You are on page 1of 319

İnsan ve Sembolleri

Cari G. Jung

Çeviri: Ali Nahit Babaoğlu


okuyan us
Psikiyatri - 27

İnsan ve Sembolleri
C. G. Jung

Kitabın özgün adı: Man and his Symbols


Copyright © Aldus Books Limited, London, 1964

ISBN: 978-975-6287-73-X

I. Baskı: İstanbul, Mayıs 2007


I. Baskı: İstanbul, Ekim 2007
III. Baskı: İstanbul, Aralık 2007

IV. Baskı: İstanbul, Ağustos 2009

Çeviri: Ali Nahit Babaoğlu

Yayına hazırlayan: Feryal Tilmaç


Kapak tasarımı: Okuyan Us - Serdar Okan
Grafik uygulama: Gül Dönmez
Film, baskı ve cilt: Matbaa Çözümleri San. ve Dış Tic. Ltd. Şti.
Maltepe Mah. Litros Yolu Sok. Fatih San. Sit. No: 12/102 T o p k a p ı ,
Zeytinburnu, İstanbul Tel: (0212) 674 39 80, Faks: (0212) 565 00 61

Bu kitabın yayın hakları Okuyan Us'a aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın çpğaltılamaz.

© Okuyan Us Yayın Eğitim Danışmanlık Tıbbi Malzeme ve Reklam Hizmetleri


San. ve Tic. Ltd. Şti.
Kalıpçı Sokak. Uzal Apt 15273 Teşvikiye 34365 İstanbul
Telefon: (0212) 232 5373, 232 5379 Faks: (0212) 231 5220

okuyanus@okuyanus.com.tr
www.okuyanus.com.tr
Giriş: John Freeman

Bu kitabın ortaya çıkış öyküsü öylesine sıradışıdır ki ilgiyi hak etmekte­


dir. Anlamı ve içeriğiyle de doğrudan ilintili olduğu için kitabın nasıl oluş­
tuğunu kısaca anlatacağım.
1959 ilkbaharında British Broadcasting Corporation ( B B C ) benden
İngiliz televizyonu için Dr. C a r l Gustav Jung ile bir görüşme yapmamı is­
tedi. Bu görüşmenin biraz "derinlere" inmesi isteniyordu. O sıralarda he­
nüz Jung ve çalışmaları üzerine oldukça az bilgim vardı. Kendisiyle tanış¬
mak için onu Zürih Gölü kenarındaki güzel evinde ziyaret ettim. Bu kar¬
şılaşma benim için çok anlamı olan, Jung'un da yaşamının son yıllarında
hoşuna gittiğini umduğum bir dostluğun başlangıcı oldu. Bu yazıda o te¬
levizyon konuşmasmdan uzun uzun söz edilmeyecek; ama o görüşme çok
verimli olmuştu. Bu kitap, koşulların ilginç bir zincirlenişiyle o zamanki
konuşmamn bir son ürünüdür.
Jung'u ekranda görenlerden biri de A l d u s Books'un yöneticisi Wolf¬
gang F o g e s ' d i . F o g e s , Viyana'da F r e u d ailesinin yakınlarında geçirdiği
gençliğinden beri psikolojinin gelişimine ilgi duymuştu. Jung'u yaşamı,
çalışmaları ve düşünceleri üzerine konuşmaları dinlediğinde, F r e u d ' u n
çalışmaları bütün Batı dünyasında okuyucuya az çok da olsa tamdık gel¬
diği halde, Jung'un daha geniş bir kitleye ulaşma şansım hiç bulamayışı¬
nın, genel okur açısından hep zor anlaşılabilir olarak kalmış olmasının
çok büyük bir kayıp olduğunu düşündü.
Foges "İnsan ve Sembolleri"nin asıl başlatıcısıdır. Televizyon yayının¬
da Jung'la benim aramda iyi bir ilişki olduğunu fark etmişti. O yüzden ba¬
na, acaba temel düşüncelerinden bir kısmını, uzmanlaşmamış olan oku¬
yucu için de anlaşılır ve ilginç olacak şekilde, konuşma biçiminde anlat¬
maya Jung'u ikna edebilir miyim diye sordu. Bu düşünceyi hemen kabul
ettim. Jung'u böyle bir çalışmanın değerine, önemine inandırabileceğim
inancıyla Zürih'e gittim. Jung beni bahçesinde, hemen hiç kesmeden ne¬
redeyse iki saat dinledi ve "olmaz" dedi. Bunu en kibar tarzda ama çok
da kesin olarak söylemişti. Çalışmalarını popüler hale getirmeye hiç giriş¬
memişti ve böyle bir girişimin başarılı olacağına da inanmıyordu. Ayrıca
kendisini, böyle bir girişim için çok yaşlı, dahası yorgun hissediyordu.
Bütün dostları, Jung'un kararlarında çok isabetli olduğunu onaylaya¬
caklardır. Önemli soruları dikkatle, acele etmeden düşünüyordu. Sonun¬
da yanıtını verdiğinde ise bu yamt çoğu zaman kesin oluyordu. Bu yüz-
den, Jung'un olumsuz yanıtının son sözü olduğunu düşünerek büyük düş
kırıklığı içinde Londra'ya döndüm. Eğer o sırada hesaplayamadığım iki
etken işe karışmasaydı, bu böyle de kalırdı.
Bunlardan biri Foges'un inatçılığıydı; Foges yenilgiyi kabullenmeden
önce bir kez daha ısrar etmemizi istemişti. Öbürü ise üzerinde düşün­
dükçe şaşırdığım bir olgu oldu. Televizyon programı, dediğim gibi, başa¬
rılı olmuştu. Jung birçok insandan yığınla mektup almıştı. Bunların çoğu
tıbbi ya da psikolojik hiçbir bilgisi olmamasına rağmen, bu gerçekten bü¬
yük insanın ikna edici kişiliğinden, mütevazı tavrından, mizah gücünden,
zarafetinden etkilenmiş, onun yaşama ve insanlara bakışında, kendi kişi¬
sel sorunlarını çözmelerine yardımcı olabilecek bir şeyler keşfetmiş olan
sıradan insanlardı. Jung bundan çok hoşnuttu. Memnuniyetinin nedeni
yalnızca mektuplar değildi -zaten her zaman çok mektup a l ı r d ı - ; daha
çok, bu mektupları normalde kendisiyle hiç temas etmeyecek olan kim¬
selerin yazmış olmasıydı.
Bu sırada kendisi için son derece büyük anlam taşıyan bir de düş gör¬
müştü. (Bu kitabı okurken düşlerin ne kadar önemli olduğu görülecek¬
tir.) Jung düşünde kendisini, çalışma odasında oturup dünyanın her ye¬
rinden gelmiş önemli hekimlerle, psikiyatristlerle söyleşirken değil, ka¬
muya açık bir alanda soluk almadan onu dinleyen ve anlayan büyük bir
kalabalığa konuşurken görmüştü.
Bir iki hafta sonra bu kez F o g e s , klinikler ya da filozofların çalışma
odaları için değil de geniş kamu kesimi için bir kitap yazmasını rica et¬
mek için geldiğinde, Jung ikna oluverdi. A m a iki koşulu vardı: Birincisi
kitap yalnız kendisi tarafından değil, en yakın çalışma arkadaşlarının da
katılımıyla yazılmalıydı; ikincisi de çalışmayı koordine etmeyi ve yazarlar¬
la yayımcı arasında olabilecek bütün sorunlarla uğraşmayı ben üstlenme¬
liydim.
Bu giriş yazısının çok kibirli olmaması için hemen şunu belirtmeliyim
ki bu ikinci koşuldan ancak bir parça hoşnut olabildim. Çünkü Jung'un
beni, çok fazla değil de yalnızca bir parça zeki bulduğu, ciddiye alınacak
bir psikoloji bilgim olmadığını çok iyi bildiği için seçtiğini hemen öğrene¬
cektim. Bu şekilde ben tam da onun istediği "ortalama okur" oluyordum.
B e n i m anlayabildiğimi, bütün okurlar anlayabüir, bana zor gelenler ise
büyük olasılıkla başkalarına da zor gelirdi. Rolümün böyle değerlendiril-
mesiyle kendimi pek de şımartılmış gibi hissetmesem de - b a z e n yazarla­
rı çok öfkelendirmeme r a ğ m e n - son derece dürüst davranıp her parag­
rafın çok açık ve anlaşılır olmasında, gerektiğinde "bu kitap gerçekten
geniş bir okuyucu kitlesi için yazılmış, kısmen karmaşık olan konular dü­
şünülebilecek en basit tarzda ele alınmıştır" diye ikna olana kadar yeni­
den yazılmasında ısrar ettim.
U z u n tartışmalardan sonra insan ve sembollerinin kitabın ana teması
olmasına karar verildi.
Jung bu yapıttaki çabşma arkadaşlarını kendisi seçti: Zürih'ten
Jung'un en yakın, güvenilir yardımcısı Dr. Marie-Louise von Franz; A m e ­
rika'nın en önde gelen Jung yönelimli analisti, San Fransisko'dan Dr. Jo-
seph L. Henderson; Zürih'ten yalnız deneyimli bir analist olmakla kalma­
yıp, aynı zamanda Jung'un özel sekreteri ve biyografisinin y a z a n olan B a ­
yan Aniela Jaffe, son olarak da Jung'a göre Zürihli Jung takipçileri ara­
sında en deneyimli yazar olan Dr. Jolande Jacobi. Bu dört psikolog hem
alanlarmda büyük deneyime, beceriye sahip oldukları için hem de Jung
onların hiç bencillik etmeksizin, onun yönergelerine göre bir takımın
üyeleri olarak çalışacaklarını bildiği için seçilmişlerdir. Jung b ü t ü n kita­
bın inşasından sorumluydu ve arkadaşlarının çalışmalarım yönetecekti.
Ayrıca temel bölümü, "Bilinçdışına Giriş"i de yazacaktı.
Yaşamının son yılım neredeyse tamamen bu kitaba adadı. 1961 hazi­
ranında öldüğünde kendi yazdığı bölüm tamamlanmıştı. (Bu bölümü,
hastalığından on gün kadar önce bitirmişti.) Arkadaşlarının bölümlerini
de taslak halindeyken incelemişti. Jung'un ölümünden sonra Dr. von
Franz, kitabın onun vurgulayarak belirtmiş olduğu yönergelere uygun
olarak tamamlanması yönündeki sorumluluğu üstlendi. Böylece, "İnsan
ve S e m b o l l e r i n i n biçim ve içeriği en ince ayrıntılarına dek tamamen
Jung'un kendisi tarafmdan kurgulanıp düzenlenmiş, kısmen de yazılmış
oldu. Adım taşıyan bölüm - o k u r u n anlamasını kolaylaştırmak için yapı­
lan çok az genişletmeyi saymazsak- kendi yapıtıdır. İngilizce olarak ya­
zılmıştır. Geri kalan bölümler çeşitli yazarlar tarafından Jung'un yöneti­
mi, denetimi altında kaleme alınmıştır. Jung'un ölümünden sonra Dr. von
Franz büyük bir sabır, anlayış ve inançla çalışarak bu kitabm yayınlanma­
sını sağlamıştır; bu nedenle yayınevi ve ben kendisine şükran duymakta­
yız.

7
Kitabın içeriğine gelince:
Jung'un düşünceleri modern psikolojiyi, insanın yüzeysel bir bilgiyle
fark edebileceğinden çok daha fazla etkilemiştir. Örneğin "dışadönük
(ekstravert)", "içedönük (intravert)", " a r k e t i p " gibi çok yaygın ve çoğu
zaman da yanlış olarak kullanılan bir dizi kavram, Jungiyen kavramlardır.
A m a Jung'un psikolojik düşünceye en önemli katkısı, - F r e u d ' u n "bilin­
çaltı" kavramı g i b i - yalnızca bastırılmış arzuların bir tür saklanma yeri
olarak değil de bireysel yaşamın, egonun bilinçli, düşünen dünyası gibi
gerçek ve belli başlı bir parçası olarak gördüğü sonsuz kapsamlı ve zen­
gin "bilinçdışı" kavramıdır. Bilinçdışının dili ve "kişileri", düşlerimizin bi­
zimle bağlantı kurduğu sembollerdir.
O halde insanların ve onların semboUerinin araştırılması, aslında insa­
nın kendi bilinçdışıyla iüşkisinin araştırılması demektir. Jung'un modeli­
ne göre bilinçdışı, b i l i n c i n büyük yardımcısı, dostu ve akıl hocasıdır. B i ­
linçdışıyla bağlantıyı temel olarak düşlerimiz aracılığıyla kurduğumuz
için, bu kitapta, özellikle de J u n g ' u n kendi bölümünde, düşlerin önemi
öne çıkar.
Jung'un yapıtım yorumlamaya kalkışmak benim için çok iddialı olur­
du. Birçok okur muhtemelen bunu benden çok daha iyi yapabilecek d u ­
rumdadır. B e n i m rolüm, dediğim gibi, bir y o r u m c u değil yalmzca bir "an­
laşılabilirlik süzgeci" olmaktı. B u n u n l a birlikte, bana amatör olarak
önemli görünen, belki uzman olmayan diğer okurlara da yararlı olabile­
cek i k i noktaya işaret etmeyi gerekli görüyorum. Bunlardan birincisi düş­
lerle ilgilidir. Jungiyenler için düş, sembollerin anlamlarının bir katalog
yardımıyla çözülebileceği bir tür şifreli yazı değildir; daha çok bireysel b i ­
linçdışının çok önemli kişisel dışavurumudur. O da insanın temasa geçti­
ği her şey gibi "gerçek"tir. Düş gören b i r i n i n kişisel bilinçdışı, kişiyle bu
yolla bağlantı kurar ve kendisinden başka kimse için bir anlamı olmayan
simgeleri seçer. Jungiyen psikologlar için düş yorumu, ister analiz eden
ister düşü görenin kendisi tarafından yapılsın, asla birkaç ilkeye dayan­
dırılmayacak olan - b a z e n de ancak bir deneme olarak yapılabilen ve çok
uzun zaman gerektiren- tamamen kişiye özel, bireysel bir konudur.
B u n a karşılık bilinçdışının bildirimleri düşü gören için çok büyük
önem taşır, bu da elbette çok doğaldır; çünkü bilinçdışı o n u n varlığının
bir bölümüdür ve kendisine, başka hiçbir kaynaktan alamayacağı öneri-
8
ler ve yönergeler verir. O halde Jung'un kalabalıklara konuştuğu düşü
anlattığım zaman bir büyüden söz etmiş ya da Jung'un falcılıkla uğraştı­
ğını söylemeyi amaçlamış değilim. Yalnızca Jung'un bilinçdışının nasıl bi­
linçli aklıyla yaptığı bir yanlış kararı yeniden düşünmesi için "salık ver­
miş" olduğunu anlatmaya çalışıyordum.
B u n u n sonucu olarak; Jungiyen psikologlar için düş görmek sadece
bir şans işi değildir. T a m tersine her insan için kendi bilinçdışıyla temas
kurmak mümkündür ve bu nedenle Jungiyenler düşleri algüamaya açık
olmayı düzenli olarak kendilerine -aklıma daha iyi bir ifade gelmiyor-
"öğretirler". Jung'un kendisi de bu kitabı yazıp yazmamak sorusu ile kar­
şı karşıya kaldığında, karar vermek için bilinçli düşünmenin yanında, bi-
linçdışı yardım kaynaklarım da fikir almaya çağırabilirdi. Bu kitapta düş,
hep düşü görene doğrudan, kişisel ve önemli bir haber olarak ele alına­
caktır; insanlığın genelinin tamdığı sembollerin ancak bireysel birer
anahtar olarak kullanılabileceği, tümüyle kişisel bir haber.
İşaret etmek istediğim ikinci nokta, bu kitabın b ü t ü n yazarlarının, bel­
ki de bütün Jungiyenlerin özelliği olan karakteristik kanıt getirme yönte­
midir. Kendini yalnız bilinç dünyasında yaşamak ve bilinçdışıyla her tür­
lü teması yadsımak üzere kısıtlayan kimse, bilinçli yasanım yasalarına ta­
bidir. B i r matematik denkleminin yanılmaz - a m a çoğunlukla da anlam­
sız- mantığıyla, varsayılan ölçütlere göre mükemmel olan sonuçlara ula­
şılır. Jung ve arkadaşlarının bu kamtlama yöntemini sınırlı oluşundan do­
layı, -bilerek ya da bilmeyerek- reddettikleri görülüyor. Mantığı asla gör­
mezden gelmiyorlar ama bilinçli olarım yanında daima bilinçdışı olam da
hesaba katıyorlar. Onların diyalektik yöntemi simgeseldir ve çoğu zaman
sapmalara açıktır. Görüşlerini akılcılığın sınırladığı dar bir alanda ortaya
koymak yerine, olgunun çevresinde dolaşmayı, aynı nesnenin her sefe­
rinde az da olsa öncekinden farklı bir açıdan alınmış görünümünü yine­
lemeyi tercih ederler. Ta ki o ana dek tek bir somut kamt bulamamış ol­
duğunu düşünen okur birden daha büyük bir gerçeğin çevresinde dolaş­
tığını ve onu algıladığım fark edene kadar.
Jung ve arkadaşlarının kanıtları, konuları üzerinde, bir kuşun ağacın
üzerinde dolaşması gibi, spiral tarzda yukarı doğru ilerler. Önce yere ya­
landır, yalnızca dallar ve yapraklar yığını görünür. A m a yukarıya doğru
çıktıkça ağacm yinelenen farklı görünümleri bir bütün oluşturur ve çev-
9
resiyle de bağlantılanır. K i m i okuyucular bu "helezonik" kanıtlama yön­
temini önce biraz karışık bulacaklardır ama bunun uzun süreceğini san­
mıyorum. Bu Jung için karakteristiktir. Okur da kısa zamanda, nasıl ikna
edilerek sürece katıldığım saptayacaktır.
Kitabın farklı bölümleri kendilerini zaten anlatıyor ve pek bir giriş ge­
rektirmiyor. Jung'un kendi bölümü okuyucuya bilinçdışını, onun kullan­
dığı arketipleri, sembolleri ve mesaj verdiği düşleri tamtıyor. Ardından
gelen bölümde Dr. Henderson mitolojideki, halk masallarındaki ve ilkel
törelerdeki çeşitli arketipsel figürü ve birleşmelerim gösteriyor. Dr. von
Franz "Bireyleşme Süreci" bölümünde, tek insanda bilinç ve bilinçdışımn
yavaş yavaş nasıl tanıştıklarını, birbirlerini sayıp bütünlediklerini anlatı­
yor. B i r bakıma bu bölüm b ü t ü n kitabm yalnız en önemli bölümü olmak­
la kalmıyor, Jungiyen yaşam felsefesinin özünü; insanın ancak bireyleş­
me süreci kapandıktan, bilinç ve bilinçdışı birbirleriyle barış içinde bir
arada yaşamayı, birbirlerini karşılıklı bütünlemeyi öğrendikten sonra bir
b ü t ü n , kendi içinde sakin, üretici ve mutlu olacağmı da anlatıyor. Bayan
Jaffe ve Dr. Henderson, insanın bilinçdışımn sembolleri karşısında her
zaman hayranlık duyduğunu gösteriyorlar. Bu sembollerin insan için çok
derin anlamı, açıkça yaşamsal önemi olan içsel bir çekim gücü vardır. İs­
ter Dr. Henderson'un irdelediği mit ve masallarda ister Bayan Jaffe'nin
gösterdiği gibi sanat yapıtlarında ortaya çıksınlar, bu semboller bilinçdı-
şımızı sürekü uyararak doyuma ve sevince neden olurlar.
Sonunda Dr. Jacobi'nin bölümü üzerine de kısa birkaç söz söylemeli­
yim. Bu bölüm, ilginç ve başarılı bir analizin kısaltılmış raporu olarak
öbürlerinden ayrılmaktadır. Bu t ü r bir kitapta böyle bir bölümün değeri
apaçıktır; buna rağmen iki açıklama zorunludur. Birincisi; öğretici, tipik
bir Jungiyen analiz yoktur çünkü her düş özel, bireysel bir mesajdır ve bi­
linçdışı simgelerinin aynı şekilde kullanıldığı iki düş olmaz. Bu yüzden de
her Jungiyen analiz kendi türünde biriciktir ve Dr. Jacobi'nin - y a da bir
başkasmm- muayenehanesinden gelen bu düşü "temsil eden" ya da "ti­
pik" olarak değerlendirmek yanlış olur. Henry'ye ve kısmen garip olan
düşlerine dair söyleyebileceğimiz, yalnızca bununla Jungiyen analizin öz­
gün bir olguda nasıl uygulandığına iyi bir örnek olduğudur. İkincisi ise
tam olarak ele almak istersek, oldukça basit bir olgunun öyküsüyle bütün
bir kitabı doldurabileceğimizdir. Henry'nin analizine dair rapor zorunlu
10
olarak çok kısaltılmıştır. Bu yüzden de örneğin I Ching üzerine yorumlar
bir parça karanlıkta kalmıştır. B u n a rağmen Henry'nin analizinin derinle­
mesine anlatımının, insani ilgiden öte kitabı da çok zenginleştirdiğini dü­
şünüyoruz. B e n okurların da bu görüşü paylaşacağından enıinim.
Önsözüme Jung'un "İnsan ve Sembolleri"ni yazmaya giriştiğini anlat­
makla başlamıştım. Bu önsözü, bu kitabın nasıl önemli bir yayın olduğu­
nu okuyucuya bir kez daha belirterek kapatıyorum. Cari Gustav Jung b ü ­
tün zamanların en büyük hekimlerinden ve bu yüzyılın en büyük düşü­
nürlerinden biriydi. Ereği insanlara kendilerini tanımada yardımcı ol­
maktı; bu bilgiler ve bunların uygulanmasıyla doygun, mutlu bir yaşam
sürmeliydiler. Tanıdığım başka hiç kimsenin sürmediği kadar doygun ve
mutlu geçen kendi yaşamının sonunda Jung, kalan gücünü, mesajım şim­
diye kadar ulaştırmaya çalıştıklarından daha büyük bir kitleye ulaştırmak
için kullanmaya karar verdi. Yapıtım ve yaşamım aynı ay içinde tamam­
ladı. Bu kitap onun geniş okur kitlesine vasiyetidir.

11
Çeviriye önsöz: Ali Nahit Babaoğlu

Bu kitabı ilk olarak çeyrek yüzyıl kadar önce elime almıştım. A m a Jung'u
ve okulunu oldukça iyi bildiğimi sanmama, kitabın hayranlık uyandıran
baskı ve içeriğine rağmen, onu pratiğimde kullanabilecek kadar iyi anla­
yıp kavradığımı ileri süremem. Lisenin birinci sınıfından beri eğilimim
klasik bağlamda psikanalitik yönde olmuştu. Psikiyatri eğitimimde de
hep psikanaliz temelinden ayrılmadan yürümüştüm. Ancak bu kitapla ta­
nışmamla hemen aynı zamanda, bir yönetilmiş düşleme yöntemi olan,
Leuner'in "Katatimik Görüntü Yaşantısı" yönteminin eğitimini almaya ve
Prof. Prokop'un bir çalıştayı aracüığıyla da Jung'un kişiliği ve kavramla­
rını yakından tanımaya başladım. Leuner yöntemini uygulama aşamasına
geldikten sonra Türkiye'ye döndüm. Gerek muayenehanede gerekse eği­
tici görevimde o yöntemi bolca kullanma fırsatı oldu. Yöntemin önümde
açtığı ufukla sembollerin ne denli evrensel olduğunu gördüm. B u n u n ya­
nında, ülkemiz insanının iç dünyasmın da b ü t ü n tarihi kucaklar boyutta
zengin olduğunu fark ettikçe, hastalarımın olağan gece düşlerini de ele
almaya başladım. Giderek hastalarımla aramızda, o zengin bilinçdışı dün­
yaya daha kolay girebileceğim bir köprü, bir t ü r özgün dil oluştu. Düşle­
rini, düşlemelerini doğru yorumladığımdan emin olmadığımda bile hasta­
larımın sübjektif olarak duydukları mutluluk ve durmadan yeni düşler
getirmeleri, düşleme seansları için ısrar etmeleri çok dikkat çekiciydi. E l ­
bette onlara az çok yardımcı olabilmek için Jung'a başvuruşum da gittik­
çe artmaktaydı. Böylece onun yazılarının pek çoğunu okudum. Bu kita­
bın Jung tarafından yazılmış olan ilk makalesini de çevirmiştim. Jung'u
anlatan bir bölümle birlikte, o zamanki T r i u m p h marka daktilomla yaz­
dıklarımın fotokopilerini asistanlarıma dağıtıyordum. Son dört, beş yü-
dan beri de İsviçre Jung Enstitüsü önceki başkanı Barz'm geliştirdiği
yöntemle Jungiyen Psikodrama'da eğitim alıyorum.
Sevgili C e m Mumcu'dan bu kitabm Okuyan Us Yayın tarafından yayın­
lanacağını öğrenince de çevirmek için heyecanla öne atıldım. O sırada
"Psikiyatri Tarihi" kitabımın son bölümleri üzerinde çalışıyordum. O n u
bitirir bitirmez bu çeviriye sarıldım. Ancak çeviri ilk anda sandığımdan
biraz daha zor oldu. B u n u n nedeni her şeyden önce kitabm beş ayrı ya­
zarın elinden çıkmış olmasıydı. Her birinin ayrı stili olan yazarlarm, stü-
lerine az çok uygun şekilde çevrilmesi, çeviriyi aynı kişi yapıyorsa pek
kolay değildir. İkinci ve daha da önemli olan bir nokta, kitabm ana dille-

13
ri Almanca olan yazarlar tarafından bizzat İngilizce yazılmış olması ve ge­
ne bizzat kendileri tarafından Almanca'ya kazandırılmış olmasıydı. Yazar­
lar bu çeviride basit bir doğrudan çeviriyle yetinmemişler, yazdıklarını
yeniden yazmışlardı. Bu yüzden de İngilizce ve Almanca baskılar arasın­
da belirgin farklar bulunuyordu. Özellikle de çeşitli yazar ve sanatçılara
referans verdiklerinde, bir halk tarafından tamnan yapıtları kısa geçer­
ken, o halkın tanıma olasılığı az olanları ise daha ayrıntılı olarak anlatmış­
lardı. T ü r k okuru için ise her iki metnin karşılaştırılarak daha ayrıntılı
olanın verilmesi yolunu tutmak daha uygun görünüyordu. Bu durum he­
men her paragrafı her iki metinden de okuyarak aralarından seçim yap­
mayı gerektiriyor, bu da işi uzatıyordu. Kitabın resimli olarak, aslına ola­
bildiğince sadık yayınlanmasına karar vermiştik. Resimler olmadan me­
tin çok yoksul kalacaktı. Elbette bu, resim altı yazıların da teker teker
çevrilmesini gerektiriyordu. B i r de görüleceği gibi kitapta dip notlar kul­
lanılmamış, verilmesi gereken açıklama notları kitabın sonuna eklenmiş­
tir. Açıklayıcüık bakımından çok önemli olan bu notların da sadakatla
çevrilmesi gerekiyordu.
Kitapta birçok yerde K u r a n ve Kutsal Kitap'tan alıntılar bulunmakta­
dır. Bu alıntılarda bulunan özel adların birçoğu bizim inançlarımıza yer­
leşmiş olan, dolayısıyla bizim dilimizde de karşılığı bulunan adlardı. Ben
de metinde kullanılan Almanca ya da İngilizce adları değil, bize tamdık
olan o Türkçe adları yeğledim. Metne giren Kutsal Kitap söylemlerini de
yeniden çevirmek yerine Kitab-ı Mukaddes Şirketi yayım olan çeviriden
olduğu gibi aldım. K i m i yerlerde ise, İslama ilişkin olarak yazarların bilgi­
lerini çeşitli dolaylı çevirilerden almış olmalarından kaynaklanan hata sa­
yılabilecek noktalar bulunuyordu. O tip durumlarda da kendi notumu
(çn.) [çevirenin notu] işaretiyle dip not olarak yazmak en iyi yoldu.
B ü t ü n zorluklarına rağmen, mesleki gelişimimde en büyük etkileri
yapmış olan kişinin, C. G. Jung'un son yapıtım dilimize kazandırmak işle­
vini yüklendiğimden ö t ü r ü çok mutluyum. O n u n görüşlerinin Türkiye'nin
zengin ve renkli k ü l t ü r ü n ü aydmlatmada çok faydalı olacağma inancım
tamdır. Bu kitap renkli, resimli ve oldukça kolay anlaşılabilir olması saye­
sinde daha geniş bir okur kitlesinde ilgi ve merak uyandırabilirse, ateşle­
yeceği yeni araştırmalar kültürümüze olduğu kadar dünya kültürüne de
taze bir ışık serpecektir. O zaman, kitabın önsözünde de belirtilen
14
"Jung'un kitlelere vasiyeti" en verimli sonucunu verecektir. Cari Gustav
Jung gerçekten b ü t ü n zamanların en büyük hekimlerinden biriydi. Anısı­
nın önünde saygıyla eğiliyorum.

15
İçindekiler

1 Bilinçdışına Giriş 18
Carl G. J u n g

2 Modern İnsan ve Mitler 104


Joseph L. H e n d e r s o n

3 Bireyleşme Süreci 158


M. L. v o n Franz

4 Görsel Sanatlarda Sembol 230


A n i e l a Jaffe

5 Olgunlaşma Yolundaki Simgeler 272


J o n a l d e Jacobi

Sonsöz: Bilinçdışı ve Bilimler 304


M. L. v o n Franz

Notlar 311
1 Bilinçdışına Giriş

Carl G. Jung

Firavun III. Ramses'in m e z a r girişi


Bilinçdışına Giriş

Düşlerin önemi üzerine

İnsan bir şeyi anlatmak için söylenen ya da yazı­ rının çoğunda, mezar taşma eğri bir balta resmi
lan sözcükleri kullanır. Dili sembollerle doludur; dildiğini görürüz. Baltanın ne olduğunu çok i y i b
ama sık sık tümüyle tanımlayıcı olmayan işaretle­ liyoruz, ancak simgesel içeriğine ilişkin hiçbir şe
r i , resimleri de kullanır. Bunlara örnek olarak
bilemiyoruz. Bir başka örnek olarak; bir Hintli, İn
B M , U N I C E F , U N E S C O gibi kısaltmalar ya da
giltere'de bir süre kaldıktan sonra, kendi ülkesin
harf dizileri, tanınmış markalar, tıbbi ürünlerin
deki dostlarına, İngilizlerin hayvanlara taptığm
adları, k i m i insanların görev işaretleri ya da inisi-
yaller verilebilir. Bunlar aslında kendi başlarına anlatır, çünkü kilisede hep kartallar, aslanlar ve
bir anlam taşımazlar ama genel kullanımda kolay­ öküzler resmedildiğini görmüştür. Aslında, bir­
lıkla tanınabilen bir anlam kazanmışlardır. A n c a k çok Hıristiyan gibi, bu Hintli de söz konusu hay­
bunların hiçbiri simge değil, yalnızca ilişkili ol­ vanların İshak Peygamber'e görünmüş bir vizyo­
dukları nesneleri ifade eden işaretlerdir. nu anlattığını ve Evangelistler için bir işaret oldu­
Simge ya da sembol dediğimiz, gündelik yaşa­ ğunu bilmiyordu. Tekerlek ya da haç gibi nesne­
mımızdan bilip tanıdığımız ama alışılagelen, açık ler de belirli koşullarda simgesel bir içerik taşır­
anlamına ek olarak özgün bağlantılar da sunan, lar. Ancak bunların neyi simgelediği, şimdiki za­
bir terim, bir ad hatta bir resimdir. B u n d a belir­ manda bile tartışmalı bir konudur.
gin olmayan, bilinmeyen ya da bizim için görünür
B i r sözcük ya da resim, açık olan ve ilk bakış­
olmayan bir şeyler vardır. Örneğin Girit mezarla­
ta anlaşılabilenden daha fazla anlam içerdiği za-
man simgesel hale gelir. O zaman tam olarak ta- ler kullanmasının bir nedeni budur. Ne ki sembol­
nımlanamayan, bilinemeyen, daha geniş, "bilinç- lerin bu büinçli kullanımı son derece önemli bir
dışı" bir yön kazanmış olur. B u n u n tanımlanması psikolojik gerçeğin yalmzca bir yüzüdür: İnsan bi­
ve açıklanması umulamaz bile. İnsan aklı simgeyi linçsiz olarak ve kendiliğinden de düşler şeklinde
araştırırken, mantığm kavrayabileceğinden daha semboller üretmektedir. Bu noktayı kavrayabil­
ötedeki kimi düşüncelere ulaşılır. Tekerlek bizi mek hiç kolay değildir. A m a insan r u h u üzerine
"kutsal" güneş kavramına doğru götürür, ama bu daha fazlasını öğrenmek istiyorsak, bunu mutlaka
noktada mantık yetersizliğini itiraf etmek zorun­ kavramalıyız. Şöyle bir düşünecek olursak insa­
dadır; " k u t s a l " olan bir şey tanımlanamaz. Sınırlı nın içini, dışım tam olarak görüp anlayabildiği
zekamızla bir şeyi " k u t s a l " olarak adlandırdığı­ hiçbir şey yoktur. İnsan, çevresini ancak kısıtlı bir
mızda, ona somut gerçeklere değil inançlara da­ şekilde algılayabilmesine izin veren duyularının
yalı bir ad vermiş oluruz. sayısı ve niteliğiyle sınırlıdır. Bu eksikliği bilimsel

İnsan anlayışının sınırlarının ötesinde sayısız araç ve gereçler kısmen giderebilir ancak en d u ­

şey bulunduğundan, tanımlayamadığımız ya da yarlı aygıtlar bile uzak ya da küçük nesneleri bü­

tam kavrayamadığımız kavramları temsil etmek yütüp görünebilir hale getirmekten ya da çok ha­

üzere sürekli olarak simgesel terimler kullanmak­ fif sesleri işitilebilir yapmaktan öteye gidemez.

tayız. Bütün dinlerin sembolik bir dil ya da imge­ Hangi aleti kullanırsak kullanalım, bir noktada

Dört İncil y a z a r ı havarinin h a y v a n o l a r a k görülmesi

[Chartres K a t e d r a l i n d e K a b a r t m a ) : Aslan M a r k o ' d u r ,

b o ğ a Luka, kartal Y u h a n n a (solda)- Aynı şekilde M ı s ı r

tanrısı Horus'un oğulları d a h a y v a n b i ç i m i n d e d i r .

(Yukarıda IO 1 2 5 0 ' d e n ) H a y v a n l a r ve dörtlü kümeler

y a y g ı n bilinen simgelerdir.

21
Ç o ğ u t o p l u m d a G ü n e ş resimleri

insanların a ç ı k l a n a m a y a n dinsel

deneyimlerini anlatır. İ Ö 1 4 .

y ü z y ı l d a M ı s ı r Firavunu

T u t a n k a m o n ' a ait bir tahtın süslerine

bir G ü n e ş Kursu hakimdir (üstte).

Işınel'ler, G ü n e ş i n y a ş a m veren

g ü c ü n ü simgeliyor. 2 0 . y ü z y ı l d a bir

J a p o n keşiş, Şinto i n a n c ı n a g ö r e

tanrısal G ü n e ş i tasvir e d e n bir a y n a

ö n ü n d e d u a e d i y o r (solda). VVolfram

a t o m u , 2 . 0 0 0 . 0 0 0 kez büyütülmüş

(sağda).

Resmin ortasındaki lekeler g ö z l e

g ö r ü l e b i l e n en uzak y ı l d ı z

sistemleridir (en s a ğ d a ) . İnsan

duyumlarını ne denli genişletse de

a l g ı l a m a s ı h e p sınırlıdır.

22
bütün kesinliğin ortadan kalktığı sınıra ulaşırız. deyimle i k i kişiliğin varlığını kabul etmek olacağı­
Her şeyden önce gerçeği algılayışımızda, ör­ nı düşünmekteydiler. Aslında b u , tam da bu de­
neğin duygularımız gerçek görüntülere tepki gös­ mektir; çok doğru! Çağdaş birçok insan böyle iki­
terirken bile, bu gerçeğin gerçeklik alanından ye bölünmüş bir kişilikten mustariptir. Bu hiç de
ruhsal alana geçirildiği sırada olduğu gibi, aslında patolojik bir semptom değildir. Sadece nörotik-
bilinçdışı olan bir yön vardır. R u h u n içinde b u n ­ lerde değil, başka herkesde de gözlenebüen bir
lar, oluşu ve yapısı bilinmeyen psişik olgulara dö­ gerçektir. K e n d i n e ilişkin genel bir bilinçsizlik,
nüşmektedirler. Öyleyse her yaşantı çok sayıda hiç kuşkusuz ki bütün insanlığın ortak mirasıdır.
bilinmez faktörü de içermektedir. Aslında her so­ İnsanlığın bilinci, uygarlık düzeyine ulaşınca­
mut nesne, maddenin gerçek doğasını anlayama­ ya kadar sayısız çağları gerektiren bir sürecin so­
dığımız için, bize zaten daima tam bilinir olmak­ nunda yavaş, güçlükle gekşebilmiştir; dahası bu
tan uzaktır. Ayrıca belirli olgular vardır ki bilinç­ gelişim tamamlanmış olmaktan henüz çok uzak­
le hiç algılanamazlar. B u n l a r bilinçlilik eşiğinin a l ­ tır. İnsan r u h u n u n büyük bölümü hâlâ karanlık­
tında kalmışlardır. Bunları daha sonra anlık bir larla kaplıdır; çünkü " p s i k e " dediğimiz, bilincimiz
sezgi ile ya da yoğun düşünerek fark edebiliriz. ve onun içeriği ile hiç de eşanlamlı değildir.
Ama normal olarak, bizim için hayati anlamı olan R u h u m u z , doğanın bir parçasıdır ve tıpkı
her oluş düşlerimizde, rasyonel düşünceyle olma­ onun gibi sınırsızdır. Ayrıca biz ne r u h u ne de do­
sa da sembolik bir resim olarak çözümlenir. Ta­ ğayı tanımlayabilir, ancak olabildiği kadar, onu
rihsel olarak bakıldığında, psikologlara bilinçli nasıl algıladığımızı tarif edebiliriz. Tıbbi araştır­
ruhsal olguların bilinçdışı yönlerini inceleme fır­ maların verileri olmasa bile, "bilinçdışı diye bir
satım veren de düşlerin incelenmesi olmuştur. şey y o k t u r " gibi varsayımları reddetmemiz için
Psikologlar deneyimlerine dayanarak, birçok do­ yeterince neden vardır. B u n u söyleyenler eski
ğa bilimcisi ve filozof aksini savunduğu sırada, bi­ çağlardan kalan bir "misoneizm"de (yeni olandan
linçdışı bir psikenin var olduğunu kabul etmişler­ ve bilinmeyenden korkma) ısrar etmektedirler.
dir. Bu sırada filozoflar saflıkla, böyle bir oluşumu İnsan ruhunda bilinmeyen bir bölüm olduğu
kabul etmenin, bir bireyde i k i öznenin, daha açık düşüncesine karşı bu direncin tarihsel nedenleri
vardır. Bilinçlilik doğanın y e n i bir buluşudur ve
kendi içinde henüz deneysel aşamada bulunmak­
tadır. Bu yüzden hâlâ zayıftır ve belli tehlikeler
karşısında kolaylıkla zedelenebilir. Antropologla­
rın saptadıkları gibi, ilkel insanda ruhsal bozuklu­
ğun en sık görülen şekillerinden biri, onların "ruh
y i t i m i " diye adlandırdıkları, bilinçliliğin şaşırtıcı
bir şekilde bölünmesi (bilimsel dille konuşursak;
dissosiyasyon) durumudur.
B i z i m k i n d e n farklı bir bilinçlilik aşamasmda
bulunan bu insanlar arasında r u h bir bütünlük
olarak hissedilmez. Çoğu toplumda, insanın ken­
disininkinden başka bir de "çalılık r u h u " olduğu­
na inanılır. B u , insanın kimliğini ruhsal olarak
üstlendiği bir ağaç ya da bir hayvanda biçimlen-
23
mistir. Önde gelen Fransız antropologlarından duygusunu açığa vurmaktadır. Bu da ruhun sım­
Lucien Levy-Bruhl bu d u r u m u "participation sıkı örülü olmadığım, tersine kontrol edilemeyen
mystique" olarak tanımlamıştır. Kendisi daha duyguların saldırısı karşısında kolayca parçalana­
sonra, olumsuz eleştiriler karşısında bu formülas- bileceğim gösterir.
yonunu geri almıştır ama ben onu eleştirenlerin Antropologların araştırmalarından tanıdığımız
haksız olduğunu düşünüyorum. Çok iyi bilinen bu durum kendi ileri uygarlığımıza da hiç yaban­
psikolojik bir gerçek, insanın kendini bilinçdışı cı değildir. B i z de dağılabiliriz; yani dissosiye ola­
olarak bir kimse ya da bir nesneyle kimliklendire- biliriz. Kimliğimizi yitirebiliriz. Öfkemizden çılgı­
bileceği gerçeğidir. na dönebilir, duygularla alt üst olabiliriz; kendi­
Bu kimlik ilkel insanda çok çeşitli biçimler ala­ mize ya da başkalarına ilişkin önemli hususları
bilir. Çalılık ruhu bir hayvana aitse bu hayvan o hatırlamayabiliriz. O zaman bize " A l l a h aşkına,
insanın bir çeşit kardeşi gibi görülür. Örneğin sana ne oldu? İçine şeytan mı girdi?" diye sorar­
kardeşi timsah olan bir insan, timsahlarla dolu bir lar. "Kendimize hakim olmak"tan söz ederiz ama
ırmağı hiç duraksamadan yüzebilir. Çalılık r u h u aslında kendini kontrol edebilmek oldukça ilginç,
bir ağaçsa onun insan üzerinde ana baba gibi bir ender rastlanan bir yetenektir. Kendimizi dene­
gücü olduğuna inanılır. Her i k i d u r u m d a da o ça­ tim altında tuttuğumuzu sanırız, ancak bir dostu­
lılık ruhuna verilen zarar aynen o insana verilmiş muz kolaylıkla bize ilişkin, hiç de farkında olma­
gibi kabul edilir. dığımız bir dolu şey anlatabilir.
Bazı kabilelerde insanın birkaç r u h u olduğuna Böyle yüksek bir uygarlık düzeyinde bile insan
inanılmaktadır. Bu inanç, her bireyin birbirine bilinçliliği hâlâ kolaylıkla yaralanabilir. Zihnimizin
bağlı ama birbirinden farklı birimlerden oluştuğu bir bölümünü izole edebilme yeteneği kuşkusuz

Bir dissosyasyonun ünlü bir örneğini

İskoç y a z a r R. L. Stevenson, "Dr. Jekyll

a n d M r . H y d e " adlı öyküsünde verir.

Dr. Jekyll'in "yarılma"sı y a l n ı z c a psişik

bir durum d e ğ i l d i , aynı z a m a n d a fizik

bir d e ğ i ş i m e d e yol açmıştı. M r . H y d e

(öyküden 1 9 3 2 ' d e u y a r l a n a n filmden];

Dr. Jekyll'in "öbür yarısı" (solda).

İlkeller dissosiyasyona ruhun yitimi

derler; İnsanda kendininkinden başka

bir de çalılık ruhu b u l u n d u ğ u n a inanırlar.

K o n g o ' n u n N y a n g a kabilesinin,

g e r g e d a n kuşunun, kendi çalılık ruhu ile

özdeşleştirdiği kuşun, maskesini taşıyan

bir mensubu (sağda).

A y n ı a n d a birçok ç a ğ r ı y a hizmet veren

telefoncu kızlar (en s a ğ d a ) . Böyle

u ğ r a ş l a r d a kişiler, konsantre o l a b i l m e k

için bilinçlerinin kimi kısımlarını y a r ı p

a y ı r m a k z o r u n d a kalırlar. A m a bu,

kendiliğinden ve anormal değil,

denetimli, süreli bir y a r ı l m a d ı r .


ki çok değerlidir; çünkü bu dikkatimizi yalnızca keyfi değildi. Aksine ileri gelen nörologların, özel­
bir sahneye yöneltebilmemizi, bütün öbürlerini likle de Pierre Janet'nin ulaştığı, nörotik semp­
dışlayabilmemizi sağlar. Ne ki z i h n i n bir parçası­ tomların herhangi bir bilinçli deneyimle ilintili ol­
nı belli bir zaman için ayırıp bastırabilmek ile b u ­ dukları görüşüne dayanmaktaydı. Hatta semp­
nun bilgimiz dışında, kendiliğinden oluvermesi tomlar, bilincin başka zaman ve koşullarda su yü­
arasında muazzam bir fark vardır. Birincisi uygar­ züne çıkabilecek kısımları da olabilirlerdi.
lığımızın bir kazancı, ikincisi ise ilkel bir " r u h yiti­ Bu yüzyılın başında F r e u d ve Josef Breuer.
m i " hatta bir nevroz nedenidir. nörotik semptomların, örneğin histerinin, kimi
Rüyaların, o kaçamak, güvenilmez, muğlak ve ağrı türlerinin, anormal davranışların gerçekte
belirsiz fantezilerin anlamını bu zeminde görme­ simgesel anlamları olduğunu fark ettiler. Bunlar
liyiz. Bakış açımı anlatabilmek için önce bunun da tıpkı rüyalar gibi, bilinçaltının dışavurum b i ­
nasıl yavaş yavaş geliştiğini, sonunda rüyaların, çimleridir, bu yüzden de simgeseldirler. Dayanı-
insanların sembol yaratma yeteneklerinin ince­ lamaz bir d u r u m içinde bulunan bir hasta, örne­
lenmesinde sürekli ve herkes için ulaşılabilecek ğin su içmesini engelleyen kramplar geçirebilir,
bir kaynak olduğu sonucuna nasıl ulaştığımı an­ yani " b u n u yutamaz". Benzeri bir ruhsal baskı al­
latmak isterim. tında bulunan bir başkası bacaklarmdaki garip bir
Sigmund Freud, bilincimizin bilinçdışı geri felçten yakınır ve bu da " b u böyle yürümeyecek"
planını ampirik bir yoldan araştıran ilk kişi olmuş­ demek olur. Gene bir başkası yediklerini kusar,
tur. O, rüyaların rastlantı sonucu görülmediği, b i ­ çünkü sevimsiz bir olayı "sindirememektedir". Bu
linçli düşünceler ve sorunlarla ilgili olduğu varsa­ türden daha birçok örnek verebilirim ama bu tür
yımından yola çıkmıştı. Bu varsayım kesinlikle psişik tepkiler, ağır gelen bilinçdışı sorunları d i -
savurmaya yarayan anlatım yollarından yalnızca mi yapmıştı: Rüya gören biri, rüyaları ve onlarla
biridir. Rüyalarımızda ise bunlar kendilerini çok ilgili düşünceleri üzerinde konuşmaya cesaret-
daha sık gösterirler. lendirildiğinde, sıkıntısının nedenlerim gerek an­
B i r dizi rüyayı dinlemiş olan her psikolog, rü­ lattıkları gerekse bilerek sakladıklarıyla eninde
ya sembollerinin, bedensel sembollere oranla çok sonunda açık eder. Düşünceleri başlangıçta ilgi­
daha çeşitli olduklarım bilir. Bunlar çoğunlukla siz dahası mantıksız görünebilir; ama bir süre
çok rafine, sanatkârane fantezilerden oluşur. sonra hastanın neyi gizlemek istediği, hangi na­
A m a bu rüya malzemesi karşısında bir analist, hoş düşünceleri ya da yaşantıları bastırmaya ça­
Sigmund F r e u d ' u n serbest çağrışım yöntemim lıştığı kolaylıkla fark edilebilir.
kullanarak, rüyaların, altta yatan belirli temalara F r e u d , serbest çağrışımda çıkış noktası olarak
kadar izlenebileceğim fark eder. Bu yöntem, psi­ rüyalara oldukça büyük bir önem vermekteydi.
kanalizin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. A m a bir süre sonra bu bana büinçdışınm uykuda
Çünkü bu yöntem Freud'a, rüyaları çıkış noktası ürettiği zengin fantezilerin yetersiz hatta yanlış
olarak kullanıp hastanın bilinçdışı s o r u n u n u n kullanımı gibi gelmeye başladı. Asıl kuşkum, bir
araştırüabilmesi olanağmı sağlamıştır. meslektaşım Rusya içinde uzun bir tren yolculu­
F r e u d şu basit fakat son derece önemli gözle­ ğunda başına gelen bir olayı anlattığı zaman orta-

1 S i g m u n d Freud (Vienna) 5 M a x Eitingon (Berlin) 9 Eugen Bleuler (Zürich)


2 Otto Rank (Vienna) 6 James J Putnam (Boston) 10 Emma J u n g (Kusnacht)
3 Ludwig Binswanger (Kreuzlıngen) 7 Ernest J o n e s ( T o r o n t o ) 11 S a n d o r Ferenczi ( B u d a p e s t )
4 A. A. Brill 8 W i l h e l m Stekel (Vienna) 1 2 C. G. J u n g ( K u s n a c h t )
ya çıktı. Hiç Rusça bilmediği, hatta K i r i l yazısını bağlamda, herhangi bir başka çıkış noktasından
bile sökemediği halde, bir süre demiryolu ilan pa daha fazla ya da daha az gerekli değildi. Rüyalar
nolarındaki yabancı harflerle uğraşmış ve ardın­ çoğu zaman mutat kompleksleri gizleyen duygu­
dan da rüyalar görmeye başlamıştı. Bu rüyalarda sal kargaşadan kaynaklansa da önemli bir anlama
bu yazılar çok çeşitli anlamlar kazanıyorlardı. B i r sahiptir. Mutad kompleksler r u h u n yumuşak
fikir öbürünü izliyordu. İçinde bulunduğu d u r u m ­ noktalarıdır. Dış uyaranlara ya da bozukluklara
da bu "serbest çağrışım"ın birçok eski anısını ye­ çok çabuk tepki gösterirler. Bu yüzden serbest
niden uyandırdığını fark etmişti. Bunların arasın­ çağrışım her rüyadan yola çıkarak gizli düşünce­
da unutmak istediği hatta bilinçli bir şekilde ger­ lere ulaşabilir.
çekten unutmuş olduğu, çoktan gömülmüş tatsız Burada, belki de rüyaların özgün, özel, daha
bir tema-nesne de bulunuyordu. Gerçekte kendi­ önemli bir işlevi olabileceği aklıma geldi. Çünkü,
si, psikologların kompleksler adını verecekleri şe­ çoğu zaman rüyaların çok belirli, açıkça amaca
ye, yani kalıcı psikolojik rahatsızlıklara, birçok uygun bir yapısı bulunmaktadır. Bu da belirli bir
durumda nörotik semptomlara yol açabilecek maksadı akla getirir. Bu yüzden, rüyalardan yola
olan, bastırılmış duygusal temalara rastlamış bu­ çıkarak, başka yollardan da pekala ulaşılabilecek
lunuyordu. olan bir dizi düşünceye, komplekse serbest çağrı­
Bu öykü, bir hastanın komplekslerini keşfet­ şım yoluyla ulaşmaya çalışmak yerine, rüyaların
mek istediğimizde serbest çağrışım için rüyaları asıl içeriğine ve biçimine daha fazla ilgi göster­
çıkış noktası olarak kullanmanın hiç de zorunlu mek gerekmez miydi diye düşündüm.
olmadığını gösterdi. Dairenin her noktasından Bu yeni düşünce benini kendi psikoloji yönte­
merkeze ulaşılabileceğini fark ettim. Kiril harfle­ m i m i n gelişmesinde bir dönüm noktasıydı. Yavaş
riyle, kristal bir küre üzerinde meditasyonla, bir yavaş beni rüya metninden uzaklaştıran çalışma­
budist dua değirmeniyle, modern bir tabloyla ya ları izlemekten vazgeçtim. Dikkatimi daha çok rü­
da rasgele bir sohbetle başlanabilirdi. Rüya bu yanın kendi çağrışımları üzerine toplamak isti-

M o d e r n psikanalizin büyük ö n c ü l e r i n d e n

çoğu; W e i m a r ' d a bir p s i k a n a l i z k o n g r e s i n d e

191 1 ' d e çekilmiştir (solda). Alttaki a n a h t a r

önemli kişilerden bazılarını gösteriyor.

İsviçreli Psikiyatrisi H e r m a n n Rorschach

tarafından bulunmuş o l a n mürekkep lekeleri

testi (sağda). Lekenin biçimi serbest ç a ğ r ı ş ı m a

yol açacaktır. A k l a g e l e b i l e n her şekil

çağrışım sürecini başlatabilir. Leonardo da

Vinci not defterlerinde " B a z e n d u r u p

duvarlardaki lekelere y a d a kül y ı ğ ı n l a r ı n a ,

bulutlara, ç a m u r a y a d a benzerlerine

b a k m a k s a n a zor gelmemelidir. Bunlarda ç o k

şaşırtıcı fikirler bulabilirsin" d i y e yazmıştı.


yordum. Bilinçdışımn söylemeye çalıştığının be­ sembolik resimlerle ya da alegorilerle temsil edi­
lirli bir şeyi vurguladığına inanıyordum. Rüya lebilir. Bu resimlerin her biri belirli bir çağrışım
karşısındaki k o n u m u m u n değişmesiyle, bir yön­ süreci ile cinsel ilişkinin göz önünde canlandırıl­
tem değişikliği de gerekti. Yeni teknik, rüyanın masını, bireylerin kendi alışkanlıkları olabilecek
çeşitli başka yönlerini de hesaba katmalıydı. B i ­ özgün k o m p l e k s l e r e ulaşılmasını sağlayabilir.
linçli akılla anlatılan bir öykünün bir başlangıcı, A m a aynı kolaylıkla bu kompleksler, okunamayan
bir gelişimi ve bir sonu vardır. Bu kural rüya için Rus harflerinin uyandıracağı bir gündüz düşü yo­
geçerli değildir. Rüyanın zaman ve mekan boyut­ luyla da serbest bırakılabilir. O zaman rüyanın,
ları farklıdır. Rüyayı anlamak için onu, tıpkı insa­ cinsel bir alegoriden daha başka bir anlatım da
nın eline aldığı bir nesneyi iyice anlayıncaya ka­ içerebileceğini tahmin ettim. B u n u n nedenlerini
dar evirip çevirmesi gibi, çeşitli taraflarından i n ­ daha yakından anlatmak isterim.
celemek gerekir. Adamın biri bir anahtar deliğine anahtar sok­
F r e u d ' u n kullandığı şekliyle serbest çağrışım­ tuğunu, ağır bir sopayı salladığını ya da bir kapıyı
dan beni uzaklaştıran düşünceler bunlardır. Rü­ bir koçbaşı ile zorladığını rüyasında görebilir.
yanın kendisi üzerinde olabildiğince durmak ve Bunların her biri birer cinsel alegori olarak görü­
onun çağrıştırabileceği bütün öbür işe yaramaz lebilir. Asü önemli olan onun bilinçaltının, belli
varsayımlarla çağrışımları dışlamak istiyordum. nedenlerle bu resimlerden özellikle birini seçmiş
Bunlar gerçi kuşkusuz bir hastanın kompleksleri­ olduğu gerçeğidir. Asıl görev neden anahtarın so­
ne ulaşmayı sağlarlardı, ancak benim maksadım, paya ya da sopanın koç başına tercih edilmiş ol­
nörotik bozukluklara yol açan kompleksleri orta­ duğunu ortaya çıkarmaktır. Bazen bu yolla aslın­
ya çıkarmaktan daha öteye giden bir amaçtı. Bu da cinsel eylemin değil, çok başka bir psikolojik
kompleksleri tanımak için birçok başka olanak da
vardır. Örneğin psikolog, gereksindiği bütün b i l ­
gileri, sözcük çağrışım testiyle de elde edebilir.
A m a , bir insanın ruhsal yaşam öyküsünü öğren­
mek, anlamak için rüyalar ve onların simge re­
simlerinin çok daha önemli rol oynadığının iyice
anlaşılması zorunludur.

Örnekse, herkes bilir ki cinsel eylem sayısız

Serbest ç a ğ r ı ş ı m için iki değişik

uyarı: Tibetli bir d i l e n c i n i n d ö n e n

d u a d e ğ i r m e n i (solda) bir falcının

kristal kürede fal bakışı ( s a ğ d a ) : Biı

İngiliz p a n a y ı r ı n d a m o d e r n bir

kristal falcısı.

28
temanın kastedilmiş olduğu ortaya çıkarılabilir. dığı apaçık olan böyle bir anlatımla ne söylemek
Buradan ben, açıkça rüyanın parçası olan bü­ istiyordu? Görünüşe bakılırsa, rüya görenin yaşa­
tün malzemenin yorumda kullanılması gerektiği mıyla yakından ilgili olan dejenere bir kadm fikri
sonucunu çıkarıyorum. Rüya k e n d i şuurlarım çi­ söz konusuydu. Ancak bu resmin kendi karısı
zer. Kendisiyle ilgili olan ve kendinden uzaklaşan üzerine projekte edilmiş olması böylesine haksız
şeylerin hangisi olduğuna, bağımsız olarak kendi üstelik yanlış olduğuna göre, bu itici resmin tem­
özgün biçimi karar verir. Serbest çağrışım zikzak sil ettiği şeyin ne olduğunu buluncaya kadar baş­
bir yol izleyerek bizi rüya materyalinden uzaklaş­ ka tarafları aramalıydım.
tırırken, benim önerdiğim yöntem, merkezinde Ortaçağda, fizyologlar iç salgı bezlerimizin ya­
rüya materyalinin kendisi bulunan daireler çiz­ pısı yüzünden her birimizde eril ile dişil eleman­
mektedir. B e n rüya resmi üzerinde duruyorum. ların birlikte bulunduğunu ispat etmeden çok ön­
Bu sırada rüyayı görenin kaçma çabalarına da hiç ce, "her erkeğin içinde bir kadm vardır" denilirdi.
aldırmıyorum. Mesleki uygulamam sırasmda sık Erkeğin içindeki bu dişil elemana ben " a n i m a "
sık "Şimdi sizin rüyamza dönelim; bu rüya ne an­ adım verdim. Bu dişi taraf, belli başlı yönleriyle
latıyor?" diye sormak zorunda kalıyorum. çevreyle, özellikle de kadınlarla biraz aşağı ve de­
Hastalarımdan biri, bir keresinde rüyasında ğersiz bir ilişki içindedir. Bu yüzden insanın k e n ­
saçları darmadağın, sarhoş ve basit bir k a d m gör­ disinden de başkalarmdan da dikkatle gizlenir.
müştü. Rüyada bu k a d m sözde kendi karısıydı. Başka türlü söylemek istersek; bir insanın kişiliği
Oysa kendi karısı aslmda tamamen başka bir kişi­ dışarıdan çok normal görünse bile, o "içindeki ka-
likteydi. Yüzeysel olarak bakıldığında bu rüya, şo­ dın"ın zavallı halini herkesten hatta kendisinden
ke edecek kadar gerçekdışıydı. Bu yüzden de bile gizliyor olabilir. Bu hastada da söz konusu
hasta bunu anlamsız bulup hemen reddetti. O n u olan buydu. Dişi tarafı hiç de güzel değildi. Rüya
serbest çağrışıma bıraksaydım kuşkusuz ki rüya­
sının nahoş anlatımından olabildiğince uzaklaş­
maya çalışacaktı. Bu d u r u m d a muhtemelen, karı­
sıyla hiç ilgisi olmayan, temel komplekslerinden
birisine ulaşacak, bu özgün düşün özel anlamı
üzerine hiçbir şey öğrenemeyecektik.

P e k i ama acaba onun bilinçdışı, gerçek olma-

Cinsel ilişki için sayısız simgesel ya

da allegorik resimlerden biri g e y i k

avıdır. A l m a n ressam C r a n a c h ' ı n

bir tablosundan d e t a y ( 1 6 . yüzyıl)

(sağda).
Flaman ressam C a m p i n ' i n bir m i h r a p

resminden ayrıntı ( 1 5 . yüzyıl). Kapı umudu,

kilit başkalarını sevmeyi ve anahtar da tanrı

ö z l e m i n i simgelemek içindir. Bir İngiliz

kardinali geleneksel törenle bir kiliseyi

vaftiz e d i y o r (solda). Bu sırada kilise

k a p ı s ı n a , herhalde falIik bir simge d e ğ i l de

otorite belirtisi ve ç o b a n sopası o l a n bir

a s a ile vuruyor. H i ç b i r bireysel simge

resminin d o g m a t i k , sabit, genel geçer bir

a n l a m ı yoktur (altta).

A n i m a erkeğin bilinçdışındaki dişil

elementtir. İçsel ikilem genellikle,

1 7. y ü z y ı l d a n bir simya el

y a z m a s ı n d a n bu taçlı hermafrodit

g i b i ikili bir figürle simgelenir (sağ

üstte): insanın psişik biseksüelliğinin

fizik bir görünümü ( s a ğ d a ) :

Ebeveynin her ikisinden gelen

k r o m o z o m l a r ı y l a bir insan hücresi.


kendisine "bir bakıma sen berbat bir kadm gibi li oldukları kolaylıkla anlaşılabilir. Bilinç, doğası
davranıyorsun" diyor, onu hatırı sayılır bir şoka gereği, bütün bilinmeyenlere, bilinçdışı olanlara
uğratıyordu. (Böyle bir örnek elbette ki bilinçdı- karşı koyar. Daha önce anlattığım gibi, ilkel halk­
şının ahlakçı uyarılarla uğraştığının kanıtı olarak larda, antropologların "misoneizm" adım verdik­
değerlendirilmemelidir. Dikkat edilirse rüya has­ leri bir tutum, her yeni olana karşı derin, batıl bir
taya "davranışlarını düzeltmesini" söylemiyor; k o r k u vardır. İlkel insanlar beklenmedik olaylar
yalnızca bilincin, rüyayı görenin tam bir centil­ karşısında, yaban hayvanlar karşısmdaki davranı­
men olduğu şeklindeki yanlış varsayımını denge­ şın aynım gösterirler. A m a uygar insan da yeni fi­
lemeye çalışıyordu.) kirler karşısmda benzer şekilde tepki gösterir,
İnsanların, rüyalarındaki mesajları görmezden yeni olanın şokundan korunmak için ruhsal bari-
gelmeye, hatta hepten reddetmeye neden eğilim­ yerler koyar. B u , insanın kendisini şaşırtan bir
düşünceyi itiraf etmeye, kabul etmeye kendisini
zorlayacağım hissettiği rüyalar karşısmdaki tep­
kisinde çok iyi gözlemlenebilir. Felsefe, doğa b i ­
limleri hatta edebiyatın birçok öncüsü, kendi
çağdaşlarının ete bürünmüş tutuculuklarının
kurbanı olmuşlardır. Psikoloji ise en genç bilim
dallarından biridir. Bilmçdışımn uğraşılarım ele
almaya kalkıştığı için de misoneizmin en aşırı b i ­
çimi ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır.
Bilinçdışında geçmiş ve gelecek

Şimdiye kadar, rüyaların ele almışında kullandı­ duğunun kabul edilmesi veya her ikisi birden zo­
ğım bazı ilkelerin ana hatlarını belirtmeye çalış­ runludur.
tım. Çünkü eğer insanın semboller oluşturma ye­ Şimdi bilinç ve bilinçdışınm içeriklerinin bir­
tisini incelemek istiyorsak, rüyalar hem en temel birleriyle hangi yoldan ilintili olduklarına daha
hem de en kolay girilebilen, elde edilebilen mal­ yakından bakalım. B i l i n e n bir örneği ele alalım:
zeme olarak işe yaradıklarını göstermişlerdir. Rü­ Düşünceler kısa bir an öncesine kadar berrak
yalarla uğraşırken i k i nokta özellikle önemlidir: olduğu halde insan bazen söyleyeceğini birden­
Öncelikle, ardında belli bir anlam bulunması ne­ bire unutabilir. Ya da tam kendisine bir şey söy­
deniyle rüya, başka hiçbir ön beklenti ve tahmin­ leneceği sırada bir arkadaşmm adı aklından çıka­
de bulunulmaması gereken bir gerçeklik olarak bilir. Hatırlayamadığımızı belirtiriz; ama aslında
ele alınmalıdır; ikincisi de rüyanın, bilinçdışınm bellek bilinçdışı olmuş ya da en azmdan bir süre
özgün bir anlatımı olduğudur. için bilinçten ayrılmıştır. Benzeri bir beürti d u ­

Hakkında ne kadar az şey bilsek de bilinçdışı­ yumlarımızda da vardır; belli belirsiz işitilebilen

nm incelenmeye değer olduğu kabul edilmelidir. sürekli bir sesi algılıyorsak, bu sesin düzenli ara­

En azından bir böcek araştırmacısının, dikkatini lıklarla kaybolup yeniden ortaya çıktığı duygusu­

çeken bir bite gösterdiği kadar ilgiyi hak etmek­ nu alırız. A m a bu dalgalanmalar, sesin tonundaki

tedir. Herhangi bir kişi rüyaları, anlamı olmayan değişiklikten değil, dikkatin periyodik olarak düş­

kaotik olgular olarak kabul etmekteyse, böyle mesi ve yükselmesinden kaynaklanmaktadır.

yapmaya devam etmekte serbesttir. A m a eğer B i r şey bilincimizden çıktığı zaman, aslında
bunlarm normal olaylar olduğu varsayüırsa -ki varlığı ortadan kalkmış olmaz; tıpkı köşeyi dönen
gerçekte de öyledirler-, o zaman ya nedensel ola­ bir arabarun kaybolup gitmiş olmadığı gibi. Araba
rak ele alınmaları, yani varoluşlarının akılcı bir yalnızca artık görünmez olmuştur. Bu araba ile
nedeni olduğunun ya da belli bir amaçlarının ol­ ileride pekala yeniden karşılaşabileceğimiz gibi,
aklımızdan belli bir zaman için yitip gitmiş olan Bu tip davranışlar, histerik hastaların anlatım­
düşünceler de geri gelir. O halde bilinçdışırun bir larının birçok hekim tarafmdan düpedüz yalan
bölümü, bir zaman için geri çekilmiş birçok dü­ olarak reddedilmesine yol açar. Böyle kimseler
şünce, izlenim ve imgeden oluşur. Bunlar bilinci­ geçekten de çoğumuzdan daha fazla sayıda ger­
mizi sürekli olarak etkilerler. Dağmık ya da dalgın çek olmayan şeyler anlatmaktadırlar ama bunu
olan biri, bir şeyi almak için odaya girer. Birden­ tanımlayacak en uygun sözcük " y a l a n " sözcüğü
bire durur, şaşkm görünür; ne alacağım unut­ değildir. Onların ruhsal durumları gerçekten dav­
muştur. Elleri, uykuda gezer gibi, masamn üze­ ranışlarına karşı belirli bir güvensizliğe neden ol­
rindeki nesneler arasında dolaşır; başlangıçtaki maktadır, çünkü bilinçleri sık sık bilinçdışırun ön­
amacını unutmuştur ama bilinçdışı tarafından hâ­ ceden bilinemeyecek müdahaleleriyle bulanmak­
lâ o amaç için yönlendirilmektedir. Sonunda bir­ tadır. D e r i duyarlılıkları bile bu tür algılama fark­
denbire ne yapmak istediğini yemden hatırlar. lılıkları gösterebilir. Histerik kimse belli anlarda
Bilinçdışı ona y o l göstermiştir. koluna batırüan iğneyi fark eder, başka anlarda

Nörotik bir insan birçok şeyi bilinçli, planlı ya­ ise b u n u n hiç farkma varmaz. Hastanın dikkati

pıyor gibi görünür. H a l b u k i o sırada ne yapmakta belli bir noktaya çekilirse, duyumların silikleşme­

olduğu sorulsa, b u n u ya bilmediği ya da aklında sinin neden olduğu gerilim geçinceye kadar, ba­

bambaşka bir şey olduğu ortaya çıkar. zen bütün vücut tam uyuşmuş gibi olabilir. Bu

Bunun pek çok örneği vardır. Uzman olan b i ­ geçince de duyumların algılanması hemen yerine

ri, bilinçdışı ruhsal içeriğin, bilinçliymiş gibi dav­ gelir. Bütün bu süre içinde kişi olup bitenin, b i ­

ranmaya yol açtığım fark etmekte gecikmez. Böy­ linçdışı olarak farkındadır.

le durumlarda düşüncelerin, sözcüklerin ya da H e k i m böyle bir hastayı hipnotize ettiği zaman


eylemlerin gerçekten bilinçli olup olmadığı asla bu süreci kolaylıkla izleyebilir ve hastanın bütün
kesin olarak büinemez. ayrıntıları fark etmiş olduğu gösterilebilir. K o l a

"Misoneizm" 1 9 2 5 ' t e Amerikalı öğretmen

S c o p e s ' u n , D a r w i n ' i n Evrim Kuramını

y a y m a k nedeniyle m a h k e m e y e verilmesinin

nedeni olmuştu. S a v u n m a n C l a r a n c e

D a r r o w duruşma sırasında (solda o r t a d a ] .

S c o p e s m a h k e m e ö n ü n d e (en solda).

1 8 6 1 y ı l ı n d a İngiliz dergisi " P u n c h " d a

antidarvvinist karikatür: "Ben bir insan ve

kardeş m i y i m ? " (solda).

A m e r i k a l ı karikatürist James Thurber,

AAisoneizm'e gülünç y a n ı n d a n b a k ı y o r d u .

Teyzesinin, elektrik akımının " t a ş a c a ğ ı n d a n

v e bütün o d a y a y a y ı l a c a ğ ı n d a n "

korktuğunu y a z ı y o r d u ( s a ğ d a ) .

33
bir iğnenin batışı ya da bilincin bulanık olduğu sı­ değildir. Sadece abartılı oldukları için göze daha
rada yapılan bir konuşma, anestezi d u r u m u ya da fazla batarlar. Histerik semptomlar her normal
"unutuş" hiç olmamış gibi yeniden anlatılabilir. insanda gözlenebilir; ama önemsiz olduklarından
Baygın şekilde kliniğe getirilen bir kadını hatırlı­ çoğunlukla fark edilmezler.
yorum. Ertesi gün bilince döndüğünde k i m oldu­ Örneğin unutmak normal bir olgudur. Burada
ğunu biliyor ama nerede olduğunu, buraya ne za­ bazı bilinçli tasavvurlar, dikkatimiz çelinmiş oldu­
man ve neden getirilmiş olduğunu hiç bilmiyor­ ğu için, özgün enerjilerini yitirmişlerdir. İlgi baş­
du. A m a kendisini hipnotize ettiğimde bana ne­ ka yöne döndüğünde, daha önce uğraşılan nesne­
den hastalandığım, kendisini kliniğe k i m i n getir­ ler gölgede kalırlar. Bu kaçınılmazdır, çünkü bi­
diğini güzelce anlattı. Bütün bu ayrıntılar da çev­ linç aynı anda ancak çok az imgeyi d u r u sayılacak
re tarafından onaylandı. Hipnoz altındayken, bel­ ölçüde açık görebilir.
leği sanki bütün süre boyunca bilinci acıkmış gibi Unutulmuş olan tasavvurlar buna rağmen var­
berrak durumdaydı. lıklarım sona erdirmemişlerdir. Her istenildiğinde
Bu tür konuların açıklanmasında usulen klinik yeniden üretilemeseler bile, bilinç eşiğinin altın­
deneyimden elde edilen örnekleri kullanmak zo­ da her zaman dururlar. Bazen yıllarca unutulmuş
runda kalırız. Bu yüzden eleştirilerin çoğu, bilinç- oldukları halde, her an yeniden dışarı çıkabilirler.
dışının ve onun özgün gösterilerinin yalnızca ve Burada, bilinçle görüp işitmiş, sonrasında ise
özellikle psikopatolojinin ilgi alanına ait olduğunu unutmuş olduğumuz şeylerden söz ediyorum. Ya­
ileri sürerler. Bilinçdışının her dışavurumunu, nı sıra, ya dikkatimiz başka bir tarafa toplanmış
normal ruhsal durumla ilgili olmayan, nörotik ya olduğu ya da uyandırdıkları duyumsal uyarı bi­
da psikotik bir şey olarak görürler. Oysa nörotik linçli bir iz bırakamayacak kadar zayıf olduğu
görüngüleri yalnızca hastalık belirtileri olarak de­ için, hiç dikkat etmediğimiz birçok şeyi de gör­
ğerlendirmek kesinlikle hatalıdır. Bunlar normal mekte, işitmekte, k o k u s u n u ya da tadım almakta­
olguların patolojik abartılarından başka bir şey yız. Bilinçdışı o sırada gene de d u r u m u n farkın-

Eskiden büyülenmek denilen aşırı

kitle histerisi o l g u l a r ı n d a akıl ve

normal d u y u m algısı g ö l g e l e n m i ş

görünür. Bir Bali kılıç dansının

ç ı l g ı n l ı ğ ı , dansçıların transa

girmesine ve hatta b a z e n silahı

kendilerine s a p l a m a l a r ı n a yol a ç a r

(solda). Kimi m o d e r n dansların da

d a n s e d e n l e r d e benzer bir trans

durumu o r t a y a ç ı k a r d ı ğ ı görülüyor

(sağda).
İlkellerde " b ü y ü l e n m e " bir tanrı ya da

cinin insan vücudunu ele g e ç i r d i ğ i

a n l a m ı n a gelir. Haitili bir kadın dinsel

bir ekstazda bayılmış (üst solda). Tanrı

G h e d e ile büyülenmiş olan Haitililer,

(üst o r t a d a ve s a ğ d a ) d a i m a bu

p o z i s y o n d a , b a c a k b a c a k üstüne atmış

v e a ğ ı z d a s i g a r a y l a görünürler.

Bugünkü Tennessee-ABD'de bir dinsel

tarikatta, şarkılar ve el ç ı r p m a l a r l a

histeri sağlanır; sonra insanlar zehirli

yılanları elden ele geçirirler ( b a z e n de

bu s ı r a d a ölümcül ısırık y a r a l a n m a l a r ı

olur) (solda).
dadır. Böyle eşik altı duyumsal algılamalar, gün­ yu fark etmiş, bu algfiama, çoktan unutulmuş ço­
delik yaşamımızda çok önemli bir r o l oynarlar. cukluk anılarını canlandırmaya yetmişti.
Bunlar bizi fark ettiğimizden çok daha fazla etki­ Böyle bir "anahtar sözcük" ya da "fünye" etki­
lemektedirler. Öğrencilerinden biriyle derin bir si, tehlikesiz anıların olduğu kadar, nörotik semp­
söyleşiye dalmış olarak yürümekte olan bir profe­ tomların saldırışım da açıklar. Örneğin apaçık
sör, buna i y i bir örnek anlatmıştı. Yürüdükleri sı­ sağlıklı, gayet i y i d u r u m d a genç bir kız bir büro­
rada düşünceleri, hiç beklenmedik bir şekilde, da hamaratça çalışmaktadır. B i r an sonra kor­
çocukluk anılarının saldırısıyla kesilmişti. Bu sap­ kunç bir baş ağrısı başlar ve çökkün bir görünüm
mayı kendisi bir türlü açıklayamıyordu. O anda alır. Bilinçli bir şekilde algılamaksızın, o sırada
söylediklerinin hiçbiriyle bu anıların herhangi bir uzaktan geçen bir geminin sis düdüğünü işitmiş-
ilintisi akla gelmiyordu. Etrafına bakındığında tir. Bu da u z u n zamandır, unutmaya çalıştığı er­
tam bu arular geldiği sırada bir köy evinin önün­ kek arkadaşından ayrıksım anımsatmıştır. Nor­
den geçmiş olduklarım gördü. Öğrencisine, fante­ mal unutmadan başka, F r e u d bu tür hoş olmayan
zilerin başladığı noktaya kadar geri dönmeyi ve aslında kurtulmak istenen araların "unutuldu­
önerdi. Oraya vardıklarında burnuna bahçedeki ğu" sayısız olguyu tanımlamıştır. Nietzsche'nin
kazlardan yükselen k o k u çarptı. O anda, anıları­ dediği gibi, gurur yeterince inatçı olduğunda bel­
nın canlanmasına yol açanın bu k o k u olduğunu lek boyun eğer. Böyle durumlarda psikolog "bas­
anladı. Çünkü çocukluğunda bir süre kazları da tırılmış içerik"ten söz eder.
olan bir köy evinde yaşamıştı. Onların tipik k o k u ­ B u n u başka bir örnek daha iyi anlatabilir: İş­
su, üzerinde unutulmuş gibi görünse de kalıcı vereninin başka bir k a d m yardımcısını kıskanan
olan bir izlenim bırakmıştı. Gezinti sırasmda köy bir sekreter, adım listesine çok açık şekilde işa­
evinin önünden geçerken, bilinçdışı olarak k o k u ­ retlediği halde, onu toplantüara davet etmeyi hep

Bu r e k l a m d a V o l k s w a g e n markasını

oluşturan o y u n c a k otomobiller okuyu­

cu üzerinde, kendi çocukluk anılarını

çağrıştıran " b a ş l a t ı c ı " etki y a p a b i l i r ­

ler. Bu anılar hoşsa, o z a m a n

olasılıkla ürün ve m a r k a y l a bilinçdışı

bağlanırlar.
unutmaktadır. Bu ihmalinden dolayı hesap sorul­ şayan kız kardeşine yazdım. O, kendisinin ve ağa­
duğu zaman tamamen " u n u t t u ğ u n u " ya da "dik­ beyinin, ağabeyi henüz 11 yaşındayken, bu kitabı
katinin dağılmış olduğunu" bahane etmektedir. gerçekten okumuş olduklarım anımsadı. K o n u ­
Unutkankğının gerçek nederıirü hiçbir zaman, dan, Nietzsche'nin bu öyküyü bilerek aşırmış ol­
kendi kendine bile, itiraf etmez. duğunu çıkarsamak olanaksızdı. Bana kalırsa bu
İnsanların çoğu, istençlerinin gücünü, rolünü öykü, aradan 50 yıl geçtikten sonra yemden bilin­
abartırlar. K e n d i kararlarına tam anlamıyla hakim cinin odak noktasına çıkıvermişti.
olduklarım üeri sürerler. Oysa amaçlanmış ve Şimdiye kadar bilinçdışına ilişkin olarak söyle­
amaçlanmamış olan eylemler dikkatle ayrılmalı­ diklerim, yalnızca insan ruhunun bu karmaşık bö­
dır. Birinciler ego-kişilikten kaynaklanır. İkinciler l ü m ü n ü n doğası, çalışma biçimi üzerinde soluk
ise ego ile değil, onun "öbür y ü z ü " ile ilişkili bir bir taslaktan ibarettir. Yine de rüyalarımızın
kaynaktan gelmektedir. Sekretere davetleri spontan olarak üretildiği bu bilinçdışı ruh parça­
unutturan da işte bu "öbür yüz"dür. sının yapısını göstermiş olmalıdır. Bilinçdışı mal­
Fark ettiğimiz ya da öğrendiğimiz şeyleri zeme, akla gelebilen b ü t ü n dürtüler, impulslar ve
unutmamızın birçok nedeni vardır. Bunları yeni­ maksatlardan, rasyonel ve irrasyonel düşünceler­
den bilince çıkarmak için de çeşitli olanaklar bu­ den, algılamalardan, sezgilerden, koşullardan,
lunmaktadır. B u n a bir örnek "kryptomnesie" ya mantıklı sonuçlardan ve her t ü r l ü duygudan olu­
da "saklı olandan anılar"dır. Örneğin bir yazar, şabilir. Bunların her biri ya da hepsi birden, kıs­
önceden düşünülmüş olan bir plana göre yaz­ men, bir süre için bazen de sürekli olarak bilinç-
makta ve bir öykü geliştirmektedir. Neden sonra dışında kalabilir.
ansızm temadan dışarı sıçrar. Ola ki aklına yeni Böyle bir malzeme, çoğunlukla bilinç içinde
bir fikir gelmiş ya da yeni bir yan öykü canlanmış­ yer bulamadığından bilinçdışına atılmıştır. Dü­
tır. Kendisine bu değişikliğe neyin neden olduğu şüncelerimizin bazfiarı da duygusal enerjilerini
sorulduğunda buna yanıt veremez. Belki de önce­ yitirerek bilinçdışına düşerler, yani onlara artık
den hiç bilmediği bir malzeme üretmekte olduğu dikkat etmeyiz; çünkü ya giderek ilginç ve önem­
halde bu değişikliği hiç fark etmemiştir. K i m i za­ li olmaktan çıkmışlardır ya da onları gözümüzün
man ise yazdıklarının, kendisinin hiç okumadığı­ önünden uzaklaştırmak için belirli nedenlerimiz
na inandığı bir başka yazarın yapıtlarına belirgin vardır. Bu "unutma" durumu gerçekte, bu yolla
bir benzerlik taşıdığı görülebilir, gösterilebilir. bilmcimizde yeni izlenim ve düşüncelere yer aça­
Ben buna Nietzsche'nin "Böyle B u y u r d u Zer­ bilmek için de bizim için son derece gereklidir.
düşt'ünde çok dikkati çeken bir örnek buldum. A k s i takdirde karşfiaştığımız her şey bilinç eşiği­
Yazar, 1686'dan kalma bir gemi seyir defterinde nin üzerinde kalır, zihnimiz olağanüstü yüklen­
yazılı olan bir olayı kelime kelime aynen aktar­ miş olurdu. Bu durum bugün oldukça bildik oldu­
mıştır. Tamamen rastlantıyla bu denizci söylen­ ğundan çoğu kimse bunu yaradılışımızın bir par­
cesini, 1835'te, yani Nietzsche'nin yazdığından çası olarak kabul etmektedir. Bilinçli içerik bi­
yarım yüzyıl önce, yayınlanmış olan bir kitapta linçdışı içerisinde kaybolabileceği gibi, o zamana
okumuştum. Aynı bölümü "Böyle B u y u r d u Zer­ kadar hiç de bilinçli olmayan yeni içerikler de bi-
düşt'te görünce, Nietzsche'nin kendi diline hiç linçdışından bilince yükselebilir. Örneğin karan­
uymayan bu garip stile şaştım. Nietzsche'nin söz lık bir duygu bir şeylerin olduğunu, yakında su
konusu kitabı okumuş olduğundan, kendisi hiç yüzüne çıkacağmı gösterir gibi olur; "havada bir
söz etmediği halde, emindim. O zaman henüz ya­ şeyler var"dır ya da "bir şeylerin kokusu alınmak-

37
ta"dır. Bilinçdışınm sadece geçmiş olayların hur­ kanıtlarını doğa bilimlerinde de sanat tarihinde
da deposu olmayıp, gelecekteki ruhsal durumlar­ de bulabiliriz. Örneğin Fransız matematikçi Poin-
la düşüncelerin tohumlarıyla da dolu olduğunun care ve kimyager Kekule önemli bilimsel buluşla­
keşfi beni yeni bir psikolojik bakış biçimine yön­ rını çoğunlukla bilinçaltmdan gelen resimsel ve
lendirdi. Bu noktadan pek çok tartışmalar alev­ ani "açıklamalara" borçludurlar. Fransız filozof
lenmiştir. Ne var k i , uzak bilinçli geçmişten anıla­ Descartes'ın "mistik yaşantısı" dediği yaşantı da
rın yanı sıra tümüyle yepyeni düşüncelerle yara­ onun şimşek gibi birden "bütün bilimlerin düze­
tıcı fikirlerin de -o zamana kadar hiç bilinçlenme­ n i n i " fark ettiği benzer bir "vahiy"e dayanmakta­
miş düşünce ve fikirler- bilinçdışından gelişi, bir dır. İngiliz yazar Robert Louis Stevenson yıllarca,
gerçek olarak durmaktadır. Bunlar r u h u n karan­ kendisinin "insan tabiatının i k i yüzlü doğasına da­
lık derinliklerinden, lotus çiçekleri gibi yetişmek­ ir güçlü duygusu"na uygun bir hikaye aramış, hiç
te, bilinçdışı r u h u n son derece önemli bir bölü­ beklemediği bir anda " D r . J e k y l l ve Bay Hyde"ın
münü oluşturmaktadırlar. B u n u gündelik yaşamı­ hikayesi kendisine bir rüyada belirivermiştir.
mızda, özellikle de sorunların şaşırtıcı yeni öneri­ İleride böyle bir malzemenin bilinçdışından
lerle çözülüverdiği durumlarda görüyoruz. Birçok nasıl yükseldiğini, hangi biçimde ortaya çıktığını
sanatçı, filozof ve doğa bilimcisi, en iyi fikirlerinin daha ayrıntılı olarak tanımlayacağım. Şimdilik,
bazılarını, bilinçaltmdan birdenbire çıkıveren bu yalnızca rüya imge ve simgelerinin önemine işa­
tür esinlere borçludurlar. Böyle zengin malzeme ret etmekle yetineceğim. Bunlar büyük olasılıkla,
bulunan damarı bulmak, felsefe, yazın, müzik ya daha önce bilince hiç çıkmamış olan tümüyle ye­
1

da bilimsel buluşlara aktarmak, genellikle deha ni düşünceleri anlatmaktadırlar.


olarak adlandırılan şeyin bir belirtisidir. B u n u n

196 Arom»tı»«-he SubslMsen 1 9 . y ü z y ı l d a Benzol'un molekül


»chlossene Kette (einen s v m m r t n s e h e n R i n g ) , die noch s e e b s freie yapısını araştıran A l m a n k i m y a g e r
V e r w a n d U e h a i b w i n b e i t e D enthält.
Kekule, düşünde kuyruğunu a ğ z ı n a

a l a n bir yılan görmüştü. (Bu yüzlerce

offene K e t t e . geschlossene Kette. yıllık, eski bir simgedir; solda bunun İÖ


Diese A n s i e h t über die Constitution der aas sechs Kohlenstoffato-
3. y ü z y ı l d a n y u n a n c a bir el
men bestehenden, geschlossenen Kette wird vielleicht noch deutlicher
wiedergegeben durch folgende graphische Formel, in welcher die K o h l e n - y a z m a s ı n d a k i resmi var.) Kendisi düşü,
stoffatooie rund and die vier Ve r w a o d Lsc h a f t s e i n h e i l e n jede« Atomw
durch vier von ihm suslaufende Linien dargestellt s i n d : " O r g a n i k K i m y a Ders Kitabı"nın ( 1 8 6 1 )

bir s a y f a s ı n d a (en solda) g ö r ü l d ü ğ ü

g i b i , molekül yapısının k a p a l ı bir halka

o l d u ğ u şeklinde yorumlamıştı.

Voo dieser geschlossenen Kette leiten sich nun, w i e gleich


ausführlicher gezeigt werden w i r d , alle die V e r b i n d u n g e n ab, die man
gewöhnlich als a r o m a t i s c h e S u b s t a n z e n bezeichnet Die offene Kette
Bir A v r u p a k a r a y o l u n d a " Y a b a n
ist v i e l l e i c h t i m C h i n o n , i m C h l o r a n i l und deo wenigen K o r p e r n anzu­
H a y v a n G e ç i ş i " a n l a m ı n a gelen
n e h m e n , die z u b e i d e r in näherer Beziehung stehen. A u c h diese K o r p e r
können i n d e s s a u f die g e s c h l o s s e n e Kelle bezogen and von ihr abgeleitei
alışılmış bir levha (sağda). A m a
werden, w i e dies s p ä t e r n o c h e r ö r t e r t werdeo soll.

sürücüler bir fil, bir g e r g e d a n ve hatta

168» In allen aromatischen Verbindungen kann also, alt gemeinschaft­ bir d i n o z o r g ö r ü y o r . Bir düşün, İsviçreli
l i c h e r K e r n , e i n e aus sechs Kohlenst-iffatomen bestehende, geschlossene
Kette a n g e n o m m e n w e r d e n , die n o c h sechs freie Verwandtsehnflseinhei ressam Erhard J a c o b y t a r a f ı n d a n
! e o besitzt. Man konnte sie durch die Kormel: 0,A, ausdrucken, im
w e l c h e r A eine nicht gesättigte Afflnilai .»der V e r w a n d t s c h a f t leinheil be-
yapılmış bu resmi, tam düş tablolarının

mantıkdışı, birbiriyle ilgisiz niteliğini

gösteriyor.

38
Rüyaların işlevi

Rüya yaşamımızın kökenlerine biraz ayrıntüı gir­ ana nedeni olan söz konusu çelişkiyi fark edecek­
dim, çünkü burası çoğu simgelerin yetiştiği ze­ tir. Bunlar bilinçli deneyimlerinin koşullarında
mindir. Ne yazık ki rüyaların anlaşılması güçtür. hiçbir anlam taşımazlar. Bu yüzden de insan bun­
Daha önce de belirttiğim gibi, bir rüya bilinçle an­ lara ya hiç aldırmamak ya da bunların kendisini
latılan bir hikayeden tümüyle farklıdır. Günlük şaşırttığını itiraf etmek zorunda kalır. Görünüşte
yaşamda ne anlatılmak istendiği önceden düşü­ düzenli olan yaşamımızda, ilişkili olduğumuz kav­
nülür, en etkili anlatım biçimi seçilir. Her şeyin ramların hiç de sandığımız gibi kesin olmadığını
mantıklı bir sırada olmasına çalışüır. Eğitim gör­ idrak etmek, belki d u r u m u kavramayı kolaylaştı­
müş bir insan, anlatımında bütün belirsizlikler­ rır. T a m tersine anlamları (ve duygu içerikleri)
den kaçınmaya çalışır. Rüyalar ise çok başka tür­ onlara yakından baktıkça belirsizleşmektedir.
lü düzenlenmiştir. Çelişkili ve gülünç imgeler rü­ B u n u n bir nedeni, işittiğimiz, yaşadığımız her şe­
ya göreni zorlar, normal zaman duygusu tama­ y i n bilinçdışına geçebilmesidir. Bilincimizde sak­
men yiter. Alışılageldik şeyler bile şaşırtıcı hatta layabildiğimiz, istediğimiz gibi yeniden üretebil­
tehdit edici bir görünüm kazanır. diğimiz şeyler bile çoğu zaman bilinçdışı bir alt

Bilinçdışmın, içindeki malzemeyi görünüşte renge sahiptir ve bu da kolaylıkla tasavvurumuzu

düzenli bir durumdan bu kadar farklı bir sırayla boyar. Bilinçli izlenimlerimiz kolaylıkla bilinçdışı

oluşturması garip görünebilir. Bu da uyamk ya­ bir anlam kazanır, bu da bizim için ruhsal bakım­

şamda düşüncelerimizi zorlayabilir. A m a rüyasın­ dan önem taşır. Oysa bu anlamın da onun gele­

da bir amsı canlanmış olan herkes, normal insan­ neksel anlamı bazen genişleten bazen silen yön­

ların rüyaları bu kadar güç anlaşılır bulmasının teminin de hiç farkında olmayız.

39
Elbette bu tür ruhsal alt tonlar kişiden kişiye amaçlarla kullanıldıkları sırada elbette b u n u n
değişir. Her birimizin kendi tasavvurlarımız var­ üzerinde durulmamaktadır.
dır. Bunları bireysel olarak kavrar, kullanırız. Kısacası, bilincimizdeki her kavramın ruhsal
Herhangi bir konuşma sırasında "devlet", "para", çağrışımları da vardır. Böyle çağrışımların yoğun­
"sağlık" ya da " t o p l u m " gibi kavramları kullanı­ lukları (söz konusu kavramın, b i z i m kişiliğimizin
yorsam dinleyicüerimin de bunlardan aşağı yuka­ bütünü için taşıdığı öneme ya da bilinçaltında
rı benim anladığımı anladıklarını sanmaktayım. ilişkili olduğu başka fikirlere ya da komplekslere
Ancak benim asıl anlatmak istediğim, burada bağlı olmak üzere) değişebilir ama her durumda,
"aşağı yukarı" ile ortaya çıkan sınırlamadır. Ger­ o kavramın " n o r m a l " karakterini değiştirebüecek
çekte her sözcüğün her insan için, hatta aynı kül­ güçtedirler.
türe sahip olanlar için bile, az da olsa farklı bir an­ Bize olup biten her şeyin bu eşik altı yönleri­
lamı vardır. Bu farklılığın nedeni, bireysel bir çer­ n i n , gündelik yaşamımızda çok önemsiz bir r o l
çeve içine alınacak olan bir genel kavramın daima oynadıkları sanılır. Oysa, psikologun bilinçdışının
bir parça da bireysel olarak anlaşılması ve uygu­
lanmasıdır. Elbette, insanlar farklı politik, dinsel
ve psikolojik yaşantüara sahip oldukça bu farklı­
lık da büyür.

Kavramlar yalnızca sözcüklerle özdeş oldukla­


rı sürece bu farklılık pek göze çarpmaz, önemli
bir rol de oynamaz. Ne ki tam bir tanımlama ya da
titiz bir açıklama zorunlu olduğu zaman, yalnız
entelektüel anlayışta değil, duygu yükünde de
söz konusu kavramın kullanımmda da şaşırtıcı
farklar saptanabilir. A m a genellikle bu varyas­
yonlar bilinçdışı kalır, bu yüzden de algılanmamış
olurlar.
Bu tür farklılıkların, günlük kullanımda önemi
olmayan küçük anlam nüansları oldukları ileri sü­
rülerek, değerleri küçümsenebilir. A n c a k var ol­
dukları gerçeği, en doğal bilinç içeriğinin bile bir
parça belirsizlikle gölgelenmiş olduğunu bize gös­
termektedir. Örneğin olağanüstü dikkatle tanım­
lanmış bir felsefe ya da matematik kavramımn b i ­
le, içinde bizim koymuş olduğumuz anlamdan
fazlasının olmayacağına ne kadar emin olursak
olalım, tahmin edebileceğimizden daha zengin bir
içeriği vardır. Bu ruhsal bir olgudur ve bu niteli­
ğiyle kısmen gözden uzaktır. En basit sayılar bile,
genellikle bilinenden daha fazlasına sahiptirler.
Bunlar aynı zamanda mitolojik elemanlardır - P i -
sagorculara göre hatta kutsaldüar-; ancak pratik

40
Düşlerin akıldışı fantastik ö z e l l i ğ i n e d i ğ e r Bir düş g ö r e n i bir e j d e r h a kovalıyor; 15. " Z a m a n , kıyısı o l m a y a n bir ırmaktır", M a r c

örnekler (üst solda): Baykuşlar ve Yarasalar y y ' d a İtalyan keşiş Francesco C o l o n n a ' n ı n C h a g a l l ' i n tablosu (üstte). Bu resimlerin,

düş kuran bir a d a m ı n üzerinde uçuşuyorlar y a z d ı ğ ı "Poliphilo'nun Düşü"nden bir balık, k e m a n , saat ve sevişen çiftin

(1 8. yy İspanyol ressam G o y a ' n ı n fantezi (solda). birbiriyle ilgisiz sunumu düş niteliğindedir.

gravürü).
Bilinen sayıların mitolojik y a n ı M a y a

k a b a r t m a l a r ı n d a görünüyor. Z a m a n bölümleri

tanrılar o l a r a k gösterilmiş (en üstte İS Z 3 0

d o l a y ı ) . N o k t a p i r a m i d i (üstte). Pisagor

felsefesinin Tetraktys'ini-gösteriyor. ( ¡ 0 6 yy)

B u n d a toplamı 10 e d e n , 1. 2. 3 ve 4

sayıları bulunuyor. 4 ve 1 0 Pisagor

tarafından tanrı sayılmıştır.


anlatım biçimleri ile karşılaştığı rüya analizinde davranışlara kızmam gerekip gerekmediğini he­
bunlar son derecede önemlidir; çünkü bunlar b i ­ men hemen hiç düşünmemiştim. Duygusal tepki­
linçli düşüncelerimizin hemen hiç görülemeyen leri bilincin denetimi altında tutabilmek oldukça
köklerini oluşturmaktadır. Son derece alelade değerli bir özelliktir, bu rüya da b u n u sağlamaya
olan nesneler ve fikirler, bir rüyada bazen öylesi­ yönelikti. B u n u n için de Avusturya'da kullanılan
ne büyük bir anlam kazanırlar k i , rüyamızda ka­ bir deyimi kullanmış dahası b u n u görüntüsel ola­
palı bir kapıdan ya da geçip giden bir trenden rak sahnelemişti. Deyim "kamburuma -sırtıma-
başka bir şey görmediğimiz halde, çok rahatsız çıkabilirsin"dir ve "hakkımda söylediklerin beni
uyanabiliriz. ilgilendirmiyor" anlamına gelir.
Rüyadaki resimler, bilinçli gerçekteki kavram­ Bu rüya temsili olarak tanımlanabilir, çünkü
lara ve yaşantılara oranla, belirgin şekilde daha söz konusu temayı doğrudan değil, önce anlaya­
sanatkârane ve canlıdırlar. Bu kısmen, sözü edi­ madığım bir teşbih yoluyla dolaylı şekilde anlat­
len kavramların bilinçdışı değerlerinin rüyada or­ maktadır. Bu sık olur. A m a b u , rüyaların maskeli
taya çıkışından ötürüdür. Bilinçli düşünüşümüz olduğu anlamına gelmez; daha çok, duygu yüklü,
sırasında kendimizi çok daha az renkli rasyonel resimsel bir dili anlamaktaki yetersizliğimizi gös­
saptamalarla sınırlarız. Renkler azalmıştır, çünkü termektedir.
onların ruhsal çağrışımlarının büyük bir bölümü İnsanlarla gündelik ilişkilerimizde anlatımları­
absorbe edilmiştir. mızın olabildiğince tam olmasını sağlamaya çalışı­
Rüyalarımdan yorumlamakta güçlük çektiğim rız. B u n u n için de dilimiz ve düşüncelerimizdeki
birini ammsıyorum. Bu rüyada adamın biri ar­ bütün fanteziyi siler ve böylece, ilkel insanların
kamdan sırtıma sıçramaya çalışıyordu. Bu adama ruhlarmda henüz çok belirgin olan bir özelliği de
ilişkin olarak, bir keresinde bir sözümü yakalayıp, yitirmiş oluruz. Çoğumuz her nesneden, fikirden
bu sözün anlamını gülünçleştirerek değiştirdiğin­ gelen her türlü fantastik çağrışımı, bilinçdışının
den başka hiçbir şey anımsamıyordum. A m a bu çok derinlerinde gizlemiştir. B u n a karşılık ilkel
gerçekle, rüyamda sırtıma sıçramaya çalışması kısan, bu ruhsal özekikleri hep algılamaktadır. O,
arasında bir ilinti de kuramıyordum. Ancak mes­ hayvanlara, bitkilere, taşlara öyle güçler atfeder
lek yaşamımda birilerinin, benim dediklerimi k i , b u n u n anlaşüması b i z i m için olası değildir.
böyle çevirmesi öylesine sık olmaktaydı ki bu tür Afrikalı bir cangıl sakini bir gece hayvanını

Yalnız sayılar d e ğ i l taşlar ve a ğ a ç l a r da

birçok insan için simgesel a n l a m

taşıyabilir. H i n d i s t a n ' d a bir yolun y a n ı n a

yolcular t a r a f ı n d a n dikilmiş o l a n büyük

taşlar, H i n d u ' l a r ı n yaratıcı g ü ç s a y d ı ğ ı

Fallus simgesi Lingam'ı oluşturuyor (solda).

Batı A f r i k a ' d a yerlilerin "ju-ju" ya da ruh

a ğ a c ı dedikleri ve büyülü g ü c ü n e

inandıkları bir a ğ a ç (sağda).


gündüz vakti görünce, b u n u n aslında yalnızca ge­ gören kimse de mutlaka akü hastasıdır. B i r teolog
çici olarak bu kılığa girmiş olan bir büyücü oldu­ bana bir kez, İlyas Peygamber'in gördüğü hayal­
ğunu "bilir". Ya da buna bir çalılık ruhu ya da ka­ lerin aslında hastalık belirtileri olduğunu, Musa
bile atalarından birinin r u h u olarak bakar. B i r ve öbür peygamberlerin ise "sesler" duydukların­
ağaç, ilkel insanın yaşamında son derece önemli da aslında hallusine olduklarım söylemişti. K e n ­
bir rol oynayabilir; çünkü ağaç o n u n r u h u n u , se­ disine de bir gün böyle bir şey olduğunda onun
sini ele geçirmiştir ve bu insan, ağacın kaderini nasü bir paniğe kapüdığını tahmin edebilirsiniz.
paylaştığım gerçekten hisseder. Güney A m e r i ­ Dünyamızın görünüşte mantıklı olan düzenine o
ka'da kendilerinin kırmızı A r a r a Papağanı olduk­ kadar alışmışız k i , sağduyu üe açıklanamayan bir
larına yemin eden yerliler vardır. Elbette kendile­ şeyin olabileceğini düşünemeyiz bile. İlkel insan
rinin tüyleri, kanatları ya da gagaları olmadığım böyle bir şok geçirdiğindeyse k e n d i r u h sağlığın­
görmektedirler. Ne var ki ilkel insanın dünyasın­ dan değil, fetişlerden, ruhlardan ya da tanrüar-
da nesnelerin, b i z i m "akıllı" toplumlarımızda ol­ dan şüphe eder.
duğu gibi keskin sınırları yoktur. A m a bu arada, çok gelişmiş uygarhğımızın or­
Psikologların ruhsal kimlik ya da "participati­ taya çıkardığı korkular, ilkel halkların cinlere
on mystique" dedikleri şey bizim gerçekler dün­ bağladığı korkulardan çok daha tehlikelidir. Mo­
yamızdan kaybolmuştur. Oysa tam da bu bilinçdı­ dern insanın düşünce tarzı bana, kliniğimde gör­
şı çağrışımlar, ilkel toplumların dünyasına böyle­ düğüm, kendisi de hekim olan, psikotik bir hasta­
sine renkli ve fantastik bir görünüm kazandır­ mın d u r u m u n u anımsatıyor. Sabahleyin "Nasüsı-
maktadır. Bizler ise bu yönümüzü öylesine yitir­ nız?" diye sorduğumda, harika bir gece geçirdiği­
miş bulunuyoruz ki yeniden karşımıza çıktığında n i , gece boyunca bütün gökyüzünü süblimeyle
da artık tanıyamıyoruz. A r a d a sırada görünür ol­ südiğini, ama bütün bu temizlik sırasmda tanrının
duğu zaman da bir şeylerin yolunda olmadığıru izini görmediğini söyledi. Bu durumda burada bir
düşünüyoruz. nevroz ya da belki daha da kötü bir bozukluk ol­

Garip, korkunç rüyalar, fanteziler hatta viz­ duğunu düşünüyoruz. Tanrı ya da "tanrı korku­

yonlardan yakman pek çok zeki, eğitim görmüş s u " yerine anksiyetemiz ya da fobüerimiz var.

kişi bana danışmışlardır. Sanıyorlardı ki ruhça Duygular yerli yerinde, ancak objelerin adlarıyla

sağlam olan kimse böyle rüyalar göremez, hayal nitelikleri uğursuz şekilde değişmiş bulunuyor.

Aslan maskesi takmış bir b ü y ü c ü . Bir

aslanı taklit etmiyor, kendini g e r ç e k

bir aslan sayıyor. Kuş maskeli

Kongolu (s. 2 5 ) g i b i bu da h a y v a n l a

psişik o l a r a k özdeştir (solda).

M o d e r n , "akıllı" a d a m bu tür psişik

çağrışımlardan u z a k l a ş m a y a

çalışmıştır. A m a bunlar b u n a r a ğ m e n

bilinçdışında y a ş a m a y ı sürdürür.

O n u n için bir kürek, bir kürektir ve

bir aslan da y a l n ı z c a sözlükteki

karşılığı neyse o d u r (sağda).


46
Aziz Paulus, M e s i h ' i n görünüşünün g ü c ü Javalı çiftçiler, tarlalarının kötü ruhlardan İngiliz J a c o b Epstein'in bir yontusu m o d e r n

karşısında yere k a p a n ı y o r (İtalyan ressam korunması için bir h o r o z kurban ediyorlar. insanı mekanik bir c a n a v a r o l a r a k gösteri-

C a r a v a g g i o ' n u n bir t a b l o s u n d a n , 1 6 . yy) Böyle u y g u l a m a l a r ilkellerin y a ş a m ı n d a yor. Belki bugünün "kötü ruhu" simgesi

(solda). esastır (üstte). (üstte).

Bir felsefe profesörü kanser korkusu nedeniy­ İlkel ve modern insan arasındaki bu tür kıyas­
le bana başvurmuştu. Düzmelerle röntgen filmi lamaları, daha ileride de ayrıntıyla belirteceğim
aksini göstermiş olduğu halde, kötü huylu bir tü­ gibi, insanın semboller oluşturma yeteneği ve rü­
mörü olduğu şeklindeki saplantısından acı çeki­ yaların bu malzemenin dışavurum yolu olarak oy­
yordu. " B i r şey olmadığını biliyorum; ama bir şey nadığı rol konusunda bir fikir vermek için yapıyo­
bulunabilir ya!" diyordu. Kendisini bu varsayıma r u m . Kolayca saptanacağı gibi, birçok rüyada i l ­
götürmüş olan neydi? Bu varsayım, hiçbir bilinçli kel varsayımlara, mit ve dinsel törenlere benze­
düşünceye dayanmayan bir korkudan kaynaklan­ y e n resimler, çağrışımlar bulunmaktadır. Bu tür
mış gibi görünüyordu. Hastalıklı düşünce birden­ rüya imgelerine F r e u d "arkaik kalıntüar" diyordu.
bire bastırnuştı ve bu düşüncenin gücüne karşı, Bu ad, insan ruhunda tarihsel gelişmeye direne­
elinden hiçbir şey gelmiyordu. rek yaşamda kalabilmiş ruhsal unsurlar anlamını
Eğitimli bir insan için, kendisini bir ruhun ele vermektedir. Böyle bir tanımlama ise ancak b i -
geçirmiş olduğunu kabul etmek, ilkel insan için linçdışmı bilincin bir takıntısı olarak ele alan biri­
olduğundan çok daha zordur. Kötü ruhların za­ si için tipik olarak kabul edilmelidir.
rarlı etkileri ilkel bir toplumda en azmdan kabul B e n i m daha ileri araştırmalarım ise böyle bir
edilebilir bir hipotezdir. A m a uygar bir insan için, bakış açısının savunulamayacağım gösterdi. B e n ,
derdinin kendi yarulgılarının oyunu olduğu dü­ bu tür çağrışım ve imgelerin, bilinçdışının çok
şüncesini kabul zorunda kalmak alçaltıcı bir de­ önemdi bir kısmım oluşturduklarını, her yerde,
neyimdir. C i n çarpması olgusu aslında hiç de kay­ hem bilgili hem cahil kimselerin rüyalarında gö­
bolmuş değildir; yalnızca başka türlü yorumlan­ rülebileceğim ortaya çıkardım. Bunlar hiç de can­
maktadır. sız ve anlamsız artıklar değü, tam tersine çok

47
canlı ve etkili, tam da tarihsel niteliklerinden ötü­ Dostlarınız sizi bekliyor" sözleriyle karşılıyor, bir
rü özellikle değerli öğelerdir. B u n l a r bizim bilinç­ kapıyı açıyor, rüyayı gören hanım bir inek ahırı ile
li, soyut anlatım yöntemimizle, daha ilkel ama da­ karşılaşıyordu. Bu rüya anlatımını bir aptal bile
ha renkli ve daha sanatkârca bir anlatım yöntemi kolaylıkla anlayabilir. Bu hanım önce, kendi uka-
arasında köprü oluşturmaktadır. Bu tarihsel çağ­ lalığıyla alay eden bu rüyanm anlamım kabul et­
rışımlar, bilincin rasyonel dünyasıyla dürtülerimi­ mek istemedi; fakat sonunda bu mesajı kabul et­
zin dünyası arasındaki bağlantı halkasıdır. mekten başka çaresi kalmadı.
Denetim altmdaki düşüncelerle, rüya imgele­ Bilinçdışımn bu tür belirtileri çoğu insanın
rinin imparatorluğu arasmdaki belirgin aykırılık­ sandığından daha önemlidir. Bilinçli yaşamımızda
tan söz etmiştim. Şimdi bu aykırılıklar için bir çok çeşitli etkilere maruz kalıyoruz. Başkaları b i ­
başka neden daha ortaya çıkmaktadır. Uygar ya­ zi kızdırıyor ya da sindiriyor, toplum yaşamımızın
şamımızda birçok fikrin duygusal enerjilerini çal­ olayları yönümüzü saptırıyor. B i r dolu şey kişili­
mış olduğumuz için bunlara tepki göstermiyoruz. ğimize uygun olmayan yollara girmemize neden
Bu tür tasavvurları konuşmada kullanıyor, başka­ oluyor. Bunların etkilerini algılasak da algılama-
ları kullandığında da belli bir tepki veriyoruz; an­ sak da bilincimiz her seferinde rahatsız oluyor ve
cak bunlar bizim üzerimizde özel bir izlenim bı­ bunlara karşı kendini pek savunamıyor. B u , özel­
rakmıyorlar. Davranışımızı değiştirebilmemiz için likle dışadönük ruhsal yönelişlere, dış olgulara
belirli nesnelerin bizim üzerimizde daha güçlü bir büyük önem veren kişilerde ya da küçüklük duy­
yoldan etki yapmaları gerekiyor. İşte "rüya d i l i " gusu taşıyan, kendilerinden kuşku duyan kimse­
bu etkiye sahip bulunuyor. O n u n sembolleri, dik­ lerde böyle oluyor.
katimizi çekmek, bizi bakışımızı ona çevirmeye Bilinç önyargılardan, yargüardan, fanteziler­
zorlamak için henüz yeterince enerji taşıyorlar. den ve infantil isteklerden ne kadar etkilenmişse,
Bir hanımefendi, akü başmda gerekçelere kar­ nörotik bir dissosiyasyonun açıklığı o denli büyür
şı gösterdiği budalaca önyargıları, inatçı karşı ve doğallıktan, sağlıklı dürtülerden o kadar uzak
koymaları ile tanınmıştı. Onunla her tartışma so­ bir yaşama götürür. Rüyalarm genel işlevi rüya
nuçsuz biterdi. B i r gece rüyasında k e n d i s i n i malzemesini üreterek, gizlice bütün ruhsal den­
önemli bir sosyal toplantıya katılmış olarak gör­ geyi yeniden oluşturmak çabasından ibarettir.
dü. Ev sahibi kendisini "Ne iyi ettiniz de geldiniz. B u n a ben rüyaların armağan (ya da telafi) fonk-

Iki ruhlar vizyonu d a h a . A z i z A n t o n ' u

cehennem iblisleri kuşatıyor (üstte). (Alman

ressam G r ü n e w a l d ' ı n bir tablosu. 6. yy).

19. yüzyılın bir J a p o n Triptychon'unun

orta bölümünde öldürülen birinin ruhu

katilini ç a r p ı y o r (solda).

Amerikalı G a h a n VVilson'un bir karikatürü

Kruşçev'in g ö l g e s i n i c a n a v a r bir ölüm

makinesi o l a r a k gösteriyor (sağda). Rus

dergisi " K r o k o d i l " d e k i bir karikatür

emperyalist batıyı, yeni b a ğ ı m s ı z o l a n

Afrika halklarının b a y r a k l a r ı n c a kovulan

hain kurt o l a r a k gösteriyor (en s a ğ d a ) .


siyonu adını veriyorum. Örneğin kendi olanakla­ riyle "havaya basar gibi" adını atmış, arkadaşının
rının çok üstünde grandiyöz planlar yapan ya da üzerine düşmüş, her ikisi de yuvarlanarak ölmüş­
kendileri hakkında çok yüksek varsayımları, ger­ lerdi.
çekçi olmayan düşünceleri ulan kimselerin, rüya­ B i r başka tipik olgu ise gururlu ve kibirli bir
larında çok sık uçma ve düşme görmeleri böylece hanımdı. Akla gelebilecek her türlü pis şeyin gö­
açıklanabilir. Rüya, kişiliklerindeki eksikliği ta­ ründüğü çok çirkin rüyalar görmekteydi. Bu rü­
mamlamakta, onları gittikleri yolun tehlikelerine yalar, hanımın sık sık yaptığı ve duygusal düşün-
karşı uyarmaktadır. Rüyanın uyarılarına kulak ve­ coler kurduğu gezintilerle ilgili olmaya başladıkça
rilmezse sonuç gerçek kazalar olabilir. daha da tehdit edici hale geldi. Tehlikeyi fark et­
B i r dizi kuşkulu girişimlere bulaşmış olan eski tim, fakat hastam uyarılarıma aldırmadı. Kısa bir
bir hastam, bir tür telafi olarak, tehlikeli dağlara süre sonra, ormanda bir sapık tarafından saldırı­
tırmanmak için neredeyse hastalık derecesinde ya uğradı. Eğer sesine yetişen birkaç kişi olma­
bir merak geliştirmişti. Böylelikle " k e n d i n i aşma­ saydı belki de ölebilirdi.
y a " çalışıyordu. B i r rüyasmda yüksek bir dağın Bütün bunların büyücülükle hiçbir ilgisi yok­
doruğundan gece vakti boşluğa doğru adım attı­ tur. Hanımın böyle bir tecavüz yaşantısı için gizli
ğını görmüştü. Bana bu rüyayı anlattığında yakla­ bir isteği vardı; aynı şeküde dağcı da zorlukların­
şan tehlikeyi hemen sezdim, dikkatli olmasmı dan kurtulabilmek için kesin çözümü bilinçdışı
söyledim. Hatta rüyasının bir dağ kazasını haber olarak aramaktaydı. Ancak ikisi de bunun bedeli­
verdiğini de söyledim. A m a bu boşunaydı. Altı ay ni tam hesaplamamışlardı. Hanımın bir dolu ke­
sonra gerçekten "boşluğa yürüdü". Tanık olan bir miği kırılmış, öbürü ise b u n u yaşamıyla ödemişti.
rehber onu arkadaşıyla birlikte tehlikeli bir yer­ Rüyalar bu şekilde bazen bir olayı, durumu,
den inerken görmüştü. Önden inen arkadaşı sağ­ oluşundan çok daha önce haber verebilir. Bunun
lamca bir yere daha yeni tutunmuştu ki arkadan bir mucize sayılması gerekmez. Yaşamımızdaki
inen hastam birden ipi bırakmış, rehberin sözle- birçok krizin gerçekte çok uzun bir geçmişi var-

50
Bugün bireylerin maruz k a l d ı ğ ı iki elki:

Reklam (bir A m e r i k a n reklamı "hoş

yaşam"ı vuıguluyor| ve siyasal

p r o p a g a n d a ( 1 9 6 2 y ı l ı n d a bir

halkoyu için bir Fransız ilanı. Evet

oyunu istiyor fakat üzerine muhalefetin

Hayır'ı yapıştırılmış.) Bu ve benzeri

etkiler bizleri d o ğ a m ı z a uygun

olmayan bir tür ve b i ç i m d e y a ş a m a y a

zorlayabilir. Bunun sonucu o l a n ruhsal

denge b o z u l m a l a r ı , bilinçdışı

tarafından y e n i d e n d e n g e l e n m e l i d i r

(solda).

Fener bekçisi. (Amerikalı Roland B.

VVilsonun bir karikatüründe.)

Yalnızlığı nedeniyle ruhça b i r a z

rahatsız; bilinçdışı bunu t a m a m l a m a k

için hayali bir dost uydurmuş.

Karikatürün y a z ı s ı n d a bu hayali dost


dır. Adını adım yaklaştığımız halde tehlikeyi fark
"Bili, yalnız b u k a d a r d a d e ğ i l ; d ü n

kendimi kendi k e n d i m e konuşurken etmeyiz. Gene de büincimizle algılayamadığımızı


buldum!" diyor ( s a ğ d a ) . çoğu zaman bilinçdışımız fark eder ve rüyaları­
mızla bildirir.
Rüyalarımız çok zaman bizi bu yolla uyarırlar;
Atina'nın kralı A e g i s , Deifi bilicisine

soruyor (vazo resmi parçası). ancak en az bir o kadar da bunu yapmadıkları


Bilinçdışının mesajları, ç o ğ u n l u k l a olur. Bu yüzden kendimizi, her seferinde bizi teh­
bilicinin söyledikleri g i b i g i z e m l i ve
likelerden zamamnda kurtaran güvenilir bir ele
birden çok anlamlıdır (altta).
bırakanlayız. Ya da daha olumlu bir anlatımla, i y i
kalpli bir güç sanki bazen işe girişiyor, bazen ise
hiç karışmıyor gibidir. Bu esrarengiz el hatta
mahva giden yolu da gösterebilir; rüyalar arada
tuzak olarak ortaya çıkar, en azmdan böyle bir iz­
lenim de vardır. Rüyalar sık sık, Delfi bilicisinm
Kresus'a söylediği gibi davranmaktadırlar; Kre-
sus'a Halis Çayinı geçerse büyük bir krallığı yok
edeceği söylenmişti. Çayı geçip de savaşta ağır
bir yenilgiye uğradığında, kastedilenin kendi
krallığı olduğunu fark etti.

Uygarlığın topluma büyük kazançlar sağladığı­


nı yadsımıyorum; ama bu kazançlar, tahmin ede­
meyeceğimiz kadar muazzam yitimlere de mâl ol­
muştur. İlkel ve uygar toplumları kıyaslamamın
amacı, bu kazanç ve yitimlerin bilançosunu gös­
terebilmektir. İlkel insan, modern torunlarından
daha fazla içgüdüleriyle hareket etmekteydi. Bu zen fark edebilir. O halde rüya, bilinçdışı olsa bi­
akıllı torunlar, kendilerini denetim altında tutma­ le, "anlaşılmıştır". B i r rüya özellikle çok derin iz
yı öğrendiler. Bu uygarlaşma sürecinde bizler gi­ bırakır ya da yinelenirse, insanların çoğu ancak o
derek bilincimizi, ruhumuzun dürtüsel katmanla­ zaman bir yoruma ilgi duyarlar.
rından ve hatta sonunda ruhsal fenomenlerin so­ Burada uyarıcı bir şey belirtmeliyim: Ruhsal
matik temelinden uzaklaştırdık. B i r şans olarak durumları, rüyalarının yorumuyla tehlikeye düşe­
bu temelde yatan dürtüsel katmanları tümüyle cek kadar bozuk olan kimseler vardır. Böyle bir
yitirmedik. Bunlar, bazen yalnız düşlerde belirse- durumda, psikologun çok özel bir özen, dikkat
ler bile, bilinçdışımızm ana parçaları olarak dur­ göstermesi gerekir.
maktadır. Simgesel nitelik taşıdıkları için anlam­ Ayrıca rüya y o r u m u için kullanıma hazır, sis­
ları hemen anlaşüamayan bu dürtüsel belirtiler, tematik bir yönerge, referans kitabı gibi satm alı­
rüyaların telafi işlevi olarak tanımladığım şeyde nabilecek, belirli bir simgenin anlamına bakılabi-
önemli bir rol oynarlar. lecek bir kılavuz olabileceğini sanmak da budala­
Ruhsal sağlamlık ve aynı zamanda fizyolojik lık olur. Hiçbir rüya simgesi, o rüyayı görmüş olan
sağlık için, bilinçdışı ile b i l i n c i n birbirine bağlı kimseden ayrı ele almamaz. Bu yüzden de genel
olarak işleyebilmeleri gereklidir. Birbirlerinden geçerliği olan bir rüya y o r u m u yoktur.
ayrılıp "dissosiye" olduklarında ruhsal bir bozul­ Gerçi tipik, sık görülen rüyalar ve uçmak, düş­
ma ortaya çıkar. Rüya sembolleri bu yüzden, dür­ mek, takip edilmek gibi k i m i tekil simgeler oldu­
tüsel olanın, r u h u n akılcı yanma çıkarılmasında ğu - b e n bunlara " m o t i f demeyi yeğliyorum-
en önemli haber taşıyıcüardır. Sembolleri y o r u m ­ doğrudur. Tipik bir çocuksu motif, insanın mini­
lamak, dürtülerin unutulmuş dilini yeniden anla­ cik ya da dev gibi büyük oluvermesi ya da bir du­
mayı öğrenen bilinci zenginleştirir, insanların ço­ r u m d a n öbürüne geçivermesi rüyasıdır. B i r kez
ğu rüya yorumunu gereksiz bulur. B u n u ben Do­ daha vurgulamalıyım ki bunlar yine de kendini
ğu Afrika'da ilkel bir kabilede de gördüm. Yerlile­ kendiliğinden açıklayan şifreler olarak görülme­
r i n rüya gördüklerini toptan yadsımalarına çok meli, rüyanm bütün kapsamı ile ele alınmalıdır.
şaşırmıştım. A m a dikkatli ve sabırlı konuşmalarla
onların da bütün öbür insanlar gibi rüya gördük­
lerini, ancak rüyaya hiç önem vermediklerini an­
ladım. " N o r m a l insanların rüyalarının bir anlamı
y o k t u r " dedüer bana. Yalnızca kabüe şeflerinin ve
büyücülerin önemli rüyalar gördüklerine inanı­
yorlardı. O rüyalar kabüenin yararmaydı, bu yüz­
den de çok değer veriliyordu. Ancak İngilizler o
ülkeye geldiğinden beri, kabile şefleri ve büyücü­
ler de artık rüya görmüyorlardı. Bölgedeki K r a l
Naibi (İngiliz Yönetim Memuru) bu "büyük rüya-
lar'm yerini almıştı. Bir anlamda bu yerliler, anla­
madıkları için rüyalarım önemsiz sayan modern
insanlar gibi davranıyorlardı. Ancak uygar bir i n ­
san bile, tam olarak anımsamasa da bir rüyanın
kendi keyfini yükselttiğini ya da bozduğunu ba­
Durmadan yineleyen rüya, dikkat edilmesi ge­ Bu son rüyadan bir süre önce bir antikacıdan,
rekli bir olgudur. Genellikle b u , bilinçdışının, rü­ ortaçağ simyacılarına ilişkin klasik koleksiyonlar­
ya görenin yaşam varsayımındaki bir eksikliği bü­ dan b i r i için bir inceleme işi almıştım. Literatürü
tünleme çabasıdır; ancak rüya, görenin travmatik incelerken, eski Bizans simyasına ilişkin olduğu­
bir yaşantısmdan ileri gelebilir ya da önemli bir nu sandığım bir ifade bulmuştum. B u n u incele­
olaydan önce de olabilir. mek istiyordum. Tanımadığım kitaba ilişkin rüya­
Ben, evin varlığından o zamana kadar hiç ha­ yı gördüğümden bir hafta sonra kitapçıdan bir
berim olmayan bir bölümünü keşfetmek biçimin­ paket geldi. İçinde 16. yüzyıldan kalma parşömen
de, yıllarca yinelenen bir rüya görmekteydim. Bu bir cilt vardı, içi hayranlık uyandıran sembol re-
bazen, yıllarca önce ölmüş olan anne babamın simleriyle doluydu. Hemen rüyamı ammsadım.
oturdukları ev oluyordu. Orada babamın balıkla­ Simyasal simgelerin yeniden bulunması, benim
rın anatomilerini incelediği bir laboratuvar kur­ psikolojik araştırmalarımda çok önemli bir yer
duğunu ya da annemin hayaletlere özel bir otel tuttuğu için, durmadan yineleyen rüyanın motifi­
işlettiğini keşfediyordum. Çoğu zaman bu evin ta­ ni anlamak zor değildi. Ev benim varlığımın bir
nımadığım bölümü, bana miras kalmış eski bir ya­ sembolüydü. Tanımadığım yan yapı da y e n i bir i l ­
pıydı. Bu rüya dizisinde sonunda hiç tanımadığım gi, araştırma alanınm habercisiydi. B u n u bilincim
eski kitaplarla dolu eski bir kütüphane buluyor­ henüz bilmiyordu. O andan itibaren, otuz yıldan
dum. Son rüyada, bu eski kitaplardan birini açtım beri, bu rüya bir daha görülmedi.
ve içinde şaşkınlık uyandıran sembolik resmiler
buldum. Uyandığımda kalbim heyecandan çarpı­
yordu.

