapayým, korkuyorum. Tanýdýklardan bazýlarý:
- Feride Haným, sen bunu erkekten kaçýr, vakitsiz kaynana olacaksýn, diyorlar.
Ýçime bir heyecan düþüyor. Hem seviniyor, hem titizleniyorum. Kaynanalar için tevekkeli tit
z demezeler.
Geçen gün, mektepten geliyorduk. Karþý kaldýrýmda on altý, on yedi yaþlarýnda güzelce bir m
ordu. Ara sýra bize bakýþý tuhafýma gitti. Peçemin altýndan, belli etmeden
356
Reþat Nuri Güntekin
Munise'ye baktým. Bir de ne göreyim. Hain sarý çýyan gözünün ucuyla delikanlýya bakarak gül
kadar meraklandým ki sokaðýn ortasýnda düþüp bayýlacaktým. Canavarý bileðinden yakaladým;
ya baþladým. Evvela inkâr etti. Baktý ki, bende inanacak göz yok, yalandan aðlamaya baþladý
arýna dayanamayacaðýmý, benim de aðlayacaðýmý biliyor.
- Ben de sana yapacaðým cezayý biliyorum, dedim. Çarþýda bulduðum koyu nefti ipekliden bir
dikmeye baþladým.
Bu sabah da bir elyotrop kavgasý ettik. Birkaç ay evvel söz arasýnda elyoptropu çok sevdiði
i söylemiþtim. Hayruüah Bey, bilmem nereden bulmuþ, üç dört gün sonra bir þiþe getirmesin m
in diye çok ihtiyatlý kullanýyorum. Sað olsun, yaramaz kýz rahat vermiyor ki. Musallat old
u, bir parça yalnýz kaldý mý, odaya bir elyoptrop kokusudur yayýlýyor. Sonra, masum masum:
- Almadým vallahi abacýðým, diye yemin ediyor.
Kuþadasý, 5 Mayýs
Bu sabah, Munise biraz hasta ve renksiz uyandý. Gözleri kýrmýzý, benzi soluktu. Mektepte p
ek çok iþ olduðu için evde kalmak mümkün deðildi. Mamafih, doktor Hayrullah Bey'e uðradým.
yarak Munise'ye bakmasýný rica edecektim. Aksi olacak, o da yarým saat evvel Düldül'e bine
rek bilmem hangi köye gitmiþ.
Eve döndüðüm vakit Munise'yi yatakta buldum, ihtiyar bir komþuya, ara sýra çocuðu yoklamasý
tmiþtim. Eksik olmasýn, hiç yanýndan ayrýlmamýþ, akþama kadar yayýnda çorap örmüþ.
ÇALIKUÞU 357
Munise'nin nezlesi artmýþtý. Baþý ateþ gibi yanýyor, sabahkinden daha sýk öksürüyordu. Sesi
en hafif bir týkanýklýk hissettiðini söylüyordu. Boynunun altýnda tutarak aðzýný açtýrdým,
bezeler dokundu. Yüzüne yaklaþtýrdýðým lambanýn ziyasý gözlerini kamaþtýrýyordu. Aðzýnda,
az beyaz kabarcýklar görünüyordu.
Munise, benim merakýmla eðlendi:
- Öksürükten ne olur abacýðým, Zeyniler'de de ben öksürük oldum, unuttun mu? dedi.
Çocuðun hakký var. Zeyniler'de, karlarýn içinde onu yarý donmuþ bir halde bulduðum gece böy
miydi? Çocuklarda nezlenin ne ehemmiyeti olur? Yalnýz canýmý sýkan þey, Hay-rullah Bey'in b
lunmamasý. Onbaþý deminden tekrar uðradý, beyin bu gece köyde kaldýðýný söyledi, inþallah o
dar küçüðüm kalkmýþ olur.
Kuþadasý, 18 Temmuz
Bu sabah hesap ettim, küçüðüm topraða düþeli tam yetmiþ üç gece olmuþ.
Yavaþ yavaþ buna da alýþmaya, bu acýyý da hazmetmeye baþlýyorum, insan, neye tahammül etmiy
.
Demin, ihtiyar doktorumla deniz kenarýna gitmiþtik. Kumsaldan çakýllar, sedef kabuklan t
opladým, sakin sularýn üstünde taþ sektirmeye baþladým.
Hayrullah Bey, çocuk gibi seviniyordu. Beyaz kirpiklerinin içinde masum mavi gözleriyl
e gülerek:
- Ah, gençlik! Elhamdülillah onu da yendik. Bak, rengin gibi neþen de gelmeye baþladý, ded
i. Güldüm:
- Ýnsanýn sizin gibi doktoru olduktan sonra tabii deðil mi? dedim.
358
Reþat Nuri Güntekýn

Aðýr aðýr baþýný salladý:


- Tabii deðil, küçük, tabii deðil, doktorluk da insanlar gibi, kitaplar gibi doðruluk ve ce
a gibi asýlsýz, fasýlsýz bir masal... Parmak kadar çocuðu kurtaramadýktan sonra, içine tükü
böyle fennin.
- Ne yapalým, Doktor Bey, üzülmeyiniz. Allah öyle istedi, öyle oldu, dedim.
Mahzun mahzun yüzüme baktý:
- Zavallý küçük; ben sana asýl niçin acýyorum, biliyor musun? Bir derde uðradýðýn vakit, as
ilecek kendin olduðunu unutuyor, baþkalarýný teselliye baþlýyorsun. Senin bu mazlum halleri
beni aðlatacak gibi oluyor küçük.
Biraz sustu. Sonra, kendi kendine þikâyete baþladý:
- Ben de ama ipsiz sapsýz herif oluyorum ya, bunadým mý, nedir? Haydi küçük gidelim.
Sararmýþ tarlalarýn içinden eve doðru yürümeye baþlamýþtýk. Bütün çiftçiler, doktoru tanýyo
n yýðýnýn yanýnda çalýþan ihtiyar bir kadýnla konuþtuk. Hayrullah Bey, birkaç sene evvel bu
nu tedavi etmiþ. Büyükanne çok dualar etti; sonra temmuz güneþinin altýnda harman döðen gür
ci çaðýrdý:
- Gel buraya. Hüseyin, velinimetinin elini öp. O olmasaydý, sen þimdi bir avuç toprak olmuþ
un, dedi.
ihtiyar doktor, Hüseyin'in yanýk, yerli yüzünü okþadýktan sonra:
- Ben öyle kuru kuruya el öpmelerden anlamam delikanlý. Haydi bakalým bizi düvene bindir,
dedi.
Ýki kuvvetli öküzün çektiði düvene bindik, hemen, beþ on dakika bu saman denizinin sarý dal
e aðýr aðýr dolaþtýk.
ÇALIKUÞU 359
Bugün artýk o vakayý yazmak kuvvetini kendimde buluyorum. Defterimin son sayfasýný yazdýðým
nin son sabahý Munise'yi daha ziyade hasta buldum. Sesi konuþamaycak derece kýsýlmýþtý. Biç
avasýzlýktan bunahyordu. Ne olursa olsun, bir baþka doktor aramaya gidecektim; fakat çarþa
fýmý giyerken Hayrullah Bey geldi. Hastayý kýsa bir muayeneden geçirdikten sonra, ehemmiye
tli bir þey olmadýðýný söyledi.
Mamafih, çehresi çatýk, gözlen düþünceliydi. Bu çehreyi beðenmediðim korka korka kendisine
aný sýkýlmýþ gibi omuzlarýný silkti:
- Mýzmýzlanmaya lüzum yok. Tam dört saatlik yoldan geliyorum. Yorgunluktan berbat oldum;
söze hizmet ettiðimiz yetmiyor da, bir de dalkavukluk mu etmeli? dedi.
Hayrullah Bey, ehemmiyetli hastalýklar karþýsýnda daima böyle asabi ve kaba bir adam oluyo
rdu.
Yüzüme bakmaya çalýþarak:
- Lüzum yok ama, ihtiyaten bir iki doktor arkadaþý çað-racaðým, kâðýt kalem bul, çabuk, ded
Bugün her iþim aksi gidiyordu. Sabahtan beri mektepten üç defa hademe göndermiþlerdi. Maari
Encümeni azasýndan iki efendi ile bir müfettiþ gelmiþ, benden bazý þeyler soracak-larmýþ.
Üçüncü haberi getiren hademe kadýný adeta hýrpalayarak kovuyordum. Hayrullah Bey, birdenbir
iddetlendi:
- Ne halt var burada? Haydi vazifenin baþýna. Yorgun yorgun, az iþim varmýþ gibi, bir de s
eninle mi uðraþmalý? Haydi çabuk, çarþafýný giy, marþ. Sen burada durup beni þaþýrtýrsýn. B
ihtiyar doktor öyle sert ve kati tavýrla bu emri vermiþti ki, itaat etmemek mümkün deðildi.
Bir kelime söylemeye cesaret edemedim; peçemin altýda aðlaya aðlaya mektebe gittim.
360
Reþat Nuri Güntekin

Maarif, beni dünyanýn nimetine gark etse, bugünkü fedakârlýðýmý ödeyemez. Müfettiþler sýnýf
alebeleri imtihana çekiyorlar, defterleri görmek istiyorlar, bin türlü olmayacak þeyler so
ruyorlardý. Basýmdaki kýyamet içinde nasýl düþündüm, nasýl cevap verdim, bilmiyorum! Vakit
yaklaþýyordu, onlar hâlâ gitmiyorlardý.
Nihayet aralarýndan bin periþanlýðýmý fark etti:
- Rahatsýz mýsýnýz Müdire Haným? Çehreniz pek bozuk görünüyor, dedi.
Artýk, kendimi tutamadan, merhamet ister gibi boyumu büküp, ellerimi kavuþturarak:
- Evde çocuðum ölüyor, dedim.
Acýdýlar, manasýz teselli sözleri söyleyerek gitmeme müsaade ettiler.
Evimle mektebin arasý nihayet beþ dakikalýk bir yer. Ben bu yolu yarým saat, belki daha
uzun bir zamanda yürüdüm. Sabahtan beri eve koþmak için o kadar çýrpýndýðým, hýrçýnlaþtý-ðý
gitmek istemiyordum. Tenha sokaklarda duvarlara dayanýyor, yorgun yolcular gibi çeþme
taþlarýna oturuyordum.
Evimin açýk pencereleri içinde yabancý erkek baþlarý görünüyordu. Kapýyý bana "onbaþý" açtý
aret edemiyor, bir þey söylememesi için gözlerimle, halimle yalva-rýyordum. Fakat o, bana
ummadýðým bir þey söyledi:
- Fakir çocuk hastaca.... Allah, inþallah, þifasýný verir, dedi.
Birdenbire tavanlar sarsýldý, merdiven baþýnda doktor Hayrullah Bey göründü. Göðsü çýplak,
dý:
- Kim geldi Onbaþý? diye seslendi. Halsiz halsiz merdiven basamaðýna çömelmiþtim. Taþlýðýn
görünce durdu, þaþkýn þaþkýn:
- Sen misin, Feride? Pekâlâ kýzým, pekâlâ, dedi. Sonra
ÇALIKUÞU 361
aðýr aðýr yanýma indi; halim, her þeyi bildiðimi söylüyordu. Ellerimi tuttu, kesik kesik:
- Kýzým, gayret et, diþini sýk. inþallah kurtulur. Serum yaptýk, elimizden geleni yapýyoruz
llah büyük, ümit kesilmez, dedi.
- Doktor Bey, müsaade ediniz, onu göreyim, dedim.
- Þimdi deðil, Feride bir parça sonra. Þimdi biraz dalgýn, vallahi bir þey olmadý. Yemin ed
rum sana. Dalgýnlýk billahi. Sakin bir inatla:
- Mutlaka göreceðim, Doktor Bey, hakkýnýz yok, diye sýzlandým. Sonra, içimi çekerek ilave e
- Zannettiðinizden ziyade kuvvetliyim. Münasebetsiz bir þey yapmamdan korkmayýn.
Hayrullah Bey, bir parça düþündü; sonra baþýný sallayarak razý oldu:
- Peki kýzým, fakat þunu unutma ki, beyhude ah u vahlar hastayý ürkütür.
insan, ne kadar acý olursa olsun, bir mecburiyeti kabul ettikten sonra içine sükûn ve te
vekkül geliyor. Hayrullah Bey'in omzuna baþýmý dayayarak odaya girerken, ne gönlümde heyeca
, ne gözümde bir damla yaþ vardý!
Aradan yetmiþ üç yýl kadar uzun, yetmiþ üç gün geçtiði halde hâlâ o odayý gözümün önünde gö
içeride gömleklerinin yakasýný ve kollarýný açmýþ iki genç doktorla bir ihtiyar kadýn vardý
içinden süzülerek giren bir ikindi güneþi odayý parlak bir hayatla doldu-ruyordu. Dýþarýda
stos böcekleri ötüyor, uzaklardan bir gramafon sesi geliyordu. Odanýn içi karmakarýþýktý. S
lerde, raflarda, þiþeler, pamuklar, yerlerde duvarlarda Munise'ye ait bin türlü eþya sürünü
. Aynanýn kenarýnda onun doktorun bahçesindeki çiçeklerden eliyle yaptýðý bir demet, konsol
e deniz kenarýndan topladýðý bir avuç renkli taþ, sedef kabuklarý, sandalyelerden birinin a
a
362
Reþat Nuri Güntekin
iskarpinin bir teki, duvarda B.'de evimizin içinde suluboya ile yaptýðým resmi (baþýnda kýr
erinden bir çelenk, kucaðýnda Mazlum ile yaptýðým o resini) sonra, bin türlü boncuklar, kum
arý, cam küpeler, duvaklý gelin kartpostallarý, bir kýz çocuðu kalbinin bütün bu masum ve b
gileri...
"Munise, artýk çarþaflý bir genç kýz oluyor" diye iki hafta evvel ona sarý yaldýzlý bir kar
mýþ, bir bebek yataðý hazýrlar gibi özene, bezene muslinlerle süslemiþtim.
Küçüðüm, bu ipeklerin içinde bir baþka ipek kümesi gibi bembeyaz yatýyor, baþý aðýr bir rüy
biraz yana düþüyordu. Karyolasýnýn demirinden, nefti çarþafýnýn daha bitmemiþ pelerini sark
daki rafta B.'de satýn aldýðým bebeði -küçüðümün buseleriden solmuþ yüzü, iri mavi gözleriy
stalýðýn bütün acýlarý, azaplarý durmuþtu. Yorgun bir uyku içinde uyurken aðzýnýn etrafýnda
triyor, gülümser gibi aralanmýþ dudaklarý, inci diþlerini gösteriyordu. Bu zavallý güzel þe
nlýk bir köy mektebinde, ruhumun içine döküldükleri dakikadan bugüne kadar beni mesut etmiþ
.
Kuþlar, hâlâ þenlik yapýyorlar. Gramofon hâlâ çalýyordu, ikindi güneþinin aðaç yapraklarýný
çocuk yüzüne, örselenmiþ kelebek kanatlarýnýn parmaklarýnda býraktýðý yaldýzlý toza benzer
, alnýna dökülmüþ sarý perçemleriyle oynuyordu.
Ne bir feryat, ne üstüne atýlmak gibi bir telaþ... Kollarým ihtiyar doktorun boynuna kilit
lenmiþ, baþým omzunda, adeta acý bir saadetle bu güzelliði seyrediyordum.
Ölüm, yavruma bir ay ýþýðý tatlýlýðýyla yaklaþýyor, bir ana dudaðý gibi korkutup ürkütmeden
du.
ÇALIKUÞU 363
Doktorlar, yataða yaklaþmýþlardý. Birisinin, ipek örtüler içinden küçüðümün çýplak kolunu ç
Hayrullah Bey hafifçe döndü, vücudunu gözlerime siper etti. Birisi:
- Kolonya, bir parça kolonya, diyordu.
ihtiyar doktor, baþýyla raflardan birini gösterdi. Kuþlar hâlâ durmuyor, gramofon gittikçe
an bir þenlikte çalmakta devam ediyordu.
Birdenbire odanýn içine keskin bir elyotrop kokusu yayýldý. Kolonya bulamamýþlar onu kullan
rdý. Elyotrop... Küçüðümün elinden hemen hemen zorla çekip aldýðým bu þiþe... Bana verdiði
bil ondan, sevdiði ehemmiyetsiz bir kokuyu kýskanacak kadar mý kalpsizlik etmiþtim?
- Þiþeyi yataða boþaltýnýz, doktor bey, küçüðüm bu koku içinde daha mesut ölecek, dedim.
Hayrullah Bey, saçlarýmý okþuyor:
- Haydi Feride, haydi evladým, artýk dýþarý çýkalým, diyordu.
Munise'yi son defa öpmek istiyordum. Cesaret edemedim, yalnýz çýplak kolunu tuttum. Küçüðüm
a ellerimi tutar, avuçlarýmý çevirerek içlerinden öperdi. Bende onun gibi yaptým. Bu zavall
uþuk avuçlarýnýn içinden küçük küçük buselerle öptüm, abasýna ettiði bütün iyilikleri için
Bu dakikadan sonra Munise'yi bir daha göremedim. Beni yataðýmýn üstüne uzattýlar ve yalnýz
r.
Bir yandan titriyor, bir yandan ter döküyordum. Evin içine yayýlan keskin elyotrop kokus
u bir dalga gibi içime gömülüyor, göðsümü týkýyordu. Bana öyle geldiki bu koku, bu ikindi a
sesi, senelerce devam etti. Sonra yavaþ yavaþ ortalýk karardý. Gözlerimin önünde Munise'nin
ar fýrtýnasýnda kaybolduðu o karanlýk gecenin hayali titriyordu.
364
Reþat Nuri Güntekin
Küçüðümün kapýya vurduðunu, fýrtýnanýn içinde ince sesiyle inlediðini duyuyordum.
Gecenin bilmem hangi saatindeydi. Kuvvetli bir ýþýk gözlerimi yaktý; saçlarýma, alnýma bir
kunduðunu hissettim, gözlerimi açtým, ihtiyar doktor, elinde bir þamdanla yüzüme eðiliyor,
i gözlerinde, beyaz kirpiklerinde yaþlar titriyordu. Rüya içinde gibi:
- Saat kaç? Bitti, deðil mi?
Dediðimi hatýrlýyorum, sonra yine yavaþ yavaþ o Zeyniler gecesinin karanlýðýna daldým.
*
Gözlerimi, tekrar açtýðým vakit, bulunduðum yeri tanýyamadým; baþka oda, baþka pencereler..
erime dayanarak kalkmaya çalýþtým, baþým benim deðilmiþ gibi, tekrar yastýðýn üstüne düþtü.
Yine doktorun mavi gözlerini gördüm.
- Fende, beni tanýdýn mý?
- Niçin tanýmayayým Doktor Bey? dedim.
- Çok þükür, çok þükür. Cümlemize geçmiþ olsun.
- Bir þey mi oldu, doktor?
- Sen yaþta bir çocuk için ehemmiyetsiz, biraz uyudun kýzým, biraz uyudun, ehemmiyet veril
ecek birþey deðil...
- Ne kadar uyudum?
- Epeyce zaman, ziyaný yok... On yedi gün kadar...
On yedi gün uyku1 Ne tuhaf!.. Aydýnlýk, beni rahatsýz ettiði için tekrar gözlerimi kapadým,
n yedi günlük uykuya; baþkasýnýn göðsünden geliyor, dudaklarýndan çýkýyor gibi bir tuhaf se
halarla güldüm; sonra tekrar uyudum.
*
Büyükçe bir beyin hummasý geçirmiþim. Doktor Hayrul-lah Bey, beni kendi evine nakletmiþ, on
di gün baþucumdan
ÇALIKUÞU 365
ayrýlmamýþ. Bu, benim hayatta ilk büyük hastalýðýmdý. Nekahet zamaným kýrk günden ziyade sü
den kalkamadým. Hastalýktan sonra saçlarým demet demet inmeye baþlamýþtý. Bir gün, makas is
onlarý ensemin hizasýndan kestim.
Nekahet ne tatlý þey. Ýnsan, yeniden dünyaya gelmiþ gibi oluyor; en ehemmiyetsiz yerlere -
renkli oyuncaklara bakan küçük çocuk gibi- sevinçle, saadetle bakýyor. Cama kanatlarýný çar
kelebek, aynanýn kenarýnda renkli akisler uyandýran bir güneþ aydýnlýðý, uzak bir sürünün
eri, kalbimi lezzetli titremelerle çýrpýndýrýyordu.
Hastalýk, son üç senemin bütün zehirlerini alýp götürmüþtü. Hatýralarým bile baþkasýna ait
. Onlar, artýk bende ne bir keder, ne bir heyecan uyandýrýyordu. Zaman zaman hayretle
kendime soruyordum:
- Sakýn bunlar bir uzun rüyanýn hatýralarý olmasýn! Yahut onlarý bir eski romandan okumuþ o
yým? Evet, vakalarý rüyada, çehreleri, boyalarý solmuþ, çerçeveleri tozlanmýþ eski fotoðraf
yim.
Doktor Hayrullah Bey, bu nekahet zamanýnda bana arkadaþlýk etti. Bir gün yalnýz býrakmadý.
ikâyeler söylüyor, kâh romanlar okuyarak beni eðlendirmeye, güldürmeye çalýþýyordu. O biçar
u.
- Hele þöyle bir adamakýllý ayaða kalk... Alimallah hasta bile olmasam, keyif için patiska
ntari diktirip üç ay yatakta yatacaðým. Sana bin türlü naz edeceðim, diyor.
Ara sýra benim, uykuya benzeyen dalgýnlýklarým oluyor, incelmiþ gözkapaklarýmýn arasýndan p
n sýzarak bir zaman o halde kalýyordum
O vakit, Hayrullah Bey, karþýmdaki koltukta kitap okuyor yahut uyukluyordu. Bu dalgýnlýk
saatlerinde ruhumun vücudumdan ayrýldýðýný, ýþýk gibi ses gibi boþluklarda dolaþtýðýný his
366
Reþat Nuri Güntekýn
Nerelere, hangi memleketlere gidiyordum, bilmiyorum. Yalnýz birdenbire uçurumlara düþmek
hissi içinde, içim ýlýnarak silkinip uyandýkça öyle hissediyorum ki, uzak, pek uzak bir ye
rden dönüyorum. Kulaklarýmda ýþýk süratiyle aþýlmýþ mesafelerin rüzgârlarý hýþýldýyor, gözl
larýnda görülmüþ dumanlý memleketlerin daðýnýk, sönük hatýralarý titriyordu.
Evvelki gün Hayrullah Bey'e dedim ki:
- Doktorcuðum, artýk büsbütün iyileþtim. Onu ziyaret edebiliriz.
Evvela razý olmadý, daha hiç olmazsa on beþ gün, bir hafta sabretmemi söyledi.
Fakat hastalarýn inatçýlýðýna, titizliðine tahammül etmek mümkün olmuyor. Ýhtiyar arkadaþým
m. Bahçeden iki kucak çiçek, deniz kenarýndan birçok renkli taþ -küçüðüm bunlarý çiçeklerde
topladýk.
Munise, Akdeniz'e karþý bir tepeciðin üstünde, kendi gibi incecik bir küçük servinin altýnd
. Saatlerce yanýnda oturduk. Hastalýðýmdan beri ilk defa olmak üzere doktorla onu konuþtuk.
Küçüðümün nasýl öldüðünü, nasýl gömüldüðünü bilmek istiyordum. Bütün ýsrarlarýma raðmen Hay
nýz bir þey öðrenebildim: Gömüldükten sonra imam, Munise'nin annesinin ismini sormuþ, bunu,
i kimse bilmiyor doktor benim, bu küçük kýz için hemen hemen bir anne olduðumu hatýrlamýþ,
vermiþ. Yavrumu "Munise bin Feride" diye topraða teslim etmþiler...
ÇALIKUÞU 367
Kuþadasý, l Eylül
Doktor Hayrullah Bey bu sabah bana:
- Küçük, dedi. Beni yine bir köyden istemiþler. Düldül sana emanet, sakýn hayvanýn pansuman
aþý" ayýsýna býrakma. Kendi bacaðý gibi Düldül'ün bacaðýný da kestirmeye mi azmetti, hain n
k iyi olmuyor, pansumaný biliyorsun. Yarayý tekrar baðladýktan sonra Düldül'ü sekiz, on dak
bahçenin içinde dolaþtýr, hatta mümkünse bir parça, ama çok deðil, koþtur anladýn mý? ikin
fýrýncý Hur-þit Aða bugün fýrýn kirasýný getirecek, yirmi sekiz lira mý ne, benim tarafýnd
Ayrýca, neydi o söyleyeceðim? Kafa kalmadý ki... Ha, evet, benim kütüphanemi aþaðýya naklet
niz tarafýndaki odayý sana vereceðim. Orasý daha güzel, hem kýþýn lodosa karþýdýr, üþümezsi
Ne vakitten beri söylemek istediðim sözün sýrasý gelmiþti. Dedim ki:
- Doktor Bey, Düldül'ü merak etmeyin, kirayý da alýrým. Fakat, ötekine ihtiyaç var mý? Artý
rliðim kâfi derecede uzadý, müsaade ederseniz ben gideceðim.
Doktor, ellerini kalçalarýna dayadý, benim taklidimi yapmak için sesini incelterek hidde
tle:
- Misafirliðim kâfi derece uzadý. Müsaade ederseniz ben gideceðim, dedi. Sonra daha sert b
ir tavýrla yumruðunu sallayarak:
- Ne dedin? Gidecek misin? Yediði naneye bak. Aðzýný kulaklarýna kadar yýrtarým da asýl o v
kýyamete kadar gülersin.
- Fakat, Doktor Bey, dedim, misafirlik fazla uzuyor. Yine elini beline dayýyarak:
- Peki, küçükhaným hazretleri, gitmek istiyorsunuz, âlâ fakat Quo Vadis?...
Gülümseyerek cevap verdim:
368
Reþat Nuri Güntekin

