You are on page 1of 261

DEVRIYE

Orta Doğu'da Siren Sesleri

TRUVA YAYINLARI®
TRUVA YAYINLARI®
Yayın No: 139
Truva / Siyaset: 40
Devriye
Orta Doğu'da Siren Sesleri
Yazarı: Prof. Dr. Mahir Kaynak

Genel Yayın Yönetmeni: Burak Fazıl Çabuk


Yayın Editörü : Yalçın Lüleci
Düzelti : Tayfun Cihan Önder
Bilgisayar Uygulama :Truva Ajans
Kapak Tasarımı :www.natagrup.com
Baskı-Cilt : Kilim Matbaacılık Ltd. Şti.
Litros Yolu Fatih Sanayi Sitesi
No: 12/204 Topkapı-İstanbul (O 212) 612 95 59

1. Baskı Ekim 2006


2. Baskı Ekim 2006
ISBN: 9944-975-52-4
© Kitabın telif hakları, Truva Yayınları'na aittir. Yayınevinden ve yazardan yazılı izin
alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez,
çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.

© Truva Yayınları, 2006


Hüdavendigar Cad.
Başdemir İş Hanı
No:18-ZO
3411 O Sirkeci/İSTANBUL
Tel: (0212) 513 85 44
Fax: (0212) 513 85 45
www.truvayayinlari.com
e-ma i 1: info@truvayayinlari.com
Prof. Dr. Mahir Kaynak

DEVRiYE
Orta Doğu'da Siren Sesleri
PROF. DR MAHlR KAYNAK

l 934'te Gaziantep'te doğan Mahir Kaynak, ilk ve orta


öğrenimini burada yaptıktan sonra 1948 yılında Kuleli
Askeri Lisesi'ne girdi. l 953'te Harp Okulu'nu bitirdi,
57'de askerlikten ayrıldı. İstanbul Üniversitesi iktisat Fa­
kültesi'nden 1961 yılında mezun olarak aynı yerde asis­
tanlığa başladı. 1965'te doktorasını tamamladı ve 7l'de
doçent ünvanını aldı. Aynı yıl atandığı MİT'ten l980'de; -
l 989'da iktisat profesörü olduğu- Gazi Üniversitesi'nden
de l993'te emekliye ayrıldı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Truva'da çıkan kitapları:
- Bıiyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye Üzerine Strate­
jik Analizler (1. Baskı Mart 2005; 2. Baskı Nisan 2005; 3.
Baskı Ekim 2005; 4. Baskı Mart 2006)
- Maskeli Balo (1. Baskı Ağustos 2005; 2. Baskı Mart
2006)
- Başımıza Çuval Geçirenler (Ocak 2006)
- Para İmparatorluğu (1. ve 2. Baskı Mayıs 2006)
lÇlNDEKlLER

ÔNSÔZ/9
Schröder/ 13
Yeni Yıl/ 15
lran/ 17
lç Politika / 19
Şartları Hazırlamak/ 22
Zor Tercih/25
Bayramlar/ 26
Fantezilerim/ 28
liderlik/ 30
O da Bilmez/ 32
Hedef lran mı?/ 34
Değişen Ne?/ 37
Seçilerek Atanmak/ 39
Yüzeyde Değil/ 41
Hasmım Sen Belirle/ 43
Saddam'm Akıbeti/ 45
Geleceği Yaşamak/47
Medeniyetler Savaşı mı?/ 50
Mal Varlığı/ 52
Tecrit Politikası/ 54
Tepki Tedbir Değildir/ 56
Siyaset Sörf müd,:ır?/ 59
Hamas'm Ziyareti/ 61
Bu Bir Operasyondur/ 63
Dar Sokaklar/ 65
Başarı Nedir?/ 67
6•MAHİR KAYNAK

Kıbrıs Sorunu/ 69
Irak'a Müdahale/ 72
Siyasal Boşluk/ 74
Çelişkiler/ 76
Kızgınlık ya da Bilgelik/ 78
ilişki mi?/ 80
Yenilerek Kazanmak/ 82
Nükleer Siyaset/ 85
Son Kale/ 87
Resmin Çerçevesi/ 89
Gün Dönümü/ 91
Terörle Mücadele/ 93
Farklı Bakmak/ 95
Bahar/ 97
Tercih/ 100
Lider Yetiştirmek/ 102
Soyut Düşünmek/ 104
Genele Bakmak/ 106
Tırmanma/ 108
Öngörememek/ 111
Tutarsızlık Var mı?/ 113
lslam Karşıtlığı/ 115
Zorba Demokratlar/ 117
Büyük Küçük/ 119
Zayıf Halka/ 121
Amacımız Var mı?/ 123
Belge/ 126
Hoşgörünün Anlamı/ 128
Adının Önemi Yok/ 130
Laiklik/ 132
Oyunun Adı/ 134
Güvendiğimiz Dağlar/ 137 •
Piyasadaki Hareketlilik/ 139
Soykırım Yasası/ 141
İçeriği Ne Olacak?/ 143
Hangi Aşamadayız?/ 145
Kriz Yönetimi/ 147
Devlet Krizi/ 149
7 • DEVRİYE

Öndersiz Savaş/ 151


Dolmuş/ 153
Kurtarılacak mıyız?/ 156
Çeteleşme/ 158
Uzun Vade/ 160
Kıyamet Senaryosu/ 162
Quo Vadis? / 164
Operasyon / 166
İçi Nasıl?/ 168
Önleyici Politika/ 171
Ekonomik Vizyon / 173
Öneri/ 175
Bilanço/ 177
Yeni Oluşumlar/ 179
Değiştirmemek/ 181
Mesajların Anlamı/ 184
Yan Etkiler/ 186
Özet/ 188
Rice ile Görüştüm/ 190
Kanlı Sınırlar/ 192
Güçlünün Zayıf Yanı/ 194
Black Hawk/ 196
Yeni Kavramlar/ 199
Sudan Sebepler/ 200
Kimler Çatışıyor?/ 203
Sınır Ötesi/ 205
Amacı Ne?/ 207
Haritalar/ 209
Kim Kazanacak?/ 211
Sitem/ 213
Mesut Yılmaz/ 216
Bazen.../ 218
Bakış Açısı/ 220
Dünya Savaşı/ 222
Muhasebe/ 224
Tuzak/ 226
Öngörü/ 229
. Nasıl Yönetiliyoruz?/ 231
8•MAHİR KAYNAK

Avrupa/ 233
Gönderelim mi?/ 235
Rol ve İş/ 237
Lübnan'm Gizledikleri/ 239
Kaybeden Taraf İsrail/ 240
Asıl Hedef Suriye/ 240
BM Gücü ve Çatışma Riski/ 241
Herkes Yalan Söylüyor/ 242
Terörü Anlamak/ 242
Duruluk/ 244
Devriye/ 247
Her Şey Mümkün! / 249
Savunma/ 251
Kınama/ 253
Çıkmaz Sokak/ 255
Devlet Kurmak/ 257
Papa'nın Sözleri/ 259
ÔNSÔZ

Bilgi ve tecrübenin insanların doğru karar vermesinde en büyük


yardımcıları olduğuna inanılır. Bu hem doğru hem de ciddi yanlışlara
neden olabilecek bir yargıdır. Bilgi birikimimiz geçmişe dayanır ve
eğer yeni ve geçmişte yaşanmamış bir olayla karşılaşırsak bu birikim
bir pranga haline dönüşebilir. Şu anda böyle durum bir söz konusu­
dur ve dünya geçmişte benzeri yaşanmamış bir sürecin içindedir.
Bugüne kadar uluslar arasındaki ilişkilerde aktörler devletlerdi.
Bugün onlar kadar ve bazen onlardan daha etkili bir güç dünyaya
yön verme ve yeni bir düzen kurma iddiasında. Küresel sermaye
devletin yerine geçebiliyor ve ondan daha geniş bir yelpazede işlev­
lerini sürdürüyor. Belli bir coğrafyaya bağlı olmadığı için mekana
bağlı olmanın sınırlamasını yaşamıyor. Geçmişte üretim iktisadi fa­
aliyetin temeli ve para bunların değişimini sağlayan bir araç iken
şimdi para üretimden bağımsız bir aktör haline geldi ve ona yön ve­
ren bir konuma yükseldi.
Devletler siyasetle çözemedikleri sorunlarla karşılaşırsa güç
kullanıyordu ve savaşlar sonucu belirliyordu. Şimdi para, kansız
ameliyat metotlarına benzer bir biçimde, insanların doğal eğilimleri­
ni, zengin olma ve rahat yaşama isteklerini kullanarak zor kullan-
lü•MAHİR KAYNAK

madan amacına ulaşıyor. Eskiden zorla girilen yerlerde misafir mu­


amelesi görüyor ve gittiği yeri ele geçiriyor.
Büyük ordularla yapılan savaşlar yerini terör eylemlerine bırak­
tı. Sayıları, yerleri, finans kaynakları bilinmeyen bir avuç insan tari­
hin kaydettiği en büyük güçlerle mücadele edebiliyor ya da öyle ol­
duğu söyleniyor. Bilgi birikimi ve teknoloji geliştikçe mücadele me­
totları bununla tam ters yönde bir çizgi izliyor ve savaş en ilkel
araçlarla yapılıyor. Beline patlayıcı bağlamış intihar komandoları
teknolojinin son ürünü silahlardan daha etkili hale geliyor ve sonu­
cu onlar belirliyor. Bunun en somut örneği ABD'nin Irak'taki savaşı.
En modem silahlara karşı en ilkel araçlarla mücadele eden direniş­
çilerin hasmını bir bataklığa gömdüğü söyleniyor.
Geçmişte tarafları belli olan, üniformalı askerler tarafından yü­
rütülen savaşlar yerini önceden bilinemeyen savaşçılara terk ediyor.
Sınırlar tarafları belirleyemiyor. Savaşlar.bir ülkenin içindeki ay­
rışan insanlar tarafından yapılıyor. Tarafları belirleyen hiçbir kriter
yok. Geçmişteki ideolojik ayrımlar yerini din ve soy farklılığına bı­
rakmış gibi görünse de bu ayrım yeterli değil. Gürcistan, Ukrayna ve
benzerlerinde iktidarı kimin kaybedip kimin kazandığı sorusuna an­
cak yeni kavramlar yaratarak cevap verebiliyoruz. Belki de en doğru
cevap küreselcilerin kazandığı yerellerin kaybettiği olabilir.
Dünya genelinde bir kanaat oluşmuş durumda. Müslümanlar te­
rör eylemlerini yapıyor ve hasımları tüm gelişmiş dünya. Zengin de­
ğiller, gelişmiş silahlan yok, bilgi birikimleri ve örgütlenme yetenek­
leri sınırlı ama inançları gelişmişliğin tüm sonuçlarını alt edebiliyor.
Çin'in önümüzdeki on, on beş yıl içinde ABD'nin ekonomik
gücünü yakalayacağı, askeri açıdan tehdit oluşturacağı ve bu geliş­
menin ABD kaynaklı yabancı sermaye ile gerçekleştiği söyleniyor.
Yani ABD intihar ediyor.
Bildiğimiz bütün sebep sonuç ilişkileri anlamını yitiriyor. Tür-
11 •DEVRİYE

kiye'de 28 Şubat post-modern darbesinin hedefinin irtica olduğu


söyleniyor ama yaşanan süreç hedef alman kitleyi daha güçlü olarak
ve tek başına iktidara getiriyor. Bunun bir hata mı yoksa bilinçli bir
politika mı olduğu bilinmiyor.
Yaşadığımız süreci geçmişten devraldığımız bilgilerle kimse
açıklayamaz. Ya her şeyin mantık dışı olduğunu söyleyeceğiz ya da
farklı bir analiz metodu geliştireceğiz. Gerçekte mantık kuralları hiç
değişmedi ama analiz ettiğimiz konular ve uygulanan metotlar geç­
miştekinden tamamen farklı. Mesela terörü sistem dışı kabul eder­
seniz bir avuç insanın en ilkel metotlarla en ileri ve büyük güçlerle
mücadele edebileceği sonucuna varırsınız ve bu mantık dışıdır. Eğer
terörü bildiğimiz güçlerin bir aracı olarak düşünürseniz herhangi
bir çelişkiye düşmezsiniz ama onu bertaraf etmek kullandığınız
araçların yani terörist avlamanın çok anlamsız olduğu ve başka me­
totlar geliştirmeniz gerekti.ği sonucuna varırsınız.
Türkiye bu konuda geleneklerine son derece bağlı ve hiçbir bi­
çimde mücadele metodunu değiştirmemekte kararlı. Terörist kötü­
dür ve onlar güç kullanarak bertaraf edilmelidir. Karşınızdakiler
böyle düşüneceğinizi ve davranacağınızı bildiği için büyük bir ra­
hatlık içinde ve amacına ulaşma konusunda herhangi bir tereddüdü
yok. Siz terörle mücadele ederken o Kuzey Irak'ta öngördüğü yapıyı
oluşturuyor ve kaynaklarınızı kurutuyor. Bir zafer kazanacağınızı ve
terörü yok edeceğinizi söyleyebilirim. Siz bir zafer kazanacaksınız, o
hem projesini gerçekleştirecek hem de sizi ekonomik açıdan kont­
rol altına alacak. Zaferiniz kutlu olsun, yine başardınız.
Yazılarım geçmiş deney ve düşüncelerimizin yeterli olmadığı ve
yeni bir bakış açısının gerekli olduğu konusundadır ve muhtemelen
buza yazı yazmaktan öte bir işe yaramayacaktır.

Kozyatağı, Eylül 2006


Scbröder
Eski Alman Başbakanı Schröder'in Rus Gazprom şirketinde ça­
lışacağı haberi şaşkınlık yarattı. Dünyanın en güçlü ülkelerinden bi­
rini yönetmiş olan kişi yabancı bir ülkede, onların emrinde çalışa­
caktı. Bir büro açıp avukatlık yapmak da seçeneklerden biriydi.
Oysa onun vereceği kararların, sadece kendi ülkesini değil, tüm
dünyayı etkileyeceğini sanıyorduk. Sözleri kadar vücut dili de
önemliydi. Eğer elini başbakanımızın omzuna koyarsa bizi çok sev­
diğini düşünüyor, AB'ye girme ihtimalinin arttığı sonucunu çıkarı­
yorduk.
Aklıma çocukluğumda, Gaziantep'teki bir sinemacının çektiği
sıkıntılar geldi. Seyirciler filmi gerçek gibi algılar; kötü adamları yu­
halar, bazen de fiili müdahalelerde bulunurdu. Perdeye sandalyeler
fırlatılır, ateş edenlere bile rastlanırdı. Nakıp Ali adındaki bu sine­
macı, perdede görülenlerin bir hayal olduğunu bir türlü anlatamaz,
her film öncesinde çektiği uzun nutuklara rağmen seyircilerin etrafı
dağıtmasını engelleyemezdi.
14•MAHİR KAYNAK

Bizim siyaset karşısındaki tavrımız seyircilere benziyordu. Gör­


düklerimizi gerçek sanıyor, bir senaryo seyrettiğimizi düşünmüyor­
duk. Baş rolü oynayan kişinin yaptıklarını onun iradesinin eseri sa­
yıyor, bazen alkışlıyor bazen de yuhalıyorduk. Oyuncu ev ödevle­
rinden bahsetse de, yaptıklarının bir mecburiyet olduğunu söylese
de biz onu hem sorumlu tutuyor hem de her şeyi yapabilecek güçte
bir kişi olduğunu düşünüyorduk.
Bizi yönetenlerin, senaryonun yazılma aşamasında bulunup bu­
lunmadığına bakmadan, nihai karar vericiler olduğunu sanıyorduk.
İktidara gelişlerini üstün yeteneklerinin bir sonucu gidişlerini de
yaptıkları büyük hataların bir kefareti olarak değerlendiriyorduk a­
ma bir zamanlar üstün yeteneklerinden söz ettiğimiz bir kişinin
sonradan büyük yanlışlar yapmasının bir çelişki olacağını düşün­
müyorduk. Bize göre tüm siyasetçiler, bir rakkas gibi, en iyi ile en
kötü arasında salınıp dururdu.
Schröder, bir siyasetçinin, en üst kademede olsa bile, bir görev­
li olduğunu anlatıyordu. Ülkeyi yönetirken de, bir bürokrat olarak
da yapılması gerekenleri yapıyor ve görevi devretmesi gerektiğinde
bırakıyordu. O geçmişte devletin sahibi değildi şimdi de şirketin sa­
hibi olmayacaktı. Değişen bir şey yoktu. Tavrı son derece gerçekçiy­
di. Karar verici değil, uygulayıcı olduğunun farkındaydı.
Hiçbir ülkede gerçek yöneticiler ön planda görülmezler. Onlar
bir filmin senaristi gibidirler. Ama halk baş rol oyuncusunu .filmin
en önemli parçası sayar. Sadece o konuşulur, o beğenilir ya da on­
dan nefret edilir. Genç kızların rüyalarında, delikanlıların hayalinde
sadece oyuncular vardır ve bunlar bazen gerçek bir aşk gibi algıla­
nır. Senaryoyu yazanlar insanları bir yerden alıp başka bir yere gö­
türür, ama herkes oyuncuların peşinden gittiğini zanneder.
Başarılı aktörler birçok filmde rol alabilirler, ama halkın kendi­
sine yüklediği bir kişiliğin dışında rol verilmesi halinde başarılı sa-
15 • DE V R İ Y E

yılmazlar. Her zaman kahraman rolü verdiğiniz bir kişiye korkaklık


yakışmaz. Yeni bir aktör daha uygun olur.
Siyasetin geleceğini tahmin ederken şartların ne ölçüde değişti­
ğine bakmak gerekir. Eğer yeni bir kurgu söz konusuysa buna uy­
gun kadroların işbaşına gelmesi gerekir.
Var olan siyasi kadroların toplumda yer edindiğini, bunların
kolayca sökülüp atılamayacağını düşünüyor olabilirsiniz; ama unu­
tulmaması gereken bir şeyi göz ardı ediyor da olabilirsiniz. Askerler
bir mevzii terk ederken, geride kalanların düşmanın işine yarama­
ması için, her şeyi imha ederler ve bunun hazırlığını başlangıçta ya­
parlar. Bir siyasi yapı oluşturulurken uygun yerlere dinamitler yer­
leştirilir ve gerektiğinde fitilleri ateşlenir. Bir siyasi hareket oluşur­
ken onun tamamını kontrol edemezseniz ya da patlamaların yıkıcı
olmasını {ngelleyecek tedbirleriniz yoksa, en sağlam görünen yapı­
lar bile, buyük bir gürültüyle çökebilir.

Yeni Yıl
Yeni yılın önemli siyasi değişiklikler getireceği beklentisi yay­
gın. Koltukta uyuklarken neler olacağını rüyamda gördüm. Gerçek­
ten şok edici olayların cereyan edeceği anlaşılıyor.
Yurt gezilerinden birinde bir çocuk başbakanı protesto ediyor.
Elindeki pankartta "muhabbet kuşlarından ÖTV alınmasın" yazıyor.
Babası, yüksek ÖTV'yi bahane ederek, çok istediği kuşu almıyor­
muş. Başbakan maliye bakanından bu sorunu çözmesini istiyor, a­
ma bunun imkansız olduğu anlaşılıyor. Hem IMF'nin karşı çıkaca­
ğından endişe ediliyor hem de muhalefetin bunu kullanması ve zo­
runlu ihtiyaçlardan bir sürü vergi alınırken muhabbet kuşlarının
vergi dışı kalmasını polemik konusu yapacağı düşünülüyor. Maliye
bakanı, bunun yerine işletmelere alınan otomobillerin vergi dışı bı­
rakılmasının daha doğru olacağını, bunun müteşebbisler için bir
16 • M A H İ R K A Y N A K

teşvik olacağını ve ülkenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunaca­


ğını söylüyor. Zaten özel otolarını şirket adına tescil edip yaptıkları
harcamaları da masraf yazan işverenler, çalışanların önemli bir bö­
lümünün otolarını da şirket üzerine kaydettiriyorlar.
Başbakan, Chirac'la sarmaş dolaş muhabbet ederken İslamcı ol­
duğu söylenen bir grup etrafı darmadağın ediyor, hatta birkaç el si­
lah sesi de duyuluyor. Fransız halkının Türklerin AB'ye girmesine
kesinlikle karşı çıkacağı şimdiden belli oluyor.
ABD ve lsrail'in, lran'a bir operasyon düzenleyeceği söylenirken
Başbakan Türkiye'nin buna herhangi bir biçimde destek vermeyece­
ğini söylüyor. Bunu duyan birileri kahkahalarla gülüyor ve birkaç
gün sonra İran askerlerinin sınırı geçip onlarca askerimizi şehit etti­
ği haberi halkı ayağa kaldırıyor. Bir gazetenin bu haberi olaydan bir
saat önce baskıya verdiği gazetesinde duyurması kolaylıkla örtbas
ediliyor. Birliklerimizin karşılık vermesi sonucu Iran tarafının verdi­
ği kayıplar da onları çileden çıkarıyor ve çatışma başlıyor. Başbaka­
nın beyanatına gülenler "Destek vermeyeceğim derken doğru söylü­
yormuş, meğer kendisi savaşacakmış!" deyip daha gürültülü bir
kahkaha koyuveriyor. Olayların bir provokasyon olduğunu söyle­
yen Türkler hain, İranlılar din düşmanı ilan ediliyor.
Başbakan, "bu makama geleli epey zaman geçti, bugüne kadar
gönlüme göre bir şey yapamadım. Ama mutlaka yapmalıyım" deme­
ye başlıyor. Kimsenin itiraz etmeyeceği bir konu arıyor ve sonunda
kendi adına bir orman tesis etmeye karar veriyor. Ertesi gün bir ga­
zete, "Başbakan ayı besliyor" başlığıyla çıkıyor ve yazının devamın­
da bölgedeki ayılara yeni yaşam alanı açıldığı, başbakanın da halkı
bir yana bırakıp ayıların sorunlarıyla uğraştığını yazıyor.
Bir gün başbakan istifasını cumhurbaşkanına sunuyor. Ancak
istifa mektubunun metni halka açılanmıyor ve devlet sırrı olarak
saklanıyor. Ama rüya olduğu için ben bu mektubu okuyoıum. Baş-
17 • D E V R İ Y E

bakan diyor ki: "Kendimi bir haremağası gibi hissediyorum. Hiçbir


şey yapamıyorum. Padişah birini alıp gidiyor, kalanların nereye git­
tiğini ben bile bilmiyorum. Her şey otomatiğe bağlanmış gibi kendi­
liğinden oluyor. Bu nedenle görevi bırakıyorum."
Ayrılırken tüm üst düzey görevlileri bir salonda toplayıp veda
konuşması yapmak istiyor. Emekliliğe yakın bir bürokrattan başka
kimse gelmiyor. Başbakan soruyor:
"Siz kimsiniz?"
"Ben derin devletin müsteşarıyım."
"Ben de bu derin devleti merak ediyordum. Başında kim var?"
"Ben de bilmiyorum. Her gün birisi gelip ben derin devletim
diyor. Bu akşam diziyi seyredeceğim, orada açıklayacaklarmış."
"Peki sen ne yapıyorsun?"
"Siz ne yapıyorsanız ben de onu yapıyorum. lşler kendiliğinden
yürüyor. Con Ahmet'in devri daim makinesi gibi yani. Hiçbir şeye
ihtiyacı yok.
Uyanıyorum ve Başkanın televizyondaki konuşmasını izliyo­
rum. Gördüklerimin saçma sapan şeyler olduğunu düşünüyorum.

lran
Son günlerde İran'la ABD ve İsrail arasında, silahlı bir çatışma­
ya dönüşmesi de mümkün olan, bir gerginlik yaşandığı söyleniyor
ve savaşla ilgili senaryolar üretiliyor. Her ihtilafın bir uzlaşmayla so­
nuçlanması ihtimali varken bu konu tüm kapılan kapalı tutuyor.
Çünkü Iran, lsrail'i ortadan kaldırma dışındaki her seçeneği redde­
diyor. Böyle bir çatışmada tarafların nükleer silahlar kullanmasının
da söz konusu olabileceği söyleniyor.
Herhangi bir çatışmada kimsenin nükleer silah kullanacağını
sanmıyorum. Daha doğrusu buna izin verilmeyecektir. Bunun dı-
18 • M A HİR K A YN A K

şındaki bir çatışma da, İsrail ile İran arasındaki mesafe nedeniyle
mümkün görünmüyor. ABD'nin lran'a müdahalesi, özellikle Rus­
ya'nın taraf olacağı uluslararası sorunlara neden olur. Bugünkü iliş­
kiler göz önüne alınırsa ABD'nin, Rusya'ya rağmen böyle bir müda­
halede bulunması beklenemez.
Türkiye ile yapılan görüşmeler İsrail ya da ABD'nin lran'a mü­
dahalesinde destek sağlamak amacı taşımıyor. Asıl konu Irak'ta
oluşması muhtemel bir iç savaşta İran'ın izleyeceği tutum ve buna
karşı alınacak tedbirlerle ilgili olabilir. Irak'ın bugünkü durumu
çevre ülkeleri olayın içine çekecek her türlü senaryonun hazırlan­
masına uygun görünüyor. Daha açık bir ifadeyle herkes bu olaya
karışmaya mecbur kalabilir.
Genel görünüm tartışılan konuların, yani İsrail veya ABD mü­
dahalesinin uzak bir ihtimal olduğunu buna karşılık, Türkiye de da­
hil tüm çevre ülkelerin bir çatışmaya girme riskinin yüksek olduğu­
nu gösteriyor. Böyle bir durumda Türkiye ile lran'ın karşıt konum­
da olacakları beklenir.
Kürt oluşumunun İsrail destekli gösterilmesinin gerçek muha­
tabının İran olduğu söylenebilir. Bu durum Türkiye'de de tepki do­
ğurmakla birlikte asıl etkisini İran üzerinde gösterecek ve bu oluşu­
ma karşı lran'm olumsuz bir tavır göstermesine neden olacaktır. Bu­
nun bir çatışmaya dönüşmesi son d<;,rece kolaydır. Tartışılan konu
muhtemelen böyle bir çatışmaya kimin, nasıl müdahale edeceğidir.
lran'la İsrail arasındaki güç gösterileri burada başlayacak bir çatış­
manın iki ülke arasındaki bir savaşa dönüşmesini engellemek için
caydırıcı rol oynayabilir.
Irak'taki iç çatışmanın birinci aşamasında savaş yerel güçler
arasında geçecek, ama taraflar dışarıdan desteklenecektir gibi görü­
nüyor. Eğer herhangi bir ülke bu çatışmaya müdahale ederse başka
birinin de olaya karışması kaçınılmaz hale gelecektir.
19 • D E V R İ Y E

Bu gelişmelerin bir yan ürünü lslam dayanışmasının ciddi bi­


çimde yara almasıdır. Şiilerle Sünniler arasında aşılmaz duvarlar
oiuşması beklenir. Sürecin siyasal lslam'ın gücünü kaybetmesi yö­
nünde geliştiği söylenebilir. Bir siyasal hareketi tasfiye etmenin en
kolay yolu onu radikalleştirmek ve ona karşı oluşacak genel nefreti
kullanarak hareketi bitirmektir. Küresel sermaye lslam'ı ılımlı bir
çizgiye çekmek isterken; Bush yönetimi ve benzerleri onu radikal­
leştirerek tasfiye politikası izlemektedir. Her radikal hareket kendi
zıddını içinde yaratır ve İran radikalizminin körüklenmesi bir iç hu­
zursuzluk yaratmak amacını taşıyabilir.
Radikalizm çoğunlukla bir algılama sorunudur. Mesela Türki­
ye'de türban, içki yasakları, cami inşaatı tartışmaları bir radikalizm
olarak algılanmaktadır. Geçmişte Arapça ezan okumak da radika­
lizm sayılıyordu. Eğer karşınızdakini tasfiye etmek isterseniz bunun
için bir sebep yaratılabilir.
Sonuç olarak gelişmelerin ABD ve lsrail'i sıcak bir çatışmanın
içine çekmeyeceği, ama bizim için riskli bir ortam hazırladığını söy­
leyebiliriz. Önümüzdeki günler bir yandan lslam dünyasında ayrış­
malar yara�ırken diğer yandan siyasal lslam'ı yaşatan ortamın ciddi
biçimde bozulmasına yol açabilir. Asıl önemli olan şey bölgedeki bu
çatışmaların dünya ölçeğindeki yapılanmayı önemli ölçüde belirle­
yici olmasıdır. Yani büyük bir mücadelenin kaderini etkileyecek
meydan savaşı bu bölgede cereyan etmektedir.

lç Politika
Önümüzdeki günleri değerlendirenler genellikle iç aktörlerin
davranışlarına bakıyor, gelişmeleri dar bir açıdan analiz ediyor. Oy­
sa dünya şartlarındaki değişmeler çok daha etkili ve belirleyici dina­
mikler içeriyor.
Bir deprem uzun süreli birikimlerin yarattığı gerilimlerin sonu-
20 • M AHİR K A YN A K

cunda oluşur. Dünyaya bakışımız şartların olağanüstü bir değişim


göstermeyeceği varsayımına dayanıyor. Ekonomik dengeler, karşıla­
şacağımız sorunlar var olan eğilimlerin değişmeyeceği kabul edile­
rek biçimlendiriliyor. Oysa dünya ölçeğindeki gerilimlerin bir kırıl­
ma noktasına doğru gittiğini gösteren emareler var.
Liberalleşme ve bunun sonucu olarak ekonominin küreselleş­
mesi sadece ideolojik düzeyde karşıtlar yaratmakla kalmıyor, dev­
letlerin de bu gidişi durdurmalarını isteyecekleri boyutlar kazanı­
yor. Tarım sübvansiyonlarının dünya ölçeğinde kaldırılması birçok
ülkeyi, tarımdaki istihdam azalmasının ötesinde, gıda güvenliği açı­
sından da endişelendiriyor. Genel olarak, ucuz emek kullanarak
üretim yapanların rekabetinin yaratacağı dengesizliği telafi edecek
mekanizmalar kurulamıyor. Liberalleşmenin bir çözüm değil bir so­
run olacağı günlere yaklaşılıyor. Günümüzde bir kutsala saldırı ka­
bul edilen korumacılığın yeniden gündeme gelmesi şaşırtıcı olmaya­
cak gibi görünüyor.
Temeldeki bu değişmeler halka ideoloji olarak yansır. Bir za­
manlar kendisini ve karşısındakini solcu ya da sağcı olarak nitele­
yenler, daha sonra din farklılığına göre ayrışanlar şimdi kendilerini
nasıl tanımlayacaklar? Neyin kavgasını yapacaklar?
Ulusalcı eğilimler korumacı ekonomik politikaların giydiği bir
elbise gibidir. Bu elbise bazı yöresel etkiler taşısa bile genel çizgileri
benzeşir. Türkiye için sorun, sürdürdüğü globalci eğilimin dünya
ölçeğinde terk edilmesinden kaynaklanabilir.
Böyle bir değişim her türlü ulus üstü ideolojinin zemin kaybet­
mesiyle sonuçlanır. Küreselcilerin İslam'ı bir üst kimlik haline geti­
rerek İslam dünyasını küresel pazarla bütünleştirme politikası ciddi
bir yara alabilir. Eğer zaman bütünleşme değil ayrışma yönünde
ilerliyorsa ona zıt olan her akım değer kaybeder.
Dünya ölçeğindeki yeni yapılanmayı şekillendirenler muhte-
21 • DEVRİYE

melen dini bütünleştirici değil, yorum farklarını kullanarak, ay­


rıştırıcı hale dönüştürecektir. Bütünleştirici ideolojinin milliyetçi­
lik olması beklenemez. Çünkü onun ortaya çıkaracağı ayırımlar
bütünleştirdiklerinden çok daha fazla olur. Ortak nokta ekono­
mik ve siyasi çıkarları örtüşenlerin bir devlet yapısı etrafında to­
parlanması olabilir. Bu devletin üst kimliği ortak bir gelecek ta­
savvurunda birleşme ve çıkarları örtüşmeyenleri öteki sayma bi­
çiminde şekillenebilir.
Tahminlerin doğrulanmaz ve küreselci eğilimler hız kazanırsa,
sanayiden sonra tarım alanında da ucuz emeğin yaracağı ürünler
Batı'ya akar ve burada ciddi refah kaybına neden olur. Gelişmiş ül­
kelerdeki iç ekonomik dengeler bozulur.
İç politikayı değerlendirirken ülkemizin dünyadan bağımsız,
okyanustaki bir ada gibi, hareket edemeyeceğini düşünüyorum.
Ayrıca siyasi partilerimizin toplumla bütünleşmiş, köklü yapılar
oluşturmadığım, konjonktürün bir sonucu olarak doğmuş hare­
ketler olduğunu ve asıl eksiğimizin bu noktada olduğuna inanıyo­
rum. Ya siyasi partilerimiz, güncelin peşinde koşmayan, uzun va­
deli politikalar üreten niteliğe kavuşmalı ya da böyle bir yapı hızla
oluşturulmalıdır. Yapılan işlerin doğruluğu ya da yanlışlığından
daha önemli olan ülke yönetiminin her şart altında etkili olabilme­
sidir. Önümüzdeki günlerin birikmiş gerginliklerin hızla boşaldığı
bir dönem olması ihtimali oldukça yüksek görünüyor. Rusya ile
Ukrayna arasındaki doğalgaz gerginliği, fiyata konusunda bir uz­
laşmayla çözülse bile, herkese bağımlılıklarının boyutunu göster­
miştir. Ticari hesapların tek belirleyici olmadığı, dünyanın bir tica­
rethane gibi algılanmasının yarattığı sonuçların çok yıkıcı sonuçlar
doğurabileceği görülmüştür. Şu anda yer sallanmıyor ve biz evi­
mizde rahatça oturuyoruz. Şiddetli bir depremde ne yapacağımızı
bilmek zorundayız.
22 • MA H İ R K A YN A K

Şartları Hamlamak
İnsanları bir şeye inandırmak ya da bir davranışa ikna etmek
için ya nasihat edilir ya da neyin doğru olduğu anlatılır. Eğer yete­
rince güçlü iseniz zor kullanırsınız. Ama bunlar çoğunlukla etkili
olmaz. Nasihatler kulak arkası edilir, zorla yaptırılanlardan kaçılır.
En etkili yol insanların yapacakları işe kendisinin karar verme­
sini sağlamaktır. Uygun şartları hazırlarsanız karşınızdaki sizin iste­
diğiniz gibi davranır, ama buna kendisinin karar verdiğini düşün­
düğü için davranışını ısrar ve inatla sürdürür.
Şu sıralarda Çin konusunda çizilen tablo herkesi bir karar al­
maya zorlayacak gibi görünüyor. Çok yüksek bir büyüme hızına
ulaşan bu ülke, yirmi yıl i_çinde, büyüklük olarak ABD ekonomisini
geçecek, en yüksek dış ticaret hacmine ulaşan ülke konumuna gele­
cek, diğer süper güçleri tedirgin edecek bir askeri potansiyele sahip
olacak. Bu noktaya ulaşırken doğal kaynaklan bir hortum gibi eme­
cek, dünyada, başta enerji olmak üzere, tüm hammadde kaynakla­
rında kıtlığa neden olacak.
Ucuz işçilikle ürettiği mallar tüm dünya piyasalarına egemen
olacak, bu rekabet nedeniyle tüm dünyadaki işçi ücretleri ya düşe­
cek ya da frenlenecek.
Kimse bu tabloya kayıtsız kalamaz. Çin tüm ekonomik denge­
leri alt üst etmekle kalmayacak, sınırsız insan kaynaklarım askeri
açıdan teçhiz ederek insanları derin bir güven bunalımına sokacak.
Daha şimdiden lran'dan başlayıp diğer lslam ülkelerine de yayılan
işbirlikleri zaten yeteri kadar korkutucu hale getirilen lslam fobisini
derinleştirecek.
Liberal ekonomiyi kutsallaştıran ve başka bir modelin düşünül­
mesinin bile günah olduğunu savunanlar ne yapacaklar? Bunu do­
ğal bir olay sayıp sonuçlarına mı katlanacaklar; yoksa yeni bir mo­
del arayışına mı girecekler?
23 • D E V R İ Y E

Çin'deki bu gelişmeler ekonominin evrensel kurallarının bir so­


nucu mu kabul edilecek yoksa bir odağın bilinçli bir politikasının
sonucu sayılıp karşı tedbirler mi alınacak? Uzak Doğu'daki ekono­
mik gelişmelerin küresel sermayenin ucuz emek kullanarak işçi üc­
retlerini kontrol etmek ve burada oluşan dış ticaret fazlalarını kendi
finans kurumlarında değerlendirerek dünya para ve finans piyasala­
rını kontrol etmek amacını mı taşıdığı kabul edilecek?
Yapılacak değerlendirmeler ne olursa olsun ortada somut bir
ekonomik tehdit olduğu herkesin ortak düşüncesi haline geliyor ve
buna karşı tedbir alınması kaçınılmaz görünüyor. tık tepkinin dış
ticaretteki liberalleşmenin frenlenmesi ve korumacılık eğilimlerinin
artması olabilir. Petrol fiyatlarındaki artışın, bir yanıyla, artan talebe
bağlanması ve bundan gelişen Uzak Doğu ekonomilerinin sorumlu
tutulması ya onların taleplerini kısacak yani onların gelişmelerini
frenleyecek tedbirler alınmasını ya da alternatif enerji kaynaklarına
yönelmeyi gerektirecek. Belki de iki yol birden izlenecek.
Bütün bunlar oluşan şartlara yönelik olan ve herkes tarafından
meşru sayılan savunma refleksleri olarak değerlendirilebilir. Ama,
başka açıdan bakarsak, meselenin bir başka yüzünün olduğunu da
görürüz. Liberalleşme eğilimine hiçbir fren uygulamamak ve bunu
tarım ürünlerine doğru yaymak, petrol fiyatlarının ekonominin ge­
reklerinden daha fazla artmasına izin vermek ve başta Çin olmak
üzere Uzak Doğu ekonomilerinin zayıf yanlarını göz ardı edip çok
iyimser tahminler yapmak tepkilerin boyutunu büyütecektir. Batılı
ülkelerde şu anda yaşanan ekonomik sorunlar geleceğe ait kötüm­
serliği derinleştirecektir.
Şartlar hazırlanmıştır ve artık herkesin nasıl davranacağı belli­
dir. İnsanlar gerekeni yapacaklar, ama bunların yapılması kimsenin
öngörmediği bir düzenin kurulmasıyla sonuçlanacaktır. Ulus devlet
bilincinin küreselci eğilimlerin yerini aldığı bu yeni düzen ikili
24 • M A H İ R K A Y N A K

bloklaşmanın yolunu açacak ve herkes kamplardan birinde yerini


alacaktır. Herkesin nerde olacağı önceden bellidir, ama herkes yeri­
ni kendisinin seçtiğini sanacaktır.

Zor Tercih
Herkes önündeki seçenekler arasından en uygun olanı seçer.
Bizim böyle bir şansımız yoktur. Çünkü birimizin uygun gördüğü,
göklere çıkardığı bir seçenek diğeri için bir felakettir. İyiyi seçme
şansı olmayan, talihsiz bir ülke görünümündeyiz.
Gündemimizde bir şeyler inşa etmek, yapmak yoktur. Hepimiz
bir kurtarıcı rolündeyiz ve tek işimizin bizi yok etmek isteyenlere
karşı mücadele olduğunu düşünürüz. Bu konuda tek desteğimiz
inançlarımız ve vatan sevgimizdir. Ama şanssızlıklar ve ihanetler ya­
kamızı bırakmaz. Bölücülüğe karşı verdiğimiz mücadeleyi dünyada
eşi görülmemiş bir başarıyla sonuçlandırsak bile desteklediklerimiz
daha ciddi bir bölücü olarak karşımıza çıkar. Dost bildiklerimiz kal­
leş, düşmanlarımız acımasızdır. Yıllarca ortak düşmana karşı göğsü­
müzü siper ettiğimiz müttefikimiz ABD, bir vefasızlık anıtı gibi, bizi
bölmek isteyenlerle birliktedir ve onların hamisi konumuna gelmiş­
tir. Yıllardır kapısını aşındırdığımız AB, bin dereden su getirerek,
bizi dışlamaya çalışmaktadır.
İçimizde bunun sebebini bilenler de vardır. Eğer fert başına
milli gelirimiz on bin dolar olsa tüm sorunlarımız çözülebilirdi. O
zaman kimse bizi bölmeye, yok etmeye cesaret edemezdi. Geriliği­
mizin sebebi de bellidir. Cehaletten daha başka sebep aramaya ge­
rek var mı? Bir Amerikalı, Saddam'm kimyasal silahlarından korun­
mak için gaz maskesi alsa, Vietnam'm yerini bile bilmese, 1 1 Eylül'ü
bir avuç İslamcı teröristin yaptığına inansa bile cahil sayılamaz. Bu
sefer olaya tersinden bakar, cahil olsalardı bu kadar zengin olabilir­
ler miydi deriz. Okumuşlarımız iş bulamıyorsa, eğittiklerimizden
25 • DEVR İ YE

yararlanamıyorsak okullarımız kötü demektir ve onları ABD'deki


eğitim kurumlarına benzetmemiz gerekir.
Herkesin düşman olduğu bir ortamda dövüşmekten başka çare
var mı? İnançlarımız bu savaşı kazanmanın tek teminatıdır, ama bu
sefer de çılgın Türk mü yoksa dini bütün bir Müslüman mı olacağı­
mıza karar veremeyiz.
Birisi çıkıp kurduğunuz model tümüyle yanlıştır. Kimse gece
rüyasında, gündüz hülyasında Türkiye'yi nasıl yok edeceğini dü­
şünmüyor. Eğer olaylara, "Bize nasıl zarar verecekler ?" diye bakarsa­
nız doğru bir sonuca ulaşamazsınız. Doğru soru, "Kim, ne yapmak
istiyor?" olmalıdır. Eğer dünyada tek güç olsa ve o sizi yok etmek is­
tese zaten buna karşı konulamaz. Yalnız biz değil kimse kaşı koya­
maz. ABD'yi Rusya'nın düşmanı sayıyorduk, ama neden onun eko­
nomik sıkıntılarını hafifletmeye çalıştı? Derseniz sizi vatanını sev­
memekle ve düşmanlara karşı yeteri kadar direnç göstermemekle it­
ham ederler. Onlara göre milli duruş her şeyin başlangıcıdır ve bu
konudaki gevşeklik kesin bir yenilgiyle sonuçlanır.
Dünyanın bugünkü görünümü ülkemiz aleyhine dinamikler ta­
şımamaktadır. Ancak bu her şeyin düzgün gideceği anlamına gel­
mez. Ortada bir uyum sorunu vardır ve bizim bakış açımızla dünya­
ya yön verenlerin modelleri tamamen farklıdır.
Ülkede söz sahibi olanların kapsayıcı bir dünya algılaması yok­
tur. Eğer ABD Irak'a demokrasi getirmek ve Saddam'ı yok etmek
için Irak'ı işgal etti derseniz ve bir adım öteye gidip bunun arka pla­
nında petrol sorunu olduğunu düşünürseniz dünyayla uyum sağla­
yamazsınız. Kurulacak model sorunu doğru teşhisle başlamalı ve bu
sorunu çözecek unsurlar taşımalıdır. Bunun dışında çatışan tarafla­
rın kimler olduğunu da söyleyebilmelidir. Şu anda bir avuç terörist­
le tüm dünyanın çatıştığı söylenmekte, daha ileri gidilince İran ve
Suriye'nin taraflardan biri olduğu ve ABD'nin bunlar karşısında ne
26 • MAH İ R KAYNAK

yapacağını kara kara düşündüğü zannedilmektedir. Çatışan taraflar


bunlar değildir ve olamaz.
Ulaşılmak istenen sonuç şu ya da bu devlete bir biçim vermek
değildir. Bozulan dünya dengesi yeniden oluşturulmaktadır. Yeni
dengeyle birlikte ekonomik ilişkiler de yeni bir şekil alacaktır. Bu
dünyada küreselciliğin mi, yoksa ulus devlet yapıların mı egemen
olacağı sorusuna da bir cevap teşkil edecektir. Çözüm, inanan
Türklerin yerini düşünen Türklerin almasındadır.

Bayramlar
Birçoğumuzun bayramların eski tadının kalmadığını düşün­
düğünü biliyorum. Bayramlar da, yaşlı insanlar gibi, eskilerden
çizgiler taşıyor, ancak benzerlik genç bir insanla yaşlanmışı ara­
sındaki kadar. Bir zamanlar erkeklerin aklını başından alan genç
bir kızın yerini, saygı duyulan yaşlı bir kadın almış ve benzerlik
sadece adında kalmış.
Her şeyin olduğu gibi kalmasını istemek zamanı durdurmaya
çalışmaktan farksız. Aslında yaşam biçimimizdeki değişmeleri
zevkle seyrediyorum. Her şey aynı kalsaydı ve sadece ben genç
bir insandan yaşlı birine dönüşseydim çok üzülürdüm. Şimdi
kendimi zamanın ayrılmaz bir parçası gibi hissediyorum ve kos­
koca bir evrenin benimle birlikte değiştiğini görerek tüm bu de­
ğişmenin belki de benim için gerçekleştiğini hayal etmek gibi bir
lükse kapılabiliyorum .
İnsanlar yaşarken bir yol inşa eder gibi davranıyorlar. Hem gi­
deceğimiz yere ulaşan yolu yapıyoruz hem de üzerinden gidiyoruz.
Bazılarımız sıradan bir işçi gibi çizilen projeyi gerçekleştirmeye çalı­
şıyor, bir avuç insan da bu yolun projesini çiziyor.
Projeyi insanların çizmediğini düşünenler de var. Onlara göre
bizim görevimiz ilahi bir projeyi hayata geçirmek. Yönetici konu-
27 • D E V R İ Y E

mundakiler bir şantiye şefinden öte bir iş yapmıyorlar. Onlar proje­


yi anlayacak ve uygulayacak niteliklere sahipler. Tek tartışılabilecek
konu projenin evrenin var oluşuyla birlikte mi belirlendiği, yoksa
ana yön belli olmakla birlikte güzergahın zaman içinde mi çizildiği.
İnsanların sürekli kavga etmesi ise bir gereklilik. Eğer nereye ve
nasıl gidileceği önceden söylense kimsede ne çalışma arzusu kalır
ne de heyecanı. Oysa herkes dünyayı kendisinin yönlendirdiği duy­
gusu içinde ve büyük bir hırsla çalışıyor. Gerçekte yaptığı şey ya yol
için taş kırmak ya da toprak taşımak. Sürekli mal alan insanlar ken­
dilerini mutlu ederken bu malları üreten teknolojilerin bulunması­
na katkı yaptıklarını düşünmezler bile. Onlar tüketerek önce yaşla­
nır, sonra ölür, ama insanlık inşa ettiği yolu biraz daha uzatır.
Bayramların eskisi gibi olmamasının nedenini çok iyi anlıyo­
rum. Aynaya baktığım zaman ben de eskisi gibi olmadığımı görüyo­
rum ve evrenle uyum içinde olmanın keyfini çıkarıyorum. Ancak
mutluluğun sırrını çözemiyorum. Formül, herkesin düşündüğü gi­
bi, "olabildiğince tüket, çünkü böylece yolun biraz daha uzamasına
yardım edersin" biçiminde midir; yoksa "projenin doğru uygulan­
masına katkıda bulun, yanlış uygulamalar, yapılanların yıkılmasını
ve yeniden inşasını gerektiriyor," şeklinde midir?
Ancak neyin önemli olduğunun kendime göre bir cevabı var.
Bir gün, bir toplantıda, "Sahip olduğunu sandığınız her şey sanaldır.
Mülkle aranızdaki bağı tapu kurar, servetiniz ya bankadaki bir yazı
ya da elinizdeki bir kağıt parçası yani paradır. Bunlar bir anda hü­
kümsüz kalabilir. Ama kimse sevgilerinizi elinizden alamaz ve ger­
çekten sahip olduğunuz tek şey budur." demiştim. Bir annenin ba­
şını kızının omi� koyduğu andaki yüz ifadesini unutamıyorum.
Hem bütün derin1iğiyle sevgiyi hem de ona sahip olmanın mutlulu­
ğunu yansıtıyordu.
28• M AHİR KAY N AK

Bu bayramın herkese sevgilerin en güzelini vermesini diliyo­


rum. Galiba zamana karşı en dayanıklı olan da o. Yüzümüz ne ka­
dar eskirse eskisin, şiddeti azalsa bile, duygular güzelleşerek sürü­
yor ve yolun inşasını başkalarına bıraktığımız anda bile bizimle ka­
lan sadece o oluyor.

Fantezilerim
Genel kanıyla uyuşmayan düşünceler taşımak, bir ölçüde, nor­
mal sayılır. Ama eğer olaylan başkalarının gördüğünün tam tersi
olarak algılarsanız bu sadece bir fantezidir. Geçmişe baktığımda bir­
çok fantezilerim olduğunu görüyorum ve bunların bir bölümünü si­
ze de aktarmak istiyorum.
Soğuk Savaş yıllarında askerlerin Doğu Bloğu'na yönelik hesap­
lan, olası bir saldırıya karşı yaptıkları planlar bana çok komik görü­
nürdü. Böyle bir savaşta asıl çatışmanın blok içinde olacağını, Rus
askerlerinin peykleriyle, ABD askerlerinin Batı Avrupalılarla çatışa­
cağını, bunun iki tarafın savaşından çok bir kaos olacağını düşünür­
düm. Eğer böyle bir çatışma gerçekleşseydi tarihin en komik savaşı
olurdu.
1980 Darbesi'ne giden yıllarda Belçika menşeli silahların Bul­
garistan üzerinden, hem de yüz binlere varan sayıda, Türkiye'ye
gelmesi kimseyi rahatsız etmiyordu. Etrafımdaki insanlara, "Belçi­
ka'ya bir telefon edip bu silahlan nereye gönderdiklerini sorsak. "
diyordum, ama kimse dinlemiyordu. Madem silahlar Bulgaris­
tan'dan geliyordu, demek ki operasyonun arkasında Ruslar vardı.
Öküz altında buzağı aramaya gerek yoktu. Doğu Bloğu ülkeleri­
nin ABD hayranı olduğunu ve gerçek yerlerinin öteki taraf olması
gerektiğini biliyordum, ama Batı Avrupa daha karmaşık ilişkiler
içinde görünüyordu.
Çok rütbeli, bol madalyalı generalleri, hangi ülkeden olursa ol-
29 • D E V R İ Y E

sun, kurşun askerlerle savaş oyunu oynayan çocuklara benzetirdim.


