You are on page 1of 42

E K t C İ G t h V A T I N E V İ

N a k le d e n :

İstanbul, Nuruosnıaniye Caddesi


E K t C İ G İL B A S IM E V İ
ı n r> 4
Çocuk kitapları serisi N o :l
BAĞDAT TACİRİ
UNDAN yüzlerce sene önce, halife Hâ-
run el-Reşid’in hükümdarlığı zamanın­
da, Bağdatta Ali Hoca isminde bir tâ-
cir vardı. A i Hoca hayatında hiç ev­
lenmemişti; bunun için, babasından ka­
lan büyük bir evde yapayalnız bir vaziyette ya­
şayıp gidiyordu. Her sabah dükkânına gider,
kimseyi aldatmadan mallarını satar ve bol bol
para kazanırdı.
Ali Hoca bir gece rüyasında ak sakallı ve
sevimli bir ihtiyarla karşılaştı; ihtiyar adam
onu: «E y Ali Hoca, şimdiye kadar niçin Mek-
keye, hacca gitmedin?..» diye azarladı.
Bu rüya, Ali Hocayı bir hayli korkuttu ve
günlerce düşündürdü. O, parası olan her müs-
lümamn, Mekkeyi ziyaret etmek zorunda ol­
duğunu bilmiyor değildi; fakat birçok kıymet-
4

3
5
B A Ğ D A T T A C İ R î

li eşyalarla dolu olan evini ve dükkânını kime


bırakıp ta hacca gidecekti? A li Hoca kendini
böylece avutarak her zamanki işine devam et­
ti; fakirlere yardım ederek günahını a ffettir­
meğe çalıştı.

A li Hoca, küpün üstüne zeytinleri doldurdu.

Fakat o rüyayı gördüğündenberi, vicdanı


kendisini okadar rahatsız ediyordu ki, bu sı­
kıntıdan kurtulmak için nihayet hacca gitme­
ğe karar verdi.
Bu düşüncesini gerçekleştirebilmek için ön­
ce evindeki mobilyaları satmağa başladı; ondan
sonra da dükkânını ve oradaki mallarının bü­
yük bir kısmım sattı; artık Melekeye gidecek
kadar parası vardı. Fakat evini satmadı; bir

4
B V Cx I) A T T A C t K î

İki tacir, Ali Hocanın mallarım seyrediyorlardı.

5
It A ("i 1) T 'I' A C t K t

adama kiraladı; seyahattan döndüğü zaman,


yine bu eve yerleşecekti.
Nihyet bütün işlerini bitirdi. O sırada Bağ­
dat şehrinden Mekkeye büyük bir kervan da
gitmek üzereydi. Ali Hoca bu kervanda ken­
disine de bir yer ayırttı. Fakat bir şey onu çok
düşündürüyordu: Elinde, yol parasından başka,
bin tane de altın vardı; bu bin altını nereye
götürecekti? Ya hacca giderken haydutlar kar­
şılarına çıkıp bütün kervanı soyarlarsa, A li Ho­
canın hâli nice olurdu?
Düşündü, düşündü... Nihayet şöyle bir ça­
re aklına geldi: Elindeki bin altını, bir küpün
içine saklıyacaktı. Bunun üzerine, çarşıdan bü­
yükçe bir küp aldı ve altınlarını bunun içi­
ne koydu; daha sonra da küpün üst tarafını
zeytinlerle doldurdu. Küpün ağzını iyice kapat­
tı. Artık gönlü ferahlamıştı. Bundan sonra da
bu küpü, doğruluğuna inandığı bir arkadaşının
yanına götürdü: «Kardeşim, diye söze başladı,
ben, bir kaç gün sonra kervanla birlikte Mek­
keye gideceğim. Eğer, şu zeytin dolu küpü, ben
dönünceye kadar saklıyabilirseniz çok memnun
olurum.»
Ali Hocanın arkadaşı olan tüccar, gayet
tatlı bir sesle şöyle cevap verdi: «Buyurun,
dükkânımın anahtarını alın; küpünüzü nereye
isterseniz oraya yerleştirin; size söz veriyorum
ki, ne zaman geri dönerseniz, küpü ayni yerde
bulacaksınız.»
Nihayet bütün işlerini bitirdi. O sırada Bağ-
Hoca, beraberinde götüreceği eşyaları, bir de­
veye yükledi; kendisi de devenin üzerine bin-

6
B A Ğ D A T T A C tB İ

Şam’ın sihirli bahçeleri


I

4
*3
n A C D A T T A C t R t

di. Aylarca süren seyahattan sonra, sağ sa­


lim Mekkeye varabildi.
Orada, bütün diğer hacılarla birlikte, kâ-
be denilen meşhur tapmağı ziyaret etti. Esa­
sen her sene, dünyanın dört bir köşesinden ge­
len binlerce müslüman bu tapmağı ziyaret e-
derlerdi; bundan başka daha birçok dinî tö­
renler yapılır ve herkes bu törenlere iştirak
ederdi.
A li Hoca, bu dinî törenlerin hepsini bitir­
dikten sonra, beraberinde getirdiği kıymetli eş­
yaları da satmağa başladı. Böj/lece hem ziya­
ret, hem de ticaret yapmış oluyordu.
A li Hoca, bu mallarını büyük bir meyda­
nın ortasına sermişti. Gelip geçenler onları hay­
ran hayran seyrediyorlardı. Bu sırada Ali Ho­
canın yanında duran iki tüccar, kendi araların­
da şöyle konuşmağa başladılar: «Eğer bu ta­
cir, mallarının Kahirede çok pahalıya satıla­
cağını bilseydi, onları burada böyle ucuzca sat­
mazdı.»
A li Hoca, bu konuşmaları can kulağiyle
dinliyordu; Mısır’ın güzelliğini daha önce de
duymuştu; bu fırsattan istifade ederek Mısır’a
gitmeğe karar verdi. Eşyalarını topladı ve bü­
yük bir deveye yükleyerek Kahire kervanına
katıldı.
Kahireye ulaştığı zaman, böyle bir seyahat
yapmakla hiç de hatâ etmediğini daha iyi an­
ladı ; orada malların fiyatları çok pahalıydı; bu­
nun için bütün eşyalarını çok iyi fiyatla sattı;
okadar para kazandı ki, bu derece kâr edece­
ğini daha önceden hiç düşünmemişti. Elindeki