- Doktor bey, nereye gideceðimi ben de kendi kendime soruyorum. Fakat þu var, gitmek
elzem. Ýlanihaye yanýnýzda kalamam. Bu, tabii... En düþkün bir zamanýmda bana yardým ettin
unu unutmayacaðým, fakat...
Hayrullah Bey, çenemin altýndan tuttu:
- Küçük kýz, gevezeliðe lüzum yok, biz, seninle "iki ahbap çavuþ" olduk. Haydi, münasebetsi
. Ben, hâlâ ýsrar ediyordum:
- Doktor Bey, kalmak benim canýma minnet, emin olunuz, yanýnýzda çok mesut oluyorum, fak
at niceden Beri size yük olacaðým? Gerçi çok insaniyetlisiniz, fedakârsýnýz...
Doktor, kýsa saçlarýmý birbirine karýþýrarak eðlenmeye devam ediyor, yine benim söyleyiþimi
tmek için yanaðýný çukurlaþtýrarak, dudaklarýný sivriltip, sesini incelterek:
- insaniyet, fedakârlýk... Trajedi mi oynuyoruz be deli çocuk? diyordu. Anlatamadýk gitt
i, insaniyet, fedakârlýk bana výz gelir, küçük kýz. Ben keyfim için yaþadým, keyfim için sa
ttim. Senden hoþlanmayayým da bak, suratýna bakar mýydým? Kendimi tepesi üstü minderden att
yine fedakârlýk ettiðime inanma. "Bu hodkâm ihtiyar, kim bilir, ne zevk buldu?" de. Mol
iere'in bir kahramaný vardýr, pek zevkime gider. Herife dayak atarken öteki beriki kur
tarmaya gelir, herif, hepsini kovar. "Haydi efendim iþinize. Allah allah! Belki be
n, dayak yemekten hoþlanýyorum!" der. Haydi küçük, zevzekliði býrak, geldiðim vakit odalar
lmazsa vay haline alimallah hani, bir iri genç bekçi var, herifi çaðýrýr zorla seni nikâh e
im. Cezayý görürsün ha?..
Hayrullah Bey'in, ara sýra yaptýðý gibi, yine münasebetsiz þakalar edeceðini, beni utandýrý
rdum, hemen yanýndan kaçtým.
ÇALIKUÞU 369
Hayrullah Bey, benim için hem iyi bir baba, hem iyi bir arkadaþ oldu... Evinde, kend
imi yabancý bulmuyorum, benim gibi kalbi ve hayatý kýrýlmýþ bir kýzýn ne kadar mesut olmasý
kadar mesut oluyorum. Kendime bin türlü þey icat ediyorum, ihtiyar sütnineye yardým, evi
düzeltmek, bahçeye yemeklere hatta doktorun hesaplarýna bakmak, daha böyle bin türlü iþ.
Buradan ayrýlýktan sonra ne yapacaðým? Ben, artýk alil sayýlýrým. Sýhhatim yavaþ yavaþ düze
nafile, öyle hissediyorum ki, içimde müebbeden kýrýlmýþ bir þey var. Eski sýhhatimi, bana h
oþ gösteren eski neþemi artýk bulamayacaðým. Gülerken aðlýyorum, aðlarken gülüyorum, dakika
muyor. Mesela, geçen akþam pek neþeliydim. Yataðýmda gözlerimi kaparken adeta kendimi mesut
hissediyordum. Sabaha doðru karanlýðýn içinde hiç sebepsiz aðlaya aðlaya uyandým. Neyim var
ordum? Bunu kendim de bilmiyordum. Öyle sanýyorum ki gece, bu kocaman dünyanýn bütün evleri
i birer birer birer dolaþarak ne kadar keder, ümitsizlik varsa hepsini toplamýþ, getirip
benim göðsüme doldurmuþ. Bu sebepsiz, isimsiz dilsiz yeis içinde: "Anneciðim, anneciðim!"
e titreye titreye hýçkýrýyor, daha kuvvetle feryat etmemek için parmaklarýmla aðzýmý kapýyo
denbire yanýmdaki odadan Hayrullah Bey'in sesi geldi:
- Feride, sen misin? Ne oldun kýzým?
ihtiyar doktor, elinde mumla odama koþtu, ne olduðumu, niçin aðladýðýmý bile söyletmeye lüz
ehemmiyetsiz, belki manâsýz þefkat kelimeleriyle beni teskin etti:
- Bir þey deðil, kýzým, bir þey deðil, ehemmiyetsiz bir sinir nöbeti, geçer yavrum. Vah, ço
h.
Ben, gözlerimde bir türlü durmayan yaþlar, týkanan kuþ yavrularý gibi açýk aðzýmda boðuk hý
ihtiyar arkadaþým, pencereye döndü, karanlýkta ta uzaklara yumruðunu saklayarak:
Çalýkuþu - F 24
370
Reþat Nuri Güntekin

- Allah belaný versin, aslan gibi çocuðu berbat ettin, dedi. Yalnýz kaldýktan sonra da böyl
hastalýk ve ümitsizlik saatlerim olursa ben ne yapacaðým? Adam sende... Þimdiden bunu niçi
düþünmeli? Herhalde daha en az bir ay, belki daha ziyade, doktor beni býrakmayacak...
Alacakaya Çiftliði, 10 Eylül
Bir haftadan beri Alacakaya'da, sözüm ona bir çiftliðim var, hayli zamandan beri gidip y
oklamadým, iþçileri boþ býrakmaya gelmez. Seni on beþ gün oraya götüreyim. Sana da iyi bir
hava olur; gözün gönlün açýlýr. Bak, yakýnda mektep açýlýyor. Bütün yýl kapalý kalacaksýn.
- Doktor Bey, açýklýk yerleri çok severim, fakat mektep açýlmak üzere. Bilmem ki, nasýl olu
ye cevap verdim. O, hiddetle omuzlarýný silkti:
- A babam, ben sana gider misin? diye sormadým ki mülahazat söylüyorsun; götüreceðim, dedim
en ne karýþýrsýn? Bu, doktorca bir iþ... Olmazsa rapor yazar, zorla götürürüm. Haydi, haydi
aç parça çamaþýr, kütüphaneden benim "Ro-usseau"larýmý al.
Hayrullah Bey, beni artýk bir mektep çocuðu gibi idare ediyor. Hastalýðýmdan sonra, zayýfla
irademle ona karþý koymak mümkün deðil, hem de daha tuhafý, bundan þikâyet de etmiyorum, b
at, adeta hoþuma gidiyor.
Doktorun çiftliði bakýmsýz kalmýþ. Fakat, ne güzel bir yer. Kýþýn bile buralarý, bir bahara
ele, bir kayalýk var ki, seyretmekle doyulur þey deðil. Bu kayalar, güneþin sabah, öðle, ak
eþi olmasýna, havanýn açýk, yahut kapalý bulunmasýna göre renk deðiþtiriyor, lal kýrmýzýsý,
yahut siyah görünüyor. Onun için buraya: "Alacakayalar" demiþler.
ÇALIKUÞU 371
Çiftlik beni umduðumdan ziyade meþgul etti. Çiftçilerle beraber süt saðýyorum. Artýk, benim
imi bir ahbabým olmaya baþlayan Düldül'e binerek civar koruluklarda geziyorum. Hasýlý, düþü
tý.
Mamafih, gönlüm pek rahat deðil, birkaç güne kadar mektep açýlacak, iþimin baþýnda bulunmam
lip süpürt-mem lazým. Hayrullah Bey'e söz anlatmak kabil deðil ki...
Doktor, geceleri bana roman okutuyor.
- Bu ipsiz sapsýz lakýrdýlara tahammül edilmez ama, senin aðzýndan bayaðý hoþ oluyor, diyor
Dün gece, yine ona kitap okuyordum. Kitapta bazý açýk sözler var. Onlar geldikçe utanýyor,
lerine süratle baþka kelimeler koymaya, yahut cümleleri atlamaya çalýþýyordum. Hayrullah Be
benim telaþýmý fark ediyor, gür kahkahalarla tavanlarý sarsýyordu.
Birdenbire karanlýkta köpekler havlamaya baþladý. Pencereyi açtýk. Çiftliðin kapýsýndan bir
ordu. Hayrullah Bey:
- Kim o? diye seslendi. Onbaþýnýn sesi:
- Benim, yabancý deðil, diye cevap verdi. Onbaþýnýn bu saatte Kuþadasý'ndan buraya gelmesi
bir vakaydý. Doktor:
- Hayýrdýr inþallah! Ben, aþaðý inip anlayayým bakalým. Gecikirsem sen yat küçük, dedi.
Hayrullah Bey, bir saate yakýn bir zaman Onbaþýnýn yanýnda kaldý. Yukarý çýktýðý vakit, yüz
- Onbaþý niçin gelmiþ Doktor Bey? dedim. Sert bir sesle adeta baðýrdý:
- Sana git yat, dedim yahu, sana ne? Olur rezalet deðil bu kýz çocuklarýnýn maskaralýðý be!
ait bir iþ.
Artýk, onun tabiatýný öðrenmiþtim. Böyle zamanlarda üzerine varmaya gelmiyordu. Çaresiz, þa
k odama gittim.
Bu sabah, uyandýðým vakit Hayrullah Bey'in erkenden
372
Reþat Nuri Güntekin

mühim bir iþ için gittiðini, mamafih, dönmezse merak etmememi söylediðini haber verdiler.
Herhalde bu zarf bana ait olacak... Bu kâðýt parçasý beni derin derin düþündürüyor. Acaba b
e onbaþý mý getirdi? Öyleyse niçin Hayrullah Bey, benden sakladý? Buna imkân yok; mutlaka b
arf, kitaplar arasýnda Kuþadasý'ndan gelmiþ olacak.
Kuþadasý, 25 Eylül
Hayata paçavra diyen meðer ne doðru söylüyormuþ!
*
Son vakayý defterimin son sayfasýna olduðu gibi kaydediyorum. Kendimden ne bir isyan,
ne de bir damla gözyaþý ilave etmek istemiyorum.
Hayrullah Bey, beni, iki gün çiftlikte bekletti. Üçüncü gece merakým o dereceyi buldu ki, n
lursa olsun, sabahleyin bir araba hazýrlatacak, kendi kendime kasabaya inecektim.
Fakat ertesi sabah, uyandýðým vakit onu gelmiþ buldum.
O kayýtsýz, kaygýsýz Hayrullah Bey'i, hiç bu kadar periþan ve yorgun gördüðümü hatýrlamýyor
gibi saçlarýma dudaklarýný kondurdu. Sonra dikkatli dikkatli yüzüme bakarak:
- Hay Allah belalarýný veresiceler, tuu! dedi.
Baþýmda yeni bir tehlikenin dolaþtýðýný anlýyor, fakat bir þey sormaya cesaret edemiyordum.
Hayrullah Bey, elleri ceplerinde düþüne düþüne epeyce dolaþtý. Sonra, ellerini omuzlarýma k
- Küçük, sen bir þeyler biliyorsun, dedi.
- Hayýr, Doktor Bey.
ÇALIKUÞU 373
- Biliyorsun, böyle olmasa iþlerdeki tuhaflýk nazarý dikkatini celp edecekti. Mutlaka bi
r þeyler soracaktýn. Gayet aðýr, ciddi bir teessürle:
- Hayýr, Doktor Bey, dedim. Hiçbir þey bilmiyorum, yalnýz telaþ ve ýstýrap içinde olduðunuz
, bir kederiniz var. Benim hem hamim, hatta hemen hemen babam olduðunuz için sizin k
ederiniz benim demektir. Neyiniz var?
- Feride, kýzým, kendini kâfi derecede kuvvetli hissediyor musun?
Merakým, korkumdan daha üstündü. Sakin görünmeye çalýþarak:
- Ben gayretli bir kýzým, bunun birkaç misalini gördünüz, söyleyiniz Doktor Bey, dedim.
- Feride, þu kalemi eline al, söyleyeceðim þeyleri yaz, haydi kýzým ihtiyar dostuna itimat
t!
Hayrullah Bey, dura dura, düþüne düþüne bana þu satýrlarý yazdýrdý:
"Kuþadasý Maarif Encümeni Riyaset Âlisine,
Hizmet-i maarifte devamýma ahval-i sýhhiyem müsait olmadýðýndan, Kuþadasý Inas Rüþtiyesi Mü
irham ederim efendim."
- Þimdi kýzým, düþünmeden, bir þey sormadan imzaný at, o kâðýdý bana ver. Ellerin titriyor,
akmaya cesaret edemiyorsun. Daha iyi kýzým, daha iyi. Çünkü sen, o temiz gözlerinle bana ba
arken ben þaþýracaðým. Fevkalâde bir þeyler geçtiðini anladýn, deðil mi? Dinle beni Feride.
, teessür gösterirsen sözünü kesmek mecburiyetinde kalacaðým. Halbuki her þeyi bilmen lâzým
hayata karýþtýðýn üç sene içinde insanýn ne mal olduðunu anladýn sanýyorsun deðil mi? Nafi
yakýn hayatýmda ben bile anlayamamýþým. Ben ki, dünyada þenaatin, rezaletin bin türlüsüne t
m; ben bu kadarýný hâlâ ihtiyar kafama sýðdýramýyorum. Biz seninle dünyanýn en temiz, en iy
tuyuz deðil
374
Reþat Nuri Güntekin

mi? Aylarca senin hasta vücudunu kendi çocuðum gibi kollarýmda tuttum, bize ne demiþler,ne
diyorlar, biliyor musun Feride? Mümkün deðil, tasavvur edemezsin. Ben senin âþýðýnmý-þým,
kapama, bilâkis baþýný dik tut. O hareketi yüz karasý olanlar yapar, bilâkis, gözlerime ba
miz var birbirimizden çekinecek? Dinle beni Feride, dinle, sonuna kadar söyleyeyim.
Bu melun iftira, evvela mektepten çýkmýþ. Arkadaþlarýn ötede beride aleyhimizde olmayacak þ
söylemeye baþlamýþlar. Sebep malum: Kendileri dururken senin müdi-re oluþun. Ben, altý ay
el sana haber vermeden küçük bir hizmette bulunmak için bir mektup yazmýþtým. Bu terfiin be
elimde olmasý þüpheleri artýrmýþ.
Bu fesat yangýný aylardan beri için için yanýyormuþ. iþ Maarif Encümeni'nin, kaymakamýn kul
uzun uzadýya tahriratlar yazýlmýþ, tahkikat yapýlmýþ. Vilayet Maarif Müdürlü-ðü'nce tercüm
ik etmiþler, birçok karanlýk noktalar varmýþ. Mesela istanbul'dan B.'ye geliþin, sonra merk
z mektebinden istifa ederek ücra bir köye geliþin, þüpheli bir firara benziyormuþ. Birkaç a
onra meçhul bir yerden yardým olmuþ. Maarif hayatýnda misli görülmemiþ bir süratle terakki
köy muallimliðinden Darülmuallimat muallimliðine yükselmiþsin. Sonra yine sebepsiz bir isti
a. Bu defa, baþka bir memlekete gidiyorsun, fakat orada da tutunamýyorsun. Ç. Maarif E
ncümeni'nden bir cevap gelmiþ. Okurken içim, zehir kesildi, Feride. Güya sen orada... Yo
k, yok söylemeyeceðim. Terbiyeli, yüksek, ilim irfan adamlarýnýn kaleminden, aðzýndan çýkan
benim o patavasýz asker aðzým da söylemeye cesaret edemeyecek. Ben ki bilirsin, aðzýma ne
elirse söylerim, en iðrenç kelimeyi bile dudaðýmda hapsedemem. Hasýlý Feridecik, yaralý gey
i av köpekleri nasýl sararsa, senin etrafýný da öylece sardýlar. En masum hareketin, aleyhi
e bir delil olarak tefsir edilmiþ; mazbatalara, tahkikat evrakýna geçmiþ. Ara sýra hasta t
alebelerini tedavi için beni mektebe davet etmen, küçü-
ÇALIKUÞU 375
ðümüz ölürken takatsiz baþýný bir lahza omzuma dayaman, sonra sen hasta yatarken yataðýnýn
m saatler birer cinayetmiþ! Yüzsüzlüðü o derece ileri vardýrmýþýz ki, bir memleketin örf ve
iffetiyle alay etmiþiz. Etrafýmýzdaki insanlarý hiçe saymýþýz. Herkese seni hasta diye ilan
ken tarlalarda, kol kola düvene binmiþiz. Vazifenle meþgul olacaðýn yerde, bahçemde at koþt
uþsun, bunlar da kâfi gelmemiþ þehir haricinde çiftliklere çekilmiþiz.
Feridecik, sana bunlarý bütün çiðliðiyle söylüyorum. Mýzmýz tesellilerle seni bir zaman dah
lirdim. Ümitlerini yavaþ yavaþ, birer birer kýrabilirdim. Fakat böyle yapmadým. Niçin biliy
musun? Mesleðim, yaþým bana bir kanaat verdi. Bir zehri insan, bir kerede yutmalý, ya ölür
a kurtulur.
Zehri þurupla, daha bilmem ne haltla karýþýrýp yudum yudum içmek pis þey, iðrenç þey. Felâk
vermek testere ile adam kesmeye benzer.
Evet Feride, hayatýn en aðýr sillesini yedin. Yalnýz olaydýn bu darbe seni öldürebilirdi. Ö
a, bu kadar insan, kuþ kadar çocuðun üstüne çullanýrsa ne olur? Dua et ki tesadüf karþýna ç
yar çýkardý. Benim ömrümün saati alaturka on biri çalmak üzere. Fakat, ne ziyaný var? Sana
e bulunmak için bu kadarcýk bir zaman da kâfidir. Buna muvaffak olursam, bir yýðýn manasýz
uat içinde ziyan olmuþ günlerime acýmayacaðým. Korkma Feride, bu da geçer. Sen gençsin, dah
günler görmekten ümidini kesme. Ýstifaný kendim götürecektim, vazgeçtim. Seni bu halde býr
cesaret edemeyeceðim. Çocuk kýsmýnýn türlü densizliði, denliliði olur. Haydi Feride, haydi
açýk havaya çýkalým, koyunlarla, ineklerle uðraþalým. Bu hayvanlar, gördükleri iyiliðe kar
a nimetþinastýrlar.
ihtiyar doktor, istifanamemi zarfa koyarak onbaþýya verdi.
Bu kâðýt parçasýna sadece ömrümün bir parçasýný deðil,
376
Reþat Nuri Güntekin

gönlümün son bir tesellisini daha gömüyordum. Ne hazin, Ya-rabbi, ne hazin!


Hangi ümide sarýlsam elimde kalýyor, neyi seversem ölüyor. Ýþte üç sene evvel bir sonbahar
eraber ölen genç kýzlýk rüyalarým, kendi küçüklerim, sonra Munise, onun arkasýndan belki ka
uturlar diye ümit ettiðim talebelerim. Yavrularýný tehlikede gören bir ana kuþ hýr-çmhðýyla
titrediðim bu þeyler, sonbahar yapraklarý gibi birer birer sararýyor, dökülüyor. Daha yirmi
girmedim; yüzümden, vücudumdan çocukluðun izleri silinmedi; halbuki gönlüm, baþtan baþa büt
rimin ölüleriyle dolu.
Hayrullah Bey, beni üç gün yalnýz býrakmadý. Bu kadar felaket karþýsýnda gösterdiðim sükûn
amýyor, geceleri ben yattýktan sonra odamýn kapýsýna gelerek:
- Feride, bir þeye ihtiyacýn var mý? Uykun yoksa geleyim, diyordu.
Üçüncü gecenin sabahýydý. Bir mayýs günü gibi taze, ýlýk bir sabah vakti erkenden kalktým.
'e elimle süt saðdým, kahvaltý hazýrladým.
Elimde tepsi, sakin çehremde hemen hemen neþeli bir tebessümle odasýna girdiðim zaman, dok
tor pek memnun oldu:
- Aferin Feride! Çok memnun oldum. Nene lâzým, dünyanýn gamýný çekecek sen mi kaldýn? dedi
Penceresini açtým, daðýnýk birkaç eþyasýný düzelttim. Çiftliðe ait þeylerden, koyunlardan b
iyen söylüyor, gülüyor, hatta eskiden mektepte yaptýðým gibi aýa sýra ýslýk çalýyordum.
Hayrullah Bey o kadar seviniyordu ki, tarif edilemez. Onun memnun olduðunu gördükçe daha
neþeleniyordum.
ÇALIKUÞU 377
Nihayet, vaktin geldiðine hükmettim. Doktorun koltuðunu pencerenin yanma çektim, dizleri
ne bir örtü örttüm. Sonra, pervazýn kenarýna çýkýp oturarak:
- Sizinle konuþacak þeylerim var, Doktor Bey, dedim. Hayrullah Bey, eliyle gözlerini k
apayarak:
- SöyleP.fakat aþaðý in. Maazallah yuvarlanýrsýn...
- Siz merak etmeyin, benim çocukluðum aðaç dallarý üstünde geçti. Þimdi, size memnun olacað
rdan bahsedeceðim. Görüyorsunuz ya, ne kadar sakinim .. Ben, dün akþam mühim bir karar verd
m.
- Neye?
- Yaþamaya.
- Bu ne demek?
- Gayet sade, kendimi öldürmemeye. Çünkü birkaç gün, olgun bir ciddiyetle bunu düþünmüþtüm.
Bu sözleri þaka eden bir çocuk hafifliðiyle, gülerek söylüyordum, ihtiyar doktor, heyecanla
rinden fýrladý:
- Ne söylüyorsun, yumurcak? Bu ne? Eðer þimdi senin yerinde olsaydým, hayretten aþaðý düþer
olurdum. Fakat sen aþaðý in Allah aþkýna, ne olur, ne olmaz!
Ben gülerek:
- Yaþamaya karar verdiðimi söyledikten sonra artýk aþaðý düþmemden korkmak manasýz deðil mi
y? Bu kararý niçin verdim? Bunu size söyleyeyim. Birçok sebep var. Evvela cesaret edemey
eceðim. Siz, benim ara sýra ölümden bahsetmeme bakmayýnýz. Ne olursa olsun, ben ölmekten ço
karým. Bundan baþka çarem kalmadýðý halde yine cesaret edemiyorum, Doktor Bey.
Bu sözü, ellerimi uzatarak, boynumu bükerek, sakin, saf bir tavýrla söylemiþtim.
Hayrullah Bey heyecanla bileklerimi tuttu, beni zorla pencerenin kenarýndan indird
i. Hemen hemen hýrpalayarak alçak bir iskemleye oturttu:
378
Reþat Nuri Güntekin

- Ne anlaþýlmaz bir mahluksun sen, Feride! Bakýyorsun parmak kadar hiçten bir oyuncak ol
uyorsun. Bakýyorsun öyle derinliklerin, tuhaflýklarýn, sonra öyle inanýlmaz bir metanetin v
r ki... Peki Feride, söyle, dinliyorum.
- Yegâne arkadaþým, hamim, babam sizsiniz, yaþamaya devam edeyim. Güzel. Ölmeye cesaretim o
madýðýný anladýktan sonra, ben de bundan baþka bir þey istemiyorum. Fakat nasýl? Bana bir y
gösteriniz. Bir kolayýný bulabilirseniz ne âlâ!
Hayruüah Bey, kaþlarým çatarak düþünüyordu.
- Feride, dedi. Bunlarý ben de düþündüm. Konuþmak için biraz daha beklemek istiyordum. Faka
mademki bu kadar kendine hâkim olabiliyorsun. Peki kýzým, konuþalým. Bir kere, muallime ol
maktan katiyen ümidini kesmemelisin. Vaka hakkýnda sana bugün biraz tafsilât verebilirim
:
On gün evvel vilayetten bir müfettiþ geldi. Fok balýðý gibi azýdiþleri dýþarý fýrlamýþ, lan
u müfettiþin riyaseti altýnda bir tahkikat komisyonu teþkil ettiler. Azlini teblið etmeden
seni sorguya çekmek istiyorlardý. O gece "Onba-þý"nýn getirdiði kâðýt bir nevi celpname id
de, sen böyle bir heyetin karþýsýna nasýl çýkardýn? Yabancýlarýn aðzýndan iþiteceðin o iðre
p verebilirdin? Bunu haber alýnca aklým baþýmdan gitti. O, encümen odasýný gözümün önüne ge
siyah çarþafýnla, zavallý, sararmýþ çocuk çehrenle, bükük boynunla o fok balýðýnýn yýrtýcý
pýnýn kurallarýyla seni parçalamaya azmeden bu adam "kurt ile kuzu" masalýndaki canavar gi
bi sudan sebepler arýyor, o oudala olduðu kadar iðrenç iftiralarý tekrar ediyor. Seni, bun
ak bir askerin az buçuk çið kelimeleri karþýsýnda bile renkten renge giren masum yüzün, ürk
nle o fok balýðýnýn karþýsýnda yalnýz býrakmak!
Hayrullah Bey, halim mavi gözleminde hiç görmediðim korkunç parýltý, çenesinde lakýrdýlarýn
i birbirine çar ptýran bir titreme ile yumruðunu sallayarak:
ÇALIKUÞU 379
- Güzel aðzýmý öyle bir açtým, o fok balýðýný öyle bir kalayladým ki Feride... O anda kurþu
damla kaný çýkmayacaktý.
Ýki gün evvel, benim aleyhimde mahkemeye müracaat ettiðini haber aldým. Müfettiþlere yaptýk
temizliðini bir kere de mahkeme huzurunda tekrar için o günü sabýrsýzlýkla bekliyorum.
ihtiyar doktor gözlerindeki o vahþi parýltý, þakaklarmdaki korkunç kýrmýzýlýk sönünceye kad
ra yine eski halim sesi, bön, saf tavrýyla devam etti:
- Bu arada ne olduysa sana oldu. Arada sen, ateþe yandýn. Hemen zorla sana istifaný ya
zdýrdým diye ileride benim için fena düþünmeni istemem. Alakaný katiyen kesmen lâzýmdý. All
ri, bu dudaðý gülmek ve etrafýndakilere saadet vermek için yarattý. Fok balýklarýnýn karþýs
resin diye deðil... Feride, sana bir þey daha söyleyeceðim. Þimdi sana karþý mesuliyetim ik
at oldu. Çünkü baþýna bu felaketin gelmesine ben sebep oldum. Onun için lâzým ki, bunu yine
tamir edeyim. Dediðim gibi, meslekten artýk bir þey ümit edemezsin. Bugün bir çaresini buls
k bile, yarýn baþka bir bahane ile seni vuracaklar, fazla olarak o vakit belki ben d
e bulunamayacaðým. Haydi, beraber düþünmeye devam edelim. Ýstanbul'a, ailenin yanýna dönmey
var mý?
Baþýmý önüme eðdim:
- Hayýr, Doktor Bey, onlar benim için büsbütün bitti.
- Baþka bir çare: iyi bir gençle evlenmen mümkün deðil mi?
- Hayýr, Doktor Bey. Ben ihtiyar bir kýz olarak ölmeye azmettim.
- Evlenirsen bahtiyar olacaðýna benim de o kadar kanaatim yok, Feride. O melun, kalb
ine öyle yer etmiþ ki, söküp atmak mümkün deðil.
- Doktor Bey, ayaklarýnýzý öpeyim, her þeyden bahsedin, fakat bu mesele...
380
Reþat Nuri Güntekin

- Peki küçük, peki.


