Professional Documents
Culture Documents
yaşam
sanatı
versus
Yaşam Sanatı
Zygmunt Bauman
Özgün Künye
The Art of Life
© Polity Press, 2008
VERSUS KİTAP
© Her hakkı mahfuzdur.
Baskı
Sertifika No: 22749
Ayhan Matbaası: 0212 445 32 38
VERSUS KİTAP
Sertifika No: 22806
Albay Faik Sözdener Sk.
Benson İş Merkezi No:21/2
Kadıköy / İstanbul 34710
Tel: 0 216 418 27 02 (pbx) Faks: 0 216 414 34 42
www. versuskitap.com
versuskitap@versuskitap.com
YAŞAM SANATI
Zygmunt Bauman
İÇİNDEKİLER
tık tığ ım ız cezaev lerin in m aliy etlerin i kayda geçirir. Sekoya orm an
ölçer.
y aratıldı. Bay veya Bayan D oğru’n u n ortaya çık m asın ı b ekley erek
can ım ızı sıkam ayız, bu yüzden flörtlere hız v e riy o ru z ... G örü n en
o k i, zam anla yarıştığım ız yaşam larım ızda, yirm i b irin ci yüzyıl
In g ilizlerin in artık h içb ir şeyi b eklem ey e vakti yok.
9) A.g.e, s. 20.
10) Bkz. Hana Buczynska-Garew icz, M etafizyczn e rozw azan ia o czasie
[Metaphysical Reflections on Tim e], Universitas, 2 003, s. 50 ve devamı.
düzenlem e istenci geçm işe yönlend irir ve bu [N ietzsche’nin
edebi sözcüsü Zerdüşt’ün ifade ettiği gibi] isten cin diş gıcır
datm ası ve bir başm a çektiği eziyettir.” “Anın dayanma g ü cü ”,
“yeni başlangıç” denem elerinin ölüm çanıdır diyebiliriz.
Yatkın bir kulak açısından bunun sesi, “yeni başlangıca” giri
şilm eden çok daha önce işitilebilir olacaktır. Kendi kendinin
efendisi olm anın oluştuğu gebelik dönem inde, pek çok em b
riyonun yaşam ı düşükle sonlanır.
N ietzsche “Ü stin san ”m (kendi geçm iş eylem leri ve soru m
lulukları da dahil) geçm işe alayla yaklaşm asını ve kendini
bunlardan kurtulm uş hissetm esini ister. A ncak bir kez daha
tekrarlam am gerekirse: Yaratıcılığın hareketini yavaşlatan ya
da durduran ve geleceğin tasarım cılarının ellerini bağlayan
geçm iş, yitip gitm iş anların tortusundan başka bir şey değil
dir. Şim diki zayıflıklar, bunların geçm işteki güç gösterilerinin
doğrudan ya da dolaylı sonuçlarıdır. Daha da korku n cu, hırslı
“Ü stin san lar” (yani, N ietzsche’n in çarpışm a çağrısını ciddiye
alan ve onu izlem eye karar veren insanlar) daha b ecerikli ve
azim li hale geldikçe, gücün ve onun görüntü lerinin içerisinde
yuvalanan m utluluğu yenileyip genişletecek m evcut anların
her birine ve her türlüsüne de bir o kadar ustalıkla hükm eder,
m anipüle edip söm ürürler. “B aşarıları”nm etkileri ne kadar
derin ve hatta silinm ez olursa, gelecekte m anevra alanları da
bir o kadar dar olacaktır.
N ietzsche’nin “Ü stin san ”m m akıbeti de, sıradan insanlar
olan çoğum uzun akıbeti gibi olmaya m ahkûm gibi görünm ek
tedir. Ö rneğin, Douglas K ennedy’nin “kendi hayatını yaşamak
isteyen adam ”m öyküsündeki kahram an g ibi.11 Bu adam, her
daim daha fazla özgürlük düşlerken, aile yaşam ının gitgide
artan kapan ve tuzaklarıyla aralıksız bir şekilde kalınlaşan,
kend isini çevreleyen yüküm lülük duvarları arasına hapsolm a-
11) Bkz. Douglas Kennedy, T he Pursuit o f H appiness, Arrow, 2002.
yı sürdürüyordu. Yüklerden kurtulm uş olarak y olcu lu k etme
karart verm işken, kendisini olduğu yere bağlı tutan yükleri
çoğaltıyor ve böylece de en kü çü k hareketi külfet haline geti
riyordu. Bu tür çözülm ez çelişkilere bulaştığından (daha doğ
rusu kendi kendini bulaştırdığından), Kennedy’nin kahram a
nı yanı başındaki kişiden daha fazla baskıya maruz kalıyor de
ğildi. Hiç kim senin kurbanı, yahut h iç kim senin kin in in ya da
kötülüğünü n hedefi de değildi. Özgürce ken din i ispatlamaya
dair düşlerini engelleyen, kendisinden ve kendini ispatlamaya
y ön elik çabalarından başka bir şey değildi. Altında ezildiği ve
sızlandığı yük, Kennedy’nin öne sürdüğü gibi, sabah yataktan
çıkm ak için iyi bir neden sunan bü tü n bu takdire şayan ve
gıpta edilen “yaşam ın ü rü n leri” olan çabaların -k a riy erin in ,
evinin, çocu klarının , büyük banka k red isin in - gıpta edilen ve
aslında değer verilen m eyvelerinden oluşuyordu.
Dolayısıyla N ietzsche’n in m aksadı bu olsun ya da olm a
sın, (k i m uhtem elen onun m aksadına karşıt o larak ....) onun
m esajını bir uyarı olarak yorum layabiliriz: Kendini ispatlam a
bir insanlık kaderi olm asına rağm en ve bu kaderi hayata ge
çirm ek için h akikaten kendi k endinin efendisi olmaya y ön e
lik b ir üstinsan gücüne ihtiyaç duyulacak olm asına rağm en,
ayrıca bu kaderi tam am ına erdirm ek ve böylece kendi insa
ni potansiyelinin hakkını verm ek için gerçekten bir üstinsan
gücünün araştırılm ası, toplanm ası ve harekete geçirilm esine
ihtiyaç duyulacak olm asına rağpıen, “Ü stinsan p ro jesi”, belki
de kaçınılm az biçim de, en başından kendi yenilgisinin nüve
lerini taşır.
Farkınd a olalım veya olm ayalım , hoşum uza gitsin veya
gitm esin, yaşam larım ız sanat yapıtıdır. Yaşam larım ızı yaşama
sanatının gerektirdiği gibi sürdürm ek için , tıpkı herhangi bir
sanatın ustası gibi, kendim ize (en azından ortaya kondukları
anda) açıkça karşı koym ası güç olan sorunlar belirlem em iz ge
rekir. Her ne yapıyor veya yapabiliyorsak, onunla aşık atm ak
için, (en azından seçim anında) erişim im izin epeyce ötesinde
olan hedefler ve (en azından çoktan edinilm iş) becerilerim i
zi can sıkıcı bir şekilde epeyce aşıyorm uş gibi görünen m ü
kem m ellik standartları seçm eliyiz. İm kâ n sız olan ı d en em em iz
gerekir. K esinlik b ir yana, h içbir güvenilir, yararlı öngörüden
destek alm adan, uzun ve zahm etli b ir çabayla, bu standartları
bazen yakalayabileceğim izi, bu hedeflere varabileceğim izi ve
b öylece sorunlarla başa çıkabileceğim izi olsa olsa um abiliriz.
Belirsizlik insan yaşam ının doğal habitatıdır -b e lirsiz lik
ten kaçm a umuduysa insan yaşam ındaki arayışların m otoru
dur. Belirsizlikten kaçm ak, yalnızca zım nen varsayılsa bile,
her türlü karm a m u tluluk hayalinin en önem li bileşenidir.
“G erçek, m untazam ve ek siksiz” m utluluğun, h er zaman b e l
li bir uzaklıktaym ış gibi görünm esinin nedeni de işte budur:
M alum ufuk gibi, ne zam an yakınlaşm aya çalışsanız uzaklaşır.
Mutluluğun Istırapları
E n eğ len d irici olan lar [...] pek ço k arena etk in lik lerin d en b i
rin de, arab anın ön cam ın d an sü rücüyü b ir bez beb ek gibi savurup
havaya fırlatm ak için zam anlam a ve hassasiyetle çarp ışm an ızı ge
rek tiren olaylardır. Bahtsız b aşk ahram am nızı devasa bovlin g p istle
rin d en aşağı fırlatm ak tan , ço k geniş su yüzeyleri bo y u n ca b ir çak ıl
taşı gibi kaydırm aya kadar her şey aynı ölçü de tuh af, şiddet yüklü
ve kom iktir.
3) A.g.e, s. 41.