I •
i

n A Ğ T) A T T A c i n i

paranın bir kısmıyla, Şam şehrinde


zere, ucuz mallar aldı. F ak at Şama O
kervan ancak alii hafta sonra Kahn.o en . .
reket edecekti. A li Hoca, Kahirenın görülecek?
her yerini gördüğü için, bu altı h a f ui^ zar' m j
da bütün M ısır’ı dolaşmağa karar veren. Once^
ehramları ve meşhur Sfenks heykelini 8o ı r u n
dah sonra da küçük bir gemi ile Nü ııehr. ti-;
zerinde seyahatma devam etti; N ılm her :Kn

Komşu tacir, altınları aldıktan sonra, küpü,


aldığı yere koydu.
kıyısında bulunan eski ve tarihî şehirleri zevk
’ıe seyretti.
Nihayet, Şam’a giden kervana katıldı. K er
van önce Kudüs şehrine uğrıyacaktı. Bizim A!

V * •••
BAĞDAT TACİRİ

Hoca, bu fırsattan istifade ederek Kudüs’ü de


ziyaret edebileceği için çok memnundu; zira
bütün müslümanlar nazarında Kudüs, Mekke
ve Medineden sonra en mukaddes bir şehirdi.
Kudüs’ü de gören Ali Hoca, Şam’a ulaştığı
zaman, bu şehri çok beğendi. O devirde Şam
şehri, sularının bolluğu ile, yeşilliklerinin ve si­
hirli bahçelerinin güzelliği ile bütün dünyada
meşhurdu. Bağdat tâciri Ali Hoca, uzun müd­
det Şam’da kaldı.
Fakat, Bağdat şehrini de asla unutamıyor-
du. Şam’dan ayrıldıktan sonra Halep’e gitti;
bir zaman da orada kaldı. Daha sonra Fırat
nehrini geçerek Musul’a doğru yola koyuldu.
Niyeti;, kısa yoldan Bağdat’a ulaşmaktı.
Fakat Musul’a vardığı zaman iş değişti;
Halepten gelirken yol arkadaşları arasında İ-
ranlı tüccarlar da vardı. Ali Hoca bu İranlIlar­
la çok samimî bir arkadaşlık kurmuş ve on­
ların tatlı konuşmalarına hayran olmuştu. î-
ranlı tâcirler bütün yol boyunca güzel hikâye­
ler, masallar anlatarak Ali Hocayı bol bol gül-
dürmiişlerdi. Şimdi onlar, Bağdatlı tâciri de
beraberlerinde İran’a götürmek istiyorlardı.
Eğer Ali Hoca, onlarla birlikte İranın Şiraz
şehrine gider ve orada alışveriş yaparsa, çok
para kazanacak ve memnun olarak Bağdat’a
dönecekti. Nihayet Ali Hocayı bu işe inandıra-
bildiler ve hep birlikte yola çıktılar. Bağdat’lı
tâcir ve arkadaşları, İran’ın birçok şehirlerini
ziyaret ettiler; meşhur İsfahan şehrini de gör­
dükten sonra Şiraz’a vardılar. Fakat yolculuk
* • I, ' i i ^ 0 ^ ^ • • ı 1

Tâclı-, A li Hoca’yı görünce onu hemen kucakladı


n A Ct T) A T T A c i n i

bukadaria bitmedi; oradan da Hindistan’a geç­


tiler; sihirbazları, vahşi ormanları, kaplanları,
filleri gördüler. O devirde yolcular develerle
veya atiarla seyahat ettikleri için, yolculuk u-
zaclıkça uzuyordu. Ali Hoca, Bağdattan ayrıla­
lı yedi yıl geçmişti. Bağdatlı tacirimiz, vatanı­
nı çok özlediğinden, artık kat’î surette Bağ­
dat’a dönmeği kararlaştırdı ve yola koyuldu.
Bağdat’tan ayrılmadan önce, arkadaşına emâ­
net ettiği küpü ise hiç düşünmemişti. Çünkü
arkadaşının doğruluğundan emin bulunuyordu.
Ali Hoca, Şi'raz’dan yola çıkan bir kervan­
la birlikte anavatana dönerken, Bağdat’taki
tüccar arkadaşı bir akşam ailesiyle yemek yi­
yordu. Tüccar, karısına o günkü işlerinden
bahsediyor ve kazandığı paraların miktarını
söylüyordu. Bir ara konuşma, zeytin bahsine
döküldü. Bu sırada tüccar, karısına dedi ki:
«Hanım, sen zeytinlerden bahsederken, Ali Ho­
canın, bana bıraktığı zeytin dolu küpü hatır­
ladım. Aradan yedi sene geçti, fakat Ali Ho­
ca hâlâ geri dönmedi. O sene Mekke’den geri
gelen kervan yolcuları, Ali Hocanın Mısır’a git­
tiğini söylemişlerdi. Bukadar senedenberi Bağ- •
data gelmediğine göre, Ali Hoca muhakkak öl­
müş olacak. Artık, bundan sonra zeytinleri yi­
yebiliriz; kimbilir, küpteki zeytinler ne kadar
lezzetli olmuştur!.. Haydi, bana bir tabakla bir
de mum ver; gidip şu nefis zeytinlerin tadına
bakayım.»
Karısı buna itiraz etti: «Kocacığım, böy­
le bir işe girişirken Allahtan korkmuyor mu­
sun ? Çok iyi bilirsin ki,. başkasının malına el