- Teþekkür ederim, Doktor Bey.
Hayrullah Bey, beyaz býyýklarýný diþleriyle çiðneyerek düþünüyordu:
- Peki, öyleyse ne yapacaðýz? Zaruret falan çekmenden korkum yok. Çünkü benim az buçuk serv
ikimize de yeter, paramý ne yapacaðým diye düþünüyordum. Senin saadetinden-iyi neye sarf ed
lirim?
Vereceðim cevabýn onu kýzdýracaðýný biliyordum, fakat bu zaruriydi. Korka korka dizlerimi k
k:
- Fakat Doktor Bey, ben hangi sýfatla sizden böyle bir para yardýmý kabul edebilirim? Na
sýl bir insan mevkiine inerim?
Hayrullah Bey kýzmadý, fakat gayet mahzun bir þikâyetle yüzüme baktý:
- Ayýp Feride, ayýp. Bu kadar birbirimizle anlaþtýktan sonra ortaya böyle söz atman ayýp. F
t ne yapalým ki, sen bütün serbest, hiçbir þeye ehemmiyet vermiyor gibi görünen tavýrlarýna
ade ruhlu, mahdut, mazlum bir ev kýzýsýn: "Kýnalý kuzu" dedikleri cinsten bir kýzcaðýz... B
mamalýydý, fakat olmuþ. Þimdi benim muhakememi takip et Feride. Senin gibi, bir ihtiyar,
samimi arkadaþýndan küçük bir yardým bile kabul edemeyecek kadar maðrur bir kýz bahusus bu
bu dedikodulardan sonra tek baþýna nasýl yaþar? Seni tekrar evlendirmeyi düþündüðüm bunun
de. Kimseden yardým kabul etmek istemezsen, çalýþmak istersen buna imkân yok. Beraber yaþay
lým, benden ayrýlma desem buna razý olmazsýn, deðil mi? Cevap vermeye cesaret edemiyorsun.
Fakat, baþýný eðiyorsun; doðrusunu istersen, bunu ben de emin bir çare telâkki etmiyorum.
bu saatte her þeyi açýk açýk konuþmamalý? Mahalle namýna kaymakama bir heyet gitmiþ. Benim
ailemden, akrabamdan olmayan bir genç kýzla yaþamamýn örfe ve þeriata aykýrý göründüðünü s
senin baþka bir memlekete gönderilmeni istemiþ. Herke-
ÇALIKUÞU 381
sin kabahatini açýk açýk yüzüne söyleyen bir "kör kadý" olduðum için beni zaten kimse sevme
e ile niçin bana da bir darbe indirmemeli, deðil mi? Hülasa, Feridecik, senin ne benim
le yaþamana ne kendi kendine yaþamana imkân var. Haksýz þüpheler hayatýný zehirleyecek, bu
leke, nereye gitsen seni takip edecek. Mazindeki þüpheli bir nokta, her çapkýna, her se
rseriye seni tahkir etmek hakkýný verecek. Ne yapacaðýz Feride? Nasýl hareket edeceðiz? Sen
nasýl müdafaa edeceðiz?
Ölmeye mahkûm bir hasta mazlumluðuyla yüzüne baktým. Ýçimdeki derin ümitsizliðe raðmen hâlâ
- Nihayet siz de teslim ediyorsunuz ki, ölümü düþünmekte hakkým varmýþ. Þu güneþe, þu aðaçl
nize bakýnýz Doktor Bey. Benim kadar baþý dara gelmeyen bir insan, kendi gönlünün rýzasýyla
þeylerden ayrýlmak ister mi?
Hayrullah Bey, eliyle aðzýmý kapadý:
- Yeter artýk Feride, yeter artýk. Ömrümde yemediðim bir haltý yedirteceksin. Beni çocuk gi
hüngür hüngür aðlatacaksýn.
Yapraklan dökülmüþ kuru dallarýn arasýnda parlayan sonbahar güneþine elini uzattý:
- Ben hayli ihtiyarým; sefaletin, acýnýn türlü þeklini gördüm. Kollarýmýn arasýnda nice göz
rþýmda ölmek mecburiyetinden bu kadar sükûnla bahseden bu güzel çocuk yüzünden, gülmek için
r gibi titreyen yaramaz dudaklarýndan daha büyük facia görmedim.
Hayrullah Bey, dizlerinden örtüsünü atarak odanýn içinde epeyce dolaþtý; sonra önümde durar
- O halde, son çareye baþvuracaðýz. Seni þeriatlerine uyacak bir sýfatla evimde alýkoyacaðý
a edeceðim. Hazýr ol Feride. Öbür Perþembe...
382
Reþat Nuri Güntekin

Bir haftadan beri Kuþadasý'ndayým. Yarýn gelin oluyorum. Hayrullah Bey, hem hususi iþlerin
i görmek, hem de eve bazý yeni eþya almak üzere, evvelki gün izmir'e gitti. Bu akþam dönece
dair telgraf aldým.
Bu yeni eþyaya lüzum olmadýðýný söylemiþtim. Tuhaf bir tavýrla itiraz etti:
- Yok, niþanlý haným, bu adeta benim yaþlýlýðýmý baþýma kakmak demek olur. Gerçi kudret, bi
amýza otuz beþ, kýrk senelik bir zaman sokmuþ, ama hiç ehemmiyeti yok. Asýl gençlik, ruhun
iðidir. Sen bana bakma, ben yirmi yaþýnda delikanlýlardan daha dinç bir adamým. Hem seni öy
telli pullu gelin olmuþ görmek isterim. Ben, ergen adam sayýlýrým; emelim kursaðýmda kalýr.
Ýzmir'den müthiþ bir gelin elbisesi getireceðim.
Ben, bir þey söylemiyor, önüme bakýyordum. Hayrullah Bey, sözüne devam etti:
- Sana ben bir de yüzgörümlüðü veriyorum, ama müthiþ bir yüzgörümlüðü. Keþfet bakayým: Küpe
deðil. Aklýný yorma bulamazsýn. Bir yetimhane.
Hayretle yüzüne baktým. O, memnuniyetle gülerek:
- Hoþuna gidecek þeyi nasýl keþfettim. Bizim "Alacaka-ya"daki çiftliði ben otuz, kýrk kiþil
r yetimhane þekline sokuyorum. Etrafta bulduðumuz kimsesiz çocuklarý oraya toplayacaðýz. Be
doktorluk edeceðim, sen hocalýk ve analýk.
Bu satýrlarý, nekahat günlerimi geçirdiðim odanýn penceresi önünde yazýyorum. Bahçedeki dal
urmayan bir kuru yaprak yaðmuru yaðýyor.
Aðaçlarýn çýplak kollarýndan döktüðü bu yapraklardan bazýlarýný rüzgâr, pencereden içeriye
klarý üzerine savuruyor.
ihtiyar arkadaþýmýn sönük mavi gözlerindeki þefkat, merhamet, temiz ve menfaatsiz muhabbeti
de son bir yeþil
ÇALIKUÞU
383

yaprak gibi yaþýyordu; ona bir koca gözüyle bakmak mecburiyetinde kaldýðým günden beri bu s
prak da sarardý. Ne yapalým, hayat böyleymiþ! Buna da katlanmak lâzým.
Karýnca ayaðý gibi minimini yazýlarla dolan mektep defterimin son sayfalarýna geldim. Ne h
azin tesadüf! Sergüzeþtimle beraber defter de bitiyor. Yeni bir deftere yeni hayatýmý yazm
aya baþlamak mümkün deðil, artýk söyleyecek neyim kalýyor ki? Hem yarýn baþkasýnýn karýsý o
una ne hakkým, ne cesaretim olacak. Öbür sabah baþkasýnýn odasýnda uyanacak genç kadýnýn, h
arça naðme, birkaç damla gözyaþýndan ibaret olan Çalýkuþu ile ne alakasý kalacak?
Çalýkuþu bugün defterinin gözyaþlarýndan kirlenmiþ sayfalarýna dökülen sonbahar yapraklarý
or.
*
Bu son ayrýlýk saatinde niçin hakikati saklamah? Bu okumayacaðýn defteri ben senin için yaz
Kâmran. Evet, ne söyledim, ne yazdýmsa hep senin içindi. Yanlýþ, çok yanlýþ bir iþ tuttuðu
itiraf edeceðim. Ben, her þeye raðmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her þeye raðmen sev
iliyordum, sevildiðimi de bilmiyor deðildim; fakat bu bana kâfi gelmedi, istedim ki çok,
pek çok sevileyim, kendi sevdiðim kadar deðilse bile -çünkü buna imkân yok- ona yakýn sevi
. Bu kadar sevilmeye benim hakkým var mýydý? Zannetmem Kâmran. Ben, küçük, cahil bir kýzdým
nin, kendini sevdirmenin de bir yolu var, deðil mi Kâmran? Halbuki ben bunlarý hiç, hiç bi
lmiyordum. Senin Sarý Çiçeðin -taþ atmak için söylemiyorum Kâmran, inan bana, mademki seni
etti, ben hayalimde onunla barýþýyorum- kim bilir ne kadar cazibeli bir
384
Reþat Nuri Güntekin
kadýndý? Kim bilir sana ne güzel þeyler söylüyor, ne güzel mektuplar yazabiliyordu? Ben, be
senin çocuklarýna, çocuklarýmýza iyi bir anne olacaktým. O kadar.
Kâmran, ben, seni sevmesini, senden ayrýldýktan sonra öðrendim. Hatta yaptýðým tecrübelerle
rýný sevmekle sanma sakýn. Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle.
Zeyniler mezarlýðýnýn karanlýðýnda, rüzgârýn sonbahara kadar haykýrýp aðladýðý uzun geceler
esli, yanýk çýngýraklarýnýn tirediði bu ovalarda, Söðütlük bahçelerinin ýlýk iðde kokularýy
hep seninle yüz yüze, senin hayalinin kollarýnda yaþadým. Yarýn, karýsý olacaðým biçare ad
mbak gibi masum bir kýz zannediyor, ne yanlýþ!
Sevdanýn hiçbirinin, bu dul kadýn ruh ve vücudunu benim kadar hýrpaladýðýný, yýprattýðýný z
Kâmran, biz asýl bugün birbirimizden ayrýlýyoruz. Ben, asýl bugün dul kalýyorum... Bütün ol
lere raðmen, sen yine bir parça benimdin; ben bütün ruhumla senin...
(Feride 'nm jurnali burada bitiyordu.)
385
BEÞÝNCÝ KISIM
I
IvÂMRAN, seninle yol arkadaþlýðý etmek iþkence billahi, iki saatten beri belki yüz þey sord
Evet" yahut "Hayýr"dan baþka cevap alamadým. Kendine gel, oðlum.
Kâmran, bozuk yollarda sarsýlan arabanýn köþesinde akþam rüzgârýna karþý pardösüsünün yakas
ara'yý seyrediyordu. Gözlerini zorla denizden ayýrarak gülümsedi:
- iki saatte, iki yüz suale, iki yüz cevap az deðil zannederim, eniþte, velev "evet", "h
ayýr" gibi kýsa cevaplar olsun.
- iyi ama oðlum, sen o cevaplarý da düþünerek vermiyorsun ki... Makine gibi söylüyorsun.
- Güzel tedavi ve tebdilihava usulü, eniþte... Beni, boþ yere düþündürüp yormak için bir ka
- Hayýr nankör, hakikaten sana yaranmak kabil olmuyor... Seni gerçi düþündürmek istiyorum,
at maksadým yormak deðil, öteki þeyi düþünmene mani olmak.
Mamafih, artýk ümidimi kesiyorum. Seni canlandýrmak kabil deðil. Mesela, üç gün evvel bir d
nesiyle seni köye götürdüm. Çeþit çeþit insanlar gördün; davul, zurna dinledin; köçek, pehl
n; ben, kendi payýma müthiþ eðlendim; fakat sen eðlenmedin, inkâr etme, göz ve izan var.
- Size anlatmak kabil deðil eniþte, benim yaradýlýþým baþka türlü.
- Yok oðlum, sen kendini fena býraktýn. Bak, ben altmýþýma giriyorum, günden güne daha genç
.
- Ayþe Teyzem duymasýn.
Çalýkuþu - F 25
386
Reþat Nuri Güntekin

- Duysa da umurumda deðil. Buraya ilk geliþimde ben, daha ihtiyar görünmüyor muydum? Kâmran
güldü
- Ben, Tekirdað'a geleli on sene oldu. Hâlâ aklýmdadýr. Yine böyle bir aðustos günüydü.
Aziz Bey ellerini birbirine vurdu:
- Etme, Allah aþkýna, seneler amma çabuk geçiyor! Hakkýn var ya. Bugün sade dört yaþýna yak
r, dört beþ sene kadar da Feridecikle niþanlý kalmýþtýn. Ah Kâmran, þu Fe-ride'ye nasýl kýy
. Çalýku-þu'nun bülbül gibi sesini, gül yüzünü hatýrladýkça hâlâ yüreðim sýzlar. Aradan on
rkasýndaki arka bahçeye bakmaya yüreðim tahammül etmez. Hani, ölsem, gitsem seni affetmeyec
m Kâmran.
- Eniþte, tebdilihava için memleketinize davet edilmiþ bir hastaya böyle söylenir mi?
- Evet, ama senin derdinin bununla alakasý yok ki. Sevdiðin bir kadýnla evlendin, bir
sene bile tamamýyla mesut olamadýn. Münevver yataða düþtü, üç senelik hayatýný hastabakýcýl
, isviçre'de ve daha bilmem nerelerde hastaný tedaviye çalýþtýn. Kadere ne denir? Geçen kýþ
fat etti. Sana bir düþkünlüktür arýz oldu. Bir türlü kendini top-layamadýn. Hâlâ hasta gibi
Feride ile ne alakasý var? Sen baþka birisini seviyordun.
Kâmran, yine o acý gülümsemesiyle cevap verdi:
- Eniþte, kimse bana inanmýyor, siz de, tabii inanmayacaksýnýz, garip göreceksiniz. Hayatým
bazý sergüzeþtleri, hatta epeyce heyecanlý sergüzeþtleri oldu. Fakat sizi temin ederim ki,
en dünyada hiçbir þeyi, hiçbir insaný Feride kadar sevmedim.
Aziz Bey, diþleri arasýndan mýrýldandý:
- Yamansevda, yaman aþk!..
- Söyledim ya, eniþte, inanmýyorsunuz. Zaten kimse
ÇALIKUÞU 387
inanmýyor. Müjgân, senelerden beri bana dargýn. Feride sözünü aðzýma aldýrmýyor; kaþlarýný
, ondan bahsetmeye hakkýn yok!" diyor. Annem öyle, teyzem öyle, herkes öyle. Burada Feri
de'den bahsedebileceðim yalnýz Nermin var. Nermin, bugün on yedi yaþýnda. Feride buraya ge
ldiði vakit yedi yaþýndaydý, hayal meyal aklýnda kalmýþ. Feride'yi: "Beni salýncakta sallay
entarili ablam" diye hatýrlýyor. Öyle günlerim oluyor ki, Nermin'e entarili ablasýndan bah
settirmek için lisanýmýn bütün kuvvetini sarf ediyorum.
- Ne tuhaf insansýn Kâmran? Peki, ya öteki?
- O, bir hastaydý, benim yüzümden ölmesi mümkündü. Feride'den ümidi kestikten sonra, ona ka
bir insanlýk ve merhamet vazifesi ifa etmek istedim, o kadar.
- Anlaþýlýr dava deðil. Sen karýþýk ruhlu bir adamsýn Kâmran.
- Burasý doðru eniþte. Ne istediðimi, ne yaptýðýmý hiçbir zaman kendim de bilmedim. Emin ol
nýz bir þey var, Feride'ye karþý zaafým. Bir çocuðun öyle halleri, öyle hatýralarý var ki,
deðil. Öyle sanýyorum ki, bunlarý ölürken hatýrlarsam aðlayarak öleceðim. Size bir delil da
im, eniþte. Tebdilihavaya ihtiyacýn vaf dedikleri zaman ilk aklýma gelen yer Tekirdað ol
du. Beni buraya sizin davetleriniz mi getirdi zannediyorsunuz? Köy, düðün eðlenceleri için
i bir aydýr burada durduðumu sanýyorsunuz? Darýlmayý-nýz. Ben burada, ilk gençliðimin birka
asýný aramaya geldim, o kadar.
- Mademki münasebetsizlik etmiþtin; bunu tamire imkân yok muydu?
- Yanlýþ hareket ettim eniþte, çok yanlýþ hareket ettim. Feride, öyle derin bir infial için
zden ayrýlmýþtý ki, izini keþfettiðim vakit, birdenbire üstüne düþmekten korktum. Onun sade
deðil izzetinefsi de yaralanmýþtý. Bir baþýna yabancý memleketlere gitmek için kim bilir, n
ar mütees-
388
Reþat Nuri Güntekin

sirdi? Aradan hiç olmazsa altý aylýk bir zaman geçmeden beni görürse belki büsbütün hýrçýnl
k, daha büyük bir delilik edecekti. Baharý zorla beklemiþtim. Çahkuþu'nu, bulunduðu köy mek
de yakalamak için yola çýkmaya hazýrlanýyordum. Tam o zaman o aksi hastalýðým baþladý. Üç a
dým. B.'de onu bulmaya gittiðim vakit ise iþ iþten geçmiþti. Bana, Feride'nin hasta bir bes
ekârý sevdiðini, vefasýz baþýný çaðlayan kenarýnda sevgilisinin dizlerine koyarak, gözlerin
tambur çaldýrdýðýný söylediler. Düþün eniþte, senelerce bu baþý, bu gözlen: "Benim, yalnýz
dikten sonra bir gün böyle...
Kâmran, devam etmedi. Marmara'dan gelen serin akþam rüzgârýndan çekiniyor gibi boynunu pard
yakasý içinde daha ziyade saklýyor, uzaklarda tek tuk kýzýllanmaya baþlayan balýkçý ateþler
diyordu.
A/iz Beyin de neþesi kaçmýþtý.
- Kâmran oðlum, sen korkarým ki o vakit de ikinci bir budalalýk ettin. Çalýkuþu, keþke bunu
bilecek, kolayca kendini avutacak bir kýz olsaydý, hiç olmazsa mesut olurdu; takat hiç z
annetmem.
Kâmran, acý bir gülümsemeyle baþýný salladý:
- O cihetten müsterih olunuz eniþte. Feride, iki seneden beri çok bahtiyarmýþ, gözüyle göre
en iþittim. Kocasý ihtiyar, fakat zengin bir doktormuþ. Arkadaþlarýmdan bir mülkiye müfetti
karýsý -ki Feride'nin eski bir arkadaþýdýr- geçen sene bir gün Kuþadasý'nda ona tesadüf et
kisi gibi mütemadiyen gülüyor, söylüyor, þaka ediyormuþ. Þehirden üç dört saat uzak mesafed
te yirmi kadar çocukla uðraþtýðýný, pek mesut olduðunu söylemiþ. Kocasýndan yarým saat ayrý
emiyormuþ. Arkadaþý, istanbul'dan, akrabalarýndan bahsetmek istemiþ. Feride çabucak sözü ka
Ben, ne o memleketi, ne o insanlarý artýk hatýrlamýyorum bile!" demiþ. Feride'ye karþý kusu
rým, haksýzlýk-
ÇALIKUÞU____________ 389
larým çok eniþte, bunu biliyorum. Fakat, siz de insaf edin, onun da beni bu kadar çabuk
unutmasý doðru muydu? Mamafih, bunlar lüzumsuz sözler, artýk devam etmeyelim. Size uðurlar
lsun. Ben, arabadan iniyorum. Yürüye yürüye eve geleceðim. Bu bozuk yollar, beni fena hald
e sarstý. Aziz Bey içini çekti:
- idare adamlarý hakikaten bedbaht insanlar. Þu yollarý senelerce evvel kendim yaptýrdým.
Irgat baþý gibi, güneþin altýnda yandým. Herhalde seni sarsan yollar deðil. Kâmran, iftira
Ne iyi etmiþler de yedi sene evvel beni bu mutasarrýflýktan azletmiþler. Haydi oðlum, fak
at geç kalma, çünkü ihtiyarlýk, teyzeni de beni de berbat etti. Geç kalýrsan, o meraktan; b
açlýktan bayýlýrýz.
Kâmran'ýn arabadan indiði yer yine o köprübaþýydý. On sene evvel yine böyle bir aðustos son
uraya kadar gelmiþ, çürük tahtalarýn üstüne oturarak ayaklarýný sallamýþtý.
Tekirdað'da bulunduðu yirmi günden beri âdet etmiþti. Her akþamüstü buraya kadar gelir, son
llarýn alacakaranlýðý içinde yavaþ yavaþ, düþüne düþüne geri dönerdi.
Kocasýnýn bu muvakkat memuriyetle Anadolu'ya gittiði günden beri çocuklarýyla beraber Tekir
að'da oturan Müjgân, bir akþam Kâmran'a:
- Çok yorgun görünüyorsun, galiba uzaklara gittin? demiþti.
Kâmran, hüzünle gülümseyerek cevap vermiþti:
- Ýyi tahmin ettin Müjgân, çok uzaklara gittim, on senelik uzak bir maziye.
Daha baþka þeyler söyleyecekti, fakat Müjgân bu sözden bir þey anlamýyor gibi dudaklarýný b
- Öyle mi? diyerek arkasýný çevirmiþti. Müjgân, kadýn kalbinin o kadar inatçý olan gizli in
den biriyle senelerden beri Kâmran'a dargýndý. Onun yanýnda Feride için bir tek kelime söyl
miyordu.
Reþat Nuri Güntekin
390