Jung'un (soldan 4.| 1 9 2 6 y ı l ı n d a

Kenya'daki Elgon D a ğ ı yerlileriyle bir

fotoğrafı. Jung'un ilkel topluluklardaki

incelemeleri psikolojik buluşlarının

birçoğunun temelini oluşturmuştur

(solda].

İki rüya kitabı: Biri b u g ü n ü n

İngiltere'sinden, öbürü eski M ı s ı r ' d a n .

(Bu sonuncu yaklaşık IO 2 0 0 0 ' d e n ,

en eski yazılı b e l g e l e r d e n biridir). Bu

tür hazır, kuralsı rüya tabiri d e ğ e r s i z d i r ;

düşler son d e r e c e d e bireyseldir ve

simgeleri tasnif e d i l e m e z (sağda).

53
Bilinen b ü y ü m e düşlerine ünlü bir

örnek. "Alis H a r i k a l a r

D i y a r ı n d a " d a n ( 1 8 7 7 ] bir resim

Alis'in, bütün evi d o l d u r a c a k k a d a r

b ü y ü d ü ğ ü n ü gösteriyor (en üstte).

1 9 . yüzyıl İngiliz ressamı W i l l i a m

Blake'in bir resminde, a y n ı

d e r e c e d e bilinen u ç m a düşü. Resim

b a ş l ı ğ ı ; " O h , o l m a y a c a k şeyler

düşlüyorum." (ortada)

54
Rüya analizi

Başlangıçta işaret ile sembol arasındaki farktan nekler ise birisi öldüğünde kırılan aynalar ya da
söz etmiştim. Bir işaret her zaman temsil ettiği duvardan düşen tablolar, duygularında karmaşa
kavramdan daha azmi içermektedir; buna karşılık yaşayan birinin bulunduğu evin duvarlarında or­
bir sembol, daima ilk bakışta görülebilenden da­ taya çıkan çatlaklardır. Kuşkucu olanlar böyle öy­
ha fazla anlam taşır. Ayrıca semboller doğal, külere inanmasalar da yalnız bu gerçek bile bu
spontan belirt ilerdir; uy durulamazlar. Kimse, tür raporların psikolojik anlamlılığını göstermeye
mantık yürüterek vardığı, az çok akılcı bir düşün­ yeter.
ceye, sonunda sembolik bir birini veremez. Böy­ Ama birçok semboller de vardır ki - k i bunla­
le bir fikir, ne denli fantezi dolu olursa olsun, so­ rın bazıları çok önemlidir-, nitelikleri ve kökenle­
nunda daima bilinçli bir düşünceye bağlı bir işa­ ri bakımından yalnız bireysel değil, aynı zamanda
ret olabilir; hiçbir zaman bilinmeyene işaret eden kolektiftirler. En başla dinsel imgeler bu türe gi­
bir sembol haline gelemez. Buna karşılık rüyalar rerler. İnananlar bunların semavi kökenli oldukla­
da semboller spontan olarak ortaya çıkarlar, çün­ rına, insanlara açıklanmış bulunduklarına inanır­
kü rüyalar uydurulamaz, sadece vuku bulurlar. lar, ktışkucularsa bunların uydurulmuş oldukları­
Hu yüzden de sembol bilgimizin ana kaynakların­ nı düşünürler. Her ikisi de haksızdır. Gene de
dan biri olurlar. kuşkucuların, dinsel sembollerin, kavramların,
Gene de sembollerin yalnızca rüyalarda değil, yüzyıllar süren titiz bir çalışmanın ürünü olduğu
ruhsal bildirimlerin bütün öbür tiplerinde de or­ 1 düşüncesi doğrudur. Ne var ki inananların, sem­
taya çıktığını vurgulamak isterim. Simgesel dü­ bollerin kökeninin geçmişin derin gizinde gömü­
şünceler ve duygular vardır, simgesel hareket ve lü olduğu, bu nedenle hiçbir insandan kaynaklan­
durumlar da vardır. Hatta çoğu zaman cansız mış olamayacağı varsayımları da doğrudur. Ge-
nesneler bile bilinçdışmın simgesel modelinde ol­ çekteyse bunlar "kolektif tasarımlar'dır. İnsanla­
mak için davranır gibidirler. Sahibinin ölümüyle rın en eski rüyalarına ve yaratıcı fantezilerine da­
duran saatlere» ilişkin pek çok rapor vardır. Bir ör­ yanmaktadırlar. Yani bu imgeler anlık tezahürler­
nek, Büyük F r e d e r i k ' i n şatosunda, kralın öldüğü dir, kesinlikle istençli uydurmalar değildir.
an durmuş olan sarkaçlı saattir. Bilinen diğer ör­ Bu gerçeğin, ileride daha detaylı açıklayaca-

Cansız nesneler de b a z e n simgesel

davranıyor g i b i görünür.

Büyük Friedrich'in saati, sahibi

1 7 8 6 ' d a ö l d ü ğ ü sırada durmuştur.

Simgeler bilinçdışı t a r a f ı n d a n

kendiliğinden üretilir (solda). Eski

Mısır'da y a ş a m ı n , evrenin ve insanın

simgesi o l a n Ankh (sağda). Buna

karşılık h a v a y o l u şirketlerinin işaretleri

simge d e ğ i l , bilinçli düşünülmüş

işaretlerdir (en s a ğ d a ) .
ğım gibi, rüya yorumlamayla önemli bir ilişkisi da " k e n d i evimde" imişim; 18. yüzyıl stilinde dö­
vardır. Elbette, simgesel olduğu düşünülen bir şenmiş büyük bir oturma odasında bulunuyorum.
rüya, neden olan düşüncenin zaten bilindiği, rü­ Anlaşıldığına göre birinci kattayım. Bu odayı da­
yada yalmzca kılık değiştirmiş olduğuna inanıldı­ ha önce görmemiş olduğuma şaşıyorum, zemin
ğında yapılacağından başka türlü yorumlanır. Bu katın nasü olduğunu merak ediyorum. Merdiven­
ikinci durumda rüyanın yorumunun pek anlamı den iniyorum. Duvarları tahta kaplı, mobüyası 16.
yoktur, çünkü sadece zaten bilinmekte olan orta­ yüzyıldan, hatta daha eskiden kalmış, oldukça ka­
ya çıkarılacaktır. ranlık bir odaya giriyorum; merakım ve şaşkınlı­

Bu nedenle öğrencilerime her zaman "Sembo­ ğım artıyor. E v i daha iyi görmek istiyorum. B u ­

l i z m üzerine olabildiğince her şeyi öğrenin. A m a nun için bodruma iniyorum, orada taş merdiven­

sonra bir rüyayı irdeleyeceğinizde hepsini yeni­ lere geçilen bir kapı görüyorum. Bu merdiven bü­

den u n u t u n " diyorum. Uygulama için önemli olan yük kubbeli bir yere çıkıyor. Burada döşeme iri
bu tavsiyeyi ben kendim de bir kural olarak kabul kesme taşlarla kaplanmış, duvarlar da çok eski

ediyorum. Bu kural bana, bir başka insanın rüya­ görünüyor. Sıvaya bakıyorum, kiremit kırıntıla­

sını, tam doğru olarak yorumlayabüecek kadar iyi rıyla doldurulmuş olduğunu görüyorum. Bu d u ­

anlamamn hiçbir zaman mümkün olmayacağını varların R o m a kökenli olduğu anlaşılıyor. Gittikçe

hatırlatmaktadır. Bu sayede kendi çağrışımları­ daha fazla heyecanlanıyorum. B i r köşede, kesme

mın, tepkilerimin akışını yatıştırmaya çalışıyo­ taşlardan birine takılı bir demir halka buluyorum.

rum. Yoksa bunlar, hastamm güvensizliğine, ka­ Levhayı kaldırınca, daha dar bir taş merdivenden

palılığına karşı egemenliği ele geçirebilirler. B i r bir tür mağaraya giriyorum. Burası, içinde i k i k u ­

analist için, rüyanın özgün mesajını, yani bilinçdı­ ru kafa, birçok kemik ve kırık testi parçalarıyla

şınm bilince yaptığı katkıyı, olabildiğince tam bir dolu bir tarih öncesi mezar. Sonra uyandım.

şekilde alabilmek çok önemli olduğundan, rüya F r e u d bu rüyamı, benim özgün çağrışımlar ve
içeriğini büyük dikkatle incelemek önem taşır. içerik incelemesi yöntemimle inceleseydi geniş
Freud'la birlikte çalıştığım sırada bu noktayı bir öykü bulabilirdi. A m a korkarım bunu, ancak
özellikle belgeleyen bir rüya görmüştüm. Rüyam­ benim bir sorundan kaçışım olarak değerlendiro-

Jung'un e b e v e y n i (sağda). Bu

s a y f a d a anlatılan, Freud'la çalıştığı

s ı r a d a g ö r d ü ğ ü düşün g ö s t e r d i ğ i

g i b i , eski dinlere ve mitolojiye ilgisi

o n u e b e v e y n i n i n dinsel

d ü n y a s ı n d a n uzaklaşrrrmıştı ( b a b a s ı

rahipti). Jung, 1 9 0 0 ' d e psikiyatrisi

o l a r a k bir akıl hastanesinde

çalıştığı Burghölzli'de (en s a ğ d a ) .

56
çekti ki sorun aslında kendisindeydi. Gerçekte bu men'de ünlü kurşun mahzende mumyalanmış ce­
rüya benim yaşamımın, özellikle de manevi gelişi­ setlere büyük ilgi gösterişimden çıkarmaktaydı.
mimin bir özetiydi. İki yüzyıllık bir evde büyü­ Bu bakımdan düşüncelerimi ifade etmekte
müştüm, eşyamızın büyük bir kısmı üç yüzyıllık­ güçlük çekiyordum; üstelik de daha kısa bir süre
tı. O zamana kadarki en büyük manevi maceranı önce, F r e u d ' u n ve benim psikolojik görüş açıları­
Kant ve Schopenhauer'in felsefelerinin öğrenimi mız ve zeminlerimiz arasında aşılamaz bir uçu­
olmuştu. Zamanın en büyük oluşumu Darwin'in r u m bulunduğunu öğrenmiştim. Kendisine son
çalışmalarıydı. Daha kısa bir süre öncesine kadar, derece garip geleceğini tahmin ettiğim iç dünya­
ailemin ortaçağdan kalma, dünyanın hâlâ ilahi bir mı açacak olursam, onun dostluğunu bütünüyle
kudret ve öngörü ile yönlendirildiği varsayımı ile yitireceğimden korkuyordum. Bu yüzden ona
yaşamıştım. Bu dünya eskimiş ve geçilmişti. Hı­ "serbest çağrışımlarım" hakkında bazı yalanlar
ristiyan inancım Doğu dinlerinin ve Yunan felse­ söyledim; sapkın görüşlerimi açıklama zorunlulu­
fesinin tanınmasıyla göreceleşmişti. Bu yüzden ğundan kurtulmaya çalıştım.
zemin katı böyle sessiz, karanlık ve görünüşe gö­ F r e u d ' a rüyamı anlattığım sırada içinde b u ­
re insansızdı. O sıralarda tarih ilgim, anatomi ens­ lunduğum bu kıskacı böyle ayrıntılı olarak açıkla­
titüsünde asistan olarak çalıştığım zamanki eski dığım için özür dilemeliyim. Gene de bu, bir rüya
uğraşım olan karşılaştırmalı anatomi ve paleonto­ analizi sırasında düşülebilecek tatsız durumlara
lojiden gelişmişti. Çok tartışılan Neandertal ada­ iyi bir örnektir. Pek çok şey, analizi yapan ve ana­
mı ve Dubois'mn Pithecanthropus'u beni heye­ liz edilen arasındaki kişisel farklılıklara bağlıdır.
canlandırmaktaydı. Rüyayla ilgili çağrışımlarım Freud'un sorularma uygun yamtlar bulmaya
bunlardı. A m a kafatasları, iskeletler ve cesetler­ çalışırken, psikolojik anlayış üzerinde sübjektif
den söz etmeye cesaret edemiyordum. Çünkü bu faktörün ne denli önemli rol oynadığının farkma
temanın F r e u d için nahoş olduğunu öğrenmiş­ varmak beni birden çok şaşırttı.
tim. Garip bir şekilde, benim kendisinin erken Bu duygu o denli baskındı k i , artık yalnızca
öleceğim gördüğümü düşünüyordu. Bu sonucu, bu zor durumdan kurtulmaya çalışıyordum. O
1909'da A m e r i k a ' y a gidişimizden önce, B r e - yüzden de kolay y o l u seçerek yalan söyledim. Bu
ne zarif ne de ahlaki bakımdan savunulabilir bir
şeydi, ancak aksi takdirde F r e u d ile kaçınmak is­
tediğim bir çatışmanın tam içine düşecektim.
Sezgisel düşüncem, rüyamın beni, yaşamımı,
dünyamı anlattığı, bir başkasının kendi nedenle­
riyle, k e n d i amacına uygun şekilde oluşturduğu
kuramsal bir yapıya karşı benim kendi gerçeğimi
gösterdiğiydi. Bu F r e u d ' u n değil, benim rüyamdı
ve işte o zaman birdenbire rüyamın ne anlama
geldiğini anladım.

Bu çatışma, rüya analizinde önemli bir nokta­


yı göstermektedir. B u , öğrenilebilir bir teknik ol­
maktan çok, i k i kişi arasmda diyalektik bir alışve­
riştir. Mekanik bir teknik olarak ele alınırsa, rüya
görenin bireysel ruhsal kimliği yitip gider ve tera-
pötik sorun şu soruya indirgenmiş olur: Analist Tipler sorunu
ve rüya görenden hangisi öbürüne egemen ola­
caktır? Bu yüzden hipnotik terapileri bıraktım.
Kendi istencimi başkalarına dayatmak istemiyor­
Cansız nesnelerle ilgili varsayımların ileri sürüle-
dum. Amacım kişinin onur ve özgürlüğünü kısıt­
bildiği öbür bilim dallarından farklı olarak psiko­
lamadan, iyileşme sürecinin hastadan gelişmesini
loji, sübjektif kişiliklerinden soyutlanamayan ya
sağlayabilmekti.
da herhangi bir yoldan kişiliksizleştirilemeyen in­
Birey tek gerçekliktir. Bireyden, Homo Sapi-
sanlar arasındaki canlı ilişkileri ele almaktadır.
ens üzerinde soyut fikirlere doğru ne kadar uzak-
Analist ve hastası, kişisel olmayan, objektif tür­
laşırsak, hatalara düşmemiz o derdi olasıdır. Bu
den özgün bir sorun üzerinde konuşmak istedik­
sosyal dönüşümler ve hızlı değişimler çağında,
lerinde hemfikir olabilirler; ama gerçekten anga­
tekillerin varlıkları hakkında olabildiği kadar çok
je olduklarında bütün kişilikleri tartışmaya katıl­
şey öğrenmek, her zamankinden daha önemlidir.
mış demektir. Bir ileri adım ancak karşılıklı anlaş­
Dahası onun geçmişim de en az şimdiki durumu
ma sağlanırsa atılabilir.
kadar iyi anlamayı öğrenmek zorundayız. Bu ne­
Sonuç hakkında objektif bir hüküm verebilir
denle mitler ve sembollerin anlaşılabilmesi son
miyiz? Ancak yargımızı bireylerin mensup olduk­
derece önemlidir.
ları sosyal çevrede geçerli olan ölçütlerle karşı­
laştırabilmek! O zaman bile ilgili kişilerin ruhsal

Amerikalı Jules Feiffer'in bir

karikatüründe bir d ı ş a d ö n ü k , çekingen

bir i ç e d ö n ü ğ ü altediyor. Jung'un insan

" t i p l e r i n e ilişkin bu kavramları

dogmatik değildir. Örneğin G a n d i

perhizkar, i ç e d ö n ü k bir asker o l d u ğ u

k a d a r , politik, d ı ş a d ö n ü k bir ö n d e r d i

(sağda). Bir bireyin, kalabalıktaki

h e r h a n g i bir yüzü a n c a k a z ç o k

k a t e g o r i z e edilebilir (en s a ğ d a ) .

58
dengelerini - r u h s a l sağlıklarını- hesaba katmak sayıda çeşitli olgu birbirleriyle kıyaslanmadıkça,
zorundayız. Çünkü sonuç, bireylerin toplumun hiçbir psikolojik k u r a m formüle edilip öğretile-
normlarına u y u m sağlamasını ayarlamak değildir. mez. Çıkış zemini olarak her genel özellik kullanı­
Bu son derece doğadışı bir d u r u m a yol açardı. labilir. Örneğin "dışadönük" ve "içedönük" kimse­
Sağlıklı ve normal bir toplumda genellikle insan­ ler ayırt edilebilir. B u , yapılabilecek birçok genel­
lar, birkaç içgüdünün alanı dışında, birbirleriyle leme olanağından yalnızca biridir. Analizi yapa­
tam uyuşamazlar. nın, hastasından farklı bir tipte olmasının nasü
Uyuşmazlıklar, toplumdaki ruhsal yaşamın ta­ güçlükler doğurabileceğini göstermeye bu büe
şıyıcısı ve uyarıcısı olarak iş görürler ama amaç yeter.
uyuşmazlık değildir; uyuşma da aynı şekilde Derine inen her rüya analizi i k i bireyin yüzleş­
önemlidir. Psikoloji esas olarak karşıtların denge­ mesine yol açtığına göre, her ikisinin aynı zihni­
sine bağımlı olduğu için, karşıtı hesaba katılma­ yet tipinden olup olmamalarının büyük bir fark
mış olan hiçbir yargı kesin olarak kabul edilemez. ortaya çıkarabileceği apaçık görünmektedir. İkisi
Kısaca, r u h u n ne olduğu üzerinde son sözü söy­ de aynı tipe aitse, büyük olasılıkla uzun bir süre
leyebilmek mümkün değildir. birbirleriyle iyi geçinebileceklerdir. A m a biri dı­
Rüyalar bireysel olarak ele alınmayı gerektiri­ şadönük iken öbürü içedönük ise, ikisinin birbiri­
yorsa da psikolojinin gözlemleri sırasında topladı­ ne zıt özellikleri, özellikle de kendi kişilik tipleri­
ğı malzemeyi sınıflandırmak, açıklayabilmek için ni tanımıyorlarsa ya da kendüerinin zihniyetini
bazı genel bölümlemeler zorunludur. Elbette, çok en doğru olarak kabul ediyorlarsa, bu oldukça
sert kişilik çatışmalarına y o l açabilir. Dışadönük lardan birbirlerinden farklı oldukları kısa zaman­
olan, normal olarak çoğunluğun tutumunu be­ da ortaya çıkar. O halde dışadönüklük sadece yü­
nimser, içedönük olansa bu tutumu reddeder. B i ­ zeysel bir belirtidir. Bu yüzden daha epey bir za­
risi için değerli olan öbürüne bazı durumlarda m a n önce, insan bireyselliğinin sınırsız farklılıkla­
hiçbir şey ifade etmez. F r e u d bile, içedönük t i ­ rını bir düzene sokabilmek için başka temel özel­
pin, hastalıklı şekilde kendisiyle meşgul olduğu­ likler bulmaya çalıştım.
nu ileri sürmüştü. Oysa kendim gözlemlemek, ta­ Birçok kimsenin akıllarını hiç kullanmayışları,
nımak son derece değerli ve önemli olabilir. kullandıklarında da şaşılacak kadar budalaca kul­
Bu tür farklılıkları rüya analizinde dikkate al­ lanışları beni hep etkilemiştir. Aynı şekilde, bir
mak zorunludur. Analizi yapanın, sırf psikoloji sürü zeki kimsenin kendi duyu organlarını ne
kuramlarını bildiği ve belirli bir yöntemi edinmiş denli az kullandıklarına da her zaman şaşmışım-
olduğu için bir üstün insan olduğuna, olguların dır.
üzerinde durduğuna inanılmamalıdır. K u r a m ve Gene bazıları, bir kez ulaşıldıktan sonra kesin­
yöntem hiçbir zaman insan r u h u n u n bütününü likle kalıcıymış ve ne dünya ne de insan ruhu ar­
kavrayabilecek durumda değildir. Analizi yapan, tık hiç değişmezmiş gibi bir bilinç algılaması ile
hastasının yaşayan bütününün karşısına, daha yaşamaktadır. Bu kimselerin düş gücü yok gibi­
çok kendi bütün kişiliği ile çıkmak zorundadır. dir. Kendilerini yalmzca duygusal algılamalarına
Analitik çalışma hastası için olduğu kadar, onun bırakmaktadırlar. Dünyalarında rastlantılara yer
için de bir sınavdır. Bu yüzden her ikisinin kişilik­ yoktur ve "bugünlerinde" hiçbir gerçek "yarın"
lerinin ahenk içinde b u l u n u p bulunmadıkları bulunmaz. Gelecek, geçmişin basit bir tekrarın­
önemli bir rol oynar. dan ibarettir.

Dışadönüklük ve içedönüklük, insan davranı­ Burada okura, karşılaştığım birçok insanın


şının özelliklerinden yalnızca ikisidir. Bunlar ço­ gözleminden edindiğim izlenimin kısa bir görün­
ğunlukla kolayca tanınabilir. A m a örneğin dışa­ tüsünü vermeye çalışıyorum. Çevrelerine uyum
dönük kişiler yakından incelenirse, birçok bakım­ sağlamak için başlıca zihinsel yetilerini kullanan,

" D a i r e " y a d a "Psike Pusulası" b a ş k a

b i r j u n g ç u insan g ö z l e m i türüdür. Hissetme Düşünme


Dairedeki her noktanın bir karşıtı

bulunur. Bir "Düşünmek" tipi için

" D u y g u " y a n ı e n a z gelişmiş o l a n d ı r . Içedoğma


("Hissetmek" b u r a d a , n e d e n ö y l e

o l d u ğ u irdelenmeksizin "bunun iyi

o l d u ğ u n u hissediyorum" d e n i l d i ğ i n d e k i

g i b i bir d e ğ e r l e n d i r m e işlevi
Düşünme
a n l a m ı n d a d ı r . ) Elbette her b i r e y d e

işlevler üst üste kesişmektedir. Bir

" A l g ı l a m a " i n s a n ı n d a Düşünme y a d a


Algılama Içedoğma
Duygu yanları neredeyse a y n ı

d e r e c e d e güçlü (ve " i ç e d o ğ m a " en

zayıf) olabilir.
Hissetme

60
yani düşünen insanlar bulunduğunu da gördüm. bilmek için zahmet etmezse ve bunların göreceli­
Aynı ölçüde zeki olan başkaları ise yollarım hisse­ ğini kabul etmezse, ne hastasının ruhsal durumu
derek arayıp bulmaktadırlar. " D u y g u " açıklanma­ hakkmda yeterli bilgi alabilir ne de onun varlığını
sı gereken bir deyimdir. Örneğin "duyarlık" anla­ yeterince derin bir bakışla görebilir. Hastadan,
mında (Fransızca sentiment gibi) duygudan söz analizi yapanın görüşünü dinlemesi ve ciddiye al­
edilmektedir. Bu sözcük aynı zamanda bir sezgi ması beklenir. Hasta da aynı şeyi hekimden bek-
için de kullanılabilir. Ya da "bana öyle geliyor leyebümelidir. Böyle bir ilişki vazgeçilemezdir.
ki..." anlarrunda da kullanılabilir. A m a gene de analizi yapanın bazı kuramsal bek­
Duygu sözcüğünü, "düşünce"nin karşıtı olarak lentilerin yerine getirilmiş olduğu düşüncesinden
kullandığımda, hoş ya da nahoş, iyi ya da kötü gi­ çok, iş bir şeyi hastanın gerçekten anlayabilmesi­
bi bir değerlendirme biçimini kastetmekteyim. ne gelip dayanır. Hastanın analizi yapana karşı di­
Bu tanıma göre duygu, istenç dışı gelen bir emos- renci mutlaka yanlış olmayabilir; hatta hastada
yon değil, tıpkı düşünce gibi rasyonel, yani düze­ bir şeylerin "aydınlanmadığmm" kesin belirtisi
ne sokan bir işlev, buna karşılık sezgi ise irrasyo­ sayılmalıdır. Ya hasta henüz o noktaya ulaşma­
nel, yalnızca algılayan bir işlevdir. Sezgi, "önsezi" mıştır ya da yorum doğru değildir.
olarak, istençli bir aksiyonun ürünü değil, iç ve Başka insanların rüya simgelerini yorumlama
dış durumlara bağımlı, istenç dışı bir olaydır. Sez­ çabalarımız sırasmda çoğunlukla, anlayışımızdaki
gi daha çok ruhsal değil de fiziksel nedenlerden kaçınılmaz boşlukları projeksiyonlarımızla dol­
ileri gelen, objektif uyaranlara bağlı irrasyonel bir durma eğilimimiz bizi engeller. Yani analizi yapa­
olgu, duyumsal bir algılama gibidir. nın algılamalar inin, bunlardan çıkardığı sonuçla­
O halde, bilincin yönelim için kullandığı yar­ rın, rüya göreninkiyle aynı olduğunu samrız. Bu
dımcı araçlar gerçekte dört işlevden ibarettir: yanılgı kaynağını ekarte edebilmek için, daima
Duyum (yani duyumsal algılama) bir şeylerin var rüya ilişkisiyle sıkı temasta kalmakta ve rüyalar
olduğunu, düşünce bunun ne olduğunu, duygu üzerinde her t ü r l ü kuramsal tahmini karıştırma­
bunun hoş ya da nahoş olduğunu söyler ve sezgi makta ısrar ediyorum. Elbette rüyaların belirli bir
de onun nereden gelip nereye gittiğini belirtir. anlamı olduğu varsayımı bunun dışında kalır.
Elbette insan davranışlarının bu dört beürtisi, da­ B ü t ü n söylediklerimden, rüyaların yorumla­
ha birçokları arasında dört noktadır (diğerleri ör­ nabilmesi için her zaman geçerli bir kuralın ileri
neğin istenç gücü, mizaç, varsayım gücü, bellek sürülemeyeceği açıkça görülmüş olmalıdır. Rüya­
vb). Bunlar hiç de kesin olarak alınmamalıdırlar, ların b ü t ü n işlevinin, bilinçteki bazı eksiklik ve
ancak basit oluşları smıflandırılabilmeleri için ni­ çarpıklıkları telafi etmek olduğunu belirttiğimde,
rengi noktası olarak alınmalarım sağlıyor. Bunla­ bu düşüncenin özgün rüyaların özelliklerine son
rı, özellikle de çocukların anne babalarım, kadın­ derece verimli bir kapı açabileceğini söylemek is­
ların kocalarım tanımalarını istediğimde kullan­ tiyorum. Bazı olgularda bu işlev son derece açık
mak için çok faydalı buluyorum. K e n d i önyargıla­ olarak görülebilmektedir.
rınım anlaşılabilmesi için de bu belirgin noktalar Hastalarımdan biri kendini çok beğenmektey­
faydalıdır. O halde, bir başkasının rüyasını anla­ di. Tanıdıklarının, onun bu kendini beğenmişliği­
mak istiyorsa, insanın kendi ön kabullerini feda ne sinirlenmekte olduklarını da fark etmiyordu.
etmesi gereklidir. Bu da hiç kolay değildir, tersi­ Rüyasmda bir çukurda debelenip duran bir serse­
ne ahlaki bir gerilimi gerektirir. A m a analizi ya­ ri gördü. Rüyasmdaki bu görüntüyü, "İnsanın bu
pan, kendi konumunu eleştirel olarak aydınlata­ denli alçalması ne kadar çirkin!" diye yorumlu-
61
yordu. Bu rüya, bu sevimsiz görüntüyle, rüya gö­ B u , hastanın aşağılık duygularım üretmişti. Far­
rene, kendi işleri üzerine daha az böbürlenmesini kında olmadığı bu hezeyan, onun kendini çevre­
anlatmaya çalışıyordu. Aynı zamanda bir şey da­ sinin gerçeğinden izole etmesine yol açmış, baş­
ha ortaya çıktı; adamın yıkılmış olan, alkoük bir kaları için z o r u n l u olan görevlerden de kaçmabil-
kardeşi vardı. Rüyanın ortaya çıkardığına göre mesini sağlamıştı. Böylelikle bu yüksek davranış­
hasta, dıştan tepeden bakan tutumuyla, içinden larının gerçek büyük başarüarından ileri geldiğini
kardeşini kompanse etmekteydi. ne başkalarına ne de kendüıe ispat etmek zorun­
Bir başka olguda psikoloji bilgisiyle çok gurur­ daydı. Böylelikle tehlikeli bir oyun oynuyordu.
lanan bir kadın rüyasında hep bir başka kadını Rüyalar da çift anlamlı bir yoldan b u n u hatırlat­
görmekteydi. Gerçekte ise bu kadınla karşılaştı­ maya çalışıyorlardı. Napolyon ve Büyük İskender
ğında onu hiç mi hiç sevmemiş, onu kibirli, aşağı­ ile çok ahbap bir pozisyonda olmak, tam da kü­
lık, hilekâr biri olarak algüanuştı. Oysa rüyasmda çüklük kompleksi tarafından üretilebilecek tür­
bu kadm bir kız kardeş gibi dost ve sevimli görü­ den bir fantezidir. Denilebilir ki, rüya ne kastetti­
nüyordu. Hastam, gerçekte tahammül edemediği ğini neden açık ve doğrudan söylemiyor?
birisini neden bu derdi iyi gördüğünü bir türlü an- Bana da bu sık sık sorulmuştur. Kendime de
layamıyordu. Rüyaları ona, öbür kadına çok ben­ bu soruyu sorarım. Rüyalarm kesin ve tanımlayı­
zeyen bir yamyla gölgelenmekte olduğunu anlat­ cı bilgi vermekten kaçmmak için neler çevirdikle­
maya çalışıyordu. Kendisini çok iyi tanıdığım sa­ rini, asü noktayı nasü açık bıraktıklarım görmek
nan hastam, aslında rüyanın kendisinin iktidar beni her zaman şaşırtır. F r e u d psikemn, "sansür"
kompleksini göstermeye çalıştığını anlamakta adını verdiği özgün bir işlevi olduğunu varsayı­
güçlük çekiyordu. yordu. Rüyadaki imgelerin sansür yoluyla, rüya
Gözden kaçırdığımız, küçük gördüğümüz, bas­ gören bilinci rüyanın gerçek objesinden saptıra-
tırdığımız yalnızca kişüiğimizin gölgede kalan ta­ bilmek için böylesine bükülüp, tanınmaz dahası
rafı değüdir. O l u m l u özelliklerimize de sık sık ay­
nım yaparız. Çok mütevazı ve çekingen görünen,
sempatik davranışları olan bir adamı anımsıyo­
rum. En arkada olmaya her zaman razıydı, ama
fark edilmeden hep orada bulunmaya özen göste­
riyordu. Kendisine bir şey sorulduğunda daima
bilgisi vardı, ne ki düşüncelerini kabul ettirmek
için bir çabası olmuyordu. Yalnızca zaman zaman
belirli bir konunun daha yüksek bir düzeyden ele
alınmasının daha iyi olacağım belirtmekle yetini­
yor, bu noktada da açık konuşmuyordu. Rüyala­
rında hep, Napolyon ya da Büyük İskender gibi
önemli kişiliklerle karşılaşıyordu. Bu rüyalar apa­
çık, bir aşağüık kompleksim kompanse etmektey­
di. A m a bunların bir başka anlamı daha vardı.
"Böyle ünlü ziyaretçilerim olduğuna göre, nasıl
biri olmalıyım ben?" diye soruyordu rüya. Rüya­
lar gizli bir büyüklük hezeyanım göstermekteydi.
yanıltıcı hale getirildiğini ileri sürüyordu. Eleşti­ Rüyaların neden çoğunlukla analojilerle anla­
rel düşünceleri rüya görenden saklayarak onun tım yolunu seçtiğini, bir rüyanın neden bazen
uykusunu korumaktaydı. Aynı zamanda hoş ol­ öbürünün üzerine geçtiğini, uyanık yaşamımızın
mayan anıların anımsanmasının uyandıracağı şo­ mantığını, zaman ölçüsünü neden izlemediğini bu
ku da engellemekteydi. B e n bu konuda çok kuş­ gerçekten yola çıkarak anlayabiliriz. Rüyaların al­
kuluyum, çünkü rüyalar en az o sıklıkla u y k u y u dıkları biçim bilinçaltı için uygundur, çünkü b u n ­
bozarlar da. Daha çok, bilince yaklaştıkça psike- ların yapıldığı malzeme, bilinç eşiğinin altmda
nin bilinçdışı içeriği tanınmaz hale geliyor gibidir. tam olarak bu şeküde korunmaktadır. Rüyalar
Bilinçsizlik d u r u m u n d a düşünce ve imgeler, b i ­ uykuyu, Freud'un "kabul edüemez dilek" dediği
linçli halde olacaklarından daha düşük bir geri­ şeyden korumazlar. O n u n "kılık değiştirme" ola­
limle saklanmaktadır. Bilinçaltındayken düşünce rak tanımladığı, aslında bütün uyaranların bilinç-
ve imgeler duruluklarım, keskinliklerini yitirmek­ dışmda aldıkları biçimdir. O halde, bir rüya hiçbir
tedirler. Birbirleriyle ilintileri daha az düzenlidir; açık fikir ortaya çıkaramaz. Böyle yapmaya başlar
daha çok analojilerden ibaret olup, daha az rasyo­ başlamaz rüya, rüya olmaktan çıkar, çünkü o za­
nel ve bu yüzden de anlaşılmazdırlar. Bu d u r u m man bilinç eşiğini aşmış olur. Bu yüzden rüyalar,
ister yorgunluk ister ateş ya da zehirlerle ortaya bilinç için önemli olan noktaları atlayıp, daha çok
çıkmış olsun, bütün rüyaya benzer durumlarda bilincin kenar alanlarım, tam da yüdızların bir gü­
görülebilir. A m a herhangi bir şey bu imgelere da­ neş tutulması sırasında ortaya çıkan zayıf ışıkları
ha güçlü bir gerilim yüklerse, daha az bilinçsiz gibi ortaya çıkarırlar.
hale gelirler. Böyleükle bilinç eşiğine ne derdi Rüya sembollerinin büyük bölümünün, bilinç­
yaklaşırlarsa, kenarları o denli keskinleşir. li denetim olanaklarından kaçman bir psikenin

N e w York kenar m a h a l l e s i n d e

tamamen bitmiş bir içici. ( " O n the

Bowery" filminden; 1 9 5 5 ) . Böyle bir

figür kendini d i ğ e r l e r i n d e n üstün g ö r e n

bir adamın düşünde görünebilir.

Böylelikle onun bilinçdışı bilinçli

tutumunun tek yönlülüğünü k o m p a n s e

eder (solda).

"Kabus". İsviçreli ressam H e i n r i c h

Füssli'nin tablosu ( 1 8 . yy). H e r h a l d e

herkes bir kez düşünde korkarak

uyanmıştır. Düşlerimizin bilinçdışınm

içeriği karşısında g ü v e n d e o l m a d ı ğ ı

anlaşılıyor (sağda).

63
yanıltıcı hale getirildiğini ileri sürüyordu. Eleşti­ Rüyaların neden çoğunlukla analojilerle anla­
rel düşünceleri rüya görenden saklayarak onun tım yolunu seçtiğini, bir rüyanın neden bazen
uykusunu korumaktaydı. Aynı zamanda hoş ol­ öbürünün üzerine geçtiğini, uyanık yaşamımızın
mayan anıların anımsanmasının uyandıracağı şo­ mantığım, zaman ölçüsünü neden izlemediğini bu
ku da engellemekteydi. Ben bu konuda çok kuş­ gerçekten yola çıkarak anlayabiliriz. Rüyaların al­
kuluyum, çünkü rüyalar en az o sıklıkla u y k u y u dıkları biçim bilinçaltı için uygundur, çünkü bun­
bozarlar da. Daha çok, bilince yaklaştıkça psike- ların yapıldığı malzeme, bilinç eşiğinin altında
nin bilinçdışı içeriği tanınmaz hale geliyor gibidir. tam olarak bu şekilde korunmaktadır. Rüyalar
Bilinçsizlik d u r u m u n d a düşünce ve imgeler, b i ­ uykuyu, Freud'un "kabul edilemez dilek" dediği
linçli halde olacaklarından daha düşük bir geri­ şeyden korumazlar. O n u n "kılık değiştirme" ola­
limle saklanmaktadır. Bilinçaltındayken düşünce rak tanımladığı, aslında bütün uyaranların bilinç-
ve imgeler duruluklarım, keskinliklerini yitirmek­ dışında aldıkları biçimdir. O halde, bir rüya hiçbir
tedirler. Birbirleriyle ilintileri daha az düzenlidir; açık fikir ortaya çıkaramaz. Böyle yapmaya başlar
daha çok analojilerden ibaret olup, daha az rasyo­ başlamaz rüya, rüya olmaktan çıkar, çünkü o za­
nel ve bu yüzden de anlaşümazdırlar. Bu d u r u m man bilinç eşiğini aşmış olur. Bu yüzden rüyalar,
ister yorgunluk ister ateş ya da zehirlerle ortaya bilinç için önemli olan noktaları atlayıp, daha çok
çıkmış olsun, bütün rüyaya benzer durumlarda bilincin kenar alanlarım, tam da yüdızlarm bir gü­
görülebilir. A m a herhangi bir şey bu imgelere da­ neş tutulması sırasında ortaya çıkan zayıf ışıklan
ha güçlü bir gerilim yüklerse, daha az bilinçsiz gibi ortaya çıkarırlar.
hale gelirler. Böylelikle bilinç eşiğine ne denli Rüya sembollerinin büyük bölümünün, bilinç­
yaklaşırlarsa, kenarları o denli keskinleşir. li denetim olanaklarmdan kaçınan bir psikenin

N e w York kenar m a h a l l e s i n d e

tamamen bitmiş bir içici. ( " O n the

Bowery" filminden; 1 9 5 5 ) . Böyle bir

figür kendini d i ğ e r l e r i n d e n üstün g ö r e n

bir adamın düşünde görünebilir.

Böylelikle onun bilinçdışı bilinçli

tutumunun tek yönlülüğünü k o m p a n s e

eder (solda).

"Kabus". İsviçreli ressam Heinrich

Füssli'nin tablosu ( 1 8 . yy). H e r h a l d e

herkes bir kez düşünde korkarak

uyanmıştır. Düşlerimizin bilinçdışının

içeriği karşısında g ü v e n d e o l m a d ı ğ ı

anlaşılıyor (sağda).
gösterileri olduğu unutulmamalıdır. A n l a m ve muna, yani egosunun durumuna bağlıdır. Eğer
amaca uygunluk yalnızca bilincin öncelikli hakkı rüya gören kendi değerini olduğundan yüksek
değildir. A n l a m ve amaca uygunluk, bütün canlı konumlandırıyorsa, düşüncelerin çağrışmayla el­
doğada vardır. Organik ve psişik gelişim arasında de edüen materyale bakarak, rüya görenin hayal­
ilkesel olarak bir farklılık yoktur. B i r bitkinin çi­ lerinin ne kadar uygunsuz ve çocukça olduğu,
çek açması gibi, psike de simgelerini ortaya çıka­ bunların ebeveynine eşit ya da onlardan üstün ol­
rır. Her rüya bu sürecin bir kanıtıdır. duğu şeklindeki çocukluk dileklerine ne kadar
İçgüdüsel güçler, her türden sezgi, dürtü ve bağlı olduğu kolaylıkla gösterilebilir. B u n a karşı­
öbür anlık süreçler gibi, rüyalar yoluyla da bilin­ lık eğer bir değersizlik duygusunun rüya görenin
cin işlevlerini etkilemektedirler. Bu etkinin olum­ kişiliğindeki her olumlu yönü boğduğu bir aşağı­
lu mu olumsuz mu olacağını, bilinçdışının o sıra­ lık kompleksi söz konusuysa, o zaman kendisine
daki içeriği tayin eder. Bilinçdışı normalde bilinç­ ne kadar çocuksu, gülünç ve şaşkın olduğunun
li olması gereken birçok şey içeriyorsa, o zaman açıklanmasıyla daha da alçaltmak son derece
işleve olumsuz bir etki yapabilir. Gerçek içgüdü­ yanlış olur. Bu onun aşağılık duygusunu korkunç
lerle ilgisi olmayan, varlıklarım ve ruhsal önemle­ tırmandırır, üstelik tedaviye karşı hiç hoş olma­
rini, bastırılma ya da kaale alınmama yoluyla bi­ yan, gereksiz bir direnç ortaya çıkarır.
linçdışı kılınmış olmalarına borçlu olan motifler Her duruma uygulanabilecek hiçbir psikotera­
ortaya çıkar. Normal bilinçdışı psikeyi böylece pi tekniği ya da öğretisi yoktur, çünkü tedaviye
doldurur ve onun temel sembol ve motifleri ifade alman her olgu özeldir ve kendi koşullarına sahip­
etme eğilimini kısıtlamış olurlar. Ruhsal bozuk­ tir. Dokuz yıl boyunca tedavi etmek zorunda kal­
lukların nedenleriyle uğraşan bir analizci için, dığım bir hastamı anımsıyorum. Yurtdışında ya-J
hastalarından neyi istemedikleri ya da neden sadığı için onu yılda yalnız birkaç hafta görebili­
korktukları hakkında gönüllü bir açıklama almak yordum. Daha en başından beri onun zorluklan-
önemlidir. run nerede olduğunu biliyordum ama gerçeğel

Bu yöntem kiliselerdeki, çağdaş psikolojik yaklaşmak için en küçük bir girişimin, aramızda I

tekniklerin bazı bakımlardan taklit ettikleri, gü­ tam bir kopmaya neden olacak şiddetli bir savuıtl

nah çıkarmayı andırır. B u n u n l a birlikte uygula­ ma reaksiyonuyla karşılaşacağım da fark etmiş­

mada, aşırı aşağılık kompleksinin ya da karakte­ tim. Hoşuma gitse de gitmese de ilişkimizi koru­
rin ciddi güçsüzlük hislerinin, hastanın kendi ye­ mak için elimden geleni yapmalı, rüyalarıyla des­
tersizliği ile doğrudan karşılaşabilmesini çok zor­ teklenen ve konuşmalarımızı nevrozunun kökle­

laştırdığı hatta olanaksızlaştırdığı görülür. Bu r i n d e n uzaklaştıran sapmalarını izlemeliyd

yüzden çoğunlukla, başlangıçta hastaya pozitif Konudan o kadar uzaklaşıyorduk k i , kendimi sık

görüşler vermeyi daha faydalı buluyorum; böyle­ sık hastamı yanıltmakla suçluyordum. Onu sert

likle hasta, acı verecek bilgilere ulaştığında ken­


disine yardım edecek bir güven duygusu kazan­
mış olur.
Örneğm bir kimsenin kendisini İngiltere K r a l i -
çesi'yle çay içerken ya da Papa'yla ahbaplık eder­
W a l t e r M i t t y ' n i n kendi küçüklük
ken gördüğü bir " k e n d i n i yüceltme" rüyasmı ele
duygusunu k o m p a n s e ettiği kahramanlj
alalım. Eğer rüya gören şizofren değilse simgele­ düşleri ( 1 9 4 7 ' d e James Thurber'in biri

rin pratikteki yorumu onun o andaki ruhsal duru­ öyküsünden çevrilen bir filmden) (sağa
bir şekilde kendiyle yüzleştirmekten beni alıko­ yoldan yürümesinin zorunlu olduğunu gösteri­
yan tek şey d u r u m u n u n yavaş yavaş düzelmekte yordu. Başlangıçtaki şok o denli ağırdı ki hasta
oluşuydu. bunu tek basma taşıyamıyordu. B u n u n için bir
Sonunda, onuncu yılda hasta iyileşmiş oldu­ başka insanın yardmuna gereksinimi vardı. Tera­
ğunu, bütün nörotik belirtilerden kurtulduğunu pinin görevi de bir klinik kuranım ispatından çok
bildirdi. Şaşırmıştım, çünkü kuramsal olarak d u ­ daha önemli olan güven ilişkisine yavaş yavaş
rumu iyileşemezdi. B e n i m şaşkınlığımı fark etti­ ulaşmaktı.
ğinde gülümseyerek "Size her şeyden önce d u ­ B u n a benzer olgulardan, yöntemimi hastaların
yarlılığınız ve bitmeyen sabrınız için teşekkür et­ gereksinimlerine uydurmayı, özgün bir olguda
meliyim" dedi; "çünkü nevrozumun utanç veren belki hiç kullanılamayacak olan genel kuramsal
nedeniyle başa çıkmamda bana siz yardım ettiniz. konulara fazla dalmamayı öğrendim. İnsan doğa­
Şimdi artık size buna ilişkin her şeyi söyleyebile­ sı hakkmda altmış yıllık pratik deneyimle elde
cek durumdayım. B u n u , yapabilseydim, daha ilk edilmiş bilgüerim, bana her olguyu yeni bir olgu
buluşmamızda size söylerdim. A m a bu benim si­ olarak ele almayı, daima bireysel bir yaklaşıma
zinle olan ilişkimi mahvederdi; o zaman ben ne çabalamayı öğretmiştir. Bazen çocuksu olgu ve
olurdum? On yıl boyunca size güvenmeyi öğren­ fanteziler üzerinde derinlemesine incelemelerde
dim; güvenini geliştikçe d u r u m u m da düzeliyor- bulunmaktan çekinmem, hemen arkasından gene
du. Bu uzun süreçte kendime güvenimi geni ka­ en yukarıdan başlarım; bu beni kenarda köşede
zandım. Artık beni hasta eden sorunu konuşabi­ kalnuş metafizik spekülasyonlara götürse bile!
lecek kadar güçlüyüm." Her şey, hastanın özgün dilini öğrenmeye, onun

Ardından sorununu bana bütün çıplaklığıyla bilinçdışını, kendisinin el yordamı üe gün ışığma

açıkladı. İtirafı, tedavinin neden böyle garip bir çıkarabilmeye bağlıdır. Bazı olgular şu, öbür olgu-

G o y a t a r a f ı n d a n yapılmış o l a n "Tımarhane". S a ğ

taraftaki "Kral" ve " K a r d i n a l " dikkati çekiyor.

Şizofreni sıklıkla kendini yüceltme biçimini alır.

65
lar ise bu yöntemi gerektirebilirler. B u , özellikle görenler en başta gidiyor, bir su hendeğinin üze-
de sembollerin yorumunda geçerüdir. İki farklı rinden kolaylıkla atlıyor, onları izlemekte olanlar
kimse birbirinin neredeyse aynı olan rüyaları gö- ise hendeğe düşüyorlardı. Rüyayı gören yaşlı
rebilirler. A m a , örneğin b i r i genç, öbürü yaşlıysa, adam, rüya sırasında hastaydı ve söz dinlemediği
sorunları da farklıdır ve her i k i rüyayı aynı şekil- için gerek hekimine gerekse hemşireye, bir dolu
de yorumlamak saçma olur. zorluk çıkarmaktaydı. Apaçıktı ki rüya, genç ada-
Örnek olarak, geniş bir alanda atla yarışmakta ma ne yapması gerektiğini belirtip cesaret verir-
olan bir grup gencin göründüğü bir rüya aklıma ken, yaşlı adama ne yaptığım, ne gibi zorlukların
geliyor. Bana rüyayı anlatan genç adam dikkatli, kendisini beklediğini göstermeye çalışıyordu. Bu
içedönük bir tipti. Aynı rüyayı aktif, girişken bir örnek, rüya y o r u m u n u n kişisel d u r u m a ne ölçüde
yaşam sürmüş olan gözü pek karakterli yaşlı bir bağlı olduğunu göstermektedir,
adamdan da dinlemiştim. Her ikisinde de rüyayı

Bu müze sergisinin gösterdiği g i b i insan

fetusu d i ğ e r hayvanları andırır ve böylece

insanların fizik gelişiminin kanıtını verir.

Psike'de bir " e v r i m " geçirmiştir. M o d e r n

insanların Jung'un arketipsel resimler olarak

a d l a n d ı r d ı ğ ı kimi bilinçdışı içerikleri, eski

ç a ğ l a r d a k i insanların ruhsal ürünlerini

andırır.

66
Rüya sembolizminde arketip

Daha önce belirttiğim gibi, rüyaların telafi amacı­ ri, "kolektif imgeleri" ve mitolojik motifleri ara­
na hizmet ettiğini öne sürüyorum. Bu varsayım, sında benzer analojileri tanıyabilir.
rüyaların bilinçdışı tepkileri ve anlık dürtüleri bi­ Biyologun karşüaştırmalı anatomi büfmine ge­
lince taşımakta olan, normal ruhsal olaylar oldu­ reksinimi gibi, psikolog da " r u h u n karşüaştırmalı
ğunu kabul etmektedir. Rüyaların çoğu, rüya gö­ anatomisi" olmaksızın fazla ilerleyemez. Psikolog
ren kişinin rüyada görülenin içeriğini zenginleşti­ yalnız rüyalar ile bilinçdışmm öbür ürünleri hak­
recek, aydınlatacak olan çağrışımlarının yardı­ kında zengin ve yeterli bilgi sahibi olmakla yetin­
mıyla yorumlanabilir. Bu yöntem, normal olarak memeli, mitolojik bügiye de sahip olmalıdır. Bu
bir akraba, bir arkadaş ya da bir hasta, bunu bir cephane olmadan, bir obsessif-kompulsif nevroz
söyleşi sırasmda anlatırsa daima uygundur. A m a ile klasik bir c i n çarpması arasındaki önemli ana­
acı veren ve duygu yüklü rüyalar söz konusu ol­ lojileri kavrayamaz.
duğunda, çoğu zaman rüya görenin çağrışımları, " A r k e t i p l e r " ya da "öz resimler ( U r b i l d ) " admı
doyurucu bir yorum için yetmez. Böyle d u r u m ­ verdiğim "arkaik kalıntüar" üzerine olan düşün­
larda, ük olarak F r e u d tarafmdan gözlemlenmiş, celerim, rüya psikolojisi ve mitoloji hakkında ye­
yorumlanmış olan, rüyalarda sık sık rüya görenin terli bügisi olmayanlarca hep eleştirilmiştir. " A r ­
kişisel deneyimlerinden çıkartılamayan eleman­ ketip" deyimi, çoğunlukla belirU bir mitolojik i m ­
ların ortaya çıktığı gerçeğini anımsamamız gerek­ ge ya da motif olarak yanlış anlaşılıyor. A m a bu
mektedir. F r e u d ' u n "arkaik kalıntılar" adını ver­ tür imgeler ancak bilinçli tasavvurlardır; böyle
diği bu elemanlar, insan ruhunda doğuştan geli­ değişken resimlerin kahtsal olarak aktarüabüece-
yormuş gibi görünen ruhsal biçimlerdir, insan vü­ ğini düşünmek saçma olur. Arketip, bir motifin
cudu, her birinin ardında uzun bir gelişim öyküsü bu türden temsili resimlerini oluşturma eğilimli­
olan bir sürü orgamn müzesi gibi olduğuna göre, dir. Bu temsili resimler, temel yapıları değişmek-
aynı şekilde r u h u m u z u n da böyle örgütlenmiş ol­ sizin ayrıntüarda çok büyük farklüıklar gösterebi­
duğunu düşünebiliriz. İçinde bulunduğu vücut gi­ lir. Örneğin düşman kardeşler motifinin birçok
bi o da tarihten yoksun bir ürün değildir. " T a r i h " çeşitli temsili vardır ama temel şema hep aynı
derken, ruhumuzun kendi geçmişiyle sözel ya da kalmaktadır.
diğer kültürel gelenekler açısından olan ilişkisini
B e n i eleştirenler, benim "kahtsal olarak edinil­
kastetmiyorum. Ruhsal oluşumları henüz hay-
miş tasavvurlar" demek istediğimi sanmakta, bu
vanlarınkine çok benzemekte olan arkaik insanla­
nedenle de arketip fikrini yadsımaktadırlar. Bu
rın ruhlarının biyolojik, prehistorik, büinçdışı ge-
arada, eğer arketipler bilinçli tasavvurlar olsaydı
üşimini kastediyorum. Tıpkı vücudumuzun yapı­
onları aracısız olarak anlayabilmemiz gerekeceği
şırım sürüngenlerin anatomik modeline dayalı ol­
gerçeğini gözden kaçırmaktadırlar. Oysa bunlar
ması gibi, bu sonsuz eski "psike" de ruhumuzun
bilincimizde ortaya çıktıklarında çoğunlukla şaşı­
esasını oluşturur. A n a t o m i c i l e r i n , biyologların
rıyor, anlayamıyoruz. Gerçekte bunlar, kuşların
alışmış gözleri vücudumuzda o eski modelin pek
yuva yapmaları ya da karıncaların örgütlü toplu­
çok izini bulur. R u h u n deneyimli araştırıcısı da
luklar kurmaları cinsinden içgüdüsel bir eğilim­
modern insanların rüyalarıyla ilkel r u h u n ürünle­
den ibarettir.
insanların bilinçdışı arketipsel resimleri de

formasyon oluşturan g ö ç m e n kuşların yetisi,

karıncaların örgütlü toplumlar kurma yetisi

ve k o v a n a besi k a y n a ğ ı n ı n tam yerini

bildiren arıların dansı k a d a r içgüdüsel

d o ğ a d a d ı r . Bir profesör, kendisinin hiç

g ö r m e d i ğ i eski bir kitaptaki a ğ a ç gravürün

a y n ı o l a n bir düş görmüştü.

Kitabın k a p a k sayfası (sağda). O n u n

y a n ı n d a eril ve dişil prensiplerin

birleşmesini simgeleyen bir başka a ğ a ç

gravür (en s a ğ d a ) .

68
Bu arada içgüdülerle arketipler arasındaki iliş­ profesörü çok i y i anımsıyorum. T a m bir panik
kiyi de anlatmalıyım: İçgüdü dediğimiz duyuları­ içinde bana gelmişti. B e n yalnızca 400 yıllık bir
mızla algılayabüdiğimiz fizyolojik uyaranlardır. kitabı raftan çektim, tam da aynı görüntüyü gös­
Ama aynı zamanda fanteziler şeklînde ortaya çı­ teren bir gravürün basüı olduğu sayfayı göster­
kar ve varlıklarım da çoğu zaman sembolik resim­ d i m . " K e n d i n i z i r u h hastası sanmanıza gerek yok"
lerle belli ederler. B e n i m arketip adım verdiğim, dedim, "bakın size görünen hayal 400 yıl önce b i ­
işte bu içgörüntülerdir. Kökenleri ise bilinme­ le biliniyordu". B u n u n üzerine bitkin, ama artık
mektedir. Görünen her zaman, yeryüzünün her tamamen normal olarak koltuğuna yığılıp kaldı.
tarafında ortaya çıkıyor olmalarıdır. Bunların Çok önemli bir örneği kendisi de psikiyatrist
doğrudan atalardan gelerek mi yoksa göçler so­ olan bir adam getirmişti. Günün birinde, on ya­
nucu bir "çapraz dölleme" ile mi oluştuğu henüz şındaki kızının eliyle yazıp Noel için kendisine ar­
araştırılmaya muhtaçtır. mağan ettiği bir kitapçıkla geldi. İçinde kızcağızın
KendUerinin ya da çocuklarının rüyalarım an­ sekiz yaşmdayken görmüş olduğu bir dizi rüya
layamadıkları için bana başvurmuş olan birçok k i ­ vardı. Bunlar benim o zamana kadar gördüğüm
şiyi anımsıyorum. Rüyalarının dilini bir türlü an­ en üginç rüya dizişiydi, babanın şaşkınlığını da
layamıyorlardı. B u n u n nedeni rüyalarm, k e n d i çok i y i anlayabüiyordum. Çocukça da olsa ürkü­
hatırlayabildikleri ya da çocuklarına uyan bir şey­ tücüydüler, baba için ise hiç anlaşüamaz imgeler­
le bir türlü bağlantısını kuramadıkları imgeler le doluydular. Motifleri aşağıda sıraladım:
içermesiydi. Oysa bu kimselerin kimileri yüksek 1. "Kötücül hayvan", bir dolu boynuzları olan
eğitim görmüştü dahası birkaçı da psikiyatristti. yüan benzeri bir canavar bütün öbür hayvanları
Birdenbire bir hayal görmüş, bu yüzden de öldürüp yutmaktadır. A m a tanrı dört köşeden
kendim ruh hastası olarak kabul etmiş olan bir dört ayrı tanrı biçiminde çıkagelir ve ölü hayvan-

69
lara yeniden yaşam verir. 7. Sarhoş bir kadın suya düşer, oradan yenilen­
2. Cennete doğru bir uçuş; orada putperest miş ve ayık olarak çıkar.
danslarıyla bir şeyler kutlanmaktadır. Sonra ce­ 8. Sahne Amerika'dır; bir sürü kişi bir karınca
henneme doğru inilir; orada da melekler iyi şey­ yuvasının üzerinde yuvarlanıp durmaktadır. Ka­
ler yapmaktadır. rıncalar onlara saldırır. Rüyayı gören kızcağız pa­
3. B i r dolu küçük hayvancık kızı korkutmakta­ nik içinde bir ırmağa düşer.
dır. Bu hayvanlar inanılmaz düzeyde büyümeye 9. Ayın üzerinde bir çöl vardır; rüyayı gören kız
başlarlar ve bunlardan biri kızı yutar. bu çölün kumlarına batarak o denli derine gider
4. Minik bir fareciğin içinden sırayla kurtçuklar, ki sonunda cehenneme gelir.
yılanlar, balıklar ve insanlar geçerler. Sonunda fa­ 10. Bu rüyada kız ışıklı bir top görmektedir. Do­
re insan haline gelir. B u , insanın kökenlerinin kununca ondan dumanlar yükselir. B i r adam ge­
dört evresini göstermektedir. lir ve kendisim öldürür.
5. Küçük bir su damlacığı mikroskopla bakılır 11. Kız tehlikeli bir hastalığa yakalandığım gör­
gibi görülmektedir. Kız su damlasının dallarla do­ mektedir. Derisinin içinden birdenbire kuşlar çı­
lu olduğunu görür. B u , dünyanın kökenini göster­ kar ve kendisim tamamen örterler.
mektedir. 12. Sivrisinek bulutları güneşi, ayı ve yıldızlan
6. Yaramaz bir oğlanın elinde bir çamur topağı karartmaktadır. Yalnız bir yıldız kalır ve bu tek
vardır. B u n d a n küçük parçalar koparıp gelen ge­ yıldız kızın üzerine düşer.
çene fırlatır. Böylece herkes hastalanır. Kısaltılmamış orijinal metinlerinde her rüya
Küçük kızın ilk düşündeki (s. 6 9 ) arketipsel

motiflerin paralelleri. Isa A d e m ' i n mezarı

üzerinde ç a r m ı h a geriliyor. Y e n i d e n d o ğ u m

konusunun bir simgesi. Yeni A d e m o l a r a k

Isa (Strasburg Manastırı) (solda).

Navahoların bir kumresmi d ü n y a n ı n dört

köşesini, boynuzlu başlarla gösteriyor (üstte).

İngiliz taç g i y m e töreninde (Kraliçe II.

Elisabeth, 1 9 5 3 ) halk Westminster

Katedrali'nin dört portaline yerleşmiştir

(sağda).

bir masal gibi "evvel zaman içinde; bir varmış, bir


yokmuş" diye başlıyordu. Bu sözcüklerle kızcağız,
her rüyanın babasma Noel hediyesi olarak anlat­
masını istediği bir masal olduğunu göstermek isti­
yordu. Babası rüyaları içeriklerine göre yorumla­
maya çalışmıştı. A m a hiçbir kişisel bağlantı nokta­
sı bulamadığı için becerememişti.
Bu rüyalarm bilinçli uydurulmuş olduğu olası­
lığı, ancak çocuğun doğruluğundan emin olacak
kadar onu tanıyan birisi tarafından giderilebilirdi.
Aslında rüyalar yalnızca fantezi bile olsalar, araş­
tırmak için pek çok uyaran içermekteydiler. Bu
olayda baba rüyaların gerçekliğinden emindi, be­
nim de bundan kuşku duymam için hiçbir neden
yoktu. Küçük kızı tanıyordum gerçi ama babasına
rüyalarım vermeden önce onun hakkında sorular
sormak için fırsatım olmamıştı. Kız başka bir ülke­
de oturuyordu ve o Noel'in hemen ardından bir
enfeksiyon hastalığı sonucu öldü.

71
Bu rüyalar olağanüstü gariptir. İzlenen düşün­ Çocuğun bu düşünceleri dini eğitimi nedeniy­
ce felsefi niteliktedir. Örneğin ilk rüya öbür hay­ le tanıdığı düşünülebilir. A m a dinsel geçmişi ger­
vanları öldüren kötü bir hayvandan söz etmekte­ çekte çok önemsiz boyuttaydı. Ebeveyni gerçi is­
dir. A m a tanrı onlara tanrısal bir Apokatastasis, men Protestan'dı ama i n c i l ' i yalnız söylentilerden
yani yeniden yaratış ile yaşamı geri vermektedir. biliyorlardı. Çocuğa, zaten az bilinen Apokatasta­
Batı dünyasında b u , Hıristiyan geleneği yoluyla sis tablosunun öğretilmiş olması özellikle olanak­
bilinen bir imgedir. Evliyalarm işleri arasında (II- sızdı. Babası bu mistik tasavvuru kesinlikle hiç
I: 21) görülebilir: " H e r şey yeniden yaratümcaya işitmemişti. 12 rüyanın dokuzunda bu yok olup
kadar cennet onu (Mesih) kabul edecektir..." E r ­ yeniden var olma teması vardı. Dahası bu rüyala­
ken Yunan kilise önderleri, örneğin Origenes, rın hiçbirinde özgün Hıristiyan eğitim ve etküeri-
özellikle zamanın sonunda, kurtarıcıyla her şeyin nin izi bulunmuyor. Hatta tam tersine ilkel mit­
en eski ve tam durumuna geri getirileceği varsa­ lerle yakın bağlantılılar. Bu bağlantı 4. ve 5. rüya­
yımı üzerinde dururlardı. A m a Matta'ya göre de da beliren "kozmogonik mit" (dünyanın ve insan­
(XVII: 11) zaten eski bir Yahudi söylencesi vardı: ların yaradılışı) ile doğrulanıyor. Aynı bağlantı Bi­
İlyas "gerçekten gelecek ve her şeyi yeniden rinci Korint mektubunda (XV: 22) da görülmek-
oluşturacaktır". İlk Korint mektubu da (XV: 22) tedir ki bunu da az önce belirttim. Görüldüğü gi­
aynı tasavvura gönderme yapar: "Ademde olduğu bi onda da A d e m ve Mesih, ölüm ve diriliş birbir­
gibi hepsi ölecek ve Mesih ile hepsi yeniden yaşar leriyle bağlantılıdır.
kılınacaktır." Genel Kurtarıcı Mesih tasavvuru, canavar ta-

Kahraman-tanrı K a r g a bir b a l i n a n ı n

k a r n ı n d a (Amerika'nın pasifik

kıyılarındaki H a i d u yerlilerinden) küçük

kızın ilk düşündeki büklümlü c a n a v a r a

uyuyor (üstte).

Küçük kızın ikinci düşü ( C e h e n n e m d e k i

meleklerle cennetteki kötücül ruhlar)

görünüşe g ö r e her a h l a k ı n g ö r e c e l l i ğ i

düşüncesini c a n l a n d ı r ı y o r . A y n ı tasarım,

hem şeytan hem de ışığın p a r ı l d a y a n

taşıyıcısı Lucifer o l a n düşmüş meleğin ikili

y a n ı n d a da vurgulanır (sağda). Bu zıtlar,

tanrı figüründe de görülür. (Blake'in bir

ç i z i m i n d e ) : Eyüb'e bir düşte bir şeytanın

çatallı t o y n a ğ ı ile görünüyor (en s a ğ d a ) .

72
rafından yutulan, ama kendisini öldüren canavarı temaları elbette tanrı, melek, cennet, cehennem,
öldürüp mucizevi şekilde yeniden ortaya çıkan kötü ve şeytan gibi tasavvurlarla oluşturulmuş da
kahraman ve kurtarıcı ile ilintili olarak, Hıristi­ olabilir. A m a bunların bu çocuğun rüyalarında ele
yanlık öncesi yaygın olan bir temaya aittir. Bu alınış tarzı ve yolu hiç de Hıristiyan olmayan bir
motifin hangi kökenden kaynaklandığını, ne za­ kökene işaret etmektedir.
man ortaya çıktığını kimse bilmiyor. Hatta bu ko­ Tanrının bulunduğu ilk rüyaya bakalım. Bura­
nuyu araştırmaya nereden başlayacağımızı dahi da aslında "dört köşeden" gelen dört tanrıdan
bilmiyoruz. Bilinen, her kuşağın bunu eski kuşak­ oluşan bir "tanrı"dan söz edilmektedir. Hangi
lardan naklen öğrendiğidir. Olasılıkla bu, insanın dört köşeden? Rüyada bir odadan söz edilmiyor.
bir kahraman mitine sahip olduğunu henüz bil­ Resimde de bir odaya yer yok, çünkü apaçık bir
mediği bir zamandan, yani söylediğini henüz dü­ şekilde kozmik bir olay söz konusu. "Quaternité"
şünmediği bir çağdan kalmadır. Kahraman figü­ (Dörtlük) elemam, oldukça garip bir düşünce ol­
rü, düşünce öncesi çağlardan beri var olan bir ar- makla birlikte, birçok d i n ve felsefede büyük bir
ketiptir. rol oynamaktadır. Hıristiyan dininde bunun yeri­
Arketiplerin çocuklar tarafından üretilmesi ne "Trinité" (Üçlük-Teslis) geçmiştir. Bu kavramı
özellikle dikkat çekicidir. Çünkü çocukların tarih­ da çocuk olasılıkla daha iyi bilmekteydi. A m a b u ­
sel nakiller ile hiçbir doğrudan bağlantıları yok­ günün orta sınıf ailelerinde kimin ilahi bir dört­
tur. Bu olguda da Hıristiyan geleneği ile ilişki an­ lükten haberi vardır? Bu düşünce ortaçağın her-
cak çok yüzeysel olarak bulunuyordu. Hıristiyan metik felsefesinde ise oldukça tanıdıktı. Ancak
18. yüzyılın başlarında sona erdi, en az i k i yüzyıl­ hasına uygun böylesine devrimci bir tasavvuru
dan beri de tümüyle kullanım dışı. P e k i ama b u ­ nereden bulmuştur?
nu küçük kız nereden alabilmişti? İshak Peygam- Bu sorular bizi yeni bir soruya götürür: Bu rü­
ber'in vizyonundan mı? A m a Serafim'i tanrı ile yaların nasıl bir telafi anlamı olabilir k i , küçük kı­
özdeşleştiren hiçbir Hıristiyan öğretisi yoktur. zın Noel'de babasına armağan edecek kadar
Aynı soru boynuzlu yüan için de sorulabilir. önem vermesine yol açmış olsun?
Gerçi İncil'de, örneğin Vahiyler Kitabı'nda birçok Rüyayı gören eğer ilkel bir büyücü olsaydı bu
boynuzlu hayvandan söz edilmektedir. A m a bun­ rüyaların ölüm, dirilme ya da yeniden yaratılma,
lar, en önemlileri canavar olsa bile (Canavar an­ dünyanın orijini gibi felsefi motiflerin görünebilir
lamına gelen Yunanca drakon sözcüğü, kelime varyasyonları olduğu düşünülebilirdi. A m a bu tür
anlamıyla yılan demektir) hep dört ayaklıdır. rüyalar, kişisel düzeyden yorumlanmak istendi­
Boynuzlu yüan, 16. yüzyüın L a t i n simyasında, ğinde umutsuzca zorlaşır. Bunlarda kuşkusuz
Merkür'ün ve civarım simgesi ve K u t s a l Üçlüğün "kolektif resimler" vardır ve ilkel kabilelerde er­
karşıtı olarak, Quadricornutus Serpens (Dört kekliğe geçişten önce anlatılanlarla belirli bir
boynuzlu yılan) adıyla görülür. Ama benim sapta­ analojileri bulunmaktadır. Bu dönemlerde o
yabildiğim kadarıyla bu bügi yalnızca bir yazarda gençlere tanrıların işleri ya da hayvanları yara­
bulunmaktadır ve bu çocuğun onu tanıma olasılı­ tanlar anlatılır, dünyamn ve insanların nasü yara­
ğı da yoktu. tıldığı, dünyanın sonunun mutlaka geleceği ve

İkinci rüyada kesinlikle Hıristiyanlık dışı olan ölümün ne demek olduğu öğretilirdi. Hıristiyan

ve bilinen değerlerin tersine çevrilmesini, örne­ cemaatlerde de gençlere aşağı yukarı benzeri bir

ğin cennette putperestlerin danslarını, cehen­ öğretim verilir. A m a insanların çoğu bu şeylerin

nemde iyilik yapan melekleri içeren bir motif bu­ üzerinde ancak yaşlandıklarında, ölüm yaklaştı­

lunmaktadır. Bu simge moral değerlerin göreceli­ ğında yeniden düşünürler.

ğini göstermektedir. Bu çocuk, Nietzsche'nin de­ Küçük kız tesadüfen her i k i duruma aynı anda

Küçük kızın düşlerinde (s. 6 9 ) , ilkel

olgunluk törenlerinde g e n ç l e r e verilen

dersleri a n d ı r a n yaratılış, ölüm ve yeniden

d o ğ u ş simgeleri var. Bir N a v a h o töreninin

sonu: K a d ı n l ı ğ a a d ı m a t a n bir g e n ç kız,

meditasyon için ç ö l e g i d i y o r (solda).

Ö l ü m v e y e n i d e n d o ğ u ş simgeleri,

y a ş a m ı n s o n u n d a , ölümün gölgesi

düştüğünde görülen r ü y a l a r d a d a ortaya

çıkar. G o y a ' n ı n son t a b l o l a r ı n d a n biri:

Karanlıktan ç ı k a n g a r i p figür, belki bir

köpek, ressamın ölüm sezgisi o l a r a k

yorumlanabilir. Birçok mitolojide, köpek,

ölüler d i y a r ı n a götüren kılavuz olarak

o r t a y a çıkar (sağda).
girmişti; ergenliğe ve aynı zamanda yaşamının so­ yanda bir mezar, öbür yanda yeniden diriliş, yani
nuna yaklaşmaktaydı. Normal bir yetişkin yaşa­ ölümden sonsuz yaşama geçiş temsü edilmekte­
mının başlangıcım işaret eden çok az şey vardır, dir.
hatta hemen hiç yoktur; ama yok olma ve yeni­ Çocuğa düşlerin verdiği fikirler bunlardı. B u n ­
den var olma konusunda birçok anlatım bulun­ lar ilkellerin erkeküğe geçiş törenlerinde ya da
maktadır. Rüyaları ilk okuduğumda gerçekten Zen B u d i z m ' i n i n Koan'larmda olduğu gibi, kısa
yaklaşan bir felaketin habercisi oldukları duygu­ öyküler halinde bir ölüme hazırlıktı. Böyle bir
sunu aldım. B u n u n nedeni çok özgün telafi ka­ mesaj, sıkı Hıristiyan öğretisine yabancıdır. E s k i
rakteriydi. Buna simgelerden varıyordum. B u , bu ilkel düşüncelere daha yakın durmaktadır. Kö­
yaşlardaki bir kız çocuğunun bilincinden bekle­ kenlerinin, tarihi gelenek dışmda tarih öncesi
nebileceklerin tam tersiydi. çağlardan beri yaşam ve ölüm üzerine felsefi, d i ­
Bu rüyalar yaşam ile ölümün y e n i ve oldukça ni spekülasyonları beslemiş olan, çoktan u n u t u l ­
ürkütücü bir yönünü açmaktadır. Böyle resimler muş psişik kaynaklarda olduğu anlaşüıyor.
yaşamını geriye doğru gözden geçiren bir ihtiyar­ Her yeni doğan hayvanın bireysel olarak yeni­
dan beklenebilirdi. A m a normal olarak ileri doğru den kazanmak zorunda olmasını düşünemeyece­
bakan bir çocuktan hiçbir zaman beklenemezdi. ğimiz içgüdüler gibi, insan ruhunda da kahtsal
Atmosfer eski Romalıların bir atasözünü anımsa­ olarak, doğuştan kazanılmış kolektif tasavvur mo­
tıyordu: "Yaşam kısa bir düştür." Çocuğun yaşa­ delleri vardır. Böyle tasavvur modellerine Uişkin
mı, Romalı şairin dediği gibi Ver S a c r u m Voven- duygusal belirtiler de yeryüzünün her yerinde
dum (ilkbahar kurbanının adağı) gibiydi. Dene­ aynıdır. Bunları hayvanlarda bile saptayabiliriz.
yimler, ölümün fark edilemeyen yakınlığının, kur­ Hatta hayvanlar birbirlerinden farklı türlerden ol­
banın yaşamı ve rüyaları üzerine bir Adumbratio salar büe, birbirlerini bu bakımdan a r a y a b i l m e k ­
(vaktinden önce düşen gölge) düşürdüğünü gös­ tedir. Ya karmaşık işlevleri olan böcekler? Çoğu
teriyor. Hıristiyan kiliselerinde bile mihrapta bir k e n d i ana babalarım büe tanıyamazlar dahası
kendilerine bunu öğretecek kimseleri de yoktur.
Öyleyse, insanın spesifik içgüdüleri olmayan ve
psikesinde gelişmesinden hiçbir iz kalmamış tek
canlı olduğunu mu düşünelim?

A m a psike bilinçle eş değerli alınırsa o zaman,


insanın bomboş bir psike üe dünyaya geldiği ve
ileriki yıllarda da deneyimlerinden başka hiçbir
şey içermeyeceği hatasına kolayca düşülebilir.
A m a psike bilinçten farklı bir şeydir. Hayvanların
az bir biünci vardır ama birçok uyaran ve reaksi­
yondan, bir psikeleri olduğu anlaşılabilir. İlkel i n ­
sanlar da nedenini, anlamım bilmedikleri birçok
şeyi yapabilmektedirler. Aslında birçok uygar i n ­
sana Noel ağacının ya da paskalya yumurtasının
nereden çıktığım, ne anlama geldiğim sormak bo­
şunadır. Onlar da birçok şeyi, nedenini bilmeden
yapıp durmaktadır. B e n daha çok, bu tür şeylerin
önce yapılmaya başladığını, anlamlarının ancak Böyle bir insan, bu ıstırap a m m ebediyen akün
çok sonradan düşünüldüğünü sanıyorum. Psiko­ tutacaktır.
log, aslmda zeki olan ama bazen hiç açıklanama- İnsanm bilincinin gelişmesinin nedeninin 1
yacak davranışlarda bulunan, ne dediklerini, ne tür deneyimler olup olmadığını bilmiyoruz. Ar
yaptıklarını bilmeyen bir sürü insan görüp dur­ kuşkusuz k i , insanları uyandırmak, ne yapmak
maktadır. Bu kimseler kendilerinin de hiçbir olduklarına dikkatlerini toplamak için buna beı
açıklama bulamadığı birtakım akıldışı uyaranların zer güçlü duygusal şoklar gereklidir. 13. yüzyılc
etkisi altına birdenbire giriverirler. yaşamış bir İspanyol soylusu olan Ramon Lull'u
Yüzeysel bakıldığında böyle reaksiyonların, öyküsü oldukça ünlüdür. U z u n uğraşlardan son
uyaranların çok kişisel türden olduğu sanılabilir. ra, hayran olduğu bir hanımdan gizli bir randevı
Bu yüzden bunları anormal davranışlar olarak koparabilmişti. Buluştuklarında kadm hiç ses çı
ayırıyoruz. Oysa gerçekte, bunlar önceden belir­ karmadan elbisesinin önünü açmış ve kanserder
lenmiş olan ve daima hazır bulunan bir içgüdü harap olmuş olan göğsünü göstermişti. Bu şol
sistemine aittirler. Bu da insanlar için karakteris­ L u l l ' u n yaşamını baştan başa değiştirdi. Daha
tiktir. Düşünce formları, genel olarak anlaşılabi­ sonra mükemmel bir teolog, kilisenin en önemi
len jestler ve daha birçok davranış, insanoğlu b u ­ misyonerlerinden biri oldu. Böyle ani değişim du­
nu yansıtabilecek bir bilinç geliştirmeden çok ön­ rumlarında çoğunlukla, bir arketipin uzun süre­
ce düzenlenmiş bir modeli izler. Hatta insanın den beri bilinçdışından etküediği, krize yol açan
yansıtma yeteneğinin, güçlü duygusal yaşantıla- d u r u m u da ustaca hazırlamış bulunduğu gösteri­
rm sonucu olduğu bile tahmin edilebilir. Yalnızca lebilir.
bir temsil olarak, kötü giden bir balık avının ver­ Bu tür deneyimler arketip modeUerinin ya___
diği öfke ve düş kırıklığı sonunda biricik oğlunu statik formlar değil, tam tersine dinamik faktörleri
boğup öldüren, hemen ardından da derin bir acı olduğunu, kendilerini içgüdüler kadar anlık uya­
içinde küçük çocuğun cansız cesedine sarılan bir ranlarla belli ettiklerini göstermektedir. Rüyalar,
Avustralya yerlisini gözünüzün önüne getirin. hayaller, düşünceler birdenbire ortaya çıkabilir.

Bir yılan (tanrı Asklepios'un

simgesi) bir a d a m ı n o m u z u n u

ısırıyor (solda) ve tanrı o m u z u iyi

e d i y o r (en solda). Konstantin

(İtalyan resmi, 1 4 6 0 ) kendisini

Roma İmparatoru y a p a n savaştan

ö n c e uyuyor. Düşünde İsa'nın

simgesi o l a n bir chi-ro (sağda)

g ö r m ü ş ve bir ses "Bu işaretle

y e n e c e k s i n . " demişti. O da bu

işareti kendi arması y a p m ı ş ,

savaş-ı k a z a n m ı ş ve b ö y l e c e

Hıristiyanlığa ihtida etmişti (en

sağda).
77
Ne kadar dikkatle aranırsa aransın nedenleri de çok yeniydi. Hasta, hekiminin hasta olduğu ve
bulunamayabilir. Kuşkusuz ki bir nedenleri var­ hastaneye vatlığı dışında bir şey bilmiyordu. Üç
dır, ancak o kadar uzakta ve karanlıkta kalmıştır hafta sonra hekim öldü.
ki artık tanınamamaktadır. Bu d u r u m d a ya anla­ Bu örneğin de gösterdiği gibi rüyaların tahmi­
mım yeterince anlayıncaya ya da bir dış olay rü­ ni bir yönü de olabiür ve bu dikkate alınmalıdır.
yayı açıklayıncaya kadar beklemekten başka çare Özellikle önemli olduğu belli olan bir rüya, açıkla­
yoktur. yıcı bir içerik taşımadığı zaman bu düşünülmeli­
Rüya anmda bu olay henüz gelecekte yatmak­ dir. Bu tür rüyalar durup dururken ortaya çıkar,
tadır. A m a bilinçli düşüncelerimiz sık sık gelecek­ buna neyin neden olduğu da anlaşılamaz. İçinde
le, gelecekteki olasılıklarla nasü meşgul oluyorsa, gizli olan mesaj anlaşılabilirse elbette nedeni an­
bilinçdışı ve rüyalarımız da öyledir. U z u n zaman laşılabilir. Çünkü, bir şeyden haberi olmayan yal­
rüyalarm temel işlevinin gelecekten haber ver­ nız bilincimizdir. Bilinçdışırun çoktan haberi ol­
mek olduğuna inanılmıştır. Eskiçağlardan orta­ duğu bellidir ve vardığı sonuçlar rüyada ifade
çağlara dek rüyalar tıbbi tahminde rol oynamış­ edilmiştir. O halde bilinçdışı da tıpkı bilinç gibi
lardı. Daldisli Artemidorus'un İsa'dan i k i yüzyü gerçekleri inceleyecek, sonuçlar çıkarabüecek
sonra anlattığı eski bir rüyadaki tahminini ben durumdadır. B e l i r l i verileri kullanır, tam da biz
modern bir rüyada ispatlayabildim. Adamın biri fark etmediğimiz için olası sonuçları önceden be­
babasının yanan bir evde yanarak öldüğünü gö­ lirtir.
rür. Kısa bir süre sonra kendisi, zatürreeden kay­ Rüyalar sayesinde saptayabildiğinüz kadarıyla
naklandığım sandığım bir phlegmone (ateş) so­ bilinçdışı kendi düşüncesini içgüdüsel olarak sür­
nucunda ölür. dürüyor. Bu ayrım önemlidir. Mantıksal analiz bi­
Meslektaşlarımdan biri ölümcül bir kangrenli lincin yetkesindedir; seçimlerimizi akıl ve bilgiyle
ateşle, yani phlegmone ile hastalanmıştı. O n u n yaparız. B u n a karşılık bilinçdışı en başta içgüdü­
eski hastalarmdan biri rüyasında bu hekiırıin bü­ lerle yönlendiriliyor gibidir. Bu da buna uygun
yük bir yangmda öldüğünü gördü. O sırada bu he­ düşünce biçimleri, yani arketiplerde kendini gös­
k i m hastaneye y e m yatırılmıştı, hastalık henüz termektedir. B i r hastalığın seyrim tanımlamak is-

insan vücudu sıklıkla ev o l a r a k

gösterilir. 1 8. y ü z y ı l d a n bir İbrani

a n s i k l o p e d i s i n d e bir ev ve bir vücut

y a n y a n a karşılaştırılıyor: Kuleler

kulakları, pencereler g ö z l e r i , bir fırın

m i d e y i gösteriyor (solda).

James Thurber'in bir karikatüründe

bir kılıbık evini ve eşini tek varlık

olarak görüyor (sağda).

78
teyen bir hekim "enfeksiyon" ya da "ateş" gibi Kişisel kompleksleri tek yönlü ya da yanlış bilinç
rasyonel kavramlar kullanmak zorundadır. Rüya yönekşlerinin telafisi olarak kabul ediyoruz. B u ­
ise daha şairanedir. Hasta vücudu kişinin evi, ate­ n u n gibi dinsel mitler de insanlığın açlık, savaş,
şi de evi yok eden yangın olarak sunar. hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi acıları, korkuları
Bu rüyanın gösterdiği gibi arketipsel zihin, d u ­ için bir tür ruhsal terapi gibidir.
rumu zamanında Artemidorus'un yaptığı gibi ele Örneğin evrensel kahraman miti daima cana­
almıştır. Az çok bilinmeyen bir doğası olan şey, var, yüan, c i n , ucube vb biçiminde görünen kötü­
bilinçdışı tarafından ele alınır, arketipsel bir çalış­ yü yenen, halkım mahvolmaktan ve ölümden kur­
maya tabi tutulur. Bilincin uygulayacağı sonuç çı­ taran bir güçlü insandan ya da tanrı-insandan söz
karma yerine, arketipsel r u h bir önceden görme etmektedir. Kutsal metinlerin anlatılması ya da
işi yapar. O halde arketiplerin kendi inisiyatifleri, törensel olarak yinelenmesi, böyle bir kahraman
enerjileri bulunmaktadır. Bu güçler onların (ken­ figürünün dans, şarkılar, dualar ve kurbanlarla
di simgesel stillerinde) anlamlı bir yorumlama yüceltilmesi izleyicileri gizemli bir büyü gibi sa­
yapmalarım, kendi uyaranlarıyla herhangi bir d u ­ rar, böylece bireyleri kendilerini kahramanla öz­
ruma karışabilmelerini sağlamaktadır. Bu açıdan, deşleştirmeye doğru yüceltir.
kompleksler gibi iş görmektedirler. Canları iste­ Böyle bir d u r u m u inananların gözleriyle gör­
diği gibi gelip gitmekte, bilinçli planlarımızı karış- meye çalışırsak belki alelade insanın bu yoldan
tınp engellemekte ya da değiştirmektedirler. kendi güçsüzlüğü ve sefaletinden nasü k u r t u l d u ­
Arketiplerin özgül enerjilerini, onlara yoldaş­ ğunu, hiç değüse bir süre için, hemen hemen i n ­
lık eden özgün hayranlık yaşandığında fark ede­ sanüstü özelliklerle donandığını anlayabiliriz. Ço­
biliriz. Arketiplerin sanki bir büyüsü varmış gibi­ ğu zaman böyle bir inanç onu u z u n bir süre için
dir. Böyle bir özellik kişisel komplekslerde de gö­ dik tutacak, yaşamına belli bir biçim verecektir.
rülür. Tıpkı arketiplerin bireysel öyküleri bulun­ Hatta bu bütün t o p l u m düzeni için de örnek ola-
duğu gibi, kolektif komplekslerin de arketipsel büir. B u n u n üginç bir örneği ancak Hıristiyanlık
dökümleri vardır. A m a kişisel kompleksler kişisel çağında, 7. yüzyüda söndürülebilmiş olan Eleusis
bir tutumdan başka bir şey üretemezken, arke- gizemleridir. Bunlar, Delfi kehanetleriyle birlikte
tipler bütün milletleri, tarihin çağlarmı karakteri- eski Yunan'm kültürünü, ruhunu oluşturmaktay­
ze eden efsaneler, dinler ve felsefeler yaratırlar. dı. Çok daha büyük bir ölçekte olmak üzere Hıris-

Arkeliplerin etkinliği insanları kolektif

hareketlere y ö n l e n d i r m e d e

kullanılabilir. N a z i l e r bunu

biliyorlardı ve halkı kendi

davalarına k a z a n m a k için Teuton

mitlerini kullanıyorlardı. Hitler'i

kahraman bir haçlı şövalyesi o l a r a k

gösteren bir p r o p a g a n d a resmi (en

sağda). Hitler G e n ç l i ğ i ' n i n bir

gündönümü şenliği; putperest bir

şenliğin y e n i d e n canlandırılışı

(sağda).

79
Bir ç o c u ğ u n y a p t ı ğ ı bir noel resmi de iyi

bilinen mum a ğ a c ı n ı gösteriyor (en

üstte). Yeşil kalan a ğ a ç , kış gündönümü

şenliği simgesiyle "yeni yıl"ın

(Hıristiyanlığın y e n i ç a ğ ı n ı n ) M e s i h ' l e

birleşimidir. H a ç , o r t a ç a ğ ı n İtalyan

freskindeki g i b i ç o ğ u n l u k l a a ğ a ç olarak

görülür; M e s i h iman a ğ a c ı n d a çarmıha

geriliyor (solda). Hıristiyan törenlerinde

mumlar, İsveç'in Santa l u c i a

şenliklerinde o l d u ğ u g i b i , tanrısal ışığı

simgeler (üstte).
tiyanlık döneminin kendisi de gerek adını gerek­ bollere ilişkin, bizden önceki birçok kuşakdan da­
se önemini, kökeni arketipsel Osiris-Horus mitin­ ha fazla şey bilmekteyiz. İlk- çağlarda insanlar
de olan antik tanrı-insan mitine borçludur. kendi simgeleri hakkmda hemen hiç düşünmü­
Genellikle temelde yatan mitolojik fikirlerin, yorlardı. Onlar yalnızca yaşıyorlardı ve bu simge­
tarih öncesi çağlarda usta bir filozof ya da pey­ lerin içeriğinden heyecan duyuyorlardı.
gamber tarafından "icat edilmiş" olduğu, daha B u n u Afrika'da, Elgon Dağı yerlilerinde izledi­
sonra buna, kolay kabullenen, eleştirel yaklaşma­ ğim bir olguyla göstermek istiyorum. Her sabah
yan halk tarafından inamlageldiği sanılır. Ayrıca şafak sökerken kulübelerinden çıkıyor, avuçları­
güç arayan bir ruhban grubunun anlattığı öyküle­ nın içine hohluyor ya da tükürüyor sonra da
rin "gerçek" olmayıp sadece "dilek-düşünce" ol­ avuçlarını güneşin ilk ışıklarına karşı tutuyorlar­
duğu da söylenir. A m a " i c a t " sözcüğü de gerçek­ dı. Sanki soluklarım ya da tükürüklerini yükselen
te bir şeyin arayarak bulunması demektir. Bu da tanrıya sunuyor gibiydiler. Güneş Mungu'ydu. Bu
sonunda bulunan bir şeyin varlığının önceden b i ­ Svvahilieo sözcük. Polinozyaca bir sözcük olan
linmesi gereküliğine işaret eder. Mana ya da Mulungu'dan gelmektedir. Bu ve ben­
Gene küçük kızın rüyalarındaki garip düşünce­ zeri anlatımlar olağanüstü etkisi, kalıcılığı olan
lere dönelim. Çocuğun bunları düşünerek çıkar­ bir "güç"ü anlatmaktadır. M u n g u sözcüğü A l l a h
mış olması olanaksızdır. Çünkü bunları bulduğun­ ya da tanrı ile de eşanlamhdır. Kendüerine bunu
da şaşırmaktadır. Bunlar ona daha çok son derece neden yaptıklarım sorduğumda " H e r zaman böy­
özgün, beklenmedik öyküler gibi gelmekte, çok i l ­ le yaparız. Güneş doğarken böyle yapılır." de­
ginç bulduğu için de babasına Noel armağanı ola­ mekle yetindiler. B u n u n mantıki sonucu olarak
rak vermektedir. Böylelikle küçük kız bu rüyaları güneşin M u n g u olup olmadığı sorulduğunda, gü­
bizim yaşayan Hıristiyan gizlerimizin alanına sok­ neşin M u n g u olmadığım, güneş doğuşunun M u n ­
maktadır. Efendimiz İsa'nm doğuşu, daima yeşil gu olduğunu söyleyip güldüler.
kalan ağaçla karışmış olarak, yeni doğmuşun ışığı­ Yerlilerin ne yaptıkları, kendilerine değil ama
nı taşımaktadır (Bu 5. rüyadadır). Mesih ile ağaç bana apaçıktı. Onlar anlamı üzerinde hiç düşün­
simgesi arasmda her ne kadar tarihsel ipucu var­ meksizin bir şey yapıyorlardı, bu yüzden de bana
sa da küçük kızın ebeveynine İsa'nm doğuşunu açıklayamıyorlardı. B e n onların kendi ruhlarım
yanan mumlarla süslü bir ağaçla kutlamanın ne Mungu'ya sunduklarım sanıyorum. Çünkü soluk
anlama geldiği sorulsaydı herhalde oldukça şaşı- ya da tükürük, r u h ana maddesi anlamım taşır. B i r
nrlardı. Belki de "aman, işte öyle bir Hıristiyan şeye üflemek ya da tükürmek büyülü bir etkiye
adeti" derlerdi. Daha derme inen bir yanıt için an­ sahiptir. Örneğin İsa körlerin gözünü açmakta tü­
tik "ölen tamı" sembolleri, buradan da "büyük kürüğünü kullanır. Bazı kabilelerde oğul, ölen ba­
ana" kültü ve onun simgesi olan ağaç gibi açıkla­ basının son nefesini soluyarak içine alır. Bu Afri­
malar gerekirdi. Bu da bu karmaşık sorunun an­ kalı yerlilerin, çok eski geçmişte büe kendi tören­
cak bir yönünü açıklayabilirdi. lerinin anlamı üzerinde daha fazla bir şey büdikle-
Bir "kolektif r e s m i n " ya da kilise diüyle söyle­ ri pek düşünülemez. Onların ataları da motifleri­
yecek olursak "dogmanın" köklerini ne denli ya­ nin çok fazla bilincinde değülerdi, yaptıkları üze­
landan incelersek, arketipsel modellerden örülü rinde sonraküer kadar büe düşünmüyorlardı.
sonsuz örgüyü o denli iyi görebiliriz. Bu ancak Goethe'nin Faust'u büyük bir isabetle "Evvela
son zamanlarda bilinçli yansıtmaların konusu ola­ edim vardı!" diyor. E d i m l e r bulunmaz, edüirler.
bilmiştir. Çeüşkili olarak biz bugün mitolojik sem­ Düşünceler ise buna göre insanlığın oldukça geç
bir buluşudur. İnsan önce bilinçdışı faktörlerle Elbette insan yeni zamanlarda artık istediği
yapıp etmeye yönelmiş, ancak çok sonra hareket gibi kullanabildiği belli bir istenç gücü kazanmış
nedenleri üzerinde düşünmeye başlamıştı. O n u n , bulunuyor. Artık çalışma temposuna girmek için
aslında kendi başına hareket ediyor olduğu gibi şarküarla, davullarla hipnotize olmayı beklemi­
gülünç bir inanışa sahip olunması çok u z u n za­ yor. Hatta artık ilahi yardım alabilmek için gün­
man sonrasma rastlar. delik bir duadan bile vazgeçebilmektedir. Buna
Bir bitldnin ya da bir hayvanın kendi kendisi­ karşılık ilkel insanlar adım atarken bile batıl
ni icat etmiş olduğu gibi bir iddiaya gülüp geçe­ inançlarla, korkularla ve daha birçok görünmez
riz. A m a kendi psikelerini ya da kendi ruhlarım dirençlerle engellenmiş görünmektedirler. "İs­
kendüerinin yaratmış olduğunu düşünen birçok tenç olunca bir yol b u l u n u r " sözü ise modern in­
insan vardır. R u h , doğası gereği bugünkü bilinçli- sanın batıl inancı haline gelmiş bulunuyor.
lik durumuna gelişmiştir; tıpkı bir palamutun bir Bugünkü insanın tanrıları ile cinleri sadece
meşe ağacına gelişmesi ya da dinozorlardan me­ yeni isimler almışlardır. Aslında yitmiş değiller:
melilerin gelişmesi gibi. R u h u n gelişimi çok uzun tersine onu huzursuzluk şeklinde, psişik kompli-
bir süre almıştır, hâlâ da gelişmeye devam etmek­ kasyonlar halinde, haplara, alkole ve tütüne do­
tedir. Bu oluşum için yalnızca dış uyaranlar değil, yurulmaz bir ihtiyaç olarak, her şeyden önemlisi
aynı zamanda iç güçlerle, gelişim tarafmdan da de birçok nevrozla izlemektedirler.
motive edilmekteyiz.
Bu iç güçler, bilincm denetimmde olmayan bir Soluğun büyülü özelliklerine inancın iki

kaynaktan fışkırmaktadır. E s k i çağların mitoloji- ö r n e ğ i : Bir Zulu büyücüsü, inek

b o y n u z u n d a n k u l a ğ ı n a (ruhları k o v m a k
lermde bu güçlere ruhlar, cinler ya da tanrüar adı
için) üfleyerek bir hastayı tedavi e d i y o r
verilmekteydi. Bunlar bugün de her zamanki gibi (altta solda). Bir o r t a ç a ğ yaratılış resmi
etkindirler. A m a biz kontrolü elimizden alan bir­ tanrının A d e m ' e y a ş a m üflediğini

takım güçlerin elinde bulunduğumuzu hiçbir za­ gösteriyor ( s a ğ d a ) . 1 3 . y y ' d a n bir İtalyan

t a b l o s u n d a Isa bir körü tükürükle


man kabul etmek istemiyoruz.
iyileştiriyor (altta).
insanın ruhu

Bugün bilinçlilik dediğimiz şey, içgüdülerden ya­ Bu bölünmüş psikolojiye bir örnek olarak bir
vaş yavaş ayrılmıştır; ama bu içgüdüler de tüm­ alkoliğin olgusunu anımsıyorum. Belli bir dinsel
den yitip gitmiş değüdir. Yalnızca bilincimizle iliş­ hareketin yüceltici etkisine girnüşti. D u r u m ken­
kilerini yitirmişlerdir, bu yüzden de kendilerini disini o denli hayranlık duygusuyla doldurmuştu
dolaylı yollardan göstermeye zorlanmışlardır. ki alkol bağımlılığım tümüyle unutmuştu. Görü­
Kendilerini bir nevroz olgusunda bedensel semp­ nüşe göre mucizevi şeküde İsa tarafmdan iyileşti­
tomlar yoluyla olabileceği gibi, anlaşılamayan ke­ rilmiş bulunuyordu. Böyleükle ilahi affın ve söz
yifsizlikler, unutkanlıklar ya da konuşmada yapı­ konusu dinsel örgütün etkinliğinin çok uygun bir
lan yanlışlarla da gösterebilirler. tanığı haline gelmişti. Ne var ki topluluk önünde
İnsan gerçi kendi ruhuna egemen olduğunu birkaç hafta itiraflarda bulunduktan sonra heye­
sanmaktadır. A m a r u h hali ve duygularma ege­ canı azalmaya başladı, bir parça alkollü içki uy­
men olamadığı, bilinçdışı faktörlerin sayısız gizli gun gibi görünüyordu ve böylece yeniden içmeye
yollardan kararlarına sızdığını fark etmediği süre­ başladı. Bu kez örgüt, bu olgunun patolojik oldu­
ce muhakkak ki kendisinin egemeni değüdir. Bu ğu, İsa'nın bu işe karışmasmm uygun olmadığı so­
bilinçdışı faktörler varlıklarını arketiplerin özerk­ nucuna vardı. Adamcağız ondan sonra bir kliniğe
liğine borçludur. Modern insan kendi ikiye bölün­ kaldırüdı. Böylece kendisini üahi bir iyileştirici
müş durumunu görmek zorunda kalmaktan sis­ değil, bir hekim tedavi altma alabüdi. B u , mo­
temli bir şeküde kaçınmaktadır. Dış yaşamın be­ dern, "kültürlü" insan zihnmin biraz daha yakın­
lirli bölgeleriyle kendi davranışları eşit şekilde ay- dan incelemeye değen bir yüzüdür. Burada alarm
n çekmecelerde tutulmakta, hiçbir zaman da bir verecek derecede dağınıklık ve psikolojik şaşkın­
araya getirilmemektedir. lık bulunmaktadır.
Bir an için insanlığı tek bir birey olarak düşü­ dünyayı yalnızca karşırruzdakilerin haksız olduğu
nürsek, onun da tıpkı bireyler gibi bilinçdışı güç­ konusunda kandırmaya çalıştığımız sürece de öy­
lerden etkilendiğini görürüz. İnsan ırkı da belli le kalacaktır. K e n d i gölgemizi ve onun kötülükle­
sorunları ayrı çekmecelerde saklı tutar gibidir. İş­ rini tanımaya gerçekten ciddi olarak çalışmak çok
te tam da bu yüzden ne yaptığımızı çok i y i düşün­ daha akıllıca olurdu. Eğer gölgemizi, yani varlığı­
meliyiz; çünkü hepimiz k e n d i yarattığımız ölüm­ mızın karanlık y a m m görebilirsek her türlü ahla­
cül tehlikelerin tehdidi altındayız. Dünyamız tıp­ ki ve ruhsal ayartmaya karşı bağışık hale gelebi­
kı nörotik bir insan gibi dağıtmış durumdadır; De­ lirdik. Olayın şimdiki durumuyla her türlü hasta­
mir Perde simgesel ayrım çizgisini oluşturuyor. lığa açığız, çünkü biz de tamamen onlar gibi yapı­
Batılı insan Doğu'nun saldırgan güç istenci karşı­ yoruz. Ancak biz bu durumda, iyi tavır örtüsü al­
sında kendisini olağanüstü savunma önlemlerine tında ne yaptığımızı ne görmeye ne de anlamaya
zorunlu saymakta, ayın anda kendi ahlakı ve iyi niyetli olduğumuzdan, daha da geri durumdayız.
değerleri ile gururlanmaktadır. Komünist dünyanın elinde büyük bir mit bulu­
Ama bu arada k e n d i güzel tavırları ardında nuyor. B u n a aldanma adım veriyor, yalmzca bu
sakladığı günahının, komünist dünya tarafından yargımızla da onu def edeceğimizi umuyoruz. Bu
sistemli olarak yüzüne çarpılacağını fark etmiyor. mit her şeyin bolluk, bereket halinde olduğu, bü­
Batının gizlice, biraz da utanarak katlandıkları yük, adaletli ve akülı bir sahibin herkesi bir çocuk
(diplomatik yalanlar, sistematik şaşırtmalar, ör­ yuvasmdaki gibi yönettiği bir altın çağ ya da cen­
gütlü tehditler) Doğu'da bütün çıplaklığıyla gün net hakkındaki arketipsel düştür. Bu kudretli ar-
ışığına çıkarılıyor. Batüı insana D e m i r Perde'nin ketip infantil bir biçimde ele alınmıştır ama sırf
ötesinden k e n d i kötü gölgesi sırıtıyor. bizim daha üstün olan durumumuzla karşı karşı­
Batı toplumlarındaki onca insanm çaresizük ya kaldı diye ortadan kaybolmaz. Hatta biz onu
duygusunu açıklayan d u r u m budur. Onlar zorluk­ kendi çocuksuluğumuzla destekliyoruz büe. Çün­
larımızın aslında ahlaki türden olduğunu, bu zor­ kü b i z i m Batı dünyamız da aynı mitolojinin elinde
lukları nükleer süahlarm artırılmasıyla ya da eko­ bulunuyor. Farkmda olmadan biz de bir refah
nomik yarışma yoluyla çözemeyeceğimizi yavaş devletine, dünya barışma, insanlarm eşitliğine,
yavaş anlamaya başlamış bulunuyorlar. Çoğumuz insan haklarına, adalete, gerçeğe ve - b u n u ister­
moral ve ruhsal çarelerin daha etkili olabileceği­ seniz pek yüksek sesle söylemeyelim- yeryüzün­
ni, çünkü bunların bizi durmadan artan enfeksi­ de tanrının egemenliğine inanıp duruyoruz.
yona karşı bağışık hale getirebileceğini anlayabi­ Acıklı gerçek ise insanlarm yaşamının gece ve
liyoruz. gündüz, doğum ve ölüm, mutluluk ve sefalet, iyi
Yine de bütün bu tür girişimlerin tekü olarak ve kötü gibi uzlaşmaz karşıtlıkların karmaşık bir
işe yaramadığı anlaşılmıştır. K e n d i m i z i ve bütün kompleksinden ibaret olduğudur. Üstelik bunlar­
dan herhangi b i r i n i n günün birinde karşıtına ga­
lip gelip gelmeyeceğini de büemiyoruz. İyinin kö­
tüye, sevincin acıya galip geleceğinden emin de­
ğiliz. Yaşam bir savaş alanıdır, öyle de kalacaktır;
öyle olmasaydı hiçbir şey varlığını sürdüremezdi.
"Dünyamız nörotik bir insan g i b i
E s k i Hıristiyanları bu dünyanın yakında sona
dağıtmıştır." Berlin Duvarı.
ereceğini ummaya ya da Budistleri bütün dünye­
vi isteklerden, hırslardan vazgeçmeye özendiren
Her toplumun, arketipsel cennet ya da bir

zaman olduğuna ve gene olacağına

inanılan altın ç a ğ tasarımı kendinindir.

1 9 . y y ' d a n bir A m e r i k a n resmi, g e ç m i ş

bir ütopyanın tasarımını anlatıyor.

W i l l i a m Penn ile yerliler a r a s ı n d a

1 6 8 2 ' d e a n l a ş m a n ı n yapılışını

gösteriyor. Her t a r a f ı n d a uyum ve barış

o l a n ideal bir m a n z a r a (solda). Ütopik

bir düşüncenin temsili: Bir M o s k o v a

parkındaki afiş, Rus halkını g e l e c e ğ e

d o ğ r u götüren Lenin'i gösteriyor (sol

1 5 . y y ' d a n bir Fransız resminde, çevrili

(ve şato benzeri) Eden bahçesi ve A d e m

ile H a v v a ' n ı n cennetten kovuluşu (üstte).

C r a n a c h ' ı n bir resminde ilkel nitelikte bir

a l t ı n ç a ğ ( A d ı : "Yeryüzü Cenneti")

(sağda). 1 6 . yy Flaman ressam

Brueghel'in " C o k a y g n e Ülkesi", bir

efsanevi duyumsal tadlar ve rahat y a ş a m

ülkesi (en s a ğ d a ) . ( O r t a ç a ğ A v r u p a s ı n d a ,

özellikle a ğ ı r iş g ö r e n köylüler ve sertler

a r a s ı n d a , b u n a ilişkin birçok öykü

anlatılırdı.)
işte tam da bu çatışmadır. Bu temel anlayış, her Çok eski zamanlardan beri insanların bir yüce
iki dinin de büyük bölümünü oluşturan ve dünya­ varlığa (bir ya da birkaç) ve ölümden sonraki bir
yı yadsıma fikrini bir dereceye kadar değiştiren dünyaya ilişkin düşünceleri vardı. Ancak bugün
özgün moral varsayımlarla, uygulamalarla bağ- bu tür düşünceler olmadan da yaşayabilecekleri­
lantılandırılamasa, insanları düpedüz intihara ni düşünüyorlar. Tanrının gizli tahtını bir radyo
yönlendirebilirdi. teleskopla keşfedemediğimiz, sevgili ebeveynimi­
Bunu özellikle vurgulamaya çalışıyorum, çün­ zin az çok bedensel biçimleriyle hâlâ yakınları­
kü zamanımızda her türlü dine güvenini yitirmiş mızda bulunduklarına inanmadığımız için, insan­
milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu insanlar lar böyle varsayımların saçma olduğunu düşünü­
dinlerini artık hiç anlayamıyorlar. Yaşam din ol­ yorlar. Oysa bu tür kavramlar ilk çağlardan beri
madan da hiç bozulmadan sürüp gittiğinden, bu insanların yaşamlarına yoldaşlık etmişlerdir. B u ­
kayıp hemen hiç fark edilmeden kalıyor. Ne ki gün bile her fırsatta bilincimizi zorlamaktadırlar.
acılarla karşılaşıldığında d u r u m değişiyor. O za­ .Modern insan belki bunlar olamadan da peka­
man insan bir çıkış aramaya, yaşamın anlamı ile la yapabildiğini ileri sürecek, hatta bunların ger­
şaşırtıcı ve acı deneyimleri üzerinde düşünmeye çekliğine ilişkin hiçbir bilimsel kanıt bulunmadı­
başlıyor. ğını belirterek fikrinde ısrar edecektir. Ya da
Psikologlara - b e n i m kendi deneyimlerime gö­ inançlarını yitirmiş olmaktan dolayı üzgün oldu­
re- Katolikler'den çok Protestanlarin ve Yahudi­ ğunu söyleyecektir. Ancak söz konusu olan, gö­
lerin başvurması dikkat çekicidir. Bence bu d u ­ rünmeyen, açıklanamayan şeylerdir. Tanrı insa­
rum normaldir de; çünkü Katolik Kilisesi kendini nın kavrayışını aşar, ölümsüzlük ispat edilemez.
hâlâ Cura Animarum'dan (ruhun sclâınetiyle ilgi­ O halde kriz durumlarında yardımcı oldukları gö­
lenme) sorumlu sayar. A m a bilimsel çağımızda, rülen dahası varoluşumuza anlam katan bu
önceleri teologların alanına ilişkin olan sorular inançlardan neden vazgeçelim? Ayrıca bu düşün­
psikiyatristlere yöneltilmektedir. İnsanlar yalnız­ celerin gerçek olmadığını nereden biliyoruz? Ben
ca yaşamın anlamına, tanrıya ve ölümsüzlüğe ina- bu varsayımların aldanışlar olduğunu söylersem
nabilselerdi pek çok şeyin daha kolay olacağını belki birçok kimse beni onaylar. Bu arada anlaya­
hissetmektedirler. Yaklaşan bir ölümün hayaleti madıkları ise dinsel bir görüşün reddinin de en az
çoğu zaman bu tür düşüncelere y o l açmaktadır. kabulü kadar ispat edilemez olduğudur. Hangi
görüş açısını seçeceğimizde tümüyle özgürüz; olmayacaktı. Onun anlam dolu yaşamı, onun tan­
hangisi olursa olsun bu keyfi bir karar olacaktır. rının elçisi olduğundan emin plmasma dayanıyor­
Ancak çok yerinde bir ampirik neden bulun­ du. Onda bir büyüklük hezeyanı olduğu da ileri
maktadır. İspat edilemeyen düşünceleri gene de sürülebilir; ama böyle bir ifade tarihin tanıklığı ve
beslemek zorundayız. Yani bunlar faydalı olduk­ daha sonraki kuşakların yargısı karşısmda çok
larını göstermişlerdir. İnsan, yaşamına bir anlam solgun kalır. O n u ele geçirmiş olan mit, yasanıma
sağlayan, evrende kendisine bir yer bulmasına da olağanüstü bir menzü kazandırmıştır.
yardımcı olan varsayımlara ve inançlara mutlaka A m a böyle bir mit, bilinçli olarak uydurulmuş
muhtaçtır. İnsan, bir anlamı olduğuna kani oldu­ değil, v u k u bulmuş olan simgelerden oluşur. Tan-
ğu zaman dayanılmaz acüara katlanabilir; ancak rı-insan m i t i n i üeri süren İsa değildi. B u , İsa'mn
bütün şanssızlıkların doruğundayken "aptalın b i ­ doğumundan çok yıllar önce de vardı. O kendisi
rinin uydurduğu bir masal" içinde yer aldığım ka­ de bu simgesel motife yakalanmış, bu da onu Na-
bul etmek zorunda kalırsa yıkılır. sıralı bir dülgerin kısıtlı yaşamından daha ileriye
Dinsel simgeler insan yaşamına bir anlam ver­ yüceltmişti.
mektedir. Örneğin Pueblo Kızılderilileri, kendile­
rinin Güneş Baba'nın oğulları olduğuna inanırlar.
Bu inanç onların yaşamına, sınırlı varlıklarının
çok ötesine ulaşan bir algı kazandırır. Kişilik geli­
şimlerine genişlik sağlar. Onların durumları, b i ­
zim uygarlığımızın kendisinin alttakilerden biri
olduğunu ve öyle kalacağım, yaşamının anlamsız
olduğunu bilen insanının d u r u m u n a oranla çok
daha doyurucudur.
Kendi yaşamının daha derin bir anlamı olduğu
duygusu insanı, yalnızca almak, vermek d u r u m u ­
nun üstüne yükseltir. Bu duygu yoksa insan za­
vallı ve yitiktir. Eğer Ermiş Paulus, kendisinin
gezgin bir kilim dokuyucudan başka bir şey olma­
dığının bilincinde olsaydı kuşkusuz ki olduğu kişi

Güney A m e r i k a ' d a kabile g e l e n e ğ i n d e n

bir tekne c e n a z e s i . Kendi kanosuna

yatırılan ölüye yolculuğu için y i y e c e k ve

giyecek de verilir. Dinsel simgeler insan

yaşamına bir a n l a m katar (solda). Antik

halklar ölülere gerçi y a s tutardı a m a

inançları ölümün olumlu bir d e ğ i ş i m

olduğuna güvenlerini sağlıyordu ( s a ğ d a

yası gösteren bir Mısır h e y k e l c i ğ i ; bir

mezarda bulunmuştur).

89
Mitler ilkel masal anlatıcılarına kadar uzanır,
onların düşleri de kendi heyecan verici fantezile-
riyle harekol eden kimselere dayanır. Bu insanlar,
daha ileriki çağlarda şairler ve filozoflar olarak ta­
nımlanan kimselerden pek de farklı değillerdi. İlkel
masalcılar kendi fantezilerinin kökleriyle fazla ilgi­
lenmezlerdi. İnsanların bir masalın nereden geldi­
ğini düşünmeye başlamaları çok sonralara rastlar.
B u n a karşın yüzyıllarca önce, eski Yunanistan'da
insan aklı, tanrı öykülerinin çoktan ölmüş krallara,
kabile büyüklerine ait olduğunu düşünebilecek ka­
dar gelişmişti. O zaman bile mitin söylediği şeyi
kastettiğine inanılamayacak kadar olanaksız oldu­
ğu görüşü egemendi. Bu yüzden de herkesin anla­
yacağı biçime indirgenmeye çalışılmıştı.

Daha yakın zamanlarda aynı d u r u m u n rüya


sembollerinde nasıl oluştuğunu gördük. Psikoloji­
n i n henüz çocukluk çağında bulunduğu yıllarda
rüyaların belirli bir önemi olduğunu fark etmiştik.
A m a , tıpkı efsanelerinin sadece rasyonel ya da
" n o r m a l " tarihin işlenmesinden ibaret olduğunu
düşünen Yunanlılar gibi, bazı öncü psikologlar da
rüyaların, anlatır gibi göründükleri şeyi anlatma­
dıkları kavramını çıkarmışlardı. Oluşturulan re­
simler ile semboller, bilincin bastırılmış içeriğinin
görünür hale geldiği tuhaf biçimlere indirgendiler.
Böylelikle bir rüyanın görünüşteki anlatımından
başka bir anlam taşıdığı görüşü kabul edildi.
Bu kavramı kabul etmediğimi zaten söylemiş
tim; bu da beni rüyaların içeriği kadar biçimini de
Bir ç o c u ğ u n a ğ a ç resmi (üzerinde
incelemek zorunluluğuna götürdü. Neden içerik­
güneşle). A ğ a ç sık görülen düş
lerinin gösterdiğinden başka bir anlamları olması
motiflerinin en iyi örneklerindendir
gerekiyordu? Doğada olduğundan başka bir şey ve birçok çeşitli a n l a m a gelebilir.

olan herhangi bir şey var mıydı? Rüya doğal ve Büyümeyi, gelişmeyi y a d a

psikolojik o l g u n l a ş m a y ı
normal bir şeydir, aslında olduğundan başka bir
simgeleyebilir; kurban y a d a ölümü
şey de ifade etmez. Talmud bile "rüya, kendi ken­
temsil e d e b i l i r (Mesih'in a ğ a ç t a
disinin y o r u m u d u r " diyor. Karışıkhk yalnızca rüya çarmıhı), fa İlik s i m g e olabilir vb

içeriklerinin sembolik olmasından, bu yüzden de (üstte). A y n ı şekilde haç (sağda) ve

l i n g a m (en s a ğ d a ) g i b i iyi bilinen


bir anlamdan daha fazla anlam içermesinden ileri
düş motiflerinin de a y n ı şekilde bir
gelmektedir. Semboller, bizim bilinçli akılla kavra­ dolu simgesel a n l a m ı olabilir.

yamadığımız bir yönü göstermektedirler. Bunlar

90
ya bilinçdışı ya da en azından tam bilinç dahilin­ biçimde formüle etme yeteneğine de hiç merha­
de olmayan bir şeylerle ilgilidirler. met göstermezler. B u n u n için tıbbi psikologun
Bilimsel akıl için böyle olgular can sıkıcıdır; deneyimine sahip olmayan kimselerin, psikoloji­
çünkü bunlar zekayı da mantığı da doyuracak b i ­ n i n bir bilimadarmnın laboratuvarındaki dingin
çimde formüle edilemezler. Psikolojide ise bunlar araştırma işlerini bırakıp, gerçek yaşamın aktif
hiç de tek ve biricik olan durumlar değildir. P s i ­ macerasına karıştığında başına gelenleri zor b u l ­
kolojinin tanımlama çabalarından hep kaçan "af- maları çok doğaldır. B i r poligondaki hedefe atış
fekt" ya da "emosyon" fenomeni için de bu çok talimleri, savaş alanından çok uzaktır; h e k i m ise
zordur. Zorluğun nedeni her iki durumda da ay­ gerçek bir savaşm gerçek kurbanıyla uğraşmak­
nıdır: Bilinçdışmm ele almışı! tadır. Hekim, bunları bilimsel kategoriler içerisi­
Ben doğa büimlerinin bakış açısını, tam olarak ne yerleştiremese de ruhsal gerçeklerle ilgilen­
kavranamayan geçeklerle uğraşmanın ne kadar mek zorundadır. Bu yüzden hiçbir ders kitabı psi­
güç olduğunu bilecek kadar iyi tanıyorum. Ger­ kolojiyi sahiden öğretmeyi başaramaz, bu ancak
çekler yadsmamayacak kadar apaçıktır ama akıl­ gerçek deneyimle öğrenilebilir.
cı bir yoldan formüle edilememektedir. B u n u n Bu noktayı, iyi bilinen birkaç sembole daha
için aslında önce yaşamın kendisinin kavranabil­ yakından bakarsak, daha d u r u olarak görebiliriz:
mesi gerekir; çünkü duyguları ve simgesel düşün­ Hıristiyan dininde "haç", birçok görüşü, düşünce­
celeri ortaya çıkaran yaşamın kendisidir. Akade­ yi ve duyguları anlatan önemli bir simgedir; ama
mik psikolog, emosyon fenomeni ya da bilinçdışı bir listedeki bir adın sonundaki bir haç yalnızca o
kavramını kolaylıkla ilgi alanının dışında bırakabi­ kişinin ölmüş olduğunu gösterir. Fallus, H i n d u d i ­
lir. Buna rağmen bunlar gerçekler olarak kalırlar ninde pek çok kavramı kapsayan bir sembol işle­
ve tıbbi psikolog bunları en azından -homurdana­ vi görür; ama bir sokak çocuğu duvara bir fallus
rak da olsa- kabul etmek zorunda kalır. Çünkü resmi yaparsa bununla yalnızca kendi penisine
duygu çatışmaları ve bilinçdışınm ele alınışı onun karşı duyduğu ilgiyi belirtmiş olur. Çocukluk ve
bilimdalımn klasik objeleridir. B i r hastayı tedavi­ gençlik fantezileri çoğu zaman erişkin yaşlara k a ­
ye girişir girişmez bu akıldışılıklar, katı gerçekler dar etkin olduklarından, cinsel anlamı olduğu
olarak karşısına çıkarlar, onun bunları akla uygun kuşkusuz olan pek çok rüya vardır. Bunları başka
türlü anlamaya çalışmak saçma olur. Terbiyeli bir uygunsa d a - , gerçekte bunlar bilimin daha yük­
Hintli, Lingam'dan (Hindu mitolojisinde Şiva'yı sek alanları için de aynı şeküde önemlidir. B u r a ­
temsil eden fallus) söz ettiğinde, Batılı birinin bir da rasyonel zekayı ve onun belirli bir soruna uy­
penisle asla bir arada düşünemeyeceği şeyler işi- gulanmasını bütünleyerek, son derece önemli bir
tilecektir. Lingam kesinlikle ayıp bir kelime oyu­ rol oynarlar. Bütün uygulamalı bilimlerin en katı­
nu değildir; haç da yalnızca ölümün sembolü de­ sı olan fizik bile şaşırtıcı ölçüde, bilinçdışı yoldan
ğildir. Tüm bunlar böyle bir rüyayı görenin olgun­ etkin olan sezgiye dayanmaktadır. (Sezgiyle aynı
luk derecesine göre değerlendirilmelidir. sonuca varacak olan mantıksal süreçleri sonra­
Rüyaların ve simgelerin yorumu zeka gerekti­ dan kolaylıkla gösterebilsek bile bu böyledir.)
rir. Bunlar, mekanik bir sisteme dönüştürülerek, Sezgi, sembollerin yorumlanmasındaysa kaçı­
fanteziden yoksun beyinlere tıkılamazlar. Dahası nılmaz olarak gereklidir ve bu çoğu zaman, rüya­
bunlar, rüya görenin bir birey olarak kişiliğinin nın gören tarafından derhal anlaşılmasını da sağ­
gittikçe daha fazla bilirımesini, aynı zamanda yo­ lar. Öte yandan böyle m u t l u bir sezme gücü ol­
rumcunun da kendisini gittikçe daha çok, daha dukça tehlikeli de olabilir; çünkü kolaylıkla yanıl­
değişik tanımasını gerektirir. Bu alanda deneyimi tıcı bir kendine güven duygusuna yol açar. Örne­
olan kimse, bazen yardımcı olabilecek kuralların ğin rüya gören y o r u m c u y u samimi ve görece ko­
okluğunu yadsıyamaz; ancak bunların da çok dik­ lay bir ilişkiye ayartır, ama bu ilişki bir tür payla­
katlice, zekice uygulanmaları zorunludur. İnsan şılmış düşe götürebilir. Eğer yalnızca sezer gibi
bütün kuralları çok doğru kullanabilir, buna rağ­ anlamış olmakla yetinilir ise, gerçek bilginin sağ­
men korkunç bir saçmalığın içine düşebilir. Çün­ lam zemini yitip gider. Açıklama ve bilgi ancak
kü çok önemsiz gibi görünen, ama daha iyi bir sezgi olguların ve mantıksal bağlantılarının tam
zekanın belki de atlamayacağı bir ayrıntıyı gözden bilinmesine indirgenebilirse sağlanabilir.
kaçırmıştır. Zeki bir kimse de sezgi ve duygudan Dürüst bir araştırmacı her zaman başarılı ola­
yoksun olursa çok büyük yanılgılara düşebilir. mayacağım kabul etmelidir, bunu hep akılda tut­
Sembolleri anlamaya çabalarken karşımızda mamak da dürüst bir şey olmaz. B i r bilimadamı
yalnızca sembol değil, onu üreten bireyin bütünü da önünde sonunda insandır ve başkaları gibi
bulunmaktadır. O n u n kültürel geçmişini de ele onun için de açıklanamayan şeylerden nefret et­
almalıyız. Bu süreç sırasında kendi eğitimimizde- mek çok doğaldır. Bugünkü bilgimizin, bilebile­
ki bir yığın boşluk da doldurulmuş olur. B e n her cek olduklarımızın tamamı olduğu yaygın bir al-
olguyu, daha abecesini bile bilmediğim, tümüyle danıştır. Olguları ancak geçici olarak açıklayan,
yepyeni bir ödev olarak ele almayı kural edinmiş kendi içinde kalıcı bir gerçek içermeyen kuram
bulunuyorum. Yüzeysel kalındığı sürece r u t i n ya­ kadar kırılgan başka bir şey yoktur.
nıtlar pratik, dahası faydalı olabilirler. Yaşamsal
sorunlara dokunulduğu anda ise hayatın kendisi
ortaya çıkar; o zaman da en parlak kuramsal söz­
ler bile etkisiz hale gelir.
Eski mitolojik yaratıklar b u g ü n müze

Canlandırma yetisi ve sezgi, anlayışımız açı­ parçalarıdır (sağda). A m a onlarla

anlatılan arketipler güçlerini henüz


sından hayati öneme sahiptir. Her ne kadar genel
yitirmemiştir. Belki m o d e r n korku
görüş bunların aslında sanatçılar, edebiyatçılar
filmlerindeki c a n a v a r l a r d a h a fazla
için gerekli olduğunu düşünse de - v e bu yüzden b a s t ı r ı l a m a y a n arketiplerin bozulmuş

de aklı başında konularda bunlardan kaçınılması versiyonlarıdır (en s a ğ d a ) .