Ancak kurşun askerler sizin istediğiniz tarafta yer alırlardı ve ger­
çekte durum tam tersiydi.
Bu herhangi bir çatışmanın olmadığı anlamına gelmiyordu. As­
kerleri kendi sanal dünyalarına bırakır, ekonomideki gelişmelerle il­
gilenirdim. ABD'nin Bretton Woods Anlaşması'nı tek taraflı feshet­
mesi, 1 973 Petrol Krizi ve arkasından petrol fiyatlarındaki artış, Av­
rupa'nın ABD'yi ekonomik açıdan geriye atma çabalarının sona erişi
bana çok heyecan verirdi. Kendimi akıl oyunlarını seyreder gibi his­
sederdim.
Herkes olaylara Doğu-Batı ikilemi içinde bakarken ben böyle
bir zıtlaşmanın hiç olmadığını düşünüyordum. Sahneye üçüncü bir
aktör çıkmıştı ve bilinen ikilinin her ikisini de rahatsız ediyordu.
1970'lerde üçüncü tarafın Avrupa olduğunu düşündüm ve ülkemiz­
deki tüm istikrarsızlıkları ABD ile Avrupa arasındaki çatışmayla
açıkladım. Bu fantezim hiç beğenilmedi. Onların haklı olması gere­
kirdi. Ben müttefikleri hasım gösteriyordum ve teorik olarak çatış­
ması gerekenlerin böyle davranmadıklarını söylüyordum.
Papa'ya yönelik suikast teşebbüsünün Ruslar tarafından yapıl­
dığı, çünkü papanın komünizm aleyhtarı olduğu söylendi. lddia
doğru olabilirdi, ama gerekçe yetersizdi. Doğu Avrupa'da Rusya
karşıtı olmayan insan bulmak çok zordu ve hepsinin temizlenmesi
çok zor olurdu. Üstelik papanın ABD'ye sempati duyduğu da söyle­
nemezdi. Acaba bu bir ortak operasyon olabilir miydi"?
Papa, Gorbaçov'u Vatikan'da kabul edince bir sorunun cevabını
bulamadım. Acaba papa Rusya'yı aklamak mı istemişti; yoksa yeni
yönetimi desteklediğini mi söylüyordu. Yani Rusya'daki değişim,
boyutları Rusya'yı aşan, dünya ölçeğindeki bir olay mıydı?
Şimdi de bazı fantezilerim var. ABD ve İsrail'in İran'a yönelik
bir saldırısını beklerken AB'nin İran'a yaptırım uygulanmasını iste-
30 • M A H İ R K A Y N A K

mesi beni sevindirdi. Bu olayların gelişimin memnuniyet verici ol­


masından değil, ABD ile Iran arasındaki gerginliğin yapay olduğu
düşüncesinin doğrulanmasından kaynaklanıyordu. lran kendisine
tahsis edilen yere doğru itiliyordu ve bu yer Avrupa değildi.
Bir mahkumun tahliyesinin yaratacağı fırtınalarla hiç ilgilenmi­
yorum. Herkes ondan birçok heyecan verici hikayeler çıkaracaktır
ve benim onlarla yarışmam mümkün değildir. Ben yine, l 970'lerde­
ki gibi, ekonomiyle ilgileniyor ve özellikle parasal gelişmeleri tahmi­
ne çalışıyorum. Türkiye'de gerilim dozu yüksek olaylar, büyük bir
sel gibi gürültülü akacak, birçok kişiyi de önüne katacak gibi görü­
nüyor. Selden arta kalan ne olacak dersiniz?

liderlik
Ülkemizde muhalefet eksiliğinden söz ediliyor. Bir sürü sorunu
olan bir yerde etkili bir muhalefetin ortaya çıkmaması yadırganıyor.
Ülkemizde neden güçlü iktidarlar oluşabiliyor da ona denk bir karşı
görüş gelişemiyor?
iktidarların nasıl ortaya çıktığım anlarsak muhalefetin neden
oluşmadığının sebeplerini de bulabiliriz. Mesela 1980 Darbesi son­
rasında, halkın önemli bir bölümünün desteklediği ve bir süre nere­
deyse bir ideoloji haline dönüşen Özalcılık nasıl ortaya çıktı? Ne
darbe öncesi ne de ANAP'ın kuruluş aşamasında tartışılmayan libe­
ral ekonomik düzen ve dışa açılma nasıl oldu da halktan bu kadar
destek gördü? Halk, hiçbir ekonomik içeriği olmayan söylemlerin
peşine takılıyor, bir partiyi iktidara getiriyor ve sonra iktidarın şap­
kasından çıkardığı tavşanı çok beğeniyor.
"Ekonomik içeriği yok" sözüme itirazlar olabilir ve baştan aşağı
halkın geçim sıkıntılarından, gelir adaletsizliğinden söz edildiği ileri
sürülebilir. Orta direk kimin icadıdır diye sorulabilir. Benim sözünü
ettiğim slogan değil programlardır.
31 • DE VRİ Y E

Benzer bir durum dış politikada da geçerlidir. Özal yönünü, bir


ölçüde, SSCB'ye çeviren eski iktidarın aksine ABD'ye odaklı bir dış
politika çizgisi izledi, ama bu da ne tartışıldı ne de seçim sürecinde
dile getirildi.
Türkiye'de iktidarın oluşumu şöyle özetlenebilir: İktidara slo­
ganla gelinir, çok iyi planlanmış programlarla ülke yönetilir. Bu
programların kaynağı genelde uluslararası ihtiyaçlardır.
Amacım, zaten kendisi bir slogandan ibaret olan, hiçbir maddi
temele ve tutarlı bir modele dayanmayan millicilik yapmak değildir.
Ayrıca dışarıda üretilen modellerin mutlaka yanlış olacağını da iddia
etmiyorum. Sadece bize ait bir programın olmadığını, bu durumda
başkalarının ürettiklerini kabul etmekten başka bir seçeneğin ola­
mayacağını söylüyorum.
Bir politikanın milli olması doğru olduğu anlamına gelmez. Bu
bazılarının kullandığı, bazen sadece bir aldatmacadan ibaret bir me­
tottur ve üzerine milli damgasını vurdukları her şeyi kabul etmemi­
zi isterler. Milliliği bir boya gibi kullanıp en anlamsız hatta en az ül­
keyle özdeşleşen modelleri halka sunarlar. Bir politikayı değerlendi­
rirken onun çağa ve şartlara uygun olup olmadığına bakmaz sadece
üzerindeki millilik damgasıyla değerlendirirsek yanılmamız kaçınıl­
maz olur.
Türkiye'de iktidarların her zaman tutarlı bir modeli vardır, mu­
halefet ise sadece bir duruşu temsil eder. Onlar ne bir model üretir
ne de uygulanan modelin isabetsizliğini iddia eder. Eleştirileri uygu­
lamalardadır ve bunlar çoğu zaman ayrıntılarla ilgilidir. Yolsuzluk
ve adam kayırma suçlamaları, baş köşeye oturtulan misafirler gibi,
en çok tartışılan konulardır. İdarenin yanlış bir kararı, bir veya bir­
kaç kişinin haksız kazancı iktidarın devrilmesi ve yerine muhalefe­
tin gelmesi için yeterli bir sebep sayılır. Oysa bunlar ne bir ülkeyi
yıkar ne de düzeltilmesiyle ülke gidebileceği bir yere ulaşır. Savaş
32 • M A H İ R K A Y N A K

stratejik kararlarla kazanılır ya da kaybedilir. Zafere çok sayıda düş­


man askeri öldürülerek ulaşılamaz.
Şu anda muhalefet yokluğu aslında alternatif bir modelin oluş­
turulamamasından ve muhalefet yaptıklarını sananların güzel söz
söyleme dışında bir yetenek ve endişelerinin olmamasından kay­
naklanıyor. Bir münazara havasında, kimim kimi alt ettiğine baka­
rak karar veriyoruz.
Güçlü ve etkili bir muhalefet iktidarın en çok ihtiyacı otduğu şey­
dir. Bir iktidarı dış etkilerden ve içerde gereksiz ödünler vermekten
koruyan muhalefettir. Eğer muhalefetin gözü de dışarıdaysa ve onla­
rın desteğini kaybetmekten korkuyorsa başkaları her istediğini alır.
Şu anda ihtiyaç duyduğumuz şey dünyayı doğru algılayan ve
buna uygun alternatif bir model oluşturabilen bir muhalefet ve bu­
nu temsil eden güçlü bir liderliktir. Bu kişinin sıfatı değil kendisi
milli olmalıdır. Bu kişi, herkese kafa tutan değil onlarla aynı düzey­
de olan ve ulusalcılık ile dünyaya karşı sorumluluk taşıyan bir kişi­
liği bağdaştırmış olmalıdır.

O da Bilmez
Herkes Ağca'nın sırlarının peşinde. Konuşması için milyon do­
larlar teklif ediliyor. Oysa onun anlatacağı yeni hiçbir şey yok. Ağca
kendisi için hazırlanmış bir düzine anıdan birinin altına imza atacak
ve kamuoyu bir yerlere götürülecek. En güçlü olan senaryosunu pi­
yasaya sürecek. Söylediklerinin geçmişle ilgisi sadece birkaç bilinen
olayla sınırlı olacak, diğerleri geleceği şekillendirmek için düzenlen­
miş hikayelerden oluşacak. Onu yeni bir gelişmenin bir yerlerine
yerleştirmeleri ve inanılmaz olaylarla ilgilendirmeleri daha cüretkar
bir tavır olabilir.
1 2 Eylül'e giden yolda bazı karanlık eylemlerde rol alan, daha
sonra papa suikastında başrol oyuncusu olan bu kişiden öğrenile-
33 • D E V R İ Y E

cek ne olabilir? Onu kaçıranlar ortada iken ya da bulunmamaları bir


mucize sayılması gerekirken ondan ne öğreneceksiniz I Bilenleri bir
yana bırakıp sadece bir takım ipuçları elde edeceğiniz kişiyle uğraş­
manın akla uyar bir yanı var mı1
Onu kaçıranlar ve yolunu çizenler de olayın tümü hakkında ne
bilgi sahibidir ne de onu anlayacak kapasiteye sahiptir. Dünyaya
yön veren gizli servislerin uç noktalarındaki bu kişiler dünyayı Do­
ğu-Batı çatışması ikilemi içinde görür ve düşmana karşı büyük bir
mücadelenin kahramanları olduklarına inanırlardı. Türkiye'yi ko­
münizme teslim etmemek için büyük fedakarlıklar yaptıklarını dü­
şünürlerdi. Şu anda da perde arkasında kalmayı içine sindirmiş gizli
kahramanlar olduklarına inanıyorlar. Verilecek yeni bir görevle ha­
yata dönmenin hayallerini kuruyorlar.
Kahramanlarımız gibi düşünüp bir senaryo yazabiliriz: Eğer on­
lar olmasaydı Türkiye Doğu Bloğu'na geçer ve on yıl geçmeden SS­
CB dağılacağı için biz yeniden bağımsızlığımıza kavuşurduk, aynı
hızla özelleşir ve hiçbir itiraza uğramadan AB üyesi olurduk. Ayrıca
ayrılmış olacağımız NATO'ya yeniden katılırdık. Bıraksalardı on yıl­
lık bir komünizm süreci yaşar ve hoş bir macera olarak tarihimize
bir sayfa eklerdik. Bizi bu zevkten mahrum ettiler' Çünkü SSCB , bir
gecede ve hiçbir hazırlık yapılmadan dağıldı. Belki de bu Gorba­
çov'un rüyasıydı ve onu gerçekleştirdi.
İnsanlar, konuştukları zaman, birçok sır sayılan şeyleri söyle­
meyebilirler, ama kendilerini apaçık anlatırlar. Yani bildiklerini sak­
lasalar bile onların dünya algılamalarını, olayları nasıl değerlendir­
diklerini, çaplarını öğrenebilirsiniz. 1 2 Eylül'ü anlamak için olayla­
rın ayrıntılarını merak etmeye gerek yok. Darbecilerin sözlerine ba­
karak neyi ne kadar bildiklerini, hangi motiflerle hareket ettiklerini
anlayabiliriz.
Onlar o kadar sığdılar ki deniz olsalardı topuklarınız bile ıslan-
34 • M A H İ R K A Y N A K

mazdı. Eğer bir sır varsa bu eteklerde değil tepede tezahür ederdi.
Her şey 12 Eylül'e götürüyorsa büyük sır orada olmalıydı. Oysa ora­
sı bütün berraklığıyla ortadaydı, ama arka planı hakkında kimse bir
şey bilmiyordu.
Ruslar akılsızdı. Komünizmi on yıla varmadan terk edecekleri­
nin farkında bile değillerdi. Doğu Bloğu'ndaki ülkelerin içerden fet­
hedildiklerini anlamadılar. Türkiye'yi komünist yapmaya çalıştılar.
Üstelik siyasi ilişkilerini en üst düzeye çıkardıkları bir yönetimin al­
tını oyduklarını bilerek böyle bir işe giriştiler.
Amerikalılar geri zekalıydı. Komünizm tehdidi altındaki bir müt­
tefiklerinin ekonomik sıkıntısını gidermek için bir kaç yüz milyon
dolar vermediler. Şimdi milyarlarca doları gözü kapalı veriyorlar'
Avrupalılar Türk düşmanlığını o zaman da yapıyordu. Ne ka­
dar kaçak terörist varsa hepsini bağırlarına bastılar, yedirdi, içirdi,
sonra bize geri gönderdiler ve hepsi toplumun en üst katmanlarında
yer aldı.
Kaçanlarla kovalayanları birbirinin düşmanı sandık. Oysa yan
yana geldiklerinde sarmaş dolaş oldular. Şimdi bir kaçağın sırlarını
merak ediyorsunuz. Kovalayanlar size her şeyi anlatabilir, ama onla­
rın bildikleri de o kadar sınırlı ki bir sürü çelişkiden başka bir şey
elde etmeniz mümkün değil.
Ben hiçbir şeyi merak etmiyorum. 1 2 Eylül'ü yaptıranlar kadar
iyi bildiğime inanıyorum. Ne olmuş diye araştırmayın. Çünkü yeni­
den aldatılmak üzeresiniz. Sır, nasıl olmuş olabilir, sorusunun ceva­
bındadır.

Hedef Iran mı?


Irak'a müdahale öncesi yürütülen kampanyanın benzeri İran'a
yöneltiliyor. Irak'ın, sahip olduğu kitle imha silahlarıyla bir tehdit
35 • D E V R İ Y E

oluşturduğu söyleniyordu. Şimdi İran'ın gelecekte sahip olacağı var­


sayılan nükleer silahlarla çevresi için bir tehlike olacağı ileri sürülü­
yor. Bu ülkelerden hiçbiri ya da benzerleri askeri bir tehdit oluştura­
mazlar ve böyle bir durum gerçeklik kazanmadan bastırılır. Kaldı ki
İran'ın nükleer faaliyetleri Rusya'nın kontrolünde yürütülecektir ve
onların bilgisi dışına taşan bir oluşum mümkün görünmemektedir.
Mücadelenin bir yanında lran'ın olduğu yanıltıcıdır. Ancak ge­
lişmelerin neyi amaçladığı ve ne gibi bir sonuç doğuracağı da tartı­
şılmamaktadır.
Gelişmelerin Avrupa'yı nasıl etkileyeceği asıl tartışılması gere­
ken konudur ve yürütülen stratejinin hedefinde tartışılan ül_keler
değil, bir güç odağı olma iddiasında ve çabasında olan Avrupa var­
dır. Irak parçalanarak güçsüzleştirilirken ve Avrupa'nın nüfuz böl­
gesi dışına itilirken lran uğradığı baskılar sonucu Rusya'ya yaklaş­
mak zorunda kalacaktır. Avrupa hammadde ve enerji kaynakları
üzerinde hiçbir kontrole sahip olamayacak, pazarları da başka güç­
lerin siyasi etki alanında kalacaktır.
Enerji açısından Rusya'ya ve bir ölçüde ABD nüfuz bölgesine
bağımlı, ekonomisi ABD'nin politikalarından büyük ölçüde etkile­
nen, askeri gücü dünya ölçeğinde bir anlam ifade etmeyen Avru­
pa'nın siyasi bir aktör olması söz konusu değildir. Avrupa'yı dünya
dengelerinde etkisiz hale getiren ABD-Rusya ikilisi global dengenin
aralarında oluşmasını gerçekleştiriyorlar. Irak'ın işgali, lran üzerin­
deki baskılar bu yola döşenen taşlardan ibaret hale geliyor.
Küresel sermaye önce AB içine sıkıştırılıyor, sonra oranın mus­
lukları kontrol altına alınarak tamamen etkisizleştiriliyor.
Bugüne kadarki gelişmeler bir yandan Avrupa'da lslam aleyh­
tarlığım en üst noktalara taşırken, diğer yandan lslam ülkelerinin
Avrupa'ya duyduğu yakınlığın temellerine dinamit koyuyor. Gö­
rüntü bir medeniyet farklılığı ve çatışması olsa bile asıl amaç Av-
36 • M A H İ R K A YN A K

rupa'nın hayat damarlarıyla ilişkisini kesmek olarak görünüyor .


Uygulanan tecrit politikasının AB'nin çözülmesine yol açacağı he­
saplanıyor.
Gelişmeler lslamcı akımların geleceği hakkında iyimser ipuç­
ları vermiyor. Avrupa ile bağları kesilen ve buradan aldığı desteği
kaybeden İslamcı akımların kaderi ABD-Rusya ikilisinin insafına
bırakılıyor. Onların dine dayalı siyasetin sürmesinden yana mı ol­
dukları, yoksa tasfiye mi edecekleri henüz bilinmiyor. Büyük sa­
vaş bittiğinde yani küresel sermayeyle ulus devlet yapılarından bi­
rinin zaferi ilan etmesi halinde sonuç kesinleşecek ve muhtemelen
dine dayalı politikalar sahneyi terk edecektir. Bu sadece lslam'ın
siyasi etkinliğini azaltmak amacına yönelik olmayacak Vatikan'ın
siyasi gücünü de kıracaktır.
Bölgemizdeki olayları dünyadan bağımsız bireysel sorunlar ola­
rak algılanmasının doğru sonuçlar vermeyeceğine inanıyorum. Ön­
ce genel bir model oluşturulmalı ve olayın bunun içinde ne anlam
ifade ettiği, sonucu nasıl ve ne kadar etkileyeceği irdelenmelidir. Ne
Irak dünya için bir tehlike oluşturabilirdi ne de lran dünya dengele­
rini etkileyebilecek iktisadi veya askeri bir güç olabilir. Ancak AB,
küresel sermayenin desteğiyle, bir dünya gücü olma iddiasındaydı
ve bu gerçekçi bir proje sayılabilirdi. Dünyadaki diğer güç odakları­
nın buna seyirci kalmaması doğaldı ve mücadele bu alandaydı.
Türkiye'deki siyasi gelişmelerin ne yönde olacağım tahmin et­
menin iki yolu vardır. Ya ülke içindeki aktörleri inceleyerek bir so­
nuca varırsınız ya da ülkemizin dünya açısından önemli olduğunu
ve dünyadan bağımsız bir yol izleyemeyeceğini düşünerek ülkemizi
de genel modelin bir parçası sayarsınız. Ben analizleri bu şekilde
yapmanın daha doğru sonuçlar vereceğini düşünüyorum ve gelece­
ği, iç aktörlerden çok dünyadaki gelişmelerin belirleyeceğini düşü­
nüyorum.
37 • D E V R İ Y E

Değişen Ne?
Geçmişte en önemsiz siyasi olaylar bile ekonomik göstergeleri
etkilerken; bugünlerde borsa, faiz, döviz üçgenine sıkıştırılan eko­
nomimiz hiçbir şeyden etkilenmiyor. Yaşadığımız büyük ekonomik
krizi bir Anayasa kitapçığının fırlatılmasına bağlamıştık ve eğer sa­
yın cumhurbaşkanı kitabı fırlatmayıp, "Lütfen şuna bakar mısınız?"
deseydi böyle bir felaketle karşılaşmayacağımıza inanıyorduk. AB ile
müzakerelere başlamanın ekonomimize büyük bir ivme kazandırdı­
ğını düşünüyorduk. Ama bugünlerde hiçbir olay ekonomik göster-
gelerin seyrini etkilemiyor. Ne AB ile ilişkilerde giderek ümitsizle­
şen süreç, ne kuş gribi, ne de hükümeti devirmek için düğmeye ba­
sıldığı iddiaları en küçük olumsuz bir etki yaratmıyor.
Bazıları bunu istikrarlı bir hükümeti varlığına ve güçlü bir al­
ternatifin olmayışı nedeniyle ekonomik politikaların süreceği bek­
lentisine bağlıyor. Düğmeye basılma iddiaları ciddiye alınmıyor, da­
ha doğrusu düğmeye basan parmakların gücünden şüphe duyulu­
yor. Bazı olumsuz ekonomik gelişmelerin, mesela kuş gribi ve ben­
zerlerinin etkilerinin sınırlı ve geçici olduğu, cari açığın finanse edi­
lebildiği sürece sorun yaratmayacağı düşünülüyor. Kısaca özetlersek
geçmişte önemli sonuçlar yaratacak gelişmelerin bugün sıradan hale
gelmesi hükümete duyulan güvene bağlanıyor.
Uzun vadeli politikalar değişken veriler üzerine oturtulamaz.
Yani bugün Türkiye'ye yönelik ekonomik yaklaşım ya kısa vadelidir
ya da uzun vadede de önemli bir değişiklik olmayacağı hesaplan­
maktadır. Bu nedenle ülkeye giren yabacı sermayenin miktarından
çok niteliği önem kazanmaktadır.
Cari açığın finansmanı kısa vadelidir. Derhal geri alınabilir.
Eğer ülkenin üretim kapasitesini artıracak yatırımlar yapılsaydı bu­
nun geri dönüşü zor olurdu. Ancak her iki gruba da girmeyen ve fi­
nans piyasalarına yönelik satın almalar başka bir yaklaşımı gerekli
38 • M A H İ R K A Y N A K

ktlıyor. Burada sağlanan üstünlük yatırım yapanların sadece kar el-


de etmek amacında olmadıkları anlamını taşıyor.
Amacımız ne hükümetin uygulamalarını eleştirmek ne de
doğruluklarını iddia etmek değildir. Soğuk Savaş'ın sonra erme­
siyle ekonominin en önemli ve etkili bir araç olarak kullanıldığı
günümüzde bize yönelik politikaları anlamaya çalışıyoruz. Bunla­
rın salt ekonomiye katkıları, yarattıkları geçici rahatlıkla değerlen­
dirmenin yanlış olacağını, yeni bir yapının oluştuğunu ve bunun
geleceğimizi belirlediğini söylüyoruz. Bunların yanlış ya da doğru
olması herkesin bakış açısına göre dE;ğişir. Eğer dünya ile bütün­
leşmek ve küresel ekônominin bir parçası olmak istiyorsanız yapı­
lanları · doğru, eğer dışa belirli ölçüde kapalı yaşamayı tercih edi­
yorsanız yanlış bulabilirsiniz. Bu konuda bir tercih belirtmeden
"neyin olduğunu" arıyoruz.
Türkiye'ye yönelik ekonomik politikalar sadece ekonomik bü­
yüklüklerle açıklanmamalıdır. Böyle bir tutum onun siyasi boyutu­
nu ihmal anlamına gelir. Oysa bugünlerde tüm ekonomik gelişme­
ler bir yanıyla siyasete hizmet etmekte ve bu durum tüm dünyada
geçerli olmaktadır.
Yabancı sermaye bir ülkeye iki farklı amaçla gelir. Birincisi git­
tiği ülkedeki yapı onun kar elde etmesi için elverişlidir ve bu imka­
nı kullanmak ister ve siyasi açıdan nötrdür. İkinci olarak o ülkenin
ekonomik yapısını ve buna dayanarak siyasi yönünü etkilemek is­
ter. Bunun da ekonomik bir yanı vardır ve oluşturacağı ekonomik
yapıyla o ülkeyi kontrol eder. Ekonomik beklentileri bu aşamadan
sonra gerçekleşir.
Günümüzde ekonomik faaliyetlerin sıyasi yönü baskın bir ka­
rakter taşımakta, bir savaş ve ege·,nenlik aracı olarak kullanılmakta­
dır. Bu nedenle salt ekonomik analiz yapmak ve olayın dünyadaki
siyasal gelişmelerle ne ölçüde ilişkisi olduğunu araştırmamak ciddi
39 • D E V R İ Y E

sorunlara neden olur. Bir politikayı. ekonomik yönleriyle uygun bu­


labilir ve onu uygularsanız farklı bir odak bundan rahatsız olabilir
ve kendi yaptırımlarını. uygular.

Seçilerek Atanmak
Bu yazının amacı ne iktidarı. veya geçmiş iktidarları eleştir­
mek ne de onları küçümsemektir. Sadece iktidar olgusunu irde­
lemek istiyorum. Bir heyetin ülkeyi idare ettiğini iddia edebilme­
si için üç alanda etkili olması gerekir. Ekonomi, medya ve bü­
rokrasi başka güçler tarafından kontrol ediliyorsa, iktidarın seçil­
miş olması ona yönetim gücü sağlanın. Bu durumda iktidarın
seçilerek atandığı söylenebilir. Atayanlar ise bu üç gücü kontrol
edenlerdir.
Bütün iktidarlar bu konudaki zayıflıklarını hemen fark eder ve
bir yandan ekonomik güç elde etmeye çalışırken diğer yandan med­
ya ve bürokrasi üzerinde kontrol sağlamak isterler. Yöneten güç bu
konuda çok hassastır. Bürokrasiyi kontrol çabası kadrolaşma, eko-­
nomik güç sağlama hesapları yolsuzluk iddialarıyla karşılanır ve
ekonomik gücü olmayanın medyayı kontrolü zaten söz konusu ola­
maz. Demokrasinin bu olduğu, çeşitli grupların etkinliğinin çoğul­
culuğu sağladığı, eğer ekonomi ve medyada tekelleşme yoksa, tek
bir odağın egemenliğinden söz edilemeyeceği ve demokrasinin ger-
çekleştiği söylenir. Yönetim çeşitli grupların karşılıklı etkileşimi
içinde gerçekleşir.
Sorun iktidar ile onu yönetime taşıyanlar arasındaki uyumun
bozulmasıdır. Bu bozulma sanıldığı gibi ideolojik farklılıklardan
kayı1aklanmaz. İdeoloji sadece halkı yönlendirmek için kullanılan
bir araçtır ve bu aracın zaman içinde farklılaşması zaten konjonktü­
rün bir gereğidir. Gücü elinde tutanlar Ecevit'in solunu da İslamcı
görünümlü bir heyeti de iktidara taşıyabilirler. Seçilenlerle seçtiren-
40 • M A H İ R K A YN A K

ler arasında uyumsuzluk halinde ideoloji devreye sokulur , mesela


bir başörtüsü sorun haline gelir.
iktidara gelenlerde çocukça sayılabilecek bir eğilim gözlenir.
Devlet imkanlarıyla yandaşlarını zenginleştirmeye çalışırlar. Yaptık­
larının yolsuzluk değil ekonomik güç sağlayarak gerçek iktidara u­
laşmak ve ülkeyi yönetmek olarak isimlendirirler. Bu şekilde tavırla­
rım basit bir hırsızlık olmaktan çıkarıp siyasal bir görünüm vererek
meşrulaştırmaya çalışırlar. Oysa sahip olacakları imkanlar hiçbir za­
man siyasal bir sonuç yaratacak düzeye erişmez. Belki de kendileri
de bunu bilirler ve sel gider kumu kalır düşüncesiyle, "ülkeyi yöne­
temediysek de hiç olmazsa zengin olduk," diye teselli bulurlar.
Yandaşlara bürokraside yer vermek son derece risklidir. Des­
tekle bir yere gelenin tüm hesabı yerini kaybetmemektir ve bunlar
çok farklı iktidarlara da hizmete hazırdır. Bürokrasiye egemen ol­
mak kişileri bir yere taşıyarak sağlanamaz. Ülkenin gerçek egemen­
leri bunu bir sisteme bağlarlar. Onların sağladığı imkanlar geçici de­
ğildir. Yani iktidarların bürokrasi üzerindeki etkinliği bireysel, ege­
menlerin kontrolü kurumsaldır.
Bu durum bir hastalığın ya da yanlışlığın işareti olarak algılan­
mamalıdır. Doğal olan budur ve süreç bundan sonra da böyle işle­
yecektir. İktidarların en büyük hatası kendilerini bir sonuç değil bir
başlangıç saymalarıdır. Seçilerek geldiklerini ve güçlerinin sınırsız
olduğunu düşünürler. Oysa seçilmiş değil seçtirilmişlerdir.
Hiçbir egemen güç de her istediğini yapamaz. Onu da sınırla­
yan faktörler vardır ve kendisini çevreleyen şartlara göre hareket et­
mek zorundadır. Her ülke dünyanın bir parçasıdır ve sınırlar, dış
etkileri, meteorolojik olaylara ne kadar engel oluyorsa o kadar en­
gelleyebilir.
Şu anda ülkede tartışılan konular bütün bu şartlar gözetileme­
den açıklığa kavuşturulamaz. Erken bir seçim var mı? Cumhurbaş-
41 • D E V R İ Y E

kanı kim olacak? Orta Doğu'da rolümüz nedir? Sorularını cevabı


ancak çok genel bir analizle cevaplandırılabilir.
Ancak seçilmiş heyetlerle güç odakları arasında bir farklılaşma­
nın başladığı gözleniyor. Üstelik bu durum ödün vererek düzeltile­
bilecek bir nitelik taşımıyor. İktidarın uyguladığı politikalar güç
odaklarını rahatsız etmiyor. Öyleyse sorunun nedenini dış şartlarda
aramak gerekir.

YÜZeyde Değil
Ekonomiyi rakamlarla ifade etmek ve bu alandaki gelişmeleri
rakamları yorumlayarak izlemek sağlıklı bir yol değildir. Bakış açı­
mızı belirleyen teorik çerçeve belli bir yapıya göre şekillenmiştir ve
bu yapı değişmişse tüm analizlerimiz yanlış sonuçlar verir.
Bugün genel bir sorun karşısındayız ve bunun nasıl çözüleceği
teorik olarak bilinmemektedir. Teknolojideki gelişmeler mal ve hiz­
metlerin giderek daha az sayıda insan tarafından üretilmesine im­
kan verirken çalışacak insan sayısı artmaktadır. Geçmişte sanayideki
teknolojik ilerleme nedeniyle işsiz kalanlar hizmetlerde kullanılır­
ken bugün bu sektörde de hızlı bir teknolojik gelişme yaşanmakta
ve istihdamın üst sınırına yaklaşılmaktadır.
Bu durumu daha ciddi boyutlara taşıyan başka bir gelişme de
küreselleşme tarafından tetikleniyor. Çin gibi kalabalıl� ülkeler sa­
dece ucuz emekle mal üretmekle kalmıyor, giderek bazı hizmetlerin
de ülke ekonomileri dışında üretilmesi mümkün hale geliyor. Hin­
distan iletişimi ve yazılımı kendi ülkesi sınırları içine taşıyor.
Bir ikilem içindeyiz. Bir yandan mal ve hizmet üretimini artıracak
teknolojiye sahip olurken diğer yandan bunları satın alacak kişilerin
gelir elde etme imkanları ortadan kalkıyor. Şöyle bir fantezi üretebili­
riz: Dünyadaki tüm malların birkaç yüz bin kişi tarafından üretilmesi
mümkün olsa bunları diğerlerine ne sebeple ve nasıl vereceğiz?
42 • M A H İ R K A Y N A K

Küreselciler dünyayı yönetecek güce sahip olurlarsa, ulus dev­


letlerin tasfiyesiyle savaşlar engellenirse, terhis edilecek orduların
mensuplarına nerede iş bulacaksınız? Silah sanayiinin tasfiyesiyle
· oluşacak boşluğu nasıl dolduracaksınız?
Şu anda bile dünya üzerinde bir ekonomik dengenin varlığın­
dan söz edilemez. Uzak Doğu ürettiği malları, başta ABD olmak
üzere, Batı pazarlarında satıyor; ama bedellerinin sadece bir kısmını
tahsil ediyor. Yani sürekli borç veren konumunda. Fakir üretiyor ve
zengine veresiye satıyor. Üstelik bu eğilimin değişmesi de mümkün
görünmüyor.
İki taraf için de son derece büyük riskler taşıyan bir sistem yü­
rütülüyor. Mesela Çin mallarını satmazsa ekonomisi ağır bir yara
alır, ama ABD de bu değişime uymakta zorlanır. Sadece ithal ettikle­
rinin eksikliğinin yaratacağı refahtan değil, aynı zamanda onu fi­
nanse eden Uzak Doğu sermayesinden de mahrum kalır.
Türkiye'nin açmazı, ABD gibi olmamasına rağmen, benzer bir
ekonomi politikası izlemesi. O da sürekli borç alarak denge sağladı­
ğı inancında. ABD, eğer sistem işlemezse, onun tüm verilerini değiş­
tirebilir. Uç bir örnek olarak parasının değerini sıfıra indirebilir ve
tüm yükümlülüklerinden kurtulur. Kapalı bir ekonomik politika iz­
leyebilir, enerjiye bağımlılığını, alternat_if kaynaklara yönelerek azal­
tabilir. Daha açık bir ifade ile ABD açısından veri kabul edilen her
şeyi değiştirebilir. Oysa Türkiye başkalarının belirlediği şartlarda
yaşamaya mecburdur.
Rakamların her zaman anlamlı olmadığı yaşadığımız şartlarla
da ortaya çıktı. Kışın ortasında soğukta kalma ihtimali tüm rakam­
sal dengelerin, iyimser görüşlerin üstüne bir çizgi çekti ve ekonomi­
nin soyut rakamların ötesinde somut bir yam olduğunu ve bir kriz
anında, çekileceğiniz mevziler yoksa, hesaplarınızın hiçbir anlamı­
nın olmayacağını gösterdi.
43 • D E V R İ Y E

Ama asıl sorun giderek istihdam konusunun daha ciddi boyut­


lara ulaşması ve geliştikçe işsizliğin artmasıdır. Bu evrensel bir so­
run haline gelmekte ve her şeyden önce teorik düzeyde çözülmesi
gerekmektedir.
Bu benim kırk yılı aşan bir zaman öncesinde de cevabını aradı­
ğım bir soruydu ve şöyle yazdığımı hatırlıyorum: "Üretimim asıl
fonksiyonlarından biri de bölüşümü sağlamaktır. Giderek daha an�
lamsız mallar üretilecektir. Mesela bir saç telini, uzunluğuna dörde
bölen bir alet icat edilirse ve büyük bir alıcı bulursa şaşırman. Bu
aletin işlevi sadece bölüşümü sağlamaktır."
Ancak bu imkanın da sonuna yaklaşıyoruz. Çünkü bu gibi an­
lamsız ihtiyaçlar da çok az kişi tarafında üretiliyor. Televizyonlarda­
ki eğlence programlarım bir örnek sayabilirsiniz.

Hasmını Sen Belirle


Filistin'deki seçimleri Hamas'ın kazanması hem bir sürpriz ol­
du hem de karşı tarafta ciddi endişe yarattı. Bugüne kadar FKÖ ile
karşılıklı olarak sürdürülen ve biraz da kayıkçı kavgasını andıran
rekabet ve husumetin yerini gerçek bir hasımlık aldı.
Farklılıkların yaşandığı her yerde genel kural, karşı gücü kont­
rol etmek, çatışmanın sınırlarım çizmektir. İşyerinde örgütlenen
sendika üzerinde etkili olamayan büyük ölçekli bir işletme bu sen­
dikayı yönlendirenlerin şantajlarına maruz kalır ve çoğu zaman ra­
kip firmaların ele geçirdikleri bu sendika nedeniyle ciddi kayıplara
uğrar. Bu nedenle sendikaların büyük işverenlerin etkisi dışında
kalmaları son derce zordur.
Aynı şekilde bir güç, karşısında yer alması kaçınılmaz olan bir
hareketi yok edemeyeceğini anladığı zaman onu kontrolüne alır ve
ihtilafı kendi belirlediği biçimde sürdürür. Görünüşte ciddi bir ça­
tışma yaşanır, ancak tüm gelişmeler kontrol eden gücün lehinde
44 • M A H İ R K A Y N A K

olur. Eğer dünya kamuoyu direnenin lehine dönmeye başlarsa he­


men durumu tersine çevirecek bir eylemle karşılaşılır ve kamuoyu
kontrol eden lehine döner.
Bugüne kadar Filistin'deki direniş benzer şekilde yürütüldü ve
bundan İsrail ciddi bir kayba uğramadı. Ancak bundan sonra şartla­
rın radikal bir biçimde değişeceğini ve gerçek bir çatışmayla karşıla­
şacağımızı söyleyebiliriz.
Filistin çatışmanın tamamı olmaktan çok bir simgesi niteliğin­
dedir. Burada başlayan kontrolsüz gelişme tüm Arap aleminde etki­
leyecek dinamikler içermektedir. Arap halkları bu direnişi destekle­
mekteydi ve bugüne kadar Arafat'ın yürüttüğü direnişi destekleye­
rek teselli buluyordu. Şimdi bu desteğin Hamas'a yönelmesi Arap
ülkelerindeki iktidar-halk ilişkilerinin bozulmasına, yönetimlerin
halkları kontrol edememesine neden olabilir.
Bu ülkelerde denge, şimdiye kadar, örgütlü ve dış destekli yö­
netimlerle örgütsüz, ama şikayetçi halk arasında kurulmuştu ve kit­
lelerin herhangi bir başarı şansı yoktu. Ancak bugün Filistin sorunu
bir simge haline getirilebilir ve kitleler bunun etrafında toplanabilir.
Yani Filistin'deki yeni yönetimin etkileri, sadece kendisiyle sınırlı
kalmaz ve tüm bölgede önemli sonuçlar yaratabilir.
Kitlelerin, örgütlü olmadıkları ve bir güç tarafından desteklen­
medikleri zaman herhangi bir başarı kazanmaları söz konusu değil­
dir. Ancak şu anda ortam bu iki eksikliğin de tamamlanmasına uy­
gun görünmektedir. Arap halkları Filistin davası etrafında bütünleş­
tirilebilir ve buna destek verecek bir dış güç bulunabilir. Mesela
Rusya, İran'ı da aracı olarak kullanarak, böyle bir rolü oynayabilir.
Bu durum muhtemelen Rusya'nın elini güçlendirecek bir koz
olarak kullanılacak ve Arap dünyası, pazarlıklar sonucunda, yeni­
den ABD'ne bırakılacaktır. Ancak tüm Arap aleminin İsrail'e karşı
daha olumsuz bir tavır içine girmesi engellenemeyecektir.
45 • D E V R İ Y E

Filistin'in, kim tarafından yönetilirse yönetilsin, lsrail karşısın­


da etkili olması, var olan güç dengesi nedeniyle mümkün değildir.
Ancak burada başlayan ve dalgalar halinde Arap dünyasına yayıla­
cak bir muhalefet hem bu ülkelerdeki iktidarları zora sokacak hem
de İsrail ve destekleyenleri olaylara daha geniş bakmaya zorlayacak­
tır. Bundan sonra sorunun adı Filistin olarak kalacak, ama bir Arap
sorununa dönüşecektir.
Türkiye'nin bu durumdan etkilememesi mümkün değildir. Za­
ten Irak ve lran'daki gelişmeler Türkiye'yi bir odak konumuna geti­
rirken Arapların bu tavrı bizi bir ikilemle karşı karşıya bırakacaktır.
lktidarı destekleyen kitleler Araplardakine benzer bir tavır sergiler­
ken, iktidarlar karşı tarafın yani ABD'nin ağır baskısıyla karşılaşa­
caklardır. Bu iki zıt etkinin telafisi mümkün görünmüyor. Şu anda
bile hissedilmeye başlayan çelişkilerin artarak sürmesi iç politikayı
etkileyecek dinamikler taşıyor.

Saddam'ın Akıbeti
Her gün bir sürüsünü çözdüğüm ya da çözdüğümü zannetti­
ğim matematik problemlerinden biri karşısında bocalayıp duran bir
öğrenci gibiyim. Saddarıfın akıbetini düşündüğüm zaman birbirine
tamamen karşıt iki sonucun aynı derecede muhtemel olduğunu fark
ediyorum.
Mahkeme hakiminin Kürt oluşu tam beklediğim gibi, ama çıka­
cak kararın ne olacağını kestiremiyorum. Eğer bir Kürt-Sünni Arap
çatışması isteniyorsa idam kararı verilir ve bu infaz edilir. Ama se­
naryo farklıysa ve Kürtlerle Sünni. Arapların, Şiilere karşı bir cephe­
de bütünleştirilmesi isteniyorsa Saddam, - idam dışında bir cezaya
çarptırılır ve mahkemeden bir kahraman olarak ayrılması sağlanır.
Her iki ihtimali de destekleyen veriler var, ama ağır basan tarafın
ikincisi olacağım gösteren işaretler giderek artıyor. Hakimle Saddam
46 • M A H İ R K AY N A K

arasındaki söz düellosu, hakimin sert tavrı, tarafsız bir yargılama ya­
pıldığı intibamı uyandırmak için yapılan bir gösteriyi andırıyor.
Böylece sanıkla hiçbir yakınlık duygusu içinde olmadığı gösterilmek
isteniyor ve herkese, çıkan sonucun adil bir yargılamaya dayandığı
düşüncesi yerleştirilmeye çalışılıyor. Mahkemeden bir idam kararı
çıksa bile Talabani'nin bu cezanın infazına engel olması aynı sonucu
yaratacak gibi görünüyor.
Büyük siyasi sonuçlar yaratacak bir yargılamada herhangi bir
adalet kaygısının olmaması ve kararın gelecekteki siyasi gelişmeler
için bir zemin oluşturması anlaşılabilir. Ülkemizde çok daha küçük
boyutlu siyasi hesaplarda ve yaygın olarak adaletin kullanıldığı ya
da böyle bir izlenimin olduğu düşünülürse bu davanın tamamen si­
yasi kriterlere göre yürütülmesi sürpriz sayılmaz .
Olaylara hukuk açısından bakmanın yanlış olacağını zaten bili­
yorum. Bağımsız bir adaletin sadece kanunlarla sağlanamayacağını,
bunun köklü geleneklere ve oturmuş bir devlet yapısına bağlı oldu­
ğunun farkındayım. Bu konuda ciddi sorunları olan ülkemizde,
Kurtlar Vadisi dizisiyle, son adalet duygusu kırıntılarının yok edildi­
ğini, herkesin kendi kutsal saydığı hedefler için tüm kuralları çiğne­
mesinin kahramanlık sayıldığını gözlüyorum. Bir ülkenin geleceği­
nin devletin kurumları ve onları yönetenlerin belirlemediğinin, bi­
reysel kahramanların ve onların değerlendirmelerinin geleceğimizin
teminatı olduğunun insanların kafasına nakşedilmek istendiğini gö­
rüyorum. Artık ne politik dehalara ne de strateji ustası komutanlara
ihtiyacımız yok. Onlar bir süs eşyası gibi koltuklarını doldururken
bireysel kahramanlar ülkenin tüm sorunlarını çözeceklerdir.
Gelişmeleri hukuka dayanarak tahmin edemiyorsak bu konu­
da siyasetin neler getireceğini araştırmalıyız. lrak'ta Kürtlerle Sün­
niler arasında bir yakınlaşma sağlanmasının daha muhtemel oldu­
ğunu ve Saddam'ın idam edilmemesinin daha güçlü bir olasılık
47 • D E V R İ Y E

olduğunu söyleyebiliriz. Böylece Kürtler hakkındaki işbirlikçi it­


hamları dayanaksız kalacak ve Şiilere karşı ortak bir tavır sergile­
necektir. Bugüne kadar Sünni direnişinin Kürtlere yönelmemesi­
nin sebebini düşündünüz mü? Neden hem ABD hem de lsrail'e
yakın olduğu söylenen Kürtlere yönelik ciddi bir saldırıyla karşı­
laşmadık? Yoksa direniş dediğimiz şey de aslında karşıt bir hare­
ket değil de genel stratejinin bir parçası mı1 Bundan sonraki cep­
heleşmenin Sünni-Şii ayırımına dayanacağını ve bunun bölgesel
bir nitelik taşıyacağı söylenebilir mi?
Türkiye bölgedeki gelişmelerin dışında kalamaz. Eğer genel
model mezhep temeline dayalı bir ayrışmaysa bundan ülkemiz de
etkilenecektir.
Ancak ülkemizde yargının siyasallaşması ve hukuka güvensiz­
lik, devlet kurumları yerine bireysel kahramanların ön plana çıkarıl­
ması, hükümetle devlet kurumları arasında görüş farklarının ayrış­
maya dönüşmesi ciddi sorunların işareti olarak görünmektedir.
Türkiye çok kritik dönüşümlerin yaşandığı bir döneme zayıf bir
devlet yapısıyla ve dağınık güçlerin bireysel inisiyatifleriyle girmek
zorunda kalmaktadır. Buna bir de ekonominin dış operasyonlara
karşı dayanıksız olması eklenince güçlü bir iradenin oluşması im­
kansız hale gelmektedir. Çözüm, kahramanların yerini devletin al­
masıdır.

Geleceği Yaşamak
Mal varlığı, ihale iptalleri gündemin baş köşesine oturmuşken
yazımın bir fantezi sayılması ihtimalini göz ardı etmiyorum. Ama
bir anda bütün bunların çok anlamsız olduklarını, bu konularda
ulaşılacak sonuçların ülkenin geleceği üzerinde hiçbir etkisinin ol­
mayacağını düşünmekten kendimi alamıyorum.
1 1 Eylül'den beri dünyadaki sorunun petrolün nihai kontro-
48 • M A H İ R K A Y N A K

lüne yönelik olmadığını, bunun amaca giden yolda taktik bir aşa­
ma sayılması gerektiğini , asıl hedefin petrol sonrası dönemin
planlanması olduğunu söyleyip duruyorum. Başkan Bush'un son
"Birliğin Durumu" konuşmasında petrole bağımlı olduklarım, a­
ma bunu teknolojiyle aşacaklarını söylemesi hem tahminlerimi
doğruluyor hem de uğraştığımız konuların ne kadar anlamsız ol­
duğunu gösteriyor.
Bu dönüşüm bir insan için orta, ama tarih açısından kısa bir
sürede gerçekleşecek gibi görünüyor. Bunun hayatın tüm alanların­
da köklü değişikliklere sebep olacağı, yeni bir çağın başlangıcı sayı­
lacağı kesin.
Bu etkiler, sanıldığı gibi, sadece ekonomik alanla sınırlı kalma­
yacak insanların düşüncelerini hatta inançlarını da e tkileyecek.
lnançların maddi dünyadan bağımsız olduğuna inanıldığı için, bu
konuda bir tartışmaya girmeyeceğim. Sadece Müslümanların maddi
şartlarında büyük değişiklikler yaratacağını ve onları güçsüzlükleri­
ni pekiştireceğini söylemekle yetineceğim.
Petrolsüz bir Orta Doğu düşünüyorum ve onu değerli kılacak
şeyin ne olacağını kestirmeye çalışıyorum, ama hiçbir şey bulamıyo­
rum. Bir avuç zengini Batı'ya göç etmiş, deve ve hurmalarından baş­
ka bir şeyi olmayan ve geçmişte sömürüye dayanarak elde edilen
gelirlerini kaybetmiş, sefalet içindeki insanların yaşadığı bir yer. Pet­
rol gelirlerini sömürü olarak adlandırmamı yadırgayabilirsiniz, ama
hiçbir gayrete dayanmayan, sadece Tanrı'nın armağanı olan bu zen­
ginliği ve geliri nasıl tanımlayacağız? Onların bindiği otomobilleri
yapan, kim olursa olsun, ter dökerken hiçbir zahmetin eseri olma­
yan refahları sömürü değil midir?
Atalarından kalan varlıkları hovarda bir mirasyedi gibi tüketen
insanların durumuna düşecekleri şüphesiz. Ancak kaybedilenler sa­
dece maddi değerlerden ibaret kalmayacak. Kimse onların ne var-
49 • D E V R İ Y E

lıklanyla ilgilenecek ne de değerlerini gözetecek. Karşılarında müca­


dele edecek, direnecek kimse de bulamayacaklar. Tüm dünyadan
soyutlanmış, geçici zenginlik dönemlerinde hızla çoğalmış büyük
bu insan kitlesi kaderine terk edilecek.
Kürtleri uzun zamandır uyarmaya çalışıyorum. Umutlarım sa­
hip olacakları petrole bağlamış, Orta Doğulu gibi yaşamaya özenen
bu insanları benzerlerinin akıbeti bekliyor. Üretmeden tüketmek,
beleş ;. konmak bir süre için mümkün olabilir, ama bunun ebediyen
sürmesi beklenemez. Bunu, Yaradan'ın da hoş görmesi için bir se­
bep yok Herkes, önünde ya da sonunda hak ettiği biçimde yaşaya­
caktır. Hiç kimse bir şey olduğu için ödüllendirilmez. Yaptığınız şe­
yin karşılığım alırsınız. Ne olduğunuzu söyleyerek talep etmeyin ne
yapacağınızı anlatın.
Bir iktisatçı olarak anılmadığım ve sayılmadığım için mutlu­
yum. Öyle olsaydım şimdi cari açık, enflasyon, faiz gibi şeyler
üzerinde ahkam kesmek zorunda kalacaktım. Bunun adı günü
yaşamaktır, ama ben kendimi zamandan bağımsız hissediyorum.
Fiilen yaşamam mümkün olmayan zaman diliminde at oynatma­
nın keyfini sürüyorum. Geleceğin Orta D oğusu'nda, doğal kay­
nakların zenginliğinden mahrum, ama ne maddi ne de düşünce
düzeyinde bir şey üretemeyen insanların sınır çizgisindeki ül­
kemde neler olabileceğini hayal ediyorum. Hayal etmekten de öte
hissediyorum.
Bugün tartışılan her şey karanlıklara gömülüyor ve bambaşka
bir dünyanın kapılan açılıyor. Televizyonlardaki programlar değişi­
yor, borsa haberlerini ancak merak edenler arayarak buluyor. İnsan­
lar başka şeylerle de ilgileniyor. Mesela bugün Putin'in çok gelişmiş
bir silah sistemi ürettikleri konusundaki bir habere benzer sözler
gazetelerin ilk haberi haline geliyor ve se�gilisinden hamile kalan
manken kimseyi ilgilendirmiyor.
50 • M A H İ R K A Y N A K

Medeniyetler Savaşı mı?


Catışmaların insanların düşünce farklılıklarından kaynaklandığı
söylenir. Şimdi de Hıristiyan dünyasında çizilen karikatürlerle ls­
lam'a hakaret edildiği, bu yüzden ciddi bir çatışma ortamı yaratıldı­
ğı gözleniyor. Bu düşünce Birinci Dünya Savaşı'nın bir Sırp veliah-­
dının ôldürülmesi sonucu çıktığım söylemeye benziyor. Halka su­
mılan gerekçeler bunlar olabilir; ama gerçek sebep, her zaman, çok
daha önemlidir _
Olayın gerçek nedenini ancak yaratılan sonuçların ne olduğuna
bakarak anlayabiliriz. llk tespitimiz Batı dünyasının Müslümanları
tahrik etmekten çekinmediği, hatta böyle bir çatışmayı arzu ettiği
oluyor. Ayrıca, başlangıçta, ABD ile İslam dünyası arasında başlayan
gerginliğin giderek Avrupa'ya yayıldığı, çatışmanın bir Avrupa-İs­
lam gerginliğine dönüştüğü gözleni_yor.
Önce terörist saldırılarla ve Avrupa'daki. Müslümanların eylem­
leriyle başlayan ayrışma şimdi boyut değiştirerek inanç düzeyine
yerleşiyor ve kökleşiyor.
Kimin haklı, kimin haksız olduğunu aramak ve tartışmak doğal
refleksimizdir; ama bu tavır hem sorunu anlamamızı hem de sonuç­
larım kestirmemizi engeller. Oysa gelişmeler inanç boyutunun öte­
sinde sonuçlara gebedir ve bu dünyanın yeni şeklini etkileyecek di­
namikler taşımaktadır.
Durumu bir model içinde incelersek şu sonuçlara varırız: Avru­
pa'mn enerji kaynaklarıyla ilgisi kesilmekte ve bu bölgelerdeki et­
kinliği tamamen yok edilmektedir. Avrupa kamuoyu İslam ülkeleri­
ne karşı duyarsız hatta hasım hale gelmektedir. Bu durum bölgede
çıkacak bir çatışma ya da karışıklıkta Avrupa'nın etkin bir rol oyna­
masını engelleyecektir.
lran'la, nükleer enerji nedeniyle, çatışan Avrupa; şimdi de inan­
ca saldın yüzünden bu ayrışmayı perçinlemektedir. Bölgede etkili
51 • D E V R İ Y E

olabileceği lrak'tan sonra İran'ı da geri dönülmez biçimde kaybet­


mektedir.
Olay tek yönlü değildir. Avrupa doğal kaynaklar ve pazarları
üzerindeki siyasal etkinliğini yitirirken İslam dünyası da alternatifsiz
kalmaktadır . Bundan böyle, dost ya ela düşman, ABD'den başka
muhatap bulamayacaktır. Avrupa'nın izolasyonu Türkiye ile bağla­
rının koparılmasıyla tamamlanmış olacak, sıra Orta Doğu'nun yeni­
den şekillenmesine gelecektir.
Enerjide bir dönüşüm olsa bile doğalgaz kullanımının devam
edeceği söylenebilir. Bu durum iran'ı, dünyada ikinci büyük doğal­
gaz rezervlerine sahip olması nedeniyle, hedef haline getirmektedir.
Yani sorun, zannedildiği gibi, nükleer silah değildir.
Av,·upa'nm devre dışına çtkarılması sahneyi iki aktöre bıraka­
cak ve Rusya ile ABD arasındaki paylaşıma göre yeni bir düzen
oluşturulacaktır. Tüm kozları elinde tutan bu aktörler petrol fiyada­
rını, enerji politikalarım istediği gibi belirleyebilecektir. Bu, aynı za­
manda, ekonomik düzenin belirlenmesi anlamını da taşır.
Bir şeyi daha görebileceğiz: Güçle desteklenmeyen ideoloji ve
inançlar etkili olabilirler mi? Gücünü kaybeden Avrupa, kendi de ­
ğerlerinin yaygınlaşmasını sağlayabilecek mi? İslam iddiasını sürdü­
rebilecek mi? Yoksa gücü elinde tutanların değerleri mi genel kabul
görecek? Yani ideoloji mi belirleyicidir, yoksa güç mü ideolojiyi ka­
bul ettirir?
Bu konuda bir tahminde bulunmayacağım ve zaman içinde
herkesin sorunun cevabım alacağını söylemekle yetineceğim.
Türkiye bu gelişmelerin odağına doğru hızla ilerlemektedir. Bir
yandan Avrupa'daki tahrikler nedeniyle oradan uzaklaşırken diğer
yandan, hızlı bir ABD aleyhtarlığı gelişmektedir. Bunları hazırlayan
duygusal olayları yok sayamayız ve oluşan tepkileri anlamak zorun­
dayız. Ancak rasyonel kararların hayati önem taşıdığı bu zaman dili
52 • M A H İ R K A Y N A K

minde duygusal davranmakla yetinemeyiz. Şu anda önümüze ko­


nan İran dosyasını iyice okumak ve anlamak zorundayız. Muhatap­
larımıza, "Nükleer silahı, askeri tehditleri boş verin ve sadede gelin.
Ne yapacağınızı açık söyleyin," demenin tam zamanıdır. Halkın
duygularına hitap edeceğinizi ve masal anlatacağınızı biliyorum ve
bunu anlayışla karşılıyorum. Endişem yönetenlerin de masallarla
uyutulması ihtimalidir.