4 ) Epictetus, The Art o f Living, çev.: Sharon Lebell, Harper One, 2 0 0 7 , s. 22.
Ayrıca tüketim toplum um uz E piktetos’un nasihatinin h a y a ta
g eçirilm esin i, yıldırıcı bir görev ve zahm etli bir m ücadele k ıl
m ak için de akla gelen her şeyi yapar. A ncak, bunu im kânsız
kılm az. Toplum, insanlar açısından birtakım tercihleri daha az
seçilebilir k ılabilir (kılar da). A ncak h içbir toplum , insanların
seçim hakkım tüm den elinden alamaz.
6) Bkz. Aristotle, The B asic W orks o j Aristotle, haz. Richard M cKeon. Random
House, 1941.
rine aynı önem veriliyordu. Bu varsayım A ristoteles’in yaşam
felsefesinin geri kalan kısm ıyla çok uyumluydu; bu felsefe her
türlü radikal, tek taraflı tercihler konusunda kuşku duyuyor
ve bu nun yerine çeşitliliği ve bağdaşm azlığıyla m eşhur ger
çeklik ler ortasında izlenm esi gereken tek doğru ve etkili stra
teji olarak ılım lılık, dengeli yargı ve “orta y o l” tercihini tavsiye
ediyordu.
Çağdaş okurların A ristoteles’in listesinden ötürü aklı ka
rışm ış, hatta keyfi kaçm ış olabilir. Çağdaş insanlara m utlu
lu k hakkm daki fikirleri sorulsa, listenin bazı m addeleri pek
de um ursam ayacakları özellikler arasında kalır. Diğer bazı
m addeler de, en azından, karışık duygularla ele alınacaktır.
G elgelelim görece önem siz bir rahatsız edici noktadır bu:
Çağdaş m utluluk arayışm dakileri en ço k şaşırtm ası m u h te
m el olan şey, m utluluğun bir kere ulaşıldığında değişm eyen
bir durum , belki de sa ğ lam ve kesin tisiz bir durum olduğu
(olabileceği, olm ası gerektiği) yönündeki zım ni varsayımdır.
Listedeki bütün m addeler bir kere elde edildiğinde ve bir ara
ya getirildiğinde ve daim i olarak “elde edilm iş” oldukları te
m in edildiğinde, (A ristoteles’in de im lediği gibi) sahiplerine
istisnasız her gün her saat sonsuza dek m utluluk sağlam aları
beklenir. Bu, çağdaşlarım ızın kesinlikle tuhaf ve gerçekleşm e
si im kânsız diye değerlendirecekleri bir şeydir. Ü stelik, ger
çekleşm esi pek de m üm kün olm ayan böylesi daim i bir istik
rarın, yaşam daki m utluluk üzerinde gayet sevimsiz etkilere
sahip olacağından kuşkulanacaklardır.
Elbette çoğu çağdaş okur bunu şöyle yorum layacaktır:
M utluluk açısından, daha fazla paraya sahip olm a, paranın az
olm asından iyidir; insanın birçok iyi dosta sahip olm ası, az
sayıda dostu olm ası veya hiç olm am asından iyidir; veya sağ
lıklı olm ak hasta olm aktan iyidir. A ncak, şayet varsa, yalnızca
48 ! Yasam Sanatı
i
ço k k ü çü k bir okur kitlesi, k end ilerini tek bir gün m utlu kılan
şeylerin kend ilerini büyülem eye ve daima sevinç aşılamaya
devam edeceğini um acaktır. Ç ok az insan m u tluluk halinin
tek seferde elde edilebileceğine ve elde edildiğinde de bu halin
daha fazla çaba gerektirm eden yaşam ın geri kalanı boyunca
sürebileceğine inanacaktır. Başka bir deyişle, “bundan böyle
h içbir şey değişm eyecek ve her şey olduğu gibi kalacak” an
layışına rağm en, daha fazla ve daha büyük m utluluk arayışı
sona ererse, m utluluk m ahvolm ayacaktır.
Çağdaşlarım ızın çoğuna göre, “hep aynı” bek len tisi, b aş
lı başına bir değer değildir; yalnızca fesih yetkisi veren bir
şartla tam am landığında değer olur. “Hep aynı” anlayışı aşırı
sevinç ve coşku anında çekici olabilir; ancak, başka alanlar
da olduğu gibi, çoğu insan arzunun sonsuza dek sürm esini
beklem eyecek ve arzu nesn esinin süresiz olarak “ay nı” kalm a
sını istem eyecektir. C hristopher M arlow e’un F au st’unun zor
yoldan öğrendiği gibi, süresiz olarak “aynı” kalacak bir saadet
anı dilem enin, süresiz m utluluktansa sonsuz bir cehennem
m ahkûm iyeti sağlayacağı garantidir...
Çoğu çağdaşım ız için m utluluk daha ziyade, h er ne ka
dar sabır ve çelik gibi sinirler gerektirse de, “insanın kendi
yolunda gitm esi” (henüz tatm in edilm em iş arzularla dürtü
len ve hedeften hâlâ belli b ir mesafede bulunan insanın düş
kurm aya ve bu düşlerin gerçekleşm esi için çabalam aya ve
um ut beslem eye devam etm eye zorlanm ası) bir değer olarak
kabul edilir ve şüphesiz ki son derece de kıym etli bir değer
dir. M uhtem elen, çağdaşlarım ız bu koşulun aksinin, yani din
ginlik halinin, m utluluktan ziyade can sıkıntısı hali olacağını
(söze dökm eseler de en azından içlerind e) kabul edecektir.
N itekim çoğum uz açısından “sıkılm ak ”, aşırı m utsuzluk
la eşanlam lıdır ki bu da en ço k korktuğum uz durum un bir
başka adıdır. M utluluk bir “h al” olarak tanım lanabilirse, bu
durum isteklerin henüz tatm in edilm em esinden kaynaklanan
heyecan olarak tarif edilebilir ancak...
N etlik uğruna, Seneca ilk cüm ledeki akıl yürütm eyi ter
sine çevirse çok daha iyi olurdu: İyi şeylerin ölüm süz oldu
ğunu varsaymak yerine, en yüce iyi olarak görülm esi gere
kenin -zam an ın aşındırıcı etkisine karşı kesinlikle ölüm süz
ve dirençli olm ak say esind e- ölüm süz olan şeyler olduğunu
söyleyebilirdi. Seneca’n m öğüdü ya da uyarısı ne kadar ikna
gücü taşım ış olursa olsun, bu gücü her şeyden önce, zam anın
akışını tuzağa düşürm ek, ehliyetsiz kılm ak, yavaşlatm ak ve
neticede önleyip, aşındırıcı gücünden m ahrum etm ek k on u
sunda her yerde karşım ıza çıkan, azim dolu insan düşünden;
ölüm lü insanların varoluşun uzun sürm esine, bitim sizliğine,
hatta ebediliğine duydukları doyurulm am ış ve doyurulam az
13) Bkz. Seneca, E pistulae M orales ad Lucilium , “Letters from a Stoic" olarak
çeviren Robin Campbell, Penguin, 2 0 04. s. 65.
reken en ön em li” şey olarak “kitlesel kalabalıkları” seçm e
kararıyla da anlatm ak istediği budur. “İnsanın kişiliğine en
çok zarar veren şey, bir gösteri izleyerek zaman geçirm ektir.
Çünkü o anlarda, eğlence aracılığıyla, ahlaksızlık büyük bir
kolaylıkla gelip içim ize yerleşiverir.”14 Kısacası: K ab ak lık tan
k açının, kitlesel dinleyici topluluklarından sakının, -felsefeye
ve edinip sahip olabileceğiniz bilgeliğe ait o la n - kendi düşün
cenize kulak verin. Seneca, insan dünya üzerindeki g eçici y ol
culuğunda kadim Tanrı’ya eşittir, der. Hatta bir bakım a insan
Tanrıdan üstündür: Tanrı’nın kendisini korkuya karşı k oru
yacak Doğası vardır. A ncak insanı korkudan her ne korursa
korusun, insanın bunu kendi aklıyla üretm esi gerekir.