12
S
Ş
13 A û D A T T A C t İt t f

Al i Hoca, arkadaşı olan tacirin sadakatsizliğini “f


nihayet farketmisti. *
B A Ğ D A T T A C l B Î

sürülmez; buna, emânete hıyanet etmek der­


ler. Ali Hoca Mekke’ye gideli yedi sene oldu
ve daha da dönmedi, diyorsun. Fakat onun, Mı­
sır’a gittiğini sana söylemişler; Mısır yolculu­
ğunun ne kadar uzun süreceğini iyi bilirsin. Ali
Hocanın öldüğüne dair hiçbir haber aldın mı?
O, belki yarın, belki de öbür gün geri döne­
bilir. Onun zeytinlerine el sürmek, ailemizin şe­
refini lekeler. Esasen bu hareket, arkadaşlığa
ve onun sana gösterdiği itimada da hiç yakış­
maz. Sana açıkça söyliyeyim ki, başkasına ait
olan o zeytinleri hiç yemek istemem ve ye-
miyeceğim de... Zeytin lâfını ortaya atarken,
konuşmanın böyle bir şekil alacağını hiç düşün­
memiştim. Eğer, zeytinler bir müddet daha
küpte kalırsa çok iyi olgunlaşır ve tatlılaşır. Ve
Ali Hoca geri döndüğü zaman, küpün karıştı­
rıldığını farkederse, aranızdaki arkadaşlık ve
itimad da sona erer. Çok rica ederim, yalva­
rırım, bu istekten vazgeç.»
Kadın, kocasına daha fazla bir şey söy-
liyemedi; zira kocasının niyetini, onun yüzün­
den okuyordu. Gerçekten tüccar, karısının bu
iyi öğütlerine kulak asmadı. Ayağa kalkarak
. bir tabak ve bir de mum aldı ve dükkânına
doğru yola koyuldu. Karısı hâlâ yalvarmakta
devam ediyordu: «Yapma kocacığım, vazgeç
bu işten; sana şimdiden söylüyorum, son piş­
manlık fayda vermez; ergeç bu işi yaptığına
pişman olacaksın.»
Tüccar, kulaklarını kapadı ve geri dönme­
di. ^Dükkânına varınca küpü, Ali Hocanın koy­
duğu yerden çıkardı ve kapağını açtı; zeytin­

li
«t
h
tf
«I

Iiom§ıılar da Ali Hoca ile tacirin münakaşasına


katıldılar*
15 A Ğ D A T T A C t tt t

ler iyice çürümüştü. Alt taraftaki zeytinlerin


mi, yoksa üst taraf takilerin mi daha lezzetli
olduklarını anlamak için, tabağı, küpün içine
daldırdı; tabağı çıkarırken birkaç tane altın
şangırdayarak 3'ere düştü.
Altınları görünce, tüccarın gözleri, faltaşı
gibi açıldı; yarı şaşkın, yarı da ihtirasla onla­
rı seyrediyordu. Bütün zeytinleri tabağa boşalt­
tı ve küpteki altınları tekrar tekrar saydı.
«Tam bin altın, bin altın!..» Diye kendi kendi­
ne söyleniyordu.
Eve döndüğünde «Haklıymışsın karıcığım,
dedi, bütün zeytinler çürükmüş; kapağı iyice
kapattım; Ali Hoca dönse bile onun karıştırıl­
dığını farkedemiyecek.»
Karısı: «Bana inansaydmız daha iyi ede-

AI\ Hocaı, arkadaşını ikna etmeğe çalışıyordu.

çektiniz» diye serzenişte bulundu ve «Tanrım,


dedi, bizi fenalıklardan uzaklaştır, iyiliğe yak­
laştır...»
Tüccar, karısının bu son sözlerinde bir
tehlike kokusu sezdi. Bütün gece, altınları ne-

16
• •I m• i J ».fl « . 4
reye saklıyacağmı v eAli Hoca gen gelip kü _
pü isterse ne yapacağını duşundu.
Ertesi sabah koşa koşa çarşıya gitti; o sey
nenin mahsulü olan yeşil zeytinlerden satın ala .
rak dükkâna döndü. Bu zeytinlerle kupu --
durdu ve ağzını kapatarak tekrar eski yerme.
koydu. ' ^ ■
Ali Hoca bir ay sonra Bağdat’a doııdu:
evini, başkasına kiralamış olduğu için bir hana.

Ali Hoca, Kadı’nın huzurumla, tacirin suçlu


w

olduğunu söylüyor. ^

yerleşti. O devirde oteller yoktu; kervanların


dinlenmeleri için han denilen yerler vardı. Ali

M at taciri F: %
BAĞDAT TACİRİ

Hoca, kiracısına haber göndererek evi boşalt­


masını bildirdi.
Ertesi gün de tüccar arkadaşının yanma
gitti. Tüccar, onu görünce hemen kucakladı,
dönüşüne çok sevindiğini, neredeyse Ali Hoca­
nın bir daha geri gelmiyeceğine inanmağa baş­
ladığım bildirdi.
Uzun bir ayrılıktan sonra yapılması âdet
hâline gelen, bu komplimanlardan sonra Alı
Hoca, zeytin küpünü muhafaza etmek zahme­
tine katlandığı için teşekkürlerini ve minnet­
tarlığını bildirdi.
Tüccar: «A li Hoca, sevgili dostum, deii,
lâyık olmadığım, iltifatlarınızla beni şımartıyor­
sunuz. Küpünüzü saklamak bana hiç sıkıntı
vermedi; onu bana emânet etmekle, aramızda­
ki arkadaşlığın devamı için bana fırsat verdi­
niz. Buyurun, işte dükkânımın anahtarı; gidin
onu alın; giderken nasıl bıraktıysamz, şimdi
de ayni şekilde bulacaksınız.»
%& m