Mal Varlığı
Ülkemizde siyasi iktidarların uyguladıkları politikalar eleştirilse
bile bu önemli bir sonuç yaratmaz. İktidarların sonunu getiren ge­
nelde yolsuzluk ithamlarıdır . . . Bu konudaki iddialar eskiden beri
bilinse bile günü geldiğinde kamuoyuna yansıtılır ve iktidar aleyh­
tarı bir kampanyaya dönüşür. Ancak iktidardan şikayet bundan
kaynaklanmaz. Uygulanan politikalar bazı güç odaklarınca kabul
edilemez bulunur, ama tartışmalar yolsuzluklar üzerinden yapılır.
Yolsuzlukla suçlanmayan çok az siyasetçi vardır. İleri sürülen
iddialar doğruysa yolsuzluk yapmayan siyasetçi parmakla sayılacak
kadar azdır.
Aslında iktidarların gücünü maddi çıkarları için kullanmalarını
engelleyecek tedbirler vardır ve bunlar birçok ülkede yürürlüktedir.
Ancak yolsuzluk kapısı açık bırakılır. Bazıları buradan geçer ve is­
tendiği an önü kesilir. Geçmeyenler de geçtikleri iddiasıyla yıpratı­
lır. Aklandıkları zaman iş işten geçmiş olur. Yani "Deli Dumrul ku­
ralı" uygulanır ve geçenden bir akçe, geçmeyenden iki akçe alınır.
Neden iktidarların uyguladıkları politikalar gündeme getirilip
bu konudaki eleştiriler halka yansıtılmaz da yan yollara sapılıp yol­
suzluk üzerinden amaca ulaşılır, sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı
halkın olaylara bakış açısında saklıdır. Bütün siyasetçiler propagan­
dalarını güncel olaylar ve vaatler üzerine inşa ettikleri için şikayet
53 • D E V R İ Y E

konusu olan şeyler halka yabancıdır. Mesela İran'la ilişkilerimiz ,


halk açısından, düşmanca tavırlarına olumsuz, dostluklarına aym
biçimde karşılık verilmesi biçiminde değerlendirilir. Oysa dünyada­
ki şartlar, iki ülke arasında hiçbir ihtilaf olmamasına rağmen, bizi
olumsuz bir tavır almaya zorlayabilir. Bu durumda halkı yönlendi­
recek olumsuz senaryolar hazırlanır ve medya bunları büyüterek
halka yansıtır.
İktidardan şikayet uluslararası siyasetin gereklerini yerine ge­
tirmemesi ya da ittifak halinde bulunduğu kanadın kaybediyor
olmasıdır. Bu durumda onu yıpratacak konular ortalığa saçılır.
Çocukluğunda komşunun bahçesinden çaldığı eriğe kadar tartış­
ma konusu olur.
Bugün mal varlığı tartışmasının iktidarı hedef aldığı düşünülse
bile boyutlarının daha geniş olacağı ve birçok siyasi parti liderini de
zora sokmayı amaçladığı söylenebilir. ilk aşamada herkesin kendi
beyanları beklenecek daha sonra bunların doğru olmadığı ve servet­
lerinin gizlendiği iddia edilecektir.
O zaman siyasi hedefin ne olduğunu irdelemek gerekir. İktida­
rın küresel sermayeye açık olduğu ve gelişmeyi onun desteğiyle sağ­
lamayı düşündüğü zaten parti tarafından açıkça ifa de edilmektedir.
Ancak bu politikanın dünya ölçeğinde karşıtları vardır ve bu cephe
giderek güç kazanmaktadır. ABD Başkanı Bush'un da bu politikaya
karşı olan kanatta olduğu söylenebilir. Bunun dışında ABD, yapacağı
operasyonlarda, Türkiye ile askeri işbirliğine mecbur olduğunu, aksi
halde hedefine ulaşamayacağını düşünmektedir. Ancak iktidarla bü­
rokrasi arasındaki uyumsuzluk bu beklentiyi zora sokmaktadır.
Bazı çevreler yapılacak bir erken seçimin koalisyonla sonuçla­
nacağını ve mevcut yapıyı muhafaza ederek farklı bir iktidar alter­
natifinin gerçekleşeceğini ileri sürerken diğerleri bu iktidarın değiş­
meyeceğini söylemektedir. Kamuoyu yoklamalarında iktidarı ön
54 ° M A H İ R K A Y N A K

plana çıkaranların aslında iktidarı destekler görünmelerine rağmen,


bir uyan yaptıkları ve daha etkili tedbirlerle iktidarın zayıflatılması­
nı istedikleri söylenebilir.
Sonuç olarak bu tartışmalar temiz bir toplum ve siyaset için de­
ğil, dünya şartlarındaki değişmeler nedeniyle, yeni bir iktidar yapısı
oiuşturmak amacına yöneliktir.
Tartışmaları gerçek gündemine taşımak için ilk yapılacak şey
siyasetçilerin gücünü kişisel çıkarları için kullanmalarını engelleye­
cek hukuki düzenlemeler getirmek ve siyasi sorunları , hiç değilse
güç odakları düzeyinde, gerçek boyutlarıyla tartışmaktır. Her siyasi
kadro öngörülerinde yanılabilir ve bugün iktidarın savunduğu kü­
reselleşme imkansız hale gelebilir. Eğer böyle bir durumda olduğu-­
muz düşünülüyorsa yapılacak şey, konumunu muhafaza etmeğe ça­
lışmak değil, yeni bir yapılanmanın sancısız gerçekleşmesini sağla­
mak olmalıdır. Türkiye'deki demokrasideki. kesintiler bu ihtiyacın
fark edilmemesinden kaynaklanmıştır . . .

Tecrit Politikası
Sıradan bir karikatürist dünyada büyük çalkantılara neden ola­
biliyor ve lslam dünyası ile Batı arasında aşılması güç duvarlar öre­
biliyor. Son olayların ilk yorumu böyle özetlense bile ulaşılan nokta
planlı bir operasyona işaret ediyor. 1 1 Eylül'den sonra çatışma Müs­
lümanlarla ABD arasında iken gerginlik yön ve nitelik değiştiriyor
ve Avrupa, hiçbir ciddi neden olmadan, İslam dünyasıyla karşı kar­
şıya getiriliyor.
ABD'nin lslam'la çatışmayı tehlikeli bulduğu için yeni bir düş­
man yaratıp kendisini olayların dışına atamaya çalıştığı değerlendi­
rilmesinin de doğru olduğunu sanmıyorum. Bunun tüm İslam ale­
mini dışlamak ve onları kesin bir tecride mahkum etmek amacını
taşıdığını sanıyorum.
55 • D E V R İ Y E

Orta Doğu'mm Batı açısından ne anlam taşıdığım anlamak için


bölgeyi peuolsüz düşünmek ve bu durumda önemini sürdürüp sür ­
düremeyeceğini irdelemek gerekir. Petrolsüz bir Orta Doğu'nun
kimsenin dönüp bakmayacağı bir yer olacağına hiç şüphe yok.
Olaylan din açısından görenlere katılmıyorum ve farklı bir ge­
lecek tasavvur ediyorum. Bugüne kadar sahip oldukları petrol nede­
niyle değerli sayilan bölge, eger bir petrol sonrası döneme giriyor­
sak, hiçbir anlam taşımayacak ve Batı açısından taşınması gereksiz
bir yük haline gelecektir.
Alternatif enerji kaynaklan petrolün yerini alacaksa, petrolün
rekabetinin sona erdirilmesi gerekir. Büyük yatırımlarla yeni enerji
kaynaklarına yönelenler, düşük bir petrol fiyatıyla karşılaşabilir ve
ciddi zararlara uğrayabilirler. Bunu engellemenin tek yolu petrol
üzerinde tekel oluşturmak ve fiyatını tek taraflı belirleyerek yeni
enerji kaynaklarına rakip olmasına izin vermemektir. Kontrol dışın­
da kalması muhtemel iki ülkeden biri olan Irak dağıtılmış ikincisi
olan İran üzerinde yapılacak operasyon sırasını beklemektedir.
Ekonomik gücü nedeniyle bu değişimde etkili olabilecek tek
güç Avrupa'dır ve onun bölge üzerinde etkisi, son kırıntılarına ka­
dar, yok edilmektedir. Bunu tamamlamak için bölge ülkelerinin de
Avrupa ile geri döndürülemez bir husumet içinde olması gerekir.
Sonuçlara baktığınız zaman bu ayrışmanın başarıyla gerçekleştirildi­
ği görülmüyor mu?
Çatışmanın din üzerinden gerçekleştirilmesi var olan şartlardan
kaynaklanıyor. Bölgede egemen olan dinin lslam olması ve insanla­
rın inançlar söz konusu olduğunda rasyonel davranmadıkları bilin­
diği için, ayrışmada din bir araç olarak kullanılıyor . Daha açık bir
ifadeyle kimsenin, bir inanç olarak, lslam'la sorunu yok. Çatışmayı
yaratmak için en uygun aracın din olduğu görüldüğü için bu yola
başvuruluyor.
56 • M A H İ R K A Y N A K

lki taraflı bir tecrit politikası uygulanıyor. Bir yandan Avru­


pa'nın petrol bölgesi üzerindeki etkisi yok edilirken diğer yandan
lslam dünyasının Batı ile tüm bağları kesiliyor, ayrıca petrol sonrası
dönemde lslam dünyasının yalnızlığının moral temelleri hazırlanı -
yor. Batı bölgeyi terk etmiş ve kullandıktan sonra bir kenara atmış
olmayacak, fanatik Müslümanlar, kendilerinin açtığı bir savaşta ye­
nilip kaderlerine razı olacaklar.
Gücün inanç ve moral değerlerde olduğuna inanan, mac:l.di
gücü ve aklı önemsemeyen Doğu toplumları da yargılarının doğ­
ru olup olmadığını sınamış olacaklar. Üretmeyip satın alan ve
bunların bedellerini doğal kaynak rantlarıyla karşılayan bu top­
lumlar, rantları kesilince tüm maddi imkanlardan soyutlanmış
olarak var olamaya çalışacaklar. Sonucun ne olduğunu hep bir­
likte göreceğiz.
Kurtlar Vadisi'nin toplumumuzda bu kadar çok rağbet görme­
sinden benzer nedenlerle rahatsızlık duyuyorum. Moral değerlerin
dışında hiçbir şeyin önemli olmadığını vurgulayan ve başarının sır­
rını kahramanlıkta arayan bir anlayışın kesin bir yenilginin yollarına
taş döşediğine inanıyorum. Ayrıca devletin yerine bireysel kahra­
manların ikame edilmesinin ve devletin gereksizliği düşüncesine gö­
türecek bir anlayışın toplumu bireysel kahramanların etrafında kü­
melenmiş, dağınık bir yapıya götüreceğini düşünüyorum. Devletin
yaptıklarını beğenmiyorsanız eleştirin ve düzeltin, ama onun yerine
başka bir şey koymayın.

Tepki. Tedbir Değildir


lnsanlar tepki göstermeyi bir saldırıyı ya da tehlikeyi savuştur­
manın yolu zannederler. Burada yapılan yanlış çoğunlukla saldırı­
nın neye yöneldiğini tespit edememekten kaynaklanır. Şu anda ka­
rikatür krizinde saldırının dine yapıldığı biçimindeki algılama ke-
57 • D E V R İ Y E

sinlikle yanlıştır. Peygamberimize yapılan hakaretin hedefinin dini­


miz olduğu düşüncesi de yanıltıcıdır.
Hiç vazgeçmediğimiz bir hata yüzünden sürekli kaybeden taraf
durumundayız . Bir olayı. incelerken onu kendi değer yargılarımızla
değerlendiriyoruz. Oysa tüm ön yargılarımızı ve kutsallarımızı bir
yana bırakıp karşımızdakinin ne yapmak iste�iğini çözmeye çalış­
sak ve olayı onun düşünce yapısı içinde irdelesek doğru bir teşhise
ulaşabiliriz.
Karşımızdakinin amacı bizi tahrik etmektir. Önündeki birçok
seçenekten en uygun olanı üzerinde karar kılmış ve dine yapılacak
bir saldırının bizi en üst düzeyde tahrik edeceğini hesapladığı için
böyle bir yola başvurmuştur. Eğer amacı sadece ülkemizi tahrik et­
mek olsaydı muhtemelen dini değil milli değerlerimize saldırırdı. Ya
da hedefi İran'la sınırlı kalsaydı, mesela, insanların kendilerini ka­
natıncaya kadar dövünmelerini kullanırdı.
Hedef olarak tüm İslam alemi seçildiği için ortak bir nokta bu­
lunmuş ve oraya saldırılmıştır. Bunu bir din çatışması olarak algıla­
mak yanlıştır. Zaten bu karşı tarafın beklediği bir şeydi ve biz de o­
mm istediğini yaparak hedefine ulaşmasına yardımcı oluyoruz.
Yaratılan gerginliğin siyasal sonuçlan, karşımızdakinin asıl
amacını belirlememize yarayacak tek kriterdir. Bir karikatüristin
dünya ölçeğinde karmaşa yaratacak bir olayı sadece kendi inisiyatifi
ile başlatması beklenemez. Kaldı ki onun yayınlanması, birçok yer­
de tekrarlanması olayı bireysel olmaktan çıkarır Karar verici ko­
numda olan birçok kimsenin dahil olduğu bu sürecin arka planında
siyasal bir iradenin varlığı şüphe götürmez.
Bir yanda belli siyasi sonuçlara varmak isteyen bir siyasi odak,
diğer yanda duygusal tepkiler vermesi doğal olan bir kitle vardır. ilk
çözülmesi gereken problem bu uygunsuzluğun ortadan kaldırılması
ve tarafların aynı nitelikte olmasının sağlanmasıdır. Yani karşımız-
58 • M A H İ R K A Y N A K

daki siyasal odağın karşısına kendi tarafımızda da siyasal bir karar


vericinin konulmasıdır.
Bir savaşta saldırana karşı silahlı kuvvetler kullanılır. Hiçbir za­
man halk kendi imkanları ve anlayışıyla mücadele etmez. Eğer bu
hesaplı bir siyasi operasyonsa kitlelerin çatışmanın dışında tutulma­
sı ve karşı tedbirlerin devletler tarafından alınması gerekir.
Olayın siyasi bir operasyon mu, yoksa bireysel bir davranış
mı olduğuna karar vermek zordur. Bazen tek bir kişinin davranı­
şı bireysel boyutu aşan sonuçlar yaratır, ama bu hiçbir zaman kü­
resel ölçekte sonuçlar yaratacak düzeye ulaşmaz ve ilgili taraflar
başlayan yangını hemen söndürür . Şu anda bu konuda kritik
noktadayız ve eğer çatışma giderek yayılırsa onun siyasi bir ope­
rasyon olduğu kesinlik kazanır. Bu durumda kitleler mutlaka
kontrol altına alınmalı ve karşı tedbirlerin alınması devlete bıra­
kılmalıdır.
Bu durumda sadece barış çağrıları yapmak, dinin hiçbir za­
man bir çatışmayı öngörmediğini söylemek herhangi bir fayda
sağlamaz. Bu gibi sözler bir destek unsuru olarak kullanılabilir, a­
ma sonuç almak açısından etkisi yok denecek kadar azdır. Karşı
tarafın siyasi hedeflerine ulaşmasını engellemek için ,ittifaklar
oluşturmak, karşı saldırılarda .bulunmak gerekebilir. Bugün bu
çatışmadan en çok zarar görecek taraflardan biri oları Avrupa'daki
liderlerin önemli roller oynaması mümkündür ve onlarla işbirliği­
nin yararlı olacağı kesindir.
Herhangi bir şey uluslararası çatışmada bir araç olarak kullanı­
lıyorsa içerde bu konudaki tartışmaların durdurulması, en azından
ertelenmesi gerekir. Bunun ülkemiz için anlamı Islamcı-Laik gergin­
liğinin bir süre için askıya alınması ve tarafların taleplerini beklet­
meleri demektir. Bu sürede hiçbir taraf diğeri aleyhine kazanım elde
etmeye çalışmamalıdır.
59 • D E V R İ Y E

Siyaset Sörf müdür?


Sörf yapan biri, kendi iradesi dışında oluşan dalgalar üzerinde,
dengede kalmaya çalışır. Üzerinde bulunduğu denizin nasıl olacağı­
na kendisi karar veremez. Onun işi var olanı değiştirmek değil o­
mm gereklerine göre davranmaktır.
Siyaset de benzer şeklide algılanır. Siyasetçiler yönettikleri top­
lumun davranışını değiştirmezler. Yapacakları şey bu davranışlara
uygun politikalar üretmektir. İnsanların dinci, milliyetçi, solcu, sağ­
cı olmaları siyasetçinin kontrolü dışındadır. 0mm görevi var olanı
en uygun biçimde yönetmektir.
Siyasetçilerin kaderi de sörfçülere benzer. Acemisi en küçük bir
dalgada devrilir, usta olan beklenmedik bir değişikliğe kadar denge­
de kalabilir. Ama belirleyici olan denizdir.
Oysa gerçek siyaset ya da üst düzey siyaset farklıdır ve bunu
yapan siyasetçiler denizin nasıl olacağını da belirler. İnsanların dav­
ranışlarım kendi iradeleriyle belirlediklerini düşünmeleri boş bir
kuruntudur. Bir dönem camiler bir avuç cemaat toplayabilirken kı­
sa sürede saf tutacak yer kalmayabilir. Toplumda bir tohum halinde
var olan milliyetçilik bir anda ayrık otu gibi her yeri kaplar. Uğruna
canlarını vermeye hazır oldukları düşüncelerin kendilerine ait ol­
madığını, bazı odakların oluşturduğu siyasetlerin bir aracı oldukla­
rını düşünmezler bile.
Birileri lslam'm bir barış dini olduğunu söylese ve insanlara
kastetmenin büyük bir günah olduğunu haykırsa bile, başkaları ay­
nı inanç uğruna benzersiz bir kıyıcılığı sergileyebilir. Aym amaca u­
laşmak için birbirine tamamen zıt, diğerini toptan dışlayan davra­
nışları meşru hale getiren insanın kendisi midir, yoksa onu bu yola
iten daha üstün bir irade var mıdır?
Böyle bir irade vardır ve gerçek siyasetçiler bunlardır. Bunlar
sörf yapacakları denizin dalgalarını kendileri oluşturur ve sizi de
60 • M A H İ R K A Y N A K

bunun üzerinde hünerlerinizi göstermeye çağırırlar. En keyifli anı­


nızda birden rüzgarın yön değiştirdiğini, altınızın oyulduğu fark et­
tiğinizde iş işten geçmiştir. Devrilirsiniz ve eğer şansınız varsa bo­
ğulmazsınız, ama dağılmış olarak sahneyi terk edersiniz.
Türkiye'de tüm siyasetçiler ya da siyaseti etkilediğini sananlar
başkalarının oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yaptılar ve hepsi de
denize boyun eğip devrildiler. Siyasetçiler ya bedel ödediler ya da
hiçbir anlamlan olmadığım derinden hissetmeleri için bir kenara
atıldılar. Bir döneme damgasını vuran bürokratlar ihtiyar gevezelere
dönüştü, zenginliklerini güç sayanlar beş parasız bırakıldı. Toplu­
mu yönlendirdiği düşünen yazarlar çareyi magazinde buldular.
Alt düzey siyaset, yani başkalarının oluşturduğu dalgalar üze­
rinde sörf yapmak bazen bir kaderdir. Yaşadığınız ülke , herhangi
bir özelliğiyle, üst siyaset yapmaya imkan vermez. Böyle bir du­
rumda tek yapabileceğiniz şey ya siyasetin dışına çıkmak ya da sa­
dece düşünce üretmekle yetinmek olabilir. Ama eğer hem ülkeniz
üst siyaset üretmek için, belli bir düzeyde de olsa, elverişli iken
kendinizi denizin insafına bırakmak, üstelik en acemi sörfçülere
bile yakışmayacak ölçüde beceriksizlik sergilemek, bize has bir
özellik olarak görünüyor. Başkalarının yarattığı "Yeşil Kuşak" pro­
jesi çoğumuzu dindar hale getiriyor, milliyetçi olduğumuz zaman
bunun hangi uluslararası projeye hizmet ettiğini sorgulamıyoruz.
Ülkemize oluk gibi para akarken eniştemizin bizi iyi niyetle öptü­
ğünü düşünüyoruz.
Siyasetin tanrısal bir uğraş olduğu doğrudur, ama onu sıradan
bir insanın düzeyinin altına indirdiğimiz halde kutsallık atfetmek
anlamsızdır. Şu sıralarda ülkemizde üretilen politikalar hiç keyif
vermiyor ve dünyayı izleyerek siyasetin ne kadar heyecan verici bir
iş olduğunu hissedebiliyorum.
Usta sörfçülerin bile denizin kenarında ayaklarım suya sokarak
6l • D E V R İ Y E

zaman öldürmelerine şaşırmıyorum. Hem denizi hissediyorlar hem


de dalgaları oluşturanların kaprislerine boyun eğmekten kurtulu­
yorlar.

Harnas'ın Ziyareti
Bir eylemin getirisi yapılmasıyla yapılmaması arasındaki farkla
ölçülür. Eğer bu fark pozitifse yapılanın isabetli, negatifse zararlı ol­
duğu söylenir. Bu ziyaret iktidara yönelik olarak ABD ve lsrail'le ya­
kın olduğu biçimindeki eleştirileri dengeler. Ziyaretin partiyle sınırlı
tutulması ve hükümeti programa katmaması eleştirilerin önlenmesi
amacını taşır.
Ziyaret ülkemizin doğrudan taraf olduğu bir sorunla ilgili değil­
dir ve dünya genelindeki konumumuzun bir gereği olarak yapıldığı
söylenmektedir. Bunun özellikle lslam dünyasında olumlu etkiler
yaratacağı ve onların desteğini artıracağı düşünülmektedir.
Ancak bu getirilere karşılık ödenecek bedeller de vardır. Türki­
ye geleceğini birlikte kurmayı düşündüğü ve şu anda bir sınav dö­
neminde olduğu AB ile farklı bir yol izlemeyi göze almıştır. Bu ay­
rışma AB tarafından not edilecek ve Türkiye'nin ilerde de farklı bir
çizgi izlemesi ihtimali göz önünde tutulacaktır.
Bu ziyaretin Türkiye'nin tek başına aldığı bir kararın sonucu
olmaması da mümkündür. Rusya, Batı ile lslam dünyası arasındaki
giderek gerginleşen ilişkiler karşısında doğacak boşluğu doldurma
yönünde bir siyaset izlemeye başlamış ve Hamas'a olumlu mesajlar
vermiştir. Bu politikanın Hamas'la sınırlı olmadığı, tüm lslam ale­
mini kucaklayacak bir tavrın sergileneceği anlaşılmaktadır. lnisiya­
tifi Rusya'ya bırakmak istemeyen ABD, :slam politikasını giderek
yumuşatmakta ve belki de Türkiye kanalıyla bu politikayı geliştir­
mek istemektedir. Türkiye bu konuda bir köprü olarak düşünül­
müş olabilir.
62 • M A H İ R K A Y N A K

Bu ziyaretin bir yan ürünü de, şu sıralarda uçlarını gördüğü­


müz bir gelişmeye yol açmasıdır. Türkiye yıllardır Batı'nın terör ko­
nusunda çifte standart kullandığını ve ülkemize ciddi zararlar veren
PKK'ya karşı tavır almadığını, hatta onu desteklediğini söylemiştir.
Siyasal bir kimliğe bürünen Hamas'ı muhatap kabul eden Türki­
ye'den , aynı şartlarda PKK'yı da kabul etmesi talep edilebilir. Eğer
Türkiye'nin bu yönde bir niyet ve eğilimi varsa bunu başkalarının
zorlaması ile değil kendi inisiyatifi ile yapması daha doğru olurdu,
ama şimdi bu fırsatın kaçtığı ve dışardan gelen taleplere vereceğimiz
cevabı hazırlamamız gerektiği anlaşılıyor.
Hamas'ı kabul etmek çok büyük bir anlam taşımaz. !sterseniz
onu göklere çıkarın varlığını sürdüremezsiniz. Ona karşı uygulana­
cak tedbirler ekonomik olacak gibi görünüyor ve onu destekleyen­
lerin bu konuda yapacaklan sınırlı kalacaktır. Gelirlerinin kesilmesi
halinde başka kanallardan bunu telafisi mümkün olabilir, ama fiili
bir engellemenin aşılması zor görünüyor.
Bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve bunun lsrail ile bir
uzlaşmaya varmasıyla bölgede barışın sağlanacağını düşünenler sa­
dece hayal kuruyorlar. Bir devlet sadece bağımsızlık ilanı ve bir dev­
lete gerekli kurumların kurulması var olmaz. Onun iktisadi kaynak­
larının ne olacağı bunlardan daha önemlidir. Filistin'in geliri çatış­
madan.yarar umanların verdikleri desteklerle sağlanmaktadır. Barış
sağlanınca iktisadi kaynakların ne olacağı, halkın geçimini hangi fa­
aliyetten sağlayacağı belirsizdir.
Bu lslam dünyasının genel sorunudur. Yeraltı kaynaklarının iş­
letilmesiyle , daha doğrusu başkaları tarafından işletilmesiyle, elde
edilen gelirleri tüketerek sürdürülen bir yaşam, bu kaynakların kul­
lanılamaz hale gelmesiyle yerini sefalete terk eder. Zenginliklerini
sadece ihtişamlı binalara sarf edenler günün birinde bunları boş bı­
rakmak zorunda kalırlar. lsrail'i beğenmeyebilirsiniz ve onun yap-
63 • D E V R İ Y E

tıklarım insanlık dışı bulabilirsiniz, ama lsrail'in dışarıdan sağladığı


desteklerle bir sanayi kurduğunu, çağın teknolojilerine ulaşmaya
çalıştığım inkar edemezsiniz Hayatı sadece mücadele ve savaş ola­
rak algılamanın bir sınırı vardır ve bu sınırı ekonomik ve teknolojik
seviye belirler. Lüks oteller, gösterişli binalar yerini fabrikalara, ileri
teknolojilere bırakmadıkça yenilgi kader olmaya devam eder.

Bu Bir Operasyondur
Hamas'm Türkiye ziyareti isabetli olup olmadığı açısından
değerlendirilebilir ve zaten tartışmalar bu konudadır. Ancak ola­
yın biçimi, yaratacağı sonuçlar başka bir açıdan da bakılmasını
gerektiriyor.
Bu ziyaretin çok dar bir çevrede kararlaştırıldığı, kısa sürede
oluştuğu intibamı ediniyoruz . . . Dışişleri bürokrasisinin, devletin
diğer ilgili kurumlarının kararın oluşmasında rol oynayıp oyna­
madığı bilinmiyor. Bu durumun en önemli göstergesi uygulanan
protokolün belirsizliği, yapılacak şeylerin anında kararlaştırılmış
olması. . . Cumhurbaşkanı ve genelkurmay başkanının süreç için­
de müdahale etmek zorunda kaldıklarına ilişkin ve doğru olması
muhtemel haberler.
Olayı incelerken bir hata yaptığımı fark ediyorum. Özellikle
vurguladığım ABD'deki ikilı siyasi yapıyı, yani Bush yönetimi ile
küresel sermaye taraftarlarının farklı yaklaşımlarını göz ardı edip
ABD'nin ziyareti başından beri desteklemiş olduğunu düşündüğü­
mü söylemem yanlıştı. Bugünkü ABD yönetimi operasyonun tarafı
değil muhatabı olmalıydı.
Bu ziyaret Filistin-lsrail ilişkilerine önemli bir katkı sağlamazdı,
ama Türkiye'nin konumunu etkileyebilirdi. Olayın sembolik değeri,
Türkiye'nin duruşunu konusundaki ipuçları yanında çok önemsiz
kalıyordu. Türkiye , neredeyse tek hedef olarak ilan ettiği AB'yi
64 • M A H İ R K A Y N A K

umursamıyor, onlarla mutabakat sağlamak bir yana ilan edilmiş po­


litikalarına tamamen zıt bir yol izliyordu. AB ziyareti basından izli­
yor ve şaşkınlığını gizlemiyordu.
Türkiye, terör konusunda, birçok ülke açısından abartılı sayılan
hassasiyetini bir yana bırakıp, siyasallaşmış olduğu için kabul edile­
bilir saydığı Hamas'la görüşüyordu. Üstelik ziyareti kabul edenler
de pek rahat görünmüyordu. Herkes nereden geldiği belli olmayan
bir uygunsuzluğu bir an önce bitirmek telaşındaydı.
Filistin'deki siyasi yapılanmaların dış odaklara bağlı olması ka­
çınılmazdı. Bu Filistinlileri küçümsemek anlamında değil şartların
bir sonucuydu. Hiçbir ekonomik gücü olmayan insanların kendile­
rini ekonomik olarak destekleyenlerin güdümünde olması son dere­
ce doğaldı. Türkiye'nin Filistin'deki siyasi yapılanmalar hakkında
net bir bilgi sahibi olduğu söylenemezdi. Daha açık bir ifadeyle bu­
radaki çatışan taraflardan birini adı Filistin'di, ama gerçekte büyük
güçlerin bir oyun alanıydı. Türkiye bu alana girerek dünyadaki güç
mücadelesinin bir tarafı konumuna geliyordu,
Birileri Rusya'nın İslam aleminde öncü rol oynamasını engelle­
mek ve onun etkilerini dengelemek için Türkiye'yi sahneye sürü­
yordu. Hamas'ı Rusya'dan önce kapmak ve öncülüğü Rusya'ya bı­
rakmamak gerekiyordu. Böylece Türkiye ile Rusya ilişkilerine ey­
lemli bir rekabet boyutu eklenecekti. İkinci olarak Yahudi lobisinin
Ermeni soykırımı konusundaki desteği ortadan kaldırılabilir ve bu
konunun, önümüzdeki günlerde, ciddi bir sorun haline gelmesi
sağlanabilirdi.
Türkiye, uluslararası siyasetin tepe noktalarından uçlarına doğ­
ru hızlı bir hamle yaptı ve yerini alt düzeylere indirdi. Birçok istih­
barat örgütünün at koşturduğu bir alana, aynı ölçekteki bir kurumu
yerine, siyasi olarak girdi.
Rusya gibi büyük bir gücün de aynı şeyi yaptığı söylenemez. O-
65 • D E V R İ Y E

mm tavrı dünya ölçeğindeki İslam politikasının bir parçasıdır ve


küresel ölçekte ABD ile çatışma içine girmemektedir. O, bu güne
kadar sürdürdüğü küresel sermayeye karşı mücadelesinin bir ham­
lesini yapmaktadır. Türkiye omm hamlesini boşa çıkarırken büyük
bir çatışmanın tarafı konumuna gelmektedir.
Sonuç olarak Türkiye küçük bir jest yaparak puan toplamak is­
terken büyük bir çatışmanın içine dalmıştır. Bunun iyi hesaplanmış
bir hamle olmadığı bellidir.
Bundan sonraki sözlerim sadece bir değerlendirmedir ve hiç
kimseyi itham etmeyi amaçlamamaktadır. Olayın tümünü bir ope­
rasyon olarak görüyorum ve bu operasyonun mimarının İngiltere
olduğunu düşünüyorum. Türkiye'deki olayların içinde lngiltere'yi
birçok kereler gördüğümü ve bunun da ötekiler gibi bir kuruntu ol­
duğunu düşünebilirsiniz.

Dar Sokaklar
Türkiye, son yıllarda, büyük değişimler yaşıyor. Bunların doğ­
ruluğunu ya da yanlışlığını tartışmayı bir yana bırakıp bizi nasıl bir
yola soktuğunu irdelememiz gerekir. Geçmişte bir şeyler satın al­
mak için para biriktiren ve zor zamanlar için bir tarafa üç beş kuruş
atan insanlar artık tasarrufa gerek duymuyor. Herkes borçlu hale
geliyor ve gelirini önceden harcıyor. Hane halklarının tasarrufları
bankalarda birikip ekonominin kullanacağı bir fon oluştururken
şimdi bu insanlar fon kullanır hale geliyor. Bunun toplam tasarruf
miktarını aşağılara çektiğini düşünüyorum. Bu durum aynı zaman­
da insanların hareket alanını daraltıyor ve onları borcunun kölesi
haline sokuyor.
Geçmişte gelişmeyi fabrika, baraj ve benzerlerinin inşasıyla so­
mutlaştıran insanlar artık kendilerinin de çok iyi kavrayamadıkları
soyut kavramlarla ekonomiyi değerlendiriyor. Borsanın ne işe yara-
66 • M A H İ R K A Y N A K

<lığını bilmeseler bile onun alçalıp yükselmesine bakarak ekonomi­


nin gidişini algıladıklarını sanıyor.
Bir zamanlar dünyanın terk etmeye başladığı tekstile büyük
kaynaklar ayıran ve bu yolla Batı ile arayı kapatacağını düşünüp
şimdi onun sorunlarıyla bunalan ülkemiz, şimdi de benzer bir dav­
ranışı otomotiv sektöründe gösteriyor. Terk edilmesi çok uzun sür­
meyeceği anlaşılan ve bu nedenle çevre ülkelere gönderilen bu üre­
timi biz bir kurtarıcı olarak görüyoruz. Şüphesiz otomobil ortadan
kalkmayacak, ama bugün kullanılan teknolojiler müzelik hale gele­
cek. Üstelik hem tekstilde hem de otomotivde kullanılan teknoloji­
ler bize ait değil.
Arkadan koşuyoruz ve başkalarının çok geride bıraktığı yerlere
geldiğimizde büyük bir sevinç duyuyoruz. Ama aradaki mesafenin
kapanmadığının hatta giderek açıldığının farkında değiliz. Onların
yol boyu attıklarını topluyor ve bunlara sahip olmakla övünüyoruz.
Bizi mutlu eden şeyler de var. Tarihimiz şanlı, inancımız güçlü,
soyumuz asil. Bunlar da onlarda yok deyip avunuyoruz. Bu özellik­
lerimizin bizi ayakta tutacağına hatta ölümsüz kılacağına inanıyo­
ruz. Devlet adamlarımız "bölgenin tapusu bizde" diyerek üstünlü­
ğümüzü ve ayrıcalığımızı anlatıyor. Bunun pratikte ne anlama geldi­
ğini kimse bilmiyor, ama bir değeri olması gerektiğini farz ediyor.
lrak'ta ABD'ye yöneldiğini sandığımız direnişte ölenlerin nere­
deyse tamamının Iraklılar olduğunu ve ABD'nin lrak'ı parçalama
planının başarıyla sonuçlandığını göz ardı edip en büyük güçlerin
bile inançlı bir direnişle dize getirilebileceğini düşünüyoruz. lran'ın
Batı'ya kafa tutması hoşumuza gidiyor. Büyüklerin sandığımız kadar
güçlü olmadığına seviniyoruz. Oysa gelişmelerin İran'ın nükleer fa­
aliyetlerinin Rusya'nın kontrolüne verilmesi ile sonuçlanacağını ve
bunu zaten amaçlanan bir hedef olduğunu fark etmiyoruz.
Dinin siyasal bir araç olarak kullanılması onların tercihi. Geç-
67 • D EVR İ Y E

mişte sağ-sol kavgası yapanlar şimdi ellerine tutuşturulan yeni


oyuncaklarıyla avunuyor. Sağın ve solun ideologları artık bu konu­
larda düşünce üretiyor. Komünizmle mücadele yerini dinin kutsal­
ları uğruna savaşa bırakıyor. Solculuk laisizme dönüşüyor.
Eğer birisi çıkıp "bırakın bunları, önünüze getirilen bu oyunca­
ğı elinizin tersiyle itin ve kendi aklınızla düşünün," derse onu kut­
sala ihanet etmekle suçluyoruz. Aklın inancın yerini tutamayacağı
özellikle vurgulanıyor, ama önümüze inanç olarak getirilen şeylerin
ne ölçüde başkalarının politikaları istikametinde yorumlandığını ve
şekillendirildiğini soruşturmuyoruz.
Giderek ekonomiden siyasete, kültürden alışkanlıklara kadar
dar bir sokağın içine itiliyoruz. Ufuk çizgisi kayboluyor ve önümüz­
de sadece kıvrılan yollar görüyoruz. Nereye gideceğimizi bilmiyo­
ruz, ama bu sokakta yürümenin başarı olduğunu sanıyoruz.
Günün birinde "din mücadelesi bitti, şimdi başka şeylerle uğra­
şacaksınız," diyecekleri zamanın yaklaştığını sanıyorum. Hiç değilse
o zaman "değiştik" deyip zamana uymayın ve hamamın namusunu
kurtarın.

Başan Nedir?
Yaygın kanı ABD'nin Irak operasyonunun başarısız olduğu hat­
ta bir fiyaskoyla sonuçlanacağı biçiminde. Çünkü herkes kendine
göre bir hedef tanımlıyor ve bu hedefe varılmadığını düşündüğü
için harekatın başarısızlığına hükmediyor. Bunlara göre ABD, Irak'ta
yandaşı olan istikrarlı bir yönetim kurmak istiyordu ve bir direniş
beklemiyordu. Oysa çatışmalar giderek şiddetleniyor ve istikrarın
sağlanması imkansızlaşıyordu. Dünya kamuoyunda ciddi bir ABD
karşıtlığı oluşmuş, işkence sahneleri herkesin yüreğini burkacak dü­
zeye varmıştı. ABD'nin katlandığı maliyetleri sineye çekmek zorun­
da kalacağı ve bunları karşılamasının bir uzun süre alacağı, hatta
68 • M A H İ R K A Y N A K

hiç gerçekleşmeyeceği anlaşılıyordu. Bush yönetimi üstesinden gele­


meyeceği bir yükü sırtlamıştı ve belki de Vietnam Savaşı'ndan daha
büyük bir yenilgiyle sahayı terk etmek zorunda kalacaktı.
Bu görüntünün gerçekle hiçbir ilgisi yoktur ve ABD, bugüne
kadar, öngördüğü hedeflere ulaşmıştır. Yapılan temel yanlışlık ön­
görülen analizlerin Irak'la sınırlı tutulması ve genel bir model kurul­
mamasıdır. Irak başlı başına bir hedef değil modelin sadece küçük
bir parçasıdır ve buradaki gelişmelerde modele uymayan hiçbir un­
sur gözlenmemektedir.
Belirsizlik, çatışmanın taraflarının ve nihai hedefinin tanımlan­
mamasından kaynaklanmaktadır. Kamuoyunu yönlendirmek ama­
cıyla yapılan açıklamalar gerçekmiş gibi algılanmakta ve analizler
bunlar üzerine kurulmaktadır. Oysa dünyayı yönetmekte büyük bir
pay sahibi olduğu söylenen bir ülkenin sıradan bir insanın refleksle­
riyle hareket etmesi düşünülemez. Yani, mesela, Saddam'ın dikta
yönetimine üzülüp Irak halkını kurtarmaya geldiği sözlerine inanı­
lamaz. ileri sürülen diğer gerekçeler bundan daha ciddi değildir.
Sorun, Soğuk Savaş'ın ardından yok olan uluslararası dengenin
yerini alacak yeni bir düzenin kurulmasıdır ve taraf gibi gösterilen
ülkelerin, yani bölgedeki güçlerin, bu oluşumda hiçbir ağırlığı ve
olumlu ya da olumsuz, bir katkısı yoktur ve olmayacaktır.
Oyunun başlıca üç aktörü vardır ve bunlar ABD, Rusya ulus
devletleriyle küresel sermayedir . Stratejik mücadele iki ulus devletle
küresel sernıay_e arasında verilmekte, diğerleri taktik muharebeler
düzeyinde kalmaktadır. Şu anda küresel sermayenin örgütlediği ve
kontrol ettiği Ilımlı lslanı'ın tasfiyesi aşamasındayız Bunun dine kar­
şı yürütülen bir mücadele olarak algılanması yanlıştır ve sadece bir
cephenin kuvvetleri bertaraf edilmektedir.
Irak bu bakımdan anlam taşımaktadır. ABD, işgalin başından
beri, demokratik geleneklerle bağdaşmayan bir yol izlemiş ve bura-
69 • D E V R İ Y E

daki siyasi yapılan din ve soy farklılıklarına göre örgütlemiştir. Ha­


zırlık, demokratik bir yönetime geçmeyi değil, bir çatışmanın alt ya­
pısını oluşturmayı amaçlamaktaydı, Şu anda ikinci aşamadayız ve
oluşturulan bu farklı gruplar bir savaşın içine itilmektedir. Irak'ta
tarafların kutsal değerlerine yapılan saldırıların ve oluşan tepkilerin
bu konuda da istenenlerin gerçekleşeceğini göstermektedir.
Bu çatışmanın Irak'la sınırlı kalmayacağı ve tüm bölgede bir
mezhep çatışmasına yol açacağı beklenmekte ve bunun gerçekleş­
mesi için gereken her şeyin yapılacağı anlaşılmaktadır.
Türkiye bu çatışmanın dışında kalamaz ve kalmaması için gere­
ken her türlü provokasyon yapılır. Üstelik bu konuda operasyona
katkıda bulunacak yerli aktörlerin de bulunduğu gözlenmektedir.
Dini açıdan hassas hale getirilmiş kitleler provokasyon mikrobuna
karşı bağışıklıklarıni kaybetmiş görünüyorlar. Bir simge haline geti··
rilen başörtüsü konusundaki haberler ateşi yakacak birer kıvılcım ,,
haline geliyor.
Türkiye iki şeyd�n birini seçmek durumundadır. Ya değerlerini
korumak adına, kendi dışında oluşturulan bu kavganın bir yanında
yer alacak ve sadece bir piyon olarak kullanılacak ya da bir öncelik
sırası belirleyerek önce ülkesini, sonra o olmadan hiçbir anlamı ol­
mayan değerlerini savunacaktır. Yanlış da yapsa devletle kavganın
zamanı değil.

Kıbrıs Sorunu
Türkiye'nin, kuruluşundan beri, en önemli dış politika sorunu
Türk-Yunan ilişkileri olmuştur. Türkiye Yunanistan'ı ülkesine yöne­
lik en ciddi tehdit odağı sayarken karşı taraf da benzer duyguları,
belki de daha büyük oranda hissetmiştir. Aslında ülkeyi yönetenle­
rin böyle bir tehditten söz edildiğinde "geçiniz" demesi gerekirken,
hem halkın davranışlarında hem de yönetenlerin kararlarında, nere-
70 • M A H İ R K A Y N A K

deyse en önemli yeri işgal etmiştir. Üstelik bu durum NATO içinde


müttefik olduğumuz sürede de eksilmeden devam etme becerisini
gösterebilmiştir.
Yunanistan'ın Türkiye aleyhine genişlemesi kimsenin işine ya­
ramaz: ve adeta imkansız sayılması gerekirken sürekli bir çatışma
endişesi her iki tarafın da gündeminden düşmedi. İki ülke, aynı itti­
fak sistemi içinde oldukları halde, birbirlerinin en ciddi hasını ol­
mayı başardılar. Kimse iki ülke arasındaki bir çatışmanın tüm den­
geleri alt üst edecek etkiler yaratacağını düşünmedi ve bunun im­
kansızlığını fark edemedi.
Aslında Yunanistan Türkiye'ye karşı bir kontrol mekanizması
rolü oynuyordu. Batı, daha doğrusu ABD, ülkemize yönelik ma­
nevralarını Yunanistan ya da kendilerinin icadı olan Yunan Lobi­
sini kullanarak gerçekleştiriyordu. Sürekli olarak dinlediğimiz
masal şuydu:
"Biz size karşı değiliz, ama demokratik bir ülkeyiz ve Yunan
Lobisi'nin etkilerini göz ardı e demeyiz . " Yunanistan bir askeri
tehdit, Yunan Lobisi siyasi bir maşa olarak kullanılarak hizaya ge­
tirildik.
Yunanistan da benzer bir oyunun kurbanıydı. Oradaki durum
bizimkinin aynadaki görüntüsü gibiydi, benzer şeyler söyleniyordu
ama, tıpkı aynadaki gibi sağla sol yer değiştirmişti.
Kıbrıs milli bir dava haline sokulmuştu. Rumların bir etnik te­
mizlik peşinde olduğuna ve tum Türkleri yok edeceğine inanıyor­
duk. O sıralarda Kıbrıs yönetiminin SSCB ile ilişkilerini, bunun Ba­
tı'da yarattığı endişeleri ve Makarios yönetiminin devrilmek isten­
mesinin uluslararası şartların bir sonucu olduğunu görmüyor, soru­
nu her zaman görülebilecek sınırlı bir iç çatışmaya ve soydaşlarımı­
za yönelik düşmanca tavra indirgiyorduk.
Daha sonra Kıbrıs'ın stratejik öneminden ve orayı kontrol eden
71 • D E V R İ Y E

gücün Güneyimizi tehdit edeceğini düşündük. Tüm Ege'yi kontrol


eden bir ülkenin donanmamızı engellemek için Akdeniz'e kadar
gelmemizi beklemeyeceği düşünülmedi. Eğer bir çatışma halinde
bize verilecek desteğin kesilmesi söz konusuysa Yunanistan'ın des­
teği sağlayacak güçle de çatışması gerekirdi.
Kıbrıs Doğu Akdeniz ve lsrail'in güvenliği açısından önemliydi
ve bu bizden çok ABD'nin hesaplarının bir parçasıydı. Kıbrıs bizim
açımızdan duygusal, ABD açısından stratejik bir anlama sahipti ve
öylece devam etti.
Bu konuda daha birçok tartışmalar yaşanacak, kimin haklı ki­
min haksız olduğu biçimindeki hiçbir anlamı olmayan konular gün­
demi işgal etmeye devam edecek. Oysa siyasi bir sorun bir mahke­
menin duruşma salonunda sonuca bağlanamaz ve bizim usta bir
avukat edasıyla ileri süreceğimiz iddialar kubbedeki hoş bir sedadan
başka bir anlam taşımaz.
ABD'nin birinci tercihi adanın tümünü kontrol etmektir.
Eğer lngiltere adayı AB'nin bir parçası konumuna getirmek ister- ·
se buna izin verilmez ve Kuzey fiili bağımsızlığını sürdürür ve
ABD'nin ekonomik desteğiyle artacak refahı nedeniyle Güneyle
bağları iyice zayıflar. Bu durumda halkın Türkiye'ye dönük yüzü
de giderek ABD'ye doğru yön değiştirir. Bu insanlarımızın Kıb­
rıs'la ilişkilerinde bir değişiklik yaratmaz ve bugün nasıl gidip ge­
liyorsak aynı şekilde davranmaya devam ederiz. Askerlerimizin
orada bulunmasına kimse itiraz etmez ve bu sembolik bağımızın
bir simgesi olmaya devam eder.
Duygusal tatmini hiçbir zaman küçümsemiyorum ve bunca yıl­
dan beri orada bulunmamızın ve herkese rağmen varlığımızı sür­
dürdüğümüz biçimindeki inancımızın yarattığı özgüveni anlıyorum.
Her tatminin bir bedeli vardır ve onu cömertçe ödemiş bulunuyo­
ruz. Ancak starteji ve siyaset de dünyanın gerçekleridir.
72 • M A H İ R K A Y N A K

Irak'a Müdahale
Türkiye'nin Irak'a müdahale zorunda kalacağım uzun zaman­
dan beri söylüyorum. Son zamanlarda yabancı gazetelerde bu konu­
da haberlerin çıkması olasılığın güçlendiğini gösteriyor.
Şüphesiz bu müdahale için gerekli şartlar oluşturulacak ve biz
müdahalenin kaçınılmaz olduğunu düşüneceğiz. Birilerinin haksız
ve çıkarlarımızı tehdit eden davranışlarının barışçı yolları tamamen
tıkadığını, başka çaremizin kalmadığını söyleyeceğiz. Üstelik sözle­
rimizin yanlış bir yanı da olmayacak.
Biz şartlarının gereğini yerine getireceğiz, ama o şartları kimin,
ne amaçla hazırladığını tartışmayacağız. Bu konudaki düşüncelerimi
önceden ifade etmeye ve ulaşılmak istenen hedeflerin ne olduğunu
irdelemeye çalışacağım.
Amaç bölgenin kendi içinde çatışmasını sağlamak ve İran'la
Türkiye'yi karşı saflarda bulundurmaktır. Bunun yolu mezhep fark­
lılığının çatışmaya dönüşmesini sağlamaktır. Irak'ta başlayacak bir
mezhep çatışmasının bunun ilk kıvılcımı olabileceği hesaplanmış
olabilir. Son zamanlarda bir provokasyon olduğu çok açık olan kut­
sal mekanlara saldırılar ve bunu izleyen çatışmalar sürecin başlatıl­
dığına işaret etmektedir.
Irak'taki direnişte Sünnilerle Şiiler arasındaki çatışmalarda
Kürtlerin dışarıda tutulması, direnişçilerin onları karşı safta görme­
mesi anlaşılamaz. Üstelik Kürtler hem ABD'nin işbirlikçisi hem de
İsrail'in desteklediği bir grup olarak gösterilmektedir ve buna rağ­
men taraf sayılmamaktadır.
Türkiye'nin hassas yanının Türkmenler olduğu ve onlara yöne­
lik bir saldırının kamuoyunda şiddetli tepkiler yaratacağı ve devle­
tin bunlara kayıtsız kalmayacağı bilinmektedir. Böyle bir saldırı
olursa bundan kimin sorumlu tutulacağı izlenecek politikanın temel
göstergesi sayılmalıdır. Eğer saldırının sorumlusu olarak Kürtler
73 • D E V R İ Y E

gösterilirse bu operasyonun hedefinin Türkiye olduğu anlamına ge­


lir ve amacın, lrak'ta başlayacak bir çatışmanın ülkemizde bir iç sa­
vaşı tetiklemesi olduğu anlaşılır.
Eğer çatışma mezhep ayrılığına dayandırılırsa hedefin Iran ol­
duğu ve bir Kürt-Sünni yakınlaşmasının istendiği sonucuna varılır.
Böyle bir durumda neden Kürtlerin hedef alınmadığı, direnişçilerle
Kürtler arasında bir ihtilafın yaratılmadığı sorusunun cevabı da ve­
rilmiş olur. Birlikte hareket etmesi planlanan iki gücün çatışması
yanlış olurdu.
Bölgede iki farklı stratejinin uygulandığı gözlenmektedir. Taraf­
lardan biri çatışmayı Türkiye içine taşımak, Türk-Kürt ayrışmasını
sağlamak isterken diğeri mezhep ayırımına dayanan bir çatışmayı
körükleyerek İran'ı hedef haline getirmek istemektedir.
Türkiye'nin bu defa sadece olaylara tepki göstermekle yetin­
meyip gelişmeleri siyasi boyutlarıyla değerlendirmesi ve yönlen­
dirmesi umudunu taşımak istiyorum Olayları her iki yöne de
çekmek isteyen güçlerin usta oyuncular olduğunu, hem bölgede
hem de ülkemizde güçlü kolları olduğunu bilerek devlet düze­
yinde ve mutlaka siyasi yönü tepki boyutunun üstünde olan poli­
tikalar izlemesi gerekir.
Güneydoğu'da, baharla birlikte başlaması beklenen hareketliliği
bu açıdan değerlendirip toptancı suçlamalardan kaçınılması, dış et­
kenlerin doğru değerlendirilmesi gerekir. Herkesin birbirinin kılığı­
na girip provokasyonlar yapmasının çokça rastlanacağı bu dönemde
izleyeceğimiz politikalar geleceğimiz üzerinde önemli etkiler yarata­
cak boyutta olacaktır. Birçoğumuz kınayamayacağımız duygusal
tepkiler gösterebilir. Çok karmaşık olacağı şüphesiz olan gelişmeleri
çözümleyemeyebilir. Şu sıralarda bu duygusallıkları aşan bir devlet
aklına ihtiyacımız her zamandan daha fazladır.
Devletin gerekli biçimde davranmadığını düşünenler olabilir ve
74 • M A H İ R K A Y N A K

belki de tespitleri doğrudur, ama ne kadar doğru düşünürsek düşü­


nelim kendimizi devletin yerine koyup tavır almakla kaybedeceği­
miz şey, devleti arkasında olmaktan fazladır. Yaşadıklarımız ve kar­
şılaşacaklarımız bir film değildir devletten daha fazlasını yapabile­
cek kimse yoktur.

