You are on page 1of 42

İÇİNDEKİLER

Saruhan Beyliği’nin Kurucusunun Kimliği Meselesi Üzerine Notlar (Prof. Dr. Feridun EMECEN) ........... 1

Saruhanlı Etnonimi Üzerine: Saruhanlılar Sarılar mı? (Yrd. Doç.Dr. İbrahim ŞAHİN) .............................. 2

Saruhanoğulları’na Dair Araştırmalar (Dr. Hasan AKYOL) ....................................................................... 3

Manisa Halkevi’nde Saruhanoğulları İle İlgili Yapılan Çalışmalar (Yurdal DEMİREL) ............................... 4

Xıv. Yüzyıl Manisası (Prof. Dr. Tuncer BAYKARA) ..................................................................................... 5

Saruhan-Aydınoğlu Ortak Sınırı (Prof. Dr. Enver KONUKÇU) ................................................................... 6

Aşiretten Beyliğe: Batı Anadolu’da Saruhanoğulları Beyliğinin Kuruluşu


(Yrd. Doç. Dr. Kemal Ramazan HAYKIRAN) .............................................................................................. 7

Demirciler Kolunun Saruhanoğulları Beyliğindeki Yeri ve Önemi (Ögr. Gör. Fatma İNCE) ...................... 8

Saruhanoğulları Sikkeleri Hakkında Bir Araştırma (Pendegül PARLAR) ................................................... 9

Saruhan’dan Osmanlı’ya İskan Devamlılığı: Manisa ve Çevresi Yerleşmeleri


(Arş. Gör. İlker YİĞİT-Hasan DEMİRTAŞ) ................................................................................................ 10

İskan Sürecinde Konar-Göçerler: Manisa ve Çevresi Örneği (Xvi-Xx. Yüzyillar)


(Doç. Dr. Alparslan DEMİR).................................................................................................................... 11

Bulgaristan’da Coğrafyasında Saruhanlular ve Saruhanbeylüler (Xv-Xvi. Yüzyil)


(Prof. Dr. Ayşe KAYAPINAR) ................................................................................................................... 12

Osmanlı Döneminde Yunanistan Coğrafyasinda Saruhan ve Saruhanlu İsmi Taşıyan Yerleşim Birimleri
(Prof. Dr. Levent KAYAPINAR)................................................................................................................ 13

Xv. Yy. Tahrirlerine Göre Şumnu Kazası (Bulgaristan)’Nda Saruhan Kökenli Olduğu Düşünülen
Müslüman Türk Yerleşmeleri (Arş. Gör. Hasan Hüseyin YILMAZ) ......................................................... 14

Saruhanoğullarının Türk Mimarisine Katkıları (Prof. Dr. Hakkı ACUN) .................................................. 15

Saruhanlı Beyliği Döneminde Manisa: Mimari Tercihler ve Kent Kurgusu


(Yrd. Doç. Dr. Sema GÜNDÜZ KÜSKÜ) ................................................................................................... 16

İshak Çelebi Türbesi ve Mescid-Türbe İlişkisi Üzerine Düşünceler (Prof. Dr. Hakkı ÖNKAL) ................. 17

Saruhan Beyliği Döneminde Üretilmiş Seramikler Ve Bu Seramiklerin Manisa Gülgün Hatun


Hamamındaki Kullanımı (Doç. Dr. Sevinç GÖK) ..................................................................................... 19
Saruhanoğullari Beyliği Sikkeleri (Betül TEOMAN-Gültekin TEOMAN) ................................................. 20

Saruhanoğulları Latin İlişkileri (Prof. Dr. Mustafa DAŞ) ......................................................................... 21

Saruhanoğulları’nın Diğer Türk Beylikleri İle İlişkileri (Doç. Dr. Muharrem KESİK) ............................... 22

Saruhanoğullarının Adalar Denizi ve Balkanlardaki Faaliyetleri (Doç. Dr. Yusuf AYÖNÜ) ..................... 24

Fetret Döneminde Osmanlı Saruhanlı İlişkileri (Prof. Dr. Kenan Ziya TAŞ)............................................ 25

Xiii-Xiv. Yüzyıllarda Saruhanoğullarının Ceneviz Ve Venediklilerle Arasındaki Para Ve Köle Ticareti


(Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA-Arda DENİZ) ................................................................................................. 26

Saruhan İlinde Bir Sûfî: Ömer Emre Xııı-Xv. Yüzyıllarda Saruhanoğullarının İnanç Ve Kültür Yapısına
Dair Tetkikler Ve Değerlendirmeler (Doç. Dr. Mustafa ALKAN) ............................................................ 28

Saruhan Yurdunun Vatanlaşma Sürecinde Zaviyelerin Rolü (Hasan DEMİRTAŞ – Arş. Gör. İlker YİĞİT)29

Tarihten Kutsala, Beyden Velîye: Saruhan, Ishak Ve Hızırşah Beyler (Yrd. Doç. Dr. Gürol PEHLİVAN) . 30

Arşiv Belgelerinde Manisa Mevlevîhânesi (Yrd. Doç. Dr. Nevzat SAĞLAM) .......................................... 31

Saruhanoğullarında İlmi Ve Kültürel Hayata Genel Bakış (Prof. Dr. Mehmet ŞEKER) ........................... 32

Akhisarlı Şeyh İsa Menakıbnamesi ve Bazı Menakıbnamelerdeki Benzer Menkıbelerin Mukayesesi


(Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN) .................................................................................................... 33

Anadolu Selçuklu Dönemi Mumyalarına Genel Bir Bakış ve Saruhan Beyinin Oğlunu Mumyalattırması
(Dr. Zehra GENÇEL EFE) ......................................................................................................................... 34

Eşitler Arasında İkinci: Saruhanoğulları Beyliği’nin Liderlik Dinamikleri (Yrd. Doç. Dr. Gaye YAVUZCAN
A. AGHDAM) .......................................................................................................................................... 36

Tavaif-i Mülük Dünyasında Türk Devlet Geleneğinin İzleri: Saruhanoğulları Devleti’nin Veraset
Sistemine Genel Bir Bakış (Arş. Gör. Ruhat ALP) ................................................................................... 38
SARUHAN BEYLİĞİ’NİN KURUCUSUNUN KİMLİĞİ
MESELESİ ÜZERİNE NOTLAR
Prof. Dr. Feridun EMECEN

Batı Anadolu’da kurulan Türkmen beylikleri içinde yer alan Saruhan Beyliği’nin
kurucusu olan ve hanedan ile beyliğe adını veren Saruhan Bey’in kimliği konusu, kaynaklar
temelinde henüz tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Hem onun hem de babasının hakkında
ortaya atılan fikirler tarihî temelde tartışılması gereken hususların başında yer alır. Bu tebliğde
ailenin menşei ve ilk fertlerinin kimlikleri konusundaki tartışmalar muvacehesinde bunların
dayandığı kaynakların tahlili yapılacaktır. Ayrıca Saruhan Bey’in babası olarak kayıtlarda adı
geçen “Alpagı” üzerinde durularak bir isimden çok bir unvanı çağrıştıran bu ad çerçevesinde
ailenin menşeinin nasıl ele alınabileceği meselesi de konu edilecektir.

1
SARUHANLI ETNONİMİ ÜZERİNE: SARUHANLILAR
SARILAR MI?
Yrd. Doç. Dr. İbrahim ŞAHİN

Saruhanoğulları adının, beyliğin kurucusu Saru Han/Saruhan’dan geldiği; bu şahsın ise,


Harezm devletinde bir bey iken, bu devletin Moğollar tarafından ortadan kaldırması sonucu,
Kayır Han, Güçlü Han, Bereket Han gibi beylerle Doğu Anadolu bölgesine gelen, sonrasında
Aleaddin Keykubad’ın davetiyle Selçukluların hizmetine giren Saru Han’ın torunu olduğu,
ismin geleneğe bağlı olarak dede-torun ilişkisiyle ortaya çıktığı düşünülmektedir.
Kurucularının isimleriyle anılan başka devlet isimleri (Ör. Osman > Osmanlı; Selçuk >
Selçuklu, vs.), böyle bir adlandırma geleneğinin bulunduğunu açıkça göstermekte, dolayısıyla
Saruhanlı örneği de bu gelenek içerisinde düşünülmektedir. Biz, Saruhan anroponimi ve
Saruhanlı etnonimi arasındaki ilişkinin daha derin bir boyutu olduğunu düşünmekteyiz. Bize
göre, Saru Han/Saruhan (antroponim) ile Saruhanlı (etnonim) adları arasındaki ilişki, basit bir
antroponim-etnonim ilişkisinden çok etnoantroponim-etnonim ilişkisine dayanmaktadır.
Günümüzden farklı olarak geçmişte unvan adları, o unvanı gerçek hayatta hak eden
insanlar tarafından kullanılırdı. Hiçi kimse hak etmediği bir unvanla anılmazdı. Bu gelenek
bilgisi Saru Han/Saruhan adının niteliğini farklı bir gözle değerlendirmemize sebep olmuş; bu
yönde yaptığımız incelemeler, Saru Han / Saruhan adının, bu ismi taşıyan söz konusu beye
doğduğunda verilmiş bir ad olamayacağını ortaya koymuştur. Araştırmalarımız sonucunda, bu
antroponimdeki Han öğesinin ‘il, el sahibi bey’ anlamına geldiğini Saru / Sarı öğesinin ise,
Türk dünyasının peç çok bölgesinde yaygın olarak görülen büyük bir boyun adı olduğunu;
dolayısıyla Saru Han/ Saruhan adının ‘Sarıların Hanı’ anlamına gelen etnoanroponim (kökadlı-
kişiadı) olduğu sonucuna ulaştık. Bu sonucu Anadolu ve Rumeli bölgesine ait yüzlerce toponim
(yeradı) tasdik etmektedir. Anadolu’nun batı kısımları ile Filibe-Gümülcine dolaylarında
yoğunlaşan bu yeradlarında görülen Sarılar, Sarılı, Sarı, Sarıcaobası, Sarıcaulus, Sarıbeyli,
Sarıreisli, Sarıca, Sarıcalı, Sarıcalar, vs. etnonimler, söz konusu Sarı etnoniminin
altetnonimleridir.
Konuyla ilgili olarak elde edilen bilgi ve bulgular, bildiri çerçevesinde dinleyicilerle
paylaşılacaktır.