A li Hoca, tüccarın dükkânına gitti; küpü


oradan aldı ve sonra anahtarı geri verirken
tüccar arkadaşına, yaptığı iyilikten dolayı tek­
rar tekrar teşekkür etti. Hana dönünce, doğ­
ruca kendi odasına gitti. Küpün ağzını açtı; al­
tınları yoklamak için küpün içine elini daldırdı.
Fakat zeytinden başka bir şey bulamadı. Belki
altınlar küpün kenarlarına kaymış olabilirdi.
Bütün zeytinleri dışarı çıkardı. Hayret, bir ta-
0

18 I
Tl A G I> A T X a ( yk t^

ne bile altın yoktu. Ali Hoca ne !


girmişti; bir türlü buna mannıak ıste
Gözlerini gökyüzüne kaldırarak.

i
1
i
.T

4-

. *L

4
t

•IK
4 L.

-
t

i
Ali Hoca, elindeki dilekçeyi kaldırarak gösterdi.

mü, diye bağırdı, kendisini uost bildiğim bir in­


» .y
san, bu sadakatsizliği nasıl yapabilir?!..»
• 1I

A li Hoca, bu öldürücü darbeden bitkin bir


vaziyette, tüccar arkadaşının yanma gitti:
B A G D A X I A C t li 1

«Dostum, dedi, hemen geri döndüğüm için


hayret etmeyiniz. Zeytin küpünü açtığım za­
man şaşırdım kaldım; zira ben, küpe zeytin­
lerle birlikte bin tane de altın koymuştum; fa ­
kat şimdi onları bulamadım. Belki sizin paraya
ihtiyacınız olmuştur; bu maksatla altınları ala­
rak kullanmışsınızdır, diye düşündüm. Eğer
durum böyle ise, altınlarım sizin emrinize âma-
dedir. Çok rica ederim, beni üzüntüden kurta­
rın, hakikatin böyle olduğunu söyleyin.»
A li Hocanın bu şekilde iltifatlarda buluna-
.

cağını daha önceden hesaplayan tüccar, vere­


ceği cevabı da hazırlamıştı:
«A li Hoca, sevgili dostum, dedi, siz zeytin
küpünü benim dükkâna yerleştirirken ben hiç
elini ona sürdüm mü? Dükkânımın anahtarını
size vermedim mi? Bizzat kendiniz onu dük­
kâna götürüp yerleştirmediniz mi ve geri dön­
düğünüz zaman yine kendiniz onu ayni yerde,
ağzı kapalı bir şekilde bulduktan sonra ,alıp
götürmediniz mi? E ğer küpün içine altın koy­
muşsanız, orada altın bulabilirsiniz. Siz, bana,
onun içinde zeytin bulunduğunu söylediniz; ben
de inandım. Bütün bildiğim bu kadar:.. İster­
seniz bana inanın; fakat ona hiç elimi dokun­
durmadım.»
A li Hoca, son- derece tatlılıkla, arkadaşı­
nı yola getirm eğe çalıştı; fakat tüccar, Nuh

20
(
%
i
*
.K

15 A Ci n A T T A c t n t
?

diyor, Pepgamber demiyordu. b u b a y e t^ A ^ H ° ^


diyor, repgam oer ~ vermekle ri­
ca dayanamadı: «S ızı mahke y h erh al_
duyacağım; bu
.iintü duyacağım,
züı-,tu .. « W * ® S •bir yola
de şerefli bir şey o l m a k t ı . Beyle b ^ .
Utî gcıcııı ~ . ,
başvurmak sorunda
başvurman z u ıu u ^ kalırken_
_ cıdd
, : de hiç kimse-
sirim. Bundan sonra
sırım. Jtsunaaıı öuma Bağdat §el
- . •
™wrevire- • t
size itimad etmiyecek;
size ıtımaa etnu/ ’ herkes
. etmiyecek. İnat, ,
cek ve kimse sizinle alışveriş
** ”*• •«. •• #
0 w
y
/•

l
i

çocuklar, A li Hoca İle tacirin tartışmasını


f
V

taklit ediyorlar.

etmekle beni, hakkınızda dâva açmağa mecbı


* bırakıyorsunuz.»
\ 1 y _ t

Tüccar, sanki olanlardan İliç haberi \o


takınarak
A li Hoca, dedi, benim dükkânıma ze
B A & T) A T T A C t It t

’ u % ' » zmı* * ’ •• ►-*j ■• * « -r «- 'fil

tin dolu bir küp bıraktığınızı siz de söylüyor­


sunuz; onu alıp götürdünüz; şimdi ise benden i
bin altın istiyorsunuz. Bana, küpün içinde al­
tın olduğunu söylediniz mi? Eğer bana göster­
memiş olsaydınız, küpün içinde gerçekten zey­
tin bulunup bulunmadığını dahi bilmeyecektim.
Benden, altından başka, inciler veya elmaslar
istemediğinize şaşıyorum. Bana inanın, man- !
tikli olun, ve dükkanımın önüne bütün dünyayı
toplamayın.»
0
..^ 4 —- * W » * % ^ K. 1• - . • ' — • •