Siyasal Boşluk
İktidara yönelik eleştiri ve suçlamalar birçok kişinin aklına ikti­
dar partisinde bir çözülmenin olup olmayacağı sorusunu getiriyor.
Bir binanın bir taşının düşmesinin ya da bir yanının hasar görmesi­
nin bir yıkıntıya neden olması uzak bir ihtimalken en küçük bir
sarsıntının partiyi yerle bir edebileceği düşünülüyor.
Sorun güncel siyasal tartışmaların ötesinde siyasal yapımızla
ilgili son derece olumsuz çağrışımlara neden oluyor. Dünya ölçe­
ğinde büyük değişimlerin yaşandığı bir dönemde önemli roller
oynaması gereken bir ülkede, karar verici konumdaki yapının,
küçücük operasyonlarla sahneyi terk edebileceği hesaplanırken
yerinin nasıl doldurulacağına dair spekülasyonlardan öte bir çö­
züm görünmüyor. Bu durum aslında gerçek anlamda bir siyasi
partinin olmadığı, hatta ülkeye egemen bir gücün de bulunmadı­
ğı anlamını taşıyor. Ülkeyi yöneten ve yönlendirenleri kapsaması
gereken ve sağlam temellere dayalı bir siyasi yapı yerine kısa sü­
rede bir araya gelen ve ne ülkenin gelecekle ilgili tasavvurlarını
ne de dünya üzerindeki konumunu temsil etmeyen gruplar ikti­
dara gelebiliyor , ama güçlü bir rüzgarla sökülen bir çadırdan da­
ha dayanıklı olamıyor.
Bu durum sadece bugünün iktidarıyla sınırlı değil. Var olan
partilerden herhangi birinin daha farklı olması mümkün görünmü­
yor. Son seçimler var olan partilerin tümünü ya eledi ya da anlamsız
hale getirdi. Şu anda da onlardan herhangi birinin ülkeye egemen
75 • DEVR İ Y E

olacağı, topluma yön verecek önemli güçleri temsil edebileceği dü­


şünülmüyor.
Seçimler ülkede var olan güçleri kapsadığı ya da temsil ettiği
ölçüde anlamlı olabilir ve zorluklara karşı koyabilir. Dayanağın sa­
dece halkın tercihleri olması ve bu tercihlerin iç güçler tarafından
yönlendirilememesi halinde, istikrarsız ve kırılgan bir siyasi yapı ka­
çınılmaz olur.
Aslında tartışma, iktidarın uyguladığı politikalar, dünya üzerin­
deki konumumuzla ilgili tercihlerinin yanlışlığı konusunda olması
gerekirken bunlar bir yana bırakılır ve sadece yolsuzluklar tartışılır
ve bir çete soruşturmasından çıkarılacak uygunsuzluklarla iktidar
yıpratılırsa bu siyasetin normal yollarla yapılmadığı, operasyonlara
bel bağlandığı anlamına gelir.
Bugün tartışılması gereken şey iki ana başlıkta toplanabilir: Bi­
rincisi iktidarın küreselleşme ve küresel sermayeyle bütünleşme id­
diasının doğru olup olmadığı ve bu yöndeki tercihin dünyanın ge­
nel eğilimlerine uygunluğudur. Bu aynı zamanda sürdürülen eko­
nomik politikanın tartışılmasını da gerektirir.
Belki de bununla bağlantılı olarak ılımlı lslam imajının kon­
jonktürle uygunluğu tartışılabilir. Bu insanların inanç özgürlüğü ile
ilgili değildir. İnsanlar istedikleri gibi inanmaya devam edebilirler,
ama bunun siyasi bir kimlik olması inanç özgürlüğü alanına değil
siyaset alanına girer.
Bugün dünya üzerinde sürdürülen mücadelede lslam bir araç
olarak kullanılıyorsa bunu siyasi olarak değerlendirmek bir zorun­
luluktur.
İktidara yönelik yıpratma kampanyasının temelinde izlenen si­
yasetin uygun olmadığı düşüncesi vardır, ama bunlar ifade edilmez
ve yolsuzluk ya da uygunsuzluk görüntüleriyle sonuç alınmaya çalı­
şılır. izlenen bu yolun kalıcı sonuçları vardır. İktidarın lslami öğele-
76 • M A H İ R K A Y N A K

ri ön plana çıkarması nedeniyle, onun aleyhindeki kampanyalar,


inançları da töhmet altında bırakır. Daha açık bir ifadeyle silah ola­
rak kullanılan her şey bir çatışmada zarar görür.
İktidara yönelik kampanyanın başarı kazanması sorunların çö­
züleceği anlamına gelmez. Yeni siyasal yapıların da benzer nitelikte
olmaması için hiçbir neden yoktur. Asıl mesele ülkenin görünür ge­
leceğini belirleyecek ve toplumun etkin kesimlerinin önemli bir bö­
lümünü içerecek bir siyasi yapı oluşturabilmektir. Bu, iktidarda ya
da muhalefette olsun, siyasal partilerin kurumsallaşmasıyla müm­
kün olabilir.

Çelişkiler
Fehriye Erdal olayı bizim açımızdan çözülmüş görünmesine
rağmen bir çelişkiler yumağını andırıyor ve bu konuda sorulacak
bir yığın soru cevapsız kalıyor.
Merhum Sabancı herhangi bir yerde bulunabilir ve eylem ger­
çekleştirilebilirdi, ama iş dünyasının en iyi korunan binasının en
özel yerinde suikasta uğradı. Amacın bir kişinin ortadan kaldırılma­
sı değil bir mesaj olduğu anlaşılıyordu. En iyi korunan yerde bile
kimse güvenlik içinde değildi. Yani Sabancı bir hedef değildi ve bir
mesaja aracılık etmesi için seçilmişti.
Cinayeti işlediği iddia edilen kişiler ön kapıdan, kimliklerini bı­
rakarak ve görüntüleri tespit edilerek binaya giriyor, ama gizli bir
yerden çıkıyordu. Çıktıkları yerden neden girmemişlerdi?
Cinayetten dakikalar sonra failler tespit edildi. Güvenlik güçleri
tek bir olasılık üzerinde hareket etti ve sadece bu kişileri aradı. Ka­
muoyuna verilen bilgiler bir araştırmanın sonucunu değil önceden
yazılmış bir senaryonun okunmasını andırıyordu. ilk gün söylenen­
lerin hiçbir bölümünün sonradan değişmediği görüldü.
77 • D E V R İ Y E

Sabancı ile birlikte görgü tanıkları da öldürüldü. Eğer eylemci­


ler zaten üslenecekleri bir eylemi yapıyorsa ve kimliklerinin ortaya
çıkmasından rahatsız olmayacaklarsa neden teşhis imkanını ortadan
kaldırmak istemişlerdi? Sorumuzu şöyle formülleştirebiliriz: Failler
gizli kalmak istiyorsa neden girişte , çıktıkları yeri kullanmadılar?
Eğer olayı üsleneceklerse ve kimliklerini gizlemek gibi bir niyetleri
yoksa neden görgü tanıklarını ortadan kaldırdılar?
Zanlıların binaya girdikleri kesindi, ama binaya girmiş olmaları
olayın faili olduğunun kanıtı değildi. Suçlanmalarının nedeni bir te­
rör örgütü üyesi olmalarıydı. Şöyle bir ihtimal üzerinde hiç durul­
madı: Bu kişiler bir örtme operasyonunda kullanılmış olabilir ve bu
amaçla olay günü oraya getirilmiş, olaydan sonra da kaçırılmış ola­
bilirdi. Böylece gerçek faillerin üstü örtülmüş olurdu. O gün binada
bulunanların kimlikleri bile tespit edilmedi. Çünkü olayın tüm ay­
rıntıları aynı gün aydınlanmıştı. Bu, failleri ortada olmayan bir cina­
yetin en hızlı çözülme rekorunu kırmış olmalıydı.
Olayı üslenen kişi yargılandı ve mahkum edildi. Özel bir mah­
kum muamelesi gördü. Evlendi ve çocuk sahibi olabildi. Ancak bu­
lunduğu hapishaneye tesadüfen bir çete nakledildi ve onlar mahku­
mu öldürdüler. lnsanın "kadere bak!" diyesi geliyor.
Örgüt, zanlıları sorunsuz bir biçimde yurtdışına kaçırdı. Kim­
likleri bilinen, fotoğrafları bulunan bu kişileri kaçıran örgütü merak
etmiyor musunuz? DHKP-C'nin ne kadar etkili olduğunu böylece
anlamış olduk. Sınırlarımızdaki güvenlik duvarını kalbura çevirip
gittiler, ama kimse bunu mesele yapmadı.
Belçika'nın, Türkiye'deki herhangi bir siyasi hareketi temsil et­
meyen, kitlesel desteği olmayan ve sadece terör eylemleri yapan bir
örgütün yakalanan bir üyesini koruduğunu düşündük. Yeni kurul­
muş bir devlette bile gözlenmesi zor bir davranışı köklü bir medeni­
yete sahip bir ülke çekinmeden yapabiliyordu. Siyasi olduğu bile
78 • M A H İ R K A Y N A K

tartışmalı, sıradan bir teröristi koruyordu. Iddiamızın yanlış olabile­


ceğini ve Belçika'nın davranışının farklı bir sebebe dayandığı ihti­
malini düşünmedik.
Hukukçu değilim ve olayın hukuki boyutuna değinmek zo­
runda kaldığımda hata yapabilirim. Bunun için önceden özür di­
liyorum. Belçika'nın davranışını bir senaryo ile açıklayacağımı sa­
nıyorum.
Belçika, Sabancı suikastının anlatıldığı biçimde olmadığını bil­
mektedir. Fehriye Erdal'ın iadesi halinde daha önce yakalanıp mah­
kum edilen kişinin akıbetine uğramasından endişe etmektedir.
Çünkü olayın faillerinin söylenenler olmadığı anlaşılırsa gerçek fail­
lerin bulunması gerekecektir. · Bu nedenle iadeyi imkansızlaştıracak
bir yol arayışı içindedir ve meseleye artık hukuki bir sorun olarak
bakmamaktadır. Hukuki olarak zanlıyı iade etmesi gerektiğinin bi­
lincindedir, ama kişinin güvenliğini tehlikeye atmasının ülkesi açı­
sından kabul edilemez olduğunu düşünmektedir.

Kızgınlık ya da Bilgelik
Bilge kişinin dünyası kendisiyle sınırlı değildir. O, kendisini,
aşkın bir amacın aracısı olarak görür ve bu nedenle hiçbir şeyi bi­
reyselleştirmez. Oysa kızgınlık bireysel bir davranıştır. Kişi kendi
dışındakileri yargılar, haksız olduğunu düşünür, kızgınlığı bir ceza­
landırmadır.
Olayın arka planında kişinin rolünü nasıl tanımladığı yatar.
Eğer amacınızı kendi başarınız olarak tanımlamışsanız sizi engelle­
. yen her şeyi haksız ve yanlış bulursunuz. Siz olayların üstünde de­
ğil, olayın konusu haline gelmişsinizdir. Başarı ya da başarısızlığı,
kazanıp kazanmadığınıza göre değerlendirirsiniz.
Bilge kişi için kazanmak ya da kaybetmek söz konusu değildir,
çünkü o kendini hiçbir zaman bir taraf olarak görmez. Bu, olayları
79 • DE V R İ Y E

seyretmek, sonuçlarıyla hiç ilgilenmemek anlamına gelmez. Sadece


çıkan sonuçtan kişisel bir çıkarı yoktur.
O, geleceğin kendisinin bir kurgusu olmayacağını bilir. İnancı­
na göre, Tanrı'nın iradesini ya da tarihin yönünü kestirmeye ve san­
cısız bir geçişe katkı sağlamaya çalışır. Başarısı ve mutluluğu onu
aşan gücün yanında yer aldığını hissetmekten ibarettir.
Bir ülke, konumu, gücü ve diğer özellikleriyle geleceğin oluştu­
rulmasında herhangi bir katkıda bulunacak durumda olmayabilir.
O zaman bu ülkenin idaresi bir işletmeyi yönetmekten farksızdır,
yöneticiler istedikleri kadar kızabilir, başarılarını kendi kazançlarına
dönüştürebilirler. Eğer ülke geleceğin oluşmasında rol oynayacak
konumdaysa ufku kendi ülkesi, başarısı kendi başarısı olmaktan çı­
kar. Artık beklentisi yoktur sadece sorumluluğu ve görevleri vardır.
Aslında, neredeyse hepimiz, kızgın insanlarız. Bizim için ABD,
Rusya ve benzeri ülkeler doymak bilmez bir ihtirasla kendi ulusları­
nı diğerlerine egemen kılmak, onları sefalete mahkum edip kendi
halklarını birer obez olacak kadar refaha boğmak isterler. Acımasız
ve kötüdürler. Sınır tanımaz bencilliklerinin ötesinde bir rehberleri
yoktur. Ama bu kadar kötü insanların neden kendilerine karşı ko­
yanları toptan imha edip rahat yaşamadıklarını sormayız. Birkaç
nükleer bomba herkesi susturmaya yetmez mi? Belimize taktığımız
bir tabancayla ve yüreğimizdeki çılgınlıkla onları yeneceğimizi dü­
şünür, ama silahımızın markasına bile bakmayız. Doğal kaynaklara
sahip olanlar onları bu kötülere çıkarttırır, onlara sattırır, komisyo­
nunu alır ve zengin olmanın hazzını yaşarlar. Ne yaptıkları sorusu-
nun cevabı ise kocaman bir hiçtir.
Asıl soru dünyanın bencillikle mi yoksa sorumlulukla mı yöne­
tildiğidir. Hayatımızı başkalarını yenerek, payımızı olabildiğince ar­
tırarak sürdüreceğimizi düşündüğümüz için başkalarının öyle dav­
randığına inanırız. Bireysel açıdan doğru olan bu hüküm genelleşti-
80 • M A H İ R K A Y N A K

rilirse bir felaketten başka beklentimiz olamaz. Güçlüler diğerlerini


yok edebileceğini anladıkları an güçsüzlerin sonu gelmiş demektir.
Ama gerçek bu değildir ve dünya bizim gibi düşünenler tarafından
yönetilmemektedir.
Olayları tek başlarına değerlendirdiğiniz zaman acımasız bir
mücadelenin içinde olduğunuzu düşünebilirsiniz. Üstelik egemen
olan düşünce hayatın bir rekabetten ibaret olduğu biçimindedir ve
birey için doğru olan bu hükmün her düzeyde geçerli olduğunu dü­
şünürüz. Herkes diğeri için başkasıdır ve birbirlerini yenmek üzere
programlanıştır . Bu nedenle ayakta kalan kendisini güçlü sayar.
Eğer güçlü olmasaydı bertaraf edilecekti. Hiç kimse bunun bir ku­
runtu olduğunu düşünmez bile.
Türkiye, bu açıdan, şanslı ya da şanssız sayılabilir. Çünkü ko­
numu ve oynayabileceği rol açısından sorumlular sınıfına dahildir.
Ne olacağım diyemez, ama ne yapmalıyım sorusuna cevap vermek
durumundadır. Kendisini bir yağmada pay kapmaya çalışanlar sını­
fına sokarsa ya gücü sınırlandırılır ya da onun rolünü oynayabile­
ceklerin yönetimine girer.
Bugüne kadar gücü sınırlandırıldı. Bilgeler yönetirse sorumlu­
lar sınıfına dahil olur, pay peşinde koşanlar tarafından yönetilirse
anlamsızlaşır.

llişki mi?
Türkiye'de, üç ayrı alanda, ciddi gelişmeler yaşanıyor. Van sav­
cısının iddianamesi, ekonomideki olumsuz sinyaller, lran'a yönelik
operasyon beklentisi. Biz bunları birbirinden bağımsız olaylar ola­
rak algılıyoruz ve her birini çözmeye çalışıyoruz. Acaba bunlar ger­
çekte tek bir operasyonun parçaları olabilir mi? Hepsi tutarlı bir
modele mi ait yoksa tesadüfler onları yan yana mı getirdi?
Biz genel olarak model kurmaktan hoşlanmayız . Güneydo-
81 • DE V R İ Y E

ğu'daki gelişmelerle İran ya da ekonomi arasında bağlantı kuranları


da komplocu ya da hayalci olarak nitelendiririz. Ayrıca gelişmeleri
değerlendiren kurumlar ve onların yaklaşımları birbirinden soİı de­
rece farklıdır. Ekonomiyi yönetenler siyasi gelişmelere tamamen ka­
yıtsız, bir barış ve istikrar ortamının geçerli olacağı bir dünyaya göre
politikalar üretirler. Güvenlik konusuyla ilgilenenler ise ekonomiyi.
veri kabul eder, uygulayacakları politikanın ekonomik operasyon­
larla başarısızlığa uğratılabileceğini hesaplamazlar. Dış politika ise
bunların tamamen dışında bir oyun olarak algılanır.
Ülkemizle ilgili politika üretenler benzer şekilde davransaydı
bir sorun çıkmazdı ve her alandaki sorunlar kendi içinde çözülür­
dü. Eğer başkaları politikalarım kapsayıcı bir modele göre oluşturu­
yorsa bizim parçalı ve kendi içinde tutarlı olmayan politikalarımız
başarısızlığa mahkumdur.
Türkiye'deki parçalı yapının başka ülkelerde de olduğu ve me­
sela ABD'de Bush yönetimiyle küresel sermayenin farklı politikalar
izlediği söylenebilir ve bu doğrudur. Ancak her iki kanat da bütün­
cül politikalar üretirler ve her birinin politikası tüm alanları kapsa­
yacak biçimde oluşturulmuştur. Mesela Bush yönetimi küresel ser­
mayenin ülkemizdeki operasyonlarına karşı ne yapacağını bilir. Sı­
cak paranın geri çekilmesi halinde oluşacak boşluğun nasıl doldu­
rulacağını, çözüme yardımcı olurken hangi ödünleri alacağını he­
saplamıştır.
Bush yönetimi lran'ın bölgesel bir güç olmasını engellemek is­
temektedir. Petrol fiyatlarım artırırken hem ülkesindeki kendisini
destekleyen petrolcüleri hem de Rusya'yı kollamakta, ama bundan
lran'ın faydalanmasını engelleyememektedir. Ayrıca gelecekte petrol
birincil enerji kaynağı olmaktan çıkarılsa bile doğalgaz kullanılmaya
devam edecektir ve lran bu alanda avantajlı konumdadır. Bu şartlar
lran'ı bölgesel bir güç haline getirebilir ve tasfiyesi gereklidir. Rus-
82 • M A H İ R K A Y N A K

yc1'nm da buna itirazı beklenemez. Türkiye bu operasyonda kulla­


nılmak istenmektedir.
Türkiye ile dünya dengeleri konusunda tartışmak ve bir uzlaş­
maya varmak mümkün olamamaktadır. Çünkü Türkiye'de hem güç
tek bir odakta toplanmamıştır hem de ülkeyi yönetenlerin kullan­
dıkları kavramlar böyle bir konuyu tartışmaya uygun değildir. Bu
nedenle operasyonlara ve bunun sonucundaki emri vakilere baş vu­
rulmaktadır.
Güneydoğuda başlayacak bir sıcak çatışmanın Kuzey Irak'a ya­
yılması kaçınılmaz olabilir ve buradaki gerginlik, İran'm da müda­
halesiyle iki ülkeyi karşı karşıya getirebilir. Sıcak bir çatışma kendi
yönünü ve kurallarım belirler, siyasi iktidar gelişmeleri en alt dü­
zeyde bile kontrol edemez.
Dünya ölçeğindeki mücadelenin odak noktasının Türkiye'ye
doğru kaydığını kabul etmek zorundayız. Problemler şikayet ede­
rek, başkalarını suçlayarak çözülemez. Bir olayı anlamanın yolu
kendi bakış açımızla değerlendirmekle mümkün olmaz. Önce onla­
rın nasıl düşündüğünü ve ne yaptıklarını yine onların kavramlarıyla
çözümlemek zorundayız. Daha açık bir ifadeyle gelişmeleri onların
metotlarıyla analiz etmeli, çözümleri kendimiz için üretmeliyiz. Oy­
sa biz tam tersini yapıyor kendi metotlarımızla dünyayı değerlendi­
riyoruz, çözümü de onların istediği biçimde yapıyoruz.
ilk işimiz ideolojik tartışmaları bir yana bırakıp somut olaylara
çözüm aramak olmalıyken biz hala laiklik-dindarlık ekseninde ge­
reksiz bir çatışmayı sürdürüyoruz. Sorunları inanarak mı, yoksa dü­
şünerek mi çözeceğimize karar vermenin tam zamanıdır.

Yenilerek Kazanmak
Genel kanı ABD'nin Irak'ta bir bataklığa saplandığı ve hedefle­
rine ulaşmasının zor olduğu biçiminde. Çünkü insanlar zaferi, he-
83 • D E V R İ Y E

defe ulaşmak olarak değil, girilen savaşın kaz:mılması olarak algılar.


ABD'nin hedefinin ne olduğunu biliyor muyuz ya da bizim hedef
zannettiğimiz şeyin onun da hedefi olması gerekir mi?
Olayları değerlendirirken bir sürü yanlışlıklar yapıyoruz. Baş­
kan Bush'a bakarak ABD'nin sıradan insanlar tarafından yönetildiği­
ni ve bu çaptaki kişilerin ciddi hatalar yapabileceğini düşünüyoruz.
Oysa büyük devletlerin karar mekanizmaları görünenden çok fark­
lıdır ve yapılan işlerin arka planında çok güçlü bir analiz yeteneği
ve bilgi birikimi vardır. Bush senaryoyu yazan değil yazılanı oyna­
yandır.
ABD'nin Irak'la doğrudan bir sorunu yoktur. Ancak Irak üze­
rinden Avrupa'ya yönelik bir operasyon uygulamaktadır. Irak-lran
Savaşı'nda Irak'ın en çok Fransa'dan silah sağlayışını, kimyasal silah
hammaddelerini Almanya'nın alışını, ABD'nin lran'ın yenilmesini
engellemek için lrangate olarak adlandırılan gizli silah satışını nasıl
değerlendirebiliriz? Acaba Avrupa, İran'ın Kuzistan bölgesini de 1-
rak'a katarak ve bu ülke üzerinde güçlü bir denetim mekanizması
kurarak enerji sorununu çözmek istemiş olabilir mi? ABD bunu en­
gellemek için lran'a destek vermiş midir?
ABD'nin Irak'ı yok ederek lran'ı bölgenin en önemli gücü yap­
mak istediğini düşünebilir miyiz? Bunun bir ara aşama olduğu, güç­
lü bir İran karşısında Avrupa'nın da kendisine katılacağını ve böyle­
ce lran'ın dağıtılması konusunda bir ittifak oluşturmak istediği söy­
lenebilir mi?
Düşüncemi genelleştirerek bölgedeki hiçbir ülkenin, kendi ba­
şına, bir anlamı olmadığını, bu ülkelere yönelik operasyonların ger­
çek hedefimin büyük güçler olduğunu düşünüyorum ve hemen
dünyada aktör konumunda olan ülkelerin gelişmelerden nasıl etki­
leneceğini hesaplamaya çalışıyorum. Böyle yapmasaydım bir avuç
militanın ABD'yi yendiğini ve Irak'ı terk etmeye mecbur bıraktığını
84 • M A H İR K A Y N A K

söylemek zorunda kalırdım ve bu siyasi bir analiz olmaz bir Yeşil­


çam filmi senaryosu olurdu.
ABD, Irak'tan yenilerek çekilecektir, ama arkasında herkesin iz­
lemeye mecbur kalacağı bir yol haritası bırakacaktır. Irak'ın tasfiye­
si, Türkiye'nin kasten üretilmiş sorunların içine çekilmesi lran'ın
ciddi bir tehdit olarak algılanmasına yol açacak, buna bir de lran'ın
nükleer silah edinmesi eklenecektir. Siz bir Avrupa ülkesi olsanız ne
yaparsınız?
ABD mi yoksa Israil mi İran'a saldıracak diye papatya falına
bakmaya gerek yok. Bu sorunun cevabı "herkes" olacaktır. ABD ,
minik tehditlerle İran'ı gıdıklamakta ve onun ölçüsüz beyanlar ver­
mesini sağlamaktadır. Onun hem dünyanın tek süper gücü olduğu­
nu söyleyip hem de İran karşısında bocalamakta olduğunu düşün­
mek doğru mudur?
Türkiye için bir dağılma senaryosu düşünmüyorum. Ancak
kullanılacak iki rnanivelayla bizi istedikleri yöne çekebilirler. Bun­
lardan biri ekonomi diğeri Kürt sorunudur. Her iki manivela da za­
ten kullanılır haldedir ve ilave bir çabaya gerek kalmamıştır. Kuzey
Irak'taki yapı Güneydoğumuzu etkilemekte o da yönetimlerin ka­
rarlarında belirleyici olmaktadır. Ekonomimiz dengededir, ancak bu
dengeyi yıkacak dinamitler uygun yerlere yerleştirilmiştir.
Büyük güçlerin yenilgisini her zaman şüpheyle karşılamak gere­
kir. Bu yenilgi bir taktik aşama olabilir ve stratejik planda büyük kaza­
nımlar elde edilebilir. Bunun dışında taraflardan biri sadece adı devlet
olan birisiyse mutlaka gerçek tarafın kim olduğunu araştırılmalıdır.
Ayrıca her ülkenin bir senaryo yazarına ihtiyacı vardır ve bu­
nun adı derin devlettir. Her ülkede görülen örtülü operasyonları ya­
panlara derin devlet diyenler senaryo yazarını gereksiz hale getir­
mek istemektedir. Senaryosuz oyun oynanmaz ve siz yazmıyorsanız
yazan biri bulunur.
85 • D E V R İ Y E

Nükleer Siyaset
Savaş, tarih boyunca, siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç ola­
rak kullanıldı. Bugün de farklı bir konumda değiliz. Ancak bu ara­
cın, gelişen teknolojiyle birlikte, nitelik ve şekil değiştirmesi kaçınıl­
mazdı. ilk akla gelen büyük nükleer kapasiteye sahip ABD ve Rus­
ya'nın bu silahı kullanması olmakla birlikte bunun gerçekleşmeye­
ceğini, ama nükleer silahların kullanılması ihtimalinin arttığını söy­
leyebiliriz. Nükleer silah peşinde koşanlar bir laboratuarda kobay
olarak kullanıldıklarının farkında değiller.
Bazı sorulara cevap arayarak nasıl bir tabloyla karşılaşabileceği­
miz konusunda bir senaryo yazabiliriz. İngiltere'nin nükleer araştır­
malara hız verdiği ve bu konuda ABD'nin önüne geçtiği iddiası ger­
çek midir ve bu ne anlama gelir? Kamuoyunun yapışık ikizler saydı­
ğı ABD ile İngiltere acaba farklılaşıyor mu? İngiltere ABD'nin sağla­
dığı nükleer caydırıcılığı yeterli görmüyor mu; yoksa bu şemsiyenin
altından çıkıp kendi kalkanım mı oluşturmak istiyor? Her iki du­
rumda da ABD ile lngiltere'yi hala yapışık ikizler s;ıyabilir miyiz?
ABD'nin nükleer teknoloji konusunda Hindistan'la işbirliği
yapmasının amacı nedir? Bu işbirliği kime karşıdır? İran'ın, tüm
dünyanın karşı çıkmasına rağmen nükleer programını sürdürme­
si ve belki de silah yapacak yeteneğe kavuşması nasıl bir sonuç
yaratır?
Sınırlı bir nükleer savaşın çıkabileceğini, ama bunun büyük
güçler arasında olmayacağını, Pakistan ve Hindistan arasında böyle
bir çatışmanın muhtemel olduğunu düşünüyordum. Ancak şimdi
Orta Doğu'da sınırlı bir nükleer savaş daha büyük bir olasılık olarak
görünüyor.
Böyle bir çatışma dünyada radikal değişikliklere neden cilur.
Nükleer silahların imha gücü herkes tarafından somut olarak algıla­
nır ve bu silahlara sahip ABD ve Rusya üstünlüklerini ispatlamış
86 • M A H İ R K A Y N A K

olurlar. Kendilerinin yapmadığı bir savaşın galip tarafı haline gelir­


ler. lnanç ve ideolojilerin belirleyiciliğinin bir efsane olduğu, asıl
gücün teknoloji ve askeri üstünlük olduğu anlaşılır.
Asıl önemli sonuç, küreselleşme iddiasının sona ermesidir. Kü­
reselleşmenin ekonomiyı ön plana çıkaran, savaşsız ve bütünleşmiş
dünya ideali anlamsız hale gelir. Yeni dengenin tarafları silah kapa­
si.telerine göre belirlenir ve bu taraflar için ABD ile Rusya dışında bir
aday görünmemektedir. Acaba İngiltere nükleer kapasite ve tekno­
lojisini geliştirerek aday konumuna mı gelmek istemektedir? Ya da
bu haber sadece bir blöf müdür ve sahip olmadığı şeyleri varmış gi­
bi göstererek kendisine bir yer açmaya mı çalışmaktadır? Blöf ABD
ve Rusya gibi büyüklere mi -yöneliktir, yoksa dünyaya güçlü göste­
rilmek konusunda onların rızası mı vardır ve lngiltere'yi de büyük­
ler arasına dahil etmek istemektedirler?
İran bir yandan nükleer silah yapmaya çalışmakla itham edilir­
ken diğer yanda nükleer bir saldırıya karşı savunma tedbirleri aldığı
yönünde haberler yayılmaktadır. Yani ya bir nükleer çatışma başla­
tacak ya da bir başkası önleyicilik iddiasıyla ona saldıracaktır .
Önemli olan bir tane bombanın kullanılmasıdır ve bu beklenen tüm
sonuçların alınmasını sağlar.
Bir başka yaklaşım nükleer çatışma riskinin olmadığı, büyükle­
rin nükleer silah yapımını engellemeye çalıştığı, bunu başarmazlarsa
önleyici darbeyi vurarak nükleer silahların kullanılmasına imkan
vermeyecekleri biçimindeki görüştür.
Hangi olasılığın geçerli olduğunu kestirmek kimse için kolay
değil. Büyüklerin, kendi dışlarındaki birisi tarafından atılacak bir
nükleer bomba ile ne kadar kazançlı çıkacaklarını görerek bu ihti­
malin tamamen dışlanamayacağını düşünüyorum. Ayrıca kendileri­
ne hiçbir yarar sağlamayacağı, daha güvenli değil daha güvensiz he­
le gelecekleri halde nükleer silah peşinde koşanları gördükçe tereci-
87 • D E V R İ Y E

dütlerim daha çok artıyor. Dünyada çatışan güçlerden biri askeri di­
ğeri ekonomik gücü ön plana çıkarırken ikisi arasındaki yarışın ke­
sin belirleyici olacak bu ihtimali göz ardı edemiyorum.

Son Kale
Merkez Bankası'nın ele geçirilen son kale olduğu doğrudur, a­
ma bunun iktidarın başarısı olarak yorumlamak gerçekçi görünmü­
yor. Ayrıca son kale sayılan Merkez Bankası'mn ele geçirilmesi, sa­
vaşın bittiği anlamına gelmiyor. Taktik bir başarı sayılması gereken
bu kazanım galibiyette önemli rol oynayabilir, ama kesin bir zafere
daha epeyce yol olduğu da göz ardı edilmemelidir.
Küresel sermayenin siyasal bir aktör haline gelmesi ve dünyayı
yönetme iddiasını taşıması dünyadaki çatışmanın biçiminde ve me­
totlarında radikal değişikliklere neden oldu. Orduları olmayan bu
yeni güç savaşı ekonomi alanına taşıdı ve parayı stratejik silah hali­
ne dönüştürdü. Artık düşmanın üzerine bomba yağdınlmıyor, eko­
nomik ve stratejik savunma tesisleri imha edilmiyor; ama parasal
operasyonlarla ekonomisi kontrol altına almıyor, bunun yarattığı
imkanlarla kitleler medya kanalıyla yönlendiriliyor. Bu savaş artık
karşı tarafı imha edip teslim almak yerine kontrol etmeyi hedefliyor.
Türkiye bu büyük mücadelede küresel sermaye safında yer alı­
yor ve bir çelişkiyi yaşıyor. Küresel sermaye açısından önemi, onun
değerli bir parçası olmasından değil, küresel sermayeyle çatışan ulus
devletlerin, yani ABD'deki Bush yönetimi, Rusya ve benzerlerinin
önemli bir stratejik alanı sayılmasından kaynaklanıyor.
Geçmişteki savaşları izlemek ve değerlendirmenin kolaylığı ar­
tık yok. Çatışan tarafların kuvvetlerini bir haritada gösterip, hareka­
tın seyrini izleyip sonuç hakkında tahminde bulunamıyoruz. Bir ta­
raf klasik silahlar kullanıyor, Afganistan'ı, Irak'ı işgal ediyor, İran' a
yönelik planlar hazırlıyor, diğer taraf ekonomilerin köşe başlarını
88 • M A H İ R K A Y N A K

ele geçirmeye uğraşıyor. Kimse bu savaşı harita üzerinde izleme


lüksüne sahip değil. Şartlar bizi daha üst bir soyutlama düzeyine
çıkmaya zorluyor. Farklı araçlar kullanan ve buna bağlı olarak deği­
şik metot ve stratejiler uygulayan iki tarafı nasıl karşılaştıracağız?
Kimin önde olduğunu nasıl bileceğiz?
Küresel sermaye liberal ekonomiyi ve demokrasiyi savunarak
tüm kaleleri ele geçirdiğini düşünürken diğer taraf bir sıcak çatış­
mayı gerçekleştirse ve bunların geçersiz sayılacağı bir ortamı hazır­
lasa hangi taraf kazanır?
İktidarın Merkez Bankası'nın kendi politikasıyla uyumlu olma­
sını ve küresel ekonomiyle bütünleşmesini istemesi anlaşılabilir. Bu
nedenle başkan olacak kişinin yaşam biçimi ve inançları çok önemli
değil, ama bu kişiliğin arka planında uygulayacağı para politikaları­
nın izleri var. Çevresiyle birlikte değerlendirildiği zaman bu politi­
kanın küresel ekonomiyle uyumlu olacağı anlaşılıyor.
Bu durumda, bazılarına çok aykırı gelecek ve ne "Ne alakası
var?" diyecekleri şeyleri düşünüyorum. Küresel sermayenin
önemli bir kaleyi ele geçirmesi durumunda diğer tarafın Türkiye
üzerindeki baskıları artırması ve ekonomiyi arka plana atacak ge­
lişmeleri desteklemesi kaçınılmaz gözüküyor. Sıcak bir çatışma
tüm ekonomik hesapları ve öncelikleri geçersiz hale getirir. De­
mokratik talepler unutulur.
Eğer İkinci Dünya Savaşı'nı Hitler'in çılgınlığına bağlıyor ve ar­
ka plandaki ekonomik ve siyasi nedenleri irdelemiyorsanız, Ken­
nedy'nin niçin öldürüldüğünü değil, kimin öldürdüğünü merak
ediyorsanız ince eleyip sık dokumanıza gerek yok. Önümüzdeki ge­
lişmeler için bir sebebi de kolaylıkla bulursunuz.
Ben bir model kuruyorum ve çatışmanın sebep ve taraflarını bu
model içinde arıyorum. Taraflardan birinin ekonomik araçları kul­
landığını, diğer tarafın çatışmalarla cevap verdiğini düşünüyorum.
89 • D E V R İ Y E

Birileri laiklik konusunda hassasiyetlerini ön plana çıkarırken, ben


uygulanacak politikaların büyük çatışmadaki anlamını kavramaya
çalışıyorum.
Bir konudaki takdir ve hayranlığımı ifade etmeden geçemeyece­
ğim. Küresel sermayenin kendi dünya görüşünü İslam düşüncesi
içine yerleştirmesi, kitlelerin dini hassasiyetlerini ve kendilerini
ikinci sınıf gibi hissetmelerine sebep olan uygulamaları ustalıkla
kullanması büyük bir başarı sayılmalıdır.

Resmin Çerçevesi
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün Harp Akade­
misi'nde yaptığı konuşma, gerektiği şekilde algılanırsa, bir devrim
niteliğindedir. Bugüne kadar olayları ideolojik çerçevede değerlen­
diren askerlerimiz olaylara farklı bir yönden bakılarak değerlendiril­
mesiyle daha doğru sonuçlar alınacağını kendilerinden birinden
duymuş oldular. Yazımın amacı ideolojinin değerlendirilmesi değil­
dir. Olaylara yaklaşımın, kullanılan metodun yanıltıcı olacağını be­
lirtmek istiyorum.
Bir olaya önce dost ya da düşman olarak bakılması, daha sonra
ayrıntılarının incelenmesi doğru sonuçlara ulaşmamızı engelleyen
en önemli metot hatasıdır. Her gelişme önce hiçbir değer yargısında
bulunmadan, herhangi bir ön yargıya dayanmadan, bizimle hiçbir
ilgisi yokmuş gibi incelenmeli, özellikle olayların nasıl bir sonuca
varacağı bilinmeden ona bir sıfat verilmemelidir.
Bir hareketin rengi onun kimliğini çoğunlukla belirtmez. Tür­
kiye'de sol hareketler, sonuç olarak, kapitalizme hizmet etmiş, gi­
derek globalleşmenin kapısını aralamıştır. 1 2 Eylül harekatı, ya­
pay bir anarşiyi önlemek amacıyla yapıldığı iddiasını aşan sonuç­
lar yaratmış, Türkiye'nin global ekonomiyle bütünleşmesinin baş­
langıcı olmuştur. Bu sonuçların iyi ya da kötü olması önemli de-
90 • M A H İ R K A Y N A K

ğildir ve tartışmanın konusu bu değildir. Ancak kimse gelişmele­


rin bu yönde olacağını, yaratılan anarşinin böyle bir sonucu
amaçladığını bilmiyordu. Birileri bizi kendi istediği yöne götür­
müş, ama biz bunun farkına bile varmamıştık. Bilmeden varılan
sonucun iyi olması kötü olmasından farksızdır. Birileri bizi istedi­
ği yere götürebiliyorsa ve bunu anlayamıyorsak en kötü sonuçlara
da katlanmaya hazırlıklı olmalıyız.
Eğer bir kimsenin olaylar karşısında hangi tepkileri göstereceği­
ni biliyorsanız onu alt etmeniz son derce kolaydır. Birileri anarşik
bir ortamda tepkimizin ne olacağını kestirirse , bu tepkinin içine
kendi projesini monte eder. Bizim için anarşiyi önlemek hedef olur­
sa, bu sonuca ulaştığımız zaman kendimizi başarılı sayar, ama onun
içine yerleştirilen projeyi fark edemeyiz. Bizim hedeflerimiz bir res­
min çerçevesi gibidir. Bu çerçeveyi görünce tatmin oluyorsak, içine
konulan resim bizi ilgilendirmiyorsa başkalarının inşa ettiği bir
dünyada yaşamamız kaçınılmaz olur.
Her ideolojinin içine istenilen herhangi bir proje yerleştirilebi­
lir. Mesela İslam inanışının içine hem dünyayla bütünleşme hem de
çatışma düşüncesi monte edilebilmiştir. Bu nedenle bir mücadelede
yapılacak en büyük yanlış çerçeveye savaş açmaktır. Yani karşı tarafı
bir arada tutan düşünceyi yok etmeye çalışmak hiçbir sonuç ver­
mez. Bu çerçeveyi veri kabul edip kendi projenizi bunun içine yer­
leştiremezseniz başarı elde edemezsiniz.
Güneydoğu'daki olaylar ve varılan sonuçlar bunun en tipik
örneğidir. Karşı taraf kendi projesini bizim mücadele stratejimi­
zin içine monte etmiş , bizim gayretlerimizi kendi amaçlapna
ulaşmak için bir manivela olarak kullanmıştır. Sonuç olarak biz
zafer kazandığımız düşünürken onların projesinin de tümüyle
gerçekleştiğini gördük.
Org. Özkök'ün tüm düşüncelere açık olmak istemesi, olaylara
91 • D E V R İ Y E

tek pencereden bakılmaması tavsiyesi son derece önemlidir. Karşı


taraf çoğunlukla sizin belli kalıplar içinde hareket etmenizi ister.
Çünkü bütün hesaplarım sizin belli davranış kalıplarım sergileyece­
ğiniz varsayımı üzerine kurmuştur. Farklı bakış açısı onun hesapla­
rını bozabilir. Bu nedenle farklılıkları engeller ve bunları karşı tarafa
hizmet olarak algılanmasını isterler.
Bir olayın renginin hiçbir önemi yoktur. Son derece düşmanca
görünen bir gelişmenin içine kendi projenizi monte ederseniz onu
uysal bir kediye dönüştürebilirsiniz. Bunun tersi de doğrudur. Bize
çok uygun düşen bir düşüncenin içine bir başkası kendi projesini
yerleştirirse süreci mutlulukla izler, sonucunda büyük bir hayal kı­
rıklığı yaşayabilirsiniz. Herkes bir tren gibi raylar üzerinde gitmedi­
ğinizi, bir kuş kadar özgür davranacağınızı bilmelidir.

Gün. Dönümü
Bugünün baharın başlangıcı mı, yoksa siyasal gelişmelerin işa­
ret fişeği mi olacağım yazıyı yazarken bilmiyordum. Kuzey Irak'ta
bir Kürt devleti kurulacağını, bunun engellenemeyeceğini, tavrımızı
buna göre belirlememiz gerektiğini on beş yıl önce yazmıştım. An­
cak bir konuda yanıldım ve PKK'nın tasfiye edilip, gücün aşiret ya­
pısının elinde olacağını yine o tarihlerde söyleyerek çok aceleci dav­
randığımı anladım.
Şu anda bir belirsizlik içinde olduğumuz açıkça görülüyor. Gü­
neydoğudaki olayları yönlendiren aktörün kim olduğunu bilmiyo­
ruz. Bazılarına göre her taşın altında PKK varken başkaları bunun
uluslararası bir komplo olduğunu söylüyor ve arka plana herkes is­
tediği gücü yerleştiriyor. ABD, AB ülkeleri, İsrail ön planda olsa bile
Rusya'yı ya da lran'ı itham edenler de var. Sadece eski baş aktör Su­
riye emekliye ayrılmış, köş�sinde dinleniyor, hatta onun hedef hali­
ne geldiği de söyleniyor.
92 • M A H İ R K A Y N A K

Çeyrek asrı aşan bir süre geçmesine rağmen olayın, ayrıntıları


bir yana, ana hatlarını bile bilmiyoruz. Bu belirsizlik sadece kamu­
oyu için değil, ülkeyi yönetenler açısından da geçerli. ABD, PKK'yı
terörist olarak kabul ediyor, ama Kuzey Irak'taki yapılanmayı des­
tekliyor. AB ülkeleri Kürt sorunuyla yakından ilgili, ama onların ki­
me oynadığı kestirilemiyor. Rulet masasında herkes var, ancak para­
yı hangi sayıya yatırdıkları belli değil.
Güneydoğu'da devletin etkinliğinin azaldığı, boşluğu başka
güçlerin doldurduğu hissediliyor, ama bunun kim olduğu kestirile­
miyor. Bazıları PKK'yı sorumlu tutuyor, ama onunla savaşan, koru­
cularla sembolleşen aşiret yapısının çaresiz görüntüsü gerçeklerle
bağdaşmıyor.
Bölge milletvekillerinin büyük çoğunluğu iktidar partisinden
olmasına rağmen başbakan bölgede bir avuç insan tarafından karşı­
lanıyor. Verilen mesaj milletvekillerinin bölgede etkin olmadığı mı,
yoksa bunların parti politikalarından bağımsız hareket edebilecekle­
ri anlamına mı geliyor?
Bölge milletvekillerinin iktidar partisinden, yerel yönetimlerin
başka bir partiden olması ve aralarında bir rekabetin bile olmaması
nasıl yorumlanabilir? Başka bir ilginç gelişmeyi hazmetmeye hazır
mıyız? Eğer önümüzdeki günlerde bölgede huzursuzluk artarsa si­
yasal açıdan bölgeye hakim olması gereken bölge milletvekillerinin
konumunu nasıl açıklayacağız?
Bu kadar birbiriyle çelişen dinamikleri barındıran başka bir ola­
yın yaşandığını sanmıyorum. Ne söylenirse bunun tersini kanıtlaya­
cak bir sürü veriyi bulmak mümkün. Eğer hareketli bir Nevruz ya­
şarsak bunun sorumluluğunu PKK'ya yükleyebiliriz, sakin geçerse
yerel güçlerin başarısı sayarız, ama bu hükmün tam tersini iddia e­
den de kendisini destekleyecek görüşleri rahatça ileri sürebilir ve
savunabilir.
93 • DEVR İYE

Bilinmezlik çözümsüzlüktür. Her şey doğruysa yapılanların


hepsi isabetli sayılabilir. Biri çatışmanın kaçınılmaz olduğunu söy­
lerken diğeri barıştan başka bir çözüm olmadığım söyleyebilir.
Olaylar bütüncül ve kapsayıcı bir model içinde ele alınmadığı
zaman karşı hamleler son derece sınırlı hale gelebilir. Eğer ekono­
minizi bir çatışmayı öngörerek planlamazsanız, barış ortamı için­
deymiş gibi davranırsanız, bu sizi sınırlayan önemli bir faktör haline
gelir. Eğer siyasi güç belli bir grubun davranışlarından etkileniyorsa
onların taleplerine boyun eğmek zorunda kalırsınız.
Ben Nevruzun ne çok sakin, ne de aşırı ölçüde hareketli olma­
yacağını sanıyorum. Bu durum kendiliğinden oluşmayacak, egemen
bir gücün politikalarını yansıtacaktır. Verilen mesaj gelişmeleri iste­
nilen yönde etkileyecek bir gücün olduğu biçimindedir. Amaç tep­
kinin ne olacağını ve bu konuda devlet içinde bir uyumun olup ol­
madığını saptamaktır.
Halk bu konuda kendisini tam bir belirsizlik içinde hissetmek­
tedir. Ne olayları tam olarak anlayabilmekte, ne de ne yapması ge­
rektiği konusunda bir bilgiye sahiptir. "Bin yıldır beraberiz. Kız al­
dık kız verdik." sözleri anlamını yitirdi ve başka şeylerin söylenme­
sinin zamanı geldi.

Terörle Mücadele
En güçlüleri de dahil, birçok ülkenin genelkurmay başkanların
katıldığı toplantının amacının küresel terörle mücadele olduğunu
bilmesek "Acaba uzaylıların istilasına karşı çare mi arıyorlar1 " diye­
bilirdik. Tüm dünyayı karşısına alan, herkesin korkulu rüyası hali­
ne gelen küresel terörü kim yapıyor sorusu da herhangi bir anlam
ifade etmiyor. Hemen bir sürü adı var, kendisi yok adamlar önümü­
ze sürülüyor ve tüm dünyayı titretenlerin bunlar olduğu söyleniyor.
Terörizm bilinen kavramlarla, yani teknolojik yeterlilik, teröristlerin
94 • M A H İ R K A Y N A K

sayısı, siyasi hedeflerinin ne olduğu gibi sorulara cevap verilmesi


gerekmeyen bir olgu. Bazı insanlar terörist olmaya karar verince ön­
lenemez bir güç haline geliyor. Gerçek üstü varlıkları andırıyorlar
ve diğer alanlarda kullandığımız güç tanımlarını burada kullanamı-
yoruz. Trilyonlarca dolar harcanarak elde edilen askeri ve istihbarat
güçleri ve onların akılları, beş parası olmayan, sayıları bilinmeyen,
eğitimleri olmayan bir avuç insanın karşısında çaresiz kalıyor. Tüm
dünyayı birkaç kere yok edebilecek güçleri kontrol eden genelkur­
may başkanları bunlarla nasıl mücadele edilebilir sorusuna cevap
bulmak için toplanıyor.
Dünyanın sistem dışı bir terör karşısında olduğunu kabul et­
menin, en hafif tabiriyle, akılsızlık olacağını düşünüyorum. Terör,
Org. Özkök'ün de söylediği gibi, dünyaya yön veren güçlerin bir
aracından ibaret. Yani sistem dışı değil, sistemin içinden çıkıyor ve
kontrol ediliyor.
Irak'ta, ABD'nin terörist dediği direnişçilerin ABD'nin karşısın­
da mı olduğu, yoksa onun politikasının bir parçası mı olduğu sor­
gulanmaya değer. Iraklılar kitle halinde ölürken ABD kayıpları ye­
meğin tuzu biberi konumunda. Direnişçiler Şiilerin en kutsal yerle­
rine bile saldırırken, ABD'nin en sadık destekçisi ve !srail'in ortağı i­
lan edilen Kürtler hiçbir olumsuz tavırla karşılaşmıyor. Irak halkı­
nın üçte ikisini oluşturan Şii ve Kürtler işgale karşı sessiz kalırken,
Sünnilere mal edilen direniş Irak'ın bağımsızlık mücadelesi olarak
adlandırılıyor üstelik bunun ABD'yi zora soktuğu, hatta ABD'nin
batağa saplandığı söyleniyor.
ABD, Kurtlar Vadisi filmine itiraz ederken kendisi gerçek hayatı
bu filme benzetiyor. Bir avuç insan, tüm devlet örgütlenmelerinin
üstüne çıkıyor ve tarihin en büyük gücü sayılan ABD'yi anasından
doğduğuna pişman ediyor.
Büyük güçlerin, bir ülkede istediklerini gerçekleştirdikten son-
95 • D E V R İ Y E

ra, oradan mağlup ayrılacaklarını, böylece arkada bıraktıkları yöne­


time büyük bir güç ve itibar sağlayacaklarını yıllardır söylüyorum
Irak'tan ayrılırken geriye kukla bir yönetim bırakmak yerine bağım­
sızlık savaşı vermiş ve kazanmış birine yönetimi devretmek daha iyi
olmaz mı? Şiiler ve Sünniler çatışmalardan galip çıkacaklar, ama
Kürtlere de böyle bir zafer lazım diyor ve bunun Türkiye üzerinden
kazandırılmasından endişe ediyorum.
Terör konusunda analiz yapanlarla temel bir yaklaşım ve metot
farkımız var. Onlar süreç analizi yapıyor yani olayları, çatışmaları in­
celiyorlar. Ben sonuç analizi yapıyorum. Bunun, terör olaylarının
hangi sonuçları yaratacağım kestirmek ve terörün arkasındaki gücü,
nasıl karşı konacağını saptamak için gerekli olduğunu düşünüyorum.
Yıllarca terörle mücadele edip maddi ve manevi birçok bedeller öde­
dikten sonra bir yandan Kuzey Irak'ta bir Kürt oluşumuna razı ol­
mak, diğer yandan Güneydoğu'da devletin siyasi gücünün azaldığını
görmek bir metot hatası yaptığımızın delili olarak görünüyor.
Böyle bir metot, yani süreç analizi değil sonuç analizi yapmak
teröre yaklaşımımızı temelden değiştirir. Artık amaç terörle müca­
dele edip onu yok etmek değil yaratılmak istenen sonuçları imkan­
sız hale getirmek olarak değişir.