Sorun, ebediliğin insanlara yasaklanm ış olm asıdır ve do
layısıyla hepsi acılar içinde bunun farkında olan ve kaderin
bu hükm üne karşı gelm ek için pek um ut beslem eyen insan
lar, trajik h ikm etlerin i kırılgan ve geçici hazlarm hayhuyunda
bastırm aya ve köreltm eye çalışır. Bu, hiç kuşkusuz yanlış bir
hesap olduğundan - k i bunun nedeni yanlış hesaba yol açan
şeyle aynıdır (yani, trajik hikm et asla kovalanam az ya da te
m elli olarak ortadan k ald ırılam az)- insanlar, maddi zengin
likleri ne olursa olsun, kendilerini ebedi tinsel yoksulluğa
m ahkûm eder: yani daimi m utsuzluğa ( “İnsan kendini m u t
suz olduğuna inandırdığı kadar m utsuzdur”1’ ). Zor durum la
rının sınırları içerisinde, m utluluğa giden yolu aram ak y eri
ne, yol boyunca bir yerlerde iğrenç ve m enfur kaderlerinden
k u rtulabileceklerini ya da atlatabileceklerini um ut ederek yan
yollara saparlar -a n ca k , onları (içten lik le istenen ama elde
edilem eyen) keşif yolculuğuna çıkm ak üzere harekete g eçi
ren um arsızlığa varırlar nihayetinde. Bu yolculukta insanların
Birtakım insanlar her gün ufak bir m eblağı kum arda oynayarak
gam sız bir yaşam sürer. H er sabah kendisine, kum ar oynam am ası şar
tıyla, o gün kazanabileceği parayı verirseniz onu m utsuz edersiniz.
İstediğinin kazanm ak değil de oyun ovm anın keyfi olduğu ileri sü rü
lebilir...
H eyecan duym alıdır; k um ar oynam ayı bırakm ası anlam ına gele
cekse, arm ağan olarak istem eyeceği şeyi kazanm aktan m utlu olacağını
Bir insan yaşam ının seyrindeki iyi şeyler, pratik şeyler, iradesi
ni dayandırdığı istenç ve eyleyişlere direnişler, adeta insanın ordo
a m o r is’inin [düzen sevgisi] özel seçici m ekanizm ası tarafından her
zam an en önce gözden geçirilen ve “görü len ” şeylerdir.... Bilfiil dik
kat ettiği, gözlem lediği veya gözden kaçırıp fark etm eden bıraktığı
şey, bu cazibe ve iğrenm eyle belirlenir.
28) Erich Fromm. The Art o f Loving, Thorsons, 1995. s .18. ¡Sevme Sanatı,
çev.: Yurdanur Salman, Payel Yayınları, 1995],
doğası gereği, sevgi nesn elerim (bir kişi, bir grup insan, bir
dava) doyum m ücadelesinde bir araya getirm e, bu kavgada
onlara yardım etm e, bu m ücadeleyi desteklem e ve savaşçıları
kutsam a eğilim i anlam ına geliyorsa, o zam an “sevm ek” sevgi
nesnesi uğruna kişisel kaygıyı terk etm eye hazır olm ak, kendi
m utluluğunu sevilen n esnenin m utluluğunun bir yansım a
sı, bir yan etkisi kılm ak dem ektir -a y n ı nedenle (iki bin yıl
sonra Lucanus’u tekrarlayacak olursak) “talihe rehin verm ek”
de dem ektir. Severek, talihi kadere dönüştürm eye çalışırız.
A ncak sevginin isteklerini, ordo a m o ris 'in m antığını izleyerek
kaderim izi talihe rehin veririz. G örünüşte ihtilaflı olan bu iki
eğilim gerçekte yapışık ikizler gibidir ve ayrılamazlar.
Sevginin bugünlerde hem arzulanır hem de korkulur o l
m asının nedeni budur. Bir başka kişiye, bir grup insana, bir
davaya bağlanm a ve özellikle de koşulsuz ve sınırsız bağlanm a
fikrinin popülerliğini kaybetm esinin nedeni de budur. Bu du
rum bağlanm anın ellerinden kayıp gitm esine izin verenlerin
aleyhinedir; çünkü kader ve talihin girift diyalektiğiyle ciddi
biçim de karşı karşıya gelinebilen tek yeri, sevgiyi meydana
getiren aşk, fedakârlık ve Ö teki’ne bağlanm a yaratır ancak.
U lrich Beck ve Elisabeth Beck-G ernsh eim şöyle bir soru so
ruyorlar: M utluluk reçeteleri “bir adım ileride olm ayı” tem el
ilke m ertebesine yükselttiğine göre, bireyler “heyecana duyu
lan iştahla ve başkalarıyla uyuşm a, başkalarına kendini tabi
kılm a ya da onlarsız yapabilm e isteğinin giderek azalm asıyla"
şaşkına döndüğüne göre, “eşit ve özgür olm ak isteyen iki b i
rey, sevgilerinin yeşerebileceği ortak zem ini nasıl keşfedebi
lir? Ö teki kişi kendini bir engel, hatta rahatsızlık öğesi gibi
h issetm ekten nasıl k u rtu labilir?”29 Bu sorular apaçık cevaplar
genişlem iştir.31
30 ) A.g.e., s. 12.
31) B. Ehrenreich ve D. English, F or Her Own G ood, Knopf, 1979, s. 276.
32) Gilles Lipovetsky, İlere du vide. E ssais sur l’individualism e contem porain,
Gallimard, 1993, s.327-8.
zu açıklam aktan da caym ış değiliz. Bu tür açıklam alar üzerine
(en azından ara sıra) harekete geçm eyi de bırakm ış değiliz.
Aslında durum tam tersi gibi görünüyor: Benliğin kendi k en
dine gönderm e yapm asının fevkalade yükselişi, paradoksal
bir şekilde, insanların ıstırabına karşı artan bir hassasiyetle,
hatta en uzaktaki yabancıların maruz kaldığı şiddet, acı ve ıs
tıraba duyulan nefret ve (çare bulm aya yönelik) yoğunlaşm ış
hayırseverlikle omuz om uza gider. A ncak Lipovetsky’nin doğ
ru bir şekilde gözlem lediği gibi, bu tür ahlaki dürtüler ve yüce
gönü llülük feveranları, zorunlulukları ve uygulamaya y ön e
lik yaptırım ları elinden alınm ış, “Ego önceliğine uyarlanm ış"
olan “acısız ah lak ” örnekleridir. “İnsanın kendisinden başka
b ir şey uğruna” harekete geçm esine sıra gelince, tutkular,
Ego’nun esenliği ve fiziksel sağlığı her şeyin önüne geçer ve
etm ek istediğim iz yardım ın sınırlarını belirler.
Ç oğunlukla, “kendim izden başka bir şeye (ya da k işiy e )”
bağlılık dışavurum ları h er ne kadar içten, hevesli ve ateşli olsa
da fedakârlık noktasına varm adan durur. Ö rneğin, ek o lo jik
hareketlere adanm ak, ancak çok nadiren, m ünzevi bir yaşam
tarzını, hatta kısm i bir feragati benim sem e noktasına varır.
G erçekten de, tüketim çılgınlığını dayatan bir yaşam tarzından
vazgeçm eye hazır olm ak bir yana, çoğu kez en kü çü k bir k i
şisel zahm eti bile kabullenm ekte gönülsüz oluruz. Ö fkem izin
itici gücü, daha üstün, daha güvenli ve daha risksiz bir tü ke
tim arzusudur. Lipovetsky’nin özetlediği üzere, “disiplinci ve
m ilitan, gözüpek ve ahlakçı birey cilik ” yerini, “kişisel başarıyı
varoluşun esas am acı haline getiren hazcı, p sik o lo jik ” “alakart
bir bireyciliğe” bırak m ıştır.55 Gezegende yerine getireceğim iz
bir görev ya da m isyona sahip olduğum uzu artık pek de h is
setm iyoruz. G örünüşe bakılırsa, korum ak zorunda h issettiği
3 3 ) A.g.e., s. 316.
miz h içbir m iras kalm adı, zira bu m irasın bek çileri var artık.