Bu sırada yoldan geçen birkaç kişi orada


durup, iki eski arkadaşın konuşyıalarını hayret
le dinliyorlardı. Daha sonra kalabalık arttık­
ça arttı, bütün komşu tüccarlar orada toplan­
dılar. A li Hoca ile tüccarın konuşmaları şid­
detli bir münakaşa haline gelmişti. Komşu tüc­
carlar, bu ağız kavgasını tatlılıkla sona erdir­
meğe çalışıyorlardı.
A li Hoca onlara vaziyeti anlattığı zaman,
komşular, tüccarın bu iddiaları cevaplandırma­
sını istediler.
Tüccar, A li Hocanın küpünü, kendi dükkâ­
nında sakladığını. itiraf etti; fakat küpe elini
bile sürmediğini söyledi; eğer A li Hoca kendi­
sine bildirmeseydi, küpün içinde gerçekten zey­
tin bulunup bulunmadığını bile bilmeyeceğine
dair yemin etti; buna rağmen, A li Hocanın,
“ £
kendisine hakaret ettiğini belirtti. A lı Hoca bu­
na şöyle cevap verdi: :
«Siz kendi kendinize hakaret ediyorsunuz;
fakat, madem ki hatanızda ısrar ediyorsunuz;,
bakalım ayni yalanları Kadı’mn huzurunda da
söyliyebilecek misiniz?» ..............
Orada bulunan bütün iyi müslümamar,
Hocanın bu teklifini doğru buldular; tüccar use,
kurtuluş çaresi olmadığını görerek mahkemeye
gitmeğe razı oldu; Hocaya dönerek,^bir kah-v
raman tavriyle: «Haydi bakalım, dedi, gideli uf
mahkemeye; kimin suçlu olduğunu orada görü­
rüz, siz mi, yoksa ben mi?..» _ i
A li Hoca, tüccarı Kadı’nın mahkemesine
orada, tüccarın, bin altını nasıl çais
dığını uzun uzadıya hikâye etti. i
Kadı, şahitleri olup olmadığını A li Hoca-
• A A Â

dan
almayı daha önceden düşünmemişti; çünkü al|
tınlarını, doğruluğuna inandığı bir arkadaşına
emanet etmişti; o zamana kadar tüccar dostu|
nu dürüst bir insan zannediyordu. *
Fakat Kadı, şahit olmadan tüccarı suçly. - - %1 — V T •• - •• 0^

çıkaramayacağını söyledi; eğer tüccar, bin ah


tını almadığına yemin ederse, A li Hoca dâva­
yı kaybedecekti. Gözü altın hırsiyle parlıyan
tüccar, hiç utanmadan yemin etti ve cezadan
- • ' r* *> • i - T ^ W 9 ^ . *“ J S

kurtuldu.
Fakat adalet ergeç yerini bulacaktı. Ali
Hoca bu derece haksızlığa tahammül edemedi;
^ad ın ın verdiği kararı tanımadı; şikâyetini,
Harun-el-Reşide bildireceğini söyledi; büyük
hükümdar nasıl olsa haklıyı ve haksızı bulur­
du. Kadı, A li Hocanın bu itirazına hayret et­
medi, zira dâvasını kaybeden her insan bu şe­

kilde çırpınır ve verilen kararı bir türlü kabul


etmek istemezdi, şahit olmadığı için, kadı, baş­ *>

ka türlü hareket edemiyeceğini zannediyordu.


A li Hocaya galip geldigi için gururlanan
ve bir yandan da bin altının sevinciyle kabına;
sığamıyan tüccar koşa koşa evine döndü. Ali
Hoca ise, halifeye vermek üzere bir dilekçe yaz­
dı; Harun-el-Reşid, öğle namazından sonra ca­
miden çıkarken bu dilekçeyi ona verecekti. Hü­
kümdar, caminin merdivenlerinden inerken, A-
li Hoca elini kaldırarak dilekçesini gösterdi.
Bunun üzerine, muhafızlardan biri A li Hocanın
yanma gelerek dilekçeyi aldı ve halife Haruh-
el-Reşide verdi.
"mu-r r ^ : *-- - £
-* . i' • ^
A li Hoca biliyordu ki, hükümdara dilekçe
veren her insan, bir müddet sarayın kapısında
bekler ve muhakemenin hangi gün yapılaca­
ğını öğrenirdi. Bunun için o da, halifenin dai­
resi önünde yarım saat bekledi. Nihayet hü­
kümdarın muhafızlarından biri gelerek, halife­
nin dilekçeyi okuduğunu ve ertesi gün muha­
kemenin yapılacağını bildirdi.
i
Aynı günün akşamı, Harun-el-Reşid, bıi-
yük veziri Cafer ve saray nazırı Mesrur ile bir­
likte kıyafet değiştirerek şehirde bir gezintiye
çıktı; halife zaman zaman bu şekilde şehri do­
laşır, halkın arasına karışır ve hiç tanınmadan
saraya dönerdi; bu suretle halkın neler konuş­
tuğunu öğrenir, ona göre tedbirler alırdı.
Şehrin kenar mahallelerinde dolaşırken,
halife bir gürültü işitti; adımlarını sıklaştırdı,
ve gürültünün geldiği yere vardı. Burası geniş-
- çe bir avlu idi; kapısı aralık olduğu için, içe-
t

B AĞ D A T T A C t JR t

ride ay ışığ ı altında oynıyan on veya on iki


tane çocuk görebiliyordu.
Çocukların böyle ııeş’eli bir vaziyette oy­
nam aları halifenin hoşuna gitti, taş bir sıranın
üzerine oturarak onların konuşmalarını dinle­
m eğe koyuldu; kapı aralığından içeriyi gözetle­
m eği de ihmal etmiyordu. Bu sırada, çocukların
içinde en açıkgöz ve en hareketli olanı, diğer
arkadaşlarına şöyle dedi: «H aydi çocuklar, K a­
dı oyunu öynıyalım. Ben Kadıyım; A li Hoca­
yı ve onun bin altınını aşıran tüccarı bana ge­
tirin .»
Çocuğun bu sözleri üzerine, halife, ayni
gün kendisine sunulan dilekçeyi hatırladı; o di­
lekçenin sahibi de A li Hoca adında biriydi ve
onun da bin altını çalınmıştı. Harun-el-Reşid,
çocukların yapacağı bu muhakemeyi merakla
beklemeğe başladı.
A li Hocanın dâvası o gün bütün Bağdat
şehrine yayılm ıştı; hattâ çocuklar bile bu garip
dâva ile ilgilenmişlerdi. Diğer çocuklar, Kadı
oyununa zevkle katıldılar; her çocuğa bir ödev
verildi; çocuklardan birisi A li Hoca, diğeri de
tüccar olacaktı.
4
Oyun başladığı zaman, Kadı rolünü oynı-
yan çocuk, yüksek bir yere çıkarak ihtişamla
oraya oturdu; gayet ağırbaşlı bir tavırla, mu­
hakemenin başladığını bildirdi. Mübaşir roliin-