s"
A,
Kâmran, bahçelerin arasýndan yavaþ yavaþ eve dönerken iyiden iyiye akþam olmuþtu. Karþý dað
emiþti. Kenarlarýndan doðru dolmaya yüz tutmuþ, seçkin menekþelere benzeyen bir gece baþlýy
Genç adam, bahçe aralarýndaki yollardan birinin yanýnda durdu, onun ateþböceklerinin yýldýz
benekli yeþil karanlýðýný uzun uzun seyretti. O akþam, Feride'nin bu yoldan çýktýðýný görm
açlarýnýn lüleleri çýkan baþörtüsü, beyaz, kýsa tersane elbisesiyle Çalýkuþu'nun önünde yür
n ucu ile taþlarý sektirdiðini hâlâ görüyordu.
Vakit epeyce geçmiþti. Evdekilerin merak edeceklerini bildiði halde bir türlü gitmek istem
iyor, eski bir rüyanýn izlerini arar gibi yollarda gecikiyordu.
Uzakta, sokak kapýsýnýn önünde beyazlý bir kadýn hayaleti gördü. Müjgân'dý. Ekseri akþamlar
er caddeye çýkar, onu koltuklarýndan tutarak yürüme talimleri yaptýrýrdý.
Kâmran'ý görünce uzaktan kolunu sallamaya baþladý:
- Kâmran, ne kadar yavaþ yürüyorsun? Nerede kaldýn bu vakte kadar?
- Hiç Müjgân, hava pek güzel de.
Müjgân'ýn bu gece yanýnda çocuðu yoktu. Buna mukabil halinde bir tuhaflýk, daima sakin yüzü
az heyecan görünüyordu.
- Müjgân, sende bir hal var!
Genç kadýn bir þeyler söylemek istiyor, fakat kelime bulamýyordu. Bir adým geri çekildi, ka
e iç duvarýn arasýndaki köþeyi göstererek:
- Bak, bugün kim geldi Kâmran? dedi.
Kâmran, hayretle baþýný çevirdi, iç kapýdaki fenerden süzülüp gelen mavimsi aydýnlýðýn için
nin ela gözlerini gördü. Bebeklerinden birer mavi yýldýz parlayan bu
ÇALIKUÞU 391
gözler gülüyor, biraz solgun ve süzgün görünen bu güzel yüz gülüyor. Feride -altý seneden b
st gözlerini her yumdukça gördüðü gibi- ta yakýnýnda, kalbinin içinde gülüyordu. Kâmran, ha
el bir rüyayý kaybetmekten korkanlar gibi bir an gözlerini yumdu, yanýnda dayanacak bir
yer aradý. Birbirlerine söyleyecek söz bulamýyorlar, sadece tit-reye tireye bakýþýyorlar, d
klarýyla birbirlerine gülümsemeye çalýþýrken gözlen yaþlarla perdeleniyordu. Müjgân, bu dak
. Feride'yi elinden tutup Kâmran'ýn önüne getirdi. Aðýr manalarla dolu bir sesle:
- Teyze çocuklarý hemen hemen kardeþ demektir. Feri-de'nin erkek kardeþi olmadýðý için sen,
an doðruya onun aðabeyi sayýlýrsýn Kâmran; kardeþine "Hoþ geldin," desene!...
Kâmran hâlâ bir þey söyleyemiyordu. Hafifçe eðildi, Feri-de'nin saçlarýna dudaklarýný dokun
a kulaðýna söyler gibi gayet yavaþ:
- Sizi tekrar görmek memnuniyetini söyleyebilmek için kelime bulamayacaðým Feride Haným, de
i.
Bu söz, Ferýde'ye cesaret verdi. Eski berrak ahengine sakat billurlar gibi belirsiz
bir þikâyet ihtizazý düþmüþ sesiyle:
- Teþekkür ederim Kâmran Bey, dedi. Ben de öyle, çok memnun oldum.
- Ne vakit geldiniz?
- Bugün, öðleye doðru. On gün evvel Ýstanbul'a gelmiþtim. Hiçbirinizin orada olmadýðýný hab
ki teyzelerimi, hepinizi çok göreceðim gelmiþti. Belki onlardan da beni göreceði gelenler v
rdýr, dedim. Zaten Tekirdað, gezmeye alýþmýþ insanlar için ne kadarcýk bir yer, deðil mi Kâ
Müjgân, tekrar söze karýþtý:
- Güzel ama, hanýma, beye, teklife, tekellüfe lüzum yok, demin de söyledim. Siz, hemen hem
en öz kardeþ sayýlýrsýnýz. Hatta, Kâmran'a "aðabey" desen pek doðru olur, Feride.
392
Reþat Nuri Güntekin

ikisi de gözlerini yere indirdiler. Feride, korka korka:


- Sahi, sana aðabey dememe müsaade eder misin Kam-ran? dedi.
Cevap beklerken Kâmran'a bakmýyor, ateþböceklerinin kaynaþtýðý karanlýklarda gözleriyle bir
.
Kâmran kýrgýn bir tavýrla cevap verdi:
- Sen nasýl istersen öyle olsun Feride... içinden nasýl gelirse.
Artýk sakin sakin konuþabiliyorlardý. Feride, birkaç kelime ile seyahatini anlattý:
- istanbul'da bazý iþlerim vardý; sonra dediðim gibi, hepinizi çok göreceðim gelmiþti. Dokt
iþten iki ay izin verdi. Teyzelerimi, hepinizi sýhhatte bulduðuma ne kadar memnun oldu
m. Yalnýz sen bir felakete uðramýþsýn Kâmran, istanbul'da iþittim, çok, çok müteessir oldum
r az bir zaman içinde zevceni kaybetmek ne felaket! Fakat küçüðün var. Allah onun ömrünü Ne
versin. Ne güzel çocuðun var Kâmran. O kadar sevdim ki, gelir gelmez arkadaþ olduk, þimdiye
kadar benim kucaðýmda oturdu. Zaten ben, küçüklerle öyle çabuk ahbap olurum ki...
Feride, söylemeye devam ettikçe yavaþ yavaþ açýlýyor, sözleri, tavýrlarý o eski yaramaz çoc
lerini tekrar bulmaya baþlýyordu
Onun sesini dinlemek, söyleyen dudaklarýný, gecenin içinde parýldayan ela gözlerini görmek
bir saadetti ki, genç adam bir þey düþünmüyor, hatta onun bir baþkasýnýn karýsý olduðunu, b
r ay, bir buçuk ay sonra yeniden bir rüya olacaðýný bile aklýna getirmiyor. Bir tek korkusu
vardý: içeriden onun geldiðini fark etmeleri. Her korktuðu gibi, bu da nihayet baþýna geldi
Onlarý kapýnýn yanýnda ilk defa gören Ner-min oldu. Genç kýz, çýngýr çýngýr baðýrarak Kâmr
dikten sonra yanlarýna koþtu. Feride'yi tekrar kollarýna alarak:
ÇALIKUÞU 393
- Seni unutmadýðýma Kâmran aðabeyim de þahittir, Feride abla, kýrmýzý entarili abladan en ç
bahsederdik, deðil mi Kâmran aðabey? dedi.
II
O gece, akþam yemeði bir düðün ziyafetine benzedi. Sofranýn baþýnda çocuk gibi maskaralýkla
iz Bey:
- Ah Çalýkuþu, sen beni adeta dertli etmiþtin! Sesin kulaðýma geldikçe aðlayacak gibi olurd
eðer ben seni ne kadar severmiþim, diyordu.
Senelerden sonra, bir daha görmekten ümit kestikleri bir günde yuvaya dönen Çalýkuþu, oraya
dece biraz neþe deðil, eski günlerinin rikkat ve muhabbet dolu bir parçasýný da beraber get
rmiþ gibiydi. Bütün yüzler gülüyor, bütün kalplerde -açýk pencerelerden içeri dolan, lambal
dönen pervaneler, gece böcekleri gibi- bir þeyler titriyordu. Sadece, yemeðin sonuna doðru
Besime Haným ehemmiyetsiz bir þey söylerken birdenbire aðlamaya baladý. Fakat derhal gözle
ini sildi:
- Hiçbir þey yok, annesini, Güzide'yi hatýrladým da, diyordu.
Dizlerinin üstünde Kâmran'm çocuðiýna üzüm yediren Feride baþýný eðdi, bir an yüzünü küçüðü
dar. Sonra eski þenlik yine yerine geldi.
Bir aralýk Besime Haným kocasýyla beýaber Trabzon'da bulunan Necmiye'den bahsediyordu:
Feride, derin bir göðüs geçirdi.
- O acýyý bilirim teyze, benim küçüðüm de> hastalýktan gitti, diye cevap verdi.
Sofradakiler hayretle birbirlerine bakýþtýlar. Ayþe Teyze:
- Demek senin çocuðun vardý? Bilmiyorduk, dedi.
394
Reþat Nuri Güntektn
Feride, mahzun mahzun baþýný salladý:
- inci gibi bir kýz, görmeliydiniz, ne güzeldi! Yavrumu bir türlü kurtarmak mümkün olmadý.
yze tekrar sordu:
- Çocuðun kaç yaþýnda öldü, Feride? Feride, yine o saffetle dudaklarýný bükerek:
- Tam on üçünü bitirmiþti, ilk çarþafýný dikiyordum. Kaynana olacaktým, dedi.
Sofrada bir kahkaha koptu. Aziz Bey:
- Ah Çalýkuþu, yüz yaþýna girsen yine deliliði, þakayý býrakmayacaksýn, diyordu.
Feride'nin on üç yaþýndaki kýzýna herkes gülüyordu. Fakat, Feride'nin kirpikleri yaþla dolu
cdet'i daha kuvvetle göðsüne çekti, söyledikçe artan bir mahzunlukla onlara Mu-nise'nin hik
sini anlattý:
O gece, geç vakte kadar oturdular. Aziz Bey, ara sýra:
- Feride, kýzým, sen yol yorgunusun, yat artýk, diyordu. Çoktan beri uyuyan Necdet'i hâlâ k
llarýndan býrakmayan Feride gülüyor:
- Ziyaný yok eniþte, ben asýl sizin aranýzda dinleniyorum, beni asýl yalnýzlýk yordu, diyor
Parlak ela gözlerinin, biraz kýsa dudaðýnýn o hiç sönmeyen gülümsemesiyle saatlerce konuþtu
tamamýyla uyanmýþtý. Hoþa giderek dinlendiðini gördükçe kelimeleri ezip büzüyor, yalnýz se
len çocuklarýn bildiði o sevimli, nazlý hareketlerle dudaklarýný büzerek, diþleriyle dilini
, yanaðýný çukurlaþtýrarak mütemadiyen söylüyordu. Öyle ki, sevincinin verdiði sarhoþluktan
-yan ihtiyar eniþte, eski bir þakasýný tekrar etmek arzusundan kendini alamadý. Küçükken, F
'nin üst dudaðýný parmaklarý arasýna sýkýþtýrýr: "Seni yaramaz Çalýkuþu seni, benim kirazým
ayým!" diye bu dudaðýn ucunu zorla öperdi.
ÇALIKUÞU 395
Etraftan kopan kahkahalar içinde: "Yapma, eniþte!" diye haykýran Feride'yi zorla çenesin
den tuttu, bu eski þakayý tekrar etti. Sonra dikkatle Feride'nin yüzüne bakarak: "Ne yap
ayým, Çalýkuþu? Kabahat senin, evli barklý oldun, hâlâ tabiatýn çocuk, hatta yüzün bile çoc
eye genç bir kýz çehresi der?" dedi.
Kâmran bulunduðu köþede sarardýðýný hissetti. Çalýkuþu' nün bir baþkasýna ait olduðunu ilk
lýyordu.
III
Bu geceyi takiben iki gün içinde Kâmran, Feride'yi pek az görebildi. Çalýkuþu, on sene evve
ekirdað'da kendi yaþýnda birçok kýzla ahbap olmuþtu. Bunlar, þimdi evli barklý hanýmlardý.
rahat býrakmýyorlar, saatlerce gelip oturduklarý yetmiyormuþ gibi, giderken de Çalýkuþu'nu
raber sürüklüyorlar, ev ev, bahçe bahçe gezdiriyorlardý.
Kâmran'ýn g>zli gizli üzüldüðünü gördükçe Müjgân, adeta seviniyor, gözlerinin içi gülerek þ
- Nafile, Feride'yi bize býrakmayacaklar. Mamafih, her þeyden evvel onun eðlenmesi, açýlma
sý lâzým.
Kâmran, bu iki gün içinde Feride'yi bir kere yemekte, bir kere de çarþaflý olarak sokaktan
erken görebildi.
Üçüncü gecenin sabahýydý. Kâmran, âdeti hilafýna çok erken uyanmýþtý. Ortalýk yeni aðarýyor
ran, odanýn panjurlarýndan birini ittiði vakit, Feride'yi bahçede gördü. Pencerenin açýldýð
etmiþti. Baþýný kaldýrdý, yeni doðan güneþe karþý elini gözlerine siper ederek:
- Uyandýnýz mý, Kâmran Bey? Ne kadar tabiatýnýzý deðiþtirmiþsiniz. Eskiden sizi uyandýrabil
urlarýnýza yazýn avuç avuç çakýl taþý, kýþýn bir yýðýn kartopu atmak lâzým gelirdi. Siz de
z. Ben, orada bu saatte
396
Reþat Nuri Güntekin
kalktýðým vakit: "Tembel, insan üstüne güneþ doðurur mu?" diye beni ayýplarlardý.
Eski hafif, alaycý Çalýkuþu'nu hatýrlatan bu sözleri söyleyen sesinde kalbe serinlik ve taz
k hisleri veren berrak bir akarsu ahengi yardý. Kâmran, biraz korkarak sordu:
- Ben de geleyim mi, Feride?
O, hâlâ elleri güneþe karþý gözlerinde, ta eskiden yaptýðý gibi gizli gizli eðlenerek:
- Rutubetin nazik vücudunuzu incitmesinden korkmaz-sanýz fena olmaz. Size Anadolu ik
ramý yaparým.
Kâmran'ý kocaman bir ceviz aðacý altýna götürdü, akþamdan bahçede unutulmuþ bir iskemleye o
- Þimdi bir parça beni bekleyeceksiniz, Kâmran Bey.
- Hani teklif, tekellüf býrakacaktýn?
- Biraz sabýr, o kendi kendine gelir. Birdenbire hürmetsizliðe cesaret edemiyorum. Kâmra
n güldü:
- Fakat bu, daha büyük hürmetsizlik Feride, seni men ederim. Bana: "Siz", "Kâmran Bey" d
erken eðleniyorsun gibi geliyor.
Feride de gülüyordu:
- Doðru, hakkýnýz var, hakkýn var, gayret ederim. Þimdi bana müsaade, sana süt piþireceðim.
- Feride, rica ederim.
- Nafile, ýsrar etme. Bir Anadolu kadýnýna karþý en iyi kompliman; onun iþ görmesine, hizme
tmesine müsaade etmektir.
Biraz eðlenerek, biraz mahzun devam ediyordu:
- Bizim kendimizi beðendirmek için ev iþi görmekten baþka hiç cazibemiz yok ki...
Bahçenin içine, elinde bakraçla, kuru dal parçalarýyla gidiyor geliyor, yeni uyanan bahçýva
konuþan sesi iþitiliyordu.
ÇALIKUÞU 397
Nihayet, elinde dumanlarý tüten bir süt bardaðý ile geldi.
- Süt, istediðim gibi deðil. Kâmran, fakat üç gün sonra -Bugün ne? Pazartesi- Perþembe saba
i bir sabah ziyafetine davet ediyorum. Ayný koyunun sütünü içeceksin, fakat göreceksin ki b
mbaþka bir þey, âdeta güzel bir meyve. Bu benim büyük bir sýrrým! Nasýl olacak diye merak e
musun? Aman, ne hissizlik... Ben, sana þimdiden söyleyeyim. Üç gün koyunu armutla besleyec
eðim. Sen, galiba üþüyeceksin, hava biraz serin. Ýster misin Besime Teyzem: "Deli kýz, oðlu
hasta ettin!" diye beni paylasýn? Dur, ben rutubete filan alýþkýným, sana atkýmý vereyim.
Bir çengelliiðne ile boynuna iliþtirdiði kýrmýzý yün atkýyý çýkardý. Sabah rutubetinden müt
i hafifçe titreyen Kâmran'ýn omuzlarýný, göðsünü örttü.
Kâmran'ýn gözlerinde on sene evvelki bir akþamýn hayali uyanýyordu. Kozyataðý'ndaki köþkün
böyle omuzlarýna kendi küçük lacivert paltosunu koyan kýsa etekli, siyah önlüklü, minimini
kýzýný, onun mor mürekkeple lekeli küçük parmaklarýný gördü; büyük bir adam gibi: "Artýk se
benim vazifem!" diyen sesini iþiti.
- Kâmran, bunaklar gibi elinden sütünü düþüreceksin, dizlerin yanacak, niçin öyle daldýn?
- Hiç, aklýma bir þey geldi de...
Feride, bu akla gelen þeyin söylenmesine mani olmak ister gibi, acele acele:
- Benim de öyle, seni omzunda atký ile görünce, Kâmran Haným dediðim aklýma geldi.
*
Feride iþini bitirdikten sonra Kâmran'ýn karþýsýnda alçak bir mutfak iskemlesine oturmuþtu.
donuk Bursa ipeðinden -dýþarý biçimi- bol bir elbise, boynunu, vücudunu geniþ,
398
Reþat Nuri Güntekin

hafif kývrýmlarla örtüyordu. Dirsekleri dizlerine dayalý, bilekleri çenesinin altýnda birle
anaklarý açýk avuçlarýnýn içinde, konuþmaya baþladý.
Kâmran, onun yüzünü bu kadar temiz bir aydýnlýk içinde, bu kadar yakýndan ilk defa görüyord
biraz zayýflamýþ, süzülmüþtü. Bu süzgünlük, gözlerini daha büyük gösteriyor, kenarlarýný be
lukla gölgeliyordu. Beþ sene evvelki Çahkuþu'nun yaldýzlý bir ýþýkla dolu ela gözlerine ate
tulmuþ çiçeklerin hummalý yanýklýðý düþmüþtü. Bu gözler yine eskisi gibi gülüyor, yine eski
aretle kaçýnmadan bakýyordu. Fakat, Kâmran'a öyle geldi ki artýk eskisi gibi onlarýn derinl
, nihayetini görmek mümkün deðildir.
Saçlarýný dýþarlýk kýzlarý gibi ortasýndan ayýrarak iki kalýn örgü ile yanlarýna býrakmýþtý
nýnýn, þakaklarýnýn derisini geriyor, kaþlarýnýn daðýnýk uçlarýný biraz yukarýya kaldýrýyor
n teninde ince mavimsi damar gölgeleri meydana çýkarýyordu.
Kâmran, onun sözlerinden ziyade sesini dinleyerek bu güzel yüzü seyrederken bir þeye dikkat
etti: Feride'nin rengi, tabii hayatýný yaþayan bir genç kadýnýn mesut rengi deðildi. Bu ten
koparýlmadan solmaya mahkûm güllerle aþksýz ihtiyarlamalarý mukadder kýzlarda görülen humma
er gizli bir ateþ, mustarip bir þeffaflýk vardý.
Sabah güneþi, bu çehrede öyle ince, öyle manalý çizgiler aydýnlatýyordu ki, genç adamý sard
aðlamak arzularý veriyordu. Istýrabýn bir genç kýz yüzünü bu kadar gü-zelleþtirebileceðini
aklýndan geçirmemiþi.
Feride, dudaðýnýn o hiç sönmeyen gülümsemesiyle, eski ahengine görünmez bir yerinden ince b
almýþ billurlarýn donuk, þikâyetli ihtizazý düþmüþ sesiyle çocukluk hatýralarýndan bahsedi
Kâmran, cesaret etti, ona daha yeni bir hatýra sordu:
ÇALIKUÞU 399
Feride, aðýr bir tavýrla baþýný salladý:
- Aklýmda kalmadý, Kâmran. On beþ yaþýna kadar, buraya gelinceye kadar olan vakalarý hatýrl
ötesini bir duman kapladý göremiyorum.
Hatýralarýna çöken bu dumandan bahsederken, gözlerini de bir duman buruyor, baþýný yana çev
uzaklara bakýyordu.
Bu en eski çocukluk hatýralarýndan sonra birdenbire hayatýnýn son beþ senesine atlamýþtý. H
'nýn bir halini, Zeyniler muhtarýnýn bir sözünü, Müdür Recep Efendi'nin bir tuhaflýðýný hat
erine, canlanan hareketlerine bazen hiç þüphesiz bir yorgunluk düþüyor, o vakit, sesindeki
elirsiz, sakat, billur ihtizazý daha derinleþiyor, üzgün bir yürek gibi titriyordu.
Bir su kenarýndan bahsederken Kâmran, gözlerini kapadý: "Sakýn bu, baþýný sevdiðinin dizler
arak gözlerine baka baka tambur çaldýrdýðýn çaðlayan kenarý olmasýn," diye kendine sordu.
Çalýkuþu, hayatýnýn en manasýz, en ehemmiyetsiz birkaç parçasýný söyledikten sonra birdenbi
miþ gibi:
- Kâmran, daha sana eniþtenin fotoðrafýný göstermedim, dedi.
Kâmran'a, ince bir altýn kordonla boynuna baðlý bir altýn madalyon uzattý:
Genç adam, sarardýðýný; titrediðini belli etmemeye çalýþarak fotoðrafý aldý. Feride, onunla
afý görmek için baþýný uzatýyor, yüzünü yüzüne yaklaþtýrýyordu:
- Þu çehreye bak, Kâmran, ne necip, ne güzel bir yüz, deðil mi?
Genç adam, belli etmeden gözucuyla Feride'ye bakýyordu.
400
Reþat Nuri Güntekin

O, öyle dalgýn bir muhabbetle fotoðrafý seyrediyordu ki, farkýnda olmadý.