Sembollerin rolü

Tıbbi psikolog sembollerle ilgilendiğinde "kültü­ y o l açmaksızm sökülemezler. Bastırıldıkları ya da


rel" olanlardansa öncelikle "doğal" sembollerle uğ­ ihmal edüdikleri zaman özgün enerjileri, hesapla-
raşacaktır. Bunlar psikenin bilinçdışı içeriklerince namayacak olası sonuçlarıyla birlikte bilinçaltına
yöneltilirler. Bu yüzden de belli başü arketipsel savuşup giderler. Bu yoldan kaybolmuş gibi görü­
imgelerin çok çeşitli varyasyonlarmı gösterirler. nen psişik enerji, gerçekte bilinçdışırun en üst ta­
Olguların çoğunda bunlar arketipsel köklerine ka­ bakalarında bulunan şeylerin yeniden canlanma­
dar izlenebilir. Bunlar en eski metinlerde, ilkel sına, yoğunlaşmasına yarar. Bunlar belki de şim­
toplum düzenlerinde görülebilen düşünce ve re­ diye kadar kendilerini açık etmeye hiç fırsat b u ­
simlerdir. Öte yandan kültürel semboller "ebedi lamamış, engellenmeden büince çıkmak olanağı
gerçeğin" anlatımı için bilinçli kuüanılmış sembol­ hiç tanınmamış olan eğilimlerdir.
lerdir. Bunlar birçok dinde kullanıhrlar. Çokça bi­ Böyle eğüımler bilmcimizin, her zaman var
çim değiştirmiş, hatta az çok bilinçli gelişim süreç­ olan ve potansiyel olarak tahrip edici olan gölge
leri geçirmişler, bu yoldan uygar toplumlarca da yanım oluştururlar. B e l i r l i koşullarda olumlu etki
kaimi edilen kolektif resimler halim- gelmişlerdir. yapabüecek olan eğilimler büe, bastırüdıklarmda
Böyle kültürel simgeler eski gizernlerinin, bü­ cinlere dönüşürler. Bu yüzdendir ki doğal olarak
yülerinin çoğuna hâlâ sahip durumdadırlar ve b u ­ çoğu kimse bilinçdışı olandan ve psikolojiden
nu "söylerler". Bunların bazı kimselerde derin k< ı r k a r .

duygusal tepküere y o l açtıkları, psişik yüklerinin Çağımız, yeraltırun kapılarının açılmasının ne


önyargılar gibi etkin olduğu bilinmektedir. Bunlar demek olduğunu bize göstermiştir. Yüzyılımızın
psikologun hesaba katmak zorunda olduğu fak­ Uk on yıbıun masumiyetiyle kimsenin talimin
törlerdir. Yalnızca rasyonel bakış açısmdan an­ edemeyeceği kadar korkunç olaylar olmuş, dün­
lamsız oldukları içüı görmezden gelmek ahmak­ yamızı tepe taklak etmiştir. O günden beri dünya
lıktır. Söz konusu semboller ruhsal yapımızın çok bir şizofreni d u r u m u n d a kalmıştır. Korkunç ükel-
önemli parçalarıdır. İnsan t o p l u m u n u n yapısında hğini kusan yalmz uygar Almanya olmamıştır;
yaşamsal önemi olan güçlerdir ve ciddi zararlara Rusya da onunla yönetilmektedir ve Afrika da t u -
tuşmuş bulunuyor. Batı dünyasının kendisim ra­ yorlar ki ezelden beri msanların kaderine hükme­
hatsız hissetmesinde şaşüacak bir şey yok. den gizemli psişik kudret karşısmda tümüyle kör
Modern insan kendi rasyonahzminin, kendisi­ kalıyorlar. Oysa bizler onların gizlerinin, gizemle­
ni psişik yeraltınm merhametine ne derdi bırak­ r i n i n bütün varlığını yağmaladık ve artık bizim
mış olduğunun farkmda değüdir. K e n d i m batd için hiçbir şey kutsal değil.
inançlardan kurtarmıştır, en azmdan öyle oldu­ E s k i çağlarda, insanların ruhlarında içgüdüsel
ğunu sanmaktadır, ama b u n u yaparken ruhsal güçler ortaya çıktığında bilinçleri bunları anlamlı
değerlerim de büyük ölçüde yitirmiştir. A h l a k s a l bir psişik örgüye entegre edebiliyordu. A m a artık
ve ruhsal geleneği yıkılmıştır. Bu çözülmenin be­ "uygar" insan b u n u yapamıyor. O n u n "derici" bi­
deli ise şimdi dünya çapında şaşkınlık ve çözül­ l i n c i içgüdülerin ve bilinçdışmm, görevlerim yeri­
meyle ödenmektedir. ne getirebilmelerini ve birbirlerini özümleyebil-
Antropologlar, Ukel bir toplum düzeninin r u h ­ melerini sağlayacak bütün araçlarım elinden al­
sal değerleri uygarlığın saldırısına uğradığında mış bulunuyor. Özümleme organları, genel olarak
neler olduğunu sık sık tanımlamışlardır. İnsanlar kutsal saydan gizemli semboUerden ibaretti.
yaşamlarının anlamına olan inançlarım yitirirler, Örneğin bugün " m a d d e " d e n söz ediyoruz.
toplumsal düzenleri çöker ve kendüeri de ahlak­ O n u n fizik özelliklerini tanımlıyoruz. Laboratuvar
ça yıkılırlar. Bizler de bugün aynı durumdayız. Ne deneyleriyle onun çeşitli taraflarını göstermek is­
ki biz neyi yitirdiğimizi hiç anlayamadık; çünkü tiyoruz. Yine de "madde" sözcüğü kuru, insanlık
ruhsal önderlerimiz maalesef, simgelerin oluştur­ dışı, saf zihinsel bir kavram olarak kalıyor. Bunun
duğu gizemi anlamak yerine, kurumlarım k o r u ­ bizim için hiçbir psişik anlamı yok. B u n a karşılık
makla meşguldüler. B e n i m kanunca inanç - i n ­ "madde"nin eski imgesi ne kadar farklıydı. Yer
sanların en güçlü süahı o l a n - düşünceyi dışla­ Ana'nın derin duygusal anlamım ifade eden "Ulu
maz; ancak bazı inançklar doğa bilimlerinden -ve Ana"ydı o. Aynı şekilde bir zamanlar r u h denilen
elbette psikolojiden d e - o derdi korkar görünü­ şey, bugün zihin yoluyla tanmüanmaktadır ve
böylece de " E v r e n i n Babası" olmaktan çıkmıştır. Bu muazzam kayıp rüyalarımızdaki semboller­
O artık insanın sınırlı ego düşüncesine indirgen­ le dengelenir. Onlar kökendeki doğamızı yemden
miştir; "babamız" simgesindeki ölçülmesi olanak­ gün ışığına çıkarırlar. Doğamızın dürtülerini, öz­
sız duygusal enerji de entelektüel bir çölün k u m ­ gün düşünce tarzını aydınlatırlar. Ne yazık ki içe­
larına gömülüp gitmiştir. riklerini, bize artık yabancı ve anlaşılmaz olan do­
Bu i k i arketipsel ilke, Doğu ve Batı'nın karşıt ğarım diliyle anlatırlar. Bu yüzden bu dili, ilkel ta-
sistemlerinin temelinde yatmaktadır. Kitleler ve kıntüarından uzaklaşmış, özellikle de tanımladığı
onların önderleriyse, evrensel kuralın, Batı'nın şeylere mistik katılımdan uzaklaşmış olan mo­
yaptığı gibi eril olup "baba" olarak adlandırılması­ d e r n konuşma biçimimizin kelimeleri ve kavram­
nın ya da komünistlerin yaptığı gibi dişi sayılıp larına tercüme etmeliyiz. Bugünlerde ruhlardan
"anne" denilmesinin, temelde hiçbir farkı olmadı­ ve gizemli varlıklardan söz ettiğimizde onları ça­
ğım anlayamamaktadırlar. Aslında her ikisini de ğırmıyoruz artık. B i r zamanlar çok güçlü olan bu
bilmiyoruz. E s k i d e n ise bu ilkeler dinsel törenler­ sözcüklerin gücü de ihtişamı da yitip gitti. Büyü­
de çok yönlü olarak saygı görmekteydüer. Bu da lü formüllere inanmayı bıraktık. Artık pek fazla
bir zamanlar onlarm insanlar için taşıdıkları ruh­ tabu ve benzeri kısıtlanma kalmadı. Görünüşe ba­
sal anlamı beürtiyordu. B u n a karşılık bugün b u n ­ kılırsa dünyamız, böyle gizemli varlıklardan, cadı­
lar yalnızca soyut kavramlardır. Bilimsel anlayışı­ lardan, kurt adamlardan, vampirlerden, çalılık
mız geliştikçe dünyamız insanhktan uzaklaştı. İn­ ruhlarından ve bütün öbür bizar varlıklardan, bir
san kendini kozmosta yalıtılmış hissediyor, çünkü zamanlar ormanları dolduran yaratıklardan arın­
kendisi artık doğa üe bağlantılı değil ve duygusal dırılmış bulunuyor.
"bilinçdışı Mrrdiği" doğal görüntüsünü yitirmiş Daha kesin söylemek gerekirse dünyamızm yü­
bulunuyor. Bunlar da giderek simgesel içerikleri­ zeyi bütün batıl ve irrasyonel unsurlardan temiz­
ni feda etmişlerdir. Gök gürültüsü artık öfkeli lenmiş görünüyor. A m a , insanlarm gerçek iç dün­
tanrının sesi değü, şimşek de onun cezalandıran yasının (onu görmek istediğimiz şekliyle değü,
mızrağı değü. Hiçbir ırmakta bir r u h barınmıyor.
Hiçbir ağaç, bir adamın yaşam prensibi, hiçbir yı­
lan akim bedene girmiş şekü, hiçbir mağara da
büyük bir cinin evi değü. Taşlardan, bitkilerden
ve hayvanlardan kısanlara seslenen yok, insan da
onlara kendisini anlayacakları inancıyla bir şeyler
söylemiyor. İnsamn doğayla bağlantısı kaybolup
gitmiş ve onunla birlikte bu simgesel bağm orta­
ya çıkardığı güçlü duygusal enerji de yitmiş.

Bastırılmış bilinçdışı içerikler negatif d u y g u l a r o l a r a k

tahripkar b i ç i m d e o r t a y a çıkabilir. 2. D ü n y a

Savaşı'ndaki g i b i . V a r ş o v a ' d a 1 9 4 3

ayaklanmasından sonra y a h u d i tutsaklar (en s o l d a ] .

Auschvvitz'de ölülerin a y a k k a b ı l a r ı (solda). U y g a r l ı k l a

temas sonucu inançlarını yitiren Avustralya yerlileri.

Bu kabilede a n c a k birkaç y ü z kişi kalmıştır ( s a ğ d a ) .


gerçek olanı) da ilkellikten kurtulmuş olup olmadı­ söz edilebilir. Tek basma bir imge, özel bir anlamı
ğı başka bir sorudur. 13 sayısı hâlâ birçokları için olmayan bir kelime temsilinden ibarettir. Ama
tabu değil midir? Hâlâ birçokları akıldışı önyargı­ eğer o imge duyguyla yüklüyse o zaman bir gizem
larla, yansıtmalarla, çocuksu illüzyonlarla büyü­ kazanır, dinamik hale gelir ve zorunlu olarak kimi
lenmiş değü mi? İnsan ruhunun gerçekçi bir resmi, sonuçları da olmalıdır.
geçen beş yüzyü boyunca hiçbir şey değişmemiş A r k e t i p kavramını algılamanın ne denli güç ol­
gibi hâlâ aynı rolleri oynamakta olan bu tür ilkel duğunu biliyorum. Çünkü, doğası tam bir tanıma
özelük ve kalıntılardan bir dolusunu ortaya çıkarır. olanak vermeyen bir şeyi tanımlamaya çalışıyo­
Modern insan gerçekte, uzun ruhsal gelişimi rum. A m a birçokları arketipleri mekanik bir siste­
boyunca edinmiş olduğu belirtilerin garip bir ka­ min, biraz eğitimle kolayca öğreniliverecek par­
rışımıdır. B i z i m işimiz insan ve onun sembolleri­ çaları gibi ele aldıklarından, bunlarm yalnız isim­
dir. O n u n ruhsal ürünlerini ayrıntüarıyla incele­ ler ya da felsefi kavramlar olmadığım vurgulamak
meliyiz. O n u n içinde kuşku ve bilimsel kanaat, zorundayım. Bunlar yaşamm kendisinin, yaşayan
eski moda önyargılarla, terk edilmiş düşünce insanlara duygu köprüleriyle bağlanan parçaları­
tarzlarıyla, inatçı yanılgılarla, kör inkarcılıkla y a n dır. Bu yüzden bir arketipe istençü (ya da genel
yana bulunuyor. geçer) bir anlam vermek mümkün değildir. Bu,

Biz psikologların incelemeye çalıştığı sembol­ söz konusu kişinüı kendi yaşam d u r u m u nasıl ge­

leri üreten insan r u h u böyle bir şeydir. Bu sem­ rektiriyorsa öyle yorumlanmalıdır.

bollerin anlamlarını açıklayabilmek için, bunların İnançlı bir Hıristiyan için haç simgesi yalnızca
yalmz kişisel deneyimlere mi bağlı olduğunu, onun Hıristiyan değeri içinde yorumlanabilir. E l ­
yoksa rüya tarafından belli bir amaçla genel b i ­ bette eğer rüya başka bir yoruma tam uyan, baş­
linçli bügi deposundan seçilip getirilmiş mi oldu­ ka bir neden getirmiyorsa. Öyle büe olsa, özgün
ğunu bilebilmeliyiz. Hıristiyan içerik gözden uzak tutulamaz. A m a ha­
Örneğin içinde 13 sayısının geçtiği bir rüyayı çın her zaman, her koşulda aynı anlamı taşıdığı
ele alalım. Sorun rüyayı görerün kendisinin bu sa­ Heri sürülemez. Öyle yapılırsa haçın gizemi silin­
yının uğursuzluğuna inanmakta mı olduğunu, miş olur. O zaman yaşamsal gücünü yitirir ve yal­
yoksa rüyanın bu tür batıl inançları olan başka nızca bir kelimeden ibaret kalır.
kimselerden mi söz ettiğini büebilmektir. Yanıt A r k e t i p i n özgün duygu yükünü algüayamayan
yorumda son derece önemli bir r o l oynamaktadır. b i r i , aslında her şeyin her anlama geleceğim gös­
İlkinde ilgili kişi hâlâ şanssızlık sayısının etkisi al­ termek üzere, kolaylıkla dizilip sıralanabüecek
tındadır; 13 numaralı bir otel odasında ya da 13 olan, karmakarışık bir yığın mitolojik resimler gö­
kişinin bulunduğu bir masada kendisini çok ra­ rür ya da hiçbir şey göremez. Bütün cesetler ay­
hatsız hissedecektir. Öbür d u r u m d a ise 13 nazik nı kimyasal büeşimi gösterirler, ama canlı insan­
olmayan ya da hakaretamiz bir ifadeden başka bir lar öyle değüdir. Arketipler ancak anlamlarım ve
şey değüdir. Batü inançlı kişi 13'ün büyüsünü hep tekil bireyler üzerindeki etküerini sabırla anlama­
hissetmektedir, mantıklı olan ise 13'ten eski duy­ ya çalışırsak hayata dönerler.
gusal rengini silmiştir. Ne için kullanıldıkları bilmmezse, kelimelerin
Bu örnek, pratik deneyimde arketiplerin nasü sadece kullanılmış olması işe yaramaz. Bu özellik­
ortaya çıktığını göstermektedir. Bunlar aynı za­ le, A n i m a ve Animus'tan, Yaşlı BUge'den, Ulu
manda hem imgeler hem de duygulardır. Ancak Ana'dan ve daha buna benzer birçok arketipten
bu iki yön bir arada bulunuyorsa bir arketipten söz ettiğimiz psikoloji için doğrudur. Azizler, bü-
Çinliler e s k i ç a ğ d a ayı tanrıça K w a n y i n

(üstte] ile ilişkilendirirdi. Diğer toplumlar

d a ayı tanrı o l a r a k görmüştür. M o d e r n

d o ğ a bilimleri b i z e a y ı n y a l n ı z c a

kraterleri o l a n bir küre o l d u ğ u n u göstermiş

olsa d a , ayı romantizm ve sevgiyle

ilintilendiren arketipsel tasarımdan bir

şeyleri de koruyoruz (solda).

97
Yedi y a ş ı n d a bir ç o c u ğ u n y a p t ı ğ ı resim,

siyah kuşları, g e c e n i n cinlerini kovan k o c a

G ü n e ş , g e r ç e k e f s a n e d e n b a z ı şeyleri d e

içeriyor (solda). O y u n o y n a y a n çocuklar,

ilkellerin de törenlerinde yaptıkları g i b i

d o ğ a ç l a m a , ç o k d o ğ a l şekilde d a n s

ederler ( s a ğ d a ) . Eski folklor hâlâ

ç o c u k l a r ı n "törensel" i n a n ç l a r ı n d a varlığını

sürdürüyor. Ö r n e ğ i n İngiltere'de (ve b a ş k a

yerlerde) çocuklar, b e y a z bir at g ö r m e n i n

şans g e t i r e c e ğ i n e inanırlar. B e y a z at ç o k

y a y g ı n bir y a ş a m simgesidir. A t a binmiş

o l a r a k gösterilen eski Kelt yaratıcı g ü ç

tanrıçası E p o n a sık o l a r a k b e y a z bir kısrak

ü z e r i n d e gösterilir (en s a ğ d a ) .

geler, peygamberler ve bütün inançlı kişilere iliş­ İllüzyonlar, fanteziler, arkaik düşünce tarzları, te­
k i n , yeryüzünün bütün U l u Analar'ma ilişkin her m e l dürtüler vb.
şeyi bilebilirsiniz. A m a bunlar resimlerden ibaret B u , insanların çoğu zaman ister istemez neden
kaldıkça, onların gizemleri yaşanmadıkça rüyada bilinçdışırun içeriği ile, bazen ondan korksalar bile,
konuşulur gibi olur; neden söz edildiği bilinme­ böylesine uğraştıklarını açıklamaktadır. Bu artık
den kahr. Kullanılan kelimeler boş ve değersizdir. içerikler nötr ya da tarafsız değildirler. T a m tersi­
Kelimeler ancak gizemleri, yani yaşayan insanlar­ ne öyle güçlü bir yükleri vardır k i , çoğu zaman sa­
la olan ilişkileri görülmeye çalışılırsa yaşam ve dece nahoş olmakla kalmazlar; sahici bir korkuya
anlam kazanabilir. Ancak o zaman adlarının pek da neden olabilirler. Ne kadar bastınlırlarsa bütün
değerinin olmadığı, insanlarla olan ilişküerinin tür kişiliği, bir nevroz biçiminde, o denli sararlar.
ve biçiminin ise çok önemli olduğu anlaşılabilir. Onlara böylesine yaşamsal bir önem sağlayan
Rüyalarımızın sembol oluşturucu işlevi, insan­ onların psişik enerjileridir. Bu tıpkı, bir süre bi­
ların asü ruhunu, daha önce hiç bulunmadığı, ile­ linçdışı bir dönem yaşadıktan sonra birdenbire
r i , ayrıntılı, yükselmiş büince, h e m de eleştirel bir belleğinde bir boşluk olduğunu, o sırada önemli
bakış ve incelemeye maruz kalmadan getirebilme şeyler olmuş olabileceğini saptayan bir kimsenin
girişimidir. Çok eski zamanlarda insanın bütün durumu gibidir. Psikenin tümüyle kişisel bir konu
kişiliği bu esas ruhtan ibaretti. Bilinç geliştikçe olduğunu varsaydıkça - k i çoğu zaman böyle ka­
bilinçli ruh, ilkel psişik enerjinin bir kısmıyla i l i n ­ b u l e d i l i r - yitip gitmiş olan çocukluk anılarım ye­
tiyi yitirdi. Bilinçli ruh eski ruhu hiç tanımadı niden kazanmaya çalışacaktır. Oysa anılarındaki
çünkü aslmda kendisinin farkında olabilecek tek boşluk, gerçekte çok daha büyük bir yitimin, ilkel
şey olan eski ruh, ayrıntılı ve gelişnüş bir bilincin psikenin yitiminin semptomundan ibarettir.
gelişimi sırasında gözden uzaklaştırılmıştı. Tıpkı embriyonun gelişimi sırasında tarih ön­
A m a buna karşılık, bizim bilinçdışı dediğimiz, cesini yinelediği gibi, ruh da bir dizi tarih öncesi
eski ruhun unsurları olan ilkel bazı belirtileri sak­ aşamalardan geçerek gelişir. Rüyaların ana görevi,
lamış bulunuyor. Rüya sembolleri daima, sanki bu tarih öncesi ve aynı zamanda çocuksu amlan
bilinçdışı, r u h u n k e n d i gelişimi sırasında terk et­ uyandırmaktır. Böyle anımsamaların bazı durum­
miş olduğu ne varsa geri getirebilmeye çalışırmış larda dikkati çeken bir iyileştirici gücü vardır. Bu­
gibi bu özelliklere ilişkm bildirimler vermektedir: nu Freud uzun zaman önce keşfetmişti. Onun göz-

98
Çocukluk anılarının hatırlanması ve arketipsel
davranış biçimlerinin reprodüksiyonu, geniş bir
ufuk ve büincin genişlemesi etkisi sağlar. B u , y i -
ten ve yeniden bulunan içeriğin biünce özümsen-
mesi ve entegrasyonu sağlanabiürse başarılabilir.
Bunlar nötr olmadıkları için benimsenmeleri on­
larda bazı değişikliklere yol açacağı gibi, kişüiği
de değiştirir. - B u kitabın üeriki bir bölümünde
Dr. M. L. von Franz'm tanımlayacağı g i b i - "birey-
selleşme süreci" adını verebileceğimiz bu evrede
sembollerin y o r u m u önemli bir rol oynar. Çünkü
semboller, psikedeki karşıthkları birbirine barış­
tırmak ve birleştirmek için doğal bir girişimdir.

Elbette sembolleri yalnızca görmenin ve son­


ra bir yana süpürmenin böyle bir etkisi yoktur.
lemi, çocukluk amlarındaki bir boşluğun (bir çeşit Bu çok çok eski nörotik d u r u m u yeniden ortaya
hafıza kaybının) geçek bir yitim anlamma geldiği çıkararak bir sentez girişimini mahveder. A m a ne
ve onun yeniden keşfinin yaşamda bir gelişim ve yazık k i , arketiplerin varlığını hiç yadsımayan bir­
huzur sağladığı görüşünü ispat etmektedir. kaç kişi onları yalnızca kelimeler olarak ele al­
Bir çocuk bedenen henüz küçük, büinçli dü­ makta, onların yaşayan geçekliğini unutmaktadır­
şünceleri de henüz az ve basit olduğundan, çocuk lar. Bunların özgünlüğü böyleükle (usulsüzce)
ruhunun çok uzaklara ulaşan komplikasyonlarmı dışlanınca sınırsız bir bütünleme süreci başlar,
fark edemeyiz. Oysa çocuk ruhu, temel kimliğin­ yani bir arketipten öbürüne geçilir, her şey her
de tarih öncesi psikeye dayanmaktadır. Bu "te­ anlama gelir. Arketip biçümerinin birbirlerinin
mel r u h " , insardığm evrim aşamalarının embriyo­ yerine bir ölçüde geçebüdiği doğrudur. A m a on­
nunda hâlâ bulunuşu gibi, çocukta halen bulun­ ların özgünlüğü bir gerçektir ve öyle kalır. A r k e ­
makta ve işlemektedir. Rüyalarım babasına hedi­ tipsel bir olgunun değeri de buradadır.
ye eden küçük kıza ilişkin önceden söylediklerimi Bu duygusal değer, rüya içeriğinin y o r u m u ­
anımsarsanız ne demek istediğimi daha kolay an- n u n bütün entelektüel süreci boyunca göz önün­
layabüirsiniz. de bulundurulmalıdır. Düşünce ve duygu birbir­
İnfantil amnezide, daha sonraki psikozlarda lerine taban tabana zıt olduklarından bu çok ko­
da sık sık görülen garip mitolojik fragmanlar b u ­ laylıkla gözden kaçabiür. Çünkü düşünce duygu­
lunur. Bu türden imgeler son derece özgün, dola­ sal değeri neredeyse otomatik olarak bastıracak­
yısıyla da çok önemlidir. Bu tür birikintiler daha tır. Psikoloji, değer faktörünü (yani duyguyu) he­
sonraki erişkin yaşamda yeniden ortaya çıktığın­ saba katmak zorunda olan tek bilimdahdır; çünkü
da, kimi kişüerde derin psikolojik bozukluklara b u , psişik olgularla yaşam arasındaki tek eklem
yol açarken, kimilerinde ise mucizevi iyileşmele­ halkasıdır. Psikoloji sık sık bilimsel olmamakla
re ya da din değiştirmeye neden olur. Bunlar ço­ suçlanır. Eleştirenlerin fark etmedikleri ise duy­
ğunlukla u z u n süredir yitik olan bir yaşam parça­ gulara hak ettikleri yeri vermenin bilimsel ve ya­
sını geri getirirler. Bu da insan yaşamına amaç şamsal zorunluluğudur.
kazandırır, onu zenginleştirir.
Çatlağın onarımı

Aklımız doğaya egemen olan yeni bir dünya ya­ ırmaklardan, dağlardan, hayvanlardan kaçmış ve
ratmış ve onu ucube makinelerle donatmıştır. tanrı-insanlar da biünçdışmda yeraltma gizlenmiş
Bunlar bizim için o denli vazgeçilmez olarak gö­ bulunuyorlar. Orada, geçrnişimizin kahntüarı ara­
rünmektedir ki onları bırakmak olasılığım bile dü­ sında zavallı bir yaşam sürdürmeye çalıştıklarını
şünemiyoruz. İnsan bilimsel ve araştırıcı ruhunun düşünüyoruz. Bugünkü yaşamımız, akıl adlı tan­
serüven dolu esinlerini izlemeye, kendi muhte­ rıça tarafmdan yönlendirilmekte. Oysa bu bizim
şem kazanımlarma hayran olmaya mecburdur. en büyük dahası acıklı aldanışımız. Aklın yardı­
Aynı zamanda korkunç dehası, kitle halinde inti­ mıyla "doğayı yendik!" diye kendimizi kandırma­
harları giderek daha da olası kıldıkları için gittik­ ya çalışıyoruz.
çe tehlikeli olan nesneleri bulmak gibi garip bir Ancak bu bir slogandan ibaret. Çünkü yeryü­
eğilime de sahiptir. zünün fethi denen şey bizi bu aşırı nüfusa getirdi
Hızla artan dünya nüfusu karşısında insanoğ­ ve gereken politik tutumu becermekteki yetersiz­
lu, giderek yükselen bu taşkını durdurma çarele­ liğimizden ö t ü r ü zorluklarımız daha da artacak.
rini aramaya başlamış bulunuyor. A m a doğa, in­ İnsanlar için hâlâ ön sırayı kapmak için birbirle­
sanın yaratıcı ruhunu insana karşı yönlendirerek riyle boğuşmak çok doğal. Öyleyse "doğayı yeni-
hepimizi geride bırakmaktadır. Örneğin hidrojen şimiz" nerede?
bombası nüfus artışma çok etkin bir son verebüe- Her değişim bir yerden başlamak zorunda ol­
cektir. Doğaya egemen olduğumuz düşüncesiyle duğuna göre, bunu öğrenip uygulayacak olan, bi­
böylesine gururlu olmamıza karşın, aslında onun rey olarak insandır. Değişim bireylerden başla­
kurbanlarıyız, çünkü daha kendimizi kontrol al­ malıdır; her birimiz, değişimi başlatan birey olabi­
tında tutmayı bile öğrenebilmiş değiliz. Yavaş fa­ liriz. Kimse kendi yapmak istemediğini yapacak
kat görünüşe baküırsa kaçınılmaz şekilde mahvo- birini bekleyip etrafa bakınamaz. A m a ne yapmak
luşa doğru ilerliyoruz. gerektiğini kimsenin bilmediği anlaşüdığına göre,
Artık yardım isteyeceğimiz tanrüarrmız yok. her birimiz kendi bihnçdışının bir çıkış yolu bulup
Büyük dünya dinleri ilerleyen bir kansızlıktan bulmadığım araştırsa, hiç de fena olmazdı. Bilinç­
mustaripler; çünkü o faydalı gizem ormanlardan, li akü bu bakımdan pek faydalı bir şey yapamıyor.
Bugünün insanı, büyük inançların da felsefe sis­
temlerinin de kendisine, bugün dünyanın içinde
bulunduğu durumda faydalı olacak güveni vere­
bilecek güçlü ve canlı fikirleri sağlayamadığı ger­
çeğinin farkına acıyla varmış bulunuyor.

Budistlerin, eğer insanlar Dharma'nın (öğreti,


yasa) sekiz soylu yolunu izleyiverseler her şeyin
20 yy'ın büyük kenti, New York (sol
üstte). Bir başka kentin sonu:
yoluna gireceğini söyleyeceklerini büiyorum. Hı­
Hıroşima-1 945 (altta). İnsan doğaya ristiyan da bize, tanrıya inamversek dünyamızın
egemen gibi görünse de Jung henüz daha iyi olacağım söylemekte. A k ü inşam, insan­
kendi doğamız üzerinde denetime
ların zeki ve akıllı olmalarıyla somnlarımrzın çö-
sahip olmadığımızı belirtmiştir.

101
zülüvereceğini ileri sürmekte. Yüdırıcı olan, bun­ kimsenin, bu konuda yetenekli bir yargıç olabile­
ların hiçbirinin kendilerinin bu sorunları çözeme- ceğini de ileri süremeyiz.
yişleridir. Her ne kadar Katolik Kilisesi, Somnia deo Mis-
İnançlı Hıristiyanlar sık sık, tamirim eski za­ sa (tanrının gönderdiği rüyalar) olgusunu kabul
manlarda yaptığı gibi kendilerine niçin hitap et­ ediyorsa da kilise düşünürlerinin çoğunluğu rü­
mediğini sorarlar. Böyle soruları duyduğumda yaları anlamak için hiçbir ciddi girişimde bulun­
hep, eski çağlarda tanrınm insanlara sık sık ken­ muyorlar. V o x Dei'nin (tanrının sesinin) rüyada
dini gösterdiği, şimdi ise böyle bir şey olmadığı algılanabüeceği olasılığını kabul edecek kadar ra­
sorusuyla karşüaşan hahamı düşünürüm. Haham, hat bir Protestan yöntem ya da öğreti bulundu­
bu soruyu soranlara "bugün artık o derdi aşağıya ğunu da hiç sanmıyorum. A m a eğer bir teolog,
eğilebilen kimse yok" diye yanıtlamış. tanrıya gerçekten inamyorsa, tanrmm rüyalar yo­
Bu yanıt, tam da çivinin başına vuruyor. Bizler luyla konuşmaya muktedir olmadığım nasü kabul
kendi sübjektif büincimize öyle yakalanmış, kıs­ edebilir?
kıvrak sarılmışız k i , yüzyüların gerçeğini, tanrının Yarım yüzyılı aşkın bir süredir doğal simgele­
ancak düşlerde ve vizyonlarda konuştuğu gerçe­ rin araştırılmasıyla uğraştım. Sonunda da rüyala­
ğini unutmuşuz. Budist, biünçdışı fantezüerin rın ve onlardaki sembollerin hiç de budalaca ve
dünyasım işe yaramaz illüzyonlar olarak reddedi­ anlamsız olmadıkları sonucuna ulaştım. T a m ter­
yor; Hıristiyan, kilisesiyle İncü'ini kendisiyle bi­ sine rüyalar, rüya sembollerini anlamak zahmeti­
linçdışı arasına koyuyor; rasyonel düşünen aydm ne katlanana, son derece ilginç bilgiler sunmakta­
ise daha kendi bilincinin ruhunun tamamı olma­ dır. Gerçi sonuçlar, alım satım gibi dünyevi işler­
dığım bile bilmiyor. Yetmiş yılı aşkın bir süredir, le pek ilgili değiller ama yaşamın anlam ve önemi
bilinçdışı, hiçbir ciddi psikolojik araştırmanın bir herhalde ticaret yaşamıyla yeterince açıklana­
kenara atamayacağı, temel bir bilimsel kavram maz. İnsan gönlünün derin özlemi de bir banka
haline gelmiş olmasına rağmen, bu görmezden hesabıyla doyurulamaz.
geliş sürüp gidiyor. İnsanlık tarihinin bu döneminde, elde bulunan
Artık doğal olguların faydaları karşısında kadi­ b ü t ü n enerji doğanın araştırılması için kullanılır­
ri mutlak tanrıyı andırır yargıçlar gibi davranma­ k e n , insanın bilinçli işlevleri de elbette araştıra­
malıyız. Artık botaniği, eski usul faydalı ve fayda­ caktır; ama ruhun sembolleri üreten asıl karma­
sız bitküer sınıflamasına ya da zoolojiyi, ükel, za­ şık kısmı hâlâ araştırılmamış duruyor. Her gece
rarsız ve tehlikeli hayvanlar sınıflamasına göre oradan sinyaller almamıza rağmen onları deşifre
ele almıyoruz. Ne var ki hâlâ yalnız bilincin an­ etmenin çoğu insana gereksiz görünmesi inanıl­
lamlı, bilinçdışımnsa anlamsız olduğunu sanıyo­ maz bir şey. İnsanın en önemli aygıtı, ruhu ilgi
ruz. Doğa büimlerinde böyle bir düşünce ancak çekmiyor; hatta güvensizlik ve küçük görme ile
gülünçtür. Örneğin mikroplar anlamlı mı, yoksa bakılıyor. "Sadece psikolojik b u " deniyor sık sık;
anlamsız mıdırlar? yani hiç önemli değil!

Bilinçdışı ne olursa olsun, anlamlı oldukları, Bu yaygın önyargı nereden geliyor? Anlaşılan
önemli oldukları görülen simgeleri üreten bir do­ ne düşündüğümüz sorusuyla o derdi meşgulüz ki,
ğa fenomenidir. Yasanımda mikroskoba bakma­ bilinçdışı ruhumuzun bizim hakkımızda ne dü­
mış bir kimsenin, mikroplar alanmda bir otorite şündüğünü sormayı unuttuk. Sigmund Freudün
olduğunu düşünemeyiz. Aynı şeküde, doğal sim­ düşünceleri, çoğu kimse için zaten var olan psi-
geleri hiç ciddi bir şeküde incelememiş olan bir kenin hor görülüşünü haklı çıkarmaktadır. Fre-
ud'dan önce psike sadece görmezden gelinirdi;
bugün ise ahlaki süprüntüler için bir çöplük oldu.
Bu çağdaş görüş noktası elbette tek yönlü ve
haksızdır. Bilinçdışı hakkında gerçek bilgilerimiz,
onun doğal ve nötr bir fenomen olduğunu göste­
riyor. O insan doğasının, açık-koyu, iyi-kötü gibi
bütün yanlarını içermektedir. Bireysel ve kolektif
sembollerin araştırılması henüz başlangıç aşama­
sında ama ilk veriler cesaret verici ve bugünün
insanının yanıt bulamamış birçok sorusu da yanıt
bulacak gibi görünüyor.

Rembrandt'ın "Açık Kitabıyla Filozof"

resmi, 1 6 3 3 . İçedönük yaşlı a d a m ,

Jung'un her birimizin kendi bilinçdışımızı

araştırmamız gerektiği inancını

görünürleştiriyor (üstte). Bilinçdışı

görmezden g e l i n e m e z ; o yıldızlar g i b i

doğal, sınırsız ve kudretlidir ( s a ğ d a ) .


Modern İnsan ve Mitler

Joseph L. Henderson

Yeni irlanda adasından tören maskesi.


Modern İnsan ve Mitler

Ebedi simgeler

İnsanlığın eski öyküsü bugün, eski nisanlardan katkıda bulunmuştur. L o n d r a ya da New York'ta
kalan sembolik resmiler ve mitlerle yeniden keş­ biz, cilalı taş dönemi insanlarının bereket törenle­
fedilmektedir. Arkeologlar geçmişin derinliklerini rini arkaik batıl inançlar olarak yadsıyabiliriz. B i ­
kazdıklarında, hazine olarak topladıklarımız eski risi bir hayal gördüğünü ya da sesler işittiğini ile­
çağların olguları değil, heykeller, resimler, tapı­ ri sürerse artık o kutsal biri ya da bir kahin gibi
naklar ve eski inançlardan haber veren dillerdir. muamele görmez. Daha çok bir r u h hastası sayı­
Diğer semboller bizim için bu inançları anlaşılabi­ lır. E s k i Yunanlıların mitlerim ya da Kuzey Ame­
lir kavramlara tercüme eden filologlar ve din b i ­ rika yerlüerinin halk söylencelerini okuyor ama
limciler tarafmdan aydınlığa çıkarılacaktır. Bun­ onlarla bizini "kahramanlar" ya da dramatik olay­
lar da kültür antropologlarınca yaşama geçirilir­ lar karşısındaki d u r u m u m u z arasmda hiçbir ilişki
ler. Onlar, bugün bile, uygarlığın kıyısında yaşa­ görmüyoruz. Oysa böyle ilişkiler vardır. Onların
yan küçük kabile topluluklarının töre ve mitlerin­ temsil ettiği semboller insanlık için önemlerinden
de yüzlerce yıldan beri değişmeden aynı sembo­ hiçbir şey yitirmiş değiller.
lik örneklerin bulunabildiğini gösterirler. Bu tür ebedi simgelerin anlaşılması ve yeni­
Bütün bu araştırmalar, bu tür simgelerin yal­ den değerlendirilmesinde çağımızın en önemli
nızca eski çağların halklarına ya da "geri kalmış" katkılarından birini, Dr. O G. Juııg'un Analitik
kabüe topluluklarına ait olduğunu, bugünkü kar­ Psikoloji okulu başarmıştır. B u , sembollerin gün­
maşık yaşama uygunsuz olduklarını sanan mo­ delik yaşamın doğal bir parçasım oluşturduğu il­
dern insanların t u t u m u n u değiştirmekte pek çok kel insanlarla, sembollerin görünüşte hiçbir an-
lam taşımadığı modern insanlar arasmdaki yapay isteyen eski bir sembolün süregelen değerim keş­
smırm yıkılmasına yardımcı olmuştur. fetmekte ona yardım edilmelidir.
Jung'un bu kitapta zaten açıklamış olduğu gi­ Analist bir hastayla birlikte sembollerin an­
bi, insan ruhunun kendi tarihi vardır ve Psike, lamlarını etkili bir şekilde araştırmadan önce,
kendi önceki gelişiminden birçok izleri taşımak­ bunların kaynakları ve anlamları üzerine i y i bilgi
tadır. Ayrıca büinçdışının içeriğindekiler de psike edinmiş olmalıdır. Çünkü eski mitlerle modern
üzerinde şekillendirici bir etki yapmaktadır. B i ­ insanlarm düşlerinde görünen öyküler arasındaki
linçli olarak bunu görmezden gelebiliriz; ama b i ­ analojüer rastlantı değüdir. Bunlar, modern insa­
linçdışı olarak onlara ve onları anlatan sembolik nın bilinçdışı r u h u , bir zamanlar anlatımım ükel-
biçimlere -düşler de dahil olmak üzere- tepki gös­ lerin inanç biçimlerinde ve adetlerinde bulan
teririz. simgeleştirme yeteneğini korumuş olduğu için
Tekil bireyler belki düşlerini birbiriyle ilgisiz vardır. Bu yetenek hâlâ da önemli bir rol oyna­
bulur. Ama uzun bir zaman sürecinde analist, bir maktadır. Bizler, bu sembollerin aktardığı mesaj­
dizi düş imgesinden, bunların belli bir örnek taşı­ lara sandığımızdan çok daha fazla bağımlıyız. Ge­
dıklarını saptayabilir; hasta bunu anladığı zaman rek tutumumuz gerekse davranışlarımız bunlar­
olasılıkla yaşamı karşısında y e n i bir bakış açısı dan aynı şekilde etkilenmektedir.
kazamr. Bu sembollerin bazıları, Jung tarafından Örneğin savaş sırasında Homeros'un, Shakes-
"kolektif bilinçdışı" adı verilenden, psikenin i n ­ peare'in ve Tolstoy'un yapıtlarma karşı artmış bir
sanlığın ortak mirasını içeren ve dışa vuran tara­ ilgi ortaya çıkar ve onların savaşa sürekli (ya da
fından gelmektedir. Bu semboller o denli eski ve "arketipsel") anlam yükleyen bölümleri yem bir
modern insanlar için o denli az tanıdıktır k i , onu anlayışla okunur. Bunlar bizde, bir savaşın güçlü
doğrudan ne anlayabilir ne de özümseyebilirler. duygusallığını hiç yaşamamış olan birine oranla
Burada anaUst yardımcı olabilir. Belki hasta çok daha derin bir tepki uyandırır. Truva düzlü-
yıpranmış olan dahası artık uygun olmayan sim- ğündeki savaşlar gerçi Agincourt ya da Borodi-
gelerin yükünden kurtarılmalıdır. Ya da ölmüş ol­ no'dakilere hiç benzemiyordu ama büyük yazar­
mak yerine modern bir biçimde anlatım bulmak lar zaman ve yer farklarım aşmayı, evrensel olan

2 0 . y y ' d a k i biçimiyle, e s k i ç a ğ l a r ı n

simgesel bir töreni: Amerikalı astronot

John G l e n n , d ü n y a çevresindeki

d o l a ş m a s ı n d a n sonra, V V a s h i n g t o n ' d a bir

geçit töreninde, 1 9 6 2 . E s k i ç a ğ l a r d a bir

zaferin a r d ı n d a n bir zafer o l a y ı y l a geri

d ö n e n bir k a h r a m a n g i b i (en solda).

Bir Y u n a n bereket tanrıçasının haçı

a n d ı r a n heykeli (İÖ 2 5 0 0 dolayları) (orta

solda). Putperest d ö n e m d e n bir p a r ç a

dişilliği h â l â koruyan 1 2. y y ' d a n bir iskoç

taş h a ç ı n ı n iki yönlü g ö r ü n ü m ü : Enine

p a r ç a d a göğüsler (solda). Hıristiyan

şenliğinin yerini a l a c a k o l a n ateist bir

p a s k a l y a için bir Rus afişi. Tıpkı Hıristiyan

şenliği g i b i eski putperest g ü n d e ğ i ş i m i

törenine d a y a n ı y o r d u (sağda).
motifleri vurgulamayı becerirler. Buna, bu tema­ lişi daha ilk bakışta, Osiris, Tamımız, Orfeus ve
lar simgesel bir nitelik taşıdıkları için tepki veri­ Baldur gibi diğer "kurtarıcı"lardakilerle aynı be­
riz. reket modeline sahiptir. Onlar da tanrısal ya da
B u n u n daha iyi görülebildiği bir örnek, her­ yarı tanrısal kökendendiler, geliştiler, öldürüldü­
hangi bir Hıristiyan toplumda yetişmiş herkes ler ve yeniden doğdular. Hepsi, bir tanrı-kralın
için tanıdıktır. Noel'de, hiçbir bilinçli dini inancı­ ölüp yeniden doğuşunun ebedi bir mit oluşturdu­
mız olmasa da bir tanrı-insan çocuğun mitolojik ğu döngüsel inançlardandır.
doğumu karşısında duygulanırız. B i l m e k s i z i n ye­ A m a Hıristiyan diriliş kavramının nihai oluşu
niden doğuş simgesiyle karşılaşmışızdır. Bu dü­ (Hıristiyanlıktaki ahiret yargısı tasavvuru da böy­
şünülemeyecek kadar daha eski olan, kuzey ya­ le "kapanmış" bir k o n u içermektedir), Hıristiyan­
rım küresinin kuru manzarasının kendini yenile­ lığı öbür tanrı-kral mitlerinden ayırmaktadır. Bu
yeceği u m u d u n u anlatan bir gündönümü şenliği­ bir kez v u k u bulmuştur ve töre yalnızca bunu
nin kalmtısıdır. Dünyayı kavrayan bütün ileri z e ­ anımsatmaktadır. A m a bu nihai oluş duygusu bel­
ka yapımıza rağmen gene de tıpkı paskalya y o r t u ­ ki de henüz Hıristiyanlık öncesi törelerin etkisi
sunda çocuklarımızın şen paskalya yumurtası ve altında bulunan ilk Hıristiyanların, Hıristiyanlıkın
paskalya tavşanı törelerine katıldığımız gibi, bu eski bereket törelerinin k i m i öğeleriyle bütünlen-
simgesel şenlikte de doyum buluyoruz. nıesi gerektiğini düşünmelerinin nedeni olmuş­
A m a ne yaptığımızı anlıyor m u y u z ya da tur. Yinelenen yeniden doğuş muştusuna gerek­
İsa'nın doğumu, ölümü ve dirilişi öyküsüyle pas­ sinimleri vardı, bu da paskalya yumurtaları ve
kalyadaki halk simgeleri arasındaki bağlantıları paskalya tavşanıyla simgeleştirildi.
görebiliyor muyuz? Genellikle bu tür şeylere en­ Modern insanın, batıl inançlı ve eğitimden
telektüel açıdan hiç bakmayız. yoksun kimselerin halk masalları olarak kabul
Oysa bunlar birbirini tamamlamaktadır. Pas­ edip bilinçle hiç de ciddiye almayacağı türde de­
kalyadan önceki cuma günü İsa'nın çarmıha geri­ rin psişik etkilere nasıl tepki vermeyi sürdürdü-

Bir kentin y a k ı l ı p yıkılmasını gösteren bir

1 3 . yy J a p o n resmi (solda). L o n d r a ' d a St.

Paul K a t e d r a l i , 2. Dünya S a v a ş ı ' n d a bir

h a v a saldırısı sırasında, aynı şekilde alev

ve d u m a n l a r a r a s ı n d a . Savaş yürütmenin

yöntemleri z a m a n l a değişmiş olsa d a

savaşın duygusal yanları z a m a n ı aşar ve

arketipseldir (altta).
günü göstermek için i k i çok farklı örneği kullan­
dım. A m a daha ileri de gidilmelidir. Simgeselliğin
öyküsü ve simgelerin çok çeşitli kültürlerin yaşa­
mında oynadığı rol ne denli yakından incelenirse,
bu simgelerde yeniden yaratılışa dair bir anlamm
da gizli olduğu o derdi anlaşılır.
A r k a i k ya da ilkel mitlerle öiünçdışmın çıkar­
dığı semboller arasındaki bağlantı halkası analist
için son derecede önemlidir. Bu analiste söz ko­
nusu sembollerin, onlara hem tarihsel bir pers­
p e k t i f hem de psikolojik bir anlam veren bir bağ­
lantıyla tanımlanması ve yorumlanması olanağını
sağlar. Burada eski çağların önemli mitlerini ele
alarak onların, düşlerüuizde karşılaştığımız sim­
gesel malzemeyle nasü -ve ne amaçla- uyumlu ol­
duğunu göstereceğim.

İsa'nın d o ğ u ş u (ortada). Ç a r m ı h a gerilişi (sol

ütte). G ö ğ e çıkışı (sol altta). D o ğ u m u , ölümü

ve y e n i d e n d o ğ u ş u , birçok eski k a h r a m a n

mitinin ö r n e ğ i n i izler. K ö k e n d e belki 3 0 0 0

yıl ö n c e S t o n e h e n g e ' d e (İngiltere) de

kutlananlar g i b i , mevsimsel bereket

törenlerine d a y a n a n bir örnektir. Y a z

g ü n d ö n ü m ü n d e S t o n e h e n g e ' d e güneşin

d o ğ u ş u (altta).
Kahramanların yaratılışı

Kahraman miti en bilinen ve yeryüzünde en yay­ şından belli oluşuna, önenüi konuma ya da güce
gın olan mittir. O n u Yunanlüar ve Romalıların kla­ hızla ulaşmasına, kötüye karşı başarıyla dövüş­
sik mitolojilerinde, ortaçağda, Uzakdoğu'da ve mesine, kibir demlen günaha kapılmasına, ölme­
bugünkü ilkel halklarda buluyoruz. B i z i m düşleri­ sine neden olan ihanet sonucu düşmesine ya da
mizde de ortaya çıkıyor. Onda belirgin bir drama­ kendini "kahramanca" feda edişine iüşkin öyküler
tik çizgi, göze çok çarpmasa da derinlere giden işitilir.
psikolojik bir anlam bulunmaktadır. Daha sonra bu örgüyü psikolojik olarak neden
Kahraman mitleri ayrıntüarda birbirlerinden anlamlı saydığımı ve aynı zamanda kişiliğini keş­
çok büyük farklar gösterirler ama hepsinin yapısı fetmeye, ortaya çıkarmaya çalışan bireyler için
birbirine çok benzer. Bu demektir ki onlar birbi­ olduğu kadar kendi kolektif kimliğini saptamak
riyle hiçbir doğrudan kültürel teması olmayan, gibi bir gereksinimi olan toplum için de önemini
örneğin Afrika zencileri ya da Kuzey Amerika Kı­ ayrıntılı olarak göstereceğim. Gene de kahraman­
zılderili boyları, Yunanlılar ya da P e r u ' n u n İnka- lar mitinin bir başka önemli özelliği bir çıkış nok­
ları gibi gruplar ve bireyler tarafından geliştiril­ tası sağlamasıdır. Çoğu söylencede kahramanın
miş de olsalar, hepsinin evrensel bir örgüsü var­ başlangıçtaki güçsüzlüğü, kendisine insanüstü
dır. Daima bir kahramanın yoksul da olsa hariku­ görevlerinin çözümü için yardımcı olan güçlü
lade doğumuna, insanüstü gücünün daha en ba­ " k o r u y u c u " figürler ya da kollayanlarca denge-

K a h r a m a n l a n n güçlerini e r k e n d e n belli

edişleri ç o ğ u k a h r a m a n mitinde görülür.

Ç o c u k Herkül iki yılanı öldürüyor (altta).

Büyülü bir kılıcı taştan ç e k e b i l e c e k biricik kişi

olan g e n ç kral Arthur (üstte s a ğ d a ) . Uç

y a ş ı n d a bir ayıyı öldüren Amerikalı Davy

Crockett (altta s a ğ d a ) .
K a h r a m a n a ihanetin iki ö r n e ğ i : Kutsal

Kitap k a h r a m a n ı Samson (en üstte) Delilah

t a r a f ı n d a n ihanete uğrar; ve Pers

k a h r a m a n ı Rüstem, g ü v e n d i ğ i bir a d a m

t a r a f ı n d a n t u z a ğ a düşürülür (üstte). Kibirin

m o d e r n bir ö r n e ğ i : Hitler'in Rusya'ya

saldırışından sonra, 1943'te Stalingrad'da

A l m a n tutsaklar (altta).

itte arketipsel k a h r a m a n l a r a yoldaşlık İskandinav k a h r a m a n ı S i g u r d , yılan Fafnir'i

eden koruyucu figüre üç örnek. Yunan öldürür (üstte). Eski Babil d e s t a n ı n d a n

mitinde g e n ç Aşil'e ö ğ ü t veren Kentaur k a h r a m a n G ı l g a m ı ş , bir a s l a n l a dövüşür

Cheiron (en üstte). Kral Arthur'un (ortada). G ü z e l kızların kurtulması için tek

koruyucusu Büyücü M e r l i n , e l i n d e bir kağıt kişilik g ü c ü n e sık sık başvurulan m o d e r n

tomarı tutuyor (ortada). M o d e r n y a ş a m d a n Amerikan çizgi kahramanı Superman

bir örnek: Bilgi ve d e n e y i m i n e meslekten (altta).

bir boksörün ç o ğ u n l u k l a b a ğ ı m l ı o l d u ğ u

antrenör (altta). Ç o ğ u k a h r a m a n l a r çeşitli

canavarları ve kötü güçleri yenmelidirler.

111
lenmektedir. Yunan kahramanlarından These- alıyorum; çünkü b u , kahramanın gelişimindeki
us'un yanmda koruyucu tanrı olarak denizler tan­ dört evreyi çok belirgm bir şekilde gösteriyor. Dr.
rısı Poseidon durmaktadır; Perseus'un yanında Paul Radin'in 1948'de Hero Cycles of the Winne­
Athena, Achilles'in yanında bilge Kentaur Cheri- bago ( W i n n e b a g o ' n u n K a h r a m a n Döngüleri)
on bulunur. adıyla yayınladığı bu öykülerde kahraman kavra­
Böyle tanrı benzeri figürler gerçekte, kişisel mının en ilkelinden en mükemmeline kadar bu
egoda bulunmayan gücü sağlayan bütün psikenin ilerleme görülebilmektedir. Her ne kadar bunlar­
sembolik temsilcilerdirler. Onların özgün rolleri, daki sembolik figürler başka başka adlar taşısa da
kahramanlar rmtinin belli başb işlevinin, yaşamın rolleri aynıdır. Örneğin ruhunu kavradığımızda
karşısma çıkaracağı zahmetli görevlere hazırlan­ bunu daha iyi anlayacağız.
ması için, bireyin benlik biJmcinin -kendi gücünü Radin, kahraman mitinin gelişiminde dört ev­
ve güçsüzlüğünü bmşirıin- gelişmesini sağlamak re saptar. Bunları Hilebaz, Tavşan, Kızılboynuz,
olduğunu düşündürüyor. İnsan giriş sınavını başa­ İkiz evreleri olarak adlandırır. " B u n l a r bize büyü­
rıp yaşamın olgunluk evresine girdiğinde kahra­ me sorunuyla başa çıkmaktaki zorlanmamızı, çok
manlar miti geçerliliğini yitirir. Kahramanın sim­ edebi bir anlatım yardımıyla göstermektedir"
gesel ölümü aynı zamanda bu olgunluğa eriştir. derken, bu gelişimin gerçek psikolojisini çok iyi
Şimdiye kadar kahramanlar mitinin, doğum­ tanımıştır.
dan ölüme kadar bütün döngünün ayrıntıyla be­ Hilebaz evresi en erken, en az gelişmiş yaşam
timlendiği bütününden söz ettim. A m a dikkat edi­ kesitine uyar. Hilebaz, bedensel ihtirası davranışı
lirse, bu döngünün her aşamasında, kahramanlık için tayin edici olan bir figürdür; bir çocuğun akıl
öyküsünün, bireyin benlik bilinci gekşiminde ulaş­ yürütmesine sahiptir. Zalim, alaycı ve duygusuz­
tığı belirli bir noktaya ve o anda karşısma çıkan dur. B i z i m Tavşan Brer ve T i l k i Reynard öyküle­
soruna uygulanabilecek özgün biçimler vardır. Ya­ rimiz Hilebaz mitinden belirgin hatlar taşımakta­
ni kahramanın resmi, insan kişilik gelişiminin her dır. Başlangıçta bir hayvan biçiminde olan bu fi­
evresini yansıtan bir biçimde gelişir. gür arka arkaya gözü pek işler yapar, zamanla da
B u n u bir tür diyagramla sunarsam daha kolay değişir. Orada burada boş boş gezinmesinin so­
anlaşılır. Bu örneği Kuzey Amerika'nın az bilinen nunda Hilebaz, erişkin bir adamın fizik görünü­
bir kabilesi olan Winnebago Kızılderililerinden münü almaya başlar.

112
Bir sonraki figür Tavşan'dır. Hayvansal çizgi­ gösterir. Gücü Kızılboynuz'un olası zayıflıklarım
leri Amerika yerlilerince çoğu zaman bir Kojot dengeleyen, "yolda saldıran" adlı kudretli bir kuş
olarak temsil edilen Hilebaz gibi o da önce bir biçiminde bir yoldaşı vardır. Kızılboynuz'la artık
hayvan biçiminde görünür. Henüz insan vücudu­ insanların, insanüstü güçler ya da k o r u y u c u tan­
nun olgunluğuna erişmemiştir ama buna rağmen rılara, tehditkâr kötü güçlere karşı zafer kazan­
insan kültürünün kurucusu, biçimlendiricisi ol­ mak için gereksinim duyduğu dünyasına, bu he­
duğu ortaya çıkar. O n u n kendilerine ünlü büyü nüz arkaik bir dünya olsa da varmış olduk. Öykü­
törelerini verdiğine inanan Vvınnebagolar bu yüz­ nün sonuna doğru tanrı benzeri kahraman kaybo­
den onu kurtarıcüarı ve kültür kahramanları sa­ lur. Kızüboynuz'u ise oğullarıyla yeryüzünde bı­
yarlar. Radin'in bildirdiğine göre bu töre o kadar rakır. İnsanın mutluluk ve güvenini tehdit eden
etkiliydi ki Peyote töresinin üyeleri, Hıristiyanlığı tehüke artık onun kendisinden gelmektedir.
tanıdıklarında Tavşan'ı terk etmeyi reddetmişler­ Sondaki İkiz evresinde de yinelenecek olan bu
di. 0 Mesih'in biçimiyle karışmıştı dahası kimileri esas konu şu soruya yol açar: İnsanlar kendi k i ­
hazır Tavşanları varken Mesih'e hiç ihtiyaçları ol­ birlerine ya da mitolojik olarak söylersek, tanrüa-
madığını düşünüyorlardı. Bu arketipsel figür, H i - rın kıskançlığına yenilmeksizin ne kadar mutlu
lebaz'a göre belirgin bir gelişim gösterir: Tav- kalabilirler?
şan'm nasıl bir toplumsal varlık olduğu, Hile- İkizler Güneşin oğulları sayüsalar da insan n i -
baz'da var olan dürtüsel ve çocuksu uyaranları teliğindedirler ve ikisi birlikte tek bir varhk oluş­
nasıl düzelttiği görülür. tururlar. En başta ana karnında birlik iken do­
Kahraman figürlerinin üçüncü sırasındaki Kı- ğumla ayrılmışlardır. A m a gene de birbirlerine
zılboynuz, denildiğine göre on kardeşin en genci­ aittirler ve çok güç olsa da onları yeniden birleş­
dir. Arketipsel bir kahramanın yerine getirmesi tirmek zorunludur. Bu iki çocukta insan doğası­
gereken beklentileri, belirli sınavları geçerek gös­ nın her i k i yanım görürüz. B i r i , "et" yumuşak, di­
terir: Yarışlar kazanır, dövüşlerde öne çıkar. İnsa­ rençsiz ve girişimsizdir; öbürü, "destek" ise dina­
nüstü yetenekleri, devleri (zar oyununda) lüleyle mik ve isyankârdır. Kinü ikiz kahraman öyküle­
ya da (bir güreşte) gücü ile yenmesiyle kendini rinde bu davranış özellikleri öylesine işlenmiştir

"Hilebaz": K a h r a m a n mitinin

gelişiminde ilk a ş a m a ; k a h r a m a n

dürtüsel, çekinmeden ve ç o ğ u kez de

çocukça hareket eder. 1 6 . y y ' ı n bir

Çin destanında, m a y m u n kılıklı

kahraman (Pekin'de m o d e r n bir o p e r a

temsilinden], hilelerle ırmaklar kralını

büyülü bir asayı vermeye zorlar (en

solda]. İÖ 6. y y ' d a n bir v a z o

üzerinde çocuk Hermes, A p o l l o ' n u n

ineğini çaldıktan sonra b e ş i ğ i n d e

yatıyor (solda]. Karışıklık y a r a t a n

Norman tanrısı Loki ( 1 9 . y y ' d a n

yontu] (sağda). C h a r l i e C h a p l i n "Asri

Zamanlar" ( 1 9 3 6 ) f i l m i n d e - 2 0 . y y ' ı n

bir düzenbazı (en s a ğ d a ) .

113
ki bir figür, özel bir yansıtma yetisi olan bir içedö­ golar, aynı zamanda Irokualar ve bazı Algoıunıiıı
nüğü temsü ederken öbürü dışadönük bir eylem kabileleri olasılıkla üısan etüıi, kendi bireyleşici,
insanı, büyük işler yapan biridir. tahrip edici dürtülerini yatıştıracak olan totemik
Uzun süre bu kahramanların her ikisi de yenü- bir törenle yiyorlardı.
mezdir; ister ayrı figürler olarak ister birin içinde­ Kahramanın ihanete uğradığı ya da yenildiği
ki iki varuk olarak temsü edilmiş olsunlar, herke­ Avrupa mitolojilerinde de töresel kurban motifi
si yenerler. A m a Navaho Kızılderililerinin mitolo­ kibir için özgün bir ceza uygulaması olarak bulun­
jisindeki savaş tanrıları gibi sonunda güçlerini kö­ maktadır. A m a VVinnebagolar da Navaholar da o
tüye kullanma hastalığına yakalanırlar. kadar ileri gitmezler. Her ne kadar İkizler günah
Yenebilecekleri korkunç yaratıklar artık ne işlenüşlerse ve cezalan ölüm olsa da kendileri
yerde ne de gökte kalmıştır. B u n u n ardından ya­ kemli güçlerinden o kadar korkarlar ki birlikte
ban t a rafları intikam alır. Winnebagolar sonunda sürekli bir durağanlık içinde yaşamaya karar ve­
hiçbir şeyin, hatta dünyayı tutan direğin bile on­ rirler. Böylece insan doğasının çatışan yanları ye­
lardan sakınılanıadığmı anlatıyorlar. İkizler, dün­ niden dengeye gelmiş olur.
yayı taşıyan dört hayvanı da öldürünce artık sı­ Burada dört kahraman tipini biraz ayrıntılı ta­
nırlarını aşmışlardı. Yollarını sonlandırmak zama­ nımladım, çünkü bıııüar gerek tarihsel mitlerde
nı gelmişti. Cezaları ölüm olacaktı. gerekse bugünkü insanların kahramanlık düşle­
Kızılboynuz'da olduğu gibi İkizler evresinde rinde ortaya çıkan modeli belirgin şekilde göster­
de kurban edilme ya da ölme motifi kibire, ölçü­ mekledir. (>rta yaştaki bir hastanın düşünü ince­
süz gurura karşı zorunlu bir çaredir. Kültür or­ lerken bunu aklımızda tutmalıyız. Bu düşün yoru­
tamları Kızılboynuz evresine denk düşen ilkel mu analistin mitoloji bilgisiyle hastasına başka
toplumlarda bu tehlikenin barıştırıcı nitelikte ola­ türlü çözülemez gibi görünen bir bilmeceye yanıt
rak, bir insan kurban edilmesiyle karşılandığı an­ bulmakta nasıl yardımcı olabileceğim göstermek­
laşılıyor; bu da daima ortaya çıkan ve muazzam tedir. Bu adanı düşünde kendisinin tiyatroda "gö­
1

simgesel önem taşıyan bir temadır. Winneba- rüşüne saygı duyulan bir seyirci" olduğunu gör-

G e l i ş i m i n i n ikinci a ş a m a s ı n d a kahraman

insan kültürünün kurucusudur.

Tanrılardan ateşi ç a l ı p insanlara getiren

Kojot efsanesinin N a v a h o kum-resmi

Yunan efsanesinde c e z a o l a r a k

k a y a l a r a b a ğ l a n a n ve bir kartal

t a r a f ı n d a n g a g a l a n a n Prometeheus gibi

(solda). I O 6 . y y ' d a n k a p (altta).


I

Üçüncü a ş a m a d a k a h r a m a n , B u d a g i b i Bir kurdun büyüttüğü ve Roma'yı kuran Dördüncü a ş a m a d a ikizler, Roma


güçlü bir tanrı-insandır: 1. y y ' d a n h e y k e l d e ikizler Romulus ve Remus (bir o r t a ç a ğ k a h r a m a n l a r ı Kastor ve Pollux'un,
Siddnarta, a y d ı n l a n m a y ı bulup B u d a italyan heykeli). Bunlar k a h r a m a n mitinin Leukippos'un kızlarını kaçırışları g i b i ,
olacağı geziye başlıyor (üstte). d ö r d ü n c ü a ş a m a s ı n a en bilinen örneklerdir güçlerini kötüye kullanırlar (Flaman ressamı
(altta solda). Rubens'in bir tablosunda) (altta).
mekteydi. B i r sahnede beyaz bir maymun, çevre­ bir adamdı. Mesleğinde başarüıydı, anlaşıldığı ka­
sinde birçok insanın olduğu bir kaidenin üstüne darıyla koca ve baba olarak da halinden çok hoş­
çıkıyordu. Bu düşü anlatırken adam: nuttu. Ne ki psikolojik olarak baküdığında olgun
değüdi. Bu psişik hamlık kendini düşlerinde kah­
Rehberim, rüzgarm saldırısına uğrayıp raman m i t i n i n çeşitli yönleriyle belü etmekteydi.
dayak yiyecek olan genç bir denizcinin söz K e n d i s i n i n gündelik yaşamı ile hiçbir ilgisi olma­
konusu olduğunu anlatıyor. Ama ben karşı sa da bu imgeler fantezilerini gene de kuvvetle
çıkarak maymunun denizci olmadığım söylü­ meşgul ediyordu.
yorum; ama o anda karalar giyinmiş bir genç Bu düşte de düşü görenin gerçek kahraman
adam ortaya çıkıyor ve ben asü kahramanın o
olarak ortaya çıkmasını sürekli beklediği bir var­
olduğunu düşünüyorum. Ama bir başka yakı­
lığın çeşitli yönleri olarak, tiyatro gibi bir çerçe­
şıklı genç bir mihraba çakarak dikiliyor. Çıp­
vede ortaya çıkan bir dizi figür görüyoruz. İlki be­
lak göğsüne, onun insan kurban olarak sunul­
yaz bir maymun, ikincisi bir denizci, üçüncüsü
duğunu belirten bir işaret koyuyorlar. Ondan
karalar giyinmiş bir genç adam ve sonuncusu da
sonra kendimi birçok başka kişiyle birlikte
"yakışıklı bir genç adam"dır. S u n u m u n , apaçık bir
bir platformun üzerinde görüyorum. Dar bir
merdivenden aşağı inebiliriz, ama ben çekmi­ denizcinin zor sınavım temsü eden ilk bölümünde

yorum çünkü aşağıda iki kavgacı genç var. düşü gören yalnızca beyaz bir m a y m u n görür.

Ben onların bizi de yakalayacağım sanıyo­ Karalar giyinmiş adam birden ortaya çıkar ve ay­
rum. Ama gruptan bir kadın merdivenden so­ nı hızla kaybolur; bu önce beyaz maymuna bir
run çıkmaksızın inince bunun güvenli oldu­ kontrast oluşturan ve bir an için asü kahramanla
ğunu görüyorum ve hepimiz kadının ardın­ karıştırüan yeni bir figürdür. Düşte bu şekilde ka­
dan aşağı iniyoruz. rışıklıklar hiç de akşılmadık değildir. Biünçdışı
düşü görene her zaman belirgin imgeler sunmaz.
Bu tür bir düş çabukça, basitçe yorumlana­ Bu figürler dikkati çekercesine bir tiyatro gös­
maz. B u n u n düşü görenle ilgisini, diğer simgesel teriminde ortaya çıkıyorlar. Bu kavranüa düşü
içeriğini göstermek için onu dikkatle çözmeliyiz. görenin analizdeki kendi terapisine gönderme
Bu düşü gören hasta bedensel olarak geçkince yaptığı anlaşılıyor: Sözü edüen "rehber" de belki

Bireyin psikesi, k a h r a m a n mitinde de

o l d u ğ u g i b i , ilkel, çocuksu bir e v r e d e n

gelişir ve ilk e v r e d e n resimler ruhça

o l g u n o l m a y a n erişkinlerin düşlerinde sık

o r t a y a çıkar. İlk a ş a m a b i r a z , çocukların

Fransız filmi " Z e r o de C o n d u i t e " d e k i

( 1 9 3 3 | yastık k a v g a s ı g i b i kaygısız

o y u n l a r ı n a b e n z e r (solda). İkinci a ş a m a

g e n ç l i ğ i n korkusuzluğuna uymaktadır:

A m e r i k a n gençleri sinirlerini, hızla g i d e n

bir o t o m o b i l d e test e d i y o r l a r ( s a ğ d a ) .

D a h a s o n r a k f b i r evre ileri d ö n e m

gençliğinin idealizmi ve fedakarlığını

o r t a y a çıkarır: 1 9 5 3 Berlin a y a k l a n m a s ı ;

g e n ç l e r taşlarla tanklara saldırıyorlar (en

sağda).
analizcidir. A m a düşü gören kendisini bir hasta bağımlı, tabiat olarak çekingen olduğunu öğren­
olarak değil, "görüşüne saygı gösterilen önemli miştim. Bu nedenle geç çocukluk dönemi için çok
bir seyirci" olarak görmektedir. Burası, onun eriş­ doğal olan yaramazlıkları hiç yaşamamış, okul ar­
kin olmak deneyimiyle ilintilendireceği çeşitli fi­ kadaşlarının oyunlarına da katılmamıştı. Ne diğer
gürleri gözden geçirmeye başlamak için uygun oğlanlar gibi bir başkasına "maymunsu" oyunlar
bir noktadır. Örneğin beyaz maymun ona, yedi- oynamış ne de "maymun gibi" kimsenin taklidini
on iki yaşlarındaki oğlan çocukların oyuncu ve ol­ yapmıştı. Bu söyleyiş özelliği gerekli i p u c u n u sağ­
dukça uygunsuz davranışlarını anımsatır. D e n i z c i lıyordu. M a y m u n gerçekten Hilebaz figürünün
ilk gençliğin serüven keyfini, hemen onu izleyen simgesel bir biçimiydi.
"dayak" da sorumsuzluk nedeniyle cezalandırılışı A m a neden Hilebaz maymun olarak görünü­
düşündürmektedir. Karalar giymiş genç adam yordu? Neden beyazdı? Daha önce gösterdiğim
için rüya gören hiçbir çağrışım verememektedir; gibi, Winnebago söylencesi, Hilebaz'm döngünün
ama kurban edilmek üzere olan yakışıklı genç sonunda yavaş yavaş insana benzer bir görünüm
adamda, geç ergenlik döneminin, fedakâr idealiz­ kazandığmı anlatır. Buradaki düşte o bir insan
minin kalıntılarını görmüştür. varlığma, bir insanın gülünç bir karikatürü gibi
Bu aşamada tarihsel malzeme - y a da arketip- benzeyen bir maymundur. Rüyayı görenin kendi­
sel kahraman resimleri- ve düş görenin kendi k i ­ si maymunun neden beyaz olduğuna ilişkin her­
şisel yaşantıları, her ikisinin birbirini ne kadar hangi bir çağrışım veremiyordu. A m a biz ilkel
doğruladığı, yadsıdığı ya da daha yakınlaştırdığı­ simgeler konusundaki bilgimizden, beyaz rengin,
nı görmek için birleştirilebilir. kendi başına alelade olan bir varhğa "tanrıya ben­
İlk çıkarsama beyaz m a y m u n u n Hilebaz'ı ya zerliğin" özgün niteliğini sağladığını çıkarsayabili-
da en azından Winnebagoların Hilebaz'a verdiği riz. Birçok ilkel toplumda albinolar kutsal sayılır.
karakter özelliklerini temsil ettiğidir. A m a bence, B u , Hilebaz'm yarı tanrısal ya da büyülü güçleri­
maymun düşü görenin bizzat ya da kendine uy­ ne de çok i y i uymaktadır.
gun olarak yaşamamış olduğu bir başka şey için O halde beyaz maymun, düşü gören için apa­
de bulunmaktadır; dediği gibi o düşünde seyirci çık çocukluğun, o zamanlar yeterince kabul ede­
olmuştur. Küçük çocukken ebeveynine çok fazla mediği ve şimdi övmek zorunda olduğuna inandı-
ğı çocuksu oyunculuğun olumlu özelliklerini sim­ zayıf ama savaşan bir figür olduğu şeklindeki söy-
gelemektedir. Düşün söylediği gibi onu "bir ka­ lemleriyle bir ilinti kuruyoruz. Düşün bu evresin­
idenin üzerine" yerleştirmekte, böylelikle o yiti­ de hasta yeniden, çocukluğunun ve erken gençli­
rilmiş bir çocukluk deneyiminden daha fazla bir ğinin önemli bir yönünü tam yaşamamış olduğu­
şey haline gelmektedir. Erişkin bir adam için bu nu fark etmektedir. Çocukluğunun oyunculuğu­
yaratıcı deneme zevkinin bir simgesidir. nu da bir oğlan çocuğunun biraz daha ileri hoy­
Peki, sonuç olarak, maymun bir maymun mu rat lıklarını da kaçırmıştı. Şimdi bu eksik kalan de­
yoksa dayak yemesi gereken denizci midir? Han­ neyimlerin ve kişisel özelliklerin rehabilitasyonu
gisi olursa olsun, insan gelişiminin bir sonraki için yollar aramaktaydı.
aşaması, çocukluğun sorumsuzluğunun toplum­ Bundan sonra düşte garip bir değişim olmak­
sallaşma evresine yer açtığı bir durumdur. Bu da tadır. Karalar giyinmiş genç adam ortaya çıkar.
acı veren bir disipline boyun eğmek anlamına ge­ Düşü gören bir an için "asıl kahraman"ın bu oldu­
lir. Bu yüzden denizcinin, Hilebaz'ın bir tür ol­ ğunu sanır. Bu karalar giyinmiş adama ilişkin ola­
gunluk sınavı yardımıyla sosyal sorumluluk sahi­ rak büebildiğimiz bundan ibarettir; ama bu kaça­
bi bir kişiye dönüşeceği bir ileri biçimi olduğu mak bakış, düşlerde sık sık ortaya çıkan daha
söylenebilir. Simgeye öyküsel olarak bakılırsa önemli bir motife dikkati çekmektedir.
rüzgarın bu süreçteki doğa unsurlarını temsil et­ B u , analitik psikolojide önemli bir rol oynayan
tiğini, dayağın ise insandan kaynaklandığını dü­ "gölge" kavramıdır. Jung, bireylerin bilinçli zihin­
şünebiliriz. lerinin ortaya attığı bu gölgenin, kişiliğin gizli,
Bu noktada Winnebagoların Tavşan evresi bastırılmış, değersiz (ve günahkâr) yönlerini
üzerine, kültür kahramanının, çocukluğunu daha içerdiğini gösternüştir. A m a bu karanlık basitçe
ileri bir gelişme uğruna feda etmeye hazır olan, bilinçli egonun tersinden ibaret değildir. Egonun
değersiz ve tahrip edici tasarımları olduğu gibi,
gölgenin de normal güdüler ve yaratıcı dürtüler
gibi iyi özellikleri de vardır. Ego ve gölge gerçek­
te ayrı olsalar da birbirlerine tıpkı düşünce ve

G e n ç , farklılaşmamış Ego-Kişiliği a n n e

t a r a f ı n d a n korunur. Bu koruma ç o k belirgin

o l a r a k M a d o n n a ( 1 5 . y y ' d a n italyan ressam

Piero d e l l a Francesca'nın bir tablosunda)

(solda) y a d a M ı s ı r ' d a g ö ğ ü n , yeryüzü

üzerine e ğ i l e n tanrıçası N u t (IO 5 . y y ' d a n

bir k a b a r t m a d a ) görülüyor t a r a f ı n d a n temsil

edilir ( s a ğ d a ) . A m a E g o s o n u n d a bilinçdışı

ve hamlıktan kurtulmalıdır. O n u n bu

"özgürlük savaşı" ç o ğ u n l u k l a k a h r a m a n ı n bir

c a n a v a r l a savaşıyla simgelenir. J a p o n t a n r ı s ı

S u s a n o o ( 1 9 . y y ' ı n bir tahta o y m a s ı n d a ) bir

y ı l a n l a boğuşur (üstte). K a h r a m a n her

z a m a n hemen k a z a n m a z . Ö r n e ğ i n Yunus

bir b a l i n a t a r a f ı n d a n yutulur (bir 1 4 . yy el

y a z m a s ı n d a ) (en s a ğ d a ) .
duyguların birbirlerine bağlı olması gibi, şaşmaz
şekilde bağlıdırlar.
Ego, yine de gölge ile çatışma, Jung'un dediği
gibi, "kurtuluş savaşı" içindedir. İlkel insanın b i -
linçliliğe erişme çabalarında bu çatışma arketip­
sel kahramanla, ejderhalar ve canavarlar olarak
kişileştirilen kötülüğün kozmik güçleri arasındaki
savaşla ifade edilmektedir. K e n d i n i geliştirmekte
olan bilinçte kahraman figürü ve bilinçdışınm
tembelliğini yenerek ortaya çıkmakta olan ego,
olgun inşam çocukluğun mutlu durumuna, anne­
nin egemen olduğu bir dünyaya geri dönme özle­
minden kurtaran simgesel araçtır.
Egonun o r t a y a çıkışı dövüşten başka bir
Mitolojide kahraman genellikle ejderhaya kar­
f e d a k a r l ı k l a , y e n i d e n d o ğ u ş l a sonlanan bir
şı savaşını kazanmaktadır. ( B u n a ilişkin az sonra ölümle de simgelenir. Devrim b ö y l e bir

daha fazla şey anlatacağım.) A m a kahramanm ej­ fedakarlıktır (altta). D e l a c r o i x ' n ı n

" M i s s o l o n g i h a r a b e l e r i n d e ölen
derhaya teslim olduğu mitler de vardır. Bunlar­
Yunanistan" tablosu, iç savaşla ölen ve
dan bilmen bir tanesi İlyas Peygamber ve balina­
kurtuluşu ve y e n i d e n d o ğ u ş u bekleyen
dır. Burada kahraman, onu, güneşin guruptan şa­ ülkeyi c a n l a n d ı r m a k t a d ı r . Bir bireyin

fağa ilerleyişini simgeleyen batıdan doğuya doğru f e d a k a r l ı ğ ı : İngiliz şair Byron Y u n a n i s t a n ' d a

1 8 2 4 d e v r i m i n d e ölmüştür (üstte). Hıristiyan


gece yolculuğuna çıkaran bir deniz canavarı tara­
a z i z i Lucia, gözlerini ve y a ş a m ı n ı inanç
fından yutulur. Kahraman, bir tür ölümü temsü uğruna f e d a etmişti (altta solda).
eden bir karanlık içine girmektedir. Bu motif be­ önemli bir bölümünü sahiden tam yaşamayı be-
nim kendi klinik deneyiırıimde karşılaştığım rüya­ cerememişti. B u n u n sonucu olarak da gerçekleş­
larda da ortaya çıkmaktadır. meyen metafizik erekler peşinde semeresiz ara­
Kahramanla ejderha arasındaki dövüş bu m i ­ yışlarda kendini yitirmiş, gerçekhği tam olmayan
tin aktif biçimidir. Açıkça egonun geriye dönük ya da eksik biriydi. Yaşamın, i y i olam da kötü ola­
eğilimler karşısındaki zaferim yansıtan arketipsel nı da aynı şeküde yaşamak buyruğunu kabul et­
temayı gösterir. İnsanların büyük çoğunluğu için meye henüz hazır değüdi.
kişiliğin karanlık ya da olumsuz yanı bilinçdışı k a ­ Hastamın düşündeki kara giyimli adamın, b i ­
lır. Ama kahraman gölgenin var olduğunu ve için­ linçdışırun bu yönüyle ilintili olduğu anlaşılıyor.
deki gücü tüketebüeceğini kavramak zorundadır. O n u n kişiliğinin "gölge" yanma, b u n u n çok yönlü
Ejderhayı yenebilecek kadar ürkütücü olmak isti­ olanaklarına ve kahramanın yaşamın zorluklarına
yorsa tahripkâr güçlerle anlaşması gereklidir. Ya­ hazırlanmasındaki rolüne böylesi bir uyarı, düşün
ni ego zafer sevincini yaşamadan önce kendi göl­ erken bölümlerinden, kurban edilen kahraman
gesini zorlamak, özümsemelidir. temasma, mihrap üzerinde yatan yakışıklı genç
Bu temayı büyük bir edebi kahraman figürün­ adama, önerrui bir geçiş oluşturmaktadır. Bu fi­
de, Goethe'nin Faust'unda da bulabiliyoruz. F a - gür hemen her zaman, gençliğin geç döneminde­
ust, Mephistopheles'le bahse girdiği zaman bir ki ego oluşturma sürecim çağrıştıran kahraman­
"gölge" figürünün gücü altına girer. Düşünü an­ lık biçimim temsü etmektedir. Bu dönemde kişi
lattığım adam gibi Faust da önceki yaşamının yaşamının ideal ükelerini ifade etmekte, onların

Birinci Dünya S a v a ş ı ' n d a n askere ç a ğ r ı : M i t o l o j i d e k a h r a m a n ç o ğ u n l u k l a , kibiri

Piyadeler ve bir askeri mezarlık. y ü z ü n d e n tanrıların o n u y e n i d e n

Canlarını ülkeleri için verenleri a n m a t e v a z u y a d ö n d ü r m e k istemeleriyle ölür.

törenleri ve ayinler ç o ğ u n l u k l a M o d e r n bir örnek o l a r a k : 1 9 1 2 ' d e

kahramanın arkatipik k u r b a n ı n d a k i ölüş Titanic gemisi bir a y s b e r g e ç a r p a r a k

ve yeniden d o ğ u ş motifini yansıtır. batmıştır. ("Titanic" filminden bir m o n t a j ,

Birinci Dünya Savaşı ölüleri için dikilen 1943). Onun batamayacağı

bir İngiliz anıtındaki y a z ı " g ü n b a t ı m ı n d a s ö y l e n i y o r d u . Amerikalı y a z a r VValter

ve gün d o ğ u m u n d a sizleri a n a c a ğ ı z " L o r d a g ö r e bir g e m i c i "tanrı bile bu

der (altta). g e m i y i b a t ı r a m a z " demişti (sağda).


kendisini ve başkalarıyla olan ilişkilerini değişti­ Aynı şekilde, gençliğin egosu da daima bu ris­
rebilecek gücünü hissetmektedir. Yani gençliğin, ki göze almak zorundadır çünkü eğer bir genç,
çok çekici, enerji ve idealizm dolu olan çiçek aç­ ulaşabileceğinden daha yüksekteki bir ereğe yön­
ma döneminde bulunmaktadır. A m a acaba neden lenmezse, gençlikten olgunluğa kadar önüne çı­
kendisini kurban-insan olarak sunar? karak olan engelleri aşamaz.
Bunun nedeni belki de Winnebago söylence- Şimdiye kadar hastamın kendi kişisel çağn-
sindeki İkizler'i, yok olmamak için güçlerinden şımları düzeyinde ilişkilendirebildiği sonuçlardan
vazgeçmeye iten nedenin aynıdır. Gençliğin çok söz ettim. A m a daha arketipsel bir düş düzeyi,
güçlü bir itici güce sahip olan idealizmi gözü pek­ sunulan insan kurbanındaki gizde vardır. Bu bir
liğe kadar gitmelidir; insan egosu ancak kibrin­ giz olduğundan, simgelemiyle bizleri insanlık tari­
den yokoluşa düşme tehlikesini göze alarak tanrı hinin en derinlerine götüren törensel bir eylemle
benzeri bir konuma yükseltüebilir. (Kırılgan, i n ­ anlatılmaktadır.
san eliyle yapılmış kanatlarla gökyüzüne çıkan Bu törensellik aslında aynı zamanda hem be­
ama bu sırada güneşe çok yaklaştığından düşen lirli bir keder h e m de ölümün bir yenilenme oldu-1
Ikarus öyküsünün anlamı da budur.) ğuna inançla bir tür sevinç taşımaktadır. İster
Kahramanlar sıklıkla zor d u r u m d a k i

(Anima'yı temsil eden) bir kızı

kurtarmak için c a n a v a r l a boğuşurlar.

A z i z G e o r g , bir kızı kurtarmak için bir

canavarı öldürüyor ( 1 5 . y y ' ı n bir

İtalyan resminden) (solda). 1916'da

"Büyük Sır" filminde c a n a v a r bir

lokomotife dönüşmüş a m a

Kahramanca kurtarış a y n ı kalmıştır

(sağda).

Winnepago yerlilerinin efsanelerinde ya da kuzey


halklarının söylencelerinde B a l d u r ' u n ölümün­
den yakınılırken ortaya çıksın, ister Walt Whit-
manin Abraham Lincoln'ün yasını tutan şiirlerin­ A m a bir düşle mitolojide bulunabilecek malze­

de ya da düşteki insanın kendi gençliğinin umut­ me arasında tam ve mekanik koşutluklar aramak

ları ve korkularına geri döndüğü törensellikte, te­ gerektiği sanılmamalıdır. Her düş söz konusu

ma hep aynıdır; ölüm yoluyla yeni bir doğumun olan düş görene özgüdür. B u n u n biçimi de birey­

dramı. lerin kişisel durumu tarafından belirlenir. Benim

Düşün sonu, düşü görenin kendisinin nihayet göstermek istediğim bilinçdışının düşe arketipsel

düşteki eyleme katıldığı ilginç bir son söz getir­ malzemeyi nasıl kattığı, onun örgüsünü düş göre­

mektedir. Kendisi diğer kimselerle birlikte, aşağı n i n gereksinimine göre nasıl değiştirdiğidir. Bu

atlamak zorunda kaldığı bir platformun üzerinde­ yüzden bu özgün düşte Winnebagoların Kızılboy-

dir. Merdivene güvenmez çünkü kavgacıların ka­ nuz ya da İkizler döngüsünde gösterdikleri ile

rışmasından korkmaktadır; ama bir kadın kendi­ doğrudan bir ilişki aranmamalıdır. İlişki noktası

sini cesaretlendirerek aşağıya güvenle inebilece­ daha çok her iki temanın ortak özelliği olan kur­

ğini gösterir, gerçekten öyle de olur. B e n i m onun ban öğesidir.

çağrışımlarından çıkardığım; katıldığı bütün gös­ Genel bir kural olarak, kahraman sembolleri­
terinin, yaşadığı içsel değişimin süreci olan anali­ ne gereksirıimin, egonun bir desteğe muhtaç ol­
zinin bir parçası olduğunu, belki yeniden günde­ duğu durumlarda, yani bilinçli r u h bir görev kar­
lik gerçeğe dönmenin güçlüğünü düşündüğüydü. şısında sorunu yalnız basma ya da bilinçdışındaki
Kendi deyimiyle "kavgacılardan korkusu, Hile­ güç kaynakları olmaksızın çözemediğinde, ortaya
baz arketipinin kolektif bir biçimde ortaya çıka­ çıktığı saptanabilir. Örneğin sözünü' ettiğim düş­
cağından korkusunu tanımlamaktaydı. te tipik kahraman söylencelerinin daha önemli

Bu düşteki kurtarıcı elemanlar, burada olası­ bir yanına, güzel kadınları korkunç tehlikeden

lıkla rasyonel akün simgesi olan, insan eliyle ya­ kurtarma yeteneğine ilişkin hiçbir belirti bulun­

pılmış merdiven ve düş göreni merdiveni kullan­ muyordu. (Zor durumdaki genç kız, ortaçağ Av­

maya yüreklendiren kadımn varlığıdır. O n u n dü­ rupa'sında öne çıkan bir efsaneydi.) Bu mitlerin

şün sonucunda ortaya çıkışı, belki bu son derece­ ya da düşlerin "anima", Goethe'nin "ebedi dişi"

de eril eylemi bütünlemek üzere dişil bir öğe ka­ adını verdiği erkek ruhundaki dişil öğe üzerinde

tıldığı anlamına gelir. oynamalarının bir yoludur.

123
Bu dişil öğenin doğası ve işlevi bu kitapta da­ runmasız bir ruhsal durumda bulunduğunu, bu
ha sonra Dr. von Franz tarafından işlenecektir. yüzden de rahatsızlık veren yeni üstelik hoş ol­
A m a onun kahraman figürüyle olan ilintisini bu­ mayan deneyimlere maruz kalacağım belirtiyor­
rada, gene olgun yaşlardaki bir erkek olan bir du. Kadının kendisine, küçük bir çocukken anne­
başka hastanın gördüğü düşle gösterebilirim. Düş sinin yaptığı gibi, bir yağmur başlığı sağlaması ge­
şöyle başlamaktadır: rektiğini düşünüyordu. Bu episod ona, annesinin
"Hindistan'ı boydan boya yürüyerek yaptığım (özgün kadın resminin) kendisini koruyacağın­
bir geziden yeni dönmüşüm. B e n i ve arkadaşımı dan emin olduğu zamanlarda gerçekleşen eski se-
bu gezi için-bir kadın donatmış. Dönüşümde o n u rüvenli gezilerini anımsatmıştı. Büyüdüğü zaman
bize siyah yağmur başlıklarını vermediği, bu yüz­ b u n u n çocukça bir hayal olduğunu anlamıştı.
den de yağmurda sırılsıklam olduğumuz için suç­ Şimdi başarısızlığının suçunu artık annesine de­
luyorum." ğil, kendi animasma atıyordu.
Düşe giriş, daha sonra anladığıma göre, bu Düşün bir sonraki kesitinde hasta, bir grupla
adamın bir arkadaşıyla birlikte tehlikeli dağlık birlikte yapılan bir geziye katılışını anlattı. Yoru­
bölgelerde "kahramanca" gezintiler yaptığı bir larak bir bahçe lokantasına giriyor, orada birden
dönemle ilintiliydi. (Kendisinin hiçbir zaman H i n ­ yağmurluğunu ve az önce kayıp olan yağmur baş­
distan'a gitmemiş olmasmdan ve bu düşe ilişkin lığım buluyor. Burada dinlenmek için oturuyor,
çağrışımlarından, düşündeki gezinin yeni bir böl­ bu sırada üzerinde, bir lise öğrencisinin bir tiyat­
geyi, yani gerçek bir yeri değil bilinçdışı alam ro temsilinde Perseus rolünü alacağı belirtilen bir
araştırmayı tanımladığım çıkardım.) afiş görüyor. Sonra, bir oğlan çocuğu değil de
Düşünde hasta, görünüşe göre bir kadının güçlü kuvvetli genç bir adam olduğu anlaşılan,
-olasılıkla kendi animasmm bedenleşmiş bir şek­ afişte adı geçen genç ortaya çıkıyor. Gencin üze­
l i n i n - kendisim böyle bir araştırma gezisine yete­ rinde gri bir elbise, başında siyah bir şapka vardır
rince donatmamış olduğunu hissediyordu. Uygun ve siyah elbiseli bir başka gençle oturup konuş­
bir yağmur başlığının eksik oluşu, kendisinin ko­ maya başlar. Bu sahnenin hemen ardmdan düşü
gören kendini yeniden güçlü, gruba katüacak d u ­ rü siyah giyinmiş olarak ikisi birlikte, daha önce
rumda hisseder. Hepsi birlikte üerideki tepeye de söylediğim gibi İkizler'in bir versiyonu olarak
tırmanırlar. Orada aşağüarda gidecekleri yeri gö­ ele ahnabüir. Bunlar ego ve alter-egonun karşıt
rür; bu şirin bir liman kentidir. Bu keşifle kendini olmakla birlikte uyumlu, birlik halinde bir ilişki
cesur dahası gençleşmiş hisseder. içkide bulunuşunu temsü eden kahraman figürle­
İlk bölümdeki huzursuz, rahatsız gezinin aksi­ ridir.
ne burada düşü gören bir g r u b u n içindedir. Bu Hastanın çağrışımları b u n u onaylar; grik figü­
fark, önceki yalnızlık ve gençlik protestosundan, rün yaşam karşısında u y u m l u , dünyalı t u t u m u n u
başkalarıyla olan ilişküerin toplumsallaştırıcı et­ temsü etmesine karşın siyahlının, bir rahibin si­
kisine doğru değişimini belli etmektedir. Burada yahlar giymesi bağlamında manevi olanı cisimlen­
bir ait olabilme yetisi de bulunduğundan, artık dirdiğini vurgular. Onların şapka giymeleri (ken­
animasının öncekinden daha iyi işlev gördüğü çı- disinin de kendininkini bulmuş olması), oldukça
karsanabilir, ki bu anima figürünün önceden sağ­ olgun bir kimliğe ulaşmış olduklarım bekrtmekte-
lamayı unutmuş olduğu eksik olan şapkanın b u ­ dir. Bu kimkk, hastanm ideal benlik-imgesi bilge­
lunması üe simgelenmektedir. liğine ulaşmak isterken, Hilebaz niteliğinden bir
Ama düşü gören yorgundur. Restorandaki türlü kurtulamadığı, gençlik yıllarında özlediği
sahneler onun daha önceki tutumunu, gücünü bu kimliktir.
geri dönüşle canlandırabilme umuduyla, yeni bir Helenistik kahraman Perseus'a üişkin çağrışı­
ışık altında gözden geçirmeye olan gereksinimini mı, onu Theseus'la karıştırması halamından ü-
yansıtmaktadır. Gerçekten de öyle de olur. İlk ginçti. Bu karışıklık onun her ikisinde ortak olanı
gördüğü, üzerinde bir gencin bir kahraman rolü­ keşfetmiş olması bakımından anlamlıydı. Her iki­
ne çıkacağım duyuran bir afiştir; bir üse öğrenci­ si de bilinmeyen, demonik, annesel güçlere duy­
si Perseus'un partisyonunu oynayacaktır. Ardın­ duğu korkularım yenmek ve tek, genç bir dişi
dan artık bir adam olan genci, kendisinden açık­ varlığı bu güçlerden kurtarmak zorunda kalmış­
ça farklı olan bir adamla görür. B i r i açık gri, öbü­ lardı.
Bu kurtarış anima figürünü, annesel imgerün sağladıktan sonra bir gençleşme duygusu beür-
kendisüıi boğan yönlerüıden kurtarmayı simge­ mekteydi. Kahraman arketipinin temsü ettiği iç­
ler. Ancak bu sağlandığmda bir erkek kadınlarla sel güç kaynağını bulmuştu; kadında simgesini
gerçek ilişki yetisini kazamr. Bu adamın animayı bulan tarafını geliştirmiş, kendim egosunun kah­
anneden ayırmayı beceremediği, annesine ba- ramanca hareketiyle annesinden kurtarmıştı.
ğımlüığmm "boğucu" yönünün sembolik resmi Emlerine yaklaşan bir hastam mesleki başarı­
olan bir ejderhayla karşüaştığı bir başka düşte de ları, kişisel üişküeri son derece olumlu olduğu
vurgulanmaktaydı. Bu ejderha kendisini kovalı­ halde yaşamı boyunca periyodik k o r k u nöbetleri
yor, adamın silahı olmadığı için bu dövüşte so­ çekmekteydi. Düşünde dokuz yaşındaki oğlunu
nunda yenik düşüyordu. on sekiz, on dokuz yaşlarında, bir ortaçağ şöval­
A m a o düşte karakteristik bir şeküde kansı or­ y e s i n i n parlak zırhlarına bürünmüş bir genç
taya çıkıyor, onun geüşi üe ejderha bir biçimde kü- adam olarak görmüştü. Genç adam bir yığın kara­
çülüp daha az korkutucu oluyordu. Düşteki bu de­ lar giyinmiş adamla dövüşmek zorunda kahyordu
ğişim, düşü görenin kendi evliliğiyle, gecikerek de ve buna da hazırdı. A m a birden miğferim çıkarı­
olsa annesine olan bağınüılığından kurtulmuş oldu­ yor, saldıran kalabahğın önderine gülümsüyordu.
ğunu gösteriyordu. Kahramanla ejderhanın savaşı Elbette b u n u n üzerine dövüşmüyor, tersine dost
kendi "erişkin oluşunun" sembolik anlatımıydı. oluyorlardı.

Ancak kahramanm görevinin, biyolojik ve aüe- Düşteki oğul, adamın sık sık "gölge" tarafın­
sel u y u m u aşan bir ereği vardır. Bu da animanın dan kendine güvenmeme biçiminde tehdit edilen
psikenin o içsel öğelerinden kurtarılmasıdır. Bu gençlik egosudur. B i r bakıma bütün olgun yaşamı
her türlü gerçek yaratıcı uğraş için zorunludur. boyunca bu düşmana karşı başarüı bir savaş sür­
A d a m gruba karşı yeni, olumlu bir yaklaşım dürmüştü.
K a h r a m a n ı n kızı kurtarışı, annenin " b o ğ u c u "

y a n ı n d a n A n i m a ' n ı n kurtuluşunu

simgeleyebilir. Bu y a n ı , kötü bir dişil ruh

o l a n (en solda) R a n g d a ' n ı n maskesini (solda)

takmış Balili dansçılar ya da Yunan

k a h r a m a n ı Jason'u yutan ve sonra g e n e

kusan yılan (üstte) temsil e d i y o r .

S a y f a 1 2 4 ' t e anlatılan düşteki g i b i , bir

liman kenti y a y g ı n bir A n i m a simgesidir.

M a r c C h a g a l l ' i n bir posteri N i c e ' i bir

d e n i z k ı z ı o l a r a k gösteriyor (altta).
Şimdi, kısmen kendi oğlunun böyle kuşkular Olgunlaşma töreni
olmaksızın büyüdüğünü görmeyi umuyor, ama
asıl kendi çevresinin modeline en yakın bir kahra­
(inisiyasyon) arketipi
man resmi verdiği için artık gölgeye karşı dövüş­
meyi gerekli görmüyordu; onu kabul edebilirdi.
Bu da dostluk eylemiyle simgeleşmekteydi. Artık Psikolojik bağlamda kahraman resminin asıl ego
bir rekabet savaşma zorunlu değildi; tam tersine üe özdeş olarak görülmemesi gerekir. Bu daha
demokratik bir topluluğu oluşturmak gibi uygar çok egonun kendini, erken çocukluğun ebeveyn
bir görevle yükümlüydü. Yaşamın d o y u m u n a resimleri yoluyla ortaya çıkan arketiplerden ayır­
ulaştığı gibi bir karar kahramanca görevlerin öte­ masına yarayan sembolik araçlardandır. Jung,
sine geçiyor, gerçekten olgun bir konuma ulaşı­ her insan varağının temelde bir bütünlük duygu­
yordu. suna, tam güçlü, mükemmel bir kendilik duygu­

A m a bu değişim otomatik olarak olmaz. O l ­ suna sahip olduğunu düşünmektedir. İnsan eriş­

gunlaşma arketiplerinin çeşitli biçimlerinin anla­ k i n olduğunda da bireyselleşmiş ego bilinci bu

tım bulabileceği bir geçiş evresini gerektirir. kendilikten -ruhsal bütünlükten- yükselir.
Son yıllarda Jung'un bazı öğrencüerirıin çalış­
maları, bireysel egonun bebeklik çağından çocuk­
luk çağma geçiş sırasında ortaya çıkardığı bir dizi
olguyu belgelemiş bulunuyor. Bu ayrışma, baş­
langıçtaki bütünlük duygusuna ağır zararlar ver­
meksizin hiçbir zaman tamamlanamaz. Ego, ruh­
sal sağlığı korumak için benlikle olan bağlantısını
durmadan yeniden ele almak zorundadır.

128
Benim çalışmalarımda kahraman nütinin, psi- ler. Bu zedelenmenin, bireyleri grup yaşamına
kenin farklılaşmasmda belki de ilk aşama olduğu özümseyecek bir iyüeşme süreciyle yeniden ona­
ortaya çıkmaktadır. B u n u n , anlaşıldığına göre rılması gerekir. (Bireylerin grupla özdeşleşmesi
egonun başlangıçtaki bütünlük d u r u m u n u n göre­ çoğunlukla bir totem hayvan tarafmdan simgele­
ce özerkliğine ulaşmaya çalıştığı dörtlü bir döngü nir.) Böylelikle grup, zedelenen arketipin gerek­
çizdiğini söylemiştim. Belli bir derecede özerkli­ lerini yerine getirmiş ve gençlerin, yeni bir yaşa­
ğe ulaşılmadıkça bireyler hiçbir zaman erişkin bir ma başlamak için önce sembolik olarak kurban
çevreye u y u m sağlayabilecek duruma gelemez­ edilmeleriyle ikincil bir ebeveyn haline gelmiş
ler. Yine de kahraman miti bu kurtuluşun olaca­ olur.
ğına garanti vermez. Yalnızca egonun bilinçlen­ Jung'un deyimiyle "genç adamı geri bırakabi­
mesinin nasıl olacağım gösterir. Bireylerin anlam­ lecek güçlere verilen bir sunu gibi görünen bu
lı bir yaşam sürebilmek ve çok gerekli olan birey­ çok önemli seremonide", başlangıçtaki temel ar­
sel biriciklik duygusunu kazanabilmek için bu bi- ketipin gücünün asla, bilinçdışının besleyici güç­
lmçliliğe sahip olmak, onu geliştirmek sorunu ise lerine karşı yabancüaşmamn felç edici duygusu
hep vardır. H e m ilk çağlarm tarihi h e m de bugün­ olmaksızın, kahraman-ejderha savaşmdaki gibi
kü ükel toplumların töreleri bize, olgunlaşma m i - sürekli, kalıcı biçimde kınlamadığını görüyoruz.
terine, törelerine, genç erkek ve kadınların anne İkizler efsanesinde k i b i r l e r i n i n sonuçlarından
babalarmdan ayrılıp kendi soylarının düzenine korkulduğu için onları u y u m l u bir ego-berdik iliş­
girmelerinin biçim ve yöntemlerine Uişkin zengin kisine zorla geri döndürmekle, bunun nasıl düzel-
malzeme sağlamaktadır. A m a çocukluk dünyasın­ tüdiğini görmüştük.
dan bu kopuş temeldeki ebeveyn arketipini zede­ Bu sorun kabüe topluluklarında olgunlaşma

Bir Avustralya yerlisi dinsel bir törende,

kabilesinin totem h a y v a n ı o l a n Emu'yu

taklit ederek d a n s e d i y o r . Birçok

modern t o p l u m d a a m b l e m o l a r a k

totem benzeri h a y v a n l a r kullanılır

(solda). 1 7 . y y ' d a n Belçika'nın bir

allegorik haritasında aslan arması

(altta). Amerikan H a v a Kuvvetleri

Akademisi'nin futbol takımının maskotu

şahin (sağda). Diğer totemistik

amblemler; İngiltere'de bir vitrinde okul

ve kulüp işaretleri ve kravatları (en


törenleriyle son derece etkin şekilde çözülür. Bu
tören yeni yetmeleri temeldeki anne-çocuk ya da
ego-benlik kimliğinin en derin düzeyine götürür.
Böylelikle onları simgesel bir ölümle ölmeye zor­
lar. B i r başka deyişle çocuğun kimliği geçici ola­
rak kolektif bilinçaltında erir ve bu durumdayken
yeni bir doğuş töreniyle kurtarılmış olur. Bu ego
üe totem, klan, kabüe ya da her üçü tarafından
ifade edilmekte olan büyük grubun gerçek bir
kaynaşmasıdır.
İster kabüe topluluklarmda ister daha karma­
şık toplumlarda olsun, yeni yetmenin bir yaşam
basamağından bir sonrakine, erken çocukluktan
geç çocukluğa, erken gençlikten geç gençlik dö­
nemine, oradan da olgunluğa geçişim gösteren
ölüm ve yeniden doğum törenlerinde şaşmaz bir
şeküde ısrar edilmektedir.
Olgunlaşma olguları elbette yalnızca gençlik
psikolojisinden ibaret değüdir. Bireylerin bütün
yaşamları boyunca her geüşme aşamasma benli­
ğin istekleri üe egonun buyrukları arasmdaki te­
mel çatışmanm yinelenişi eşlik eder. Bu çatışma
kendisini erken olgunluktan orta yaşa geçiş evre­
sinde (toplumumuzda otuz beş üe kırk arası) di­
ğer zamanlara oranla daha belirgin olarak belli
eder. Orta evreden yaşlılığa geçişte de ego üe psi-
kenin bütünü arasmdaki farkm belirtilmesi yeni-
den önem kazanır; kahraman harekete geçmek mızla özdeş olduğu anlaşüıyor. Bu bedensel acı
için son çağrıyı, yaklaşmakta olan yaşamın ölüm­ temasının, genç adamın mihrapta kurban edildiği
le sona erişi karşısmda ego bilincini savunma çağ­ rüyada bile mantıksal sonuca vardığını görüyo­
rışım alır. ruz. Bu kurban, olgunlaşma töreninin başlangıcı­
Bu kritik evrelerde olgunlaşma arketipi, genç­ nı anımsatıyordu ama sonu belirsizdi. Yeni bir te­
liğin çok dünyasal bir tat veren törenlerinden, ma bulmak için kahraman döngüsü sona erdiril­
ruhça daha mutlu edici olacak anlamlı bir duru­ miş gibiydi.
ma geçişi başarabilmek için kuvvetle harekete Kahraman mitiyle olgunlaşma töreni arasında
geçer. Dinsel bağlamda arketipsel olgunlaşma tö­ çarpıcı bir fark bulunmaktadır. Tipik kahraman
releri -ki eskiden beri gizemler olarak bilinir- bü­ figürleri çabalarının ereğine ulaştıklarında tüken­
tün kiliselerin doğum, evlenme ya da ölüm d u r u ­ mişlerdir; kısaca, hemen ardmdan kibirleri yü­
munda gerçekleştirdikleri ayinlerle iç içe geçmiş zünden cezalandırüsalar, öldürülseler büe başarı­
durumdadır. ya ulaşırlar. B u n a karşılık olgunlaşma törenine gi­
Kahraman mitini incelediğimiz gibi olgunlaş­ ren genç düeklerini, isteklerini bırakmaya ve sı­
mayı incelerken de modern nisanların, özellikle nava girmeye çağırümaktadır. Bu sınavı başarı
de anaüz görmüş olanların öznel deneyirnlerinde- u m u d u olmaksızın kabul etmeye istekli olmalıdır.
ki örnekleri de aramauyız. Ruhsal sorunlarla uğ­ Gerçekten de ölmeye bile hazır olmalıdır. Sınavın
raşan bir hekimin yardımım isteyen bir insanın bedeli kolayca katlanılabiür de olsa (bir oruç aşa­
bilinçdışında, tarihten tanıdığımız olgunlaşma sü­ ması, bir dişin kırılışı ya da dövme yapüışı gibi),
recinin ana modelini yineleyen imgeler ortaya acı dolu da olsa (sünnet, bir kesim ya da başka
çıkması hiç de şaşüacak bir şey değildir. bir orgamn sakatlanması gibi) amaç daima aynı­
Belki bu motiflerin genç insanlarda en yaygın dır: A r d m d a n yeniden doğuşu simgeleyen bir r u h
görülebileni güç denemesidir. B u n u n bizim, rüz­ d u r u m u n u n geleceği bir ölüm r u h d u r u m u sağla­
garın etküerine ve dayağa maruz kalan denizci ya mak.
da yağmur başlığı olmadan Hindistan gezisine çı­ Yirmi beş yaşındaki bir adam düşünde, doru­
kan adamın uygunluk smavmdaki gibi kahraman ğunda bir tür mihrap bulunan bir dağa tırmandı­
mitinin görüldüğü modern düşlerde saptadığı­ ğım görüyordu. Mihrabın yanında, üzerinde k e n -

llkellerin olgunluk ritleri gençlikten erişkin

yasa, kolektif kabile y a ş a m ı n a geçişi

oluşturur. Ç o ğ u ilkel t o p l u m d a

olgunlaşmaya sünnet (simgesel bir

kurban) de refakat eder. Avustralya

yerlilerinde sünnet töreninin dört evresi:

Gençlerin üstü örtülür (yeniden

doğacakları bir simgesel ölüm) (en sol

üstte ve ortada). Erişkin erkeklerce sıkı

tutulurlar (altta). Sünnet olmuş g e n ç l e r e

yeni statülerinin simgesi o l a r a k konik

külahlar takılır (solda). S o n u n d a

temizlenmek ve belli öğretileri a l m a k

için kabilenin geri k a l a n ı n d a n ayrılırlar

(sağda).
di heykeli bulunan bir lahit gördü. Ardından, elin­ yerine kendisine erişkin yaşm moral sorumluluk­
de, ucunda geçek bir güneş parlayan bir asa t u ­ larım sağlayabilecek olan bir olgunlaşma değişimi
tan bir rahip ortaya çıkıyordu. (Daha sonra düşü töresine katılmalıydı.
konuştuğumuzda genç adam dağa tırmanışın ona B o y u n eğme motifi kadınlarda, genç kızlarda
analizindeki kendi kendisini yenme çabalarını da sıklıkla açıkça dile gelir. Onların törenleri ön­
anımsattığım söyledi.) K e n d i s i n i ölü olarak gör­ ce yapıları gereği bir eclilgenliği vurgular. Bu
mekten, bir güç duygusu yerine yitim ve k o r k u özerküklerinin regl döngüsü sonucu fizyolojik
duymaktan şaşkındı. B u n u n ardmdan güneş kur­ olarak sınırlanması üe güçlenir. Regl döngüsünün
sunun sıcak ışınlarıyla yıkanınca bir güç ve genç­ gerçekte k a d m için, yasanım yaratıcı gücü karşı­
leşme duygusu gelmişti. sında derin bir itaat duygusu uyandırma gücü ol­
Bu düş, olgunlaşma töreniyle kahraman m i t i duğundan, olgunlaşmanın en önemli bölümünü
arasmda yapmamız gereken ayrımı kısa ve kesin oluşturduğu varsayılmıştır. B u n u n l a o, kendini,
olarak göstermektedir. Dağa tırmanmanın bir güç erkeğin t o p l u m yaşamı içinde kendisine verilmiş
denemesi anlamına geldiği anlaşılıyor; bu gençlik olan rolü kabul edişi gibi, kendi dişil görevine ve­
geüşirninin kahramanca evresindeki ego bilincine recektir.
ulaşmak istencidir. Görünüşe göre hasta terapi­ Öte yandan kadm da tıpkı erkek gibi başlan­
n i n , t o p l u m u m u z u n gençlerinin geçirdikleri er­ gıçtaki, y e n i bir doğuş için kurban olmasını ge­
keklik testlerine denk olduğunu sanmıştır. M i h ­ rektiren güç sınavlarını başarmalıdır. Bu kurban
raptaki sahne ise asü görevinin kendini daha bü­ kadına kişisel ilişküerin ilmeklerinden kurtulmak,
yük bir güce teslim etmek olduğunu göstererek kendini bir birey olarak daha bilinçli bir role ha­
bu yanılgıyı düzeltmiştir. K e n d i s i n i ölmüş olarak zırlamak olanağını verir. B u n u n karşıtı bir erke­
görür ve arketipsel anneyi bütün yaşamın en te­ ğin kutsaUaştırılmış bağımsızlığını feda edişidir;
meldeki vericisi olarak düşündürecek biçimde onun da kadınla ilişkisi böylelikle daha bilinçli
mezara girmelidir. Ancak böylesi bir teslimiyet olacaktır.
eylemiyle yemden doğuşu yaşayabilir. Güçlendi­ B u r a d a olgunlaşma törelerinin k a d m ile erke­
r i c i bir tören onu bir Güneş Baba'nın simgesel oğ­ ği birbirleriyle tamştıran, böylece kadınsı ve er-
lu olarak yeniden yaşama döndürmektedir.

B u n u da bir kahraman döngüsüyle, "Güneşin


Oğulları" İkizlerle karıştırabiliriz. Oysa bu olguda
olgunlaşacak olanın k e n d i n i aşacağma ilişkin hiç­
bir belirti yoktur. O n u n yerine hasta, gençlikten
olgunluğa giden yolunu belirleyen bir ölüm ve ye­
niden doğuş töreniyle, bir alçakgönüllülük dersi
almış bulunuyor.
Yaşı bakımından böyle bir geçişi tamamlamış İ Ö 2 . y y ' d a , T e b ' d e n , bütün

olması gerekirdi ama gecikmiş bir gelişim süreci y a ş a m ı n koruyucusu o l a n Ulu

A n a ' n ı n o l d u ğ u bir tabut. Kapak


geri kalmasına neden olmuştu. Bu gecikme ona,
içinde tanrıça N u t ' u n bir resmi
tedaviye gelmesine y o l açan nevrozu getirmişti.
vardır. Tanrıça b ö y l e c e öleni
Düş ona her i y i kabile büyücüsünden de alabüe- kucaklar (ölenin resmi tabut dibinde

ceği akıllıca bir tavsiyede bulunuyordu: Dağlara bulunmaktadır) (en s a ğ d a ) .

tırmanarak gücünü smamaktan vazgeçmeli, onun


keksinin eski zıtlığını bir parça hafifleten yönüne
geliyoruz. Erkeğin varlığı (Logos) böylece kadı­
nın aidiyetiyle (Eros) karşüaşır. Bunların birleş­
mesi kutsal bir evliliğin, tarihin en eski mistik
dinlerinden b e r i olgunlaşma törenlerüün çekirde­
ğini oluşturan simgesel töreniyle temsü edilir.
A m a b u n u modern bir insanın kavrayabilmesi son
derece zordur. B u n u anlaşüabilir kılmak için ço­
ğu zaman özel bir kriz gerekir.
Birçok hasta bana kurban motifinin, kutsal ev­
lilik motifiyle birhkte olduğu düşler anlatmışlar­
dır. Aşık olan ama evliliğin güçlü bir anne figürü­
nün egemen olduğu bir tür hapishane olacağın­
dan korktuğu için evlenmeyi hiç istemeyen bir
genç adamın böyle bir düşü vardı. Çocukluğunda
üzerinde kendi annesinin çok güçlü bir etkisi var­
dı, dahası müstakbel kaymvahdesi de böyle bir
tehdit göstermekteydi. Bu annelerin çocuklarını
baskıladıkları gibi acaba müstakbel karısı da ken­
disini aynı şekilde basküamayacak mıydı?
Düşünde bir başka adam ve i k i kadınla bir halk
dansı yapmaktaydı. Kadınlardan biri kendi sevgi-
lisiydi. Öbür i k i kişi, yakın bağlılıklarına rağmen
aralarında bireysel farkları için yeterince yer bı­
raktıkları, sahip çıkıcı görünmedikleri için düş gö­
reni etküeyen bir yaşlı adamla karısıydı. Bu yüz-

Dört farklı kabul töreni. M a n a s t ı r a yeni

a l ı n a n r a h i b e a d a y l a r ı döşemeleri ovar

("Rahibenin Ö y k ü s ü " filminden, 1958]

ve saçlarını kestirirler (bir o r t a ç a ğ

resminden) (üst solda). Ekvatoru geçen

g e m i yolcuları vaftiz edilir (ortada). Bir

A m e r i k a n kollejinde yeni gelenler,

eskilerle törensel bir dövüşte (altta).

1 M a l a y a ve Borneo'daki Dyak'larda

gelinin törensel kaçırılışı (Yitik Kıta

filminden, 1 9 5 5 ) (sağda). Bu

u y g u l a m a n ı n bir kalıntısı gelini kapı

e ş i ğ i n d e n taşımak a d e t i n d e kalmıştır (en

sağda).
den bu ikisi genç adam için, her i k i eşin bireysel etmeye hazır olmazsa izole olacağı ve utanacağı
doğalarına kaldırılamayacak hiçbir zorlamada b u ­ gerçeğini kavraması için erkekliğine hitap edü-
lunmayan bir evlilik durumunu temsil etmektey­ mesine gereksinimi vardı. Düş ve ardından gelen
di. Eğer kendisi de böyle bir d u r u m sağlayabilse düşünceler kuşkularmı kırmaya yetti. Düş aracılı­
evlilik kendisi için de kabul edilebiür olurdu. ğıyla genç bir erkeğin saf özerkliğini bırakıp, ken­
Oynanan oyunda her erkek damının yüzüne di payına düşen, kahramanca olmasa da üişkiler
bakmaktaydı ve dördü, kare şeklindeki bir dans bakımından zengin olan yaşam biçimini kabul
pistinin köşelerinde bulunuyorlardı. Dans eder­ edeceği simgesel töreni yaşamıştı.
ken bunun bir tür küıç dansı olduğu ortaya çıkı­ Sonunda evlendi, eşine bağlılıkla uygun bir
yordu. Dans edenlerin her birinin elinde kısa bir doyuma kavuştu. Dünyadaki başarıları evhliği yü­
talıç bulunuyordu. Kolların, bacakların bir dizi zünden hiç de kısıtlanmış olmadı, tersine arttı.
hareket yaptığı, sırayla saldırı ve yenilgi anlatım­ Gelinin duvağımn ardında görünmez annele­
larının verildiği zor bir arabesk icra edilmekteydi. r i n , babalarm p u s u kurmuş olması olasılığı karşı­
Son sahnede dans edenlerin dördü de kılıçlarını smdaki nörotik korkuyu bir yana bıraksak bile,
göğüslerine saplayacak ve öleceklerdi. Yalnızca normal genç erkeğin de düğün törenine Uişkin
düşü gören intihar etmekten çekiniyor, öbürleri kaygılanmak için yeterince nedeni vardır. Bu her
yere yıkıldığında yalmz kendisi ayakta kalıyordu. şeyden önce, erkeğin kenclini pek de kahraman
Öbürleriyle birlikte kendisini feda etmediği için olarak hissedemeyeceği dişil bir olgunlaşma töre­
korkaklığından çok utanıyordu. nidir. Kabile toplumlarında bunun için gehnin ka­
Bu düş hastamın yaşam karşısındaki t u t u m u ­ çırılması gibi panzehir törenlerin bulunmasına
nu değiştirmeye çoktan hazır d u r u m d a olduğunu hiç de şaşırümamahdır; bunlar erkeğin kahraman
göstermekteydi. Çok benmerkezciydi, kişisel ba­ rolünün elindeki kahntüarına bir an için sıkı sıkı
ğımsızlığın hayali güvencesini aramaktaydı ama sarılmasını sağlar, çünkü hemen ardından gelinin
içten içe çocukluğunda annesi tarafından bu den­ egemenliğine girerek evliliğin sorumluluklarını
li ezilişinden kaynaklanan k o r k u n u n pençesin- üstlenmek zorunda kalacaktır.
deydi. Eğer çocukluğunun r u h d u r u m u n u terk Fakat evlilik teması öylesine evrensel bir i m -
gedir ki daha derin bir anlam da taşır. Bu aynı za­ olarak harfi harfine ya da mutlak bir anlamı değil,
manda, erkeğin kendi ruhundaki dişil öğenin, ancak simgesel bir anlamı olabilir. Onun korkusu
gerçek bir eşi almakla kabul edilebilir, hatta ge­ kimliğini, çok ataerkü bir evlilik içinde yitirmekti
rekli hale gelen sembolik keşfidir de. Bu yüzden ki gerçekte de başından geçen buydu.
bu arketiple, uygun bir uyaran olduğunda, hangi Bununla birlikte arketipsel bir biçim olarak
yaşta olursa olsun her erkekte karşılaşılabilir. kutsal evlilik, bütün gelişimi boyunca olgunlaşma
E v l i l i k d u r u m u karşısında bütün kadınlar töreleri niteliğindeki birçok olayla buna hazırlan­
olumlu bir tavır takınmazlar. Zor ve kısa bir evli- mış olduğundan, kadın psikolojisi için çok önem­
uk yüzünden terk etmek zorunda kaldığı doyuru- li ve anlamlıdır.
lamamış kariyer düekleri olan bir kadın hasta, dü­
şünde kendisini, gene diz çökmüş olan bir erke­
ğin karşısında diz çökmüş olarak görüyordu. E r ­
kek kendisine yüzüğü takmaya çalışıyor ama yü­
zük parmağını kaskatı geriyordu.
B u n u n bu evlilikle birleşme töremnüı yadsın­
ması olduğu apaçıktı.
Bütün bilinçli kimliğini erkeğin hizmetine sun­
mak zorunda kalacağı yanılgısı içindeydi. Gerçek­
te evlilik ondan, kendi büinçdışı olan, doğal yanı­ Şiva ve Parvati; arketipsel düğün

(zıtlıkların, eril ve dişilin birleşmesi];


nı erkekle paylaşmasını bekler. B u n u n da ilke
1 9 . v v ' d a n Hint hevkel.
Güzel kız ve canavar
(Güzel ve çirkin)

Bizim toplumumuzda kızlar da eril kahramanlık genç kadınlarla birükte bir kuyrukta duruyor,
mitlerinde yer alırlar çünkü oğlanlar gibi onlar da kuyruğun nereye gittiğini görmek için deriye bak­
güvenüir bir ego-künliği geliştirirler ve belü bir tığında hepsinin sırayla kafasının kesüdiğini görü­
eğitim almaları gerekir. B u n a karşın duyguların­ yor. Düşü gören hiç korkmaksızm kuyrukta kah-
da ruhun daha eski bir katmanının yüzeye çıktığı, yor, kendisine de aynı işlemin yapılmasına hazır
onları erkek taküdi değü de kız olmaya zorladığı olduğu anlaşılıyor.
görülüyor. Bu ruhsal içerik ortaya çıktığında mo­ Kendisine bunun, her şeyi anlayışıyla karşda-
dern kadın olasılıkla bastırmaktadır çünkü bu on­ maya çaüşma alışkanlığından vazgeçmek istediği
ların eşitlenmiş nitelikteki arkadaşlıklarını orta­ anlamına geldiğini açıkladım; bedenini özgür bı­
dan kaldıracak bir tehlike olur. rakmayı, böylece doğal cinsel tepküerini ve anne-
Bu bastırış o denli başarılı olabilir ki kadın bel­ ükle kendi biyolojik işlevlerini doyurmayı öğren­
li bü süre için, okulda, üniversitede öğrendiği eril mesi gerekiyordu. Düş bunu drastik bir değişikük
zihinsel ereklere yönelmeyi sürdürür. Evlense gereksinimi olarak üade ediyordu; "eril" kahra­
evülik arketipine görünüşte hiç konuşulmasa da man rolünü feda etmeliydi.
içerdiği anne olmak yükümlülüğü ile birlikte tabi Bekleneceği gibi bu eğitimli kadın bu yorumu
olmasına rağmen bir özgürlük aldanışını korur. entelektüel düzeyde almakta zorluk çekmedi.
Böylece bu durum, bugün çoğunlukla olduğu gi­ Kendisini kocasına tabi kılmaya çalıştı. Aşk yaşa­
bi, kadını sonunda gömülü dişiliğini yeniden keş­ mı daha doyurucu hale geldi ve sağükü iki çocu­
fetmek için sancüı ama sonunda kazançh bir sü­ ğu oldu. Kendisini giderek daha iyi tamdıkça bü
rece zorlar. erkek için (ya da bü kadının erü eğitilmiş akü
Buna iyi bir örneği henüz çocuğu olmayan için) yasanım fırtınalar içinde, kahramanca bir is­
ama kendisinden beklendiği için bir iki çocuk sa­ tencin eylemi olarak geçecek bü şey olduğunu
hibi olmak isteyen genç bir evli kadmda görmüş­ ama bir kadının kendini tam kendi gibi hissede-
tüm. Cinsel tepküeri hiç doyurucu değüdi. B u n u n bümesini yaşamın uyamş süreciyle en iyi gerçek­
için hiçbir açıklamaları olmadığı halde bu durum leştirilebileceğini görmeye başlamıştı.
onu da kocasını da çok sıkıyordu. Genç kadın iyi İçinde bu t ü r bir uyanışın anlatımını bulduğu
bü yüksek okulda mükemmel bir sınavı başarmış­ ünlü bir mit güzel kız ve canavarın masahdır. Bu
tı. Kocasıyla birükte diğer erkeklerle büçok ente­ masalda, öbür kardeşleri pahaü armağanlar iste­
lektüel dostlukları vardı. Yaşamının bu yam bü­ dikleri halde babasından kendisi için yalmz bir
yük ölçüde olumlu üerlerken sık sık öfke patla­ beyaz gül isteyen, dört kızın en küçüğü ve baba­
maları oluyor, erkeklerin yabancüaşmasına yol sının gözdesi olan güzel bir kız anlatdır. Kız bu sı­
açan, kendisinin de hiç hoşuna gitmeyen saldır­ rada isteğinin babasını ve onunla olan iyi ilişkile­
gan konuşmalar yapıyordu. rini ciddi bü tehlikeye attığım fark etmemiştir.
Bu sırada kendisine çok önemdi gelen, bu yüz­ Çünkü babası bu beyaz gülü bü canavarın büyü­
den de ardayabümek için bir uzmana danışması­ lü bahçesinden çalacak, bu hırsızüğa çok kızan
na yol açan bü düş görmüştü. Düşünde başka canavar da babaya, olasdıkla ölüm olan cezasını

137
çekmek üzere üç ay sonra gene gelmesini buyu­ navar onsuz yaşayamayacağmı, şimdi geri döndü­
racaktır. ğüne göre artık mutluluk içinde öleceğini anlatır.
(Canavarın babaya bu vadeyi verişi, üstelik A m a kız canavarı sevdiğini onsuz kendisinin de
ona eve dönüşünde ardından bir sandık dolusu yaşayamayacağını anlar. B u n u ona söyler ve eğer
altm da gönderişi kendi doğasma aykırıdır. A d a ­ ölmeyecek olursa onunla evlenmeye söz verir.
mın kızma anlattığına göre canavar hem zalim B u n u söyler söylemez şato parlak bir ışık ve
hem de dostçadır.) müzikle dolar, canavar kaybolur. Onun yerinde
Kız babasının cezasını üstlenmekte ısrar eder yakışıklı bir prens durmaktadır. Prens kıza bir ca­
ve üç ayın sonunda büyülü şatoya kendisi gider. dının büyüyle kendisini canavara dönüştürdüğü­
Orada kendisine güzel bir oda, hoş bir yaşam su­ n ü , büyünün etkisinin güzel bir kız kendisine yal­
nulur; yalmzca kimi zaman canavar onu ziyarete nızca iyiliği yüzünden aşık oluncaya kadar sürdü­
gelerek kendisiyle günün birinde evlenip evlen­ ğünü anlatır.
meyeceğini sormaktadır. Kız bunu her seferinde Bu öykünün sembollerini çözümlersek güzel
reddeder. Bir gün büyülü aynasında babasının kızm, babasına duygusal olarak çok bağlı olan
hasta olduğunu görür. Ona bakmak için bir hafta­ herhangi bir kız ya da genç kadm olduğunu göre­
lığına eve gitmek üzere canavardan izin ister. C a ­ biliriz. Onun iyi huyu bir beyaz gül düemesiyle
navar kız kendisini terk ederse öleceğini, ama bir simgelendirilmiştir ama bilinçdışı amacı, bir an­
haftalığına gidebileceğini söyler. lam oynamasıyla babasıyla kendisini, yalmzca iyi­
Evde babası kızının eve dönmesine çok sevi­ lik değil, aynı zamanda zulüm ve lütuf ifade eden
nir; ama kız kardeşleri onun rahatını kıskanırlar, bir ilkenin gücü altına sokmuştur. Sanki kendisi­
canavara verdiği sözünü tutmaması için onu en­ ni aşırı ahlaklı ve gerçekdışı bir durumda tutan
gellemeye çalışırlar. B i r gün kız düşünde canava­ sevginin yükünden kurtulmak istemektedir.
rın üzüntüsünden ölmek üzere olduğunu görür. Canavarı sevmeyi öğrenmekle içindeki insan
O zaman izm süresini aştığım hatırlar, onu ya­ aşkı, hayvansal (bu yüzden kusursuz olmayan)
şamda tutmak için hemen geri döner. ancak tam anlamıyla gerçek erotik biçimiyle uya­
Ölmekte olan canavarın bakımını üstlenir, bu nır. Muhtemelen bu kendisinin Uişkilerdeki asıl
arada onun çirkinliğini tümüyle unutmuştur. C a ­ rolünün uyanışını temsil etmektedir. Başlangıçta-

"La Belle et la Bete" (1946. Reji Jean

Cocteau) filminden üç sahne: Kızın

babası beyaz gülü çalarken yakalanıyor

(solda); hayvan ölüyor (sağda); hayvan

bir prense dönüşüyor ve kızı elinden

tutarak götürüyor (en sağda). Oykü bir

genç kızın inisiyasyonu olarak görülebilir,

yani erotik, hayvansı yanını yaşamak için

babasına olan bağlılığından kurtuluyor.