2
SARUHANOĞULLARI’NA DAİR ARAŞTIRMALAR
Dr. Hasan AKYOL

Türkiye Selçuklu Devleti merkezî otoritesinin kaybolması, Anadolu’nun farklı


coğrafyalarında “beylik” olarak adlandırılan birçok siyasî yapının ortaya çıkmasına yol açtı. Bu
beylikler içerisinde Saruhan Bey tarafından Manisa merkez olmak üzere kurulan
Saruhanoğulları Beyliği, hâkimiyet sahalarında Türk-İslâm kültürünün yerleşmesinde önemli
bir rol oynamışlar, şehirlerini Türk-İslâm eserleriyle süslemişler ve her siyasî oluşum gibi
çevrelerindeki siyasî oluşumlarla çeşitli ilişkiler kurmuşlardır. Çalışmamızda Saruhanoğulları
Beyliği’ne dair kayıtlar bulunan muasır kaynaklar hakkında bilgi verilecek, 20. yüzyılın
başlarından günümüze Saruhanoğulları’na dair çalışmaların içerikleri kısaca açıklanacak ve
nicel bir değerlendirme yapılacaktır. Değerlendirmemize esas teşkil eden çalışmalar, doğrudan
Saruhanoğulları ile ilgili çalışmalar olacaktır. Yazımızın sonucunda çalışmalarda genel olarak
ana kaynakların durumu, çalışmaların yıllara göre dağılımı ve bu dağılımın âmilleri hakkında
çıkarımlar yapılarak, çalışmaların beylikle ilgili hangi alanlara yoğunlaştığı ve daha az
çalışmaların olduğu alanlar tespit edilmeye çalışılacaktır.

3
MANİSA HALKEVİ’NDE

SARUHANOĞULLARI İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR


Yurdal DEMİREL

Halkın eğitim seviyesini yükseltmek, kültürünü geliştirmek, onu birlik ve beraberlik


içinde bütünleşmiş bir topluluk haline getirmek amacıyla teşkilatlandırılmış kuruluşlar olan
Halkevlerinin kurulmasına 10-18 Mayıs 1931 tarihleri arasında toplanan Cumhuriyet Halk
Fırkası’nın üçüncü büyük kongresinde karar verilmiştir. Parti kararının kesinleşmesinden sonra
devlet olanakları bu çalışma için kullanılarak hızlı bir hazırlık dönemine girilmiştir. 19 Şubat
1932 tarihinde Halkevleri resmi olarak kurulmuştur. Başkentte yapılan tören ile beraber on dört
şehirde aynı zamanda Halkevleri Şubeleri açılmış oldu. Ankara, Afyon, Samsun, Eskişehir,
Diyarbakır, İzmir, Konya, Denizli, Van, Aydın, Çanakkale, Bursa, İstanbul ve Adana’da
Halkevi şubeleri hemen çalışmalarına başlamışlardır. Halkevleri, dil, tarih ve edebiyat kolu,
temsil kolu, spor kolu, sosyal yardım kolu, güzel sanatlar kolu, halk dershaneleri ve kurslar
kolu, kitaplık ve yayın kolu, köycülük kolu ve tarih ve müze kolu başlıklı dokuz kola ayrılarak
örgütlenmiştir. Bu çerçevede faaliyetler düzenlemiştir.
Manisa Halkevi de 20 Şubat 1933 tarihinde kurulmuş olup kuruluşunun ilk yıllarından
itibaren diğer halkevleri gibi şehirde önemli bir kültür merkezi olmuştur. Tarih ve edebiyat
şubesi Manisa ve çevresine ait yerel tarih konularıyla ilgili araştırmalar yapmış ve bu
araştırmaları halkevinin çıkardığı Yeniden Doğuş, Bozkurt ve Gediz Dergilerinde
yayınlanmıştır. Bu dergilerde yayınlanan yerel tarih çalışmalarının bir kısmını da
Saruhanoğulları ile ilgili çalışmalar meydana getirmektedir.
Bizler bu çalışmamızda Manisa Halkevi’nde yapılan yerel tarih çalışmaları içerisinde
Saruhanoğulları ile ilgili çalışmaların yeri ve önemini ile bu çalışmaları yapan şahsiyetler
hakkında bilgi vermeye çalışacağız.

4
XIV. YÜZYIL MANİSASI
Prof. Dr. Tuncer BAYKARA

Manisa, XIV.yüzyılda bulunduğu konum itibariyle devrin ideal yerleşme şartlarına


uygun konumdadır. Benzeri öteki Batı Anadolu şehirleri(Bursa, Tire) ile ortak özellikler içerir.
Sarp bir arazi üzerindeki iç-kalesi yanında, şehir sahası (şehristan) ve taşrasını da (rabad)
kapsamaktadır. Ancak bunlar hep dağ üzerinde ve yamacındadırlar.
XIV. yüzyıl başlarında bu sarp kaleyi Türkler bir hile ile zaptederler. Saruhan Beğ, daha
doğusundaki (mesela Beypazarı) şehirlerdeki rivayete göre Hezar Dinarî’nin komutanlarından
birisidir. Dikkaki çeken bir özellik mesela Saruhan kişi adı Kırgızlarda yaygın ise de Kazak
Türklerinden hiç görülmez.
Kale, sarp dağ yamacında sınırlı Türk asker ve ailesini barındırır. Zamanla sayıları, hem
doğum hem de yeni göçlerle artınca dağın sarp yamaçları yerleşime elverişli olmadığından
aşağıya, düzlüğe doğru şehir gelişir. Bu gelişmenin en çarpıcı ve açzık göstergesi Manisa
Ulucamii’nin bulunduğu yerdir. Hem kaledeki hem de sur dışındaki Türklere hizmet veren bu
mabed ve hemen öncesinde yapılan hamam Manisalılara XIV yy boyunca hizmet verecektir.
Sonraki yıllarda yeni iskân ve yapılar artık tamamen düz kesime yapılacaktır.

5
SARUHAN-AYDINOĞLU ORTAK SINIRI
Prof. Dr. Enver KONUKÇU

Komnenos, Laskaris ve Palaiologos hanedanlarının Batı Anadolu hakimiyeti XVI.


yüzyıl başlarında sona erdi. Karia, Lydia ve İonia’daki Rumların yerini 1071, 1176 ve1243’deki
Türkmen göçleri aldı.
“Sevâhil mîrleri” daha sonra, Selçuklu yıkılışı ile Beyler kışlak nedeni sahillere kadar
inen Yörüklerden faydalanarak Menteşe, Aydın ve Saruhanoğullarının temellerini attılar.
Aydınoğullarının hakimiyet sahası Bozdağ, Kestane ve Karıncalı dağları ile sınırlıydı. Kuzeyde
kalan ve Gediz Nehri ile Lydia’daki yeni beylik Saruhanlılar olarak göze çarpmaktadır. Aydın
ve Saruhanoğullarının hakimiyet kurduğu alanlarda, dayandıkları ahâlli yörükler idi. Saruhan
ve Aydın Beyler’de bunların içinden “il sahibi” ve boyların ulusu” olarak kaynaklara geçmiştir.
Aydınlıların merkezi, Bozdağların güney eteklerindeki Birgi, Saruhanlıların ise Spylum
altındaki Magnesia idi. İsim XIV. yüzyıl başlarında Manisa diye söylenmiştir.
Saruhanoğulları ile Aydınoğulları arasındaki sınır kasaba ve şehirlerle belirlenmiştir.
Cahit Telci’nin de ilk defa belirttiği üzere Bozdağları iki beylik arasında sınır değil, bu tabii
zincirin kuzeyinde, Gediz Nehri idi. Türkmenler/Yörükler yaylak ve kışlak olarak eski
yaşayışlarını her hangi bir sınır kesimi gözetmeden sürdürdüler.

6
AŞİRETTEN BEYLİĞE:

BATI ANADOLU’DA SARUHANOĞULLARI BEYLİĞİNİN


KURULUŞU
Yrd. Doç. Dr. Kemal Ramazan HAYKIRAN

1230 tarihinde yaşanan Yassıçemen savaşı neticesinde Anadolu’ya daha önceki


dönemlerdekinden daha yoğun bir Türk göçü yaşandığı görülmektedir. Moğol tehlikesinin
önünden kaçan Türk aşiretleri, Yassıçemen savaşı sonunda Harezmşahların yıkılışı ile Harezm
bölgesinde bir kargaşanın baş göstermesiyle daha kalabalık guruplar halinde Anadolu’ya
göçmeye başlamıştı. Selçuklu kontrolü dışında Anadolu’ya göçen bu Türk zümreleri ile
önceden Anadolu’ya yerleşen Türk zümreleri arasında yaylak kavgası yaşanmaktaydı. 1243
Kösedağ Savaşı neticesinde Selçuklu hakimiyetinin sarsılması ve Anadolu’da hakimiyetin
Moğollara geçmesi neticesinde Orta ve Doğu Anadolu’daki pek çok Türk zümresi yaylak ve
kışlaklarını kaybetmişlerdi. Bu gelişmeler neticesinde Selçuklular zamanında Türk hakimiyeti
dışında kalan Batı Anadolu kıyıları Türk aşiretlerinin akınlarına uğramaya başlamıştı. Bu
akınların neticesinde Batı Anadolu’da Türk Beyliklileri kurulmaya başlamıştı. Bu beylikler
arasından Harzemşahlara bağlı bir komutan iken Yassıçemen Savaşı sonunda Anadolu’ya gelen
Kösedağ Savaşı sonrasında da Batı Anadolu’ya yerleşen Saruhan Bey’in Spil Dağı eteklerinde
Manisa ve civarında 1304 yılında kurduğu Saruhanoğulları Beyliği’de önemli bir yer
tutmaktadır.
Bildiride Saruhan Bey’in soyu Harzmşahlılar dönemindeki faaliyetleri, Anadolu’ya
gelişi, Manisa ve civarını yurt edinme mücadelesi, Bizans Devleti ve bölgedeki diğer Türk
unsurlarıyla olan münasebetleri, Saruhanoğulları Beyliğinin kuruluş süreci, idari yapının
şekillenişi, Kurulan Beyliğin bölgenin Türkleşme sürecine katkıları devrin kaynaklarının
verdiği bilgiler ışığında sunulacaktır.