Bu dakika, Kâmran'ýn hayatýnda en acý bir ýstýrap ve isyan dakikasý oldu. Demek Feride'nin
e, nazlý, masum güzelliði bu beyaz saçlý, kaba yüzlü, iriyarý ihtiyara gýda olmuþtu.
Gözlerinin önünde çýlgýn bir hayal uyanýyor; Feride'yi, utancýndan dalga dalga kýzaran yana
yarý kapalý ela gözlerinden dökülmüþ yaþlar, masum çocuk dudaklarýnda yalvarmaya benzer urp
bu ihtiyarýn kollarýnda hýrpalanýyor görüyordu.
Çalýkuþu, bakmadan bunu hissetmiþ gibi hafifçe silkindi, aðýr aðýr madalyonu tekrar göðsüne
- Bana artýk müsaade Kâmran. Zannederim, bugün misafirler var, dedi.
IV
Çalýkuþu, yuvaya döneli on gün olmuþtu. Aziz Bey, her akþam tekrar ediyordu:
- Dikkat ediyor musunuz çocuklar? Eve bir baþkalýk geldi. Çalýkuþu, bu sefer kýrlangýç kuþl
di. Kanatlarýnýn altýnda adeta bir bahar getirdi. Yazýk ki bir gün daha geçti, diyordu.
Feride, gülüyor:
- Ziyaný yok, eniþte. Birkaç sene sonra yine izin alýr, gelirim. Siz üzülmeyin. Hem de önüm
kadar gün varken... Niçin þimdiden kendimize zehretmeli, diyordu.
Çalýkuþu, tamamýyla eski Çalýkuþu olmuþtu. Geçici bir fýrtýna ile örselendikten sonra tekra
ze çiçekler gibi günden güne açýlýyordu.
Yeniden, evdeki çocuklarýn elebaþýsý olmuþtu. Müjgân'ýn üç yaþýndaki kýzýyla ondan biraz bü
ÇALIKUÞU 401
yedisini bitiren Nermin'e kadar büyüklü küçüklü bütün çocuklar, ona baðlanmýþlardý; sabahta
lerini býrakmýyorlar, köþkü þenliðe, kahkahaya boðuyorlardý.
Büyükler, bazen yaramazlýðýn bu derecesinden þikâyet ediyorlardý. Fakat baþka bir cihetten
niyorlardý. Onlar, her þeye raðmen iki eski niþanlýydý, ilk günlerde beþ senede kapanan esk
alarýnýn yeniden açýlmasýndan korkmuþlardý. Fe-ride'nin taþkýn þenliði, onu böyle uzaktan g
r þey istemiyor gibi görünen Kâmran'ýn halim, sakin bahtiyarlýðý onlara biraz emniyet verme
amýþtý.
Mamafih, ihtiyatý elden býrakmýyorlar, onlarda en eski zamanlardaki: "Büyük aðabey" ile "Kü
ardeþ" hislerini yeniden kuvvetlendirmeye çalýþýyorlardý. Uyanmalarýndan korkulan dalgýn ha
rýn odasýnda nasýl konuþmaktan çekini-lirse, onlarýn yanýnda da ihtiyatsýz bir kelimeyle bu
n maziyi uyandýrmaktan öyle korkuyorlardý.
Aziz Bey, ara sýra:
- Misafirliði biraz daha uzatmak mümkün deðil mi? diye sordu.
Gitmek sözünü iþittiði zaman daima biraz mahzunlaþan Çalýkuþu:
- imkân yok eniþte. Çalýkuþu, ne de olsa baþka yuvanýn annesi, onun yolunu da bekleyenler v
diyordu.
Kâmran'a en ziyade dokunan þey de, Feride ile Necdet arasýndaki büyük dostluktu. Onlarý ayý
ilmek için çocuðun, Çalýkuþu'nun kollarýnda uyuyup kalmasýný beklemek lâzým geliyordu.
Kâmran, bir gün Feride'nin onunla kavga ettiðini iþitti.
Çalýkuþu gülerek:
- Söyle bakayým Necdet, bir kere daha hala, hala, hala
Çalýkuþu - F.26
402
Reþat Nuri Güntekin
diyordu, fakat Necdet ona itaat etmiyor, inatçý sarý baþýný sallayarak: "Anne, anne, anne!"
diyordu.
Kâmran biraz korkarak:
- Býrak Feride, varsýn öyle desin, ne ziyaný var? Biçarenin belki öyle söylemeye ihtiyacý v
edi.
Feride, bir þey söylemeden eðildi, çocuðun baþýný uzun uzun okþadý.
Kâmran, yine bir sabah, kapalý panjurlarýna vuran hafif taþ sesleriyle uyandý. Bunun, yalný
Feride'ye mahsus bir uyandýrma usulü olduðunu biliyordu Çalýkuþu, yine onu, büyük cevizin
sabah ziyafetine davet ediyordu, ilk günlerde vaat ettiði gibi artýk güzel armut kokusu
vermeye baþlayan sütün yanýnda mini mini dýþarlýk çörekleri, sonra reçele benzeyen pembe b
rdý.
Feride, çöreklerin üstüne bu tatlýdan sürerek Kâmran'a veriyordu:
- Bunlar benim elimin marifeti... Bu çöreklerin ismini bilmiyorum, fakat tatlýya gülbeþeke
r diyorlar.
iþini bitirdikten sonra yine o alçak mutfak iskemlesini bularak Kâmran'ýn karþýsýna, hemen
en ayaklarýnýn dibine oturdu.
- Þimdi söyle bana bakayým Kâmran, gülbeþekeri beðendin mi?
Genç adam, gülerek cevap verdi:
- Beðendim.
- Sevdin mi?
- Sevdim.
- Bir daha söyle.
- Beðendim ve sevdim.
ÇALIKUÞU 403
- Öyle deðil, Kâmran, "Ben Gülbeþeker'i sevdim," de. Kâmran bu çocukça ýsrarý anlamayarak g
- Ben, Gülbeþeker'i sevdim.
Feride, gözlerinde, yanaklarýnda ateþler uçarak, utancýndan kirpikleri titreyerek yüzünü on
laþtýrýyor, yalvaran bir çocuk gibi boynunu büküyordu. Dudaklarýnda tutuk nefeslerle:
- Bir kere daha Kâmran, "Ben Gülbeþeker'i çok seviyorum," de.
Genç adam, istediði verilmezse aðlayacak çocuklar gibi bükülen, titreþen bu dudaklara heyec
bir hayretle bakýyordu. Sebebini kendinin de bilmediði gizli bir teessürle titreyerek:
- Ben Gülbeþeker'i çok seviyorum, senin istediðin kadar çok seviyorum, dedi.
Feride, bir çocuk sevinciyle ellerini çýrptý, fakat dudaklarý gülerken gözlerinden yaþlar g
rdu. Ehemmiyetsiz bir þey için aðlayan bir yabancýyý ayýplar gibi: "Ne delilik, bir marifet
ni beðendirdiðin için bu kadar memnun olmak ne delilik!" diye çýrpýnýyor, kendi kendisiyle
meye, parmaklarýyla gözlerini kurutmaya çalýþýyordu. Fakat yaþlar bir türlü durmuyordu. Tut
feryada benzeyen bir hýçkýrýk; sonra yüzü elleri içinde, aðlaya aðlaya içeri kaçtý.
Bir akþamüstü Kâmran, eniþtesiyle beraber çarþýdan dönüyordu. Çocuklar, âdet etmiþlerdi: On
ktan gördükleri gibi kapýnýn içinde dizilirler, yemiþ, þeker, çikolata beklerlerdi. Kâmran,
birer onlarýn payýný daðýtýrken yanýna, ayaklarýnýn dibine küçük taþ parçalarý düþtüðünü fa
sonra gözleriyle etrafý araþtýrdý, Çalýku-þu'ydu. Biraz ötede, kocaman bir kestanenin yanýn
r, eliyle ona iþaret ediyordu:
404
Reþat Nuri Güntekin

- Manasýný biliyorsunuz ya, Kâmran Bey? Biz de varýz. Eðleneceði yahut bir muziplik edeceði
kit, daima ona "siz" diye hitap ederdi. Gülerek devam etti:
- Siz, beni artýk pek fazla ihmal ettiniz. Hani payým. Eski kabahatler unutuldu mu s
anýyorsunuz efendim? Ya sükût hakkýmý verirsiniz, ya o eski kiraz aðacý hikâyesi bu gece so
canlanýr.
On sene evvel yine bu kapýnýn yanýnda yaptýðý gibi, dilini diþlerinin arasýna sýkýþtýrýyor,
göstererek gülüyordu.
Kâmran, pardösüsünün cebinden bir kutu çýkardý, gülerek:
- Verilmiþ sadakalarým varmýþ. Feride, ne güzel tesadüf. Ben de bugün bir kutu fondan aldým
seye göstermeden kendim yiyecektim ama mademki böyle tehdide uðradýk, ne yapalým?...
Feride'nin yüzünde bir çocuk sevinci parladý:
- Ne güzel, ne güzel!
- Fakat bir þartla Çalýkuþu. Onlarý yine ben senin aðzýna vereceðim.
- Nasýl olur?
- Ta eskiden... sen on iki, on üç yaþýndayken nasýl oluyordu?
Bunu söylerken fondanlardan birini Feride'ye uzatmýþtý. Çalýkuþu, birkaç saniye tereddüt et
ra baþýný uzatarak, hafifçe titreyen dudaklarýný açtý. Fakat Kâmran'ýn bütün ýsrarlarýna ra
ikincisini yemek istemedi.
- Ver bana, yemekten sonra onu Necdet'le beraber yerim, dedi.
- Seninle þu duvarýn yanýna kadar gidelim, Feride. Bak, deniz ne güzel. Hem konuþur, hem s
eyrederiz.
- Peki, fakat þu kutuyu içeri býrakayým. Bir dakikacýk. Kâmran, ilk defa ona dokunmaya cesa
et etti; bileðinden tutarak:
ÇALIKUÞU 405
- Hayýr, Feride, dedi. Sana emniyetim yok. Bekle, bir dakikacýk, þimdi geliyorum, diye
cek gelmeyeceksin, yahut gelsen de kim bilir ne vakit ve nasýl geleceksin? Görüyorsun
ki sana emniyetim kalmadý.
Feride, bir þey söylemeden baþýný önüne eðdi, yavaþ yavaþ onunla beraber yürümeye baþladý.
Kâmran'da bu akþam dalgýn bir hüzün vardý. Kendisini zapt edemiyor, kesik, rabýtasýz kelime
mütemadiyen þikâyet ediyordu. Bir aralýk karanlýklarla dolmaya baþlayan enginden uçan bir
gösterdi:
- Feride, bir zaman sonra sen de bunlar gibi uçup gideceksin, deðil mi?
- Peki, arkanda býraktýðýn teyzelerden, teyze çocuklarýndan, eski arkadaþlarýndan, çocukluð
yerlerden ayrýlmak sana pek mi tatlý gelecek?
- Yuvanda mesut ederek, mesut olarak yaþarken harap ve periþan býraktýðýn baþka bir yuvanýn
hiç mi seni üzmeyecek?
*
Feride, cevap vermiyor, hatta dinlemiyor, þekerleme kutusunun altýna bir kurþunkalem p
arçasýyla þekiller çiziyor, bir þeyler karalýyordu.
Kâmran acý bir þikâyetle:
- Cevap vermiyorsun Feride? dedi. Çalýkuþu, dalgýn dalgýn onun yüzüne baktý:
- Affet Kâmran, aklým baþka yerdeydi. Ne söylediðini dinleyemedim. Vaktiyle dinlediðim bir
ski þarký vardý ki, unutmuþtum, bilmem niçin, birdenbire o aklýma geldi. Unutmayayým diye o
iþaret ediyordum. Ýstersen oku. Ben, üþümeye baþladým, içeri gidiyorum.
Kâmran, kutunun altýnda Feride'nin karýþýk yazýsýyla yazýlmýþ, þu dört mýsraý gördü:
Reþat Nuri Güntekin
406

Pür ateþim açtýrma benim aðzýmý zimhar, Zalim, beni söyletme, derunumda neler var; Bilmez m
ettiklerini, eyleme inkâr, Zalim, beni söyletme, derunumda neler var!
VI