Bu oluncaya kadar bir erkekle gerçek bir

ilişki kuramaz.

138
ki dileğinin, daha önce ensest korkusuyla bastır­ Daha yaşlı kadmlarda ise canavar motifi mut­
mak zorunda kaldığı erotik unsurlarını kabul ede­ laka babaya olan fiksasyona biryanıt bulmak, cin­
bilmesini sağlar. Babasını terk edebilmesi için en­ sel bir ketlenmeyi çözmek ya da psikoanalitik dü­
sest korkusunu kabul etmesi gerekecektir. Cana- şünen bir akılcının mitlere bulabileceği başka
var-insanı tanıyıp sahip olduğu gerçek dişil tepki­ herhangi bir gereksinim anlamına gelmez. B u ,
lerini keşfedinceye kadar, kendisine bunu yalnız­ genç yaşlarda olduğu kadar menopozun başlama­
ca düşlerinde yaşama iznini verecektir. sıyla da önem kazanan bir tür dişil sezginin anla­
Böylelikle, kendini ve eril imgesini bastırıcı tımı da olabilir. R u h ile doğarım bütünlüğünün
güçlerden kurtaracak, ruhu ve bedeni birleştiren bozulduğu her çağda bu motif ortaya çıkabilir.
aşkma güvenmeyi öğrenecektir. E l l i yaşlarındaki bir kadm aşağıdaki düşü an­
Özgür yaşayan bir kadın hastamın bir düşü, lattı:
babasının eşinin ölümünden sonra son derece
aşırı bir şekilde kendisine bağlamnış olması nede­ Tanımadığım birçok kadınla birlikte bir
niyle düşüncelerinde çok gerçek bir d u r u m almış evde merdivenlerden aşağı iniyorum. Birden­
olan bu ensest korkusundan kurtulma gereksini- bire kötü kötü bakan bir sürü "maymun
rnini göstermekteydi. Düşte kendini öfkeyle sal­ adanY'la karşı karşıya kalıyoruz. Tamamen
aran bir boğa karşısında görüyordu. Önce kaçı­ onlarm elindeyiz ama ben tek çıkış yolunun

yor ama hemen b u n u n hiçbir anlamı olmadığını panik içinde kaçmak ya da dövüşmek olmadı­
ğını hissediyorum. Bu yaratıklara, dikkatleri­
anlıyordu. Yere düşüyor, boğa üzerine çıkıyordu.
ni kendi iyi yönlerine çekmek için insanca
Tek umudunun boğaya şarkı söylemek olduğu
davranmalıymışız. Bir maymun bana yaklaşı­
aklına geliyor, titrek bir sesle de olsa bunu yap­
yor; onu dans partnerimmiş gibi selamlıyo­
maya başlayanca boğa sakinleşiyor ve ellerini ya­
rum, dans etmeye başlıyoruz. Daha sonra do­
lamaya başlıyordu. Yorum ortaya çıkardı ki ken­
ğaüstü güçlerim varmış ve adamın biri de öl­
disi artık erkeklerle çok daha kadınsı bir şekilde,
mek üzere. Benim elimde bir kuş tüyü ya da
yalnızca cinsel olarak değil, bilinçli kimliğinin dü­
gagası var, onunla onun burun deliklerine ha­
zeyine uygun bir şekilde en geniş anlamıyla ero­ va üflüyorum; yeniden soluk almaya başlıyor.
tik olan özel ilişkilere girebilecek durumdaydı.
Bu kadm bir eş ve anne olarak yazarlık yetile­ nerek dolanmaya başlıyor ve okşanmak isti­
rini ihmal etmek zorunda kalmıştı. Düşü gördüğü yor. Bunun bir peri masak durumu ya da bir
sıralarda kendini yeniden çalışmaya zorlamaya düş olduğunu anlıyorum; onun değişmesini

uğraşıyor ama aynı zamanda kendisini daha iyi ancak yumuşaklıkla sağlayabilirmişim. Onu
kucaklamak istiyorum ama dayanamayıp onu
bir eş, sevgili ya da anne olamadığı için eleştiri­
kendimden itiyorum. Ama onu yanımda tut­
yordu. Düş sorununu olasılıkla benzer bir deği­
mam ve ona alışmam gerektiğini hissediyo­
şim süreci içinde bulunan diğer kadınların ışığın­
rum, belki bir gün onu öpebilirim de.
da gösteriyor, yabancı bir evin üst katından, yük­
sek bilinçli bir düzeyden alt bölümlere doğru i n i ­
Burada bir öncekinden farklı bir durumla kar­
liyordu. Bunun kolektif bilinçdışırun, canavar-
şılaşıyoruz. Bu kadın içindeki eril, yaratıcı işlevle
adamın, kahraman döngülerinin başlangıcında
çok fazla yüklenmiş bulunuyordu. Bu kompulsif
rastladığımız h e m kahramansı h e m soytarı ben­
zihinsel y a m yüzünden dişil, kadmsı yamnı hiç
zeri Hilebaz figürünün eril tarafım kabul etmeye
doyuramıyordu. (Düşüyle ilgiü olarak "kocam eve
zorlayan anlamlı bir yönüne giriş olduğunu düşü­
geldiğinde yaratıcı yanım yerin dibine giriyor, aşı­
nebiliriz.
rı titiz bir ev kadınına dönüşüyorum" demişti.)
Bu maymun insanlarla ilişki onun için önce
Düşü kadınlığı açısından kötülenmiş ruhunu dö­
yaratıcı r u h u n u n evvelden bilmediği doğal bir u n ­
nüştürerek onu kendisinde kabul etmeye, bak­
suruyla tamşma anlamına gelmektedir. Böylelikle
maya zorluyordu. Böylece kendi yaratıcı entelek­
yeni, yaşına daha uygun bir tarzda yazmayı öğre­
tüel ilgilerini, kendisinin başkalarıyla içten ilişki
necektir.
kurmasını sağlayan içgüdüleriyle birleştirebile­
Bu dürtünün yaratıcı eril unsurla ilişkili oldu­
cekti.
ğu, bir adamı bir tür kuş gagasıyla burnuna hava
O halde bu kadm kendi naif kendilik portresi­
üfleyerek canlandırdığı i k i n c i sahnede gösteril­
ni aşabilmeliydi; duygularının b u l u n zıtlıklarını
mektedir. Solunumla ilgili bu uygulama erotik bir
kucaklamaya hazır olmalıydı. Tıpkı onun gibi gü­
sıcaklıktan çok r u h u n güçlenmesi gereksinimini
zel kız da i y i c i l öfke ve saldırısını uyarmaksrzın
anımsatmaktadır. Törensel eylem yeni bir girişim
kendisine saf bir beyaz gül veremeyen babasına
için gereken yaratıcı yaşam soluğunu vermekte­
olan masum güvenini bırakmak zorundaydı.
dir; bu bütün yeryüzünde bilinen bir simgedir.
B i r başka kadının düşü de güzel kız ve canavar
öyküsünün "doğa" yönünü anlatır:

Böcek benzeri bir hayvan uçarak pence­


reden içeri giriyor. Sarı-siyah kaplan postu,
ayı pençeleri ve kurda benzeyen bir yüzü
olan bir yaratığa dönüşüyor. Bu saldırıp ço­
cuklara kötü bir şeyler yapabilirmiş. Pazar
öğleden sonraymış ve okul yolunda giden
bembeyaz giyinmiş küçük bir kız görüyorum. G r e k tanrısı Dionysos k e n d i n d e n geçmiş lir
Polisten yardım çağırmak zorundayım. Ama ç a l ı y o r (üstle) (vazo resmi). Dionysos kültünün

sonra bir de bakıyorum ki o hayvan yarı yarı­ orjisel törenleri d o ğ a gizlerine açılımı simgeler.

M e n a d ' l a r Dionysos'u övüyor (sağda). Satirler


ya bir kadın oluyor. Benim etrafımda sürtü-
a y n ı y a b a n t a p ı n m a sırasında (en sağda).
Orpheus ve ademoğlu

"Güzel kız ile canavar" masalını, hiç beklenmedik rahip adayının varüğı erotik bir doyumla simgele­
şekilde ortaya çıkan, çok doğal bir olağanüstülük nen çok sıkı korunmuş gizlere, tanrı Dionysos'un,
duygusu uyandırıp bir an için onun belü bir bitki eşi Ariadne üe kutsal birleşme törenine, simgesel
türüne mensup olduğunu unutmamıza y o l açan bir esrime yoluyla hazırlanabilmesiydi.
yabani bir çiçeğe benzetebüiriz. Yalnız daha bü­ Zamanla Dionysos ayinleri duygulandırıcı din­
yük tarihsel efsanelerde değil m i t i n vurgulandığı sel güçlerini yitirdiler. Doğal yaşam ve sevi sem­
yada onun tarafından yönlendirildiği inançlarda bollerinden kurtuluş özlemi ortaya çıktı. Durma­
da bu tür bir giz bulunur. dan ruhsal ve bedensel olanlar arasında salm-
Bu tür bir psikolojik yaklaşımı çok yerinde bir makta olan Dionizyen'din belki çok yabandı. Per-
şekilde ifade eden tören ve mit tipi Greko-Romen hizkâr ruhlar için pek uygun bulunmamıştı. B u n ­
Dionysos kültü ve onu izleyen Orpheus mitinde lar dinsel vecdi Orpheus'a tapınmakla içsel olarak
çok karakteristik şekilde görünür. Her iki mit de yaşayabiliyorlardı.
"gizemler" olarak bilinen tipe belirgin bir başlan­ Orpheus büyük olasılıkla bir şehadet ile ölmüş
gıç sağlar. Hayvan ya da bitküer alemi üzerinde olan, mezarı bir adak yerine dönüşen gerçek bir
çok mahrem bügilere sahip olduğuna inanılan insan, bir şarkıcı, yalvaç ve öğretmendi. E r k e n
androjen nitelikte bir tanrı-insanla ilintili sembol­ dönem Hıristiyan kilisesi Orpheus'da Mesih'in ilk
ler içerir. örneğini görmüştü. Her i k i d i n de geç Helenistik
Dionysos kültünde inisyanlaşaıun kendini bü­ dünyaya gelecekteki bir yaşama ilişkin vaadi ge­
tünüyle hayvansal yamna bırakmasını, böylelikle tirmişlerdir.
yer ananın doğurgaıüık gücünü algılayabilmesini A m a Orpheus kültüyle Hıristiyan dini arasın­
sağlayacak orjisel törenler bulunurdu. Tören şa­ da önemli bir fark vardır. Orplük gizemler sulan­
rap içmekle başlıyordu. B u n d a n beklenen, yeni dırılmış biçimde de olsa eski Dionizik dini yaşam-
da tutuyorlardı. Ruhsal dürtü, eski bereket tanrı­ anlatılanlarda bulunabilir. B u sırada, ortaçağ kili­
ları gibi tarımla bağlantüı olan, yılın ancak belli sesinin en yüksek başlangıç ayini haline getirmiş
zamanlarında ortaya çıkan, başka bir şekilde söy­ olduğu vaftiz töreni de yapılırdı. Bu rit bugün pek
lemek gerekirse doğum, gelişim, olgunluk ve ölü­ kalmamış, Protestan kilisesinde ise bütün bütün
mün sonsuza kadar durmadan yeniden gelen ortadan kalkmıştır.
döngüsü demek olan bir yarı-tanrıdan geliyordu. Bugün de inananlar için temel bir inisiyasyon"
B u n a karşılık Hıristiyanhk gizemleri ortadan gizi anlamı taşıyan bir ayin. Katolik Kilisesi ayin­
kaldırdı. İsa Mesihleri, peygamberi saf semavi kö­ lerinde kupanın kaldırılmasıdır. Jung ayinlerdeki
kenli bir varlık olarak tasarlayan, babaerkil ve gö­ değişim simgeleri üzerine bir çalışmasında bunu
çebe bir çobanlar dininin ürünü ve devrimcisiydi. şöyle tanımlar: "Kupanın havaya kaldırılması şa-
İnsani bir bakireden doğmuş olan kısanoğlu, tan­ rabm ruharüleşmesini hazırlar. B u , hemen ardın­
rısal bir ete bürünme olayı sonucu semadan gel­ dan Kutsal Ruh'un çağırılmasıyla onaylanmakta­
mişti. Ölümünden sonra da "ölülerin ayağa kalkı- dır. Çağrı, şarabm Kutsal Ruh'la birlikte içilmesi­
şıyla" geri dönünceye değin tanrı hakkı için yö­ ni sağlar, çünkü o üreten, bütünleyen ve değişti­
netmeyi sürdürmek üzere, kesin olarak semaya ren Kutsal Ruh'tur. Havaya kaldırmadan sonra
geri dönmüştü. eskiden kupa, Mesih'in sağ tarafından akan kana
Elbette erken Hıristiyanlığm perhizkârlığı faz­ uygun olarak, İsa'nın etini simgeleyen ekmeğin
la sürmedi. Döngüsel gizlere olan inanç inananla­ sağına i n d i r i l i r d i . "
rı o derdi sıkıyordu ki sonunda küise putperest Cemaata katılım töreni, (komünyon) ister Di-
geçmişin birçok uygulamalarını k e n d i törelerine onysos'un kadehinden ister kutsal Hıristiyan ku­
almak zorunda kaldı. Bunlar arasında en önemli pasından içüsin, her yerde aynıdır. A m a içerdik­
olanlar Yas Cuması ve Paskalya Pazarı'nda', leri ayrıntüar her i k i dinde farklıdır. Dionysos
İsa'nın dirilişi kutlamalarında yapüanlara ilişkin kültü katılımcıları şeylerin kökenine, karşı koy­
maya çalışan toprak ananın karnından dışarı atı­
lan tanrının "fırtına g i b i " doğuşuna bakarlar.
Belli bir dine kabul ediliş töreni (çn.)
Pompei'de Villa dei Misteri (Gizemler Evi) duvar­ P o m p e i ' d e Villa d e i M i s t e r i ' d e k i bir

freskte bir Dionysos töreni g ö r ü n ü y o r


larındaki fresklerde anlatılmış olan ritte tanrı, bir
(üstte). O r t a d a bir yeni g e l e n e ,
rahibin adaya sunduğu Dionysos kadehinde kor­
a r k a s ı n d a tutulan tanrı maskesinin
kutucu bir maske olarak yansıtılmıştır. Daha son­ yansımasını g ö r d ü ğ ü Dionysos'un

ra, tanrının üreme, gelişme Ukesüün simgesi ola­ tören k a b ı veriliyor. Böylece tanrının

ruhu simgesel o l a r a k içkiyle karışır;


rak, içinde yeryüzünün lezzetli yemişleri ve fallus
Katolik a y i n sırasında k a d e h i n
bulunan sepeti görürüz. kaldırılışı töreninin bir paraleli (altta).

Ana fikri doğanın ebedi doğum ve ölüm dön­


güsü olan bu geriye bakışın aksine Hıristiyan gi­
zemi, adayın aşkın nitelikte bir tanrıyla birleşme
umudu üzerine üeriye yöneliktir. Doğa ana bütün
o güzel mevsimsel değişimleriyle geride bırakıl­
mıştır. Hıristiyanlığın temel yapısı insanın gökler­
deki tanrının oğlu olduğuna olan ruhsal inancı su­
nar.
Ama her ikisi Dionysos'u anımsatan ama Me­
sih'i de sevinçle bekleyen Orpheus'un, tanrının fi­
güründe kaynaşmışlardır. Bu orta figürün psiko­
lojik anlamı, İsviçreli yazar Linda Fierz David'e
göre Orpheus aymınin Villa dei Misteri'de resim­
lerle ifade edilmiş olan yorumunda tanımlanmış­
tır:
"Orpheus şarkı söyleyip lirini çalarken öğret­
mekteydi ve şarkısı o denli kudretliydi ki bütün
doğayı zorluyordu. Liriyle şarkı söylerken kuşlar
O r p h e u s şarkılarıyla hayvanları

büyüler (solda: bir Roma m o z a i ğ i ) .

O r p h e u s , Trak k a d ı n l a r ı n c a öldürülür

(bir grek vazosu) (üstte). Isa iyi

ç o b a n (6. y y ' d a n mozaik) (altta

solda). Isa ve O r p h e u s d o ğ a insanı

arketipinin paralelleridir. C r a n a c h ' ı n

t a b l o s u n d a d a (altta) d o ğ a insanının

masumiyeti görünür. 18. yy'ın

Fransız filozofu Rousseau, basit d o ğ a

ç o c u ğ u , günahsız soylu y a b a n l a r

görüşünü geliştirmişti (karşı s a y f a d a

solda). Uygarlıktan hemen hemen

tümüyle b a ğ ı m s ı z d o ğ a y a d a y a l ı bir

y a ş a m süren 1 9. yy Amerikalı y a z a r

Thoreau'nun kitabı " W a l d e n " i n

k a p a ğ ı (en s a ğ d a ) .

144
onun çevresinde uçuyor, balıklar sudan çıkıp Sonra gözlerimi yavaşça açıyorum, ya­
onun yanına geliyordu. Rüzgar ve deniz susuyor, nımda sözde beni iyileştirecek olan bir ada-
akarsular onun çevresinde akıyorlardı. K a r ve do­ nuıı oturduğunu görüyorum. Dostça görünü­
lu yağmıyordu. Ağaçlar hatta kayalar-bile Orphe- yor, bana acaba kendisini işitmiyor muyum

us'un ardmdan gidiyordu; kaplanlar ve aslanlar, diye soruyor. Nerede olduğumu çok iyi bildi­
ği aıüaşüıyor. Çok çirkm göründüğümü, çev­
koyunlarla yan yana ve kurtlar geyiklerle, ceylan­
remde bir ölüm havası olduğunu fark ediyo­
larla birlikte onun yanma uzanıyorlardı."
rum. Bunun onun için itici olup olmayacağını
Peki bu ne demektir şimdi? Doğa olaylarına
bilmek istiyorum. Ona uzun uzun bakıyorum.
tanrısal bir bakışla bu kuşkusuz demektir ki " D o ­
Geri çekümiyor. Daha iyi soluk alabiliyorum.
ğadaki olgular içeriden harmonik bir düzene gire­
Sonra vücudumu serin bir meltemin ya da
bilirler. Eğer aracı tapınma eyleminde ışık üe do­
soğuk suyun yaladığını hissediyorum. Bunun
ğayı temsü ederse her şey ışık olur ve bütün ya­ üzerine beyaz çarşafa sarınıyorum, uyumak
ratıklar barışır. Orpheus düşünce ve imanın be- istiyorum. Adamın şifa veren elleri omuzları­
denleşmesidir. O bütün çatışmaları çözen dinsel mın üzerüıde. Bir ara orada yaralar olduğunu
tutumu simgeler, çünkü bununla bütün ruh, her anımsar gibiyim; ama ellerinin ağırlığmın ba­
türlü çatışmamn ötesinde olan ona yönelecektir. na güç verdiği ve beni iyileştirdiği görülüyor.
Bunu yapan gerçek Orpheus da iyi bir çoban,
onun ilkel bir bedenleşmesi olur." Bu kadının önceleri çok güçlü dinsel kuşkuları
İyi bir çoban olduğu kadar bir aracı da olarak vardı. Çok sıkı bir Katolik eğitim görmüştü ama
Orpheus, Dionysos kültü ve Hıristiyan dini ara­ gençliğinden bu yana aüesinin biçimsel dinsel an­
sında bir denge sağlar; aslında Dionysos da Mesih layışından kurtulmaya çalışıyordu. Gene de kilise
de söylediğimiz gibi zaman ve mekan olarak fark­ yıllarındaki sembolik olgular ve onların anlamma
lı yöneüşler gösterseler de benzer roUer oynar; derin bü bakış, kendisüıin ruhsal değişim süreci­
aşağı dünyaya karşı semavi, ezeü ve ebedi olan ne yoldaşlık etmekteydi; bu yüzden de onun ana­
döngüsel bir din. Bu başlatıcı olaylar dizisi, dinler lizi sırasmda dinsel semboller üzerine bu derin te­
tarihinde durmadan, modern insanın düşlerinde, mel büginin çok yardımcı olduğunu görüyordum.
fantezüerinde olabüecek her türlü anlam kayma­ Fantezilerinden
larıyla yinelenir. Analizdeki bir kadının çok yor­
gun ve çökkün bü durumdayken şöyle bir fante­
zisi vardı:

Yüksek ve kubbeli, penceresiz bir mekan­


da uzun, dar bir masada oturuyorum. Vücu­
dum büzülmüş, zayıf. Beyaz uzun bir çarşaf
omuzlarımdan yere kadar iniyor. İçimde faz­
la yaşam kalmamış. Gözlerimin önünde altın
varaklar üzerinde kırmızı haçlar beliriyor.
Uzun zaman önce bir görev yüklendiğimi,
şimdi nerede olursam olayım bunun bir par­
çası olduğumu hissediyorum. Orada çok
uzun süre oturuyorum.

145
seçtiği anlamlı unsurlar, kendisinin kurban örtüsü
olarak algıladığı beyaz örtü, bir mezar olarak ka­
bul ettiği kemerli mekan ve bir şeye boyun eğme­
yi çağrıştıran zorunluluktu. Kendi deyimiyle bu
zorunluluk, tanrıyı kendi başına bulmak için kili­
seyi ve ailesini terk edişini temsil eden, ölüm çu­
kuruna tehJikeü bir inişle birükte gerçekleşen bir
inisiyasyon töreni gibiydi. Simgesel bağlamda
"İsa'nm ardından gitme" girişüründe bulunmuş ve
bundan ölümcül yaralar almıştı.
K u r b a n bezi, çarmıha gerilnüş İsa'nın mezara
konulduğu sırada sarıldığı çarşaf ya da kefeni dü­
şündürür. Fantezinin sonu analisti olarak benim­
le biraz bağlantılı olan ama yaşantısını tam bilen
bir arkadaş olarak görünen bir erkeğin iyileştiren
görüntüsüne ulaşmaktadır. O kendisine henüz
anlayamadığı sözlerle hitap etmektedir ama elle­
ri kendisini saküüeştirmekte, iyileştirici bir güce
sahip oldukları görülmektedir. Hu figürde aracı
ve elbette iyi edici olarak iyi çobanın, O r p h e u s y a
da Mesih'in dokunuşu, sözleri hissedilmektedir.
O yaşam tarafında durur ve kendisini artık me­
zardan geri gelebileceğine ikna etmelidir. Buna
yeniden doğuş ya da diriüş mi demeliyiz? B e l k i
her ikisi de ya da hiçbiri. En önemli ayin sonda­
dır: Serin rüzgar ya da vücudunu yalayan su. en
eski ölümcül günahtan temizleniş işlemi, gerçek
vaftiz olgusudur.

Aynı kadının, doğum gününün, İsa'nm dirili-


siyle aynı gün olduğu şeklinde bir fantezisi daha
vardı. ( B u kendisi için, çocukluğunda, doğum
günlerinde o kadar dilediği güvence ve yenilenme
duygusunu hiç vermemiş olan annesini anımsa­
maktan çok daha anlamlıydı.) Bu onun kendisini
İsa'yla özdeşleştirdiği anlamına g e l m i y o r d u .
İsa'da bütün gücüne, ihtişamına rağmen bir şey­
ler eksik kalıyordu. Ona dua yoluyla ulaşmaya ça­
lıştıkça o ve çarmıhı göğe, insanın ulaşamayacağı
uzaklığa yükseliyordu.
Bu ikinci fantezide doğan güneş olarak yeni­
den doğuş simgesine geri dönmekteydi ve yeni
146
bir dişil simge ortaya çıkıyordu. O önce " s u l u bir tan bu kiliseye ulaştıran bir başka düş izliyordu.
kese içindeki embriyo" şeklinde görünüyordu. Burada, kendisini başka kiliselere göre daha faz­
Daha soma sekiz yaşındaki bir oğlam kucağmda la evindeynüş gibi hissediyordu, çünkü A z i z
suyun içinden "tehhkek bir nokta"dan "geçiriyor­ Fransiskus da Orpheus gibi doğası gereği dindar
du. Bunun ardından artık ölüm tehdidiyle karşı olan bir kimseydi.
karşıya olmadığı duygusunu alıyordu. " B i r or­ Bu düşler dizesi Dionysos kültünden uzak bü
manda küçük bir çağlayanın yamnda duruyorum. yankıyla son buluyordu. (Bunun Orpheus'un büe
Çepeçevre yeşü asmalar var. E l i m d e içi kaynak bazen kısandaki hayvan-tanrının dölleyici gücün­
suyu dolu taştan bir çanak, biraz yeşil yosun ve den biraz fazlaca uzak kalabüdiğine bir hatırlatma
menekşeler var. Çağlayanın altmda yıkanıyorum. olduğu söylenebilirdi.) Kendisim s a n saçk bir kız
0 altından ve ipek gibi, sanki çocuklaşıyorum." çocuğunu elinden tutarken görüyordu. "Sevinç
Bu kadar değişken imgelerin gizemle ardatık- içkide her yanda güneşin, ormanlann, çiçeklerin
şındaki içsel anlamda yanüınsa büe, bu olayların olduğu bir serdiğe katıkyoruz. Çocuğun elinde be­
anlamları apaçıktır. Burada daha büyük, ruhsal yaz bir çiçek var, bunu siyah bk boğanın basma
bir benüğin doğarak doğada vaftiz edüdiği bir ye­ koyuyor. Boğa şenliğin bk parçası ve şenlik için
mden doğuş süreci bulunmaktadır. Bu arada ka­ süslenmiş." Bu temsü, boğa kıkğındaki Diony-
dın çocukluğunun travmatik bir döneminde bulu­ sos'un kutsandığı eski törenleri anımsatmaktadır.
nan kendi egosu olan bir başka çocuğu kurtar­ A m a düş burada sona ermiyordu. Kadın, " b k
maktadır. Onu, ebeveyninin geleneksel inançla­ süre sonra boğaya altın bk ok saplanıyor" diye de­
rından uzaklaşmak korkusu demek olan tehlikeli vam etti. Şimdi bir de Dionysos'un yanı sıra boğa­
bir noktadan geçirmektedir. A m a asü, dinsel nın simgesel bk rol oynadığı bir başka Hıristiyan­
sembollerin olmayışı amanındır. H e r şey doğanın lık öncesi ayin vardı. İran'm güneş tanrısı Mitra bir
elindedir; dirüen Mesih'ten çok çoban Orphe- boğayı kurban eder. Orpheus gibi o da insanın ü-
us'un ülkesinde bulunmaktayız. kel özelliklerine galebe çalan ve ona bk inisiyas-
Bu düşü, kendisini Giotto tarafmdan yapılmış yon töreıürün ardından barışı sunacak olan, bk r u ­
freskleriyle A z i z Fransiskus'un küisesini anımsa­ hani yaşama olan özlemi temsü etmektedir.

> tanrısı M i t r a b o ğ a y ı kurban

ediyor. Dionysos ritinin de bir parçası

olan kurban insan ruhunun kendi

hayvansılığı karşısında zaferinin simgesi

olarak görülebilir. Bu belki kimi

ülkelerdeki b o ğ a güreşinin popülerliğini

: açıklar (solda). Picasso'nun bir

"javürü ( 1 9 3 5 ) Theseus miti g i b i

burada da denetimsiz dürtü gücünün

simgesi olan bir M i n o t a u r u s t a r a f ı n d a n

tehdit edilen bir kızı gösteriyor ( s a ğ d a ) .

147
Bu imgeler cüzisi bu türden birçok düşün, fan­ lamına gelir. Ölüm daha çok -özellikle de Orphe­
tezinin ebedi bir barış ve huzur olmadığım anlattı­ us kültü için- ölümsüzlük vaadi taşımaktadır.
ğı kanısını doğrulamaktadır. İnsanlar, özellikle de Hatta Hıristiyanlık, yalnızca (döngüsel gizemler-
çağdaş Hıristiyan toplumlarda yaşayanlar, dinsel deki gibi bir reenkernasyon anlamı içermekte
arayışlarında, üstünlükte ısrar etmekte olan eski olan) bir ölümsüzlük vaat etmekle kalmaz, daha
geleneklerin gücü altodadırlar. Bu putperest ve da ileriye giderek cennette sonsuz bir yaşam sö­
Hıristiyan inançlar arasmdaki bir çatışmadır. zü verir.
Hastamn ilk fantezisinde kolaylıkla gözden k a ­ Modern yaşamda da daima eski tarzların yine­
çabilecek olan ama belki de bu sorunun çözümü­ lendiğini görüyoruz. Ölümün gözlerinin içine ba-
ne yardımcı olabüecek ilginç bir sembol b u l u n ­ kabilen kimse, ölümün bizim tıpkı yaşama hazır­
maktadır. K a d m mezardayken altın daireler üze­ landığımız gibi kendimizi aynı itaat ve boyun
rinde kırmızı haçlar görmüştü. Analizde daha eğişle hazırlamamız gereken bir gizem olduğunu
sonra ortaya çıktığı gibi, gerçekte derin bir ruhsal anlatan eski söylemi yeniden öğrenecektir.
değişim yaşamaktaydı. Bu "ölüm"den de yeni tür­
de bir yaşam çıkartmak üzereydi. Bu yüzden bu
imgenin de bir şeküde kendisinin gelecekteki
dinsel t u t u m u n u belirttiği düşünülebilirdi. Üze­
rinde daha fazla çalışıldığında gerçekten kırmızı
haçların kendisinin Hıristiyan düşünüşe olan sa­
dakatim, buna karşılık altın dairelerin Hıristiyan­
lık öncesi gizem dinlerini yüceltişini ifade ettiği
ortaya çıktı. Gördükleri onun gelecekteki yaşa­
mında Hıristiyan ve putperest unsurları birbirle­
riyle bağdaştırması için y o l göstermekteydi.

Son ama önemli bir gözlem de eski inisiyasyon


ritleri ve onlarm Hıristiyanük ile olan ilişkileri
üzerinedir. Eleusis gizlerinde (bereket tanrıçala­
rı olan Demeter ve Persephone'ye tapınma ayin­
leri) uygulanmış olan inisiyasyon riti yalnızca be­
reketli bir yaşam sürmek isteyenler için geçerli
değildi; aynı zamanda ölüme de o da geçiş için bir
inisiyasyon töreni gerektiriyormuşçasma, bir ha­
zırlıktı.
Bir Roma mezarmda bulunmuş olan bir ölü
külü kavanozu üzerinde, adayı tanrıçaların h u z u ­
runda gösteren bir inisiyasyon töreninin sonu
temsil edilmektedir. Ayrıca bundan önceki i k i te­
mizlenme töreninden birinde "mistik domuz"un
kurban edilişi, diğerinde kutsal düğünün manevi
versiyonu görülmektedir. Bütün bunlar, yasın ke­
sinliğine sahip olmayan bir ölüm inisiyasyonu an­
14?
Aşkınlık (transandans) sembolleri

İnsanları etkileyen semboller çeşitli amaçlara hiz­ Başka türlü söylemek gerekirse, bunlar kişinin sı­
met edebilirler. Kimileriııin uyandırılmaları, inisi- nırları belli herhangi bir varoluş biçiminden kur­
yasyonlarını Dionizyen bir "yıldırım riti" yolu ile tulmasını ya da onu aşmasını sağlar. Söz konusu
yaşamaları gerekir. Diğerleri ise tapmak alanında kişi bu suretle gelişiminin daha yüksek ya da da­
ya da kutsal bir mağarada inkıyat edileceklerdir. ha olgun bir aşamasma doğru derleyebilir.
Tam bir inisiyasyon eski metinlerde olduğu kadar Daha önce de belirttiğim gibi, bir çocuğun bir
yaşayan kimselerde de görebildiğimiz gibi, her mükemmelliği vardır, ama bu yalmzca kendisinin
ikisini de içerir. înisiyasyondaki temel amaç, ego bilinci ortaya çıkmadan öncedir. B i r erişkin
gençliğin doğasında başlangıçta bulunan "hile- ise bütünlük duygusuna ancak bilincin bilinçdışı
bazlığı" eğitmektir. Bu nedenle yapılması gerekli ruhsal içerikle birleşmesinden sonra ulaşır. Bu
ayinler zorlayıcı olsa da inisiyasyonun uygarlaştı- birlikten Jung'un " r u h u n aşkın işlevi" dediği şey
ncı, yüceltici bir amacı bulunmaktadır. gelişir. B u n u n l a insan en yüksek ereğine, kendi
Yanı sıra bilinen en eski kutsayıcı geleneklere kişisel benliğinin tam gerçekleşmesine ulaşabilir.
ait, insanın yaşamındaki geçiş evreleri ile ilintili B i z i m "aşkınlığın sembolleri" olarak adlandır­
bulunan bir başka simgesellik de vardır. Bu sim­ dığımız insanın bu ereğe doğru olan çabalarım
geler adayı herhangi bir dini öğretiye ya da dün­ temsü eden simgelerdir. Bunlar bilmçdışrmn içe­
yevi bir grup bilincine entegre etmeye çalışmaz­ riklerinin bilince ulaşmasına yardım edecek araç­
lar. Tam tersine insanın ham, sabit, kesin olan bir ları hazırlarlar, kendüeri de bu içeriklerin etkin
durumdan kurtulma gereksinimine yöneliktirler. ifadesidir.

Şamanlar ve kuşlar aşkınlığın simgeleridir

ve çoğunlukla birbirine b a ğ l ı d ı r . Lascaux

mağarasından bir resim, kuş maskesiyle

tarih öncesi bir şamanı gösteriyor (solda).

Bir Sibirya kabilesinin kuş giysili ş a m a n ı

(altta). Direkler üzerinde kuş figürleriyle bir

şamanın tabutu (yine S i b i r y a ' d a n ) (sağda).

149
Bu simgeler çok çeşitli biçimlerde ortaya çı­ linde yal makta olan kus maskeli bir şaman resmi
karlar. Bunlarla ister tarihte ister yaşamlarının bulunmaktadır. Sibirya'da şamanlar şimdi bile
kritik bir aşamasında bulunan kadınlarda ve e r ­ kuş giysileri giyerler ve birçoğu annelerinin onla­
keklerde karşılaşalım ne kadar önemli olduklarını ra bir kuştan gebe kaldığına inanır. Böylece şa­
kolaylıkla görebiliriz. Bu simgelerin en arkaik dü­ manlar yalnızca bir tanıdık hemşehri değil, nor­
zeyinde gene Hilekâr nıotifiyle karşılaşıyoruz. mal ayık bilincimiz için görünmez olan, insanın
Ama bu kez o artık kanunsuz bir kahraman özen­ gözüne en fazla bir kez gözüken ulu güçlerin kut­
tisi değildir. Artık büyü uygulamaları ve sezgisel sanmış çocuğudur".
öngörülerinin kendisini inisiyasyonun ilkel ustası Bu tip, sihirbazlığın sık sık gerçek ruhsal içgö-
haline getirdiği şaman-büyücü olmuştur. Gücü rünün yerine geçirildiği küçük hilelerden uzak bir
kendi bedenini terk ederek bir kuş halinde bütün inisiyasyon eyleminin en yüksek aşamasında Hin­
evreni dolaşabilmesinden ileri gelmektedir. du yoga ustalarını buluyoruz. Onlar trans duru­
Bu olguda kuş, aşkmlık (transandaııs) için en mundayken normal düşünce kategorilerinin çok
uygun semboldür. B u , bir medyum aracılığıyla, ötesine ulaşırlar.
yani transa benzeyen bir durumda karşılaşabildi­ Aşkmlık yoluyla kurtuluşun en bilinen düş
ği çok uzak olaylardan ya da bilinçli olarak hiç bil­ simgeleri, adayın ölümün doğasıyla tanışacağı
mediği olaylara ilişkin bilgiler veren bir adanı ara­ yalnız başına bir gezi ya da bir hac yolculuğudur.
cılığıyla çalışan sezginin kendine özgü doğasını A m a bu mahşer ya da inisiyasyon için başka bir
belirtir. Bu tür güçlere ilişkin kanıtlar, Amerikalı güç denemesi değildir. Bu bir tür acıma ruhu ta­
bilgin Joseplı CaınpbeH'in Fransa'da bulunmuş rafından yönlendirilen bir kurtulma, bırakma ve
olan mağara resimlerine ilişkin yorumlarında işa­ tövbe yolculuğudur. Bu r u h çoğu zaman inisiyas­
ret ettiği gibi yontma taş devrinde bile bulunabil­ yonun erkekten çok kadın efendisi tarafından
mektedir. Yazdığına göre Lascaux'da "Trans ha­ temsil edilen had safhada dişil (yani anima) bir fi-

Mitve düşlerde y a l n ı z b a ş ı n a bir yolculuk,

kurtarıcı bir geçişi simgeler, italyan şair

Dante'nin bir resmi; e l i n d e kitabı İlahi

Komedyayı tutuyor (üstte). Resim

cehennem ve cennete yolculuklarını

I gösteriyor. İngiliz y a z a r John Bünyan'ın

t "Pilgrim's Progress"inde ( 1 6 7 8 ) hacının

I yaptığı yolculuk (en solda). (Yolculuk

l dairenin merkezine d o ğ r u y a k l a ş a n bir

lönme hareketidir.) Bu kitap da bir düş

içiminde yazılmıştır. S o l d a düş g ö r e n

pok kimse alışılmış y a ş a m l a r ı n ı n

Şişmesini diler. A m a gezilerle s a ğ l a n a n

.zgürlük gerçek bir içsel kurtuluşun yerini

*traz. "Denize kaçış" ö n e r e n bir reklam

•dal.
gürdür. Örneğin; Çin Budizminde K w a n y i n , Hıris- pacaklarım, çalışmayı sürdürmek ya da oyna­
tiyan-gnostik öğretide Sophia ya da Yunan akıl mak, evde kalmak ya da geziye çıkmak üzerine
tanrıçası Athena Pallas. düşünmeye başladıkları zaman diliminde, özellik­
Bu simgeleri yalmzca kuşların uçuşu ya da le önem kazanabilir.
vahşi doğaya yapılan bir gezi değil, aynı zamanda Yaşamları serüven dolu, huzursuz ya da değiş­
kurtuluşu örnekleyen herhangi bir hareket de ken geçmişse belki sakin bir sonu, dini bir inanı­
temsil eder. Yaşamın henüz insanın ailesine, sos­ şın tesellisini özlerler. Hep doğup büyüdükleri
yal gruplarına bağımlı olduğu ilk kısmında bu sosyal çevrenin içinde kaldılarsa kurtarıcı bir de­
simgeler yaşama yalnız basma girmek için gere­ ğişikliğe müthiş bir istek hissedebilirler. Bu ge­
k e n kararları almayı öğrenmeyi sağlayan inisiyas­ reksinim rahatlıkla bir dünya seyahati ya da sade­
yon am olarak algılanabilir. B u , T. S. E l i o t ' u n Ço­ ce daha küçük bir eve taşınmakla o an için duyu­
rak Ülke'de; rulabilir. Ne ki eski iç değerlerin yerine yeni bir
yaşam biçimi konmazsa, bu değişikliklerin hiçbiri

Bir masumiyet çağının hiç geri çekilemediği yeterli olmayacaktır.


Bir terk ediş anının korkunç cesareti Bu türden bir vakada, hoş, kültürel bakımdan
Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı çok yönlü, güvenceli bir yaşam sürmüş olan bir
Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu kadın, bana aşağıdaki düşü getirdi:
İşlenmiş değil de, doğada, güzel biçimli, nadir
diye tanımladığı andır. birtakım tahta parçaları buluyorum. B i r i "bunları
Yaşamın daha sonraki kesimlerinde belki Neandertal adamları getirdi" diyor. O zaman
önemli sembollerle bütün bağların kopartılması biraz ileride koyu renkli bir kitle gibi görünen o
gerekmez. A m a yine de özgür insanları yeni bu­ Neandertal adamlarını görüyorum. Onların hiçbi­
luşlar yapmaya ya da yaşamım baştan düzenle­ rini tam olarak ayırt edemiyorum. Tahta parçala­
meye zorlayan o ilahi hoşnutsuzluk ruhuyla dop­ rından birini beraberimde alıp gidebileceğim aklı­
dolu olunabilir. Böyle bir değişiklik, orta ve üeri ma geliyor.
yaşlar arasında, çoğu kimsenin emeklilikte ne ya­

İngiliz kaşif R. F. Scott ve arkadaşları

1 9 1 l ' d e A n t a r k t i k a ' d a (solda).

Bilinmeyene d o ğ r u g i d e n kaşif alışılmıştan

kurtuluşa uygun bir tablodur.

Yılan simgesi genellikle aşkınlıkla

bağlantılıdır. Ç ü n k ü m a s a l a g ö r e bir

yeraltı y a r a t ı ğ ı ve bu y ü z d e n iki alem

a r a s ı n d a bir " a r a a " d ı r . Grek-Roma tıp

tanrısı A e s k u l a p ' ı n d e ğ n e k üzerinde yılan

simgesi, bugünkü F r a n s a ' d a bir doktor

a r a b a s ı n ı n işareti o l a r a k kullanılıyor

(sağda).
Daha sonra yalnız başıma bir gezideymişim gi­ parçasıyla kadın, kolektif bilinçdışınm en derin
bi yola devam ediyorum ve çok yüksekten aşağı­ tabakalarını ele almış oluyordu.
ya doğru, sönmüş bir yanardağı andıran bir yere Sonra gezisini yalnız basma sürdürdüğünü
bakıyorum. Kısmen su dolu ve orada daha başka söylüyor. Daha önce de söylediğimiz gibi yalmzca
Neandertal adamları da görmeyi bekliyorum. bu motif bile kurtulma gereksmüruni gösterir; o
Onun yerine sudan çıkan ve yanardağın siyah ka­ halde aşkınlığın bir simgesine daha ulaşmış olu­
yaları arasında dolaşan siyah su domuzları görü­ yoruz.
yorum. Bundan sonra düşte, bir zaman yerin en derin
Bu kadının aile bağlarına ve çok eğitimli ya­ katmanlarından gelen ateşin boşaldığı sönmüş bir
şam biçimine karşın, düş onu bir tarih öncesi za­ volkanın büyük kraterini görüyor. B u n u n , trav-
mana götürmektedir. İlkel insanlar arasında hiç­ matik bir yaşantının anlam yüklü bir amsı olduğu­
bir sosyal gruplaşma göremez; onları uzakta, b i ­ nu varsayabiliriz. Kendisi bunu, yasanımın erken
linçsiz, kolektif, " k o y u renkli bir k i t l e " olarak gör­ dönemlerinde ihtiraslarının h e m yıkıcı h e m yara­
mektedir. A m a onlar yaşamaktadır ve kadın onla­ tıcı gücünü, neredeyse aklını yitirecek şiddette
rın tahtalarından b i r i n i alabileceğini düşünür. hissettiği kişisel yaşantıya bağlıyordu. Geç ergen­
Düş, tahtanm işlenmemiş, doğal olduğunu vurgu­ lik dönemindeyken beklenmedik bir şekilde, aile­
lamaktadır. O halde bilinçdışınm en baştaki, kül­ sinin aşırı t u t u c u tavrından kaçmaya çalışmıştı.
türden etkilenmemiş bir düzeyinden gelmekte­ Bu kopmayı önemli bir zorluk olmaksızın tamam­
dir. Çok yaşlı oluşuyla ilgi çeken tahta parçası bu lamış, sonradan ailesiyle barış bile sağlayabilmiş­
kadınm çağdaş yaşantısını, insan yaşamının uzak t i . A m a hâlâ aüesinin sosyal zenünmden uzaklaş­
kökenleriyle bağlamaktadır. mak, özgürlüğü kendi bildiği şekilde sürdürmek

Yaşlı bir ağaç ya da bitkinin, olağan olarak için güçlü bir isteği vardı.

hayvanlarla simgelenen dürtüsel yaşamın aksine Bu düş tümden bambaşka sorunları olan ama
ruhsal yaşamın büyümesini, gelişmesini gösterdi­ benzeri bir içgörüye gereksinimi olduğu anlaşılan
ğini birçok örnekten biliyoruz. O halde bu tahta bir genç adamm gördüğü düşü anımsatıyordu. O
da bir farklılaşma dürtüsü hissetmekteydi. Dü­
şünde bir volkan görmüştü. Volkanın patlayaca­
ğından korkan i k i kuş, kraterinden havalanıyor­
d u . Düş, kendisiyle volkan arasmda bir su parça­
sı bulunan, yabancı, tenha bir yerde geçiyordu.
Bu olguda düş bireysel bir inisiyasyon gezisi sun­
maktaydı.
B u , bilinen en düşük aile davranışına sahip
gruplar olan besin toplayıcı kabüelerden büdiri-
len olguların aynıdır. O toplumlarda genç adayın
bir kutsal yere yalmz basma yolculuk yapması ge­
rekir. (Kuzey Pasifik kıyılarındaki Kızüderili kül­
türlerinde bu yer gerçek bir krater gölü olabilir.)
Orada hayal ya da transa benzer bir d u r u m için­
de, bir hayvan, bir kuş ya da doğal bir nesne küı-
ğındaki kendi " k o r u y u c u r u h u " ile karşüaşacaktır.
Kendini bu "çalılık r u h u " ile sımsıkı özdeşleştirir, leler, yılanlar ve bazen de balıklardır. Bunlar su
böylece erkek olur. Benzer bir yaşantı geçirmek­ allı eylem ile kuş uçuşunu (yaban ördekleri w
sizin, bir Achumaui büyücüsünün belirttiği gibi, kuğuları) yeryüzündeki yaşamla birleştiren bağ­
"Alelade bir Kızılderilidir, hiç kimsedir". lantı hayvanlarıdır. Belki aşkınlığın en bilinen düş
Genç adamın düşü yaşamın başlarında gelmiş, sembolü, tıp sanatının simgesi olarak bugüne ka­
ileride bir erkek olarak yaşayacağı bağımsız haya­ dar da yaşamış olan. Roma tıp tanrısı Asklepi-
tı muştulamıştır. Sözünü ettiğim kadm ise yaşa­ os'un sağaltım simgesinde olduğu gibi, yılandır
mının sonlarına yaklaşmaktadır. O da benzer bir Bu bildiğimiz kadarıyla başlangıçta zararsız bir
seyahat yaşamıştır ve aynı şekilde bağımsızlığa ağaç yılanıydı; iyileştiren tanrının asasına sarılmış
ulaşması gerektiği anlaşılmaktadır. olarak gökle yerin arasında bir bağlantı oluştur­
Böyle bir bağımsızlık, dünyayı bütün k u l e l i y l e duğu anlaşılıyor.
birlikte terk etmek demek olan Yogi benzeri bir Aşkınlığın daha önemli ve yaygın olan bir sem­
kapanışla sonlanmaz. Kadın düşündeki genel ola­ bolü de birbirine dolanmış olan iki yılandır. Bun­
rak ölü ve kuru manzara içinde, hayvansal yasa­ lar eski Hindistan'ın ünlü Naga yılanları olarak or­
nım izlerini fark etmektedir. Bunlar, hastanın as­ taya çıkarlar; onlarla tanrı Hermes'e ait olan değ­
lında tanımadığı bir tür olan " s u domuzlarıdır neğin ucundaki örülü yılanlar olarak da karşılaşı­
Anlaşılan düşteki su domuzları, hem karada hem rız. E r k e n Yunan'daki bir görüntü, üzerinde tan­
suda yaşayabilen özgün canlılar anlamını taşı­ rının büstü bulunan bir taş sütundur. Bunun bir
maktadır. ucunda dolanmış yılanlar, öbür ucunda dikilmiş
Bu hayvanların aşkınlık sembolleri olarak or­ bir fallus görülmektedir. Yılanlar cinsel birleşme
tak niteliğidir. Açıkça yer ananın derinlerinden halinde gösterilmiş olduğuna ve dikilmiş fallus da
gelen bu yaratıklar kolektif bilinçdışının simgesel hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde cinsel an­
sakinleridir. Onlar genç adamın düşünde kuşların lam içerdiğine göre, bu sütunun Ilerıııos'in bolluk
simgelediği ruhsal esinden farklı bir özgün anlam simgesi olduğu sonucunu çıkartabiliriz.
ve önemi, bilince taşırlar. Ne var ki bunun yalnızca biyolojik bereket ol­
Diğer aşkınlık simgeleri kemiriciler, kertenke­ duğunu sanırsak yanılırız. Hermes bir elçi rolün-
Bir duvar resminde balıkçıl kafalı Mısır

tanrısı Thot (IO 3 5 0 civarı) (üstte).

Thot bir yeraltı figürüdür ve aşkınlıkla

bağlantılandırılır. Ö l ü l e r i n ruhlarını o

y ö n l e n d i r i r d i . G r e k tanrısı H e r m e s ' e

d e "Psyhopompos=Ruhların öncüsü"

d e n i r d i . O n a d a ölülerin ruhlarını

yeraltına götürmek g ö r e v i verilmişti.

Yol kavşaklarına dikilen ve tanrının iki

a l e m a r a s ı n d a b a ğ l a n t ı rolünü

simgeleyen taş bir Hermes (solda).

^17. yy'dan bir Fransız tablosu yılanın Hermes'nin bir y a n ı n d a ç u b u ğ a sarılı

aracı rolünü gösteriyor (solda): O r p h e u s yılanlar vardır. Bu s i m g e (Caduceus)

lir çalıyor ve dinleyicileri, Eurydike'yi aynı şekilde kanatlar takılarak Roma

(resmin ortası) bir yılanın soktuğunu fark tanrısı M e r k u r i u s ' a da aktarılmıştır,

etmiyorlar. Ölümcül y a r a onun yeraltına b ö y l e c e ruhsal aşkınlığın simgesi

inişini simgeliyor ( N i c o l a s Poussin). o l a r a k kuşu andırır ( s a ğ d a ) .


deki Hilekâr, yol kavşaklarının tanrısı ve sonunda simyanın sanatsal vurgulanma biçimleri olan ka­
ruhları yeraltına götürüp getiren önderdi. O hal­ natlı at ya da kanatlı ejderha şekillerinde de gö­
de onun fallusu büinen dünyadan bilinmeyene rülür. Hastalarımızla çalışırken bu simgelerin sa­
doğru, kurtuluş ve iyileşmeye doğru ruhsal bir yısız değişimlerini izlemekteyiz. Bu deneyimler,
mesaj arayarak ilerlemektedir. tedavimiz derinlerde yatan ruhsal içeriği serbest
Ashnda Hermes, Mısır'ın karabatak kafalı tan­ bırakabilir ve bu simgeler bilinçli donammımızın
rısı Thoth'tu. Bu yüzden de aşkın ilkenin kuş kılı- parçası haline gelebüirse, nerelere ulaşüabilece-
ğmdaki şekli olarak algüanmaktaydı. Yunan mito­ ğini göstermektedir. M o d e r n insanlar için geç­
lojisinin Olimpik döneminde Hermes yılansı ka­ mişten kaynaklanan ya da düşlerimizde görünen
rakterine ek olarak kuş yaşamından da özellikler simgelerin anlamlılığının kavranması hiç kolay
kazanmıştır. Değneği yılanların üzerine kanatlar değildir. K o r u n m a ve özgür kalış simgeleri arasın­
da alarak Merkür'ün kanath asası, tanrının kendi­ daki eski çatışmanın bizim halimizle nasü ilişkili
si de kanatlı miğferi ve sandallarıyla "uçan a d a m " olduğunu görmek de kolay değildir. Eğer arketip-
olmuştur. Burada onun bütün aşkınlık gücünü, sel örneklerin yalnızca özgün biçimlerinin değişe­
yeraltmdaki yılan varhğından yeryüzü gerçeği bileceğini, ruhsal anlamlarının olduğu gibi kalaca­
aracüiğıyla, uçma yetisiyle vurgulanan insan üstü ğını kavrarsak işimiz daha kolay olur.
gerçeğe yükselişini görebilmekteyiz. Kurtuluş, özgürlük simgeleri olarak yaban
Böyle bir birleştirilmiş simge, Jung'un bu ko­ kuşlarından söz etmiştik. Bugün aynı şeküde jet
nudaki yapıtlarında ayrıntılı olarak anlattığı gibi, uçaklarından ya da roketlerden de söz edebiliriz,

Kanatlı c a n a v a r (üstte): ( 1 5 . y y ' ı n bir

el y a z m a s ı n d a n ) aşkınlık simgesini,

yılan ve kuşla k o m b i n e e d e r . Ruhsal

aykırılığın bir temsili ( s a ğ 4 ö j :

M u h a m m e d , kanatlı at Burak

üzerinde g ö ğ ü n katlarına uçuyor.


çünkü onlar da bizi en azından bir süre için yer
çekiminden kurtarırlar, aynı i l k e n i n biçimlenmi­
şidirler. Buna benzer biçimde bir zamanlar dur­
gunluk ve korumayı anlatan eski simgeler de bu­
gün modern insanın ekononük güven ve refah
arayışı olarak ortaya çıkarlar.
Elbette yaşamımızda serüven ve disiplin, kö­
tülük ve erdem, özgürlük ve güven arasında bir
çatışma bulunduğunu hepimiz saptayabiliriz.
Ama bunlar yalnızca bizi huzursuz eden ve olası­
lıkla hiçbir zaman yamt bulamayacağımız bir b i -
linmezüğin tanımlarıdır.
Oysa bir yamt bulunmaktadır. K o r u n m a ve
kurtuluşun birbiriyle buluştuğu bir nokta vardır.
Bunu da söz ettiğimiz inisiyasyon törenlerinde
buluyoruz. Bunlar bireylere de topluluğun bütü­
nüne de karşıt güçleri içlerinde birleştirmek, y a ­
şamlarında denge oluşturmak olanağını sağlarlar.
Ama ayinler bu olanağı kendiliğinden ya da
otomatik olarak sunmazlar. Bunlar bireylerin ya
da grubun yaşamındaki beni aşamaları ima eder­
ler. İyi anlaşılmadığı ve y e n i bir yaşam biçimine
yansıtüamadığı takdirde belki de doğru an kaçırı-
labilir. İnisiyasyon başhca bir boyun eğme ayiniy-
le başlayıp bir korunma dönemiyle süren ve bir
kurtuluş ayiniyle sona eren bir süreçtir. Bu yolla
her insan kendi kişiliğindeki birbirine karşıt u n ­
surları birbiriyle barıştırabilir; gerçek bir insan ve
kendinin gerçek egemeni olmasını sağlayacak bir
denge oluşturabilir.

Birçok m o d e r n insanın düş ve

fantezilerinde büyük u z a y

roketlerinin uçuşu ç o ğ u n l u k l a ,

aşkınlık o l a r a k a l g ı l a n a n

özgürleşme dürtüsünün simgesel

gerçekleşmesidir.
3 Bireyleşme Süreci

M. L. von Franz

Paris Notre Dame katedralindan bir vitray gül.


Bireyleşme Süreci

Ruhsal olgunlaşma sürecinin


yapısı

Bu yapıtın başında C. G. Jung, bilinçdışı kavramı­


nı, bu kavramın kişisel ve kolektif yapılarını, sim­
gesel dışavurum yollarım sundu. Bilinçdışmın
semboUerirün derin anlamlan bir kez anlaşılınca 7. y y ' d a n bir el y a z m a s ı n d a k i süsleme

o l a r a k bir " M e a n d e r " (altta). Bireysel


geriye bunların yorumu gibi zor bir sorun kalmak­
düşler de a y n ı şekilde y a b a n c ı etki
tadır. Yani Jung, her şeyin belli bir düş yorumunun y a p a r ve y u k a r ı d a k i g i b i bir kitap

kavranıp kavranmadığına, kişi tarafından anlanüı süslemeleri d e t a y ı tarzındadır (üstte).

A m a bütün bir y a ş a m süreci düşünde


olarak kabul edilip edilmediğine bağü olduğunu
m e a n d e r b i ç i m i , ruhsal gelişim sürecini
göstermiştir. Böylelikle düş imgeleırunin olası an­
açıklar.
lamım, işlevini önemle ortaya koymaktadır.
A m a Jung'un kuranurun geüşiminde bu olası­ Meander: Irmakların bizde menderes
de denilen büklümleri, (çn.)
lık başka bir soruya y o l açmıştır: B i r e y i n bütün
düş yaşamının amacı nedir? Düşler insan varlığı­
nın, yalnızca anlık psişik ekonomisinde değil, ya­
şamının bütününde nasü bir rol oynamaktadır?
Pek çok kişiyi gözlemleyerek, düşlerini nicele­
yerek (ki en az 80.000 düşü yorumladığım hesap­
lamıştır) Jung, yalnızca bütün düşlerin düşü gö­
renlerin yaşamlarıyla çeşitü derecelerde bağlantı­
lı olduğunu değü, aynı zamanda bunların hep ge­
niş bir psikolojik etmenler ağının parçaları oldu­
ğunu bulmuştur. B u n a ek olarak, bunların bir bü­
tün olarak belirti bir kurguyu ya da üslubu izler
gibi göründüğünü de saptamıştır. Bu kurguya
Jung "bireyleşme rüreci" adım vermektedir. Düş­
ler her gece farklı sahneler ve imgeler ürettikle­
rinden, çok dikkatle gözlemeyen kimseler olası-
hkla bir ana şema bulunduğunun farkına vara­
mazlar. Oysa yuları kapsayan bir süre boyunca
k e n d i düşlerini gözlemleyerek bütün sekansı i n ­
celeyen biri, belirti içeriklerin ortaya çıkıp kay­
bolduklarım, soruca yeniden geldiklerim görecek­
tir. Hatta çoğu kimse aynı figür, manzara ve d u ­
rumları yineleyerek düşlemektedirler. Bütün bir

160
dizi boyunca izlenirse bunların yavaş fakat algıla­
nabilir şekilde değiştikleri görülebilir. Düşü göre­
nin bilinçü yönelimi düşlerin ve semboük içerik­
lerinin uygun bir yorumuyla etkilenecek olursa
bu değişimler hızlanabilir.
Böylece düş yaşamımız, tek tek ipliklerin bir
görünüp bir kaybolduğu, hiç ummadık bir zaman­
da da yeniden ortaya çıktığı dalgalı bir dokumaya
benzer. Eğer bu dalgalı desen uzun bir zaman d i ­
limi boyunca gözlenirse, yavaş, zor fark edilebüen
Psike, y ü z e y i n d e bilinci temsil e d e n b e y a z bir
bir ruhsal gelişim ve bireyleşme sürecini meyda­
leke (A) bulunan bir küreyle gösterilebilir. Ego
na getiren bir tür gizü düzenleyici ya da yönlen­ o y ü z e y i n merkezidir (bir şey a n c a k e g o o n u

dirici eğilimin çalışmakta olduğu görülebüir. tanıyorsa bilinçlidir|. Self, hem bütün küre (B),

hem a y n ı z a m a n d a onun ç e k i r d e ğ i d i r . O n u n
Giderek daha kapsandı, daha olgun bir kişilik
d ü z e n l e m e işlemleri düşleri üretir.
ortaya çıkar, diğer kimseler tarafından da hisse­
dilir. Sıklıkla gelişimin bir aşamasında takılı kal­
Bu sembol Labrador Yarımadası'nın yerlüeri
maktan söz edişimiz, böyle bir gelişme, olgunlaş­
olan Naskapi KızüderiMeri'nin tasarım dünyasın­
ma sürecinin her birey için mümkün olduğunu
da özellikle bozulmamış halde bulunmaktadır. Bu
gösterir. Bu ruhsal gelişme istenç gücünün b i ­
orman avcüan öylesine küçük aüe gruplarında
linçli çabasıyla meydana getirüemediği, istenç dı­
birbirlerinden o derdi uzak ve yalnız yaşarlar ki
şı ve doğal olarak olduğundan, düşlerde gelişinü,
bu yüzden hiçbir kabüe geleneği, dinsel görüş ya
yavaş, güçlü ve istenç dışı büyümesi de beüi bir
da tören geliştirememişlerdir. Sonuç olarak Nas­
planı izlemekte olan, bir ağaçla simgelenir.
kapi avcüan kendilerini yaşam boyu yalmzca içle­
Düzenleyici etkinin kaynaklandığı düzenleme
rinden gelen bilinçdışı sese ve düşlerine bırak­
merkezinin, kendi ruhsal düzeneğimiz içinde bir
mışlardır. Neye inanacaklarını anlatan din öğret­
çeşit "çekirdek atom" olduğu anlaşümaktadır. Bu
menleri, törenleri, bayramları ya da kendüerine
düş imgelerinin kâşifi, organizatörü dahası kayna­
yardımcı olacak töreleri yoktur. Basit yaşam gö­
ğı olarak da adlandırüabüir. Jung bu merkeze, bü­
rüşlerinde insanın r u h u sadece bir içsel yoldaştır;
tün ruhun ancak küçük bir parçasım oluşturan
ona doğrudan doğruya "dostum" ya da "Mista'peo"
"ego"dan ayırmak için, "şelf'* adını vermiş, onu
yani " U l u A d a m " diye seslenirler. Bu Mista'peo
ruhun tamamının bütünlüğü olarak tanımlamıştır.
yürekte yaşar, ölümsüzdür; ölüm anında ya da
Çağlar boyunca insanlar kendiliklerinden böyle
ondan hemen önce bireyi terk eder, daha sonra
bir iç merkezin varlığım fark etmişlerdir. Yunanlı­
bir başka varlık içinde yeniden var olur.
lar ona insanın iç "Daimon"u demişler, Mısır'da bu
Düşlerine dikkat eden, anlamım bulmaya ve
"Ba" (can) kavramıyla anlatılmış, Romanlar da onu
doğruluklarmı araştırmaya girişen Naskapüer U l u
bireyin öz "Genius"u saymışlardır. Daha ilkel top­
Adam'la daha derin bir bağlantıya güer. O bu k i -
luluklarda bu çoğunlukla bir hayvanda vücut bulan
şüeri ödüllendirir; onlara daha çok, daha iyi düş­
bir varlık ya da fetiş olarak düşünülüyordu.
ler gönderir. O halde bir Naskapi bireyinin en bü­
yük zorunluluğu düşlerindeki y o l göstericüeri iz­
Self: (İng.) b e n l i k , k e n d i l i k . Türkçe karşılığı Jungün ifa­
lemek, sonra da onların içeriklerine sanatla kalıcı
desini karşılamadığı için k i t a p t a S e l f olarak geçecektir.

161
bir biçim vermektir. Yalan dolan U l u Adam'ın iç taşların niteliği, yerin konumu, güneş ve rüzgara
varlıktan kaçmasına neden olurken, cömertlik, göre durumu gibi bir dizi özgün etmen bulun­
diğerkâmlık ve hayvan sevgisi onu çeker. Böylece maktadır. Çamın bütünsel gizil varhğı bu durum­
düşler Naskapi'ye doğada, av olanakları, hava ve lara örneğin eğri büğrü büyüyerek, taşlardan
benzeri yaşam için çok önemli koşullar bakımın­ uzaklaşıp güneşe doğru uzanarak tepkiler verir,
dan da tam anlamıyla kılavuz olur. Bu çok ükel in­ bunun sonucunda ağacın büyümesi biçimlenir.
sanları burada, bizim uygarlaşmış düşünceleri­ Böylece bir çam bireyinin biricik olan, yinelen­
mizle hiç buluşmamış oldukları ve Jung'un "şelf' mesi olanaksız varhğı ortaya çıkar. Asü tek ger­
adım verdiği'öze üişkin doğal bir içgörüyü hâlâ çeklik budur, oysa başlı basma çam yalnızca bir
korudukları için anlatıyorum. olanak ya da somut bir fikirdir. İnsanlarda bu tek
Şelf, bilinçli kişilikten farklı olan bir içsel yön­ olanın, biricik olanın gelişimi Jung tarafmdan bi­
lendirici etmen olarak tanrmlanabüir. Yalnızca k i ­ reyleşme süreci olarak adlandırılmıştır ki bunun
şinin kendi düşlerini denetlemesiyle yakalanabi­ da iki yönü göz önünde tutulmalıdır. Önce bütün
lir. Bunlar onun, kişiliğin sabit yayüımı ve olgun­ canlılarda olduğu gibi insanda da kendiliğinden,
laşmasını sağlayan, düzenleyici bir merkez oldu­ bilinçdışı bir gelişim süreci olur; bu bir insanın
ğunu gösterir. R u h u n bu daha geniş, neredeyse kendi içinde yaşadığı bir süreçtir; ama aslında bu
b ü t ü n olan yönü, önce doğuştan gelen bir olanak süreç, eğer insan bunun farkmdaysa bir gerçeklik
olarak ortaya çıkar. Yavaş yavaş ortaya çıkabilir olur. Çanım, kendisine şekü veren koşulları bilip
ya da yaşam boyunca oluştukça tam olarak geli- bilmediğini, bundan üzülüp üzülmediğini ya da
şebüir. B u n u n ne kadar gelişebileceği, egonun sevinip sevinmediğüü elbette bilmiyoruz. Ama in­
şelften gelen mesajları dinlemeye hazır olup ol­ san bu olup bitenlere bilinçle katılır, bunu duy­
mamasına bağlıdır. Ancak Naskapiler, Ulu guyla da yaşar, hatta ayrıntüarı özgür istencinin
A d a m ' m işaretlerini almaya açık olan kişilerin da­ kararıyla etkileyebilir de. Sözcüğün daha dar an­
ha iyi, daha işe yarar düşler gördüklerini fark et­ lamıyla bireyleşme bu işbirliğini içerir.
mişlerdir. Alıcı kişilerin içinde doğuştan bulunan En azmdan insanlarda buna, çam örneğinde
U l u A d a m ' m , bunu görmezden gelenlere göre da­ olmayan bir şey daha eklenir: Bireyleşme süreci,
ha gerçek olduğunu ekleyebiliriz. Böyle bir kimse içte bütünlüğü sağlayan özle, dıştan etkileyen ol­
aynı zamanda daha tam bir insan da olur. guların ortak etkilerinden daha fazla bir şeydir.
Bu bakımdan egonun doğa tarafmdan kendi is­ B u n u n içsel algüanışmda sanki kişilik üstü bir
tencini sürdürmek üzere değü, ona bir bilmçlilik güç, yaratıcı bir edimle işe karışıyor gibidir. Kimi-
katarak gerçekleşmesine yardımcı olmak üzere ge­ leyin bu bilinçaltı gizli bir plana uygun olarak iş­
liştiği anlaşılıyor. Örneğin ben eğer hiç farkında ol­ leri yönetiyormuş gibi de hissedüir. Sanki bir şey,
madığım bir sanat yetisine sahipsem aslında bu hiç benim tarafımdan görülemeyen ama beni gören
yok gibidir, çünkü ancak benim egom onu algüar- bir varlık, belki yürekteki U l u A d a m , bana bak­
sa gerçeğe dönüşebilir. Bu yüzden doğuştan gelen makta, bana ilişkin görüşlerim düşlerimle bana
bireyleşme olanağı, bilinçle kavranarak yaşama ge­ anlatmaktadır.
çirilen ruhsal bütünlükle aynı şey değildir. Ne var ki ruhsal özün bu yaratıcı etkin yam an­
B u , şu şekilde göz önünde canlandırüabilir: cak ego, bu daha özgün, derin varoluş şekline
Bir dağ çamımn tohumu ağacın b ü t ü n ü n ü latent yaklaşabilmek için kendini her t ü r l ü fayda ve
olarak barındırır; ama her tohum belirli bir za­ amaç düşüncesinden özgürleştirebilirse işe koyu­
manda belirli bir yere düşer, orada toprağm ve labilir. Ego kendini herhangi bir amaç ya da plan
olmaksızın, bu içsel gelişim yönelişine bırakabü- kalksan kırılır. Bundan hiçbir şey yapılmaz;
melidir. Birçok varoluşçu filozof bu d u r u m u ta­ bu kullaıulamaz. Bu yüzden bu ağaç bu kadar
uzun yaşayabilmiştir."
nımlamaya çalışmışlarsa da yalnızca bilinçlilik al-
Ama aynı gece dülger bir hana ulaşıp uy­
damşını yadsımaya kadar varabilmişlerdir; bilinç-
kuya daldığında o ulu meşe ağacı düşüne gir­
dışmın kapışma kadar ulaşmakta ama kapıyı aç­ di ve dile geldi: "Beni sizin yetiştirdiğiniz alıç,
makta yetersiz kalmaktadırlar. Bizlerden daha armut, portakal ve elma ağaçlarıyla, bütün
köklü ilişkileri olan kültürlerde yaşayan insanlar, öbür meyve ağaçlarıyla mı kıyaslıyorsun?
çoğunlukla ruhun içsel gelişim sürecine yer aça­ Bunlar kendi yemişlerini olgunlaştırmaya bi­
le fırsat bulamadan insanlar üzerlerine saldı­
bilmek için, bütün bilinçti amaç düşüncelerinden
rır, onları kırıp dökerler. Dalları kırılır, to­
uzaklaşmak gerektiğini bizden çok daha iyi anlar­
murcukları yolunur. Kendi armağanları ken-
lar. Bir keresinde dışadönük başarılar bakımından düerine zarar verir. Yaşamlarmı bile sonuna
hiçbir şeye ulaşamamış olmaktan yakman yaşlı kadar sürdüremezler. Bu her yerde böyle
bir hanım tanımıştım. Gerçekte ise zor bir kocay­ olur. Bunun için ben hep tümüyle faydasız
la iyi bir evlilik sürdürebiliyordu ve sonunda ol­ olmaya çalıştım. Zavallı ölümlü! Bir işe yara­
mış olsaydım bu büyüklüğe ulaşabilir miy­
gun bir kişilik geliştirebilmişti. Bana yaşamda hiç­
dim? Ayrıca sen de ben de yaratıklarız. Nasıl
bir şey yapamamış olduğunu söylediğinde bir Çin olur da bir yaratık öbürünü tepeden yargüa-
bilgesi olan Chuang Tzu'nun bir masalını anlat­ yabilir? Faydasız ölümlü adam, ne anlarsın
tım. Hemen anlayıp çok rahatladı. Öykü şuydu: sen faydasız ağaçlardan?"
Dülger uyanınca düşüne ilişkin düşünce­
lere daldı ve sonra çırağı yer sunağmı neden
Kaya adındaki bir gezgin dülger dolaşır­
bu ağacın koruduğunu sorduğunda, "kapa
ken, bir yer sunağı yakınındaki bir tarlada di­
çeneni" dedi, "Tek kelime bile duymak iste­
kili, dev bir meşe ağacı gördü. Ağaca hayran
miyorum buna dair! O ağaç özellikle orada
olan çırağma "bu tümüyle faydasız bir ağaç"
yetişmiştir; yoksa onu tanımayanlar ona kö­
dedi. " B u ağaçtan bir gemi yapmaya kalksan
tülük ederlerdi. Eğer o yer sunağmın ağacı
kısa zamanda çürür; ondan araçlar yapmaya
olmasaydı çoktan kesilebilirdi."

Ağaç altında bir yer sunağı (1 9.

yy'dan bir Hint resminden]. Bu tür Görülen o ki dülger düşünü anlamıştı. Yani böy­
yuvarlak y a d a dörtköşe y a p ı l a r lelikle tanrının kendisine biçtiği yaşamı sürebüen
genellikle, bireyleşme sürecinin
ağaç en büyük olmuştu ve onun önünde insanların
tamamlanması için e g o ' n u n tabi
amaca yönelik düşüncesi susmalıydı. K e n d i amacı­
olması gereken Ş e l f i temsil eder.
nı gerçekleştirebilmenin en büyük inşam başarı ol­
duğunu, faydacı kavramlarm bilinçdışı ruhumuzun
gereksiıünderine yol vermesi gerektiğmi görmüş­
tü. Bu benzetmeyi psikoloji diline çevirirsek ağaç
bireyleşme sürecini simgelemekte, uzak görüşlü
olmayan egomuza bir ders vermektedir.
Chuang Tzu'nun öyküsünde kendi amacım
gerçekleştirmiş olan ağacın altında bir yer sunağı
vardı. Üzerine insanların, o yer parçasının sahibi
olan, onu koruyan tanrıya sunularım koyacakları
ham, yazısız bir taştır. Bu yer sunağı simgesiyle,
bireyleşme sürecinin gerçekleşmesi için ne yapü- benzerler, yoksa onları çam olarak adlandıramaz-
masının gerektiğine ya da genellikle doğru olarak dık; ama hiçbiri öbürünün aynı değildir. Bu aynı­
kabul edüenler üe genellikle olup bitenler açısın­ lık ve farklılık etmenlerinden ötürü bireyleşme
dan düşünmek yerine bilinçdışırun kişilik üstü sürecindeki varyasyonları özetlemek de olanak­
güçlerine egemen olmanın gerekü olduğu gerçeği­ sızdır. Gerçek olan herkesin farklı, yalnız kendisi­
ne işaret edilmektedir. Öğretüere yönelmek yeri­ ne özgü biricik bir şey olma zoruıüuluğudur.
ne beürli bir d u r u m için içsel bütünlüğün şimdi ve Birçokları, Jungiyen yaklaşımı, psişik malzeme­
burada ne yapılmasını istediğini dinlemek gerekir. yi sistematik şeküde sunmamış olmakla eleştirir.
Ne ki eleştirenler bu malzemenin, ancak çok yü­
Yöneüşimiz yukarıda beürtilen dağ çamı gibi
zeysel şeküde sistematiğe dökülebüen duygularla,
olmahdır: O gelişirken ne yoluna bir kaya çıkmca
usa sığmayan, durmadan değişen doğayla besle­
kızar ne de böyle engeüeri nasü aşabileceği üze­
nen, başh basma carüı bü deneyim olduğunu unut­
rine planlar yapmakla uğraşır. Sadece sağa mı so­
maktadırlar. Çağdaş derin psikoloji burada, mikro-
la mı büyüyeceğüü, dirence karşı zorlayacağını
fiziğin önüne çıkan şuurlarla karşüaşmış oluyor.
yoksa ondan uzaklaşması mı gerektiğini hisset­
Yani rasyonel ve sistematik tanımlamalar ancak is­
meye çakşır. Bu nasü işleyeceğini, ne yöne gide­
tatistik ortalamayla uğraştığımız sürece mümkün­
ceğim kimsenin büemeyeceği saf bir yaratıcı uğ­
dür. A m a tek bü ruhsal olguyu tanımlamaya kal­
raştır. Bu yöneltici dürtüler egodan değü, r u h u n
kıştığımız zaman, onun olabüdiği kadar çok açıdan,
bütünlüğünden, şelften geür. B i z de bir ağaç gibi
olabüdiğince dürüst bir resmim vermekten başka
kendimizi, bu belü beürsiz, gene de tümümüze
bü şey yapamayız. Tıpkı fizikçüerin de ışığın ne ol­
egemen olacak kadar güçlü olan güdüye, derin­
duğunu tanmüayamadıklan, ancak kimi deneylere
lerden gelen biricik ve yaratıcı gerçekleşme gü­
dayanarak onun parçacıklardan mı yoksa dalgalar­
düsüne bırakmalıyız. Bu sırada bir başkasını tak­
dan mı oluştuğunu söyleyebüdikleri gibi psikoloji
lit etmek de işe yaramaz; çünkü herkesin yerine
de aynı zorluklarla karşı karşıyadır; biz de bireyleş­
getireceği görev, dolduracağı yer kendisinindir,
me sürecinin, bilinçdışının aslında ne olduğunu
b u n u bir başkası büemez. Gerçi insanoğlunun so­
söyleyemez ancak onun nispeten tipik olan belirti-
runlarının çoğu birbirinin benzeridir ama asla tıp­
lerini tarif etmeye çahşabiliriz.
kısı değüdir. Çam ağaçları da birbirlerine çok
Bilinçdısıyla ilk karşılaşma

İnsanların gençlik dönemi çoğunlukla gerek dün­ mayan bir şeyi gösterir. Zaten sonunda da yasa­
yaya gerekse kendi iç varlığına, büyük bir duygu­ nımı "soğuk eUeri" üe kendisi sona erdirmiştir.
sal yoğunluk d u r u m u içinde yavaş yavaş uyanışla Böylece daha bu çocukluk düşünde bütün trajik
karakterizedir. Çoğu çocukluk düşlerinin hemen kaderi belliydi.
hepsi, çoğunlukla da ilk önemli izlenimler, sem­ K i m i zaman bunlar yalnızca bü düş olmayıp
bolik biçimde belli başlı kader örüntülerini he­ beürli kader unsurlarının semolik olarak belirdiği
men sergilemeye başlarlar. K i m i zaman bunlar, çok etkileyici, unutulmayan gerçek olgulardır.
gerçek olgular simgesel bir bakışla görüldüklerin­ Bunlar dışta gerçekten olmalarına rağmen bir
de, kehanet etkisi bırakan anılardır. Örneğin pa­ düş gibi görülebilirler. Yalnızca simgesel anlamla­
tolojik korku nöbetleri yüzünden kendi yaşamını rı nedeniyle belleğe yapışık kalmışlardır. Okul ça­
yirmi altı yaşında sona erdirmiş olan genç bir k a ­ ğının başlamasını, çoğunda gittikçe artan bir ego
dın, daha küçük bir çocukken düşünde yatağında oluşumu ve dünyaya u y u m evresi izler. Bu evre­
yattığı sırada, Jack Frost'un -kış mevsiminin haki­ n i n acı verici k i m i şok yaşantıları olmaksızın yü­
mi olan masal kahramanı kral- odaya girerek tam rümesi çok nadirdir. Çoğu kimsede bu aynı za­
midesi üzerinden karnım avuçladığını görüyordu. manda artan bir farklı olma duygusuyla bağlantı­
Uyandığında karnını kendisinin avuçladığını fark lıdır. Bu biricik olma duygusu da birçok çocuğun
etmişti. Bu çocuğun soğuğun, donmuş yaşamın yalnızlığına bağlı olan belli bir kederle birliktedir.
çiniyle karşılaştığında gösterdiği tepkisizlik iyi ol­ Dünyada yolunda olmayan her şeyin, hem dışarı-

Dış d ü n y a y a u y u m u n d a ç o c u k şoklar

yaşar. Korku u y a n d ı r a n okulun ilk g ü n ü (en

s o l d a ] . Bir başka ç o c u ğ u n saldırısının

u y a n d ı r d ı ğ ı şaşkınlık ve korku (ortada).

Ö l ü m l e ilk karşılaşma sonucu karmaşa ve

k a y g ı (solda). Bu tür şoklara karşı savunma

o l a r a k ç o c u k d ü ş ü n d e , görünüşe g ö r e

psike'nin merkezini simgeleyen d a i r e

şeklinde, dört köşeli bir motif görür ya da

b ö y l e bir resim y a p a r (üstte).

165
daki hem de kendi içindeki kötülüklerin gittikçe linçsizce içgüdüsel ya da kazanılmış arketipsel
farkına varılmaktadır. İçeriden yükselen ama he­ tarzların dinamizmiyle yol almaya çalışanlar da
nüz gerçekleşemeyen gelişim olanakları da bas­ vardır. Bu genç insanlar, sevgi, doğa, spor ve ça­
tırmaktadır. Bütün bu sorunlar hem bunlarla hem lışma deneyimleri onlara çabuk üstelik doyurucu
de dış dünyayla başa çıkmaya çalışan gençlerin bir anlam sağladığı için yaşamın daha derin anla­
omuzlarına ağır bir yük olarak biner. Büıncin do­ mını henüz kavramamışlardır. Onların illa ki daha
ğal oluşumu bu evrede bozulursa çocuk çoğun­ yüzeysel oldukları söylenemez. Sadece yaşamın
lukla dış ya da iç güçlükler nedeniyle, içsel bir ka­ akışıyla, içedönük yaşıtlarına göre daha az sür­
leye çekilir. Bu gerçekleştiğinde de düşlerinde, tüşmeli ve daha az fırtınalı şeküde ilerlemektedir­
bilinçdışı malzemeden gelen simgesel çizimlerin­ ler. Eğer bir araba ya da trende dışarıya bakma­
de aşırı miktarda daire, kare ve "çekirdek" motif dan gitmekteysem, hareket halinde olduğumu
ortaya çıkar. B u n u daha sonra açıklayacağım. Bu fark etmemi sağlayacak olan yalnızca durmalar,
daha önce söz edilmiş olan psişik çekirdeği, kişi­ kalkmalar ve ani dönüşlerdir.
liğin bilincin bütün yaşamsal gelişiminin kaynak­ Asıl bireyleşme süreci -kişinin kendi iç merke­
landığı yaşamsal merkezini anımsatır. Bu merke­ ziyle (ruhsal çekirdeğiyle) ya da selfiyle bihinçli
zin imgesinin, bireyin ruhsal yaşamının tehdit al­ olarak karşı karşıya gelme- genellikle kişiliğin ya­
tında olduğu zaman özellikle çarpıcı şeküde orta­ ralanması ve buna refakat eden acı üe olur. Bu
ya çıkacağı apaçıktır. Bu merkezi çekirdekten başlatıcı şok, öyle algılanmasa da bir tür "hida­
(bugün büdiğimiz kadarıyla) ego bilinçliliğinin yet" şeklinde olur. Ego ise daha çok kendini is­
bütün yapısı yönlendirilmektedir. Burada egonun tenci, istekleri bakımından engellenmiş olarak
orijinal merkezin yapısal bir karşıtı ya da taklidi hisseder, genellikle bu ket vurmayı da dıştaki bir
olduğu apaçık görülmektedir. şeye yansıtır. Yani tanrı, ekonomik durum, pat­
Bu erken evrede ciddi olarak yaşamda kendi­ ron ya da eş bu tıkanmadan sorumlu tutulur.
lerine gerek içlerindeki gerekse dışlarındaki k a ­ Ya da belki her şey dışarıdan mükemmel gö­
osla başa çıkmada yardımcı olacak bir anlam b u l ­ rünmektedir de yüzeyin altında kişi ölümcül bir
maya çalışan birçok çocuk vardır. A m a hâlâ b i ­ can sıkıntısından yakınmaktadır; hiçbir şeyin ar-

166
tık bir anlamı kalmamıştır. Bu başlangıç d u r u m u maktadır. Böyle durumlarda bütün iyi niyetli, d u ­
birçok söylencede, masalda simgesel olarak, baş­ yarlı nasihatler, aklını basma toplamak, bir süre
taki kralın yaşlı ve hasta olduğu, kral ile karısının tatile çıkmak, bu kadar çok çalışmamak (veya
hiç çocuğu olmadığı, bir canavarm bütün kadınla- tersine kendini çalışmaya vermek), arkadaşlarla
n, çocukları, atları ya da devletin hazinesini alıp bir araya gelmek (veya onlardan kaçınmak) ya da
götürdüğü, bir cinin memleketin bütün orduları­ bir hobi edinmek gibi öneriler hiçbir işe yaramaz.
nı ve donanmasını alıkoyduğu ya da ülkeyi karan­ Yalnız bir şey genellikle hemen her zaman yar­
lığın sardığı, kuyuların kuruduğu, sellerin, kurak­ dımcı olur; yaklaşmakta olan karanlığa geri dön­
lığın, donun ülke üzerine çöktüğü şeklinde ta­ mek, yitip giden hedefi, olabildiğince önyargısız,
nımlanır. Sanki yaklaşmakta olan "içerideki koca saf olarak araştırmaya çalışmak. Karanlık içinde
adamın" gölgesi düşmektedir ya da sanki "iç bu hedefe yönelmişlik çoğunlukla öylesine garip,
dost" bir avcı gibi gelip çaresiz titremekte olan daima öylesine kendine özgüdür ki aslında yaşa­
egoyu ağma düşürmüştür. Efsanelerde bu çare­ mın yaratıcı akımının ne tarafa akmak istediği an­
sizliğin iyileşmesi için daima çok özel bir şey ge­ cak düşlerin, bilinçdışı fantezüerin yardımıyla b u ­
rekmektedir. B i r masalda kralın iyüeşmesi için lunabilir. Böyle önyargısız olarak bilinçdışma dö­
"bir beyaz karatavuk" ya da "yüzgeçlerine altın nüldüğünde çoğunlukla yardımcı olabüecek bir
bir yüzük takılı bir balık" bulmak gereklidir. B i r dolu resim ve sembol fışkırır. A m a önce bazı acı
başkasında kral "yaşam s u y u " ya da "şeytanın ba­ ilaçların, yani insamn içinde değü başkalarında
şından üç altın t e l " ya da "bir ağaca asılı, bir t u ­ görmeyi yeğleyeceği cinsten acı veren görüntüle­
tam altından kadın saçı" ve elbette ardından da o r i n yutulması gerekir. Bunlar bencillik, düşünce
saçın sahibini ister. Bu kötü durumdan kurtara­ tembelliği, hayalcilik, doğru olmayış, korkaklık,
cak "şey" ne olursa olsun mutlaka çok özgün, da­ cimrilik gibi o anda "aman, önemli değil, nasü ol­
hası zor bulunacak bir şeydir. sa kimse fark etmedi" ya da " b u n u başkaları da

Bireyin bu yaşam krizi de öyledir; bulunması yapıyor" deniliveren küçük günahlardır.

olanaksız ya da kimsenin bilmediği bir şey aran-

17. yy'dan bir simya k i t a b ı n d a n tahta

oyma (en solda); çoğunlukla bireyleşme

sürecinin ilk evresini gösteren (bilinçteki)

boşluk ve sıkıntının y a y g ı n simgesi o l a n

basta kral. Bu ruh durumu için bir b a ş k a

tesim (İtalyan filmi "La Dölce V i t a " d a n ,

1960) (solda): Konuklar düşmüş bir

aristokratın malikanesinin h a r a p olmuş içini

araştırıyorlar.

İsviçreli ressam Paul Klee'nin, " M a s a l "

adında bir resmi (sağda). " M a v i mutluluk

kuşu'nu a r a y ı p bulan ve b ö y l e c e bir

prensesle evlenebilen bir g e n c i n öyküsünü

gösteriyor. Birçok m a s a l d a hastalıkları

iyileştirmek ya da talihsizliği y e n m e k için

böyle bir tılsım gerekir.


Gölgenin algılanışı

Bilinçdışı ister önce yardımcı olarak ister olum­ yor b u n u " dediği küçük günahların ayrıdma varır,
suz biçimde gelsin bir süre sonra bilinçü yönelişi, -çoğu kez de bu nedenle utanır-.
bilinçdışı etmenlere yeniden adapte etme gerek­ Eğer bk dostunuz sizi bk kusurunuz nedeniyle
sinimi ortaya çıkar. Bu yüzden de büinçdışmdan eleştkdiğinde içinizden bk öfke kabarıyorsa, tam o
gelen ve eleştiri gibi görünen şeyin kabulü gerek- noktada bilincinde olmadığınız gölgenizin bk par­
kdir. Düşler aracılığıyla kişiliğin şu ya da bu ne­ çasının bulunduğundan emin olabikrsiniz. "Daha
denle görmezden gelinen yanlarıyla bir tanışıklık iyi olmayan" öbürleri sizi gölge kusurlarınızdan do­
sağlanmaktadır. B u , Jung'un "gölgenin algılanışı" layı eleştirdiklerinde öfke duymanız elbette doğal­
adım verdiği durumdur. (Gölge deyimini, kişüiğin dır. A m a eğer kendi düşleriniz, yani kendi varlığı­
bu bilinçdışı kısmı düşlerde sık sık kişileşmiş bir nız içindeki bk iç yargıç, sizi eleştirirse ne söyleye-
biçimde ortaya çıktığı için kullanmıştır.) bilksiniz? Bu an, egonuzun yakalandığı andır, so­
Gölge, bilinçdışı ldşiliğin bk bütünü değüdk; nuç da elbette şaşkın bk sessizlik olacaktır. Bunun
egonun bilinmeyen ya da az bilinen özelliklerini, tü­ ardından acık ve uzun bir kendini eğitme çalışma­
müyle kişisel alana ait olan taraflarım temsü eder, sı başlar; bu çalışmanın Herkül'ün işlerinin psiko­
bunlar rahatlıkla bilinçli de olabikr. Bazı bakımlar­ lojik bir eşdeğeri olduğunu söyleyebiliriz. Anımsa­
dan gölge, bkeyin kişisel yaşamı dışındaki bk kay­ yacağınız gibi Herkül'ün ilk işi, Augias'm yüzlerce
naktan gelen kolektk etmenleri de içerebikr. sığırın onlarca yü dışküarını bırakmış oldukları ağı­

B i r birey kendi gölgesini görebilmek içki giri­ lım bk gün içinde temizlemekti; bu sıradan bir

şimde bulunduğunda, kendisinde bulunduğunu ölümlünün yalnızca düşünmekle büe ölümcül bir

inkar ettiği, ama başkalarmda bol bol gördüğü yügınkğa düşeceği bk görevdi.

özelliklerin, bencilkk, zihinsel tembelkk ve dağı­ A m a gölge yalnızca yapılmayanlardan, eksik


nıklığın, gerçekdışı hayallerin, utanç ve kötü n i ­ kalanlardan ibaret değüdir. Aynı sıklıkla çok hızlı
yetlerin, dikkatsizlik ve korkaklığın, para hırsının yapılmış olanlarda da görülür. Düşünme fırsatı bi­
ve ihtirasların, kısaca kendi kendine "hiç önemi le bulamadan kötü sözcük ağızdan çıkıverir, entri­
yok; b u n u kimse fark etmez, ayrıca herkes yapı­ ka, yankş karar gerçekleşmiş olur! Dahası gölge,

İnsanları b e s a p l a n a m a z bir serseri

sürüsüne dönüştüren ve Ego kişiliğinin

karanlıkta kalan y a n ı o l a n G ö l g e

karşısında y a r a l a n a b i l i r o l a n "kolektif

e n f e k s i y o n " a üç örnek. 1 7. y y ' d a

"şeytanın eline düşmüş" Fransız

rahibelerle ilgili bir p o l o n y a filminden

( 1 9 6 1 ) sahneler (solda). Brughel'in,

o r t a ç a ğ d a y a y g ı n o l a n (tamamen

psiko-somatik nitelikli o l a n "St. Vitus

d a n s ı " n a tutulmuş olanları gösteren bir

ç i z i m i (sağda). A m e r i k a n G ü n e y

devletlerindeki aşırı milliyetçi gizli

birlik Ku-Klux-Klan'ın ateşten haç

a m b l e m i (en s a ğ d a ) . Bilindiği gibi

bunun ırkçı b a ğ n a z l ı ğ ı ç o ğ u yasadışı

cürümlere n e d e n olmuştur.
kolektif enfeksiyonlara daha fazla maruz kalır. K i ­ hiç küit bulunmadığım görmekle huzursuzla-
şi yalnızken işler nispeten yolunda gibidir; ama şıyorum. Bu sırada yan komşularda işçiler
var ve bunlardan biri fark edilmeden içeri gi­
"öbürleri" karardık ve ilkel olaıu yaparken birden
rebilir diye düşünüyorum çünkü... Yeniden
buna katılmamakla yetersiz kalınacağı, aptal sayı­
zemin kata çıkarken gene dışarıya ve öbür
lacağı korkusu kendisini sarar, böylece gerçekte evlere açılan geçitlerin bulunduğu bir avlu­
hiç de kendisine ait olmayan dürtülerin eline dü­ dan geçiyorum. Tam bunlara yakından bak­
şer. Özellikle aynı cinsin üyeleriyle düşüp kalkıldı­ mak isterken avludan bir adam yüksek sesle
ğı sırada kişinin ayakları kendinin ve başkalarının gülerek, ilkokuldan beri eski arkadaşlar oldu­
ğumuzu söyleyerek yaklaşıyor. Ben de onu
gölgelerine taküıp sendeler. B u n a karşılık karşı
tanıyorum. O bana kendi yaşamını anlatırken
cinsten olanlarla biriikteyken gölge gene de görün­
onunla birlikte çıkışa doğru derliyorum, son­
se de artık belli bü çekingenlik de duyulmaktadır. ra da çıkıp sokakta dolaşmaya başlıyoruz.
Mitlerde ve düşlerde gölge bu yüzden aynı cinsten Kocaman dairesel bir yol boyunca yürü­
bir figür olarak ortaya çıkar. Buna örnek olarak yoruz. Ortalık garip bir şeküde aydınlık. Bir
aşağıdaki düş verilebüir. Bu düş kırk sekiz yaşında, yeşü alana vardığımız sırada önümüzden üç
at dört nala geçiyor. Çok güzel, güçlü hay­
yalnız basma ve kendi için yaşamaya gayret eden,
vanlar ve çok da bakımlı görünüyorlar. Ama
çok çalışan, çok mazbut, haz ve içtenliği gerçek
binicileri yok. (Acaba bir askeri birlikten mi
doğasının elverdiğinden çok daha fazla bastırmaya kaçmışlar?)
çalışan bir erkek tarafından görülmüştür.
Bodrumdaki bü sürü bilinmeyen geçit üe kilit­
siz odalar eski Mısırlıların, bilinçaltının ve onun sı­
Kentte çok büyük bir evim varmış, orada
oturuyormuşum. Ev o kadar büyük ki her ta­ nırsız olanaklarının simgesi olan yeraltı tasarımla­
rafını bilmiyorum büe. Bu yüzden evin içinde rını anımsatıyor. Aynı zamanda insanın gölge ala­
dolaşıyorum. Özellikle bodrumda hiç bilme­ nında, gizfice sokulan yabancı etküere ne derdi
diğim odalar ve yabancı bodrumlara (ya da açık olduğunu da gösteriyor. A r k a avluda, yani dü­
sokağa) açılan geçitler keşfediyorum. Bu ge­
şü görenin ruhunun henüz bilmediği bir alanında
çitlerin kiminin kilitli olmadığını, kimindeyse
eski bir okul arkadaşı, yani düşü görenin kendisi­ B u , kişi kendi "öte yanı" ile karşılaştığında sık
nin, çocukken tanıdığı ama soma unutmuş olduğu sık ortaya çıkan bir sorundur. Gölgede genellikle
bir yanı ortaya çıkıyor. Çoğunlukla İrişinin çocuk­ bilincin gereksindiği birçok değer bulunmaktadır
ken sahip olduğu (yaşam sevinci, birden öfkelen­ ama bunlar, kişinin kendi yaşamına uyarlaması­

me ya da saflık gibi) özellikler birden yitip gider, nın zor olduğu bir biçimdedir. Bu düşteki geçitler

nereye gittikleri de bilinmez. Burada da düşü gö­ ve büyük ev de düşü görenin henüz kendi ruhsal
boyutlarını tanımadığım, bu boyutları tam dol­
renin böyle bir özelliği arka avludan geri dönmek­
durmayı henüz beceremediğini gösterir.
te, yemden dostluk kurmak istemektedir. Bu figür
olasılıkla düşü göreıün dışladığı yaşamdan zevk al­ Bu düşteki gölge, içedönük biri (dış dünyadan
geri çekilmeye fazlaca eğilimli bir kimse) için ti­
ma yetisini, dışadönük gölge yanını temsü etmek­
piktir. Söz konusu dış nesnelere, dış yaşama da­
tedir. Onun böyle zararsız bir figürden neden kor­
ha fazla y ö n e l i k o l a n . dışadönük bir kişiyse, gölge
ku duyduğu, onunla karşüaşmadan önce neden
tümden farklı görünecektir.
huzursuz olduğu da hemen anlaşılır: Onunla so­
Örneğin düşleri yaratıcı bir özel yaşamda ısrar
kaklarda dolaşmaya başladığında atlar başıboş ka­
ettiği halde canlılığı nedeniyle durmadan dış uğ­
lır. Düşü gören onların askeri hizmetten, yani ken­
raşılara, meslekte başardı olma çabasına sapan
disinin o ana kadarki yaşamım karakterize eden bi­
genç bir adam şöyle bir düş görmüştü:
linçli disiplüıden kaçtıklarım düşünür. Atların bini-
B i r adam bir divana uzanmış, örtüyü üzerine
cüerinin olmayışı dürtülerin bilinçli denetimden
çekmiştir. Bu bir Fransız, her türlü suça hazır bir
kurtulabüdiklerini belirtmektedir. Bu eski arka­
serseridir. Ben yanımda bir memurla birlikte
daşta ve atlarda, düşü görende şimdiye dek eksik
merdivenden inmekteyim, aleyhime bir komplo
olan ve aslında çok gereksinim duyduğu bütün hazırlandığının da farkındayım. Fransız beni, te­
olumlu enerji yeniden ortaya çıkmaktadır. sadüfenmiş gibi, öldürecekmiş. Gerçekten de ar-
İtalyan ressam C h i r i c o ' d a n "Korku

dolu gezi" (solda). Boş' geçitler,

çoğunlukla labirentle simgelenen,

bilinçdışıyla ilk karşılaşmayı

anlatıyor. I Ö 1 4 0 0 d o l a y l a r ı n d a n

bir papirüsten Mısır yeraltmın

kapıları (sağda). Labirent çizimleri

(altta), soldan s a ğ a : Fin taş bahçesi

(Tunç çağı), İngiliz b a h ç e tarhı

labirenti ( 1 9 . yy) ve Chartres

katedrali döşemesinde bir labirent.

dımızdan çıkışa doğru yaklaşıyor. A m a ben uya­ ona yazık olmuş olmaz. Serseri de sonunda hoş­
nık bekliyorum. Birden iri yarı, daha gösterişü, nut. Aslında o, yalnızca düş görenin yanlış bilinç
varlıklı, nüfuzlu bir adam yanıbaşımda, sağdaki durumuyla uyuşmadığı için negatif ve tehlikeli
duvara doğru sendeleyip yere düşüyor, hastalan­ davranan bir pozitif gölge figürüdür.
mış. Bu fırsattan faydalanarak memurun kalbine Bu düş gölgenin çok çeşitli özelliklerden, ör-
bir bıçak saplayıp onu öldürüyorum. O zaman nekse büinçli olmayan gurur (kansız başarılı) ya
"yalnızca biraz ıslaklık hissedilir" gibi bir şey d u ­ da içedönüklük (Fransız) gibi özelliklerden oluşa­
yuluyor; bu daha çok bir yorum gibi. Artık özgü­ bildiğini göstermektedir. Düşü görenin bu özgün
rüm. Fransız da artık bir şey yapmıyor; çünkü ona düşte Fransızları çağrıştırışı özellikle aşk işlerin­
bu işi veren ortadan kalkmış. (Galiba memurla iri den iyi anlamalarındandı. Bu bakımdan düşteki
adam aynı kişi; biri öbürünün yerine geçiyor.) iki figür çok iyi tanınan i k i dürtüyü, iktidar güdü­
Serseri, düşü görenin "öbür yanını", içindeki sü ve cinselliği temsil etmektedir. İktidar güdüsü
içedönük olanı, "kaybedecek bir şeyi o l m a y a n ' ! burada ikili olarak, resmi makam ile başardı kişi
temsil ediyor. Divanın üzerinde, örtülü olarak ya­ olarak ortaya çıkıyor. Resmi makam, yani memur
tışı pasiflik, yalnızlık, içedönüklük aradığını gös­ varlığıyla, daha çok kolektif uyumu temsil eder­
teriyor. Memur ve gizlice onunla eş olan "başardı ken başardı kişi daha çok gururu göstermektedir;
adam", sözü edilmiş olan dış uğraşları, dış "zorun­ ama elbette ikisi de güç güdüsüne hizmet eder.
lulukları" simgelemektedir. Başarılı olanın yere Düşü gören bu tehlikeli içsel özellikleri giderir gi-
yıkılışı, düşü görenin, dışa karşı çok hareketli dermez Fransız'ın tehlikesi ortadan kalkar, yani
olan yaşamına rağmen sık sık hasta olduğu gerçe­ cinsel güdünün tehlikeli yönü de giderilmiş olur.
ğini anlatıyor. Bu başarılı olanın damarlarında Gölge sorununun siyasal çatışmalarda büyük
kan değil, yalnız bir miktar su olduğu anlaşılıyor. bir r o l oynayacağı apaçıktır. Bu düşü gören adam
Bu da dış başarılarda artık gerçek bir yaşam b u ­ kendi gölge sorununa ilişkin içgörüden yoksun
lunmadığım gösteriyor. Bu yüzden bıçaklanırsa olsaydı serseri Fransız'ı kolaylıkla dış yaşamın
171
"tehlikeli komünistleri" üe ya da resmi görevü ve
varlıkü adamı "her şeyi elinde tutan kötü kapita­
listler" üe de pekala özdeşleştirebilirdi. O zaman
kusurları kendisinde aramaya gereksinimi de kal­
mazdı. Kişi k e n d i büinçdışı eğilimlerini "başkasın­
d a " gördüğünü düşünüyorsa buna "projeksiyon"
adı verilir. Bütün ülkelerin siyasal kızıştırma pro­
pagandaları gibi, küçük gruplarla bireylerin arka
merdiven dedikoduları da öbür insanlara objektif
bir bakışı karartan, gerçek insancıl üişküeri en­
gelleyen böyle projeksiyonlarla doludur.
K e n d i gölgemizi dışa yansıtmanın bir başka
dezavantajı daha vardır. Eğer kendi gölgemizi, d i ­
yelim ki komünist ya da kapitalistlerle özdeşleşti-
riyorsak, kendi kişiliğimizin bir parçası karşı ta­
rafta kalmaktadır. Sonuçta istencimizle olmasa
da sürekli olarak, bu karşı yanı destekleyen şey­
ler yaparız, böylece istemeden düşmanımıza yar­
dım etmiş oluruz. Tersine eğer bu yansıtmanın
farkma varır, k o r k u ya da düşmanlık olmaksızın
k o n u y u tartışabüirsek, diğerleriyle duyarlı şekil­
de ilişki kurabüirsek, o zaman karşüıklı birbirini
anlama, en azından anlaşma şansı doğar.

Gölgenin dost mu düşman mı olacağı kendimi­


ze bağlıdır. Bilinmeyen bodrum ve Fransız düşle­
rinin gösterdiği gibi gölge her zaman bir iç düş­
m a n değü, tıpkı birlikte yaşamlan diğer bütün kı­
sanlar gibi, durumun gereğine göre bazen boyun
eğerek, bazen direnerek, kimi zaman da severek
birlikte yaşamak zorunda olduğumuz bir varlıktır.
Gölge ancak görmezden gelinir ya da yanlış anla­
"Beş yıldan uzun bir süredir bu adam
şılırsa düşmanlaşır. Avrupa'nın her yanında, yakacak birse)

Sık olmasa da kimi zaman bir kimse kendi do­ bulmak için deliler gibi koşup duruyor f

yazık ki her zaman bu uluslar arası


ğasının en kötü yanını büinçü olarak yaşamak, da­
kundakçıya ülkesinin kapılarını açan suç
ha iyi olan egosunu bastırmak zorunda kalır. O ortakları buluyor."

zaman düşlerde gölge pozitif figür olarak görü­


nür. Bu suçluların düşlerinde gözlemlenebüir.
Onlar alışılmadık derecede sık olarak insanlığın
hayır sahiplerinin, ışığın, hatta kutsal ülkelerin fi­
gürlerini düşlerler. Bu d u r u m a sıradan insanların
kimi özelliklerinde de rastlanabilir. Onlar da her-

172
hangi bir pozitif özelliği, kendilerine ilişkin kendi mez. Maalesef bilinçdışı ay ışığı altındaki bir arazi
imgelerine uymadığı ya da bu özellik öbür eğilim­ gibidir; bütün görüntüler silinmiş, iç içe geçmiştü.
leriyle zor uyuşacağı için bastırırlar. İnsan kalıtsal Bir şeyin nerede başladığı da nerede sona erdiği de
faktörlerin inanılmaz bir karışımı olarak dünyaya bilinemez. Buna bilinçdışı içeriğin ldrliliği de denir.
gelir. Bunların içinde birbirleriyle uyuşması çok J u n g büinçdışı kişiliğin belü bir yönünü gölge
zor olan karşıt özellikler de sık olarak bir arada­ olarak adlandırırken bu görece açık belirgin olan
dır. K e n d i doğal duygularını çok güçlü yaşayan bir kısımdır. Çoğunlukla bu, egonun kendisinde
bir kişiye gölge soğuk, negatif bir entelektüel ola­ bilmediği her şeydir. Hatta tam da bu yüzden çok
rak görünebilir, geride bırakılmış olan zehirli yar­ değerli olan unsurlar da bununla karışıktır. Örne­
gıları, olumsuz düşünceleri kişileştirir. Böylece ğin yukarıda anlatüan düşteki Fransız'm hiçbir işe
hangi biçimi alırsa alsın gölgenin işlevi egonun yaramadığım ya da değerli bir içedönüktük parça­
karşıt yanım temsil etmek ve kişinin çoğu başka sı olmadığını k i m söyleyebilir? Gene anlatüan düş­
kişilerde en beğenmediği özellikleri taşımaktır. teki azgm atlar; bunlar serbest bırakılmalı mı bıra­
Eğer gölge, dürüstçe, içgörüyü de kullanarak kılmamak mıdır? Eğer düş b u n u açıkça söylemi­
bilinçli kişüiğe entegre edilebilirse iş görece daha yorsa ego bilinci bu kararı vermek zorundadır.
kolay olur. Ne yazık ki bu çaba her zaman işe ya­ Gölge değerii yaşam unsurlarım içermekteyse
ramaz; çünkü gölgeyle dürtü öylesine büyük bir bunlarla mücadele edilmemesi, tersine yaşamın
ihtirasla bağlantılıdır ki akü bununla başa çıkama­ içine uyarlanmaları gerekir. B u n u n için belki ego
yacaktır. Dışarıdan gelen acı bir deneyim k i m i za­ gururundan bir parça feda etmeli, kendisine ka­
man yardımcı olabüir. Yani gölge dürtüleri, güdü­ ranlık görünse de öyle olmayan bir şeyleri yaşa­
leri durdurabilmek için bazen insanın basma bir malıdır. Bu da dürtülerin aşılması kadar gözü pek
tuğlanın düşmesi gereklidir. Bazen de kahraman­ bir fedakârlığı gerektirebilir. Gölgeyle karşüaş-
ca bir karar bunları durdurabilir; böylesi insanüs­ maktan doğan ahlaki sorunlar Kuran'm 18. sure­
tü bir çaba ancak "self' içindeki U l u A d a m , kişi­ sinde çok güzel anlatılmıştır: Bu öyküde Musa çöl­
nin onu taşımasına yardmı ederse mümkündür. de Hızır (Yeşü kişi ya da "tanrının baş meleği") üe
Ancak gölgenin dayanılmaz bir dürtünün olağa­ karşüaşır, birlikte yolculuk etmeye başlarlar. Hızır
nüstü gücüne sahip olduğu gerçeği, onun her za­ Musa'yı, yaptıklarım hiç şaşırmadan izlemesi için
man kahramanlıkla bastırılması gerektiği anlamına uyanr. Eğer b u n u yapamayacaksa Hızır'dan ayrü-
gelmez. K i m i zaman gölge, self m gereksinimi de mahdır. Gerçekten de Hızır yoksul balıkçüarın ka­
aynı yönü gösterdiği için güçlüdür, kişi içindeki ba­ yıklarım batırır, Musa'nın gözü önünde güzel bir
sıncın şelften mi gölgeden mi olduğunu ayırt ede- çocuğu öldürür, bir kafir kentinin yıkılmak üzere

Gölge'nin o r t a y a ç ı k a r d ı ğ ı eksiğimizi kabul

etmek yerine o n u d i ğ e r l e r i n e , ö r n e ğ i n

siyasal karşıtlarımıza yansıtırız. Komünist

Cinde bir g e ç i t için hazırlanmış p a n k a r t

Amerika'yı, bir Ç i n l i elle öldürülen kötü bir

yılan olarak ( N a z i g a m a l ı haçlarıyla)

gösteriyor (üst solda). Hitler bir söylevinde

(solda). Yazı Churchill'in o n u t a n ı m l a y a n bir

sözüdür. Yansıtma kötücül d e d i k o d u l a r l a da

beslenir. " C o r o n a t i o n Street" a d l ı İngiliz TV

dizisinden ( s a ğ d a ) .

173
olan surlarım onarır. Musa daha fazla dayanamaz duğunu ve Sultan'ı öldürmeye niyetlendiğüü, ken­
ve bu yüzden Hızır onu terk eder. A m a gitmeden disinin ise onu kurtardığmı anlatır. Burada da d i ­
önce ona gerçeği anlatır: Balıkçıların kayığını, on­ lenci keşiş, dindar bir kişüün tipik gölgesi yani iyi­
ları gelecek olan haydutlardan kurtarmak için del­ lik yapmca beliren ldbirdir. Görünüşte bir muhalif
miştir; onlar kayığı sonradan gene onarabilirler. olan şeytansa, gerçekte yaşamdan yanadır ve da­
Genç kendi anne babasmı öldürmek üzeredir, ha s o m a tanrıya giden yolu gösterecektir
şimdi ise r u h u kurtulmuştur. Duvarı onarmakla Bu ussal sorunları gösterebilmek için hiçbir
duvar içindeki iki inançlı genç insana ait olan ha­ düşten söz etmeyişim rastlantı değildir; burada
zine açüabilnüştir. O zaman Musa, kendi ahlak bütün bir yaşamm deneyimlerini özetleyen so­
yargısının aceleci olduğunu anlar.' runlar söz konusudur. Bunlar da tekü bir düşten
Safça baküdığında Hızır, yasaya sadık, inançlı çok mistik bir öyküyle daha iyi belirtilebilir.
Musa'nın, yasadışı, kötü, kaprisü gölge yanıdır. Düşlerimizde karanlık figürler görünüp bizden
Ama aslında o böyle değildir. Tanrının gizemli ya­ bir şey yapmamızı isterlerse buıüarm gölge ya da
ratıcı yöntemlerini temsü etmektedir. şelften mi yoksa her ikisinden de mi kaynaklandı­
Benzeri bir sorun Heinrich Zünmer'in yorum­ ğından en başında pek emin olamayız. Bu karan­
lamış olduğu üıüü bir Hint masalı olan "Sultan üe lık "öbürü"nün, yenmemiz gereken bir kusuru mu
Ceset" masalında da bulunabilir. Düenerek dola­ gösterdiğini, yoksa kabul etmemiz gereken bir ya­
şan bir keşiş, soylu bir sultanın kendi bağışı sonu­ şam parçası mı olduğunu kavramak, bireyleşme
cunda, kendüü keşişe bir idam sehpasından gece yolunda karşüaşacağımız en zor sorunlardan biri­
vakti bir ceset getirmeye zorunlu hissetmesini dir. B i r düşün b u n u açıkça belirtisi tanrının bir
sağlamıştır. Oysa cesette Sultan'a şaşırtıcı öyküler lütfü olur; ne ki çoğu kez düş simgeleri o derdi
anlatan, sorular soran ve her seferinde cesedi ası­ karmaşıktır ki yorumlamayı başaramayız. Böyle
lı olduğu ağaca götüren bir şeytan (Vetala) saklı­ bir durumda moral belirsizlik acüarma katlanmak­
dır. Sultan bıkmadan ama umutsuzca şeytanla tan, çok kesm kararlara varmaktan olabildiğince
mücadele eder. Sonunda şeytan kendisine dilenci kaçmmaktan, düşleri izlemeyi sürdürmekten baş­
keşişin aslında kibirii, iktidara meraklı bir ham ol- ka çaremiz yoktur. Bu tıpkı, üvey annesi tarafın­
dan önüne bir yığın darı tanesi konulup iyüer üe
Burada anlatılan, Kur'an-ı K e r i m ' d e k i K e h f S u r e s i ' d i r . Hı­
kötüleri b i r b i r i n d e n ayırması söylenen, hiçbir
zır'ın adı s u r e n i n aslında geçmez. Yalnızca k i m i y o r u m l a r ­
da vardır. Ayrıca Hızır A l e y h i s s e l a m da İslam'da "Başme-
umut olmadığı halde, güvercinlerle karıncalar hiç
lek" değil önceki b i r p e y g a m b e r d i r , ( ç n . ) beklenmedik şekilde' yardıma gelinceye dek sabır-

G ö l g e n i n tehlikeli ve d e ğ e r l i o l a r a k iki

y a n ı vardır. H i n d u tanrısı Vişnu'nun

resmi b ö y l e bir ikiliği göstermektedir

(karşı sayfa). İyilik isteyen tanrı Vişnu

b u r a d a d e m o n i k y a n ı y l a görünüyor.

Bir J a p o n t a p ı n a ğ ı n d a B u d a heykeli

(IS 7 5 9 ) (solda). Sayısız eller iyi ve

kölü simgelerini tutmakta. Kuşkular

içindeki M a r t i n Luther (İngiliz y a z a r

O s b o r n e ' u n "Luther" adlı o y u n u n d a ,

Albert Finney t a r a f ı n d a n o y n a n ı y o r ;

1 9 6 1 ) ( s a ğ d a ) . Luther, kiliseden

ayrılışının tanrı t a r a f ı n d a n mı

e s i n l e n d i ğ i n i , y o k s a kendi i n a d ı n d a n

o l d u ğ u n a hiç emin o l a m a m ı ş t ı .
la ayıklama işine girişen Külkedisi'nin d u r u m u gi­ landırır. Bu yüzden de etik sorunlar tamamen bi­
bidir. Burada bu yaratıklar, işe yarayan, bilinçdışı- reyleşme sürecine aittir, duyguları kabul etmek­
nın derinliklerinden fırlayan, ancak aslında ait ol­ sizin de başa çıkılamaz.
dukları bedence hissedilebilen ve çıkış yolunu Böyle ağır ahlaksal sorunlar ortaya çıktığında
gösterebilen uyaranları simgelemektedir. kimse öbürlerim yargüayamaz. Herkes sorununu
B i r yerlerde, varoluşun en dibinde, nereye gi­ çözmek ve kendisi için doğru olam bulmak zorun­
dilmesi, ne yapılması gerektiği sorularının yanıtı dadır. Bu yüzden bir eski Zen ustası bunu "sürü­
aslında durur. A m a çoğunlukla, b i z i m " b e n " adım nün komşu çayıra yayılmaması için elinde övendi-
verdiğimiz soytarı öyle bir gürültü çıkarır ki içi­ resiyle bekleyen bir sığır çobam gibi" yapmamız
mizdeki sesi duyamayız. gerektiğini söylemiştir. Resmen egemen ahlak ku­
K i m i zaman içsel yönergeleri araştırmak için rallarım göreceleştiren ve bizi hukuk, eğitim, din
yapılan bütün girişimler sonuçsuz kalır; o zaman, konularının bütün alanlarında çok ince, bireysel
yaratana sığınıp, elbette bilinçdışı başka bir yön hükümlere zorlayan derin psikolojinin bu verileri
gösterirse her an vazgeçip geri dönmeye de hazır gözler önündedir. Bilinçdışının keşfi son yüzydda
olmak koşuluyla, bilmçdışı tarafmdan doğru gibi yapılmış olan en devrimci gerçektir. Ne ki bilinç­
görünene karar vermekten başka çare kalmamış­ dışı gerçeküğmi algüamanın dürüst bir kendini
tır. K i m i zaman da -ama gene de seyrek olarak- gözlemi ve kişirün bütün yaşamım yeniden düzen­
bilinçdışının isteklerine kesinlikle direnmek, bun­ lemesini gerektirmesi, birçok kimsenin hiçbir şey
dan sıkıntı duymak pahasına insanlığın genel ah- olmamış gibi davranmayı sürdürmesine neden ol­
lakına uymak gerekebiür. ( B u örneğin sırf kendi­ maktadır. Bilinçdışını ciddiyetle ele almak, ortaya
ni tam gerçekleştirebilmek için özellikle suç olan çıkan sorunlarla başa çıkmak büyük cesaret ister.
bir dürtünün doyurulmasının gerekli olduğu d u ­ İnsanların çoğu davranışlarının bu tür ahlaksal
rumlarda ortaya çıkan durumdur.) yönleri üzerinde derinlemesine düşünemeyecek

E g o n u n böyle bir karar alabilmesi için gere­ kadar tembeldirler; bilinç altlarının kendüerini na-

ken güç ve içsel duruluk, kendini çok açık şekil­ sü etküediğini kavramaya ise düpedüz üşenirler.

de göstermeye pek yanaşmayan " U l u A d a m " d a n


kaynaklanır. K i m i zaman şelfin egonun özgür bir
seçim yapmasım istediği olur ya da self in gerçek­
leşmesi insanın bilincine, onun kararlarına bağlı
görünür.
Jung, yapıtlarında insanın sorunlarında genel­
likle i k i farklı "ahlak" gücünün egemen olduğunu
göstermiştir. Bunlar bir yanda kolektif ahlak ko­
deksi (Freud'un süper-egosu) ve öte yanda doğ­
rudan doğruya seslenen bireysel vicdanın "etik"
sesidir. B u ikincisi " U l u A d a m " d a n gelmektedir
ve çoğu zaman "tanrısal bir görev" olarak algıla­
nır. A m a bizim için en büyük zorluk, herhangi bir
durumda her iki durumdan hangisinin söz konu­
su olduğunu hissedebilmektir. Çünkü bu hiç de
açık değildir. İsteMerimiz sık sık görüşümüzü b u ­
Amina: Erkekteki kadın

Böyle zor z i h i n soruları yalnızca gölgenin görün- yanlarım göstermek için kadm giysüeri giyer ya da
mesiyle oluşmaz. Çoğu zaman bir başka "içsel fi­ taküan arasmdan görünen memeler takarlar.
gür" de ortaya çıkar. Düşü gören eğer erkekse b i ­ Bildirilmiş bü rapor, yaşlı bir şaman tarafın­
linçdışırun dişil bir kişüiğini de keşfedecektir; bir dan dine kabul edüen, b u n u n için de karda açü-
kadm içinse bu bir erü figür olur. Çoğunlukla bu mış çukura gömülen genç bir adamı anlatmakta­
figürler gölgenin ardmda durup yeni, farklı so­ dır. A d a m bu sırada düşsel bir duruma girip sa­
runlar çıkarırlar. Jung, bunlarm erü ve dişü b i ­ yıklamaya başlar. Bu koma içinde birden ışıklar
çimlerine "arümus" ve " a n i m a " adım verir. A n i m a saçan bir k a d m görür. Bu k a d m kendisine bilme­
erkeğin ruhundaki, belü beürsiz duygular, huylar, si gerekenleri öğretir. Daha sonra da bu zor uğra­
sezgüer, aküdışı olana karşı duyarlık, kişisel sevgi şını uygulamakta karşüaşacağı sorunlarda, ötede­
yetisi, doğa sevgisi, en önemli olarak da büinçdı- ki güçlerle bağlantı kurmasını sağlayarak yardım­
şını algüama yetisi gibi bütün dişil psikolojik eği­ cı olmak için, k o r u y u c u bir r u h gibi yarımda olur.
limlerin kişileşmesidir. E s k i d e n birçok halklarda Böyle bir yaşantı erkeğin büinçdışmın kişüeşmesi
tanrısal buyrukları alabilmek, tanrılarla bağlantı olan "anima"yı göstermektedir.
kurmak için kadm rahiplerin kullanılmış olması Erkekte arümarun görünüşü önce armesinin ka­
(Yunan Sybü'leri gibi) bir rastlantı değildir. rakteri tarafından biçimlenir. Eğer onu olumsuz
Animanm erkeğin ruhundaki bir iç figür olarak olarak algüamışsa anima çoğunlukla depresü tabi­
nasü algüandığına iyi bir örnek Eskimolar, diğer at, süürHlik, sonsuz hoşnutsuzluk ve alınganlık
kutup kabüelerindeki büyücüler ve samanlarda özelliklerini taşır. A m a eğer erkek bunu aşabüirse
bulunabüir. Hatta bunlarm bazüarı "hayaletler ül­ bunlar onun erkeksüiğini güçlendirici olarak da et-
kesi" üe bağlantı kurmalarını sağlayan içsel dişil küer. Böyle bü erkeğin ruhunda olumsuz anne ani-

A n i m a (erkek psikesindeki dişil unsur) sık

sık c a d ı y a d a r a h i b e o l a r a k , y a n i

"karanlıkların g ü ç l e r i " y a d a "ruhlar

d ü n y a s ı " ile (yani bilinçdışıyla) bağlantısı

o l a n bir k a d ı n o l a r a k temsil edilir. Cinler

ve şeytanlarla bir büyücü k a d ı n 117.

y y ' d a n bir gravür) (solda).