D ü n y a n ın yönetilm e biçim iyle ilgili kaygının yerini, k e n
di k en d in i yönetm e kaygısı aldı. Bizi üzen ve kaygılandıran
şey, bütün sakinleriyle beraber dünyanın hali değil; dünya
daki zorbalıkların, saçm alıkların ve adaletsizliklerin, kaygı
lı bireyin iç huzurunu ve p siko lojik dengesini bozan ruhsal
sıkıntılar ve duygusal sarsılm alar şeklinde yeniden dolaşıma
girm esinin ürünü olan şeylerdir. C hristopher Lasch bunun
“k olek tif hoşnutsuzlukların sağaltıcı m üdahaleye tabi olan
kişisel sorunlara” dönüşm esinin sonucu olduğuna dikkat çe
ken ilk kişilerden biriydi.34 L asch’in anılmaya değer b ir şek il
de “p siko lojik insanlar” olarak adlandırdığı “yeni narsistler”,
dünyanın halini yalnızca kişisel sorunlar prizm asından algı
lar, irdeler ve değer biçer ve bu kişilere “suçlu lu k duygusun
dan ziyade endişe m usallat olu r.” O nlar “ru h sal” deneyim leri
ni tescillerken “gerçekliğin tem sili bir örneğine ilişkin nesnel
bir açıklam a sunm aya çalışm ak yerine, başkalarının dikkatini,
beğenisini ya da ilgisini kendilerinde toplam ak için onları al
datm ayı” ve böylece kararsız ben lik duygularını desteklem eyi
am açlarlar. Kişisel yaşam, piyasanın kendisi kadar savaş ve
stres dolu olur. Kokteyl, “toplum sallığı toplum sal m ücadele
ye indirger.”3’
Özgüven ve özsaygı olarak geri tepen, k işinin toplum sal
m evkisinin “güvenliğine duyulan iştah ı” dayandıracak - ş a h
sen sahip olduğum uz ve elde edeceğim iz kişisel varlıklar dışın
d a - pek bir şey m evcut olm adığından, kabul görm e isteğinin
“toplum un her yerini sarm ış olm ası” çok doğal, diyor Jean -
Claude Kaufmann. “H erkes um utsuzca başkalarının gözlerin
“Yaşam bir sanat yapıtıdır” önerm esi, ( “tıpkı ressam ların re
sim lerini ya da m üzisyenlerin bestelerini yapmaya çalıştıkları
gibi, yaşam ınızı güzel, ahenkli, duyarlı ve anlam lı yapmaya
çalışm ak” türü) bir varsayım ya da nasihat değil gerçeğin bir
ifadesidir. Eğer yaşam bir insan y a şa m ı ise -y a n i irade ve seç
me özgürlüğüyle donatılm ış bir varlığın yaşam ıysa- sanat ya
pıtı ola m a m a sı m üm kün değildir. “Yapacağım ” ifadesinin yeri
ne “yapm alıyım ”ı dayatan ve dolayısıyla olası tercih boyutunu
daraltan dış güçlerin ezici baskısına nedensel rol atfederek,
irade ve seçim in varlığını yadsımaya ve/veya gücünü gizlem e
ye yön elik her türlü çabaya rağm en, irade ve seçim yaşam b i
çim i üzerinde iz bırakır.
Yaşam seçim inizden, seçim ler arasındaki seçim inizden
ve seçim lerinizin sonuçlarından sorum lu olm ak anlam ında,
bir birey olm ak seçim m eselesi değil, talihin b ir b u y r u ğ u d u r .
Yine de çoğu zam an insanın, bu sorum luluğu hem en telek
tüel hem de pratik anlayışını tam am en aşan koşullar altında
yerine getirm esi gerekir. İnsan yaşam ı, (failin iradesine doğası
gereği her zam an d irençli ve çoğu zam an da karşı gelen bir
m adde olan “g erçeklik” olarak algılanan) “dışsal koşu llar” ile
“yaratıcılar”m (m üelliflerin/faillerin) tasarıları arasındaki ara
lıksız çatışm adan meydana gelir: Yaratıcılar, m addenin etkin
ya da edilgen direncinin, m eydan okum asının ve/veya ataleti
nin üstesinden gelerek, gerçeği kendi ‘iyi yaşam ” anlayışlarına
göre yeniden biçim lendirm eyi am açlar. Paul R icoeur bu an
layışın, “ideallerden oluşm uş bir sis ve başarılardan oluşm uş
düşler” olduğunu ve loş ışığı altında yaşam daki başarı ya da
başarısızlık derecesinin izlendiğini ve belirlendiğini söyler.2
Bu ışıkta bazı adım lar ve onların getirdiği sonuçlar m antıklı
ve uygun görülürken, bazıları da sadece araçsal değil aynı za
m anda “özerekli” (a u to te lic ) oldukları için bir kenara konur:
Yani başka bir yüce am acın yerine getirilm esinin aracı olarak
gerekçelendirilip savunulm aya ihtiyaç duymayan, “başlı b aşı
na iyi” am açlar olarak bir kenara konur.
Ricoeur iyi yaşama dair görüşleri nebulaya benzetir.
N ebulalar yıldızlarla doludur. Bunların hepsini sayam azsı
nız ve parlayıp ışıldayan sayısız yıldız insanı hayran bırakır,
im rendirir. Yıldızlar, gezginlerin yabanda kendilerine bir yol
-h erh an g i bir y o l- çizm esini sağlayabilecek ölçüde karanlığı
aydınlatabilir; peki hangi yıldız k işinin adım larını yönlend i
recektir? Ç ok sayıda yıldızın arasında rehber olarak belli bir
yıldızı seçm enin yerinde ya da talihsiz bir karar olup olm adı
ğına hangi noktada karar verilm eli? Seçilen yolun h içb ir yere
varmadığı, artık bu yolu terk edip geriye dönerek, daha iyi bir
tercih olacağı um uduyla bir başkasını seçm e vaktinin geldiği
M ichel Fou cau lt’nun ileri sürdüğü gibi, “kim lik doğuştan
verilen bir şey değildir” önerm esinden tek bir sonuç çıkıyor:
K im liklerim izin (yani “Ben k im im ?”, “Bu dünyadaki yerim
n e ?”, “Dünyadaki am acım n ed ir?” gibi soruların yanıtlarının)
tıpkı sana t y a p ıtla rı gibi y a ra tılm a la rı gerekiyor. B ütün pra
tik hedef ve am açlar açısından, “Her bireyin yaşamı bir sanat
yapıtı haline gelebilir m i?” (ya da daha m anidar olarak, “Her
birey kendi yaşam ını yaratan sanatçı olabilir m i?”) sorusu,
kaçınılm az olarak “E vet” ile yanıtlanacak, tam am en retoriğe
dayalı bir sorudur. Bu kadarını Fou cau lt da varsayarak şunu
sorar: Eğer bir lam ba ya da ev sanat yapıtı olabilivorsa, in
san yaşam ı neden olm asın k i? 3 Sw ida-Ziem ba’m n karşı kar
şıya getirdiği hem “genç k uşaklar” hem de “geçm iş k uşaklar”
Fou cau lt’nun varsayım ına tüm kalpleriyle katılırdı sanırım .
Bununla birlikte Sw ida-Ziem ba'nm karşılaştırdığı her iki ke
sim den insanların “sanat y apıtı”nı düşünürken kafalarında
farklı şeyler olacağını tahm in ediyorum.
G eçm iş kuşaklar m uhtem elen k alıcı değere sahip, ebedi,
zam anın akışına ve kaderin cilvesine karşı direngen olan bir
şeyler düşünecektir. Eski ustaların alışkanlıklarını izleye
rek, ilk fırça darbelerini uygulam adan önce tuvallerini kılı
k ırk yararak kullanım a hazırlayacak ve boya katm anlarının
kurudukça çatlam ayacağını ve ebediyen olmasa da, yıllarca
renklerindeki canlılığı koruyacağım garantiye alm ak için çö
zücüleri de aynı dikkatle seçeceklerdir... Daha genç kuşaklar
ise, şu andaki ünlü sanatçıların pratiklerini “happeningleri”
ve “enstalasyonları” taklit etm elerini sağlayacak hünerler ve
örnekler bulm aya çalışacaktır. H a p p e n in g le r konusunda yal
nızca şunu biliriz ki bunların sonuçta hangi yolu izleyeceği
konusunda hiç kim se (hatta bu nların tasarım cıları, ü reticile
ri ve baş aktörleri bile) em in olamaz; bunların izleyeceği yol
( “k ö r”, kontrol edilem ez) talihe rehin bırakılm ıştır; bunların
7) Richard Wray, “How one year’s digital output would fill 161 bn iPods’',
G u a r d ia n , 6 Mart 2007.
olsun ya da olm asın, “h er ihtim ale k arşı” bilet satın almaya
devam edersiniz. Bu kurallar da kendi uygulam alarınızda işe
yarayacak bir şekilde sadakatle riayet etm ek am acıyla öğre
nip belleyeceğiniz türde kurallardır en azından. Sayısız b lo
ğu incelem iş olan Jo n Lanchester, bir blogcunun kahvaltıda
tükettiği şeyleri m üthiş bir ayrıntıyla aktarırken, diğerinin
ön ceki akşam ki oyununun şakalarını açıkladığını; bir kadın
blogcu nun eşinin m ahrem kusurlarından şikâyet ederken, bir
başkasının kendi evcil köpeğinin çirk in bir fotoğrafını ser
gilediğini; biri polis yaşam ının sıkın tıların ı düşünürken, bir
başkasının Ç in’de bir A m erikalının cin sel istism arını konu
edindiğiyle k arşılaşm ıştı.8 Her ne kadar içerikleri değişse de,
hem en hem en bütün bloglarm paylaştığı bir nitelik vardı: En
özel deneyim leri ve en m ahrem m aceraları kam uda sergile
m ek konusunda sınırsız bir açık lık ve doğruluk. Kabaca söy
lem ek gerekirse, kendini (ya da kişiliğin en azından bazı ta
raflarını ya da yönlerin i) piyasaya çıkarm a konusunda aşikâr
olan, kendine ket vurma eksikliğidir bu. Belki de bir şeyler,
m ühim bir in tern et gezgininin durup daha yakından bakm a
sını sağlayabilir; belki de m üstakbel bir m üşterinin, hatta zen
gin ve nüfuzlu bir m üşterinin, ya da belki internette gezinen
sıradan bir vatandaşın hayal gücünü ateşleyebilir; ama onlara
yeten tek şey, nüfuzlu birkaç kişinin dikkatini çekm ek ve bu
kişilerin blog yazarlarına reddedem eyecekleri ve piyasadaki
fiyatlarını yukarı fırlatacak bir teklif su nm asını esinlem ektir.