fm "
Bu vakanýn üstünden dört gün geçmiþti. Feride, eski arkadaþlarýndan hemen hemen kaçýyordu.
alabilmek için icra ettiði bütün bahaneleri, kurnazlýklarý boþa çýkýyor, baþkalarýnýn yanýn
vakit yüzüne bakmaktan, göz göze gelmekten çekiniyordu.
Dördüncü günün akþamýna doðruydu. Evdekiler o gün yine çoluk çocuk bir yere davetliydiler.
evvel dönmelerine imkân yoktu. Kâmran, dýþarýda þiddetli bir rüzgârýn tozu dumana katmasýn
e duramamýþ, dolaþmaya çýkmýþtý.
Rüzgâr, uzak tepelerde ýslýk çalýyor, aðaçlar görünmez bir yaðmur saðanaðý altýnda gibi hýþ
giden yolun üstünde toz kasýrgalarý koþuyordu.
Kâmran'ýn yüzüne, gözlerine tozlar doluyor, her birkaç adýmda bir durarak rüzgâra arkasýný
uriyetinde kalýyordu. Çýplak bir tepeciðin kenarýnda kocaman bir kaya kovuðu gördü. Yanýnda
bir aðaç, mütemadiyen çýrpýnýyor, sýska kollarýný sallýyordu. Kâmran, yolunu çevirerek ora
bir köþesini rüzgâra karþý siper ederek oturdu.
Bu kadar gürültüye, bu kadar çýrpýnmaya raðmen etraf bugün bomboþ görünüyordu... Bomboþ, dü
Tabiatý, hiçbir gün bu kadar ruhsuz, onun güzel þeylerini bu kadar lüzumsuz, hayatý bu kada
tsiz görmemiþti!
ÇALIKUÞU 407
Ta uzaktan yolun, sularýn içinden geçiyor gibi görünen denize yakýn bir noktasýnda renkli b
kadýn hayali fark etti. Hiç sebepsiz yokuþtan indi, ona doðru yürümeye baþladý.
Biraz sonra, Nermin'in gülkurusu çarþafýný tanýdý. Genç kýz da onu görmüþ olacak ki, uzakta
allýyordu?
Nermin, niçin ötekilerden ayrýlmýþtý, niye yalnýz geliyordu? Bunu merak ederek daha hýzlý y
dý.
Genç kýz, rüzgâra karþý baþýný eðiyor, bir eliyle eteklerini zapta çalýþýyor, ötekiyle çarþ
alanan pelerinini tutuyordu.
Yüzünü gördüðü vakit birdenbire Kâmran'ýn kalbi çarptý. Nermin'in gülkurusu renkli çarþafý
Tam birbirine yaklaþacaklarý vakit rüzgâr, Feride'nin þemsiyesini aldý. Çalýkuþu feryat ede
tutmak istedi. Fakat, birdenbire etekleri daðýldý; pelerin uçtu, saçlarý açýldý. Kâm-ran,
asýnda yetiþmiþti. Þemsiyesini bir çalý kenarýnda yakaladý. Pardösüsünü rüzgâra siper edere
ltmesine yardým etti. Çalýkuþu:
- Ne kadar zamanýnda yetiþtin Kâmran, rüzgâr beni sahici çalýkuþlarý gibi uçuracaktý, dedi.
ler söylemek istiyordu. Fakat rüzgâr baþýný eðmeye, gözlerini, dudaklarýný kapamaya mecbur
Kâmran, ona pardösüsünü siper etmeye çalýþarak yürümeye baþladýlar.
Feride, artýk söz söyleyebilecek bir hale gelmiþti. Fakat öyle görünüyordu ki, onun þimdi s
n ziyade gülmeye ihtiyacý vardý. Kendini zapt edemiyor, bir baþka rüzgâr saðanaðýna tutulmu
rdu. Kesik kesik bunun sebebini anlattý.
- Biliyor musun niçin gülüyorum, Kâmran? Misafirlikteydik. Benim çarþýda pek mühim bazý iþl
aklýma geldi. Halbuki arkamda yeldirmem vardý. Tabii, o kýyafette cesaret edemedim. Z
avallý Nermincik, bana iyilik etmek istedi. Çarþafýný teklif etti. Biraz evvel yüzüm kapalý
halde çarþý-
408
Reþat Nuri Güntekin
l
dan geçiyordum. Bir zabitin arkamdan geldiðini gördüm. Tam yanýmdan geçerken:
- Nermin Haným, siz burada! Ne ümit edilmez saadet efendim, demesin mi?
Nermin'in bana iyilik edeyim derken böyle foyasýný meydana vermesi o kadar tuhafýma gitt
i ki, kendimi tutamadým, güldüm. Zabitçik, yanlýþlýðý o vakit fark etti. Benden öyle bir ka
.. Öyle ya! Nermin'in yerine yaþlý bir kadýn görünce...
Kâmran, gülümseyerek dinliyordu. Feride, devam etti:
- Fakat ben, kýzcaðýzýn sýrrýný sana söylediðime fena ettim. Geveze dilim durmuyor ki... Ku
lah aþkýna, kimseye söyleme e mi? Yalnýz ileride, kim bilir, bu kýzcaðýz da onu istiyorsa?.
Onlara bir iyilik edebilirsek...
- Sana vaat ederim, Feride, ancak Nermin o kadar çocuk ki...
Feride, zayýf bir þikâyet gibi:
- Olabilir, fakat böyle çocuklarýn kalbi hiç göründüðü gibi olmuyor, dedi.
Bu söz üzerine ikisi de sustular; yine öyle yan yana yürümeye baþladýlar.
Rüzgâr hafifliyor, onlar da adýmlarýný aðýrlaþtýrýyordu. Yolun bitmesinden adeta korkuyorla
mahzun mahzun düþünüyordu: "Demin bu tabiatý bomboþ, kendimi lüzumsuz bir insan gördüm... Þ
gülkurusu çocuk çarþafý içinde titriyor gibi görünen nazik, küçük, güzel þeyi rüzgâra karþý
ek inanýlmayacak kadar büyük bir saadet veriyor. Bu, daima böyle olabilirdi. Bu güzel küçük
uku, ben, istersem bahtiyar edebilir ve bahtiyar olurdum... Yazýk!"
Dalgýn bir düþünce içinde gittikçe adýmlarýný aðýrlaþtýran Feride, tekrar konuþmaya baþladý
yler söylüyordu:
ÇALIKUÞU 409
- Her þeye raðmen bu küçük tebdilihava beni çok eðlendirdi. Herhalde bir iki sene yeter. .
ra, teyzelerimi, hepinizi yine çok göreceðin1 geldiði vakit tekrar geleceðim... Böylece sen
ler geçecek, benim yavaþ yavaþ saçlarým aðarmaya baþlayacak, sen de, tabii öyle. Birbirimiz
yine memnun olacaðýz. Buna mukabil ayrýlýrken belki daha az mahzun ayrýlacaðýz... Kim bilir
leride belki büsbütün bile gelirim, deðil mi? Hayat bu, her þey mümkün... O vakit sen, beni
bütün aðabeyim olursun... Büyükler birer birer çekildikçe birbirimizin daha kýymetini bilir
hemmiyetsiz, küçük kusurlarýmýzý daha ziyade hoþ görürüz. Böyle ömrümüzün son senelerini, ç
erlerde...
Sesinin býllurundaki görünmez yara daha derinleþiyor, sözlerine bir gizli vasiyet mahzunluð
veriyordu.
Yol üzerinde çocuklu bir dilenci kadýna tesadüf ettiler. Çocuk, çýplak ayaklarýyla yanlarýn
r, kuru eliyle Feri-de'nin eteklerini okþuyordu.
Kâmran, para vermek için durdu. Feride, küçük sefillerle temasýn verdiði bir alýþkanlýkla ç
tan iðrendi. Tekrar yürümeye baþladýklarý vakit, dilenci kadýn onlara dua etti:
- Allah birbirinizden ayýrmasýn, Allah güzel hanýmcýðýný sana baðýþlasýn, dedi.
Gayri ihtiyari durdular. Kâmran, gönlünün bütün acýsý gözlerinin içine toplanmýþ:
- Feride, duydun mu kadýn ne söyledi? dedi. Bu suale iki iri yaþ damlasý cevap verdi. Ar
týk, birbirlerine yaklaþmaya cesaret edemeyerek yollarýna devam ettiler.
Köþkün önüne geldikleri vakit, akþam olmuþtu. Hava, epeyce sakinleþmiþ, rüzgârýn uðultusu d
410
Reþat Nuri Güntekin
uzun yorgunluktan sonra, sakin gölgelerinin uykusuna dalýyor, kayalarda -kendi içlerin
de sýzýyor gibi görünen- hafif bir sedef parýltýsý yanýp sönüyordu.
- Vakit daha erken, Feride. Onlar þehirden dönmediler, ister misin seninle þu kayalarýn
yanýna gidelim?
Feride, baþýný önüne eðerek halsiz halsiz rica etti:
- Bana artýk müsaade, Kâmran. Gidip soyunayým, rüzgâr baþýmý sersem etti.
Biraz evvel Feride'nin canlý, oynak vücudu etrafýnda canlý bir mahluk gibi yaþayan, omuzla
rýndan uçarak dizlerinin etrafýna dolanarak hassas, zarif, çapkýn sarýlýþlarla çýrpýnan gül
i sönük bir emel füturuyla omuzlarýndan, dizlerinden sarkýyordu.
Daha ileri gitmeye kuvveti kalmamýþ gibi oraya, kapýnýn önündeki iri bir taþýn kenarýna otu
mlara þemsiyesiyle ümitsizliði kadar derin, hayatý gibi kýrýk çizgiler çizmeye baþladý.
Biraz sonra, Kâmran'ýn da yanýna oturduðunu, omzunun omzuna dokunduðunu, elinin elini tutt
uðunu hissettiði vakit, hafifçe heyecanlandý. Þaþkýn þaþkýn etrafýna bakarak kaçmak istiyor
geçti.
Kâmran, onun birkaç defa derin derin içini çektiðini, ilk önce vahþileþen gözlerine birdenb
iz bir maðlubiyet tevekkülü düþtüðünü gördü. Buz gibi soðuyan, titreyen elini eski niþanlýs
de gözlerini kapadýlar. Kâmran, gözlerinin karanlýðý içinde kývýlcýmlar uçuþarak düþünüyord
treyen el, Feride'nin eli. Demek insanýn, geceleri imkânsýz bir rüyasý sandýðý þeyler de mü
irmiþ!" Gözlerini tekrar açtý. Feride, aðlaya aðlaya uyumuþ çocuklar gibi ara sýra göðüs ge
aðýrlaþan baþýný onun omzuna býrakýyordu. Halinde, ellerini býra-kýþýnda mazlum bir teslim
n, ara sýra kýmýlda-dýkça onun daha ziyade sokulduðunu, elini daha kuvvetli sýktý-
ÇALIKUÞU 411
ðmý hissediyordu. Genç adam, niçin böyle söylediðini kendi de bilmeden, gayet yavaþ:
- Ben Gülbeþeker'} seviyorum, dedi.
Yanlarýndaki kapýnýn birdenbire açýlmasý, onlarý bu uykudan uyandýrdý. Feride, silah sesi d
i kuþ hafifliðiyle yerinden fýrladý. En önde Nermin giriyordu. Çalýkuþu, heyecanlý bir sevi
boynuna atýldý. Genç kýzý kollarýnda sýkýyor, saçlarýný, gözlerini buselere gark ediyordu.
incin sebebini anlamýyordu. Biraz evvelki yorgunluktan eser kalmamýþtý. Küçükleri kollarýnd
kalýyor, cýyak cýyak baðýrtarak havaya atýp tutuyordu, içeri girecekleri vakit, biraz geri
dý. Kâmran'ýn yaklaþmasýný bekledi. Sonra, iç kapýnýn karanlýðýnda gayet yavaþ:
- Mersi, Kâmran, dedi.
VII
Ertesi gün Feride, yine kendi kendine þehre inmiþti, ikindiye doðru köþke döndüðü vakit, ço
rdu. Buna raðmen çocuklarý yine etrafýna topladý, arka bahçede kocaman bir kolan salýncaðý
Kâmran, Aziz Bey'in ihtiyar ve geveze bir misafirinden kendini kurtardýðý vakit, salýncakt
a Feride ile Necdet vardý. Feride, var kuvvetiyle salýncaðý uçuruyor, Necdet çýðlýklar atar
kedi yavrusu gibi boynuna týrmanýyordu.
Kâmran, Ayþe Teyze'nin týpký on sene evvelki gibi:
- Feride, kýzým, deliliði býrak, çocuðu düþüreceksin, diye baðýrdýðýný iþitti.
Çalýkuþu aldýrmýyor, bütün ruhuyla eðlenerek cevap veriyordu:
- Aman teyze, nenize lâzým, Necdet'in asýl sahibi þikâyet etmiyor ya! Deðil mi Kâmran?
412
Reþat Nuri Güntekin
Feride, çocuklarýn birini býrakýp ötekini alýyor, hepsinin sýra ile gönlünü hoþ etmek istiy
Çocuklarýn en büyüðü, fakat en korkaðý olan Nermin'i cýyak cýyak baðýrttýktan sonra salýnca
erden kýpkýrmýzý kesilen alnýna, yanaklarýna yapýþýyor, elindeki ip yanýklarýný gidermek iç
ne sürüyordu.
- Zannederim artýk kimse kalmadý. Kâmran, tereddütle:
- Beni unuttun, Feride, dedi.
Çahkuþu'nun dudaklarýnda renksiz bir tebessüm uçtu. "Olmaz" demeye razý olmuyor, "Haydi" de
eye cesaret edemiyor, gözleriyle ipi, aðaç dallarýný muayene ederek etraftan teþvik bekliyo
du.
- Nasýl olur bilmem ki? ipler ikimizi çekmez sanýrým, öyle deðil mi Müjgân?
Müjgân, eliyle ipi tuttu, sakin gözlerini Kâmran'ýn gözlerine dikerek:
- ipler için deðil... Fakat Feride çok yorgun. Haline bak onun Kâmran. Bir yorgun kadýný da
a ziyade yormak sanýrým ki günah olur artýk, dedi.
Feride evvela, "Ehemmiyeti yok, ne çýkar?" diyordu. Fakat sonra Müjgân'ýn söz ve bakýþlarýn
nayý anladý. Kabahatli bir çocuk gibi mahcup ve korkak, baþýný önüne indirdi, yavaþça-
- Evet, fazla yorgunum, belki hasta olurum, dedi. Haline bir hasta kadýn yorgunluðu çökmüþ,
gözlerinin biraz evvelki neþesi sönmüþtü:
Hâlâ Kâmran'a bakan Müjgân yavaþça:
- Sen, zannettiðimden ziyade kalpsizsin Kâmran! dedi. O, iþitilmemek için ayný yavaþ sesle:
- Niçin? diye sordu.
Müjgân, onu kendisiyle beraber bahçenin öte tarafýna doðru yürümeye mecbur etti:
ÇALIKUÞL 413
- Biçarenin halini görmüyor musun? Hayatýný, gönlünü bu kadar üzdüðün elvermedi mi?
- Müjgân!...
- Onu bu kadar sene birimiz bir kere aramadýk. Hasret acýsýna dayanamadý. Dargýnlýðýný, isy
rak yanýmýza döndü. Geldiði zaman hemen hemen iyi olmuþtu. Bu yeni kapanmýþ yarayý sen tekr
Müjgân, gözleri dolarak devam ediyordu:
- Biçarenin yarýn buradan giderken çekeceði ýstýrabý düþünüyorum da... Evet Kâmran, Feride
Her þey hazýr. Ben de bilmiyordum. Feride, bu sefer bana ne kalbine, ne hayatýna dair
hiçbir þey söylemiyor. Demin haber aldým; bu ani kararýn sebebini sordum. Kocasýndan gelmiþ
r mektuptan bahsediyor. Eminim ki yalan. Feride senden kaçýyor. Biçare artýk tahammül edem
iyor. Ben, zaruri ayrýlýðýn biraz müþkül olacaðýndan korkuyorum. Feride çok gayretli, inaný
dar gayretli bir mahluk. Fakat ne de olsa kadýn. Hayatýný kýrdýðýn bu biçareye karþý senin
n var, bu ayrýlýk günlerinde kuvvetli ve sakin olmak; mümkün olduðu kadar ona gayret vermek
..
Kâmran, bu sözleri dinlerken gözlerinin yeþiline kadar sararmýþtý:
- Yalnýz Feride'nin kýnlan hayatýndan bahsediyorsun, ya benimki? dedi.
- Sen kendin istedin.
- Bu kadar kalpsiz olma, Müjgân.
- Sen sanýyor musun ki, yapýlacak bir þey olsaydý geri duracaktým? Fakat elimizde hiçbir ça
yok. Feride, þimdi bir baþkasýnýn karýsý. Biçarenin ayaðý baðlý. Görüyorum ki sen de çok be
dargýn deðilim. Fakat, yapýlacak bir þey yok.
Feride'nin ertesi gün gideceðini herkes duymuþtu. Fakat kimse bundan bahsetmiyordu. Akþa
m yemeðini derin bir
414
Reþat Nuri Güntekin
sükût içinde yediler. Bu gece, daha ihtiyar ve düþkün görünen Aziz Bey, Feride'yi yanýna al
r omuzlarýný okþuyor, çenesinden tutup baþýný çevirerek gözlerine bakýyor:
- Ah! Çalýkuþu, ihtiyar vaktimde yüreðimi dertli ettin, diyordu.
O gece, herkes erkenden odasýna çýktý.
VIII
Vakit, gece yarýsýný geçiyordu. Köþk, çoktan uyumuþtu. Müjgân, omuzlarýnda bir ince atký, e
nla adasýndan çýktý. Ayaklarýnýn ucuna basa basa, dura dura Kâm-ran'ýn kapýsýna geldi. Odad
ne ýþýk vardý. Genç kadýn, yavaþça kapýya dokundu, fýsýltýya benzeyen bir sesle seslendi:
Kapý, çabucak açýldý. Kâmran, soyunmamýþtý. Mumun hafif ýþýðýnda çehresi daha soluk ve yorg
i kamaþtýrmýþ gibi kirpiklerini kýrpýyordu.
- Daha uyumadýn mý, Kâmran?
- Görüyorsun ya.
- Niçin lambaný söndürdün?
- Bu gece aydýnlýk gözlerimi yakýyor.
- Karanlýkta ne yapýyorsun? Acý acý gülümseyerek:
- Hiç, ümitsizliði, zehrimi hazmetmeye çalýþýyorum. Fakat sen, bu vakit niçin geldin, ne is
sun? Müjgân heyecanýný zorla zapta çalýþarak:
- Fevkalâde bir havadis var. Telaþ etme, Kâmran. Kendine gel, söyleyeceðim.
Odaya girmiþlerdi. Müjgân, mumunu yere býraktý; sonra yavaþça kapýyý kapadý, nereden baþlay
uþ gibi tereddüt ediyor, sakin görünmeye çalýþtýðý bir sesle:
ÇALIKUÞU 415
- Telaþ etme, kuzum Kâmran. Fena bir þey söylemeyeceðim, bilâkis çok iyi bir þey. Fakat böy
canlanýrsan...
Genç kadýn, onu teskin etmeye çalýþýrken kendi telaþlanýyor, gözlerinde, sesinde yaþlar tit
- Kâmran, biraz evvel Feride benim odama geldi. Halinde bir fevkalâdelik vardý: "Müjgân, d
edi, bugüne kadar dünyada yalnýz sana kalbimi açabildim. Senden daha yakýn kimsem yok. San
a tevdi edilecek bir sýrrým var, onu yarýn, ben gidinceye kadar saklayacaksýn, sonra söyle
yebilirsin. Günün birinde birdenbire geldiðimi gördüðünüz vakit, hayret ettiniz. Size, artý
te dayanamadýðýmý söyledim, bu da doðru. Fakat asýl sebep bu deðildi. Ben burada dünyada en
iðim bir adama, üç ay evvel ölüm döþeði baþýnda verdiðim vaadi yerine getirmek için geldim.
an söylemek mecburiyetinde kalmýþtým. Ben, þimdi dul bir kadýným. Kocam, üç ay evvel kanser
Feride, bu sözleri söylerken baþýný omzuma dayýyor, hýç-kýra hýçkýra aðlýyordu. Gözyaþlarý
rum öleceði gün beni yanýna çaðýrdý. Feride, dedi. Artýk zaruret çekmenden korkmuyorum. Çün
ana kalýyor. Senin gibi sade, sakin bir kadýný, ömrümün sonuna kadar rahatlýkla geçindirir.
t baþka bir þey var, Feride. Kimsesiz bir kadýnýn zengince de olsa, yalnýz yaþamasý kolay d
Sonra para baþka, þefkat yine baþka. Feride, benim rahat öldüðümü istiyorsan þimdi bana ye
Ben öldükten sonra istanbul'a ailenin yanýna döneceksin. Eðer daima onlarla beraber kalma
k istemiyorsan hiç olmazsa üç ay, iki ay onlarla beraber kal. Dünyanýn ucu uzundur. Belki
bir gün onlara iþin düþer. Yahut günün birinde bir parça aile þefkatine ihtiyaç duyarsýn. H
cik, senin ailenle barýþacaðýndan emin olursam, rahat rahat öleceðim, gözüm arkada kalmayac
"Bu son arzuyu yerine getireceðimi aðlaya aðlaya söyledim. Fakat doktorum, bunu da kâfi gör
edi. Eski niþanlýmla da
416
Reþat Nuri Güntekin
barýþmamý istiyor, bir gün onun, benim için belki bir büyük kardeþ olacaðýný söylüyordu. El
lim edilmek için bana mühürlenmiþ bir paket verdi:
- Bunun içinde bir eski gönül kitabý var ki, beni vaktiyle çok müteessir etmiþti. Onu mutla
eski niþanlýnýn okumasýný istiyorum. Bunu bu þekilde ona teslim edeceðine yemin et, dedi.
Hakikat iþte bu Müjgân. Þimdi her þeyi biliyorsun. Doktor-cuðum sai ve temiz bir adamdý. Be
ailemle barýþtýrmakla hayatýmýn yetimliðine bir deva bulacaðýný zannediyordu. Biçare, bunun
ne kadar acý olacaðýný tahmin edemedi. Doktorumu Munise'nin yanýna býraktýktan sonra, ista
l'a geldim. Orada öðrendiðim þeyler bu vasiyeti yerine getirmenin çok müþkül olacaðýný bana
an'ýn karýsýnýn vefatýný yeni öðreniyordum. Sonra, benim için bazý fena sözler çýktýðýný ha
að olsaydý, benim kocasý yeni ölmüþ bir dul kadýn sýfatýyla birkaç gün aile ocaðýna misafir
bilirdi. Halbuki þimdi hepiniz, hatta Kâmran, hatta sen, Müjgân -sen ki beni herkesten i
yi tanýdýn-benim için ne fena þeyler düþünecektiniz. Senelerce bir baþýna gezdi, dolaþtý, t
a dolu, kim bilir ne adi hesaplarla kendini ihtiyar bir adama sattý? Þimdi eski niþanlýsýný
yeniden serbest kaldýðýný haber alýnca yine o adi hesaplarla aramýza, beþ sene evvel haksý
etlere, hakaretlere boðarak ayrýldýðý o ocaða, o niþanlýya döndü, diyecektiniz. Böyle düþün
hametli ve hassas olanlarýnýz karþýsýnda bile ezilecektim."
Müjgân, gittikçe artan bir heyecanla ve teessürle söylemekte devam ediyordu:
- Ah! Kâmran, Feride'nin kollarýmda ne ümitsiz gözyaþlarýyla çýrpýnarak bunlarý söylediðini
le þu son sözlerini dünyada unutamayacaðým. Feride dedi ki: "Benim hangi periþan hislerle a
le ocaðýndan kaçtýðýmý, hayatýmýn ne
ÇALIKUÞU 417
elemlerle dolduðunu, hangi mecburiyetlerin þevkiyle evlendiðimi anlatmaya imkân yok. Yaþý y
rmi beþe girmiþ, beþ senelik hayatýnýn bir kýsmýnda maceralar içinde sürüklemiþ, bir kýsmýn
rmiþ bir kadýn; yüzüne, vücuduna bir erkek dudaðý sürülmemiþ bir genç kýz olduðunu iddia ed
. Herkes ona adi bir yalancý der, deðil mi Müjgân? Aksini ispata imkân yok. Daha ziyade söy
emeyeceðim. Doktorun Kâmran'a býraktýðý paketin ne olduðunu bilmiyorum. Fakat belki içinde
acak bir þey saklýdýr. Son arzusunu bu kadar üzüntü, bu kadar ýstýrapla yerine getirdim. Fa
bunu yapmaya kuvvetim kalmadý. Onu, ben yarýn vapura bindikten, her þey bittikten sonr
a Kâmran'a verirsin."
Müjgân sustu. En acý vakalar karþýsýnda hissiz denecek kadar derin bir sükûn ve tahammül gö
genç kadýn, çocuk gibi aðlýyordu.
Titreyen ellerini uzatarak:
- Onu artýk býrakmayacaðýz. Kâmran, lâzým gelirse zorla tutacaðýz. Mazideki vakalar ne olur
n, artýk sizin ayrýlmamanýz lâzým, görüyorum ki, dayanamayacaksýnýz, dedi.
Kâmran, adeta uyumuþtu. En ehemmiyetsiz bir hülyayý, en sönük bir hatýrayý aylarca hasta, m
uhuna gýda yapan bir hayalperest için bu kadar ümit, bu kadar acý fazlaydý. Uzun baygýnlýkl
an uyanmýþ hastalarýn hiçbir þey anlamayan, düþünmeyen gözleriyle karanlýðýn içinde etrafýn
apaklarýný açýp kapýyordu.
Müjgân, atkýsýnýn içinden kýrmýzý mumla mühürlü bir büyük zarf çýkardý:
- Feride'ye verdiðim vaade raðmen onu sana þimdi teslim ediyorum, dedi.
Tekrar atkýsýný düzelterek odadan çýkmaya hazýrlanýyordu. Kâmran, eliyle onu men etti:
- Müjgân, masanýn üstünde duran sönmüþ lambayý yakarken, Kâmran zarfý açtý. içinden bir mek
Çalýkuþu - F.27
418
Reþat Nuri Güntekin
büyük zarf çýktý. Kalýn bir yazý ile yazýlmýþ olan mektup, Kâm-ran'a hitap ediyordu.
"Kâmran Bey oðlum,
Size bu kâðýdý yazan adam, ömrünün birazýný kitaplarýna, bir parçasýný da hayat denilen bu
vakfetmiþ münzevi, mürdümgiriz bir ihtiyardýr ki, mektubunun elinize deðmesinden epeyce zam
n evvel dünyaya 'Yuf borusunu' öttürmüþ olacak. Pek sevgili bir biçareye son bir iyilik etm
k ümidiyledir ki, son nefesinde size bu satýrlarý yazmak zahmetini ona ihtiyar ettirdi
. Dinleyiniz:
Bir gün ücra bir köyün, viran bir evinde aydýnlýk kadar temiz, hülya gibi güzel bir küçük i
tesadüf ettim. Karakýþ ortasýnda, karýn lapa lapa yaðdýðý bir gece, odanýzýn penceresini aç
anlýktan bir bülbül sesi gelse ne duyarsýnýz? Ýþte ben, o dakikada bunu duydum.
Bu masum, nazik, kibar kýz çocuðunu, kudretin bu güzel ve nadide süsünü hangi melun talih v
tesadüf, bu karanlýk köyün mezbelesine atmýþtý? Ruhu aðlarken hikayeleriyle aldatmaya çalý
avallý küçük kýz! Ben, senin istanbul'da býraktýðýn gafil, aptal sevgilin miyim ki, bu aðýz
ykuya doymadan uyanmýþ çocuklar gibi mahmur gözleri, nereye bastýðý görünmeyen savruk halle
hayali dudaðýn busesiyle titriyor gibi görünen dudaklarý, bir hayali kucaða sokuluyor hiss
ni veren tavýrlarý, hareketleri bana her þeyi anlattý.
Eski zaman masallarýnýn Leyla'yý aramak için sahralara düþen Mecnun'unu, ara sýra, tatlý bi
katle hatýrlardým. Bugünden sonra onu býraktým. Yeni zamanlarýn mezarlýklarla dolu, karanlý
rinde bir imkânsýz aþk rüyasý arayan bu berrak ela gözlü, ipekli renkli masum, kibar, küçük
sýk sýk hatýrlamaya baþladým.
Ýki sene sonra ona, tekrar tesadüf ettim. Hastalýk durmuyor, yavrucaðý için için yiyip biti
ordu. Ah, ilk gördüðüm gün
ÇALIKUÞU 419
onu niye atýmýn terkisine bindirmemiþ, niye ite kaka, zorla istanbul'a, evime getirmem
iþtim?... Gaflet!...
Ýkinci tesadüfümde iþ iþten geçmiþ bulunuyordu. Siz, evlenmiþtiniz. Çocuktur, gençtir, belk
unutur diyordum. Bir hastalýðý esnasýnda tesadüfen elime geçen bir defter, bu yaranýn ne k
r derin olduðunu bana gösterdi. Bu deftere bütün hayatýný yazmýþtý. O vakit, ümidimi kestim
di çocuðum gibi tedavi etmek istiyordum, insanlarýn fesadý, fitnesi buna da imkân vermedi.
Bu aralýk iyice bir adam bulup onu evlendirmeyi düþündüm. Fakat, bu tehlikeliydi. Kocasý n
kadar insan, adam olursa olsun, ondan aþk isteyecekti. Gerçi kýzcaðýzým bunun için doðmuþt
n için ölüyordu, fakat bir yabancýnýn aþký onun için bir hazin angarya olacaktý. Birisini s
bir baþkasýnýn kollarýna düþmek, belki onu öldürecekti. Bu tehlike karþýsýnda çaresiz, onu
. Yaþadýkça müdafaa edecektim. Öldükten sonra da benim beþ on kuruþ servetim; üç beþ parça
eçindirip gidecekti. Þüpheli kýz olarak yaþamaktansa, emin bir dul olarak yaþamak onun için
ha kolay olacaktý. Bunlarýn hepsinden fazla olarak da bir gün asýl emeline vasýl olmasý iht
mali vardý. Hayatta imkânsýz ne var ki? Nitekim, karýnýzýn vefatý, benim bu ümidimi canland
bul'dan, sizden daima haber alýyordum. Bu vefat, sizi çok yaralayýp müteessir etmiþ olabil
ir, fakat ben de öyle oldum, dersem riyakârlýk olur. Münasip bir çare düþünüyordum. Feride'
budalalýktan ibaret olan nikâh kaydýnda boþayacak, doðrudan doðruya size iade edecektim. Ýn
lar, bilmem bu hareketime ne der? Herhalde ben insanlarýn hakkýmda söyleyeceði, düþüneceði
n üstüne çoktan tükürmüþ bir adamým, iþte bu esnada hastalýðým artmaya baþladý. Nihayet üç,
kendi kendine halledileceðine aklým erdi. Fazla söylemeye bilmem hacet var mý? Bir baha
ne ile Feride'yi ayaðýnýza gönderiyorum. Mektubumu eliyle teslim edeceðinden þüphem yok. Ta
týný iyi öðrendim,
420
Reþat Nuri Güntekin
tuhaf bir kýzcaðýzdýr. Belki titizlik filan etmeye kalkar, katiyen aldýrma, öleceðini bilse
akma, kap ederse zorla kadýn kaçýran dað erkekleri kadar vahþi, kaba ol ki, kollarýnda ölse
vkinden ölmüþ olacak.
Þunu da tasrih edeyim ki, bu iþte seni zerre kadar düþünmedim. Hani, gönlümün rýzasýyla san
gibi nadide bir kýz deðil, evimin kedisini bile teslim etmezdim. Fakat, gel gör ki, b
u deli kýzlara söz anlatmak kabil deðil. Sizin gibi toy, kalpsiz adamlarýn nesini severl
er, bilmem ki?..."
Merhum Hayrullah
NOT Zarfýn içinde Feride'nin defteri var. Geçen sene çiftliðe giderken onu, içinde bulunduð
andýkla beraber yok etmiþ, "arabacýlar çalmýþ olacak," diye bir lakýrdý çýkarmýþtým. Buna ç
t sesini çýkarmadý. Bu defterin bir gün olup iþe yarayacaðýný düþünmekte ne kadar isabet et
IX
Müjgân'la Kâmran, Çahkuþu'nun mavi kaplý mektep defterini okuyup bitirdikleri zaman ortalýk
maya baþlýyor, pencerenin dýþýndaki dallarda kuþlar cývýldaþýyordu.
Kâmran, yorgunluk ve ýstýrapla aðýrlaþan baþýný defterin sararmýþ yapraðýna koydu. Yer yer
bu muhabbet kelimelerini tekrar tekrar öptü. Defteri kapayacaklarý vakit Müjgân, hafif bir
hareket yaptý, onun mavi kabýný lambaya yaklaþtýrýp bakarak:
- Defter bitmemiþ Kâmran, kabýn üstünde de yazýlar var Fakat mürekkebin rengi, mavi kâðýt ü
r, dedi.
ÇALIKUÞU 421
Lambayý daha ziyade açtýlar, baþlarýný birbirine yaklaþtýrarak güçlükle þu satýrlarý okudul
"Dün defterimi müebbeden kapamýþtým. Evlendiðim gecenin sabahýnda deðil hatýramý yazmak, es
k için aynaya bakmaya, eski sesimi iþitmemek için söylemeye cesaret edemeyecektim. Fakat
...
Dün, ben gelin oldum. Sele kapýlmýþ bir kuru yaprak maz-lumluðuyla kendimi býrakmýþtým. Kim
rse yapýyor, hiçbir þeye itiraz etmiyordum. O kadar ki, doktorun Ýzmir'den getirdiði uzun
etekli beyaz elbiseyi giydirmelerine, saçýmýn bir yanýna bir tutam tel iliþtirmelerine bil
e razý oldum. Yalnýz, kendimi görmek için büyük bir endam aynasýnýn önüne getirdikleri vaki
etmeden gözlerimi yumdum, o kadar. Bütün isyaným bundan ibaret kaldý.
Beni görmeye birçok yabancý geliyordu. Hatta bunlarýn içinde eski muallime arkadaþlarýmdan
vardý. Söylenen sözleri iþitmiyor, yalnýz hepsine ayný titrek tebessümle gülümsemeye çalýþý
iyar, yüzüme karþý:
- Ne talih varmýþ bunakta? Turnayý gözünden vurdu, dedi.
Hayrullah Bey, akþam yemeðine doðru eve geldi. Þiþman vücudunu korse gibi sýkan bir redingo
iymiþ, gelincik rengindeki tuhaf boyunbaðý bir yana çarpýlmýþtý. O kadar mahzun olmama raðm
fçe gülmekten kendimi alamadým, bu adamcaðýzý gülünç mevkide býrakmaya hakkým olmadýðýný dü
rine baþka bir boyunbaðý taktým. Hayrullah Bey gülüyor:
- Aferin kýzcaðýz, sen amma iyi ev kadýný olacaksýn. Gördün mü, genç karýsý olmanýn fazilet
.
Misafirler daðýlmýþtý. Yemek odasýnýn penceresi yanýnda, karþý karþýya oturduk. Hayrullah B
- Küçük, dedi. Niye bu kadar geç kaldým, biliyor musun? Bir ziyaret ifa ettim. Munise'nin
mezarýna birkaç çiçek ile bir
422
Reþat Nuri Gühtekin
parça senin gelin tellerinden götürüp býraktým. Fakir, senin yanýnda cesaret edemezdi, faka
alnýz kaldýðýmýz vakit dilinden düþürmezdi: "Ablam gelin olup, tel taktýðý vakit, ben de te
erdi. Biçarenin kanarya gibi sarý baþýna teli ben takacaktým amma, olmadý.
Doktor, bunlarý söylerken kendimi tutamadým, baþýmý pencereye çevirerek bu mahzun sonbahar
sisleri gibi görünmeyen kirpiklerimde kuruyan gizli yaþlarla uzun uzun aðladým.
Gecenin ilk saatlerini, her akþamki gibi aþaðý yemek odasýnda geçirdik. Hayrullah Bey, gözl
Rousse-au "sunun kalýn cildini dizlerinin üstüne koyarak köþeye oturmuþtu.
- Gelin haným, yeni güveyin kitap okumasý caiz olmaz amma, kusura bakmazsýn. Korkma, gec
eler uzun, yeni geline aþk destanlarý okumaya da vakit bulurum, dedi.
Kenarýný iþlemekle uðraþtýðým mendilin üstüne baþýmý daha ziyade eðdim. Ah, bu ihtiyar dokt
sevmiþtim. Þimdi ne kadar nefret ediyordum. Demek acýdan, mihnetten bunaldýðým vakit baþýmý
koydukça o... Bu beyaz kirpikli masum mavi gözler, demek bana bir kadýn, bir zevce gözl
eriyle bakmaya tahammül ediyordu. Saat on biri çalýncaya kadar bu acý düþünceler içinde bun
Nihayet doktor, kitabýný masanýn üstüne býrakarak gerindi, esnedi.
- Ey, gelin haným, yatak vakti geldi. Haydi bakalým; diye ayaða kalktý. Ellerimden iðnem,
yumaklar dökülerek ayaða kalktým, masanýn üstünde duran þamdaný aldým.
Camý kapamak bahanesiyle pencereye yaklaþtým, uzun uzun karanlýða baktým. Ýçimden öyle geli
i, usulcacýk bu odadan kaçayým, karanlýk yollara düþeyim.
Doktor:
- Gelin haným, sen fazla daldýn. Haydi bakalým, doðru yukarýya. Ben onbaþýya bir þey söyley
eliyorum, dedi.
ÇALIKUÞU 423
ihtiyar sütnine ile bir komþu kadýn, elbisemi deðiþtirdiler. Tekrar þamdaný elime vererek b
kocamýn odasýna gönderdiler. Hayrullah Bey, daha aþaðýdaydý. Bir dolabýn kenarýnda ayakta
, göðsümü soðuktan muhafaza eder gibi kollarýmý kavuþturuyordum. O kadar titriyordum ki, þa
llanýyor, ara sýra saçlarýmýn ucunu yakýyordu. Nihayet, merdivenlerde, sofada bir ayak sesi
Hayrullah Bey, bir þarký mýrýldanarak ceketini çýkararak içeriye girdi. Beni görünce þaþýr
- Kýz, sen daha yatmadýn mý? dedi. Cevap vermek için aðzýmý açtým. Fakat diþlerim birbirine
anýma yaklaþmýþtý. Hayretle yüzüme bakýyordu.
- Kýz, bu ne hal? Sen benim odamda ne arýyorsun? Birdenbire gür bir kahkaha odayý sarstý:
- Kýz, sakýn buraya!...
Sözünü bitiremiyor, gülmekten týkanýyordu. Ellerini dizlerine vurup þakýrdatarak, parmaklar
yýp aðzýna götürerek:
- Demek sen buraya... Vay aþifte vay! Sahiden karý koca olduk diye ha?... Tuu utanma
z, arlanmaz!... Allah cezaný versin! Ýnsan babasý yerindeki adama...
Oda, etrafýmda fýrýl fýrýl dönüyor, tavanlar baþýma yýkýlýyordu. O, parmaðýný ýsýrýp utancý
- Vay fesat yürekli aþifte vay! Kýz, böyle gecelik gömle-ðiyle odama gelmeye utanmadýn mý?
Bu dakikada kendimi görmek isterdim. Kim bilir kaç çeþit renge girmiþtim?
- Doktor Bey, vallahi, ne bileyim öyle söylediler.
- Haydi, onlar o haltý yedi, ya sen?... Dünyada her þey aklýma gelirdi, bu yaþtan sonra na
mus ve iffetime böyle bir yüzsüz kýzýn tecavüz edeceðini zannedemezdim!
Ah Yarabbi, ne iþkence! Yerlere giriyor, kanatacak gibi dudaklarýmý ýsýrýyordum. Ben kýmýld
yalandan þirretlik ediyor, pencereye doðru kaçýp fanila gömleðinin yakasýyla boynunu sakla
ak:
424
Reþat Nuri Güntekin