Farklı Bakmak
Bilginin bir zenginlik olduğu tartışılmaz. Ama onun gerçekleri
anlamakta bir engel olabileceği, her şeyi daha önce öğrendiklerimi­
zin çerçevesinde yorumladığımız zaman, yol gösterici olmak bir ya­
na, bizi sınırladığını fa rk edemeyiz. Bilgilerimiz geçmiş deneylerimi­
ze dayanır, ama hayatta hiçbir şey bir öncekinin tekrarı değildir. Ba­
zı dönemlerde büyük değişimler yaşanır ve böyle zamanlarda bilgi­
nin sınırlayıcı özelliği daha belirgindir.
Yaşadığımız çağ, sadece Türkiye için değil tüm insanlık için bü-
% • M AH İ R KAYNAK

yük bir dönüşümün yaşanacağı bir zaman dilimi olacak gibi görü­
nüyor. Dünyada var olan ekonomik yapının sürdürülemez bir nok­
taya doğru uzandığı, bunun nasıl çözüleceğinin bilinmediği bir yer­
deyiz. Kendisini en güvenli sayması gereken büyük güçler en fazla
risk taşıyan yerler konumuna geliyor.
Eğer bu teşhisimiz doğruysa; istikrar, büyüme, denge kavram­
ları anlamsız hale gelir. Var olanı açıklayan bilgiler yeni oluşumları
anlamamızda yardımcı olamadıkları gibi bizi yanlış kararlar verme­
ye sürükler.
Bunlar bir fantezidir, büyük değişimleri öngörsek bile bizim ya­
pacağımız bir şey yoktur, dünyanın sorunlarım çözmek bize mi kal­
dı denebilir. Oysa kastım dünyanın sorunlarım çözmek değil, "yaşa­
nacak süreçte nispeten güvenli bir adacık oluşturabilir miyiz," soru­
suna cevap aramaktı.
Bir başka yanılgımız soyut kavramlarla düşünmek ve bunların
gerçek hayattaki karşılıklarını anlamaya çalışmamaktır. Mesela Tür­
kiye büyük bir cari açık veriyor ve borçlanıyor diyoruz. Alacaklının
yurtdışındaki finans kurumlan olduğu belli, ama nihai borçlunun
kim olduğunu biliyor muyuz? Eskiden kredi almak aslanın ağzın­
dayken neden şimdi bankalar borç verecek adam arıyorlar, ama ay­
nı kolaylığı firmalara sağlamıyorlar? Bu bankaların bir tercihi mi,
yoksa başka bir şey yapmaları zaten mümkün değil mi? Eğer öyley­
se bir bankayı yöneten kişinin hiçbir bilgiye sahip olmasına gerek
olmadığım, şartların onun nasıl davranacağım belirlediğini, en yete­
neksiz kişiyle en bilgilinin benzer davranışlar sergileyeceğıni söyle­
yebilir miyiz? Bugünkü süreç cari açığı olmanın bir gereği mi?
Şöyle düşünebiliriz: Dışardan yüz liralık mal aldık ve bunu ih­
racatla karşılayamadık yani cari açığımız oldu. Bu yüz liralık malı
alacak gelir yurtiçinde oluşmaz ve bunun krediyle karşılanması ge­
rekir. O zaman tüketiciye kredi vermek bir zorunluluktur. Yani cari
97 • D E V R İ Y E

açığın borçluları tüketici kredisi alanlar, kredi kartı borçluları, ko­


nut kredisi kullananlardır.
Bu noktada bir çıkmaza doğru gittiğimizin farkında olduğumu­
zu sanmıyorum. Borç dışardan alınır, ama içerde oluşan gelirle öde­
nir. Ya sürekli borç bakiyesini büyütmek zorunda kalırsınız ya da
borçluları icraya veririsiniz. Türkiye'nin yeni ekonomik krizi bun­
dan kaynaklanacaktır.
Birileri ithalatımız içindeki tüketim mallan oranının düşük ol­
duğunu, daha çok yatırım ve ara mallan ithal ettiğimiz söyleyebilir.
Bu söz büyük bir aldatmacadır. Mesela onlar otomotivde kullanılan
ara mallarının oranının yüzde yetmiş olduğunu söyledikleri zaman
ben şöyle bir hesap yaparım. Yüzde yetmiş ara malı demekle üreti­
len her yüz arabanın yetmişi ithal, otuzu yerli üretim demek arasın­
da fark yoktur ve ülke tüketim malı ithal etmektedir.
Başka bir açıdan baktığınız zaman çözmeye uğraştığınız sorun­
lar önemsizleşir ve hiç düşünmediğiniz şeylerin birer risk haline
geldiğini görürsünüz. Doğru düşündüğünüzü anlamanın bir kriteri
vardır. Aynı sorunu aradan on yıl geçtikten sonra yeniden düşünün
ve eğer hala sorunun ciddi bir sorun olduğu kanaatindeyseniz teşhi­
siniz doğrudur. Aksi halde yanıldığınızı kabul edin ve analizleriniz­
de aynı metotları kullanmayın. Mesela 1 2 Eylül öncesinde SSCB,
Türkiye'yi komünist bir ülke yapmak amacıyla terörü destekliyor
muydu< Kendilerinin vazgeçeceği bir düzeni neden Türkiye'de kur­
mak istemişlerdi? Sorusuna cevap arayın. On yıl sonra soracağınız
soru da şu olabilir: Birileri Türkiye'yi bölmek mi istiyor, yoksa baş­
ka bir amacın mı peşindeler?

Bahar
Yaşlı bir insan, dallarında kalan son birkaç yaprak nedeniyle
hala hayatla bağlarım sürdüren bir ağaç gibiyken bahatı nasıl algı-
98 • M A H İ R K A Y N A K

lar? Kendi konumuyla çevresi arasındaki büyük uyumsuzluğu nasıl


bağdaştırır ? Gerçekte mevsimler döngüsel bir biçimde değişirken
hayat çizgisel bir yol izler ve insanlar sadece, yılda bir kez, mevsim­
lerle aynı çizgide buluşur ve her buluşma bir öncekinden farklı bir
yerdedir. Taptaze bir bahar içinde solgun yapraklar, bir aykırılıktan
öte, can sıkıcıdır.
Ama insanlar tek boyutlu değildir ve onları sadece fizik varlık­
larıyla değerlendiremeyiz. Düşünce boyutu ansızın bütün karşılaş­
tırmaları geçersiz kılar ve taze bir bedende yaşlı bir ruh, pörsümüş
bir bedende baharın taze filizlerini andıran bir coşkuyu bulabilirisi­
niz. İnsan, baktığınız açıya göre değişir, bir yönüyle anlamsızken bir
başka yönüyle son derece değerli olabilir. Hangi yönünün daha
önemli olduğu konusunda kesin bir şey söyleyemeyiz. Neyin değer­
li olduğunun tek belirleyicisi ona bakan kişidir.
Toplumlar da insanlar gibidir. Onları hangi yönleriyle tanım­
larsanız öyle görünürler, ama her tanım gerçeğin sadece küçük
bir bölümüdür. Ondan bir parçayı anlatır, ama tümünü algıladı­
ğınızı sanırsınız.
Mesel.il ABD nedir, sorusunun birçok cevabı vardır. Birisi onu
tarihin en büyük gücü olarak tanımlarken, bir başkası çözülmesi
imkansız sorunlarla boğuşan, son yapraklarını dökmeye hazırlanan
yaşlı bir ağaç gibi görebilir. Çünkü toplumlar tüm mevsimleri bir
arada yaşarlar. Onlar bir ağaçtan çok bir ormanı andırırlar ve kuru­
yan ağaçlarla taze sürgünler yan yana yaşarlar. Onların kaderini
içindeki bir ağaca bakarak kestiremeyiz. Bir yanında çiçeklerin en
güzelleri, diğer yanında kuruyan dallar vardır.
Genel kanı toplumların, vahşi bir orman gibi, kendiliğinden
büyüdüğünü, ona bakan bir bahçıvanın olmadığı biçimimdedir. Bu
nedenle toplumların doğal bir ömrü vardır ve bunu kimse değiştire­
mez. Bu düşüncenin ifade ediliş biçimi de her büyük gücün günün
99 • D E V R İ Y E

birinde yıkıldığı, ve ömrünü tamamlayan bugünkü güçlerin de tarih


sahnesini terk edeceği biçimindedir. Yapacağımız şey, bu doğal sü-·
reci izlemek ve kimin son demlerini yaşadığını, kimin taze bir filiz
olduğunu anlamakla sınırlıdır. Bu düşünce toplumların kaderini be­
lirlerken, insanların rolünü de bir seyirci konumuna indirger.
Artık insanlar doğanın oluşturduğu bir ormanın içinde değiller
ve geçimlerini topladıkları meyvelerle, yeraltının zenginliklerini kul­
lanarak sağladıkları dönemi aştılar. Topraklarda onların ektikleri
yetişiyor ve doğanın sunduğu kaynaklar yerine kendi ürettiklerini
kullanıyorlar. Bir süre sonra petrolü terk edip insan ürünü enerJiye
geçeceklerinin işaretlerini görüyoruz. Zenginliği ve gücü sahip olu­
nan değil yaratılan belirliyor ve insanın rolü giderek artıyor.
Büyük orduların yapamadığını bir avuç terörist adı verilen, ama
hala ne oldukları, kimlerin destekleyip kullandığı belli olmayan in­
sanlar gerçekleştirebiliyor. Belli bir inanç her yöne ve her amaca
hizmet edebiliyor. Milliyetçiler ülkesi aleyhine, inançlılar kendi
inançlarının yıkılması için kullanılabiliyor. Doğal kaynaklara sahip
olanlar bunların ürünlerini ve elde ettikleri gelirleri bambaşka
amaçlara hizmet edenlerin ellerine teslim edebiliyorlar.
Bir ülkenin sahip oldukları değil neler yapabileceği belirleyici
oluyor. Her şeyi olan hiçbir şey yapamazken hiçbir şeyi olmayan en
etkili güç konumuna gelebiliyor.
Ülkemde baharın gelişini fizik varlığımla doyasıya hissediyo­
rum, ama düşünsel varlığım tereddütler içinde. Son derece ve­
rimli topraklarda cılız birkaç ağaçtan başkasını yetiştiremeyen
bahçıvanların elinde heba edildiğimiz duygusuna kapılıyorum.
Gür bir orman olmaya layık topraklarda çalıları gösterip övünme­
yi kabullenemiyorum. Ümidimi kaybetmiyorum, ama her yıl rü­
yamın gerçekleşmesinin bir başka bahara kalmasının hüznünü
üstümden atamıyorum.
1 00 • M A H İ R K A Y N A K

Tercih
Bir ülkede siyasal iktidarın savaşa, barışa, her türlü anlaşma
yapmaya yetkili olması, ama para politikasını belirleyememesinin
sebebi nedir? En hayati kararlar devlet tarafından verildiği halde pa­
ra politikasını neden özerk kurumlara bırakıyoruz?
Gerçekte merkez bankalarının özerkliği onların bağımsızlıkları
anlamını taşımaz. Onlar devleti de aşan bir gücün emrine verilirler.
Bugün dünyada paranın egemen olduğu bir alan vardır ve bunlar
devletlerin üstünde bir etki ve role sahiptir. ,
Para nitelik değiştirmiştir. Artık ne kıymetli bir madene en­
dekslidir ne de, bir ara söylendiği gibi, onu çıkaran ülkenin ekono­
mik gücünü yansıtır. Hatta onun bir ülkeyle bağlantısı tamamen sa­
naldır ve mesela, doların ABD ile bağları giderek anlamsızlaşmakta­
dır. Dolar tüm dünyada kabul görürken onun karşılığının ABD'nin
üretim gücü olduğu söylenemez . ABD dünyada dolaşan dolarların
karşılığım mal olarak ödeyemez.
Para otoriteleri kaliteli bir gazete parçasından başka bir şey ol­
mayan paraları, biraz mürekkep ve bir parça kağıt masrafına katla­
narak çıkarabilmekte , inanılmaz ölçüde satın alma gücü yaratabil­
mektedir . Çoğu zaman, buna bile gerek kalmadan, bir takım ra­
kamların yazıldığı sayfalar büyük servetleri ifade edebilmektedir.
Japonya, Çin gibi üretici ülkelerin, petrole sahip beleşçilerin
dış ticaret fazlaları finans kurumlarının hesaplarında birikmekte
ve bunlar tarihin kaydetmediği bir güç haline dönüşmektedir.
Artık ülkelerin işgalinde orduların rolünü bu paralar almakta,
medya, siyasi partiler bu kaynaklar kanalıyla oluşturulmakta ve
yönlendirilmektedir.
Bunların rolünün abartıldığı, devletlerin organize bir güç olma­
larına karşılık bunların merkezi bir yönetime tabi olmadığı, siyasi
bir projelerinin bulunmadığı söylenebilir. Ama bir devlet organizas-
1 01 • D E V R İ Y E

yonu ne kadar tutarlı ve homojense bunların da benzer bir biçimde


yapılandığı gözlenmektedir. Bir devlet içinde ne kadar farklılık var­
sa bunların arasındaki farkların ve çatışmaların da ancak o düzeyde
olduğu söylenebilir.
Geçmişte ekonomik faaliyetin odağını oluşturan üretim, bugün
ikinci konuma gerilemiş ve tahtını parasal ilişkilere bırakmıştır. Me­
sela petrolün fiyatının arz ve talep dengesiyle açıklamaya çalışmak
hiçbir doğru tahmine imkan vermezken dünyadaki parasal hareket­
ler iyi bir yol gösterici olabilmektedir.
Dünya yeni bir imparatorluk çağını yaşamaktadır ve bu impa­
ratorluğu ayakta tutan güç paradır. Bu güç, geçmişte sanıldığı gibi,
reel ekonominin üstündeki bir tül değil, ona yöne veren, belirleyen
bir faktör konumuna gelmiştir. Bu gücü kullanarak savaş çıkarmak,
darbe yapmak, rejim değtştirmek geçmişte kullanılan metotlardan
daha etkili ve işlevsel hale gelmiştir.
Türkiye'de Merkez Bankası üzerindeki polemikler bu büyük
resmin bir parçasından ibarettir. Tüm merkez bankaları para impa­
ratorluğunun federalleri haline getirilmekte ve büyük yapıyla bü­
tünleştirilmektedir. Eğer merkez bankasının para politikasından söz
ediliyorsa bu birçok seçeneğin içinden birinin tercihi anlamını taşır.
Merkez bankası bu tercihi yaparken hangi kriteri kullanacaktır? Ka­
rarını kime bakarak verecektir?
Bu kriter, daha işin başına gelmeden, başkanın önüne konmak­
tadır. Türkiye'de enflasyon hedeflemesi politikası uygulanacağı söy­
lenmektedir. Bu hedef, başkanın yapacağı şeyleri, daha işe başlama­
dan belirlemektedir. Bu politika dışa açık, yabancı sermayeyi sınır­
lamayan, enflasyon dışındaki tüm olası hedefleri göz ardı eden bir
yaklaşımı temsil etmekte ve para imparatorluğunun ülkemizdeki
politikalarıyla bire bir örtüşmektedir. Küresel sermayeyle bütünleş­
miş, onun yazgısına ortak bir Türkiye öngörülmektedir.
1 02 • M A H İ R K A Y N A K

Eğer kaderimizi para imparatorluğunun başarısına bağlıyorsak


onun geleceğini hesap etmek zorundayız. Giderek daha kırılgan ha­
le gelen dünya para sisteminin üzerinde dolaşan kara bulutları gör­
mezden gelirsek ödeyeceğimiz bedel sadece ekonomik olmayacak
ve belki de tüm iddialarımızı unutmak zorunda kalacağız.

Lider Yetiştirmek
Liderlerin konumlarını üstün yeteneklerine, yaptıklarının ola­
ğanüstülüne bağlamak genel eğilimimizdir _ Şüphesiz herkes lider
olamaz, ama liderlik vasıflarına sahip kimselerin bu konuma gelme­
leri de sadece kendilerinin eseri değildir. Bir kimsenin önüne güçlü
bir büyüteç koyup halka sunmazsanız en yetenekli kişiyi bile lider
yapamazsınız. Lider, her zaman, olduğundan daha büyük görünür.
Lider üretilir. O , heykel yapmaya uygun bir mermer kitlesi gi­
bıdir ve ancak bir heykeltıraşın elinde görkemli konumuna ulaşabi­
lir. Usta heykeltıraşlar çamurdan da heykel yapabiliriz havasındadır.
Günlük hayattaki benzerlerinin yüzüne bile bakmayacağınız kişileri,
kısa süre için bile olsa, büyük adam haline getirebilirler.
İnsanlar genelde heykelin büyüsüne kapılırlar ve arkasındaki
eli pek fazla merak etmezler. Konuşulan, beğenilen heykeldir. Onu
yapan unutulur gider.
Son günlerde Güneydoğu'da gelişen olayları, nedense, bir hey­
keltıraşın stüdyosundaymışım gibi izledim ve yeni bir lider yaratılı­
şına tanık olduğumu düşündüm. Çünkü önyargılıydım ve uzun za­
mandan beri Kürtlere yeni bir lider arayacaklarının farkındaydım. . .
Öcalan bir çatışma döneminin önderiydi ve onu siyasal faktörlerin
ağır bastığı bir dönemde ihya etmenin zorlukları vardı. Lider üretim
merkezinin, eskiyi düzenlemek yerine, yenisini çıkarmasının daha
kolay olacağını düşünüyordum.
Başlangıçta Leyla Zana'nm adı öne çıkarıldı, ama ona fazla şans
1 03 • D E V R İ Y E

tanımıyordum. Avrupa'nın desteklediği bir kişi, bölgedeki güç den­


gelerine uygun düşmüyordu. Kaldı ki Avrupa, siyasal operasyonlar
alanında, ABD'nin çok gerisindeydi. Zaten AB'nin geleceği konu­
sundaki kötümserliğimin temel nedenlerinden biri de AB'nin siyasal
aklının fazla gelişmemiş olmasıydı. Zana, kısa bir süre içinde, gün­
demden düştü.
Lider yapılacak kişinin Osman Baydemir olacağının güçlü
belirtileri vardı. Onun ABD tarafından davet edilmesi önemliydi,
ama bunu değişmez bir kriter saymak aldatıcı olabilirdi. Tüm li­
der adaylarının ABD'de ağırlandıklarını düşünüp bu seyahati bir
ön şart kabul edersek, bir başkasını aynı süreçten geçirmeden li­
der yapabilirlerdi. Yanılgıyı göze alamazdım ve bu seyahati not
etmekle yetindim.
Aranan liderin tüm Kürtlere hitap etmesi gerekiyordu. Kuzey
Irak'taki liderlerin böyle bir şansı yoktu. Kürtlerin ana gövdesi Tür­
kiye'deydi ve liderin bu topraklardan çıkması gerekiyordu. Ayrıca
feodal kökenli liderlerin PKK'nm hitap ettiği Kürt proletaryasının
tepkisini çekeceği ve onları kontrol edemeyeceği düşünülmüş olma­
lıydı. Öyleyse yeni lider her iki zümreye de, yani hem Kürt feodalle­
re hem de Kürt proletaryasına, hitap edebilmeli, ama hiçbirisiyle öz­
deşleşmemeliydi.
Bu yeni lider Kürtler arasındaki sınıfsal farkları ortadan kaldırıp
etnik temelde bütünleştirici bir işleve sahip olmalıydı. Osman Bay­
demir'i bir yanında feodal kökenli siyasetçi varken öldürülen mili­
tanlar için üzüntülerini ifade etmesi beklentimin doğruluğunu gös­
teriyordu.
Bir olaya ne kadar yukardan bakarsanız bakın içindeki insani
trajedileri görmezden gelemezsiniz. Öldürülen on dört militanın bir
mesaj verilmek için kullanıldığını düşününce, sıradan insanların ne
kadar önemsiz olduğunu anlıyordum. Onlar ölecek, lider adayı
1 04 • M A H İ R K A Y N A K

üzüntülerini ifade edecek ve buradan önemli siyasi sonuçlar elde


edilecekti.
Kimsenin hoşlanmayacağı bir yazı yazdığımın farkındayım. Uğ­
runa her türlü fedakarlığa hazır olduğumuz liderleri bir ürün olarak
görmek, insanların, hangi taraftan olursa olsun, canlarını feda ettik­
leri bir olayı bir mizansen olarak algılamak tepki çekebilir.
Benim metodum bu. İnsanları, özellikle siyasetçileri, fizik var­
lıklarından soyutluyor ve sadece yaptıklarını önemsiyorum. Tüm
sözleri gevezelik sayıyor, sadece eylemlere ve onların sonuçlarına
bakıyorum.
Türkiye bu olayların neresinde diye soracağınızı biliyorum, a­
ma bu sorunuzu cevapsız bırakacağım. Çünkü, belki de, bu analizi
bile bir fantezi sayıyorlardır.

Soyut Düşünmek
Ülkemizi yönetenler, ister siyasetçi, ister bürokrat olsun, soyut
düşünceye yabancıdır. Onların tanıdıkları, geçmişte ilişki kurdukla­
rı kişilere görev verme eğiliminde olması sadece kayırma ile açıkla-
. namaz. Onlar için insan somut bir varlıktır ve ancak dokunarak al­
gılanır. Oysa devlet yönetiminde insan bir dosyadır ya da öyle ol­
malıdır. Göreve getireceğiniz kişinin önce niteliklerini belirler sonra
bir dosya taramasıyla uygun kişiyi seçersiniz. Türkiye'de işler böyle
yürümez ve "kendisini tanırım, iyi çocuktur," sözü tek kriterdir.
Benzer bir tavır sadece devlet yönetimiyle sınırlı değildir. Mese­
la medya arkadaş gruplarının kontrolündedir ve iyi ilişlileriniz yok­
sa, sırf dosyanız incelenerek bir yere gelmeniz çok zordur. Bu tavrı
sağlam referanslarla işe almak olarak yorumlamak yanlıştır. Bu kay­
gı sadece bir örtü olarak kullanılır asıl motif kendini güvende his­
setmek ihtiyacıdır. İnsanlar dokunmadığını algılamaz, algılamadığı­
na güvenmez.
105 • D E V R İ Y E

Soyut düşünce, insan için, bir üst aşamadır. Bu aşamaya var­


mak için önce bu konuda yeteneğiniz olması ve bunun geliştirilmesi
gerekir. Soyut düşünce bir ülkenin yönetimi için vazgeçilemez bir
şarttır, ama eğer yönetim dokunarak algılayanların elindeyse soyut
düşüncenin kendine yer bulması imkansız hale gelir. Herkes ben­
zerlerini arar.
Böyle bir ortamda fiilen gerçekleşmeyen hiçbir şeyin varlığın­
dan söz edemezsiniz. Maddi deliller yoksa, sadece düşünce düze­
yinde, bir iddiada bulunamazsınız. Akli delillere önem verilmez, el­
le tutulmayan, gözle görülmeyen herhangi bir olgudan söz etmek
fantezi olarak algılanır.
Terörden söz etmek için silahların patlaması, insanların ölmesi
gerekir. Ya da bir yerde terör varsa onun ülkemize de sıçrayabilece­
ği düşünülür. Bunun siyasi açıdan gerekli olup olmadığı, kimin po­
litikasının bir parçası olacağı irdelenmez . Bir yerde yangın varsa bi­
ze de sıçraması ihtimalinin olacağının düşünülmesine benzer bir ta­
vır sergilenir. Yangın somut bir olaydır ve çevreye yayılacağı tecrü­
beyle sabittir.
Dünya soyut düşünenler tarafından yönetilir ve dokunar::ık al­
gılayanlara uygun veriler hazırlanır. Mesela İran'ın İncirlik Üssü'ne
nükleer bir saldırıda bulunacağını söylemenin hiçbir yanlış tarafı
yoktur. Mantık sadedir ve lran'ın nükleer faaliyette bulunduğu bir
gerçektir. Öyleyse bomba da yapabilirler ve bunu hasım saydıkları­
na atabilirler. Bunlar somut gerçeklerdir, ama bir adım ötesinde son
derece farklı senaryolar vardır. Nükleer bombayı atan ülke tarihten
silinir. Bir rek bomba ABD ve Rusya'nm imha gücünün ne kadar
yüksek olduğunu dünyaya kanıtlar ve bu ülkeler her yeri denetle­
mek hakkına sahip olur.
Terör örgütleri bir sürü talepler ileri sürer ve bu amaçla eylem
yaptıklarını iddia eder. Kimse bu taleplerinin yerine gelmesi halinde
1 06 • M A H İ R K A Y N A K

nasıl bir manzarayla karşılaşılacağını düşünmez. Ya da bu eylemler­


le bu sonuçlara varılıp varılamayacağını irdelenmez . . . Mesela lstan­
bul'da otobüs kundaklamanın Kürt sorununun, kendileri açısından,
çözümüne nasıl katkı yapacağı sorgulanmaz. Belki de bu eylemler
Kürt sorunundan bağımsızdır ve sadece ülkede güvenlik kaygıları­
nın ön plana çıkarılmasını ve siyasetçilerin rolünün sınırlandırılma­
sını amaçlamaktadır.
Türkiye somut düşünme evresini aşmak ve soyut düşünmeye
başlamak zorundadır . Bu hem devlet kadrolarının oluşturulması
hem de olayların analizinde gereklidir. Nereye baksam geçmişte bir­
likte olmuş, birbirini bir şeklide tanımış insanların kümelendiğini
görüyorum. Bu aslında büyük bir korkunun ve güvensizliğin ifade­
sidir. Ayrıca bu yolun zannedildiği gibi güven sağlayacağı da söyle­
nemez. Bir bunalım döneminde s�runları en yetenekliler çözer ve
dostlukların hiçbir anlamı olmaz. Herkesin diline doladığı omuz
omuza vermek ve böylece başarıya ulaşmak döneminin kapandığı,
sadece gözle görünenlerin değil düşünülenlerin de onlardan daha
gerçek olacağı bir çağda yaşadığımızı anlamak gerekiyor.

Genele Bakmak
Çoğumuz olayları birbirinden ayrık, bağımsız olarak düşünü­
rüz. Ekonomi, diğer gelişmelerin dışında, kendi dinamikleriyle geli­
şir, iç politika siyasetçilerin doğru ya da yanlış kararlarıyla şekille­
nir. Bazen bu olaylar arasında ilişki kurulsa bile bu yaklaşım genel
bir modele dönüşmez.
Mesela ekonomideki gelişmeler olumlu olarak algılanmakta ve
bunun sebebi olarak iktidarın uyguladığı politikalar gösterilmekte­
dir. Sırf ekonominin sınırlan içinde kalırsak bir başarıdan söz edile­
bilir ve gelecek için iyimser bir tablo çizilebilir. Ancak şu soru ce­
vapsız kalır: 200 1 yılında yaşadığımız kriz dünyanın onayladığı bir
1 07 • D E V R İ Y E

ekonomik program uygulanırken geldi ve kimse, bugün dile getiri­


len eleştiri ve kaygıların ötesinde, bir şey söylemedi. Program IMF
gözetiminde yürütülüyordu, ama büyük bir kriz önlenemedi. Bir
operasyon olduğu şüphesiz gibi görünen dö-.iz üzerindeki, çok bü­
yük boyutlu da olmayan, spekülatif bir hareket derin bir bunalıma
sebep oldu. Bu durum sadece ekonomik nedenlerle açıklanabilir
mi? Bunu gerektiren uluslararası şartlar neydi? Bugün sağlanan is­
tikrarı bozacak benzer siyasi şartlar oluşabilir mi?
Bir ülkeyi yönetenler her konuyu, diğerlerinden bağımsız ola­
rak ele alırsa, başarılı olduğu alana kimse dokunmaz, ama en zayıf
noktasını hedef olarak alır ve oradan saldmya geçer. Genelde istik­
rarı sağlayan da krizi yaratan da ülke dışındaki aktörlerdir ve ülke
bu oyuncuların mücadele ettiği bir oyun alanına dönüşür. Ülkeyi
yönetenler ya da yönetime karşıt olanlar tribünlerdeki seyirci konu­
mundadır. Maç bittiğinde kazananın taraftan olmanın sevincinden
öte bir duyguyu yaşamazsınız.
llk iş bu aktörleri tanımlamaktır, ama dünyada bundan daha
zor bir şey yoktur. Bir ülkeyi yönettiği iddiasında olanların başka
bir aktörü ön plana çıkarmaları ve onun yapacaklarının kendi uygu­
lamalarından daha etkili olacağını kabul etmeleri imkansızdır. Dış
etkileri, kabahati kendinden başkalarında aramak istemeyenlerin sı­
ğındığı bir mazeret olarak ileri sürmekle, bunları gerçekçi bir biçim­
de değerlendirmek aynı şey değildir. Hem dünyanın global bir köy
olduğunu söyleyip hem de tüm gelişmelerin başarı ve başarısızlığım
ülkeyi yönetenlere fatura etmek tutarsızlıktır.
Bugün devletin üst katlarında biri diğerine Anayasa kitapçığı
atmak yerine taş atıp karşısındakinin kafasını kırsa ekonomi bun­
dan etkilenmez. Çünkü uygulanan ekonomik program dünya ölçe­
ğinde politika üreten küresel sermayenin koruması altındadır ve
ana hatları onlar tarafından belirlenmektedir. Bu güçle çatışanların
1 08 • M A H İ R K A Y N A K

ekonomiyi araç olarak kullanıp bir kriz yaratmaları zordur. Ancak


onların kullanabileceği başka silahlan vardır ve bu silah belki de
dünya ölçeğinde kullanmayı düşündükleri bir silahtır.
İnsanların birinci önceliği güvenliktir. Güvende olduklarına
inananlar ekonomik taleplerini ön plana çıkarır; ama eğer onları bir
güvensizlik duygusuna iterseniz, gerçekte bir güven sorunu olan as­
gari ihtiyaçlarının ötesindeki ekonomik talepleri önemsiz hale gelir.
Öyleyse ekonomiyi bir araç olarak kullananlara karşı güven duygu­
su üzerinde yapılacak operasyonlarla üstünlük sağlamak mümkün
olur. Mesela eğer ABD'de Cumhuriyetçi kanat iktidarını sürdürmek
isterse dünya ölçeğinde bir güvensizlik yaratır ve insanların ne de­
mokrasi talepleri ne de ekonomik endişeleri bir anlam ifade etmez.
Türkiye'de, önümüzdeki dönemde, genel bir güvensdik duy­
gusu yaratılacağını ve siyasal iktidaıın tek güvendiği dal olan eko­
nomik başarıların anlamsızlaştmlacağmı düşünüyorum. Buna bir de
bölgesel savaş ya da böyle bir ihtimal eklenirse halkın tüm öncelik­
leri değişir. Bu durumda ekonomik sorun farklı bir yönden kaynak­
lanır. İç talebin yapısı değişir ve daralır. Kredi geri ödemeleri aksar
ve bankalar ağır bir yükle karşılaşır.
Bazılarının düşündüğü gibi kriz tellallığı yapmıyorum. Sadece
dünya ölçeğinde çatışan tarafların nasıl davranabileceği konusunda
tahminlerimi sıralıyorum ve genel bir modelin parçalı bir analizden
daha isabetli olacağım söylüyorum.

Tırmanma
Son günlerde terör tırmanıyor ve bildiğim.i z tepkiler sergile­
niyor. Bir yandan teröre lanet yağdırılırken diğer yandan önlem­
ler alınmaya çalışılıyor. Ne olaylarda ne de tepkilerde alışık olma­
dığımız bir yan yok. Teröristler yakalanıp adalete teslim edilecek,
güvenlik güçleri terör yuvalarını dağıtacak ve halk devletinin ar-
1 09 • D E V R İ Y E

kasında tek bir vücut haline gelecek. Geçmişte teröre karşı ben­
zersiz bir mücadele verip başarı kazanan ülkemiz aynı başarıyı
yeniden gösterecek.
Bu yaklaşım aynı zamanda terörü nasıl anladığımızı da gösteri­
yor. Terörün hedefi teröristin hedefiyle aynıdır ve terörist bertaraf
edilince onun amacına ulaşması da engellenmiş olur.
Bu yaklaşım tamamen yanlıştır. Terörün hedefiyle teröristin he­
defi arasında hiçbir bağ yoktur. Bazen bu amaçlar arasında tam bir
zıtlık da olabilir. Mesela sol bir terör, yarattığı tepkiler nedeniyle ,
solun tasfiyesi için kullanılabilir. Günümüzde lslam'la birlikte anı­
lan terör onun güçlenmesini değil dünya ölçeğinde dışlanması, in­
sanların kapitalist toplumdaki yalnızlığına karşı sığınabilecekleri Is­
lam düşüncesini bir alternatif olmaktan çıkması sonucunu doğura­
caktır. Bunlar günümüzün siyasal proJelerinin ötesindedir ve asıl a­
maç değildir.
Terörün siyasi amacı yaratacağı etkilerle değil doğuracağı so­
nuçlarla değerlendirilmelidir. Birkaç gencin etrafa molotof kokteyli
atıp Öcalan'a özgürlük istemesi onun dört duvar arasında kalmasını
pekiştirir. Eğer ulaşılacak tek sonuç buysa ve onun konumunu hiç­
bir biçimde daha iyiye götürmeyecekse eylemlerin asıl hedefinin bu
olduğunu söylemek zorundayız.
Terör eyleminin hedefini yaratacağı sonuçlara bakarak değer­
lendirerek ülkemizde tırmanan terörün arka planındaki siyasi proje­
yi anlamamız mümkün olur. Eğer terör yaygınsa ve tüm toplumda
bir güvensizlik duygusu yaratacaksa bunun siyasi iktidara yönelik
olduğu anlaşılır. Eylemin türü aynı zamanda hangi kimliğin ön pla­
na çıkarılmak istendiği sorusuna da cevap verir. Eğer eylem kutsal
mekanlara yönelirse dini kimliğin, milli değerlere yönelirse milliyet­
çi kimliğin öne çıkarılmak istendiği anlaşılır. Karadeniz bölgesinde­
ki eylemler milli duyarlığı hedef almaktadır ve milliyetçi eğilimlerin
1 10 • 1.\ı! A H İ R K A Y N A K

ön plana çıkarılmak istendiği sonucuna varabiliriz. Siyasal iktidarın


Islam kimlikli olduğu göz önüne alınırsa eylemlerin onu değil en
yakın alternatifini güçlendirecektir. Hangi kimliğin ön plana çıkarı­
lacağını siyasi proje belirler. Yani onu kullananlar bu kimliklerin
hiçbirinin savunucusu veya taraftarı değildir.
Terörü önlemek teröristi etkisiz kılmakla mümkün olmaz. Tür­
kiye geçmişte teröristi tasfiye etmiş, ama onun siyasal hedeflerine u­
laşmasını engelleyememiştir. Burada siyasal hedefin ne olduğu soru­
su tartışmalıdır. Bazılarına göre terörün siyasi hedefi ülkeyi bölmek
olarak algılandı ve bu gerçekleşmediğine göre başarı kazanılmış ol­
du Oysa 1980 şartlarında bölünme mümkün değildi ve asıl amaç
Kürt kimliğinin siyasal bir aktör haline gelmesiydi. Yani bugün ulaş­
tığımız noktaydı.
Siyasi proje tek boyutlu olarak değerlendirilemez. Sadece kim­
lik üzerinden hareket ederek sonuca ulaşılamaz. Onun ekonomik,
askeri ve dış politika boyutları da analize dahil edilmelidir. Bugün
ülkemize gelen yabancı sermayenin sadece ekonomik sebeplere da­
yandığı söylenemez. Bana göre Türkiye, kullanılan kriterlerle daha
iyi bir konuma gelecek, ama onun üzerinde bir takım kısıtlamalar
oluşturulacaktır. Bu kısıtlamalar ekonominin kontrolü ve buna bağ­
lı olarak, medya kanalıyla, halkın kontrol altına alınmasıdır. Mesela
turizm sektöründeki daralmayı, genel eğilimin aksine, kuş gribi, te­
rör gibi nedenlere bağlamıyorum ve yine aynı metodu kullanıyo­
rum. Yani sonuçların ne olacağını irdeliyorum.
Ülke dış ticaret açığının bir bölümünü turizm gelirleriyle ka­
patmaktadır. Ya izlenen politika değiştirilecek ya da daha fazla ya­
bancı sermaye çekilecektir. Politikanın değişmeyeceğini ve daha faz­
la sermaye girişi sağlanacağını düşünüyorum.
Yıllar önce yazdığım bir makalede bunu öngörmüş ve başlığı
"B�yüyerek Küçülme" olarak koymuştum.
111 • D E VR İ Y E

öngörememek
Siyasetçiler parlak nutuklarla başarılarını sergilerken bir haber
gündemi tümüyle değiştirir. Bir yerde çıkan silahlı çatışmada bir
düzine militan öldürülmüştür ve bu olay herkesi olduğundan farklı
bir yere taşır. Böyle bir gelişme öngörülmemiştir. Kaldı ki eğer si­
lahlı çatışma yerine örgütün silah bırakma karan açıklansaydı bu da
yadırganmazdı. Çatışmanın nedenlerini kolaylıkla açıklayan uzman­
lar, bunun için de sağlam gerekçeler bulabilirdi. Eğer birbirine ta­
mamen zıt gelişmeleri aynı ölçüde doğal sayıyorsanız bunun tek an­
lamı ülkedeki siyasi şartlar hakkında hiçbir fikriniz olmadığıdır. Bo­
yutları, kimin tarafından yönetildiği, amacının ne olduğu bilinme­
yen, ama bilindiği sanılan bir örgüt ülkedeki gelişmelere yön vere­
bilmekte siyasetin önceliklerini belirleyebilmektedir.
Ülkeyi yönetenlerin programlarına virüs girmiş gibi hiçbir şey is­
tendiği biçimde olmamaktadır. Bir yanda ciddi bir sorun olduğu göz­
lenirken, her zaman beklenen ve en küçük bir olumsuzluğu bahane
sayan ekonomik göstergeler olaylan hiç duymamış gibi davranmakta,
ekonominin kutsalları olan borsa ve döviz bildiğini okumaktadır.
Oysa bunlar tepe taklak olsa ne güzel gerekçeler sıralanacaktı. "Terör
ekonomiyi vurdu" başlığını atamayan gazeteler hayıflanıyor olmalılar.
Ama, hiç değilse, turizmdeki gerilemenin sebepleri arasında sayıla­
rak, ileride yapılacak yorumlar için açık kapı bırakılmış oldu.
Halk demokrasilerde yönetimi seçer ve yönetenler halkın istek­
leri doğrultusunda hareket eder. Demokrasinin kutsal kitabı böyle
yazar. Gerçek yöneticiler de hiçbir zaman bu kurala karşı çıkmaz.
Çünkü, tarih boyunca, kutsala saldırmamayı, ama onu kendi iste­
dikleri biçimde kullanmayı öğrenmişlerdir. Halkın önüne konan
sandıktan, kimi seçerse seçsin, kendilerinin çıkmasını kolaylıkla be­
cerebilmektedirler. Hatta demokrasiye ara verildiğinde üniformala­
rını giyip gelebilmektedirler.
1 12 • M A H İ R K A Y N A K

İnsanlar kararlarını içinde yaşadıkları şartlara göre verirler.


Eğer birisi bu şartları belirleyebiliyorsa insanların kararlarını da iste­
diği biçime sokabilir. Bu nedenle onları karar verici olarak değil,
şartları hazırlayan olarak görürüz. Öyleyse olaylara bakarak ve onla­
rın peşine takılarak neyin amaçlandığı anlaşılamaz Önce , genel bir
değerlendirme yapıp gelecek hakkında tahminde bulunmak soma
gelişmelerin bu öngörü içindeki anlamını bulmak gerekir.
Mesela Türkiye'de erken bir seçimin yapılıp yapılmayacağı siya­
setçilerin hesaplarına dayanarak bilinemez. Bir erken seçim için
şartları hazırlayabilenlerin davranışları ve beklentileri sonucu tayin
eder. lran'a ABD'nin müdahale edip etmeyeceğini tarafların söz ve
davranışlarına bakarak bilebilirsiniz; ama bunu daha önceden tespi­
ti de mümkündür ve bunun için ABD'nin sorunlarını nasıl çözmek
istediğini tahmin etmek gerekir.
Şartları hazırlayan gerçek karar vericidir. Halk ve yönetenler
onların hazırladıkları şartlar içinde davranırlar. Bu şartları hazırla­
yanların ne yapacakları sır değildir, ama şifrelidir. Onlar da herke­
sin gözü önündedir ve onların hedeflerini belirleyen sorunları ve
çözüm yollarıdır. Bu şifreleri çözebilen için hiçbir şey sır değildir.
Ama hiç kimse bu şifreleri tamamen çözemez.
Ben bu şifrelerden şu sonuçları çıkarıyorum: Önümüzdeki
dönemde güvenlik önemli bir sorun haline gelecek ve siyasal ikti­
darın başarı saydığı konular önceliğini kaybedecektir. ABD İran'a
yapacağı olası o p erasyonda , havadan saldırıyı öngörse bile ,
İran'ın misillemede bulunması ve bölge ülkelerine müdahale et­
mesi mümkündür. Buna kendi askerlerini kullanarak karşılık ve­
remez ve bu nedenle ülkemize ihtiyacı vardır. Bu şartlarda Cü­
neyt Zapsu'nun "başbakanı kullanın" biçimindeki önerisi anlamlı
değildir, çünkü herkesin işlevi farklıdır. Sofra bıçağıyla odun ke­
silmez. Birileri balta aramaktadır.
1 13 • D E V R İ Y E

Tutarsızlık Var mı?


Türkiye'de, birbiriyle bağdaşmayan iki düşünce birlikte dile ge­
tiriliyor. Bir yandan ABD'nin Kuzey Irak'taki Kürt oluşumuna des­
tek verdiğini, ülkemizi bölme çabalarına kayıtsız kaldığını söyler­
ken, diğer yandan lran'a yapacağı askeri harekat için destek aradığı­
nı söylüyoruz. Yani hem bölmeye çalışıyor hem de bizimle işbirliği
arıyor. Bunda bir çelişki görmüyoruz.
Sorun, ABD'nin hedeflerini ve bunlara ulaşmak için nasıl bir y­
ol izlediğini bilememekten kaynaklanıyor. ABD dertlerine çare ara­
yan bir hasta mıdır, yoksa bulunduğu konumdan daha ilerisini he­
defleyen ve herhangi bir sorunu olmayan bir ülke midir ? Ayrıca o­
nun ve benzeri çok az sayıdaki ülkenin yönetim biçimi nasıldır? Ön
safta görünen liderler her şeyi belirleyen midir; yoksa arka plandaki
kurumsal yapıların oluşturduğu politikaları mı uygularlar? Liderler
senaryoyu yazan mıdır, yoksa sadece onu sahnede canlandıran kişi­
ler midir 7 Bazıları için ABD dünyaya demokrasi ve özgürlük taşıyan
bir misyoner diğerleri için ·acımasız bir emperyalisttir. Tek bir obje­
nin bu kadar zıt görüntü vermesi mümkün olmadığına göre acaba
hangisi doğrudur ya da doğru bunların dışında bir şey midir?
Dünyaya yön veren az sayıdaki ülkeye egemen olan güçler ne
herkese eziyet eden sadistler topluluğudur ne de birer iyilik meleği.
Onlar sadece yönetmektedir ve bu sırada ortaya çıkan zulümler ya
da mutluluklar onların öngördüğü veya planladığı şeyler değildir.
Ayrıca bu güçler gelişmelerin her iki yönünde de mevcutturlar.
Yani savaşan, çatışan taraflardan biriyle özdeş, diğerine tamamen
yabancı saymak büyük bir hatadır . Mesela Türkiye ile lran arasında
bir çatışma olup olmamasına sadece biz karar veremeyiz. ABD böyle
bir şeyi isterse her iki tarafı da böyle bir çatışmaya zorlayacak etkiler
yapabilir. Bugün iran'ın izlediği ve büyük güçlere kafa tutan söyle­
mi halkımızın büyük bir bölümünün özlemine de cevap verecek ni-
1 14 • M A H İ R K A Y N A K

teliktedir. Birçok kişinin Türkiye'nin böyle bir tavır sergileyememe­


sine hayıflandığından hiç şüphe yoktur. Ancak bir tavrın doğru
olup olmadığı ancak yaratacağı sonuçlarla belli olur.
Dünyadaki sorun yeni bir dengenin kurulması ve bununla uy­
gun olması şart olan ekonomik ilişkiler modelinin yeniden belirlen­
mesidir. Bunun dışındakiler ayrıntıdır ve ancak bu sorunlar içinde
bir anlam ifade edebilir. İran'ın etkisizleştirilmek istenmesinin nede­
ni ABD ile Rusya'nın birlikte inşa etmekte oldukları yeni dünya dü­
zeninde, bu iki ülke dışındaki güçlerle işbirliği yapacak boyutta ol­
ması ve enerji kaynaklarına sahip olmasıdır. Amacın İran'ı kontrol
etmek olmadığı, onun karar verecek konumda olmasının engellen­
mek istendiği anlaşılmaktadır. Türkiye için öngörülen model bun­
dan farklıdır ve onun karar mekanizmalarım kontrol etmek hedef­
lenmektedir.
Bu politikalar hem ABD'de hem de Rusya'da kurumsal olarak
belirlenmekte ve profesyonel düzeyleri çok yüksek kişiler eliyle ha­
zırlanmaktadır. Uygulama sırasında ortaya çıkan trajediler, planın
kaçınılmaz maliyetleri sayılmaktadır.
Öngörülen modeli anlamaya çalışmanın en kötü yolu medyada
uçuşan beyanatlara, yazı ve yorumlara bakmaktır. Bunlar kitleleri
yönlendirme amaçlı olduğu için, ne kadar çok içine girilirse o kadar
araç konumuna gelinir. Yapılacak şey sözlere değil olgulara bakmak
ve onları değerlendirmektir. Ayrıca eğer bu politikaları belirleyenle­
rin çapında değilsek ve onların dünya algılamasına yabancıysak
olanları anlayamayız.
Eğer bölgemizdeki olayları din ya da etnik farklılıklarla, böl­
gesel güç ve liderlerin davranışlarına bakarak değerlendiriyorsanız
gelişmelere tamamen yabancısınız demektir. Bunlar belirleyici de­
ğil belirlenendir. Mesela İran için bir bilmece kurgulayabiliriz: Bu
ülkede acaba etnik farklılıklar mı kullanılacak; yoksa mezhep ay-
1 15 • D E VR İ Y E

nlıklan mı bölgesel bir çatışma nedeni olarak sayılacak? Buna


olayları yönlendirenler kara verir. Yani müziği onlar çalar ve biz
buna göre oynarız.

İslam Karşıtlığı
Avrupa'da giderek artan İslam karşıtlığı genellikle sosyo-kültü­
rel nedenlerle açıklanıyor. Farklı inanç ve kültüre sahip Avrupalılar,
son zamanlarda Müslümanlara atfedilen terör eylemlerinin de etki­
siyle, İslam karşıtı bir çizgiye doğru hızla ilerliyor. Bu bakış açısına
göre olayları tahrik eden, bu sonucu isteyen herhangi bir güç yok ve
kendiliğinden gelişen ortam b u çatışmayı yaratıyor.
Bunun tersini düşünmek, yani gelişmelerin birilerinin uygula­
dığı politikanın sonucu olduğunu söylemek komploculuk sayılıyor.
Bu ithamı göze alarak gelişmeleri şöyle açıklayabiliriz: Gelinen
nokta aslında bir çatışmanın ürünüdür. Avrupa'nın bir güç odağı
olmasına razı olamayanlar, yani ABD ve Rusya bir yandan onu eko­
nomik bir kuşatma altına alırken diğer yandan İslam dünyasıyla
bağlarım kesmektedir. İslam dünyası dini açıdan değerlendirilme­
mekte, sahip olduğu petrol nedeniyle oyunun bir parçası olmakta ­
dır. Avrupa, enerji fiyatlarını kontrol edemediği sürece , ABD ve
Rusya'nın bu konudaki politikalarına uymak zorunda kalacaktır.
Mesela artan petrol fiyatları Avrupa'nm uzun süredir gerçekleştirdi­
ği büyümesini frenleyecek, yaşlanan nüfusun gerektirdiği sosyal
destek fonlarının azalmasına yol açacaktır. Petrol fiyatlarındaki artış
iktisadi nedenlerle açıklanamaz. Kısa sürede ne talepte bu fiyat sevi­
yesini haklı çıkaracak artış vardır ne de arz cephesinde ciddi bir da-­
ralma söz konusudur. Artan petrol fiyatları bir yandan Bush yöneti­
mini destekleyen Amerikan petrol endüstrisi diğer yandan Rusya'yı
güçlendirmektedir. Bedel ödeyenler ise, diğer petrol ithal eden ül-­
keler yanında, Uzak Doğu'daki gelişen ekonomiler ve Avrupa'dır. 1-
116 • M A H İ R K A Y N A K

rak ve İran, ileri sürülen gerekçeler nedeniyle değil, genel pohtika­


nın dışına çıkma ihtimali olduğu için etkisizleştirilmektedir.
Önümüzdeki dönemde petrol arzını kısıtlayan gelişmelerin ol­
ması beklenmelidir. Böylece ABD öngördüğü enerji dönüşüm proje­
sini haklı kılacak nedenlere kavuşacak, bu dönüşüm sürecinden
sonra da kullanılmaya devam edecek olan doğalgaz Rusya için ye­
terli olacaktır. Çünkü dünyanın en büyük rezervlerine sahiptir.
Gelişmeleri açıklamakta iki farklı yol izlenebilir ve bunlar birbi­
rine benzemez. Birisi sosyal ve kültürel farklılıkları belirleyici sayar
ve bunları ön plana çıkaran olayların kendiliğinden oluştuğunu,
herhangi bir odağın politikası olmadığını varsayar. İkinci görüş baş­
langıç noktasının siyasi olduğunu, gelişmelerin bir iradenin eseri ol­
duğunu ileri sürer.
Bakış açılarındaki bu farklılık geleceğe ait tahminleri de hem
sebepleri hem de sonuçları açısından farklılaştırır. Birileri din sava­
şından söz ederken diğerleri siyasi dengeleri ön planda tutar.
Her şeyin insan iradesinin eseri olduğunu iddia etmiyorum.
Nüfus artışı, zengin bir kaynağın keşfi gibi doğal nedenler izlenecek
politikaları etkiler, ama dünyada sorun saydığımız şeyler temelde
insan iradesinin bir ürünüdür. Geleceği tahmin etmek ancak bu ira­
denin amaçlarını anlamakla mümkün olur.
Mesela Türkiye'deki siyasi gelişmelerin yönünü tahmin etmek
istersek, birileri iç politikadaki aktörleri değerlendirerek bir sonuca
ulaşmaya çalışır. Kim cumhurbaşkanı olacak, gelecek seçimi hangi
parti kazanacak gibi soruların cevabını da burada arar. Eğer dünya­
daki gelişmelerin belirleyici olduğunu düşünürseniz, bu şartlara uy­
gun olanların öne çıkacağı sonucuna varırsınız.
İslam karşıtlığı bu şartlar içinde oluşmaktadır ve konunun dini
boyutu yoktur. Ama arka plandaki sebeplerin farklı olması İslam
aleyhtarlığını ortadan kaldırmaz ve bu giderek güç kazanacaktır.
117 • D E V R İYE

İran'a yapılacak müdahalede Batı'nın birlikteliği de b u nedene daya­


nacaktır. Irak'taki iç savaş neden mezhep farklığının bir sonucu ha­
line dönüştürülmüştür. Ülkenin işgal edilmiş olması neredeyse unu­
tulmuş ve mezhepler arası çatışma ön plana çıkmıştır.
lç politikadaki gelişmelerin dünya şartlarından etkilenmemesi
mümkün değildir. Çatışmada taraf olmak değil çatışma unsurunu,
bir süre için, geri plana atmak daha uygun olur.