Çoğu kişisel ve gizli olduğu varsayılan ilişkilere dair kam usal
itiraflar (ne kadar ağız sulandırırsa o kadar iyidir), daha “cid
d i” (siz bunu daha zengin olarak okuyun) yatırım cıların rutin
bir şekilde kullandığı paraya gücü yetm eyenlerin yararlandığı
bir çeşit “yedek para”dır. Ü rettiği objets d ’art 'm [sanat yapıtı]
Yaşam sanatının icra edilm esi ve k işinin yaşam ını bir “sanat
y apıtı” haline getirm esi, akışkan m odern dünyam ızda, kesin
tisiz bir dönüşüm durum unda olm ak, k işinin şim diye kadar
olduğundan başka bir kişi olarak (ya da en azından olm aya ça
lışarak) , sürekli kendi kendini yeniden tanım lam ası anlam ına
gelir. G elgelelim “bir başkası o lm ak ”, şim diye kadar olunan
kişinin son bulm ası; bir yılanın derisinden ya da kabuklu bir
deniz hayvanının kabuğundan sıyrılm ası gibi k işinin eski b i
çim ind en kurtulm ası ve kopm ası; kullanıla kullanıla eskim iş
ben lik lerin teker teker atılm ası anlam ına gelir ki bu da sü
rekli sunulan “yeni ve gelişm iş” fırsatların eskim iş, ço k dar
kapsam lı olm ası ya da geçm işte olduğu kadar tatm in edici
olm am asıyla ortaya konur. Alenen yeni bir benliğin sergilen
m esi ve bir aynada ve diğerlerinin gözünde takdir edilm esi
için , kişinin eski benliğini, kendisinin ve diğer insanların na
zarından ve m uhtem elen de kend isinin ve diğer insanların
anılarından silm esi gerekir. “K endini tanım lam a” ve “kendini
ispatlam a”ya giriştiğim izde, yaratıcı yıkıcılık uygularız. Hem
de her gün.
B irçok insana, özellikle de geride çoğunlukla sığ ve gizle
m esi kolay birkaç iz bırakm ış gençlere, bu yeni yaşam sanatı
türü, pekâlâ cazip ve sevim li görünebilir. Kuşkusuz ki bunun
haklı sebepleri de vardır. Bu yeni sanat türü gelecek için , son
suzm uş gibi görünen uzun bir keyif dizisi vaat eder. Ü stelik
m utlu, tatm in edici bir yaşam arayışm dakilerin asla nihai, k e
sin, değiştirilem ez bir yenilgi yaşam ayacağını; her aksilikten
sonra ayağa kalkm ak için ik inci bir şans ve olanak tanınaca
ğını; bunun onlara zararlarını telafi etm e, “yem den başlam a”,
“yeni b ir başlangıç yapm a”, hatta “yeniden doğm a” edim in
de kaybedilen şeyleri tam am en geri kazandıracağını ve telafi
edeceğini vaat eder (bunu şöyle okuyun: çok daha kullanıcı
dostu ve uğurlu olan bir başka “türünün tek ö rn eği” ekler).
Böylece yaratıcı yıkım ın ardıl edim lerindeki yık ıcı unsurlar
kolayca unu tu labilir ve kaybın acı tadı yeni perspektiflerin ve
henüz sınanm am ış vaatlerinin tatlılığıyla giderilebilir.
Yukarıda andığım ız ve Jean -P au l Sartre’m “yaşam
p ro jesi”nin tutarlı icrasının, yaşam sanatının özü olduğunu
ileri sürdüğü zamanlarda, ardıl yaşam durum ları ve bunların
güçlükleri, insanlara kendini idame ettirm e ve kendine yetm e
epizotları olarak görünm edi. Doğru ya da yanlış bir şekilde,
bunlar birbiri ardına katı, “doğal”, hatta belki de önceden h e
saplanm ış bir düzenle yerleştirilm iş, önceden tasarlanm ış bir
yolun aşam aları olarak algılanıyordu; kişin in sayarken uym ak
zorunda olduğu, önceden belirlenm iş, tartışılm az ve değiştiri
lem ez bir sırada dizilm iş tespih taneleri gibi.
Sartre’m öne sürdüğü yola göre, yaşam ın ilk anından sonu
na kadar, yaşam ın izleyeceği yol, daha ilk adım atılm adan çok
önce tasarlanm ış bir rota üzerinde ilerleyecekti. Sartre’m y a
şam projesi, kurtuluşa giden yolun, ebedi letafet ile ebedi lanet
arasındaki kavşağa doğru yapılan bir hac olarak yaşam ın se
k liler bir eşdeğeriydi, ne var ki letafetin, günahlardan arınm a
n ın ve kurtuluşun seküler versiyonları ahret yaşam ı açısından
h içbir işe yaram ıyordu. Seküler yorum da hac yolculuğu, nihai
hedefiyle beraber, baştan aşağı bu dünyanın cism ani yaşam ına
yerleştirilm iş ve dahil edilm işti. A ncak her iki versiyon da,
yani dini aslı kadar seküler eşdeğeri de, yaşam ı kati olarak
belirlenm iş bir varış noktasına yapılan hac yo lcu lu ğu olarak
sunuyordu. Her iki versiyon da varış noktası bir kere seçil
diğinde, ona nasıl varılacağına dair kesin açıklam aların elde
edilip öğrenilebileceğini varsayıyordu. Yolcuya kalan sorum
luluk, güya kestirm e yolların, daha m anzaralı ya da yürüm esi
daha kolay olan yolların cazibesine direnerek, rotayı sadakatle
takip etm ekten ibaretti.
İnatçı, kararlı ve dayanıklı insanlar yine de kalplerini ve
zih in lerini Sartre’m varsayım ının peşinden gitm eye adayabi
lirler; bununla birlikte bu insanlar kendilerine arka çık ılaca
ğına ilişkin h içbir güvence ya da gerçekçi bir um ut taşım a
yan ürkütücü bir görevi tercih ettiklerinin bilinciyle, görevin
gerçekten de göz korku tu cu olduğunun farkında olmalıdırlar.
Karşılaşm aları m uhtem el sınavların sertliğine ve bu sınavla
rı geçm enin gerektirdiği olası fedakârlığın boyutuna karşı,
kendi adanm ışlıklarm m gücünü ölçüp biçm elidirler. Bu tür
insanlar (tıpkı geri kalanlarım ız g ib i), hac yolculuğu sırasın
da, y olcu lu k k oşu llarının bugün göründükleri gibi kalmaya
m ahkûm olduğunun farkında olm alıdır: Bu koşullar toplum
sal konu m ların ve geçim kaynaklarının onulm az k ırılgan lı
ğıyla, insanlararası bağların gevşekliğiyle, şiddetle arzulanan
değerler ve kam uoyunun dikkat ve çabaya layık olarak tav
siye ettiği m eseleler hakkında bukalem un gibi değişebilirlik-
le dam galanm ıştır; sanki etraftaki her şey, adanm ış hacıların
yaşam ını zor ve can sıkıcı hale getirm ek ve alm an karara dair
sebat ve bağlılıklarından ötürü onları cezalandırm ak için do
lap çeviriyorm uş gibidir.
Sartre’m yaşam deneyim lerini kavradığı ve m esajın ı ilet
tiği insanlara, benzer şekilde “ezelden ebede kadar” şiddet
le arzulanan m ükâfatı vaat eden bir labirentteki yegâne yolu
bulm a, öğrenm e, ezberlem e ve “ezelden ebede kadar” izle
m eye zorlanan laboratuar farelerinin kullanılm asına dayanan
p sik o lojin in öğretildiğini hatırlatayım . Başka bir deyişle, fa
relerin yaşam görevinin, düzenli, katı ve sakin b ir dünyanın
tartışılam az biçim in e davranışlarını uyarlayarak, uyum sağla
m ak için öğrenm eye ve yaşam da kalm ak için uyum sağlamaya
dayandığı varsayılıyordu. Bununla b irlik te eğer günüm üzde
öğretilen p siko lojin in h ikm eti bir labirentteki farelerle yapı
lan deneylere dayandırılıyor olsaydı ve p siko loji öğretm enleri
öğrencilerinin bunu kendi dünyalarının m akul bir yansım ası
ve kendi yaşam deneyim leriyle alakalı bir m odel olarak kabul
ed ebileceğini um uyor olsaydı bile, labirentin için d eki b ö lm e
lerin tekerlekler üzerine konm ası ve her bir testte taşınm ası,
hedefe varanlara verilecek ödüllerin ise her seferde yeni ve hiç
beklenm ed ik bir yere konm ası gerekecekti. A ncak, o zaman
da, insan yaşam larının m üstakbel uygulayıcılarına öğretm ek
üzere fare deneylerinin kullanılm asını destekleyen, dünyanın
kalıcı, tem elli taleplerine yönelik k alıcı, tem elli bir adaptas
yon olarak yaşam fikri bizatihi, öğrencilerine olduğu kadar
öğretm enlere de tam am en saçm a ve gülünç olm asa da belirsiz
görünecektir.