K a d ı n k ı l ı ğ ı n d a bir ş a m a n ; bir Sibirya kabilesinde

(altta). K a d ı n l a r ı n ruhlarla d a h a kolay ilişki

k u r d u ğ u n a inanılır. Bir m e d y u m ( G i a n C a r l o

M e n o t t i ' n i n bir o p e r a s ı n d a n uyarlanmış "The

M e d i u m " 1 9 5 1 filminden) (üstte). Bugünkü

medyumların ç o ğ u kadındır. Kadınların akıldışına

erkeklerden d a h a duyarlı oldukları inancı çok

yaygındır.
ma figürü sürekli olarak " B e n bir hiçim. Her şey Gel ey yalnız avcı akşamın sessizliğine,
anlamsız. Başkalarının durumu farkhdır elbette Gel, gel! Seni beküyorum, özledim seni!
ama ben... Bana hiçbir şey keyif vermiyor" diye fı- Seni kucaklayıp sarayım gel!
südayıp durur. Hastalık, iktidar sizlik, kazalardan Gel, gel; yuvam buracıkta, buracıkta,
sürekli korku onun tarafından üretilir. Bütün ya­ Gel yalnız avcı, gel buraya, hemen
şam kederü, sıkıcı bir özellik kazanır. Hatta böyle Karannğm kucağına gel!
karanlık bir huy intihara kadar da götürür; işte o Avcı giysilerini çıkarıp atarak ona ulaş­
zaman anima bir ölüm meleği olur. Anima, Coctea- mak için suya atlayanca kadm kahkahalar atıp
u'nun Orphée fılrninde bu rolle görünmektedir. bir baykuşa dönüşür, uçup gider. Avcı ise ge­

Fransızlar bu tür anima figürüne "femme fata­ riye, giysilerine doğru yüzmeye çalışırken

le" admı da verirler. ( B u karanlık animanm daha buzlu sularda donarak boğulur.

hafif bir versiyonunu Mozart'ın Sihirli Flüt Opera-


sı'ndaki Gece Kraliçesi kişileştirmektedir.) Yunan Bu öyküde anima gerçek olmayan bir aşk ve
mitolojisindeki Sirenler ve Almanların L o r e l e i i da mutluluk düşünü, anne sevgisi ve sığınma isteği­
animanın bu biçimiyle tahripkâr düşlemi simgele­ ni (yuva), kişiyi gerçek yaşamdan koparıp alan
mekte olan tehükeü yönünü kişüeştirmektedir. bir aldamşı simgeler. Avcı erotik düeğin gerçeğe
Aşağıdaki Sibirya söylemi tahripkâr animayı özel­ dönüşmesi düşünün peşine düşünce de donar.
likle güzel tasvir etmektedir: Olumlu anne kompleksi olan erkek yaşama kar­
şı çoğu zaman, annesiyle pastaneye giden bir oğlan
Yalnız basma avlanmakta olan bir avcı ır­ çocuğu gibi davranır, yani hiçbir zahmete girmeksi­
mağın karşı yakasındaki ormanın derininde zin durmadan "şunu isterim, bunu isterim" diye
güzel bir kadın görür. Kadın ona el sallayıp tutturur. Yaşam bunları kendisine sevgi dolu bir
şarkı söylemeye başlar:
anne gibi smımahdır; bu olmadığında da acı çığlık-

G ö l g e g i b i A n i m a ' n ı n da bir olumlu ve

bir olumsuz y a n ı vardır. " O r p h é e "

( C o c t e a u ' n u n filmi) d e n bir sahne (solda).

K a d ı n ölüm getiren bir A n i m a d ı r ; karanlık

yeraltı figürlerinin taşımakta o l d u ğ u

O r p h e u s ' u m a h v a sürüklemiştir. Germen

efsanesindeki, şarkılarıyla erkekleri ölüm

k a p a n ı n a düşüren Lorelei'da kötücüldür.

1 9 . y y ' d a n bir ç i z i m (altta). Bir Slav

efsanesindeki paraleli: G e l i p geçen

erkekleri büyüleyip b o ğ u l m a l a r ı n ı

s a ğ l a y a n Rusalka, y a n i boğulmuş kızların

ruhu (alt s a ğ d a ) .
lanyla ya da matçılıkla tepki gösterir. Duygu yanı rir. Bu animanın etkisinde olan erkek ailesini so­
ve iç yaşam böylesine ihmal edildiğinde, duygular rumsuzca terk edebüir ya da kendi Eros'unun de­
ilgiyi çekmek için zorlarlar ama bu görece alt bir ğersizliğini ortaya koyan zulümler yapabilir. Orta­
düzeyde gerçekleşir. B u n u da belli tipteki kadınlar çağda bu cadüarm etkisiyle açıklanırdı. Birçok
kendi çıkarlarına kullanmayı çok iyi bilirler. mit ve masalda bu yüzden erkeğin kendi asü sev­
İhmal edilen anima böyle zorlu durumlar ya­ gilisine ulaşabilmesi, yani kendi sevme yetisini
rattığında buna animaya kapılmışlık denir. Bu er­ yeniden bulmak için önce cadısal bir sahte sevgi­
keğin uygunsuz şekilde dişilleşmesine y o l açar; liden kurtulması gerekir. Heinrich von Kleist'ın,
ya dişil rolde bir eşcinsel olur ya da kadınlara kar­ Kaetchen von Heilbronn oyunuyla bu masal mo-
şı ağır eril bir soğuklukla davranır. tif'i edebiyata da girmiştir.
Erkeğin kişiliği içindeki olumsuz animanm bir Öte yandan erkeğin annesiyle olan yaşantısı
başka ortaya çıkış biçimi de eşek arısı gibi zehir­ olumlu olmuşsa animasım bambaşka bir yönde
li, efemine iğnelemeler ve dokundurmalarla her etkiler; ya efemine olur ya da kadınlara av haline
şeyi değersizleştirmektir. Bu tür dokundurmalar­ gelir, bu yüzden de yaşamın ağırlığıyla başa çıka­
da her zaman yalan kadar biraz gerçek payı da maz olur. Böyle bir anima genellikle erkeğin, yaş­
bulunur. A m a hep tahripkârdırlar. Bütün dünya­ lı bir kız gibi ya da otuz şütenin altmdaki nohut
da içinde (Doğu'da verilen adla) "zehirli çiçek" fi­ tanesini büe fark eden masal prensesi gibi duygu­
gürü bulunan söylenceler vardır. B u , vücudunda sal tepkiler göstermesine yol açar. A n i m a figürü­
gizli bir süah ya da zehir bulunan ve aşıklarını da­ nün böyle özellikle incelmiş bir biçimi masalda
ha ilk gecede öldüren bir güzeldir. Bu görünüşüy­ aşıklarına çözülmesi gereken bilmeceler soran ya
le anima, erkekteki, birdenbire ilgisizleşmesine da onlara kendisinden kaçıp saklanmalarını b u ­
yol açabüen soğuk, ruhsuz doğayı bedenselleşti- yuran prenses olarak ortaya çıkar. Bu ödevi yeri-

Konusu a ğ ı r b a ş l ı bir profesörün bir

k a b a r e şarkıcısına (olumsuz bir A n i m a ]

aşkı o l a n A l m a n filmi " M a v i M e l e k " t e n

1 9 3 0 dört sahne (üstte). Kız çekiciliğini

profesörü a ş a ğ ı l a m a k için kullanır.

K a b a r e s i n d e o n u soytarıya dönüştürür.

S a l o m e ' y i , karal H e r o d e s üzerindeki

g ü c ü n ü sınamak için öldürttüğü Vaftizci

Y a h y a ' n ı n b a ş ı y l a gösteren bir ç i z i m

(sağda).
T O D A

1 5 . y y ' d a n İtalyan ressam Stefano di c a n l a n d ı r ı y o r . Fransız filmi "Eve"i d u y u r a n için kullanılan bir tanım. Filmdeki baş rolün

G i o v a n n i ' n i n tablosu, çekici bir g e n ç kızla bir İngiliz sinema ilanı; 1 9 6 2 (üstte t a n ı m ı ; " G i z e m l i , a c ı veren, baştan

karşılaşan a z i z Antonius'u gösteriyor s a ğ d a ) . Bir " f e m m e f a t a l e ' i n serüvenlerine ç ı k a r a n , y o s m a - a m a i ç i n d e derinlerde

(üstte). Kızın y a r a s a benzeri kanatları onun ilişkin bir film; ünlü Fransız o y u n c u Jeanne erkeği m a h v e d e n büyük bir ateş yanıyor",

g e r ç e k l e bir cin o l d u ğ u n u belirtiyor. A z i z M o r e a u tarafından canlandırılan bu m e l o d r a m a t i k bir tanım a m a olumsuz

Antonius'u baştan ç ı k a r m a k için b i r ç o k k a v r a m , erkeklerle ilişkileri belirgin olumsuz A n i m a ' n ı n kişileşmesine tam uyuyor.

girişimden biri; ölümcül A n i m a figürünü A n i m a ö z e l l i ğ i gösteren "tehlikeli" k a d ı n

ne getiremezlerse öleceklerdir. Bu tür anima er­ laklarını seyretmeleri olsun, ister onlara sinema­
keği zeka oyunlarına sokar. Bu tür anima bütün larda, dergilerde, striptiz gösterilerinde ya da yal­
yalancı entelektüel söyleşilerde gözlemlenebilir, nızca gündüz düşlerinde asılsın, erotik fanteziler
bunlar erkeğin gerçeklere dokunmasını engeller. olarak ortaya çıkar. Animanın bu ilkel estetik ve
0 zaman erkek yaşam üzerinde o kadar düşünür saf doğal olan yanı özellikle bir erkek, Kros ala­
ki her türlü içtenlik ve gerçek duygular yitip git­ nında daha bebek kalmışsa saplantılı olur.
tiği için kendisi bir türlü yaşayamaz. Bu tür bir Animanın bütün bu yönleri gölge ile aynı eği­
anima, Oedipus'a bilmece soran Yunan Sfenks'i l i m i taşır, bir kimseye, gerçek bir kadının özellik­
ile gösterilmiştir. Görünüşe göre doğru yanıtladı­ lerini almış gibi görünmesine yol açacak şekilde
ğında Sfenks intihar taklidi yapar. Böylelikle Oe- yansıyabilir. B i r erkeğin birdenbire "aklı başından
dipus bunu aştığını samr ve ashnda kaçınması ge­ giderek" aşık olmasına, bu kadını kendi içinden
reken anne-anima karmaşasına doğru koşar. Bu oldum olası tanıyıp bekliyormuşçasına "ilk bakış­
eski Yunan söylencesi bugün bile önümüzde bir ta tutulmasına" y o l açan da bu yansıtma süreci­
uyarı işareti olarak durmaktadır; çünkü bugünün dir. E r k e k o zaman öylesine tutulur ki bu dıştan
A v r u p a aklı o zamanki Yunan'da gelişmeye başla­ bakan için çılgınlık olarak görünür. Özellikle de
mıştı. Söylence bize aynı zamanda, bilinçdışı r u h belli belirsiz bir perisel yapıdaki kadınlar bu tür
ve Eros'un sorunlarını kendi başımıza çözebilece­ anima yansımalarını çekerler; çünkü erkek onla­
ğimizi sandığımızda uğursuz bir düş içine yuvar­ ra akla gelebilen bütün değerleri yansıtabilir.
lanacağımızı da göstermektedir. An i madan kaynaklanan böyle ani tutkular pek
Çok sık olarak da anima ister birçok erkeğin çok aileyi sarsar, bütün karmaşalarıyla o çok bili­
sanki zorunluymuş gibi hanımların güzel yuvar­ nen "üçgen"e neden olurlar. Ancak anima bir iç-
180
Bir erkeğin entellektüalizmi vurgulayışı

olumsuz bir A n i m a ' y a b a ğ l ı olabilir. Bu

masal v e millerde, e r k e ğ e y a ç ö z m e k y a d a

ölmek z o r u n d a o l d u ğ u bilmeceler soran dişil

figürlerle canlandırılır. 1 9. y y ' d a n bir Fransız

resmi Sphinx'in bilmecesini y a n ı t l a y a n

O e d i p u s (üstte).

D e m o n i k A n i m a ' n ı n c a d ı o l a r a k canlanışı:

" C a d ı n ı n ç a r p t ı ğ ı at u ş a ğ ı " a d ı n ı taşıyan bir

1 6 . y y a ğ a ç o y m a s ı (solda).

A n i m a çeşitli p o r n o g r a f i türlerinde, erkeklerin

çocuksu bir dişi figür fantezileriyle o r t a y a

çıkar. Bir ingiliz strip-tease g e c e klübünde bir

gösteri (altta).

181

4
J a p o n filmi "Ugetsu M o n o g a t a r i " ( 1 9 5 3 ] de

bir a d a m bir hayalet prensesin tuzağına

düşer. A n i m a ' n ı n y o k e d i c i bir düşsel ilişki

üreten "peri g i b i " bir k a d ı n a projeksiyonu.

1 9 . yy ünlü Fransız roman y a z a r ı Gustave

Flaubert " M a d a m e B o v a r y " d e bir Anima

porjeksiyonunun n e d e n o l d u ğ u bir "aşk

ç ı l g ı n l ı ğ ı " n ı anlatır. " D u r m a d a n değişen

m i z a c ı y l a , kimi z a m a n g i z e m l i , kimi zaman

neşeli, bir an konuşkan, a r d ı n d a n suskun, bir

ihtiraslı, a r d ı n d a n küçümseyici, o n d a

binlerce isteği, binlerce dürtüyü ve anıyı

nasıl u y a n d ı r a c a ğ ı n ı ç o k iyi biliyordu. Bütün

r o m a n l a r d a k i sevgili, bütün tiyatro

yapıtlarının baş k a d ı n k a h r a m a n ı , her

şiirdeki " o " idi. O n u n o m u z l a r ı n d a yıkanan

o d a l ı k l a r ı n "kehribar renkli Işık'larını

b u l u y o r d u . O n d a şövalyeler ç a ğ ı

kadınlarının e n d a m ı v a r d ı . Aynı zamanda

" B a r c e l o n a ' l ı solgun k a d ı n " da oydu. Ama

her z a m a n bir melekti. Emma Bovary;

1 9 4 9 ' d a çevrilen filmden (solda).


sel güç olarak tanınabüirse buna katlanüabiür bir
çözüm bulunabüir. Sanki bilinçdışı, erkeğin kişüi-
ğinin olgunlaşması, bilinçdışı kişiliğinin daha baş­
ka parçalarım entegre edebilmesi için bu tür karı­
şıklıkları özellikle amaçnyor gibidir.
Aramanın olumsuz yönlerinden bu kadar söz et­
mek yeter. Gerçekte bü o kadar da olumlu tarafla­
rı vardır. Erkeğin "gerçek" kadım bulmasını, bunun
da ötesinde bilinçdışırun aküyla çok da iyi seçeme-
digi alacakaraıüıktaki gerçek değerleri ve değersiz­
leri ayırt edebilmesini sağlar. A m a yaşam için bun­
Erkekler A n i m a ' y ı kadınlar k a d a r nesnelere
dan da önemli olanı, zihnin doğru içsel değerlerle d e yansıtır. Ö r n e ğ i n bir g e m i d a i m a dişil

aynı ayan, uyumu bulmasını ve böylece içsel derin­ o l a r a k tanımlanır. Eski İngiliz gemisi "Cutty

liklerine giden yolları keşfedebilmesini sağlaması­ Sark"ın m a h m u z u n d a k i dişi kalyon figürü

(üstte). G e m i n i n süvarisi simgesel o l a r a k


dır. Sanki bü içsel alıcı, yukarıdaki anlamsızlıkları
onun kocasıdır. O y ü z d e n g e m i b a t ı n c a
değil, o "koca adam"ın sesini alabüecek şeküde bel­ onun da birlikte gitmesi gerekir.

li bir dalga boyuna ayarlanır gibidir. Bununla anima


içe doğru bü rehber niteüği kazanır. Bu rolde sa­
manların inisiyasyonu üzerine anlattıklarım öne çı­
kar. Dante'nüı Cennet'inde Beatrice'nin de Altın
Eşek'in yazan Apuleius'a kendisini daha yüksek bü
ruhsal yaşam biçimine geçirmek için düşünde gö­
rünen tanrıça İsis'in de işlevleri budur.

Elli beş yaşmda bü psikoterapistin aşağıdaki dü­


şü aramanın içsel rehber rolünü ayduüatabilü: Bü
Bir a r a b a d a genellikle dişil o l a r a k
önceki gün uykuya dalacağı sırada, yaşama bir ör­
a l g ı l a n a n bir b a ş k a maldır; y a n i o da
gütün ya da küiseıün desteği olmaksızın yapayalnız birçok e r k e ğ i n A n i m a projeksiyonu haline

dayanmak zorunda olduğu için kendine acımaktay­ gelebilir. G e m i l e r g i b i o da ç o ğ u n l u k l a dişi

o l a r a k adlandırılır ve sahipleri onu da istekli


dı. Böyle bü örgütün koruyucu kucağına sığınmış
bir sevgili g i b i o k ş a y ı p severler (altta).
olanlara imreniyordu. (Protestan olarak doğmuştu
ama artık dini bü bağı yoktu.) Düş şöyleydi:

Büyük, eski bir küisenin içindeyim. Karını


ve annemle biriikte kilisenin sonunda ilave sı­
ralarda oturuyoruz.
Ayini rahip olarak ben yürüteceğim, bu­
nun için elimde daha çok bir ilahi kitabı ya da
bir şür antolojisini andıran büyük bü dua k i ­
tabı var. Bu kitabı tanımıyorum; onun için de
doğru metni bü türlü bulamıyorum. Neredey­
se başlayacağım, bu yüzden de çok heyecan-
lıyım. Bu yetmiyormuş gibi karımla annem
önemsiz şeylerden gevezelik edip canımı sıkı­
yorlar. 0 sırada org susuyor, herkes beni bek­
lemeye başlıyor. 0 zaman kararlı bir şekilde
ayağa kalkarak arkamda diz çökmüş olan bir
rahibeye elindeki dua kitabını bana vermesi­
ni, gereken yeri de işaretlemesini söylüyo­
rum. Bunu istekle yapıyor. Ardından da bir
rahip yardımcısı gibi sol arkamdan geüyor.
Kilisenin yan tarafına doğru ilerüyoruz. E l i m ­
deki dua kitabı yaklaşık bir metre uzunlukta,
30 cm genişlikte resimli bir levha gibi oluyor.
Üzerindeki dualar da sütunlar halinde yan ya­
na dizümiş antik resimlerden ibaret.
Önce rahibe duanın törensel sözlerine
başlıyor. Ben hâlâ yerimi bulamamışım. Ger­
çi o bana "on beş numara" demiş ama numa­
ralar silik, bir türlü bulamıyorum. Ama karar­
lı bir şekilde topluluğa dönüyorum ve birden
on beş numaralı yeri buluyorum. Bu da son­
dan bir önceki bölüm. Ama bu metni çözüp
de okuyabileceğimden gene de emin değilim. A n i m a ' n ı n gelişiminde iki a ş a m a :

Birincisi ilkel (üstte) ( G a u g u i n ' i n bir


Ne olursa olsun denemeye kararlıyım. Tam
resminden), ikincisi romantize edilmiş
bu sırada uyandım.
(solda) K l e o p a f r a p o z u y l a Rönesansın

bir İtalyan kızı. İkinci a ş a m a klasik

b i ç i m d e G ü z e l H e l e n a ' d a canlanır
Bu düş akşamki düşüncelere bir tepki oluştu­
ruyor, düşü görene sembolik olarak "sen kendi iç
kilisende, yani ruhunun kilisesinde kendi rahibin
olmalısın" diyor. Kalabalık (ruhunun bütün ele­
mentleri) onun ayini yönetmesinde ısrar ediyor­
lar ama burada gerçek bir ayin söz konusu ola­
maz, çünkü dua kitabı gerçek bir dua kitabından
çok farklıdır. A y i n aslında bir sembol olarak anla­
şılabilir; bu tanrının da hazır bulunduğu, böylece
insanın onunla ilişki kurduğu kutsal bir kurban
töreni olmalıdır. Bu tür bir çözüm elbette her za­
man geçerli değildir. Bu düşü gören için bilinçdı­
şınm bir yanıtı, bir Protestan'ın dinsel sorununa
tipik bir yanıttır. Çünkü gerçek sadakati halen
Katolik Kiliseye olan birisinin animası kilisenin
kendisini algılar ve kutsal imgeler onun için bi­
linçdışınm simgeleridir.

Hu düşü görende bu solu yaşantı olmamıştır;


bu yüzden de bir iç yolu izlemektedir. Dahası düş
ona ne yapması gerektiğüıi söyler. Der ki: "Seniıı A n ı m a ' n ı n üçüncü a ş a m a s ı Bakire

M e r y e m ' d e canlanır (van E y c k i n bir


annene bağlılığın ve dışadönüklüğün (bu dışadö-
tablosu) (üstte). Giysisinin kızıllığı
nük biri olan eşi tarafından temsil edilir) sem yol­ d u y g u l a r ı n (ya d a Eros'un) simgesel

dan çıkarıyor. Kendmi güvensiz hissetmene yol rengidir. A m a b u a ş a m a d a Eros d a

spiritüalizedir. D ö r d ü n c ü a ş a m a y a iki
açıyorlar, anlamsız konuşmalarıyla seni içsel ayi­
örnek (altta): G r e k l e r d e aklın tanrıças
ninden alıkoyuyorlar. Eğer rahibeyi (yani içedö­
A t h e n a (solda) v e M o n a Lisa.
nük anünayı) izlersem o seni hem yardımcın hem
de rahibüı olarak yönlendirir. Onda lö (4 çarpı 4)
antik resim içeren garip bir dua kitabı vardır. Senin
kendi ayinin serim düıdar aninıamn göstereceği
ruhsal resmilerden ibarettir." Başka türlü söyler­
sek, eğer düşü gören anne kompleksinden kaynak­
lanan iç güvensizliğini yenebilirse yaşamdaki göre­
vinin doğasının dini bir hizmet niteliği olduğunu
anlayacaktır. Eğer ruhundaki imgelerin sembolik
anlamı üzerinde derin düşünürse bunlar kendisini
onları gerçekleştirmeye ulaştıracaktır.

Bu düşte 1
anima, ı>go ile self arasında aracı ala­
rak ortaya çıkıyor. "Dört kere dört" resim sayısı bu
içsel ayinin bütünlüğe hizmet ettiğini gösteriyor.
Jung'un gösterdiği gibi ruhun iç çekirdeği (self)
kendini çoğu zaman dördül yapılarla geislerir.
Dört sayısı a n i m a ile de bağlantılıdır çünkü k e n d i aramasından g e l e n duygularını, huylarını,
.Jung'un bildirdiğine göre o n u n gerçekleşmesi için bilinçdışı f a n t e z i l e r i n i c i d d i y e alır, b i r biçimde
dört aşama g e r e k l i d i r . İlk aşama m i t o l o j i d e en be­ s a p t a m a y a , örneğin yazıda, r e s i m d e , h e y k e l d e or­
l i r g i n olarak, saf biyolojik n i t e l i k t e olan H a v v a ' d a t a y a k o y m a y a , müzik y a d a d a n s l a bağdaştırmaya
simgeleşmiştir. İkinci aşama örneğin F a u s t ' u n H e - k a l k a r s a o r t a y a çıkar. S o n r a o n u n üzerinde sabır­
lena'sında b e l i r i r . H u H r o s ' u n estetik, r o m a n t i k b i ­ la çalışırsa, d e r i n l e r d e n gittikçe d a h a çok içerik
çimidir, c i n s e l u n s u r l a r l a da karışıktır. Üçüncü yükselir. A m a bu çalışma z i h i n s e l , alılaksal olmalı,
aşama ruhsallaştırılmış E r o s o l a r a k örneğin B a k i ­ y a n i duyguları k a t a r a k yürünıeli. fantezi de mutla­
re M e r y e m ' d e biçimlenir. Dördüncü aşama s e v g i ­ ka "Nasıl o l s a f a n t e z i , canım!" g i b i g i z l i y a n düşün­
yi çoğunlukla Sapımla ( b i l g i l i k ) o l a r a k kişileştı c e l e r olmaksızın gerçek o l a r a k alınmalıdır. Bilinç­
r e n biçimde o r t a y a çıkar, çünkü bilgelik en k u t s a l , dışı üzerinde böyle b i r h e v e s l e y e t e r i n c e u z u n ça­
e n saf o l a m d a aşabilir. B u s o n aşama için b i r baş­ lışılırsa bireyleşme süreci yavaş yavaş kişinin ken­
ka i m g e Süleyman'ın Neşideler Neşidesi'ndeki S u ­ di gerçekliği h a l i n e g e l i r , bütün yönlerini açar.
la nı kızıdır; bu m o d e r n insanın çok s e y r e k ulaşa­ Animanın içe doğru r e h b e r l i k rolü sayısız ya­
bildiği b i r aşamayı s i m g e l e m e k t e d i r . B u n a e n çok zın yapıtında anlatılmıştır; Francesco Colon-
yaklaşabilen M o n a U s a olabilir. na'nııı 1 lypnerotomachia'sında, R i d e r Ilaggard'ın
B u r a d a dörtlük kavramının b e l i r l i t i p t e s i m g e ­ S h e yapıtında y a d a S o n s u z Dişi'sinde, Goet-
s e l m a t e r y a l d e sık görüldüğüne işaret e d e y i m . h e ' n i n F a u s t ' u n d a . B i r ortaçağ m e t n i n d e böyle
B u n u n a n a esasları d a h a s o n r a tartışılacaktır. b i r figür k e n d i s i n i şöyle anlatıyor: " B e n tarlada

P e k i animanın içe g i d e n y o l d a k i r e h b e r l i k rolü çiçek, v a d i l e r d e zambağını; güzel aşkın, k o r k u ­

p r a t i k t e ne demektir'.' O l u m l u işlevi, bir e r k e k n u n , b i l g i n i n , k u t s a l inancın anası b e n i m . B e n çok

1 7 . y y ' d a n bir gravür (solda). Egemen

o l a n bu d ü n y a y l a (belki insanın dürlüsel

d o ğ a s ı n ı c a n l a n d ı r a n maymun) ile

öbürü (bulutlardan u z a n a n tanrının eli)

a r a s ı n d a a r a c ı o l a n A n i m a figürüdür.

A n i m a figürü görünüşe g ö r e ,

A p o k a l i p s ' i n aynı şekilde on iki

y ı l d ı z d a n oluşan bir hale taşıyan

k a d ı n ı n a , eski ç a ğ l a r ı n A y

t a n r ı ç a l a r ı n a , Ahd-i Atik'in

S a p i e n t i a ' s ı n a ve (aynı şekilde d a l g a l ı

saçları o l a n ve k u c a ğ ı n d a bir hilal

bulunan) Mısır tanrıçası Isis'e paraleldir.

W i l l i a m Blake'in bir t a b l o s u n d a yol

gösteren A n i m a ; Dante'nin "İlahi

K o m e d i "sinde " P u r g a t o r i o " = A r a f ' t a n bir

sahne (sağda). Béatrice, D a n t e ' y e ,

simgesel o l a r a k eziyetli resmedilmiş bir

d a ğ y o l u n d a kılavuzluk ediyor. Rider

H a g g a r d ' ı n " O " r o m a n ı n d a n eski bir

filmde g i z e m l i bir k a d ı n d a ğ c ı l a r a

d a ğ l a r d a yol gösteriyor ( d a h a s a ğ d a ) .
güzelim ve tümüyle lekesizim. Birbiriyle uyuşan
elementler arasındaki bağım; sıcak olanı serinle­
tir, kuru olanı nemlendiririm, sert olanı yumuşa­
tırım. Ben rahipte kural, peygamberde söz, bilge­
de nasihatim. Ben öldürebilir, ben yaşatabilirini
ve kimse benden kurtulamaz."
Bu metin yazıldığı sırada din, yazın ve bütün
ruhsal kültür büyük bir atılım yaşamaktaydı, fan­
tezi dünyası da o güne dek hiç olmadığı kadar
saygındı. Şövalyeliğin ve onun hanımına olan bağ-
lüığının çağıydı. Bu erkek doğasımn dişil yanını,
dış kadından, aynı zamanda iç dünyadan ayırt
edebilme girişimiydi.
Şövalyenin hizmetini sunduğu kadın onun için
animanın kişileşmesi demekti. Söylencenin Wol­
fram von Eschenbach tarafından yazılan versiyo­
nunda kutsal kasenin taşıyıcısı şu anlamlı adı ta­
şır: Conduir-amour (aşk rehberi). Kahramana ka-
dma karşı duygu ve davranışını birbirinden ayır­
mayı öğreten oydu.

Dörtlü motifiyle A n i m a motifi a r a s ı n d a k i

b a ğ l a n t ı İsviçreli ressam Peter

Birkhaeuser'in t a b l o s u n d a ( s a ğ d a ]

görülüyor. Dört g ö z l ü bir A n i m a korkunç

bir v i z y o n o l a r a k görünüyor. Dört g ö z ü n

simgesel a n l a m ı vardır; A n i m a ' n ı n

bütünlüğe ulaşma yetisini anlatırlar.

M o d e r n ressam Slavko'nun resminde

( s a ğ d a ] Self, A n i m a ' d a n ayrılmış, a m a

D o ğ a ile kaynaşmıştır. Resme "Ruh

m a n z a r a s ı " a d ı verilebilir; s o l d a koyu

renkli bir k a d ı n , A n i m a oturuyor, s a ğ d a

bir a y ı , hayvansal ruh y a d a i ç g ü d ü

görülüyor. A n i m a ' n ı n y a k ı n ı n d a bir

a ğ a ç var. Bu bireyleşme sürecini

simgeliyor. G e r i d e ö n c e bir buzul

g ö r ü n ü y o r a m a dikkatli bakılırsa bu aynı

z a m a n d a bir yüzdür. Bu dört g ö z l ü

y ü z d e n y a ş a m ırmağı çıkıyor. Bu Şelftir.

Bu resim bilinçdışı bir simgenin bir

hayali m a n z a r a d a nasıl anlatım

b u l d u ğ u n u n güzel bir ö r n e ğ i d i r .
A m a daha sonra erkeklerin animaya ilişkin bu
bireysel çabaları yok oldu. Bu figürün ruhsal yö­
nü Bakire Meryem'le özdeşleşti. Ne ki anima Mer­
yem'de yalnızca olunüu yanmı bulduğu için olum­
suz yanları da gene o sırada fışkırmakta olan cadı
inancına kaldı.
Çin'de Kuan-Yin Meryem'e paralel bir figür ya
da " A y Perisi"nin folklorik figürünü oluşturur;
sevdiklerine müzik ve ölümsüzlük yetisi verir.
Hindistan'da aynı arketip Şakti, Parvati, Rati ve
daha birçok tanrıçayla, Müslümanlarda Muham-
med'in kızı Fatma üe temsil edilir. Bu tür bir ani­
ma resmen dinsel bir figür olarak saygı gördüğün­
de kendi kişisel yanlarını yitirir. B u n a karşılık yal­
nızca kişisel bir konu olarak yaşandığındaysa yal­
nızca dış aşk ilişkilerine yansıtılmış olarak kalma­
sı telüikesi vardır.
Yalnızca acüı ama sonunda oldukça basit olan
kendi fantezilerini, duygu dalgalanmalarını ciddi­
ye alma kararı erkeğin içsel gelişiminde bu aşa­
mada duraklamayı engelleyebilir. Ancak o zaman
bu kadın figürünün içsel gerçeklik olarak ne de­
mek olduğunu anlayabilir. O zaman anima yeni­
den aslına döner: Şelfin egoya yaşam için çok
önemli mesajlarını ileten "İçsel Kadın"dır.

A v r u p a ' d a "Aşk Kuru", M e r y e m inancından

etkilenmişti. Şövalyelerin sevgilerini sundukları

hanımlar M e r y e m k a d a r temiz sayılırlardı

(üstte: 1 4 0 0 y ı l l a r ı n d a n bir örnek bu kukla

benzeri o y m a d ı r ) . 1 5 . y y ' d a n bir kalkan

üzerinde (en solda) bir şövalye hanımı önünde

d i z çöküyor.

K a d ı n a bu i d e a l i z e bakış, karşıt bir inanca,

c a d ı i n a n c ı n a d a yol açmıştı. C a d ı ayini (19.

y y ' d a n bir t a b l o d a n ) (solda). A n i m a resmi bir

kişiye projekte edilirse, M e r y e m ve C a d ı gibi

ikili bir y ö n kazanır. S o l d a başka bir zıt çift

( 1 5 . y y ' ı n bir el y a z m a s ı n d a n ) : Kilisenin

M e r y e m l e kişileşmesi (resmin sağında) ve

S i n a g o g (günahkar H a v v a ile gösterilmiş).


Animus: Kadındaki erkek

Kadındaki bilinçdışmın karşı cinsten biçimlenişi annesi gibi biçimlendirmesine benzer olarak kızı­
olan animus da olumlu ve olumsuz yanlar taşır. nın animusunu da baba biçimlendirir. Kızının ru­
Ama animus kadınlarda sıklıkla erotik fanteziler ya huna bu tartışılamaz olan görüşlerin rengini ve­
da yönelişler olarak değil daha çok "kutsal" inanç­ ren babadır; ne ki bu arada kızın gerçekliği eksik
lar olarak ortaya çıkar. Bu kendini yüksek sesle, kalır. A n i m u s u n k i m i zaman ölüm meleği olarak
enerjik olarak dışavurduğunda kadının eril yanı temsil edilmesi bundandır. Örneğin bir çingene
kolaylıkla tanınabilir. A m a dıştan son derece dişil masalı yalnız yaşayan bir kadınının tanımadığı
etki bırakan kadmda da sessiz ama son derece güzel bir gezgini yanma alıp onunla yaşamaya
sert, katı bir güç olarak göııılebilir. Onda birden başladığını anlatır. Oysa b u n u n ölümün kralı ol­
soğuk, tartışılmaz, bencil bir şeylerle karşılaşılır. duğunu anlatan k o r k u l u bir düş görmüştür. B i r
Kadındaki animusun durmadan yinelediği, en süre onunla birlikte olduktan sonra ona k i m oldu­
sevdiği tema "tek istediğim sevgi ama o beni sev­ ğunu açıklaması için baskı yapmaya başlar. Ya­
miyor" ya da " b u koşullarda yalnız i k i olasılık bancı açıklarsa kadının öleceğini söyleyerek önce
var"dır. Bunlardan ikisi de sevimsizdir. (Olumsuz buna karşı koyar. K a d m yine de ısrar eder. So­
animus hiçbir zaman istisna kabul etmez.) A n i - nunda kendisinin bizzat ölüm olduğunu söyler ve
musa kolay itiraz edilmez; nasıl olsa haklıdır ama kadın korkusundan ölür.
o duruma tam uygun değildir. Gerekçeleri görü­ Mitolojik bakış açısmdan görülürse güzel ya­
nüşte çok mantıklıdır ama nedense hep gerekli bancı olasılıkla pagan bir baba-tann imgesidir,
olan noktanın dışında kalır. Erkeğin animasını ölülerin yöneticisidir -Persephone'yi kaçıran Ha-

I Animus'u kutsal bir inanç biçimini almış

I danjeanne d'Arc |lngrid B e r g m a n ' ı n

• oynadığı filmden, 1 9 4 8 ) . Olumsuz

I Animusun resmi (sağda): Ö l ü m l e d a n s

| eden kadın ( 1 6 . yy) ve (1 5 0 0 y ı l ı n d a n

t bir el yazmasından) H a d e s ile


PVBfnltınn Itnrırrlırıı P o r ç o n h n n o

189
İngiliz k a d ı n y a z a r Emily Bronle'un

"Rüzgarlı Bayır" 11 8 4 7 ) r o m a n ı n ı n

d e m o n i k baş figürü Heathcliff, kısmen

olumsuz bir A n i m a figürüdür. Üstteki

m o n t a j d a Heathcliff (Laurence O l i v i e r ,

film, 1 9 3 9 ) Emily karşısında. G e r i d e

Rüzgarlı Bayır bugünkü haliyle.

Tehlikeli Animus figürü örnekleri. M a v i

Sakal efsanesine ç i z i m ( 1 9 . yy Fransız

ressam G u s t a v e Dore) (solda); karısını

belirli bir kapıyı a ç m a m a s ı için

uyarıyor. ( A m a k a d ı n o n u a ç a r v e m a v i

sakalın ö n c e k i karılarının cesetlerini

bulur. Y a k a l a n ı r a m a ö l ü m d e n kurtulur.)

1 9 . y y ' d a n t a b l o , yol kesen haydut

C l a u d e Duval, bir kadın y o l c u y u

s o y m a k için durdurur, a m a yolun

k e n a r ı n d a kendisiyle d a n s etmesi

koşuluyla o n u serbest bırakır (sağda).

190
des g i b i - bir tür anünusu kişüeştirmektedir. Kadı­ lanmasını, kazaya uğramasım hatta ölümünü bek-
nı her türlü insancü üişkiden uzaklaştırır, özelük- leyebüir ya da kadm çocuklarının evlenmesini en-
le de gerçek bü erkeği sevmekten alıkoyar. Olay­ geUemek ister. Yaşh, saf bir kadm bana bir sefe­
ların "nasü olması gerektiği"ne dair bir dolu haya­ rinde boğulmuş olan oğlunun ölüm döşeği fotoğ­
li, yaşamdan uzak, dilekler ve yargüarla dolu saf­ rafını gösterirken " O n u başka bir kadma kaptır­
sataları da yaşamla her türlü temasım engeüer. mış olmaktansa böylesi daha i y i " demişti.
Birçok mitte animus yalnızca ölüm değü, hay­ Garip bir duygu felci, derin bir kendine güven­
dut ve katü olarak da ortaya çıkar; örnek ise karı­ sizlik de çoğu kez iyi kadınm içindeki bilinmeyen
larını öldüren Şövalye Mavi Sakal'dır. A n i m u s ka­ bir animus yargısmm işidir. A n i m u s derinlerden
dınların k e n d i başlarma kaldıklarında, özellikle kadına fısüdar. "Sen umutsuz bir vakasın neden
de duygusal zorunlulukların karşüanmasının ek­ uğraşasın? Ne yapsan boş; nasıl olsa yaşamın hiç-
sikliğini hissettiklerinde akıllarına üşüşen her bü zaman daha i y i olmayacak."
türlü yarı bilinçfi, soğukkanlı, ruhsuz düşünceyi Bilinçdışırun bu figürleri bilincimize girdikle­
temsü eder. Aüe mirasının paylaşılmasına üişkin rinde ne yazık ki bu düşünce ve duygularm kişi­
olan bu türden düşünceler, diğer kimselerin ölü­ n i n kendisinden olduğu sanıür, hatta ego bunlar­
münün büe istendiği kötücül planlar, örneğin ka­ la kendini o denli özdeşleştirebüir ki onlarla artık
dirim güzel Akdeniz manzarası karşısında " k o c a m objektif olarak ügüenemez. Bu figürler inşam ger­
ölünce Riviera'ya taşınırım" şeklinde düşünmesi çekten "büyüler", ancak bu büyü kişiden uzakla-
bu türden animus işleridir. şırsa b u n u n kişinin gerçek düşüncelerine, duygu­
Gizh tahripkâr eğiümleriyle, bilincin yüzeyine larına ne denü zıt olduğunun dehşetle farkına va­
hiçbir zaman çıkmaksızın bir k a d m kocasının, rdır. O zaman yabancı bir psişik etmenin etkisi al­
hatta bir anne çocuklarının gizliden gizliye hasta­ tına girilmiş gibi olur.

• Animus sık sık da bir g r u p erkekle temsil

I edilir. Olumsuz bir Animus grubu

I tehlikeli bir suçlu çetesi olaraK ortaya

Içıtar; 18. yy İtalyan resminde, eskiden

• gemileri ışıklarla kayalıklara çeken ve

• parçalandıklarında da y a ğ m a l a y a n kıyı

• korsanları (üstte).

191
S h e a k s p e a r e ' i n "Bir Y a z G e c e s i Rüyası"
O l u m s u z g r u p Animus'unun k a d ı n l a r ı n
için Fussli'nin bir resmi (altta). Peri kraliçesi
düşlerinde sık g ö r ü n e n şekli de romantik,
b ü y ü s o n u c u n d a , g e n e bir büyüyle bir
a m a tehlikeli haydut çetesidir. Üstte

maceraperest bir k a d ı n ö ğ r e t m e n i n bir eşek kafası e d i n m i ş o l a n bir çiftçiye aşık

çete reisine aşkını a n l a t a n bir Brezilya oluyor. Bu tür öykülerde, bir g e n ç kızın

filmi o l a n " H a y d u f t a n ( ) 9 5 3 | bir sahne: b ü y ü d e n kurtaran sevgisinin sık görülen bir

Ürkütücü bir haydut g r u b u . modelidir.


Tıpkı arama gibi animusta da yalnızca olumsuz ikiü oluşu, bu saldırganlarda çüt etki olasılığı b u ­
özellikler, gaddarlık, saldırganlık, boş konuşma ya lunduğunu, b u n u n da öyle eziyetli düşünceler­
da sessiz, takıntılı kötü düşünceler yoktur. B u n u n den çok farkh bir şey olabüeceğini gösteriyor.
aynı şekilde kesin olumlu, değerli b i r t a r a i i da var­ Düşü görenin onlardan kaçan kız kardeşi yakala­
dır. O da yaratıcı etkinliğiyle şelfle köprüler kura­ nır, işkence görür. Gerçek yaşamda bu kız kardeş
bilmesidir. 45 yaşındaki bir kadının aşağıdaki dü­ kanserden oldukça erken yaşta ölmüştür. Sanat
şü bu noktayı göstermeye yardımcı olabilir: yeteneği olduğu halde b u n u hemen hiç kullanma-
nuştır. Daha sonra düşte saldırganların kılık de­
Gri, kapüşonlu giysüi iki kişi balkondan ğiştirmiş sanatçüar olduğu ortaya çıkar. Eğer dü­
odaya tırmanıyorlar. Niyetleri bana ve kız şü gören oıüarm (aslında kendisinin) yeteneğini
kardeşime kötülük etmek. Kız kardeşim ya­ anlarsa kötü girişimlerini sürdürmeyeceklerdir.
tağın altma saklamyor ama onu bir sopayla Bu da düşün anlamını gösteriyor: K o r k u nöbetle­
oradan çıkarıp işkence ediyorlar. Ondan son­ rinin ardında bir yandan gerçek bir ölüm tehlike­
ra sıra bana geüyor. İküiden daha yetküi ola­ si, ama öte yandan da yaratıcı bir olanak bulun­
nı beni duvara dayıyor. Ama ikincisi o sırada maktadır. Düşü görenin resime üstün bir yetene­
birden duvara bir resim çiziyor. Ben bunu gö­
ği vardı ama bu uğraşırım anlamlı olacağmdan
rünce (dostça davranmak için) "ne güzel re­
hep kuşku duyuyordu. Düş ona bu yeteneği yaşa­
sim!" diyorum. O zaman bana eziyet etmekte
ması gerektiğini c i d d i bir düle anlatmaktadır. O
olamn başı bir sanatçıya benziyor, kıvançla
zaman tahrip edici animusu yaratıcı bir güce dö­
"evet, gerçekten" diyor ve öbürünün yapıtını
nüşecekti.
dostça temizlemeye başbyor.
Yukarıdaki düşte olduğu gibi animus sık sık
bir grup erkek sekimde, kişisel olmaktan çok ko­
Bu iki figürün sadist yönü düşü gören için çok
lektif bir şey gibi görülür. Bu kolektif zihinklikten
tanıdıktı; çünkü gerçek yaşamda da sevdiği kişi­
dolayı kadınlar çok yaygın olarak (içlerindeki ani­
lerin telüikede olduğu, hatta belki de ölmüş ol­
musu dile getirdiklerinde) fiüleri "insan ya­
dukları duygusuna kapıldığı k o r k u nöbetleri ge­
par", "...yapılır", "... giyilmez", "... olmaz" biçimle-
çirmekteydi. A m a bu düşteki animus figürünün
riyle kullanırlar. Anlatımlarmda da "herkes", "dai­
m a " , " h e p " gibi genellemeler sıktır.

Tenor Franz Grass, V V a g n e r ' i n " U ç a n


Pek çok mit ve masalda, büyüyle bir yaban
Hollandalı" o p e r a s ı n d a (üst solda]. Bir hayvanına ya da canavara dönüştürülmüş olan ve
kadının sevgisi bu laneti ç ö z ü n c e y e
bir kızın sevgisiyle geri dönen bir prensten söz
dek bir hayalet g e m i y l e g i t m e y e lanet­
edilir. (Dr. Henderson bu "Güzel ve Çirkin" moti­
lenmiş olan bir k a p t a n ı n öyküsünü

anlatır. finin sıklığım bir önceki bölümde yorumlamıştır.)


Gene sık olarak söylencenin kadın kahramanının
Birçok efsanede k a d ı n ı n sevgilisi
gizemli, bilinmeyen sevgilisine ya da kocasına so­
gizemli bir figürdür; onu hiç
ru sormasına izm verilmez ya da onunla ancak ka­
görmemelidir. G r e k mitolojisinden bir

örnek: Eros'un sevdiği Psike (1 8. ranlıkta buluşur, yüzüne bakamaz. Söylenen an­
yy'dan bir gravür], sevgilisini hiç cak kör bir sadakat ve sevgi üe onu eski haüne
görmemelidir (solda). A m a s o n u n d a
döndürebileceğidir. A m a bu bir türlü başarüa-
bunu y a p a r ve o n u yitirir. Uzun a r a m a
maz. Her seferinde sözünü bozar ve sevdiğine an­
ve acılardan sonra aşkını y e n i d e n

kazanabilir. cak uzun, zor yoUardan yeniden kavuşabilir.


B u n u n yaşamdaki koşutu, bir kadınm kendi
animus sorunu üe bilinçli uğraşısının çok zamana,
acıya neden oluşudur. A m a eğer animusunun ne
ve k i m olduğunu, kendisine neler yaptığmı anlar­
sa, büyülenmek yerine geçeklerle yüzleşirse o
kendisine girişim, cesaret, objektiflik ve ruhsal
berraklık gibi eril özellikler sağlayan son derece
değerli bir içsel yoldaşa dönüşecektir. Erkekteki
anima gibi animusun da dört gelişim aşaması ol­
duğu anlaşılıyor: Önce fizik güç simgesi, örneğin
bir ünlü sporcu olarak görünüyor. B i r sonraki
aşamada inisiyatif ve yapıcı güç kazanıyor, üçün­
cü aşamada da dile geliyor ve bu yüzden de ruh­
sal büyüklere, örneğin hekime, rahibe, profesöre
yansıtılıyor. Dördüncü aşamada "anlamı" içselleş-
tirip yaşama bireysel bir anlam sağlayan yaratıcı,
dinsel iç yaşantılara yöneüyor. O zaman kadına
yumuşak varlığını telafi eden ruhsal sağlandığı
veriyor. O n u aktüaliteyle de bağlantılandırabilir;
o zaman kadın yaratıcı yeni düşünceler karşısın­
da erkeklerden çok daha açık olabilir. Onların es­
kiden beri ruhlar dünyasıyla geleceği okuyan ara­
cılara dönüşmesi bundandır. O l u m l u animuslan-
nm yaratıcı cesareti insanın yeni girişimlerini yü­
reklendiren düşünceler üretir. Kadının yapısı
akıldışı olana daha yakmdır, o yüzden bilinçdışı-
ran yeni esinlerini daha iyi açabilirler. Kadmların
kamu yaşamında daha az yer alışları da animusun
özel yaşamm loşluğunda saklı prens olarak daha
etkili olmasından olabüir.

Animus'un dört a ş a m a s ı n ı n canlanışları: Bir erkeğin portresine sevgiyle bakan bir

Birincisi tümüyle bedensel erkek; hayali c a n g ı l g e n ç kız (Hint minyatürü) (sağ üstte). Bir resin

k a h r a m a n ı Tarzan (En üstte o y n a y a n Johnny ya da film y ı l d ı z ı n a aşık o l a n kadın apaçık

We/smül)er). İkincisi romantik erkek; İngiliz kendi Animus'unu erkeğe yansıtmakladır. Fili

şair Shelley, 1 9 , yy (orta solda). Ya da yıldızı Rudolph Valentino ( 1 9 2 2 y ı l ı n d a bir

"Eylem a d a m ı " Eines! H e m i n g w a y , savaş M m d e ) b i n l e r c e k a d ı n ı n An'ımus

k a h r a m a n ı , y a z a r , a v c ı v b . Üçüncüsü " S ö z projeksiyonunun s a ğ l ı ğ ı n d a d a ölümünden

s a h i b i " -Büyük siyasal hatip Lloyd G e o r g e . sonra da ağırlık noktası olmuştu (sağda).

Dördüncüsü ruh g e r ç e ğ i n e b i l g e önder- Dünyanın her t a r a f ı n d a n kadınların

Gandhi. Valentino'nun c e n a z e s i n e g ö n d e r d i ğ i

çiçeklerin bir b ö l ü m ü (en s a ğ d a ) .

194
Kadının ruhundaki içsel erkek dışa yansıtılır-
sa. aile yaşamında, tıpkı anima gibi, zorluklara
m den olabilir. Durumu daha ağırlaştıran da her
iki cinsteki animus ve animanm birbirlerini karşı­
lıklı olarak uyarmalarıdır. Böylece, aşk çatışması­
nın stereotipisinin de gösterdiği gibi, her çatışma
kendiliğinden daha aşağı duygusal bir düzeye
iner.
Söylediğimiz gibi kadının animusu cesaret, gi­
rişim ruhu, gerçekçilik, en üst biçiminde ruh de­
rinliği ve içselleştirme sağlayabiür ama ancak
kendi "kutsal" inancını sorgulayabileeek ve düş­
lerinin yol gösteren işaretlerini, kendi inançlarına
karşı da olsa alabilecek nesnelliğe ulaşabilmişse.
O zaman self, içsel tanrısal bir yaşantı verebilir ve
kadının yaşamına bir anlam katar.
Self: Bütünlüğün simgeleri

İnsan kendi animası ya da animusuyla içinden, bi­ Aşk acıları içüıde yalnız basma yaşayan
linçsiz bir şekilde onunla özdeşleşemeyecek den­ bir kız, bakır bir kayıkla gelen bir büyücü ta­
li uzun boğuşursa, bilinçdışı ego karşısında başka, rafından göğe kaçırüır. Bu büyücü aslında in­

yeni bir sembolik biçim alır. R u h u n çekirdeğinin, sanlara avda başardı olmaları için yardım

yani şelfin biçiminde görünür. Kadınların düşle­ eden ay ruhudur. Ay ruhu bir keresinde gi­
dince kız evnini yanındaki küçük bir eve mi-
rinde self kişileştiğinde üstün bir dişü varük, ör­
safırüğe gider. Orada ufacık bü kadm bulur.
neğin rahibe, büyücü, toprak ana, doğa ya da aşk
Bu kadın sakallı fokların bağırsaklarından bü
tanrıçası olarak görünürken erkekte takdis edici
elbise giymektedir. Bir de küçük kızı olan bu
(örneğin bir guru), yaşlı büğe, doğarım ruhu, kah­
kadm, ay ruhunun aslmda kızı öldürmek ni­
raman gibi ortaya çıkmaktadır. B u n a örnek ola­
yetinde olduğunu anlatarak kızı uyarır. O bir
rak burada iki masal verilebilir. B i r Avusturya
tür Mavi Sakal, bir kadm katilidir. Onu kur­
masaü şunları anlatır: tarmak için küçük kadm, kızı gökten yeryü­
züne ulaştıracak uzun bir ip örer. Bu yeni ay
Bir kral askerlerine lanetli bir kara pren­ doğduğunda olmahdır, çünkü o sırada küçük
sesin tabutu başında nöbet tutma buyruğunu kadm ay ruhunu bayıltabüecektir. Kız kendi­
verir. Ama prensesin her gece kalktığı ve nö­ ni iple aşağı bırakır. Ama kız, küçük kadın
betçiyi öldürdüğü bilinmektedir. Sonunda sı­ özellikle anlattığı halde aşağıya vardığında
rası gelen bir asker korkusundan ormana ka­ gözlerini yeterince hızlı açamaz. O zaman bü
çar. Orada yaşlı bir zither' çalgıcısıyla karşıla­ örümceğe dönüşür. Artık hiçbir zaman yeni­
şır. (Ama bu çalgıcı aslmda bizzat tanrıdır.) den insan olamayacaktır.
Bu yaşlı çalgıcı ona kilisenin beüi noktalarına
saklanmasını ve kara prensesin kendisini bul­
Birinci masalda tanrının kendisi olan yaşb zit­
maması için de çok sessiz durmasını öğütler.
her çalgıcısı self in, erkeğin ruhunda ortaya çıktı­
Bu öğütle asker hem kurtulur hem de pren­
ğı gibi yaşlı bilge olarak görünüşünün tipik bü ör­
sesi büyüden kurtarır. Sonunda da onunla
neğini vermektedir. E s k i masallarda Büyücü
evlenir ve kral olur.
Merlin ya da Yunanlılarda tanrı Hermes de aynen
ortaya çıkar. "Bağırsaktan giysileri" de küçük ka­
Aslında bizzat tanrının kendisi olan yaşü zit­
dın da burada benzer bir şey, bir kadmdaki self fi­
her çalgıcısı, psikolojik dile çevriürse ş e l f i n sim­
gürüdür. Yaşlı çalgıcı kahramanı tahripkâr anirna-
gesidir. Askere, yani egoya yok edici anima figü­
sından ve küçük kadm da masal kahramanım, ay
ründen kurtulmakta hatta onu kurtarmakta yar­
ruhu kılığında bir Eskimo'dan, Mavi Sakal'dan
dımcı olur.
kurtarır. Elbette ardından kızın kendi kabahati
Kadında ise self yukarıda da söylendiği gibi di­
yüzünden iş k ö t ü sonuçlamr ama bu başka bir ko­
şil bir görüntü taşır. B u n a örnek olarak da bir E s ­
nudur.
kimo masalı verüebilir:
Seü figürü düşlerde yalnızca yaşk büğe ya da
büğe kadm olarak görünmez; aynı sıklıkta genç hat­
Zither: A l p halklarının, özellikle A v u s t u r y a l ı l a r i n , gitara ta çocuk biçiminde de görünebilir. Çünkü self aynı
benzeyen bir halk çalgısı, (çn.)

196
Psike'nin tümünün iç merkezi o l a n self,

I düşlerde üstün bir insan figürüyle

canlanır. K a d ı n l a r d a self b i l g e ve güçlü

bir tanrıça olarak görünür. Ö r n e k ; Grek

tanrıçası Demeter (oğlu Triptolemus ve

kızı Kore ile. İÖ 5. y y ' d a n bir

kabartmada) (sağda). Birçok masalın

koruyucu meleği de dişil self

canlanışıdır. Kül kedisinin koruyucu peri

(Gustave Dore'nin resimlemesinden)

(üstte). Hans Christian A n d e r s e n ' i n bir

masalının resimlerinden y a r d ı m e d e n

yaşlı kadın (altta).


Erkeklerin düşlerinde self çoğunlukla

" b i l g e ihtiyar" figürüyle canlanır.

Arthur efsanesinin Büyücü Merlin'i

( 1 4 . y y ' d a n bir İngiliz el

y a z m a s ı n d a n ) (en solda). 18. yy'dan

bir Hint resminde bir guru (bilge)

(ortada). Ş e l f i n bir canlanışını

gösteren, Jung tarafından yapılmış bir

resim (solda). Bunu r ü y a d a görmüştü.

Elinde anahtar tutan, Jung'un deyişiyle

"yüksek i ç g ö r ü ' y ü temsil eden, kanatlı

yaşlı a d a m .

Self genellikle düşü g ö r e n i n yaşamının

kritik z a m a n l a r ı n d a , d ö n ü m

n o k t a l a r ı n d a , temel tutumunu ve

y a ş a m stilini d e ğ i ş t i r d i ğ i n d e düşlerine

girer. Değişimin kendisi suyu

g e ç m e k l e simgelenir. Büyük bir

d e ğ i ş i m e yol a ç a n gerçek bir ırmak

geçiş (üstte). G e o r g e W a s h i n g t o n

A m e r i k a n devrimi sırasında Delaware

ırmağını geçiyor ( 1 9 . y y ' d a n bir

A m e r i k a n resmi). Suyu geçmenin söz

konusu o l d u ğ u bir başka önemli olay:

1 9 4 4 y a z ı n d a D-Day'de

N o r m a n d i y a ' y a ilk saldırı (solda).

198
Self her z a m a n üstün bir yaşlı ile

c a n l a n d ı r ı l m a z . Peter Birkhaeuser'in

kendi düşünün resmi. Burada self bir

çocuk o l a r a k ortaya çıkar. Ressam

bunun ü z e r i n d e çalışırken

b i l i n ç d ı ş ı n d a n başka düşünceler de

gelir. Ç o c u ğ u n arkasındaki, güneşe

b e n z e y e n yuvarlak bir bütünlük

simgesidir. Ç o c u ğ u n dört kolu d a

ruhsal bütünlüğü gösteren diğer dörtlü

simgeleri anımsatıyor. Çocuğun

ö n ü n d e bir çiçek vardır; sanki ellerini

kaldırınca o r t a y a çıkar. O ğ l a n ,

geceleri (yani bilinçdışı) varoluşundan

d o l a y ı karadır.

zamanda oldukça zaman dışı bir şeydir, genç ya da yatlamış, donuklaşmış yaşamı zenginleştiren, ya­
yaşlı onun için eşittir. Örneğin bir erkeğin aşağıda­ ratıcı olanaklarla dolu bir içsel serüven haline dö­
ki düşü şelfi bü çocuk şekü üe vermektedü: nüştüren böyle bir armağan sunar. B i r kadının
psikolojisinde şelfin aynı şekilde genç kişileşme
Bir oğlan çocuğu ata binmiş sokaktan ge­ si doğaüstü yetenekli bir genç kız olarak görüne-
lip bahçemize giriyor. (Bahçenin gerçekte büir. B u n a örnek kırk sekiz yaşmdaki bir kadmın
olan çiti ve çevre çaldığı yok, bahçenin sınırı aşağıdaki düşüdür:
açık. Oğlanın maksatlı mı geldiğüü, yoksa
atın mı onu isteği dışında getirdiğini bilmiyo­
Bir küisemn önündeyim, süpürgeyle taşla­
rum.)
rı temizliyorum. Birden üzerine bir kalas aül-
Atölyeme giden patikada durmuş, onların mış olan bir dereyi geçmek /.onunla kalıyo­
gelişini keyifle izüyorum. Oğlanın güzel atın rum. Orada bir öğrenci var. Onun bana yardım
üstünde görünüşü beni derinden etkiliyor. etmesini istiyorum ama büden onun, kalası
Çok küçük ama son derece güçlü yaban bir at gevşeterek beni engellemek istediğim fark
bu. (Bir erkek domuzu andırıyor.) Kalın, gü­ ediyorum. Birden karşı kıyıda küçük bü kız
müş grisi, uzun, fırça gibi küları olan bir deri­ behriyor ve bana elüü uzatıyor. Beni tutabüe-
si var. cek gücü olduğunu hiç sanmıyorum ama elini
Oğlan önümden, evle atölye arasından ge­ tuttuğumda beni doğaüstü bir güçle kolaylıkla
çiyor, sonra atından atlıyor ve onu ekili olan ve gülümseyerek karşı kıyıya çekiveriyor.
kırmızı ve sarı lalelerin ezmemesi için çiçek
tarhından dikkatüce uzaklaştırıyor. Bu lalele­
Bu düşü gören, dindar bir kişidir ama düşüne
ri düşümde karım az önce dikmiş.
baküırsa küiseye (Protestan) artık bağlı kalama­
yacaktır; gerçekte girişi yitirmiş görünmektedir,
Bu çocuk şelfin, yaşamın yenilenmesi, yaratı­
gene de kilisenin yolunu temiz tutmaya çaüşmak-
cı bir atılımın ortaya çıkmasıyla her şeyin yeniden
tadır. A m a b u n u n yerine bir dereyi geçmesi gere­
yaşam ve girişün ruhuyla dolacağı yeni bir ruhsal
kir. B u , temel yaklaşım değişikliklerinde sık görü­
uyum anlamına gelmektedir. Eğer bir adam ken­
len bir simgedir. Düşü görenin kendisi öğrenci
dini bilinçaltının önerüerine bırakırsa bu ona, ba­
motifini, bir önceki gece ruhsal arayışım belki

199
Bugün birçok kimsenin düşlerinde self,

ünlü kişilikler kılığındadır. Psikologlar

erkeklerde sık sık Albert Schweitzer

(en solda) ve Chuchill'in (solda),

k a d ı n l a r d a ise Eleanor Roosvelt ve

kraliçe Elisabethen (bir Afrika evindeki

resim) g ö r ü n d ü ğ ü n ü gözlemlemektedir

(sağda).

üniversiteye yeniden giderek rahatlatabileceğim oluşmuş; soluk aldığında yel esiyor, konuştuğun­
düşünmesine bağlamıştır; ama düş apaçık b u n ­ da gök gürlüyor, çevresine göz attığında şimşek­
dan vazgeçmesini salık vermektedir. B u n u n üze­ ler çakıyormuş. İyi olduğunda hava iyi, kötü oldu­
rine dereyi kendi basma geçmeye çalışırken self ğunda kapalıymış. Öldüğünde parça parça olmuş;
figürü küçük kız harika bir şeküde yardıma gelir; vücudu Çin'in beş kutsal dağım oluşturmuş; başı
küçüktür ama doğaüstü bir gücü vardır. doğudaki T'ai Dağinı, gövdesi ortadaki Sung Da-
A m a ister yaşlı ister genç olsun insan biçimi gı'ru, sağ kolu kuzeydeki Heng Dağinı, sol kolu
şelfin gece ve gündüz düşlerinde görünüş ola­ güneydeki Heng Dağinı, i k i ayağı da batıdaki Hua
naklarından yalnızca biridir. O n u n kendini gös­ Dağinı oluşturmuş. Gözleri ise güneş ve ay ol­
terdiği çeşitli yaş aşamaları da yalnız bizi bütün muşlar.
yaşam evrelerinde izlediğini değil, aynı zamanda Daha önce de dediğimiz gibi bireyleşme süre­
bizim bilinçli zaman duygumuzun ötesine ulaştı­ ciyle Ugüi olan simgesel resimler dördül bir yapı
ğım gösterir. şeklinde düzenlenme eğilimi gösterirler. Örnek
Self yalnızca bilmç alanımızda, onun zaman dört biünç işlevi ya da anima ve animus geüşimi-
aralığında bulunmaz. O n u n zaman dişilik, daima n i n dört aşamasıdır. Dörtlük bu yüzden P'an
varoluşluk yanı da vardır. Bu yüzden sıklıkla bü­ K u ' d a da ortaya çıkar. Çok özel durumlarda self
tün evreni kaplayan bir " U l u Adarri'la simgelendi- simgesi başka sayı yapılarında da görünebilir; do­
rilir. B i r bireyin düşünde böyle bir sembol ortaya ğal durumda o her zaman 4 ya da 4'ler dizisinin 8,
çıkarsa sorunlarının yaratıcı bir çözüme kavuşa­ 16, 32 gibi öbür sayılarıdır. Özellikle 16 sayısı 4
cağı umulabilir çünkü ruhsal yaşamın çekirdeği kere 4 simgesi olarak çok önemlidir.
harekete geçmiş, iç varlığın birliğini sağlamış da­ Batı uygarlığında da ilk insan olarak Adem bi­
hası büyük zorlukları alt edebilecek hale germiş çiminde benzen "kozmik adam" düşünceleri ge­
demektir. lişmiştir. Örneğin bir Yahudi söylencesinde tann
Bu yüzden birçok mit ve dinde kozmik bir i n ­ A d e m ' i yaratmak için dünyanın dört köşesinden
san figürünün ortaya çıkmasına, çoğunlukla da kırmızı, siyah, beyaz, sarı tozları almış, böylece
çok olumlu bir rol oynamasına şaşırmamalıdır. Bu A d e m "dünyanın bir u c u n d a n öbür ucuna ulaşa-
bizde Adem, İran'da Gayomart ya da Hindistan'da biliyormuş; eğildiğinde başı doğuya, ayakları batı­
Puruşa olarak görünür. Çoğunlukla evrenin temel ya değiyormuş.) B i r başka Yahudi söylencesine
prensibi olarak tanımlanır. Çinliler bütün dünya­ göre bütün insanlığın ruhları daha o zaman
dan önce tanrısalbir insanın, P'an Ku'nunyaşadı­ Adem'in içinde mevcutmuş; r u h u "bir kandilin fi­
ğım, onun gök ve yere biçim verdiğini düşünür­ tili gibi sayısız iplikten örülü" imiş. Burada insan­
lerdi. O ağladığında Sarı Nehir ve Yangçe Irmağı lığın, bütün ayrımlardan öte birliği düşüncesi bu-

200
Evreni kişileşh'ren ve içeren, her şeyi

k a p l a y a n varlık Kozmik A d a m , ş e l f i n mit

ve düşler de sık bir görünüşüdür. İngiliz

filozof Thomas H o b b e s ' u n "Leviathan" adlı

kitabının k a p a ğ ı (solda). 1 7 . y y

Leviathan'ın m u a z z a m varlığı,

" C o m m o n w e a l t h " i n , H o b b e s ' u n idealinde­

ki, insanların merkezi otoriteyi kendilerinin

seçtiği toplumun bütün üyelerinden

oluşuyor. Eski Ç i n ' d e kozmik figür P'an

Ku; kozmik insanın tıpkı bir bitki g i b i

k e n d i l i ğ i n d e n var oluşunun işareti o l a r a k

y a p r a k l a r l a kaplı (üstte). 1 8 . y y ' ı n bir Hint

el y a z m a s ı n d a n bir s a y f a d a kozmik aslan

tanrı güneşi e l i n d e tutuyor (Bu aslan birçok

insan ve h a y v a n ı n birleşiminden

oluşmuştur) (altta).
kıyılarında yaşayan bir grup yerü için A d e m gizli
"ruhüstü" ya da " k o r u y u c u r u h " olarak bütün in­
sanlığı onurlandırır; onların söylencesine göre bir
h u r m a ağacından tomurcuklanarak ortaya çık­
mıştır. (Gene bir b i t k i motifi!)
İlk bölümde bireyleşme sürecinin biknçdışın-
da sıklıkla bir ağaç olarak simgelendiğini söyle­
miştik. B u r a d a da "kozmik insan"ın bitkiyi anım­
satır biçimde de göründüğünü görüyoruz. B i r bit­
ki belirlenmiş örneğine göre düzenli bir gelişme
gösterir, yaşamım doğrudan doğruya inorganik
maddeden kurar. Self de benzer şeküde her tür­
lü dürtü ve güdünün ötesinde kısan ruhunda psi­
şik unsur olarak gekşen, sürekkkk ve saf varoluş
anlamına gelen bir şeydk. Bu yüzden onun resmi
kısan psikesinde de aynı şeküde yasanım ve do­
ğanın bütününden içimize yerleşik bir parçaya
sahip olduğumuzu anlatmaktadır.

Doğu ve Batı'daki k i m i gnostik çevrelerde


" U l u A d a m " ruhsal bir içsel tasvir gibi tanınmak­
ta, somut bk gerçeklik olarak anlatılmamaktadır.
Hinduların görüşüne göre Puruşa, her kısan bire­
lunmaktadır. Bu resimde şelfin toplumsal yönü yinde yaşayan ve ondaki ölümsüz olan tek şeydk.
de behrtilmektedk; ama bundan daha sonra söz Bu içsel " U l u A d a m " , eğer yaradıkş ve acüarından
edilmehdir. ebedi kökene geri götürebikrse bir kimseyi tü­
Bu " U l u Adam"ın kozmik doğasının, insan r u ­ müyle de kurtarabüir. A m a b u n u ancak kişi onu
h u n u n en iç çekirdeğinin, yani self in bireysel bir tanır, kendini ona bırakacak kadar uyamrsa yapa­
egonun çok üstünde genişlediğini gösterdiği an- bilir. Hintlüerin sembol dünyasında bu varkk Pu-
laşüıyor. Gerçekten de bilinçdışının ve görüntüle­
rinin gözlemi onun kısıtlanamaz bir genişleyebi-
lirliğinin olduğunu gösteriyor.
E s k i İran'da aynı ük insan, Gayomart, dev ve
Rhodesio/do. bir m a ğ a r a resmi, ilk insanın
ışıldayan bir varlık olarak tanımlanmıştır. Öldü­
(ay), s a b a h ve a k ş a m y ı l d ı z ı y l a çiftleşerek
ğünde bedeninden madenler akmış, ruhundan al­
yeryüzü yaratıklarını ürettiği yaratılış mitini
tın meydana gelmiştir. Dölü toprağa düşmüş, i k i gösteriyor (üst solda). Kozmik insan çoğu

ravent kamışı şeklinde ük insan çiftini dünyaya z a m a n A d e m benzeri ilk insan olarak

o r t a y a çıkar. Ve Isa da ş e l f i n kişileşmesi


getirmiştir. İlginçtir ki Çin'in P'an K u ' s u da yap­
o l a r a k anlaşılmıştır. 1 5 . yy A l m a n ressamı
raklarla kaplı olarak, bir bitki gibi resmedilir. Bu
G r ü n e v v a l d ' ı n resmi İsa'yı, kozmik a d a m
hiçbir hayvansal hareket göstermeden büyüyen, y ü c e l i ğ i n d e gösteriyor (sağ üstte).

yani kendi istencinin hiçbir belirtisi olmaksızın


sadece var olan bir bütünlüktür. Bugün de Fırat
ruşa yani " i n s a n " ya da "kişi" adını alır. Bu dışarı­
da kozmosta ama aynı anda kişinin içinde ve gö­
rünmeyen bir şeydir.
Birçok mitin anlatımına göre bu " U l u A d a m "
dünyanın yalnızca başı değil, aynı zamanda dün­
yanın ve yaşamın son ereğidir. B i r ortaçağ bilge­
si, Eckhart Usta bu bağlamda "her tohumun en iç
özü buğday, her madenin özü altın, her doğumun
özü insandır" demekteydi. Psikolojik olarak bakü-
dığında bu gerçektir: Her insandaki ruh içi gerçe­
ğin sonuçta gizli bir ereğe yönelişi vardır, bu ken­
dini gerçekleştirebilmektir. Bu da her bireyin va­
roluşunun yaşamda kalmak, türün sürmesi, cin­
sellik, açlık ya da ölüm dürtüsü gibi herhangi bir
amaç düzeneğiyle açıklanamayacağı, bunun yeri­
ne ve bundan daha öteye kendinde bulunan bir
insanlığın sunumuna yaradığı ve ancak kendi ger­
çeğimizin bir kez olsun algılanmasıyla bu " i n -
san"ın kurtulabileceği demektir. "Denize akan,

Krali çift örnekleri, (psişik bütünlük ve G r e k başını Jung, örtülü şekilde iki yanlı,

ş e l f i n simgesi) Şiva ve Parvati'yi gösteren y a n i hermafrodit o l a r a k düşündü. S a b i n e

Hint heykeli (solda). O n l a r hermafroditik y a z d ı ğ ı mektupta "öbür özdeşleri A d o n i s ,

o l a r a k birleşmişlerdir. H i n d u tanrıları T a m m u z v e . . . Baldur g i b i , her iki cinsin

Krişna ve R a d h a bir a r a d a (altta). bütün çekiciliği ve güzelliğine" sahip

o l d u ğ u n u y a z ı y o r (sol altta).
B e r n ' d e bulunmuş o l a n a y ı tanrıça

Artio'nun Roma öncesi heykeli (Bern

d e a y ı demektir] ( s a ğ d a ) . O l a s ı l ı k l a

b u , bu s a y f a d a anlatılan düşteki ayıyı

a n d ı r a n bir a n a t a n r ı ç a y d ı . Bu düşteki

simgesel figürlere öbür özdeşler:

Ölülerin ruhlarını b a r ı n d ı r d ı k l a r ı n a

inandıkları kutsal taşlarıyla Avustralya

yerlileri (ortada). 1 7. y y ' ı n bir simya

e k / a z m a s ı n d a n ; aslan çifti o l a r a k

gösterilen bir kralı çift (altta).

ulaştıklarında içine dalan, o zaman kendi adlarını


ve varlıklarım yitiren, ondan sonra yalnız deniz­
den söz edilebilen ırmaklar gibi seyirci olanın
(egonun) parçaları da Puruşa'ya vardıklarında
onun içinde adlarım, varlıklarını yitip giderler.
Ondan sonra yalnız Puruşa'dan söz edilir ve o (in­
san) ayrılamaz ve ölümsüz olur." E g o n u n dış dün­
yaya yöneüşi, konudan konuya acele eden algıla­
maları, nesneden nesneye atüan dilekleri " U l u
A d a m ' m gerçekleşmesiyle çekip giderler.
Bu çeşitli uygarhklardan, zamanlardan alınmış
örnekler bize kozmik insan simgesinin, insamn
bütünlüğünün gizeminin resmi olarak ne denli
yaygın olduğunu göstermektedir. Simge tam ve
bütünü anlattığından " U l u A d a m " cinsiyetlerarası
olarak da sunulur. Bu biçimde en önemli ruhsal
karşıtlıkları, eril ve dişil olanı da birleştirmekte­
dir. Bu birlik çoğunlukla ilahi, asil ya da benzeri
bir çift üe simgelendirilerek gösterilir. Kırk yedi
yaşmda bir erkeğin aşağıdaki düşü, şelfin bu yö­
nünü özellikle belirgin olarak göstermektedir:

Yukarıda duruyor, aşağıdaki kaba ama ba­


kımlı bir kürkü olan, muhteşem, siyah dişi
ayıya bakıyorum. A r k a ayakları üzerinde du­
ruyor ve bir tepsi üzerindeki gittikçe parla­
yan oval, yassı siyah bir taşı ovalıyor. Ondan
çok uzak olmayan bir dişi aslan ve daha kü­
çük bir aslan da aynı şeyi yapıyorlar. Yalnız
onların ovaladıkları taş biraz daha büyük ve

204
daha yuvarlak biçimde. Bir süre sonra dişi ayı Düşte bir a y n a bilinçdışının, bireyi objektif

y a n s ı t m a , b ö y l e c e bireye, belki o a n a
iri yapüı, siyah saçh ve koyu, ateşü gözleri
kadar olmayan ftçgörüsünü kazandırma
olan çıplak beyaz bir kadma dönüşüyor. Ona
yetisini simgeleyebilir. A n c a k bilinçdışı,
karşı erotik açıdan uyarıcı davranıyorum. B u ­
bilinci şoke e d e n ve şaşırtan böyle bir
nun üzerine bana saldırıyor ve yakalamaya içgörüyü ileri sürebilir. G r e k miti G o r g o n a

çahşıyor. Ben bundan korkarak az önce iske­ M e d u s a ' n ı n bir bakışı erkekleri taşa çevirir

lesinde durduğum binaya kaçıyorum. Daha v e b u y ü z d e n a n c a k a y n a d a n bakılabilir.

Bir k a l k a n a yansımış o l a n M e d u s a
sonra kendimi bir dolu kadının arasında bu­
I C a r a v a g g i o ' n u n tablosu, 1 7. yy).
luyorum. En az yarısı, kabarık siyah saçları
olan ilkel kadmlar ve öbür yarısı da sarışm ya
da kahverengi saçü bizim (düşü görerün ül­
kesinden) kadmlar. İlkel kadınlar (daha çok
genç kızlar) yüksek soprano sesle çok doku-
nakü acıkü bir şarkı söylüyorlar. Sonra yük­
sek, süslü bü araba üzerinde, başında yakut­
larla süslü altın bir taç olan sarışın bir genç
adam çıkageüyor. Bu çok güzel bir görüntü
oluşturuyor. Yanında genç sarışın bir kadm,
herhalde karısı oturuyor, ama onun tacı yok.
Bu çift az önceki dişi aslan ve küçük aslan-
mışlar. Onlar da ükellerden. O zaman bütün
kadınlar (hem ilkeUer hem de öbürleri) kut-
layıcı bir şarkı söylemeye başhyorlar ve krali­
yet arabası da ufka doğru yavaş yavaş uzak­
laşıyor.

Burada self önce, hayvansal doğanın derinle­


rinden, ükel ruh katmanlarından ortaya çıkan asil
bir çütin geçici görüntüsü olarak görünüyor ve
gene kayboluyor. Başlangıçtaki dişi ayı bir tür cü, elektrik yüklenmiş gibi yemden yükselir.
ana tanrıçadır. (Örneğin Yunanistan'da Artemis'e Düşü gören yaşamında şimdiye dek bir kadın­
dişi ayı olarak tapılırdı.) O n u n ovarak parlattığı la evülik bağını yadsırruştır. Yaşamın bu yönüne
oval taş olasüıkla düşü görenin kişiliğini simgele­ yakalanmaktan duyduğu k o r k u düşte ayı-kadın-
mektedir. Taşları ovalamak ve parlatmak insanlı­ dan gene pasif seyirci rolüne kaçmasına neden
ğın bilinen, olağanüstü eski bir uğraşıdır. A v r u ­ olmaktadır. Ayının taşı ovalamasıyla kendisine
pa'da birçok yerde kabuk şekline getirilmiş "kut­ yaşamın bu yanma da karışması gerektiği anlatı­
sal" taşlar bulunmuştur; bunlar taş devrindeki in­ lır; çünkü ancak evüliğin ovalamasıyla kendi var­
sanlarca olasüıkla tanrısal güçlerin korunduğu lığı yontulacaktır.
kaplar olarak kuUanımuştı. Avustralya'da bugün Taş parlayınca bir ayna gibi olur böylece ayı
de ölen atalarının i y i c i l tanrısal güçler olarak taş­ onda kendisini görebiür. Ancak yeryüzündeki sı-
lar içinde barmdığmı düşünen yerliler vardır. Bu kmtüarı kabul ederek insan r u h u tanrısal güçlerin
taşlar ovulduğu zaman onların ve kendilerinin gü- aynası haline gelebüir. A m a düşü gören yükseğe,

205
yani yaşamın zorunluluklarından uzağa kaçar.
Düş ona böylece ruhunun, animarun farklılaşma­
dan kalacağını, bir dolu anonim nitelikte ve biri il­
kel, diğeri daha yüksek düzeyde olmak üzere iki­
ye ayrılmış kadınlarla gösterir.
Dişi aslan ve oğlu bireyleşmenin gizemini gös­
termektedirler. Çünkü self simgesi olan yuvarlak
taşları biçimlendirmektedirler. Kendileri de asil
bir çifttirler ve böylelikle içsel bütünlüğün simge-
sidirler. Ortaçağ sembolizminde örneğin "bilgelik
taşı", içsel bütünlüğün ünlü simgesi bir çift aslan
ya da aslanlara binmiş bir çift insan olarak temsil
edilir. O halde bireyleşme zorlaması çoğunlukla
insanın bir başka insana duyacağı aşk tutkusunda
ortaya çıkar. Karşı cinse olan doğal eğilim sonun­
da insan kendi bütünlüğünün gizemini hedefle­
mektedir. Bu yüzden tutkuyla sevdiği zaman in­
san sevdiğiyle bir olmayı yaşamın tek önemli ere­
ği olarak hisseder.

İçsel bütünlük aslan çifti olarak ortaya çıktı­


ğında bu ş e l f i n henüz gücü aşan bir tutkuda sak­
lı olduğunu gösterir. Ancak aslanlar kraüa annesi
olduklarında bireyleşme dürtüsü insancü bilinç
aşamasına erişmiştir, ondan sonra da düşü göre­
nin yaşamının uzak ereğidir.
Aslanlar değişmeden önce yalnız ükel kadınlar

Self çoğu kez yardımcı bir hayvan olarak


gösterilir. (Psike'nin dürtüsel temelinin simgesi]
Grimm Kardeşler'in "Altın Kuş" masalındaki
büyücü tilki (üst solda). Hinduların Maymun
tanrısı, tanrılar Şiva ve Parvati'yi kalbinde
taşıyor (ortada). TV ve sinemanın yardıma
koşan köpeği Rin Tin Tin (altta).

Taşlar sıklıkla self simgesidir; çünkü tamdırlar,


yani değişmez ve kalıcıdırlar. Çoğu kimse
bugün de güzel taşları toplarlar (sağ üstte).
Bazı Hindular büyülü güçler atfettikleri taşları
babadan oğula verirler (ortada). Kraliçe I.
Elisabeth'ın (1558-1603) mücevherleri gibi
"pahalı" taşlar rütbe ve varsıllığın dıştan
görünen işaretidir.
duygusal nitelikte şarkı söylüyorlardı. Yaıü düşü
görenin duyguları hem ilkel hem de duygusaldı.
B u n a karşüık insanlaşan aslanların onuruna, uygar
ve ükel kadınlar ortak bir övgü şarkısında birleşir­
ler. Duygıüarırun böyle birleşmiş bir biçimde dışa­
v u r u m u içte hayvansal olarım ayrılması yerine
şimdi bir içsel u y u m u n geçtiğini göstermektedir.
Şelfin bir başka görünüş biçimi bir kadının ak­
tif düşleme demlen yöntemde düşlediklerinde gö­
rülmektedir. " A k t i f düşleme"den biıinçdışıyla ger­
çek bir partnermişçesine karşılaşılan bir tür düş­
sel meditasyon anlaşılır. Bu meditasyon biçimi k i ­
mi bakımlardan Zen B u d i z m i ya da Tantra Yoga
gibi bazı Doğu meditasyon teknikleri ile ya da Ciz-
vitler'in Exercitia'sıyla kıyaslanabilir. A m a temel­
de meditasyondaki kişinin hiçbir bilinçü ereği ve
amacı olmayışıyla onlardan ayrılır. B u n u n l a aktif
düşleme bir özgür bireyin bilinçdışını yönlendir­
mek için hiçbir eğüim kuUanmaksızın kendi ken­
disiyle doğrudan karşılaştığı tek yaşantıdır. A m a
burada bu konuya daha fazla girilmeyecek, C. G.
Jııng'un "Aşkın İşlev" adlı makalesinde bu konuda
anlattıkları kaynak olarak verüecektir.

Bu kadının meditasyonunda egosuna hitap


eden bir geyik görünmüş, " B e n senin hem çocu­
ğun hem de annenim; bana bağlantı hayvanı de­
nir. Çünkü içlerine girdiğimde öbür insanlar, hay­
vanlar, bitküer ve taşlarla bağlantıyı sağlarım" de­
mişti. Konuşmayı sürdürerek " B e n senin kaderin
ya da objektif egoyum. Benim ortaya çıkışım seni
yaşamın anlamsız zararlarmdan kurtarır. B e n r u ­
hu bedenle ve yaşamı ölümle birleştiririm; benim
içimde yanan ateş bütün doğada yanıyor; insan
b u n u yitirdiğinde yalnız, bencü, yönsüz ve güçsüz
kalır" dedi.
Self sıklıkla, kendi dürtüsel doğamızı, bu doğa­
rım kişinin çevresiyle bağlantısını simgelemek
üzere bir hayvanla temsü edilir. ( B u yüzden mit
ve masallarda bu kadar çok yardımsever hayvan
vardır.)
Self simgesinin çevredeki doğayla, hatta ev-
renle ilişkisi " r u h u n atomu"nun bir biçimde bü­ çerli değildir. Jung düşlerin uygar insanlara da ge­
tün iç ve dış dünyayla örülü olduğunu gösterir. rek iç gerekse dış dünyadaki sorunları arasından
Bildiğimiz bütün yüksek organizmalar belli bir za­ yolunu bulmada rehberlik ettiğini bulmuştur. Ger­
man, mekan sürekliüğiyle uyumlu kılınmıştır. Ör­ çekten düşlerimizm çoğu dış yaşamımızm ayrıntıla­
neğin hayvanların kendi özgün besin türleri, öz­ rıyla mşkilidir. Pencerenin önündeki ağaç, bisiklet,
gün yapı malzemeleri, belirli yaşam alanları var­ araba ya da bir yürüyüş sırasında yerden alınmış
dır. Dürtüleri bunların hepsine tam olarak uyum­ olan bir taş düşlerimizde sembolik bir düzeye çıka­
ludur. Yaşam düzenleri de bu u y u m u olanaklı kıl­ rak bizim için anlam kazanabilir. Soğuk ve kişisel­
mıştır: Yalnızca bütün ot yiyen hayvanların yav­ likten uzak, anlamı olmayan rastlantılar dünyasın­
rularını tam da otun en bol bulunduğu sırada do­ da yaşamak yerine düşlerimize önem verirsek ken­
ğurduklarını düşünmek bile bunu kavramaya ye­ dimize ait olan, gizemle düzenlenmiş önemli şey­
ter. Tanınmış bir zoolog bu yüzden hayvanların lerle dolu bir dünyaya geçebiliriz.
içselüklerinin bütün dünyayı kavradığını, zaman A m a düşlerimiz önceükle dış dünyaya uyumu­
ve mekam "ruhsallaştırdığım" söylenüştir. İnsan­ muzla ilgili değildir. Uygar dünyamızda çoğu düş,
ların bilinçdışı da kendi çevresme, sosyal grubu­ şelfe doğru iç yönelişin gelişimiyle uğraşır. Çün­
na, giderek mekana, zamana ve bütün doğaya kü bu ilişki içimizde, modern düşünce ve davra­
uyum sağlamıştır. Örneğin ruhsal merkezlerinde­ nış biçimleri nedeniyle ilkel insanlarda olduğun­
ki " U l u A d a m " Naskapi Kızüderililerine düşlerle dan çok daha fazla zedelenmiştir. Onlar genellik­
sadece içsel süreçlerini göstermekle kalmaz, av­ le doğrudan doğruya iç merkezlerinden yaşamak­
cıya nerede ve nasıl avlanacağını da bildirir. Nas- tayken bizler, köklerini yitirmiş olan bilinçliliği-
kapiler böylece düş motiflerinden av hayvanları­ mizle, çoğunlukla dış ve tümüyle yabancı olan
nı çeken büyü şarküarını da geliştirir. şeylere öylesine bulaşnuş durumdayız ki, şelfin

Bu sadece doğada yaşayan ilkel insanlar için ge­ mesajlarının bize kadar ulaşması çok zor olmak-

Taşların " e b e d i " niteliği kayalık ve dağkji

görülebilir. K a l i f o r n i y a ' d a Williamson O İ

y a m a ç l a r ı n d a kayalar (solda). Bu y ü z d f j

her z a m a n anıt o l a r a k kullanılmıştır. Dâtl

A m e r i k a n başkanının başları, Güney j

D a k o t a ' d a Rusmore D a ğ ı ' n ı n kayalık y ü f l

kazılıdır (üstte). Taşlar tapınma yerlerininH

işaretlenmesi için de kullanılmıştır Kudüfl

l a p ı n a ğ ı n d a k i kutsal k a y a (en sağda). (M

kentin, s a ğ d a k i o r t a ç a ğ haritasının I |

g ö s t e r d i ğ i g i b i , merkeziydi. Kent de j I

d ü n y a n ı n merkezi olarak görülüyordu. I


tadır. Bilinçli düşüncemiz sürekli olarak, öbür bü­ sürdürdüğüne inanırlardı. Bizim mezarlara taş
tün algılamalarımızı bloke eden, kesin biçimlen­ dikme adetimiz de kısmen, ölenden, en iyi taşlar­
miş, "gerçek" bir dış dünya yanügısı üretmekte­ la simgelenebüen, ölümsüz bir şeylerin kalmış ol­
dir. Gene de biünçdışı doğamız aracılığıyla psişik duğu simgesel tasarımından üeri gelmektedir.
ve fizik çevremizle şaşmaz bir biçimde bağlantüı İnsan varlığının taştan bir yandan tümüyle
kalıyoruz. farklı olmasına karşın, öte yandan insanın bilinç­
Yukarıda da beürttiğim gibi, self sıklıkla bir dışı çekirdeğinin taşa yakın akraba olduğu gibi bir
taş, değerli taş ya da kristaüe simgelenerek orta­ izlenim alınmaktadır. Bunda, ego farkmdalığınm
ya çıkar. B u n u aslanların yuvarlak taşları ovuş­ duygu, sanı ve düşüncesinin çok ötesinde, saf bir
turdukları düşte görmüştük. Birçok düşte self de kendi oluş, sadece var olan ve her zaman orada
kristal biçiminde görünür. Kristalin matematik olan bir birlik simgelenmektedir. Bu bağlamda
mükemmellikteki düzeni, " ö l ü " maddede bile ya­ belki taş, bir insanın sahip olabüeceği en basit,
şayan bir ruh, bir düzen ilkesi bulunduğu duygu­ aynı zamanda da en derin ebediyet, değişmezlik
sunu uyandırmaktadır. Bu yüzden kristal, düşte yaşantısını simgelemektedir. Hemen her uygar­
zıtlıkların birliğinin bir simgesi olmaktadır. lıkta, ünlü insanlara, olgulara taştan bir anıt dik­
Belki bir taş, varlığı doğadaki saf "kendi oluş"u me eğilimini görebiliriz. Yakup'un ünlü düşünü
anlattığı için şelfin simgesi olmaya özellikle uy­ gördüğü yere diktiği taş, halkın yerel azizlerin,
gundur. Birçok kişi, neden böyle yaptıklarını bü- kahramanların mezarlarma diktiği taşlar, hep in­
meden, biraz göze çarpan taşları alıp evlerine gö­ sanların "ebedi" yaşantıyı taşla simgeleme eğili­
türür, saklarlar. Sanki bu taşlarda kendüeri için mini gösterir. Çoğu dinlerde tanrının ya da en
yaşayan bir giz vardır. En eski zamanlarda büe in­ azından onun yeryüzünde tapüdığı yerin bir taşla
sanlar böyle yapmışlar, belli taşlarda yaşam güçle­ işaretlenişine şaşmamak gerekir. Müslümanların
rini, gizlerini görmüşlerdir. Örneğin eski Germen­ en kutsal şeyi, her inançlı Müslümamn yaşamın­
ler ölülerin ruhlarımn mezar taşlarmda yaşamayı da bir kez ziyaret etmeyi umduğu Kabe, Mek-
ke'deki bir siyah taştır. da tanrının ispatını bulmayı uman simyacdarı bu
Hıristiyan kiüse semboüzmine göre İsa "yapı gizi "bilgelik taşı" ile özdeşleştirirlerdi. Bunu ya­
ustalarının yadsıdığı taştır" ve "köşe taşı" olmuş­ parken aranan taşın, aslında ancak insanın içinde
tur (Luka'ya göre İncil X X : 17). K i m i zaman da o bulunan bir şeyin simgesi olduğunu da biliyorlar­
"yaşam pmarının fışkırdığı kayalık" (1 Kor, X: 4) dı. B i r A r a p simyacısı olan Morienus bu yüzden
olur. Ortaçağın, o sırada bilim öncesi bir tarzda " B u şey (bilgelik taşı) senden salgılanır; onun
"maddenin gizini" arayan, onun içinde tanrıyı ya cevheri sensin ve de onu içinde bulabilirsin; daha
açık söylersek onlar (simyacüar) onu senin için­

Yazar burada metin ve ilgili resimlerde, aslında bir tapmak den çıkarırlar. B u n u anladığında içindeki taşa
olan K a b e ' n i n siyah görünüşlü yapısıyla, o n u n bir köşesi­ olan singin, saygın artar. B u n u n hiç kuşkusuz
ne yerleştirilmiş olan Hacer-ül E s v e t ' i (Siyah Taş) karış­
gerçek olduğunu b i l " diye yazıyordu. Simyanın
tırmaktadır. Kitabın gerek İngilizci gerek A l m a n c a baskı­
1

sında aynen y i n e l e y e n bu yanlış, yazarın bilgi eksikliğin­ taşı (lapis) içimizdeki kaybolmayan, çöziümeyen
den kaynaklanmış olsa gerektir. Bildiğimiz gibi Kabe ca-
bir şeyi, ebedi olan, bu yüzden de birçoklarınca
hilliye döneminde Kııreyş kabilesinin bütün putlarını ba­
rındıran bir tapmak, bir P a n t h e o n ' d u r ; aşağıdaki m i n y a ­ " r u h u n içindeki tanrı" yaşantısı ile tanımlanan bir
türde de görüldüğü gibi normal yapı taşlarından inşa edil­ şeyi simgelemektedir. Bu faşın üzerini kaplayan
miştir. İslam için kutsallığı ilk ezanın B i l a l - i Habeşi tarafın­
bütün önemsiz şeylerin temizlenmesi uzun acıla­
dan o n u n önünde okunmuş olmasından ve İslamm Mek­
ke'yi fethinden sonra Kıble olarak saptanmış olmasından ra mâl olur. A m a en azından bir kez bir self ya­
kaynaklanır. S i y a h görünüşü ise üzerine örtülen özel örtü­
şantısı olmayan insan pek yoktur. Dinsel bir ya­
den dolayıdır. Hacer-ül E s v e t ise M e k k e yakınlarına düş­
müş bir meteordur ve gene cahilliye döneminde K a b e ' n i n şam, kişinin bu yaşantıyı yeniden bulabilmek, ar­
köşesine yerleştirilmiştir. Söylenceye göre d a h a o z a m a n tık elinde tutabilmek (bir taş da başlı başına kalı­
erdemiyle tanınan M u h a m m e d , bu taşın yerine k o n u l m a ­
cı bir şeydir), böylelikle s e l i n i her zaman danışı-
sı için seçilmiş kişiydi ve henüz peygamber değildi, (en.)

M e k k e ' d e k i M u h a m m e d i n Islama

katmak için kutsamış o l d u ğ u siyah taş

( A r a p el y a z m a s ı n d a n . Bir örtünün dört

köşesinden, k a b i l e önderleri

t a r a f ı n d a n , her yıl binlerce müslüman

t a r a f ı n d a n ziyaret e d i l e n K a b e ' y e

taşınmaktadır (altta solda).

Bir b a ş k a s i m g e taş da S c o n e (ya da

talih) taşıdır (sağda). Ü z e r i n d e eski

İskoç kralları taç g i y e r l e r d i . 1 3 . y y ' d a

İngiltere'ye getirilip Westminster

K a t e d r a l i ' n e k o n d u ; a m a İskoçlar için

ö n e m i n i hiç yitirmedi. 1 9 5 0 noel

gecesi bir g r u p İskoç milliyetçisi taşı

katedralden çalarak Iskoçya'ya

götürdüler. 1 9 5 1 n i s a n ı n d a taş

katedrale geri konuldu.

Bir turist İrlanda efsanesinde a d ı g e ç e n

"Blarney" taşını ö p ü y o r . O n u ö p e n e

g ü z e l konuşma yetisi v e r d i ğ i n e inanılır

(sağda).
labilen bir iç dost olmasını sağlamak için başvur­ gördü. Yukarıdaki örnekte bu, aynı anda iki olgu­
duğu çarelerden biridir. da görünmektedir: Bunların ortak adı da ölüm
Şelfin en değerli ve en sık rastlanan sembolü­ haberidir.
nün inorganik maddeden bir şey olıhası gerçeği Belli türde olguların tercihen belli zamanlarda
de gene araştırılmayı bekleyen bir başka şeye, bi­ sıklaştığına dikkat etmeye başlarsak, bütün tıp,
linçdışı ruhun madde ile olan henüz bilinmeyen felsefe hatta mimarhk ve devlet sanatlarını bir "eş
ilişkisi sorununa işaret etmektedir. Bu sorunla oluş" bilimi üzerine kurmuş olan eski Çinlileri de
özellikle psikosomatik tıp ilgilenir. B i z i m ruh ve anlamaya başlarız. E s k i Çin metinleri bunu nasıl
madde dediğimiz içten ve dıştan bakıldığında ay­ yaptığımızı, neden ve sonuçlarını değil, neyin
nı bilinmeyen gerçeği de anlatıyor olabilir. Jung neyle bir arada olduğunu araştırırlardı. Aynı dü­
bu sorun için "Eşzamanlılık" (Senkronisite) adıy­ şünceye astroloji ve çeşitli kültürlerdeki fal tek­
la yeni bir kavram ortaya atmıştır. B u , içsel bir ol­ niklerinde de rastlanır.
guyla dışsal bir olgunun, birbirleriyle nedensel Jung eşzamanlılık kavramını ileri sürmekle
bir ilişkileri olmaksızın "zamansal bakımdan an­ ruh ve maddenin ilişkisini anlamakta yeni bir ola­
lamlı olan bir rastlantısını" anlatmakladır. Burada nak açmış oldu. Özellikle taş simgesi bu ilişkiyle
vurgu "anlamlı" sözcüğündedir. Çünkü elbette yorumlanabilir. Bu gelecekteki fizikçi ve psikolog
sayısız anlamsız rastlantı da sürüp gitmekledir. kuşaklarının incelemesini zorunlu kılan hiç araş­
Eğer lam ben burnumu temizlerken karşımda bir tırılmamış bir gerçektir.
uçak düşerse burada hiçbir anlamı olmayan bir Eşzamanlılıktan söz etmenin konudan sapma­
birlikte oluş söz konusudur. A m a bir mağazaya mıza neden olduğu görülüyor. A m a kısa da olsa
mavi bir elbise ısmarladığım halde oradan bana söz edilmesi gerekiyordu çünkü burada yaratıcı
siyah bir elbise gönderilirse ve de tam o gün bir gelecek olanakları ile dolu bir kavram bulunmak­
akrabanı ölürse bu beni "anlamlı" bir rastlantı tadır. Her şeyden önce eşzamanlı olgular özellikle
olarak irkiltir. Bu iki olay birbirleriyle nedensel bireyleşme sürecinin en önemli evrelerinde orta­
olarak bağlı değildir ama bir "anlam" onları birbi­ ya çıkmaktadır. Sadece buıüar çok dikkati çekmez
riyle ilişkilendirir, bu da siyah rengin toplumu­ çünkü bireyler buğun düşleri ve dış olguları anlam
muzdaki anlamıdır. eşitlikleri balonundan görmeye alışık değillerdir.
Jung kişinin yaşamındaki böyle anlamlı birlik­
telikleri gözlemlediğinde düşlerde tanı o sırada
bilinçdışmda bir arketipin de aktive olduğunu

Ressam Hans Haffenrichter'in bir


resmi, her taş gibi bir bütünlük
Şelfle ilişki

Bugün pek çok kimse, özellikle de işleri nedeniy­ re deliğinin önünde bekleyen kedi benzetmesini
le kentlere yazgüı olanlar, can sıkıcı bir boşluğun kullanırlar. Bununla anlattıkları dikkatin ne çok
sıkıntısını çekiyorlar. Sanki bir türlü gelmek b i l ­ gergin ne de çok gevşek olması gerektiğidir. "Bu
meyen bir şey bekleniyor. Gerçi sinema, spor yol denenmeye başlandığında... Zamanla doğru an
olayları, siyasal heyecanlar bizi bir süre çekebili­ geldiğinde bireyin ruhsal içirün sanki yere düşen
yor ama bunların ardından gene yorgunluk ve olgun bir kavmi gibi birdenbire açılmasını sağlayan
düş kırıklığıyla evin kuruluğuna dönülüyor. bir şeyin oluvermesi şeklinde meyvesini verecek­
Çağdaş insan için yaşanmaya değer tek serü­ tir. O zaman bunu uygulayan, sadece içtiği suyun
ven ancak kendi içinde bulunabilir. B u n u n böyle soğuk mu sıcak mı olduğunu büen biri gibi olur.
olduğu sezgisiyle bugün birçok kimse Yoga ve Bütün kuşkular uçar, gider ve de kişi köşe başında
benzeri Doğu öğretilerine yönleniyorlar. Söz ko­ babasıyla karşüaşan biri gibi mutlu olur."
nusu serüven bunlarda bulunamaz oysa; çünkü Böylelikle alışılagelmiş yasanım ortasmda bir­
kişi yalnızca H i n t l i ve Çinlilerin halihazırda var denbire heyecan verici bir iç serüven başlar. Bu
olan bügüerini üstlenerek doğrudan kendi iç mer­ herkes için tek ve biricik olduğundan başkası ta­
kezi üe karşılaşamamaktadır. K e n d i içine yoğun­ rafından ne taküt edilebiür ne de çakılabilir.
laşma da gerçi aynıdır ama Jung, kişinin herhan­ Kişi çoğunlukla i k i nedenden kendi ruhunun
gi bir yönerge olmaksızın yalnızca ve özgürce yöneten merkeziyle teması yitirir. Bunlardan biri
kendi iç varlığma ulaşabileceği yolu göstermiştir. bir içgüdüsel dürtünün ya da duygusal imgenin
Şelfin gerçekliğine gündelik olarak bir parça onu, dengesini yitirmesine neden olan bir tek
dikkat edildiğinde i k i ayrı düzeyde ya da iki ayrı yönlülüğe götürmesidir. Bu hayvanlarda da olur;
dünyada yaşamyor gibi bir durum ortaya çıkar. Bu­ örnekse cinsel tutkuya kapılmış olan bir erkek
yandan daha önce de olduğu gibi dikkat dış dünya­ geyik bütün korunma duygusunu, hatta açlığı
daki olaylara, görevlere yöneürken, aynı zamanda tümden unutur. İlkel halklar bu tek yönlüleşme-
gerek dış olgularda, gerek düşlerde şelfin, amacı­ ye " r u h u n y i t i m i " adını verirler ve bundan çok
nı ve yaşamın akışının hangi yöne gideceğini açık korkarlar. Bu tür bozukluğun bir başka biçimi de
ettiği bütün işaretlere, göz kırpışlara dikkat edilir. sürekli olarak belli ve gizü karmaşalar çevresinde
Bu tür yaşantıyı tanımlayan eski Çin metinleri, fa­ dönen gündüz düşleridir. Aslında gündüz düşleri
kişinin kendi karmaşalarıyla temasa geçmesinden k u m resimleri yardımıyla, hasta bir kişiyi kendiy­
kaynaklanır; ama aynı zamanda bilincin yoğun­ le ve evrenle yeniden uyumlu hale getirmek, böy­
laşma yetisini ve sürekliliğini de tehdit eder. lece sağlığına kavuşturmak için uğraşırlar.
İkinci neden tam karşıt niteliktedir; ego bilin­ Doğu uygarlıklarında benzer resimler iç varolu­
cinin aşırı sağlamlaşmasındandır. Her ne kadar şun pekiştirilmesi ya da kişiyi derin meditasyona
disiplinli bir bilinçlüik bütün uygar etkinlikler için ulaştırmak amacıyla kuüanüır. Mandalarım önünde
zorunluysa da - b i r demiryolu makasçısı düşlere derin tefekküre dalmak bir iç barışa, yaşamın yeni­
dalarsa ne olacağım herkes büir- b u n u n şelften den anlam ve düzen kazandığı duygusuna ulaştırır.
gelen dürtüleri, mesajları bloke etmek gibi ciddi Mandala aynı zamanda bu tür bir dinsel gelenek­
bir dezavantajı da vardır. Bu yüzden birçok uygar ten etkilenmemiş olan, bunu bilmeyen çağdaş i n ­
kişinin düşleri bilinçaltı ve onun çekirdeği self ile sanın düşlerinde kendiliğinden göründüğü zaman
temasın yeniden kurulması ile ügilidir. da bu duyguyu ortaya çıkarır. Belki pozitif etkisi
Şelfin mitolojik temsüleri arasında dünyanın bu gibi durumlarda daha da büyük olur çünkü bü-
dört köşesi kavramına sık sık rastlanır. Çoğu i m ­ gi ve gelenek kimi zaman düşünceyi karıştırabilir,
gede de U l u A d a m , dörde bölünmüş bir çemberin doğaçlama yaşantıyı durdurur.
merkezinde görünür. Bu oluşumu Jung, Hindu Altmış i k i yaşındaki bir kadımn aşağıdaki dü­
kavramı olan "mandala" (büyülü halka) sözüyle şünde kendiliğinden ortaya çıkan bir mandala ör­
adlandırmıştır. Bu ruhun çekirdek atomunu sim­ neği bulunmaktadır. Bu kişinin yaşamının çok ya­
gelemektedir, bunun aslı ve anlamı hakkında hiç­ ratıcı yeni bir evreye geçişme bir prelüd gibi or­
bir şey bilmiyoruz. İlginçtir ki Naskapi Kızılderili­ taya çıkmıştır.
leri kendi " U l u Adam"larını bir insan biçiminde
değil bir mandala şekliyle göstermektedirler. Nas- Yarı aydınlık bir manzarayı seyrediyorum.
kapiler içsel yaşantıyı dinsel ayinlerin, doktrinle­ Arka tarafta yumuşak bir şekilde yükselen ve
rin yardımı olmaksızın doğrudan doğruya, safça aynı düzeyde devam eden bir tepe görüyo­
yaşarken diğer toplunüar mandala motifini yitik rum. Onun başladığı ufuk çizgisinde "altın gi­
bir iç dengeyi yeniden kurabilmek için kullanırlar. bi parlayan kare şeklinde bir disk" ilerliyor.
Örneğin Navaho Kızüderilüeri mandala biçimli Ön tarafta filizlerin çıkmaya başladığı koyu

I Kentlilerin sık sık şikayet ettiği


I can sıkıntısı duygusu zaman
II zaman macera filmleri (en solda)
• ve "eğlencelerle" (solda) dağılır.
•Jung bireyler için tek maceranın,
IHpilinçdışının keşfi olduğunu
[•vurgulamıştır. Amaç şelfle bir
I :ndala
^Bütünlüğü simgeler ve
IBjrcısilia'daki katedralin yapısında
I ;
ğda).
N a v a h o l a r ı n sağaltım töreninde

kum resimleri (en üstte). Hastanın

içine g i r m e d e n ö n c e çevresinde

d o l a ş a c a ğ ı bir m a n d a l a n ı n planı

(üstte).

C. D. Friedrich'in "Kış manzarası".

M a n z a r a resimleri genellikle "ruh

hali"ni gösterir (solda).


renk sürülmüş toprak var. Birden "üzerinde Aniela Jaffe'rün bu kitabın daha sonraki sayfa­
gri bir taş levha bulunan yuvarlak bir masa" larında gözlemleyeceği gibi, yuvarlaklık (manda­
görüyorum. Aynı anda karo disk de masanın la motifi) genellikle doğadaki bütünlüğü simge­
üzerinde duruyor. Tepeden ayrılmış ama na­ ler; buna karşılık dörtgen, bunun bilinç tarafın­
sıl ve neden buraya geldiğini bilmiyorum. dan algılanışını gösterir. Düşte dörtgen disk ve
yuvarlak masa bir araya geliyor. Böylece merke­
Manzara düşlerde -sık sık da sanatta- sözle zin bilinçli algılanışına ulaşılmıştır. Yuvarlak masa
anlatılamayan, bilinçdışı duygu durumunu simge­ bütünlüğün iyi bilinen bir simgesidir ve mitoloji­
ler. Burada loş ışık güneş ışığının, yani gündüz bi- de de rol oynar; buna en bilinen örnek Kral Art-
linçliliğinin, egonun kısıldığını ve "iç doğamın ar­ hur'un Yuvarlak Masası'dır ve bu da aslında Son
tık kendi ışığıyla aydınlandığını gösterir. Bize Yemek imgesinden türemiştir.
dörtgen şeklindeki diskin ufukta belirdiği anlatıl­ Ne zaman bir kişi, öznel düşünceleri ve duy­
maktadır. O zamana kadar şelfin simgesi olan bu gularıyla geviş getirmeksizin, düşleri ve özgün
disk düşü görenin zihinsel ufkunda bir sezgiden fantezilerini izleyerek, kendi nesnel doğasına ve
ibaretti; şimdi ise ortaya çıkmakla dahası ruhsal bilinçdışma dönse, kendini tanımaya yönelse er
manzaranın ortasına yerleşmektedir. Çok önce geç şelfi ortaya çıkar. O zaman ego bütün yeni­
ekilmiş olan tohum artık filiz veriyor; düşü gören lenine olanakları için gereken içsel gücü bulur.
uzun bir zamandan beri düşlerini dikkatle izle­ A m a burada, benim şimdiye dek ancak dolaylı
mekteydi ve artık bu çaba ürün veriyor. (Kozmik olarak sözünü ettiğim en zor sorunla karşılaşılır.
insanla bitki arasındaki ilinti akla geliyor.) Şimdi Bu bilinçdışının bütün biçinüeıüşlerüün, gölge,
altın disk birden sağa doğru, yani nesnelerin bi­ anima, animus ve şelfin bir aydınlık, bir de karan­
linçli hale geldiği yana harekete geçiyor. "Sağ" lık yanlarının olmasıdır. Örneğin daha önce de be­
daha birçok şeyin yanında sıklıkla bilinç, u y u m lirttiğimiz gibi gölge, kişinin alt etmesi gereken gü­
tarafı, "doğru" olan taraf demektir. Buna karşılık düsel bir dürtüyü içerebilir. A m a bu, kişinin besle­
"sol" uyumsuz, bilinçdışı tepkileri, bazen de mesi ve izlemesi gereken gelişmeye yönelik bir gü­
"ters" olanı belirtir. Sonunda altın diskin hareke­ dü olabilir. Aynı şekilde anima ve animusun da iki
ti sona erer, yuvarlak taş masanın üzerinde du­ yönü vardır; onlar da kişiye yaşam veren bir geliş­
rur. Artık kalıcı bir zemine ulaşmıştır. me ve yaratıcılık sağlayabüdikleri gibi katılaşmaya

Bu s a y f a d a anlatılan düş (düşü

g ö r e n i n kendinin y a p t ı ğ ı ] resimlerinde

m a n d a l a motifi d a i r e yerine d ö r t g e n

o l a r a k g ö r ü n ü y o r . Genellikle d ö r t g e n

formlar, iç bütünlüğün bilinçle

gerçekleşmesinin simgesidir (solda).

Bütünlüğün kendisi genellikle, düşte

d e g ö r ü l e n yuvarlak m a s a g i b i d a i r e

figürleriyle gösterilir. Kral Arthur'un

söylencedeki yuvarlak masası ( 1 5 .

y y ' d a n bir e l y a z m a s ı n d a ) (sağda).

Bir v i z y o n d a kutsal k u p a görünür ve

şövalyeler ünlü arayışlarına başlar.

K u p a n ı n kendisi içsel bütünlüğü

simgeler.
ve ölüme de yol açabilirler. Hatta self, bilinçaltının sağ çıkamadığını söylemişler ama o yılmamış.
ya da bütünlüğün bu en kapsandı simgesi de böy­ Sonunda yuvarlak bir yapının önüne gelmiş.
le iküi bü yan taşır. B u n u daha önce örnek verilen, Elinde ayna tutan bir berber onu içeri buyur

aydaki ufak kadının masal kahramanına yardım et­ edip hamama götürmüş. Ama suya girer gü-
mez bir gök gürültüsü duyulmuş, her yer
mek istediği ama gerçekte kızın bü örümceğe dö­
kapkaranuk kesilmiş, berber de kaybolmuş
nüştüğü Eskimo masaü çok iyi anlatır.
ve su yükselmeye başlamış.
Hatta şelfin tehlikeü yam, aynı zamanda en
Hatem çaresizce çepeçevre yüzmeye baş­
büyük güce de sahip olduğundan, neredeyse da­
lamış; bir yandan da su yüksele yüksele kub­
ha büyüktür. Teluike burada keümenin tam anla­
beye ulaşmış. Artık işinin bittiğini düşünüp
mıyla örümcek haüne dönüşmekte, yani hezeyan­
duasını etmiş ve kubbenin küit taşını tutmuş.
lar örmeğe başlamaktadır. Örneğin bu noktada O zaman gene bir gök gürültüsü olmuş, her
kişi büyük bir heyecanla en derin kozmik bilme­ şey ortadan silinmiş ve Hatem kendini bir çö­
celeri yakaladığına, çözdüğüne inanabüir. Bu ara­ lün ortasmda yapayalnız buluvermiş.
da bütün insan gerçekliğiyle bağlantısı kopmuş­ Çölde derlemeye başlayan Hatem neden
tur. Bu d u r u m u n güveniür bir belirtisi mizah algı­ sonra zar zor çok güzel bir bahçeye ulaşmış.
sının ve insancü duyguların yitimi olabilir. Bunun ortasmda halka şeklinde dizilmiş taş
heykeller varmış. Bu halkanın tam ortasında
Bu durumda şelfin ortaya çıkışı kişinin bilinç­
kafesi içinde bir papağan duruyormuş. O sıra­
li egosu için büyük bir tehlike de oluşturmakta­
da yukarıdan bü ses duymuş: " E y yiğit, bu ha­
dır. Şelfin i k i yönlü özelliği "Badgerd Hamarru'nm
mamdan cardı çıkamayacaksın. Günün birinde
G i z e m i " adlı şu güzel İran peri masahnda çok iyi
Gayomart (İlk İnsan), güneşten ve aydan da­
gösterilmiştir:
ha parlak koca bü taş bulmuş, onu kimsenin
bulamayacağı bü yere saklamıştı. Bunun için
Soylu prens Hatem Tai sultandan Bad­ bu büyülü hamamı yaptırdı. Burada gördüğün
gerd (Olmayış Kalesi) Hamamı'mn gizemini papağan büyünün bir parçasıdır. Onun ayakla­
araştırma buyruğunu almış. Hatem Tai bir rının altında altm bü yayla altın oklar vardır.
dolu maceradan korkusuzca geçip kaleye Onlarla üç kez deneyeceksin. Eğer kuşu vura-
yaklaşmış. O zamana kadar oradan kimsenin
bilirsen lanet kalkar. Ama vuramazsan sen de me sürecinin tarzım kullanıp kopyalamak değüdir.
buradaki öbürleri gibi taş kesileceksin." Daha çok onun başardığı gibi, aynı cesaret ve dü­
Hatem oku birinci atışmda ıskalamış ve he­ rüstlükle kendi içsel yolunu izlemektir.
men o an bacakları taş olmuş. İkinci deneme Elinde aynayla ortaya çıkan ve kaybolan ber­
de boşa gidince göğsüne kadar taş olmuş. O
ber, Hatem'in en gerekli anda yitirdiği yansıtma
zaman gözlerini kapatıp Allah-ü ekber demiş,
yetisini, yükselen sular bilinçdışmda boğulma,
oku körlemesine atmış ve papağanı vurmuş. O
kendi duyguları içinde kaybolma tehlikesini sim­
an gene gök gürültüsü duyulmuş, her yeri toz
gelemektedir. Çünkü bilinçdışının işaretlerini an­
duman kaplamış. Dumanlar dağılınca papağa­
layabilmek için kişi kendini yitirmemelidir. B i ­
nın yerinde kocaman bir elmas parkyormuş.
linçdışının simgesel yönergelerini kavrayabilmek
Aynı anda bütün taş heykeller de canlanmış
ve ona kurtuluşları için teşekkür etmişler. için kişinin kendini yitirmemeye dikkat etmesi,
duygusal olarak daima "kendi kendisi" olması ge­
rekir. Gerçekten de egonun normal yolda işlev
Burada self simgeleri kolayca tarunabüir: İlk in­
görmeyi sürdürmesi yaşamsal önemdedir. Çünkü
san Gayomart, yuvarlak, mandala biçiminde ha­
ancak bilinçli bir insan olarak, mükemmel olma­
mam, kubbenin kilit taşı ve elmas. A m a bu sonun­
dığımın b i l i n c i n d e k a l a b i l i r s e m bilinçdışının
cusu tehlikelerle sanlmıştır. Şeytani papağan, i n ­
önemli içerik ve süreçlerini algılayabilirim. A m a
sanların ereklerinden sapmalarına, ruhça taşlaş­
bir insan kendisiyle evrenin birliği duygusunun
malarına neden olan taklit ruhu temsü eder. Daha
gerilimini, o sırada yalnızca zavallı bir dünya ya­
önce de işaret ettiğim gibi, bireyleşme süreci, baş­
ratığı iken nasıl kaldırabilir? B i r yandan, eğer
kalarının bu papağana benzeyen her türlü taklidi­
kendimi sadece istatistik bir sayı olarak algılar­
ni dışlar. Zaman zaman bütün ülkelerde insanlar
sam, yaşamımın hiçbir anlamı kalmaz. A m a öte
içsel önderlerin, İsa'nın, Buda'nın ve beraerlerüün
yandan kendimi çok daha büyük bir şeyin sadece
temel dinsel yaşantüarrnı birtakım "dış" ya da tö-
bir parçası sayarsam ayaklarımı sağlam basmayı
rensel yöntemlerle taklit etmeye çalışmış, bu yüz­
nasü sürdürebilirim? Bu içsel zıtlıkları içimizde,
den de "taşlaşmış'lardır. Büyük ruhsal önderi izle­
birine ya da öbürüne düşmeksizin birlikte tutabil­
mek onun yasanımda sürdürmüş olduğu bireyleş-
mek gerçekten çok zordur.

Heraclitos ç a y ı n ı n a z g ı n suları bir G r e k

tapınağını basıyor (Fransız ressam A n d r é

Masson'un bir resmi) (en solda). Resim içsel

dengesizliğin sonuçlarını a n l a t a n bir allegori

olarak görülebilir. M a n t ı k ve aklın

Yunanlılarca vurgulanışı (tapınak) içgüdüsel

güçlerin y o k edici b o ş a n ı ş ı n a n e d e n

olmaktadır. D a h a d o ğ r u d a n bir allegori ( 1 5 .

yy Fransız allegorik şiiri "Roman de la

Rose"daki bir resimde): M a n t ı ğ ı gösteren figür

doğayla karşılaşınca şaşkınlığa düşer (solda).

Pişmanlık içindeki a z i z M a r i a M a g d a l e n a

oynaya bakıyor ( 1 7 . yy Fransız ressam

Georges de la Tour'un bir resmi). M a d g e r d

Hamamı masalındaki g i b i b u r a d a d a a y n a ,

doğru ve içgörülü "yansıtma"nın gerekliliğini

simgelemektedir (sağda).
Şelfin toplumsal yönü

Bugün, özellikle de büyük kentlerde kendini beUi larla gezmeye gitmek istersiniz; ama bir düş bunu
eden muazzam nüfus artışının bizim üzerimizde yasaklayarak onun yerine yaratıcı bir iş yapmaya
bunaltıcı bir etkisi olması kaçmılmazdır. Hepimiz sizi zorlar. Eğer bilinçdışınızı dinlerseniz, bilinçli
"Pekala, ben yalmzca, tıpkı binlercesi gibi şu ya da planlarınızla sürekli bir çatışma beklenebiür. İs­
bu adreste yaşayan şu ya da buyum. Bunlardan tencinizin önü diğer amaçlarla, teslim etmek ya
birkaçı ölürse ne fark eder? Daha elde yeteri ka­ da en azından ciddi bir şekilde düşünmek zorun­
dar var" diye düşünüyoruz. Gazetelerde, bizim da olduğunuz amaçlarla kesilmiştir. Bireyleşme
için şahsen bir anlam taşımayan sayısız meçhul i n ­ sürecinin zorunluluk ve yük olarak algılanışının
sanın ölümünü okuduğumuzda da içimizdeki k e n ­ nedeni budur.
di yaşamımızın da hiç önemi olmadığı duygusu Bütün seyahat edenlerin koruyucusu Aziz
daha da büyüyor. İşte bu nokta biünçdışma ilginin Kristof bu yaşantı için uygun bir simgedir. Söy­
en fazla işe yarayacağı andır. Çünkü yaşamın her lenceye göre Kristof aşırı güç duygusuyla kibirliy­
ayrıntısının en belirgin gerçeküklerle nasü iç içe di, ancak en güçlü olana hizmet etmek istiyordu.
örülü olduğunu insana apaçık gösteren düşleridir. Hizmetini önce bir krala sundu ama onun şeytan­
Kuramsal olarak hepimizin büdiği, her şeyin bi­ dan korktuğunu görünce ondan ayrılıp şeytanın
reylere dayandığı gerçeği, herkesin ancak kendi hizmetine girdi. A m a şeytanın da İsa'dan korktu­
basma yaşayabüeceği gerçekler olarak düşlerde el­ ğunu görünce ona hizmet etmeye, onu buluncaya
le tutulur hale gekr. K i m i zaman Ulu Adam'ın biz­ kadar beklemeye karar verdi. Bir keşiş onu bir ır­
den bir şeyler istediği, bize çok özgün görevler ver­ mağın en dar yerinde bulabileceğini söyleyince
diği şeklinde güçlü bir duyguya kapılırız. Bu yaşan­ böyle bir yer bulup yularca orada, ırmağın karşı­
tıya yaratımız bize, kendi ruhumuzu ciddiye alarak sına geçmek isteyen yolcuları sırtında taşıdı. Fır­
kolektif önyargüann akıntısına karşı yüzebilmek tınalı bir gecede küçük bir çocuk gelerek karşıya
için gereken gücü sağlamakta yardımcı olur. geçmek istedi. Kristof çocuğu kolayca sırtladı
Elbette bu her zaman kolay kabul edilir bir gö­ ama ırmağın içinde attığı her adımda sırtındaki
rev değildir. Örneğin bir s o m a k i pazar arkadaş­ yük ağırlaşıyordu. Irmağın ortasmda artık "sırtın-
d a s a n k i bütün e v r e n i taşıyordu". O z a m a n o m u z ­
larında taşıdığının, beklediği İsa olduğunu k a v r a ­
dı; İsa da bütün günahlarını bağışlayarak o n a
e b e d i yaşam v e r d i .