26 I.
*4 •
I i
r» A Ül) at T A G t R î

lfiw lr ^ C v lİL A ■

S\vv£S3m
/ I ■ J tM 1*1 1

//iıj/rt// iiV-oT^î
p**#
Tı a
L ri

utfc^îvV»

H alife ile Vezir, şehirde bir gezinti yapıyorla


Tî A C D A T T A C İ R t

deki çocuk ise, K adı’nm önüne iki tane çocuk


getirdi: Bunlardan biri A li Hoca, diğeri de
tüccardı.
Kadı, hak ve adaletle muhakemenin yapı­
lacağını bildirdi; sonra da A li Hoca’ya döne­
rek: « A li Hoca, dedi, bu tüccardan istediğin
t*
nedir?»
.. rt ^ .-*> ’

A li Hoca, yerlere kadar eğilerek K adı’ya


kallavi tarafından bir selâm verdikten sonra,
dâvasını uzun uzun anlattı; bin altın gibi mü-
f - V • * *• y . ^ ^ ' e - m * ' *

him bir serveti kaybettiğinden dolayı çok üzül­


düğünü söyledikten sonra sözlerine şöyle son
verdi: «P ek muhterem Kadı efendi, sizin yük­
sek adaletinize sığmıyorum; haklı olduğum a-
çıkça görülmektedir; bin altınımı geri alıp bana
vermenizi ve arkadaşlığa ihanet eden bu ada­
mı da cezalandırmanızı istirham ediyorum.»
Kadı, A li Hocayı dinledikten sonra, ttic-
car rolünü oyıııyan çocuğa döndü: «Tüccar,
dedi, niçin A li Hocanın bin altınını geri vermi­
yorsun ?»
Sanık tüccar, hakikî tüccarın Bağdat ka­
dısı önündeki sözlerini tekrarlıyarak: «Sayın
Kaçlı efendi, dedi, evvelâ zâtı âlilerine arzı hür­
m etler eder, hâki pâyinize yüz sürerim. A li H o­
ca benden, durup dururken bin altın istiyor.
Ben ondan bir kuruş dahi almadım; senelerce
zeytin küpünü saklıyarak ona iyilik ettim; şim-

28

Vr«%
li a G I) A T T A c t K I

di ise yaptığım iyiliğe karşı nankörlük görü


yorum. A li Hoca, bana bin altın verdiğini is
bat edemedi; şahidi de yok; sadece, bin altıı
M * ^ i H r

isterim diye söylenip duruyor. Ondan hiç p$r:


almadığıma
----- •

bitirin de evime döneyim; karım ve çocuklarır


beni bekliyorlar.» i
Kadı, sert bir sesle tüccara şu ihtarda l?ı
lundu: «Tüccar efendi, kendinize geliniz. Bı
rası mahkemedir. Biz millet adına mııhakefr
yapıyoruz; haklı kim ise ergeç anlaşılacaktı
Ancak mahkeme önünde hürmetkar olmak p
rundasmız. Önce elinizi cebinizden çıkarın, so:
ra da konuşurken mahkemenin vazifesine k
rışmayın. Sizin ne zaman yemin edeceğinizi b<
size söylerim. Belki de yemin etmenize hiç 1
zum kalmıyacak. H er şeyden önce zeytin k
pünlı görmek isterim. A li Hoca, zeytin küpüı
buraya getirdiniz m i? » «H a yır, Kadı efendi.
«Öyleyse, hemen şimdi gidip küpü buraya ge
rin.»
A li Hoca rolünü çok güzel oynıyan çocı
koşa koşa dışarı çıktı ve biraz sonra geri gel
Sanki bir küp getirm iş gibi yapıyor ve eller
öyle tutuyordu. Kadının önüne yaklaşarak
ündeki küpü oraya koyarm ış gibi yaptı.
Kadı, bu zeytin küpünü tanıyıp tanıma
ğını tüccara sordu; tüccar da tanıdığını si
H \ Ct D A T T A C İ lî t

- \ Ö"
^3..*

I*.V^o a
*î*~ T&}i

.».-••** '-^fr;>*V:*
•lA '
.A f

Çocuklar, suçluyu asm ağa götürmek için •vl


11

üzerine atılıyorlar.
30

I1r<
* 1.
iî A G D A T T A C İ I? t
•Tîı*rs* r •
c—■*' Mİ T»
•iy•
• #•

K.
ledi. A li Hoca küpün kapağını çıkardı. Kadj,
küpün içine bir göz atarak: «A h , dedi, ne gü­
zel zeytin bunlar!.. Şu zeytinlerin bir tadına
bakmak istiyorum. Evet, evet, çok lezzetli, zey­
tinler...»
Kadı bu hareketleri hayalen yaptıktan son­
ra: «Fakat, diye sözlerine devam etti, bana öy^
le geliyor ki, yedi sene müddetle küpün içinde
kalan zeytinler bukadar lezzetli olamaz. B ilir­
kişi olarak, zeytin tüccarlarını buraya getirip;
küpteki zeytinlerin kaç senelik olduğunu onlar;.
*''* .- <-. < * S*1 t ■' ■‘‘Şa..‘ „ İ

dan sormak icabediyor.» v


• %

Bu sırada mübaşir, oradaki çocuklardan


iki tanesini K a d ı’nm önüne getird i; bunlar z e y y
tin tüccarı rolünü oynuyorlardı. K adı, onlara:
i l ' - * y V- " * : ■ r '**•

sordu:
j fc ' , ı * 1 J/* % ‘1 * . ‘ * ’f # • ♦ ir • . ■» t ' • • ■• .