- Kýz, üstüme gelme, korkuyorum. Vallahi pencereyi açar, yetiþin a dostlar, bu yaþtan sonra
bana..,
Ötesini dinleyemeden kapýdan kaçýyordum. Fakat bilmem ne oldu, birdenbire döndüm. Kalbimin
daima itaat edilmek lazým gelen hareketlerinden binyle:
- Babam, benim babam, diye feryat ettim, aðlayarak kendimi kollarýna attým.
O da kollarýný açmýþtý, ayný derin kalp feryadýyla:
- Kýzým, çocuðum, dedi.
O dakikada alnýmda titreyen baba öpücüðünün lezzetini ölünceye kadar unutmayacaðým.
Odama girdiðim zaman hem aðlýyor, hem gülüyordum. O kadar gürültü ediyordum ki, doktor yaný
danýn duvarýný vurdu:
- Kýz, evi yýkacaksýn, o ne gürültü? Fesatçý komþular kabahati bana bulurlar. Bunak, sabaha
gelini baðýrttý, derler ha! diye seslendi.
Mamafih kendi de benden az gürültü etmiyordu. Odasýnda dolaþýyor:
- Bu ahir zaman kýzlarýndan ýrzýmýz, iffetimiz sana emanet Yarabbi! diye þirret baðýrýyordu
e, on defa, o odasýnda, ben odamda uyanýk; duvarlarý vurarak, horoz, kuþ, kurbaða taklitle
ri yaparak birbirimizi uyutmadýk.
Ýþte, gelin olduðum gecenin hikâyesi. Doktorcuðum o kadar temiz hisli, temiz yürekli bir ad
m ki, bana evlenmemizin bir sözden ibaret olduðunu söylemeyi bile lüzumsuz görmüþtü. Ben, o
spet ne kadar koket ruhluymuþum, Yarabbi?
ÇALIKUÞU 425
Ulvi arkadaþlýðýmýzda o, erkekliðini unutmuþtu. Fakat, ben kadýnlýðýmý unutmamýþtým. Erkekl
zalim, bu muhakkak. Kadýnlarýn hepsi iyi, hepsi mazlum, bu da muhakkak. Fakat erkekl
erin, sade kalbiyle ve dinamiðiyle yaþayan pek az kýsmý var ki, onlardaki gönül temizliðini
r kadýnda bulmak mümkün deðil.
Feride, o gece sabaha doðru uyuyabilmiþti. Akþamkinden daha kýrgýn ve yorgun bir halde uya
ndýðý vakit, güneþin hayli yükselmiþ, saatin on biri geçmiþ olduðunu gördü. Mektebe geç kal
hafif bir telaþ çýðlýðý ile kendini yataktan attý.
Müjgân, sofrada bir iþle meþguldü. Feride, dargýn bir sesle:
- Aferin sana Müjgân, dedi. Yola çýkacaðým gün niye beni böyle geç býraktýnýz?
Müjgân, her günkü soðukkanlýlýðýyla cevap verdi:
- Birkaç defa odana geldim, o kadar yorgun uyuyordun ki, kýyamadým. Korktuðun kadar geç deð
l Hem galiba vapur biraz þüpheliymiþ, Marmara'da fýrtýna var.
- Ne olursa olsun artýk gideceðim.
- Ben de babama söyledim, senin iþinle meþgul olmak için limana indi Hazýr olsun, vapur ge
lirse ya araba gönderirim, ya kendim gelir alýrým, dedi.
Feride, bu ayrýlýk gününü böyle düþünmemiþti. Müjgân'ýn çocukla meþgul olduðunu, teyzelerin
, güldüðünü gördükçe mahzun oluyor, kendine bu kadar az ehemmiyet vermeleri kalbini kýrýyor
da görünürlerde yoktu. Müjgân, söz arasýnda gizlice:
- Feride, sana bir iyilik ettim. Kâmran'ý evden uzaklaþtýrmaya muvaffak oldum. Seni fazl
a mustarip etmemek için bu fedakârlýða razý oldu.
426
Reþat Nuri Güntekin
- Þimdi hiç gelmeyecek mi?
- Galiba iskelede seninle vedaya gelecek... Tabii memnun oldun.
Gözleri dalgýn, hafifçe dudaklarý tireyerek düþünüyor, parmaðýyla þakaðýnýn aðrýyan bir nok
- Tabii, teþekkür ederim, iyi ettin, dedi.
Müjgân'a bir sürü kýrýk, manasýz kelimelerle teþekkür ederken sevgili çocukluk arkadaþýnýn
öldüðünü, bir daha onunla barýþmayacaðýný hissediyordu.
Öðle yemeðine oturacaklarý vakit, komþu baðlarýnýn birinden haber geldi. Þehirde kýþlýk evl
hazýrlanan belediye reisleri, hem bað komþularýna, hem Feride'ye son bir ayrýlýk ziyafeti v
rmek istemiþlerdi.
Feride:
- Nasýl olur? Beni almaya gelecekler, diyordu. Teyzeler:
- Ayýp olacak Feride, beþ dakikalýk yer. Zaten, senin ne hazýrlýðýn var ki, çarþafýný þimdi
dediler.
Kendisine evvela bir hasta kedi kadar ehemmiyet vermeyen teyzelerin, bu yarý annel
erinin yüzüne bakmamak için baþýný önüne indirdi:
- Peki, olsun, dedi.
Saat üçe gelmiþti, yapraklarý sararmýþ bir çardaðýn yanýndan yolu gözleyen Feride, Müjgân'a
- Bir araba geliyor, Müjgân, zannederim benim için, dedi.
Fakat tam bu dakikadaa, sahildeki bir aðaçlýðýn az ötesinden birdenbire bir vapur görünmüþt
Feride, yüreði aðzýna gelerek:
- Geliyor! diye haykýrdý. Baða bir telaþ düþtü. Yeldirmeleri getirmek için ahretli kýzlar k
dý. Feride, teyzelerine:
- Ben, daha evvel gideyim, siz yetiþirsiniz, dedi.
ÇALIKUÞU 427
Müjgân'la beraber baðlarýn arasýndaki kestirme bir yoldan koþmaya baþladýlar. Çitlerden atl
lerin içinden geçiyorlardý.
Bahçe kapýsýnýn önüne aþçýya tesadüf ettiler. Ýhtiyar kadýn:
- Küçükhanýmlar, ben de size geliyordum. Beyler araba ile geldiler, sizi istiyorlar, ded
i.
Aziz Bey'le Kâmran, onlarý ikinci katýn sofasýnda karþýladýlar. Aziz Bey, eliyle odayý göst
- iki münasebetsiz misafir geldi, gürültü etmeyin, dedi. Sonra, Feride'yi süzerek:
- Bu ne hal küçükhaným, kan ter içinde kalmýþsýn? dedi. Sonra gülerek ona yaklaþtý, çenesin
rine bakarak:
- Vapur geliyor amma sana hayrý yok. Kocan razý olmuyor. ..
Feride, süratle geri çekilerek, þaþkýn þaþkýn:
- Eniþte, ne diyorsun? dedi.
- Kocan o kýzým, ben karýþmam!
Feride, hafif bir feryatla ellerini yüzüne kapadý. Düþecekti, fakat bir el bileklerinden t
uttu. Gözlerini tekrar açtý... Kâm-ran'dý.
Azýz Bey, heyecanlý bir kahkahayla:
- Ha þöyle, nihayet kafese girdin mi Çalýkuþu? Haydi bakayým, çýrpýn bakalým, çýrpýn! Bak,
i?
Feride, yüzünü kapamak istiyor, fakat bileklerini Kâm-ran'dan kurtaramýyor, baþýný sallamak
ranýyor, onun göðsünden, omzundan baþka bir yer bulamýyordu. Aziz Bey, ayný heyecanlý bir k
ayla:
- Etrafýndakiler sana tuzak kurdu, Çalýkuþu; bu Müjgân haini esrarýný sattý. Allah gani gan
t eylesin, merhum senin defterini Kâmran'a göndermiþ. Ben onu aldýðým gibi Kadýya gittim. K
minden çýkmýþ bazý parçalarý gösterdim. Kadý,
428
Reþat Nuri Güntekin
geniþ kafalý adam, hemen nikâhý kýyýverdi; anlýyor musun Çalýkuþu? Bu adam, artýk kocan, se
da býrakacaða benzemiyor.
Feride o kadar kýzarmýþtý ki, yüzünün rengi ela gözlerine vuruyor, gözbebeklerinin içinde k
treþiyordu.
- Haydi Çalýkuþu, nazlanma artýk, görüyoruz ki, saadetten bayýlýyorsun, "Fena etmedin eniþt
bunu istiyordum de!" dedi.
Aziz Bey, yarý zorla ona bu sözleri tekrar ettirdi. Sonra oda kapýsýný açarak muzaffer bir
ahkahayla:
- Þeriat vekilliðine sahibim efendim. Çalýkuþu, pardon Feride Haným namýna iþte þu Kâmran B
ndiriyorum. Duayý edin, biz âmini burada deriz, dedi.
Sonra, Feride'ye:
- Nasýl Çalýkuþu? Parmak kadar yumurcak, bizi senelerce oynatýrsýn ha! Gördün mü, kaç türlü
na? Bahçeden çocuk sesleri geliyordu. Aziz Bey:
- Þimdi tebrikler, el öpmeler uzun sürer. Hepsi kalsýn. Kendi elimle müthiþ bir düðün sofra
acaðým. Haydi oðlum, bizim gevezeliklerimizden size fayda yok. Elbet konuþacaklarýnýz vardý
dar, arka merdivenlerden karýný kaçýr. Ta uzaða, istediðin yere kadar, sonra beraber döner
iz.
Kâmran, Feride'yi hemen kollarýnda uçurarak merdiven kapýsýna koþarken Müjgân arkalarýndan
i arkadaþ að-laþa aðlaþa öpüþtüler.
Gözlerinden yaþ geldiðini göstermemek için gürültüyle burnunu silen Aziz Bey, bir hatip eda
lunu salladý:
- Ey benim kirazýmý çalan Çalýkuþu, onu baþkalarýna çaldýracaðýn saat çaldý gibime geliyor.
ayým da hesabýmýz kesilsin, dedi.
Hâlâ ellerini, Kâmran'dân kurtaramayan genç kýzý havaya kaldýrýp öptükten sonra tekrar Kâmr
ttý:
ÇALIKUÞU 429
- Bu gece seni, deniz fýrtýnasýndan kurtardýk, fakat yanýndaki sarý fýrtýna bana daha müthi
lah yardýmcýn olsun, Çalýkuþu, dedi.
Dar merdivende yuvarlanýr gibi, uçar gibi iniyorlardý. Kâmran, kolunu Feride'nin belinde
n geçirmiþ, genç kýzý nefes aldýrmayacak gibi sýkýyor, avuçlarýnýn içinde parmaklarýný inci
Merdivenin bir yerine Feride'nin eteði takýldý. Nefes nefese bir dakika durdular. Genç kýz
eteðini kurtarmaya çalýþýrken Kâmran kesik kesik:
- Feride, sen benim olasýn! inanamýyorum. Benim olduðuna kalbimi inandýrmak için senin aðýr
aya ihtiyacým var, dedi.
Dudaklarýnda kesik, tutuk nefesler, vücudunda derin ür-permelerle çýrpýnan Feride'yi zorla
küçük bir çocuk gibi- kucaðýna aldý, yüzü onun bozulmuþ çarþafýndan uçan saçlarý içinde, að
yle kaný tutuþmuþ, merdivenleri inmeye baþladý. Genç kýz, vücudunda bir uçuruma yuvarlananl
reyiþiyle kendini býrakýyor, hem gülüyor, hem aðlýyordu. Kapýnýn yanýndaki küçük taþlýkta y
- Halime bak Kâmran. Bu halle nasýl dýþarý gideriz? Müsaade et, bir dakika odama çýkayým, ü
m, þimdi gelirim.
Kâmran, onun bileklerini býrakmýyor:
- imkân yok, Feride. O bir defa oldu. Seni bir kere ele geçirdikten sonra tekrar býrak
mam, diye gülüyordu.
Genç kýz, artýk uðraþmaya takati kalmamýþ gibi baþýný Kâmran'ýn göðsüne koydu, yüzünü sakla
etti:
- Gittiðime benim de piþman olmadýðýmý mý zannediyorsun?
Kâmran, onun yüzünü göremiyor, yalnýz çenesini, dudak-
430
Reþat Nuri Güntekin

larmý okþayan, seven parmaklarýna sýcak gözyaþý damlalarýnýn düþtüðünü duyuyordu.


Yolda, onlar hemen hemen kucak kucaða yürüyorlardý. Karþýdan iki balýkçýnýn geldiðini görer
men hiç konuþmuyorlardý. Yan yana yürümek saadeti onlarý sarhoþ ediyordu.
On sene evvel Feride'yi burada ilk gördüðü bað yoluna geldikleri vakit Kâmran, onu hafifçe
zlarýndan tuttu:
- Sen burasýný belki hatýrlamazsýn, Feride, dedi. Genç kýz, yolun derinliklerine dikkatle b
karak gülümsü-yordu.
- Bu bakýþta manalar var, demek hatýrlýyorsun? Feride hafifçe içini çekti, bir eski hülyaya
gibi derin, dalgýn bir nazarla Kâmran'ýn yüzüne baktý:
- O dakikada ne kadar sevinmiþim, unutur muyum hiç? dedi.
Genç adam, bu baþýn çevrilmemesi, bu gözlerin gözlerinden ayrýlmamasý için onu çenesinden t
erin bir sesle:
- Feride, dedi. Bizim bütün sergüzeþtlerimiz burada baþlýyor. Beni dinle, öyle görüyorum ki
er artýk beni anlayabilecek kadar ýstýrap çekmiþ ve düþünmüþ. Seni sevmeye baþladýðým vakit
n baþka bir þey düþünmeyen hafif, yaramaz bir kýz çocuðu, ýþýk gibi, ses gibi elde durmasýn
bir Çalýkuþu'ydun. Sana karþý derin bir zaafým vardý. Her sabah uyandýðým vakit, aþkýmý ka
ha büyümüþ buluyordum. Bu derin zaaf, beni hem utandýrýyor, hem korkutuyordu. Zaman zaman ö
bakýþlarýn, öyle sözlerin vardý ki, kalbimi derin ümitlerle çýrpýndýrýyordu. Fakat sen, ça
u gülen, eðlenen çocuk gözlerinin içinde uyanan nazik, hassas genç kýz ruhunun görünmesiy-l
lmasý bir oluyordu. "Bir çocuk, beni mümkün deðil anlamayacak, hayatýmý kýracak..." diyordu
yatýný, gönlünü
ÇALIKUÞU 431
bu kadar derin bir vefa ile bana vakfedeceðini ümit edemiyordum. Sen, belki beni görünce
; uçan rengini, titremeye baþlayan bu güzel dudaklarýný saklamak için benden kaçýyordun. Be
nu bir Çalýkuþu hafifliði sanarak kendimi yiyip bitiriyordum. Söyle bana Feride, bu kadar
derin bir vefayý, bu kadar ince bir ruhu, bu küçük Çalýkuþu göðsünün neresine saklamýþtýn?.
Kâmran, bir dakika sustu. Sonra beyaz nazik þakaklarýnda ince ter damlalarýyla baþýný eðere
a yavaþ bir sesle devam etti:
- Derdim bu kadarla da kalmýyordu, Feride. Seni kendi kendimden, hayatýmdan, muhteli
f saadetlerini birbirinden kýskanýyordum. Dünyada zamanla yýpranmayan, kuvvetini kaybetm
eyen hiçbir his yok. "Ya bir zaman sonra Feride'yi bu kadar sevemezsem, ya bu lezi
z, nadide tahassürü kaybedersem?" diyordum. O vakit, yan yana bitmesinden korkulan ýþýklarý
nasýl söndürürlerse ben de öyle yapýyor, hayalini gözlerimden uzaklaþtýrmaya çalýþýyordum.
Daðlarda ismini bilmediðim bir ot yetiþir. Feride, insan, onu daima koklarsa, bir zama
n sonra kokusunu daha az duymaya baþlar. Bunun ilacý, bir zaman kendini ondan mahrum
etmektir. Hatta bazen -sýrf o eski güzel kokuyu yeniden bulmak hýrsýyla- herhangi bir k
okuyu, mesela bir manasýz "Sarý Çiçeði" yüzüne yaklaþtýrýr.
Bu ot, güzel kokusu için bazen mihnete de uðrar, insanlar, onu parmaklarýnýn arasýnda örsel
hýrpalarlar. Feride, seni bu ýstýraptan derinleþmiþ gözlerin, mahzun düþüncelerden yorulmu
ben, bu hýrpalandýkça kokusu artan çiçeklere benzetiyorum. Beni anlýyorsun, deðil mi? Çünk
erin gülmüyor, benim bu manasýz gibi görünen sözlerimle eðlenmiyorsun.
Feride, uyumaya hazýrlanan bir çocuk gibi, kirpiklerinde yaþ damlalarý titreyen gözlerini
kapýyordu. Bu heyecanlý yor-
432
Reþat Nuri Güntekin
gunluklardan öyle bitap düþmüþtü ki, dizleri kesiliyor, vücudunun bütün aðýrlýðýný Kâmran'ý
rüya içinde, hemen hemen yalnýz dudaklarýnýn hareketiyle:
- Görüyorsun artýk, Çalýkuþu müebbeden öldü, dedi. Genç adam, baþýný daha ziyade yaklaþtýrd
- Ziyaný yok, ben Çahkuþu'nun bütün aþkýný bir baþkasýna, Gülbeþeker'e verdim, dedi.
Kâmran, kollarýnda gittikçe aðýrlaþan bu bitap genç vücudun birdenbire canlandýðýný, bir ha
e kývrandýðýný hissetti:
- Kâmran, onu söyleme, yalvarýrým sana.
Hâlâ Kâmran'ýn göðsünde duran baþýný biraz arkaya atmýþ, yüzünü ona çevirmiþti. Kesik, donu
gerdanýnýn damarlarý moranyor, yüzünde, gözlerinde, kýzýltýlar uçuyordu.
Kâmran, haris bir inatla tekrar etti:
Feride, bütün vücudu titreyerek ayaklarýnýn ucunda yükseldi, genç adamý omuzlarýndan çekti.
bütün kaný dudaklarýnda toplanmýþ boynunu uzattý.
Bir dakika sonra ayrýlmýþlardý. Feride, uzun bir susuzluktan sonra berrak bir dereden ka
na kana su içen bir kuþ gibi canlanýyor, ayaðýný yere vurup yüzünü göstermemek için bir yan
a çevirerek:
- Ne ayýp, Yarabbi, ne ayýp! Sen sebep oldun vallahi, sen sebep oldun, diye hýrçýnlaþýyordu
Yanlarýndaki aðacýn dalýnda bir çalýkuþu ötüyordu.
-SON-
433
SÖZLÜKÇE

- A -
ab u hava: Su ve hava, iklim.
âbide: ibadete düþkün kadýn.
âcizane: Söz söyleyen bir kimsenin kendi yaptýklarýný abartmamak için kullandýðý bir nezak
addetmek: Saymak (Bunu olmamýþ addetmeli).
âdeta: Sanki, hemen hemen.
ah ü zara kapýlmak: Âh çekip inlemek.
ahenk: Uyum.
âhir: Son.
âhiret: (Ahret) Dinî inanýþa göre, insanýn öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacaðý ve
sap vereceði yer. Öbür dünya.
ahz: Alma.
âkile: Akýllý kadýn.
aksiyon: Eylem, hareket.
âlâ kader il istitaata: Gücün yettiðince.
âlâ: iyi, pek iyi.
alâka: Ýlgi.
alâmet: Belirti, iþaret.
alarga gitmek: Açýktan gitmek.
alelade: Olaðan, sýradan.
âlem: Dünya.
âli: Yüksek, yüce.
alil: Hasta, sakat.
alimallah: Allah bilir.
ameliye: iþlem.
ar: Utanma.
arif: Çok anlayýþlý, bilgili ve sezgili kimse.
arifane: rif olana yakýþýr biçimde.
arife: Bilgili.
arýz olmak: Sonradan ortaya çýkmak.
azil: Görevden alma.
azim: Bir iþteki engelleri yenme kararlýlýðý.
azletmek: Görevden almak.
-B-
babayani: Gösteriþi ve özen-. tisi olmayan, babacan tavýrlý.
bahtiyar: Talihli, mutlu, mesut.
bahusus: Hele, en çok.
bakiye: Artan, geri kalan.
battal: Alýþýlmýþ olandan büyük.
Çalýkuþu - F.28

Sözlükçe
434

bedbaht: Mutsuz, talihsiz.


bedbin: Kötümser, karamsar.
behemahal: Mutlaka.
belertmek: Gözlerini, aký çok görünecek bir biçimde açmak.
beyhude: Boþuna.
beyit: Anlam bakýmýndan birbirine baðlý iki dizeden oluþmuþ þiir parçasý.
Bibliotheque Rose: (Fr.) Pembe kitaplýk. Metnide "çocuk kitaplarý" anlamýnda kullanýlmýþ
biçare: Çaresiz, zavallý kimse.
bilâkis: Tersine, aksine.
billahi: Tanrý'ya ant içerim.
binaenaleyh: Bundan dolayý.
bitap: Bitkin, yorgun.
bonjur: (Fr.) Günaydýn. Merhaba anlamýna da kullanýlýr.
bonmarþe: içinde her türlü giysi, süs eþyasý, oyuncak vb. satýlan büyük maðaza.
buse: Öpücük.
- C -
caiz: Uygun.
cariye: Efendisinin her istediðini yapmak zorunda bulunan, alýnýp satýlan kadýn veya kýz.
cariye: Para ile alýnýp satýlan, savaþta esir olmuþ veya odalýk diye alýnmýþ kýz.
cazibe: Çekicilik, alýmlýlýk.
cedide: Yeni.
cefa: Büyük sýkýntý, eziyet.
celbetmek: Çekmek.
celile: Büyük, ulu.
celpname: Mahkeme tarafýndan, dava edene, edilene veya tanýklara gönderilen çaðrý belgesi.
cerr: Medresede okuyanlarýn üç aylarda köy köy dolaþarak imamlýk, vaizlik iþleri için para
larý.
cesamet: Büyüklük, irilik.
ceza reisi: Aðýr ceza mahkemesi baþkaný.
cihet: Yön.
-Ç-
çapul: Yaðma, talan.
çare-i tesviye: Çözüm önerisi.
çehre: Yüz, sima.
çiy: Havada buðu durumundayken akþamýn ve gecenin serinliðiyle yerde veya bitkilerde topla
nan küçük su damlalarý.
çuha: Tüysüz, ince dokunmuþ yün kumaþ.
Sözlükçe
435