Zorba Demokratlar
Ülkemizin en zorba ve totaliter kesimini liberal demokratlar, en
tutucu kesimini de devrimciler oluşturuyor. Demokratlar kendi dü­
şünceleri dışındaki hiçbir şeyi kabul etmiyor ve karşısındakini de­
mokrat olmamakla itham ediyor. Dinsizlikten bile kötü bir suçla­
mayla tüm hayat damarlarınızı kesiyor ve sizi bir kenara atıyorlar.
Yıllarca askeri disiplin altında yaşadım, kısa bir süre tek parti
dönemini ve demokrasiyi ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan
başbakanımızı astığımız yılları biliyorum. Liberal demokratların
baskısından daha ağırım yaşadığımı sanmıyorum. Üstüne lslamcı
bir şal örttükleri zaman bile demokrasiyi savunanlar kadar baskıcı
bir yönetimi hatırlayamadığımı söyleyebilirim.
Askerler davranışları kontrol eder. Üniforma dışında kıyafet
giyemezsiniz. Düşünceler için farklı bir ölçü geçerlidir. Adını
koymadan her şeyi söyleyebilirsiniz . Mesela komünistim deme­
den sosyalist düşünceyi savunabilir, İslamcıyım demeden dindar­
lık yapabilirsiniz.
Demokratlar için ise tam tersi geçerlidir. Onlarda kıyafet ser­
best, içerik kesinlikle tek tiptir. Ekonomide liberal, siyasette de­
mokrat dedikleri cinsten olacaksınız. Demokrasiyi seçim sandığına
indirgedikleri ve onu kontrol etmenin, istedikleri seçim sonuçlarını,
hiç yanılmadan gerçekleştirebildikleri için, onu kutsallaştırmışlar ve
118 • M A H İ R K A Y N A K

adına halkın iradesi demişlerdir. Oysa sonuçların kendi iradeleri ol­


duğunu çok iyi bilmektedirler.
Rekabet en iyilerin kazanmasının yolunu açmaktadır. İktisat­
çıysanız liberal ekonominin faziletlerinden söz etmekte sonuna ka­
dar özgür olursunuz. Beğendikleri kitaplardan alıntılar yaparak, on­
ları daha süslü ve cazip hale getirerek en başarılılar safına katılırsı­
nız. Herkese açık ve dürüst bir rekabetin en iyileri ödüllendirece­
ğinden şüpheniz mi var? Ona bir alternatif aramak ya da onun da
tarihi bir kategori olduğunu, günün birinde değişeceğini söylemek,
demirperdeye davetiye çıkarmaktır. Herkes liberal demokrat olmak
özgürlüğüne sahiptir.
Devrimciler değişimi savunurlar, ama bu değişim zaten gerçek­
leşmiştir. Yenisini aramak geriye dönüştür. Gök kubbe altında söy­
lenebilecek her şey söylenmiştir. Kendilerinin ezberini tekrarlarsa­
nız devrimci olursunuz.
Kimsenin özgür olmadığı bir dünyada herkes özgürlük savu­
nucusudur. Rekabet serbesttir, ama hakem hep onlardandır. Ro­
man yazarsanız önce onların süzgecinden geçer. Eğer uygun bu­
lurlarsa çok güzel olduğunu söylerler ve halk güzeli sevdiğini an­
latmak için onları alır. Kıyafetiniz ekonominin gereklerine göre
belirlenir. Moda, biraz da, egemenlerin halkı ne ölçüde kontrol
edebildiğini gösterir.
Her düşünce gibi liberal demokrasi de kendi hapishanesini ya­
ratmış ve insanları, adı özgürlük olan, dört duvarın içine doldur­
muştur. Buraya girmezseniz yeteneksiz olduğunuz ve rekabetin ege­
men olduğu bir dünyada arkalarda kaldığınız anlaşılır. Başarmak
için biraz daha gayret etmeniz ve hür iradenizle sizden istenen biçi­
me girmeniz gerekir.
Bu durum yeni bir şey değildir ve tarih boyunca insanlar, adı
farklı da olsa bir hapishanede yaşamışlardır. Ama ümitsizliğe kapıl-
119 • D E V R İ Y E

mak için neden yoktur. İnsanların bir özelliği vardır. Kırk yıl belli
bir düşünceyi tekrarlayıp onları belli bir biçime soktuğunuzu dü­
şünseniz bile bir gün biri çıkıp onun aklına uyan tek bir söz söylese
bütün düşünce kalıpları yıkılır ve insanlar bu sözün arkasına takılır­
lar ve yeni bir hapishanenin inşa süreci başlar.
Yeni bir şey söylemek istiyorsanız liberal demokratların, daha
doğrusu egemen görüşün dışına çıkmanız gerekir. Egemen olma­
yanlar her zaman yeniliklere açık olurlar. Mesela İslamcılar, henüz
iktidar olmadıklarında, özgür düşünceye çok açıklardı. Liberal de­
mokrasiyle uzlaştıktan sonra farklı olanları dışlamaya, yasak ve en­
gellemeler koymaya başladılar.
Şu sıralarda yeni bir sözünüz varsa, en uygun ortam, gücünü
kaybetmekte olan bürokrasidir. Size söz hakkı tanıyacaklardır. İkti­
dar olurlarsa yeni bir muhalefet arayın.

Büyük Küçük
Dünyanın çok büyük sorunları var. ABD'nin, El Kaide adındaki
hayalet bir örgütle başı dertte. Onu bertaraf etmek için neredeyse
tüm dünyada operasyonlar yapmak, savaşa girmek zorunda kalıyor
ve dev zannedilen bu ülkenin nasıl bocaladığını görüyoruz. Türki­
ye, lideri hapiste olan ve hiç kimsenin sahiplenmeye cesaret edeme­
diği bir terör örgütü ile başa çıkmak için bir savaşı bile göze almış
görünüyor.
Henüz bu dev boyutlu sorunlara çare bulunamamışken İran
nükleer bir güç olma iddiasıyla ortaya çıkıyor. Geçmişte eli kanlı
katiller olduğuna inandığımız komünistlerin elinde binlercesi bu­
lunurken nükleer silahlar bizi bu kadar korkutmamıştı, ama şim­
di olası bir bomba yüzünden ciddi bir panik yaşıyoruz. Eğer İran
nükleer silahlar yaparsa dünyanın sonu gelir mi diye sormadığı­
mız kaldı.
120 • M A H İ R K A Y N A K

İnsanlık tarihinin en büyük tehdidi karşısındayız. Bir yandan


terör örgütleri, diğer yandan haydut devletler herkesin huzur ve re­
fahını tehdit ediyor. Tüm dünya ekonomilerini kontrol eden, tekno­
lojinin zirvesine ulaşmış büyük güçler çaresizlik içindeler.
Bu manzarayı yeterli görmüyorsanız analizinizin içine biraz
petrol, üzerine din çatışmaları sosu katarak daha anlamlı bir mönü
yaratabilirsiniz. ABD dünyada ne kadar petrol kuyusu varsa hepsini
ele geçirme k istemekte, Yahudiler dünya egemenliği peşinde, Hıris­
tiyanlar İslam'ı yok etme hevesindedir.
Bizi ilgilendiren başka sorunlar da var. ABD Türkiye'yi, bağım­
sız bir Kürt devleti kurarak bölecek, ama aynı zamanda, İran'a yap­
mayı planladığı bir savaşta bizimle ittifak aramaktadır. Kullanacağı­
nı neden bölsün, böldüğünü nasıl kullanabilir sorusunu sormaya
gerek yok. Onlar Amerikalıdır, her şeyi becerirler.
Bereket versin Batılılar çok akıllı değiller. Komünizmden nefret
eden küresel sermaye, komünist partisi tarafından yönetilen Çin'e
çok büyük yatırımlar yapmakta ve onu geleceğin başat ekonomisi
haline getirmekte herhangi bir sakınca görmemektedir. Birisinin on­
ları uyarması gerekir. Ya Çin tüm büyük güçleri sollar ve dünyanın
en büyük ekonomik ve askeri gücü haline gelirse komünizme tes­
lim olmaktan başka bir seçeneğimiz kalır mı? Eğer düşündüğümüz
kadar akılsız değillerse Çin ekonomisini yıkacak dinamitleri bir yer­
lere yerleştirmişlerdir.
Aynı Batılılar hem İslam'a karşı bir yeni bir Haçlı Seferi düzen­
liyor hem de Türkiye gibi önder konumda olabilecek bir ülkeye pa­
ra yağdırıyor. Ülkenin tüm liberalleri İslam'la kol kola ve laik ke­
simlere karşı, kutsal demokrasi uğruna mücadele içindeler. Neyi,
nasıl anlayacağımızı şaşırmış durumdayız. Ya İslam liberalleşiyor ya
da liberaller hidayete eriyor. Bir bileniniz var mı?
Nihayet terör örgütünün sonunu getirmeye karar vermiş görü-
1 21 • D E V R İ Y E

nüyoruz. Basma yansıyan haberler iki ila üç yüz bin askerin, PKK'ya
karşı güney sınırlarına yığıldığından söz ediyor. Terörle mücadele­
nin hiç de kolay olmadığım anlıyoruz.
Eskiden tüm küçük saydıklarımızın büyüdüğünü ve gerçek ak­
törler konumuna geldiğini görüyoruz İran dünyanın geleceğini be­
lirliyor , terör örgütleri tüm kurulu düzenleri sarsıyor. AB bu karma­
şa içinde dağılma sinyalleri veriyor, ABD çaresizlik içinde.
Petrol fiyatları, herhangi bir gücün isteği doğrultusunda değil,
tamamen oluşan şartların sonucunda artıyor. Büyükler, derenin
akıntısına kapılan bir yaprak gibi, bilmedikleri yerlere doğru sürük­
leniyor. Küçükler efendi olmanın keyfini yaşıyor. Dünyanın gelece­
ği, belki de, Afganistan'daki bir mağarada ya da bir hayçlut devletin
karargahında belirleniyor.
Ama ben bir sorunun cevabım bulamadım. Buluttan nem ka­
pan borsamız neden Güneydoğu'ya bu kadar asker kaydırılırken, si­
yasette büyük değişmeler beklenirken gayet sakin gözüküyor? Belki
de gördüğümüz ya da bize gösterilen her şey bir illüzyondan ibaret
ve görünenden çok farlı şeylerin olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Si­
hirbazın şapkasından tavşan çıkarsa şaşırmayın. Çünkü, şu anda,
bir sirkte gibiyiz ve usta illüzyonistlerin oyunlarını seyrediyoruz.

Zayıf Halka
Bir zincirin taşıma kapasitesini en zayıf halkası belirler. Şu anda
Türkiye'de en zayıf halka, aşırı yük nedeniyle, kopma aşamasında­
dır. Gelecek projemiz AB ile bütünleşmek ve liberal ekonomiyle ge­
lişerek halkın desteğini sürdürmek olarak belirlenmişti. AB ile bü­
tünleşmek siyasi yapımızı değiştirecek, bürokratların etkisini en alt
düzeye indirecekti. Dinin baskı altında olduğunu düşünen kesim­
ler, AB'nin sağlayacağı özgürlük ortamında, bu baskıdan kurtula­
caktı. Farklı kültürel değerlere sahip olanlar da rahatlayacaklardı.
1 22 • M A H İ R K A Y N A K

Bu projenin oturduğu zemin AB idi, ama birden altımızdaki


toprağın kaydığını gördük. Gerçekte AB de bize benziyordu ve o­
nun zinciri de en zayıf halkasından kopmaktaydı. Güçlü sandığı
ekonomisinin başkalannın operasyonlarına dayanamayacağını kesti­
rememişti. Onun iki zayıf halkası enerjideki bağımlılığı ve askeri
gücünün olmamasıydı. Gerçekte bu iki unsur birbirine bağlıydı.
Orta Doğu'da egemen olmanın ilk ve tek koşulu bölgeyi kontrol
edecek askeri bir varlığa sahip olmaktı. Aksi halde çıkacak her kriz
AB'nin ekonomisinde ciddi olumsuzluklara neden olabilirdi.
Bunun tek yolu da Türkiye ile bütünleşmekti. Özürlük, de­
mokratikleşme ve manasız kriterler peşinde koşan AB hiçbir zaman
stratejik düşünemedi. Oysa alternatif bir güç odağı olmanın iki te­
mel şartı vardı. Biri Türkiye'yi birliğe dahil etmek ikincisi lngilte­
re'yi dışlamaktı.
AB kendisini bazen coğrafyayla, bazen sosyal ve kültürel değer­
lerle, çoğu zamanda güçlü olduğunu vehmettiği ekonomiyle ifade
etti. Bütün bunların bir anda yok olabileceğini hesap edemedi. Me­
sela ABD'nin hiçbir coğrafi sınırlaması yoktu. Dünyanın herhangi
bir yerindeki ülkeyle ilişki kurabiliyor, en yakınındakileri hesaba bi­
le katmayabiliyordu. Onun oyun alanı tüm dünyaydı, AB ise kendi­
ni dar bir alana hapsediyordu.
AB ekonomisi başkalarının kontrol ettiği bir zemin üzerine ku­
rulmuştu. ABD bu zemini çekince bütün yapı sallanmaya başladı.
Petrol fiyatlarındaki artış daralmaya, daralma işsizliğe, işsizlik sosyal
çalkantılardan yabancı düşmanlığına kadar birçok olguyu gündeme
taşıdı. Ortada ne özgürlük kaldı ne de liberal ekonominin kutsallığı.
Şimdi ABD serbest ticarete dur demelerini bekliyor ve korumacılı­
ğın sorumluluğunu da AB'nin üstüne yıkmayı planlıyor.
ABD ustalıkla kullandığı bir metodu tekrarlıyor. "Kimseyi bir
karar vermeye zorlamayın. Şartları hazırlayın ve bırakın onlar karar
1 23 • DE V R İ Y E

verdiklerini zannetsinler." Bu metodu hem dünyada hem de Türki­


ye'de sürekli kullandılar ve bu yolla biz ülkemizi birkaç defa uçuru­
mun kenarından çekip çıkardık.
Türkiye'nin gemisini bağlamak istediği iskele çöktü ve gemi
açık denize doğru hedefsiz yol almaya başladı. Yolcular nereye git­
tiklerini bilmeseler bile henüz kendilerini güvende hissediyorlar ve
gemide kumanya sıkıntısı had safhaya ulaşmadı. Ancak uzaktan ba­
zı savaş gemilerinin siluetleri görünmeye başladı. Gemiyi korumak
için kendi savaş gemilerini çağırmaktan başka çare gözükmüyor.
Düşman saydığımız gemiler giderek çoğalacak. Yolcular bunun
gerçek mi, yoksa bir yanılsama mı olduğunu kestiremez. Ufuktaki
düşman savaş gemileri çoğaldıkça biz de kendimize müttefik araya­
cağız. Telaşa kapılmayın, bir tanesi sizinle birlikte olmak için hazır
bekliyor zaten.
Bu şartlarda sivil geminin kaptanı, savaşın şartlarımı uymak zo­
runadır. Dümen onda olsa bile tüm manevralar savaşın şartlarına
göre belirlenecektir.
AB liderleriyle sarmaş dolaş olmanın, övgüler almanın bir anla­
mının olmadığını, maddi temelleri zayıf olan her yapının bir gün
çökeceğini görüp sağlam bir zemin üzerine, gösterişli olmayan bir
bina yapmanın daha güvenilir sonuçlar yaratacağını görmek gerekir.
Biz bir düğün alayında, neşeli türküler eşliğinde oynarken birisi çı­
kıp mehter marşları çalmaya başladı. Biraz sonra bandonun çaldığı
marşlar yeri göğü inletirse, top sesleri hepsini bastırırsa düğün de­
vam edebilir mi?

Amacımız Var mı?


Yurtdışında doktora yapan bir gencimiz dünyadaki aktörlerin
bir amaçlan olduğunu söylüyor ve soruyor: Amaçlan olmayan ülke­
ler ne yapabihr ki? Farklı bir ekonomik modelin uygulanma ihtima-
1 24 • M A H İ R K A Y N A K

li var mı7 Gelecekte geçerli olacak bir ekonomik model neleri içer­
melidir7 Diyerek sürdürüyor sorularını. Ben şahsen Türkiye'nin glo­
bal anlamda hedeflerinin ne olduğunu bilmiyorum. Acaba var da
biz mi bilmiyoruz, yoksa gerçekten yok mu?
Bir insanın amaçları çapını belirler. Ufku alacağı bir ev ya da
otomobille sınırlı olanların arkalarında bir iz bırakmaları beklene­
mez. Türkiye'nin çözmeye çalıştığı sorunlara ve övündüğü başarıla­
rına bakarak çapını belirleyebiliriz. Bizim ufkumuz Asala tehdidi,
Yunan megalo-ideası, PKK terörü, Suriye'nin Hatay iddiası, gericile­
rin cumhuriyete yönelik tehditleri ve benzerleriyle sınırlıdır. Ekono­
mide, elimizdeki milli gelir cetveliyle ne kadar uzayıp kısaldığımızı
ölçüyoruz. Markaları ve modelleri başkaları tarafından belirlenen,
önemli parçalarını dışardan ithal ettiğimiz malları satarak ne ölçüde
ilerlediğimizi anlıyoruz.
Bu şartlar altında bir hedefimiz olmasına gerek var mı? Sorun­
ları başkaları çıkarıyor, bilgiyi onlar üretiyor, başarının ne olduğunu
onlar tanımlıyor.
Asıl ÜZüldüğüm şey bu problemleri büyük dertler olarak gör­
mek, ulaştığımız yerleri başarı saymaktır. Eğer ülkeyi yöneten birisi
olsaydım bu sorunları ciddiye bile almazdım. Ne yaptınız diye so­
ranlara da "hiçbir şey" derdim.
Hiçbir şey derken haksızlık ettiğim, kat ettiğimiz mesafenin çok
büyük olduğu söylenebilir. Başarı yapılabileceklerle yapılanlar ara­
sında mesafeyle ölçülür. Çeyrek yüzyılda bir terör sorununu çöze­
memek ve başladığı yere geri dönmek başarı değildir. Üstelik katla­
nılan fedakarlıklarla ulaşılan yer mukayese edildiği zaman bir yer­
lerde yanlış yapıldığı daha iyi anlaşılır.
Çoğunluk aksini düşünse de ben ülkemizin karşılaştığı sorun­
ların çok büyük olmadığı, önündeki fırsat ve imkanların sorunların­
dan daha fazla olduğu kanaatindeyim. Her ülke birçok sorunla kar-
1 25 • D E V R İ Y E

şılaşır ve bunları çözebildiği ölçüde bir üst basamağa yükselir Çö­


zemediğiniz her sorun sizin için bir sınır haline dönüşür. Yönetici­
ler sorunları büyütürler ve onları çözdükleri zaman büyük bir başa­
rı kazandığım iddia ederler. Biz hem sorunları büyütüyor hem de
çözümsüzlüğe mahkum ediyoruz. Ülkemizde yapılan tehdit değer­
lendirmelerinin bölücülük, irtica ve çevre ülkelerin niyetleriyle sı­
nırlı olması ve bunların çok önemli sayılması bizi küçük hedeflere
yöneltmektedir.
Oysa Türkiye dünya ölçeğinde hedefler koyacak ve bunları ger­
çekleştirecek potansiyele sahiptir. Dünyayı yöneteceğimiz iddiasın­
da değilim. Sadece sorunlarımızın ve hedeflerimizin bugünkünden
farklı olması gerektiğini. söylüyorum.
Bir ülkede sosyal ve kültürel farklılıkların bulunmasının sorun
haline dönüşmesi sürpriz sayılamaz. Bunu bilerek nasıl bir politika
izleneceği önceden belirlenir ve olay ortaya çıkınca hazır bir plan
devreye sokulur. Dünyada dinin politik bir araç olarak kullanılması
bizim dışımızda belirlendi. Böyle bir durumda dinin siyasete alet
edilmesine karşıyız demenin hiçbir anlamı yoktur. Yapılacak şey
kendi politikalarınızı belirlemek ve uygulamakken bunu bir çatışma
nedeni haline getirmek büyük bir hatadır. Din karşı koyarsanız bir
tehdit, uyumlu davranırsanız bir güçtür.
Öngörülmeyen şey önlenemez. Dünyanın en çaresiz yöneticile­
ri olayları gerçekleştikten sonra öğrenenlerdir. Bu nedenle araştırma
kuruluşları, istihbarat servisleri geleceği öngörmeye çalışır. Eğer is­
tihbarat servisini suçlu bulmak için kullanırsanız her şey sizin için
bir sürpriz olur.
Ayrıca çevre ülkeleri bir tehdit olarak görmek gerçeğe uy­
maz. Onların hiçbiri bir tehdit değil, en fazla, bir araçtır. Eğer
politikalar büyük güçlere değil, bunlara yönelik olursa hiçbir ba­
şarı şansı yoktur.
126 • M A H İ R K A Y N A K

Belge
ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın ziyaretinin iki önemli konusu ol­
duğu ifade ediliyor. Birincisi gündemimizin demirbaşı haline gelen
PKK, diğeri Stratejik Vizyon Belgesi. Irak'm geleceği ve lran konusu
da konuşulanlar arasında.
PKK konusu yaptığımız her görüşmenin baş konusu olmakla
birlikte önemli olduğunu düşünmüyorum. Bu konu söze başlarken
"Nasılsınız, iyi misiniz, çocuklar da iyi mi?" Sorusuna dönüştü. Ko­
nuşulmazsa saygısızlık olacağı düşünüldüğü için muhataplarımız bu
konuyu gündeme getiriyorlar. Gerçekte PKK konusu, mesela ABD
açısından, çözülmüş durumda. Kuzey Irak'taki Kürt oluşumunun
aşiret temelinde yapılanması ve Güneydoğu Anadolu'da gücün aynı
zümrelerin elinde kalmasına karar verilmiş olduğu anlaşılıyor. PKK
yandaşlarının, başka biri tarafından kullanılmasını engellemek için,
bu yapının içinde eritilmesine çalışılıyor. ABD ve Kürt egemenleri
husumetin Türkiye ile PKK arasında kalmasını, kendilerinin PKK
yandaşlarının hamisi olmasını istiyor. Aynca Türkiye'nin askeri ha­
rekatı için, PKK'nın iyi bir mazeret olacağı düşünülüyor. Bu nedenle
her türlü beyanattan PKK ifadesini çıkararak olaylan izlemeye çalışı­
yorum. Hal hatır sorma hiçbir konuşmanın içeriğine dahil değildir.
Stratejik Vizyon Belgesi , Türkiye ile ABD arasındaki ilişkileri ta­
nımlamak amacından, çok iç kamuoyunu gelecekteki operasyonlara
hazırlamak amacını güdüyor. Bölgedeki her operasyon, bir lslam ül­
kesini muhatap alacağı için, en büyük tepkinin İslamcı kamuoyun­
dan geleceği hesaplanıyor. Bu tepkileri kontrol etmek için İslami
duyarlığı fazla olduğu düşünülen AKP tabanı, hükümet kanalıyla,
bu eylemlere ortak ediliyor.
İzlenen stratejinin akıllıca planlandığı gözleniyor. Hedefin PKK
olduğu söylenerek ulusalcıların, hükümetin iştirakiyle İslamcıların
tepkileri hafifletiliyor.
127 • D E V R İ Y E

Bu durumda Rice ile siyasi pazarlıklar yapıldığı ve bunun sonu­


cunda varılan mutabakatın bir metin haline getirileceği iddiası hava­
da kalıyor. Bir sohbet havasında geçtiğini sandığımız görüşmeler ve­
rilen mesajların ötesinde bir anlam taşımıyor. lktidar bir süredir dil­
lendirilen "ABD , AKP'yi gözden çıkardı." Biçimindeki söylentilerin
gerçek dışı olduğunu düşünerek rahatlıyor.
Benim asıl merak ettiğim konu, Türkiye ile ABD arasındaki iliş­
kileri sağlayan kanalların değişip değişmediği. Bugüne kadar Yahudi
lobisinin etkin olduğu, Ingiltere'nin önemli rol oynadığı iletişim ka­
nallarının hükümetler ve askerler arasına geçip geçmediği. Bir süre
önce Cüneyt Zapsu'nun AEI'deki temasları sırasında gözlenen hava,
en azından, ABD tarafındaki bazı tereddütleri ifade ediyordu. Rice
"Onları boş verin, biz sizinle beraberiz" mi demek istedi?
Dünyadaki gelişmeleri izlerken sadece kriz bölgelerine bak­
mak, ABD içindeki güç mücadelelerini ve kaymalarım göz ardı
etmek yanlış sonuçlara götürebilir. Çünkü ABD içindeki görüş
aynlıkları aynı hedefe ulaşmak için farklı metotlar savunmanın
ötesine geçmiş, birbiriyle çelişen hedefler arasındaki bir seçime
dönüşmüştür. Gerçek çatışmanın ABD içinde olduğunu ve bölge­
sel ihtilafların bunun bir yansıması sayılması gerektiğini söyle­
mek abartma olmayabilir.
Dünyaya baktığımız zaman ABD ile boy ölçüşmesi mümkün ol­
mayanlarla hiper güç denilen ABD'yi görüyoruz. Karşımıza halkına
zulmeden bir Saddam, nükleer silah peşinde bir İran'dan başka bir
şey çıkmıyor ve biz olaylan bu çerçevenin içine sokmaya uğraşıyo­
ruz. Eğer ABD "Ben lran'ın nükleer faaliyetlerinden rahatsızım." di­
yorsa bunu veri kabul edip tartışmaya başlıyoruz. Kimse de çıkıp
"Böyle saçma şey olmaz. " demiyor. Daha açık bir ifadeyle ortaya atı­
lan sorunu tartışacak yerde ileri sürülen şeyin bir sorun olup olma­
dığını tartışmak gerekiyor.
1 28 • M A H İ R K A Y N A K

Benin gündemimde ne PKK var ne de lran'ın nükleer silahları.


Başka bir sorun olması gerekir diyorum ve bu soru beni ABD'nin
sorunlarına ve içine götürüyor. Bu açıdan bakınca da Türkiye'nin
son derece belirleyici bir role sahip olduğunu görüyorum

Hoşgörünün Anlamı
Demirbaş sorunlarımızdan biri de laiklik ve dine hoşgörüyle
yaklaşılması gerektiği konusunda. Bazıları herkes inançlarında ve
onu yaşamakta özgür olmalı derken, diğerleri dinin kapsayıcı oldu­
ğunu ve tüm yaşamı kontrol altına alacağını söylüyor. Laiklere göre
din tartışılamayan doğrular içerir oysa laik düşünce tartışmaya açık­
tır ve bu toplumun daha iyiye ulaşmasının bir gereğidir.
Laik kesimin iddiası doğru değildir ve değer yargısı içeren her
düşünce bir inançtır. Mesela kapitalizmim temel varsayımları insan­
ların bencil olduğu ve doğadaki· gibi bir tasfiye sürecinin işlediği,
güçlülerin yani yeteneklilerin yeteneksizleri tasfiye edeceği biçimin­
dedir. Böylece, doğada olduğu gibi, en iyiler ekonomiyı ve toplumu
yönetecektir. Toplumsal olaylar bireysel davranışların sonucu ve
adeta aritmetik toplamıdır. Hep iyiler ve güçlüler kazanırsa toplum
ve insanlık gelişebilir.
Bunun tersi varsayımlar yapılabilir ve mesela bireylerin toplu­
mun içinde bir anlam ifade ettiği ve gelişmiş toplumların içinde in­
sanların yeteneklerini sergileyebileceği söylenebilir. Geri kalmış bir
ülkede belli bir tezgahın başında çalışan bir işçinin gelişmiş bir eko­
nomideki aynı tezgahta çalışan ve fizik üretimi aynı olan işçiden da­
ha düşük bir hayat standardında yaşamaya mecbur oluşu bireysel
yeteneklerle açıklanamaz. Öyleyse önce toplum, sonra birey denebi­
lir. Bu bildiğimiz sosyalist düşünce değildir, sömürüye atıfta bulun­
maz ve eşitlik iddiası taşımaz . . . Yani değer yargısı içeren her düşünce
diğerinden görünüm olarak farklı olsa bile içerik olarak farksızdır.
1 29 • D E VR İ Y E

Hoşgörü talep eden dindarlar da bir çelişki sergilemektedir.


İnançlara saygı duyulması gerektiğini söylerken ve bunun gerekleri­
ni yerine getirirken aynı hoşgörüyü düşünceye göstermemektedir.
Mesela Müslüman Hıristiyan'ın inancına hoşgörüyle yaklaşmakta, a­
ma bir sorunun çözümünde farklı bir yol teklif edene katlanama­
maktadır. Eğer izlenen politikaların yanlış olduğunu ya da bazı risk­
ler içerdiğini söylerseniz sizi ulaşılan huzur ve güven ortamına haz­
medememekle suçlar ve susturulmanızın çarelerini ararlar.
Tüm kesimlerde görünen şudur: İnançlarınıza saygı duyabiliriz,
ama düşünceleriniz kabul edemeyiz. Bizim düşüncelerimizin kayna­
ğı kutsal bir inançtır ve ona dayanarak ulaştığımız sonuçları reddet­
mek aynı zamanda bu kutsala bir saldırıdır. Eleştirileri bile model
içinde kalarak yapabilirsiniz, ama modeli reddedemezsiniz. Taraf
tutmak serbesttir, ama oyunun söylenen olmadığı söylemek yasak­
tır. Liberal ekonomiyi, onun varsayımları içinde kalarak eleştirebi­
lirsiniz. Yapılanın doğru olmadığını söyleyebilirsiniz , ama liberal
ekonomiyi geçersiz sayamazsınız.
Her inanç baskıcıdır ve kendi kurallarını geçerli olduğu bir
toplum modeli yaratır. Bunu engellemek mümkün değildir. Sorun
düşüncenin smırlandırılmamasıdır. Oysa toplumu yönetenler dü­
şünceyi inançla eş tutarak, her düşünceyi kutsala saygısızlık ol::-".ak
nitelendirirler.
İnanç akıl ve duygunun ortak ürünüdür, doğruluğu ispatlana­
maz, sadece kabul edilir. Oysa düşünce sadece akla dayanır. Sorun
inançla düşüncenin birbirine karıştırılmasından kaynaklanır.
Bir problemin çözümünde inanç öne sürülünce sorunlar baş gös­
terir. Savaş kararı alacaksanız karşınızdakinin dini belirleyici ya da et­
kileyici olmalı mıdır, yoksa karar sadece siyasi, iktisadi ve stratejik ve­
rilere göre mi alınmalıdır? Genelde kararlar rasyonel olarak alınır, ama
onun inançlara uygun olduğunu gösteren bir elbise giydirilir.
130 • M A H İ R K A Y N A K

Mesela bir ülkede bir isyan olduğu zaman yapacağınız tek şey
vardır o da isyancılara nefretinizi dile getirmektir. Birisi kalkıp ola­
yın niteliğini araştırırsa hoşgörüyle karşılanmaz. Olayın ne olduğu­
nu yönetenler zaten bilmektedir ve her yeni yaklaşım davaya ihanet
olarak algılanır.
Düşüncenin özgürleştirilmesi son derece zordur ve insanlar i­
nanç özgürlüğüyle yetinmek zorundadır.

Adının önemi Yok


İnsanlar çocuklarına onu nasıl görmek istiyorlarsa onu çağrıştı­
racak bir isim koyarlar. Ama Hatice'lerin magazin konusu, Yiğit'le­
rin pısırık olduğunu, Aslan'lann çakal davranışları sergilediğini sık­
ça görürüz.
Siyasette de benzer bir durum söz konusudur. Siyasi parti ve
hareketler isim ya da şöhretlerinden çok farklı bir uygulama içinde
olabilirler. Çoğunlukla onlara atfedilen özellikler bir isimden ibaret­
tir. Adı solcuya çıkmış bir partinin bu şöhreti neye borçlu olduğu
çoğunlukla anlaşılamaz. Milliyetçi bir partinin ülkeye en fazla zarar
vermesi mümkündür. İnsanlar bir partinin ne yapacağına, ne oldu­
ğuna bakarak karar verirler. Yani adına bakarak politikalarını tah­
min ederler. Oysa bu yol son derece yanlıştır ve ne yaptıklarına ba­
karak ne olduklarına karar vermek gerekir.
Şairin dediği gibi,
Sanmayın ki onu riiyamda gördüm
Onunla bir rüya oldu ömriim.

Yani gördüğünüz değil yaşadığımzdır önemli olan. Rüyada gör­


dükleriniz size tamamen yabancıdır, ama rüya gibi bir ömür gerçe­
ğin ta kendisi ve en güzelidir.
Türkiye'nin sorunu yapılan işlerin öngörülmemiş olmasıdır.
131 • D E V R İ Y E

Halk AKP'ni iktidara taşırken ülkemizin dünya ekonomisi ile bü­


tünleşeceğini, dışa açık bir politika izleneceğini bilmiyordu. Beklen­
tileri çok farklı konulardaydı. lzlenen politikanın yanlış ya da doğru
olduğunu söylemiyorum sadece bilinmediğine işaret ediyorum.
Hatta halkın bilmediğini siyasetçilerin öngördüğünden ve niyetleri­
nin bu olduğundan da emin değilim. Politikaları önceden belirlen­
miş olmaktan çok şartlara göre tavır almak olarak vasıflandırılabilir.
Eğer dünyada şartları belirleme gücüne sahip bir odak varsa
herkesin ne yapacağına o karar verir. Mesela AB'nin demokratik, dı­
şa açık ve liberal politikalarından vazgeçmesi, demokrasi yerine gü­
venlik, liberalleşme yerine korumacılık eğiliminin güçlenmesi, sos­
yal devletten taviz vererek ekonomik istikrarın ön plana çıkarılması
şartların bir sonucudur. Eğer bu ortam herhangi bir odağın bilinçli
bir politikası sonucu değilse yapılacak bir şey yoktur. Herkes yeni
duruma uymak zorundadır. Ama eğer birisi bu şartları hazırlıyorsa,
AB'nin gideceği yeri öngörüp onu bu yolu izlemeye zorluyorsa o za­
man sonucu belirleyen gücün kim olduğunu ve onun neyi amaçla­
dığını kestirmek bir zorunluluktur.
Siyasi analiz yapanların genel eğilimi siyasetçilerin söyledikleri­
ne bakarak geleceği tahmin biçimindedir. Ben ters bir yol izlerim ve
şartlara bakarak siyasetçilerin ne yapacağını ve ne söyleyeceklerini
tahmin ederim. Bölgemizdeki çatışma ortamını İran'ın sert açıkla­
maları, ABD'nin nükleer endişeleri, Irak'taki gelişmelerle açıklamı­
yorum. Dünya genelindeki ekonomik şartlara ve onun yarattığı so­
runlara bakarak Orta Doğu'da neler olabileceğini anlamaya çalışıyo­
rum. Vardığım sonuç bölgemizin sıcak bir çatışmaya doğru gittiği
ve Türkiye'nin bunun dışında kalmasının çok zor olduğudur. Bura­
dan hareketle iç politikadaki gelişmelerin neler olacağını kestirmeye
çalışıyorum.
Verilerimin eksikliğinin ve akıl yürütme gücümün sınırlarının
132 • M A H İ R K A Y N A K

doğru tahmin yapmama engel olabileceğini biliyorum. İddiam so­


nuçlarda değil metottadır.
Uygulanan ekonomik politika da belli şartlar içinde başarılı ola­
bilir. Yani dünyada savaş bir araç olarak kullanılmazsa, mücadelede
ekonomik araçlar kullanılırsa sonuç hakkında iyimser bir beklenti
içinde olunabilir.
Oysa şartlar hızla değişiyor. Avrupa'daki ekonomik daralma
ve enerji maliyetlerindeki artış, onları ABD'nin hazırladığı modele
mecbur bırakma eğiliminde. Bu Orta Doğu'nun tam bir kontrol
altına alınmasını gerektiriyor. Avrupa bölgeyi etkileme gücünün
kalmadığını görüyor. Rusya'nın onlara güven verme yerine gü­
vensizliğe itecek bir tavır sergilemesi büyük projenin bir parçası
gibi görünüyor.
Sonuç olarak AB ülkeleri de güç kullanmanın kaçınılmaz olaca­
ğını görecek ve bölge askeri tedbirlerle şekillenecek. Bunun lslam'ın
siyasetin dışına itilmesi sonucunu yaratacağını düşünüyorum.

Laiklik
Dinin siyasetteki rolü giderek artıyor mu; yoksa siyasetçiler sa­
dece inanç özgürlüğünü savunarak doğal bir görevlerini mi yerine
getiriyor? Dindarların siyasi problemlere çözüm ararken inançlara
atıfta bulunması dinin siyasete alet edilmesi mi sayılmalıdır; yoksa
tüm inançların insan davranışlarını belirleyen bir çerçeve oluştur­
ması yadırganmaması gereken bir durum mudur? Zaten herkesin
aynı şeyi yaptığı mesela solcuların kendi ideolojileri içinde sorunları
çözmeye çalışmasıyla dindarların dini referansları kullanması ara­
sında bir fark yok mu? Eğer böyleyse din dokunulmaz ve eleştirile­
mez vasfını sürdürebilir mi?
Sorunun kaynağı buradadır ve dindarlar ürettikleri siyasi çö­
zümleri dinin bir gereği ya da ona uygun tek çözüm olduğunu söy-
133 • DEV R İ YE

leyerek siyasi tercihlerini bir dokunulmazlık zırhı arkasına sakla­


mak eğilimindedir. Çözümlere yönelik eleştiriler dinin inkarı olarak
sunulmakta ve bu durum inançlarla bir ihtilafı olmayan, ama üreti­
len çözümlere katılmayanların din karşıtı olarak gösterilmesine ne­
den olmaktadır.
Son zamanlarda ülkemizde dindar bir insanın dünyaya nasıl
bakacağına dair belirli bir anlayış oluşmuştur. Dindar kesinlikle
devletçi değildir ve liberal iktisat görüşüne sahiptir. Demokrasiyi
savunur ve demokrasi tanımı seçim sandığı ile sınırlıdır. Karşı gö­
rüşte olanların dünyaya bakışları ve siyasi sorunlara getirdikleri
çözümler değil dine karşı tutumları eleştiri konusu olur. Artık
kimse izlenen ekonomik politikaları, ülkemizin dünya üzerindeki
konumunu ve üretilen çözümlerin isabetini tartışmamaktadır.
Hoşgörü benzer siyasi hedefleri inanan ve savunanlarla sınırlıdır
ve yapılan işler konusunda eleştiri getirenlerin samimiyetine ke­
sinlikle inanılmamaktadır.
Kendisini laik olarak tanımlayanların tavrı da dindarların tavrı­
nın bire bir kopyası gibidir. Onlar da uygulanan politikaları değer­
lendirmek, alternatifler ileri sürmek yerine karşısındakini mürteci
olmakla itham etmeyi yeterli bulmaktadır.
Aslında dünya genelinde aynı eğilimlerin giderek güç kazandığı
görülüyor. Artık siyasi, stratejik, ekonomik sebepler siyasete yön
vermiyor daha doğrusu böyle olduğu imajı yaratılıyor. Dünyaya
egemen olmak isteyen güçler dini vasıflarıyla tanımlanıyor. Yahudi­
ler, Evangelistler ve daha bir sürü dini akımlar aralarında mücadele
ediyor. Bir siyasi akım değerlendirilirken onun dünya algılaması ya
da öngördüğü politikalar değil dini bağlantıları konu oluyor. Bush
neye inanıyor, sermaye sahipleri hangi dine mensup, direnişçiler ya
da teröristler hangi dini motiflerle hareket ediyor sorusu diğerlerine
galebe çalıyor.
134 • M A H İ R K A Y N A K

Türkiye, her zaman olduğu gibi, dünyadaki gelişmelerle bire


bir örtüşen bir tavır içinde. O da diğer bütün soru ve sorunları bir
yana bırakıp dindarlık-laiklik ekseninde cepheleşiyor. Şüphesiz bu
örtü bazen yetersiz kalıyor ve dünya barışı, ekonomik entegrasyon,
bölgesel güç birliği gibi kavramlar siyasilerin söylemlerine mahcup
bir eda ile giriyor, ama başat konuma geçemiyor. Kimse çok yakın
geçmişte siyasetin çok farklı kavramlarla yapılırken bugün dini öğe­
lerin ön sıraya yükselmesinin nedenini merak etmiyor. Bunun bir
örtü olduğunu, gerçek durumun bu örtü kaldırılırsa görüleceğini
fark etmiyor.
Dünya bir dönüm noktasında bulunuyor ve ülkemiz hem
kendisi açısından hem de dünyanın geleceğine yön vermek ko­
nusunda önemli bir kavşakta. Bu durumda bir uzlaşma sağlana­
bilir ve taraflardan biri dine atıfta bulunmadan, diğeri karşısında­
kini mürteci olmakla itham etmeden bir tartışma ortamı yaratıla­
bilir ve çözüm aranabilir.
Bunun çok zor olduğunu biliyorum. Sebep tarafların sadece iç
dinamiklerle hareket etmemesi ve onları sınırlayan çok güçlü dış
faktörlerin bulunmasıdır. Başkaları din savaşı yaparken siz, herkesi
inancıyla baş başa bırakıp akılcı çözümleri tartışıyorsanız hem ba­
ğımsız olursunuz hem de doğruyu bulma şansınız artar. Aksi halde
"elle gelen düğün, bayram" dersiniz.

Oyunun Adı
Türkiye siyaset oyununda henüz dama aşamasında. Taşları bir­
birinin aynı, izlenecek strateji ve taktikleri sınırlı olan bu oyunu
aşıp satranca başlayamadı. Başarının şartını herkesin, tornadan çık­
mış gibi, aynı olmasında görüyor. Belirlediği bir vatandaş türünden
farklı olanları tehlike ve tehdit olarak algılıyor. Oysa böyle bir or­
tamda kazanılan başarının da fazla bir anlamı yok. Çünkü hiçbir
135 • D E V R İ Y E

aktör oyuncu böyle oynamıyor ve birisi farklı yetenek ve biçimdeki


bir taşı oynayınca apışıp kalıyoruz.
Kurulduğu günden beri tek tip insan yetiştirmeğe uğraşan dev­
letimiz, bunun gerçekleşmemesi karşısında, bir yerlerde yanlışlık
yapmış olacağını düşünecek yerde , sinirleniyor ve farklı olanları
düşman ilan ediyor. Herkesin Türk olması gerektiği halde bazıları
kendilerinin Kürt olduğunu söylüyor, bazıları öngörülen Müslüman
imajının dışına çıkıyor. Ülkenin egemenleri bunları ekilmediği hal­
de biten zararlı otlar olarak görüyor. Bu zararlı otların ekilenlerden
de fazla olmaya başladığını, giderek tarlanın tamamına yayılma eği­
limi gösterdiğini hüzünle seyrediyor. Bu otların tohumlarını başka­
larının serptiğini düşünüyor ve eline aldığı çapayla bunları kökün­
den sökmeye çalışıyor.
Bu anlayışla bir yere varılamaz ve hiçbir sorun çözülemez.
Eğer bir ülkede öngörülenden farklı düşünceler ve ideolojiler ye­
şeriyor ve bunlar geniş kitlelerin ilgisini çekiyorsa yapılacak şey
onları yok etmeye çalışmak değil, kontrol altına almak olmalıdır.
Yani bir devletin var olan her türlü görüşü yansıtan ve kendisinin
kontrol ettiği örgütleri olmalıdır. Eğer komünizm yaygınlaşıyorsa
yapılacak şey onları yok etmek değil, kendi komünist örgütünü
kurmaktır.
Soğuk Savaş dönemi dama oynamaya uygundu ve satrancı ta­
rafları kontrol eden büyük güçler oynuyordu. Ama şimdi Türkiye
dama oynamaya devam ederse eline geçen çok büyük bir fırsatı, ya­
ni büyük oyuncu olma şansını kaybeder. Şartlar değişim için son
derece uygundur.
Bunun için zihniyet değişikliğinden başka bir şeye gerek yok­
tur. ilk yapılacak şey hiçbir düşünce ve ideolojinin tehlike oluştur­
madığını, bunları kullananların ve uyguladıkları politikaların izlen­
mesi, anlaşılması ve karşı tedbirlerin alınması gerektiğini kabul et-
1 36 • M A H İ R KAYNAK

mektir. Dünyada ne kadar etkili düşünce akımı varsa bunları ülke­


mizde temsil eden birileri bulunmalı, ama bunlar devletin kontro­
lünde ve hizmetinde olmalıdır.
Bu totaliter bir rejim değildir. Her düşünce kendini ifade ede­
bilmekte, serbestçe propaganda yapabilmekte, ama bunu başkaları
adına ve kendi devletine karşı kullanamamaktadır. Devlet hiçbir
ideolojiyi dokunulmaz saymamakta ve görevinin sadece ülkesinin
varlığını korumak olduğunu kabul etmektedir. O artık bir satranç
oyuncusudur. Şahın dışında, ki o devletin varlığını temsil etmekte­
dir, hiçbir taşın önceliği yoktur. Şartlara göre piyon da feda edilebi­
lir vezir de. Devletin tek amacı yenilmemektir.
Herkes Türkiye'yi yöneten gücün tek olduğunu ve onun hiçbir
ideolojik saplantısı olmadığı bilmeli. Gerekirse komünist, şartlara
göre şeriatçı olacağını hesaba katmalı. Şüphesiz bunlar uç örnekle­
dir, ama hareket alanının genişliğini ifade eder.
Ancak kendisi düşünce akımı yaratamayan, her şeyi dışardan
alan bir ülkenin manevra alanı çok sınırlıdır ve bu durum diğer­
lerinin gölgesinde kalmakla sonuçlanır. Magazin programlarının
en çok izlendiği, şovmenlerin vergi rekortmeni olduğu, ama dü­
şünce üretenlerin üvey evlat muamelesi gördüğü bir ülke başa
güreşemez.
Hiçbir düşünce mutlak doğruyu ifade etmez. Her düşünce tari­
hi bir kategoridir ve zamanla yerini yenilerine bırakır. Ayrıca hiçbir
düşünce akımı bireysel değildir ve arkasında onu destekleyen bir
güç olmadan yeşeremez.
Türkiye silahı güç sayanlarla önceliği paraya verenlerin çatışma
alanı haline geldi. Her ikisinin de düşünce karşısında mağlup olaca­
ğından en küçük bir şüphem bile yok. Bunlara sahip olanlar bir sü­
re sonra ölülere dönüşecek, ama dünyaya yön veren düşünceler
ebedi bir bayrak yarışının koşucuları olacaktır.
137 • D E V R İ Y E

Güvendiğimiz Dağlar
Güvendiğimiz dağlar yoğun bir kar yağışı altında giderek beya­
za bürünüyor ve tüm renklerini kaybederek beyaz bir sayfaya dönü­
şüyor.
AB'nin gündemimizin tek maddesi olduğu günlerde bile bunun
gerçekleşmeyeceğini, asıl sorunun AB'nin öngörüldüğü biçimde
gerçekleşmesinin imkansız denecek kadar zor olmasından kaynak­
landığını düşünüyor ve söylüyordum. Sloganım "Olmayacak bir ye­
re girilmez." biçimindeydi.
Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen politikacılar sonbahar
yaprakları gibi dökülüyor ve geriye çıplak gerçek, yani şekilden ib­
ret bir AB ile ne yapacağına karar verememiş bir Türkiye kalıyor.
Son olarak Blair'in uğradığı seçim yenilgisi Türkiye ile ilgili
projenin gerçek sahibi olan lngiltere'yi bambaşka bir kulvara taşıya­
cak gibi görünüyor. Karşılaştığı problemlere Londra'da çare arayan­
ların gideceği yer kalmıyor. AB, bütünleşme yerine, parçalanma sü­
recine giriyor. Bu dağılma belki dışardan fark edilemez ve bütünleş­
me sürecinin devam ettiği izlenimi yaratılabilir; ama AB'nin siyasi,
ekonomik ve ideolojik bir bütün olması ihtimali giderek azalıyor.
llk bakışta lngiltere'nin konumunda bir değişiklik olmadığı ve
ABD ile paralelliğinin devam ettiği söylenebilir, ama bir sorunun da
cevabının verilmesi gerekir: Hangi ABD? Bugüne kadar küresel ser­
mayeyle birlikte davranan İngiltere ulusalcı ABD'ye mi yönelecek?
Siyasi analizlerde, belki de fazla teknik ayrıntıları olduğu için,
ekonomik faktörler ya ihmal edilir ya da yüzeysel olarak ele alınır.
Bugünü kurulacak yeni siyasi ve stratejik dengeyle sınırlı tutmak,
dünya ekonomisinin alacağı yeni şekli ihmal etmek sağlıklı bir so­
nuca varmamızı engeller. Bugün dünya ekonomisinin motor gücü
haline gelmiş olan uluslararası sermayenin konumu ve gideceği yön
önemli ölçüde etkili olacak; ama bugüne kadar olduğu gibi bu para-
138 • M A H İ R K A YNAK

nın gideceği en önemli yerin ABD olması beklenemez. Enerji politi­


kalarının alacağı yeni şekil en belirleyici faktörlerden birini oluştu­
racaktır. Yani önce ekonomik bir harita çizilmeli ve siyasi harita bu­
nunla uyumlu olacak biçimde belirlenmelidir.
Türkiye hedefsiz kalmıştır. Bir süre daha AB varmış gibi dav­
ransak bile bunu uzun süre sürdüremeyiz. AB hedefi olmadan de­
mokratikleşme , sivilleşme gibi projeler anlamını yitirir ve bunları
kullanarak gerçekleştirilmek istenen gücü ele geçirme operasyonu
desteksiz kalır. Buna, dünya ölçeğinde, siyasal lslam'ın tasfiyesi ek­
lenirse ülkemiz büyük bir sorunla karşılaşır. Bu sorun sanıldığı gibi
politika belirlemekle sınırlı değildir. Yeni şartlarla uyum içinde ola­
cak bir dünya görüşü oluşturmak, halkın değer yargıları ve tercihle­
rinde köklü değişiklikler yapmak gerekir.
Analizimiz doğruysa ve yeni bir modele ihtiyacımız varsa, si­
yasi liderliğin aynı zamanda bir düşünce önderi olması gerekir.
Usta politikacıların yerini düşünce ve hedef üreten kişilere bırak­
ması beklenir.
Bugüne kadar düşünce düzeyinde konfeksiyon ürünlerle yeti­
nen ülkemizin bu yolu kullanma şansı da sınırlıdır. Mesela AB ile
bütünleşmek istediğimizde onun değerlerini alarak, onun hedeflerini
benimseyerek sorumuzu çözebilirdik. ABD ile aynı şeyleri söyleye­
rek bölgede etkin olabilmek de artık mümkün görünmüyor. Öyleyse
dünya ile politik açıdan uyumlu, ama ideolojik açıdan farklı bir çiz­
gide bulunmamız gerekir. Bu farklılık çatışma doğuracak biçimde
değil uzlaşma sağlayacak nitelikte olabilir. Batı dünyası giderek eko­
nomik açıdan içe kapanıyor. Eğer enerji sorununa alternatif bir çö­
züm üretirse, ekonomik ilişkilerini yeniden şekillendirecek ve dün­
yanın geri kalanım kaderine terk edebilecektir. Türkiye terk edenler­
le edilenlerin arasında kalacak ve gri bir bölge oluşturacaktır.
Sloganla yetinmek, başkalarının düşünce modellerini kullan-
139 • D E V R İ Y E

mak çok rahattı, ama deniz bitti. Şimdi sıra aydınlarımızda. Bakalım
ne üretecekler?

