You are on page 1of 3

Türkleştirme, Asimilasyon ve Kürt Müziği

Besime Şen

Türk uluslaşma girişimlerinin, Osmanlı'dan kalan “çok uluslu, çok dinli, çok dilli” toprakları
üzerinde gerçekleşmesi elbette oldukça kanlı bir tarihe mal oldu. “Homojen bir ulus”un
asimilasyon ile yaratılması fikrine olan inanç bir zamanlar çok yüksekti. Bunun çok çarpıcı
resmi kayıtları var. Fikir vermesi açısından bunların bazılarını hatırlatmak yararlı olacaktır.

Abidin Özmen'in (Umum Müfettişi) 1936 yılı raporu:

“Türk camiası içinde kaynatmak istediğimiz kimseleri Kürtçe yerine Türkçe dili ile konuşur
hale getirmek icap eder...Kürtçe konuşanlara karşı maddi ve manevi cezalar
uygulanmalıdır...Bölgede bulunan Kürtlerin ya asimile edilip eritilmesi...Hatta bu iş, Kürtlük
için çalışanların ortada Kürt bulamaz duruma düşmelerine kadar devam edilmeli...”

Dönemin Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras: “Kürtlerin durumuna gelince, kültürel
düzeyleri o kadar düşük, zihniyetleri o kadar geridir ki, Türk ulusu yapısı içinde
barınamazlar...Çoğu İran ve Irak'a göçebilir, kalanlar ise yaşam mücadelesinde zayıfların
yok olması sürecine tabi olacaklardır.”

İçişleri Bakanlığı'nın 1930 tarihli ve gizli olan genelgesi bu yılları bütün çerçevesi ile ortaya
koymaktadır:

“Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve cemiyet adet ananelerinin milliyet ve ırk hislerini
daima uyanık tutan ve cemaatları mazilerine bağlayan rabıtalar olduğu unutulmamalı,
binaenaleyh lehçeyle beraber bu gibi aykırı adetleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa
kötü göstermek ve hiçbir suretle tergip ve teşçi edilmeyerek (isteklendirilmeyerek ve
cesaretlendirilmeyerek) adi ve iptidai (ilkel) mahiyetleri her vesile ile teşhir olunarak takbih
ve tayip edilmeli (çirkin gösterilmeli ve ayıplanmalı)....., köylerin o lehçedeki isimlerini
değiştirmek...yerlileri buna alıştırmak, evlerinde ve aralarında Türkçe konuşturmak ve öz
yürekten kendilerine Türküm dedirtmek, hülasa dillerini, adetlerini ve dileklerini Türk
yapmak, Türk'ün tarihine ve bahtına bağlamak her Türk'e teveccüh eden milli ve mühim bir
vazifedir.”(Malmisanij, 2004).

Asimilasyon politikaları çok yönlü idi, devam edelim:

-Doğu vilayetleri Van Gölü havzası, Muş Ovası, Malazgirt ve Bulanık civarında tren yolunun
uğradığı yerlere Türk muhacirler yerleştirilmeli....

1
-Bölgede Türklük aşılayacak azimli öğretmenler görevlendirilmelidir...yatılı mektepler
kurmak icap eder (Türkçe konuşmayı yaygınlaştırmak için)...

-Batı bölgelerinden buralara gelip, Kürt kızıyla evlenip yerleşenlere arazi verilmeli...

-Memurlar kesinlikle Kürtçe konuşmamalı...

-Veteriner ve ziraatçılar köylerde Türkçe propaganda yapmalı...

-Kürtleri istismar eden (ağa, şeyh gibi) kişiler seçilip bölgeden çıkarılmalı...

-Her yıl 3 bin kişi Batı bölgelerine alınarak 15-20 yıllık bir programla bu halk ortadan
kaldırılmalıdır...

-Halkevleri güçlendirilerek buralarda halka gazete, mecmua okutulmalı, köylerde Türkçe


konser verilmeli...” (Belma Akçura: 74-5-6'dan aktaran Tan, 2015: 261).

CHP'ye sunulan 1939 Raporu'nda kentleşmenin asimilasyondaki rolü formüle edilmiştir.


Devletin gerek kurumsal gerekse kültürel olarak çok daha fazla belirleyici olduğu ve
denetleyebildiği kentler, asimilasyonun merkezi mekanları olarak seçilmiştir: “Şark
vilayetlerinde şehirler öteden beri büyük bir temsil (asimilasyon) makinesi rolünü
oynamışlardır...Binaenaleyh ilk yapılacak işlerden biri, bu havalideki şehir ve kasabaların
kuvvetlendirilmesidir. Bu da herşeyden evvel buralara gidecek olan yolların bir an evvel
yapılması ile başlayacak ve bu yollar bu şehir ve kasabaların pazarlarını memleketin diğer iç
pazarlarına açacaktır. Pazarı Türkleşen bir kasaba, temsil (asimilasyon) makinemize ilave
edilmiş, kuvvetli bir çark demektir.”