7
DEMİRCİLER KOLUNUN

SARUHANOĞULLARI BEYLİĞİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ


Öğr. Gör. Fatma İNCE

Anadolu Selçuklu Sultanı II. Mesud’un ümerasından olan Saruhan Bey’in uçtaki ilk faaliyeti
aynı sultanın ikinci defa tahta çıktığı yıla rastlar. 1305 tarihinde Manisa mıntıkasında faaliyetlerini
artıran Saruhan Bey Manisa şehrini de tehdit etmeye başlamıştı. Kıyı ucundaki bu faaliyetlerin artması
üzerine Bizans İmparatoru II. Andronikos Batı Anadolu’ya oğlu IX. Mihail’i gönderdi. Bu prens,
Katakalon kuvvetlerinin de desteği ile Manisa’ya kadar geldi ise de Saruhanoğulları’na hiçbir zarar
veremeden sahile çekildi. Bu arada Katakalon kuvvetlerini Danya Kalesi’nde muhasara eden Saruhan
Bey burayı almaya muvaffak olamadı. Bilhassa Katakalonların bölgeyi terk etmelerinden sonra
Manisa’ya karşı hücumlarını artıran Saruhan Bey 1308 tarihine kadar civarındaki kasaba ve köyleri
tamamen zaptetti. Nihayet 1313 tarihinde Türkler’in Leşkereş İli dedikleri Manisayı da fethetti. Saruhan
Bey Manisa’yı fethettikten sonra burayı beyliğin merkezi yaparak kendisi “Uluğ Bey” sıfatı ile burada
oturmuştur. Muhtemelen bu esnada Türk devlet geleneğince kardeşi Ali Paşa’yı Nife ve diğer kardeşi
Çuğa Bey’i Demirci bölgesine göndermiştir. Böylelikle Demirci, Gediz Vadisi’nde Saruhan Bey ve
cemaatinin tesis ettiği Türk hakimiyeti için stratejik önemi olan bir geçiş noktası olduğu kadar sonraki
batı bölgesindeki fetihler için gerekli olan insan kaynağı için de öenmli görevler üstlenmiştir.
Saruhanoğullarının Demirci kolu Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’in Manisa merkezli yönetimin
topraklarını ilhak etmesiyle vasal beylik olarak ortaya çıkmıştır.

8
SARUHANOĞULLARI SİKKELERİ HAKKINDA BİR
ARAŞTIRMA
Gündegül PARLAR

Saruhanoğulları, Manisa merkez olmak üzere Harzem kumandanı Saru’nun torunu


Saruhan tarafından kurulmuştur. İlyas, İshak, Orhan, Hızır Şah Beyler, siyasi dönemlerde başa
geçmişler ve teşhirde sikkeleri bulunmaktadır. Bu beylerin değişik formlarda, İnci Dizili Daire,
Tek veya Çift Daire, Yonca, Dilimli Gül yaprağı ile kestirdikleri sikkeleri bulunmaktadır.
Sikkelerdeki bu formların, Ortaçağ Anadolu’sunda meydana getirilmesinde, kültürel,
sanatsal, manevi inançlar, astrolojik ve kozmik konulara yoğun ilgi, matbu ve tabi ilişkilerin
yanı sıra, coğrafi durumlarından dolayı, komşularla yapılan ticari ilişkiler de rol oynamıştır.
Örneğin Bizans ve Cenevizlilerle yoğun olarak yapılan ticarette, İtalyan, özellikle de Napoli
tipi Gigliati sikkeleri kullanılması da hem paranın değer kaybını önlemiş, hem de ticaretin
kolaylaştırılmasını sağlamıştır. Ayrıca, gümüş, bakır ve mangır sikkeler de tedavüldedir.
Makalemizde, Saruhan Beyleri’nin hükümranlık dönemleri ile sikkelerin betimlenmesinde rol
oynayan tasavvufi nedenler ele alınacaktır.

9
SARUHAN’DAN OSMANLI’YA İSKAN DEVAMLILIĞI: MANİSA
VE ÇEVRESİ YERLEŞMELERİ
Arş. Gör. İlker YİĞİT – Hasan DEMİRTAŞ

Tarihin erken dönemlerinden itibaren Anadolu, sahip olduğu doğal ve beşeri faktörler
sayesinde ilk yerleşmelerin ortaya çıktığı merkezlerden biri olmuştur. Tarihi süreç içerisinde
farklı medeniyetlere ve yerleşme desenlerine sahip olan bu saha XI. yüzyıldan itibaren yeni bir
iskan dönemi “Anadolu’nun Türkleşme ve İslamlaşma süreci” ile karşılaşmıştır. Bu süreç
sadece Anadolu iskan tarihini değil dünya tarihini de derinden etkileyen gelişmelerin
başlangıcını oluşturmuştur. Anadolu’nun Türkleşmesi; Anadolu Selçuklu Dönemi, Beylikler
Dönemi ve nihayet Osmanlı Dönemi’ni yaşayarak günümüzdeki iskan desenini ulaşmıştır. Söz
konusu bu uzun dönemde Manisa ve çevresi Bizans’tan Saruhan’a Saruhan’dan Osmanlı’ya
ilkçağlarda olduğu gibi önemli ve sürekli bir iskan merkezi olagelmiştir. Bu durumun
belirleyicisi hiç şüphesiz doğal çekicilikler (yerşekilleri, iklim, toprak, hidrografya, bitki örüsü)
yanı sıra sosyo-ekonomik faktörler (yerleşme, tarım, ticaret, ulaşım) olduğu da dikkati çeker.
Osmanlı’ya kadar olan iskan sürecini (tahrir defterleri gibi bir kaynak elimizde olmadığı için)
ayrıntılı olarak izleyemesek bile XV. ve XVI. yüzyıla ait olan arşiv belgeleri (tahrir defterleri,
evkaf defterleri ve şer’iye sicilleri) geriye dönük Türk iskan süreci ve nispeten öncesine (Bizans
dönemine) dair bir takım değerlendirmeler yapmamıza izin vermektedir. Ayrıca sahada
Saruhanoğulları Beyliği döneminde yapılan eserler, vakıf kayıtlarındaki referanslar
düşünüldüğünde ilgili dönemin iskan süreci ve yerleşmenin Manisa ve çevresinde nasıl bir
evrim geçirdiğini ortaya koymak adına önemli bilgi ve bulgularımızın olduğu anlaşılır. Nitekim
bu çalışma da böyle bir gayret ile tahrir defterleri, vakıf kayıtları ve Saruhanoğullarının
bıraktıkları ve günümüze ulaşan maddi eser kalıntılarından da hareketle -ilgili literatürden de
istifade etmek suretiyle- Manisa ve çevresinde iskan devamlılığı ortaya konulmaya
çalışılacaktır.

10
İSKAN SÜRECİNDE KONAR-GÖÇERLER: MANİSA VE
ÇEVRESİ ÖRNEĞİ (XVI-XX. YÜZYILLAR)
Doç. Dr. Alparslan DEMİR

1071 Malazgirt Savaşı akabinde Anadolu’nun Türkleşmesiyle birlikte Manisa ve


çevresi, aynen bütün Anadolu’da olduğu gibi yeni bir iskan dönemine girmiştir. Bu çerçevede
yerleşik nüfus yanında Oğuz boyları ağırlıklı olmak üzere diğer konar-göçer gruplar da gelerek,
Türk hakimiyetine geçen sahalarda yerleşmişlerdir. Manisa ve çevresinde kalıcı Osmanlı
egemenliğinin kurulması XV. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşmiştir. Daha ilk Türkleşme
döneminden itibaren kırsal kesimde yerleşik ahalinin yanı sıra coğrafi yapının uygunluğu
nedeniyle konar-göçer unsurlarında bu bölgede olduğu bilinmektedir. Malum olduğu üzere
Osmanlı Devleti yerleşik ahaliyi belirli bir idari bölünüşe, konar-göçerleri de ayrı bir idari
bölünüşe tabi tutmuştur. Nitekim konar-göçerlerin kendilerine ait idari birimleri ile hukuki ve
adli işlerini takip etmek üzere kadıları olduğu bilinmektedir. Konar-göçerlere ait bu bilgilerin
en eski örneklerini tahrir defterlerinde görmek mümkündür.
Bu bildiride konar-göçerler tarafından kurulan yerleşim merkezleri toponimik verilerden
hareketle bir analize tabi tutulacaktır. XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde yer alan yerleşme
merkezlerinin isimlerinden yola çıkarak, ilgili literatürden de faydalanarak; a) XVI. yüzyıldaki
kayıtlarda yer alan yerleşme merkezlerinden ne kadarı konar-göçerler tarafından kurulmuştur?
b) Bugüne ulaşan ve XVI. yüzyılda yerleşik ahalinin yaşadığı yerleşme merkezlerinin ne kadarı
konar-göçer cemaat ve oymakların ismiyle varlığını devam ettirmiştir? c) Tarihi süreç
içerisinde XVI. yüzyılda var olup ta, zamanla terk edilen ve kaybolan yerleşmelerden kaç tanesi
konar-göçer cemaatlere aittir? sorularına cevap aranarak Anadolu iskan sürecine farklı bir
pencereden bakılmaya çalışılacaktır.