-D-
dandy: (Ýng.) (Metinde) Züppe, çýtkýrýldým.
darbýmesel: Atasözü.
darülmuallimat: Kýz öðretmen okulu.
debdebe: Þatafat, gösteriþ.
delalet: Aracýlýk.
deliþmen: Þýmarýk ve delice tavýrlý, zýpýr.
destlerinden busetmek: Ellerinden öpmek.
devain Daireler.
dezanþante: (Fr. Desenchan-te) Hayal kýrýklýðýna uðramýþ.
diba: Altýn ve gümüþ iþlemeli bir tür ipek kumaþ.
diksiyonen Sözlük.
duhul olmak: Ýçeri girmek.
dülger: Yapýlarýn kaba aðaç iþlerini yapan kimse.
düzgün: (Metinde) Kadýnlarýn yüzlerine sürdükleri bir tür krem, fondöten.
-E-
ebedî: Sonsuz, ölümsüz. ecir: Ücret.
eda: (Metinde) Davranýþ, tavýr.
edibe: Edepli, terbiyeli. efkâr. Tasa, kaygý.
ehemmiyet: Önem.
ekseriya: Çoðunlukla.
elâlem: Yabancýlar.
elan: Þimdi, henüz, daha. -
elem: Üzüntü, dert, keder.
elhamdülillah: Allah'a þükür.
elzem: Çok gerekli, vazgeçilmez.
emniyet: Güven.
emrihazýn Emir kipi.
encümen: Komisyon, komite.
endam: Vücut, beden, boy pos.
erganun: org.
erkânýharp: Kurmay subay.
ervah: Ruhlar.
esasen: Aslýnda.
esatir Mitoloji. Tarih öncesi dönemden bugüne gelen efsaneleri inceleyen ilim.
esef buyurmak: Üzülmek.
esef: Acýma, yerinme.
eskaza: Yanlýþlýkla, kaza ile.
esrar. Gizler, sýrlar.
evrak: Yazýlmýþ kâðýtlar, mektuplar, kitaplar vs.
-F-
fadýla: Erdem sahibi, üstün.
fantezisi: (Metinde) Süslü ve hayalci. Ortamýn gerçekliðine uymayan.
faraza: Sözgeliþi.
l
Sözlükçe
436
fasýla: Ara.
felekiyat: (Felekiyyat) Astronomi.
fen: Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
fenlenmek: Yaþýna göre bilmemesi gereken þeyleri öðrenmiþ olmak.
ferace: Kadýnlarýn sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkasý bol, yakasýz, çoðu kez etek
ere kadar uzayan üst giysisi.
feragat: Vazgeçme.
ferah: Gönül þenlendiren, iç rahatlýðý veren.
ferahfaza: Ferah artýrýcý.
ferda: Gelecek zaman, yarýn.
fevkalâdelik: Olaðanüstülük.
fitnelik: Karýþtýrma, ara bozma.
fýtri: Yaradýlýþtan olan.
flört: Kadýnla erkek arasýndaki yakýn iliþki.
fondan: Ýçinde likör, tatlý veya hoþ kokulu maddeler bulunan, aðýzda kolayca eriyen bir tür
eme.
fütursuzca: Önemsemeyerek, aldýrmayarak.
-G-
gaflet: Dalgýnlýk, dikkatsizlik, aymazlýk.
gaile: Sýkýntý, dert. gam: Tasa, kaygý, üzüntü. ganaim: Ganimetler, düþmandan alýnan þeyler
n, düþmanlýk. garp: Batý.
gayrý: Artýk, bundan böyle. gayri ihtiyari: irade dýþý. grandiose: (Fr.) Ulu, yüce. güzide:
.
-H-
hacer-i esved: (Kara taþ) Kabe kapýsý yanýnda bulunan ve hacýlarýn öpmeleri hac þartlarýnda
taþ.
hacet kalmamak: Gereði olmamak.
had: Sýnýr, derece.
haiz: Elinde bulunduran, taþýyan.
hakeza: Böyle, yine.
halayýk: Kadýn köle, cariye, hizmetçi.
hâlim: Huyu yumuþak.
halis: Saf, katýþýksýz.
halketmek: Yaratmak.
halûk: iyi huylu.
hami: Gözeten, koruyan.
harcýrah: Yolluk.
hâre: Dalgalý ya da dalgalanýr gibi görünen parlak çizgiler.
Sözlükçe
437
harîm: Herkesin giremeyeceði yer.
haset etmek: Kýskanmak, çe-kememek.
hasýlý: Kýsacasý, sözün kýsasý.
hassaten: Özellikle.
hasut: Çok haset eden, kýskanç.
haþan: Çok yaramaz, ele avu-ca sýðmayan çocuk.
haþiye: Not.
hatip: Konuþmacý.
hattat: Güzel yazý yazan.
hatun: Kadýn.
hava tebdili: Hava deðiþimi.
haysiyet: Onur, özsaygý.
hazain: Hazineler.
hazan: Sonbahar.
hazin: Dokunaklý, hüzün veren.
helâllik dilemek: Ayrýlma sýrasýnda hakkýný birbirine baðýþlamak.
hengâme: Patýrtý.
herze: Saçma, saçma söz, zevzeklik.
hicran: Bir yerden veya bir kimseden ayrýlma, ayrýlýk acýsý.
hiddet: Öfke, kýzgýnlýk.
hikmet: (Metinde) Sebep, gizli sebep.
hilaf: Aykýrý, karþýt, ters.
himaye: Koruma.
himmet: Yardým, kayýrma.
hizmet-i vataniye: Vatan hizmeti.
hodkâm: Bencil, egoist.
hoyrat: Kaba, kýrýcý ve hýrpa-layýcý.
hulâsa: Kýsacasý.
hususiyet: Özellik.
hülasa: Özetle.
hüzün: Gönül üzüntüsü.
-I/Ý-
ýtlak =etmek: Bir kocanýn karýsýný boþamasý.
iblað etmek: Vardýrma, eriþtirme, ulaþtýrma.
ibni (ttm): Oðul.
idadi: Lise.
idare-i maslahat: tþi þöyle böyle bugünlük görme.
idrak: Anlama yeteneði, anla-
yþ-
ifa etmek: Yapmak.
iffet: Namus.
iðfal etmek: Bir kadýný aldatmak, baþtan çýkarmak.
ihsan etmek: Baðýþlamak.
ihtimam: Özen, dikkatli davranma.
ihtiyar: (Metinde) Seçme.
ihtiyat: Sakýnma, ölçülü davranma.
Sözlükçe
438

ihtiyatsýz: Tedbirsiz.
ihtizaz: Titreþme, titreþim.
ikâmet: Oturma.
ikmal-i nevakýs: Eksikleri tamamlama.
iktidar: Bir iþi yapabilme gücü.
iktifa etmek: Yetinmek.
ilanihaye: Sonsuza kadar.
ille velâkin: Gelgelelim, bununla birlikte.
ilm: Bilim.
ilmihal: Din kurallarýný öðretmek için yazýlmýþ kitap.
iltizam: Kayýrma, bir tarafý tutma.
imdi: Þimdi, artýk.
imtizaç etmek: Uyum saðlamak.
inha: Resmî bir göreve atama veya bir üst aþama için yazýlan yazý.
inhimak: Çok düþkünlük, bir þeye fazla düþme.
inkiþaf: Meydana çýkma, geliþme.
insaniyetli: Ýnsanlýðý olan.
iptida: Baþlangýç, bir iþe baþlama.
iptila: Düþkünlük, tiryakilik.
irab: Düzgün konuþma ve gerçeði belirtme.
irade: (Metinde) Emir.
irfan: Kültür, bilme, anlama.
ismet: Namus.
istida: Dilekçe.
istidad: Yetenek.
istif af: Günahtan, kötülükten çekinme.
istihare: Bir inanýþa göre, giriþilecek iþin hayýrlý olup olmadýðýný rüyadan anlamak için a
yarak uyuma.
istihkâm: Düþmana karþý savunma yapmak amacýyla düzenlenmiþ askeri yer, güçlü siperler.
istikran Kararlýlýk.
istintak etmek: Sorguya çekmek.
ýstýrap: Sýkýntý, büyük üzüntü.
istiskal: Soðuk davranýþlarla hoþlanmadýðýný belli etme.
istismar. Birinin iyi niyetini kötüye kullanma, sömürme.
istizah: Bir iþin açýk söylenmesini isteme, açýklama isteme.
iþret: içki.
iþtirak etmek: Katýlmak.
itibar: Saygýnlýk, güvenilirlik.
izbe: Basýk, loþ, nemli, kuytu yer.
izdivaç: Evlenme.
izzetinefis: Onur, özsaygý.
Sözlükçe
439

-K-
kabil: Mümkün, olabilir.
kadr (kadir): Deðer, kýymet.
kâinat: Evren, dünya.
kalem odasý: Resmî kuruluþlarda yazý iþlerinin görüldüðü oda.
kalfa: Saraylarda ve büyük konaklarda halayýklarýn baþýnda bulunan kadýn, ilkokullarda hoca
rdýmcýsý.
kamarot: Gemilerde yolcularýn iþlerine bakan görevli.
kameti artýrmak: Baðýrarak konuþmak.
kâmil: Olgun.
kanaat getirmek: inanmak, aklý yatmak.
kasavet: Üzüntü, sýkýntý.
kati: Kesin.
kâtip: Sekreter, yazýcý.
kavil: Söz, sözleþme, anlaþma.
kelime-i teyyibe: (Kelime-i tayyibe) Yatýþtýrýcý hoþ söz.
kepazelik: Rezalet.
kerliferli (kelli fellf): Kýlýðý kýyafeti düzgün, olgun ve gösteriþli.
kesb-i þeref etmek: Þeref duymak.
kibir: Büyüklük, kendini büyük görme.
koket: (Fr. Coquette) Güzel görünmeye özen gösteren. Zarif görünmeye, süslenmeye düþkün.
kolcubaþý: Bir þeyi korumak için bekleyen görevlilerin baþý.
komfinyon: (Fr. Communion) iman birliði.
kötek: Dayak.
krep: Çok bükümlü iplikle dokunmuþ bir çeþit ince kumaþ.
kurum satmak: Böbürlenmek.
(tm)" -* """
laden: Çamdan çýkarýlan zift gibi siyah ve kokulu zamk.
lâhza: Zamanýn bölünmeyecek kadar kýsa parçasý, an.
lakayt: ilgisiz.
lâkin: Ama, fakat.
lândo: Dört tekerlekli, karþýlýklý iki oturma sýrasý bulunan, atlý binek arabasý.
lata: Osmanlýlar'da ilmiyenin giydiði bir tür üstlük.
levazým: Gerekli olan þeyler, gereçler.
levha: Bir yere asýlmak için yazýlmýþ yazý.
leziz: Lezzetli.
lisan-ý Fransevi: Fransýzca.
Sözlükçe
440

-M-
maahaza: Bununla birlikte.
Maarif Nezareti: Millî Eðitim Bakanlýðý.
maarif: Millî Eðitim.
maateessüf: Ne yazýk ki, üzülerek söylüyorum ki.
mabeyinci: Osmanlý Devle-ti'nde padiþahlarýn dýþarýyla olan iliþkilerine bakan, buyruklarýn
ilere bildiren, bazý kiþilerin dileklerini kendisine ileten görevli.
maðmum: Tasalý, üzgün.
mahcup: Utangaç, sýkýlgan.
mahdum: Erkek evlât, oðul.
mahdut: Az, sýnýrlý, sayýsý belli olan.
mahfe: Deve, fil gibi hayvanlarýn sýrtýna konan, üzerinde oturmaya yarayan sepet, bir çeþit
eyer.
mahlûk: Yaratýk.
mahmurluk: Uykudan sonra duyulan aðýrlýk ve sersemlik.
mahsub: Hesap edilmiþ, hesaba geçirilmiþ.
mahsus: (Metinde) Bilerek.
mahut: Bilinen, adý geçen.
mahzun: Üzgün, üzüntülü.
maiþet: Geçim, geçinme.
makale: Bilim, fen konularýyla
siyasi, ekonomik ve toplumsal konularý açýklayýcý veya yorumlayýcý niteliði olan gazete vey
gi yazýsý.
makam-nezaret: Bakanlýk nezareti.
' makbul: Beðenilen, hoþ karþýlanan.
makbule geçmek: Çok beðenilmek, hoþa gitmek.
mâlik olmak: Sahip olmak.
malûm: Bilinen.
malûmatlý: Bilgili.
manastýr: Kesin kurallarý olan, rahip veya rahibele-
rin dünya ile ilgilerini keserek yaþadýklarý yapý, keþiþhane.
manevi: Görülmeyen, duyularla sezilen.
maren: (F. Marin) Denizci.
marifetli: Ustalýklý, hünerli.
mazari: Dilbilgisinde geniþ zaman.
mazbata: Tutanak.
mazi: Geçmiþ.
mazlum: Sessiz, uysal ve boynu bükük.
mecburiyet: Zorunlu olma durumu.
mecidiye: Eskiden kullanýlan ve o zamanýn 20 kuruþu deðerinde olan gümüþ sikke
Sözlükçe
441

melal: Býkma, usanma.


melun: Kötü, lanetli.
memalik: Ülke.
menazýn Manzara.
menazýr-ý tabiiye: Tabiat manzarasý.
mendebur: Sümsük, sünepe, pis, iðrenç.
menetmek: Yasaklamak.
meret: inatçý, kaba.
meþakkat: Güçlü sýkýntý, zorluk.
meþk: Alýþmak ve öðrenmek için yapýlan çalýþma.
meþru: Yasal. Yasanýn, dinin ve kamu vicdanýnýn doðru bulduðu.
meþum: Uðursuz, kötü.
metanet: Metin olma, dayanýklýlýk.
methetmek: Övmek.
metruk: Terk edilmiþ.
meyil: Eðilim. Sevme, gönül verme.
meyus: Ümitsiz, üzgün.
meziyet: Yetenek.
meziyetli: Yetenekli.
mihmandar: Resmî konuklarý aðýrlamak ve onlara kýlavuzluk etmekle görevlendirilen kimse.
mihnet: Sýkýntý, zahmet, eziyet.
mihr: Sevgi.
miralay: Albay.
miskin: Çok uyuþuk, zavallý.
mizaç: Huy, yaradýlýþ.
mizer: (Fr. Misere) Zavallýlýk, yoksulluk.
muahadderat: Örtülü kadýnlar, islâm kadýnlarý.
muallim: Öðretmen.
muallime: Bayan öðretmen.
muamelat: Dairelerde evrak üzerinde yapýlan iþlemler.
muamele: Davranýþ.
muamma: Anlaþýlmayan, bilinmeyen þey.
muavenet: Yardým.
muavin: Yardýmcý, yardým eden.
muayyen: Belli, kesin olarak belirlenmiþ.
mugayir. Uymaz, aykýrý.
muhabbet: Sevgi.
muhacir. Göçmen.
muharebe: Savaþma, iki ordu arasýndaki savaþ.
muharrir: Yazar.
muhasara: Kuþatma, sarma, çevirme.
muin: Yardým eden, yardýmcý.
mukabele: Karþýlýk verme, karþýlýk.
mukabil: Karþýlýk, bir þeye karþýlýk olarak yapýlan.
Sözlükçe
442

mukadder: Yazgýda var olan, kaçýnýlmaz.


mukaddes: Kutsal.
mukaþser: Metinde, bir kadýn, içi, yüzü, gözü açýlmýþ anlamýnda kullanýlmýþ.
mukavele: Sözleþme.
muktedir: Bir þeyi yapmaya, baþarmaya gücü yeten.
munîs: Cana yakýn, sevimli.
musaddak: Geçerli olduðu resmî yazý ile bildirilmiþ.
mutaassýp: Baðnaz, tutucu.
mutasarrýf: Tanzimattan sonra idare bölümlerinde vilayetle kaza arasýndaki bölümün idare am
.
mutat: Alýþýlan, alýþýlmýþ þey.
muteber Saygýn, inanýlýr.
muvaffak olmak: Baþarmak.
muvaffakiyet: Baþarý.
muvafýk: Uygun.
muvakkat: Geçici.
muvazene: Denge.
muvazzah: Bir görev ve hizmetle yükümlü olan kimse.
mücedded: Yeni, yenilenmiþ.
müceddet: Yeni, yenilenmiþ.
nýüdde i umumî: Savcý.
müdür-i umumi: Genel müdür.
müebbeden: Ömür boyu.
mükedder: Üzgün, kederli.
mülazým: Teðmen.
münasebet almak: Uygun düþmek.
münasebetsizlik: Uygun olmayan, yakýþýksýz davranýþlarda bulunma, saygýsýzlýk yapma.
münasip: Uygun, yerinde.
münhal vukuunda: (Metinde) Boþ kadro olduðunda.
münhal: Boþ olan, açýk bulunan.
münhasýran: Yalnýz, özellikle.
münkir: inkâr eden, kabul etmeyen.
müptedi: Bir þeyi öðrenmeye yeni baþlayan.
mürdumgiriz: Çürümüþ. Metinde içi geçmiþ anlamýnda kullanýlmýþ.
mürebbiye: Kendisine bir çocuðun eðitimi ve bakýmý verilmiþ kadýn.
mürüvetsiz: insanlýðý olmayan.
müsamaha: Hoþgörü.
müstacel: Çabuk yapýlmasý gereken.
müstahak: Bir kimsenin layýk olduðu ödül veya ceza.
müstakim: Temiz, doðru, namuslu.
müstebit Zorba, despot.
Sözlükçe
443

müsterih olmak: tçi rahat etmek.


müsvedde: Yazý taslaðý, karalama.
müþkül mevki: Zor durum.
müþkül: Zor.
mütalaa: Okuma, ders çalýþma, etüt.
mütalaahane: Okuma odasý.
müteessir: Üzüntülü.
müteferrika senetleri: Çeþitli küçük harcamalarýn para senetleri.
mütehayyir: Þaþkýn, þaþýrmýþ olan.
mütekaid: Emekli.
mütemadiyen: Ara vermeden, sürekli olarak.
müyesser: Kolaylýkla ortaya çýkan, kolaylýkla elde edilen.
müzahrafat: (Müzahrefat) Parlak boyalar ve süsler.
müzakere etmek: (Metinde) Öðrencilerin ders hazýrlamalarý için çalýþmalarý.
müzakere etmek: Öðrencilerin ders hazýrlamalarý için çalýþmalarý.
müzakkere: (Müzekkere) Bir iþ hakkýnda üst makama sunulan yazý.
müzmin: Uzun süreli.
-N-
nadide: Az görülür, deðerli.
nadir: Seyrek, az.
nafîa: Bayýndýrlýk.
nafile: Yararsýz, boþa giden.
nalça: 1) Ayakkabýlar çabuk eskimesin diye altýna çakýlan demir. 2) Katýr, eþek, sýðýr gibi
týrnaklarý altýna çakýlan demir parçasý.
namünasip: Uygun olmayan.
nan: Ekmek.
nasihat: Öðüt.
nazýn Bakan.
nedamet: Piþmanlýk.
nefer: Asker.
nekahat: Hastalýk sonrasý saðlýklý duruma geçme dönemi.
nekin Bilmezlik.
neþretmek: Yaymak.
netice itibarýyla: Sonuç olarak.
netice: Sonuç.
nev'i: (Nevi) Çeþit, cins, tür.
nihayetinde: Sonunda.
nimet: Yiyecek içecek, özellikle ekmek.
nimetþinas: Ýyilik bilir.
nispet: (Metinde) Kýyaslama.
nispet: (Metinde) Oran, kýyaslama.
Sözlükçe
444

nizam: Düzen. numune: Örnek.


- P - parloir: (Fr.) Dýþarýdan gelen-
lerle konuþma odasý. payzen: Ayaðýna pranga vu-
rulmuþ.
pederane: Baba gibi. peyda olmak: Ortaya çýkmak. podösü et: Yumuþak, prezante etmek: Tanýtm
k. pusetmek: Öpmek. puþide: Örtü.
rastýk: Kadýnlarýn kaþlarýný veya saçlanný boyamak için sürdükleri siyah bya.
raþe: Titreyiþ.
rehavet: Vücutta görülen gevþeklik, aðýrlýk, tembellik.
rezzak-ý âlem: Bütün yaratýklarýn rýzkýný veren.
riayet etmek: Uymak.
rikkat: Ýncelik, yufkalýk.
riyaset âlisi: Yüksek baþkanlý-
ðý- riyaset: Baþkanlýk.
riyaziyat: (Riyazziyat) Mate-
matik. nzk: Yiyecek, içecek þey, ni-
met.
römark: (Fr. Remarque) Dikkate alma. (Metinde: Tespit, dikkat çekme anlamýnda kullanýlmýþ.)
ruhani: Ruhla ilgili.
rüþtiye: Ortaokul.
-S-
sadakar Düz dokunmuþ açýk saman renginde bir tür ipek kumaþ.
saffet: Saflýk.
sahih: Gerçek, hakiki.
sair. Baþka, öteki, diðer.
saliha: (Metinde) Din buyruklarýna uygun davranan.
salisen: Üçüncü olarak.
sallapati: Düþünmeden, saygýsýzca, kaba saba, patavatsýzca.
sefaret: Elçilik.
sekerat: Can çekiþirken kendinden geçme.
selametlemek: Yolcuyu, konuðu uðurlamak.
serasker kapýsý: Seraskerin resmî görev yeri.
serasker: Sadrazamlýk göreviyle yükümlü olmayan ve Osmanlý ordusunun komutanlýðýný yapan ve
aný.
sýraca: Deride ve daha çok
Sözlükçe
445

boyunda görülen deðiþiklik, lenf düðümlenmelerinin þiþkinliðiyle beliren bir tüberküloz tür
sirayet: Yayýlma.
sitem: Bir kimseye, yaptýðý hareketin veya söylediði bir sözün üzüntü, alýnganlýk, kýrgýnlý
ndýrdýðýný öfkelenmeden belirtme.
soeun (Fr.) Kýz kardeþ, rahibe. Metinde "Ma sor" sözcüðü ayný zamanda "rahibe" olan öðretme
ir hitap þekli olarak geçiyor.
souvenir d'amour: (Fr.) Aþk hatýrasý.
souvenir: (Fr.) Hatýra.
spleen: (tng.) Terslik, huysuzluk, kin.
sülüs: Bir çeþit yazý.
süperiyor: (Fr. Superieur) Üst. Manastýr, dinsel kurum vs. baþkaný.
sürme: Kirpik diplerine sürülen siyah boya.
-þ-
þahadetname: Diploma. þayan: Uygun, yaraþýr. þefkat: Acýyarak ve koruyarak sevme.
þekerrenk: Ýki kiþi arasýndaki dostluk, arkadaþlýk iliþkisinin bozuk olduðunu belirtmek içi
nýlýr.
þenaat: Kötülük, fenalýk.
þer'iye: Þeriat kurallarýna uygun.
þeriat: Dinî temellere dayanan Müslümanlýk kanunlarý.
þevk: istek, heves.
þifa: Hastalýktan kurtulma.
þifahi: Sözlü, sözle.
þimendifer: Demiryolu.
þirret: Geçimsiz, huysuz, edepsiz, kavga çýkartmaktan hoþlanan.
-T-
taalluk etmek: Ýlgili bulunmak, ilgilendirmek.
taarruz: Saldýrý.
tabiat: (Metinde) Huy.
tabiatýyle: Doðaldýr ki.
tabiî: Doðal.
tabiiye: Tabiat bilgisi.
taciz etmek: Sýkýntý vermek, can sýkmak.
tafsilât: Ayrýntýlar.
tahammül etmek: Dayanmak, katlanmak.
tahammül: Kötü, güç durumlara katlanma, karþý koyabilme gücü.
Sözlükçe
446

tahassür: Özlem, kavuþmak istenen þey veya kimse için üzülme.


tahayyül: Hayalde canlandýrma.
tahkikat: Araþtýrma.
tahkir: Horlama, alçaltma.
tahrirat: Resmî bir dairede yazýlan yazýlar.
tahrirî: Yazýlý.
tahsisat: Ödenek.
takbil: Öpme.
taksim: (Mat.) Bölme.
talika: Dört tekerlekli, üstü kapalý, bir tür yaylý at arabasý.
talkýn: (Telkin) Ölü gömüldükten sonra imamýn mezar baþýnda söylediði dinî sözler.
tamim: Genelge.
tasavvur etmek: Düþünmek, gözönüne getirmek, hayal etmek.
tashih etmek: Düzeltmek.
tasrif etmek: Dilbilgisinde bir fiilin çekimi.
tavsiye: Öðüt, yol gösterme.
tazmin etmek: Zararý ödemek.
tecdit: Yenileme.
tedris: Öðretim.
tedrisat-ý iptidaiye: ilköðretim.
teessür: Üzüntü.
tefrik: Ayýrma, ayýrt etmek.
tefriþ: Bir yeri gerekli eþya ile döþeme.
tefsir. Yorumlama.
tekaüt: Emeldi.
tekdirat: Azarlama.
tekellüf: Güçlüðe katlanma.
teklifsiz: Resmî veya çekingen davranmama.
tekmil: Bütün, tüm.
telaffuz etme: Söyleme.
tembih: Uyarma.
temenna etmek: Eli baþa götürerek selâmlamak.
temin: Saðlama, elde etme.
temrin: Alýþtýrma.
teneffüs: Temiz hava, dinlenmek için verilen ara.
tenezzül etmek: Kendi durumuna, düzeyine aykýrý düþen bir þeyi kabul etmek.
tercüme-i hal: Özgeçmiþ, biyografi.
tereddüt: Kararsýzlýk.
teres: Pezevenk.
tesadüf etmek: Rastlamak.
teskin etmek: Acý, öfke, heyecan gibi duygularý yatýþtýrmaya, dindirmeye çalýþmak.
teþrif etmek: Bir yere gelerek orayý onurlandýrmak.
Sözlükçe
447
teþvik etmek: Ýsteklendirmek, özendirmek.
tetkik etmek: incelemek.
tevazu: Alçakgönüllülük.
tevdi etmek: Vermek, býrakmak.
teveccüh: Güleryüz gösterme, yakýnlýk duyma.
tevekkül: Kadere boyun eðmek, katlanmak.
tevil etmek: Söz veya davranýþa baþka bir anlam vermek.
tezevvüç etmek: Evlenmek.
-U-
ulema: Bilginler. ulûm: ilimler, bilimler. ulum-i diniye: Din bilgisi. ulvî: Yüce. usu
l: Yöntem. usuletle: Usulüyle. usul-i cedit: Yeni yöntem.
- V -
vaftiz: Hýristiyan dininde bir kutsal iþlem.
vakan Aðýrbaþlýlýk.
vakfetmek: Adamak.
vâkýf olmak: Bilmek, öðrenmek.
vâkýf: Bilen.
vakur: Aðýrbaþlý, onurlu.
varak-ý mýhr-i vefa: Sevgi, baðlýlýk evraký.
vasýl olmak: Ulaþmak, varmak.
vaveyla: Çýðlýk.
vefa: Sevgide sebat, sevide durma, sevgi baðlýlýðý.
vefasýz: Sevgisi çabuk geçen, hakikatsiz.
vehim: Kuruntu.
vekâlet: Birinin yerine bakmak, görevini üstlenmek.
velev: Kaldý ki, hatta.
veranda: Camlý taraça.
vesile: Sebep, bahane.
viöjö: (Fr. Vieux'deri) Yaþlý iþi.
virane: Yýkýlmýþ veya harap olmuþ yapýlardan geriye kalan yýkýntý.
vukuf: Bilgi.
-Y-
yadellen Baba evinden uzak yerler, gurbet.
yadigâr: Bir kimseyi ya da bir olayý hatýrlatan nesne ya da kiþi.
yan Sevgili.
yaþmak: Eskiden kadýnlarýn ferace ile birlikte kullandýklarý, gözleri açýkta býrakan ince y
Sözlükçe
448

yazýhane: Yazý masasý.


yegâne: Tek.
yeis: Üzüntü, umutsuzluktan
doðan karamsarlýk. yortu: Hýristiyan bayramý.
- Z - zaaf: Düþkünlük, dayanama-
ma.
zabit: Subay. zarp: (Mat.) Çarpma. zaruri: Zorunlu. zat: Kimse, kiþi.
zayi etmek: Kaybetmek.
zemzem: Müslümanlarca kutsal sayýlan su.
zerzevat: Sebze.
zevce: Erkeðin nikâhlandýðý kadýn, eþ.
zýb: Süs.
zikretmek: Söylemek.
zillet: Hor görülme, alçalma.
ziya: Iþýk.
ziyade: Çok, daha çok.
ziynet: Süs.

You might also like