B u m u c i z e v i çocuk, sıradan insanı k e l i m e n i n


t a m anlamıyla "bastıran" a m a aynı z a m a n d a d a
k u r t a r a b i l e c e k o l a n şelfin s i m g e s i d i r . S a n a t t a b u
çoğunlukla sırttaki yerküre i l e gösterilir, çünkü
çocuk ve küre bütünlüğün en yaygın s i m g e l e r i d i r .

Kişi k e n d i bilinçdışının i s t e k l e r i n e u y m a y a ça­


lıştığında yalnız k e n d i n e u y g u n olanı y a p a m a z ,
aynı şekilde s a d e c e çevresinin i s t e k l e r i n i d e y e r i ­
n e g e t i r e m e z . B u a r a d a k e n d i n i b u l a b i l m e k için
sık sık k e n d i g r u b u n d a n , örneğin a i l e s i n d e n , eşin­
d e n ve öbür kişisel bağlantılarından farklı düşme­
y i d o göze a l m a k d u r u m u n d a kalır. B u n u n s o n u ­
1

c u o l a r a k k i m i l e r i , bilinçdışını gözetmenin kişiyi


t o p l u m dışı v e b e n c i l yaptığını i l e r i sürerler. A m a

Psikoljik olgunluğa erişmek bireyin


aslında öyle o l m a z ; çünkü b u r a d a d a h a a z b i l i n e n
kendi işidir. Bu y ü z d e n de b u g ü n b i r başka gerçek, y a n i şelfin k o l e k t i f y a d a t o p ­
gittikçe zorlaşıyor. Ç ü n k ü insanların
l u m s a l yönü o y u n a g i r e r .
bireyselliği y a y g ı n konformizmin tehtidi

karşısındadır. Stereo tipik y a p ı l a r ı y l a


P r a t i k b i r bakış açısından b u e t m e n , düşlerini

modern bir İngiliz yerleşim yeri (en b e l l i b i r süre i z l e y e n k i m s e n i n , kısa z a m a n d a ço­


solda|. İsviçre'de bir spor gösterisi
ğunlukla çevresindeki diğer k i m s e l e r l e o l a n ilişki­
organize bir kitle görünümü sunuyor
l e r i y l e uğraştığını fark e t m e s i y l e o r t a y a çıkar. Ör-
(solda].

William Blake'in Songs of Innocence

and Experience y a p ı t ı n d a n bir sayfa

(üstte]. Şiirler Blake'in "Kutsal Ç o c u k "

kavramını, şelfin tanınmış bir simgesini

anlatıyor. 16. y y ' d a n bir t a b l o ( s a ğ d a ) .

(Bir yerküreyle çevrili olan) Kutsal Ç o c u k

İsa'yı (mandala ve simge) taşıyan A z i z

Krislol. Bu yuk, Kristof'un g e z g i n l e r i n

koruyucusu rolü ve insanın ruhsal

bütünlük yolunu a r a m a zorunluluğunu

yansıttığı kadar, bireyleşme sorununun

"ağırlığı"nı da simgeliyor (bir a r a b a n ı n

kontak anahtarında Kristof m a d a l y o n u )

(en sağda).
neğin düşler onu bir kişiye fazla güvenmemesi
için uyarabilirler ya da düşünde, o ana dek dikka­
tini çekmemiş birisiyle kendisini mutlu eden bir
karşılaşma görür. Elbette düş bir kimseyi bu tarz­
da ortaya çıkarıyorsa bunun i k i türlü y o r u m u ola­
bilir. Birincisinde bu kimse bir yansıtma olabilir,
yani düş imgesi düşü görenin kendisinin bir iç yö­
nünün simgesidir. Örneğin birisi düşünde uygun­
suz bir komşu görebilir, ama komşu burada düş
tarafından kişinin kendi uygunsuzluğunun resmi
olarak kullanılmıştır. Düş yorumunun buradaki
işi, kişinin hangi özel alandaki uygunsuzluğunun
söz konusu olduğunu ortaya çıkarmaktır. (Buna
özne düzeyinde düş y o r u m u denir.)

A m a düş bize gerçekten diğer kimselere dair


bir şey de söyleyebilir. Bu şekilde bilinçdışı bugü­
ne kadar tam anlaşılmamış olan bir rol oynamak­
tadır. Bütün yüksek canlı türlerinde olduğu gibi
insan da bilinçdışı olarak çevresindeki canlıların
dışavurumlarına göre k e n d i n i uyarlamıştır. B i ­
linçdışı onların acılarını, sorunlarını, o l u m l u ,
olumsuz özelliklerini ya da değerlerini, onlara iliş­
k i n bilinçli düşüncelerinden tümüyle bağımsız,
içgüdüsel olarak alır.
Düş yaşamı b i z i m bu eşikaltı algılamalar süre­
cine bir göz atabilmemizi sağlar, bunların bizi et­
kilediğini de gösterir. Çevremdeki bir insana iliş­
k i n hoş bir düş gördüğümde, istemeden, düşü de
hiç yorumlamadan, o güne kadar dikkat etmedi­
ğim o kişiyle daha çok ilgilenmeye başlarım. Bu
sırada düşüm beni, kendi yansıtmalarımla aldat­
mış olabileceği gibi, beni objektif olarak bilgilen­
dirmekte de olabilir. B u n u bulmak için dürüst,

220
İnsanın bugün gereksindiği ruhsal

birlik, birçok düşte, " H i r o s h i m a .

Mon Amour" ( 1 9 5 9 ) filmindeki

Fransız kızın J a p o n erkekle

birleşmesiyle anlatımını buluyor

(üstte). Yani psişik dissosyasyon 2 0 .

yy'ın bir tablosuyla, A t o m B o m b a s ı

patlamasıyla simgeleniyor ( s a ğ d a ) .

dikkatli bir tutum ve bilinçle düşünmek zorunlu­ kimseler vardır; dikkatle baküdığında ise onların
dur. A m a bütün içsel süreçlerde olduğu gibi bura­ ancak benim yaramaz köpeğimle yapabüdiğimi
da da self en üst makamdır. Bu yüzden bütün i n ­ yaptıklarım görürüz; yani köpeğe sadece, nasü ol­
san Uişkilerini de büinçü ego sorunu ele alarak ya­ sa yapacağı sezüen emirler verilir. Ancak uzun bir
nıltıcı yansıtmaları ortaya çıkarıp onu kişinin dı­ çalışmayla, büinçli k o n u m u n da değişmesiyle bü-
şında değü içinde düzeltmedikçe, o düzenler. Bu likte, bilinçdışı adım adım değişebüir. K a m u o y u ­
yüzden çoğunlukla ruhça birbirine uyan, aynı zih­ nu etkilemeye niyetli kimseler simgeleri kullan­
niyete sahip kişüer birbirlerini bulurlar ve bu dıklarında elbette bu kimseler, gerçek simge içe­
gruplanış bütün dış toplumsal, örgütsel düzenle­ riğini kuüanmak koşuluyla, insanlara daha kolay
melerden bağımsız olarak işler. Birleştirici unsur seslenebüirler; gene de insanların duygularının,
bilinen üişki, çıkar ortaklıkları değü, self aracılı­ bilinçdışlarının gerçekten harekete geçip geçme­
ğıyla oluşan bir bağdır. Böyle bir grup başkalarıy­ yeceği önceden hesap edilemez. İstatistikler hiç­
la mutlaka çatışma halinde değildir, yalnızca "özel bir prodüktörün, bir müzik parçasının " h i t " olup
ve başka"dır. Çok büyük toplumsal zorunluluklar olmayacağım önceden büemeyeceğini göstermiş­
ise bu grup oluşumu için çok zararlı da olabilir, tir. Biünçdışının bireylerde olduğu gibi kitlelerde
çünkü bilinçdışurun insanları birleştiren gizli etki­ de kendi özerkkğini koruduğu anlaşılıyor.
sini engeüer. Bu bakımdan, "ideal" bir motiften T a m da bu nokta bilinçdışını tanıyanlarca en
hareket edüse büe, kitle bilmemin yalmzca bir fazla kuşku belirtümiş olan noktadır. Çünkü düş­
gerçeğin bildirilmesini aşan niteükte siyasal ola­ ler çok sık olarak hemen daha o gün karşılaşılmış
rak kurcalanması, reklam ve propaganda zararlı­ olan motifleri içerir. A m a dikkatle bakıldığı zaman
dır. Burada elbette, insan ruhunun bilinçsiz tara­ bu "gündüzden kalanlar"ın çoğunlukla değiştiril­
fım etküemenin mümkün olup olmadığı sorusu da diği ya da tümüyle farklı bağlamlarda kıülanüdığı
ortaya çıkar. Pratikte düşlerin etküenemediği gö­ görülebüir. Ayrıca düşün neden tam da bu motifi
rülmüştür. Gerçi b u n u yapabüdiklerini üeri süren seçtiği, binlerce öbür motife ise hiç dokunmadığı
da sorgulanmalıdır. Bilinçdışı yalnızca kendi yo­
r u m ilintilerirıe uyan imgeleri, olguları seçmekte­
dir. Örneğin kendi çocuksu doğallığını bastırmış
olan birisi, trafikte çiğnenen bir çocuğa ilişkin bir
şeyler okur, hemen o gece de bununla ilgili bir düş
görür. Dıştaki olgu büüıçdışı tarafından alınmış,
bir iç gerçekhğin simgesi olarak kuUanümıştır.
Kolektif dış içerikler için de böyle olur. Bunda
da bilinçdışı dış dünya yaşantılarından, kendini dı-
şavurabileceği resimleri seçer. Örneğin ben çağdaş
düşlerde sık sık, ruhun "yaralı nokta"sının yani
şelfin kolayca ortaya çıkacağı yer olan büyük ça­
tışmanın simgesi olarak Berlin'i bölen duvarın gö­
rüldüğüne tanık oldum. Birçok düş de "Hiroshirna-
mon A m o u r " (Hiroşima Sevgilini) filmine ilişkindi.
Çoğu da ya filmdeki sevgililerin yeniden bir araya
gelmesi (self m bir görünüşü olarak) ya da bir
atom patlaması (çüdırma ve toptan yok oluş sim­
gesi olarak) mesajlarım içermekteydi. Bu filmlerin
bilüıçdışını etküemiş olduğu kolaylıkla sanüabilir-
di; oysa durum kesinlikle öyle değildi. Biünçdışı fil­
mi kendini ifade etmek için kullanıyordu.

Kamuoyunu sadece manipule eden yetkinler,


ekonomik baskı ya da şiddet uyguladıklarında bir
süre için halkın r u h u n u etküeyebilirler. Ama bu
yalnızca bilinçdışının bastırılmasıdır ki bu da ka­
labalıklar için, bireyde olan sonuçların aynım ve­
rir; yani ruhsal hastalığa yol açar. Çünkü bilinçdı-

Ö z g ü r l ü k . Fransız devrimcilerinin yol


O l u m l u A n i m a figürleri ç o ğ u n l u k l a göstericisi (Delacroix'nın bir tablosu)
y a r d ı m c ı o l u p yol gösterir. D a v u d , peri ( s a ğ d a ) . Bilindışı içeriği serbest
M e l o d i a ' d a n esinleniyor ( 1 0 . y y ' ı n bir b ı r a k a r a k bireyleşmede yardımcı
d u a kitabından) (sol üstte). G e m i o l a n A n i m a ' n ı n işlevini simgeliyor.
k a z a z e d e s i bir d e n i z c i y i bir tanrıça Fantezi film " M e t r o p o l i s " d e (1925)
kurtarıyor ( 1 6 . y y ' d a n tablo) (üstte). bir kadın r o b o l a benzer işçileri,
Kumar o y n a y a n l a r ı n "Lady Luck" ruhsal "kurtuluşu" a r a m a k için
"Bayan Şans'ı ( 2 0 . yy b a ş l a r ı n d a bir zorluyor (en s a ğ d a ) .
M o n t e C a r l o kartpostalı) (sağda) Bu

d a y a r d ı m c ı bir A n i m a .

222
şını u z u n süre bastırmaya yönelik bütün girişim­ ması için büyük b i r s i y a s a l e t k i n l i k l e çalışan b i r
ler, içgüdülere aykırı olduklarından başarısız k a l ­ adanı şu düşü görmüştü:
maya yazgılıdır. Hemşerilerimle birlikte merdivenlerden bir
Yüksek hayvanların toplumsallığı üzerinde y a ­ müzenin, s i y a h boyalı b i r genü kamarasını andı­
pılan araştırmalardan, küçük grupların ( o n - e l l i r a n b i r s a l o n o l a n çatı k a t m a çıkıyoruz. İçeriden
arası) g e n e l l i k l e h e m t e k i l h a y v a n h e m g r u p için şatafatlı g i y i n d i , o r t a yaşlı b i r k a d m kapıyı açıyor;
olabilecek en i y i yaşam olanaklarını sağladığını adı X . ( X düşü görenin ülkesinin, Fransa'nın J e -
biliyoruz, insanın da b u r a d a b i r i s t i s n a oluştur­ a n n e d'Arc'ı y a d a İsviçre'nin W i l h e l m T e l l ' i g i b i
madığı görülüyor. G e r e k r u h s a l yaşamının g e r e k ­ t a r i h i b i r özgürlük kahramanıdır. A m a X gerçek­
se ruhsal sağlığının ve h a y v a n l a r d a n fazla olarak te e r k e k t i r ve kızı da y o k t u r . ) S a l o n d a i k i s o y l u
da kültürel y e t i l e r i n i n böyle b i r t o p l u m s a l işlevde kadının çiçekli, b r o k a r g i y s i l i p o r t r e l e r i asılı. B a ­
en iyi geliştiği anlaşılıyor. Bugün bireyleşme s u ­ y a n X b u p o r t r e l e r i anlatırken b u n l a r canlanıyor­
recini tanıyabildiğimiz kadarıyla " ş e l f h e r z a m a n l a r ; önce gözler h a r e k e t e d i y o r , s o n r a göğüsleri
böyle b i r g r u p biçimlendirmeye eğilimlidir, bu da inip kalkmaya başlıyor. İnsanlar şaşırarak bir
bir y a n d a n bütün i n s a n l a r için b i r d u y g u bağı, öte k o n f e r a n s s a l o n u n a toplanıyorlar; orada bayan X
yandan belli bireyler için belirli duygu borcu bu o l g u y u açıklıyor. R e s i m l e r i k e n d i s i n i n düş gü­
oluşturmakla o l u r . B u bağlar a n c a k s e l f bütünlü­ cü ve d u y g u y l a canlandırdığını söyleyince, bazı
ğü tarafmdan k u r u l u r s a , g u r u r çatışmaları, kıs­ k i m s e l e r öfkeyle b a y a n X i n delirmiş olduğunu
kançlık ya da o l u m s u z yansımaların g r u b a sıçra­ söylüyorlar; h a t t a bazıları s a l o n d a n çıkıp g i d i y o r .
mayacağı uınulabilir. K o n u m u z l a ilgili o l a r a k önemli o l a n motif, a n i ­
Elbette bu görüş farklarının ya da g ö r e v çatış­ ma figürü o l a n b a y a n X'iıı düşün doğrudan u y ­
malarının olmayacağı anlamına g e l m e z , a m a h e r durduğu, a m a büyük b i r u l u s a l k a h r a m a n m adını
bireyin h e r s e f e r i n d i e t k i n b i r şekilde g e r i çekil­
1
taşıyan b i r i s i (Örneğin T e l l ' i n kızı W i l h e l m i n a T e l i
mesi, k e n d i s e l f i n m yönlendirdiği p o z i s y o n u b u l ­ g i b i ) olmasıdır. B u y o l d a n bilinçdışı düşü görene,
mak için iç s e s i n i d i n l e m e s i g e r e k i r . bugün bu kişi için söz k o n u s u olanın b i r z a m a n l a r

Yurttaşlık görevlerinin y e r i n e gel i r i l m e s i n i n X ' i n yaptığı g i b i y u r d u n u dışarıdan çabalarla k u r ­

dışında fanatik p a r t i uğraşlarının bu yüzden b i ­ t a r m a y a çalışmak olmadığını, kurtuluşun a n i m a ,

reyleşme süreciyle uyuşmaz olduğu görülür. Ör­ y a n i r u h tarafından, tıpkı r e s i m l e r i n canlanışı g i ­

neğin y u r d u n u n yabancı b i r yönetimden k u r t u l ­ bi sağlanacağını apaçık anlatmaktadır. Müze s a l o -


nunun siyah boyalı bir kamara gibi görünmesi de dir. A m a tek bü birey kendi bireyleşme sürecini
anlamhdır. Siyah, geceyi, karanhğı, içe dönüşü tamamlamışsa onun çevresindeküere olumlu an­
beürtir ve kamara motifi de müzeyi bir gemiye lam bulaştıran bir etkisi vardır. Bu bü kıvücımın
çevirmektedir. Kolektif biüncin anakarası, bilinç- sıçraması gibi ve çoğu zaman da çok konuşulma­
sizük ve vahşet baskmı altındaysa bu müze gemi, dan, bilinçü bir amaç gütmeksizüı olur.
canlanan büinçdışı resimlerle, onları canlandıran­ Neredeyse gezegenimizdeki bütün dinler bi­
ları diğer ruhsal kıyıya götüren kurtarıcı bir reyleşme sürecini ya da onun en önenüi evreleri­
Nuh'un Gemisi haline gelebilir. Müzedeki resim­ ni gösteren semboüer içerirler. Self Hıristiyan-
ler "geçmişin ölü kalıntüarı"dır ve geneüikle de ük'ta, daha önce de belirtildiği gibi "İkinci Adem"
büinçdışının imgeleridir ama arümanın onlara yani İsa'ya yansıtılmıştır. Doğuda bu Krişna ya da
duygu ve düş gücüyle bakması sonucunda yaşa­ Buda'dır. Bu figürler bireyler için yasanımda tak-
maya başlarlar. üt edeceği daha kapsandı kişüik modelini oluştu­
Düşteki öfkeü kimseler düşü görenin kolektif­ rurlar. Birçok kimsede de bu figürlerin kendisine
ten etküenen, ruhsal resimlerin canlanışından yol gösterici rehberler olarak ortaya çıktığı düşle­
hoşlanmayan yamm gösterir. Bunlar "hepsi iyi, re rastlanır. Her zaman dinlerine bağh kalmış
güzel ama atom bombası düşerse bunlar pek işe olan, yani onun öğretilerine ve içeriğine "inanç"
yaramayacaktır" gibi seslenen bilinçdışına karşı taşıyan kimselerin yaşamlarının psikolojik düzen­
direnci göstermektedir. Bu yan kendini durağan lenişi dinsel simgelerden etkilenir, düşleri de
tasarımlardan, akücı önyargüardan pek kurtara­ bunların çevresinde geüşir. Örneğin Katolik bir
maz. B u n a karşılık düş, bugün insanların asü kur­ kadın Papa XII. Pi'rün, Meryem'in göğe çıkmış ol­
tuluşunun ancak ruhsal bir değişimle olabüeceği- duğunu ilan etmesinden hemen sonra kendisini
ni göstermektedir. Eğer sonunda ulaşüacak, öz­ bir Katoük rahibe olarak görmüştü. Büinçdışı
gürlüğün kullanümasını gerektiren bir yaşam dogma düşüncesini o anda sürdürmüş "Meryem
amacı yoksa vatam kurtarmak neye yarar? İnsan artık neredeyse bir tanrıça; o halde rahibeleri de
yasanımda bir anlam bulamıyorsa, komünist reji­ olmalıdır" diye düşünmüştü.
min mi yoksa kapitaüst rejinün nü olduğu hiç İnancının küm küçük yanlarına biraz kuşku
önemli değüdir. Ancak özgürlüğü anlamlı bir şey duyan bir başka Katoük kadm düşünde doğduğu
yaratabilmek için kullanacaksa o önenüidir. Bu kentin küisesinin yıkıüp yeniden inşa edilmiş ol­
yüzden de içsel bü yaşam anlamı bulabilmek, bi­ duğunu görmüştü. A m a mihrap, kutsanmış yuva­
reyler için her şeyden önde geür. sı ve Meryem'in heykeüyle bülikte eski küiseden
Bugün kullanımda olan araçlarla (gazete, rad­ yenisine taşınmıştı. Bu düş dinin nisanlar tarafın­
yo, televizyon ve reklamlarla) kamuoyunun etki- dan katılmış yönlerinin yemlenmesi gerektiğini,
lenişi iki faktöre, bü yandan toplumdaki akımların inancın en temel yanlarının bundan etküenmeye-
istatistik değerlendüümesüıe, öte yandan da ma­ ceğini gösteriyordu. Bu tür düşler büinçdışının,
nipule edüenlerin büinçdışı karmaşalarına, özel­ bireyin dinsel tasarımlarına cardı katılımını gös­
likle de iktidar karmaşalarma ve projeksiyonlarına termektedir. A m a bu durum bizim çağdaş insan­
dayanır. A m a istatistik büeye uyarlanamaz; eğer da dinsel düşlere genel bir eğüim bulup bulmadı­
bü yığındaki taşların ortalama büyüklüğü beş san­ ğımız sorusuna da yol açmaktadır. Jung bizim bu­
timetre küpse, bu yığında tam bu büyüklükte tek günkü Hıristiyan (protestan ve Katoük) kültürü­
bü taş büe pek bulunamaz! İkinci faktörün olum­ müzde sık sık üçlü tanrı tasarımımızı, dişi, karan­
lu bü şey yaratamayacağı ise daha başından belü- lık, maddi ve kötüyü de katan bir dördüncüyle

224
bütünlemek için bilinçdışı bir eğilim saptamıştır. maksızın yapüamıyordu. Yeninin içinde eski aynı
Gerçekte bu dördüncü element dinsel temsilleri­ zamanda daha yüksek bir düzeyde geri dönmüş
mizde her zaman var olmuştur ama tanrı imgesin­ oluyordu. Bu bir spiralin belü bir yönde geüştik-
den ayrı tutulmuş ve madde biçiminde- - y a da çe durmadan aynı hizadan yeniden geçişi gibiydi.
maddenin efendisi yani şeytan olarak- onun kar­ Basit, Protestanca eğitilmiş bü kadının bü ke­
şıtı haüni almıştır. Şimdi büinçdışının bu uçları resinde yaptığı bir resim böyle spiral bir mandala
yemden birleştirmek istediği, ışık çok parlak ol­ gösteriyordu. Bu kadına düşünde tanrının resmini
duğu için karanlıkla gölgelendiği anlaşılıyor. E l ­ yapması buyruğu verilmiş, gene aynı düşte bu res­
bette dinin ana simgesi tanrı, bilinçdışı değişim mi bir kitapta görmüştü. Tanrının varlığı olarak
eğilimlerinde en fazla yansıyandır. yaüuzca onun, pelerinini görmüştü. Pelerinin kıv­
Bir kez bir Tibetli başrahip Dr. Jung'a T i ­ rımları güzel bü ışık ve gölge oyunu oluşturuyor­
bet'teki en etkileyici "mandala"ların grubun psi­ du. Bu da arkadaki koyu mavi gökyüzünde bü spi­
kolojik dengesi bozulduğu ya da belli bir düşünce ral olarak durağanlaşıyordu. Düşü gören bu pele­
henüz kutsal öğretiye girmediği için, bulunama­ rin ve spirale hayran olarak kayalıktaki öbür figür­
dığı, bu yüzden de aranması gerektiği zaman i m ­ lere dikkat etmemişti. Uyampta bu kutsal figürün
gelemeyle (yönlendirilmiş düş uğraşıyla) yapıldı­ ne olduğunu düşündüğünde büden bunun "tanrı"
ğım anlatmıştı. Bu bağlamda mandala simgesinin olduğunu kavramıştı. B u onu büden şoke etmişti.
aynı anda i k i temel yönünden söz edilmekteydi. Çoğu kez Ruh-ül Kudüs Hıristiyan sanatmda bü
Mandala bir yandan eski düzenin yeniden kurul­ alev ya da güvercinle simgelenir; ama burada spi­
ması gibi tutucu bir amaca, öte yandan da henüz ralle temsü edümektedü. Örneğin bu "henüz öğre­
olmayan bir şeyi biçimlendirmek gibi yaratıcı bir tide bulunmayan yeni bü düşünce"dir ve kendili­
amaca hizmet ediyordu. Bu ikinci yan birincisi ile ğinden bilinçdışmdan ortaya çıkmaktadır. Ruh-ül
çelişkili değildi çünkü çoğuıüukla eski düzenin Kudüs'ün her seferinde "yem gekşimlere zorladığı"
yeniden kurulması aynı anda bir yeni yaratış ol­ yeni bir fikir değüdir ama spüalle temsüi yenidir.

1 5 . y y ' ı n b u M e r y e m heykelciği

içinde tanrı ve İsa'nın temsilleri var.

Bakire M e r y e m ' i n "Ulu A n a " arketip-

inin temsilcisi o l a r a k

a n l a ş ı l a b i l e c e ğ i n i n a p a ç ı k bir kanıtı.

225
Aynı kachn bu resimden sonra gene bir düşten
esinlenen ikincisini yaptı. Bunda Kudüs üzerine
doğru men, kanatlarıyla kenti karartan şeytan gö­
rünüyordu. B u n d a kanatlar, kıvrık biçimleriyle bir
önceki resmideki tanrının pelerinini andırnıaktay- J
dı. İlk resimde bakış açısı bir şekilde yukarıda,
gökyüzündeydi ve önünde kayalar arasında derin
bir yarık görülüyordu. Tanrının pelerini sağdaki fı- I
güre, İsa'ya doğru dalgalanıyor ama ona kadar ula-
şamıyordu. Buna karşılık ikinci resime aşağıdan
bakıldığında seyreden iki kişi, kadm ve kendisinin
pozitif aninuısu, tanrının pelerininin koyu renkte
bir cinsi gibi görünüyordu. Ama yukarıdan bakıl­
dığında hareket eden ve kaplayan tanrının bir par­
çasıdır. Üzerinde gelecekteki olası gelişimin sim­
gesi olarak spiral bulunmaktadır. Daha iıısansal
gerçeğimizin tabanından bakınca bu havadaki ka­
ranlık, korkunç kanat, şeytamn kanadıdır. Bilinç­
dışınm bu anlatımını sonuna kadar düşünürsek,
iyi üe kötü, karanlık ile aydınlık karşıtlıkları şelfin
resminde, büinçdışınuzın gördüğü şeküde birbiri­
ne yaklaşmaktadır. A m a resimlerin kişisel olanı
aşan bir boyutu da bulunuyor: Bunlar Hıristiyan
dünyasına çökmekte olan ilahi bir karanlığı da ha­
ber veriyorlar. Ama bu karanlık ardında yeni geli­
şim olanaklarını gizlemektedir. Spiralin ekseni yu­
15 yy Fransız "Saatlar K i t a b ı " n d a n bir
karı değü, resmin gerisine doğru olduğundan, ile-
minyatür, M e r y e m ' i Kutsal Üçlü ile

gösteriyor. Kutsal bakirenin g ö ğ e çıkısına


riki gelişim ne ruhsal bir yüceliğe ne de maddenin
ilişkin Katolik d o g m a d a M e r y e m ' i n gerçekliğkte doğru, fakat bambaşka bir boyutta,
" d o m i n a rerum", D o ğ a ' n ı n Kraliçesi o l a r a k
belki de resimde görülen gizenüi figürlere doğru
g ö ğ e alınmış o l m a s ı , Uçlü'yü dörtlemiş
olacaktır. Bu da biknçdışı demektir.
oluyor. Bu da temeldeki bütünlük arketipine

uygundur. Tekil kişilerin bilinçdışından böyle dinsel sim­


geler ortaya çıkınca, bu kimi insanlarda derin bir
huzursuzluğa neden olur. Resmen kabul edilmiş
dinsel simgeler ve öğretilerin, haksız olarak de­
ğişmiş ya da göreceleşnıiş olmasından korkuya
kapılırlar. Hatta biknçdışının psikolojisinin yad-
smnıası da buradan kaynaklanır.
Psikolojik bakış açısından buna karşılık şunla­
rı söyleyebiliriz: Dinsel konumları bakımından
bugün üç türlü insan tipi vardır. B i r i n c i grup din-
lerine gerçekten hâlâ inanmakta olanlardan olu­ artık manmamakta, ama öte yandan varlıklarının
şur. Bunları bu tür imgeler, öğretiler doğrudan bir kısmıyla gene de yarı inanmaktadırlar. Ünlü
doğruya aydınlatır. Bu aydınlanma öylesine d i ­ Fransız filozof Voltaire bunun bir örneğidir. Katolik
rekt ve canlıdır ki bundan en küçük bir kuşku b i ­ Kilisesi'ne şiddetle karşı çıkmış (écrasez l'infame)
le duyamazlar. B u , bilinçü görüşle onun bilinçdışı ama ölüm yatağında, bazı raporlara göre korkular
geri planı arasında nispeten güçlü bir uyuşma söz içinde kıvranmıştır. Kafası inançsızdı ama duygula­
konusuysa görülür. Bu kimseler psikolojik ger­ rının sofu Katolik olduğu anlaşılıyor. Bunlar bir oto­
çekleri de önyargı olmaksızın, "inançlarını yitir­ büsün otomatik kapışma sıkışan, ne içeri girebüen
mekten korkmadan kabul ederler. Onların düş ne de dışarı atlayabüen kimseleri anımsatıyor. Ger­
yaşamı ayrıntüarda daha dogma dışı gibi görünse çi düşleri onlara tam da bu soruna ilişkin bir şeyler
de bu ayrrntüar gene de kolayca var olan görüşe söyler ama gene de bilinçdışına dönemezler çünkü
entegre edüebilir. kendileri de ne düşünüp ne istediklerini pek büe-
îkmci gruptaküer ise "inanç"larmı yitirmişler, mezler. Bilinçdışım ciddiye almak önünde sonunda
onun yerine bilinçü, akılcı bir dünya görüşü geç­ bir kişisel cesaret ve sağlamlık işidir.
miştir. Böyleleri içm bilinçdışıruıı psikolojisi sadece Bu ara yerde kalanların karmaşık durumları
yeni keşfedilecek ülkeye bir kılavuzdur. Böyle biri­ kısmen kolektif dinsel öğretüerin eskiden bilinç-
si içm bu girişime onay vermek hiçbir zorluğa ne­ dışmdan kaynaklandıkları halde bugün (Fre-
den olmaz. Gene de uygulamada sıklıkla böyle kim­ ud'un süper-ego dediği) kolektif bilince ait olma­
selerin de bilüıçdışıyla karşüaşmaktan kaçmdıkları sındandır. Gerçi b u n u birçok tarihçi ve teolog
görülür. Yani onlarnı aMcıiığı da gizlice fanatik bir yadsır. Onlar bunun yerine bir tür "vahi" olduğu­
"inanç" haline, neredeyse düısel bir imana dönüş­ nu kabul ederler. Yıllarca Jung'un varsayımına bir
müştür. Bu kimseler bilimsel objektif bir tutumday- kanıt aradım. A m a bunu bulmak son derece zor.
mış gibi yaparlar ama lüç de öyle değildirler. Dinsel ritüeller o denk eski ki kaynaklan artık bu­
Bunların yanında büyük bir grup oluşturan k i m ­ lunamıyor. Gene de aşağıdaki örneğin bu ritüelle-
seler bir yandan "kafaları" ile kökenlerindeki düıe rin çıkışma i y i bir kamt olduğunu sanıyorum:

S a y f a 2 2 5 v e 2 2 6 d a anlatılan düşlerin

ç i z i m i : Spiral (bir m a n d a l a formu) Kutsal

Ruh'u gösteriyor (solda). İkinci düşte

Seytan'ın siyah k a n a d ı ( s a ğ d a ) . İki

motifin ikisi de insanların ç o ğ u için (düşü

g ö r e n e de) tanıdık bir dinsel simge

a n l a m ı taşımıyor. İkisi de k e n d i l i ğ i n d e n

b i l i n ç d ı ş ı n d a n fırlamıştır.
Ogalala Sioux'larının kısa süre önce ölen " K a r a bir kartal töreni yapmasını söyledi. Bunun
Geyik" adü şamardan, otobiyografisinde, dokuz nasd yapılacağım da gösterdikten sonra avcı
yaşlarmdayken ağır hastalandığım, ateşliyken de birden fenalaşıp bayüdı. ve uyandığmda ken­

etküeyici, korkunç bir hayal gördüğünü anlatıyor. dim gene elçüere rastladığı yerde karda yatı­

Son derece güzel atlar dört grup halinde dört yor buldu. Bunun üzerine halkına törenin na­
sd yapdacağım anlattı. Onlar da bunu hâlâ
yönden fırlıyorlar, ardından bulutlar üzerinde
yapıyorlar.
oturan kabüenin ataları "Dünyanın A l t ı Dedesi"
görünüyordu. Onlar kendisine halkına faydaü altı
simge armağan ediyorlar ve yeni yaşam yolunu Bu iki örnek, bir ritüelin ya da dinsel adetin

anlatıyorlardı. nasd bir kişinin büüıçdışımn bir yaşantısmdan


kaynaklandığını ve sonra b ü t ü n bir boyun yaşa­
On altı yaşma geldiğinde müthiş bir yüdırmı
m ı m biçimlendirdiğini gösterü. Bu t ü r adetler yi­
korkusuna kapıldı. Ne zaman gök gürlese, "acele
nelendiğinde zamanla yeniden biçimlenip az çok
et, acele et" diye sesler duyuyordu. Bunlar ona o
sabitleşüıceye kadar mükemmeUeşirler. Bu kris-
hayalindeki atlarm nal seslerini anımsatıyordu.
taüeşme sürecinin k ö t ü tarafı gittikçe daha fazla
Yaşü bir şaman bu korkuyu, gördüğü hayaü halkı­
kişinin asd yaşantıyı unutmaları, yalnız kendüeri-
na anlatması gereküken kendine saklamış olma­
ne ardatdana ulanmalarıdır. Artık bu tür olguların
sından diye açıklamıştı. B u n u n üzerine kabüesüıe
gerçek olduğuna, böyle bü yaşantının olabüece-
anlatmış, onlar da o düşü gerçek atlarla bir tören
ğüıe ulanmazlar.
gibi uygulamışlardı. K a r a Geyik ve halkının birço­
ğu bunun üzerlerinde şüaü bir etki yaptığma ye­ Bu dinsel gelenekler çok çaüşümış ve eskimiş

min ediyorlardı... "Hatta atlar büe eskisinden da­ olan şimdiki biçimleriyle, çoğunlukla bilinçdışı ye­

ha mutlu ve sağlıküydüar." ni yaratıcı değişimlere karşı düemrler. Hatta teo­


loglar bu "doğru" dinsel simgeleri ve simgesel
O düş kabüe tarafmdan, o kabüe kısa zaman
doktrinleri, bilinçdışı ruhun dinsel işlevinin araştı­
sonra beyazlar tarafmdan yok edildiğinden yine­
rılmasına karşı savunurlar; bu arada uğrunda sa­
lenemedi. A m a elimizde halen yaşayan farkü bü
vaştıkları değerlerin varlıklarını tam da bu işleve
olgu var. Alaska'daki Colvüle Irmağı çevresinde
borçlu olduklarım unuturlar. Derin esinleri algda-
yaşayan Eskimo kabüeleri kendi Kartal Ayinle-
yan, biçimlendiren bü insan ruhu olmadan insan­
ri'nin kaynağım şöyle açıküyorlar:
ların gerçeküğüıe hiçbir dinsel simge de giremez­
di. (Peygamber ve evüyaları anımsamak yeter.)
Genç bü avcı bir kez güzel bir kartal vur­
muştu. Kartalın güzelliğine hayran olan avcı Bu t ü r dinsel gerçekliklerin bir insan ruhun­

onu doldurdu ve ona sunular vermeye başla­ dan bağımsız olarak kendiliğinden ortaya çıktığı

dı. Günün birinde yoğun kar fırtınasında ge­ üeri sürüldüğünde "Eğer bunu ortaya çıkaran bir
ne avlanmaya gittiğinde birden karşısında iki insan ruhu değüse nedir?" diye sorulabüir. Bu
hayvan-msan belirdi. Kendüerini kartal ülke­ ruh, gerçeği kavramamızı sağlayan tek organımız-
sinin elçüeri olarak tamttdar ve onu kartal ül­ dır.
kesine götürdüler. Orada koyu bir davul sesi Böylece biünçdışının çağımızda araştırüışı bir
işitiliyordu. Yanındaküer bunun " b ü annenin kapıyı daima kapalı tutar. Bazdarmm tercihiyle,
çarpan kalbi" olduğunu anlattdar. Sonra kar­ bir kimsenin kendi basma spirituel bir gerçeklik
şısına siyah giysili bü kadm, avladığı kartalm
olabüdiği şeklindeki hayaü ruhsal gerçek, kesin-
annesi çıktı, halkının ölen oğlunun onuruna
ükle dışlanır. Çağdaş fizikte de Heisenberg'üı "be-

228
lirsizlik ilkesi" ile, mutlak bir fizik gerçeklik bula­ olarak anlaşüabileceği, onlara doğru olanın anla-
bileceğimiz yanılgısı dışlanarak bir kapı kapatıl­ tılabüeceği yanılgısına kapı kapatılmakta ama ay­
mıştır. A m a bilinçdışuun keşfi bu sevilen yanılgı­ nı anda onunla kıyaslanabüir bambaşka geniş bir
ların yitimini, önümüzde tahmin edilemeyecek alan, yani şelfin birçok tekü insanı etküeyen bir­
kadar çok yönlü ve sınırları içinde tutulamayacak leştirici işlevi açılmaktadır. Bugün egemen olan
olan yepyeni bir gerçekük alanını açarak gider­ entelektüel gevezeliklerin yerini böylece psike-
mektedir. B u n d a objektif araştırma ve kişisel etik nin gerçekliğinde olup biten anlamü olgular ala­
serüven garip bir şekilde birleşmektedir. Bu ger­ caktır. B u n u n insamn ruhsal ve toplumsal geüşi-
çeğin tanınması olasılıkla yepyeni türden bir " b i ­ mine nasıl etki edeceğini bilmiyoruz. A m a gene
l i m " ortaya çıkmasına y o l açacaktır. Çünkü o za­ de bir şeyden errünim: Jung'un bireyleşme süre­
man duygu, moral değerlendirme işlevi artık dı­ c i n i buluşu, ileriki kuşaklarca, eğer gerüeme ve
şarıda bırakılamayacaktır. A m a bu yeni alamn yo­ duraklamadan kaçınmak isterlerse, bir gerçek
lunun öğretilebiürliği görece azdır. Çünkü bunda­ olarak sayılmaüdır.
ki birçok unsur biriciktir, insandan insana dille
tam anlatüamaz. B u r a d a da öbür insanların tam

Erhard J a c o b y ' n i n bu resmi, her

birimizin d ü n y a y ı ö b ü r ü n d e n bir

parça farklı g ö r d ü ğ ü n ü , herkesin

kendi psikesinden baktığını

gösteriyor. A d a m , k a d ı n v e

çocuk aynı sahneye bakıyorlar

ama her biri için farklı ayrıntılar

belirgin y a d a karanlık. A n c a k

bilinçli algılayışımızla d ü n y a

"dış"tır. Tümüyle t a n ı m a d ı ğ ı m ı z

ve b i l m e d i ğ i m i z şeylerle

çevriliyiz. (Bu da b u r a d a resmin

gri geri p l a n ı y l a gösteriliyor.]

229
Richard Lippold: G ü n e ş . Tel plastik.
Görsel Sanatlarda Sembol

Kutsal semboller - taş ve hayvan

Sembolizmin tarihi her şeyin, doğal nesnelerin


(taşların, bitkilerin, hayvanların, insanların, dağlar
ve vadilerin, güneş ve ayın, rüzgar, su ve ateşin) ya
da insan eliyle yapılmış olanların (ev, tekne ya da
arabalarm), hatta soyut biçimlerin (sayüarrn ya da
üçgen, dörtgen ve dairelerin) simgesel anlam ka­
zanabileceğini göstermiştir. Gerçekte bütün evren
potansiyel bir simgedir.
insan, simgeleştirici yetisiyle büinçsiz olarak
nesne ve biçimleri sembollere dönüştürür (bu sıra­
da onları büyük psikolojik önemle yüklemiş olur),
bunları da gerek dininde gerekse görsel sanatında
dışavurur. T a r i h öncesi çağlara kadar uzandığında
din ve sanatın karşılaştırmalı tarihi, atalarımızın
kendileri için anlamlı simgeler bıraktıklarının k a ­
yıtlarıdır. Bugün büe çağdaş resim ve heykelin gös­
terdiği gibi, din üe sanatın etkileşimi hâlâ canlıdır.
Görsel sanatlardaki simgeselliği tartışmamın ilk
bölümü olarak, insan için evrensel olarak kutsal,
gizemli olan k i m i özgün motifleri incelemek istiyo­
r u m . Bu bölümün geri kalanında da 20. yüzyılın sa­
natı olgusunu, sembolleri kullanışı bağlanımda de­
ğil, başlı basma bir sembol olarak, çağdaş dünya­
nın simgesel bir dışavurumu olarak öne çıkışı bağ­
lamında tartışmayı düşünüyorum.
İzleyen sayfalarda çok çeşitli zamanların sana­
tında simgelemin varlığını ve niteliğini gösteren üç
yineleyici motifi seçtim. Bunlar taş, hayvan ve dai­
re simgeleridir. Bunların her birinin, insan bilinci­
n i n en erken dışavurumlarından, 20. yüzyü sanatı­
nın en sofistike biçimlerine kadar kalıcı olan psiko­
lojik önemleri vardır.
Ham taşların büe eski, ilkel toplumlar için bü­
yük simgesel anlamı bulunduğunu biliyoruz. Sık-
lıkla kaba, doğal taşların ruhların, tanrıların top­ olarak dikti ve tepesine zeytinyağı döktü. Ve
lanma yerleri olduğuna inanılırdı ve bunlar ilkel o yerin adını Beyt-el koydut.,'
kültürlerde mezar taşı, sımr taşı ya da dinsel say­
gı nesneleri olarak kullanüırdı. Onlânn kullanımı Yakub için taş valünin bütünleyici bü parçasıy­
heykelin ilk biçimi, taşa rastlantıların ve doğanın dı. Kendisiyle t a n n arasında bir aracıydı. Birçok ü-
verebileceğinden daha büyük bir güç vermenin kel taş kutsamasmda kutsalük tek bü taşta değil,
ilk çabası olarak kabul edilebilir. çeşitü tarzlarda dizilmiş çok sayıda yontulmamış
Eski Ahit'teki "Yakub'un Düşü" öyküsü, bin­ taşla temsü edilmiştir. (Bretagne'daki geometrik
lerce yü önce taşta nasıl yaşayan bir tanrının ya taş koridorlar ve Stonehenge'in taş dairesi ünlü
da kutsal bir r u h u n yerleşik olduğunun düşünül­ örneklerdir.) Kaba doğal taş düzenlemeleri Zen
düğüne, taşın bir simge oluşuna tipik örnektir: Budiznü'nüı üeri uygar taş bahçelerinde de beür-
gin bir yer tutar. Onların düzenlemeleri geometrik
Ve Yakub... Haran'a doğru gitti. Ve bir ye­ değil, tamamen rastlantıyla gibidir. A m a gerçekte
re erişip orada geceledi, çünkü güneş bat­ bu, çok ince bir düzen ve denge izlenimi Uetir. Taş
mıştı; ve o yerin taşlarından birini alıp başı al­ bahçelere ilişkin eski bir Japon gizem kitabı bunu
tına koydu ve o yerde yattı. Ve rüya gördü ve anlamak için gereken anahtan veriyor: İnsan taşı
işte yer üzerine bir merdiven dikilmiş ve başı dikmeden ya da yerine koymadan önce taş için
göklere ermişti ve işte, onda Allah'ın melek­ meditasyona dalmaüdır. Bü kez dikildikten ya da
leri çıkmakta ve inmekteydiler. Ve işte Rab yerme konduktan sonra artık yerinden oynatüa-
onun üzerinde durup dedi: Baban İbralüm'üı
maz; çünkü bu onda yerleşik olan ruhu rahatsız
Allah'ı ve İshak'm Allah'ı Rab benim; üzerin­
eder. 1
Psikolojik bakış açısından, burada söz edi­
de yatmakta olduğun diyarı sana ve senin
len ve saygı gösterilmesi gereken "taşın r u h u " ,
zürriyetine vereceğim... Ve Yakub uykusun­
ona insan tarafından can verüişini temsü eder.
dan uyamp dedi: Gerçek Rab bu yerdedir ve
O n u canlandıran, büinçdışınm ona yansıtılmış
ben onu bilmedim. Ve korkup dedi: Bu yer ne
olan içeriği, ruhun arketipsel bir timsaüdir. Böyle
heybetli! Bu başka bir şey değil, ancak A l ­
lah'ın evidir ve bu göklerin kapısıdır.
Ve Yakub sabahleyin erken kalktı ve başı Bu pasaj çevrilmeyip K u t s a l Kitap'ın Türkçe çevirisinden
altına koymuş olduğu taşı aldı ve onu direk doğrudan alındı. T e k v i n , B a p 28. (çn.)

Brölanya, C a r n a c ' d a taş c a d d e ; İ Ö

2 0 0 0 (sol üstte). D o ğ a l kayalar

sırayla, olasılıkla törensel a m a ç l a

dikilmiş. Tırmıklanmış kum üzerinde

doğal kayalar (Ryoanji T a p ı n a ğ ı ,

Japonya) (solda). Görünüşte

rastlantısal o l a n g r u p l a m a incelmiş

bir ruhsallığın anlatımıdır. Tarih

öncesi M e n h i r (sağda). Kazılmış o l a n

çizgilerle dişil bir figür (Belki a n a

tanrıça) o l a r a k işaretlenmiş. M a x

Ernst'ten ( d o ğ . 1 8 9 1 ) plastik (en

sağda). Taşların d o ğ a l b i ç i m i n e

hemen hiç dokunulmamış.


yansıtmaların yapılmayıp bulunuverişi, yani bi­ da bulunduğunda şaşkınlık öylesine büyük ve on­
linçdışı oluşu psikolojik bir kuraldır. ları o sıradaki sanat tarihi görüşüne sığdırmak öy­
Taşın bu şekilde etkileyişine ya da biçimsel ta­ lesine zordu ki alelacele hemen çağdaş sahteler
sarımların taslaksı anlamlarını verişiyle yetinilişi- olarak ilan ediliverdiler. Ancak bu yüzyılda araş­
ne eğilim, yüzyılımızda da vardır. Günümüz sana­ tırmalar onların olağanüstü önemini anlayıp an­
tında da sanatçının her şeyden önce taşın k e n d i lamlarını kavrayabildi. Başka ülkelerde de yeni
ifadesine baktığı, yani söylenceler diliyle söyler­ buluşlar yapıldı. Görüşler, o ana dek varlığını
sek, "taştaki r u h " u konuşturmaya çalıştığı örnek­ kimsenin bilmediği, sonsuz gerilere giden bir ta­
ler vardır. Böyle heykeller Hans Aeschbacher, J a ­ rih öncesi kültürün kapılarını açtı.
mes Rosati, Max E r n s t ve diğerlerinin yapıtları Bugün de resimlerin, kaya çizimlerinin bulun­
arasında bulunur. Carola Giedion'a bir mektu­ duğu mağaralarda garip bir büyü varsayıldığı görü­
bunda Max Ernst, 1935'te Maloja'dan "Alberto lüyor. Sanat tarihçisi Herbert Kühn, Afrika, İspan­
(Giacometti) ve ben plastik bir hummaya yaka­ ya. Fransa ve İskandinavya'daki kaya resimlerini zi­
landık. Moranlar'da ve Forno Buzulu'ndaki irili yaret i sırasında daima, oıüarın yakınma bile sokula-
ufaklı granit blokları çalışıyoruz. Zaman, buz ve mayan kimselere rastladığım anlatıyor. Dinsel bk
1

rüzgarla harikulade yontulmuş, daha kendi halle- çekingenlik, mağaralarda bulundukları sanılan ruh­
rindeyken bile fantastik bir güzellik taşıyorlar. lardan ürküntü onları uzak tutuyor. Öte yandan
Buna insan eli yetişemez. O halde asıl işi neden bugün büe, Kuzey Afrika'nın kaya resimlerine ora­
elementlere bırakıp, yalnızca kendi gizlerimizi lardan geçen göçebeler sunular bırakıyorlar. Mağa­
onlara eski Germenlerin yazıları gibi kazımakla ralar ve kayahklar lüç değişmeden, eskiden nasıl al-
yetmmeyelim?" diye yazıyordu. 2
güamyorsa öyle algüanmayı sürdürüyorlar. O yerle­
G i z i n ne olduğu söylenmez. A m a bu yazımızın rin büyüsü binlerce yüdır yerinde duruyor.
son bölümünde, çağdaş sanatçıların " g i z l e r i n i n , Birçok mağarada uzun, zahmetli bir yolu al­
eski ustaların "taşın r u h u " dediklerinden hiç de çak, karardık ve rutubetli geçitlerle geride bırak­
îarkk oYmad\g\ görülecektir. Dm üe sawat daha ew mak gerekti ama sonunda ortank birdenbire ge­
eski hayvan resimlerinde bile birbirine sıkıca bağ­ nişler ve insan, resimli duvarlarıyla bir salonla
lıdır. Hayvan resimleri Buz Çağı'na (İÖ 60000'den karşılaşır. Yol ve şaşırtıcı sonu ilkel insanlar üze­
10000'e) kadar geriye gider. Bunlar geçen yüzyı- rinde korkunç bir izlenime yol açmış olmalıdır.
kn sonlarında Fransa ve İspanya'nın mağaraların­ Bu salonda bulunan her şeyin kültsü bir gizem
Lascaux m a ğ a r a s ı n d a h a y v a n

resimleri (en solda). Bu resimler y a l n ı z

süs d e ğ i l d i büyülü bir işevleri de

vardı. A n a l o j i k bir büyüyü gösteren,

atış delikleriyle bir b i z o n resmi (solda).

Resmin törensel öldürülmesi av

hayvanının üstünlüğünü g i d e r e c e k t i .

Bugün bile bir anıtın yıkılması

simgesel ö l d ü r m e o l a r a k algılanır.

Macar ayaklanmasında ( 1 9 5 6 )

kırılmış bir Stalin büstü (sağda).

Ayaklanmacılar Stalinist b a ş b a k a n

Rakosi'nin büstünü bir l a m b a d i r e ğ i n e

asmışlardı (sağ dışta).

olarak yaşandığı düşünülmektedir. Ola ki yolun mağara resimlerinde hayvan resimleri arasında za­
zahmeti de mağaranın kuytuluğu da gizin korun­ man zaman bulunan, hayvan kılığına girmiş insan­
ması için düşünülmüştür. ları andıran figürler ilgi çeker. Trois Freres'de hay­
Taş Çağı'nın mağara resimleri hemen istisna­ van postu giyinmiş bir adam, sanki hayvanları ezgi­
sız olarak, hareketleri, duruşları son derece doğal lerle etkilemek ya da büyülemek istiyor gibi basit
olan ve büyük bir sanatsal yetiyle yapılmış olan bir kaval çalar. Aynı mağarada dans eden, hayvan
hayvanları gösterir. A m a gene de gerçeğin natu­ gibi giyinmiş geyik boynuzlu, at kuyruklu, ayı pen­
ralist bir kopyasından başka bir şeyin söz konusu çeli bir insan, yaklaşmakta olan yaklaşık beş yüz
olduğunun beürtileri vardır. Kühn, " E n garip olan hayvanlık bir sürüye hükmeder. Kuşkusuz ki bu
kimi resimlere atışlar yapılmış olmasıdır. Montes- "Hayvanların Efendisi"dir. Bunlar Afrika'nın halen
pan'da, bir yaban çitine sokulmuş bir at gravürü yaşayan kabüelerinin adetleridir. Bunlar bilinme­
görülür. B u , yüzlerce atış dehğiyle delinmiştir. yen, kuşkusuz simgesel olan biçimlerin anlamı so­
Aynı mağaradaki bir ayı heykelinde i k i yüz kırk rusuna yanıt verebilirler. İnisiyasyon törenlerinde,
atış deliği bulunmaktadır. Trois Freres mağara­ gizli birliklerde, krallıklarda da hayvanlar ve hayvan
sında bir ayı resmi üzerinde bu delikler resmedil­ kılıklan belirli bir rol oynarlar. Kral ve kabile şefi
miştir; ayının başı aşağı düşmüştür ve b u r n u n d a n her zaman bir hayvan, çoğunlukla aslan ya da leo­
kan boşanır" diyor. Öldürme sürecini gösteren pardır; İmparator Haile Selasiye'nin unvanı olan
çeşitler sayısızdır. Bumerang'ın isabet ettiği atlar, "Yuda Aslara", bugün büe bu anlamı çağrıştırır.
oklar saph yaban hayvanlar görülür. O n u yakalar- Zaman içinde geriye gidüdikçe ya da ilkel, bu
mış gibi uzanan ve öyle de olan, sayısız el iziyle nedenle de doğaya yakın bir kültür düzeyine ya­
çevrelenmiş hayvan resimleri büinmektedir. kınlaştıkça bu unvan kelime anlamıyla alınmaya
Bütün bu resimler, yüzyılımızda da henüz Af­ başlar. Şef artık yalnız hayvan olarak adlandınl-
rika'da yaşayan avcı kabüelerce uygulanmakta maz, aynı zamanda hayvan olarak yaşanır. Oğlan­
olan bir av büyüsünü anlatıyor. Bu sırada resme­ ların olgunluk törenlerinde tam hayvan kılığında
dilen hayvana bir "eş"in işlevi veriliyor; ona olan, göründüğünde artık tam bir hayvandır ya da da­
ilkel analoji düşüncesine göre gerçek hayvana da ha da korkutucusu, bir hayvan ruhu, bir cindir ve
olur. Resim onun yaşayan özü, en iç varlığının sünneti de o yapar. Bu anda kabüenin ya da so­
simgesi yerine geçer. y u n atasını bedenleştirmekte ya da temsü etmek­
Psikolojinin bakış açısından, her şeyden önce, tedir, bu yüzden de asd tanrının kendisidir. To-
1

tem hayvanı temsil eder ve odur. Bu yüzden Tro- leri bulmuştur. Bunlar daha B u z Çağı törelerinde
is Freres'deki, dans eden hayvan insanın, kılığıy- dans edildiğini gösteriyor. "Yere sade topuklar
la bir tür hayvan cine dönüşmüş olan bir kabile bastırılmış; dans edenler bizonlar gibi adımlarla
şefi olduğunu çıkarsamak doğru ve haklıdır. Za­ dans etmişler. B i r bizon dansı, hayvanların verimi
man içinde birçok yerde, hayvan giysisi, hayvan ve çoğalması ve öldürülmeleri için bir dans yap­
ve c i n maskelerine dönüşmüştür ve bunların sa­ mışlar." 4

natsal biçimlendirilişi büyük ustalıkla kullanılır. Jung anlatımında yerlilerin totem hayvanla
Çoğunlukla bunlarda aşılamaz bir güç, etkileme bağlantılarına, hatta onun kimliğini kazanışlarına
gücü vardır ve tanrı ile aynı saygıyı görürler. Mas­ işaret ediyor. B e l l i törenler bu ilişkiyi oluşturma­
kelerin bugün bile birçok ülkede, en başta İsviç­ ya yarar. Bunlar her şeyden önce çocukların er­
re'de bir halk sanatı olarak algılandığı biliniyor. kekliği kazandıkları olgunlaşma törenleri ya da
Maske sanatsal bütünleme amacıyla klasik çağ ti­ inisiyasyon ritleridir. Oğlan kendi hayvan ya da
yatrosunda olduğu gibi Japonya'da da çeşitli No totem r u h u n u alır, aynı anda da sünnetle kendi­
Oyunlarinda oyuncu maskeleri olarak kullanıl­ sinde dürtüsel ya da hayvansı olanı feda etmek
mıştır. Simgesel geri plan bakımından maske, zorundadır. Bu i k i l i süreçle yalnızca totem klanı­
başlangıçtaki hayvan kılığının anlamından farklı na alınmış olmaz, yalnızca totem hayvanla ilişkisi
değildir. Onun ardında harekete geçen bireysel kurulmaz, bir erkek, dolayısıyla daha geniş bir
dışavurumuyla insan doğası saklıdır. B u n u n için anlamda insan olur.
bunu taşıyan cinin onurunu, güzelliğini ama aynı Doğu kıyılarındaki Afrikalılar sünnet olmamış­
zamanda korku uyandıran ifadesini de elde eder. lara "hayvan" derler. Onlar henüz totem ruhunu
Psikolojik bakış açısından maskenin onu taşıyanı almamış, güdüselliklerini feda etmemişlerdir.
arketipsel bir figüre dönüştürdüğü söylenebilir. Hayvanla insanın henüz ayrılmamış olduğu söyle­
Aslında bütün ya da kısmi kılığın ona uygun nebilir; bu yüzden de içlerindeki hayvan daha üs­
hareketler ve jestlerle bütünlenişi olan dans da tündür ve onlar insan olarak değil, hayvan olarak
başlangıcında kültü tamamlayan bir rit olarak ka­ görülmelidirler.
bul edilir. Bu cinler tarafından, cinlerin onuruna Psikolojik bakış açısından hayvan, insanın gü­
yapüırdı. K u h n , T u c d'Audubert'te yumuşak k i l düsel ve dürtüsel doğasının bir simgesidir. Uygar
üzerinde hayvan heykellerini çevreleyen ayak iz­ insan da kendi dürtüselliğinin gücünü, bilinçdı-

Trois Freres m a ğ a r a s ı n d a tarih öncesi

resimler. S a ğ k e n a r d a boynuzlu ve

pençeli bir insan figürü (en solda).

B u r m a ' d a , maskeli dansçıların

" m a n d a ruhu"na y a k a l a n d ı ğ ı manda

dansı (solda). B o l i v y a ' d a şeytan

dansı ( s a ğ d a ) . Dansçılar d e m o n i k

h a y v a n maskeleri taşıyor. Eski Alman

halk dansı (en s a ğ d a ) . Dansçılar

h a y v a n maskeleriyle c a d ı ve büyücü

kılığında.

236
şından yükselen özerk dürtüler ve duygular kar­ yerleşmiştü. Bunlar bugüne kadar da Zodyak işa­
şısındaki güçsüzlüğünü fark eder. Biünçüliği zayıf retleri olarak geçerii olmuştur. BabiTin tören yolu­
olan ükel insan duyguların akınına karşı kendini n u n duvarlarmda yüz yirmi aslan bulunuyor, bun­
çok daha güçlükle savunabilir. Bu kitabın ük bö­ larm talihsizüği giderecek gücü taşıdıklarına inanı-
lümünde Jung, kötü giden baük avından kötü bü üyordu. Mısırlüarda tanrıça Hator inek başü, A m -
ruh durumunda evine gelen ve kendisini karşıla­ mon koç başü ve Tot baükçü başü ya da maymun
mak için koşan oğlunu öfkeli tepkisiyle öldürüve- olarak gösterilmiştir. Hindistan'da Ganeş, insan bi­
ren Buşiman'ın trajik öyküsünü anlatıyor. K e n d i ­ çiminde ve fü kafaü talih tanrısıdır. Vişnu erkek
ne geldiğinde yaptığının pişmanlık ve kederiyle domuz, Hamıman maymun tanrüardır. Yaratıklar
başa çıkamıyordu. Burada büinçü istencini aşarak dizisinde insan ük sırada değüdir; fil ve aslarım
yıkıcı işlemim yapan olumsuz bir duygulanım pat­ rütbesi daha yüksektü. Yunan mitolojisi de hay­
lamıştı. Böyle bir dürtü gücünü bir hayvan çiniy­ van sembollerini sürdürür ve tanrüarın babası Ze-
le simgelemek son derecede yerindedir. Simge­ us, kuğu, boğa ya da kartal küığmda sevdiği kadın­
nin canülığı ve açıkuğı üısanlarm içlerindeki teh­ lara, oğlanlara sokulmaktan çekinmez. Germen
likeli gücü biçimlendirmelerine yarar. Bu imgede mitolojisinde kedi, tanrıça Freya için kutsanmıştır,
neden ve ne zaman korkması gerektiğini tanıya­ erkek domuz, karga ve at da Odin için kutsaldır.
bilir, simgesel işlemlerle, sunu ve ritlerle onu iyi­ Hıristiyarüıkta da hayvan simgeleri şaşırtıcı bü­
leştirmeye çaüşabiür. yüklükte rol oynar. Dört İncü yazıcısı azizden üçü­
Sayısız mit değerü bir hayvanın kurban edü- ne hayvanlar; Luka'ya boğa, Markus'a aslan, Yu-
mesi gerektiğini, bu sununun bereket hatta yara- van'a kartal refakat eder. Yalnız Matta'nın yoldaşı
tıcüık getireceğini anlatmaktadır. M i t r a tarafın­ bü melektü. İsa'nın kendisi büe, tanrının, babası
dan boğanın kurban edilmesiyle birlikte dünya­ tarafından kurban edüecek olan kuzusu ya da ba­
nın bütün zenginlik ve ürünleriyle ortaya çıkışı da ük olarak ortaya çıkar. A m a aynı zamanda, Allego-
böyleydi. riae Christi'de çarmıha tırmanan yüan ya da aslan
Hemen bütün halkların (dinlerinde en büyük ve ender durumlarda da unicorn'dur (efsanevi tek
tannlar hayvan simgeleriyle düşünülmüş ya da boynuzlu at). Psikolojik bü bakış açısından İsa'nın
hayvan olarak gösterilmiştir. Babülüerde tanrüar hayvan simgeleri tanrının oğlunun, en yüksek i n ­
koç, boğa, aslan, akrep ya da baük biçiminde göğe san figürünün de üstün ruhsal özelliğine rağmen
dürtüsel özelliklerkıden uzaklaşamadığmı göster­
mektedir. Sadece insanüstü olan değil, insanaltı
olan da ilahi olarak yaşanır. Her ikisi de ego kişili­
ğini yüceltir, bu yüzden tanrısal alana aknmışlar-
dır. Her ikisi, içgüdü ve ruhani özellikler, insamn
bütünlüğüne, şelfe aittir ve bu yüzden gizenüi bir
ilişki içindedk. İsa'nın Noel'deki imgesi, hayvanla-
nn arasında, ahırdaki beşik, bu iki kutuplu üişkkün
skngesidir. Sanatta bu en derin anlamı bulmuştur.
Bütün zamanların ve halkların din ve sanatın­
daki hayvan simgelerinde göze çarpan bu zengin­
lik b u n u n ne kadar önemü olduğunu anlatır. Her
simge bilinçdışı bir içeriğin büinçleıüşine yarar
çünkü onu eüe tutulur hale getirir. Burada güdü
ve dürtü dünyası bilinçdışı için bir tehlikedir ama
biknçk bir insanın yasanımda vazgeçilemezdir. İç­
güdü ve hayvansı ruh, fanteziyi daima yeni yara­
tışlara zorlar. Sanki kendisine her d u r u m ve ko­
şulda dikkati çekmek, bilince, hem de gerçekte
olduğu haliyle, yani yasanım ihtimam ve inançla
ele almacak temel bir gerçeği olarak kaydedilmek
istemektedir.

Asknda hayvan ne iyi ne de kötüdür, sadece


doğarım bir parçasıdır. B i r balama kısandan büe
daha yukarıdadır; Jung'un dediği gibi tanrının em­
rini ondan daha iyi yerine getirmektedir. Doğasın­
da olmayan bir şeyi isteyemez. Öbür türlü söyler­
sek içgüdülerini izler. Bu içgüdiüer çoğu zaman

Japonya'da eski No tiyatrosunda


oyuncular maskelerle tanrıları, ruhları
ya da cinleri canlandırır (solda).
Japon dans tiyatrosunda maskeli
oyuncular (sağ üstte). Japon Kabuki
tiyatrosunda maske benzeri bir
makyajla bir ortaçağ kahramanı
olarak giyinmiş oyuncu (sağ altta)

238
bize gizemli görünür ama insan yaşamında da ko-
şulları vardır. İnsan doğasının temeli içgüdüdür.
Ama insanda "hayvansal varlık" (içinde içgü­
düsel psikesi halinde yaşayan) dikkate alınmaz,
yaşamla uzlaştırılmazsa tehlikeli olabilir. İnsan iç­
güdüyü kendi istenciyle denetleme gücü olan tek
yaratıktır, ama onu bastırabilir, saptırabilir daha­
sı yaralayabilir de ve de mecazen ele alırsak bir
hayvan hiçbir zaman onun yaralandığı zamanki
halinden daha tehlikeli olamaz. İnsanda da bastı­
rılmış içgüdüler kontrolü ele geçirebilir, hatta
onu mahvedebilir.

Düşü göreni bir hayvanın kovaladığı bilinen


düşler, hemen daima bir içgüdünün büinci deldi-
ği ve yaşama yeniden kabul edilerek uyarlanmaya
çalıştığını gösterir. Düşteki hayvanın davranışı ne
denli tehlikeliyse, duşu görenin ilkel ve içgüdüsel
ruhu o denli bilinçdışıdır, eğer buna onarılamaya-
cak kadar bozuk bir kötülük yerleşmişse de yaşa­
mına entegre edilmesi daha da zorunludur.
Bastırılmış, zedelenmiş içgüdüler uygar kişiyi
tehdit eden tehlikelerdir; buna karşılık ilkel ada­
mı tehdit edenlerse ketlenmemiş dürtülerdir. Her
iki durumda "hayvan" doğasına yabancılaşmıştır.
Her ikisi için de hayvansı ruhun kabulü bütünlük
ve tam yaşanacak bir yaşam için koşuldur. İlkel
adam kendisindeki hayvanı ehlileştirmen, onu
kendi yardımcı yoldaşı yapmalıdır. Uygar insansa
kendisindeki hayvanı iyileştirmek, kendi dostu
yapmak zorundadır.
Bu kitaba katkıda bulunan öbür yazarlar taş ve
hayvan motiflerinin önemini düşler ve mitler bağ­
lanımda tartışıyorlar. Bense bunları burada yal­
nızca, bu yaşayan simgelerin sanat tarihi (özellik­ Uç d i n d e n h a y v a n görünüşünde tanrılar.

le de dinsel sanat) boyunca görünüşünün genel H i n d u tanrısı G a n e ş a ( N e p a l kral s a r a y ı n d a

b o y a l ı heykel) bilgelik ve mutluluk tanrısı


örnekleri olarak kullandım. Şimdi aynı şekilde en
(üstte). Kuğu görünüşüyle Zeus, Leda'yla
güçlü ve evrensel simgeyi, daireyi inceleyelim. (ortada). Bir o r t a ç a ğ sikkesinin ters

yüzlerinde ç a r m ı h a gerilmiş Isa insan ve

yılan görünüşüyle (sağda).


Sanatta daire simgesi

M. L. von Franz daireyi (ya da küreyi) bütünlü­ ri eklenir ya da duygular heyecanlara yakındır-
ğün ya da şelfin simgesi olarak açıkhyor. Daire ortaya çıkabilmesini anlatır.
motifi ortaya çıktığı her yerde, eski güneş inanç­ Hindistan ve Uzakdoğu'nun sanatmda dört ya
larında ya da çağdaş dinsel görüntülerde, mit ya da sekiz oklu tekerlek, meditasyonda kullanılan
da düşlerde, meditasyon resimlerinde ya da mo­ dinsel imgelerin yaygın biçimidir. Özellikle Tibet
dern kentlerin planlarında, daima yaşamın bir yö­ Lamaizm'inde zengin figürlü mandalalar önemli
nüne, temelindeki bütünlüğe işaret eder. bir rol oynar. K u r a l olarak bu mandalalar, kutsal
B i r Hint yaradılış efsanesi, tanrı Brahma'nın güçlerle evren arasmdaki ilintiyi temsil eder.
b i n yapraklı dev bir altın lotus'un tam ortasmda B u n a karşın Doğu meditasyon figürlerinin bir­
durduğunu, bakışlarım uzayın dört yönüne gön­ çoğu saf geometrik desenlerdir; bu desenlere
derdiğini anlatır. Onun, çiçeğin yuvarlaklığı içinde yantra adı verilir. Bu "soyut" yantralarda daire ve
dörtlü bakışı, yaratış işine başlamadan önceki te­ kareler yarımda üçgen de rol oynar. Bunlar iç içe
mel konumu, vazgeçilemez bir düzen girişimidir. geçen üçgenlerdir; b i r i n i n tepesi aşağıya, öbürü-
Buda'dan da aynı şekilde söz edilir. Doğduğu nünki yukarıya doğrudur. Anlatüara göre bunlar
an bir lotus çiçeği açmış, B u d a ufkun sekiz yönü­ Şiva ve Şakti'nin, görsel sanatlarda da sayısız var­
nü görebilmek için onun ortasına çıkmıştır. B u n ­ yasyonlarla gösterüen tanrı çiftinin birliğidir. Psi­
dan başka yukarıya ve aşağıya da bakıyordu. Dü­ kolojiyle yorumlandığında bu çift, ruhun ya da
zenleyen bakışlar gibi simgesel bir jest, en kısıtlı şelfin i k i k u t u p l u , dişil olduğu kadar erü de olan
sözlerle Prens Siddharta'nın daha doğumunda b i ­ bütünlüğünü temsü etmektedir. Tanrıça dünyevi
ricik bir kişilik, aydınlatma için öngörülmüş bir olanın kişisel ve zamansal dünyasını, tanrı da ru­
Bothisatva olduğunu anlatmaktadır. Kişüiği ve h u n kişisel ve zamansal olmayan dünyasını gös­
Uerideki varoluşu, bir bütünlük izlerıimi verir. termektedir. B i r i bilinçdışı, öbürü biünç içindir.

Brahma ve Buda'da görülen mekan uyumu, Üçgen yantralarda da Şiva ve Şakti'nin resim-
insanın psişik u y u m u için sembolik olarak alına­ sel birleşiminde de karşıtların geriliminin vurgu-
bilir. Bilincin, Jung tarafmdan kendi bölümünde
anlatılmış olan dört işlevi -düşünce, duygu, heye­
can ve sezgi- insanı dünyanın, gerek kendi için­
den gerekse dışından algüamakta olduğu izlenim­
lerini alabümek için donatır. Bu işlevler aracılı­ D o k u z iç içe g e ç m i ş ü ç g e n d e n

oluşan bir Y a n t r a ; bütünlüğü


ğıyla yaşantüarıyla başa çıkacak, onları özümse-
simgeleyen bir m a n d a l a (sağda).
yecek, bunlar aracılığıyla tepkiler verecektir. B u d a n ı n d o ğ u m u n u gösteren

Brahma'nın evreni dörtlü olarak tarayışı, insanın Tibet resmi; alt k e n a r d a B u d a

bu dört işlevin gerekü olduğu entegrasyonunu d a i r e şeklindeki ç i ç e k l e r d e n bir

h a ç üzerinde (en s a ğ d a ) . Büyük


simgelemektedir. (Sanatta daire, sıklıkla sekiz
İskender'in d o ğ u m u n d a m a n d a l a
ışınlıdır. Bu bilincin söz konusu dört işlevinin al­ b i ç i m i n d e yıldızlar g ö r ü n ü y o r .

gısal olarak üst üste gelmesi ve böylece ara dört ( 1 6 . yy elyazması) (sağ üstte).

işlevin daha -örneğin düşünceye sezginin renkle­

240
landığı görülür. Birçoğundaki belirgin erotik c i n ­
sel karakter bundandır. Bu dinamik bir sürece,
yani bütünlüğün yaradılışı ya da oluşuna işaret
eder. B u n a karşüık dörde ya da sekize bölümlü
daire olduğu gibi bütünlüğü, bulunan durağan
büyüklüğü temsil etmektedir.
Zen Budizmi'nin soyut daire resimleri de yant-
ralara akrabadır. Ünlü Zen rahibi Sengai'nin
(1750-1837) " D a i r e " adlı resmine ilişkin olarak
bir başka Zen ustası " Z e n için daire aydınlanma
demektir. Bu insan bütünlüğünü simgeler" de­
mektedir.
Avrupa Hıristiyan sanatında da soyut manda

lalar görünür. Bunların en mükemmel örnekleri


katedrallerin pencerelerindeki güVierdk- ^vsâss.

tRSStv ^ e S \ r a n \ o z n u k düzeye geçirilmiş temsüi-


dir. Dante'ye de kozmik bir mandala, parıldayan
beyaz bir gül biçiminde görünmüştü. Dinsel re­
simlerde İsa'nın ve Hıristiyan azizlerinüı başları

üzerindeki haleleri de mandala olarak kabul ede­


biliriz. Çoğunda yalnızca İsa'nın halesi dörde bö­
lünmüştür. Bu onun, insanoğlu olarak çektiği acı­
ların, çarmıhtaki ölümünün bir bekrtisi, aynı za­
manda da farklılaşmış bütünlüğünün simgesidir.
E r k e n Romanik dönemi küiselerde zaman zaman
soyut daire resimleri görülür; buıüar belki putpe­
rest kökenlere bağlıdırlar. Hıristiyanlık dışı sanat­
ta böyle daireler "güneş tekerleği" olarak tanım­
lanır. Bu çizimler daha tekerleğin bulunuşundan
çok öncesinde, taş devri duvar resimlerinde bu­
lunmaktadır. Jung'un da işaret ettiği gibi "güneş
tekerleği" deyimi yalmzca dışarıdan uymaktadır.
Bütün zamanlarda asıl önemli olan "yuvarlak"
olanın, taş devri insanının da kayalara ceylanlar,
atlar ve sığırlar gibi resmettiği içsel yaşantısıdır.

Hıristiyan sanatında daha birçok resimsel


mandala bulunur. B u n a örnek Bakire'ıün, yanan

241
Dinsel mimarlıkta m a n d a l a ; Kare

planı ve köşelerinde dört kulesiyle

K a m b o ç y a ' d a Angkor-VVat

t a p ı n a ğ ı (solda). D a n i m a r k a ' d a bir

kalenin d a i r e şeklinde kalıntısı (IS

1 0 0 0 ) (sağda), italya'da yıldız

şeklinde surlarıyla P a l m a n o v a kenti - —

(sağ o r t a d a ) . Paris'te Place de

l'Etoile'da o n c a d d e d a i r e şeklinde

a ğ ı z l a n ı r (en s a ğ d a ) .

çalılık şeklindeki tanrı simgesi olan dairesel bir Böyle bir törenle kurulan Roma kenti daire bi­
ağacm merkezindeki resmidir. Hıristiyan sanatın­ çimindeydi. Elbette bu öykü Roma'nın eski ünü
da en yaygın olan mandala ise, dört azizle çevre­ olan "urbs quadrata" (kare, dörtgen kent) tanı­
lenmiş olan İsa görüntüsüdür. B u n u n kökeni eski mıyla çeüşiyor. Bu çeüşkiyi açıklamaya çalışan
Mısır'a tanrı Horus'un dört oğluyla gösterilişine bir teoriye göre "quadrata" sözü, "dörde bölün­
kadar gider. müş" olarak anlaşılmaüdır, çünkü yuvarlak kent
Mimarükta da mandala önemli bir rol oynar kuzeyden güneye ve doğudan batıya giden iki
ama bu gözden kaçar. Oysa hemen her kültürde, yoüa bölünüyordu. Bunların kesişme noktası da
dinsel olduğu kadar dindışı birçok yapının planı " m u n d u s " oluyordu. Öbür teoriye göre bu çelişki,
böyledir. Klasik çağ, ortaçağ ve hatta şimdiki çağ­ daha E s k i Yunan'da uğraşüan, daha sonra simya­
da kent planlamasına girer. Klasik bir örnek, P l u - da rol oynayan, geometride çözülemeyen "quad-
tark'm (İS 46-120), Roma'mn kuruluşunu anlatı­ ratura circuü"nin (dairenin kareleşmesi) görsel
mıdır: görünüşü olarak, simgesel anlaşılmalıdır. Gariptir

Romulus Etruria'dan kendisine masaUardaki ki Plutark da kuruluşun daire törenini anlatma­

gibi, her şeyi belü kutsal törelere ve yöntemlere dan önce "Roma quadrata" demektedir. Belki Ro­
göre, gizlerdeki gibi düzenleyecek olan adamlar ma onun için hem kare, hem daireydi! Her iki

getirtti. Bunlar önce bugünkü Comitium'un oldu­ açıklamadan gerçek bir mandala biçimi çıkar. Bu­

ğu yerde yuvarlak bir çukur açtılar ve oraya ya na Plutark'ın, Etrüsklerin kent kuruluşunu "giz­

yasaların buyurduğu ya da doğamn gerekü kıldığı lerdeki gibi" yani gizenüi olarak öğrettikleri anla­

şeyleri koydular. Önce her biri geldiği yerden bir­ tımı da ekleniyor. Kent yapımında dış biçimden

likte getirdiği bir avuç toprak attı ve hepsini iyice daha fazlası söz konusuydu. Mandala biçimi ken­

birbirine karıştırdüar. Bu çukura -aynı zamanda ti ve elbette oturanları da sadece nesnel olanın

dünya demek o l a n - " m u n d u s " dedüer. B u n d a n üzerine yükseltmektedir. Bu da merkezde bulu­

sonra, burayı bir dairenin merkezi olarak ahp nan " m u n d u s " üe vurgulanır. Bu ad "öte taraf

kentin sınırlarını çizdiler. Romulus bir sabana bir alamyla, ata ruhlarının ülkesiyle bağlantıyı kuru­

saban demiri takıp bir inek ve bir boğayı ona koş­ yor. (Ayrıca mundus, büyük bir taşla örtülüydü.

tu ve derin bir çizgi çekti. Duvar bu yarık üzerine " R u h taşı" adı verilen bu taş belü günlerde kaldı­

yapüacaktı. Kapıların olacağı yerlerde sabam y u ­ rılıyor, yani ölülerin ruhları açığa bıraküıyordu.)

karı kaldırüıp bir boşluk bırakıyor, sonra sürmeye Ortaçağ kenti de usulen bir mandala planıyla
devam ediyordu. inşa edilmiştir. Yaklaşık olarak daire biçiminde
olan bir duvarla çevrilidir. İki ana cadde onu kent na geliyordu. Bu dindar kişüerin yaşam duygusu­
çeyreklerine (quartier) böler ve duvarın dört k a ­ na ve gereksinimlerine uyuyordu. (Modern kent­
pısında sona erer. Caddelerin kesişme noktasın­ lerdeki daire şeklinde planlamada ise estetik ya
da, yani kentin yaklaşık olarak merkezinde kated­ da pratik kaygüarm rol oynadığını Paris'in bu say­
ral durur. Ortaçağın dörde bölünmüş kentinin fadaki havadan çelcilmiş resmi gösteriyor.)
modeli, Kutsal Kitap'm vahiyler bölümündeki, Psikolojik bakış açısmdan her mandala yapısı,
dört köşeli plam ve üç kere dört kapısı olan duva­ ister sivü, ister dinsel olsun, arketipsel bir içeri­
rıyla "Cennetteki Kudüs"tür. Merkezinde ise, ğin dış dünyaya yansımasıdır. Kent, kale, tapmak
vurgulanarak belirtildiği gibi, bir tapınak yoktur. psişik bütünlüğün simgesi olur ve bu yolla bu
Çünkü o Kudüs'ün ortasmda zaten bizzat tanrı­ mekanla karşüaşan ya da orada yaşayan insanlar
nın varhğı bulunur. (Bir kentin mandala tarzmda üzerinde özgün bir etki yapar. Mimarlıkta da bü­
planlanışının modası hiç geçmemiştir. M o d e r n bir tün yansıtmalarda olduğu gibi, büinçdışı bir süre­
örnek Washington kentidir.) c i n , bilinçdışı olmasına rağmen anlanüı bir biçim­
Ne ortaçağ kentlerinde, ne de Ukel ya da eski­ lendirmenin söz konusu olduğunu yeniden bekrt-
çağ kent yapımında mandala temel bir estetik ya mek gerekmez. " B u şeyler düşünülmez" diyor
da ekonomi sorunuydu. B u , mekamn düzenli bir Jung, "Altın Çiçeklerin G i z e m i " adlı Çin kitabı yo­
evrene sembolik yüceltüişi, ortasından öteki dün­ rumunda: " A m a gene de geçmişin karanlık derin­
yaya bağlanan bir yer olarak kutsanması anlamı­ liklerinden, bilincin en derin içgörüsünü ve r u -

O r t a ç a ğ dinsel y a p ı l a r ı n ı n planları

genellikle d a i r e şeklindeydi.

E t y o p y a ' d a K a y a kilise, 1 3. yy

(solda).

Rönesansda İ t a l y a ' d a yuvarlak

kilise y a p ı m ı tutulmuştu. Yuvarlak

bir kilisenin insan vücudu

o r a n l a r ı n a uyan p l a n ı . İtalyan

sanatçı ve mimar Francesko di

Giorgio'nun çizimi, 15. yy

(sağda).
huri en yüksek sezgisini anlatmak, böylece insan­ yoğunluğuna ortaçağda, onun mistiğinde ulaşıl­
lığın bugünkü bilinciyle, çağlar ötesindeki geçmi­ mıştı. B u , simgesel anlatımım yalnızca haçın mer­
şini kaynaştırmak için yükselir." kezinin kaymasında değü, aynı zamanda yüksek­
Hıristiyan sanatında merkezi simge mandala lere tırmanan ve maddeyi alt eden gotik katedral­
değil haç ya da haça gerilmiş İsa'dır. Daha Karo- lerde bulmaktadır. Bunun temeli uzunlamasına
lenj dönemi görsel sunumlarında haç bacakları haçtır. Planları hemen hep ortasında vaftiz tek­
eşit olan bir biçimde bir Grek haçı, dolaylı olarak nesi bulunan, gerçek bir mandala olan vaftiz yer­
bir mandala biçimi gösteriyordu. Zamanla haçın leri bunun istisnasıdır.
ortası yukarıya doğru alındı ve bugün de bilinen, Rönesans'm başlamasıyla insanların dünyayı
kullanılan uzunlamasma haç biçimini aldı. Bu b i ­ kavramasında bir değişim oldu. "Yüksek'e tırma­
çim değişimi, Hıristiyanlıkın ortaçağın ortasına nan hareket I M I yüksek noktasına erişmişti ve ters
kadar içsel bir gelişimine, yani insanlığın, inancın yöne dönmüştü; insan yeniden yere döndü. Bo­
merkezini dünyevi olandan uzaklaştırarak, gittik­ ğanın, bedenin güzelliğini keşfetti, ilk dünya gezi­
çe ruhaniye doğru "yükseltme" eğilimine uyduğu lerine çıktı, dünyanın küre biçimini kanıtladı. Fi­
için anlamlıdır. Bu eğilimin temelinde İsa'nın " B e ­ ziğin, mekaniğin, nedenselliğin yasaları bilimin
n i m krallığım bu dünyada değildir" şeklindeki ana temeli oldu. Mantıklı düşünce ve akim kazançla­
mesajının gerçekleştirilmesi çabası yatar. Bu me­ rının, doğanın keşfinin arkasında, ortaçağda o ka­
sajın çekirdeği olarak, yeryüzü yaşamını, " b u dar büyük rol oynamış olan dinsel duygular, akıl­
dünya"yı ve bedeni aşan yücelik görülebilir. Öz­ dışı ve mistik dünya gittikçe daha geriye çekildi.
lem öbür tarafa yönelmiştir, doyum da cennetten Sanat stili, ortaçağ sanatçılarıyla kıyaslandığında,
göz kırpar. Öte yan için uğraşmanın en yüksek daha gerçekçi, duyumlara dayalı hale geldi. Artık
bütün görünen dünyayı kapsıyordu. Görse/ s a n a t , lığın m e r k e z i r e s m i d e ğ i ş m e d e n kaldı. İsa hâlâ,

bütün ihtişamı ve korkunçluğuyla dünyevi çeşit­ şimdi d e olduğu g i b i L a t i n haçıyla s i m g e l e n i y o r ­

liliği yakalamıştı. K e n d i s i n d e n önceki g o t i k s a n a t d u . Y a n i d i n s e l insanın m e r k e z i , doğaya dönmüş

gibi o d a değişen çağın s i m g e s i o l d u . B u yüzden o l a n dünyevi i n s a n a g ö r e yüksek, m a n e v i p l a n a

kiliselerin yapım s t i l i n i n de değişmesi rastlantı yükselmiş o l a r a k kalıyordu. B ö y l e c e insanın g e ­

sayılamaz. Yüksek g o t i k k a t e d r a l l e r y e r i n e şimdi, leneksel Hıristiyanlığıyla akılcı ve entelektüel

özellikle de İtalya'da a n a yapı d a h a güçlü öne çı­ z i h n i arasında b i r yarılma o r t a y a çıktı. O günden

kıyordu. B u n u n t e m e l i artık ıızunlama haç değil, b e r i çağdaş insanın b u i k i yanı hiç b i r a r a y a g e l ­

daireydi. A m a değişiklik d i n s e l değil, e s t e t i k n e ­ m e d i . Yüzyıllar g e ç t i k ç e insanın doğaya, o n u n

denlere bağlıydı. Bu simge tarihi bakımından yasalarına a r l a n içgörüsüyle b u ayrım g i d e r e k

önemlidir. Bu a n a binaların m e r k e z i n i n , asıl k u t ­ artı ı ve yüzyılda da Batı Hıristiyanının r u h u ­

sal y e r i n boş kalışı ve mihrabın a k s a n t r i k olarak n u bölmeyi sürdürüyor.

duvarın b i r g i r i n t i s i n d e oluşu a n c a k böyle açıkla­ E l b e t t e b u r a d a v e r i l e n kısa t a r i h özeti fazla


nabilir. Bu n e d e n l e gerçek nıandaladan söz e d i l e ­ basit kestirilmiştir. Dahası 1 lıristiyanlık içinde o l u p
mez. Planlarmı B r a m a n t e ve M i c h e n a n g e l o ' n u n biten gizli dinsel hareketleri, çoğu Hıristiyanın
yaptığı Roma'nın S t . P e t e r K i l i s e s i b u n u n i s t i s n a - görmekten kaçındığı inançları, şeytani, c h t o n i k
sıdır. B u n d a m i h r a p ortadadır. B u i s t i s n a nümar- y a d a dünyevi e s p r i s o r u s u n u içermemektedir.
lann dehasına bağlanmak i s t e n i r ; d e h a d a i m a ça­ Bu hermetik hareketler her zaman azınlıktaydı,
ğının h e m içinde h e m üzerindedir. n a d i r e n d e görünür b i r e t k i yaptı. A m a k e n d i y o l ­

A m a Rönesans'ın s a n a t , f e l s e f e v e b i l i m e ge­ larında Hıristiyan spiritüalizmine b i r karşı k u t u p

tirdiği çok i l e r i değişimlere karşın, Hıristiyan­ olıı.şi u r u r l a r .

Rönesansda K o p e r n i k ' i n G ü n e ş merkezli Sanatçının ışık, d o ğ a ve v ü c u d a ilgisi

d ü n y a görüşü o r t a y a çıktı (solda). Rönesansda b a ş l a d ı (en s o l d a :

Sanatsal ilgi d o ğ a y a d o n d u . Tintoretto, 1 6. yy) ve empresyonistlere

L e o n a r d o ' n u n insan kalbinin inceleme k a d a r canlı k a l d ı . Renoir'nın ( 1 8 4 1 -

eskizi (sol altta). 1 9 1 9 ) tablosu (altta).


Simyacıların d a i r e tasarımı (en

solda). Bütünlük ve zıtların

birleşmesinin ( b u r a d a kadın ve erkek

o l a r a k gösterilmiş) simgesi. Dörtgen

ve d a i r e n i n m o d e r n sunumu (1 8 9 4

d ğ . Ben N i c h o l s o n ) , simgesel eğilimi

o l m a y a n sıkı geometrik figürler

(solda).

J a p o n ressam Sofu Teşigahara'nın

( d ğ . 1 9 0 0 ) güneş tekerleği. Daire

biçimini asimetrik düzenlemekte

m o d e r n ressamların eğilimini o da

izliyor (sağda).

İS 1000 dolaylarında ortaya çıkan birçok tari­ Böylece yüzyıllar boyunca izlenen i k i sunum
kat ve hareket arasında simya önemli bir rol oy­ tarzı, iki stil görülüyor. B i r i dış dünyaya, duyum­
nar. Simya Hıristiyanlıkın ileri sürdüğü "ilahi r u h " ların dünyasına, öbürü düşlerin dünyasına, içgö-
yanında "maddenin r u h u " n u üeri sürüyordu. R u h rüntülere, fanteziye tutunmaktadır. Bunların ti­
ile maddeyi birleştiren bir bütünlüğün peşindey­ pik işaretleri çıkarılmaya çalışılmıştır. Yeni za­
di. Bu bütünlük için bin ad, simge kullandı. B u n ­ manlarda, mağara resimleri araştırmalarıyla tanı­
larm en önemlilerinden biri "quadratura c i r c u l i " dığımız H. Kühn, "imajinativ" yani fanteziden çı­
(dairenin kareleşimi) gerçek mandalaydı. kan ve "sensoryel" yani doğaya uyan stüi birbirin­
Simyacılar deneylerini, yaşantılarını yalnız den ayırır. Her i k i kavram da öyle basit ve açık
sözcüklerle anlatmamış, düşlerim, düşlemlerini görünüyor ki bunları kullanmayı yeğüyorum.
birçok resimle de vermişlerdir. Bunlar yaratıcılık İmajinativ sanatm ilk kanıtları çok eskilere
ve simgelemde üstüne çıkılamayacak semboük uzanıyor. A k d e n i z havzasında İÖ üçüncü bin yıl­
resimlerdir. Sanat kaütesine nadiren ulaşırlar. da en parlak dönemine ulaşıyor. Bu eski sanat ya­
Büyük Flaman ressamı Hieronymus Bosch (1450 pıtlarında "yapamamak" ya da "henüz yapama­
civarı) bu sanatın en i y i temsilcisi sayılabilir. Ya- mak" değü, dinsel-ruhsal bir kavrayışın belirli an­
pıtlarmdaki simgeler en önce simya bakımından latımının söz konusu olduğu şimdi anlaşılıyor.
anlaşüabiür. Bugünkü sanat bu eski yapıtlarla yeniden yakın
Simyacüar yalnız ve sakü, fantastik olduğu ka­ bir ilişki kuruyor, çünkü yarım yüzyıldan fazladır,
dar derin anlamlı, bir o kadar da sofu yapıtlarını sanatsal anlatım imajinativ olarak tanımlanacak
yaratırken öte yanda aydınlık gün ışığında d u ­ olan bir evrede bulunuyor.
yumlara yönekk sanatın mükemmel eserleri do­ Bugün de geometrik ya da "soyut" daire sim­
ğuyordu. Rönesans'tan beri durmadan yeniden gesi resimde dikkate değer bir yer tutuyor. Ama
keşfedüen dünya, doğa karşısmdaki hayranlık öy­ birkaç istisnayla, değişen zamana uygun olarak,
le büyük oldu ki ardmdan gelen beş yüzyüın gör­ karakteristik bir değişim geçiriyor. Yuvarlak artık
sel sanatını etküefrıeyi sürdürdü. Duyumsal, do­ dünyayı kaplayan, resmi dolduran tek ve belirgin
y u r u c u ana, ışık ve atmosfere bağlı sanatın son figür değildir; çoğalnuş, neredeyse rastlantıyla
temsilcüeri 19. yüzyüın empresyonistleriydi. ortamda bulunan, gevşek şekilde bir arada duran

246
bir grup olarak görünüyor. Bazen daire yüzeyi,
Robert DelaunayTn ünlü güneş halkalarındaki gi­
bi asimetrik yapüanmıştır. Henri Matisse'in " V a ­
zodaki Latin Çiçekleri ile Natürmort" tablosunda
bakışın odağında eğri siyah bir kalas üzerinde,
L a t i n çiçekleıinin çok sayıda yaprağı yeşil bir y u ­
varlağa doğru gelişmekte ve küre sol üst köşesi
kıvrılmış, kare bir figürü kapatmaktadır. Bu güzel
resme bakarken daire ve dörtgen formlarının bir
zamanlar birbirine ait olduğu, düşünceler, duygu­
lar dünyasını anlattıkları hiç anrmsanmaz. A m a
anımsayan ve b u n u n anlamını soran, çağlardan
beri bir bütünü oluşturan elementlerin, artık kop­
tuğunu, ayrıldıklarım ama gene de var oldukları­
nı, birbirlerine dokunduklarım düşünür!

Rusya doğumlu sanatçı Vasili Kandinsky'mn


yaptığı bir resimde sabun köpükleri gibi görünen
birbirinden ayrı renkli toplar ya da daireler var­
dır. Bunlar da gerideki büyük bir dörtgen, bunun
içinde de kareye yalan i k i küçük dörtgenle bağ­
lantılıdır. "Birkaç D a i r e " adını verdiği bir başka
resminde gene koyu bir bulut (ya da ona çarpan
bir kuş) ve düzensiz bir grup renkli küre ya da
daireler görülür.
İngüiz sanatçı P a u l Nash yuvarlağı gizemli bir
bağlantıyla gösterir. "Aşağılardaki Şey" adlı res­
minde, dünyanın yaradılış çağından boş bir man­
zarada ön planda bir top bulunuyor. B i r tenis to­
pu görünümündeyse de üzerindeki çizgiler Çin'in
sonsuzluk işareti olan Tai-gi-t'u gibi görünür ve
manzaranm boşluğu karşısında yeni bir boyut

"Aklın Sınırlan" (Paul Klee, 1 8 7 9 -

1 9 4 0 ) . B u r a d a d a i r e simgesel a n l a m

k a z a n ı y o r (solda).
açar. " B i r Düşten Manzara adlı resmi de aynı
oluşumu gösterir; bir aynaya yansıyan sonsuz de­
r i n bir manzaradan toplar yuvarlanır, ufukta da
dev bir güneş görünür. B i r top da kare biçiminde­
ki aynanın ön tarafındadır.
İsviçreli sanatçı P a u l Klee "Anlayışın Sınırları"
adlı tablosunda basit bir küre ya da daireyi mer­
diven ve çizgilerden oluşan karmaşık bir figür
üzerine yerleştirmiştir. Dr. Jung, gerçek bir sim­
genin, düşünülenin düşünülemez, ancak sezüir
ve hissedilir olduğu zaman göründüğüne işaret
eder. Bu da Klee'nin "Anlayışın Sınırları" ile dü­
şündüğüdür.
Şuna işaret etmek gereklidir ki kare, dikdört­
gen ve kare, dikdörtgen ve romboid grupları, mo­
dern sanatta daire kadar sık ortaya çıkar. Kare­
lerle oluşturulan harmonik (gerçekten "müzi-

D e l a u n a y ' i n ( 1 8 8 5 - 1 9 4 1 ) gevşek

d a ğ ı l m ı ş daireleri "Formes circulaires:

soleil, lune" (üstte). Kandinsky'nin

(1 8 6 6 - 1 9 4 4 ) "Birkaç daire"si (solda).

Paul N a s h ' ı n ( 1 8 8 9 - 1 9 4 6 )

" L a n d s c a p e from a Dream"i (sağda).

Pierre M o n d r i a n ' ı n (1 8 7 2 - 1 9 4 4 )

d ö r t g e n biçimlerin e g e m e n o l d u ğ u

" K o m p o z i s y o n " u (altta).


kal") kompozisyonların ustası Hollanda doğumlu yet taşıdığı anlaşılıyor. Zamanımızın (yalnızca
sanatçı Piet Mondrian'dır. O n u n resimlerinde k u ­ renkli bir yapılanma ya da "ilk madde"yi göste­
ral olarak hiçbir gerçek merkez yoktur, gene de ren) belli soyut resimlerinde de bu tarz zaman
kesin, neredeyse asketik tarzlarıyla düzenli bir zaman yeni bir gelişimin dokusuymuş gibi ortaya
bütün oluştururlar. Diğer sanatçıların resimlerin­ çıkıyor.
deki düzensiz dörtlü kompozisyonlar ya da gev­ Daire simgesi günümüzün yaşamında çok de­
şek olarak gruplanmış sayısız dikdörtgenler daha ğişik bir olguda da garip bir rol oynamıştır, zaman
da yaygındır. zaman hâlâ da oynamaktadır. İkinci Dünya Sava-
Daire psikenin simgesidir. Eflatun da psikeyi şinm son yıllarında uçan yuvarlak cisimlere iliş­
küre olarak tanımlamıştır. Kare ve sık sık da dik­ kin "görsel d e d i k o d u " ortaya çıkmış, bunlara
dörtgen toprağa bağlı maddenin, bedenin, ger­ uçan daire ya da U F O (Unidentifıed Flying Ob-
çekliğin simgesidir. En modern sanatla bu iki t e jeets = Tanmılanamayan Uçan Nesneler) denme­
mel biçim arasındaki bağlantı ya yoktur ya da ye başlanmıştır. J u n g bunları "Gökte Görülen
gevşek ve rastlantısaldır. Bunların ayrılığı 20. Şeylere İlişkin Modern B i r M i t " kitabında incele­
yüzyü insanının psişik d u r u m u n u n bir başka an­ miştir. UFO'ları, bütün zamanlarda daireyle sim­
latımıdır; r u h u köklerini yitirmiştir, dağılmak gelenen bir psişik içeriğin, yani bütünlüğün pro­
üzeredir. Bugün dünyanın d u r u m u n d a (Dr. jeksiyonları olarak açıklar. Başka türlü söylersek,
Jung'un giriş bölümünde işaret ettiği gibi) bu ay­ bu "görsel dedikodu", zamanımızın birçok düşün­
rılma geçektir. Dünyanın batı ve doğu yarım kü­ de de görüldüğü gibi, bilinçdışı kolektif psikenin,
releri Demir Perde ile bölünmüştür. apokaliptik çağımızdaki yarılmayı daire simgesi

A m a kare ve dairenin görünüş sıklığı abart ıl- aracılığıyla yeniden iyileştirme çabasıdır.

mamalıdır. Bunların simgelediği yasanım temel

faktörlerini bitince çıkarmanın kesinlikle bir a< di­

1 6 . y y ' d a n A l m a n broşür. G ö k t e g a r i p

yuvarlak nesneler görünüyor. İkinci Dünya

Savaşı sonrasındaki y ı l l a r d a görülen "uçan

daireler"i andırıyorlar. Jung bunu, bütünlük

arketipinin yansıması o l a r a k açıklamıştı

(üstte).

249
Sembol olarak "modern resim"

Bu bölümde "modern resim", "modern sanat" de­ Üzerine" adlı ünlü yazısmda, "Her çağın sanatsal
yimleri sokaktaki adamın verdiği anlamda kulla- özgürlük ölçüsü kendine göredir. Bu özgürlük sı­
nüacaktır. B e n i m ele alacağım ise Kühn'ün deyi­ nırını da en güçlü deha bile geçemez" diye for­
7

miyle modern imajinativ resimdir. Bu t ü r resim­ müle etmiştir.


ler soyut, daha doğrusu non-figürativ olabiürler Yarım yüzyıldan beri artık " M o d e r n Sanat"
ama hep öyle olmak zorunda değüdirler. Favizm, duyguları etkilemektedir. Tartışma bugün de
Kübizm, E k s p r e s y o n i z m , Fütürizm, Süprema- başlangıcında olduğu kadar sıcaktır. Olumlayan-
tizm, Konstrüktivizm, Orfizm gibi çeşitü tarzlar lar ile karşı çıkanlar birbirleriyle çarpışırlar ama
arasmda bir ayrım çabam olmayacaktır. Bu grup­ y e m anlatım biçimleri hiç öngörülmediği kadar
lardan biri ya da öbürüne özelükle yöneürsem bu dayanmıştır. O n u tehdit eden tehlikeler yalnızca
tamamen rastlantısal olur. Modern resimlerin es­ dejenerasyon ve stil ya da moda olarak donma-
tetik ayrımıyla, özelükle de sanatsal değerlendir­ sıdır.
mesiyle ügüenmiyorum. Modern imajinativ resim Geniş kitlede -en azından Avrupa'da- yandaş
burada yalnızca çağımızın bir olgusu olarak ele ve karşıtlar çatışıyor. A m a tartışmanın sıcaklığı,
alınmıştır. Onun semboük içeriği sorusunun tartı- her iki tarafın temsücilerinin de duygusal olarak
üp yanıtlanabüeceği tek yol budur. Bu kısa bö­ etkilendiklerini gösterir. Karşıtlar da yadsıdıkları
lümde yalnız birkaç sanatçıdan söz edilebiür, ya­ yapıtların etkisinden kurtulamıyorlar. Rahatsız
pıtlarından yapüacak seçmeler de az çok rasgele­ ya da öfkeüdirler ama duygusalükları, etküendik-
dir. Modern sanatı, az sayıdaki temsücisi bakı­ lerini gösteriyor. Olumsuz hayranlık da olumlu
mından tartışırken bir sınır içinde kalmalıyım. hayranlık kadar önemlidir. Modern sanat sergile­
Çıkış noktam, sanatçının b ü t ü n zamanlarda rindeki ziyaretçi sayısının yüksek oluşu yalnız
çağının ruhunun aracısı, sözcüsü olduğu gerçeği­ meraktan daha fazla bir şey olduğunu gösteriyor.
dir. Yapıtı kendi psikolojisiyle ancak kısmen anla- Merak olsa çabuk doyurulurdu. Yapıtlar için öde­
şüabilir. Bilinçfi ya da büinçsiz olarak sanatçı za­ nen fantastik fiyatlar ise verilen sosyal değerin
manının, sonunda kendisini de biçimlendiren do­ ölçüsüdür.
ğasına, değerlerine biçim verir. Hayranük, büinçdışı etküendiği zaman ortaya
Modern sanatçı çoğunlukla zamanıyla yapıtı çıkar. Modern sanat yapıtlarının etkisi yalnız gö­
arasındaki etkileşimi algüar. Fransız ressam ve rünüşleriyle açıklanamaz. Klasik ya da duyumsal
eleştirmen Jean Bazaine, "Notes sur la peinture sanata eğitilmiş göz için bunlar aüşümamıştır, ya­
d'aujourd'hur'sinde 3
"insan istediği resmi yap­ bancıdır. Nonfigürativ sanatta izleyiciye kendi
maz; söz konusu olan, b ü t ü n gücüyle çağın yapa­ dünyasını anımsatacak hiçbir şey yoktur; hiçbir
bileceğini yapmaktır" der. B ü i n c i Dünya Sava- şey kendi gündeük çevresinden değüdir, hiçbir
şı'nda ölen A l m a n ressam Franz Marc, "büyük ya- insan ya da hayvan tamdık bü dü konuşmaz. Sa­
ratıcüar biçimlerini geçmişin sislerinde aramaz, natçının yarattığı bir dünya ve evren beürtisi de
zamanlarının gerçek en derin ağırük merkezine yoktur. Gene de insanla bir bağlantısı vardır. Üs­
yönlenirler." diye yazıyordu. Daha 1911'de Rus
6
telik bu bağlantı belki de duyumsal sanatm doğ­
ressam Kandinsky bunu, "Sanattaki Spiritüel rudan hissettüip yaşattığından daha yoğundur.

250
Çağdaş sanatçı insanın içine bakışını, yaşamın ne de " M o d e r n S a n a f ' m simge içeriğini soruştu­
geri planını anlatmak ister. Bu durumda sanat ya­ ran psikologlar için bu yazüarm incelenişi çok
pıtı yalnız somut, "doğal", duyumsal olarım alam­ açıklayıcıdır. Bu yüzden aşağıdaki tartışmada sa­
ın değil, bireysel alam da terk eder. Son derece natçının kendisinden olabildiğince sık söz edü-
kolektif olur, böylece birkaç kişiye değil birçok melidir.
kişiye dokunur. Bireysel olarak kalan sunumdur, " M o d e r n Sanat"ın başlangıcı tarihi olarak
tarz ve kalitedir. Bilmeyen için çağdaş sanatçının 1910 alınabilir. Bu başlangıç döneminin en güçlü
duygulanumıun gerçek, yapıtının anlatımının iç­ kişiliklerinden biri, etkisi yüzyüın ikinci yarısmda
ten, taklit edilmiş ya da etki altında kalarak mı da izlenebüen Kandinsky'di. "Biçim Sorununa
yapılmış olduğunu anlamak zordur. Çoğu zaman D a i r " adü denemesinde şöyle yazıyor: "Bugün
8

önce yeni çizgi ve renk kullanımına alışması gere­ sanat açıklanabilecek olgunluğa ulaşmış olan
kir. B u n u bir yabancı dil öğrenir gibi öğrenmesi "spiritüei'i temsü ediyor. Bu temsilin biçimleri i k i
gerekir. Sonra güzelliklerini, anlatım gücünü ve kutupta toplanabüir: 1. Büyük soyutlama, 2. Bü­
kaütesini keşfedecektir. yük realizm. Bu iki kutup önümüze, bü erekte
Bu yüzyılın sanatınm öncüleri yeni s u n u m sonlanan iki yol açıyor. Sanatta bu iki unsur her
tarzlarının seyirciye nasü geldiğini hissetmiş ol- zaman vardı; birincisi ikinci içinde ifade edüirdi.
maüdırlar. Daha önce, 20. yüzyüın yenilikçileri gi­ Bugün her i k i u n s u r u n varüklarım ayrı ayrı sür­
bi kimse, ereklerine ilişkin o kadar büdiri, yazı ya­ dürdükleri görülüyor. Sanat anlaşılan soyutun
yınlamamıştır. Burada söz konusu olan yalnız nesnel olanla anlatımı ya da tersi gibi hoş bütün­
başkalarma kuramsal açıklamalar değil, daha çok lemelere bir son vermiş."
kendi sanatsal inanç bildirileriydi. Bunlarm çoğu İki örnek Kanoürısky'nin varsayımını açıklaya­
da çeüşküi, kanşık, bazen de şürsel, kendi yaratı­ bilir. 1913'te Rus Kasünir Maleviç, beyaz zernin
cı çaüşmalarını garip bir biçimde açıklayan dene­ üzerinde siyah bir kareden başka bü şey görülme­
melerdi. Sanatçılar başkalarıyla değil, kendileriy­ yen, belki de yüzyılın ilk soyut resmim yaptı. B u ­9

le hesaplaşmaya çaüşıyorlardı. na üişkin olarak "sanatı, nesneler dünyasının den­


Asü önemü olan, sanat eseriyle doğrudan kar­ gesinden kurtarmak için umutsuz bir çaba sonun­
şılaşmadır, her zaman da öyle olmuştur. A m a ge­ da kare biçimine sığmdım" diye yazıyordu.

Duyumsal y a d a nesnel sanat, düşsel

y a d a " g e r ç e k d ı ş ı " s a n a t a karşı. Tavrın

d o n d u r u l d u ğ u nesnel sunumun ö r n e ğ i :

Bir k u m a r b a z ı n batışını a n l a t a n bir

d i z i d e n ( W i l l i a m Frith İngiltere, 1 9 . yy)

( s a ğ d a ) . İmajinativ ve kesin soyut sanat

ö r n e ğ i (Kazimir M a l e w i t s c h , 1 8 7 8 -

1 9 3 5 ) (solda).
Kurt Schwitters'in (1 8 8 7 - 1 9 4 8 ) iki

k o m p o z i s y o n u . O n u n düşsel tasarımları

alışılmış g ü n d e l i k nesnelerin (eski biletler,

kağıt, m a d e n vb) üstüste getirilişiydi (solda ve

üstte).

H a n s A r p ' ı n ( d ğ . 1 8 8 7 ) bir a r a y a getirdiği

tahta p a r ç a l a r ı (sol altta). Picasso ( d ğ . 1881)

plastiğini y a p r a k l ı bir d a l l a bütünler (altta).


Bir yıl sonra Fransız ressam Marcel Duchamp,
Nesnelerin gizemli ruhu
rasgele seçtiği bir nesneyi, bir şişe k u r u t u c u y u
bir sehpa üzerine yerleştirip bir sergiye koydu.
Jean Bazine buna ilişkin olarak: "Kullanım ama­
Gördüğümüz gibi, "büyük s o m u f ' u n çıkış noktası
cından uzaklaşıp kıyıya atılmış olan bu şişe k u r u ­
Duchamp'ın ünlü, garip şişe kurutucusuydu. Şişe
tucu, garip bir efendisiz nesne olma onuru kaza­
kurutucu yapılışında sanatsal değüdi. Duchamp
nıyor. Hiçbir işe yaramaz, amade, her şeye hazır
kendisini anti-sanatçı olarak adlandırıyordu. A m a
yaşıyor. Huzursuz eden, anlamsız bir yaşamın ke­
onunla, sayısız sanatçı için önemli bir rol oynaya­
narında yaşıyor. Huzursuz eden nesne; bu sanata
cak olan bir unsur günışığına çıkmıştır. Onlar buna
atılan ük adım" diye yazıyordu. Kare ve şişe k u r u ­
"objet trouvé" ya da "ready made" diyorlardı. Nes­
tucu, sanatla kelimenin dar anlamıyla hiç ilişkisi
nenin büyüleyici etkisi Wssedilmeye başlanmıştı.
olmayan sembolik jestlerdi. Gene de bunlar bir­
Örneğin İspanyol ressam Joan Miro her gün
birlerini karşıt sınırlara ("büyük soyutlama", "bü­
şafakta kumsala "dalgalarla yıkanmış nesneleri
yük realizm") götürüyorlardı, gelecek onyılların
toplamak için" gider, "kişiliklerini keşfedecek b i ­
sanat tarzım da bunlar yönlendireceklerdi. Ne
rini bekleyerek orada yatan nesneler" bunları
olursa olsun bunların aralarında içsel bir ilişki bu­
bulduğunda atölyesinde saklar. Zaman zaman on­
lunmaktadır: K o r k u yüklü, huzursuz eden nesne
lardan bazüarım alır, çok da üginç kompozisyon­
soyutlamaya götürür; r u h maddeyi aşacaktır. lar ortaya çıkar. "Sanatçı sık sık kendi yarattıkla­
Psikolojik açıdan, çıplak nesneyle soyut nes- rının biçimleri karşısmda şaşırır."
nesizük gibi ayrı kutuplardan i k i jest, o zaman, B i ­ Daha 1912'de İspanya doğumlu sanatçı Pablo
rinci Dünya Savaşı öncesi insanlardaki, sanatta Picasso ve Fransız sanatçı Gerges Braque, çöpler­
simgesel bir anlatım bulan psişik yarılmayı göste­ den topladıklarıyla "collages'lar yapıyorlardı. 10

rir. Bu yarılmanın kökeni, bu bölümde de göste­ Max Ernst resimli "big business" çağının resimli
rilmeye çahşıldığı gibi, çok öncelerde aranmalıdır. dergüerinden kupürler kesiyor, onları kendi fante­
Bu daha Rönesans'ta da hisseduiyordu, o zaman zisine göre bir araya getirip, burjuva yaşamı at­
kendini doğa bilimleriyle din, bilmek ve inanmak mosferini, demonik, kabus benzeri bir gerçekdışı-
arasmda belli ediyordu. O zamandan beri insan na çeviriyordu. A l m a n ressam Kurt Schwitters
uygarlığı doğal temellerinden, içgüdüselin alanın­ kendi çöp tenekesinin içindeküerle çalışıyordu; çi-

dan daha da uzaklaşmış, böylece aradaki uçurum vüer, paket kağıtları, yırtık eski gazete parçalan,

giderek daha derinleşmiştir. Artık, bUinç ve b i ­ tiren büetleri ve kumaş artıklarım bir araya getiri­

linçdışının uyuşmazlığı gibi, nesne dünyasıyla r u h yor, bunları garip güzellikleri şaşırtıcı bir etki ya­

dünyasının karşıtlığı şeklinde de yaşanıyor. Bu i k i pan orijinal bir bütünde birleştiriyordu. A m a


Schwitters'in bu nesneler saplantısı, bu "nesneler­
kutup arasındaki gerilim, çağdaş insanm, sanat
den marük büyüleniş" 11
bazen anlamsızlığa kadar
yapıtlarında anlatım bulmaya çalışan psişik d u r u ­
da gidiyordu. "Nesnelere Adanmış Bir Katedral"
munu karakterize ediyor.
adım verdiği yapıyı çöplerden inşa etti; üzerinde
10 yü çalıştı, buna yer açmak için kendi evinin üç
katuu deldirdi. Bu katedralde çöpler arasmda i n ­
sanlar için hiç yer bulunmuyordu.

Psikolojinin bakış açısmdan bu "objets tro-


uvé'ler, " c o l l a g e ' l a r , absürd değerlendirilmiş
nesneler ve bunların büyüleyici etkisi, Scwit- geride duran, sanatın b ü t ü n gizenüi ihtişarruru
ters'in yapıtlarıyla, "Modern Sanat"ın insan zihni­ oluşturan daha yüce durumunu tanımamızı sağ­
nin ve sembollerinin tarihinde alacakları yerin ük layan, aüşümış eşyadır" diye yazıyordu. 12

beürtüerüü veriyor. Burada eski bir geleneğin, bi- Paul Klee ise "nesne, dışmdan anlaşüdığından
linçdışı da olsa sürdürüldüğünü gösteriyor. B u , daha fazla bü şey olduğunu büişimiz sonucunda,
aralarında özelükle simyanın ve hermetik felsefe­ dış görünüşünün ötesine doğru genişlemiş olur" 13

nin bulunduğu, ortaçağ gizü dinsel hareketlerinin diyordu. Jean Bazaüıe de " b ü nesne bize, kendisi­
geleneğidir. Sünyacüar da maddeyi, maddenin ni aşan güçlerle dolu göründüğü için bizde sevgi
ruhunu kendi meditasyonlarımn objesi durumu­ uyandırır" 14
diye eküyordu. Bu çok kez yinelenen
na yükseltmişlerdi. Schvvitters en değersiz mad­ "nesnenin ruhu" ya da "maddenin ruhu" kavramla­
deyi, çöp kovasmdaki atıkları sanat eseri değeri­ rıyla, eski bü simyacı varsayımı da yeniden canla­
ne, "katedral" düzeyine yükseltirken, bitmeden nıyordu; maddeye sıkışmış olan bü ruhu kurtanp
simyacüarın özdeyişim, aranan değerin pisükte serbest bırakmak, eski bü simya kavramıdır. Bilin­
bulunacağı ükesini izlemekteydi; "In stercore in- cin bUebüişinin sona ulaştığı, kavranamayacak ola­
ventur." Aynı gerçeği Kandinsky de dile getirir: rım başladığı her yerde, kolektü bilinçdışından
"Bütün ölüler titrer. Yalnızca şiirlere konu olan böyle tasarımlar ortaya çıkar. Sünyacüar "malze­
yıldızlar, ay, ormanlar, çiçekler değü sokaktaki me ve değişüıü" bilmecesüü kendi tarzlarında çöz­
çamurdan göz kırpan pantalon düğmesi de... Her meye uğraşmışlardı. Yüzyılımızın inşam için "mad­
şeyin, konuşmaktan çok susan bir ruhu vardır." de" fizik sayesinde aküdışı bü kavram olmuş, böy­
Sanatçüarın olduğu kadar simyacüarın da bü- lece nesneler de giz haline gelmiştir.
mediği, maddeye ya da eşyaya kendi ruhlarmdan Birçok sanatçının hissettiği "nesnenin gözün
bir parçayı yansıttıkları gerçeğiydi. Bunların, hat­ gördüğünden daha fazla bir şey olduğu" duygusu,
ta çöplerin büe büyüleyici etkisi, aldıkları yüksek İtalyan ressam Giorgio de Chirico'nun yapıtların­
değer, o "gizenüi canlanış" bundandı. K e n d i ka­ da vurgulanıyor. Kendisi bir mistik, aradığını hiç
rardıklarım, dünyevi gölgelerini, kendilerinin ve bulamayan trajik bir arayıcıdır. K e n d i portresinin
zamanlarının yitirdiği psişik içeriği ona yansıtı­ (1908) altma " E t quid amabo nişi quod aenigma
yorlardı. A m a simyacılardan farkü olarak modern est?" (Ve bende sevdir olan bulmaca değilse ne­
sanatçüar Hıristiyan düzeni içme katılmıyorlar, dir?) diye yazmıştı. 15

onun tarafından korunmuyorlardı. Hatta Schvvit- Chirico, "pittura metafísica" ekolünün kuru­
ter'in yapıtı bir bakıma küiseye karşıydı. Hıristi­ cusuydu. " H e r nesnede" diye yazıyordu, "İki yön
yanlık madde alemini aşmaya çalışırken, o nere­ bulunur; her zaman gördüğümüz, herkesin gör­
deyse fanatik bir tek yarüüıkla maddeye bağü ka- düğü, bilinen yan üe ruhsal ve metafizik olan, an­
üyordu. A m a paradoks olarak Schvvitter'in tarzı cak nadir kimselerin, berrak bilinç anlarında, me­
nesnelerin somut gerçekliklerini ele geçirir. R e ­ tafizik meditasyonla görebüdiği yan. Bü sanat ya­
simlerinde malzeme soyut sunumların soyut un­ pıtı, dış görünüşünde görülemeyen bir şeyi anlat­
suru olur. Kendini soyutlamaya başlar. A m a bu malıdır". 16

garip şeküde o arım gerçeğine uygundur; aynı an­ Chirico'nun yapıtları nesnelerin "ruhsal yö-
da fizikte maddenin mutlak " s o m u t l u ğ u sorgu­ n ü " n ü görünür küar. Bunlar gerçeğin, bilinçdışın­
lanmaya başlanmıştır. dan görüntüsel olarak gelen düşsel transpozis-
"Nesnenin gizü ruhu", varoluşun geri plam o yonlarıdır. A m a "metafizik soyutlama"sı korkutu­
sırada ressamları uğraştırıyordu. Carlo Carra, cu bir katüıkla anlatılmıştır. Resimlerdeki atmos­
" B u basitlik biçimini ortaya çıkaran, varoluşun o fer kabus ve melankolidir. İtalyan kentlerinden

254
nıydı. Elbette Chirico'nun "durgun güzellik"te
bulunan "korkunç boşluk"u gösterip göstereme­
diği kuşkulu kalabüir. Resimlerinin çoğu huzur­
suz edicidir, hatta kimi bir kabus gibidir. Ama
"boşluk"a sanatsal anlatım kazandırmaya yoğun­
laşmasıyla, bugünün insanımn ana sorunsalına
kadar üerleyebilmiştir.
Chirico'nun dayandığı Nietzsche, keşfettiği kor­
kunç boşluğun nedenini "tanrı öldü" diyerek büdi-
riyordu. Chirico'nun çağdaşı Kandinsky de benzer
şeküde formüle ediyordu: "Gökyüzü boşaldı. Tanrı
öldü". Bu söylemler duyulmamış bir etki yapabilir,
18

ama yeni değüdir. Tanrının ölümü ve bunun sonu­


cu, "metafizik boşluk" daha 19. yüzyüda edebiyat-
çüan, özellikle de Almanya ve Fransa'da huzursuz
Gerçeküstü sanatın ö r n e ğ i o l a r a k
etmişti. " Şimdi 20. yüzyüda açıkça tartışılmaya
1

René M a g r i t t e ' i n ( d ğ . 1 8 9 6 ) "Le

Souliers Rouges"u. Uygunsuz başlanan ve sanatta simgesel anlatım bulan uzun


elemanların bir a r a y a gelişi a b s ü r d , bir geüşimdi. Böylece çağımızın sanatının Hıristi­
irrasyonel ve düşsel etkiyi yanlıktan ayrıksı mühürleniyordu.
uyandırıyor.
J u n g da bu garip, zor anlaşılır "tanrının ölü­
mü" görüngüsünü, çağımızın bir olgusu olarak ele
almıştır. "Büiyorum ki ve bununla da sayısız baş­
ka kısarım da büdiğini vurgulamış oluyorum, şim­
çeşitli alanlar, kuleler, nesneler olağanüstü kes­
d i k i zaman, tanrının görünmezkği ve ölümü çağı­
kin bir perspektiften ve sanki havasız bir mekan­
dır." Yularca hastalarının düşlerinde, yani mo­
da, görünmeyen bir ışık kaynağından gelen acı­
dern insanlarm bilinçdışında, Hıristiyan tanrı i m ­
masız soğuk bir ışıkta görünür. A n t i k tamı başla­
gesinin solmakta olduğunu gözlemledi. Bu imge­
rı, klasik geçmişle bağlantıyı oluşturur.
n i n yitimi, yaşama anlam veren yüce bk etmenin
E n korkutucu resimlerinden birinde mermer yitimi demektir.
bir tanrıça başının yanma bü çift kırmızı lastik el­
Gene de işaret edilmekdir k i , ne Nietzsche'nin
diven, modern bağlamda "büyülü bir nesne" ko­
"tanrı öldü" anlatımında ne de Chirico'nun "me­
yar. Z e m i n d e k i yeşü top, çarpıcı zıtlıkları birleşti­
tafizik boşluk"unda ya da Jung'un bilinçdışı imge­
ren bir simge olarak rol oynar; onsuz psişik dağıl­
lerden çıkarttıklarında, tanrının gerçekkği, vark-
ma daha fazla olurdu. Bu resim, kesinkkle sofisti­
ğına, aşkın bir varoluş ya da olmayış üzerine her­
ke bir deliberasyonun sonucu değildir; bir düş
hangi bk şey vardır. Söz konusu olan yalmzca, b i ­
resmi olarak aünmalıdır.
linçdışından bilince çıkan, resim, düş, düşünce,
Chirico, Nietzsche'rün ve Schopenhauer'in fel­ intuisyon* gibi kısan anlatımlarıdır. İçeriklerin kö­
sefelerinden esinlenmişti. 17
İlk olarak Schopen- k e n olarak bilinçdışında nasü ortaya çıktığı ve ya­
hauer ve Nietzsche, yaşamın anlamsızlığının de­ şayan tamı imgesinden ölü tanrı imgesine dönü­
rin anlamım ve bu anlamsızlığın sanata nasü dö­ şümün nedeni, açık bırakılması gereken bir soru­
nüşeceğini anlatmışlardı. Keşfedilen korkunç dur. Burası anlayışın şuurlarıdır.
boşluk, maddenin ruhsuz, durgun güzelliğinin ay­
İntuisyon: içedoğma. (çn.)
G i o r g i o de Chirico (dğ. 1 888) da M a r c

C h a g a l l (dğ. 1 8 8 7 ) g i b i , "görünenin

a r d ı n d a k i varoluş"un anlatımı p e ş i n d e y d i .