Bizim kisi gibi bir dünyada, yani izinden gitm eye değeceği
ne inanılan bir hedefin, çoğu kez şim diye kadar gezilm eye de
ğer ve üm it verici olduğu bilinm eyen yerlerde ya da (daha da
kötüsü ) geçm işte başarılı bir şekilde adım lanan ve dolayısıyla
iyice denendiği addedilen yolların artık başka yönlere saptığı
yerlerde yalnızca kısa bir anlığına ortaya çıktığı b ir dünyada,
uzun vadeli girişim lerin planlanm ası çoğunlukla riskli bir iş
olmaya m ahkûm dur. O ldukça alışılm am ış n iteliklerle dona
nım lı az sayıda insan, riski gönüllü bir şekilde üstlenm eye
ve yüksek olasılıkla yenilgiyi kabullenm eye m eyilli olacaktır.
Tuzaklar ve pusularla dolu bir dünya, kestirm e y ollan , kısa
zamanda tam am lanabilen projeleri ve h em en u laşılabilen h e
defleri destekleyip ödüllendirir. Böyle bir dünya “bü tü n b u n
ların anlam ı n e ” türünden düşünce ve endişelere engel olur
ken, “şim di eğlen sonra öde” tutum unu da teşvik edecektir.
Sanki tespih tanelerini bir arada tutan ip kesilm iş ve taneler
her yere dağılm ış gibidir; dolayısıyla artık hangisine önce el
sürüldüğünün önem i yoktur; en “rasyonel” hareket tarzı, en
az gayret ve gecikm eyle yakalanabilecek olan en yakın tespih
tanesini yakalamaktır.
“A k ıllı” füzeler örneğinde olduğu gibi, (ön cek i balistik
füzelerin aksine) araçsal rasyonalite stratejisine göre ön celik
verilen hedefler, füzenin fırlatılm asından önce nadiren seçilir
ler. Bu hedefler (çıksa çıksa), eylem in öbür ucunda, sonradan
akla gelen fikirler olarak, öngörülm em iş sonuçlar olarak or
taya çıkar. Eylem in “hedefi”, eylem in saiki olarak b içim len
dirilip belirlenm eyecek, bunun yerine olaylar zin cirin in en
ucunda geriye dönüp bakılarak araştırılacak, keşfedilecek ya
da yorum lanacaktır.
17) Elaine Sciolino, “New leaders say pensive French think too m uch,” New
York T im es, 22 Temmuz 2 0 0 7 ’den almti.
sergilerler ki bu da norm al olarak id eolojilerin alam eti farikası
olarak düşünülen bir özelliktir.
“Şimdiye dek bildiğim iz kadarıyla id eo lo jiler”in yalnızca
tek bir özelliği, N icolas Sarkozy’n in yaşam felsefesinde yoktur
belki de: O da, Em ile D urkheim ’m ileri sürdüğü gibi, (sözge
lim i bir çuval patatesin tersine) barındırdığı ayrı öğelerin top
lam ına indirgenem eyen, “parçaların toplam ından daha büyük”
olan bir “toplum sal bü tü nlük” fikri; kendi özel am açlarının
peşinden giden ve kendi özel arzu ve kuralları tarafından yön
lendirilen bireyler topluluğuna indirgenem eyen bir toplumsal
bütünlük fikridir. Bilakis, Fransız başkanın m ükerrer basın
açıklam aları, tam da böyle bir indirgemeyi ortaya koymaktadır.
Yaklaşık yirm i yıl ön cesine kadar çokça duyulan ve geniş
ölçüde de kabul gören “id eo lo jin in so n u ” kehanetleri gerçek
leşm iş ya da gerçekleşecek gibi görünm üyor. Bilakis tanık
olduğum uz şey, “id e o lo ji” fikrinin halihazırda uğradığı tu
h af çarpıtm adır. U zun bir geleneğe aykırı olarak, şim dilerde
h erkesin kullanm ası için, üst perdeden savunulan id eoloji şu
inanca tekabül ediyor: “B ü tü nlü k ” hakkında kafa yorm ak ve
“iyi toplum ” konusunda görüşler ortaya atm ak zam an kay
bıdır, zira bu nların bireysel m u tluluk ve başarılı bir yaşamla
alakası yoktur.
Yeni tip id eoloji, özelleştirilm iş bir ideoloji değildir. Bu tür
bir görüş oksim oron olacaktır, zira id eolojilerin üstün başarı
sın ın ve cazibesinin asli koşulu olan güvenlik ve özgüven te
dariki, kitlesel kam u desteği olm adan elde edilem ez. Bu daha
ziyade bir özelleştirm e ideolojisidir. Bireylere hitap eden ve yal
nızca bireysel kullanım a uygun düşen “daha fazla çalış daha
fazla kazan” çağrısı, geçm işin (bir cem aat, ulus, kilise, dava
adına) “toplum u düşün” ve “toplum la ilgilen ” çağrılarının
yerini alıp, onları tasfiye ediyor. Sarkozy bu değişim i tahrik
etm eye veya hızlandırm aya çalışan ilk kişi değil. Bu ön celik
“Toplum diye bir şey yoktur. Ferdi kadınlar ve erkekler ve
onların aileleri vardır,” şeklindeki unutulm az sözüyle daha zi
yade Margaret T h atch er’a aittir.
Bu, yeni bireyselleşm iş toplum için yeni bir ideolojidir.
U lrich B eck bu konuda şunları yazm ıştır: Ferdi kadın ve er
kekler toplum sal olarak yaratılm ış sorunlara bireysel çözüm
ler arayıp bulm aya ve bu çözüm leri kişisel beceri ve kaynak
larını kullanarak bireysel bir şekilde uygulamaya itiliyor. Bu
id eoloji, dayanışm anın - “ortak bir dava” uğruna güç birliği
yapm anın ve bireysel eylem leri tabi k ılm a n ın - beyhude (hatta
zarar verici) olduğunu beyan ediyor. Bu id eoloji kendi ü yele
rinin esenliği için kom ünal sorum luluk ilkesini alaya alarak,
“dadı d evlet”i zayıflatan bir reçete olarak kötülüyor ve ötekini
önem sem enin m enfur bir “bağım lılığa” yol açtığı konusunda
ikazda bulunuyor.
Bu aynı zamanda yeni tüketim toplum unun ölçütü haline
getirilen bir ideolojidir. Bu id eoloji dünyayı potansiyel bir tü
ketim nesneleri am barı; bireysel yaşam ı sonsuz bir pazarlık
arayışı, bu yaşam ın am acım azam i tü ketici tatm ini; ve yaşam
başarısını da bireyin kendi piyasa değerindeki artış olarak or
taya koyar. Yaygın bir şekilde kabul gören ve sıkıca ben im se
nen bu ideoloji rekabet halindeki yaşam felsefelerini kısa ve
sertçe “TIN A ”* sözüyle bertaraf eder. Rakiplerini kü çü k dü
şürüp susturduktan sonra, Pierre Bourdieu’nun hatırlam aya
değer ifadesiyle, gerçekten le p en sée unique [biricik düşünce]
halini alır.
“Reality T V ” olarak sunulan çok popüler “Biri Bizi
G özetliyor” program ları boşuna değildir. Bu adlandırm a, ekran
dışı yaşam ın, “g erçek lik ”in, ekrandaki “Biri Bizi G özetliyor”
yarışm acılarının destanına benzediğini varsayar. Orada oldu
*) There is no alternative. (Hiçbir alternatif yok) -ç.n.