11
BULGARİSTAN’DA COĞRAFYASINDA SARUHANLULAR VE
SARUHANBEYLÜLER (XV-XVI. YÜZYIL)
Prof. Dr. Ayşe KAYAPINAR

1352 yılında Çimpi kalesinin ve 1354 yılında da Gelibolu kalesinin fethedilme


hadiseleri, aynı zamanda Osmanlıların Anadolu’dan Balkanlara yönelik gerçekleştirdiği göç ve
iskan sürecinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Çünkü bu tarihlerden sonra Osmanlıların
Rumeli’de fethettiği bütün topraklar basit bir yağma amacına yönelik olarak alınmaz, vatan
tutmak yani tavattun etmek üzere alınır. Bu amaç doğrultusunda fetih hareketinin yanı sıra
Balkanlarda bir de iskan hareketi gerçekleşmektedir ki bu iskan hareketinin temelinde
Anadolu’dan Rumeli’ye Türk nüfusunun aktarılma ve yerleştirilme süreci yatmaktadır. Başka
bir ifadeyle Anadolu’dan Rumeli’ye Türk nüfusunun göç ettirilmesi/sürgün edilmesi ve
fethedilen yeni topraklara çeşitli vesilelerle yerleştirilmesi söz konusudur. Anadolu-Rumeli
istikametindeki bu göç hareketinin somut tezahürü günümüze kadar gelen yer adlarında
görülmektedir. Özellikle Karesilü, Aydınlu, Hamitlü, Menteşelü, Germiyanlu, Karamanlu gibi
Anadolu Beyliklerine izafeten verilmiş nahiye, köy, mahalle ve mezraa adları Anadolu-Rumeli
istikametindeki göçün günümüze kadar ulaşmış hatırasıdır.
Sürgün ve iskan politikası çerçevesinde Osmanlılar, Anadolu’dan Rumeli’ye Yörük,
yağcı, küreci, çeltikçi, akıncı, yaya ve müsellem gibi çeşitli Türk asıllı grupları nakletmişlerdir.
Osmanlı kronik yazarları Aşık Paşazade ve Mehmet Neşri’nin eserlerinde Saruhan’dan göçer
evlilerin Filibe civarına yerleştirilmesinden söz edilmektedir. Bulgaristan’da Saruhan’dan
gelenlerin yerleştiği bölgede Saruhanbeylü nahiyesi oluştuğu gibi Çirmen, Edirne, Zağra-yı
Eskihisar, Filibe gibi bölgelerde Saruhanlu adı altında köylerin şekillendiği de görülmektedir.
Saruhanlu timarlı sipahiler, Rumeli’de timar tutup Osmanlıların Avrupa ve doğu seferlerine
katılmışlardır.
Bu çalışmamızda Osmanlı tahrir defterlerine dayalı olarak Saruhanbeylü nahiyesinin
kapsadığı bölge ve XV. ila XVI. yüzyıllardaki gelişimi ele alınacaktır. Bulgaristan
coğrafyasında kurulan Saruhanlu adı altındaki yerleşim birimleri incelenecek ve Saruhanlu’dan
gelen timarlı sipahilerin varlığı tespit edilmeye ve değerlendirilmeye çalışılacaktır.

12
OSMANLI DÖNEMİNDE YUNANİSTAN COĞRAFYASINDA
SARUHAN VE SARUHANLU İSMİ TAŞIYAN YERLEŞİM
BİRİMLERİ
Prof. Dr. Levent KAYAPINAR

1354 yılında Gelibolu’nun fethinden sonra Balkan topraklarına Anadolu’dan göç ve


iskan gerçekleştirilmiştir. Balkanlardaki Osmanlının bu göç ve iskan hareketleri Osmanlının
tapu tahrir defterlerine yansımıştır. Bu defterlerde Balkanlara Hamitlü, Germiyanlu, Menteşelü,
Aydınlu, Saruhanlu, Karesili ve Candarlu gibi Anadolu Beyliklerinden yapılan iskanın izlerini
bulabilmek mümkün olmaktadır. Biz bu bildirimizde günümüz Yunanistan sınırları içinde kalan
topraklara Osmanlı döneminde Saruhan’dan yapılan göç ve iskanı saptamaya çalışacağız. Bunu
yaptıktan sonra daha önce yaptığımız Balkanlara Aydın, Menteşe ve Germiyan Beylikleri
döneminde gerçekleşen göç ve iskanla ilgili çalışmalarımızla Saruhan’dan Balkanlara yapılan
göçü mukayese edeceğiz. Böylece Saruhan’dan Balkanlara yapılan göçün oranını ve önemini
belirlemeye çalışacağız.

13
XV. YY. TAHRİRLERİNE GÖRE ŞUMNU KAZASI
(BULGARİSTAN)’NDA SARUHAN KÖKENLİ OLDUĞU
DÜŞÜNÜLEN MÜSLÜMAN TÜRK YERLEŞMELERİ
Arş. Gör. Hasan Hüseyin YILMAZ

Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda ilerleyişi ile beraber, fethedilen yerlere Anadolu’dan


Müslüman Türk nüfusu getirilerek iskân edilmiş olduğu bilinen bir gerçektir. Bu iskân,
Rumeli’ye üç ayrı koldan yapılmıştır. Sağ kolda yer alan Şumnu, Balkanlarda önemli oranda
iskânın gerçekleştiği yerler arasındadır. Yapılan iskânların dönemine bakıldığında, ilk iskânın
bölgenin fethini müteakip olarak özellikle fetheden komutanlar eliyle gerçekleştirildiği, bundan
sonraki iskânın ise bizzat devlet eliyle gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Nitekim ilk iskânda
sahaya gelenler, fetihte yer alan komutanların kendi boy ve illerinden, komutanlar öncülüğünde
gelmiş olan nüfustur. Şumnu’nun fethinde görevli bir komutan olan Saruhanlı Paşa Yiğit Bey
de bu komutanlardan birisi olup, Şumnu çevresine yapılan ilk iskânda onun etkisini görmek
mümkündür.

14
SARUHANOĞULLARININ TÜRK MİMARİSİNE KATKILARI
Prof. Dr. Hakkı ACUN

Spil Dağı eteklerinden Gediz Nehri’ne kadar uzanan geniş bir alana yayılan Manisa
Şehri, tarihin her döneminde önemli bir yerleşim yeri olmuştur. 1313 tarihinde Saruhan Bey
tarafından fethedilerek Türklerin eline geçen şehir, bu tarihten sonra, özellikle Şehzade başkenti
olmasıyla birlikte yeniden inşa edilerek bir Türk şehri hüviyeti kazanmıştır. Bu dönemde
büyüklü küçüklü 17 yapı türünde 500 den fazla eser yapılmış, bunlardan 20 den fazlası külliye
şeklindedir.
Bu kadar zengin bir kültür mirasına sahip olan Manisa’da bugün 120 yakın eser ayakta
kalabilmiştir. Bunlardan 6 tane cami ve mescit, 1 medrese, 2 tekke, 4 türbe, 1 darphane ve 2
hamam Saruhanoğluları döneminden kalmadır. Bu eserlerden en önemlisi Manisa Ulu
Camii’dir.
1366 Tarihinde Muzafferettin İshak Bey tarafından, cami, medrese, türbe ve hamamdan
oluşan külliye şeklinde yaptırılan bu cami, Anadolu Türk mimarisinde birçok yeniliklerin
öncüsü olmuştur. Merkezi plan anlayışı bakımından Mimar Sinan’a giden yolun başlangıcında
yer alır. Türk mimarisinde revaklı avlulu ve kubbesi sekiz destek üzerine oturan ilk yapıdır.
Medresesi, revaksız avlulu, asimetrik planlı ve ana eyvanı dışarı doğru taşkın Beylikler
dönemi özelliği gösteren iki katlı ‘L’ planlı bir medresedir.
Saruhanoğluları döneminde 1369 da yaptırılan Mevlevihane, Anadolu’da planı
bozulmadan günümüze kadar gelebilen en erken tarihli Mevlevihane’sidir.
Saruhanoğluları tarafından yaptırılan diğer bir yapı da darphanedir. Örneği pek olmayan
beylik dönemi yapılarından birisidir.
Yine Saruhanoğluları tarafından yaptırılan Saruhan Bey ve Yedikızlar Türbeleri ise Orta
Asya’da sıkça ve Anadolu’da ender görülen cephesi eyvan görünüşlü yapılar grubunda
değerlendirilebilir.
Sonuç olarak yukarıda kısaca söz ettiğimiz yapılar hakkında sunacağımız tebliğimizde
uzun uzun bilgi verilecektir.

15
SARUHANLI BEYLİĞİ DÖNEMİNDE MANİSA: MİMARİ
TERCİHLER VE KENT KURGUSU
Yrd. Doç. Dr. Sema GÜNDÜZ KÜSKÜ

Sipylos/Spil dağının kuzey eteğinde, sarp bir yamaca konumlandırılmış kalesiyle


oldukça korunaklı olan ve kuzey-güney-doğu-batı yol ağları üzerinde bulunan Manisa, uzun bir
ablukanın ardından Beyliğin kurucusu Saruhan Bey tarafından 1313 yılında ele geçirilir.
Öncesinde bir süreliğine Bizans’a başkentlik yapan bu kent çoğu günümüze ulaşamamış
olmakla birlikte kale, saray, kilise, darphane ve hazinesiyle bir başkentte olması gereken tüm
unsurları bünyesinde barındırmıştır. Bizans döneminde yerleşimi büyük ölçüde dış kale
surlarının içerisinde olan Manisa kenti, iç kale ve dış kale olmak üzere iki bölüm şeklindedir.
Ancak Saruhanlı yerleşimi ilk günden itibaren sur dışına taşacağının sinyallerini verir. Buna
karşın kentsel gelişimin yalnız İshak Çelebi (1359-1388) döneminde gerçekleşmiş olması
dikkat çeker. Bu nedenle amaçlanan yeni kültürün başkenti olarak tanımlanan Manisa’nın kent
kurgusu özelinde bazı gözlemler yapmak; Mevcut mimari veriler doğrultusunda tespit
edilebilen gelişimi, Beyliğin siyasi yapısı ve dönem şartları göz önünde bulundurularak
anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktır.

16
İSHAK ÇELEBİ TÜRBESİ VE MESCİD-TÜRBE İLİŞKİSİ
ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Prof. Dr. Hakkı ÖNKAL