Asimilasyon fikri 2.Dünya Savaşıyla sertleşen ortamda milliyetçi politikaları ilerletti. Bu


durum Türkiye'de doğrudan Kürtlerin yaşamını etkiledi:

“Biz açıkça milliyetçiyiz, milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir... Her ne pahasına olursa
olsun, ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türklüğe karşı çıkanları yok
edeceğiz.” (Başbakan İsmet İnönü'nün Şeyh Sait'in yakalanmasından kısa bir süre sonra Türk
Ocağı'nda yaptığı konuşma).

Asimilasyonun ideolojik kurgusu gerçekten çok yönlü gerçekleşti. Müzikte ve diğer kültürel
alanlarda halkçılık ideolojisinin oldukça romantik bir hissiyatı vardı. 20.yüzyıl başlarında
vatan uğruna savaşmış, bedel ödemiş yoksul alt sınıfın “kahraman halk” olarak kurgulanması,
bunun önemli bir parçası idi. “Halkçılık”politikası, halkı keşfetmek ve ona gitmek ile
başlıyordu. Müzik açısından bunun anlamı, natural şarkıları yani sıradan insanı anlatan
şarkıları ve onun basit duygularını ön plana çıkarmak anlamına geliyordu.

2
Bütün bunlar Türkiye Cumhuriyetinin erken döneminde kurucu kadrolara bir perspektif
vermişti. Müzikal yapıların estetiği ile metinlerde folk malzemeleri kullanmak zaten evrensel
bir yönelimdi. Diğer taraftan folk olarak “ulusun ruhu”nu kurgulamak, ulus devletler için
neredeyse hazır bir programdı. Folk müziği doğal yapısı itibariyle politik bir güce sahip
değildir. Ancak müziğin lirik anlamı, ideolojik bir sürümle politikleştiğinde, folk kültürü de
sentetik bir ulusal geleneğe bağlanıyordu.

Müziğin bütün sanat alanları arasında merkezi bir pozisyona yerleşmesi, 19.yüzyıl itibariyle
uluslaşma ile sağlanmıştı. Bu pozisyon aynı zamanda burjuva devletlerin gücünü de arkasına
almıştı. Müziğin içeriği, formu, kurumları, sanatçıları ise büyük oranda ulus devlet
düşüncesinin etkisiyle dönüşmekteydi. 20.yüzyıl itibariyle yaygınlaşmaya başlayan uluslaşma
hareketleri, beraberinde homojen-modern ulus devletin ideolojik kurguları içinde şekillenen
bir müzik politikasını öne çıkardı. Bu kurgu, toplumu yeniden şematize etme mantığını da
içermekteydi.

19. ve 20.yüzyıl reformcuların ideali, “ortak kültür” konusuna yoğunlaşmıştı. Bu ortak kültür
arayışları, sınıfsal ve etnik kimlikten kaynaklanan kültürel çelişkileri örtmek için ideolojik bir
araca dönüşmüştü.
Homojen ulus yaratma politikası, farklılaşmamış, “saf-arı” bir halk kesiminin icat edilmesini
gerekli görüyordu. Bu durum, kültürel ve sanatsal çeşitliliği barındıran toplumları ciddi
çatışmalara sürüklemiştir. Toplumsal çatışmaların bertaraf edilmesi açısından başta dil olmak
üzere ortak bir geçmiş icadı gerekiyordu ki bunun için seremoni, antoloji, mitler, dil, kültürel
yapılar üzerinde ciddi asimilasyon politikaları uygulanmıştır.

Yerel ve folk müziğinin “naif” idi. Zaten burjuva milliyetçiliği için aranan şey tam da idi.
“Masum” folk müzik materyallerini birçok müzikal pratikte kullanmak, burjuvaziyi halka
yakın tutmaktaydı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin erken yıllarından hatırladığımız “bölge gezileri” ile yerel müzikal
kaynaklar toplandı ve bu kaynaklar ulusal semboller oluşturmak için kullanıldı. Ama bu
yetmedi. Ulus devlet yönetimi, sanatçıların artistik ve entelektüel çabalarını da uluslaşma
amacına yönlendirmeye çalıştı. Yani sanatçıların kendileri de bu sürecin içinde yer aldı. Bu
sanatçılardan bazıları ise ironik biçimde Kürt idi. Bu konu Kürtler arasında çok tartışma
yarattı. Buna başka bir yazıda değinmek üzere…

besimesen@yahoo.com
3

You might also like