ğu gibi burada da, yaşamda kalm a oyununu oynayan kim
senin yaşamda kalm ası garanti değildir. Oyunda kalm a izni,
yalnızca bir ertelem edir ve takım bağlılığı yalnızca “ik in ci bir
bildiriye kadar”dır -y a n i, ancak bireysel çıkarın teşvikinde işe
yaradığı m üddetçe varolacaktır. Birisinin eleneceği su götür
m ez b ir gerçektir; buradaki tek soru bu nun kim olacağıdır ve
dolayısıyla önem li olan, (güç ve eylem birliğinden yana bir
iş olan) elem elerin ortadan kaldırılm ası değil, (dayanışm ayı
ölüm cül değilse de m antıksız gösterirken şahsi kaygıyı teşvik
eden) k işinin elenm e tehdidini kendisinden başkalarına doğru
yöneltm esidir. “Biri Bizi G özetliyor” program ında her hafta b i
risin in elenm esi gerek ir: Bunun sebebi, tuhaf bir rastlantıyla,
düzenli olarak her hafta bir kişinin uygun bulunm am ası de
ğil, televizyonda görüldüğü kadarıyla “realite” kuralları, ya
zılırken bunlara elenm enin dahil edilm iş olmasıdır. Elenm e,
şeylerin doğasında vardır, dünyada var olm anın ayrılmaz bir
parçası, deyim yerindeyse bir “doğa yasası”dır. Bu yüzden de
ona karşı isyan etm enin anlam ı yoktur. Üzerinde yoğun bir
şekilde düşünülm eye değer tek m esele, gelecek haftaki elem e
ler sırasında elenecek kişi olm a olasılığının nasıl savılacağıdır.
En azından gezegenin varlıklı kısm ında, kıran kırana bi
reysel rekabetin dayandığı şey, artık fiziksel olarak hayatta
kalm ak ya da hayatta kalm a içgüdüsünün gerektirdiği tem el
b iy o lo jik ihtiyaçların tatm ini değildir. Keza k işinin kendini is
patlam a, kendi am açlarını belirlem e ve ne tarz bir yaşam süre
ceğine karar verm e hakkı da değildir. Bilakis bu tür hakları ifa
etm enin her bireyin görevi olduğu varsayılır. Ü stelik bireyin
başına gelen her tür olayın, ya bu tür hakları ifa etm enin ya da
bu nları ifa etm ekteki ço k kötü bir başarısızlığın veya m elun
bir reddin sonucu olduğu düşünülür. D olayısıyla bireyin b aşı
na gelen her tür olay, geriye dönüp bakıldığında, bireylerin b i
reysel durum larının -b aşarıları kadar şan ssızlık ların ın - dev
redilem ez sorum luluğunun yalnızca bireylerde olduğunun bir
başka doğrulam ası olarak yorum lanacaktır.
Bir defa birey kılındığım ızda, bireysel tercihlerim iz olarak
önceden yorum lanan şey bakım ından, başka bir deyişle, (ister
ihtiyari ister gayri ihtiyari) bireyler olarak icra ettiğim iz yaşam
biçim leri bakım ından “toplum sal olarak tanm m a”yı faal şek il
de aramaya teşvik ediliriz. “Toplum sal tanınm a”, söz konusu
yaşam biçim in i icra eden bireyin değerli ve saygın b ir yaşam
sürdüğünün ve bu nedenle de diğer değerli ve saygın insanla
ra gösterilen saygıyı hak ettiğinin kabulü anlam ına gelir.
Toplum sal tanınm anın alternatifi saygınlığın yadsınm ası,
yani aşağılanmadır. D ennis Sm ith’in yakın zam andaki tanım
lam asıyla, “eğer edim tek tek bireylerin, kend ilerinin kim o l
dukları ve nereye, nasıl uygun düştükleri konusunda ortaya
a ttık la rı... iddiayı zorla çiğner ya da bununla çelişirse, aşağı
layıcı olu r.”18 Bir başka deyişle, eğer bireyler, açıkça ya da zım
nen, kişi olarak ve/veya sürdükleri yaşam tarzı bakım ından
bekled ikleri tanınm adan yoksun bırakılırlarsa aşağılanm ış
olurlar; keza bu tür bir tanınm anın sonrasında geçerli olacak
ya da olmaya devam edecek yetkilerden yoksun bırakılırlarsa
da aşağılanm ış olurlar. Kişiye “sözlerle, eylem lerle ya da olay
larla, olduğunu sandığı şey olm adığı acım asızca gösterildiğin
de” kendini aşağılanm ış hisseder... “Aşağılama haksızca, m an
tıksızca ve gönülsüzce bastırılm a, zapt edilm e, alıkonulm a ya
da dışlanm a deneyim idir.”19
Bu hissiyat h ın cı besler. Yaşadığımız toplum lar gibi, b i
reylerden oluşan bir toplum da, bir k işinin hissedebileceği
A hlak filozofları yaşam neh rin in iki kıyısı, yani kişisel çıkar
ve başkalarım önem sem e arasında bir köprü kurm ak için di-
dinm işlerdir. Âdetleri olduğu üzere, filozoflar gözle görülür
çelişkiyi çözebilen, ya da en azından çözebileceği um ulan,
ikna edici savları bir araya getirm eye ve açıkça ifade etmeye,
böylece de ihtilafı su götürm ez bir şekilde -k e s in k e s - gider
m eye çalışm ışlardır. Filozoflar ahlaki buyruklara itaatin, itaat
edenin “şahsi çık arm a” olduğunu; ahlaklı olm anın bedelinin,
m enfaatlerle telafi edileceğini; kısacası başkalarını önem sem e
nin ve onlara iyi davranm anın kişinin ben lik kaygısının de
ğerli, hatta belki de olmazsa olm az bir parçası olduğunu gös
termeye çalışm ışlardır. Bazı savlar diğerlerinden daha yaratıcı
iken, bazıları daha çok otoriteyle d esteklenm iş ve dolayısıyla
daha fazla ikna gücü taşım ıştır. Fakat hepsi de “Başkalarına iyi
davranırsan, başkaları da sana iyi d avranacaktır” şeklindeki
yarı-am pirik olan, ama am pirik bakım dan sınanm am ış varsa
yım la sarm alanm ıştır.
Yine de bü tü n çabalara rağm en am pirik kanıtlar elde et
m ek güç olm uştu -h a tta bilakis bu kanıtlar m uğlak kalm ıştı.
Söz konusu varsayım birçok insanın kişisel deneyim iyle pek
de uyuşm uyordu. Bu insanlar çoğu kez şunu fark etm işti:
D uyarlı, eli açık, m erham etli insanlar, başkaları uğruna kendi
huzur ve rahatlarım feda edip k end ilerini defalarca, aldatılm ış,
h içe sayılm ış, saflıklarından ve (karşılık bulm adığı) yersiz gü
venlerinden ötürü acım a ya da alayla karşılaşırken, çoğun
lukla bencil, düşüncesiz ve kin ik insanlar bütün m ükâfatları
topluyordu. Şu şüphe için bolca k anıt toplam ak h içbir zaman
güç olm am ıştı: Başkalarının iyiliğiyle ilgilenenler, çoğunlukla
kendi kayıplarının hesabıyla baş başa kalırken, kazancın çoğu
kendi çıkarını gözetenlere gidiyordu. Ö zellikle de günüm üz
de, bu tür kanıtları toplam ak belki de h er geçen gün daha da
kolaylaşıyor. Law rence G rossberg’in belirttiği gibi, “Bir şeye
yeterince özen gösterm enin, önem seyecek kadar inanm anın
m üm kün olduğu ve böylece de k işinin bu şeye bağlanıp bütün
benliğini hasredeceği yerleri tespit etm ek gitgide zorlaşıyor.”2
Grossberg, eğer ısrar edilirse, saiklerinin arkasındaki akıl yü
6) Knud Logstrup, A fter the E thical D em and, gev.: Susan Dew ve Kees van
Kooten Niekerk, Aarhus University, 2 002, s. 26.
üstelik “ahlak ihtiyacı” ifadesinin bir oksim oron olarak redde
dilmesi gerektiğini kabul ediyor. Zira bir “ihtiyacı” karşılayan
şey ne olursa olsun, ahlakın dışında bir şeydir. Her iki filozof
da başka insanların iyiliği am acıyla yapılan davranışın, eğer ta
rafsız değilse ahlaki olmadığı görüşünü paylaşır: Bir edim, an
cak hesaplanmayan, doğal ve kendiliğinden olan ve çoğunlukla
üzerinde düşünülm em iş bir insanlık dışavurumu olduğu müd
detçe ahlakidir. (Lögstrup, bir edimin ancak bir “genel ilk e”yle7
uyuştuğunda “ahlaki” olduğu yönündeki Stephen Toulm in’in
önerm esine itiraz eder ve Toulm in’in tezini anlatm ak için seçti
ği çokça zikredilen örnekten bahsederek şunu vurgular: “Eğer
söz verilen zamanda Jo h n ’a [ödünç alman] kitabı geri verm e
m in asıl nedeni Jo h n ’a saygı duymam değil de verilen sözlerin
tutulm ası gerektiği şeklindeki genel ilke uyarınca yaşama ka
rarım sa, benim edim im ahlaki değil ahlakçıdır.”8) Ahlaki bir
edim, herhangi bir “m aksada” “hizm et etm ez” ve hiç şüphe
siz kâr, konfor, şöhret, egonun okşanm ası, herkesin takdirini
kazanm a ya da başka bir kişisel çıkar beklentisiyle yönlendi
rilmez. “Nesnel olarak iyi” -fa y d a lı- eylem lerin failin kazanç
hesabından dolayı -b u n la r ister ilahi inayet, ister kam u itibarı
kazanm ak, isterse de günahtan arınabilm ek ve başka durum
larda gerçekleştirilen merham etsiz ya da duygusuz edimler için
Kutsal rahm ete kavuşmak için tövbe dilem ek o lsu n - yeniden
ve yeniden icra edildiği doğru olabilir. Ama böyle olsa bile,
bunlar gerçekte ahlaki edimler olarak sın ıflan d ırılm azlar, çü n
kü tam da böyle güdülenm işlerdir.