C h i r i c o ' n u n v i z y o n u ("Filozof ve Şair")

a ğ ı r bir melankoli taşır (altta).

C h a g a l l ' i n k i y s e sıcak ve d u y g u yüklüdür.

Kudüs'teki c a m pencerelerinden biri.

( 1 9 6 2 ) (sağda).

C h i r i c o ' n u n "Aşk şarkısı" t a b l o s u n d a antik

mermer baş ve lastik eldiven uyuşmaz

elemanlardır. Yeşil küre, bütünlüğe bilinçdışı

bir eğilimi gösterebilir (solda).

"Metafizik peri" (Carlo C a r r a , d ğ . 1 8 8 1 ) .

Hatları o l m a y a n varlık figürü C h i r i c o ' d a geri

döner (sağda).
Chirico, bilinçdışmın karşısına çıkardığı bu so­ ChagaU ve Chirico'nun karşdaştırılması, çağ­
runsalın çözümünü bulmadı. Yapıtlarında b u , en daş sanatçının yapıtında neyin bilinçdışmm rolü,
açık olarak insan resimlerinde görülür. Bugünkü neyin insanın duruşuna bağü olduğu sorusunu
durumda, kişisel olmasa da yeni bir onur ve so­ ortaya çıkıyor.
rumluluk taşıyan "insan"ın kendisidir. Jung bunu İlk yamtlardan birini, kurucusu şair André
bilinçli olma sorumluluğu olarak tanımlamıştır. Breton sayüan "Gerçeküstücülük" akımında bulu­
Ama Chirico'da insan ruhsuzlaşmıştır, bir "ma- yoruz. (Chirico da gerçeküstücü olarak tanımla-
ruclüno", yüzü olmayan, yani bilinçliüği bulunma­ nabüir.) Daha bir tıp öğrencisi iken Breton, Fre-
yan bir kukla olmuştur. ud'un öğretisini tanımıştı, bu yüzden kendisi için
"Büyük Metafızikçi" adü yapıtının çeşitli versi­ de düş önemli bü rol oynuyordu. "Düş de yaşamın
yonlarında yüzsüz bir figür çöplerden bir tahta temel sorunlan için kuüarulamaz mı? Gelecekte
oturmuştur. Bu figür, metafiziğe ilişkin "gerçek"i düş de gerçek arasmda görünür çeüşkiyi, bir tür
aramaya çabalayan insanın bifinçü ya da bilinçsiz mutlak gerçeküğin, gerçeküstünün (sürreaüte)
ironik bir sunumu, aynı zamanda yalnızük ve an­ çözebüeceğine inamyorum" diye yazmıştı. 24

lamsızlığın uç noktasının simgesidir. Ya da belki, Breton sorunu çok doğru görmüştü; düş ve
öbür çağdaş ressamların yapıtlarım dolduran "ma- gerçek karşıtüklarırun birleşmesine çakşıyordu.
nichini", yüzsüz kitle insanının ön habercisidir. A m a onun bu ereğe varmak için tuttuğu yol, psi­
Chirico kırkma vardığında "pittura metafisi- kolojik bakımdan yanüştı. Freud'un serbest çağrı­
ca'yı bıraktı; geleneksel stile döndü, ama yapıtla- şım yöntemiyle çaüşmaya, bilüıçdışından gelen
n o derinliği yitirmişti. Bu herhalde, bilinçdışı sözcük ve tümcelerin, herhangi bir büinç deneti­
çağdaş varoluşun temel açmazına bulaşmış olan mi olmaksızın otomatik yazımıyla başladı. Breton
yaratıcı zihin için "gelinen yere geri dönüş" olma­ buna "düşüncenin, bütün estetik ve ahlaksal kay-
yacağının kanıtıdır. gdardan özgür diktesi" diyordu.'' Böylelikle bilinç-
Marc Chagall psikolojik bakış açısmdan Chiri­ dışından gelen imge akımına yol açılmış, bilincin
co'nun tersi olarak görülebiür. Onun yapıtlarmda önenüi hatta asd betimleyici olan rolü dışlanmış
da "gizemfi ve yalnız bir şür" ve "nesnelerin, ancak oluyordu. A m a büinçdışı değerlerin anahtarı bilin­
nadir kimselerin görebdeceği ruhsal yaıüarı" var­ cin elindeydi ve psişik güçler arasmdaki güç den­
dır. Ama Chagaüın zengin simgecüiği köklerini, gesini vurgulayan gene de oydu. 2B
Büüıçdışmdan
Doğu Yahudifiği'nin Hassidist sofuluğundan ve ya­ ortaya çıkan içeriğe yanıt verebüecek, insanlar
şama karşı sıcak bir duygudan aür. Ne boşluk so­ için şimdi ve burada somut gerçekliği içinde öne­
runuyla ne de tanrının ölümüyle karşdaşmıştır. mini kavrayabdecek olansa ancak bilinçti. Büinç­
"Demoraüze dünyamızda, yürek, insanın sevgisi dışı ancak bilinçle bülikte çaüşarak yaratıcı gücü­
L ve tanrısal olana inancı dışında her şey değişebi­ nü gösterebüir, ancak o zaman boşluk ve anlam­
lir. Bütün şiirler gibi resmin de bir parçası tanrı- sızlığın melankoüsi aşılabilirdi. Uyarılmış bilinçdı­
|saldın insanlar bunu bugün hâlâ, eskiden hisset­ şı kendi basma bırakıürsa, içeriğinin aşırı güçlen­
tikleri kadar derin hissediyorlar" diyor."' mesi ve tahrip edici olması tehükesi vardır. Gerçe­

ingiliz yazar Sü. Herbert Read, Chagall'in bi- küstücülükte büinç en geri plana çekilir. Ahlaksal,

•nçdışırun eşiğini hiçbü zaman aşmadığım, ayağı- estetik kaygılar kapatılır. Böylece yapıtlara, bütün

•n daima gücünü aldığı toprağa sıkıca bastığını fantastizm ve akla gelenlerin zengirdiğiyle, sıkhkla

peri sürer." Ama tam da bu, bilüıçdışına en "doğ- bir korkunçluk, bü yokoluş duygusu egemen olur.

fnı" duruştur, bu yüzden de Chagaü'in "günümü­ Gerçeküstücü resimlere (örneğin Salvador


zün en ışıltılı sanatçısı olması"'' o kadar anlanüıdır. Dali'nin Yanan Zürafa'sma) b u n u aklımızda tuta-

257
rak baktığımızda düşgücündeki zenginliği, bilinç­
dışı düşlemin bu aşırı gücünü duyabiliriz. Ama
çoğunda beliren her şeyin sonu simgelemi ile
dehşeti de algılan/.. Bilinçdışı saf doğadır ve doğa
gibi armağanlarını bolca döker. Ama kendine bı­
rakılırsa ve msan bilincinin tepkisi olmaksızın
(gene tıpkı doğa gibi) kendi armağanlarını tahrip
eder, onları er geç mahvolmaya süpürür.
Modern sanalla bilincin yeri sorusu, resimleri
oluştururken " r a s t l a n t i ' n m kullanılışıyla ilişkili
olarak da ortaya çıkar. Max Ernst, resim yapma­
nın ötesinde "bir ameliyat masası üstünde bir di­
kiş makinesiyle bir şemsiyenin tesadüfen bir ara­
ya gelişi ( B u , şair Lautreamont'a göndermedir),
gerçeküslüeüler tarafından keşfedilmiş olan, iki
ya da daha fazla birbirine yabancı unsurun, her
ikisine de yabancı bir düzlemde bir araya gelme­
sinin şiirselliği en güçlü ateşleyen şey olduğu ol­
gusunun, şimdi çok klasik olmuş tanıdık bir örne­
ğidir" diye yazıyor."'
Max Ernst'in bu sözleri herhalde bilmeyenler
için. Andre Breton'un aynı etkiyle yazılmış yoru­
mu kadar kavranması güç bir şeydir: " B i r doıııate-

S a l v a d o r Dali ( d ğ . 1 9 0 4 ) en tanınmış M a x Ernst'in " D o ğ a T a r l h i " n d e n frotta| (18.

gerçeküstücü r e s s a m l a r d a n d ı . Unlü tablosu yy) (sağ altta). Gerçeküstücü stilde gravür.

" Y a n a n Z ü r a f a " (üstte). M e r c a n , taş ve iskeletlerin kompozisyonu

(altta).
sin üzerinde dörtnala koşan bir atı algüayamayan yatıyordu. Örneğin Max Ernst, Boticewrdn "Eğer
kişi bir budaladır." (Burada yeşü topun, antik boyaya batırılmış bü sünger duvara fırlatüsa, onun
mermer başm ve kırmızı lastik eldiverün Chiri- bırakacağı lekeden başlayarak, hayvanlar, manza­
co'nun tablosunda "rastlantıyla" bir araya geüşle- ralar ve her türlü biçim görülebilir" sözlerini tartı­
ri akla geüyor.) Elbette bu çağrışımların birçoğun­ şan Leonardo da Vinci'ye geri dönüyordu.
da şaka, oyun ve saçmanın şans eseri şürselükleri 1925'te Max Ernst, döşeme tahtalanndaki bin­
de vardır. A m a sanatçüarın çoğu için oyun ve şür- lerce çizik ve lekeye gözlerini dikip baktığı şuada
sellikten tamamen farkü bir şey söz konusuydu. kendisini zorlamaya başlayan bü hayaü şöyle anla­
Bunu Fransız heykeltıraş Jean (ya da Hans) tır: "Meditasyon ve haUüsüıasyon yeteneMerimi ko­
Arp'ın yapıtmda rastlantmın oynadığı rol gösteri­ rumak için bu çizgi ve lekelerin üzerine rasgele ka­
yor. "Görüntülerin ardmda derinde uyuklayan gi- ğıtlar sererek üzerlerine kurşun kalem grafiti sürüp
zemü bir temel anlam" 28
ve son derece basit bü bü dizi çizim aldım. Daha soma bu çizimlere gözle­
anlatım yaratabilmek için A r p , rasgele frrlatümış rimi dikerek baktığımda büden, bübirine karşıt ve
yapraklarla tahta yontular yapıyordu. Bunlara iç içe geçen resimlerden oluşan bü hallüsinasyo-
"rastlantüar yasasma göre düzenlenmiş yaprak­ n u n güçlenişi üe sarsüdım. Frotajla kazanılmış bu
lar" ya da "rastlantüar yasasma göre düzenlenmiş resimlerden ük diziye Histoüe Naturelle adım ver­
dörtgenler" gibi adlar veriyordu. Bunlarda yapıta dim." 29
Bu "frottage'ianndan büçoğunun üzerine
derüüiği veren rastlantıydı. B u , düzenlemelerde ya da arkasına Max Ernst halkalar ya da daireler
beliren, fark edilmeden işleyen bir gücü, "gizerrdi yerleştüerek, resme kendine özgü bir derinlik ve
bir temel anlam'i anlatmaktaydı. duygu katmıştır. Burada psikolog, üngenüı doğal
Gerçreküstücülerin sanatsal çabalarının, bulut dilinin kaotik zararlarmı, "self'i içeren bü psişik bü­
formasyonlarının, odun yongalarının, düşsel re­ tünlük simgesiyle karşüamak, dengeyi sağlamak
simlerine çıkış noktası yapılmasının ardmda, Paul çabasını kolayca görebilir. Halka ya da daire resme
Klee'nin sözleriyle "rastlantıyı öne çıkarmak" fikri egemendir. Kendiliğinden anlam taşıyıcı, anlam ve-

Roma'dan arlan uzaklıkla bir

sikke üzerindeki resim gittikçe

değişiyor. Baş resmi çözülüyor.

Bununla LSD etkisi a l t ı n d a

yapılmış çizimlerdeki

(Almanya'da, 1951 (çözülme

süreci k a r ş ı l a ş t ı r a b i l i r . Bilincin

zayıflamasıyla soyutlama eğilimi

artıyor.
rici olan simge, doğanın üzerine çıkmaktadır. ge"ları kadar soru taşır. Psikolog için bunlar sim­
Max E m s t ' i n , nesnelerdeki gizenüi çizgileri iz­ gelerdir. Bu yüzden de hissedilmekle kalmaz, ay­
leme çabalarmda, 19. yüzyü romantikleriyle bir nı zamanda yorumlanabilirler.
akrabalık görülür. Onlar her yerde, kuş kanatla­ İnsanların, birçok modern sanat yapıtı karşı­
rında, yumurta kabuklarmda, bulutlarda, karda, sında geri kaçışı, yansıtmanın olamayışı ve bilinç­
kristallerde, donan suda ya da diğer "rastlantmm dışının biünce üstünlüğü, beni başb saldırı nokta­
özgün bağlantüarında" tıpkı düş ya da hayal gibi larına eleştiriyi ortaya çıkarmaktadır. Patolojik
görülebüen "doğanın el yazısı"ndan ya da "büyük sanattan söz edümekte, r u h hastalarmm yapıtla­
şifre"den söz ederler. Bunların hepsi onlar için ay­ rıyla kıyaslamalar yapılmaktadır. Çünkü ego kişi­
nı "doğanın resim dm"nin dışavurumlarıdır. Bu liği ile bilincin, psikenin bilinçdışı içeriğinin saldı­
bakımdan Max E r n s t ' i n deneyleriyle elde ettiği re­ rısı altında kalışı, psikozlar için karakteristiktir.
simlere "Doğa T a r i h i " adım vermesi gerçek bir ro­ Böyle bir kıyaslamanın bugün eskisi kadar ga­
mantizm olarak görülebilir. Nesnelerin bu rastlan­ rip olmadığı da doğrudur. Jung 1932'de Picasso
tısal biçimlenişim kendisine çıkartıveren bilinçdı­ üzerine bir denemesinde böyle bir bağlantı olası­
şının doğa olduğunu söylerken de haküdır. lığından ük söz ettiğinde makalesi öfke fırtınaları­
Ernst'in Histoire NatureUe'i ya da A r p ' m rast­ na neden olmuştu. Bugün Zürih'in tanınmış bir
lantı kompozisyonları üe psikologun yargısı baş­ galerisinin katalogunda, ünlü bir modern sanatçı­
lamıştır. B i r rastlantı aranjmanının, nereden, ne nın "neredeyse şizofrenik tutkusu"ndan söz edü­
zaman geürse gelsin, b u n u karşüayan insan için mekte, A l m a n yazarı Rudolf Kassner gibi biri, şa­
ne anlama geldiği sorusuyla yüz yüze gelmiştir. ir Georg Trakl'ı en büyük A l m a n liriklerinden biri
Bu soruyla insan ve bilinç, onlarla birlikte de an­ olarak tanımlayıp daha soluk almadan "Onda şi­
lam olasılığı işe karışmaktadır. zofren bir şeyler var. Yapıtlarında da bu izleniyor;
Rastlantıyla yapüan resim güzel ya da çirkin, onlarda da bir parça şizofreni var. Evet, Trakl bü­
uyumlu ya da dağımk, içeriği zengin ya da yoksul, yük bir şairdir" diyerek devam ediyor.
iyüikte ya da hastalıkta yapılmış olabilir. Bu et­ Bugün, şizofreni d u r u m u üe sanatçı görüşü­
menler sanatsal değeri tayin eder ama psikologu nün birbirinden pek ayrılamayacağı biliniyor.
tatmin etmez. Bu da genellikle sanatçıyı ya da b i ­ Meskaün ve diğer drug'larla yapılan deneylerin,
çimi çok doyurucu bulan kişiyi rahatsız eder. P s i ­ bu temel görüş değişikliğinde yardımcı olduğunu
kolog daha Heri gider ve rastlantı aranjmanının pek yadsımıyorum. Bunlar, harika renk ve biçim
"gizli kodu"nu, deşifre edilebildiği kadar, anlama­ görüntülerinin refakat ettiği şizofreniye benzer
ya çalışır. A r p ' m rasgele bir araya serptiği nesne­ bir d u r u m a yol açmaktadırlar.
lerin sayısı ve biçimi de Ernst'in fantastik "frotta-
Gerçeklikten kaçış

Franc Marc "geleceğin sanatı bilimsel bilincimize ler "nesnenin gerisindeki varoluş"u saptamaya
biçimsel anlatım sağlayacaktır" demişti. Bu pey­ çalışıyorlardı. Aynı zamanda yapıtları bilincin ar­
gamberce bir sözdü; biknçdışının, modern resmin dındaki, hatta ancak çok ender haüerde nesnesiz
birçok yapıtmda hangi rolü oynadığını, derin psi­ olan düşün ardmdaki bir varoluşun dışavurumuy­
kolojinin verilerinin sanatçıyı nasü esinlediğini du. Böylece fizik ve psişik görüngülerin gerisin­
gördük. Sanatla, atom fiziği verileri arasında da de, biünemeyen bir varoluş olarak duran o "geri
şaşırtıcı bir ilinti ortaya çıkıyor. (Fizikle bilinçdı­ plan gerçekliği"ni göstermekteydiler. Bunlar
şı ilişkisi M. L. von F r a n z ' m sonuç yazısında tartı­ onun eşdeğerleriydi.
şılacaktır.) A n c a k birkaç sanatçı anlatım yollarıyla fizik ile
A t o m fiziği, basitçe söylersek maddenin yapı psikoloji bilimleri arasmdaki ilintinin farkmdaydı.
taşlarmdan nesnelliği ya da somutluğu, aynı za­ Kandinsky fizikte, o sırada henüz başlangıç aşa­
manda doğrudan kavranabüirliği çalmış, böylece masında olunan buluşlar karşısmdaki şaşkınlığını
maddeyi bir gizem haline getirmiştir. Bu da ger­ vurgulayan ustalardan biriydi: " A t o m u n parça­
çeğin değişik bir algılanışına ulaşmıştır. İçüıde bi­ lanması benim ruhumda bütün dünyamn parçala-
zim fizik yasalarımızın geçerli olduğu "doğal" nışıyla eşitti. En kalın duvarlar büden yıkılmıştı.
dünyamızın arkasında, şimdiye kadar bilinmeyen Her şey güvensiz, saüantıh ve gevşek hale gelmiş­
yasallıklarıyla yeni, aküdışı gerçekler ortaya çık­ ti. Gözümün önünde bir kaya havada eriyip gö-
mıştır. B u n a uygun olarak psikolojide de bir deği­
şim olmuş, bilinç dünyasının ardında, derinde bir
bilinçdışı katmam bulurauuştur (ya da daha doğ­
rusu yeniden bulunmuştur) ve burada da yeni,
şimdiye kadar bilinmeyen yasallıklar geçerlidir.
Bu ve bir ö n c e k i s a y f a d a k i resimler

Her i k i yeraltı dünyasının karakteristiği, sü­ ( F r a n z M a r c , 1 8 8 0 - 1 91 6) artan bir

soyutlayış ve dış o b j e d e n uzaklaşma


reçlerinin, içeriklerinin görülemez oluşudur. Sa­
gösteriyor. " M a v i Atlar" ( 1 9 1 1) (en
natın çağımızın anlatımı olarak anlaşılmasında bu
solda). " O r m a n d a G e y i k l e r "
önemlidir; sanat artık somut gerçekliği bırakarak ( 1 9 1 3 / 1 4 ) (ortada). " O y n a y a n

"soyut" hale geçmektedir. Büyük sanatçı kişilik­ Formlar" ( 1 9 1 4 ) (altta).


"Saf form"u geometrik formlarla

oluşturma girişimi (Piet M o n d r i a n )

(solda). Paul Klee "gizli b a k ı ş " a , bir

" d o ğ a d a k i r u h ' a biçim vermeye

çalışıyordu. " Ö l ü m ve Ateş" (sağda).

" D e n i z c i S i n d b a d " (en s a ğ d a ) .

rünmez olsa artık şaşırmazdım. B i l i m bana göre mut", "figürativ" ve "nonfıgürativ", " d u y u m s a l " ve
mahvolmuştu." 31
Düş kırıklığının sonucu nesnel "düşsel" ayrımlarından ya da biçim sorunlarından
olandan ve doğa aleminden geri çekilmekti. "Be­ çok daha önemli şeyler vardı. Onlar yaşamın, nes­
n i m içm sanat alemi, doğa aleminden gittikçe ay­ nelerin merkezinin, bunların değişmez zeıruriınin
rılmaktaydı." 32
ve içsel kesinliğin arayışı içindeydiler. Sanat mis­
Sanatm Doğa aleminden ayrıksı o sırada sayı­ tik hale gelmişti.
sız sanatçıda da oluyordu. Franz Marc "Görüntü­ Sanatçüarın gizeminde boğuldukları r u h , nes­
lerinin görsel aynasını kendilerine doğrulttukça nelerde, yaşamın doğal görünümlerinin ardında
nesnelerin daha çok konuşacağım b i n yıllık dene- aradıkları gizli bir ruhtu. Bu simyacıların madde
yimimizden bilmiyor muyduk? Görüntü ebediyen ve doğada keşfetmeyi umdukları r u h u n tıpkısıy-
yassıdır" diye yazmıştı. O n u n için sanatın ereği
33
dı. Simyanın mistiği gibi sanatçılarınki de Hıristi­
"her şeyin ardmda bulunan ve dünyevi olmayan yanlık dışmdaydı, çünkü "doğanın r u h u " ya da
varoluşu göstermek, yaşamın aynasını kırarak var "nesnelerin r u h u " , Hıristiyankğm "semavi" ruhu­
oluşun gözlerine doğrudan bakmak"tır. 34
Paul na uygun değildir. Daha çok onun karanlık, dün­
Klee şöyle yazıyor: "Sanatçı doğal görüntünün b i ­ yevi zıddıdır. Bu çağdaş sanata yol açmış ve ta­
çimlerine, kendisini eleştiren gerçekçilerin çoğu­ rihsel önemini de betimlemiştir. Ortaçağdaki her-
n u n verdiği zorunlu önemi vermez. K e n d i n i ger­ metik* hareketler gibi sanat da bugün, çağm Hı­
çeklikle çok bağlı hissetmez; çünkü doğarım bu ristiyanlığı bütünleyen bir anlatımı olarak anlaşıl­
ürünlerinde yaratış sürecini pek görememekte­ malıdır.
dir. Biçimsel ürünlerden çok biçimleyen güçlerle Kimse sanatm mistik zeminini Kandinsky ka­
ilgilidir." " Piet Mondrian kübizmi, soyutlamayı
3
dar açık görüp sözünü etmemiştir. O n u n için bü­
mantıksal sonucuna kadar götürmemiş olmakla yük sanat yapıtlarının önemi "yüzeyinde, dışmda
suçlar. Ona göre soyutlamanın son ereği "değişen değil, bütün köklerin kökü, sanatm mistik içeri-
doğal biçimlerin gerisinde saklı duran değiştiril­ ğindedir". 37
Bu yüzden der k i : "Sanatçının açık
memiş, saf gerçeklik için bir anlatım"dır. Sanat­ 36
gözü kendi içsel yasanıma yönelmiş olmak, kula­
çı bu "son erek"e, artık öznel duygulanım ve tasa­ ğı içsel gereksmiminin sesini dinlemeüdir. Mistik
rımdan etküenmeyen bir biçimleme ile üerler.
B k z . Babaoğlu; H e r m e t i z m , B D S yayınlan, 1997, İstanbul
Aslında o sırada sanatçılar için "soyut" ve "so­ (çn.)
bakımdan zorunlu olana anlatım kazandırmanın bazen poetik, bazen demonik anlatımı olarak gö­
tek yolu budur."' Kandinsky için dünya "ruhsal
8
rülmelidir. Mizah ve gariplik insani olana kurulan
olarak etkileyen varlıkların evrerü"dir, o resim­ köprüdür. Doğa yasalarının dikkatli gözlemi ve
lerini evrenin ruhsal ifadesi, renk ile .şekillerin yaratılmışlara olan sevgi, uzakları dünyaya bağ­
harmonisi olarak alıyordu. "Biçimin, tam soyut lar. "Sanatçı için doğayla diyalog conditio sine
olduğunda, bir geometrik biçimin aynısı olduğun­ qua non olarak kaur." ' 4r

da bile, bir iç ezgisi vardır, bu biçimle aynı özel­ " G i z l i r u l i ' u n bambaşka bir anlatımını da genç
liklere sahip bir ruhsal varlıktır.'"" " B i r üçgenin soyut ressamların en dikkati çekenlerinden, daha
tepesinin bir daireye dokunuşu gerçekte, Miche- kırk dört yaşındayken bir araba kazasında ölen
langelo'da tanrının parmağının A d e m ' i n parmağı­ Amerikalı Jackson Pollock'ta buluruz. Onun "ac­
na dokunuşundan daha az etkileyici değildir."" tion paintig" stili çağımızın genç sanatçıları üze­
1914'te Franz Marc "Aforizınalai'mda "Madde rinde büyük bir etki yapmıştır. " M y Painting" ad­
insanın en fazla tolere ettiği ama algılamadığı bir lı yazısında çalışma tarzını şöyle anlatıyor: "Re­
şeydir. E s k i n i n dünyaya bakışı yerini dünyayı gö­ smi yaptığım sırada ne yaptığımın bilincinde ol­
rüşe bırakmıştır. Hiçbir mistik, cenneti apaçık mam. Ancak sonradan resimle bir tanışma süreci
gördüğü en yoğun anında bile çağdaş düşüncenin başlar. Değişiklikler yapmaktan, imgeyi tahrip et-
mükemmel soyutluğuna, derinlemesine görüşü­ ıııekleıı hiçbir korkum yoktur. Çünkü resmin
ne ulaşamamıştır" " diyor.
4
kendi yaşamı vardır. B u n u n gerçekleşmesi için
Çağdaş ressamlar arasındaki şair sayılabilecek çalışırım. Ancak resimle teması yitirirsem sonuç
olan Paul Klee için sanat yalnızca görüleni ver­ beş para etmez. Yitirmediğini takdirde saf bir
mekle kalmamış, "gizli olanı da görünür kılmış­ harmoni, kolay bir alış ve veriş olur ve ortaya iyi
tır". Yapıtı temel bir yaratış zemininden kök al­
11 bir resim çıkar." Bu sırada yere serilmiş olan t u ­
maktadır. " E l i m çok uzak bir dünyanın aracıdır. val üzerinde çılgınca dans ediyor, kanava üzerine
Kafam da şurada işleyen değil, uzak, yüksek bir boyaları fışkırtıyor, serpiyordu. Böylece ortaya
yerlerdedir.'"' 4
Kleeiıin yapıtında doğanın ruhu çıkan resimler tümüyle şekilsiz, kaotik, renkten
ile bilinçdışının ruhu birbirine ayrılmaz biçimde lav ırmakları, çizgiler, yüzeyler ve noktaların da­
bağlıdır. Egoyu da kendi büyülü halkalarına çek­ ğılımı oluyordu. Simyacıların "massa confusa",
mişlerdir. Yapıtı gendeki bir yasanını çok yönlü, "prima materia" ya da "chaos" tanımlarını anını-

263
satıyordu. Bu simyacıların değişim sürecinin de­ diıısky'nin "büyük soyutlama" ve "büyük gerçek­
ğerli başlangıç maddesiydi, psikolojik olarak da çilik" kavramlarının, sanatın sonuç olarak tek bir
bilinçdışınm simgesi olarak kabul edilmeliydi. ereğe varacak olan birbirinden ayrı iki kutbu ola­
Pollock'un resimleri de aynı zamanda her şey rak etkin olmaya başladığı akla geliyor. Böylece
olan bir "hiç"i temsü etmekteydi. Bu resimler b i ­ bu ereğe ulaşümış mıydı? Elbette hayır. Ancak şu
linç ve varoluşun ortaya çıkmasından da önceki kadarı söylenebüir ki sanatçının biçimlendirişinde
zamanlarda yaşar gibiydiler; ya da her türlü varo­ pek de sanmak istediği kadar özgür olmadığı an­
luşun ve bilincin yok olmasından sonraki fantas­ laşılıyor. Resmi az ya da çok bilinçdışı meydana
tik harabe manzaralarıydı. gelmişse o zaman, doğanın onun geride bırakma­
Yüzyılımızın ortasmda nonfigüratif ya da so­ yı umduğu biçimlendirme yasalan güçlerini sür­
yut, resmin en önemli, en sık kullanılan anlatım dürmektedirler. Soyutla doğa yapüarı arasındaki
yolu oldu. Biçimin çözülmesi ne denü öne çıkarsa, esrarlı ilinti fark edilmeden çok önce Kandinsky
resim simgesel içeriğini o denli yitirdi. Çünkü bunu anlatmıştı: "Soyut resim doğamn 'deri'sini
simge büinmeyeni gösterse de bilinen dünyaya terk etmiştir, yasalarım, büyük konuşmama izin
aitti. Nonfigüratif resimlerde ise bilinen dünya verin kozmik yasaları, terk etmiş değüdir." "4

çözülmüştür. Bilinenle büinmeyen arasında bir B u n u n onlara nasıl geldiğini ve resimlerinde


köprü olabilecek hiçbir şey yoktur. A m a beklen­ olanın r u h u n hangi derinliklerinden fışkırdığını
medik bir şey belirmiştir; soyutlamaları neredey­ en açık şeküde söyleyenler bugünkü sanata yol
se tam olan birçok resim, organik ve inorganik açanlardı. Onlar bugün de b u n u n anlaşılması için
maddelerin moleküler yapüarının mikrofotografi yolu gösteriyorlar. Çünkü izleyen kuşaklar kendi­
üe alınmış resimlerine şaşırtıcı bir benzerlik gös­ lerini aynı biçimde hesaplaşmaya zorunlu hisset­
termektedir. Böylece doğa ile garip bir bağlantı miyorlar. Ne Kandinsky, ne Klee ne de modern
oluşmuştur ve sanatsal soyutlama sanatçı farkına resmin erken dönem ustalarından herhangi biri,
büe varmadan, uzak olsa da saf bir gerçeklik ola­ egonun itilmesi ve doğal maddenin yadsınmasıy-
rak görünmektedir. Yüzyılın başında Kan- la, psikolojik bakış açısından ruha ve doğanın te-

264
meline mistik bir batışla ne tür bir telüikeyi ateş­ ederken Marini: "Eğer son on iki yıldaki binici
lemiş olduklarının farkındaydüar. yontularıma art arda bakarsanız, atm yaban kor­
B u n u açıklamak için soyut sanatın bir başka kusunun giderek arttığını ama korkudan şahlana­
yönüne bakılmalıdır. Wühelm Worringer ünlü ya­ cağı ya da kaçacağı yerde donup kaldığını görür­
pıtları "Soyutlama ve Hissetme" (1907) ve " G o - sünüz. Bütün bunlar, dünyanın sonuna yaklaştı­
tik'in Biçim Sorunları"nda (1912), soyutlayıcı sa­ ğımızı düşündüğümdendir. Her figürde daha de­
natı, en çok nordik insanlarda bulunduğuna inan­ rin bir k o r k u ve çaresizliği vurgulamaya çalıştım.
dığı metafizik bir huzursuzluk ve korkunun dışa­ Sona eren bir efsanenin, bireysel, muzaffer kah­
vurumu olarak belirtmişti. Nordik insan, güneyli­ raman efsanesinin, hümanistlerin "uomo di vir-
lerin doğallığı ve dünyeviliğine sahip değildir. t u " s u n u n (ahlak insanı) son evresini vermeğe ça­
Gerçeklikten acı çeker. Ruhani olan, gerçeküstü, lışıyorum."
duygulanım üstü bir dünyamn özlemi içindedir. Masallar ve efsanelerde "muzaffer kahraman"
Sanatçı olarak da bu dünyaları arar, özlemini so­ bilincin simgesidir. Onun yıkılışı, Marini'nin de
yutlayıcı bir üslupta dışavurmaya çalışır. Sir Her- belirttiği gibi bireysel insanın ölümü, gerçek bire­
bert Read, "Concise History of Modern A r t " adlı yin yokoluşundan çok sosyal alanda olan, sanat
yapıtında, metafizik kaygının artık yalnızca ger- alanında resimden insanın geri çekilişi ile gösteri­
manik ve nordik insanın özelliği olmayıp, modern len bir olgudur.
dünyanın bütününü karakterize ettiğine işaret Roditi'nin, Marini'nin stil olarak klasikten mi
ederek, Klee'nin 1915 başlarında günlüğüne yaz­ uzaklaşmak istediği, "soyut" olma yolunda mı ol­
dığını alıntüar: " B u dünya ne denli korkunçsa sa­ duğu sorusunu "sanat korkuyu vurgulamaya ça­
nat da (bugün olduğu gibi) o denli soyut hale ge­ lıştığı anda klasik idealden uzaklaşmış olur" diye­
lir; buna karşılık m u t l u bir dünya gerçekçi sanatı rek yanıtlar. Sanatının ön örnekleri olarak Marini,
üretir." 47
Franz Marc için soyutlamaya kaçışı, Pompei kazüannın gün ışığına çıkardığı cesetleri
dünyadaki kötü ve çirkin yüzündendi. " D a h a çok arıyordu. Roditi, Marini'nin yeni stiline bir tür
erkenden insanları 'çirkin' buluyordum; hayvan "Hiroşima Stüi" adım veriyor. Bu bir kıyamet gö­
bana daha güzel görünüyordu. A m a onda da duy­ rüntüsünü andırıyordu. Marini bunu onaylıyor.
gularıma aykırı, çirkin o kadar çok şey buluyor­ K e n d i s i n i yeryüzündeki bir cennetten kovulmuş
dum ki yaptıklarım içgüdüsel olarak gittikçe daha gibi hissettiğini söylüyor. "Kısa zaman öncesine
şematikve soyut hale geldi." 48

Jackson Pollock ( d ğ . 1912)


İtalyan yontucu Marino Marini de benzerini
resimlerini transa benzer bir d u r u m d a
yaşıyordu. Yıllarca çeşitli varyasyonlarda yaptığı y a p ı y o r d u (solda). Fransız G e o r g e s

ana motif, bir atm sırtındaki çıplak bir genç oldu. M a l t h i e u d a "action p a i n t i n g "

ikinci büyük savaştan sonra yapılan erken yontu­ yöntemini kullanmaktaydı (en solda).

Soyut resimlerle d o ğ a d a k i
larında genç hayvanın üzerinde kolları alabüdiği-
e l e m a n l a r ı n mikrofotografik resimleri
ne açık ve bedeni hafif arkaya eğikti. Marini, ya­ a r a s ı n d a şaşılacak benzerlik vardır.

zar Edouard Roditi ile 1958'de sanatı üzerine Gliserin içindeki ton

d a l g a l a n m a l a r ı n ı n resmi
yaptığı konuşmasında 49
b u n u "umut ve şükran
(Karşılaştırınız s. 2 2 ) ( s a ğ d a ) .
simgesi" olarak tanımlamıştır. Yıllar geçtikçe bu
şekil "soyut"landı; binicinin az çok "klasik" görü­
nüşü ortadan kalktı.
Bu değişimim altmda yatan duygulardan söz
kadar yontucu dolgun, duygulu, güçlü biçimleri
aramaktaydı. A m a yaklaşık on beş yıldır yontu sa­
natı çözülmekte olan biçimleri seviyor."
Marino Marini ile Edouard Roditi arasmdaki
konuşma yorum gerektirmiyor. Duyguları açık
olarak bir modern sanat sergisini gezen kimse,
sanatsal çalışmaya hayranlığına ve beğenisine,
sergilenen çalışmaları çok sevmesine rağmen, re­
simlerden, plastiklerden yayılan korku, şaşkınlık,
saldırganlık, alay izlenimini almaktan kurtulamaz.
Sayısız yapıtta huzursuzlukla vurgulanan "meta­
fizik k o r k u " Marini'de olduğu gibi, tehdit eden bir
kıyamet karşısındaki umarsızlıktan gelmiş olabi­
lir. Başkalarında üslup, "tanrı öldü" duygusuyla
daha çok dinsel olana kayabilir. Her ikisi birbirine
sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu içsel sıkıntının köklerinde bir yenügi, daha
doğrusu bilincin dünya ve insan gerçeğinden ge­
ri çekilmesi yatar. Sanatçı kendisini bilinçdışın-
dan gelen doğaçlamalara bırakmaktadır. Mistik
yaşantının taşkını ile yaşama, dünyaya, zaman ve
mekana, maddeye, canlı, doğal görünümlere iliş­
kin her şey bırakılır ya da yabancılaştırılıp çözü­
lür. Yersel olanın ve bilincin dengeleyici, sınırla­
yıcı karşı gücü olmayınca bilinçdışı hiç şaşmaksı-
zın kendi öbür, karanlık yanına döner; yaratıcı se­
sin "dünyaların ahengi'iıi ya da ana temelin hari­
kulade gizlerim, şaşkınlık ve tahrip izler. B i r olgu­
dan daha fazlasmda sanatçı bilinçdışırun pasif
kurbanı olmuştur.

Fizikte de yeni araştırılan arka plan dünyasının


çeüşkileri ortaya çıkmıştır. Doğanın en iç yasalan,
temel elementinim, atomun yeni keşfedilen yapı ve
ilişkileri, o zamana kadar görülmemiş tahrip gücü
olan silahların bilimsel tabanını oluşturmuştur.
Böylece kıyamete giden yol açılmış oluyor. En de­
rin bilgi ile dünyanın yok edilmesi burada, doğanın
temel zeminiıün keşfinin iki yanıdır. Bunun köke­
ninde de bihncin yani bilinçdışı güç dürtülerin kar­
şısmdaki sorumluluğun yadsınması bulunuyor.
Bilinçdışırun ve içeriğinin tehlikeli ikili özelli-
266
gini de egemen olan bilincin önemli rolü kadar ta­ üe kişüeştirirlerdi. Merkür'ün " i k i yüzlü Merkür"
nıyan Jung, insankğa katastrofa karşı tek bir silah (Mercurius duplex) olarak adlandırılması boşuna
sunabilmektedir: O kadar basit ama bir o kadar değildir. Hıristiyarüığun dinsel dilinde bu şeyta­
da iddialı bir çare olan bireysel biüncln uyandırıl- nın olumsuz ruhudur. A m a olanaksız görünse de
ması. Bilinç, yalmzca bilinçdışmı dengeleyen kar­ onun da çift bir yam vardır. Gizil bir olumlu yan
şı ağırlık olarak zorunluolmakla, yaşama anlam olarak, Lucifer olarak da görülür. Lucifer "ışık ta­
katma olanağı olmakla kalmaz. Bilincin belirgin şıyıcı" demektir.
bir pratik önemi de vardır. Dış dünyada, komşu­ K e n d i içinde birbirine karşıt ya da kutuplu
larda ya da komşu halklarda tanık olunan kötü­ olan chtonik ruhun bu paradoksal durumu ışığın­
nün, bizim kendi ruhumuzun da içeriğinde bulun­ da baküdığında (chtonik r u h u n simgesi olduğunu
duğunun büincine varmak, komşumuza tavrımızı anladığımız) modern sanatın da i k i l i bir yönü var­
değiştirmede de ilk adımdır. dır. O l u m l u bağlamda bu, gizemk derin bir doğa
İmrenme, iştah, şehvet, yalan ve bütün bilinen mistiğinin dışavurumudur. Olumsuz olarak da an­
günahlar bilinçdışının "karanlık" yanıdır. K e n d i n i cak kötü ve tahripkâr bir r u h u n dışavurumu ola­
iki türlü gösterebüir. O l u m l u bağlamda inşam, rak yorumlanabüir. Bu iki yan birbirine aittir.
nesneleri ve dünyayı yaratıcılıkla dolduran "doğa Böyle bk paradoks büinçdışının ve içeriklerinin
ruhu" olarak görünür. B u , bu yazıda sözü çok edi­ temel özeUiğickr.
len "chtonik", dünyevi, yersel-ruhtur. A m a aynı B i r yankş anlamayı önlemek için bu açıklanan
ruh, aynı büinçdışı hiç fark edilmeden karanlık düşüncelerin, sanatsal ya da estetik değerlerle
bir ruha, "kötü ruh"a dönüşebilir, iktidar ve tah­ hiç ilgisi olmadığını, yalnızca zamanımızın sanatı­
rip dürtüsü olarak yaşanır. Bu değişim özellikle nı yorumlamak içki düşünüldüğünü yeniden vur­
bilinç yetersiz kalırsa tamamlanır. gulamak gerekir.
Simyacüar doğanın bu ikili r u h u n u "Merkür"

Marino M a r i n i ' n i n 1 9 4 5 v e 1 9 5 1 'deki iki

heykeli, at ve binici temasının figürler

gittikçe soyutlaşırken, sükunet a n l a t ı m ı n d a n

acı veren korku ve şaşkınlığa nasıl

değiştiğini gösteriyor (üstte ve o r t a d a ) .

Marini'nin g e ç yapıtları, P o m p e i ' d e bulunan

panikle d a m g a l a n m ı ş cesetlerden

etkilenmiştir (solda).
Zıtların birleşmesi

A m a daha sonuna ulaşmadık. Zamanın ruhu sü­ sam, gelecekte yavaş yavaş kendine ulaşabüecek,
rekli hareket halinde algılanmalıdır. Çok yavaş, kendi ağırlığını yemden bulacak ve onu dünyanın
belli belirsiz ama durmadan akan bir ırmak gibi­ dış gerçekliğine kadar güçlendirebilecektir." 01

dir. Hızlı yaşanan yüzyılımızda on yü büe çok Jean Bazaine de benzer deyimlerle konuşu­
uzun bir zamandır. yor: "Bugünün ressamları için duygularının saf
Yüzyılın ortalarında resimde bir dönüş belir­ ritmini, kalbinin en gizü vurumunu, somut bir bi­
meye başladı. Bu hiç de devrimci, sanatı 1900'ler- çimde hapsetmek yerme resmetmemn baştan çı-
de olduğu gibi alt üst eden bir şey değildi. A m a karıcılığı büyüktür. Onunla kurutulmuş bir mate­
ereklerini şu ana kadar ele aldığımızdan değişik, matiğe ya da monotonluk ve çizginin artan yok­
yeni bir şekilde formüle eden sanatçı grupları sulluğunda sona eren bir t ü r soyut dışavurumcu­
oluştu. Bu değişim soyut resmin şuurları içinde luğa düşüyor. Oysa insanı dünyasıyla yeniden ba­
oluyor. rıştıran tarzda, insanın her an dünyada kendi bi­
İnsanların yaşanan ana kalıcılık sağlamak ge- çimlendirilmemiş yüzünü yeniden keşfedebüece-
reksirıirninden ortaya çıkan, somut gerçeğin su­ ği bir t ü r 'kommünion sanatı' vardır."
numu bu arada fotoğrafla geçerli bir tarz bulmuş­ Sanatçılar için söz konusu olan kendi iç ger­
tu. Buradan gerçek bir figürativ sanat gelişti.'" O çekliklerinin dünyanm ya da doğanın gerçekkğiy-
zaman doğal olarak çoğu görsel sanatçı derinle­ le birleşmesiydi. Bu yoüa "insan olarak ağırkğm
şen bir içselüğe doğru, düşsel sanatı izlemeyi sür­ yeniden geri fethedümesi'Yıe giden yoüarı bulabi­
dürerek bü adım daha ilerlediler. A m a birçok leceklerine inanıyorlar. B i r kez daha sanatın iki
genç sanatçı için onlarca yüdan beri var olan an­ ayrı yolu birleşir gibi görünüyor. Bunları Kan-
latım yolları artık hiçbir macera, hiçbir fethedile­ dinsky yüzyılın başında "büyük soyutlama" ve
cek alan sunmuyordu. Yemlikler arıyorlardı. A r a ­ "büyük realizm" diye tanımlamıştı. A m a bu bir­
dıklarım hemen yanıbaşlarmda olan ve gene de leşme şimdi ve kesin olarak, soyut resimle doğa­
kaybolmuş olanda, doğa ve insanca olanda buldu­ dan nükrofotografiyle alınmış resimler arasmda
lar. A m a söz konusu olan doğanın resimle kopya­
sı değü, doğaya duygusal bir yanıttı.

Fransız ressam Alfred Manessier sanatının


ereğim şu sözlerle formüle ediyordu: "Yitip giden
gerçekliğin ağırlığını yeniden yakalamalıyız. K e n ­
dimize insanın ölçülerinde yeni bir yürek, yeni bir
Doğa ve insan bir zamanlar sanalın
can, yeni bir ruh başarmalıyız. Ressamın asıl ger­
konularıydı. Bu yüzyılda bunlar fotoğraf
çekliği ne soyutlamada, ne de realizmde, kendi­ sanatınca üstlenilmiştir. Modern

nin insan olarak ağırlığını yemden kazanmakta­ fotoğrafçılık yalnız çekim yapmaz, ruh
hali ve duygulu yaşantıyı da
dır. Nonfigüratif bana şu anda, ressamın kendi iç
biçimlendirir. Bir Japon kış manzarasının
gerçeğine ulaşabileceği ve temel kendiliğini yaka­ fotoğrafı (Werner Bischof, 1916-1954].
layabileceği en uygun şans olarak görünüyor. A n ­
cak bu yeniden fethedilen noktadan sanırım res­

268
rastlantıyla bulunan benzerliklerle değil, sanatsal sı, yalmzca siparişi verenin açık düşüncesini gös­
biçimleyişin bilinçli değişimiyle olmaktadır. termekten daha fazla bir şey. Bu daha çok "mo­
Gözlemci önce bu sanatçıların yapıtlarında dern sanat"ın rolünün, Hıristiyarüığun, hermetik
değişik bir atmosfer fark ediyor. Alfred Manesi- bağlamda bütünleyicisine dönüşmesi gerçeğini
er'in, Gustave Singier'in, Oscar Dalvit'in ve diğer­ simgeliyor. Bütünlemeden bir birükte etküeme
lerinin resimlerinde, bütün soyutlama üe bir va­ y o l u açüıyor. İsa'nın hayvan simgelerine baküırsa
roluşun onamı, bütün duygu yoğunluğuyla nere­ semavi üe doğal olan arasmdaki gerilim ve birlik­
deyse ateşü bir biçim ve renk harmonisi ortaya teliğin anlatıldığı görülür. Bugün bu b i n yıllık i n ­
çıkıyor. Jean Lurçatiun ünlü duvar kağıtlarında sanlık s o r u n u n u n çözümünde yem bir aşamaya
doğa yaşamaktadır. Bunlar düşsel, duyumsal sa­ varılmış gibi görünüyor. Gelecekte ne olacağı bi­
natın mutlu bir birleşimi sayılabilir. linemez. O l u m l u sonuçların karşıtlar arasmda bir

Klee de benzeri için uğraşmıştı. A m a Klee köprü mü oluşturacağı yoksa bu yolun önceden

"ölülerin ve doğmamışların yakınında", kozmik görülemeyen kargaşalara mı yol açacağı henüz

demlebüecek bir uzakükta yaşıyorken, burada yamtlanamayan bir sorudur. Henüz çok fazla kor­

söz edilen genç sanatçı kuşağı köklerini sağlamca k u , çok fazla tehdit etkindir. Bunlar toplum yasa­

toprağa daldırmışlardır. Onlar için biçimlendir­ nımda olduğu gibi sanatta da ağırlığım koruyor.

mede, çaüşmada bu yandaki gerçekük önemlidir. Her şeyden önce bireylerin, sanat olarak ya da

Modern resmin şu anda, içsel ve dışsal olanın bir­ sanatta kabul etmeye hazır olduklarından kendi­

leşimi öne çıkmışken, yeniden dinsel konuları ele leri ve yaşam için sonuçlar çıkarmaya karşı di­

alması anlanüı görünüyor. "Metafizik boşluk" aşıl­ rençleri çok güçlü. Sanatçı psikologun anlatmak­

mış görünüyor. Şimdi hiç beklemediğimiz bir şey tan çekindiği birçok şeyi, büincüıde olmadan,

ortaya çıkıyor; kiüse modern sanatın sipariş vere­ düşmanlığı da uyandırmadan anlatabilir. Psiko­

ni oluyor. Yüzyüımızın sanatınm kiliseye taşınma- logların sözleriyle bireyler kendüerüıe dokunul-

270
muş ve seslenilmiş hissederler. Sanatçının yaptı­
ğı, özellikle çağımızın insanı için uzak ve kişisel
olmayan bir alandadır. Psikolog bilince yönelmiş­
tir, sanat yapıtıysa bilinçdışma dokunur. A m a
gerçek sanat yapıtı kendi çağının ötesini, zaman
ötesini gösterir. Bu onun uyandırdığı ve hep
uyandıracağı hayranlığı açıklar. O izleyende de
zaman ötesine bir köprü kurabilmiştir.

2 0 . y y ' ı n ortasında resimde büyük

bir y a ş a m o n a y ı eğilimi o r t a y a çıktı.

Jean Lurçat yapıtlarını a ç ı k a r a z i d e

sergilerdi (sol üstte). Alfred

M a n e s s i e r ' n i n ( d ğ . 1 9 1 1) " D é d i c a c e

a Sainte M a r i e - M a d e l e i n e " (üstte).

"Pour la N a i s s a n c e du S u r h o m m e "

(Pierre-Yves Trémois, d ğ . 1 9 2 1 ) (sağ

üstte). Pierre Soulages'in ( d ğ . 1 9 1 9 )

tablosu (sağda). Sarının koyu

elemanlar gerisinde bir ışık o l d u ğ u

anlaşılıyor.
Olgunlaşma Yolundaki Simgeler

Jolande Jacobi

17. yy'dan bir Fransız gravürü: Düşler sarayı.


Olgunlaşma Y o l u n d a k i Simgeler

Giriş

Jung psikolojisinin yalnızca yaşamının ikinci yarı­ Kendisi içedönük, utangaç, ince hath, uzun boy­
sında bulunan kimselere uygulanabileceği yaygın lu, açık renk saçk, açık yüksek bü alnı ve koyu göl-
bir kamdır. A m a bu bir yanılgıdır. Çünkü bireyleş­ geü mavi gözleri olan bü gençti. Bü analizin ne ol­
me süreci, insanın ruhsal geüşim yolu, doğumdan duğu, nasü olduğuna ilişkin hiçbü fikri yoktu. Bana
ölüme kadar sürer dolayısıyla yaşamın ilk yansım gelmesine yol açan, büçok kişi için söz konusu ol­
da kapsar. "Gölge" adı verilen şeyle üişküi sorunla­ duğu gibi bü nevroz değü (en azından bir görüşme
rın çaüşüması, büüıçlendirümesi, böylece egonım rica eden mektubunda böyle diyordu), kendi ruhu
güçlendirümesi bu döneme aittir. Yaşama, çevreye üzerinde bir çakşmaya "içten gereksinim" duyma­
uyum gereksinimi karşısındaki korku, kendi düşle­ sıydı. Bu "gereksininün" ardında anneye güçlü bü
rine geri çekilme, çocuk kalmaya eğilim, özellikle bağlılık, yaşam, yaşamın getüeceği zorunluluklar
genç içedönüklerde bireyleşme sürecinde kimi ve riskler karşısmda duyulan korku vardı. Henry
şeyleri engeUemiştü. A m a derin bilinçdışı alanları eğitünini yeni tamamlamış, büyük bü endüstri f ü -
uyarmak, içlerindeki hazineleri, örneğin düşlerde masmda işe girmişti. Her genç adamın, erişküıliğüı
gizü zengin simgeleri yukarı çıkarmak başarılırsa eşiğüıdeyken altetmek zorunda olduğu sorunlar
bununla ruhun geüşrmi büyük ölçüde desteklene­ önünde duruyordu. "Sanırım, yaşamımın bu evresi­
bilir. Simgelerin bireyleşme sürecinde, bunun ilk nin özel bü önemi var" diye yazıyordu: "Karar ver­
yarısmda da ne derdi büyük bir anlam kazandığını mem gerekiyor; yalnız, kararsız, korunma altında,
sizlere, Henry adım vereceğim yirmi beş yaşındaki gerçeklere yabancı bü genç olarak mı kalacağım
bir mühendis örneğiyle göstermek istiyorum. yoksa bütün güvenceleri fırlatıp atmaya, gerçeğüı
Henry, bir çiftçi aüesinden gelen babasının bütün gereklerini kabul etmeye hazır, sağlam bü
pratisyen hekim olarak çaüştığı Doğu İsviçre'nin adanı mı olacağım?" Bülikte yapacağımız "gezi"ye
kırlık bir bölgesinde oturmaktaydı. Baba kapalı, büyük umutlar bağüyordu. Bununla yaşamın anla­
moral ilkeleri, özellikle de "çocuklarından çok mım bulup bulamayacağı anlaşüacaktı.
hastalarının babası" olması üe oldukça üetişim- Kendisüü anlatırken Henry, kendini insanların
den yoksul bir adamdı. E v d e anne her bakımdan arasında ketlenmiş hissettiğini, kitapları her türlü
yönetimi elinde tutuyordu. Henry ondan söz arkadaşlığa yeğlediğini söylüyordu. Kendisüıe kar­
ederken "biz annemin güçlü ellerinde yetiştik" di­ şı eleştiriciydi, çoğu zaman kuşkular içindeydi. Ya­
yordu. A n n e n i n ataları her t ü r sanata karşı özel­ şma göre çok okumuştu hatta estetik bü entellek-
likle sevgi, ügi duyan akademisyenlerdi. Sertliği­ tüalizme eğilimliydi. Düısel bakımdan başlangıçtaki
ne rağmen geniş bir duygusal ufku vardı; impul- bü tanrı tanımazlıktan abartık bü Protestanlığa
sivdi*, romantik yapüıydı ve İtalya'ya hayrandı. geçmiş, sonunda bü yansızlığa ulaşmıştı. Erkenden
Katolik olmasına karşın çocukları babanın protes­ matematik, teknik yetilerini en iyi şeküde krdlana-
tan inancım izlemişlerdi. Henry'rün iyi anlaştığı, büeceği bü uğraş seçmişti. Mantikk, doğa bilimle­
kendisinden üç yaş büyük bir ablası vardı. rinde eğitilmiş düşünce tarzı kendisüıe sağlam bü
destek sağüyordu. Bunun yarımda irrasyonele ve

impulsiv: fevri, d ü r t ü s e l . (çn.) mistiğe de belirti bir eğilimi vardı ama; daha soma

274
tam da bu yanı kendisi için çok önem kazanmasma layıcı bir tuzak oluyordu. Açıklanamayan bir güç
rağmen, bunu itiraf etmeye büe yanaşmıyordu. onu çocuklukta tutmak istiyor, onu dış dünyada
İki yıl kadar önce Henry İsviçre'nin Fransızca bulaşabüeceğinden korktuğu her şeye karşı çık­
konuşulan bölgesinden genç bir Katolik kızla nişan­ maya zorluyordu. Sevgüisinin onda uyandırdığı
lanmıştı. Onu zarif, becerikli, girişimci olarak tanım- hayranlık büe onu annesine bağmüülıktan kurtara­
kyordu. Buna rağmen bir evliliğüı sorumluluğıınıı mıyor, kendisini bulmasını sağlayamıyordu. R u h ­
akp almamakta kararsızdı. Kızlarla pek az teması ol­ sal bakımdan geüşebilmek çabasmın ardında aynı
duğundan b e l e m e n i n , hatta bütün bütün bekar zamanda anneden kurtulma gereksinimi bulundu­
kalıp kendini bilime adamanın belki daha büe iyi ğunun hiç farkında değüdi.
olacağını düşünüyordu. Birçok "evet, ama" her ka­ Henry üe analitik çalışmam tam dokuz ay sür­
ran engelliyordu. Hemen bir karara varabilmek için dü. Bu çakşma 50 düşü sunduğu 35 oturumu
biraz daha olgunlaşması gerektiği ortaya çıkıyordu. kapsıyordu. Böyle kısa analizler pek sık olmaz.
Her ne kadar Henry'de hem annesi hem baba­ A n c a k Henry'ninki gibi çok yüklü düşler geüşme
sından kaktımla aldıklarıyla özgün bir karışım b u ­ sürecini hızlandırırsa olabilir. Jung'un bakış açı­
lunuyorsa da beürgin bir ölçüde annesine bağım- sından elbette başarüı bir analiz içm gereken sü­
nydı. Bilmemde gerçek, yani "aydmkk" anneyle, re için bir kural yoktur. Her şey bireyin içsel olay­
onun ülküleriyle, gururuyla ne kadar özdeşleşmiş- ları algüamaya hazır oluşuna, bilinçdışı alanlar­
se, bilinçdışı alan da o denli derin ve acımasızca dan iletüecek olan malzemeye bağlıdır.
"karardık" annenin elindeydi. Bilinçdışı egosunu Çoğu içedönükler gibi Henry de görece tekdü­
sarmaüyor, bütün keskin zekası, kendine saf akü- ze bir dış yaşam sürmekteydi. Gün boyunca uğra­
cı bir zemüü sağlamak için çabaları ancak yapay şı onu çok meşgul ediyordu. Geceleri bazen kendi­
olarak oluşturulmuş bir üst yapı olarak kakyordu. si gibi sanat tartışmalarından zevk alan sevgilisi ya
Gerçek anneye karşı düşmanca tepküerle, "içsel, da dostlarıyla dışan çıkıyordu. A m a çoğu zaman ya
ruhsal aııne"nin gizk kalmış dişil yanının yadsmı- bir kitap ya da kendi düşünceleri üzerinde derin­
şıyla böylesme "kavranmışlık"tan kaçış bazen zor­ leşmiş olarak evinde yalnız kakyordu. Her ne ka-

Escorial saray ve manastırı, İ s p a n y a . 1 5 6 3 ' t e II.

Philipp t a r a f ı n d a n yaptırılmıştır. Belki kendini iç

duvarlarının gerisine çeken i ç e d ö n ü k için bir simgediı

(solda). H e n r y ' n i n ç o c u k k e n y a p t ı ğ ı , kale benzeri

çevre duvarları o l a n a m b a r ı gösteren çizimi (altta).


dar günlük yaşantıları üzerinde düzenli olarak konu­
şuyor, çocukluğunu, gençkğini aydınlatmaya çalışı­
yor idiysek de çoğunlukla hızla düşlerinin, iç dünya­
sının sorurüarınm mcelenmesme geçiyorduk.
Tabii ki burada sunacaklarınım hepsini Henry
büdiremezdi. B i r analizde elbette düşlerin simge
dünyasının düşü gören üzerinde ne denli patlayıcı
etki yapabileceğinin sürekü bilincinde olunmalıdır.
Düşlerin şifrelenmiş düi üzerine çok çiğ bir ışık ser-
pilirse, düşü gören korkularının saldırısına uğraya-
büir, savunma için de rasyonaüzasyona sarılabüir.
İçsel imgelerle öylesine boğulabüir ki ağır bir ruhsal
krize düşebiür. Henry'nin en önenüi düşlerinden
bazüarı burada anlatılmahdır.
Çalışmamızın başmda Henry derin simgesel anla­
mı olan çocukluk aralarını getüdi. Bunların en eski­
si dördüncü yaşma aitti. " B i r sabah annemle birlikte
firma gitmeme izm verilmişti ve orada fırıncının ha-
numndan bir çörek hediye aldım. Bu çöreği yemeyip
gururla elimde tutuyordum." diye anlatıyordu. "Yal­
nız annemle fırıncının karısı vardı orada. Böylece
tek erkek bendim." Bu çöreklere halk ağzmda "ay
dişleri" denilir, aya bu simgesel gönderme küçük ço­
cuğun kendini "tek erkek" olarak maruz kalmış ol­
duğunu hissettiği gücü, dişil gücü vurgulamaktadır.
B i r başka çocukluk anısı da beşinci yaşmdandı.
B u , okuldaki smavlarmdan eve gelen ablasıyla ilgiliy­
di. O sırada kendisi oyuncak tahta parçalarından bir
ambar yapmaya çalışıyordu. Tahta parçalarıyla kare
şeklinde bir ambar yapmış, çevresine de kale surla­
rım andıran bir duvar çekmişti. Yaptığından çok
mutlu olan Henry ablasma "daha okula yeni gittin
ama hemen tatü olmuş" demişti. Ablasının, ona bü­
tün yü tatü olduğu şeklindeki yamtma çok bozul­
muştu. Başarısmın hiç ciddiye alınmadığmı hissede­
rek derinden yaralanmıştı. Bugün büe o gün uğradı­
ğı haksızlıktan acı duyuyordu. Daha sonra erkekliği­
nin kabul edilmesi, akılcı ve fantezi değerler arasm­
daki aykırılıklar ile ilgiü sorunları bu erken yaşantı­
larında açıkça görünüyordu. Bu sorunlar anlattığı ük
düşün görüntülerinde de belliydi.
Başlangıç düşü

Henry beni ilk ziyaretinin hemen ertesinde şu bir sağanak başhyor. Eşyamın, sırt çantamın
düşü görmüştü: ve motorlu bisikletimin yanımda olmayışına
üzülüyorum. Ama bana onları ertesi gün al­
Tanımadığım kimselerle gezideyim. Zinal- mamı salık veriyorlar. Bu öneriye uyuyorum.
rothorn'a gidiyoruz. Çıkış noktamız Samaden.
Ama yalnız bir saat kadar yürünüp mola veri- Jung analize getüüen ük düşe özel bir önem
kyor, çünkü tiyatro oynanacakmış. Bana aktif verir. Ona göre bu beklentisel bir anlam taşır. Ya­
bir rol düşmüyor. Özellikle oyunculardan biri­ ni analize girmeye karar veriş hiçbir zaman psike-
ni, acüdı bü roldeki uzun, dökümlü, açık renk nin güçlü bir duygusal çalkanması olmaksızın
bir elbise giymiş olan bir genç kadım anımsı­
gerçekleşmez. Bu sırada da arketipsel resimlerin
yorum. Öylen vaktiymiş ve ben geçide doğru
ve sembollerin çıkacağı deriruTkler karışmış olur.
devam etmek istiyorum. Öbürleri kalmayı
O yüzden bu düşler toplumca geçerli olan davra­
yeğüyorlar. Ben bütün eşyamı bırakıp yukarı
doğru tırmanıyorum. Ama kendimi yeniden nış biçimleri ve çözümleri gösterirler. Düşü göre­

vadide buluyorum ve yönümü tümüyle yitiri- nin psişik çatışmaları için terapist açısından da
yorum. Gezi grubuna dönmek istiyorum ama çok değerü olan içgörü sağlarlar.
hangi dağa tırmanmam gerektiğini bilemiyo­ O halde bu düş bize Henry'nin daha sonraki
rum. Sormaya da çekmiyorum. Sonunda yaşlı geüşimüıe üişkin neler söylüyor? B u n u n için önce
bir kadın gideceğim yolu gösteriyor. Bu kez
kendisinin getirdiği çağrışımlara bakmakyız. Sa-
grupla sabah çıktığımızdan daha başka bir
nıedanin. İsviçre'nin 17. yüzyıldaki özgürlük sa­
yoldan çıkıyorum. Gruba ulaşmak için uygun
vaşçısının, Jürg Jenatsch'ın memleketi olduğunu
yükseltide bir dönüş yapmak ve yamacı izle­
biliyordu. Tiyatro bakımından aküna özellikle sev­
mek gerekiyor. Sağ yandaki bir dişli tren yolu
boyunca Uerüyorum. Soldan durmadan her diği bir kitap olan Goethe'nin "VVühelm Meister'in

birinin içinde gizlenmiş, şişmiş, mavi giysili Öğrenim Yuları" geldi. K a d m ona Arnold Böck-
bir adam bulunan arabalar geçiyor. Bunların ün'in "Ölüler Adası" adü resmindeki beyaz figürü
ölü oldukları söyleniyor. Arkamdan da böyle anımsattı ve "Yaşlı Bige K a d m " dediği de bir yan­
arabaların gelip beni ezebileceklerini düşünü­ dan anaüsti, öte yandan da J. B. Priestley'in "Bir
yorum ve bu yüzden durmadan arkama dö­ Kapı Açüıyor" (They Came to a City) adü oyunun­
nüp bakıyorum. Ama korkum yersiz. Sağa
daki temizlikçi kadını temsü edebiürdi. "Dişli
doğru döneceğim yerde insanlar beni bekli­
T r e n " de çocukluğundaki (surlarla çevrüi) amba­
yorlar. Beni bir hana götürüyorlar. Bu sırada
rı düşündürdü. Düş bü grup gezisini, hazırlandığı
analiz girişimine tam uyan bir gezintiyi anlatmak­
tadır. Bireyleşme süreci çoğunlukla bilinmeyen
bir yere yapüan bir geziyle simgelenir. Böyle bir
Henry'nin çocukluk anısı; gene kendi

çizimiyle hilal (sol üstte). İsviçre'de geziye yazında sayısız koşutluklar bulunur. Örne­
modern bir fırın ışıklı reklamında aynı ğin Dante'nin "İlahi Komedya"smda "gezgin "in yol
şekil (ortada). Hilal şekli her zaman ay
ararken bir dağa ulaştığı ve ona tırmanmaya karar
anlamını taşır ve böylece dişil prensibi

gösterir; İO 3. yy'dan Babil tanrıçası


verdiği bir örnek bulunur. A m a üç garip hayvan
Iştar'ın başındaki taç gibi (altta). onu engeUerler. ( K i bu Henry'nin daha sonraki bir

277
Bireyleşme sürecinin b a ş l a n g ı c ı sıklıkla

bir d a ğ ı l m a d ö n e m i olabilir. Baş

k a h r a m a n ı korku içinde karanlık o r m a n a

girer M 5. yy "Poliphilo'nun düşü" kita­

b ı n d a n ilk tahta o y m a ) (solda). Karanlık

o r m a n bilinçdışı a l a n ı n simgesidir.

H e n r y ' n i n ilk düşüne ilişkin getirdiği

çağrışımlar: "Ölüler a d a s ı " , A . Böcklin'in

1 8 2 7 - 1 9 0 1 ) y a ğ l ı b o y a tablosu

( s a ğ d a ) . J. B. Priestley'in 1 9 4 4 ' t e

L o n d r a ' d a sahnelenen oyunu "Bir kapı

a ç ı l ı y o r " d a (They c a m e to a city), "uzun

y a ş a m yürüyüşü" s o n u n d a " i d e a l kent"e

ulaşan insanları anlatır. O y u n d a

merkezdeki figür, resimde görülen

k o c a k a r ı d ı r (en s a ğ d a ) .

düşünde ortaya çıkan bir motiftir.) Bu yüzden ün­ 1er. Burada da Henry'de yetersiz olan duygu işle­
ce vadiye hatta oradan cehenneme kadar inmiştir. vinin önemini vurguluyordu. Aynı sözcükteki
B u n u n ardından önce arafa çıkmış oradan da cen­ " h o r n " (boynuz) eki de onun çocukluk yaşantı­
nete ulaşmıştır. Bu koşutluklar Henry'yi de belki sından büdiğimiz ay çöreğini anımsatmaktadır.
bir şaşkınlık ve yalnız basma arayış süresinin bek­ Düşte kısa bir yürüyüşten sonra mola verilir,
lediğini gösteriyor. Yaşam gezisinüı Uk yarısı bura­ Henry kendi özelliği olan pasifliğe döner. Bu nok­
da dağa tırmanışla simgeleştirilmiş olarak bilinçdı­ ta tiyatro seyretmekle vurgulanmıştır. Tiyatroda
şı alanlardan egonun yüksek bir konumuna yük­ seyirci olmak yaşama aktif katılımdan kaçınmak
seliş, yani anahzin vaat ettiği artmış bir bilince için yeğlenen bir fırsattır. Seyirci kendini oyunla
ulaşmak olarak gösterüiyor. özdeşleştirebilir, bu sırada fantezilerini de sürdü­
Samedan düşte girişimin başlangıç yeri olarak rebilir. Bu tür bir özdeşleşmeyle katharsis* yaşa­
adlandırılmıştır. Burası Henry'nin bilinçdışı öz­ mak daha E s k i Yunan'da büe, tıpkı J. L. More-
gürlük arayışının somutlaşması olarak kabul ede- no'nun "Psikodarama"sında olduğu gibi, istenen
büeceğimiz Jenatsch'ın İsviçre'nin V e l t l i n bölge­ bir şeydi. Aynı şeküde Henry de düşüncelerinin,
sinin Fransızlardan kurtuluşu için harekete geçti­ bir gencin olgunlaşma sürecini anlatan bir yapıt
ği yerdir. A m a Jenatsch'm Henry ile başka ortak olan Goethe'nin "Wilhelm Meister"ine gitmesiyle
noktaları da vardır: O da Katoük bir kıza aşık olan bir parça içsel gelişim yaşamış olabilir. Bu sırada
bir Protestandı, o da tıpkı anne bağımlılığından romantik, acıklı bir figürün dikkatini çekmesi de
ve yaşam korkularından kurtulmak için analiz şaşılacak bir şey değildir çünkü bu ona kendi an­
olan Henry gibi özgürlüğü için çarpışıyordu. Bu nesini anımsatıyor, aynı zamanda kendi dişü ya­
benzerlikler Henry'nin kendi özgürlük savaşının nım da kişileştiriyordu. Onunla Böcklin'in "Ölüler
başarısı için olumlu beürtiler olarak yorumlanabi­ Adası" arasında kurduğu ilişki Henry'nin dépres­
lir. Gezinin hedefi de Henry'nin pek bilmediği B a ­ sif d u r u m u n u n kanıtıdır. Bu izlenimi zaten beyaz­
tı İsviçre'deki bir zirve olan Zinalrothorn'dur. Bu lar giyinmiş rahibe benzer birinin içinde tabut bu­
Z i n a l r o t h o r n adındaki " r o t " (kırmızı) hecesi lunan bir kayığı bir adadan alıp götürdüğünü gös-
Henry'nin duygusal sorununa dokunmaktadır. teren asıl resim de amaçlamaktadır. Burada belir-
Kırmızı renk genellikle duyguları, t u t k u y u simge-
Katharsis: Boşalma, (çn.)

278
gin bir çift paradoks buluyoruz: İlki kayığın bur­ O anda Henry çaresiz, çıkışı olmayan bir du­
nunun adadan uzaklaşır gibi konuşlanmış olması, rumda bulunmaktadır ama bunu kabul etmekten
ikincisi de Henryiün düşüncesine göre hermafro- utanır. O sırada kendisine doğru yolu gösteren
dit olan rahibin cinselliğinin belirsiz oluşu. Bu çift "yaşü kadm "la karşüaşır. Onun tavsiyesini tutmak
yönlülük Henry'nin ambivalansını belli etmekte­ zorunda kalır. "Yardım eden yaşü kadm, dişü nite­
dir: Ruhundaki zıtlıklar henüz birbirinden tam likteki ebedi akü"ın masallardan ve mitlerden bili­
ayırdedilebilecek kadar ayrışmış değil. Henry bir­ nen bü sembolüdür. Akücı olan Henry onu izle­
den fark eder ki bu arada öğlen, "yaşamın ortası" mekten çekinü çünkü bu onun için bü ödün, akşü-
olmuştur ve yola koyulmalıdır. Geçide doğru yola nuş akücı düşünce tarzının yadsınması, bir sacri fi-
koyulur. B i r dağ geçidi, bir eğnimden diğerine, cium inteüectus'u (akün feda edüişi) gerektüecek-
bir yenisine geçen "geçiş d u r u m u " için iyi bilmen tir. A m a gene de bu ödünsüz olmaz. Bu durum,
bir simgedir. A m a bu d u r u m u kendi başına aşma- Henry'nin anaüstiyle durumunda olduğu kadar,
üdır; egosu için bu "geçiş"i dış yardım almaksızın analizin kendisi ve hatta yaşam için de geçerlidir.
başarabilmek son derece önemlidir. B u n u n için Gene de Henry'nin aklına Priestley'in, insanla­
gereçlerini, yani kendisine artık yük olmaya baş­ rın ancak bir üıisiyasyonla girebilecekleri "yeni
layan eski bügi materyalini, aynı zamanda olay­ bir kenf'e ilişkin olan (belki burada Apokalips'te-
larla eski başa çıkma tarzını geride bırakır. ki "Yeni Kudüs"le bir analoji de söz konusudur)
Bununla beraber yine de başaramaz. Egosu yö­ yapıtından, "yaşlı kadın" gelmiştir. Bu çağrışım
nünü yitirir, böylece gene çıktığı vadiye gelir. Bu Henry'nin bu karşılaşmayı içüıden kendisi için
yanılgı Henry'nin bilinçli egosunun harekete geç­ çok önemli olarak algıladığım göstermektedir.
meye karartı olduğunu ama (topluluğun öbür üye­ Oyundaki temizlikçi kadm, "orada kendi odam
lerinde kişüeşmiş olan) diğer ruhsal özelliklerinin olacağına söz verdiler" der. Demek ki o bağımsız
eski pasivitede inat ettiklerini, egoya refakat etme­ ve kendine yeter hale gelecektir, tıpkı Henry'nin
ye niyetü olmadıklarım göstermektedir. (Yani dü­ de dilediği gibi.
şü görenin kendisi düşte ortaya çıkarsa bu çoğun­ Henry gibi çok akücı düşünen bir genç adam
lukla yalnız kendisinin büinçü yamm, egosunu gös­ için ruhsal geüşim ve büeyleşme yoluna bilinçle gi­
terir; buna karşılık diğer figürler düşü görenin az rebilmek, o zamana kadarki bütün eğilüulerini göz­
ya da çok büinçdışı olan çizgüerini temsü ederler.) den geçirip değiştirmeyi gerektirir. Buna uygun

279
olarak da "yaşk kadın"m önerisine uyarak tırman­ korkar. Gerçi bu korkusunun yersiz olduğu anlaşı­
maya başka bir yerden başlamakdır. Ancak ondan lır ama bize Henry'nfn geriden, yani egosunun ar­
sonra gruba, yani ruhunun geri bıraktığı özelliklere dından gelebilecek olandan korkusunu gösterir.
ulaşmak için hangi noktada sapacağım bulabikr. Şişmiş gibi görünen mavi elbisek adamlar meka­
Bundan sonra, belki kendi teknik eğitiminin nik olarak üretilen steril entelektüel düşünceleri
etkisiyle, çift hatk bir disk tren yolunun sağ tara­ simgekyor olabilir. Mavi genellikle düşünce işlevine
fım izleyerek -yani bilinçU tarafından- tırmanmaya işaret eder. Böylece bu adamlar entellektüel yük­
başlar. (Simgecihğin tarihinde sağ yan daima b i ­ seklerde, hava azlığından ölmüş düşüncelerin, for­
linçle, sol yansa bilinçdışıyla özdeşleşmiştir.) Sol müllerin simgeleri olabilir. Bunlar ayrıca Henry'rıin
yandan içinde küçük adamlar sakk olan küçük va­ ruhunun cansız iç parçalarım da anlatabilir. Bu
gonlar inmektedir. B i r gidiş gekş olduğu anlaşıl­ adamlara ikşkin bir yorum düşün içinde yapılmak­
maktadır. Henry, yukarı doğru çıkan vagonlardan tadır: "Bunlar öknüş olabilir." A m a Henry o sırada
birinin arkadan gekp kendisine çarpabileceğinden yalnızdır. Bu açıklamayı k i m yapıyor? Bu bir sestir
ve bir düşte duyulan ses çok anlamk bir olgudur.
Jung buna ilişkin olarak düşlerde sesm ortaya çık­
masının şelfin işe kanşması olduğu tanımım yapar.
B u , kökleri ruhun kolektif temellerinde olan bir bil­
gidir. Sesin söyledikleri üzerinde tartışılamaz.

Henry'nin ölü formüllere ilişkin olarak kazanıp


düşe getirdiği içgörü düşte bir dönüm noktası
oluşturmaktadır. Artık yeni, bilinçli bir yöne, bi­
linçli ve dış dünyaya doğru gitmek için doğru
noktadadır. Orada kendisini önce terk edilmiş
olan kimseler beklemektedir. Orada artık onlara,
r u h u n u n önceden tanımadığı öğelerine bilinçli
olarak yaklaşabilir. Toplumla uyuşabikr, uzlaşabi-
kr. Böylece bir çatı altı ve yiyeceğe kavuşur.
O zaman gerüimi çözen, toprağı besleyen yağ­
m u r başlar. Mitolojide yağmur gök ile yer arasın­
da bir barışma, bir sevgi birliği anlamı taşımakta­
dır. Örneğin Eleusus gizemlerinde her şey suyla

Zeus'un kendisiyle bir aşk gecesi için altın

y a ğ m u r u n a dönüşerek g e l d i ğ i D a n a e

(Flaman ressam Jan G o s s a e r ' i n y a ğ l ı b o y a

resmi, 1 6 . yy) (solda]. H e n r y ' n i n düşünde

o l d u ğ u g i b i b u efsane, yerle g ö k a r a s ı n d a k i

kutsal d ü ğ ü n o l a n y a ğ m u r simgesini

yansıtmaktadır,

H e n r y ' n i n bir b a ş k a d ü ş ü n d e bir g e y i k

görünür. Bu da u t a n g a ç dişilliğin simgesidir

(Edwin Landseer, 1 9 . yy) (sağda).


temizlendikten sonra gökyüzüne "Yağmuru i n ­
Bilinçdışı karşısında korku
dir!", yeryüzüne de "Bereket ver!" diye seslenilir.
Bu tanrıların kutsal bir evliliği olarak anlaşılır; b u ­
rada yağmur, sözcüğün tam anlamıyla bir "çö­
Henry'nin başlangıç düşünde karşılaştığımız so­
züm" olarak anlaşümaktadır.
runlar, daha sonraküerde de eril -aktif ve dişil—
İnerken Henry sırt çantasıyla, bisikletiyle sim­
pasif yanları arasında gidip gekşlerini ya da ente­
gelenen geride bıraktığı kolektif değerlere yeniden
lektüel perhizkârlık ardma saklanma eğilimini
kavuşur. Bilmemin genişlemesi ve bunun ardından
göstererek karşımıza çıktı. Dünyadan hem k o r k u ­
egosunun güçlenmesinden sonra artık yeniden
yor h e m de ona doğru çekiliyordu. Temelde bir
sosyal temaslara gereksinimi vardır. Yalnız basma
kadınla sorumluluk taşıyan bir ilişki kurmayı ge­
kendi yolunu bulabümiştir. A m a arkadaşlarının,
rektiren evkliğin zorunluluklarından korkmaktay­
şimdilik acele etmemesi, eşyalarım ertesi gün al­
dı. Bu tür bir ambivalans* erkekkğin eşiğinde b u ­
ması önerilerini kabul edecektir. Yeniden yabancı lunan bir kimse içki akşümadık bir şey değildir.
bir kılavuzluğu kabul etmiştü. İlkinde yaşlı kadı­ Henry yaş bakımından b u n u geride bırakmış olsa
nın, bireysel bir gücün, arketipsel bir figürün, ikkı- da içsel olgunluğu bunu karşılayamıyordu. Bu so­
ciskıde kolektü bir önerinin, bir grubun dedikleri­ r u n içedönüklerde çoğu zaman gerçekten, dış
ni izlemiştir. Böylece Henry kendi olgunlaşma yo­ dünyadan korkuyla ortaya çıkmaktadır.
lunda bir küometre taşım geçmiş bulunmaktadır. Henry'nin naklettiği dördüncü düş içinde b u ­
Henry'nin psikanalizden içsel geüşimi için bek­ lunduğu ruhsal d u r u m u apaçık göstermekteydi:
lentisi bakımından bu düş çok umut vericidir. R u ­
Bana bu düşü pek çok kez görmüşüm gibi
hunu gerilim içkide tutan çatışmak zıtlıklar bun­
geliyor: Askerlik hizmeti, uzun mesafe yürü­
da, bk yandan "tırmanmak" içki bilinçli dürtüsü,
yüşü. Ben yalnız başıma gidiyorum. Bir türlü
öte yandan pasif düşünceli davranışa eğiknü, etki­ hedefime varamıyorum. En sona mı kalaca­
leyici biçimde anlatılmıştır. Beyaz giysik acılı genç ğım? Yolu çok iyi büiyorum. Ama hepsi bk
kadın görüntüsü de - k i Henry'nin duyarlı ve ro­ deja vu. Başlangıcı bir küçük ormanın içinde
mantik duygulanm temsü ederek- mavi giysik ce­ ve yerler kuru yapraklarla kaplı. Arazi yavaş­
ça aşağıya doğru iniyor ve orada kalmak iste­
setlerle - k i onun steril entelektüel dünyasmı sim­
ği uyandıran çok hoş bk dereciğe ulaşıyor.
gelemektedir- kontrast oluşturmaktadır. A m a bü­
Ardından tozlu bir köy yolu geüyor. Bu yol üst
tün bu sorunları aşmak, bunların arasmda bir den­ Zürih Gölü yakınında küçük bir köy olan
ge sağlamak çok da kolay olmayacaktır. Hombrechtikon'a ulaşıyor. Ama önce sola,
Zürih yönüne doğru sapmak gerekiyor. Her
iki yam söğütlerle kaplı bir dere. Böcklkı'in,
hülyalı bk kadmin su boyunca yürüdüğünü
gösteren resmini andırıyor. Akşam oluyor. Bir
köyde yol soruyorum. Yedi saat uzakta bir ge­
çidin ardında olduğunu söylüyorlar. Kendimi
toplayıp yola koyuluyorum. Ama bu kez dü­
şün sonu farklı oluyor. Söğütlerle çevrik dere­
den soma bir ormana giriyorum. Orada kaçan
bir geyik görüyorum. Bu gözlemimden kı­
vançlıyım. Geyik sol tarafta ortaya çıkıyor ve

ambivalans: i k i yönlü değerlendirme, (çn.)


ben sağa dönüyorum. Burada üç garip yaratık Her düş, düşü görenin bilinçli eğilimlerini az
görüyorum; yan domuz, yarı köpek ve ayakla­ ya da çok dengeler. Henry'nin idealindeki roman­
rı da kanguru gibi. Yüzleri anlamsız, uzun sar­ tik kızsı figür de garip, kadınsı hayvanlarla denge­
kık kulakları var. Bunlar belki de kılık değiş­
lenmektedir. Ekeğin bilinçdışı yanı dişil dürtü
tirmiş insanlarmış. Ben de bir keresüıde bir
dünyasıyla simgelenmiştir. Orman biknçdışı ala­
sirk kostümüyle eşek kılığına girmiştim.
nın bir simgesi, hayvansılığm bulunduğu bir yer­

Bu düşün başı başlangıç düşüne çok benziyor. dir. Önce bir geyik, çekingen, ürkek, masum ka-

Burada da karşısma düşsel bir kadm figürü çıkıyor. dınsılığın sembolü, ortaya çıkar. B u n u n hemen

Düşün bütün havası da yerdeki kuru yapraklar da ardından Henry üç garip, ürkütücü "melez hay­

Böcldm'in başka bir resmini anımsatıyor. O resmin v a n " görür. Bunların kendi farklüaşmamış dürtü-

adı "Güz Düşünceleri". Bu düşte romantik bir at­ selliğini, içgüdülerinin anlaşılamaz karmaşasını,

mosfer de görülüyor. Melankolisini temsil eden bir yani gelecekteki gelişiminin ham maddesini an­

romantik güz atmosferinin Henry'ye hiç yabancı lattığı görülmektedir. En çok dikkatini çeken ise

olmadığı belli oluyor. Gene bir insan topluluğu onların hiçbir yüz ifadesi olmayışıdır; yani en kü­

içindedir, ama bu kez askerlikte, asker arkadaşla­ çük bir bilinç ışıkları yoktur.

rıyla bir uzun mesafe yürüyüşündedir. Bütün bu Çoğu üısaımı ziluıinde domuz kirli cinselliği çağ­
durum, askerliğin de akla getirdiği gibi, ortalama rıştırır. (Örnek olarak Odisse'de Kirke, kendisini ar-
bir erkek durumudur. Henry bana "yasanım bir zıüayan erkekleri domuza çevirnrektedir.) Köpek
simgesi" demiştir. A m a düşü gören ona uymayı is­ asanda sadakat simgesiyse de aynı zamanda dişil
temez. Yola tek basma devam eder. Olasımda her şehvctliliğm de simgesidir çünkü eş arayışmda se­
zaman böyle olmaktadır. Deja vu izlenimi de bu çim yapmaz. Buna karşılık kanguru anaçlık ve şef­
yüzdendir. "Hedefime hiç ulaşamayacağım" dü­ kat li bakımın simgesidir. Ama bu hayvanlar bu özel

şüncesi güçlü aşağılık duygularım gösterir. Bu ya­ liklerin yalnızca bir kısmım göstermektedirler daha­
rışı hiç kazanamayacağını düşünmektedir. Yürüyü­ sı bu özellikler de anlamsız şekilde karışıktır. Jung,
şü onu Hombrectikon'a çıkarır. Bu ona gizü kalmış simyada masalsı garip yaratıkların çoğunlukla "ma-
çocukluk planlarım anımsatan bir addır. (Hom=ev; teria prima"mn (ilk madde), her şeyin başlangıcın­
Brechen=kırmak). Ne ki kırma girişimi fantezide daki maddenin, ego'nun kendi gelişim ve olgunlaş­
kaldığından burada da (başlangıç düşünde olduğu ma sürecine başlamasından önceki ilk total bilin­
gibi) yolunu yitirir, sormak zorunda kalır. mezliğin simgelendirilmesine yaradığını büdirmek-

H e n r y ' n i n g a r i p hayvanları gösteren ç i z i m i .

Bunlar dilsiz ve kördür; kendilerini

a n l a t a m a z l a r . O n u n bilinçdışı ruhsal durumunu

göstermektedirler. Alttaki h a y v a n yeşil; d o ğ a

v e c a n l a n ı ş ı n , halk a ğ z ı n d a umudun rengi.

H e n r y ' n i n gelişme ve ruhsal b a k ı m d a n

farklılaşma o l a n a k l a r ı n ı belirtiyor (solda].


tedir. Bunları karşısmda göriince Henry'yi hangi içgüdüselliğüü sevilen, dolayısıyla da ideaüze edi­
korkuların sardığı, onları zararsızlaştırma eğilimin- len bir eşe yönlendirmeye cesaret edemez. Anne­
den, onların sadece, kendisinin de çocukken bir sine olan bağımlılığından ötürü duygularını ve
sirk oyunu için yaptığı gibi "kılık değiştirmiş" insan­ cinselliğini aynı kadma sunmakta zorlanmakta­
lar olduğunu düşünmeye çahşmasından kendini dır. Düşleri durmadan bu açmazdan kurtuluş öz­
belli etmeldedir. Korkusu nedensiz d e p d i r ; çünkü l e m i n i n kanıtlarını getirmektedir. Düşlerinde
böyle bilinçdışı özellikleri hayvansallıkla simgele­ "keşiş küığmda gizli görevde" olarak görünür, bir
yen, böyle insana yabancı canavarları içinde barın­ genelevdeki aşağı zevklerle baştan çıkarüır.
dıran kişüün korkmak için büçok nedeni vardır.
Kendimi bütün erotik serüvenleri geride bı­
Bir başka düş de Henry'nin bilinçdışınm de­
rakmış bü iş arkadaşımla birlikte bilmediğim
rinlikleri karşısındaki korkusunu göstermektedir:
bü kentin karanlık bü sokağında bü evin önün­
de buluyorum. Yalnız kadınlar girebiliyor. Bu­
Bir yelkenli gemide miçoyum. Hiç rüzgar
nun için arkadaşım holde kadın yüzü şeklinde
olmamasına rağmen yelkenler şişmiş. Benim
küçük bir karnaval maskesi takıp merdivenler­
görevim bir direği tutmakta olan bir halatı
den çıkıyor. Muhtemelen ben de öyle yapıyo­
tutmak. Küpeşteler garip bir şekilde taş pla­
rum; ama orasııu iyi hatırlayamıyorum.
k a l a r l a kaplı bir duvarmış. Bu yapı denizle

yalnız basma giden geminin tam sınırında


Bu düşün önerdiği Henry'nin merakım gidere­
yükseliyor. Ben halatı -direği değil- sımsıkı
tutuyorum ve denize bakmam yasak. cektir, ancak bü dolandmcıükla. Bü erkek olarak
böyle "yasak" bü geneleve girmeye cesaret ede­
Bu düşte Henry psikolojik bir sınır d u r u m u n ­ memektedir. A m a erkeküğini bü yana buakarak
da bulunmaktadır. Küpeşte o n u korumakta ama kadm taklidi yaparsa, kendi bilinci tarafından hep
aynı zamanda görüşünü de engellemektedir. Yü­ yasaklanan dünyaya göz atabüecektü. Henry'nin
zeyinde kendi "karşıti'nı, "gölge"sini görebüeceği girmeye karar verip vermediği açık kaüyor; ketlen-
suya bakması yasaktır. Her şey korkuyla, kuşkuy­ meleri henüz aşılmış değü, bu yüzden bir genelev
la karışıktır. Henry gibi kendi bilinçdışırun derin­ ziyaretine, bunun olası sonuçlan nedeniyle izin ve­
liklerinden korkan birisi, cardı bir kadından ürk­ remez. Belki bu öykü Henry'deki homoerotik bü
tüğü gibi aynı şekilde içindeki dişilden de ürk- çizgiyi de ele vermektedir; çünkü kadm küığmday-
mektedir. H e m hayran olmakta hem de ona yem' ken erkekleri de kendine çekebüecektü. Böyle bü
olmamak için kaçmaktadır. Henüz hayvansı olan varsayımı başka bir düş de desteklemektedir:

Düşün d o m u z benzeri hayvanı

hayvansallık ve duygusallık a n l a m ı

taşıyor; e f s a n e d e hayranlarını

d o m u z a çeviren Kirke g i b i . Bir

G r e k vazosu üzerinde Odysseus

d o m u z halinde Kirke ile (solda).

G e o r g e G r o s z ' u n savaş öncesi

toplumu taşlayan bir karikatürü; bir

fahişe, a d i l i ğ i n i gösteren bir d o m u z

kafası taşıyan -adamla oturuyor

(sağda).
Kendimi beş ya da altı yaşıma dönmüş gö­
Azize ve yosma
rüyorum. O zamanki oyun arkadaşım kendisi­
nin bir fabrika müdürüyle nasıl ayıp bir şeyler
yaptığım anlatıyor. Arkadaşım sağ elini ada­
mın cinsel organına, hem onu sıcak tutmak Henry'nin içinde bulunduğu ama kendisinin pek
hem kendi elini ısıtmak için koyuyormuş.
de farkında olmadığı r u h d u r u m u aşağıdaki düşte
(Henry ek olarak, bu fabrika müdürü, baba­
çok etkileyici biçimde anlatılmaktadır. İlkel duy­
mın genel bilgisinden ötürü benim çok değer
verdiğim yakın bir arkadaşıydı. A m a biz gusal dürtüsellik ile bir tür perhizkârlığa kaçma
onunla hep "ebedi bekar", hep "Puer aeter- eğilimi burada tam olarak gösterilmiştir. Yürüdü­
nus" diye dalga geçerdik, dedi.) ğü yolun onu hangi yöne götürdüğü kolayca gö­
rülmektedir. Bu yüzden bu düş daha uzun olarak
O yaştaki çocuklar arasmda böyle oyunlar ak-
yorumlanacaktır.
şılmadık bir şey değüdir. A m a Henry'nin şimdi b u ­
na geri dönüşü suçluluk duygularıyla yüklü olduk­
larım, bu yüzden de kuvvetle bastınldıklarını gös­ Dar bir dağ yolundayım. Aşağı doğru iniş­
terir. Bunlar eş olarak bir kadına bağlanmaktan te sol tarafta bir uçurum var, sağ taraf ise bir
korkuya da yakındırlar. B i r başka düş ve bunun yar. Yol boyunca yalnız başına olan gezginle­
akla getüdikleri bu çatışmayı göstermektedir. rin fırtmada saklanması için tek tek kovuklar
oyulmuş. Bu kovuklardan birine yarı gizlen­
Tanımadığım bir çiftin düğününe katılıyo­ miş olarak bir sokak yosması sığınmış. Ama
rum. Sabahın saat birinde küçük düğün toplu­ ben onu garip bir şekilde arkadan, kaya tara­
luğu, yani gelin ve damat, kızın ve erkeğin sağ­
fından görüyorum; biçfmsiz, yamık yumuk bir
dıçları, eğlenceden aynlıyorlar. Beklediğim
şey. Onu merakla inceleyip gerisine dokunu­
büyük bir salona gekyorlar. Yeni evü çiftin de
yorum. Belki de diye düşünüyorum, bu bir
onlann sağdıçlarının da kavga etmiş oldukları
anlaşıkyor. Çatışmayı sona erdirmek için so­ kadın değil de bir erkek fahişedir. Ama bu k i ­
nunda iki erkek, İM kadım bırakıp çekiliyor. şi birden bir azize oluveriyor. Omuzlannda
kısa, kızıl bir pelerin var. Yoldan aşağı doğru
Henri bunun üzerine "bunda Giraudoınc'nun ta- yürüyor ve biraz üeride daha geniş, içinde
rumladığı cinslerin savaşım görüyorsunuz" diye kaba ağaçtan yapılmış sandalyeler ve sıralar
açıkladı ve devam etti: "Düşümdeki büyük salonu bulunan kovuğa giriyor. Yüksekten bakan bir
gördüğüm Bavyera'daki saray, kısa süre öncesine
kadar yoksullar için acü konutlar yapmak üzere
kuUanılrmştı. Oradayken kendi kentlime, eski bir
güzelliğin yıkıntüarı içinde yoksul bir yaşam sür­
mek, büyük bir kentin çükinlikleri arasmda aktif
bir yaşam sürmekten daha iyi değü mi diye sormuş­
tum. Kısa süre önce bir arkadaşınun nikahında şa­
hit olarak bulunduğum sırada da gelin üzerimde
hiç iyi bir izlerüm bırakmamış, bu evlilik kısa za­
manda yıkılır diye düşünmüştüm."
Pasivite ve içedönüklüğe sığmma özlemi, bir
evliliğin başarısız olacağından k o r k u , düşte cins­
lerin ayrıksı; bütün bunlar hiç kuşkusuz Henry'nin
bilinci gerisinde saklanan gizü kuşkuların semp-
tomlarıydüar.
bakışla bütün bulunanları, bu arada beni de linç tarafında görüşlerinin sert duvarıyla çevril­
süzüyor ve bütün onu izleyenler o kovuğa gi­ miş dar yolda üerleyen yalnız gezgin resmi, daha
rip yerleşiyorlar. üç b i n yü öncesinin Çin kehanetler kitabı I-
Ging'in dördüncü işaretinde görülür. Henry de o
Henry'ye bu figür paleoütik çağdan kalma bir kitapta arüatüan gezgin gibi "genç bir şaşkın"dır.
bereket tanrıçası heykelciği olan Willendorf Ve- A m a belki de anaüz sayesinde artık hiç de davet­
nüsü'nü çağrıştırmıştı. "VVallis'de (İsviçre'nin kâr olmayan yükseklerden aşağı doğru inmekte­
Fransızca konuşulan bölgesinde bir kanton) bir dir. Hedefe yönekk olarak, yani yapay olarak ka­
gezim sırasmda eski Kelt mezarlarım gezerken yalara oyulmuş olan kovuklar, Henry'nin bilinç
kalçalara dokunmanın eski bir bereket töresi ol­ alanındaki büinçdışı boşlukları simgelemektedir.
duğunu duymuştum. Orada bir kayanın düz bir Bunlar, dış dünyadaki gerüimler tehdit edici ol­
yüzü her türlü maddeyle sıvanmış; çocuğu olma­ duğunda, "yıldırımlar" düşerse sığımlabilecek
yan kadınlar, kısırhktan kurtulmak için çıplak kıç- yerlerdir. Konsantrasyon gücü azaldığında fante­
larıyla bu kayadan aşağı kayarlarmış." Azizenin zi dünyası engeüenmeksizin bu boşluklara girebi­
pelerini de ona nişanlısının bir ceketim anımsat- lir. Orada beklenmedik durumlar ortaya çıkabilir
mıştı; ama o beyazdı. B u n u bu düşün görüldüğü ve ruhun tasarımlara bol oyun alam buakan arka
gece dans için giymişti. B u n a karşılık onun birlik­ planına derinlemesine bir bakış sağlar. B u n u n ya­
te olduğu bir kız arkadaşı da kızü bir ceket giymiş­ nında kaya kovukları "taştan ana r a h m i " sembol­
ti ve bu kendisinin daha çok hoşuna gitmişti. leri, değiştiğimiz, yeniden doğduğumuz esraren­
Düşün anlattıklarını doğru olarak anlayabü- giz mağaralardır. İçedönük Henry de dışarısı ken­
mek için Henry'nin aklına gelenleri kültür ve sim­ disi için fazla bulanık olduğunda, düşlerini özgür
geler tarihinden analojilerle bütünlemek gerekir. bırakabümek için herhalde büinçli egosunun bir
Sol yarımda, yani büinçdışı tarafmda korkunç de­ mağarasına çeküir. Böylelikle o n u n önünde ne­
rin bir uçurumla sınırlanmış, sağ yanında, yaıü b i ­ den, içsel dişü çizgilerinin bir yansıması olan bir

Henry'nin çizimlerinden biri;

düşündeki küpeşte yerine taş

duvarları o l a n kayık (solda).

Henry'ye fahişenin çağrıştırdığı

"VVillendorf Venüsü" a d ı verilen

prehistorik figür ( s a ğ d a ) . A y n ı düşte

a z i z kutsal bir m a ğ a r a d a görünü­

yor. Birçok g e r ç e k m a ğ a r a

kutsaldır. Resimdeki Lourdes'da

Bakire M e r y e m ' i n küçük bir kıza

g ö r ü n d ü ğ ü Bernadette m a ğ a r a s ı (en

sağda).

285
kadın gördüğü de açıklanabilir. Bu biçimsiz, sün- "arkadan" demek onun en az insan olan tarafın­
gersi bir nesnedir. Bu bilinçaltına bastırılmış olan dan demektir, o tarafta kalçalar, yani bedenin er­
dişi resmidir. Ona bilinçli yaşamında asla yaklaş­ keğin şehvet duygularını en fazla uyaran parçası
mamıştır bile. O, anne kompleksi olan her oğulun bulunmaktadır. Henry fahişenin kalçalarına do­
kutsallaştırılmış anne kavramımn karşı k u t b u ola­ kunmakla bilinçsiz olarak, ilkel kabilelerde yapı­
rak gizli bir hayranlık uyandırsa da onun için dai­ lan türden bir bereket riti de uygulamış olmakta­
ma sıkı bir tabu olarak kalmıştır. Kadınla ilişkide dır. Dokunmak, el koymak hem şifa vermekle
bütün duyguları dışarıda bırakarak kendini saf hem savunmak ve lanetlemekle çoğu kez eş an­
hayvansı, cinsel olanla sınırlayabilme olasılığının lamlıdır.
böyle bir genç adam üzerinde çok baştan çıkarıcı B u n u n hemen ardından, bu figürün bir kadm
bir etkisi vardır. Böyle bir birliktelikte duyguları­ olmayıp bir "erkek fahişe" olabileceği fikri gelir.
nı birbirinden ayırabüir, sonuç olarak anneye ge­ Böylece o birden mitolojide sık sık ortaya çıkan
ne de sadık kalmış olur. Yoksa her dişi varlığın bir hermafrodit figür halini alır. (Başlangıç dü­
anne olarak tabulaştırüması oğulun ruhunda kar­ şündeki rahip gibi.) K e n d i cinsiyetine ilişkin gü-
şı konulamayacak kadar etkindir. vensizük ergenlikte hiç de nadir değüdir, o yaş­
Tümüyle k e n d i fanrezüerirün mağarası içine larda homoerotizm de bu yüzden alışılmadık bir
çekilmiş olan Henry fahişeyi ancak "arkadan" gö­ şey değüdir. Daha önceki birkaç düşte de gördü­
rür. Onun yüzüne bakmaya cesaret edemez. A m a ğümüz gibi bu Henry'nin yapısmdaki bir genç

Bir pelerin sıklıkla insanın çevresine

g ö s t e r d i ğ i "maske" y a d a " p e r s o n a "

a n l a m ı taşıyabilir. Ilyas p e y g a m b e r i n

kaftanı da benzer bir a n l a m a sahipti:

G ö ğ e yükseldiği sırada kaftanını halefi

A l i s a ' y a , kendi rolünü üstlenmesi için

bırakmıştı. Bir İsveç köylü resminde

(solda].
adama hiç de uzak değildir. Belki fahişenin cinsi­ istediği sonucunu çıkarabüiriz. Pelerin kırmızıdır,
yeti üzerindeki kararsızlıkta bir saptırma meka­ yani ihtirasm, duygularm geleneksel rengini taşı­
nizması da işlemekteydi, böylece düş gören için maktadır. Böylece azize bir erotize nmarülik yö­
itici olduğu kadar çekici de olan dişi"yapı önce bir nü yani cinselliklerini bastıran, yalnızca ruhlarına
erkeğe, ondan sonra da bir azize dönüştü. Bu ya da akülarına dayanan erkeklerde bulunan bir
ikinci dönüşüm bu figürden bütün cinsel izleri özelük verir. Düş b u n u n genç bir insan içüı çok
alıp götürmüş oldu, cinselliğin gerçeğüıdeki her doğal olduğunu beürtmek istemektedir.
türlü etseüiği reddeden perhizkâr bir aziz yaşa­ A z i z kovuktan çrkıp yoldan aşağı, yani yüksek­
mına doğru y o l gösterdi. Düş görmede bir uçtan ten alçağa doğru, vadiye doğru üıerken i k i n c i bir
öbürüne dönüşmek - b u r a d a bir fahişenin azizeye mağaraya girer. Bu kaba odundan sıraları, masa-
dönüşmesi- hiç ender değildir. Simyada olduğu larıyla ilk Hıristiyanların kovalandıkları sırada
gibi en aşağı olandan değişim ve soylulaşımla en ayinlerini yaptıkları sığınakları anımsatmaktadır.
yüce olan ortaya çıkar. B u n u n kutsal, şüa veren bir yer, ruhani, yersel
Azizin pelerini de Henry'nin dikkatini çeker. olanın göksel olana, etsel olanın ruhsal olana dö­
Bir pelerin çoğunlukla çevreye karşı takınılan ko­ nüşümü gizeminin bulunduğu bir yer olduğu an­
ruyucu bir küıfı ya da Jung'un "persona" admı laşılır. A m a Henry'nin onu izlemesine izm yoktur;
verdiği bir tür maskeyi simgeler. Persona bir yan­ bütün oradakilerle, yani kendisinin bütün bilinç­
dan bireyin dışa görünümünü sağlar, öte yandan dışı kısmi kişilikleriyle birlikte dışarı gönderüir.
iç kimliğim diğer insanların merakından korur. "İçerideki" dünyada, ruhsalüğm dünyasmda kala­
Düşteki aziz personası bize Henry'nin nişanlısıyla bilmesi içüı önce dış dünyaya ayak basmak, ken­
ve onun kız arkadaşıyla olan ilişkisini açıklamak­ dini ispatlamaüdır. Çünkü aziz, henüz ayrışmamış
tadır. Çünkü azizin pelerini her ikisinin kılıkları­ ama kavrayıcı bir biçimde olsa da aynı zamanda
nın da özelliklerini taşır. B u n d a n Henry'nin b i - seüi, r u h u n içinde kaderi belirleyen tanrı resmini
linçdışının, çekim güçlerinden kendini korumak simgelemektedir. Henry ise henüz onun çok yakı-
içüı her i k i kadma da azizlik özeuiklerini sunmak nında durabilmek içüı yeterince olgun değildir.

Fahişeye H e n r y ' n i n dokunuşu,

dokunuşun büyülü etki y a p a c a ğ ı

inancına b a ğ l ı olabilir. 1 7 . y y ' d a ü n

y a p a n İrlandalı Valentine Greatstakes'in

elini d o k u n d u r a r a k iyileştirdiğine

inanılırdı (ortada].

Persona'ya bir başka örnek: İngiliz

Beatnik'lerin giysileri, d e ğ e r y a r g ı l a r ı ve

y a ş a m tarzını ç e v r e y e ilan etmek içindi

(sağda).
Analiz yolunda

Kuşku ve dirençlere rağmen Henry canla başla rüntü oluşturuyor. Çıkartüan parçaların ya­
ruhunda olup bitenlere katılmaya başladı. Düşle­ kındaki istasyonun raylarıyla taşınması gere­
rinden etkilendiği açıkça görülüyordu. Onların b i ­ kiyor. Gölün tabam yeşü bir toprak parçasma
linçli yaşamım anlamlı şeküde kompanse ettikle­ dönüşüyor.

r i , kendi ambivalansma, kararsızlığına, pasifliğine


üişkin olarak kendisine çok değerii görüşler ver­ Eğer düşü bilinçdışında olup bitenlerin bir
dikleri anlaşılıyordu. Zamanla Henry'nin kendi gösterisi olarak ele alırsak burada, bilinçü yaşam­
r u h gezisinde tam yol üerlemekte olduğunu apa­ da da fark edüebüen önerrüi bir üerleme kendini
çık gösteren düşler gelmeye başladı. Anaüzin gösteriyor. Suya (bilinçdışma) batmış olan (bas­
başlamasından i k i ay kadar sonra şu düşü getirdi: tırılmış olan) lokomotifler -enerji ve güç simgele­
ri düşte yük vagonlarıyla- her türlü değeri, yükü

Memleketimden çok uzak olmayan komşu taşıyan araçlarla birlikte gün ışığına çıkartılmak­

bir gölün kıyısındaki küçük bir yerin umanın­ tadır. Onlarla olasılıkla Henry'nin çocukluğunda
da, suyun dibinden son savaşta batırılmış lo­ kendisinin aktivite basıncının önemli bir miktarı
komotifler ve yük vagonları çıkartüıyor. Önce da alt tabakalara inmişti. Şimdi bunlar yemden
silindü biçiminde büyük bir lokomotif kazanı kuüanüabüecektir. Gölün koyu renkli tabanının
çıkartüıyor, ardından muazzam, pash bir yük da yeşü bir çayıra dönüşmesi Henry'nin yeni uya­
vagonu. Her şey seyre değer romantik bir gö­ nan güçlerim anlatır.
Ama dişil yam da Henry'ye yalnız başına yap­ böylece kamburla "çiftleşmiştir", aksi takdirde
tığı bu yolculukta yardımcıdır. On altıncı düşün­ korkulu "ihanet ettiği" düşüncesi akkna gelmez­
de o karşısına kambur bir kız olarak çıkar. di. Gerçekteyse Henry burada kendi dişil yamyla
bir ilişki kurmuştur. Bu küçük kambur kızın
Tanımadığım, ince görünüşlü ama kendi­ Henry'nin ruhsal gehşrminde oynadığı önerrdi rol
sini çirkinleştiren bir kamburu olan bir genç bir başka düşte anlatılmaktadır:
kadınla okul yolundayım. Okul binasına daha
birçok genç de giriyor. Ama hepsi şan dersi Tanımadığım bir erkek okulundayım.
için özel odalara giderken kız ve ben küçük Oraya ders saatinde gizüce giriyorum. Neden
kare şeklinde bir masanın basma oturuyoruz. gizlendiğimi bilmiyorum. Sınıfta küçük dört
O bana özel şan dersi veriyor. İçimden birden köşe bir sandığın arkasma saklanıyorum. Ko­
bir acıma duygusu yükseliyor ve bu yüzden ridora açüan kapı yarı açık. Yakalanmaktan
onu dudaklarından öpüyorum. Aynı anda korkuyorum. Önümden bir erişkin beni gör­
suçsuz olsam da nişanlıma ihanet ettiğim ak­ meden geçiyor. Ama küçük kambur bir kız
lıma geliyor. geüyor ve beni hemen buluyor. Saklandığım
yerden beni çıkarıyor.
Şan ile şarkı duyguların anlatımıdır; bunlar­
dan da Henry hâlâ korkuyor. Bunları ancak ergen Her ikisinde Henry kıza bir okulda rastkyor.
halde, romantik biçimde tanıyor. Bunlar burada H e r ikisinde de gekşmesine yardımcı olacak bir
eşit dört kenarıyla bir bütünlük motifi olan " k a r e " şey öğreniyor. Ayrıca bunu fark edilmeksizin
bir masayla amatılmaktadır. Bu d u r u m duyguları­ yapması, o sırada pasif kalması gerekiyor. B u n a
nı harekete geçirmek için tam anlamı Ue uygun­ benzer "kambur çirkin kız'Tar pek çok masalda
dur. Kızı dudaklarından öpmesine engel olamaz, ortaya çıkar. Halk ağzında da " k a m b u r " u n çirkin­
liğinin, doğru adam gelip de kızı bir öpücükle la­
Resim ( W i l l i a m Turner) "Rain, Sleam netinden çıkarırsa yeniden parlamaya başlayacak
a n d S p e e d " a d ı n ı taşıması g i b i ,
olan en büyük güzelkkleri sakladığı söylenir. B u ­
lokomotifler, a p a ç ı k d i n a m i z m , enerji

ve hareketi simgeler (solda).


rada kız Henry'nin, aynı şekilde kendisini çirkin­
Henry'nin düşünde g ö l d e n çıkarılan leştiren bir lanetten kurtarılması gereken r u h u
lokomotifler d e ö n c e d e n b i l i n ç d ı ş ı n d a olabüir. Henry'nin duygularım şarkı söyleyerek
bastırılmış d u r a n , d e ğ e r l i bir etkinlik
uyandırmaya çakşması ya da onu parlak gündüz
için potansiyeli gösteriyor (altta).
ışığıyla karşüaşması için saklandığı kuytudan çı­
karışı onun yardıma hazır bir kadm önder oldu­
ğunu göstermektedir. O halde Henry h e m nişan-
ksına h e m de aynı zamanda, önce dış dünyadaki
"kadın"ın temsücisi, sonra da ruhunun derinle-
r i n d e k i dişil özelliklerin somutlaşması demek
olan kambur kıza ait olmakdır.
Kehanet düş

Tümüyle akücı düşüncelerine dayanan, ruhsal sol bacağımı yarauyor. Bu kez yolun açüıp
yaşamlarının belirtüerini görmezden gelen k i m ­ açılmayacağını bir fal gösterecekmiş; yoksa
selerde sıklıkla batü inançlara doğru açıklanamaz bunu yaşamımızla ödermişiz. Önce sıra bende.

bir eğnim bulunur. Kehanetler, faüar, dinler, bü­ Dört Çinli nldişinden çubuklarla fal açıyorlar.
Sonuç olumsuz, ama bana gene de ikinci bir
yücüler, dolandıncı şarlatanlar tarafmdan kolay­
şans veriliyor. Önce yanımdaki kişi bağlanmış­
lıkla kandırılırlar. Düşler ldşinin dış yaşamım
ken bu kez beni bağlayıp bir yana koyuyorlar
dengelediğinden, bu kişüerin kendi zihinlerine
ve benim yerime o geçiyor. Onun önünde fal
verdikleri aşırı önem de aküdışı olanla yüz yüze
benim için ikinci kez atılıyor. Bu kez sonuç
geldikleri ve ondan kurtulamadıkları düşlerle
olumlu oluyor ve ben kurtuluyorum.
dengelenmiş, kaldırılmış olur.
Henry de bu olguyu analizi sırasında çok etki­
Bu düşün garipüği ve ahşılmadık önemi kadar
leyici şeküde yaşadı. Böyle akıldışı temalara da­
semboUerinin zenginhği, bütünlüğü ilk bakışta
yalı dört olağanüstü düş r u h s a l gelişiminde
görülüyor. B u n u n l a birlikte sanki Henry'nin bilin­
önemli kilometre taşlarım oluşturdular. Bunlar­
ci b u n u görmezden gelmek istiyor gibiydi. Bilinç­
dan üki anahzin başlamasmdan on hafta kadar
dışının yarattıkları karşısmdaki kuşkuculuğu dü­
sonra geldi.
şünüldüğünde bu düşü rasyonalizasyon tehlike­
sinden korumak, araya girmeksizin Henry'nin ru­
Güney Amerika'da maceralı bir yolculuk
h u n u etkilemesini sağlamak önemli görünüyor­
sırasında nihayet yurda dönmek için şiddetli
du. Bu yüzden bir yorumdan kaçındım. O n u n ye­
bir istek duyuyorum. Bir dağ üzerinde bulu­
rme bir öneride bulundum: Kendisine ünlü Çin
nan bilmediğim bir kentte tren istasyonuna
fal kitabı I Ging'i (Değişimler) okumasını ve son­
ulaşmaya çalışıyorum. İçgüdüsel olarak istas­
ra düşteki dört tipin ne yaptığım kendi kendine
yonun kentin merkezinde, dağın en yüksek
noktasmda olduğunu düşünüyorum. Gecike­ düşünmesini salık verdim.

ceğimden korkmaktayım. Bir şans eseri sağ I Ging kökleri mitolojik zamanlara giden, eli­
tarafımdaki, istasyona hiç geçit vermeyecek mizde İÖ 3000 yıllarındaki şekü bulunan çok eski
bir duvar gibi diküen ortaçağ mimarisiyle ya­ bir bügelik kitabıdır. B u n u harika bir yorumla bir­
pılmış, bkbirine bitişik evlerin arasmda ke­ likte Almanca'ya çevirmiş olan Richard Wilhelm'e
merli bir geçit buluyorum. Sahnede çok pito­ göre Çin'in her i k i ana felsefe akınımın, Taoizm
resk bir taraf var. Evlerin güneşü, boyalı yüz­
ve Konfuçyanizm'in kökleri I Ging'dedir. Kitap i n ­
lerini, geçidin karanlık kemerü girişini ve geçi­
sanın, kendisini çevreleyen mikro ve makrokoz-
din loşluğu içinde kaldırımlara oturmuş pa­
mosla birliği, birbirini tamamlayan, birbirine zıt
çavralar içinde dört kişiyi görüyorum. Soluk
eril, dişil öğeler üe Yang ve Y i n ikiliği varsayımla­
soluğa geçide dalıyorum; birden önümde, bes­
belli aynı şeküde trene yetişmeye çalışan ace­ rı üzerine dayanır. I Ging'de 64 işaret bulunur. Bu

leci biri beliriyor. Yaklaşırken kapıyı koruyan işaretlerin her b i r i altı çizgiden oluşmuştur. Bu
dört kişi önümüze atuyor, Çinli oluveriyorlar çizgüer Yang ve Yin'in olası bütün kombinasyon­
ve bizi engellemeye çalışıyorlar. Onlarla boğu­ larıdır. Düz çizgüer Yang ya da eril yani güçlü, ke­
şurken birinin sol ayağının uzun tırnağı benim sik çizgüer Yin ya da dişü yani zayıf sayılır.
Her işaret insancıl ya da kozmik durumdaki tılı olarak yazmıştır. Şimdiye dek rastlantı, tele­
değişiklikleri tanımlamakta, her b i r i bu durumda pati, kehanet vb olarak tanımlanan olaylar ve
tutulacak olan yolu resimli bir dille anlatmakta­ benzerleri de bu ilkeyle açıklanabilir. Düşler de
dır. Çinliler bu fala işaretlerden hangisinin belli zaman zaman böyle bir özellik gösterebüirler.
bir anda en uygun olduğunu bulmak için bakar­ Henry I Ging'i dikkatle okuduktan sonra, kendisi­
lar. Çinliler b u n u n için elli çubuktan oluşan bir ne uygun bir dozda kuşku üe de olsa, benim öne­
demeti kullanırlar. A m a bugün genel olarak üç rime uymaya, paralarla bir fal açmaya karar ver­
madeni para kullanılmaktadır. Bunların üçünün mişti. Sonuç şaşırtıcıydı. E l d e ettiği işaret Meng
de aynı zamanda atılmasıyla bir çizgi oluşur. Bu yani "gençlik şaşkınlığıydı ve bu kendi yaşamın­
sırada yazı Yin'dir ve i k i sayılır. T u r a ise Yang'dır daki d u r u m l a üginç bir "anlanüı eş oluş" göster­
ve üç sayılır. Paralar altı kez atılır, böylece yanıtı mekte, tam uyan bir " t a m " sağlamaktaydı. Kitaba
içermekte olan işaret oluşmuş olur. göre bu işaretin üstteki üç çizgisi bir dağı, dolayı­
Henry bir kez, Çinülerin geleceği araştırmak sıyla da "sükuneti koruma'yı simgelemekteydi.
için kullandıkları garip bir oyuna ilişkin bir şeyler Biçimlerinden ötürü bir "kapı" olarak da yorum-
okumuş olduğundan söz etmişti. (Olasılıkla lanabüirdi. A l t t a k i üç çizgi suyu, çukuru ve ayı
Jung'un "Altın Çiçeklerin G i z e m i " adlı kitabı yo­ simgeliyorlardı. Bu simgelerin hepsi Henıy'nin
rumunda.) Jung bunun asla saçma olarak değer­ önceki düşlerinde ortaya çıkmışlardı. Henry'ye
lendirilmemesi gerektiğini göstermişti. Çünkü bu uyarlanabüecek sözler arasında şu da bulunuyor­
tür "ilahi gibi" olan yöntemler "eşzamanlılık" ilke­ d u : "Gençlik şaşkmhğı için boş imgelemlere sap­
sine, yani bir dış olayın içsel bir olguyla, nedensel lanış en umutsuz olandır. Bu fantezüer ne kadar
olmayan ama anlamh olan eş zamanhlığma da­ gerçekdışı olursa utanmaları o demi azalır."
yanmaktadır. Jung bu konuda "Nedensel Olma­ Bu ve benzeri cümlelerle falm Henry'nin soru­
yan Birlikteliklerin B i r İlkesi Olarak Eşzamanlı­ nu için doğrudan doğruya anlanüı olduğu ortaya
lık" adlı yazısmda (Toplu Yapıtları, Cilt 8) ayrın­ çıkıyordu. Bu onu çok sarsmıştı. Önce bu şoku is-

l-Ging'in, gençlik toyluğu denilen

M e n g h e k s a g r a m ı n ı n o l d u ğ u iki

sayfası (solda). Bunun üst üç çizgisi

bir d a ğ ı gösterir ve bir k a p ı oluşturur.

Alttaki üç çizgisiyse suyu ve mahvı

göstermektedir.

H e n r y ' n i n g e c e g ö r d ü ğ ü miğfer v e

kılıcın kendi ç i z d i ğ i resmi ( s a ğ d a ) . Bu

da l - G i n g ' d e Li işaretidir ve "tutan ve

ateş" demektir.
tenciyle bastırmayı denedi ama etkisinden kurtu- ana çizgilerimi! kişileşmesi olarak anlaşılması ge­
lamıyordu. I Ging'deki fakn, bilmeceye benzer, rektiği apaçıktı. Böyle resimsel bakımdan güçlü
simge dolu arüatırmna rağmen onu çok derinden olan düşler oldukça enderdir ama etküeri de o
etkilediği anlaşıkyordu. B u n c a zaman yadsımış ol­ kadar güçlüdür. Bu yüzden bunlara "Değişim
duğu akıldışına yenilmişti. K i m i zaman susarak, düşleri" diyoruz.
İdmi zaman heyecanla "bunlarm hepsim iyice dü- Düşü görene böyle simgelerden yana çok zen­
şürumeüyim" dedi ve oturumu erkenden terk etti. gin olan düşler fazla bir şey anımsatmaz.
Ertesi seansını da gribi bahane ederek iptal etti Henry'nin aküna da Şiü'de bir iş bulma çabası ol­
ve bir daha da görünmedi. B e n "sakin duruş" bağ­ duğu ama orada bekar kimse istemedikleri için
lanımda sabırla bekledim; kehaneti henüz sindi­ işe alınmadığından ve Çüüilerin çaüşmak zorunda
remediğini düşünüyordum. Böylece bir ay geçti. olmayıp kendilerini meditasyona verdiklerinin
Sonunda Henry yeniden gözüktü ve heyecan için­ beürtisi olarak sol ederinin tırnaklarını uzattıkla­
de, şaşkın, arada neler olduğunu anlattı. Kehane­ rından başka bir şey gelmiyordu. Güney Ameri­
te aldırmamak için başlangıçta gösterdiği entelek­ ka'da bir iş bulmada uğradığı başarısızük karşısın­
tüel çaba işe yaramamıştı. Kısa zamanda bu keha­ da şimdi fantezisi düşüyle yardımcı oluyor, orayı
netin büdüdiklerinin kendisüü matla izlediğini Avrupa'daki kendi yurduna karşı ilkel, korkutucu
fark etmişti. Düşünde olduğu gibi I Ging'e bir da­ ve duygusal bir ülke haline dönüştürüyordu. P s i ­
ha damşmaya karar vermiş. A m a gençük şaşkınlı­ kolojik ardamda bu kolektif büinçaltına uygun bü
ğı işareti ikinci bü danışmayı kesüüikle yasakla­ resimdi. Bu aynı zamanda Henry'nin bilinci tara­
maktadır. İki gece boyunca yatağmda uykusuz fından yönetilen k ü l t ü r l ü zihnin ve İsviçre Pürita-
dönüp durduktan sonra üçüncü gece birden gö­ nizmi'nin de tersiydi. Gerçekte bu kendisinin hep
zünün önünde bütün parlaküğıyla bir hayal belir­ özlediği ama kısa zamanda hiç de konforlu bul­
miş: Boş odada karardıkta bü miğfer ve bir küıç mayacağı doğal "gölge ülkesi"ydi. Güney Ameri­
ışddayarak havada asüı duruyorlarmış. ka'nın simgelediği karanlık, annesel yeraltı güçle­

Henry hemen I Ging'i rasgele açmış ve şaşkın­ ri tarafmdan düşünde kendi aydııüık annesine ve

lık içinde 30. bölümdeki şu yorumu okumuş: nişanlısına doğru itilmekteydi. Birden onlardan

"Tutmaktır ateş, zırhlı giysüer, miğferler demek­ ne kadar uzaklaşmış olduğunu fark ediyor, kendi­

tir, mızrak ve silahlar demektir." B u n u n Li işareti ni tümüyle yabancı bir kentte yapayalnız bulu­

demek olduğunu anlamış ve o zaman kehanete yordu. Bilinçteki bu artış düşte "daha yüksek bir

ikinci bir başvurusun neden yasaklandığı da orta­ yer" olarak süngelenmekteydi. Kent bir dağ üze­

ya çıkmış. Çünkü düşünde ego ikinci bir soru şan­ rinde kurulmuştu. O halde Henry gölge ülkesinde

sına sahip olamaz, kehanete ikinci kez başvuran- daha yüksek bir büinçlüiğe doğru, "yukarı doğru"

sa tuzakçı yani kendi gölge yamdır. Aynı şekilde I tırmanıyordu; oradan " y u r d u n a y o l bulmayı"

Ging'e ikinci soruyu yorulmadan soran, kitabı umuyordu. Bu bir dağa çıkmak sorunu daha onun

açarak geceki düşüne uyan bir simgeyle karşıla­


şan da Henry'nin yarı bilinçü eylemidir. Henry
böylesine alt üst olduğuna göre artık gördüğü bü­
Henry'nin kehanet düşündeki kapı
yük düşü yorumlamaya çaüşma anı gelmişti. Onu
bekçilerinin bir paraleli; Ç i n ' d e
gördüğünden bu yana üç kocaman ay geçmişti.
"Mai-Chi-San" mağaralarının
Düşün tekü öğelerinin Henry'nin iç kişüiğinin içe­ girişini koruyan heykellerden biri,

rikleri olduğu, oradaki altı kişinin kendi ruhunun 10.-13. yy.