Bilindiği üzere, Manisa'da Sipil dağları eteğinde, İshak Bey tarafından kurulan camiin
bitişiğindeki medrese, İshak Bey'in türbesini de ihtiva eder. Camiin avlusunun batı kapısı,
türbenin önünde uzanan çapraz tonozlu dehlize ve medrese avlusuna geçişi sağlar. Bu dehlizin
güneyine, sivri kemerli bir niş içinde geniş ve düz atkılı kapı yerleştirilmiştir. Türbe içte
dikdörtgen bir plan gösterir. Mekan iki parçalı bir örtü ile kapatılmıştır. Güneydeki kare bölüm
pandantifli bir kubbe ile kapatılmışken ön mekan sivri kavisli bir tonozla örtülmüştür. Eşik
seviyesinden 0.80 m. yüksekte tutulmuş platformun üzerinde dört sanduka vardır. Mekan, doğu
ve batı duvarlarında açılmış üçer pencere ile aydınlanır. Bunlar ikisi altta biri üstte olmak üzere
düzenlenmiştir. Geçiş ve örtü elemanlarının değişik yerlerindeki bezeme bakıyeleri dışında,
türbe süs ihtiva etmez. Ahşap kapı kanatlarının orta tablaları geometrik ağlarla doldurulmuştur.
Kapının mermer lentosu üzerinde celi sülüsle yazılmış bir ayet panosu uzanır. Nişin köşelerine
devşirme, ortada düğüm yapan yekpare dörtlü sütun demeti yerleştirilmiştir. Köşelerinde yine
devşirme birer sütun bulunan, yüksek kemerli dehlizin batı ucundan avluya geçilir. Medrese
avlusunun doğu cephesi türbenin batı cephesini teşkil eder. Ebatları farklı ve düzgün sıralar
oluşturmayan taş örgülü bu cephede sivri kemerli iki alt pencere yer alır. Üstteki üçüncü
pencere düz atkılı olup bir alçı penceredir. Yapının kurşun kaplı kubbesi yüksek olmayan bir
kasnağa basar. Bu nedenle kubbenin varlığı dıştan hissedilmez.
İslam mimarisinde, mescid-türbe ilişkisinin Hz. Peygamberin Medine Mescidi
bitişiğindeki türbesine kadar giden bir geçmişi ve kiliselerde aziz ve azizelerin bedensel
kalıntılarının korunması geleneğiyle muhtemel bir ilintisi vardır. Şam'daki Emeviye Camiinin
derununda bulunan Hz. Yahya Türbesinin, Hz. Yahya'nın bedenine ait kalıntıları muhafaza
ettiği kabul edilir. Kahire'deki el-Cuyuşi Meşhedi de mescid-türbe ilişkisnin erken
örneklerinden biridir. Zamanla bu uygulama yaygınlaşır ve her dönemde karşımıza çıkar.
Selçuklular Dönemindeki Divriği Manzumesinde camie bitişik Ahmed Şah Türbesi bu
uygulamanın özgün bir örneğini teşkil eder. Beylikler Devrinde de İshak Çelebi'nin türbesinden
ayrı olarak Niğde'deki Sungur Bey Cami-Türbesi ilginç bir düzenlemedir. Osmanlı Döneminde
bu geleneğin şirin bir temsilcisi, bir Sinan yapısı olan Üsküdar'daki Şemsi Paşa Manzumesidir.
Böylece, bu dönemlerde, mescid-türbe tasarımlarında, Medine Camii ve Hz. Peygamberin
17
türbesinin anılarıyla güçlü bir bağın var olduğu ve esasen toplumun deruni dünyasında bu
manevi rabıtanın daima canlı tutulduğu ileri sürülebilir.

18
SARUHAN BEYLİĞİ DÖNEMİNDE ÜRETİLMİŞ SERAMİKLER
VE BU SERAMİKLERİN MANİSA GÜLGÜN HATUN
HAMAMINDAKİ KULLANIMI
Doç. Dr. Sevinç GÖK

Saruhanoğulları dönemine ait önemli eserlerden biri olan Manisa Gülgün Hatun
Hamamı, gerek mimari özellikleri, gerekse 2007 yılında gerçekleştirilen temizlik
çalışmalarında ortaya çıkarılan seramikleriyle, Sanat Tarihi araştırmaları açısından önemli bir
yere sahiptir.
Hamamın üst örtüsü içerisinde, halvet kubbeleri ile su deposu tonozunun arasında kalan
boşlukta, seramikler bulunmuştur. Bu seramikler, ısı yalıtımını sağlamak amacıyla dolgu
malzemesi olarak kullanılmışlardır. Defolu olan bu seramiklerin benzer hamur, astar ve sır
özelliklerine sahip olduğu, ayrıca yerel üretim oldukları anlaşılmaktadır. Derin çanak/tabak,
testi, depo kabı, maşrapa ve küplerden oluşan seramik grupları, kendi içerisinde çok zengin bir
form çeşitliliği gösterir. Buluntular içerisinde 13-14. yüzyıl seramik geleneğini devam ettiren
‘kalıplama teknikli, süzgeçli sırsız testiler’, ‘tek/çift kulplu sırlı ve sırsız testiler’ ve ‘yeşil tek
renk sırlı kaplar’ vardır. Bunların dışında ‘üç kulplu, baskı desenli, sırlı, kulpları üzerinde kuş
figürleri olan testiler’ tamamen yeni bir form örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Farklı ağız
ve boyun formlarına sahip testiler ile içleri sırlı depolama kapları gibi örneklerin Türk seramik
sanatına yeni bir soluk getirdiği şüphesizdir. Seramiklerdeki form yeniliğinin yanı sıra süsleme
çeşitliliği de dikkat çekicidir. Özellikle balık ve tavşan figürlerinin ve bitkisel bezemelerin yer
aldığı sgraffito teknikli kaplar, Beylikler devrinin kozmopolit yapısının yansıması gibidir.

19
SARUHANOĞULLARI BEYLİĞİ SİKKELERİ
Betül TEOMAN – Gültekin TEOMAN

Bu çalışmada, Saruhanoğulları Beyliğinden günümüze ulaşan sikkeler tanıtılarak


beyliğin tarihine sikkeler yolu ile bir bakış amaçlanmıştır.
Saruhanoğulları döneminden günümüze, İshak Bey, Hızırşah, Orhan Bey, II. Saruhan ve
II. İshak Bey’lere ait sikkelerden örnekler ulaşabilmiştir. Beylik, batı devletleriyle özellikle
Cenevizlilerle olan ticari ilişkileri nedeniyle Napoli sikkelerine benzeyen, aynı ağırlık ve ayarda
Latin tarzında sikkeler bastırmıştır. Ayrıca İshak Bey’in erken dönem sikkeleri Karasi ve erken
dönem Osmanlı sikkeleri ile kaligrafik açıdan benzerlik göstermektedir. Bu döneme ait
sikkelerde figüre rastlanmaz. Ancak, İshak Bey’in sikkeleri en eski tarihli tuğralı paralar olma
özelliğini taşımaktadırlar.
Çalışmamızda Saruhanoğulları Beyliğine ait müze ve özel koleksiyonlarda yer alan
sikkelerden örnekler bilim dünyasına tanıtılacaktır.

20
SARUHANOĞULLARI LATİN İLİŞKİLERİ
Prof. Dr. Mustafa DAŞ

Kuruluşundan itibaren denizcilik faaliyetleriyle dikkat çeken Saruhanoğulları, Ege


Adalarında egemenlik tesis etmiş olan Latin güçlerle sıkı temaslar halinde olmuştur.
Aydınoğulları başta olmak üzere diğer deniz gazası gerçekleştiren beyliklerle ortaklaşa hareket
ederek, Latin güçlerine karşı akınlar yapan Saruhanoğulları bu gazalarla hem kıyı Ege’de İslam
ve Türklüğün kökleşmesini hizmet etmiş hem de ülkelerini müreffeh kılmıştır. Latinlerle sadece
askeri alanda değil siyasi, diplomatik ekonomik temaslar da gerçekleştiren Saruhanoğulları
Beyliği, XIV. Yüzyılda Ege bölgesinde uluslar arası gelişmelerde bir aktör olarak adından söz
ettirmiştir. Latin ve Bizans kaynaklarındaki veriler ağırlıklı olarak değerlendirilerek, sunulacak
çalışmada Saruhan-Latin münasebetleri üzerine bazı tarihi tespitler yapılacaktır.

21
SARUHANOĞULLARI’NIN DİĞER TÜRK BEYLİKLERİ İLE
İLİŞKİLERİ
Doç. Dr. Muharrem KESİK

Saruhanoğulları, XIII. yüzyılın sonlarından XV. yüzyılın başlarına kadar Manisa ve


yöresinde hüküm süren bir Türkmen beyliğidir. Batı Anadolu uç kesiminde 1290'lı yıllardan
itibaren faaliyet gösteren Saruhan Bey tarafından Manisa merkezli olarak kurulmuş olup
kurucusunun adıyla anılmıştır.
Kuzeyde Karasıoğulları, doğuda Germiyan Beyliği ve güneyde Aydınoğulları ile komşu
olan beylik Batı Anadolu'daki Karası, Aydın ve Menteşe gibi denizci Türkmen beylikleri
arasında yer alır.
Saruhanoğulları'nın üç tarafı yeni kurulmuş olan Türk beylikleri ile çevrilmiş
olduğundan yalnız Ege Denizi tarafından genişlemeye, gazâ ve seferler yapmaya elverişliydi.
Osmanoğlu Orhan Bey'in 1329 yılında Sakız Adası'nı fethetmesi üzerine Bizans
İmparatoru III. Andronikos Palailogos(1328-1341) Osmanlılara karşı Saruhan ve
Aydınoğulları'ndan yardım istemek zorunda kaldı. İmparatorun bu isteğini olumlu karşılayan
Saruhan Bey, Osmanlılara karşı Bizans ve Aydınoğulları ile beraber hareket etmeye başladı.
1334 yılında Aydın ve Saruhanoğulları 270 gemilik bir filo ile Yunanistan sahilleri ve
Trakya'ya bir sefer düzenlediler.
28 Ekim 1344 tarihinde İzmir’in Aydınoğulları’nın elinden çıkarak Lâtinlere geçmesi
Saruhanlı denizciler için tam bir felaket oldu. Denize açılma imkânı daraldı.
İstanbul'u ele geçirmek isteyen Kantakuzenos, dostu Aydınoğlu Umur Bey'den yardım
istedi. Umur Bey karadan onun yardımına gitmek için Saruhanoğulları Beyliği topraklarından
geçmesi gerekti ve bu nedenle Saruhan Bey’den izin istedi. Saruhan Bey de ona hem geçiş izni
verdi hem de oğlu Süleyman Bey komutasında bir miktar askeri onun yanına kattı.
Saruhan Bey'den sonra beyliğin başına geçen İlyas Bey, ilk iş olarak Bizans
İmparatoriçesi Anna ile bir dostluk antlaşması yaptı ve imparatoriçeye yardım için bir miktar
kuvvet gönderdi. Bu sırada Umur Bey de iki bin kişilik bir birlik gönderdi. Ancak 1346 yılında
imparatoriçeye yardıma giden Saruhan ve Aydın kumandanları yolda Anna aleyhine bir
anlaşma yaptılar. Bu emîrler ilk olarak İstanbul'a gelerek imparatoriçeden para ve hediye
aldılar. Ancak Trakya'ya geçtikten sonra eski dostları Kantakuzenos'un tarafına geçtiler.