«Sîzler zeytin tüccarı m ısın ız?» • * ^ * J'. •• » • f ^ * 1 ^ ^ ^ ^


|
İki çocuk: «E vet, efendim ...» diye cevap:
verdiler. Kadı tekrar sordu: ' •

— Söyleyin bakalım, zeytin ler nekadar za-1


/L
man iyi bir halde muhafaza edilebilir? N e za-.
man sonra yenmiyecek hale gelir?.. 1 W

Zeytin tüccarları: •
t.1 tı K . >■ • • • .flk' ^ ^ W ‘ m •

— Muhterem efendimiz, diye söze başladı-1


lar, zeytinleri muhafaza etmek için birçok zatı-1
metlere katlanmak lâzım dır. F a k a t buna rağ- :
men onları üç seneden fa zla iy i b ir halde tu ­
tamayız; üç seneden sonra zeytin lerin tadı da

31
#
f

1$ A 0 1) A T T A C îK t

kalmaz, rengi de... A rtık onları çöp tenekesine


atmak icabeder.
Kadı, eliyle zeytin küpünün durduğu yeri
göstererek:
Şimdi, dedi, şu küpün içindeki zeytinle­
ri tetkik edin ve bunların kaç senelik olduğunu
bana söyleyin.»
Tüccarlar, zeytinleri tetkik edip, tadına ba-
kar gibi yaptıktan sonra, bu zeytinlerin çok ta-
■ze ve lezzetli olduğunu söylediler.
Kadı hemen itiraz ederek: «îy i ama, dedi,
A li Hoca bu zeytinleri yedi sene önce bu küpün i-

içine koyduğunu iddia ediyor. Sakın bu işte siz-


ler yanılmış olmıyasmız...»
Bilirkişi olan her iki tüccar da:
Hayır, muhterem Kadı efendi, dediler,
şuna eminiz ki bu. zeytinler çok tazedir, bu se­
nenin mahsulüdür. Su hususu da belirtmek is- \4

teriz ki, Bağdat şehrinde ne kadar zeytin tüc-


carı varsa, onlar da bizim söylediğimizden baş- j
ka bir şey söylemiyeceklerdir.
Bu sırada, sanık tüccar rolündeki çocuk,4 i
H
bilirkişilerin sözlerine itimad edilemiveceğini, K fv
onlarm yanıldıklarını ileri sürdü. Fakat Kadı,;
onun sözlerini hemen keserek:
«Kes sesini, diye haykırdı, sen bir hırsız
sııı. Bu hırsız aşılmalıdır.»
Böyleee muhakeme sona erdi, Orada bıılu-i
h
Ov r u -

m
r JKL.
P
%
B A 6 D A T T A O t B t

aan çocuklann hepsi birden Kadıyı alkışlıyara’


sevinçlerinden zıplamağa başladılar. V e sonr;
suçlu tüccar rolündeki çocuğun üzerine atılı]
onu asmağa götürdüler. Tabidir ki bu idam iş
de, diğerleri gibi yalancıktan olacaktı.

Halife Harun-el Reşid, Kadı rolündeki ço

— . • • . + ' -• - -
j-* • • •_ . .
A#» -

euğun zekâsma ve mantığına o kadar hayrar

Büyük Vezir, çocuğun annesini teskin ediyor.


A f * *

oldu ki, ertesi gün yapılacak sahici muhake­


mede onu, sarayına dâvet etmeğe k arar verdi
Halife, kapı aralığından çekilerek basını bü
yük vezirine çevirdi. Büyük vezir de çocukla
rın biraz önceki oyunlarım dikkatle seyretmiş­
ti. Düşüncelerini Harun-el-Reşide şöyle ifade

Sihirli A t F : 3
%
B A Ğ D A T TACİRİ

etti: «E y . inananların ve doğruların büyük hü­


kümdarı, bükadar küçük bir çocuğun, böyle o l­
gun bir zekâya sahip olacağını hiç zannetmez­
dim.»
/
H alife: •
* ■ . "

— Fakat, diye cevap verdi, yarın ayni şe­


kilde bir muhakeme yapmağa karar verdiğimi
biliyor musun? Gerçekten, A li Hoca isminde
bir adam bugün bana bu dâvayı anlatan bir di­
lekçe vermişti.
••
Büyük Vezir:
■** “ . .' _ _ ^ ■ '* »

— Bunu bilmiyordum, muhterem efendim.


H a life :
— Biraz önce gördüğün yargüamada-n da­
ha başka ve daha iyi bir yargılama yapabilir
miyiz?
Büyük Vezir:
— Eğer, dedi, durum aym ise, haklı ile
haksızı başka türlü bulmağa pek imkân yok.
• H alife:
— B u evin, dedi, yerini iyice hatırında tut
ve yarın sabahleyin Kadı rolündeki çocuğu ba­
na getir. B u çocuk, saraydaki muhakemeyi, be­
nim başkanlığım altında yapacaktır. Ayrıca
.kadıya da haber ver, hem hırsız tüccarı getir­
sin, hem de kendisi gelsin; böylece doğru ola­
rak nasıl muhakeme yapılacağını bir çocuktan
öğrenm iş olur ve aklı başına gelir. A li Hoca
I

nr & $ 7 *> /:
B A Ğ D A T T A C İ R İ

•• Bundan
da ? v ' t;
başka, sözüne güvenilir iin tiicea-
nnı da bilirkişi olarak hazır bu-
•> i ! .11
lundur.
■ir Halife ve -j
»•
ra kimseye "
Ertesi sabah
ea çocukların
mek istedi. E
anın

en büyüğü . ___ {i(•V


— r . . • . . « ..............................
! ?js*r%>jjm ;'•rafı si-s
_.;.a sg.Lüİi'li» i