Piyasadaki Hareketlilik
Adı piyasadaki hareketlilik olsa da gelişmeler sınırlı kalacak gi­
bi görünmüyor. Dövizdeki. arnş, borsadaki. düşüşün iç nedenleri ol­
sa da dünyadaki büyük mücadelenin yansımalarını da içeriyor.
2001 krizi döviz çıkışı ile tetiklendi; oysa bugün döviz çıkışı
bir başlangıç değil gelişmelerin bir sonucu olacak gibi görünüyor.
Bugün karşılaştığımız ekonomik sorunun birinci nedeni konjonktü­
rel değil yapısaldır. Bankaların otomobil, konut ve genellikle beyaz
eşya ve elektronik cihaz alımında kullanılan tüketici kredileri iç ta­
lebin yapısında hızlı bir değişime sebep oldu. Bu kredileri ödeyenler
diğer mallara yaptıkları harcamaları kıstılar. Gelirde bir artış olma­
dığı için bu talep değişimi geleneksel olarak alınan mallara yapılan
harcamaları azalttı. Bu sektörlerdeki daralmanın yarattığı işsizlik ve
gelir azalması bir yandan kredi geri ödemelerini sınırlandırırken di­
ğer yandan genel bir daralma eğilimi yarattı. Bu sürecin devam ede­
ceği ve genele yayılacağı anlaşılıyor.
Olaya bir de siyasi etkenler katılırsa süreç daha ciddi bir boyut
kazanabilir. Dış ve iç nedenlerin üst üste gelmesiyle gelişmelerin so­
run haline dönüşmesine neden olabilir. İran aslında başlı başına bir
sorun değil daha büyük bir sorunun uç noktası sayılmalıdır. Genel
olarak dünyada var olan ekonomik ilişkiler ağı sürdürülemez hale
gelmekte, bazı ülkelerin dış ticaret fazlası vermesini zorunlu kılan
modelin değişmesi gerekmektedir. Bugün Çin ve Japonya'nın eko­
nomisinin fazla, ABD'nin de açık vermesi bir zorunluluktur. Eğer
ABD dış ticaret açığını kapatırsa başka bir ·ülke ya da ülkeler grubu
o rolü üstlenmek zorundadır. Bu, söz konusu ülkelerin üretim yapı­
sının bir sonucudur ve kısa sürede değiştirilemez.
140 • M A H İ R K A Y N A K

Türkiye, ABD'nin rolünü, çok küçük bir boyutta da olsa üslen­


mek istemiştir. Yani sürekli dış ticaret açığı verecek ve bunu yaban­
cı tasarruflarla kapatacaktır. Türkiye'ye yönelen paranın sermaye ol­
duğu söylenemez. Bunlar üretim kapasitesini artıracak yönde kulla­
nılmamakta, iç talebi finanse etmektedir. Bu model Çin modelinden
tamamen farklıdır ve ABD modeline benzemektedir.
Çin modelinin doğru olduğunu söylemiyorum. Onun modeli
de üretiminin başkalarına kredi karşılığı satılması mecburiyetini do­
ğurur ve ülke refahı artmadan zenginleşir.
Türkiye ekonomisi bir stratejiye dayanmadan yönetilmektedir.
Ekonomik dengeleri tutturmak tek hedef haline gelmiş ve bunların
sağlanması bir başarı sayılmıştır. Oysa izlediğimiz modelin dünyada
örnekleri vardır ve bu örnekler bir sınıra dayanmıştır. Şimdi ortaya
çıkan çözümü zor sorunlar nedeniyle belki de büyük savaşlarla kar­
şılaşacağız.
Kısa vadede çare sayılan ve olumlu karşılanan gelişmeler uzun
vadede büyük sorunlar yaratabilir. Türkiye ekonomisini tekstil ve
turizme dayandırarak belli bir gelişme sağlamış; ama bunun sınırına
varınca, mesela tekstil, bir yük haline gelmiştir. Şu anda gelişmeler­
de tek belirleyicinin ekonomi olduğu söylenemez. Bölgedeki sorun­
lar ve gerçekte bununla ilişkili olan iç siyasi çatışmalar, yeni bir aşa­
maya geleceğimizi ve fırtınalı bir döneme gireceğimizi gösteriyor.
Ancak ülkemizdeki sorunlar, görünüşte çok ciddi sanılmasına rağ­
men, hayati bir tehlikeye işaret etmemektedir. Yüzeydeki gelişmeler
derinlikleri etkilemeyecektir.
Ancak iç politikaya yön vermek isteyenlerin iki alanda güven­
sizlik yaratması sürpriz sayılmaz. Bir yandan güvenlik endişesini ön
plana çıkaracak asayiş ve terör olayları ile karşılaşırken diğer yan­
dan ekonomik sorunların artması beklenir. Sonucu tarafların dünya
ölçeğindeki müttefiklerinin başarısı belirleyecektir.
141 • DEVRİYE

Gelişmeler ekonomiyi ön plana çıkaran ve onu bir mücadele


aracı olarak kullanan küresel sermayenin aleyhine gelişecek gibi gö­
rünüyor. Savaş ortamında herkes refahını düşünmez ve sadece ha­
yatta kalmaya çalışır.

Soykırım Yasası
Fransa'da Ermeni Soykırımını inkar edenlere ceza verilmesini
öngören teklif ülkemizde ciddi bir tepkiye neden oldu. Ben böyle
bir teşebbüsten memnun oldum. Yanlış olmaktan da öte ilkel bir
zihniyeti ifade eden bu tasarı bizi değil onları zor bir duruma sokar
ve bizi hasım olarak alan bir ülkenin böyle bir anlamsızlığa sürük­
lenmesi bizi mutlu etmelidir.
İnsanları ya da ülkeleri değerlendirirken hepimiz onların sahip
oldukları şeylere bakarız. Milli gelirleri, doğal kaynakları, nüfusları
onların sıralamadaki yerlerini belirler. Bu doğru bir yaklaşım değil­
dir. Asıl belirleyici olan bir ülkeyi temsil eden ve yöneten kişilerin
zihniyeti, düşünce kapasitesi ve dünyayı nasıl algıladıklarıdır. Fran­
sa böyle bir tasarıyı, kanunlaştırmasa bile, tartışmaya açmakla, dün­
ya genelindeki yarışta arka sıralarda kalacağının işaretini vermiştir.
Böyle bir kanun bize ciddi bir zarar vermez, ama Fransa'nın kalitesi
hakkında net bir kanaate sahip olunmasına katkıda bulunur.
Bir ülkenin bir konuda ilkel başka bir konuda ileri olması
mümkün değildir. Akıl her konuyu aynı kapasiteyle değerlendirir.
Fransızlar böyle bir kanunun olabileceğini düşünüyorlarsa onların
strateji, ekonomi, uluslararası siyasette ileri bir performans sergile­
mesi mümkün değildir.
Üyesi olduğu ve önderlerinden biri kabul edildiği AB'nin ana­
yasasını reddetmesi, ama beğenmedikleri şeyleri değiştirmek için
herhangi bir teşebbüslerinin bulunmaması nasıl yorumlanabilir?
Nasıl bir AB istediklerini kim biliyor?
142 • M A H İ R K A Y N A K

Dünya genelindeki ekonomik gelişmelerin yarattığı işsizliği de


kanunla çözmeye kalkıp daha sonra geri adım atmadılar mı? Ayak­
lananların isteklerine uyarak kanunu çıkarmaktan vazgeçtiler, ama
işsizlik sorununu nasıl çözecekler? Belki yeni bir kanun çıkararak
petrol fiyatlarının artmasını engellemeye kalkarlar ya da Çin malla­
rını satın alan ülkelerin yöneticilerine hapis cezası verilmesini öngö­
ren bir kanun çıkarırlar. Uyguladığı politikalarla ekonomik dengele­
ri alt üst eden, Avrupa'yı ekonomik açıdan zora sokan Bush'u Fran­
sız hapishanelerinde düşünebiliyor musunuz?
Bu gerileme sadece Fransa'yla sınırlı görünmüyor. Avrupa'nın
nasıl bir dünya tasavvur ettiği ve kendi yerini nasıl belirlediği anla­
şılamıyor. Kendisi silahla yapılan siyaseti beğenmediği ya da buna
hazır olmadığı için demokrasi ve insan hakları dışındaki konularda
herhangi bir etkisi yok. Ama ABD savunma bütçesini tarihi zirveye
taşıyor ve sorunları güç kullanarak çözeceğini ilan ediyor. Fransızlar
savaş gibi kötü bir yolu bir kanun çıkararak yasaklasalar iyi olacak.
Aslında biz de biraz Fransız sayılırız. Her sorunu kanunla çözebi­
leceğimizi zannetmek gibi bir saplantımız var. Mesela terörü anlamak
ve ona karşı bir strateji geliştirmek yerine bir kanun çıkarmayı yeğle­
riz. Kanun çıkarmayın demiyoruz; ama hiç anlamadığınız, herhangi
bilimsel bir araştırma yapmadığınız, sadece şehit edebiyatı ile yaklaştı­
ğınız bir konuyu kanunla çözebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Terö­
rü teröristlerin yaptığını düşünen bir ülke bu sorunu çözemez.
Yaşadığımız dönemde sorun çözmeyi becerenler başarılı ola­
caktır. Bunun yolu her şeyi bir matematik problemi gibi algıla­
maktan geçer. Bütün önyargıları bir yana bırakıp son derece farklı
bir ortamda olduğumuzu ve çözümlere geçmişi örnek alarak ula­
şamayacağımızı bilmemiz gerekir. Duygusal olmamak duygusuz
olmak değildir. Aklın rehberlik etmediği duygular şiddete ya da
çaresizliğe götürür.
143 • D EVR İ Y E

Belki biraz erken olacak, ama ben Avrupa'nın dünya ölçeğinde­


ki mücadele ve yarışta kaybedenler safında olacağını düşünüyorum.
Çünkü olaylara bakışları çözüm aramak yerine kendi değer yargıları
yönünde davranmak biçiminde . ABD'nin metodu, beğenin ya da
eleştirin, güç kullanmak olarak belirleniyor. Birisi bu yola saparsa
diğerleri protesto ederek onu yolundan çevirebilir mi?

İçeriği Ne Olacak?
Önümüzdeki günlerde iç siyasette hareketli günler yaşamamız
sürpriz sayılamaz. Erken seçim talepleri, cumhurbaşkanlığı seçimi
ve asıl önemlisi bunların arka planındaki dünyadaki gelişmeler böy­
le bir beklentiyi destekliyor.
Bugüne kadar iç politikada kullanılan araçlar ideolojiyle sınırlı
kaldı. Taraflar somut sorunların nasıl çözüleceğine ait projeler üret­
mediler ve bunları tartışmadılar. Taraflar din, milliyetçilik, laiklik
gibi konuları ön plana çıkardılar. Kimse iktidara taşıdığı partinin
sorunları nasıl çözeceğini bilmiyordu. AKP'ne oy verenler onun kü­
reselci eğilimleri savunacağından haberdar bile değildi. Hatta bu
partide yer alan, milletvekili olanlar bile dini duyarlılık ve demokra­
si dışında bir beklenti içinde değillerdi. AB siyasi bir proje olmaktan
çok, bu beklentilerini karşılayacak bir ortam olarak algılanıyordu.
Uygulanan ekonomik model ve bunu tamamlayan uluslararası ko­
num önceden planlanmış olmaktan çok şartlara uyumun bir sonucu
gibi görünüyordu.
Bugün ülkemizdeki siyasi partilerin hemen hepsinin ideoloji­
si hakkında , doğru ya da yanlış, bir şeyler söylemek mümkün , a­
ma onların dünyayı nasıl algıladıklarını, sorunların niteliği konu­
sunda ne düşündüklerini, hangi çözümleri önerdiklerini, kendi­
leri de dahil, kimse bilmiyor. Hepsi "Geleceğiz ve gerekeni yapa­
cağız." diyorlar.
144 • M A H İ R K AYN A K

Bazıları bunun normal olduğunu, halka son derece karmaşık


olan sorunların anlatılamayacağını, partilerin ideolojik konuları ön
plana alarak iktidara gelmeleri halinde hazırlamış oldukları çözüm
planlarını uygulayacaklarını söyleyebilir. Ama asıl endişe kaynağı si­
yasi partilerin hiçbir projesinin olmaması ve onların da ideolojik
söylemlerin sınırlarının dışına çıkamamasıdır.
Bu durum sadece siyasi partilerle sınırlı değil. Ülkedeki güç
odaklarının Türkiye için nasıl bir gelecek öngördüğünü anlamak
mümkün değil. Herkesin dilinde demokrasi, liberalizm ya da ba­
ğımsızlık, laiklik gibi soyut kavramlar var, ama somut bir proje yok.
Bugüne kadar ideolojinin bir rehber olabileceğini, ama onun bir po­
litika olmasının söz konusu olamayacağı anlaşılamadı. ldeoloji bir
çözüm değildir ve herhangi bir çözüme uyarlanabilir. Dindar kişiler
içe kapanık bir politikayı da savunabilirler ve kendilerinden en az
beklenen tavrı sergileyip küresel ekonomi ve siyasetin şampiyonu
da olabilirler. Ekonomik ve siyasi alanda bir fotokopi makinesinden
çıkmış kadar benzeyen görüşler solcu ve laik olduğunu ileri süren
bir partide egemen görüş haline gelebilir ve Türkiye'de durum böy­
ledir. AKP ya da CHP'nin iktidar olması halinde ekonomik ya da dış
politikada nelerin değişeceğini söyleyecek bir kişi var mı?
Türkiye'deki seçimler, özellikle son dönemlerde, siyasi bir ter­
cihi yansıtma niteliğini yitirmiş yaşam biçimleri arasındaki bir terci­
he dönüşmüştür. Hatta bunun bile yüzeysel olduğu, her dönemde
aynı magazin programlarının en fazla izleneceği söylenebilir.
Bir ülkenin tercih yapamadan seçim yapmasının nasıl olacağını
da görmüş bulunuyoruz. Bir defile seyreder gibiyiz. Kıyafetler değiş­
se bile içindeki mankenler hep aynı.
Bu durum birçok çelişkiyi de beraberinde getiriyor. Sistem­
den en çok zarar gören fakir kitleler kendilerini daha da fakirleşti­
ren partilerin en büyük destekçisi haline gelebiliyor. Laikçilerin
145 • DEVR İYE

en hızlıları karşı görüşün yollarını açıyor, bağımsızlık türküleri eş­


liğinde eylem yapanlar ülkenin ekonomik boyunduruğa girmesini
sağlayabiliyor.
Hiçbir ideolojiyi kutsamıyorum ve siyaseti ideolojiden ibaret
sananların sadece bir araç olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki
günlerde meydanlarda nutuk atıp demokrasi, vatan, din diyenleri
dinlemeyeceğim, ama kimse de çıkıp sorunlardan ve onların nasıl
çözüleceğinden söz etmeyecek. Sonucun ne olacağını şimdiden söy­
leyeyim: Kimse umduğunu bulamayacak, ama birileri önlerine ko­
nan yemeğin hiç de fena olmadığını söyleyecek. Günün birinde boş
bir tabakla da karşılaşacaklarını hesap etmeyecekler.

Hangi Aşamadayız?
Danıştay'a yapılan saldırı sonrasında bir taraf bunun bir komp­
lo olduğunu ispatlamaya çalışırken daha geniş bir cephe laik cum­
huriyetin tehlikede olduğunu söylüyor. Tek bir olay, nereden baktı­
ğınıza bağlı olarak, çok farklı anlamlar taşıyor. Bu durum henüz ta­
raflardan hiçbirinin çatışmanın sonucunu tahmin edemediğini ve
bir uzlaşma arayışı içinde olmadığını gösteriyor.
Olayların sadece ideolojik boyutu tartışılırken gerçek çatışma­
nın siyasal olduğu ve bunu tüm dünyadaki gelişmelerle bağlantılı
olduğu göz ardı ediliyor. Siyasal iktidar saldırının bir komplo oldu­
ğunu ispatlarsa kazanacağını düşünüyor. Oysa eğer çatışma bu bo­
yutta ise, yani Türkiye'nin bölgede oynayacağı rolle ilgili bir operas­
yon söz konusu ise, bir tek başarı sonucu etkilemez ve yeni hamle­
lere hazır olmak gerekir.
Asıl sorun bölgedeki gelişmelerde Türkiye'nin rolünün ne ola­
cağı ve bu rolü hangi siyasi kimlikle oynayacağıdır. Bugüne kadar
Ilımlı İslam modeli desteklenirken değişen şartlar yeni bir kimliği
mi gerektirmektedir? İslam kimliği bugünkü şartlarla uyumlu mu-
146 • M A H İ R K A Y N AK

dur? Soruları gelişmelerin yönünü belirlerken tarafların güçleri de


sonucu tayin edecektir.
Bölgede askeri operasyon ihtimali giderek güçlenmektedir.
İran üzerindeki düğümün diplomasiyle çözülmesi zor görünüyor.
Çünkü olay ne İran'ın nükleer silah edinmesi ne de rejimi değil­
dir. ABD ve Rusya tarafından kontrol edilen dünya enerji kay­
naklarının, bu iki gücün dışında kalmasına izin verilmemek is­
tenmesidir. İran için Irak'takine benzer bir yapının düşünüldüğü
söylenebilir.
Türkiye'deki siyasal iktidar iki nedenle var olan şartlarla uyum­
lu görünmemektedir. Birincisi olaylara siyasal açıdan değil ideolojik
gözle bakması, ikincisi komşularıyla iyi geçinmek gibi dünya şartla­
rıyla hiç bağdaşmayan bir doktrine bağlı olmasıdır. Bu görüş, küre­
sel bir dünya tasavvur edenlerle uyum sağlarken dünyadaki yeni
dengenin ittifaklar sistemine dayanması gerektiğini savunanlara ters
düşmektedir.
Bunun dışında AB, giderek siyasi ağırlığını kaybetmekte ve si­
yasi hesaplarını AB'ye bağlayan iktidarı desteksiz bırakmaktadır.
Avrupa'da değişen iktidarlar güçlü bir AB düşüncesinin giderek
önemini kaybettiğini ve birliğin bir şekilden ibaret hale geleceğini
göstermektedir. Özellikle lngiltere'de Blair'in seçim yenilgisi, bu ül­
kenin iktidara sağladığı desteğin azalacağını göstermektedir.
Dış konjonktürdeki bu olumsuz gelişmelerin ülke içinde yansı­
maları olması kaçınılmazdır. Artık ülke içindeki güç odaklarının,
özellikle medyanın, saf değiştirmesi ve iktidar karşıtı cephede yer
alması sürpriz sayılamaz.
Bu duruda iktidar erken seçime davet edilmektedir. Eğer iddi­
an doğruysa ve seçimde yeniden iktidara geleceğini düşünüyorsan
bu yolu denemen gerekir, deniyor.
Bu çağrı aynı zamanda uzlaşma zeminin ne olacağını da göste-
147 • D E V R İ Y E

riyor. Eğer iktidar cumhurbaşkanını mevcut meclisle seçmekte ısrar


ederse bunun bir çatışmaya neden olacağı ifade ediliyor.
Önümüzdeki dönemin istikrarlı mı olacağı, yoksa gerilimli
günler mi yaşayacağımız iktidarın bu çağrıya vereceği cevaba göre
belirlenecektir. iktidarın kendini bu kavgayı yürütebilecek kadar
güçlü olduğunu düşünmesi ve karşı tarafın restini görmesi halinde
bir çatışma ortamına girmemiz kaçınılmaz görünüyor.
Türkiye'nin sorunu siyaseti tartışmak yerine olayların peşinde
sürüklenmesidir. Bugün yaşanan olayın hiçbir ideolojik boyutu
yoktur; ama herkes ya dini özgürlüklerden söz etmekte ya da laik
cumhuriyeti savunmaktadır. Asıl yapmamız gereken şey ülkemizi
operasyonlarla yönlendirilen bir ülke olmaktan çıkarmak, sorunları
tartışmak ve bunlar için çözümler üretmektir. Ben iktidarın yerinde
olsaydım hafiyelik yapıp olaylan çözmeye çalışmak yerine verilen
siyasi mesajı değerlendirir ve bir karar verirdim ve vereceğim kara­
rın hem ülkem hem çle kendim için çok hayati olduğunu bilirdim.

Kriz Yönetimi
Bir krizi yönetmenin en iyi yolu önce onu doğal mecrasına çek­
mektir. Bugün karşılaştığımız ya da karşılaşacağımız olaylar sorun­
ların kendisi değil onun tezahürleridir. Yani Danıştay kimsenin has­
mı değildir ve ona yapılacak saldırıyla çözülecek bir sorun yoktur.
Daha açık bir ifadeyle önce sorunlar oluşur daha sonra toplu­
mu geren olaylar ortaya çıkar. İktidar iki konuda gereken tavrı ser­
gileyememiştir. İzlediği politikalara ülke içinden ve dışından oluşan
itirazları doğru değerlendirememiş, girişeceği bir mücadelede müt­
tefiklerinin ve karşıtlarının güçlerini hesap ederek bir strateji çize­
memiştir. O da kendisini olayın görünen yüzüne hapsederek müca­
delesini bu alanla sınırlamıştır.
İktidarın ideolojisi, herkesin algıladığı biçimiyle siyasal İslam,
148 • M AHİR K A YNAK

başlı başına bir itiraz nedeni değildir ve bugüne kadar ne medya ne


de iç ve dış güç odakları bu konuda ciddi bir muhalefet sergileme­
miştir. İktidarın tavrında bir değişiklik olmadığı halde ansızın yük­
selen bu muhalefetin sebebi ideolojinin kendisi değil içine yerleştiri­
len politikalardır. Yani eğer izlenen politikalar dünyadaki şartlarla
uyumluluğunu sürdürseydi sert bir karşı koyuş olmazdı.
Küresel sermaye tarafından desteklenen Ilımlı lslam ideolojisi
giderek yalnızlaşmakta ve küresel sermayenin etki alanı daralmakta­
dır. ABD'deki Bush yönetimi, Rusya ve Avrupa'da kaybeden iktidar­
lar küreselci eğilimleri zayıflatmakta ulusalcı diyebileceğimiz eğilim­
ler gücünü artırmaktadır. Bu durumda Türkiye'deki iktidar iki yol­
dan birini seçebilirdi. Ya ideolojisinden vazgeçecek ve dünyadaki
yeni dengelere uyan bir dünya görüşüne yönelecekti ya da ideoloji­
sinde büyük bir değişime gitmeden politikalarını yeni durumla
uyumlu hale getirecekti, ama hiçbirini yapmadı.
Şu anda da kriz yönetiminde yanlış bir yol izliyor ve temel so­
runları çözmek yerine görüntülerle uğraşıyor. Son saldırının bir çete
işi olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Bu yol hiçbir sonuç vermez ve
taraflar kendi tezlerini tekrarlamaya devam eder. Ayrıca bu provo­
kasyonun yeterli olmadığı görülürse daha büyükleri yapılabilir. Oy­
sa bu konunun hiç üzerine gitmeden karşı tarafın istediği doğrultu­
da yorumlanmasına izin verseydi yenilerine gerek kalmayabilirdi.
Eğer devleti oluşturan güçler arasında bir çatışma varsa artık ta­
raflardan biri haklı olduğunu ispatlamakla bir yere varamaz. Savaşta
haklı olan değil güçlü olan kazanır.
Bir çatışmayı engellemenin en iyi yolu savaşı masa başında yap­
maktır. Taraflar güçlerini ortaya koyar ve kimin kazanacağı akıl yo­
luyla saptanır. Eğer burada bir uzlaşmaya varılmazsa çatışma kaçı­
nılmaz hale gelir ve ciddi kayıpları göze almak gerekir.
Masa başı hesabında iktidar tarafının güçlü olmadığını düşünü-
149 • DEVRİYE

yorum. Dış destekleri güç kaybetmiş, iç destekleri zayıflamış ve sa­


dece halk desteğinin yanında olduğunu düşünerek girilecek bir mü­
cadelede kazanma şansı yok denecek kadar azdır. Ayrıca karşı taraf
halk desteğini yönlendirebilecek güçlü araçlara ve tecrübeye sahip­
tir. Aslında devleti oluşturan güçlerin farklı kanatlarda olması zaten
başlı başına bir sorundur hatta diğer sorunlardan çok daha önemli­
dir. Bir iktidarın, böyle bir yapı ortadayken, kendini güçlü ve gü­
venli saymasından daha anlamsız bir şey düşünülemez. Tarihimiz
bu ayrışmanın getirdiği sonuçlarla doluyken �er şey yolundaymış
gibi davranılamaz. Böyle bir yapı yeterli riski içerir ve daha başa bir
soruna da gerek kalmaz.
Bugüne kadar halkı yönlendirenler devlet içinde bütünlüğü
sağlamak yerine bürokratik gücü tasfiyeye uğraştılar ve bu konuda
dış desteklere güvendiler. Bunun yanlış bir yol olduğu görülecektir.
Bürokratik güç de bu bütünleşmeyi sağlayacak adımlar atmadı.
Ülkemizdeki siyasi yapı sürdürülemez bir noktaya varmıştır.
Bundan sonra her iki taraf da bir arada yaşayabilecekleri, uyumlu
davranacakları yeni bir siyasi yapı oluşturmak zorundadır.

Devlet Krizi
Yaşadığımız olaylar yüzeysel gelişmeleri aşan boyutlar içeriyor
ve bir devlet krizine işaret ediyor. Yıllardır çözülmeyen ve çözülme­
sine çalışılmayan bir sorun, ağaç gövdesindeki bir çatlak gibi, arada
bir derinleşiyor ve tüm yapıyı tehdit eden konuma geliyor. Siyaset­
çiler devletin kendilerinden ibaret olduğunu ve bunun halkın oyla­
rıyla belirlendiğini düşünüyor ve söylüyor. Oysa halkoyu kolayca
yönlendirilebiliyor ve bu yönlendirme genellikle ülke dışındaki güç
odaklarının kontrolünde gerçekleşiyor. Gelişmelere yön veren ve bi­
re bir belirleyen 200 1 krizi, doğal bir süreç olmaktan çok, bir ope­
rasyon niteliğinde ve izleyen siyasi tablonun belirleyicisi durumun-
1 50 • M A H İ R KAY NAK

da. İktidarın izlediği ekonomik politikalar daha önce ne tartışıldı ne


de biliniyordu. Hatta iktidarın bile böyle bir politikayı öngördüğü
söylenemez. Türkiye, kimin döşediğini bile bilmediği raylar üzerin­
de, bir tren gibi akıp gidiyor.
Buna karşı oluşan tepkilerin kaynağı da belli değil. Ulusalcı
refleksin uluslararası dengeyle bağlantıları var. Bu bağlantının or­
ganik olduğunu söyleyemesek bile hedef birlikteliği apaçık görü­
nüyor. Bu şartlar altında doğru bir analiz yapma şansı da kalmı­
yor . Gelişmeleri uluslararası güçler açısından izah ederken ne ka­
dar tutarlı iseniz iç dinamiklere bağladığınız zaman da aynı ölçü­
de gerekçe bulabiliyorsunuz.
Herkesin söylediğinin bir yanı doğru diğeri yanlış. Mesela mu­
hafazakar kanat başörtüsünün inancın bir gereği olduğunu söylü­
yor, ama dinin haram kıldığı faiz ekonomik hayatımızın en önemli
parçası. Ne iç ne dış ekonomik ilişkilerimizde faizi dışlayamıyoruz.
Ama kimse ondan söz etmiyor bile. İnsanlar dinin hangi emirlerinin
geçerli hangilerinin göz ardı edilebilecek türden olduğuna karar ve­
rebiliyorlar. Bu kanat, kendi hedeflerine uyanları seçerek, dinin kut­
sallarıyla sarıyor ve topluma sunuyor.
Karşısındakilerin tavrı da farklı değil. Kimse somut problem­
lere çözüm aramıyor. Hem ekonomik hem de siyasi sorunlar ge­
nel ilkelerle çözülmeye çalışılıyor. Bir taraf liberalizm her şeyi hal­
leder derken diğeri eleştiriyle cevap veriyor, ama somut bir çö­
züm önermiyor.
llk yapılacak iş devleti yeniden tanımlamak ve onu oluşturan
güçlerin yerini yeniden belirlemek. Siyasi iktidarın devletin en
önemli parçası olmakla birlikte hepsi olmadığını kabul etmesi gere­
kir. Diğer devlet kurumları, siyasi iktidarla çatışmak yerine, onu sı­
nırlayıcı ve yol gösterici olması gerektiğini anlamalı.
Asıl önemli olan bir arınma sürecine ihtiyacımız olduğunu gör-
151 • D E V R İ Y E

mektir. Ülkenin birçok yapısı, yabancıların kontrolüne girmiştir.


Halk duyduklarına inanmaz, gördüklerine şüpheyle bakar hale gel­
miştir. Giderek her şeyin bir yönlendirme olduğunu, tüm olayların
kendisini dışında oluştuğuna inanmaktadır. Taraflardan birinin ya­
nında görünse bile bu yürekten bir katılmadan çok, başka seçene­
ğin olmamasındandır.
ilk işimiz herkesin yüzündeki maskeyi çıkarması ve halkla
doğruları konuşarak iletişim kurmasıdır. Bir taraf dünyadaki bü­
yük çatışmada hangi tarafın yanında olduklarını ve bunun gerek­
çelerini söylemeliler... Karşı taraf laiklik söylemlerini bir yana bı­
rakıp dünyadaki dengelerin nasıl değiştiğini ve farklı kesimlerin
ülkemizden neler beklediğini ve hangi somut sorunlara çözüm
aradığını anlatmalıdır.
Herkes, dış müttefikler bularak hedefine ulaşmaktan vazgeç­
meli ve bu yolun kapanması konusunda öncelikle uzlaşma sağ­
lanmalıdır. O yapıyor ben de yaparım yerine, hiç kimse yapmasın
denmelidir. Ülkemizi farklı çıkarların çatıştığı bir alan olmaktan
çıkarmamız gerekir.
Ortaya çıkan delilleri tartışma götürmeyen tek bir olayı birbiri­
ne zıt biçimde açıklıyorsak taraflardan en az biri kullanılmaktadır.
Olayları anlamaya çalışanları dışlıyor, bizden yana yorum yapanları
yüceltiyorsak kendi içimizde çatışma istiyoruz demektir ve herkesin
yenildiği bir sonucu beklemek gerekir.

öndersiz Savaş
Türkiye'de kıyasıya bir mücadele olduğunun görüyoruz, ama
tarafları temsil eden bir lider ortada yok. Herkes sadece savaşıyor.
Kimin, neyin peşinde olduğunu, nereye varmak istediğini kimse bil­
miyor. Gazeteleri okumaya gerek bile yok. Ne yazacaklarını önce-
. den bilebiliyorsunuz. Olayların çözüldüğü, zanlıların yakalandığı
152 • M A H İ R K A Y N A K

söylendikçe berraklık yerini puslu bir havaya bırakıyor ve adeta dü­


ğüm üstüne düğüm atılıyor.
Olaylar hakkında düşüncenizi soranlar öğrenmek ya da anla­
mak peşinde değil. Sadece onları haklı çıkaracak bir şeyler söyle­
menizi bekliyorlar. Her şey önceden hazırlanmış bir senaryonun
teyidi amacını taşıyor. Gerçeğin ne olduğu kimsenin umurunda
değil. Savaşan askerler gibi savaşın nedenlerinin merak edildiği
aşamada olmadığımız ve kazanmaktan başka bir şeyin düşünül­
mediği anlaşılıyor.
Gelişmelerin ülkemize yönelik olmadığını ve bu nedenle herke­
sin aynı safta bulunmadığım düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Ya
da ülkemize yönelik bir saldırıda , en az taraflardan birinin, karşı
safta yer aldığım kabul etmek gerekiyor. lnsanlar gerçeği öğrenmek
değil yerinin neresi olduğunu belirlemek durumundalar. Olaylan
çözmek için ne akıl yürütebiliyorsunuz ne de delil toplayabiliyorsu­
nuz. Tesadüfen yan yana gelen kişiler bir örgüte işaret ederken bun­
ların bir mücadeleyi tek başlarına yürütebilecek güçte olup olma­
dıkları merak edilmiyor. Üç kişiyle bertaraf edilebilen bir Asala'nın
ülkemizde Ermeni devleti kuracağına inanalar ya da inanmış görü­
nenler şimdi de bir avuç kişinin ülkemizi istediği yere götürebilece­
ğini söylüyor. Ülkenin güvenliğini sağlamak için kurulan devlet ku­
rumlarının adı bile anılmıyor. Bir araya gelen az sayıda insan her şe­
yi yapabilecek kadar güçlü görünüyor. Biz de sanki bir halk değil
Kurtlar Vadisi dizisinin figüranları gibiyiz.
Böyle bir mücadelenin kazananının olmayacağının farkında de­
ğiliz. Ya da kazananın biz olmayacağını bilmiyoruz. Türkiye siyaset­
te yeni bir model keşfetmiş gibi görünüyor: Siyasette öne çıkmak
ancak gizli pazarlıklarla ve karanlık ilişkilerle mümkün olabilir.
Kimsenin önceden projelerini anlatmasına, ülkenin geleceğini ve
dünyayı nasıl algıladığını söylemesine gerek yoktur. Toplum mü-
153 • DEVR İYE

hendisliği siyasetin tek geçerli metodudur. Toplumumuza bir şeyle­


ri anlatmak yerine onları yönlendirmek geçerli ve sonuca varan tek
yoldur. Bu nedenle taraflardan biri olayları geçmişteki çete oluşum­
larının uzantılarına bağlarken diğeri devleti ele geçirmek isteyen ve
cumhuriyetin yapısına karşıt olanların eylemleri olarak görüyor.
Kimse dünyadaki gelişmelerle, evrensel sorunların ülkemize nasıl
yansıdığıyla ilgilenmiyor. Dünyadaki mücadelenin anlamını, sebep­
lerini, ülkemizin oynayabileceği rolün ne olacağını merak etmiyor.
Biz sadece ideolojik mücadeleye inanıyoruz ve başörtüsü bu�un bir
simgesi haline geliyor. Bunu çözersek tüm sorunların ortadan kal­
kacağına inanmış görünüyoruz.
ABD'nin sorunlarından ve bunun yansımalarından, stratejik
hesaplardan bahsederseniz komplo teorisiyle uğraşmış oluyorsu­
nuz. Savaşın dinler ve inançlar arasında olduğuna, fani dünyada­
ki gelişmelerle ilgilenmenin basit insanların işi olduğuna inanma­
mız isteniyor.
Aslında bu bir bakıma gerçeğin ta kendisi. Ülkemiz idealler ve
inançlar dışında hiçbir şeye önem vermeyen insanların ülkesi. Bir
taraf şeref, bağımsızlık, cumhuriyet idealleri için mücadele ederken
diğerleri ilahi emrin gösterdiği yolu izliyor. Hesap yapmamaları bil­
mediklerinden mi, yoksa inanmadıklarından mı kaynaklanıyor bile­
miyorsunuz.
Ben sıradan ve basit bir dünyalıyım. Henüz toplama çıkarma
düzeyinde de olsa aritmetiği unutmadım. Bu nedenle bu mücadele­
nin önderleri yoksa, ne yapmak istediklerini söylemek yerine halkı
yönlendirmeyi tercih ediyorlarsa oyun kurucularını dışarıda ararım.

Dolmuş
Otobüs terminali mahşer yerini andırıyordu. Bulunduğu yerde
huzur bulamayanlar gidecek yeni bir yerin daha güvenli ve huzurlu
1 54 • M A H İ R K A Y N A K

olacağını düşünerek otobüslerin etrafına doluşmuştu. Hepsi birbiri­


ne benzeyen otobüsleri birbirinden ayıran renklerinden ve şoförle­
rinden ibaretti. Hiçbirinin nereye gideceği belli değildi, ama çığırt­
kanlar kendi otobüslerinin daha iyi olduğunu haykırıyordu. Birçok
kişi sadece eskiden seyahat ettiklerinin berbat olduklarını düşüne­
rek başkasını tercih etti Herkes bir yerlere yerleşti ve sonunda bil­
medikleri bir yerde indirildiler. Diğer otobüslerin yolcuları da etraf­
larında konaklamıştı. Farklı olan oluşturdukları kümelerden ibaret­
ti. Ne yattıkları yer, ne de yedikleri birbirinden farklıydı.
Otobüs terminali Türkiye idi otobüsler de siyasi partiler. Hiçbi­
rini programlarına, dünyayı nasıl algiladıklarına bakarak ayırt et­
mek mümkün değildi. Hepsi "Bize güvenin, sizi daha iyi yerlere gö­
türeceğiz." diyordu. Hangi partinin neden sağcı ya da solcu sayıl­
dıklarını tam olarak söylemek imkansızdı ve bu konuda birçok söy­
lenti vardı. Partinin birinin önde geleni şortla tenis oynadığı için
solcu diğeri haşemayla plaja gittiği için muhafazakar sayılıyordu, a­
ma ekonomik programları nereden geldiği belli olmayan, ama her­
kesin tahmin edebildiği bir metnin fotokopisi idi.
Dış politikada AB üyesi olmak ortak hedef olmasına rağmen
ABD ile ilişkilerde bir belirsizlik vardı. Bu belirsizlik birinin farklı
bir yön göstermesinden kaynaklanmıyordu. Herkes diğerinden da­
ha fazla yakın olmak için yarışıyordu ve bu durum bir farklılık ola­
rak algılanıyordu.
Birisi ağlamaklı mı, yoksa yürekten mi geldiği belli olmayan bir
haykırışla vatanının ne kadar sevdiğini söylerken diğeri başörtüsü­
nü öylesine savunuyordu ki kendinizi Çanakkale Savaşı'nda zanne­
debilirdiniz. Her yeri kaplayan duygu ve inanç seli aklın üstünü öy­
lesine kapattı ki derin kuyulardan su çıkarmak aklı bulmaktan daha
kolay hale geldi.
Halkımız sürprizleri seviyordu. Siyasetçiler etrafına toplanan
1 55 • D E V R İ Y E

halka nereye gideceğini söylemiyor bir yerlere ulaşınca "Bak seni ne


güzel yere getirdim, beğendin mi?" diye soruyordu. Halkımız ne
Özal'ın liberal ekonominin temellerini atacağım ne de AKP'nin dün­
ya ile bütünleşeceğini önceden bilmiyordu, ama geldiği yerleri be­
ğendi. Solu istememesinin nedeni hiçbir yenilik yaratamayacağına
inanmış olmasıydı.
Bazıları Türkiye'yi toplum mühendisleri için ideal bir uygulama
olarak görüyordu. Planladıkları hiçbir şeyde en küçük bir aksaklık
olmamış ve istediklerini gerçekleştirmişlerdi. Şimdi de Danıştay
baskınıyla yeni bir proje uygulanmaya başlamıştı. Herkes olayı bir
yerinden tutmuş kazanç hanesine bir şeyler yazmaya çalışıyordu.
Aklı evvel birine bu işin nereye varacağını sordum. Sorduğum kişi
mafya bozuntusu derin devlet özentilerinden biri değildi llginç bir
cevap verdi:
"Evimize hırsız dadandı. Ne var ne yok torbasına dolduruyor.
Onunla boğuşmaya kalksam hem ben hem hane halkı zarar göre­
cek. Uyumuş gibi davrandım, ama o çalmakla meşgulken torbasının
dibini makasla kestim. Evden çıkıncaya kadar çaldıklarının hepsi
yere dökülecek ve ben sadece yerlerine yerleştirmek zorunda kala­
cağım. Unutma, hırsızın torbası delik."
Bu sözleri beni teselli etmek için mi söyledi, yoksa bir bildiğimi
vardı kestiremedim. Tereddüt ettiğimi anladı, gülümseyerek sözleri­
ne devam etti:
"Tarihin yazgısı insanların iradelerinin üstündedir. İnsanlar ta- 1
rihi yazar, ama onlar sadece yazan kalemlerdir. Kalemi görür ve o­
nun yazdığını sanırsın. İradeyi merak etmiyor musun? Şimdi o elin
bir parçası da ülkemiz. Görmediğin şeyi yok sayamazsın. Onu da,
eğer yeteneğin varsa, hissedebilirsin. "
Ben fırtınaya tutulacağını hişseden birinin tedirginliğini yaşar­
ken, onun bu kadar sakin ve kendinden emin oluşunu yadırgadım.
156 • M A H İ R K AY N A K

lşimi talihe ve tarihe bırakamam ve mafya bozuntusu derin devleti


izlemeye devam edeceğim.

Kurtanlacak mıyız?
ABD Başkanı Bush, West Point Askeri Akademisi'nde yaptığı
konuşmada Türkiye'yi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, komü­
nizmden ABD'nin kurtardığını söyledi. Biz savaş sonrasında nüfuz
bölgelerinin bir pazarlık ve bunun sonucundaki uzlaşmayla belir­
lendiğini, bu nedenle hangi ülkenin komünist hangisinin demokra­
tik sistemle yönetileceğinin önceden belirlendiğini, bu konuda ül­
kelerin bir seçim şansının olmadığını düşünüyorduk. Demek ki
böyle bir şey yokmuş ve ülkelerin nasıl yönetileceğine kendileri ve
onları destekleyen güçler birlikte karar vermişler. Eğer ABD desteği
olmasaymış Türkiye komünist olabilirmiş. Bush'un yarım asır sonra
hatırlattığı bu olay hem konuşmanın yapıldığı yer hem de içeriği
açısından önemli. Askerlere geçmişte kurtardığınız bu ülkeyi yeni­
den kurtarmak zorunda kalabilirsiniz mesajı verilirken, mücadele
edilecek şeyin ideoloji olduğu da vurgulanıyor. ABD başkanlarının
konuşmaları, bizdeki uygulamalardan farklı olarak, rasgele yapıl­
maz ve siyaset planlayıcılarının hazırlıklarına dayanır. Bu nedenle
neyin, nasıl kurtarılacağını düşünmemiz gerekir.
Konuşmada teröre vurgu yapılmasına rağmen, terörizm siyasal
bir sistem değildir, amaçlanan sisteme ulaşmak için kullanılan bir
metottur. Bu nedenle bertaraf edilecek şey terörle amaçlanan rejim­
dir ve bunun siyasal lslam olduğu bilinmektedir. Ancak rejim de bir
örtüden ibarettir ve bunun arka planındaki somut hedeflerin ne ol­
duğunun anlaşılması gerekir. Bizim sistem sorunu olarak algıladığı­
mız şey, onlar açısından dünyada yeni dengenin nasıl kurulacağı ve
bunun dayanacağı ekonomik modeldir. Bu modelin en önemli te­
melini enerji oluşturmaktadır. Bizim İslam dünyası olarak algıladığı-
1 57 • DEVR İ Y E

mız şey onlar açısından petrol dünyasıdır. Bu konudaki hakim gö­


rüş petrolün daha uzun zaman birincil enerji kaynağı olarak kulla­
nılacağı ve ABD'nin petrol üreten alanları kontrol altına almak iste­
diği biçimindedir. Ben yaşadığımız sürecin yeni enerji kaynaklarına
geçiş dönemi olduğunu ve bunun kontrollü bir biçimde gerçekleş­
mesi için ABD'nin bölgede egemen olmak istediğini düşünüyorum.
Bölgedeki gelişmelerin kontrollü bir yangın biçiminde olacağını, bir
yandan yaşanacak gerginlik ve çatışmalar nedeniyle petrol arzının
kısıtlanacağını, diğer yandan bunun ani bir şok biçiminde olması­
nın engelleneceğini düşünüyorum. lran'a yapılacak bir müdahale­
nin ve İran misillemesinin tüm Körfez üretimini devre dışına çıkar-
ması ve bunun şok etkisinin önlenmesi, Türkiye'nin ABD yanında
yer almasına bağlıdır. İslam dünyasının, güç kullanılarak ya da gö­
nüllü olarak, birlikte ve ABD karşıtı cephede yer alması, sonuçta
petrol üreten ülkelerin tek zenginliği olan petrolün anlamsız hale
gelmesine neden olsa bile, kısa dönemde ortaya çıkacak enerji kıtlı­
ğı yüzünden dünyayı derinden sarsaqilir. Bu nedenle İs.lam dünya­
sının birlikte hareket etmesi engellenmek isteniyor. Ya da Türki­
ye'nin tavrının bu konuda belirleyici olacağı düşünülüyor. Bu açı­
dan AKP iktidarı çelişkili bir konum sergiliyor. Tüm politikalarında
Batı yandaşı bir tavır sergilemesine rağmen büyük bir çatışmada iç
kamuoyunun nasıl bir tavır sergileyeceği kestirilemiyor. Bu durum
Türkiye'nin kurtarılacağı şeyin siyasal İslam olması ihtimalini akla
getiriyor. Türkiye dünya barışının sağlanmasında ve yeni dengenin
kurulmasında etkileyici bir konuma ve role sahip. Bunu bir fırsat
saymak yerine bir sorumluluk olarak algılama½, önyargı ve ideoloji­
lerin üstüne çıkarak geleceğin inşasında olumlu bir rol oynamak ge­
rekir. Ortalığın yangın yerine dönmesine izin verip sonra talana ka­
kışmak yerine yangını engellemek ve sorumluğunu bilenlerin bu­
nun karşılığını alacaklarını, yağmacılığın en az sonuç veren bir yol
olduğun bilmek gerekir. Asıl soru şudur: Biz mi ABD'yi kurtaraca-
158 • M A H İ R K A Y N A K

ğız, yoksa o mu bizi? Bizden birileri de bu sorunun cevabını dünya­


ya vermelidir.

Çeteleşme
Ülkemizde günaşırı yeni bir çete yakalanıyor ve bunların he­
men hepsi askerlerle ilişkilendiriliyor. Bazı yorumcular 28 Şubat sü­
reciyle günümüz arasında benzerlik kuruyor ve demokrasiye yöne­
lik yeni bir komplodan söz ediyor.
Bu analizlerin hiçbirine katılmıyorum ve silahlı kuvvetlerin ter­
tiplerin bir parçası değil hedefi olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat'a
yol açan tüm çalışmalar, mesela Batı Çalışma Grubu'nun faaliyetleri
kurum içinde gerçekleşmiş, silahlı kuvvetler tavrını görevli ve yetki­
li kişiler aracılığıyla ve resmen beyan etmişti. Bugünkü süreç tama­
men farklı ve çeteler kurum dışında faaliyet gösteriyor
Her yeri silah ve mühimmatla dolu olan ve buna yasal olarak
sahip olan ordunun, eğer bir eylem yapmak isterse, bunları kullan­
mak dururken, hücre evlerinde stok yapması ve bunları kendi per­
soneliyle ilişkili hale getirmesi anlaşılamaz.
Durum şöyle özetlenebilir: Türkiye'nin yabancılara pazarlandı­
ğına ve devletin tehlikede olduğuna, buna gerekli tepkinin gösteril­
_ mediğine inanan bazı gruplar, vatan kurtarıcılığına soyunmuş ve
çok sayıda örgüt içinde toplanmıştır. Dünya ölçeğinde siyasi analiz
yapmamakta, Kurtlar Vadisi ve Çılgın Türkler zihniyetiyle sorunun
çözülebileceğine inanmaktadırlar. Yapılanların bir bumerang etkisi
yapacağını ve kendi amaçlarına aykırı sonuçlar doğacağının farkın­
da değiller.
Türkiye'nin bugünkü manzarası doğal sürecin bir sonucu değil,
başarılı dış operasyonların eseridir. 28 Şubat, Fazilet Partisi'nin ka­
patılması ve o günkü iktidarın bilgisizliği nedeniyle 2001 krizi ile
noktalanan ekonomik operasyon bu sürecin kilometre taşlarıdır. 28
159 • DEVR İ YE

Şubat, iddiasının aksine, şikayet ettiği zihniyetin tek başına iktidar


olmasına yol açmış ve ender görülen bir başarısızlık örneği sergile­
menin yanında, ekonomiyi dış müdahalelere açık hale getirmiştir.
Yeni hedef silahlı kuvvetlerin siyasi etkisini sınırlamak hatta
yok etmektir. Bu hedefin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmıyo­
rum, sadece sürece teşhis koymaya çalışıyorum. Bu amaçla hem
geçmişteki müdahaleler sorgulanmakta hem de yeni müdahale se­
naryoları üretilmektedir.
Geçmişteki askeri müdahalelerin sorgulanması, olayların ulus­
lararası bağlantılarının tespiti, hangi sonuçlan doğurduğunun anali­
zi hem yararlı hem de doğaldır, ama bu bir gerçeği ortaya çıkarmak
için değil yeni bir projeye dayanak olarak yapılıyorsa siyasi bir ope­
rasyon olarak kabul edilir ve karşı tavır almak gerekir.
Bugün yaşadığımız coğrafya askeri operasyonların cereyan ede­
ceği bölgedir ve ordumuzun oynayacağı rol belirleyici olacaktır. Bu
şartlar altında ordu ile halk arasındaki güvenin zedelenmesi Türki­
ye'nin bölgede oynayacağı rolü zora sokabilir hatta engelleyebilir.
Bu açıdan bakıldığında herhangi bir sonuca ulaşması mümkün
olmayan grupların art arda yakalanması, bunların silahlı kuvvetlerle
ilişkili olduğu izlenimini yaratacak bulgular elde edilmesi, bir de­
mokrasi sorunu olmaktan Türkiye'nin bölgede oynayabileceği rolü
sınırlandırmak için yapılan bir operasyonu andırmaktadır.
Türkiye'nin, herkesin bakış açısına göre değişen sorunları var­
dır ve her zaman olacaktır. Bu sorunların bireysel inisiyatiflerle çö­
zülmesi mümkün değildir Devletin çözemediğini kişilerin çözme
şansı yoktur.
Olayları orduyu töhmet altında bırakacak biçimde yorumlayan­
lar bir karşı hamleye zemin hazırlamaktadır. Gelişmeleri, taraf ko­
numuna düşmeden ve bundan siyasi çıkar sağlamaya çalışmadan
değerlendirmeyi başaramayanlar, belki de olmayan bir çatışmayı
160 • M A H İ R K A Y N A K

tahrik etmektedirler. Bu açıdan bakarak olayların bir üst aşamaya


yükseleceğinden endişe ediyorum. Yani hayali taraflar gerçek taraf­
lar haline dönüşebilir ve suçlananlar, kendi üslupları içinde, karşılık
verebilirler.