22
Kantakuzenos ile birlikte Bulgaristan topraklarına saldıran Saruhan ve Aydın birlikleri pek çok
ganimet ve esir elde ederek yurtlarına döndüler.
İlyas Bey'in ölümünden sonra beyliğin başına geçen oğlu İshak Bey zamanında yeni
komşuları Osmanlılar ile mecburen dostane bir siyaset takip ettiler. İshâk Bey bir taraftan da
Karamanoğulları ile arasını iyi tutmaya çalışıyordu.
Hızır Şah Saruhanoğulları beyi olduğu sırada Osmanlı hükümdarı I. Murad şehid düş-
müş, yerine Yıldırım Bâyezid geçmişti. Osmanlı tahtındaki bu değişikliği fırsat bilen
Karamanoğlu Alâeddin Ali Bey Osmanlılar aleyhinde faaliyetlere başlamıştı. Onun bu
faaliyetlerine Saruhanoğlu Orhan Bey de katılmıştı. Bunun üzerine Yıldırım Bâyezid hızla
Anadolu'ya geçti, Alaşehir'den sonra Manisa'ya geldi. Hızır Şah ise Yıldırım Bâyezid'in bu
harekâtı esnasında onu karşılayarak tabiiyetini arz etti ve ülkesini barış yolu ile Osmanlılara
bıraktı.
Saruhanoğlu Hızır Şah Bey kendisine verilmiş olan küçük bir bölgede bir süre daha
beylik yaptı. Bu sırada Emîr Süleyman'la çok iyi bir dostluk kurdu. Kardeşi Orhan Bey ise
Bâyezid'in Anadolu harekâtı sırasında yakalanarak Bursa veya İznik'e götürüldü. Ancak o
buradan kaçarak önce İsfendiyaroğlu'nun ve arkasından da Timur'un yanına gitti.
Ankara Savaşı'na Emîr Süleyman'ın idaresinde Yıldırım Bâyezid'in saflarında katılan
Saruhanlı askerler, İznik'ten kaçarak Timur'a sığınmış olan Orhan'ı karşı tarafta görünce o tarafa
geçtiler. Savaşı kazanan Timur, Orhan Bey'e Saruhan beyliğini geri verdi. 17 Ağustos 1402
tarihinde Manisa'ya gelen Orhan Bey beyliğinin başına geçti. Ancak Timur'un Anadolu'dan
çekilmesinden sonra Denizli taraflarında hüküm sürmekte olan Hızır Şah ile Orhan Bey
arasında saltanat mücadelesi yeniden başladı. Neticede Hızır Şah, idareyi eline aldı.
Bâyezid'in Ankara Savaşı'nda yenilmesinden sonra Osmanlı Şehzâdeleri arasında
saltanat mücadelesinin başladığı Fetret devrinde Hızır Şah önce eski dostu Emîr Süleyman'ın
tarafını tuttuysa da onun mücadeleyi kaybetmesi üzerine Aydınoğlu Cüneyd ve Menteşeoğlu
İlyas Bey'le beraber İsa Çelebi'yi destekledi. Ancak işler planlandığı gibi gitmedi ve İsa
Çelebi'nin Çelebi Mehmed'e yenilmesi üzerine Hızır Şah savaş meydanından kaçarak
Manisa'ya sığındı. Bunun üzerine Çelebi Mehmed'in kuvvetleri Manisa'ya yürüyerek hamamda
eğlenmekte olan Hızır Şah'ı yakaladılar. Hızır Şah, Çelebi Mehmed’in emriyle idam edildi
(1410).

23
SARUHANOĞULLARININ ADALAR DENİZİ VE
BALKANLARDAKİ FAALİYETLERİ
Doç. Dr. Yusuf AYÖNÜ

XIV. yüzyılın başında Batı Anadolu’da ortaya çıkan siyasî teşekküllerden birisi de
Saruhan Bey tarafından kurulan Saruhanoğullarıdır. Aydın ve Karesi beyleri gibi Saruhan Bey
de başlangıçta XIII. yüzyılın sonlarında Kütahya merkez olmak üzere kurulan Germiyan
hükümetinin emrindeki Sübaşılardan birisi iken daha sonra Manisa merkez olmak üzere
müstakil bir idare kurmuştur.
Germiyanlı hâkimiyetindeki sahalardan İzmir ve İonia sahillerine kadar olan bölgelerde
(Manisa, Menemen, Gördes, Demirci, Kemalpaşa ve Turgutlu) hüküm süren Saruhanoğulları
Adalar Denizi’nde Latinlerle mücadele ederken aynı zamanda müttefiki Aydınoğulları ile
birlikte birçok defa Balkanlara sefer düzenlemiştir. Bu seferler çoğunlukla 1329 yılında dostluk
antlaşması imzaladıkları Bizans yönetimine rakiplerine karşı destek vermek amacıyla
gerçekleştirilmekteydi. Bununla birlikte Saruhanoğulları Aydınoğulları’ndan farklı olarak
zaman zaman Balkanlarda Bizans aleyhine faaliyetlerde de bulunmaktaydı.
Sunacağımız bildiride Saruhan Bey döneminde devrin kaynaklarında (Bizans, Latin ve
İslâm kaynakları) verilen bilgiler ışığında Saruhanoğulları’nın Adalar Denizi ve Balkanlardaki
faaliyetleri ele alınacaktır.

24
FETRET DÖNEMİNDE OSMANLI SARUHANLI İLİŞKİLERİ
Prof. Dr. Kenan Ziya TAŞ

Yıldırım Bâyezid ile Timur arasında Ankara’da 1402 yılında vuku bulan savaş
neticesinde, Yıldırım, Timur’a mağlup olmuş ve daha sonra 1403 yılında da esir olarak vefat
etmiştir. Osmanlı Devleti 1413 yılına kadar 11yıl mütemadiyen devam edecek bir karışıklık
devresi yaşamıştır. Bu dönem tarihimizde orijinal ifadesi ile “Fetret Dönemi” olarak
adlandırılır. Bu dönemin en bariz karakterleri Yıldırım Bâyezid’in taht kavgasına giren ve
“Çelebiler” denilen şehzadeleri ile yine Ankara savaşından önce Osmanlı devletine katılmış
olan Anadolu Beyliklerinin beyleridir. Fetret dönemini bu zikrettiğimiz şahsiyetler arasındaki
ilişliklerin tarihi olarak da zikredebiliriz. Bu beyliklerin en ön planda olanlarından biri de hiç
şüphesiz ki Saruhanoğullarıdır. Saruhanoğullarının merkezi olan Manisa ise Osmanlı tarihi
açısından çok büyük ehemmiyet arz eder. Bu beylik Ankara Savaş öncesi Osmanlı Devleti
hâkimiyetine girmiş ve bu devletin idari bir birimi haline gelmişken savaşı müteakip diğer
beylikler gibi Saruhanoğulları Beyliği de tekrar müstakil hale gelmişti. Fetret döneminde de
Osmanlı devletinin taht müddeilerinin faaliyetlerinde de oldukça etkili olmuşlardır.
Hazırlanacak bildiride Fetret Dönemi dediğimiz bu dönemde Saruhanoğulları ile Osmanlılar
arasındaki ilişkiler ele alınacak ve tarihi etkileri üzerinde durulacaktır.

25
XIII-XIV. YÜZYILLARDA SARUHANOĞULLARININ CENEVİZ
VE VENEDİKLİLERLE ARASINDAKİ PARA VE KÖLE
TİCARETİ
Yrd. Doç. Dr. Selim KAYA – Arda DENİZ

Tarihte pek çok uygarlığa mekân olan, hem geçit hem de durak noktası olması ile birçok
kültürün kaynaştığı Akdeniz, Ortaçağ’da doğu ile batıyı buluşturan stratejik öneme haiz bir
coğrafyadır. Öyle ki Haçlı seferleri neticesiyle doğu-batı ticareti canlanmış ve Akdeniz
limanlarının önemi artmıştır. İtalyan denizci cumhuriyetleri özellikle de Venedik, Ceneviz ve
Rodos Şovölyeleri, Doğu Akdeniz’de Yâhudî ve Rum tüccarları bir kenara iterek bölgedeki
ticareti tekellerine almışlardı. Selçuklular ve özellikle de Türkiye Selçukluları döneminde takip
edilen ekonomik siyaset sonrasında Anadolu’da canlanan uluslararası ticaret onun enkâzı
üzerine inşâ edilen beyliklerle birlikte hız kazanmıştır. Bu çerçevede ele alındığında Batı
Anadolu’da Saruhan yöresinin ekonomik faaliyetlerde oynadığı rolün önemi de öne
çıkmaktadır. Zira denizlerdeki faâliyetler neticesinde ticarî kazanım sağlanıyordu. Özellikle
Batı Hristiyan dünyası ile kurulan ilişkilerle iktisâdî yönden gelişim sağlanmış ve önemli
gelirler elde edildiği gibi Venedik ile Ceneviz mücadelelerini de kullanarak bölge siyasetinde
etkinliğini sürdürmeye çalışmışlardır. Nitekim Napoli'de Anjou hanedanlığına mensup Kral II.
Karlo (1286-1309) ve oğlu Robert van Anjou (1309-1342)’nun "Gigliati" Çiliati veya jilyati
tipinde Latin harflerle bastırdığı özel gümüş sikkeler darp edilmişti. Latin lejandlı olan bu
paraların günümüze kadar ulaşanları da olmuştur. Ayrıca çeşitli köle pazarlarından da esirler
(köle-tutsak) alınarak gerekli konumlarda kullanılmıştır. Bu bağlamda Saruhanoğulları
Beyliği’nin Batılı devletler nazarında iktisâdî açıdan Ortaçağ dünyasındaki mahiyetini
göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Bu çalışmada Saruhanoğulları’nın, İtalyan deniz
devletleri Ceneviz ve Venediklilerle olan bazı ekonomik ilişkiler açıklanacaktır.

26
SARUHAN İLİNDE BİR SÛFÎ: ÖMER EMRE
Doç. Dr. Mustafa ALKAN

Bugün Manisa’nın Kula ilçesine bağlı Emre adıyla anılan Cumhuriyet devrinden önce
adı Emre Sultan olan bu köyün, Yunus Emre’nin şeyhi Tapduk Emre tarafından
Saruhanoğulları Beyliğine bağlı olarak kurulduğu, adının da buradan geldiği inanılmaktadır.
Emre köyünde Tapduk Emre ile aile fertlerine ve Yunus Emre’ye izafe edilen bir türbe
bulunmaktadır. Bu türbe gerçekten Tapduk Emre ile Yunus Emre’ye mi aittir? Bu konu
aydınlanmış değildir. Tapduk Emre ile Yunus Emre ait Türkiye’de sınırları içinde ve
Azerbaycan’da birden fazla türbe veya mezar bulunmaktadır. Bu çalışmada Saruhan Sancağına
bağlı olan Adala kazasının Emre köyünde yer alan, yerel halk tarafından Tapduk Emre ve
Yunus Emre’nin olduğu inanılan bu türbedeki şahsiyetlerin kimliği, Osmanlı Arşivlerine
dayanarak, araştırma konusu yapılacaktır.