:l şlü^jifi! t

*1*V

rv;ş\j Ur^.nv 5

Büyi^J^zir!^ o şjıg^ ^ ir jjg*&

1
B a ğ d a t T A C İ B İ

T acir ve A li Halifenin önünde


yerlere kapandılar.
£
B A Ğ D A T T A C İ R İ *

0^

1 getirilirse, büyük hüküm dar


ğu çok memnun edecek v<
kilde evine gönderecekti. k

Anne
<f müsaade ederseniz, çocuğun
elbisesini giydireyim. Oğlum, inananlar
doğruların büyük hükümdarının karşısına
•î.
lâyık iyi elbiselerle çıksın.» ■*
Bunun üzerine, vakit kaybetmeden, h A .
çocuğun elbiselerini değiştirdi. i
Büyük Vezir, çocuğun elinden tutarak.on
saraya götürdü ve H alifeye takdim etti... B
sırada A li Hoca ve tüccar da onlarm kc
malarını dinliyorlardı.
" > * . %

ihtişamla oturan .Hs


s
Harun
yavrum, dedi, yaklaş
A li
W’. ' *
r W ’' ' tWT

nn muhakemesini yapan siz değil miydiniz? S;


• *• *£ . .

zi gördüm ve konuştuklannızı işittim.


memnunum
şaşırmadı ve cok
dün aksam kendisinin K adı
di. €m

H alife
Oğlum, dedi, bugün size hakikî A li ’Hc
»• ^ * " 1^ k J ^ t• • • •

cavı ve hakikî tüccarı göstermek istiyorun


Geliniz, benim yanıma oturunuz.
<

€ 3
. B A Ğ D A T T A C İ E İ

Çocuk
* '• »
.isbmf.
V -' .

kat
H
|CN^boyu
%v' ^ _ ,
madı. Halife, elinden
yanma
.vâçı ile davalının getirilmesini emretti.
I1ÎOJ *
i Ali Hoca

\
ve. tüccar
'
ağır adımlarla Harun-
el-Reşidin tahtına yaklaştılar, yere kapanarak
ahnlarmı tahtm önündeki halıya dokundurdu-

Ayağa kalktıkları zaman, Halife onlara


şöyle dedi:
«Herbiriniz iddialarınızı ve müdafaanızı
hiç çekinmeden yapınız; şu gördüğünüz çocuk
sizi dinleyecek ve muhakemenizi yapacak; eğer
o bir hata yaparsa ben onun eksiğini tamam-
lıyacağım.»
Ali Hoca ve tüccar birbirlerinin ardından
konuştular. Tüccar, daha önce Kadı’nın huzu­
rundaki muhakemede olduğu gibi, yemin etmek
isteyince, çocuk: «Henüz yemine sıra gelmedi,
dedi. Her şeyden önce zeytin küpünü görmemiz
lâzım.»
Bu sözler üzerine Ali Hoca, küpü göster­
di ve onu Halifenin ayağının önüne koyduktan
sonra kapağını açtı.
Halife, zeytinlere baktı ve onlardan bir ta­
nesini alarak ağsına koydu; böylece zeytinlerin
lezzetini anlamak istiyordu. Daha sonra küp,

38
bilirkişi olan tüccarlara gösterildi; onlar da
zeytinleri ve küpü iyice tetkik ettikten sonra:
«Sayın Hükümdarımız, dediler, bu zeytinler bir
seneliktir ve çok lezzetlidir,»
Çocuk: «İyi ama, dedi, Ali Hoca bu zoy*
tinleri yedi sene önce küpe koyduğunu y u_
yor.»

AH Hoca, meşhur zeytin kliplini’üı Halifeye

Bilirkişiler hemen itiraz ettiler:


«Hayır, asla olamaz'... Yedi sene küpte k a ­
lan zeytinlerin bu renkte ve bu lezzette olma-
*
sına imkân yoktur. İsterseniz, Bağdattaki di­
ğer bütün zeytin tüccarlarına sorun; onlar da
V

B A Ğ D A T T A C İ R İ
. —

bizim söylediğimizden başka bir şey söylemiye-


ceklerdir»
. * .

Bunun üzerine sanık tüccar, her ne kadar


• \
• A
# ^ 1 •

- •

suçlu çıkarılacağını anladı ise de, kendini kur-


• % * a

tarmak için binbir türlü yalanlar söylemekte


devam etti.
•1 *

Çocuk, hemen bir karar vererek tüccarın


idamına hükmetmedi; gözlerini Halifeye çevir­
di: «Büyük Hükümdarımız, dedi, burada olan­
lar bir oyun değüdir. Bu tüccara verilecek ce­
zayı ben tayin edemem. O, sizin yüksek irâde­
nize bağlıdır. Dün akşamki olanlar eğlenmek

ve gülüşmek içindi. Şimdi ise ciddî bir muhake­


me yapıldı.»
Böylece Halife, ilân
etti ve onun ida karar verdi. Ancak
can idam etmeden önce, bin altını nereye koy-
mm m k ' •’ - __-_A.A.İ
duğunu
ce Ali Hoca, bin altınına kavuştu.
ödevini iyi yapmadığı için Kadıyı
8>zârİ3Xİı# bundan sonraki muhakemelerde hiç
< - • ' • « A M ^ «

olmazsa bu çocuktan ders almasını


çocuğu kucaklıyarak
yüz
Çocuk
koşa koşa evlerine döndü.
■ mm. ^ m

40
A r- —T K i /|
V •r ?. d İli Ş
r
J .* i. ! . .

>/.rî 7*I

S İ H İ R L İ

vaktiylş
(İran) ülkesinin millî bayraır
Sadece büyük şehirlerde değil
sabalarda, nahiyelerde ve hatta k
olağanüstü b

bayramlara
kralının himayesi altında
Sihirbazlar, hokkabazlar

bırakır!

You might also like