Logstrup, ahlaki edim lerde her türlü “gizli saikin ortadan
kaldırıld ığını” vurgular. Yaşam ın kendiliğinden ifadesi, tam
12) Bkz. Arlie Russell Hochschild, The C om m ercialization o f Intim ate Life,
University of California Press, 2 003, s. 21 ve devami.
yetinem ediği bir uzam türüdür. A kışkan m odern tü keticilerin
ihtiyaç duyduğu ve uğruna m ücadele etm eleri için her açıdan
tavsiye aldıkları, dürtüldükleri ve cesaretlendirildikleri uzam ,
yalnızca diğer insanları -a n c a k özellikle de yardım eden ve/
veya yardıma m uhtaç olabilecek in sa n la rı- bertaraf edip k ü
çü lterek kazamlabilir.
Bugün tüketim piyasası “ahlak çerçevesinin dışında tu t
m a” görevini katı m odern bürokrasiden devralm ıştır: Bu görev,
iştah kabartan “birlikte olm a” çorbasından, “için varolm a”nm
m ide bulandıran sineğini çekip çıkarm a görevidir. Em m anuel
Levinas’a göre, “toplum ”, H obbes’un varsaydığı gibi, insanla
rın ben cil eğilim lerini bastırm ak ya da sınırlandırm ak yoluyla
doğuştan egoistlerin barışçıl ve dost yanlısı insan b irlik telik
lerine erişm esini m üm kün kılacak bir m ekanizm a değildir.
Daha ziyade “toplum ”, Ö teki’nin yüzünün -h a tta zorunlu in
san birlikteliği g erçeğ in in - kaçınılm az olarak yol açtığı, baş
kalarına karşı sınırsız sorum luluğu azaltarak, doğuştan ahlaklı
varlıkların “m erkezcil” kaygılara ve benm erkezci, kendi k en
dine gönderm e yapan, egoist bir yaşama kavuşm asını m üm
k ün kılacak bir m anevra olabilir.
14) Franz Kafka, “A Hunger Artist”, çev.: Willa Main ve Edwin Muir, C o llec
ted Short Stories, Penguin, 1988, s. 271 [“Açlık Sanatçısı", çev.: Banu İrmak,
Altıkırkbeş Yayınları, 2003].
yarışır ve birinin zaferi diğerinin azm ini ve savaşçı ruhunu güçlendirir.
M eydan okum a ne kadar haşin, küstah ve zorlayıcıysa, yanıt da o kadar
cü retkâr ve kışkırtıcıdır. Zenginliğe daha fazla zenginlikle, aşırılığa daha
fazla aşırılıkla cevap verilir...
E lbette, her iki tepki de kü ltü rel o la r a k teşvik edilir; taklitçi davranış
lar gibi yayılan bu iki tepkinin, benzer bir tarzda m odalarının geçm esi
m uhtem eldir. Ne de olsa ikisi de gerçek bir soruna verilen hayal ürünü
yanıtlardan ibarettir; irrasyoneldirler de, zira ne soru n u çö zer ne de or
tadan kaldırm aya teşvik ederler. E r geç, yetersizliklerinden ötürü m u h
tem elen popülariteleri tükenip gidecektir -v e ille de daha etkili olm asa
da şimdiye kadar denenm em iş ve henüz gözden düşm em iş yeni yanıtlar
aranıp bulunacaktır. Yine de büyüdükleri kökleri kesm ek bundan daha
fazlasını gerektirecektir. Eler şeyden önce kökler göm ülüdür ve akışkan
m odern tüketim ci zenginliğin verim li toprağında çoğalır.
b en d im ...16
ğim dir.33
bir sanat yapıtının y aratılm asıd ır... Aşk da hayal gücün ü, tam
yoğunlaşm ayı, insan kişiliğinin bütün yönlerini bir araya getirm eyi,
sanatçının özverisini ve m utlak özgürlüğü gerektirir. A ncak hep
sinden çok, sanatsal yaratım da olduğu gibi, aşk hem eylem i, yani,
rutin olm ayan etkinlik ve davranışı hem de kişinin partnerinin tabi
atına sürekli özen gösterm eyi, onun bireyselliğini anlam a çabasını
ve saygıyı gerektirir. N ihayetinde de h oşgörü, yani kişinin kendi
dünya görüşünü ya da ideallerini karşısındaki insana dayatm am ası
yahut o insanın m utluluğuna engel olm am ası konusundaki farkm -
dalığı gerektirir.
6) İvan Klima, B etw een Security and Insecurity, Thames and Hudson, 1999,
s. 60-2.
U zun lafın kısası: Aşk, bulunabilen bir şey değildir; objet
trouve (buluntu nesne) ya da “hazır” bir şey de değildir. Her
gün, her saat sürekli olarak yeniden yapılm ası gereken, da
im a diriltilm esi, teyit edilm esi, özen gösterilip ilgilenilm e-
si gereken bir şeydir. İnsan ilişkilerinin gitgide kırılgan hale
gelm esi, uzun vadeli bağlanm aların popülerliğini yitirm esi,
“görevler”in “haklar”dan çekilip alınm ası ve “kendine karşı
y ü k ü m lü lü k le rin ( “Bunu kendim e borçluyum ”, “Bunu hak
ediyorum ” vb.) dışındaki yüküm lülüklerden sakm ılm asıyla
uyum lu olarak, aşk ya en baştan kusursuz bir şey ya da hüsran
olarak görülür -iy isi m i, aşktan vazgeçilm eli ve gerçekten de
kusursuz olacağı um ulan “yeni ve gelişm iş” bir m odelle ikam e
edilmelidir. Böyle bir aşkın, ilk ciddi anlaşm azlık ve yüzleşm e
şöyle dursun, en küçük hırgüre katlanm ası bile beklenem ez...
Kant’m teşhisini anım sarsak, m utluluk, aklın değil hayal
gücünün bir idealidir. Ayrıca Kant şu uyanda da bu lu nm uş
tu: İnsanlık denen çarpık çurpuk m alzem eden dümdüz bir
şey yapılamaz. G örünen o ki, Jo h n Stuart M ili uyarısında, bu
iki hikm eti birleştirm işti: Kendinize m utlu olup olm adığınızı
sorduğunuz anda, artık m utsuzsunuzdur... M uhtem elen antik
bilgeler de bu kadarından şüphe etm işti, ancak dum spiro, spe-
ro (nefes aldığım m üddetçe um udum u yitirm eyeceğim ) ilk e
sinin kılavuzluğunda, sıkı çalışm a olm adan, yaşam ın yaşam a
ya değecek h içb ir şey ortaya koym ayacağını ileri sürm üşlerdi.
Anlaşılan o ki iki bin yıl sonra bile, bu önerm e güncelliğinden
h içbir şey kaybetm em iştir.
YAŞAM SANATI
Dünya üzerindeki m ilyarlarca insanın farklı beklen
tileri ve am açları olsa da tek bir ortak hayali var:
Mutlu olmak. Hepimiz mutlu olm ak için çabalıyor,
bunun için yaşam larım ızda bazı seçim ler yapıyor,
bazı şeylerden vazgeçiyor, kısacası yaşam larım ıza
yön verm eye çalışıyoruz. Peki nedir bu m utluluk de
nen muam m a? Gerçekten aranıp bulunabilecek bir
şey mi, yoksa beyhude yere peşinden koşulan, as
lında tam am en rastlantılara bağlı olan bir şey midir?
Mutluluğu ararken, kader dediğim iz şeyin ağlarında
debelenen bir piyondan mı ibaretiz, yoksa seçim le
rim iz sayesinde kendi yaşam larım ızı "yaratan" sa
natçılar m ıyız?
ISBN 978-605-5691-49-3
versus