27
XIII-XV. YÜZYILLARDA SARUHANOĞULLARININ İNANÇ VE
KÜLTÜR YAPISINA DAİR TETKİKLER VE
DEĞERLENDİRMELER
Yrd. Doç. Dr. Selcen ÖZYURT ULUTAŞ

Türkmen aşiretlerinin XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya gelişleri hiçbir zaman basit bir
yağma amaçlı olmamıştır. Yeni fethettikleri toprakları yurt tutma gayesiyle hareket eden
Türkler kültürlerini, inançlarını, devlet toplum anlayışlarını beraberinde getirmiş ve
faaliyetleriyle bulundukları bölgeye adeta nüfuz etmişlerdir.
XIV. yüzyılın başlarında Manisa’yı alan ve kendi adıyla Beyliği Kuran Saruhan Bey ve
takipçileri 1313’den itibaren, Gediz havzasında enine ve dikine olmak üzere beyliğinin
sınırlarını genişletmiştir. Bizans’a karşı kazanılan başarılar beyliğin fiziksel olarak büyümesini
sağlarken bölgeye Türkmen akınını da arttırmıştır. İfade edildiği üzere yağmaya değil tüm
kültür unsurlarıyla yerleşmeye gelen Türkmenler Batı Anadolu’nun Türkleşmesine vesile
oldukları gibi Bizans sınırında İslam’ın temsilcileri ve uygulayıcıları olmuşlardır. Türkmen
Erenleri bu faaliyetlerin en önemli figürleri olduğu ise herkes tarafından bilinen bir hakikattir.
Bu çalışmada öncelikle Saruhan Bey ile beraber bölgenin fethinde ve İslam’ın
yayılmasında etkili olan ve bizzat Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin halifesi olduğu bilinen
dervişlerin faaliyetlerine yakından bakılacaktır. Ayrıca Manisa merkezden çevreye doğru
açılarak bölgedeki İslam anlayışının mahiyetine dair tespitler ve değerlendirmeler yapılacaktır.
Gerek kaynakların gerekse sahadan alınacak veriler yardımıyla da geçmişten günümüze sürecin
anlaşılmasına gayret edilecektir.

28
SARUHAN YURDUNUN VATANLAŞMA SÜRECİNDE
ZAVİYELERİN ROLÜ
Hasan DEMİRTAŞ - Arş. Gör. İlker YİĞİT

Zaviye; yerleşim merkezlerinde veya yollar-geçitler üzerinde kurulan, bir şeyhin


yönetiminde, bir tarikata mensup dervişlerin yaşadıkları ve ilgililerin ya da görevlilerin gelip
geçen yolculara bedava yiyecek, içecek maddeleri ve yatacak yer sağladıkları, bina yahut
binalara verilen isim olarak tanımlanmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı zamanında genellikle yol
üzerinde kurulan ve vakıf niteliği taşıyan; büyük çiftliklere, bağ, bahçe ve arazilere sahip tekke
veya zaviyeler, sadece tarikat mensuplarına değil, gelip geçen yolculara da konaklama ve
barınma imkanı sağlayan mekanlar olmuştur. Bilindiği üzere Anadolu topraklarında zaviyeler,
Anadolu’nun iskanı, Türkleşmesi ve Müslümanlaşması ile bir paralellik arz eder. Zaviyeler bir
iskan unsuru olmasının yanı sıra İslamiyet’in yayılmasına da önemli önemli katkılar sunmuştur.
Zaviyeler çok yönlü bir müessese olarak imardan iskana, zanaattan ticarete, askerlikten eğitime
ve dini konulara kadar hemen her sahada etkin bir rol oynamıştır. Barkan’ın ifadesiyle
“kolonizatör Türk dervişleri” kurdukları zaviyelerle Anadolu’nun kısa sürede İslamlaşmasını
ve Türkleşmesini sağlamıştır. XIII. yüzyıl Anadolusu’na psikolojik bir güç sağlayarak kısa
sürede Anadolu’da siyasi bir birliğin tesis edilmesine ön ayak olmuşlardır. Doğu kökenli olan
bu dervişler Türk ordularından daha önce kurdukları zaviyelerle uc boylarına ulaşmışlar
böylece gaza, ibadet ve hayır ruhunu canlı tutmuşlardır. Zaviyelerin birer dini, sosyal ve eğitim
örgütü olmasının yanı sıra yerleşim merkezlerinin kuruluşunda ve boş alanların iskana
açılmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Zaviyeler süreç içerisinde kırsal alanda köy ve
mezra; kasaba ve şehirlerde ise mahallelerin oluşmasını sağlamışlardır ve bu yönleriyle adeta
“birer iskan politikacısı“ olarak faaliyet göstermişlerdir.
İşbu çalışmada, Saruhanoğlu Beyliği ile birlikte başlayan Manisa ve havalisinin
Türkleşme/İslamlaşma sürecinde zaviyelerin rolü ortaya konmaya çalışılacaktır. Bu amaçla
Saruhanoğlu Beyliği dönemine ait başta vakfiyeler olmak üzere diğer bazı vakıf arşiv
kaynakları ile Manisa Şerʻ iye Sicillerinde, Saruhanoğulları dönemine atıflar yapılan zaviyeler
ve bu zaviyelerin dağılımı ele alınacaktır. Böylece Saruhan yurdunun Türkleşme ve İslamlaşma
sürecinin bir cephesinin aydınlatılmasına katkı yapılmış olacaktır.

29
TARİHTEN KUTSALA, BEYDEN VELÎYE: SARUHAN, İSHAK
VE HIZIRŞAH BEYLER
Yrd. Doç. Dr. Gürol PEHLİVAN

Günümüzde Manisa’da halk tarafından ziyaret edilen ikisi kesin (Saruhan ve İshak
Beyler), biri şüpheli (Hızırşah Bey) üç Saruhanoğulları beyinin ziyaretgahı bulunmaktadır. Bu
zatlar, yüzyıllar içerisinde devlet adamı kimliklerinin dışında birer velî olarak kabul edilmişler,
buna bağlı olarak kabirleri birer yatır haline gelmiştir. Tebliğde bu üç zatın beyden velîye geçiş
sürecini ve kabirleri etrafında oluşan inanç ve uygulamaları incelenecektir. Bu bağlamda
tarihin, kutsal tarihe dönüşümü ve tarihsel kişiliklerin kutsal kişiler haline getiriliş süreci
mercek altına alınacaktır.

30
ARŞİV BELGELERİNDE MANİSA MEVLEVÎHÂNESİ

Mevlevî tarikatının zikir ve devran âyinlerinin yapıldığı tekkeler olan Mevlevîhâneler,


başta Konya, İstanbul olmak üzere Anadolu'nun birçok şehirlerinde kurulmuş ve toplum
hayatının şekillenmesinde rol oynamış önemli merkezler olmuşlardır.
Kuruluşu Saruhan Bey'in torunu İshak Çelebi zamanına kadar uzanan ve 1369 yılında
kurulmuş olan Manisa Mevlevîhânesi, mevlevîhâneler arasında Konya Mevlevîhânesi'nden
sonra önemli bir yere sahipti.
Biz bu sempozyum vesile ile Arşiv belgelerine yansıyan ve mevlevîhânenin post-
nişînliğine ve şeyhliğine tayinleri/tevcihleri, bunlardan memleket işlerine müdahalede
bulunanların uyarılması ve adam yaralama olayına karışanların mahkûm edilmesi, hizmetleri
sebebiyle nişanla taltîfleri, mevlevîhânenin muâmele-i istisnâiyyeye tabi tutulması gibi
hususları ihtivâ eden belgeleri tebliğ konusu çerçevesinde ele almak ve değerlendirmek
istiyoruz.

31
SARUHANOĞULLARINDA İLMİ VE KÜLTÜREL HAYATA
GENEL BAKIŞ
Prof. Dr. Mehmet ŞEKER

Anadolu Beyliklerinin ikinci beylik döneminde ortaya çıkmış olan beyliklerde ortak
özelliklerden biri bilim ve kültür hayatında görülen muhtelif müesseselerdir. Bunların başında
cami, medrese, imaret ve zaviyeler gelmektedir. Bunlardan ayrı özellik arzeden, dâru’l-huffâz,
dâru’l-kurra, dâru’l-hadis, ve dâru’ş-şifâ gibi eğitim öğretim kurumları da görülmektedir.
Bu müesseselerde görev alan ilim adamları ve öğrenciler bölgenin bilim ve kültür
hayatına katkıda bulunmakta, hem ilmi hem de toplumsal faaliyet göstermektedirler. İşte
Saruhanoğulları coğrafyasında da benzeri müesseseler yaygın olarak kurulmuş ve faaliyette
bulunmuşlardır. Bu bildiride bu müesseselerden bazıları üzerinde durulacaktır.
Ayrıca Saruhanoğullarında ilmî faaliyet gösteren telif ve tercümeler yapan zevatta da
özellikle “Bah-nâ me” müterciminin tercüme ettiği eserin muhtevasından ve tıp alanındaki
yerinden bahsedilecektir. Bu eserin başka tercümeleri üzerinde de durulacaktır. Özellikle
beylikler devrine çağdaş olan Ali b. İshâk’ın “Bahnâmesi” de tanıtılacaktır.

32
AKHİSARLI ŞEYH İSA MENAKIBNAMESİ VE BAZI
MENAKIBNAMELERDEKİ BENZER MENKIBELERİN
MUKAYESESİ
Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı MERCAN

15-16. yüzyıllarda yaşamış olan Şeyh İsa ile daha önce yaşamış olduğu bilinen Şeyh
Evhadüddin Kirmani, Şeyh Aleaddin Ali es-Semerkandi ve benzzeri bazı menakıbnamelerdeki
menkabelerin ortak yönleri ve olaylardaki benzerliklerin mukayesesi yapılacaktır. Osmanlı
Devleti'nin yükselme devri Padişahlarının dönemlerini idrak etmiş olan Şeh İsa ile Fatih Sultan
Mehmed devrinin başlarında vefat eden Şey Alaeddin Ali Semerkandî ve Kirman Selçulularını
son şehzadesi olduğu kabul edilen ve sonradan tasavvuf mesleğine giren Şeyh Evhadüddin
Kirmani'nin ve diğer bazı menakıbnamelerin ortak yönleri hakkında bilgiler karşılaştırılacaktır.