292
başlangıç düşünde de vardı. Azizle fahişe düşün­ oluyor. Ancak kendi ruhunun imgelerini tanımış
de ve daha birçok mitolojik öyküde olduğu gibi, olan olgunlaşmış bir kimsede self kendi bütün ve
dağ değişim ve aşkınük için vahinin geldiği yer­ kendine özgü değerleriyle ortaya çıkabilir.
dir. Henry istasyonun nerede olduğunu bilmese
"Dağ üzerinde kurulu kent" de kültür tarihin­ de içgüdüsel olarak onun kentin merkezinde, en
de pek çok kullanım bulan, çok tanınan bir sem­ yüksek yerde olduğunu tahmin eder. Büinci ken­
boldür. Kent, tam ortasında tanrının algılandığı di mühendislik mesleğiyle özdeşleşmiş, böylece
self (ruhun en iç çekirdeği ve bütünlüğü) bulu­ iç dünyasım da uygarlığın akücı bir ürünüyle, bir
nan " r u h alani'nı temsü eder; anne simgesi, kuca­ demiryolu istasyonuyla simgelemiştir. A m a düş
ğında tanrının tahtının bulunduğu ebedi aücının bu yöneüşi reddeder ve tümüyle başka bir yola
ikonu ya da ortasmda Buddha oturan lotus çiçe­ gider.
ğidir. Barındıran ve kucaklayan, tam ortasında Bu "yol", "alttan" karardık bir kemerin altın­
çok değerli bir şey bulunan kentin planı, simgesel dan, yani bilinçaltının derininden gider. Kapı ay­
olarak bakılırsa, r u h u n asıl düzeni, bütünlüğü de­ nı zamanda bir eşik simgesi, tehlikelerin kol gez­
mek olan mandalaya uymaktadır. Garip bir şekü­ diği bir yer, aynı zamanda ayıran ve birleştiren
de Henry'nin düşünde şelfin mekanı insan toplu­ bir yerdir. Aradığı, uygarlaşmanuş Güney A m e r i ­
munun bir trafik merkezi, bir istasyon olarak ka'yı Avrupa'ya birleştirecek olan demiryolu is­
temsü edilmiştir. B u r a d a bu düşü görenin henüz tasyonu yerme Henry şimdi, girişi yere çökmüş
görece az gelişmiş olan kişilik aşaması nedeniyle olan, sefü görünüşlü dört Çüûi tarafmdan tutul­
kendi yaşantılarından bir nesneyle simgelenmiş muş olan karanlık bir kapının önünde durmakta­
dır. Düş onları birbirinden ayıran bü özellik ver­
miyor. Bu yüzden onlar erkeksi bütünlüğün he­
nüz ayrışmamış dört özelüği olarak görülebilir.
Bütünlüğün, tamarrdığın simgesi olarak dörtlük,
Jung'un yapıtlarında ayrıntılı olarak anlattığı bir
arketiptir. O halde bu Çinlüer, Henry'nin, açılma­
sı gereken "Şelfe giden y o i ' u kapattıkları için, al­
dırmadan geçip gidemeyeceği bilinçdışı eril r u h ­
sal öğeleridirler. Erü ilke üe yüzleşme, onun ay­
rışması öncelik taşımaktadır. Yoluna devam edip
edememesi buna bağüdır.

Tehdit eden tehlikeden habersiz. Henry istas­


yona erişmek içüı aceleyle kemerü yola giriyor.
Orada kendi gölgesiyle, yani burada doğaya daha
yakm olan kaba bü serseri olarak kişüeşnüş olan
cansız, ilkel yanıyla karşüaşıyor. Bu figürün orta­
ya çıkışıyla Henry'nin introvert yam, olasüıkla
içinde bastırılmış olan duygusal ve akıldışı olanla­
rı temsil eden bütünleyici ekstrovert yanma katıl­
maktadır. Bu gölge yan, bilinçü egoya göre daha
öne çıkıyor; çünkü o zaten aktif, bağımsız olan bi-

293
linçdışı özelliklerdir. O yüzden bu, her şeyin onun gelenen bu eğilim, hâlâ korkmakta olduğu kendi
yüzünden olduğu asıl kader belirleyicidir. dişil, bilinçdışı yanının bakış açısı ya da "duruş
Düş en yüksek noktasına doğru hızla ilerler. noktası" Çinli tarafından yaralanmıştır. Elbette
Henry, yanındaki serseri ve dört kapı bekçisi ara­ bu yaralanma Henry'nüı gerekli değişiklikleri ya­
sındaki dövüş sırasında Henry'nin sol bacağı Çin­ pabilmesi için yeterli değildir. Çünkü her türlü
lilerden birinin sol ayağının uzun tırnağıyla yara­ değişimin ilk koşulu bir "kıyamet", yani o ana ka-
lanır. Burada Henry'nin bilinçli egosunun Avın darki dünya görüşünün yıkılışıdır. Çocukları er­
palı karakteri Doğunun kişileşmiş eski aklıyla, kekliğe geçiren inisiyasyon rit leriıule bu. yeniden
yani kendisiran karşıtıyla çarpışmaktadır. Çinliler doğup da tam değerli bir sop üyesi olarak erkek­
bambaşka bir ruhsal anakaradan, tanımadığı, bu ler birliği arasında yerini almadan önce geçirile­
yüzden de çok tehlikeli görünen "öbür t a r a f t a n cek olan simgesel bir ölüm vardır. Böyle bir yeni
gelmektedirler. Çin aynı zamanda, halkından çok eğilime yer açmak için önce bu genç mühendisin
ülkesinin kastedildiği "Sarı Topraklar" demektir. bilimsel, mantıklı yönelişinin çökmesi gereklidir.
Bu topraksallığı, bu yeraltından olanı da Henry O n u n ruhunda her türlü "akıldışı" bastırılmalı-
kabul etmelidir çünkü kendisinin entelektüel bi­ dır. Bu yüzden de bunlar düşler dünyasının dra­
linç yarımın asü eksiği budur. Çok yakına geldi­ matik paradoksları karşısında kendilerini belli
ğinde bu sefil varlıkların Çink olduklarını anlama­
Bir a n a l i z g ö r e n i n y a p t ı ğ ı , kırmızı
sıyla, zaten kendi içgörüsü kendi "karşıti'nı ayırt
" d u y g u y a n ı " n d a siyah bir c a n a v a r ,
etmek üzere bir içgörüyü sağlamıştır; bundan da mavi "ruhani" y a n d a ise M a d o n n a y ı
onda bir bilinç genişlemesinin başladığı çıkart ıla- a n ı m s a t a n bir k a d ı n o l a n resim

bilir. Henry'nin daha önce işitmiş olduğunu söy­ ( s a ğ d a ] . H e n r y ' n i n ruh durumu da

b ö y l e y d i : Bir y a n d a saflığa, bekarete,


lediği uzun tırnağın sol ayakta bulunması - k i ayak
yüklenen aşırı d e ğ e r , öte y a n d a
aynı zamanda pençe demektir- burada bir hare­ bilinçdışı dürtüsellikten korku. G e n e d e

kete geçmek sorununun değil, Henry'yi yaralaya­ küçük, yeşil, m a n d a l a y ı andırır bitki

"birleştirici s i m g e " o l a r a k iki zıt tarafın


cak kadar aykırı olan bir konum ve duruş sorunu­
a r a s ı n d a duruyor. Bir b a ş k a a n a l i z
nun söz konusu olduğunu belirtmektedir.
sonrasında "uykusuzluk" a d ı n ı v e r d i ğ i
Henry'nin yeraltından gelene, dişil olan, kendi resmi (solda). Tümüyle tutkulu, kırmızı

doğasının maddi derinliklerine bilinçli yönelimi dürtülerini, korkusunun siyah " d u v a r ı "

ile, bilincini k a p l a m a m a s ı için nasıl


çok belirsiz ve ambivalandır. "Sol bacağı" ile sim­
g e r i y e bastırdığı görülüyor.
ediverirler. Böylece Henry'nin düşünde de
Akıldışı ile yüz yüze
aküdışı olan, insan kaderi üzerinde korkutucu ve
anlaşüamaz bir gücü olan yabancı kökenü bir "fal"
şeklinde belirmiştir. Henry'nin akücı egosuna, bir
Henry'nin davranışları fal düşünün üzerinde nasü
sacrificium inteüectus'a kayıtsız şartsız boyun eğ­
bir etki yaratmış olduğuna hiçbü kuşku bırakmı­
mekten başka bir seçenek kalmamıştır.
yordu. Şimdiden sonra artık bilinçdışının büdüdik-
A m a Henry gibi böyle deneyimsiz ve olgunlaş­
lerini merakla izkyor, analiz de gittikçe hızlanıyor­
mamış kimselerin bilinci henüz böylesi bir feda-
du. O zamana kadar ruhunun derililerini neredey­
kârkk için yeterince hazır değüdir. Şansım yitirir
se yırtacak boyutta olan gerilim artık yüzeye çık­
ve yaşamı tehlikeye girer. Aynı zamanda artık yo-
mıştı. Bununla bülikte cesaretle dayandı ve girişi­
lunadevam ederek evine de dönemeyecek, böyle­
minin mutlu sonuna üişkin gittikçe artan umudu­
ce erişkinliğe geçişten de kurtulacaktır.
nu korudu. O büyük düşten daha iki hafta geçme­
Henry'nin içgörüsü bu "Büyük Düş"le tam da b u ­
den (yani henüz düşü konuşmadan önce) yeniden
na hazırlanmaktadır. A m a o zaman bilinçk, uygar
aküdışıyla yüzleştiği bir başka düş görmüştü.
egosu bağlanıp bir kenara konur. K e n d i yerme ü-
kel serseri geçecek ve Henry'nin yaşamının bağlı
Odamda yalnızım. Bir deükten bü sürü
olduğu fak o atacaktır. A m a ego izolasyonla tu­
kara, iğrenç böcek çıkıyor ve benim proje
tuklanmış ise, gölge figürü üe simgeleştirümiş
masamı kapkyorlar. Ben onları bir tür büyüy­
olan büinçdışı içeriği yardıma koşup çözüm geti-
le dekkierine geri sokmaya çakşıyorum. Üç
rebüir. B u , o biknç tarafmdan tanınır, sürekk re-
ya da dört böcek kalıncaya kadar bunu başa-
fakata alınırsa olabüir. Henry de böylece kurtul­
rıyorum da. Bu kalanlar masadan inip odaya
muştur. Çünkü kendi gölgesi, kendi yerine oyunu dağılıyorlar. Onları kovalamaktan vazgeçiyo­
kazanmıştır. rum; çünkü artık o kadar iğrenç gelmiyor­
lar... Saklandıkları yeri ateşe veriyorum. Bü­
yük bü alev yükseüyor. Odamda yangın çıka­
cağından korkuyorum ama korkum boşuna.

O sırada Henry artık düşlerinin yorumunu öğ­


renmiş olduğu için bu kez kendisi bir yorum ge­
tirmeyi denedi: "Böcekler benim karankk özelük-
lerimi temsü ediyorlar. Bunlar analizle uyandırıl­
dılar, görünür hale geldüer. Onların, benim çizim
masamın simgelediği mesleğimi bastırmaları teh­
likesi var. Bununla birükte bana bir t ü r siyah ska-
rabeusü* anımsatan bu böcekleri elimle ezmeye
cesaret edemiyorum, onun yerine kendimi "bü­
y ü " kuüanmak zorunda hissediyorum. Onlarm
saklandığı yeri ateşe vermekle "üahi" güçleri yar­
dıma çağırmaya çakşıyorum. Çünkü fışkıran alev

E s k i Mısır'da kutsal sayılan böcek-Bokböceği. (çn.)

295
sütunu bana "Konfederasyon Ateşi"rü* anımsatı­ j
yor." Dikkati çeken böceklerin, depresyon, yas ve
ölümü anlatan siyah renkte olması. Düşte Henry
odada yalnızdır. Bu kolayükla içe dönüşü, iç sı­
kıntısını çağrıştırır. Mitolojiden, örneğin Mısır'da
güneşin simgesi olarak kutsal sayılmış olan "altın"
renkü skarabeusiar bilinmektedir. A m a burada
onlarm sırtları siyahtır; o halde tersini yani şeyta­
ni olanı simgelemektedirler. Henry bunlarla büyü
üe savaşmak istediğinde bu içgüdüsü doğrudur.
Gene de birkaç böcek yaşamda kalmıştır. A m a sa­
yılarının azalmış olması Henry'nin korkusunu, tik­
sintisini gidermeye yeter. Bu kez de onların yuva­
larım ateşle yok etmek ister. Bu olumlu bir ey­
lemdir; çünkü ateş değişimi ve yeniden doğuşu
sağlar. (Örnek Phoenix söylemi simgelenü.) Bu
I Ö 1 3 0 0 y ı l ı n d a n bir Mısır kabartması
sırada kuşkusuz ki mantıklı aklı değil bilinçdışı, bir Skarabeus (bok b ö c e ğ i ) ve tanrı

akıldışı ani bir düşünceyi kullanmaktadır. Ondan A m m o n ' u güneş i ç i n d e gösteriyor

(üstte). M ı s ı r ' d a Skarabeus a y n ı


sonraki bilinçli yaşamda Henry'nin girişim cesa­
z a m a n d a güneşin d e s i m g e s i y d i . D a h a
retiyle dolu olduğunu görüyoruz, ama bu herhal­
ç o k H e n r y ' n i n düşündeki "şeytansı"
de henüz uygun yer ve biçimde değüdir. B u n u n b ö c e k l e r e b e n z e y e n böcekler. James

için bir başka düşün sorununu daha fazla aydın­ Ensor'un ( 1 9 . yy) ç i z i m i insanları siyah,

iğrenç böcekler o l a r a k gösteriyor


latması gerekecektir. Bu düş simgesel bir dille
(altta).
Henry'nin kadınlarla sorumlu bir ilişkiden k o r k u ­
sunu, yaşamın duygusal yanından kaçınma eğili­
mini göstermektedir.

Yaşlı bir adam ölmek üzeredir. Çevresinde


akrabaları doluşmuş ve ben de onlarm arasın-
dayım. Geniş salona durmadan yeni kimseler
geliyor. Her biri kendini özgün bir anlatımla
tamtıyor. Yaklaşık kırk kişi kadar var. Yaşlı
adam inleyip mırüdanarak "yaşanmamış ya-
şam"dan söz ediyor. Bu itirafını kolaylaştır­
mak isteyen kızı ne bakımdan "yaşanmamış"
olduğunu, bunu "kültürel" bakımdan mı yok­
sa "ahlaki" bakımdan mı anlamak gerektiğini
soruyor. Yaşlı adam yanıtlamıyor. Kız beni
küçük bü yan odaya sokuyor. Ben orada is-

İsviçre K o n f e d e r a s y o n u ' n u n kuruluşunun kutlandığı gün


dağlarda yakılan ateşler, (çn.)
kambil falıyla yanıtı bulacakrruşım. İlk açaca­ taşımayan kağıt parçaları, pusulalar, zarflar kal­
ğım dokuzun rengi yamtı verecekmiş. En mıştır. Henry istese de istemese de gene, bu kez
başta bir dokuz çekmeyi umuyorum ama bir­ kendi kız kardeşinin simgelediği, kendi dişil yanı­
çok damlar ve papazlar çıkıyor. Düş kırıklığı­ nın yardımını kabul etmek zorunda kaür. Onunla
na uğruyorum. Devam ettiğimde elimde artık birlikte sonunda bir kart bulurlar; bu bir not def­
kartlar değü bir deste kağıt ve zarf kalıyor.
terinin ya da kitabın, yani düşünce malzemesinin
Destede hiç oyun kartı kalmadığım görüyo­
altında kalmıştır ve bir maça dokuzlusudur.
rum. Orada olan kız kardeşimle birükte her
Dokuz eskilerden beri "büyülü sayı" sayılır.
yeri arıyoruz. Sonunda bir defterin ya da ki­
Geleneksel sayı süngelemine göre bu, diğer bir­
tabın altında bir tane buluyorum. Bu bir
çok anlamının yaranda tam üçlemenin üç katıyla
maça dokuzlu. O zaman yaşlı adamın "yaşa­
mını yaşamasına" engel olanın ahlaki bağlar tam biçimini simgelemektedir. Maça dokuzlusu­

olduğunu anlıyorum. nun rengi siyah, yani ölümün, yaşamın yokluğu­


nun rengidir. Her ne kadar oyun kağıtlarında ma­
çanın biçimi bir yaprağı andırırsa da renginin do­
Bu düşün temel mesajı Henry'ye eğer "yaşa­
ğal, cank ve yeşil olacağına ölüm gibi siyah olma­
mını yaşayamazsa" gelecekte ne olacağını göster­
sı etkindir. Ama maçayı ters çevirirsek o zaman
mektir. Ölmekte olan yaşlı adam herhalde
da bir kalp ortaya çıkar ama bu ölü yani duygusuz
Henry'nin bilincine hükmeden ama onun henüz
hale gelmiştir. Böylelikle Henry'nin durumunu
niteliğini bilmediği ilkelerdir. Orada olan kırk kişi
karakterize eden kafayla kalp arasındaki içsel ay­
ise onun ruhsal özelliklerinin tamamıdır. Kırk bir
kırılık belirtilmiş olur.
bütünlük sayısıdır, yani " d ö r t l ü k " ü n daha yüksek
bü formudur. Yaşü adamın ölmek üzere oluşu Düşten, yaşlı adamm yaşamı yaşmasına izin

Henry'nin eril tarafının kesin bir değişim yaşa­ vermeyenin kültürel değü, ahlaksal bağlar oldu­

mak üzere olduğunun bir belirtisi olabilir. ğu, Henry'nin olgusunda Henry'nin yaşama ken­
dini dolu dolu, tam vermekten, bir kadına bütün
Bu sırada kızın ölümün nedeni üzerine sordu­
sorumluluğunu yüklenerek bağlanmaktan, böyle­
ğu, kaçınılmaz ve can aücı olan sorudur. Yaşlı
ce annesine "ihanet" etmekten korkusu olduğu
adamm doğal duygularını, dürtülerini yaşamasını
apaçık belirmektedir. Düş açıkça "yaşanmamış
engelleyenin "ahlak" olduğu görülmektedir ama
yasanım", insanın ölümüne neden olabilecek bir
yaşlı adam yamt vermez. B u n u n üzerine kızı, ya­
hastalık olduğunu anlatmaktadır. Bu bildirimi
ni ara bulan dişil ilke, anima aktif hale gelmek zo­
Henry artık duymazdan gelemez. Sonunda yaşa­
runda kaür. Henry'yi, iskambil falıyla yanıtı bul­
mın labirentlerinde işe yarayacak bir pusulaya
ması için yan odaya gönderir. Bu faün kullanılma­
sahip olmak için sadece akıldan daha fazlasına
yan bir arka odada olması bu işlemin Henry'nin
g e r e k s i n i m i olduğunu, aydınlatan simgelerin
bilinçli yöneüşlerinden ne kadar uzak olduğunu
yükseldiği bilinçdışı psike içindeki yol göstericik-
göstermektedir. Açılacak Uk dokuzlu yamtı vere­
ği bizzat ele almanın gerekü olduğunu fark etmiş­
cektir. Henry hemen bir dokuz bulacağını umar
tir. B u n u öğrenmesiyle Henry için analizinin bu
ama yalmz papazlar ve damlar, yani gençliğinde
kısmının görevi bitmiş oluyordu. Artık sorumsuz
güç ve zenginliğe verdiği önemin kolektif simge­
bir yasanım cennetinden kesin olarak kovulmuş
lerini görünce düş kırıklığına uğrar. Resimli kart­
olduğunu, bir daha hiçbir zaman oraya döneme­
lar bitince, yani iç dünyasının simgeleri tükenin­
yeceğini biliyordu.
ce bu düş kırıklığı yoğunlaşır. Geriye hiçbir imge

297
Kapanış düşü

Sonunda Henry'nin içgörüsünü kesin olarak onay­


layan bir düş geldi. Birkaç küçük, önemsiz, günlük
yaşamla ilgili kısa düşten sonra dizide 50. olan son
düş, "büyük düş" denilen düşleri karakterize eden
bütün simge zenginliğiyle göründü.
Dört arkadaş bir aradayız; başımıza şunlar ge­
liyor:

Akşam: Kaba ağaçtan yapılmış uzun bir


masa başında oturuyoruz ve her birimiz üç
ayrı kupadan içiyoruz; bir likör kadehinden
açık, san ve tatlı bir likör, bir şarap bardağın­
dan koyu kırmızı bir Campari, büyük, klasik
biçimde bir bardaktan da çay. Aramızda dör­
dümüzden başka çekingen, ince bir kız da
var. o likörünü çayına karıştırıyor.
Gece: Bir içki aleminden dönmüşüz. Ara­
mızdan biri l'resident de la Republique Fran-
çaise (Fransa'nın cumhurbaşkanı) imiş. Biz
onun saraymdayız. Bir balkona çıkıyoruz ve
onun aşağıda sarhoş halde bir kar yığınına

Alevlerden y e n i d e n d o ğ a n bir Phönix


işediğini görüyoruz. Çişi bitmek biliniyor. Bir
( O r t a ç a ğ d a n A r a p elyazması) Bilinen bir de tutup, kucağında kahverengi, yün bir bat­
ateşle ölüm ve y e n i d e n diriliş motifi (üstte). taniyeye sarılı bir çocuk bulunan, evde kalmış
G r a n d v i l l e ' d e n ( 1 9 . yy) tahta o y m a . Bunda
yaşlı bir kızı kovalıyor. Çocuğu sidiğiyle ıslatı­
oyun kağıtları simgesel a n l a m l a r ı y l a
yor. Yaşlı kız ıslaklığı hissediyor ama bunu ço­
görünüyor. O r n e k s e m a ç a s i y a h l ı ğ ı n d a n

ötürü z e k a ve ölümle bağlantılıdır (altta).


cuğun yaptığını sanıyor. Hızlı adımlarla ora­
dan kaçıyor.
Sabah: Kış güneşiyle parlayan sokakta,
muhteşem yapılı bir zenci, çırüçıplak yürü­
yor. Doğuya yani Bern'e yani başkente doğru
gidiyor. Biz Fransız İsviçresi'ndeyiz. Onu ara­
yıp ziyaret etmeyi kararlaştırıyoruz.
Öğle: Karlı boş bir arazide arabayla uzun
bir yolculuktan sonra bir kentte, zencinin gir­
diği anlaşılan koyu renkü bir eve genyoruz.
Onun soğuktan donmuş olacağından korku­
yoruz. A m a bizi gene zenci olan uşağı karşılı­
yor. Zenci ile uşağı susuyorlar. Biz yanımız-
daki arka çantalarımızda zenciye verebilece­ içecekler, tatk ve acı, kırmızı ve sarı, esriten ve
ğimiz bir armağan arıyoruz. Her birimiz bir ayütan karışıktır. Oradaki beş kişi hepsinden iç­
armağan vereceğiz. Bunun uygarlık için ka­ mekle büinçdışı bir birkkteliğe gömülmektedir­
rakteristik bir şey olması gerekiyor. İlk karar ler. Bu olgudaki gizli aracının kız olduğu görülü­
veren ben oluyorum ve bir kutu kibriti alıp yor, çünkü erkeği biknçdışma indirmek, böylece
gururla zenciye uzatıyorum. Her birimiz ken­ daha derin toparlanmasını, bilinçlenmesini sağla­
di armağanım verdikten sonra zenciyle birlik­
mak animamn işidir. Likörle çayın karıştırılmasıy-
te bir şenliğe gidiyoruz.
la şenkk doruğuna yaklaşıyor gibidir.
Düşün i k i n c i kısmı bize "gece" neler olduğunu
Daha ilk bakışta bu düş dört bölümlü oluşuyla
anlatıyor. Dört arkadaş kendilerini birden, İsviç-
olağandışı bü izlenim veriyor. Bütün bir günü
relüerkı gözünde duyguların, keyif ve aşkın kenti
kapsıyor, saat yönünde, yani gittikçe yükselen bir
olan Paris'te buluyorlar. Burada dördü arasmda,
bilmçlüiğe doğru üerüyor. Bu gidiş akşam başlı­ özellikle de asü işlevi, düşünmeyi yüklenen ego üe
yor, gece sürüyor ve öğleyin, y a n i güneş tam te­ düşük değerü olan bilinçdışı işlev, "Président de la
pedeyken sona eriyor. Répubuque" üe temsü edüen duygu arasmda bel-
Bu düşte dört arkadaş Henıy'nin ruhunun geü- k bk farkklaşma oluyor. Ego yani Henry ve onun
şen erilliğini temsü etmektedir. Düşün dört "sah­ yardımcı işlevleri olarak tammlanabüecek olan ar­
ne" halinde gekşimi de bü mandala planım andıran kadaşları bk balkondan aşağıya, davranışları bk
bir model sunmaktadır. Önce doğudan, s o m a batı­ psikenin ayrışmamış yanlarıyla tam bk uygunluk
dan gekp İsviçre'rün başkentine, merkeze doğru içinde olan cumhurbaşkanına bakmaktadırlar. Bu
hareket etmeleriyle bu arkadaşlar bir dizi zıtlıkları figür dingin değüdk, kendini içgüdülerine bırak­
bir biriiğe doğru birleştiren bü yol izlemektedirler. mıştır. Sarhoş bir durumda utanmazca sokağa işe­
Düş akşam, yani bilinç eşiğinin alçaldığı, b i ­ mektedir. Uygarlık dışından bir insan gibi, kendi­
linçdışından gelen imgelerin engellenmeksizin ni hayvansal gerekskıimlerine bırakırken ne yap­
yükselebüecekleri bir zamanda başlamaktadır. tığının pek farkmda değüdk. Burada, orta sınıftan
A n i m a yanının canlanmasına özelükle uygun olan bk İsviçrek büimadamımn bilinçk yaşamdaki dav­
böyle bir durumda elbette bir dişi varlık da katü- ranış kakplarma herhalde en büyük tezadı simge-
maktadır. Bu hepsine birden ait olan, onları bir- kyor. Henıy'nin bu yam ancak biknççhşının en ka­
büleriyle birleştiren, Henıy'mn kız kardeşi gibi rardık gecesinde var olabikr, kendini gösterebikr.
çekingen, ince yapık olan anima figürüdür. Masa­ Gene de bu cumhurbaşkanı figürünün olumlu
nın üzerinde farkk nitekklerde üç kap durmakta­ bir yanı da vardır. Psişik enerji akımının simgesi
dır; konkav biçinüeriyle "akcı" olam dişükğkı sim­ olarak da düşünülebüecek olan idrarmm, görünü­
gesini vurgulamaktadırlar. Bu kaplarm birlikte şe göre sonu gelmez. Yaratıcı ve cank güçlerin ta­
kullanılma d u r u m u oradaküerkı birbirleriyle ya­ nığıdır. Örneğin ilkeüer bedenden kaynaklanan
kın üişküerini göstermektedk. Kaplar -kkör kade­ her şeye, ister saçlar, dışkı ve salgüar, ister idrar
h i , şarap bardağı, klasik biçimli bardak- biçim ola­ ve salya olsun yaratıcı, büyülü bk anlam verirler.
rak ve içerdiklerinin renkleriyle farklıdırlar. Zıt Cumhurbaşkanı aynı zamanda, psikenin gölge ya-
r

nına atfedilen gücün, varsülığın da beürtisi olabi- bulacaklardır. Bulundukları yer değişmiştir; Paris
ür. A m a yalnızca mesanesinin içeriğini utanma­ yolu onları beklenmedik şeküde, Henry'nin nişan­
dan boşaltmakla kalmaz, kucağında bir çocuk ta­ lısının oturduğu batı İsviçre'ye getirmiştir.
şımakta olan yaşü kızı da kovalar. Bu figür aynı Henry'de ük evrede, henüz kendisine ruhunun bi­
zamanda düşün ük bölümündeki utangaç, ince linçdışı güçleri egemen olduğunda bir değişim ol­
animamn "öbür tarafV'dır. Henüz bakiredir ama muştu. Şimdi son olarak yolunu aramaya, sadece
görünüşe göre aynı zamanda annedir. Henry'ye düşte de olsa nişanüsuun evinin olduğu bir yerden
bu arketipsel Meryem ile İsa imgesini çağrıştır- başlayacaktır. Bu artık psikolojik geçmişim kabul
mıştır. A m a buradaki çocuğun kahverengi, top­ ettiğini gösterir. Düşün başmda doğu İsviçre'den
rak rengi bir yün battaniyeye sarümış olması, Paris'e, yani doğudan batıya doğru, yani güneşin
kurtarıcı çocuğun semavi bir variıktan çok, onun battığı, karanlığın başladığı yere doğru gitmişti.
yeraltına, toprağa bağü bir karşıtı olduğunu dü­ Yani karanlıkta kalan bilüıçdışına doğru yol al­
şündürüyor. Cumhurbaşkanının bu çocuğu idra- maktaydı. Şimdi yüz seksen derecelik bir dönüş
rıyla ıslatması da bir vaftizin dönüşümü oluyor. yapmış, doğan güneşe yani gittikçe artan bilinç­
Şimdi bu çocuğu Henry'nin içindeki yaratıcı bir lenmeye doğrulmuştur. Bu yol İsviçre'nin ortası­
olasüık olarak, " b i r şey olacak olan"ın henüz ço­ na, başkent Bern'e ulaşmaktadır. Bu da
cuk halinde bulunan simgesi olarak aürsak, bu Henry'mn, ruhunun bütün zıtlıkları barmdıran
vaftizle ona büyük güçler geçirilmiş olmaktadır. merkezine, şelfe yöneldiğmi simgelemektedir.
A m a bu konuda düş daha fazla bir şey söylemi­ B i r zenci çoğu için "karanlık yaratık" arketipi-
yor; yaşü kız çocukla birükte aceleyle kaçıyor. dir, yani kolektif bilinçdışından kaynaklanan
Bu sahne düşün dönüşüm noktasını da beürli- özeUiklerin arketipidir. B e l k i de bu yüzden beyaz
yor. Şimdi gene gündüz olmuştur. Bü önceki bö­ ırktan insanlar onu böylesine dışlamakta, ondan
lümde siyah, ilkel ve güçlü olan her şey şimdi bir korkmaktadırlar. Onunla kendi karşıt resimleri­
araya gelmiş, çırılçıplak, yani gerçek olan bir zen­ nin, kaçmak ve bastırmak istedikleri, gizli, karan­
ci şeklindeki tek bir varlıkta toplanmıştır. Gecenin lık yanlarının gözler önüne çıktığını sanmaktadır­
karanüğıyla sabahın aydınlığı ya da sıcak idrarla lar. Zenci, ilkel dürtüler, arkaik güçler, denetle­
soğuk kar gibi şimdi de beyaz kış manzarasıyla si­ nemeyen içgüdüler gibi kendinde olduğunu gör­
yah zenci kesküı zıtük oluşturmaktadır. Dört ar­ mezden geldiği, farkında olmadığı için uygun bir
kadaş şimdi kendüerine bu boyutlar arasmdan yol yansıtma taşıyıcıdır. Genç adam için zenci, bir
yandan bilinçdışına bastırılmış karanlık özellikle­
K a d ı n b i ç i m i n d e antik bir
r i n öte yandan da kendi ilkel, erkekçe güçlü yeti­
Peru su k a b ı . H e n r y ' n i n

düşünde de kaplar dişil


lerinin, duygusal ve bedensel güçlerinin bir özeti­
alıcıyı simgeler. dir. Henry ve arkadaşlarının zenciyle karşılaşma­
yı böylesine istemeleri de bu yüzden erkek olmak
yolunda kararlı bir adımı simgeler.

Bu arada öğle olmuştur; güneş en yüksek nok­


tadadır, bilinç en yüksek berraklığa ulaşmıştır.
Diyebiliriz ki Henry'nin egosu gittikçe bütünleş­
miş, yetüerini bilinçli kararlar verebüecek şekilde
geliştirmiştir. Hâlâ kıştu ve bu Henry'de duygu­
n u n , sıcaküğın henüz olmadığını gösterir; ruhsal
300
manzara hâlâ kış içindedir ve entelektüel olarak Bu sonuçtu. A l t ı erü kişi, dört arkadaş, zenci
da çok soğuktur. Dört arkadaş sıcağa alışık olan ve uşağı neşeü bü havada ortak bir yemekte bir
çıplak zencinin donacağından korkarlar. A m a araya gelmişlerdir. Apaçıktır ki burada Henry'nin
karlarla kaplı tenha bir araziden geçerek yabancı erü bütünlüğü köşelerinden kurtulmuş, yumuşa­
bir kentte, zencinin uşağıyla birlikte oturduğu mıştır. Düşte egosunun, ş e l f i n koyu renkü tem-
koyu renkli bir eve geldiklerinde korkularının bo­ sücisi olan zenciye, arketipsel, büyük kişiliğe bi-
şuna olduğu anlaşılır. " U z u n seyahat" ve terk ünçle, özgürce egemen olabilmek için gereksindi­
edilmiş arazi, her psikolojik gelişimde mutat olan ği güveni bulmuş görünmektedir. Düşte olanla­
bıktırıcı, yorucu arayışı simgelemektedir. Burada rın, Henry'nin uyamk yaşamanda da koşutları, so­
dört arkadaş yeni bir zorlukla karşüaşmışlardır. nuçları vardı. Artık nihayet kendisiydi. Kısa za­
Zenci ve uşağı dilsizdirler. Bu durumda onlarla manda karar vererek nişanım kesinleştirdi. Anali­
konuşmak olanaklı değildir. Onunla bir ilişki k u ­ zin başlangıcından tam dokuz ay sonra batı İsviç­
rabilmek için başka bir araç bulmak gereküdir. re'deki küçük bir küisede evlendi, hemen ertesi
Arkadaşlar lisanla yani entelektüel yoldan değü günü genç karısıyla birükte, son düşün gerçekleş­
duygusal bir hareketle yaklaşmaya çalışırlar. tiği günlerde aldığı bir öneriyi kabul ederek K a -
Ona, tanrılara onlarm Ugisi ve sevgisini kazanmak nada'ya hareket etti. O zamandan beri küçük bir
için sunulduğu gibi bir armağan sunarlar. Bu ar­ ailenin başı olarak aktü, yaratıcı bir yaşam sürü­
mağan uygarlığımızın bir nesnesi, entelektüel be­ yor ve büyük bir endüstri şirketinde de yönetici
yaz adamın değerleriyle Ugüi bir şey olacaktır. kadroyu elinde tutuyor.
Burada gene doğayı, içgüdüyü temsü eden zenci Henry'de söz konusu olan analitik bir çaüş-
için bir "sacrificium intellectus" gereküdir. mayla hızlanmış olan olgunlaşma, kendi basma
Ne yapüabüeceğine ilk karar veren Henry ol­ durabilen, sorumluluk sahibi bir erkek oluş süre­
muştur. Bu doğaldır, çünkü mağrur bilinci, ya da c i , "dış yaşamın gerçeküğine üüsiyasyon" ve böy­
gururu yola getirilecek olan egonun taşıyıcısı odur. lece bireyleşme yolunun ilk yarısının tamamlanı­
Yerde duran bir kibrit kutusunu alır, kıvançla zen­ şıdır. Egoyla self arasmda sürekü, canü bir üişki
ciye sunar. İlk bakışta Henıy'rün küçük, yerde ya­ oluşturmanın söz konusu olacağı ikinci yarı ise
tan, belki de fırlatılıp atılmış nesneyi uygun sunu henüz Henry'nin önünde durmaktadır.
olarak kabul etmesi saçma görülebilir; ama bu se­ Her olgu bu denü hareketü ve başarıh olmaz.
çiminin olabüeceklerin en iyisi olduğu ortaya çı­ Herkes aynı şeküde ele alınamaz; çünkü her biri
kar. Kibritler depolanmış, kontrol edilebüen ateş­ farküdır. Bu yüzden genç ve yaşü kimseler, er­
tir. Alevleri her an yalmabilü, söndürülebilir. Ateş kekler ve kadınlar hep farkü tedavüer gerektirir­
ile alev sıcaklığı, sevgiyi, duygu ve tutkuları simge­ ler. Aynı semboller bile her olguda' farklı yorum­
ler. Bunlar yüreğin, gönlün, insanoğlunun var ol­ l a n çağnştırır. B u n u bilinçdışı süreçlerin muhta­
duğu her yerde bulunabüen ıüteüMeridü. riyetine özellikle çarpıcı bir örnek olarak seçtim.
Zenciye böyle bir armağan vermekle Henry Çünkü çok çeşitli imgeleriyle, psişik temelin t ü ­
simgesel olarak bilüıçü egonun çok gelişmiş uy­ kenmeyen simge yaratıcı gücünü ispat etmektey­
gar bir ürünüyle, kendi ilkelliğinin zencide simge­ di. Psikenin kendi kendini düzenleyen etküıüği-
sini bulan merkezi ve erü gücünü birleştirmekte­ nin, çok fazla akücı açıklamalar ve ayrıştırmalarla
dir. Bu yoüa Henry, şimdiden sonra artık sürekli rahatsız edilmezse, simgelerinin etkisiyle ruhsal
bir temas halinde kalması gereken kendi erü yan­ gelişim sürecine çok yardımcı olabüeceği bunun­
larına tam olarak sahip çıkabilir. la ispat edilmiş olmaktadır.
"Psikoloji ve S i m y o " d a Jung, tek bir

a d a m ı n 1 0 0 0 ' i n üzerinde düşünden

oluşan bir d i z i y i anlatır. Bu d i z i d e sık

o l a r a k ş e l f l e ilişkili o l a n m a n d a l a

motifinin ç o k s a y ı d a ve çeşitli görünüşü

vardır. Bu s a y f a l a r d a m a n d a l a

motiflerine b a z ı örnekler, bu arketipin

tek bir kişinin b i l i n ç d ı ş ı n d a kendini

g ö s t e r e b i l d i ğ i ç o k çeşitli biçimleri

göstermek için verilmiştir. A m a

a ç ı k l a m a l a r y a l n ı z c a olası a n l a m l a r

o l a r a k alınmalıdır.

Düşte A n i m a a d a m ı , kendisine ilgisiz

o l m a k l a suçlar. Saat tam bir saatin

d o l m a s ı n a beş d a k i k a kaldığını

göstermektedir. A d a m bilinçdışı

t a r a f ı n d a n "sıkıştırılmakta"dır. B u n d a n

k a y n a k l a n a n gerginlik saat y ü z ü n d e n ,

beş d a k i k a d a o l a c a k bir şeyi

beklemekten artmaktadır (solda).

A d a m ı n a t m a k için b o ş u n a uğraştığı

kafatası kırmızı bir t o p a ve sonra da bir

k a d ı n b a ş ı n a dönüşür. B u r a d a a d a m

olasılıkla bilinçdışını bastırmaya

çalışmaktadır (kafatasının atılışı). A m a o

bir t o p (belki güneş) ve A n i m a figürüyle

ısrar e d e r (altla).
Bir düşte bir prens düşü g ö r e n i n sol elinin

d ö r d ü n c ü p a r m a ğ ı n a elmas bir yüzük

takar (solda]. Yüzük, düşü g ö r e n i n bir

" y e m i n " d e b u l u n d u ğ u a n l a m ı n a geliyor.

Bir k a d ı n y ü z ü n d e k i p e ç e y i a ç ı y o r (sol

altta). Yüzü de güneş g i b i parlıyor. T a b l o

bilinçdışının (ve A n i m a ' n ı n ) , bilinçli

y o r u m d a n tümüyle farklı bir aydınlanışını

gösteriyor. İçinde küçük küreler o l a n bir

s a y d a m küreden yeşil bir bitki çıkıyor

(altta). Küre bütünlük, bitki y a ş a m ve

gelişme demektir.

Artık savaşa h a z ı r l a n m a y a n birlikler

sekiz kollu bir y ı l d ı z oluşturarak sola

d o ğ r u yürüyorlar. Bu resim h e r h a l d e

h e r h a n g i bir içsel çatışmanın harmonik

bir ç ö z ü m e ulaştığını anlatıyor (altta).

303
Sonsöz: M. L. von Franz

Bilinçdışı ve bilimler

Önceki bölümlerde C. G. Jung ve bazı arkadaşla­ cak araçlardı. Gerçekten biünçdışının keşfinin et­
rı bilinçdışmın simge yaratan işlevini anlatmaya, kisi, dünya görüşümüzün ikiye katlanmasından
bu yem bulunan etmenin göz önünde tutulması az değüdir; çünkü o andan itibaren her zaman bir
gereken kimi yaşam alanlarını göstermeye çaüştı- psikolojik olgunun bilinçli mi yoksa bilinçdışı mı
lar. Biünçdışını, onun arketipsel dinamik çekir­ görülmesi gerektiğini, hatta her "dış" gerçeğin bi­
deklerini anlamanın daha başındayız; gene de zim tarafımızdan ne kadar bilinçli ya da bilinçdışı
onun birey üzerinde, onun duygularım, ahlaksal, algılandığını sormak zorundayız.
spirituel görüşlerini, toplumsal ilişküerim yönlen­ Bu arketipsel güçlerin yalnızca ruhsal bir iş­
direrek ve böylelikle onun b ü t ü n kaderini biçim­ lemde ortaya çıkan ürünlerde görünmeyip, insan­
lendirerek muazzam bir etki yaptığını şimdiden lığın diğer kültürel uğraşılarında da ispat edilebü-
kavrayabiüyoruz. Arketiplerin oyununun ve sem­ mesi şaşüacak bir şey değüdir. Bütün insanların
bol biçimlendirmesini işleyişinin bütünsel bü tar­ bu birlikte miras alınmış davranış tarzlarına sahip
zı izlediğini, bunun anlaşılmasının ruhsal zor du­ olması, bunların son ürürüerinin de yani simgesel
rumlarda iyüeştirici bir etki yaptığım da görebüi- düşünce, fantezi ve uğraşüarın da her alanda bu­
yoruz. Bu arketipsel güçlerin bilincimizi nasü lunabilmesine şaşmamak gerekir.
esinlendirip bozabüdiğini görebiliriz: Yeni düşün­ Bu alanların büçoğunun bilimsel incelenişi o
ce, davranış türleri getirdiklerinde yaratıcı, bu zamandan beri Jung'un buluşlarından, düşüncele­
düşünce ve yargüar donup daha üeri geüşmeyi rinden etküenmiştir. Örneğin edebiyat tarihinde,
engeüediklerüıde ise bozucu! J. B. Priestley'in "Edebiyat ve Batık Adam"ın da
Jung kendi bölümünde, arketipsel içeriklerin Gottfried Diener'in "Faust'un Helena'ya Giden Yo-
kültürel ve bireysel yapısını zayıflatmamak için, lu"unda ya da James Kirsh'in "Shakespeare'rün
bilinçdışı simgelerin yorumunun nasü dikkatü da­ HamletY'nde bunları buluruz. Herbert Read ve
hası özgün olması gerektiğini göstermişti. K e n d i ­ Aniela Jaffe'nin sanata bakışları da Jung'un düşün­
si b ü t ü n yaşamım bu yorum çalışmasına adamış­ celerine dayamr. Aynı şeküde E r i c h Neumann'ın,
tır ama hâlâ da çaüşılması gereken yeni uygulama Henri Moore üzerindeki incelemesi ve Michael
alanları bulunmaktadır. Jung bir öncüydü, yaşam Tippett'in müzik üzerinde çaüşmalan da böyledü.
boyu da bu yem alanda daha birçok sorunun ge­ Arnold Toynbee'nin tarih anlayışı ve Paul Itadin'in
niş araştırmalar gerektirdiğinin bilincinde kaldı.
Bu nedenle kavram ve varsayımlarını, onları çok
da beürsiz formüle eolümiş bırakmadan, olabildi­
ğine geniş, dikkatü oluşturmuştu. B u u n u n içindir
Türeyen bir çelik levhadaki ses dalgaları
ki onun görüşleri, kapüarını yeni olası buluşlara (serpilmiş olan kumla görünür hale getirilmişi

tamamen açık tutan "açık" bir sistem görünüşün- tam anlamıyla bir mandala motifi oluşturuyor.

d e d ü . Yani Jung için kavramlar, biünçdışının bu


yeni bulunan ruhsal alanım araştırmada kuüanüa-

304
antropolojik araştırmaları, arketipleri Jung bağla­ teriyor. B i k n e n bir örnek Darvrin'in türlerin geli­
nımda ele akr. Çin kültürünün araştırılması, Ric­ şimi kuramıdır. B u n u önce biraz uzun bir dene­
hard Wilhelm, E r w i n Rousselle, Carl Hentze ve meyle bildirmişti, 1844'te b u n u büyük bir tez ha­
Manfred Porkert'in çakşmalarının gösterdiği gibi line getirmek için çakşıyordu. Projesi üzerinde
özellikle Jung'un senkronisite düşüncesinden fay­ çalışırken birden A. R. Wallace admda, tanımadı­
dalanmış hatta Hans Marti kamu hukuku alanında ğı genç bir biyologdan bir yazı eline geçti. B u n d a
bile arketipleri göstermiştir. Elbette bu sanat ya kısa ama D a n v i n ' i n k i n i n tıpa tıp aynı bir teori an-
da edebiyatm yalnızca arketipleri bakımından an­ latıkyordu. Wallace o sırada Malay takımadaların­
laşılabileceği demek değildir. Bu kültür alanları dan Moluk adalarında bulunuyordu. Danvin'in bir
kendi özgün yasallıklarına sahiptir. A m a arketiple­ doğa araştırmacısı olduğunu elbette biliyordu;
ri onların gerisinde duran ve ilham veren güçler ama ne üzerinde çalıştığına ilişkin en küçük bir
olarak tanıyabilir, çoğu zaman da psikolojik bir yo­ fikri yoktu.
rumla, düşlerde olduğu gibi bilmçdışının, belk bir Böylelikle i k i yaratıcı doğa araştırmacısı aynı
yöndeki, sanatçının da pek fark etmediği etkisini, anda aynı noktaya ulaşmış, her ikisi de bu düşün­
peygamberane mesajım görebiliriz. ceyi biknçaltından gelen bir kıvücımla yakalamış­
İnsanlığın ruhsal etlorıjjlslerinin araştırılması lardı. Böyle bir d u r u m d a arketip bir creatio con-
alanında, Jung'un düşüncelerirun önemli olduğu tinua'mn (sürekk yaratış) ajam gibi ortaya çıkı­
anlaşılabikr. Jung'un buluşları aynı zamanda bek­ yor. ( B u yüzden J u n g eşzamank olguları "zaman
lenmedik şekilde doğa bilimleri araştırmalarına, içinde v u k u bulan yaratıcı etkinlik" olarak da ad­
örneğin biyolojiye de yeni bir ışık sepmiştir. landırırdı.)
Fizikçi Wolfgang Pauk, evrim kuramının, C. G. Benzer "işe yarayan rastlantılar" kişi zor bir
Jung'un eşzamankkk kavramrmn göz önüne alın­ yaşamsal d u r u m içinde bulunduğu ve bilmediği,
masını gerektirdiğini ileri sürmüştür. Daha önce örneğin bir akrabanın ölümü, yaşamsal önemi
çeşitü bitki ve hayvan türlerinin rastlantısal kak­ olan bir şeyin yitimi gibi bir şeyi bilmek zorunda
tım mutasyonlarım gösterdikleri, daha sonra ka­ olduğunda da ortaya çıkar. Sıkkkla o sırada, düş­
zanım ilkesiyle en iyi u y u m yapanlarm yaşamda le ya da aklına gelmesiyle d u y u dışı algüamalar
kaldıkları düşünülüyordu. A m a modern hesaplar olur. Buradan anormal rastlantısal olguların da
yeryüzündeki evrim için geçen zamanın onun yaşamsal bir gereksinim ya da zor durum oldu­
yalnızca böyle bir geUşimle olabilmesi için çok kı­ ğunda ortaya çıktığı çıkarsanabüir. Buradan da
sa olduğunu göstermişti. Jung'un, eşzamanlılık giderek, büyük bir zorlanma ya da büyük bir ge­
olgusunun, nadir ama işe yarayan rastlantüar ol­ reksinimle karşılaşan bir hayvan türünün de
duğu düşüncesi, daima "işe yarayan" rastlantısal maddi yapısmda işe yarayan, ama nedensel olma­
mutasyonların olduğunu açıklamaya yardımcı y a n değişiklikler üretebüeceği düşünülebilir.
olabilirdi. Elbette b u , sonradan yasanım araların­ Bilinçdışı psikolojisiyle umulmadık ölçüde bü­
dan işe yarayanları seçeceği sayısız işe yarama­ yük karşüaşma olanağı bulunan alan atom fiziği­
yan rastlantıdan daha hızlı bir gekşimi olanaklı kı­ dir. Bu ilk bakışta son derecede olanaksız görünü­
lardı. Ne olursa olsun bugün, arketiplerin aktive yor, bu yüzden de k i m i açıklamaları gerektiriyor.
oldukları zaman böyle yarara yönelik rastlantılar H e r i k i alanın göze çarpan ilintisi öncekkle fi­
oluşturabildiğini ispat edebikriz. zikteki temel kavramların (örnek; mekan, zaman,
K e n d i bilinümizin tarihi de böyle işe yarayan madde, enerji, kontinuum ya da alan ve parçacık
eşzamank rastlantı haırdelerinin örneklerini gös­ gibi) temelde, E s k i Yunan filozoflarının intuitiv,
yarı mitolojik, arketipsel düşünceleri olmalarıdır. edüemez- insan ruhunun doğuştan gelen temel
Bu düşünceler ancak sonradan yavaş yavaş mo­ eğilimlerinden; onu baş etmek zorunda kaldığı bü­
dern biçimlerine ulaşmışlardır. Örneğin parçacık tün çeşitii dış ve iç gerçekler arasmda " d o y u r u c u "
kavramı, ona atom, parçalanamaz temel birim rasyonel bağlantüar bulma zorunda bırakan eği­
adını veren İÖ 4. yüzyıl Yunan füozofu Leukippos l i m l e r i n d e n kaynaklanmaktadır. İnsan doğayı
ve öğrencisi Demokritos tarafından formüle edü- araştırdığında, sonunda bir objektif gerçeklik bul­
miştir. Her ne kadar atomu daha sonra parçalaya- mak yerine, ünlü fizik bügini Werner Heisen-
bildiysek de nihayet bugün de maddeyi parçacık­ berg'in deyimiyle "kendi kendisiyle karşüaşır".
lar ya da dalgalar (ya da daha doğrusu sınırlı qu- Bu görüş açısmda yansıyan izlenimler nede­
antumlar) olarak görmekteyiz niyle Wolfgang Pauü ve diğerleri, bilimsel kavram
Enerji kavramı, b u n u n güç ve devinim büyük­ alanmda arketipsel simgelerin rolünü araştırma­
lüğü ile iüşkisi de eski stoacılardan çıkmıştır. O n ­ ya başlamışlardır. Hatta Pauü, dış nesneleri ince-
lar bunu, evrende bulunan bütün nesnelerde b u ­ leyişimizde daima aynı zamanda bilimsel açıkla­
lunan bir tür yaşam veren tonos, gerilim olarak maların içimizdeki oluşumlarını da göz önüne al­
düşünmüşlerdi. Bu modern enerji kavramının mamız gerektiği kanısındaydı. B u , daha sonra ko­
açıkça yarı mitolojik olan çekirdeğidir. nuşacağımız, dünyanın fizik ve psişik, nicel ve n i ­
Hatta daha yalan zaman düşünenleri de kav­ tel bütün yönlerinin bir olarak görüldüğü bir tekü
ramlarım yan mitolojik olan arketipsel imgelere gerçeklik düşüncesine, yeni bir dünya kavramına
üzerine kurmuşlardır. Örnekse 17. yüzyüda René da ışık serpebihrdi.
Descartes nedensellik yasasını; "çünkü tann, karar Bilinçdışının psikolojisiyle fizik arasmda bu,
ve hareketlerinden vazgeçmez" diye "ispat" etmiş­ oldukça açık bağlantılardan başka, bir köprü da­
tir. Büyük astronom Johannes Kepler, uzayın "Tes­ ha vardır. J u n g , Pauü'nin ve diğer bilimadarnları-
lis"* nedeniyle üç boyutlu olduğundan emindi. nın yalan yardımıyla modern psikolojinin, atom
Bunlar, bizim modern bilimsel kavramlarımızın fizikçüerinin mikrofizik olgularıyla karşüaştıkla-
ne denli arketipsel tasarım-varsayımlardan geliş­ rmda yarattıklarına şaşüacak kadar paralel olan
miş olduğunu gösteren birkaç örnektir. Bunlar kavramlara ulaştığını keşfetti. Bu kavramların en
primer olarak "objektif' dış gerçekleri yansıtma­ önemlilerinden biri, Niels Bohr'un bulduğu
yıp - y a da en azından bunların böyle olduğu ispat "komplementarite" kavramıdır.
Modern fizik, ışığın ancak mantık olarak birbi­
Varlık egemerıliğinin baba, oğul ve k u t s a l r u h t a olduğunu
rine karşıt ama komplementer (tamamlayıcı)
ileri süren "üçbirlik" düşüncesi, (çn.)

D. Jensen'le birlikte 1 9 6 3 ' t e N o b e l ö d ü l ü

k a z a n a n Amerikalı fizikçi M a n a M a y e r .

O n u n a t o m ç e k i r d e ğ i n d e k i sayısal ilişkileri

buluşu, bir a r k a d a ş ı n ı n tesadüfen s ö y l e d i ğ i

bir sözle aktive o l a n bilinçdışı bir ışık

ç a k m a s ı sonucu olmuştu. O n u n kuramına

g ö r e a t o m ç e k i r d e ğ i d e i ç içe t a b a k a l a r d a n

oluşur. En içtekinde iki, bir s o n r a k i n d e sekiz

p r o t o n ya da nötron bulunur ve bu sırayla,

kendi t a n ı m ı n a g ö r e "büyülü sayılardaki

g i b i " , 2 0 , 2 8 , 5 0 , 8 2 , 1 2 6 d i y e sürer.
kavramla; dalga ve parçacık kavramlarıyla tanım­ ğişmiştir, bu da geriye dönük olarak büinci etki­
lanabileceğini bulmuştur. Çok basitleştirilmiş de­ ler. Düş tasarımları bu bağlamda, zaten var olan
yimlerle söylersek; belli deneysel koşullarda ışık yarı bilinçü içeriklerdir. B i l i n c i n , düşü görenin
parçacıklardan oluşmuş gibi, başka koşullardaysa düşü anlamak yaşantısına y o l açan her genişleti-
bir dalgaymış gibi görünmektedir. Aynı şeküde lişinin, büinçdışı üzerinde de ölçülemeyen bir et­
biz her elementer parçacığı ya k o n u m u ya da bü­ kisi vardır. Bu yüzden büinçdışı da -fizikteki
yüklüğü bakımından inceleyebiliriz ama bu i k i i n ­ madde g i b i - paradoks kavramlarla ancak yaklaşık
celemeyi aynı anda yapamayız. Gözlemci deneyi­ olarak tanımlanabilir. O n u n "aslında" ne olduğu­
ni seçmek zorundadır, böylece bir " k e s i " üe öbür nu da tıpkı maddeyi anlayamayacağımız gibi, hiç
deney olanağını dışlamış olur. Bu yüzden Paıüi anlayamayacağız.
"nükrofizik bilimi, temeldeki bu komplementer Fiziğin d u r u m u n a bir başka paralel de şu şe-
denilen olanaksızlık d u r u m u nedeniyle, gözlemci­ küdedir: Jung'un arketipler olarak tanımladıkları­
n i n saptanabilir düzeltmeler sonucu olan etküeri- nı, ruhsal tepküerin, Pauli'nin sözleriyle, "primer
ni ortadan kaldırmanın olanaksızlığıyla karşı kar­ olasılıklar"ı olarak rahatlıkla tanımlayabüiriz; b u ­
şıya bulunmaktadır, bu yüzden de bütün fizik ol­ rada da bir arketipin kendini nasıl göstereceğine
guların objektif olarak kavranabilmesinden vaz­ ilişkin hiçbir yasa yok, ancak bize olası ruhsal
geçmek zorundadır" demiştir. Klasik fizik neden­ tepkileri önceden talimin etmek olanağım sağla­
sel olarak saptanabüecek doğa yasaları ararken y a n "eğilimler" vardır. Amerikalı psikolog Wüüam
bugün istatistik olarak kavranabilecek olan " p r i - James daha uzun zaman önce, "bilinçdışı" kavra­
mer olasılıklara arıyoruz. mının, fizikteki " a l a n " kavramıyla karşüaştırüabi-
Başka türlü söylemek gerekirse gözlemci de- leceğini vurgulamıştı. Elektromanyetik alana gi­
neyiyle üintileri, ölçülemeyen ve böylece dışlana- r e n parçacıkların belü bir düzen içinde göründü­
mayan bir şeküde bozar; bu yüzden de ancak ola­ ğü gibi bilinçdışı alandaki tasarımların da otonom
sılıklar kavranabüir. Bu çağımızın doğa bilimle­ olarak düzenlendiği anlaşüıyor. Büincimizde son­
rinde korkunç bir dönüşüm anlamına geür. De­ radan "aküh" ya da "aydınlatıcı" olarak tanımla­
neycinin ruhsal varsayımları artık dışlanamaz. Bu dıklarımız sadece, bilinçü düşüncemizin, bilinç
yüzden araştırmacı, dış olguları tam "objektif' ta­ öncesi beüi şekilde düzenlenmiş olan içerikle ay­
nımlama çabasmdan kesiıüikle vazgeçmelidir. nı fikirde olmasındandır.

Çoğu modern fizikçi, gözlememin bilinçü tasa­ Başka türlü söylemek istersek; bilinçü tasa­
rımlarının nükrofizik deneylerde bir r o l oynadığı­ rımlarımız, çoğu kez daha biz büinemde olmadan
nı kabul etmişler ama onun gerisinde daha bilinç­ düzenlenmiş bulunmaktadır. 19. yüzyü A l m a n
dışı motivasyonların da oyuna katüdığını, bu yüz­ matematikçisi K a r l Friedrich Gauss bize bunun
den de gözlemcinin bütün psişik d u r u m u n u n da bir örneğini, sayüar kuramının bir yasasını nasü
bir rol oynadığım görememişlerdir. A m a , P a u - bulduğunu anlatır: " A m a bunun benim yorucu
h'nin de vurguladığı gibi, bu gerçekleri fırlatıp at­ çaaüşmalarım sonucu değü, tanrının merhame-
mak için hiçbir neden yoktur. tiyle olduğunu söylemek isterim. Bilmece bir an­
Niels Bohr'un komplementarite fikri psikoloji da, şimşek çakmış gibi çözüldü. B e n kendim, son
için, Jung'un da fark ettiği gibi, bilinçle büinçdışı deneylerde yaptıklarım s o n u c u bildiklerimle,
arasında da böyle bir orantı bulunduğundan çok bunların sonuçları arasmda bağlantı kurabüecek
önemlidir. Çünkü bilincin düzeyine çıkmış olan d u r u m d a değildim." Fransız matematikçi H e n r i
her büinçdışı içerik, bilincin etkisiyle kısmen de­ Poincaré, benzeri bir yaşantıyı daha ayrıntılı açık-
lıyor: Uykusuz bir gecede, matematik kombinas­ ta ve maddede farkü olmadığı şekünde tanımla­
yonların içinde fırtınaya tutulmuş gibi "stabil bir mıştır. J u n g bu birük düşüncesinin yolunu arke-
bağlantıya girinceye kadar" nasıl savrulduklarını tiplerin eşzamanlılık olgularında kendim gösteren
anlatıyor. "Böyle durumlarda insan sanki kendi " p s i k o i d " - y a n i yalnızca ruhsal değü ayru zaman­
bilinçdışı çalışmasıyla da oradaymış gibi olur. B i ­ da krsmen maddesel o l a n - bü yana sahip olduk -
linçdışı çaüşma, kendi özelliğini yitirmeksizin, larını göstererek açmış bulunuyor. Böyle bir ol­
kendini çok heyecanlanmış olan bilince belli gunun nedeni içsel yani psişik ve dışsal olaylarm
eder. Böyle fırsatlarla her i k i öznenin (ego ve b i ­ anlamlı aranjmanlarıdır.
linçdışı) çakşma tarzları arasındaki fark sezilebi- Başka türlü söylemek istersek arketipler bize
liyor." yalnrzca (hayvanların davranış kaüplarmm onla­
Fizikle psikoloji arasındaki son paralel olarak ra, kendüerini çevreleyen doğaya uymakta yar­
da Jung'un "anlam" kavramından söz edilmelidir. dımcı olduğu gibi) dış dünyaya uymakta yardım
Jung eskiden nedensel, akılla açıklanabilen yasa­ etmekle kalmaz, kendüeri de psike ve materiayı
ları aradığımız yerlerde amaç ve anlamı da ara­ birükte kapsayan eşzamanlı bir aranjmanda orta­
mamızı, yani bir şeyin yalnız neden olduğunu de­ ya çrkarlar. A m a bu yalnrzca, üeri araştırmaların
ğil aynı zamanda niçin olduğunu da sormamızı hangi yönde olması gerektiğim gösteren bir kanıt
önermektedir. Aynı eğilim, yani mekanik yasalar­ olarak aünmaüdır. Jung kendisi, bu birük üzerin­
dan çok genel bağlantıları arama eğilimi fizikte de de acele spekülasyonlara y o l açmadan önce bu
ortaya çıkıyor. i k i alanı daha u z u n zaman derinlemesine araştır­
Wolfgang Pauli, bilinçdışının keşfinin psikote- mamız gerektiğini vurgulamıştrr.
rapide kullanımının dar sınırlarının ötesine yayı­ Jung'un ileri araştırmalarm çok verimli olaca-
lacağı, bütün doğa büimleriyle daha birçok yaşam ğım düşündüğü alan temel matematik axiomata
alanını da etkileyeceği beklentisini düe getirmiş­ alanıydı. Pauü bunlara "primer matematik intuis-
tir. O zamandan beri bu beklenti oldukça destek­ yonlar" adını veriyor ve bunlar arasında özellikle
lenmiştir; kibernetikle (Toeynin ve sinir sisteminin aritmetikteki sonsuz sayı dizgeleri ya da geomet­
ve onun taklidi olan bilgisayann denetim sistemi rideki "sonsuz" kavramlarını sayıyordu.
bilimi) uğraşan kürü fızikçüer bilinçdışırun psiko- Büimlerin temel bigüerini incelemiş olan A l ­
lojisiyle ilgilenmeye başlamrşlardrr. Örneğin man yazar Hannah Arendt de benzer bir vurgula­
Fransız fizikçi Olivier Costa de Beauregard "psi­ mada bulunmaktadır: "Yeni zamanların doğusuy­
koloji ve fiziğin artık aktif bir diyaloga g i r m e s i ' n i la matematik yalnızca alanım, sonsuz olduğu,
istemektedir. sonsuz genişlemeyi sürdürdüğü düşünülen evre­
Psikoloji ve fiziğin düşünce modellerindeki ne uygulanmak üzere 'sonsuz' genişletmekle kal­
paralellik, Jung'un üeri sürdüğü gibi, her i k i ger­ mamış gerçekle bağlantüı olmayı da bırakmıştır.
çeklik alanının sonunda "birlik"e, yani bütün ya­ Matematik bugün varoluş bilimi ya da felsefesinin
şam olgularının psikofizik bir "tek" oluşuna yakla­ başlangıcı değildir; artık insan ruhunun yapısının
şıyor. Jung, bilinçdışının inorganik maddeyle her­ bilimi haüne gelmiştir." (Tam da burada bir Jung-
hangi bir şeküde bağlantılı olduğundan emindi. çu hemen sorardı: Hangi ruh? Bilinçli olan mı, bi­
Bu zaten bütün psikosomatik hastalıkların gös­ linçsiz olan mı?)
terdiği bir şeydir. B u , Wolfgang Pauli ve E r i c h Gauss ve Poincare'nüı kendüerini anlattıkları
N e u m a n n i n da izledikleri tekü gerçek düşüncesi­ gibi matematikçiler de düşüncelerimizin bazen
ni Jung, "unus m u n d u s " sözüyle, aynı alemin r u h ­ daha biz farkına varmadan "düzenlenmiş" olduk-
larmı keşfettiler. B. L. van der Waerden bilinçdı- Bununla okuyucuya, Jung'un bilimsel tutumu
şından gelen temel matematik içgörü örneklerini için özellikle karakteristik bulduğuma ilişkin bü
verdikten sonra "Bilinçdışı yalnızca çağrışım ve fikir verdiğimi umuyorum. O durmadan yasanım
çıkarsamalar yapmakla kalmaz, seçim ve yargı da görüntülerini, konvansiyonel yargılardan arı ola­
yapabilir. Bilinçdışının yargısı intuitiv ama uygun rak, tam tevazu ve kesinlikle anlamaya çahşmış-
koşullarda tamamen güvenmrdir" sonucuna varı­ tır. Yukarıda dokunulan düşünceleri o yüzden da­
yor. ha fazla kurgulamamıştır. Çünkü kesin bir şey
Çeşitli matematik temel intuisyonlar ya da a söylemek için henüz yeterince gerçeği derlemiş
priori düşünceler arasmda elbette sayılar psiko­ olmadığına inanıyordu. B u n u n gibi yeni bir dü­
lojik bakımdan en ilginç olanlardır. Bunlar yalnız­ şünceyi yayınlamadan önce, onu tekrar tekrar i n ­
ca gündelik hesap ve ölçülerimize yaramaz, aynı celemek, her yanından yeterince kuşkulanabü-
zamanda en eski çağlardan beri zaman birimleri­ mek için yıllarca beklemiştir.
n i n "anlamını o k u m a k ' t a , örnekse astronomi, n u - Okuyucunun onun kavramlarında belli bir be­
meroloji, geomanti ve diğer divinasyon teknikle­ lirsizlik olarak görebilecekleri onun tevazuundan
rinde de kıülanılırlar. Bunlarm hepsi, Jung'un eş­ ileri gelir. B u , acele verilmiş yüzeysel kararlarla,
zamanlılık kuramı kavramlarıyla tanımlamış oldu­ basitleştirmelerle yeni buluşlar olanağını dışla­
ğu şeyi daha yakmdan saptamaya yöneük, arit­ mak istemeyişinden, yaşam olgusunun çok yön­
metik olarak saymaya dayalı yöntemlerdir. Doğal lülüğüne büyük saygısındandır. R u h yaşamı Jung
sayılar psikolojinin bakış açısmdan kuşkusuz bi­ için her zaman heyecan uyandırıcı bir gizem ve
zim beui biçimde düşünmemizi gerektiren arke­ sınırlı ruhların yaptığı gibi her tarafmı bildiğimizi
tipsel tasarımlardır. Örneğin kimse ikinin bizim sandığımız bir şey olarak kalmıştır.
sayı sistemimizde bulunan tek asal sayı olduğu­ B e n i m kanıma göre yaratıcı düşüncelerin de­
n u , daha önce onun üzerinde bilinçle düşünme­ ğeri, gerçeklerin o zamana kadar anlaşümamış
miş olsa büe yadsıyamaz. O zaman sayüar büinç- ilintilerinin kilidinin anahtarını içermeleri, böyle­
le bulunmuş değüdir. Onlar bilinçdışının spontan, ce yaşamın gizemine daha derin dalmayı sağla­
otonom ürünleri, bu bakımdan da arketipsel sim­ malarıdır. Bu yüzden de Jung'un düşüncelerinin
gelerdir. de bu şekilde, birçok b i l i m alanında (ve gündelik
Sayüar aynı zamanda dış nesnelerin de özel­ yaşamda) yeni şeyler bulmakta, bu arada bireyle­
likleridir. Hatta biz onların renk, sıcaklık, büyük­ re daha dengeli, daha dürüst ve bilinçli bir tutum
lük gibi bütün niteliklerini alsak büe onlarm "sa­ edmmekte yardımcı olacağından eminim. Eğer
yıları geride sabit kaür. Yam sıra bu sayılar r u h u ­ okuyucu bununla, bilinçdışını bizzat incelemek
muzun, dış nesnelerle bağlantısı olmadan da i n - ve özümlemek için (kendi üzerinde çalışmayla
celeyebüeceğimiz içeriğidir. O zaman sayüarın, daima olduğu gibi) heveslenecek olursa, bu kıla­
psike üe materia arasmdaki en doğrudan bağlan­ vuz kitap amacma ulaşmış olacaktır.
tı oldukları anlaşılır. Jung'un beürttiğine göre b u ­
rada geleceğin çok verimli bir araştırma alam b u ­
lunmaktadır.
Burada, bu oldukça zor kavramları, Jung'un
düşüncelerinin kapak bir öğreti olmadığını, daha
çok, daha geüşebilecek yeni bir dünya görüşünün
başlangıcı olduğunu göstermek için anlatıyorum.
Notlar

Aslında dipnotu niteliğinde olan bu notlar kitabın orijinalinde de diye not etmektedir.
Jacobi'nin makalesi dışında, yerinde işaretlenmemiştir. Çeviri 114. Navaho'ların her iki savaş tanrısı Maud Oakes tarafın­
aynen orijinalinde olduğu gibi sayfa numaraları iledir, (çn.) dan Where the Two to their Father, A Navaho War Cere­
monial, Bollingen/New York, 1943 'de ele alınmaktadır.
C. G. Jung - Bilinçdışı'na giriş 117. Jung, Düzenbaz figürünü: Zur Psychologie der Trick-
Sayfa 37 Nietzsche'nin Kryptomnesie'si Jung'un Zur Psycholo- ster-Figur, (Ges. Werke, B d . IX) 'da ele alır.
gie sogenannter okkulter Phaenomene (Okkult denilen fe­ 118. Ego ile Gölge arasındaki çatışma Jung'un Der Kampf
nomenlerin psikolojisine dair) Toplu Yapıtları, Cilt I'de an­ um die Befreiung von der Mutter (Ges. Werke, Bd. V) de
latılmıştır. "Seyir Defteri"nden söz konusu bölüm ve Nietzs­ açıklanmaktadır.
che'nin alıntısı şöyledir: 125. Minotaurus Mitinin yorumu için Mary Renault'un ro­
J. Kemer'in "Prevorst'tan yapraklar" Cilt IV, s. 57, "Korkulu manı The King Must Die (Pantheon, 1958) ile karşılaştırınız
anlamı olan bir alıntı..." başlığıyla (1831-1837): 125. Labirent simgesi Eric Neumann tarafından, Ursprung­
"Dört kaptan ve bir tüccar, Mr. Bell, Stromboli adasında, sgeschichte des Bewustseins'da incelenir.
tavşan vurmak için karaya çıktılar. Saat üçte bu grup gemi­ 128. Ego'nun ortaya çıkışı için karşüaştırınız; Erich Neu­
ye dönmek üzere toplanmışlardı ki şaşkınlık içinde iki ada­ mann, a. g. e. Michael Fordham, New Developments in
mın havada kendilerine doğru hızla uçtuğunu gördüler. Analytical Psychology, Londra, Routledge and Kegan Paul,
Bunlardan biri siyah, öbürü gri giyimliydi. Çok yakınların­ 1957 ve Esther M. Harding, The Restoration of the Injured
dan geçtiler ve onları şaşkınlık içinde bırakıp aceleyle kor­ Archetypal Image (özel basım) New York, 1960
kunç Stromboli yanardağının kraterine daldılar. Bu çifti 129. Jung'un inisiyasyon üzerine çalışması, Analytische
Londra'dan tanıdıklarını fark etmişlerdi." Psychologie und Weltanschaung (Ges. Werke B d . VIII) de
F. Nietzsche'mn "Böyle Buyurdu Zerdüşt'ünden Bölüm XI, yayınlanmıştır. Aynı zamanda Bkz. Arnold van Gennap, The
"Büyük olaylara dair" (1883): "Zerdüşt mutlu adaya doğru Rites of Passage, Chicago 1961
giderken bir gemi de duman püsküren dağın olduğu adaya 132. Kadınlarda güç deneme E r i c h Neumann tarafından
demir atıyor ve mürettebatı da tavşan vurmak için karaya açıklanmıştır. Amor und Psyche, Zürih 1952
çıkıyordu. Öğlen saatına doğru, kaptan ve adamları bir araya 137. Beauty and the Beast masalı Mme Leprince de Beau-
geldiklerinde birden havadan bir adamın kendilerine doğru mont'un The Fairy Tale Book'unda yayınlanmıştır, New
uçarak geldiğini gördüler ve o kişi onların yanı başından ge­ York, Simon and Schuster, 1958
çerken bir ses çok net olarak 'Zamanıdır! Tam zamanıdır! 141. Orpheus söylencesi E. Harrison'un Prolegomena to
'dedi. A m a bir gölge gibi hızla ateş dağı yönünde uçtu ve the Study of Greek Religion, Cambridge University Press,
şaşkınlık içinde onun Zerdüşt olduğunu gördüler... 'Bana ba­ 1922'de bulunur. Aynı zamanda Bkz. W. K. C. Guthrie, Orp­
kın! 'dedi yaşlı sedümen, 'Zerdüşt cehenneme gidiyor!'." heus and Greek Religion, Cambridge, 1935
38. Robert Louis Stevenson, Jekyll ve Hyde'ı gördüğü dü­ 142. Jung'un Katolik kupa törenini açıklaması: Das Wand­
şü, "Across the Plains" kitabında "Düşler üzerine bir ba- lungssymbol in der Messe, Ges. Werke B d . XI, Bkz. aynı za­
his"de ele alıyor. manda; Alan Watt; Myth and Ritual in Christianity, Vangu­
56. Jung'un düşü, Anniela Jaffe tarafından yayınlanmış ard Press, 1953
olan C. G. Jung; "Anılar, Düşler, Düşünceler", Zürih'te daha 145. Linda Fierz-David'in Orpheus ritine yorumu; Psycho­
ayrıntılı olarak işlenmiştir. logische Betrachtungen zu der Freskenfolge der Villa dei
63. Eşikaltı düşünce ve görüntülere örnekleri Pierre Ja- Misteri in Pompeji. E i n Versuch von Linda Fierz-David,
net'nin yapıtlarında bulursunuz. Zürih, 1957
93. Kültüre] simgelere daha başka örnekler Mircea Elia- 148. Esquilin tepesinin Roma höyüğünü Jane Harrison an­
de'nin yapıtı "Şamanizm ", Zürih, 1947'de yayınlanmıştır. latıyor, yukarıda a. g. e.
C. G. Jung'un toplu yapıtlarına da bakınız. (I-XVIII ciltler- 149. Bkz. Jung: Die transzendente Funktion, C. G. Jung
Hazırlanıyor) Institut, Zürih
151. Joseph Campbell kuş kılığındaki samanlardan söz edi­
Joseph L. Henderson Modern İnsan ve Mitler yor: Das Symbol ohne Bedeutung, Zürih, Rhein-Verl., 1958
108. İsa'nın dirilişinin son olduğuna dair: Hıristiyanlık es-
katolojik (son kadere yönelik) bir dindir. Yani göz önünde M. L. von Franz - Bireyleşme Süreci
tuttuğu, kıyametle benzer anlamlı olan bir son erektir. Bir 160. Düşlerde menderes motifinin ayrıntılı incelenişi
kabile kültürünün anaerkil elemanları korunmuş olan öbür Jung'un toplu yapıtlarında ele alınmıştır. (Bd. VIII) Ayrıca
dinler (örneğin Orfızm) ise, Eliade'ın "Ebedi dönüş mi- Bkz. Jung Ges. Werke B d . XII, Teil I ve Gerhard Adler, Stu-
ti"nde (Düsseldorf, 1953) gösterdiği gibi döngüseldir. diesin Analytical Psychology, Londra 1948.
112. Bakınız; Paul Radin, Hero Cycles of Winnebago, In­ 161. Jung'un Şelfi açıklaması, Ges. Werke. Bd. IX, Teil 2
diana University Publications, 1948. ve B d . XII.
113. Tavşan figürüne ilişkin olarak Radin; "Tavşan, bütün 161. Naskapi Frank G. Speck'in; Naskapi: The Savage Hun­
uygar ve alfabe öncesi dünyadan ve dünya tarihinin en eski ter of the Labrador Peninsula, The University Press of Ok­
zamanlarından beri bildiğimiz gibi, tipik bir kahramandır." lahoma Press, 1935.

311
162. Psişik bütünlük kavramı anlatılıyor Jung: Ges. Werke Adlers, Frankfurt a. M. 1926. s. 172.
Bd. XIV, B d . IX, Teil 1 ve 2. 179. "Zehir kız"ın bir anlatımı W. Hertz, Die Sage vom Gift-
163. Meşenin öyküsünün kaynağı: Richard Wilhelm; maedchen, Abh. der bayr. Akad. der Wis. 1 Cl. XX B d . 1
Dschuang-Dsi; Das wahre Buch vom südlichen Blütenland; Abt. München, 1893.
Jena 1923, S. 33-34 179. Öldüren prenses Chr. Hahn tarafından ele alınır; Gri­
163. Jung bireyleşme sürecinin simgesi olarak ağacı; Der echische und Albanesische Maedchen, B d . 1, München/
philosophische Baum, Von den Wurzeln des Bewustseins Berlin 1918, s. 301: Avcı ve her şeyi gören ayna.
(Zürih 1954) 'te inceler. 180. Bir Anima yansıtmasından ileri gelen Aşk çılgınlığı
163. Taştan sunak üzerinde sunu verilen "Yerel Tanrı" bir­ Elinor Bertines, Human Relationships, S 11:! f. Aynı za­
çok bakımlardan antik genius loci'ye uyar. Bkz. Henri manda Bkz. Dr. H. Strauss, Die Anima als Projektionserleb-
Maspero, La Chine antique, Paris, 1955, S. 140 f. (Bu bilgi nis, Yayınlanmamış manuskript, Heidelberg 1959.
için Ariane Rump'a teşekkür ederim.) 180. Jung, olumsuz bir Anima yardımıyla psişik integrasyo-
164. Jung bireyleşme sürecini tanımlamanın güçlüğünü nu tartışır; Ges. Werke, B d . XI, s. 164 ff; B d . IX, s. 224 f;
vurgular. Ges. Werke, B d . XVII, s. 179. B d . XII, s. 25 f, 110 f, 128.
165. Çocuk düşlerinin öneminin bu kısa tanımı başlıca 185. Anima'ran dört aşaması için Bkz. Jung, Ges. Werke,
Jung'dan kaynaklanmıştır: Psychologische Interpretation B d . XVI, s. 174
von Küıdertraeumen (Notlar ve dersler), E T H Zürih, 186. Francesko Colonna'nin Hypnerotomachia'si Linda F i -
1938/39 (yalnız özel yayın). Özgün örnek, 1938/39'da aynı erz-David tarafından yorumlanmıştır: Der Liebestraum des
başlıklı bir seminerin raporundan, s. 76 ff. Bkz. Jung; Die Poliphilo, Zürih 1947
Entwicklung der Persönlichkeit, Ges. Werke, Bd. XVII; Mic­ 186. Anima'nin rolünü anlatan alıntı Aurora Consurgens
hael Fordham, The Life of Childhood, Londra 1944 (öz. s. I'den Çeviri E. A. Glover. Almanca baskısı M. L. von Franz-
104); Erich Neumann, Ursprungsgeschichte des Bewustse­ Jung'un Mysterium Coniunctionis, Bd. 3, 1958
ins; Frances Wiekes, The Inner World of Consciousness, 187. Jung, şövalyelerin hanım kültünü inceler. Ges. Werke,
New York/Londra 1927; Eleanor Bertine, Human Relatios- Bd. VI, S. 274 ve 290f, aynı zamanda Bkz. Emma Jung ve
hips, Londra 1958 M. L. von Franz, Die Graalslegende in psychologischer
166. Jung psişik çekirdeği açıklar: Die Entwicklung der Sicht, Zürih 1960
Persönlichkeit, Ges. Werke B d . XVII, S. 175 ve B d . XIV, S. 189. Animus'un Kutsal inanç olarak ortaya çıkışı için Bkz.
9 ff. Jung, Two Essays in Analytical Psychology. Londra 1928, s.
167. Hasta kralı anlatan masal modelleri için Bkz. Joh. Bül­ 127ff; Ges. Werke Bd. IX, B l . 3. Aynı zamanada Bkz. Emma
te ve G. Polivka, Anmerkungen zu den Küıder-und Haus- Jung, Aiümus und Anima, passim; Esther Harding, Wo-
maedchen der Brüder Grimm, B d . I, 1913-1932, s. 503 ff. man's Mysteries, New York 1955; Eleanor Bertine, Human
Grimm masalı Der Goldene Vogel'in bütün varyasyonları. Relationships, s. 128ff; Toni Wolff, Studien zu C. G. Jungs
168. Gölge'nin bir başka incelemesi Jung'ım Toplu Yapıtla­ Psychologie, Zürih 1959, s. 257ff; E r i c h Neumann, Zur
rında, B d . IX, Teil 2, Kap. 2 ve B d . XII, s. 29 f ve; The U n - Psychologie des Weiblichen, Zürih 1953
discovered Self, Londra 1958, s. 8-9, Bkz. Frances Wiekes, 189. Çingene masalının alındığı yer: Der Tod als Geliebter;
The Inner World of Man, New York/Toronto 1938. Göl­ Zigeunermaerchen. (Die Maedchen der Weltliteratur, hsgb.
ge'nin algılanmasına iyi bir örnek; G. Schmalz, Komplexe F. von der Leyen ve P. Zaunert) Jena 1926, s. 117f
Psychologie und Körperliches Symptom, Stuttgart 1955. 194. Değerli eril özelliklerin ileticisi olarak Animus'u Jung,
171. Mısır'ın yeraltı kavramının örnekleri, The Tomb of Ges. Werke B d . IX, s. 182f ve Zwei Essays, B l . 4'te ele alır.
Ramses VI, Bollingen Series X L , Teil 1 ve 2, Pantheon Bo- 196. Kara prensesten söz eden Avusturya masalı için Bkz.
oks, 1954. "Kara Kral Kızı", Maedchen aus dem Donaulande, Die
171. Projeksiyon olgusuyla Jung Ges. Werke, B d . VI, Ta­ Maedchen der Weltliteratur, Jena 1926, s. 150f
nımlar, s. 582 ve B d . VIII, s. 272 ff. 'de uğraşır. 196. Ay Ruhu Eskimo masalı "Örümcek olan bir kadına da­
173. Kuran, E. H. Palmer çevirisi, Oxford University Press, ir "den alınmıştır; K. Rasmussen, Die Gabe des Adlers, s.
1949. Bkz. Jung'un Musa ve Hızır öyküsü yorumu, Ges. 121f
Werke. B d . IX, s. 135 ff. 196. Seif in genç-yaşlı kişileşmesine ilişkin bir açıklamayı
175. Hint masalı Somadeva: Vetalapanchavimsati, ingilizce Jung yayınlamıştır; Ges. Werke, B d . IX, s. 151f
çevirisi C. H. Tawney, Jaico book, Bombay 1956. Bkz. Hein­ 200. P'an Ku efsanesi Donald A. McKenzzie; Mythen aus
rich Zimmer'in mükemmel psikolojik yorumu The King and China und Japan, (Londra, s. 260) ve H. Maspero; Le Tao-
the Corpse, Bollingen Series XI, New York, Pantheon, 1948 ism, (Paris 1950, s. 109) de bulunabilir. Ayrıca Bkz. J. J. M.
176. Zen ustasına yapılan oyun Der Ochs und sein Hirte, de Groot, Universismus, Berlin 1918, s. 130-131; H. Koest-
(Koichi Tsujimura çevirisi), Pfullingen 1958, s. 95. ler Symbolik des chinesischen Universums, Stuttgart, 1958,
177. Anima üzerine daha fazla bahis için Bkz. Jung, Ges. s. 40; C. G. Jung, Mysterium Coniunctionis, Bd. 2, s. 160-
Werke, Bd. IX, Teil 2, s. 11-12 ve B l . 3; B d . XVTI, s. 198 f, 161.
B d . VII, s. 345, B d . XI, s. 29-31, 41 f., 476 vb. B d . XII, Teil 200. Kozmik adanı olarak Adem tartışması için Bkz.; A u ­
1. Bkz. ayrıca Emma Jung, Animus und Anima, Zwei E s ­ gust Wünsche, Schöpfung und Sündenfall des ersten Mens­
says, The Analytical C l u b of New York 1957; Eleanor Berti­ chen, Leipzig 1906, s. 8-9 ve 13; Hans Leisegangi Die Gno-
ne, Human Relationships, Ks. 2; Esther Harding, Psychic sis, Leipzig, Krönersche Taschenausgabe. Psikolojik yoru­
Energy, New York 1948 ve diğerleri. mu için Bkz. C. G. Jung, Mysterium Coniuctionis, Bd. 2,
178. Sibirya avcı masalı Knud Rasmussen; Die Gabe des Kap. 5, s. 140-199 ve Ges. Werke, B d . XII, s. 346f. Olasılıkla
Çin'in P'an Ku'su ile Pers Gayomert'i ve Adem efsaneleri 150f
arasında tarihsel bağlantı da bulunmaktadır; Bkz. Sven S. 217. Jung bugünkü "istatistik bir sayı olmak" duygusunu
Hartmann, Gayomart, Uppsala 1953, s. 46, 115 inceler: Das unentdeckte Selbst, s. 14, 109
202. "Üst R u h " olarak bir hurma agacmdan gelen Adem 219. Özne aşamasında düş yorumundan söz edilir: Jung:
kavramıyla E. S. Drower, The Secret Adam, A Study of Na- Ges. Werke, B d . XVI, s. 243 ve B d . VIII, s. s. 266
sorean Gnosis, Oxford 1960, (s. 23, 26, 27, 37) adlı yapıtın­ 220. İnsanın içgüdüsel olarak çevresine uyum yaptığı açık­
da uğraşır. lanır: A. Portmann: Das Tier als soziales Wesen, s. 65f ve
202. Eckhardt Ustanın sözleri F. Pfeiffer'in MeisterEck- passim. Aynı zamanda Bkz. N. Tinbergen, A Study of Ins­
hardt (İng. çev. C. de B. Evans, Londra 1924, B d . II, s. 80) tinct, Oxford 1955, s. 151f ve 207f
dan 2 2 1 . E l . E. E. Hartley kitle bilinçdışını inceler: Fundamen­
202. Jung'un Kozmik İnsana ilişkin açıklamaları için Bkz. tals of Social Psychology, New York 1952. Aynı zamanda
Ges. Werke, Bd. IX, Teil 2, s. 36f; "Antwort auf Hiob "Ges. Bkz. Th. Janwitz ve R. Schulze: Neue Richtungen in der
Werke, B d . XI ve Mysterium Coniuctionis, B d . 2, s. 215f. Massenkommunikationsforschung, Rundfunk und Fernse­
Aynı zamanda Bkz. Esther Harding, Journey into Self, Lon­ hen, 1960, s. 7, 8 vepassim. Ayrıca a. g. e., s. 1-20 ve Un­
dra 1956, passim. terschwellige Kommunikation, a. g. e., 1960, Heft 3/4, s.
202. Adam Kadmon'dan Gershom Sholem söz eder; Major 283 ve 306 (Bu bilgi için Bay René Malamoud'a teşekkür
Trends in Jewish Mysticism, 1941; ayrıca Jung, Mysterium ederim.)
Coniuctionis, B d . 2, s. 182f 224. Özgürlüğün faydalı bir şeyler başarmakta önemini
204. Kral çift simgesi Jung'un Ges. Werke, B d . XVI, s. Jung vurgular: Das Unentdeckte Selbst, s. 9
313'te ve Mysterium Coiuctionis, Bd. 1, s. 143, 179; B d . 2, 224. Bireyleşme sürecini simgeleyen dinsel figürler için
s. 86, 90, 140, 285'te incelenir. Aynı zamanda Bkz. Eflatun, Bkz. Jung: Ges. Werke, B d . XI, s. 273 ve passim ve a. g. e.,
Şölen (Syposion) ve Gnostiklerin tann-insan, Anthropos fi­ Teü 2 ve s. 146f
gürü. 224. Jung modern düşlerdeki dinsel simgeleri incelemek­
205. Self in simgesi olarak taş için Bkz. Jung: Von den tedir: Ges. Werke, B d . XII, s. 92, Aynı zamanda Bkz. a. g. e.
Wurzeln des Bewustseins, Zürih 1954, s. 200f, 415f, 449f s. 28, 169f, 207
206. Bireyleşme zorlamasının bilinçli fark edildiği nokta 225. Üçlem'e dördüncü bir elemanın eklenmesi Jung tara­
Jung: Ges. Werke, Bd. XII passim; Von den Wurzeln des fından incelenir: Mysterium Coniuctionis, B d . 2, s. 112f,
Bewustseins, s. 200f; Ges. Werke B d . IX, Teil 2, s. 139f, 117f, 123f ve Ges. Werke, B d . VIII, s. 136f ve 160-162
236, 247f, 268; B d . XVI, s. 146f. Aynı zamanda Bkz. Ges. 228. Kara Geyik vizyonunun alındığı yer: Black Elk Spe-
Werke, B d . VIII, s. 253f ve Toni Wolff, Studien zu C. G. aks, yayınlayan John G. Neihardt, New York 1932, A l m . Ba­
Jungs Psychologie, s. 43. Ayrıca özellikle Jung Mysterium sımı: Schwarzer Hirsch, Ich rufe mein Volk, Ölten 1955
Coniuctionis, B d . 2, s. 318f 228. Eskimoların Kartal Şenliği öyküsü: K n u d Rasmussen,
207. "Aktif tmajinasyon"in ayrıntılı anlatım için Bkz. Jung: Die Gabe des Adlers, s. 23f, 29f
"Die Transzendente Funktion ", Ges. Werke B d . VIII 228. Jung orijinal mitolojik malzemenin üretilişini inceler:
208. Zoolog Adolf Portmann hayvanlardaki "lçsellik"i ta­ Ges. Werke, B d . XI, s. 20fve B d . XII, Giriş
nımlamaktadır. Das Tier als soziales Wesen, Zürih 1953, s. 229. Fizikçi W. Pauli, m o d e m doğa bilimlerindeki Heisen-
366 berg'inki gibi yeni buluşların etkilerini tammlamıştır: Die
209. Mezar taşlarına ilişkin eski Germen inancı Paul Herr- philosophische Bedeutung der Idee der Komplementarita-
mamı tarafından ele alınmaktadır. Das altgermanische P r i ­ et, "Experientia ", B d . VI/2, s. 72f ve Wahrscheinlichkeit
esterwesen. Jena 1929, s. 52 ve Jung: Von den Wurzeln des und Physik, "Dialéctica ", B d . VÜJ/2, 1954, s. 117
Bewusstseins, s. 198f
210. Morienus'un Bilge Taşı'm tanımı Jung: Ges. WerkeBd. A n i e l a J a f f e - Simge o l a r a k g ö r s e l s a n a t l a r
XII, s. 300, A n m . 45'te yazılıdır. 233. 1 Bkz. Nancy Wilson Ross, The World of Zen, New
210. Taşı bulmak için azap çekmenin zorunlu olduğu bir York, 1960, s. 149
simya söylemidir. Bkz. Jung: Ges. Werke B d . XII, s. 280f 234. 2 Carola Giedion-Welcker, Plastik des X X . Jahrhun­
2 1 1 . Jung, psike ile materia arasındaki ilişkiyi açıklamakta­ derts, Stuttgart 1955, s. 107
dır: Zwei Essays über Analytische Psychologie, s. 142-146 235. 3 H. Kühn: Die Felsbilder Europas, Stuttgart 1952
2 1 1 . Eşzamanlılığın tam bir açıklaması için Bkz. Jung: 236. 4 H. Kühn, a. g. e., s. 15
Synchroniztaet als ein Prinzip akausaler Zusammenhaenge, 250. 5 Paris 1953, W. Hess'den alıntı, Dokumente zum
Ges. Werke, B d . VIII, s. 419f Verstaendnis der Modernen Malerei, Hamburg 1958 (Ro­
212. Jung'un, bilinçdışıyla bağlantı kurmak için Doğu Dini­ wohlt), s. 122. B u , aşağıda kısaca "Dokumente" olarak anı­
ne dönmek üzerine görüşleri için Bkz. "Über Mandala- lacak olan olağanüstü yararlı sunumdan birçok almtı yap­
Symbolik ", Ges. Werke, B d . IX, Teil 1, s. 335f ve B d . XII, s. tım.
212f (bu sonuncuda aynı zamanda Bkz. s. 19, 42, 91f, 101, 250. 6 Briefe, Aufzeichnungen und Aphorismen, Berlin
119f, 159, 162) 1920, Dokumente, s. 80
212. Çince metinden alıntının kaynağı: Lu K'uan Yü, Char­ 250. 7 Ayrıca Bkz. Alman sanat tarihçisi Werner Haft-
les Luk, Ch'an and Zen Teaching Londra, s. 27 mann'm makalesi "Glanz und Gefaehrdung der Abstrakten
216. Badgerd Hamamı masalının alındığı yer: Maedchen Malerei, Skizzenbuch zur Kultur der Gegenwart, München
aus Iran, Die Maedchen der Weltliteratur, Jena 1959, s. 1960, s. 111. Sanat tarihiyle ilintiler için en çok Haft-
mann'ırı yapıtını kullandım: Die Malerei im 20. Jahrhundert, mente, s. 84
2. Aufl. München 1957 ve Herbert Read, Geschichte der 263. 44 Tagebüchern, Berlin 1953, Dokumente, s. 86
Modernen Malerei, München 1959, ayrıca birçok tekil yapıt. 263. 45 W. Haftmann'dan alıntı, a. y. g. e., s. 89
251. 8 Der Blaue Reiter, München 1912, Dokumente'den, 264. 46 Essays über Kunst und Künstler, hrsg. von Max
s. 87 Bill, Stuttgart 1955, Dokumente, s. 87
253. 9 Notes sur la peinture d'aujourd'hui, Paris 1953, a. g. 265. 47 a. y. g. e., 8. 178
e. 265. 48 Briefe, Aufzeichnungen und Aphorismen, Berlin
253. 10 Kolaj, tekil elemanların yapıştırılmasıyla yapılan 1920, Dokumente, s. 79
resimlerdir. 265. 49 Edouard Roditi: Dialoge über Kunst, Insel Verlag
253. 11 W. Haftmann, Die Malerei im 20. Jahrhundert, 1960
München 1957, s. 254 268. 50 Henri Cartier-Bresson, Werner Bischof, L u d e n
254. 12 W. Haftmann'dan alıntı: Paul Klee. Wege bildne­ Clergue ve diğerleri akla gelir.
rischen Denkens, 3. Aufl., München 1957, s. 71 268. 51 W. Haftmann'dan alıntı, a. y. g. e., s. 474
254. 13 Wege des Naturalismus, Weimar/München 1923, 268. 52 Notes sur la peinture d'aujourd'hui, Paris 1953,
Dokumente, s. 85 Dokumente, s. 126
254. 14 Notes sur la peinture d'aujourd'hui, Paris 1953,
Dokumente, s. 125 Jolande Jacobi - Olgunlaşma yolunda simgeler
254. 15 "Bilmeceyi değil de neyi seveyim? " 272. Der Palast der Traeume. Homeros'un Odisse sinin
254. 16 Sulla Arte Metafısica, Roma 1919, Dokumente, s. XIX. kitabına 16. yy'dan bir illüstrasyon. Orta nişte Uyku
112 tanrıçasını görüyoruz; elinde haşhaş başlarından bir demet
255. 17 Dokumente, s. 112Aynca Bkz. W. Haftmann, ag. tutuyor. Sağmda, ardında iyi, gerçek düşlerin bulunduğu
e., s. 241 ff "Boynuz kapı" (üstünde boynuzlarıyla bir sığır duruyor).
255. 18 Dokumente, s. 36 Solda, ardında yanlış, kötü düşlerin olduğu "Fildişi kapı"
255. 19 Özellikle Hemrich Heine, Jean Paul, Arthur Rimba­ (üstündeki fil başıyla). Saçağın üstünde Solda Ayın tanrıça­
ud ve Stéphane Mallarmé kastedilmiş sı I Mana ve sağda kulları arasımla çocukları uyku ve Ölümü
255. 20 Bkz. Psychologie und Religion, Zürih, Rascher tutan Gecenin tanrıçası.
Verlag 277. Analizdeki ilk düşün önemini Jung, Seelenprobleme
257. 21 H. Read'den alıntı: Geschichte der Modernen Ma­ der Gegenwart kitabında ortaya atmıştır. (5. Aufl., Zürih
lerei, München/Zürih 1959, s. 128 1950, s. 92)
257. 22 H. Read, ag. e., s. 124 290. "Kehanet düş" bölümü için Bkz. Das Buch der Wand­
257. 23 aynı eser, s. 124 lungen ya da I Ging, Çinceden çeviren ve açıklayan Richard
257. 24 Les Manifestes du Surréalisme 1924/42, Paris Wilhelm, Jena 1924, ( E n yeni basım Düsseldorf/Köln 1956)
1946, Dokumente, s. 117 291. Wilhelm'in Meng işaretini yorumlayan alıntısı I Ging,
257. 25 Les Manifestes. Documente, s. 118 Bd 1, s. 16'da bulunuyor.
257. 26 Bkz. C. G. Jung'un ilk yazısı 292. 4 numaralı işaretin -Meng: Bir tür kapı-üst üç çizgisi­
258. 27 New York 1948; Dokumente, s. 119, M. Ernst ya­ nin simgelemi için Bkz. I Ging, Bd. II, s. 213. Sonra 52 nu­
zar Lautréamont'la bağlantı kuruyor. maralı işaret Gen; Dağ, "sakin duruş" ve aynı zamanda "yan
259. 28 Carola Giedion-Welcker, 1947. Hans Arp, s. XVI yol "demektir. Aynı zamanda "küçük taşlar, kapılar ve açık­
259. 29 Dokumente, s. 121 lıklar... hadımlar ve bekçiler... ayak parmaklan ve bacaklar
260. 30 Almanach de la Librairie Flinker. Paris 1961 "söz konusu olduğunda; ki bu da Henry'nin düşüne tam
262. 31 Rückblicke. M. Bill'in Kandinsky hakkında giriş ya­ uyuyor. Meng işareti için aynı zamanda Bkz. I Ging, Bd I, s.
zısından. Über das Geistige in der Kunst, a. g. e., s. 11 14
262. 32 Selbstdarstellung, Berlin 1912, Dokumente, s. 86 292. I Ging'e ikinci bir kez bakışla ilgili olarak Jung, onun
262. 33. Briefe, Aufzeichnungen und Aphorismen, Berlin ingilizce basımına yazdığı önsözde şöyle yazıyor: "Deneyin
1920, Dokumente, s. 79f yinelenmesi, çıkış durumunun yeniden oluşturulamayışı gi­

262. 34 W. Haftmann'dan alıntı, a. y. g. e., s. 478 bi basit bir nedenle olanaksızdır. Bu yüzden her zaman yal­

262. 35 Über die Moderne Kunst, Konferans 1924, Doku­ nızca ilk ve tek yanıt vardır. "

mente, s. 84 292. 30 numaralı işaret L i , tutucu ve ateş hakkında daha

262. 36 Neue Gestaltung, München 1925, Dokumente, s. fazla bilgi için Bkz. I Ging, B d . I, s. 87 ve B d . II, s. 126

100 292. Dağ üzerindeki kent motifini Prof. K. Kerényi, "Yük­


s e k kentlerin gizi "adlı makalesinde ayrıntılı o l a r a k anlatmış
262. 37 Über das Geistige in der Kunst, a. y. g. e., s. 83
ve yorumlamıştır: Europaeische Revue, 1942, Heft 8/9 ve
263. 38 Über die Formfrage, München 1912, Dokumente,
Einführung in das Wesen der Mythologie, Zürih 1951,
s. 88
Absch. I, s. 19ff
263. 39 E b d .
293. "Dört "motifi üzerine Jung, Ges. Werke B d . IX, XI, XII
263. 40 Über das Geistige in der Kunst Dokumente, s. 88
ve X l V ' d e ayrıntılı olarak açıklamalarda bulunmuştur. Dört-
263. 41 Aufsaetze von 1923-1943. Dokumente, s. 91
lem sorunu bütün kitaplan boyunca kırmızı bir iplik gibi
263. 42 G. Schmidt'ten alıntı: Vom Sinn der Parallele
gitmektedir.
"Kunst und Naturform ", Kunst und Naturform, Basel 1960
296. Oyun kartlanna bağlanan simgelere ilişkin Bkz. Hand-
263. 43 Über die Moderne Kunst, Konferans 1924, Doku­
W ö r t e r b u c h des deutschen Aberglaubens, Bd. IV, s. 1015 ve 309. Hannah Arendt'in söylemi; The Human Condition, a.
B d . V, s. 1110 y. g. e., s. 266
297. "Dokuz" sayısının simgeselligine ilişkin olarak diğer 309. Arketipsel matematik temel içedoğuşlar üzerinde da­
yapıtlardan başka, en önemli olarak Bkz.: F. V. Hopper; Me- ha fazla bilgi için Bkz. Pauli, Vortraege... a. y. g. e., s. 122
dieval Number Symbolism 1938, s. 138 •. ve F e r d . Conseth, Les mathématiques et la réalité, 1948
299. (iece deniz yolculuğu düşünün ana şeması hk. Bkz. J. 310. Pauli, Jung'la birlikte tasarımlarımızın bilincimize çık­
Jacobi; Der Weg zur Individuation, Zürih 1965, s. 84ff madan önce "düzenlenmiş" olduklarım düşünmektedir.
299. İlkellerin, insan vücudunun bütün çıkarttıklarında bu­ 310. B. L. van der Waerden'in söylemi; Einfall und Überle­
lunan büyülü güç üzerine daha fazla bilgi için Bkz.; E. Neu- gung, a. y. g. e., s. 9
mann; Ursprungsgeschichte des Bewustseins, Zürih 1949

M. L. von Franz - Bilinçdışı ve Bilimler


304. Psikenin çekirdeği olarak arketipler için Bkz. W. Pau­
li, Aufsaetze und Vortraege über Physik und Erkenntnist­
heorie. Verlag Vieweg, Braunschweig 1961
304. Arketiplerin hem esin veren hem algılamayı ketleyen
etkileri için Bkz. C. G. Jung ve W. Pauli; Naturerklaerung
und Psyche, Zürih 1952, s. 163 ve passim
306. Biyolojik algılama üzerine Pauli'nin önerisi; Aufsaetze
und Vortraege, op. cit., s. 123
306. Evrimde zaman hakkında daha fazla bilgi için Bkz.
Pauli; a. y. g. e., s. 123-125
306. Darwin ve Wallace'in öyküsü için Bkz.; H. Henshaw
Ward, Charles Darwin, 1927
307. Descartes hakkmda daha fazla bilgi; M. L. von Franz,
Der Traum des Descartes. Studien des C. G. Junginstituts,
Band: Zeitlose Documente der Seele
307. K e p l e r i n tasanmi: Jung ve Pauli, Natuirerklaerung
und Psyche, a. y. g. e., s. 117
307. Heisenberg Hkk. Bkz. Hannah Arendt, The Human
Condition, Chicago 1958, s. 26
307. Pauli'nin psikofızik paralelizme ilişkin düşünceleri için
Bkz.; Naturerklaerung., a. y. g. e., s. 163
307. Komlementarite için Bkz.; Niels Bohr, Atomphysik
und menschliche Erkenntnis, Braunschweig, s. 26ff
308. Pauli'nin bu düşüncesinin anlatımı: C. G. Jung, Von
den Wurzeln des Bewusstseins, Zürih 1964, s. 604
308. Bu "Beklentiler katalogu" hkk. Bkz.; Pauli, Vortrae­
ge..., a. y. g. e., s. 125
308. Fizik ve psikolojimi! kavram koşutluğu ve aynı zaman­
da bilinçdışmın alan kavramıyla ilişkisi için Bkz.; Pauli, Vor­
traege... a. y. g. e., s. 115-116
308. Gauss'un ifadesi Olbers'e bir mektupta yer almakta­
dır. Bd. X, s. 25; B. L. van der Waerden, Einfall und Übver-
legung. Drei kleine Beitraege zur Psychologie des mathe­
matischen Denkens. Basel 1954
309. Poincare'nin söylemi B. L. van der Waerden'in aynı
yapıtında, s. 2
309. Pauli'nin, Bilinçdışı fikrinin doğa bilimlerini yeniden
biçimlendireceği inancı için Bkz. Vortraege... a. y. g. e., s.
125
309. Psikofızik bir tek gerçeklik fikri için Bkz. Pauli, aynı
eser, s. 118
309. Jung'un eşzamanlılık fikri hakkında Bkz. Jung-Pauli,
Naturerklaerung und Psyche, passim
309. Jung'un Unus mundus kavramı skolastik doğa felsefe­
sinden, örneğin John Scotus Erigena'dan kaynaklanmakta­
dır. Unus mundus orada dünyanın, tanrının ruhundaki ge­
nel planı olarak geçer.

315
Y A Y I N L A N A N KİTAPLAR:

SANAT
1- Desen mi D e m e s e n mi? Cem M u m c u , Y ı l d ı r ı m B. D o ğ a n , Desenler: Selçuk D e m i r e l
2- A r t r i t ve Sanat, Kolektif
3- Çocuk ve Sanat, Kolektif
4- Bedava Gergedan, O r h a n Cem Çetin
5- O r s o n W e l l e s , A n d r é B a z i n - Çev. S e n e m D e n i z

6- Sinema Köşelerinde, İlhan M i m a r o ğ l u

EDEBİYAT

ROMAN
1- Planımız Katliam, Haldun A y d ı n g ü n
2- 7, C e m A k a ş
3- A l t ı n , Biaise C e n d r a r s - Çev. N u r i y e Y i ğ i t l e r
4- Bir K u z g u n Y a z , M e h m e t Ü n v e r
5- M a r i e l l a , M a x G a l l o - Çev. A s e n a S a r v a n
6- M a t h i l d e , M a x G a l l o - Ç e v . Işıl B i r c a n
7- S a r a h , M a x G a l l o - Çev.: A s e n a Sarvan
8- Ziyaretçiler, Giovanni Scognamillo
9- Salta Dur, Semra T o p a l
10- Pus, M e h m e t Ü n v e r
1 1 - K e n t l e r i n Kraliçesi, H a k a n Senbir
12- C o w r i e , C a t h i e D u n s f o r d - Çev. F u n d a T a t a r
13- S e l k i e ' l e r i n Şarkısı, C a t h i e D u n s f o r d - Çev. F u n d a T a t a r
14- İstifa, A k ç a Z e y n e p
15- A c a y i p Hisli, K a t e A t k i n s o n , Çev. D e v r i m Kılıçer Y a r a n g ü m e l i
16- Makber, Cem M u m c u
17- Kötü Ölü, Erkut Deral
18- B o ş l u k t a S a l l a n a n A d a m , Saul B e l l o w - Çev. Neşe O l c a y t u
19- T u h a f Bir K a d ı n , Leylâ Erbil
20- Hazdan Kaçan Kadınlar, Fidan Terzioğlu
2 1 - K u r b a n , Saul B e l l o w , Çev. P e r r a n F ü g e n Ö z ü l k ü
22- H e y N o s t r a d a m u s , D o u g l a s C o u p l a n d , Çev. İ r e m B a ş a r a n
23- K â s e d e n Hisse, T i b o r F i s c h e r , Ç e v . D u y g u G ü n k u t
24- G e t r u d e 2'ye nasıl b ö l ü n d ü ? , Şule Ö n c ü
25- Ü ç Başlı E j d e r h a , L e y l â E r b i l
ÖYKÜ
1- Beyoğlu Kâbusları ve Diğer Öyküler, Giovanni Scognamillo
2- Bir G a m z e - B i r K u ş t ü y ü Y a s t ı k , G ü l s e r e n T u ğ c u K a r a b u l u t
3- Ü ç ü n c ü Sayfa Güzeli / Binbir İnsan Masalları-I, Cem M u m c u
4- Cinsel Ö y k ü l e r , K o l e k t i f - E d i t ö r : C e m M u m c u
5- Hepimiz G o g o l ' u n Palto'sundan Çıktık, Süreyyya Evren
6- M u a l l â k t a , A r a f ' t a ve D ü ş l e r d e / Binbir İnsan Masalları-ll, C e m M u m c u
7- r, C e m A k a ş
8- Âşık Öyküler, Kolektif - Editör: Sevengül Sönmez
9- Deli Öyküler, K o l e k t i f - Editör: Cem M u m c u
10- Suçlu Ö y k ü l e r , K o l e k t i f - Editör: Halil G ö k h a n
1 1 - Gelecek Ö y k ü l e r , K o l e k t i f - Editör: Deniz Koç
12- Erotik Öyküler, K o l e k t i f - Editör: Halil G ö k h a n
13- Sahici A ş k l a r K ü l l i y a t ı / B i n b i r İnsan M a s a l l a r ı - l l l , C e m M u m c u
14- Absürd Öyküler, Kolektif, Editör: Nida Nevra Savcılıoğlu
15- Sidre, Berrin Karakaş
16- Aşk ve Ö b ü r D u y g u l a r , T ü r k a y D e m i r
17- Hassas R u h l a r T e r a z i s i / B i n b i r İ n s a n M a s a l l a r ı - I V , C e m M u m c u
18- Su Kedileri, M u s t a f a Ziyalan
19- Tül, Berrin Karakaş
20- M e v t Tek Hecelik U y k u , Feryal T i l m a ç
2 1 - Bütün Hikâyeleri, Fikret Ü r g ü p
22- Hayat Gerçeğe Perde / Binbir İnsan Masalları-V, C e m M u m c u
23- A r a d ı m Yaz D e d i n i z , Feryal T i l m a ç

ŞİİR
1- A h k â m Vakti Tohumları, Yusuf Eradam
2- Enel Aşk, Y e l d a Karataş

316
ÖZEL DİZİ
1- K a h r a m a n l a r Kitabı, K o l e k t i f Editörler: C e m M u m c u , N i d a Nevra Savcılıoğlu
2- M a z r u f , Enis Batur
3- Bu K a l e m Un(ufak), Enis Batur
4- Koşarak G e l d i m Çorabı D e l d i m , Kornet
5- Hayat Kırıklığı, C e m M u m c u

PSİKOLOJİ / PSİKİYATRİ
1- M a j ö r Depresif B o z u k l u k Hastalarının Tedavileri İçin U y g u l a m a Kılavuzu, Çev. A y l a Yazıcı
2- Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, Y u s u f A l p e r
3- D u y g u d u r u m Bozukluklarında A t i p i k A n t i p s i k o t i k Kullanımı, Editör: Simavi V a h i p
4- Ö t e k i Peygamberler, A n t h o n y Storr - Çev. Aslı Day
5- Biz - R o m a n t i k Aşkın Psikolojisi, Robert A. J o h n s o n , Çev. Işılar Kür
6- B u r a d a n Böyle / Hayatın Psikososyopolitiği, Erol Göka
7- İç Bahçe, Betül Yalçıner, L ü t f ü H a n o ğ l u
8- Psikiyatri ve S i n e m a , Krin O. G a b b a r d , G l e n G a b b a r d , Çev. Y u s u f E r a d a m , Hasan Satılmışoğlu
9- Psikiyatri Tarihi, A l i Babaoğlu
10- Yaşlılık ve Depresyon - C e m M u m c u , Çağrı Y a z g a n
11- Kadın ve Depresyon - C e m M u m c u , S u z a n Saner, P e y k a n G. Gökalp
12- Az Rastlanır Psikiyatrik S e n d r o m l a r - David E n o c h , H a d r i a n Ball, Çeviren: B a n u Büyükkal
13- Nöroloji ve Psikiyatrinin Örtüşen Yüzleri, Betül A t a b e y Yalçıner, L ü t f ü H a n o ğ l u
14- Âşiyan'daki Kâhin - Tevfik Fikret'in M e l a n k o l i k Dünyası, Serol Teber
15- Aşk ve Kıskançlık, A y a l a M a l a c h Pines - Çev. C a n a n Y o n s e l
16- K o z m i k K a h k a h a , Vamık D. V o l k a n , Çev. B a n u Büyükkal
17- Cesur Y e n i Beyin, Nancy C. A n d r e a s e n , Çev. Yıldırım B. D o ğ a n
18- A t l a r l a Yaşayan Kadın, Vamık D. V o l k a n , Çev. B a n u Büyükkal
19- "Bilimsel Bir Peri M a s a l ı " - S i g m u n d F r e u d ' u n " A i l e - v e Tarihsel R o m a n ı " , Serol Teber
20- Kusursuz Kadının Peşinde, Vamık D. V o l k a n , Çev. Banu Büyükkal
21- Şizofreni: Sesler, Yüzler, Öyküler, Editör: H a l d u n Soygür
22- Depresyon Atlası, A n d r e w S o l o m o n , Çev. Berna Çapçıoğlu, Gülderen Dedeağaç, Funda Tatar
23- Şizofreni Hastalığı A n l a m a k ve O n u n l a Yaşamayı Ö ğ r e n m e k , D r . M u s t a f a Yıldız
24- Kış Bakışı, Bir Ruh H e k i m i n i n İç Bahçesi, H a l d u n Soygür
25- Canavar ve K u r b a n ı , Çocuk R u h u n u A n l a m a k , Türkay Demir
26- İnsan ve S e m b o l l e r i , C. G. J u n g , Çev. A l i Nahit Babaoğlu
27- Aşk ve İrade, Rollo M a y , Çev. Y u d i t N a m e r
28- Kim Bu Çılgın Türkler?, A l i Nahit Babaoğlu
29- D i n a m i k Psikiyatri, E d w i n R. W a l l a c e , Çev. H a k a n A t a l a y
30- İnsanın A n l a m Arayışı, V i k t o r E. Frankl, Çev. Selçuk Budak

İLETİŞİM

1- Basın İlanı Böyle Yapılır, Jim A i t c h i s o n , Çev. Serkan Balak

MİZAH
1- Yamyamın Y e m e k Kitabı, Y u s u f E r a d a m
2- Kafadanbacaklılar, M e h m e t Ulusel
3- F, Izel R o z e n t a l
4- Geç, Kadir Doğruer
5- B, Izel R o z e n t a l
GEZİ
1- D i k k a t ! B u d a , Izel R o z e n t a l
2- Fethiye'den A n t a l y a ' y a Likya Y o l u , Barış D o ğ r u

FELSEFE / DİN
1- Bir Sevda Y o r u m u Kitabı, A h m e t İnam
2- Hz. M u h a m m e d ' i n Y o l u n d a / G ü n ü m ü z Dünyasında Islâmiyeti, Y e n i d e n Düşünmek, Carl W. Ernst-, Çev. Cangüzel
Güner Zülfikar

TARİH / İNCELEME
1- M e d y a Tarihi / D i d e r o t ' d a n İ n t e r n e t e Frédéric Barbier,
Catherine Bertho Lavenir Çev. K e r e m Eksen
2- M e d e n i y e t l e r Çatışması ve Dünya D ü z e n i n i n Y e n i d e n Kurulması, Samuel P. H u n t i n g t o n - Çev. C e m Soydemir,
Mehmet Turhan
3- Labirentin Tarihi, Jacques A t t a l i , Çev. Selçuk K u m b a s a r
4- Ütopya: Hayali A h a l i Projesi, A k ı n Sevinç
5- Körü K ö r ü n e İnanç, Vamık D. V o l k a n - Çev. Dr. Özgür Karaçam
6- Türkiye'nin Çıplak Tarihi, K o l e k t i f Editör: C e m M u m c u
7- Bakırköy Akıl Hastanesi'nin G i z l i Tarihi, Editörler: Betül Yalçıner, Peykan Gökalp, C e m M u m c u

317
EROTİK US
1- K a d ı n l a r İçin E r o t i k A s t r o l o j i , O l i v i a - Çev. Işılar K ü r
2- Y a t a ğ ı n d a Y a l n ı z m ı s ı n ? Eski J a p o n O z a n l a r ı n d a n A ş k v e Ö z l e m Ş i i r l e r i -
Çev. Celâl Üster
3- K i m s e n i n K o n u ş m a d ı ğ ı D i l , E u g è n e M i r a b e l l i , Çev. A h u A n t m e n
4- Ç i f t e A l e v / A ş k v e E r o t i z m , O c t a v i o Paz - Ç e v . T o m r i s U y a r
5- E z g i l e r Ezgisi ' N e ş i d e l e r N e ş i d e s i ' - Çev. S a m i h R i f a t
6- Bahar Noktası, W i l l i a m Shakespeare - Can Yücel
7- Sevda L ü g a t i , M e h m e d C e l â l - G ü n ü m ü z D i l i n e A k t a r a n : S e v e n g ü l S ö n m e z
8- S a m u r a y l a r A r a s ı n d a Aşk, Ihara S a i k a k u , Çev. Fatih Ö z g ü v e n
9- L u l u , A l m u d e n a G r a n d e s , Çev. N e j a t B a y r a m o ğ l u

ANI
1- Şanslı A d a m , M i c h a e l J. Fox - Çev. O y t u n S ü n g ü
2- B o s t a n c ı M a s a l l a r ı , K. Ö z c a n D a v a z
3- Paşama M e k t u p l a r , Ayşe Nil

... ŞEYSİ
1- T e r a p i Şeysi, C e m M u m c u , Y ı l d ı r ı m B . D o ğ a n , D e s e n l e r : M e h m e t U l u s e l
2- H u k u k Şeysi, K a d i r Şinas

ÇOCUK
1- F i l m i m i n H i k â y e s i 1, K o l e k t i f
2- F i l m i m i n H i k â y e s i 2, K o l e k t i f
3- N o e l B a h a ' d a n M e k t u p l a r , J.R.R. T o l k i e n , Ç e v . L e y l a R o k s a n Ç a ğ l a r

YAYINLANAN KİTAPLAR:

SAĞLIK / YAŞAM / KİŞİSEL GELİŞİM


1- M e l e k l e r O k u l u , A n t e r o A l l i , Çev. D e n i z D u r u i z
2- Fark E t m e d e n Diyet, S e l a h a t t i n D ö n m e z
3- 'Fark E t m e d e n D i y e t ' l e Y e n i Bir H a y a t , S e l a h a t t i n D ö n m e z
4- F e n g S h u i - P u s u l a İ ç i n i z d e , Esra K o y u n c u
5- 'Fark E t m e d e n Diyet'le Kalıcı Kilo V e r m e , S e l a h a t t i n D ö n m e z
6- İ m d a t ! Bir A d a m l a / Ç o c u k l a Y a ş ı y o r u m , B e t t y M c L e l l a n , Çev. O y t u n S ü n g ü
7- ABcD / A B D ' d e Eğitimin ABC'si, Ayşe Kora
8- K o k o l o j i 1, Isamu Saito, T a d a h i k o N a g a o , Çev. İpek D j a f e r
9- K o k o l o j i 2, Isamu Saito, T a d a h i k o N a g a o , Çev. A d i l e Sevinç İpekçi
10- M e l e k l e r O k u l u , A n t e r o A l l i , Çev. D e n i z D u r u i z
11- A ' d a n Z ' y e K i ş i l i ğ i n i z , D r . A i l e n R . M i l l e r , S u s a n S h e l l y , Ç e v . Sıla A l a y u n t
12- A n n e Baba ve Ç o c u k A r a s ı n d a , Dr. H a i m G n o t t , Çev. A r z u T ü f e k ç i
13- Ç e k i m Yasasını Y a ş a m a n ı n A n a h t a r ' ı , Jack C a n k f i e l d , Çev. A r z u T ü f e k ç i
14- K i m O l m a k İ s t i y o r s u n u z ? , M a r i a Shriver, Çev. K e n a n Ş a h i n
15- M ü c a d e l e E d e n H e r k e s İçin S t r a t e j i , H a k a n S e n b i r

POPÜLER KÜLTÜR
1- Z "Son İnsan" mı?, Hakan Senbir
2- P o p l i s a n s , B. V o l k a n Y ü c e l
3- Biri, K e m a l T ü m e r k a n

4- Sana Bi'şey O l m a s ı n , A y ş e Ö z y ı l m a z e l

EDEBİYAT

ROMAN
1- G ü l l e r i m A ç t ı Seni G ö r ü n c e , H a n d e Ö z c a n
2- E v d e n U z a k t a , C a t h i e D u n s f o r d , Çev. T a ş k ı n E r m i ş o ğ l u
3- A ş k Bir V a r m ı ş Bir Y o k m u ş , T o m P e r r o t t a , Çev. D u y g u A k ı n
4- B e n i K a l b i m d e n V u r a n l a r V a r Y a , Reşat Çalışlar
5- Kırmızı Fener Sokağı, M e h m e t Ünver
6- Konuşmayan Tavuskuşu Camio, Berrak Yurdakul
7- Saatçi Bayırı, A y ç a Şen
8- Gece Gelini, E r k u t Deral
9- A ş k a Şeytan Karışır, H a n d e A l t a y l ı

318
10- H a y t a , E r g i n A t l ı h a n , Ç e v . N e j a t B a y r a m o ğ l u
11- K e n t l e r i n K r a l i ç e s i , H a k a n S e n b i r
12- R o l k e s e n , M i l l e n i a B l a c k , Ç e v . P e r r a n F ü g e n Ö z ü l k ü , D e n i z P e h l i v a n e r
13- T ü r k D i p l o m a t ı n K ı z ı , D e n i z G o r a n , Ç e v . B u r c u K ü h e y l a n U y u r k u l a k
14- B i r Y a z a r ı n R o m a n ı , M e r t Ö z m e n
15- K e m a l ' e E r e n K a d ı n l a r , M e l i k e l l g ü n
16- H e r Ş e y i n B i t t i ğ i Y e r d e n , S a m i D ü n d a r

ÖYKÜ
1- P o r n o v i d a , Zafer llbars
2- Aşk Y ü z ü n d e n , Evren Y i ğ i t
3- H a y a t B u İşte, S u z a n M u m c u

ÖZEL DİZİ
1- S a l l a m a K l a s i k l e r , G r e g N a g a n , Çev. M . O n u r D u m a n
2- The Stage in the Text, Ö z d e n Sözalan

EROTİK US
1- Y a t m a d a n Ö n c e 1 0 0 Fırça D a r b e s i , M e l i s s a P .
2- Y u s u f ç u k G e c e Gelir, M e l i s s a P.
3- P e n i s i n K a t ı G e r ç e k l e r i , A l e x a n d r a P a r s o n s , Çev. Ulaş E r k a l
4- 7 G e c e , A l i n a R e y e s , Çev. B u k e t Y ı l m a z
5- H a r a m , S e l v a N u a y m i , Çev. N e h i r Su
6- M u t l u l u k , D e n i s R o b e r t , Çev. M e h m e t D e m i r t a ş

ANI
1- Y a r ı m A s ı r l ı k A s k e r , O r g e n e r a l (E) M . H i k m e t B a y a r
2- Kırk Yılın Penceresi, S u z a n M u m c u

You might also like