33
ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ MUMYALARINA GENEL BİR
BAKIŞ VE SARUHAN BEYİNİN OĞLUNU
MUMYALATTIRMASI
Dr. Zehra GENÇEL EFE

Mumyalama, insan vücudunun ölümden sonra bozulmadan kalmasını sağlayan bir


ameliyedir. Bu işlem ister kısa süreli olarak, isterse ilânihaye korumayı hedeflemiş olsun,
insanın ölüme karşı mücadelede yenilgiyi kabul etmemesinin tezahürü olarak kabul
edilmektedir.
Mumyalama, hemen her coğrafyada az ya da çok yapılmıştır. Mısır’da MÖ 5000
yıllarından itibaren çok uzun dönem ve diğer coğrafyalara oranla daha yaygın olarak devam
etmiş bir gelenektir.
Eski Türklerde de bu gelenek vardı. Bunun en önemli sebeplerinden biri, hakanın veya
diğer önemli devlet adamlarının adeta şölen havasında yapılan cenaze törenlerinin hazırlanması
için uzun zamana ihtiyaç duyulmasıydı. Ölümün ilanı, törenin hazırlığı ve yabancı devlet
erkânının törene iştirak etme süreleri göz önüne alındığında, geçen sürede cesedin bozulmasını
önlemek için mumyalamak gerekiyordu.
Türklerden önceki döneme ait Anadolu’da ortaya çıkarılan mumyalar, bu coğrafyada da
mumyalamanın varlığını göstermektedir. Özellikle Bizans Dönemi mumyaları son dönemlerde
yapılan kazılarda sıkça ortaya çıkmaktadır.
Türkler İslâmiyeti kabul ettikten sonra uzun dönem bu geleneklerini devam
ettirmişlerdir. Özellikle Türkiye Selçukluları Döneminde bu gelenek yaygın olarak
sürdürülmüştür. Tıpkı Orta Asya’da olduğu gibi, mumyalama devletin ileri gelenlerinin
cesetleri yanında sıradan halk arasında da uygulanmaktaydı. Şemseddin Altun-Aba
vakfiyesinde, fakirlerin ölülerini defnedebilmeleri, bunlar arasından isteyenlerin bu ölüleri
mumyalatabilmesi için pay ayrıldığının kaydedilmesi bu konudaki en önemli kaynaktır.
Beylikler döneminde, Türkiye Selçukluları ile paralel olarak mumyalama geleneği
devam etmiş olmasına rağmen, günümüze ulaşabilmiş mumya sayısı çok değildir. Mumyalık
katı bulunan türbe mimarisi, pek çok devlet adamının mumyalandığını göstermekle beraber,
mumyalar zaman içinde bozulmuş, çoğunda lahitler içinde sadece iskeletlerini korumaya
devam etmektedir. Tespit edilenlerin bir kısmının muhtelif zamanlarda vatandaşlar tarafından
defnedildiği bilinmektedir.
34
Mumyalama konusunda bize bilgi ulaşabilen beyliklerden biri Saruhanlı Beyliği’dir.
1345 yılında Makedonya’ya sefer esmasında Küçükçekmece’de hummadan ölen, Saruhan
Beyin oğlu Süleyman Bey, Umur Bey tarafından mumyalatılarak babasına teslim edilmişti. İbni
Batûta Manisa’yı ziyaret ettiğinde, Sultan’ı ziyaret etmek istemiş ve kendisini ölen oğlunun
mezarı başında gözyaşı dökerken bulmuştu. İbn Batuta bu cesedin mumyalanmış olduğunu
kaydetmiştir.

35
EŞİTLER ARASINDA İKİNCİ:

SARUHANOĞULLARI BEYLİĞİ’NİN LİDERLİK


DİNAMİKLERİ
Yrd. Doç. Dr. Gaye YAVUZCAN A. AGHDAM

Bilindiği üzere Türkiye Selçuklu Devleti’nin uçlardaki otoritesinin zayıflaması, Uç


Türkmenleri ile Moğol istilası önünden kaçarak Anadolu Türk nüfusuna daha sonra katılan
unsurların teşkilatlanmasına ve Moğol baskısı üzerine bu hanedanla siyasî bağlarını
koparmasına yol açmıştır. Batı Anadolu beyliklerinin Bizans ve Türkiye Selçuklu devletlerinin
içinde bulundukları durumdan faydalanarak ve bundan dolayı giriştikleri yoğun siyasî
faaliyetten, bu mücadele devresinin erken zamanlarında güçlü beylikler olarak öne çıkmış
bulunan Germiyan ve Candaroğulları’nın arasında küçük bir beylik olarak teşekkül eden
Osmanlılar, eşitler arasında birinci olarak çıkmıştır. Başka bir ifadeyle, Osmanlılar, Anadolu
Türklüğünün XIII.-XIV. yüzyıllardaki sosyal ve siyasal şartları altında zuhur eden beylikler
arasından sıyrılarak önce diğer beylikleri kendi önderliğinde bir konfederasyon olarak
örgütlemiş, zamanla merkezî idarelerini tesis ederek bu beyliklerin siyasî hayatlarına fiilen son
vermişlerdir. Osmanlıların eşitler arasında birinci olmasıyla diğer beyliklerin, eğer böyle bir
azmin kendilerinde var olduğunu kabul ediyor isek, eşitler arasında öne çıkma yarışında,
birbirlerine oranla kudretleri yahut Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılma şekil ve zamanları
fark yaratmaksızın, eşitler arasında ikinci olduklarını söyleyebiliriz.
Açıktır ki, Osmanlı Beyliği’nin zuhurunda etkili olan XIII. yüzyıl Anadolu’sunun sahne
olduğu sosyal ve siyasal değişim, onunla birlikte ve çoğu kendisinden önce vücuda gelen diğer
birçok Türkmen beyliğinin de teşkilatlanmasını tetiklemiştir. Bu durumda diğer Türkmen
beyliklerini eşitler arasında ikinci kılan saik, Osmanlıların ideolojik temel ve kurumsal alt yapı
ile sosyal ve siyasî tutum ve hedeflerinin, diğer beyliklerden farkında aranmalıdır.
Selçuklu sınır ötesinde hâkimiyet sahalarını genişleten diğer beyliklerden Osmanlıları
ayıran ve Osmanlı Beyliğinin imparatorluğa evrilmesini mümkün kılan sosyo-kültürel ve
sosyo-politik faktörlerin üzerinde, genellikle Osmanlı tarihi odaklı olarak durulmuştur.
Bununla birlikte söz konusu diğer beyliklerin ve bu meyanda Saruhanoğulları’nın eşitler
arasında birinci olma yarışında geride kalmasına yol açan faktörlerin, bu siyasal örgütleri temel
alan bir bakış açısıyla tespit edilmesinin de son derece önemli olduğu açıktır.

36
Bu bildiride Osmanlıların eşitler arasında birinci konumuna yükselmesinde diğer
beyliklerin durumunun etkisi, Saruhanoğulları örneğinde tahlil edilmeye çalışılacaktır.

37
TAVAİF-İ MÜLÜK DÜNYASINDA TÜRK DEVLET
GELENEĞİNİN İZLERİ: SARUHANOĞULLARI DEVLETİ’NİN
VERASET SİSTEMİNE GENEL BİR BAKIŞ
Arş. Gör. Ruhat ALP

XIII. yüzyıl’da Moğolların Müslüman Ortadoğu’sunu işgalleri, Anadolu Selçuklu


Devleti’nin Kösedağ Savaşı (1243) ile sonunu hazırlamış ve bu istila ile Anadolu’nun politik,
kültürel ve demografik yapısında çok önemli değişiklikler olmuştur. Bu istilanın neden olduğu
göçler ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi otoritesinin azalması sonucunda, Batı
Anadolu’da kurucusunun adını alan patrimonyal beyliklerin kuruluş süreci başlamış ve göçler,
Batı uçlarında çok önemli bir demografik devrime neden olmuştur.
Özellikle Anadolu Selçuklularının merkezi otoriteyi kaybetmeye başlamasıyla birlikte,
bu beylikler, XIII. yüzyılın sonlarına doğru, yavaş yavaş merkezden bağımsız hareket etmeye
başlamışlardır. Merkezden uzak konar-göçer unsurların yoğun olduğu uclarda, özellikle
Bizans’a karşı yürütülen gaza, uçların Batı’ya doğru yayılmasını motive etmede, çok önemli
ideolojik ve dini bir faktör olmuştur.
Zamanla Anadolu Selçuklu Devleti’nin bakiyesi olan bu beylikler, Türk-İslam
geleneğinin de etkisiyle, devletleşme sürecini tamamlayacaklardır. Özellikle Batı Anadolu
Beylikleri (Saruhan, Aydın, Menteşe, Karesi), Ege Denizi’nde Hıristiyan Haçlılar tarafından
durdurulunca, gaza işlevini kaybedecek ve tedrici olarak klasik ve geleneksel İslami kurum ve
kültür öğeleri, bu beyliklerde egemen olmaya başlayacaktır. Mesela İbn-i Batuta, Güzel
çarşıları, sarayları, cami ve medreseleri ile Beylikleri tasvir eder. Ayrıca Aydınoğulları
Beyliği’nin sarayı ve ipek elbiseler giymiş köleleri İbn-i Batuta’nın gözlemleri arasındadır
Bu devletleşme sürecinde, içlerinde Saruhanoğulları Beyliği’nin de yer aldığı Tavaif-i
Mülük dünyası, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Türk devlet geleneğinin de mirasçısı ve
sürdürücüleriydiler. Öyle ki bu olgunun tipik örnekleri;Türk devletlerinde veraset sistemini
etkileyen Karizmatik hâkimiyet algısı (Kut anlayışı), orun-ülüş sistemi, Ülke hanedanın ortak
malıdır anlayışı gibi inanç ve uygulamaların Saruhanoğulları’nda da genel hatları ile
görülmesidir. İşte tam da bu nokta da biz, bu inanç ve uygulamaların Saruhanoğulları
Beyliği’nde ne şekilde ve nasıl vuku bulduğunu incelemeyi deneyerek, beyliğin Türk devlet
geleneğinin tutarlı bir mirasçısı olduğunu göstermeye çalışacağız.

38

You might also like