Uzun Vade
Güncel olayların çekiciliği, yarattığı heyecan ve endişeler uzun
vadedeki eğilimlerin göz ardı edilmesine neden olur. Herkes olayla­
rı en ince ayrıntılarına kadar tartışırken bunun nasıl bir eğilimin işa­
reti olduğunu fark edemez. Oysa güncel olaylar bir sel gibidir, geri­
ye sadece kum ve molozlar kalır.
Yaşadıklarımız uzun vadeli gelişmelerin ipuçlarını veriyor mu 7
Hangi değerlerin egemen olacağı, çatışmaların ne için yapılacağı ve
hangi araçların belirleyici olacağını biliyor muyuz"? Ülkemiz dünya
ölçeğindeki gelişmelerden mi etkileniyor, yoksa sadece iç dinamik­
ler mi belirleyici rol oynuyor"? Uzun vadeli öngörülere ihtiyaç var
mı; yoksa karşılaştığımız sorunları çözerek bütünü istediğimiz yöne
çevirebilir miyiz?
Şu anda egemen görüş çatışmaların hem amacının hem de ara­
cının ekonomik güç olduğu yönünde. Geçmişte tek belirleyici oldu­
ğu sanılan askeri güç ve bu alanda üstünlük sağlamak için yapılan
ittifaklar çok anlamlı sayılmıyor. Tüm karşılaştırmalarda iktisadi
faktörler göz önüne alınıyor ve bu güç rakamlarla ifade ediliyor.
Geçmişte asker sayısı, silahların kapasite ve miktarıyla yapılan karşı­
laştırmaların yerini ekonomiyi anlatan sayılar alıyor. Mesela Çin'in
geleceğin en büyük gücü olacağı bu eğilimler ölçülerek hesaplanı­
yor ve üstüne bir de nüfus faktörü eklenerek geleceğin egemeni tah­
min ediliyor.
Bu genel eğilimden ülkemiz de payını alıyor ve ekonominin tek
belirleyici olduğu genel bir kanıya dönüşüyor. Üstelik ekonomi ni-
1 61 • DEV R İ YE

teliği ve geleceğe yönelik performansıyla değil rakamlardan ibaret


olarak algılanıyor.
Durum buysa ve bu anlayış doğruysa askerin konumunun gi­
derek alt sıralara düşmesi hem olağan hem de gerekli oluyor. Sonu­
cu belirleyemeyen neden ön saflarda bulunsun ki? Üstünlük ve
amaçları gerçekleştirmenin kansız ve daha az masraflı bir yolu var­
ken, ekonomik araçlarla istenilen hedeflere kolayca varılabiliyorsa
bu vahşi gücü hala sürdürmenin anlamı ne?
Geçmişte ordularla yapılan savaş arkasında bir kan denizi ve
harabeye dönmüş ülkeler bırakır ve hemen ekonomik sorunlar ön
plana çıkardı. Şimdi ekonomiyle yapılan savaş sonunda harap ol­
muş ekonomik yapılarla karşılaşırsak yeni sorun ve önceliğimiz ne
olacak?
Türkiye'de askerin siyasi gücünün azaltılması mücadelede etki­
lerinin azalmasının bir sonucu mu, yoksa çatışmada hala belirleyici
olacağını düşünenler onu saf dışı mı etmek istiyor?
Ben önümüzdeki dönemde askeri gücün, özellikle bölgemizde,
hala etkili olacağını düşünüyorum ve askerin etkisizleştirilmesini
demokrasinin savunulması olarak değil, bu gücün rolünün azaltıl­
masını amaçladığını sanıyorum. Bu nedenle askerin, çeteleşme iddi­
asıyla yıpratılmasının yanlış olduğunu, eğer ortada görüş ayrılıkları
varsa, bunun taraflardan birinin yenilgiyle çözüleceğini düşünme­
nin gerçekçi olmayacağını düşünüyorum.
Uzun vadede değer yargılarının aynı kalmayacağını, başarının
ve insanın değerinin zenginlikle ölçüldüğü dönemin sonuna yaklaş­
tığımızı söylemek tarihin seyrine aykırı mı sayılmalı, yoksa bu değer
yargılarının da tarihi bir kategori olduğu ve değişmesinin zamanının
geldiği mi düşünülmeli? Bence günümüz, biz farkına varmasak bile,
böyle bir değişimin işaretlerini taşıyor. Bir silah olarak kullanılan
ekonomik güç, uğradığı ve uğrayacağı yenilgiler nedeniyle, etkisini
1 62 • MAHİR KAY NA K

sürdürmekle birlikte , belirleyici olma vasfını kaybediyor. Türkiye


sahip olduğu ve etkinlik açısından kimsenin göz ardı edemeyeceği
askeri varlığını, ekonomik ve düşünce gücüyle destekleyerek önem­
li bir aktör konumuna gelme şansına sahip. Bunu iç politikanın ve
güncel sloganların etkisiyle kaybetmesi ciddi bir hata olur.
Bu askerin her yaptığının doğru olduğu anlamını taşımaz. Yan­
lış düzeltilir, ama bu yanlışlar nedeniyle sahip olunan bir değer yok
edilemez.

Kıyamet Senaryosu
Bir süreden beri kısık sesle dile getirdiğim, bazen ima ettiğim
bir gelişmeyi İran dini lideri Hamaney somut olarak ifade etti. "Eğer
İran ile ilgili olarak yanlış bir hareket yaparsanız, bölgedeki enerji
sevkiyatı ciddi biçimde tehlikeye girer." sözleri bir kıyametin haber­
cisi gibiydi.
lran'ın tavrı hesapsız bir davranış gibi görünmüyordu. ABD'nin
askeri üstünlüğünü dengeleyecek kozları vardı ve bu tüm Batı alemi
için bir yıkım anlamı taşıyordu. Petrolün dünya ekonomisindeki ro­
lü bir insanın damarlarındaki kan gibiydi ve bunun yokluğu, bir or­
ganın kaybının ötesinde ölüm demekti. lran bir çatışmanın galibi­
yetle sonuçlanacağını düşünmese bile bölgedeki bir yangının tüm
dünyayı- ekonomik yıkıma götüreceğini anlamıştı. Sözleri şöyle yo­
rumlanabilirdi: "Beni denize itmeyin, hep birlikte boğuluruz."
Çatışmanın İran'la sınırlı kalmayacağı, tüm bölgeye yayılacak
bir karmaşanın dünya petrol arzının üçte ikisini etkileyeceği düşü­
nülüyor ve bunun aylar içinde tüm dünyayı ekonomik bir kaosa sü­
rükleyeceği hesaplanıyordu.
Bu tablo İran'ın, tek başına, dünyayı istediği yere götürebileceği
anlamını taşımıyordu. Onu destekleyecek ya da en azından engelle­
meyecek başka bir güce ihtiyaç vardı. Mesela Rusya böyle bir yıkımı
1 63 • D E V R İ Y E

engelleyecek bir politika izlerse lran'ın yapacağı hiçbir şey kalmaz­


dı. lpler lran'ın elindeymiş sanılsa bile gerçek aktör Rusya idi. Dün­
yayı onarılması güç bir felakete sürükleyecek bu senaryodan Rusya
hiç etkilenmeyecek hatta büyük ölçüde karlı çıkabilecekti. Olay bir
kar-zarar hesabını da aşıyor varlık yokluk anlamını taşıyordu.
Rusya böyle bir kaosu istiyor denemezdi, ama kozlarını masaya
sermiş pazarlık etmeyi bekliyordu. Karşılığında talep edeceklerinin
az olmayacağı tahmin edilebilirdi.
Bu büyük satrancın taraflarını tahmin etmek sanıldığı kadar ko­
lay değildi. Acaba oyun ABD ile Rusya arasında mıydı, yoksa ikisi
başka bir güce karşı ortak mı hareket ediyordu? lran'ın tavrı kendi
iç dinamiklerinin bir eseri miydi, yani seçimlerden Ahmedinecad'm
çıkması öngörülmemiş miydi? Rafsanca'ni kazansaydı böyle bir du­
rumla karşılaşılmaz ve -lran'ın renkli Soros devrimlerinden birini ya­
şayacağı için küresel sermaye ile uyumlu bir politika izler ve bugün­
kü kriz ortaya çıkmaz mıydı?
Ben komploculuk iddialarına muhatap olmayı göze alarak
ABD ile Rusya'nın ortak hareket ettiğini, yeni bir dengenin bu iki
güç arasında kurulacağını düşünüyorum. İran'ın bu tehdidinin
en çok Avrupa, Çin ve diğer Uzak Doğu ülkelerini tedirgin ede­
ceğini, küreselcilerin güçlerinin bir anlamının olmadığını göstere­
ceğini zannediyorum.
Herhangi bir denge oluşturulduğu zaman bu sadece günün yö­
neticilerinin karar ve niyetlerine bağlı olarak ayakta kalmaz. Bu
dengenin sürmesini sağlayacak maddi yapılar oluşturulur. Ben önü­
müzdeki günler için kendi senaryomu yazacağım. Beğenmeyenler
başka şeyler söyleyebilir ve rakamları alt alta sıralayarak trend ana­
lizleri yapar, enflasyon ve büyüme tahminlerine dayanarak geleceği
tahmin edebilir.
Tüm Orta Doğu'nun bir yangın yerine çevrileceğine dair güçlü
1 64 • M A H İ R K A Y N A K

işaretler verilecek ve genel bir ekonomik çöküşün sinyalleri hissedi­


lecektir. ABD, lran'ı vurursa misillemenin petrol akışını durdurmak
olacağı izlenimi yaratılacaktır. Türkiye'nin Batı safında yer alması
halinde , askeri gücünü kullanarak, kaosu sınırlayacağı düşünüle­
cek, ama onun tavrında bir netlik olmayacaktır.
Avrupa, Çin ve küreselciler masadaki kozlara bakarak yeni
kurulacak dengeye razı olacak ve alternatif enerji kaynaklan dev­
reye girinceye kadar petrolün kontrolü ABD ve Rusya'ya bırakıla­
caktır. Bu Avrupa'nın güç dengesinde taraf olmayacağı anlamına
gelecek dağılmış bir Avrupa bu iki tarafın yanında yer alacaktır.
Uzak Doğu ekonomik olarak tecrit edilecek, küresel sermayenin
desteği ve pazarlarının sınırlandırılması nedeniyle ekonomik ge­
rileme yaşayacaktır.
Bunların bir senaryo olduğunu düşünebilir ve dünya borsala­
rının Türkiye'ye etkilerinin çok daha önemli olduğunu söyleyebi­
lirsiniz.

Quo Vadis?
Ekonomide son gelişmeler nereye gidiyoruz sorusunu gündeme
taşıdı. İktidar durumda herhangi bir anormallik olmadığını, dünya­
da gözlenen ve her zaman beklenen olayların ülkemize de yansıdı­
ğını ve durumun kısa sürede normale döneceğini söylüyor. Bu
iyimser görüşe katılmayı çok isterdim, ama durumun farklı olduğu
kanısındayım.
Ekonomideki bir dönüşüm üç farklı biçimde olabilir. En zarar­
sızı bir denge düzeyinden başka birine geçmektir, mesela kur ve fi­
yatlarda bir yükseliş gözlenir, ama yeni denge burada kurulur. Bu
durumda endişe edilecek bir şey yoktur. Ya da değişim bir sürecin
işaretidir ve etkileri giderek küçülen bir süreç vardır. Bu durum de­
nizden çıkan bir insanın konumuna benzer, yürüdükçe sahile yak-
1 65 • D E V R İ Y E

laşırsınız ve sonunda karaya ayak basarak rahatlarsınız. Üçüncü bir


ihtimal gidişin giderek daha zorlu hale gelmesidir ve bu denize doğ­
ru yürümeye benzer. Derinlik artar, dalgalar tehdit eder, bir de de­
nizde köpek balıklan varsa ciddi bir tehlike altındasınız demektir.
Türkiye'nin son durumu yaşadığını düşünüyorum ve sorunla­
rın giderek artacağından endişe ediyorum. Cari açığı ciddiye alma­
yan ve eğer finanse ediliyorsa sorun yoktur diyenlerin, ekonomiyi
bir işletme sayıp parasal dengelerin sağlanmasının yeterli olacağını
düşünenlerin ne kadar yanıldıklarını anlayacaklarını düşünüyorum.
Eğer bir ülke cari açık veriyorsa ve sürekli dış kaynak kullanı­
yorsa burada bastırılmış, açığa çıkmayan bir enflasyon potansiyeli
vardır bu potansiyel sağlanan dış kaynak arttıkça büyür'. . . Bu ne­
denle Türkiye'de gizlenen bir enflasyon potansiyeli vardı ve dış kay­
nak azalırsa bu potansiyelin ortaya çıkması kaçınılmazdı. Eğer kay­
nak girişi yerine çıkışı söz konusu olursa bu eğilim artarak hissedi.­
lecekti. Bu durumda dış kaynak akışının azalması, durması, ya da
çıkış yaşanması durumunda giderek artan bir enflasyonla karşılaş­
mamız mukadderdir ve bu bütçe tedbirleriyle önlenemez.
Döviz kurlarını artmasının ihracatı artırıp ithalatı azaltması bel­
li şartlarda doğrudur. Eğer kurlardaki artış iç maliyetleri artırmıyor­
sa böyle bir sonuç beklenebilir. Ama ihracatınız ithalata bağlıysa, it­
halat iç fiyatları artırıyorsa böyle bir beklenti sınırlı kalır. Türkiye'de
tüm üretim içinde farklı oranlarda ithal girdisi vardır ve kurdaki de­
ğişikliği ihracat fiyatları üzerindeki etkisi sınırlıdır. Burada asıl ih­
mal edilen kur artışının genel fiyat düzeyine etkisi ve bunun ücret­
ler üzerinde yaratacağı baskıdır. Eğer kurun teşvik edici etkisinden
yaralanmak isterseniz ücretleri sabit tutmanız gerekir. Zaten düşük
olan ücretleri, reel olarak azaltmak sosyal sorunlara yol açar ve kim­
se bunu göze alamaz.
Önümüzdeki günlerde bankalar üzerinde ciddi bir baskının oluş-
1 66 • M A H İ R K A Y N A K

ması kaçınılmaz gözükmektedir. Reel ücretlerin azalması halkın tale­


binin zorunlu ihtiyaç maddelerine kaymasına yol açacak ve bu kesim­
de son derece düşük kar marjlan olduğu için ve ithal girdilerdeki fiyat
artışı nedeniyle fiyat artışı gözlenecektir. Banka borçlannın geri öden­
mesinde ve tasarruflarda azalma gözlenmesi sürpriz olmayacaktır.
Bu kısır döngünün kırılmasının tek yolu dış kaynak girişinin
devam etmesi hatta sürekli olarak artmasıdır. Bu siyasal şartlara
bağlıdır ve önümüzdeki günlerin böyle bir sürece uygun olmadığı
söylenebilir. Bugün izlediğimiz ekonomik politika ABD'ninkine
benzemektedir, ama unutulan şey Türkiye'nin ABD olmadığıdır.
Kaldı ki ABD sürekli dış kaynak kullanarak sürdürdüğü ekonomik
dengenin ne kadar kırılgan olduğunu anlamış ve çözüm bulmak
için dünya ölçeğinde operasyonlar yapmak zorunda kalmıştır.
Başarılı olduğu söylenen ekonomik politika yanlıştı ve bir yerde
çıkmaza gireceği belliydi. Ama gözlenen geçici rahatlık herkesi bir
rehavete sürükledi ve bu balayının ebediyen süreceği sanıldı. Ama
bundan da alınacak dersler vardır. Birinci ders ekonomik politika iş
adamlarına danışarak belirlenemez çünkü onlar ekonomiyi bir işlt'.'.t­
me boyutunda algılarlar. Başarılı olunca alkışlar, çıkmaza girince
yaptığınız ve yapmadığınız bütün hataları sıralarlar. !kincisi ekono­
miyi bilenler değil düşünenler yönetmelidir.

Operasyon
Tıpta operasyon ameliyat anlamında kullanılır. Bünyede bulun­
ması zararlı hale gelen bir doku operasyonla çıkarılır. Zerkavi'nin
öldürülmesi sistem dışındaki bir kişinin bertaraf edilmesinden çok
bir bütünün gereksiz hale gelen bir parçasının yok edilmesi anlamı­
nı taşıyor.
Bana göre terör sistem dışı aktörlerin eylemi değil, sistemin
kullandığı bir araçtır. Bu sistem dışı aktörlerin hiç olmadığı anlamı
167 • D E V R İ Y E

taşımaz, ama bunların eylemleri bir kazayı andırır ve sonuçları, on­


ların eylemleriyle kaybedilen kişilerin yarattığı boşluk;, bir kazanın
yarattığı sonuçlardan farklı değildir.
Irakta bugüne kadar mezhep farklılıklarına dayanan çatışmalar
ön plana çıkarılmış, ama çatışrria İran'a doğru kaydıkça bu ayrışma­
nın kullanılamayacağı ve Şiiliğin İran'daki baskın rolünün ayrıştırıcı
değil birleştirici olacağı görülmüştür. Yeni strateji mezhep yerine
soy farklilığının ön plana çıkarılması üzerine oturtulmaktadır. Nite­
kim İran'daki gerilim Türk-Fars ayrılığının ayrışma nedeni olarak
kullanılacağını göstermektedir.
Bu durum bölgedeki tüm siyasi yapılanmaları etkiler ve yeni bir
siyasi bloklaşmanın oluşmasıyla sonuçlanır. Irak'ta mezhep farklı­
lıkları önemini kaybeder ve yeni saflar Arap ve diğerleri olarak şe­
killenirken, Şii-Sünni gerginliği yerini Arap-Kürt gerginliğine bıra­
kır, Türkmenlerin bunların birini desteklemesi beklenir ya da bun­
lar arasında dağılır.
Tüm medya aranmakta olan bir katilin öldürüldüğünü, teröre
büyük bir darbe vurulduğunu söylerken benim bu kişinin sistemin
bir aracı olduğunu, ama gereksiz hale geldiği için bertaraf edildiğini
söylemem çok garip gelebilir. Bu, olaylara bakışta genelden ayrıldı­
ğım noktadır ve çatışan tarafların bir avuç teröristle büyük devlet
yapıları olduğunu söylemeyi içime sindiremememin bir sonucudur.
Bu strateji değişikliğinin ülkemizi de etkileyeceğini, dini söy­
lemlerin ve buna dayanan siyasi farklılıklarin önemini kaybedeceği­
ni düşünüyorum. Yeni siyasi safların hangi temele oturacağını tah­
min etmemiz iç politikada doğru kararlar almamızı ve gereksiz ça­
tışmalardan kaçınmamızı sağlayacaktır.
Kendimizi bölgedeki gelişmelerden soyutlamamız ve kendi iç
dinamiklerimiz doğrultusunda hareket etmemiz mümkün görün­
müyor. Bölge, dünyanın kaderinde belirleyici rol oynarken ve Tür-
1 68 • M A H İ R K A Y N A K

kiye bunun odak noktasındayken hem gelişmelerden etkilenmemiz


hem de olaylara yön vermemiz kaçınılmaz görünüyor.
Türkiye çözümü zor bir problemle karşı karşıya. Etnik farklı­
lıklara dayanan siyasi saflaşmalar ciddi sorunlar yaratırken, İran'da­
ki etnik ayrışmaya seyirci kalınması mümkün görünmüyor. lrak'ta­
ki çatışma biçim değiştirir ve mezhep aynlıkları yerini Arap-Kürt
çatışmasına bırakırsa nasıl bir politika izleneceğine karar vermek
gerekir. Ayrıca bu, uluslararası planda tutumumuzu da yeniden be­
lirlememizi gerektirebilir.
Türkiye, hangisi olursa olsun, herhangi bir etnik unsurun ha­
misi ve tarafı konumunda olmamalıdır. Oluşturacağı politikalar böl­
genin tümünü kapsamalı ve bir model teklif etmelidir.
ABD, bölge enerji kaynaklarının kontrolünü amaçlamaktadır ve
bu kontrolde, Rusya dışında, başka bir gücün ortaklığını kabul et­
memektedir. Bu amaçla bağımsız hareket edebilecek enerji zengini
ülkeleri bölerek etkisizleştirmek istemektedir. Başlangıçta mezhep
farklılıkları ön planda iken, İran söz konusu olunca, soy farklılığı
gündeme getirilmiştir.
Türkiye'deki siyasi yapının yanlışlığı ya da doğruluğundan çok
bu konjonktüre uygunluğu tartışma konusudur. Dini çağrıştıran si­
yasi yapılanmaların yerine neyin ikame edileceği ciddi biçimde dü­
şünülmeli ve bu kesinlikle soy temeline dayanmamalıdır. Herhangi
bir etnik grubun yanında olmadan onlarla nasıl bir ara_da yaşana­
caktır? Bunun formülü hepsini adil biçimde temsil etmek, herhangi
bir ayırım yapmadan hepsini himaye etmek olabilir ve bu konuda
tarihimiz bize yol gösterebilir.

lçi Nasıl?
Görünüşü ve ilişkileriyle İslamcı kanattan sayılan bir gencin
çağlayanı andıran sözlerini hem hayret hem de hayranlıkla izliyo-
1 69 • D E V R İ Y E

rum. Hayranlığım sözlerinin bana uygun düşüp düşmemesinden


değil, derinliği olmasından, yaşının ve eğitiminin üstünde bir düze­
yi yansıtmasından kaynaklanıyor:
"Kendimi bir evladım şehit veren, ama ikincisini de vermeye
hazırım diyen bir anaya borçlu hissediyorum. Böyle bir duyguyu ta­
şıyan insanların başka topraklarda yaşadığını sanmıyorum. Benim
duygularım cenazeye katılan siyasetçilerden ya da görevlilerden
farklı. Onlar bu işten yarar sağlamayı düşünüyor, ama ben borçlu
çıkıyorum. Borcum varlığım, hayatım, geleceğim yani neyim varsa
hepsi." diyor.
Ardından sözü Türk-Yunan yakınlaşmasına getiriyor ve:
"Yıllarca bütünlüğümüzü Yunan karşıtlığı yaparak sağladık,
Kardak kayalıklarındaki keçiler için savaşı göze aldık, bugünkü ya­
kınlaşma birilerinin kurgusu ve düşmanı Doğu'da aramamızı isti­
yorlar. Doğu'daki düşman birliğe değil dağılmaya neden olur. Ben
olsaydım birliği sağlamak için Yunanistan ya da benzeri bir ülkeyi
seçer, bir bahaneyle kriz yaratırdım. Önemli olan herkesin ittifak
edeceği bir sorun yaratmak. Bu süreç içinde iç sorunları çözer, bir
uzlaşma sağlar, sonra gerçek hedef neyse ona yönelirdim. Şimdi ya­
pılanlar yanlış ve dağınıklık içinde, büyük hedefler gerçekleştirile­
mez." diyor ve ekliyor: "Şu anda bir Atatürk'e ihtiyacımız var. Bu
Atatürkçülerin yarattığı değil gerçek Atatürk olmalı."
İnsanların dini duyarlılıkları söz konusu olunca:
"Yatalak bir insan ne abdest alabilir ne de namaz kılabilir. Tür­
kiye bugün bu haldedir. Ben hastayı iyi edip onun ibadetini yapar
hale gelmesini istiyorum. Tüm İslam aleminin yapması gereken şey
önce yatalak olmaktan kurtulmaktır. "
İnsanları çevrelerine bakarak değerlendirenlerin ne kadar yanıl­
dıklarını, kendisini laik olarak isimlendiren bir kişinin bu gence ne
kadar olumsuz yaklaşacağım düşündükçe üzülüyorum. Üstelik bu
1 70 • M A H İ R K A Y N A K

rastladığım tek örnek değil. Bu nedenle insanları kategoriler halinde


düşünmenin çok yanlış olduğunu, yaşadıkları çevreye bakarak hü­
küm vermenin hiçbir gerekçesi olamayacağını düşünüyorum. Başka
çevrelerdeki insanların, eski bir solcunun ya da ülkücünün çok
benzer sözler söylediklerini, ama birbirleriyle hiçbir benzerlikleri
olmadığını düşündüklerini görünce şaşırıyorum.
Başka bir gözlemim de insanların, geçmişte olduğu gibi, siya­
si liderleri bir kahraman ya da örnek alınacak kişi olarak görme­
meleri. Konuşmalarda isimleri çok az geçiyor ve genelde eleştiri
konusu oluyor.
Askerlere yönelik şikayet genelde iki noktada toplanıyor.
Emirlere kayıtsız şartsız itaat gerektiğine kimse itiraz etmiyor, ama
emir verenin emir alanı küçük görmesi ya da saygı göstermemesi
kabul edilmiyor. İkincisi de eleştirilerin asker karşıtlığı olarak al­
gılanması. Bu yapılan hataların düzeltilmemesi ve giderek büyü­
mesi sonucunu yaratıyor.
Yıllarca devletin milleti yaratığım ve yaşattığım söylerken içime
bir kurt düşüyor ve halkla ilişkilerimde onun bilincinin devletin üs­
tüne çıkma eğilimde olduğunu görüyorum. Ülkenin seçkinleri ve
üst tabakası giderek kendine güvenini kaybedip var olmak için baş­
kalarıyla bütünleşme eğilimine girerken, bir bölüm insan da hesap­
sız bir vatanseverlikle yetinirken geniş kitlelerin ülkenin geleceğini
düşündüğünü ve bu uğurda her şeyi fedaya hazır olduğunu görüyo­
rum. Derin devletin yerini derin millet almaya aday görünüyor.
Ne derin devletten ne de derin milletten vazgeçemeyiz. Ancak
yaşadığımız tecrübe L.::rin millet üzerindeki etkilerinin çok daha
olumlu ve kalıcı olduğu anlaşılıyor. Yaratılan provokasyonlar gide­
rek bir saman alevine dönüşüyor ve yangın halka yayılmıyo_r. Üst
katlardaki yangın çatıdan aşağılara inemiyor. Benzer bir gelişmenin
devlet içinde de olacağını umuyorum.
1 71 • D E V R İ Y E

önleyici Politika
Genel anlayış her ülkeyi yönetenlerin başkalarının davranışları­
na tepki gösterdiği ve kendi çıkarları yönünde uygun davranışlar
sergiledikleri biçimindedir. Kimse dünya için bir gelecek tasavvuru­
na sahip değildir. Eğer kimse bir projeye sahip değilse gelecek, kar­
şılıklı tepkilerin şekillendirdiği, bir plana uygun olmayan ve tesadü­
fi sayılacak biçimde oluşur. 1 1 Eylül ve onu izleyen gelişmeler ön­
ceden hazırlanmış bir planın ürünü değildir. Terörist bir grubun
davranışı olayları tetiklemiş ve öngörülmeyen bir sürü gelişme sade­
ce tepki sonucu oluşmuştur.
Dünyadaki İslamcı hareketler ve onların yaptığı söylenen ey­
lemler kontrol edilemeyen, kendi iç dinamiklerinden kaynakla­
nan ve herhangi bir projenin ürünü olmayan gelişmelerdir. İn­
sanların dini ya da etnik kimlikleri nedeniyle ansızın çatışmaya
girmelerini kim önceden bilebilir? İçlerindeki uyumakta olan
farklılık ansızın gün yüzüne çıkmış ve bir çatışma nedeni haline
gelmiştir. Birçok şey önceden kestirilebilir, hava durumunu tah­
min edebilirsiniz hatta depremler için bile belli sınırlar içinde bir
öngörüde bulunabilirsiniz, ama kimin ne zaman ve ne için çatışa­
cağını kimse bilemez. Bazen ideoloji başka bir zaman din ya da
soyları için savaşabilirler. Birisi çatışmayı başlatır diğerleri de, hiç
istemedikleri ve öngörmedikleri halde, çaresiz çatışmanın bir ya­
nında yer alırlar . Her zaman bir haksızlık ya da farklılık vardır ve
bunlar çatışmayı başlatır.
Eğer dünyaya böyle bakmaz ve gelişmelerin bir aklın ve proje­
nin ürünü olduğunu söylerseniz komplocu olursunuz. Dünya kendi
çıkarları için mücadele edilen bir yerdir ve birinin çıkarı diğerine
zarar verebileceği için bir çatışma. yaşanmaktadır.
Çatışmaya kimin sebep olduğu sorusunun cevabı basittir: Karşı
taraf. İran nükleer silah yapmak istemeseydi ABD sorun çıkarmaya-
1 72 • M A H İ R K A Y N A K

caktı ya da ABD lran'ın yeni teknolojiler elde etmesini engellemeye


çalışmasaydı gerginlik doğmayacaktı.
Bu modeli destekleyen en önemli varsayım bir ülkeyi yöne­
tenlerin kendi halklarının çıkarları dışında bir şey düşünmedikle­
ri, mesela ABD'yi yönetenlerin şişman ve aptal olarak tanımlanan
insanları daha şişman yapmaktan öte bir hedeflerinin olmadığıdır.
Yöneticiler bu insanları severler diğerlerinin ölmesi bile herhangi
bir anlam taşımaz.
Bazılarının komplocu demelerini göze alarak farklı bir model
kurabilirsiniz. Egemen güçlerin kendi coğrafya ve çıkarlarım aşan
hedefleri vardır ve dünyanın nasıl yönetileceğini planlamaktadır
Bu kendi çıkarlarım gözetmedikleri anlamını taşımaz. Bir denge
sadece kendi çıkarların korunmasıyla sağlanamaz. Herkesin ya da
anlam ifade eden her ülkenin bu dengede belirli bir rolü vardır.
Bu durumda biz de ne alacağız, ne kazanacağız sorusunu değişti­
rip nasıl bir denge kurulabilir sorusuna cevap ararız ve kendi ro­
lümüzü belirleriz.
Bu yaklaşım belirsizliği, tesadüfleri ortadan kaldırır ve öngörü­
lebilen gelişmeler karşısında nasıl davranılacağı hesaplanır.
Şu anda dünya iki soruya cevap aramaktadır: Birincisi artık
sınırlarına dayanan dünya ekonomik düzeninin yerine neyin ko­
nulacağı diğeri de yeni dengenin kimler arasında oluşacağıdır.
Türkiye'nin izlediği ekonomi politikanın başarısız olması, değişe­
ceği anlaşılan dünya düzeni üzerine kurulu olmasından kaynak­
lanmaktadır. Eğer tahminim doğruysa ve din çatışmasının yerini
etnik farklılıklara bırakacaksa iktidarın görünümü bu modele uy­
gun düşmeyecektir.
Eğer politikanız gelişmelere tepki olarak şekilleniyorsa siz belir­
leyen değil belirlenen konumunda olursunuz. Bugüne kadar ülke­
miz başkaları tarafından belirleniyordu ve bu şartların bir gereği idi.
1 73 • D E V R İ Y E

Şimdi öngörülerde bulunmak, dünyanın mimarlarıyla birlikte hare­


ket etmek hem mümkün hem de gerekli. Üstelik bu rolü oynayacak
imkanlara da sahibiz. Bakalım yarın ne olacak demek yerine yarını
planlamak gerekir.

Ekonomik Vizyon
Bir ülkenin ekonomiye bakışı genel politikasının en önemli
ayağıdır. Sayın Başbakan İSO toplantısında yaptığı konuşmada bu
konuda net mesajlar verdi. Türkiye küresel ekonominin bir parça­
sıydı ve bunu sürdürmeye kararlıydı. Ekonomik ufku bir bölgeyle
sınırlandırılmazdı ve ülkemiz tüm dünyayla ilişki kurmak ve küre­
selci politikanın bir parçası olmak kararından şikayetçi değildi. Hiç­
bir şey düz bir çizgi izlemediği gibi ekonomide de bazı dalgalanma­
lar olabilirdi. Bunlar doğal karşılanmalı ve izlenen politikadan vaz­
geçmek için bir sebep sayılmamalıydı.
Bir şeyin parçasıysanız bütünün kaderini paylaşmak zorunda
kalırsınız. Küresel ekonomiyle bütünleşmek onun, en azından görü­
nür gelecekte, dünya üzerinde egemen bir görüş olacağını kabul et­
mek anlamına gelir. Eğer bu anlayış değişirse ve ulusal ya da bölge­
sel ekonomik alanlar oluşursa uygulanan politikalar başarısızlığa
uğrar. Öyleyse küreselci ekonomik görüşün geleceğini tartışmak ül­
kemizi tartışmakla aynı şeydir.
Bir ülkede borsanın bulunması ve onun dünyadaki gelişmeler­
den etkilenmesi küresel ekonominin bir parçası olduğu anlamını
taşımaz. Mesela Rusya'da da borsanın dünyadaki dalgalanmadan
etkilenmesi ve onunla birlikte düşüp yükselmesi Rusya'nın küresel
ekonomiyle bütünleşme politikası izlediği anlamını taşımaz. Rus-­
ya, Putin'in gelişiyle birlikte, küresel ekonomiyle bağlarını kopar­
dı. Küresel ekonominin kontrolüne girmek bir yana kendisi dünya
ekonomisine yön veren bir aktör olmak iddiasında. Dünya enerji
1 74 • M A H İ R K A Y N A K

piyasasındaki payı ve Orta Doğu'daki konumuyla dünya ekonomi­


sinin geleceğini belirlemekteki rolünün ABD'den daha az olmadı­
ğının bilincinde.
Küreselciliği savunurken kimlerle yan yana olunduğunun bilin­
mesi gerekir. Önümüzdeki dönemde hem AB'nin hem de ABD'nin
bu politikanın dışına çıkma ihtimalinin olup olmadığı, ulusalcılığın
ya da bölgesel işbirliklerinin küreselciliğin yerini alıp almayacağı
tartışılmalıdır. Bunun dışında faiz hadlerindeki, geçici olmayacağı
anlaşılan, artışın dünya ekonomisi üzerinde etkileri ve ülkemize
yansımaları irdelenmelidir. Faiz hadlerindeki artış borçlu ülkeler­
den alacaklılara net bir kaynak transferi anlamına gelir ve Japonya,
Çin Orta Doğu'daki petrol zengini gibi ülkelerin gelirlerinde bir ar­
tışa neden olur. Bu durum zaten var olan bir dengesizliği daha da
artırır. Yani sadece bu ülkelerin tasarrufları ve küresel sermayeye
akıttıkları para miktarı artar, genel büyüme hızı düşer, gelirler art­
mazken bizim gibi ülkelerin faize ödedikleri miktar büyür. Önü­
müzdeki dönemde ülkemizde refah düzeyinin düşmesi kaçınılmaz
gözükmektedir.
ABD'nin faiz masrafları artar, ama o herhangi bir şey ödemediği
ve sadece borçlarının defter kayıtlarındaki miktarı arttığı için ve
borçlarını ödemek gibi bir durum söz konusu olmayacağı için fazla
etkilenmez.
!ster şartların doğal gelişmesi deyin, isterseniz bazı güç odakla­
rının bilinçli bir politikası sayın küreselci politikaların yerini ulusal­
cı ya da bölgesel ekonomik yapıların alacağını düşünüyorum. ABD,
yüksek faiz yükünü göze alarak global sermayeyi ülkesine çekecek
ve sıcak parayla ayakta duran ekonomileri zora sokacaktır.
ABD'nin karşılaşacağı büyük faiz yükü nedeniyle fazla üzülme­
nize gerek yok. Para sanal bir değerdir ve bir gün bakarsınız ki ba­
sıldığı kağıt kadar değeri kalmaz. Önümüzdeki dönemin ekonomik
1 75 • D E V R İ Y E

alanda şimdiye kadar görmediğimiz muhteşem oyunlara sahne ola­


cağını düşünüyorum. Bu nedenle ben iktidarın yerinde olsam para­
sal dengeleri unutur ekonomiyi reel değerlere göre yönetirdim. Yani
bir nevi peynir ekmek hesabı. Ayrıca Uzak Doğu'daki ekonomik ge­
lişmenin küresel sermayenin bir politikası olduğunu ve artık bu po­
litikanın terk edileceğini, bölgede hızlı bir gerilemenin yaşanabilece­
ğini düşünürdüm. Ahmedinecad, Şanghay beşlisine göz kırparak fi­
tili ateşledi. Batı bu şantaja dayanamaz.

öneri
Herkes uygulanan politikaların yanlışlığını söyler, ama yerine
neyin konması gerektiğinden söz etmez. Eleştiriler bir bütünün par­
çalarına yöneliktir, ama bu parçaları yan yana getirerek tutarlı bir
politika oluşturulamaz. Bir kamyon motorunu araba şasisine monte
ederek güçlü bir araç elde edemeyiz. Bir bütünün tüm parçalarının
birbiriyle uyumlu olması gerekir.
Türkiye'de her politika bireysel olarak savunulmakta, bunların
birbirini desteklemesine ve belli amaca yönelik olmasına özen gös­
terilmemektedir. Oysa bir ülkenin dünyaya yaklaşımı tutarlı olmak
zorundadır ve bu sağlanamazsa, bireysel olarak her birinin doğru
olması bir anlam ifade etmez.
Bir ülkenin dünyaya bakışının en önemli ayağını iktisat politi-
kası oluşturur. Türkiye dünya ile bütünleşmek ve küresel ekonomi­
nin bir parçası olmak istediğini her fırsatta ifade etmektedir. Bu du­
rum siyasi açıdan küresel politika izleyen bir odakla bütünleşmemi­
zi gerektirir. Türkiye küresel bir politikanın öncülüğünü yapacak
güce sahip olmadığı için bir başkasıyla birlikte hareket etmek zo­
rundadır. Bunu bir eleştiri olarak ya da bağımsız olmak adına söyle­
miyorum. Sadece bu tavrın konumuzla bağdaşmadığını düşünüyo­
rum.
1 76 • MAH İ R K A Y NAK

Hem küresel politikalar izlemek hem de AB üyesi olmak AB'nin


küresel bir güç odağı olmasını gerektirir ya da böyle olacağı varsa­
yılmıştır. Bunun önünde ciddi engeller vardır ve ne ABD'nin bu­
günkü yönetimi ne de Rusya kendilerine rakip olacak böyle bir olu­
şuma seyirci kalmazlar. Üstelik Rusya doğalgaz, ABD petrol alanla­
rındaki üstünlüklerini ima ederek AB'yi ikincil bir güç olmaya zor­
lamaktadır. Ayrıca AB, askeri açıdan, diğerleriyle rekabet edecek
konumda değildir. Küresel açıdan etkin olmayan bir güçle küresel
politika izlemek mümkün olmadığı için Türkiye'nin AB ile bütün­
leşmesi bir hayalden ibarettir. Kaldı ki AB'nin bir bütün olması da
gerçekleşmeyecek gibi görünmektedir.
Türkiye küreselciliğin geleceğini tartışmadan sürdürdüğü küre­
selci politikadan vazgeçmek zorunda kalabilir ve bu durum iktida­
rın başarısızlığı biçiminde tezahür edebilir.
Bu durumda bir öneri sunmak ve tutarlı bir politikanın nasıl
olacağını söylemek gerekir. Önerimiz beğenilmeyebilir ve küreselci
politikanın zamana ve şartlara uygun olduğu düşünülebilir. O za­
man izlenen politikanın tüm alt başlıklarının birbiriyle tutarlı olma­
sı gerektiğini söyleriz ve sorumluluk izleyenlerin olur.
Bana göre Türkiye bölgesel bir güç olmak şansına ve potansiye­
line sahiptir. Bu nedenle izleyeceği tüm politikalar bölgesel ihtiyaç­
lara cevap vermeli, özellikle iktisadi alanda bölgesel yakınlaşmalar
sağlanmalıdır. Kültürel alanda benzer bir tavır sergilenmeli, mesela
Türk okullarının tüm dünyaya yayılması yerine stratejik ufkumu­
zun kapsadığı alanla sınırlı kalması teşvik edilmelidir. Bunu aşan id­
dialar hem politikamıza destek sağlamaz hem de başkalarının bizi
bir büyük gücün hizmetinde olduğumuzu düşünmelerine yol açar.
Önümüzdeki dönemin, özellikle bölgemizde, askeri operasyon
ihtimallerinin güçlü olduğu bir dönem olacağı anlaşılmaktadır. Bu
bakımdan demokrasi söylemlerinin bölge açısından önemli olan bu
1 77 • D E V R İ Y E

gücümüzü azaltmasına imkan verilmemelidir. Bu demokrasiden


vazgeçmek değildir ve demokrasiyle güç arasındaki dengenin gü­
nün şartlarına göre belirlenmesi gerektiğini ifade eder.
İdeoloji ülkenin genel politikasına hizmet edecek biçimde şe­
killendirilmelidir. Bugün rehber olarak alacağımız herhangi bir ide­
olojinin olduğunu söyleyemeyiz; ama ideolojiler, tamamı geçmişte
oluşmuş, yenisinin yaratılması imkanı olmayan bir nesne değildir ve
her ideoloji günün şartlarının bir ürünüdür. Bugün dünya geneliyle
çatışmayan, ama günün ihtiyaçlarına cevap verecek bir düşünce akı­
mı yaratılabilir ve bu sadece bizi değil tüm bölgeyi sürükleyecek
unsurlar içerebilir.
Önerimizin temeli sadedir: Mümkün ve gerekli olanı yapın. Sı­
nırlarınızı zorlamayın.

Bilanço
Son ekonomik dalgalanmaların hayatın doğal akışının bir sonu­
cu mu olduğu, yoksa bir projenin aşaması mı olduğu tartışılmıyor.
Uzun vadeli analizler, ekonomik hayatın siyasetin önemli bir aracı
olduğu biçimindeki görüşler komplo teorisi olarak kabul edildiği
için güncel değerlendirmeler yeterli sayılıyor.
Bir politika değerlendirildiği zaman yapılması gereken şey, uy­
gulamalar için ödenen bedellerle elde edilenlerin mukayese edilme­
sidir. Uygulanan politikaların sonucunun enflasyonun düşürülmesi,
istikrarın sağlanması, geleceğin tahmin edilebilir hale gelmesi oldu­
ğu söyleniyor. Bunun için hangi bedellerin ödendiğinden ve bu be­
dellerin gelecekteki etkilerinin ne olacağından söz edilmiyor. Mese­
la devlet, bir işletme gibi, bilanço çıkarsa ve aradan geçen altı yılın
başlangıcındaki varlıklarını ve alacaklarını bir tarafa, borçlarını di­
ğer tarafa yazıp bugünküyle mukayese etse nasıl bir sonuçla karşıla­
şırız? Bir yandan borçlarımız artarken diğer yandan varlıklarımızda
178 • M A H İ R K A Y N A K

bir azalma oluyorsa aradaki fark nereye gitmiştir? Bazı kişilerin ser­
vetlerindeki büyük artış, faaliyet karlarından oluşmuyorsa, kimlerin
kayıplarıyla karşılanmıştır7
Ekonomiyi piyasanın yönlendirdiği, her şeyin aleniyet ve eşitlik
içinde yapıldığı, kimsenin kayrılmadığı söylenir. Bir işletmenin de­
ğeri, borsadaki hisse senetlerinin değer kazanmasıyla birkaç katına
çıkabilir. Elde edilen kazanç bir faaliyet sonucu oluşmamıştır, ama
haksızlığından söz edilemez. Ancak bir soru cevapsız kalır: Eğer pi­
yasa şartlarını belirleyen bir güç varsa ve bu güç belli bir strateji izli­
yorsa, sonuç onun istediği biçimde oluşuyorsa bunu kabullenmek­
ten başka çare yoktur mu diyeceğiz? Daha açık bir ifadeyle taraflar­
dan birinin bir stratejisi varken diğer taraf olan biz, oluşan şartları
olduğu gibi kabul mü edeceğiz?
Ben bugün karşılaştığımız ekonomik tablonun doğal bir geliş­
me olmadığını aksine uygulanan stratejinin bir aşaması olduğunu
düşünüyorum. Birinci aşamada devlet varlıklarını elden çıkarmış, a­
ma karşılığında maddi bir şey elde etmemiş, ekonomik göstergele­
rin düzeldiği biçimindeki söylemle yetinmiştir. Bu sırada özel teşeb­
büsün varlıklarında önemli bir artış görülmüştür. Bu, onların uygu­
lanan politikayı bütün güçleriyle desteklemesine neden olmuştur.
lkinci aşamada onlar elde ettiklerini kaybedecek ve gerçek aktörler
ipleri ellerine alacaktır.
Aradaki kademeleri göz ardı eder sonuca bakarsak şöyle bir
tabloyla karşılaşırız: Türkiye uluslararası piyasadan borçlanmıştır ve
bunun alacaklısı dış finansörler, borçlusu halktır. Sağlanan kaynak­
ların çok küçük bir kısmı üretim kapasitesini artırmakta, diğerleri
tüketim harcamalarında ya da, konut gibi, sonuç olarak tüketim sa­
yılacak işlerde kullanılmıştır.
Eğer tüketiciler borçlarını ödeyemezlerse ya da onların ödeme
takvimleri alacaklıların talepleriyle uyuşmazsa aracı konumunda
1 79 • DEVR İ Y E

olan özel teşebbüs bu borçları kendi varlıklarından karşılamak zo­


runda kalır. Onların varlıkları işletmeleri ya da sahip oldukları ban­
kalardır ve bunların çok düşük fiyattan elden çıkarılmak zorunda
kalınması beklenir.
Borsadaki düşüş işletmelerin piyasa değerini düşürürken faiz
hadlerindeki artış para teminini pahalı haie getirir, iç talebi azaltır,
faaliyet karlarını ve vergi gelirlerini azaltır. Hem devlet hem de özel
teşebbüs kaynak sıkıntısı çeker.
Eğer hükümetin tahmini doğruysa ve ekonomideki olumsuz
gelişmeler geçici ise süreç durmaz, ama ertelenir. Eğer yeni bir aşa­
madaysak ve yabancı fonlar çekiliyorsa, bu fonların kaçışını durdur­
mak için alman tedbirler işe yaramaz.
Günümüzde ekonomi siyasetin en önemli aracı haline gelmiştir
ve ekonominin sınırları içinde yapılan analizler başarısızlığa mah­
kumdur. Merak ettiğim şey bu sonuca bilerek ve isteyerek mi ulaştı­
ğımız, yoksa öngörü eksikliğimizin kurbanı mı olduğumuzdur. Da­
rağacına giden adam gibi "bu bana bir ders olsun" mu diyeceğiz?

Yeni Oluşumlar
Ülkemizde yeni siyasi yapılanmalar için çalışmalar yapıldığı
herkes tarafından biliniyor. Ancak bunun nasıl gerçekleşeceğini tah­
min etmek mümkün değil. Çünkü bu konuda gayret gösterenlerin
temel bir eksikliği olduğu gözden kaçmıyor.
Yeni yapılanmada sadece kişi adlarından söz ediliyor. Ne ide­
oloji ne de uygulanması düşünülen politikalardan söz eden kimse
yok. Ülkenin iyi idare edilemediğinin söylenmesi hiçbir yöne işaret
etmiyor. İktidar genel bir söylemle ve başarısızlıkla itham ediliyor,
ama hangi somut politikanın neresinde yanlışlık olduğu ve bunun
nasıl düzeltileceği söylenmiyor. Daha açık bir ifade ile yarış kişiler
arasında geçiyor ve herhangi bir görüş ya da çözüm önerisi yok.
1 80 • M A H İ R K A Y N A K

Hatta görüş ifade edenler, çözüm teklif edenler bu arayışların içinde


bile değil.
Bu nedenle yeni arayışları eleştirenler ve bunları başarısızlığa
mahkum edenler de aynı yolu izliyor. Geçmişte yapılanların başarı­
sızlıklarından söz ederek, yeniden siyasete girseler bile, başarısızlık­
larını tekrarlayacaklarını söylüyor. Birkaç yeni yüzün ülke sorunları
ve bunların çözümü için ne önerdiklerini kimse bilmiyor.
Türkiye'de siyaset hep böyle yapıldığı için kimse bunu yadırga­
mıyor. Bir siyasi hareket proje ve programlarına bakılarak değil, li­
derine yakıştırılan sıfatlarla değerlendiriliyor. Liderlerin, at pazarın­
da at alır gibi, dişine bakılıp yaşı, boyuna bakıp endamı, gadre uğ­
rayıp uğramadığına bakılarak çilekeşliği belirleniyor ve ona göre ka­
rar veriliyor.
Türkiye'de lider olmanın birinci şartı geçmişinizde devletle ça­
tışmış olmanız ya da çatışanları savunmanız. Eğer bunu lider olun­
caya kadar beceremediyseniz daha sonra ya mahkemeler önünde
hesap vererek, yasaklanarak veya asılarak bu eksikliğinizi tamamlar­
sınız. Bu nedenle politika üreterek, ülkenize yön çizerek siyasette
bir yere gelemezsiniz. Başka ülkelerdeki lider olma süreci yani dev­
letin çeşitli kademelerinde hizmet ederek ve adeta devletle özdeşle­
şerek yönetici olmak gibi ilkel bir yol bizi kesmez. -Biz kahraman bir
..:ılusuz ve bizi ancak kahramanlar yönetebilir ya da yönetenleri son­
radan kahraman yaparak kuralı yerine getiririz.
Liderlerin genel bir söylemi vardır ve bu sözler halk dalkavuk­
luğundan öte bir anlam taşımaz. Herkes halka "siz en büyüksünüz,
ülkeyi siz yönetiyorsunuz ben sadece sizin sözcünüz ve hizmetkarı­
nızım." der, ama iktidara geldiğinde ne halkın hatta ne de kendisin
bilmediği politikaları izler ve bunların kimin kafasından çıktığı bir
sırdır. Öcalan'ın niçin teslim edildiğini, rekor düzeyde döviz rezer­
vimiz olduğu ve hiçbir ödeme güçlüğü yaşamadığımız 1 999 yılında
181 • D E V R İ Y E

neden İMF ile anlaşma imzaladığımızı, Bahçeli'nin seçim zamanında


yapılacak dedikten üç gün sonra, kimseye danışmadan, erken seçim
gününü ilan etmesinin sebebini ne halkın ne de siyasetçiyim diyen­
lerin bilmesine gerek yoktur. Meclisimiz bildiği ve istediği bir kişiyi
cumhurbaşkanı seçemez; ama hiç tanımadığı, siyasi görüşleri hak­
kında hiçbir fikri olmadığı bir kişiyi bu makama oturtabilir. Sürpriz
başbakan ve parti liderlerimiz de az değildir, ama hakimiyet kayıtsız
şartsız milletindir ve onun dediği olur.
Acaba bu sefer kişileri değil dünya görüşlerini, teklif ettikleri
politikaları tartışsak ve bunların içinden bir seçim yaparak yeni olu­
şumu kişilikler üzerinden değil politikalar üzerinden belirlesek da-·
ha iyi olmaz mı demeye de dilim varmıyor. Birisi çıkıp "komşuları­
mızla iyi geçinmek gerek, soydaşlarımızı ve dindaşlarımız koruya­
lım" derse ve bizi Brezilya ve Arjantin gibi hem komşumuz olmayan
hem de din ve soy birliğimiz bulunmayan ülkelerle savaşa sokarsa
oraya gidecek araçları nasıl buluruz? Ya da ekonomide dışa açılma
ve dünya ile bütünleşme politikası iflas etti, en iyisi tamamen içe
dönelim derse ne diyeceğiz. Hem oyunu kurallarına göre oynayan
hem de iyi oynayan birini nasıl bulacağız?
Sürprizlere hazır olun. AKP'nin küreselci politikalar izleyeceği­
ni ne halk biliyordu ne de kendileri böyle bir şeyi düşünmüştü. A­
ma uyguladılar. Yeni gelenlerin ne yapacağını merak etmeyin, nasıl
olsa öğrenemezsiniz. Çünkü kendileri de bilmiyor olabilir.

Değiştirmemek
Hükümet izlediği ekonomik politikayı değiştirmeyeceğini ve
aynen devam etmesini sağlayacak bütün tedbirleri almak kararında
olduğunu söylüyor ve büyük bir hata yapıyor. Bir politikanın hedef­
leri ile kullanılan araçlar aynı şey değildir. Dalgalı kur rejimi bir
araçtır, ama bu bizde bir hedef olarak algılanıyor. Sabit kur rejimine
182 • M A H İR K AY N A K

geçilmesini önermiyorum, ama bu düzen içinde ekonomik politika­


ların kökten değişmesi gerektiğini düşünüyorum.
Mesleğe başladığım günden beri kısmi analiz yapmadım. Dok­
toram genel denge analizi üzerinedir ve o günden beri tüm ekono­
mik olayları kapsayıcı bir modelle açıklamaya çalışırım. Zaman için­
de bu metoda önemli saydığım bir faktörü ekledim ve siyasi geliş­
meleri belirleyici bir etken olarak modele dahil ettim.
Girişimcilerin bireysel çabası daha fazla kar elde etmek olabilir
ve bunun ne yadırganacak tarafı vardır ne de başkalarına zarar ve­
rir. Ancak bir bütün olarak düşünüldüğünde ekonomik güç odakla­
n çıkarlarının dünya pazarlarını kontrol etmekten geçtiğini bilirler.
Bu kontrol sadece ekonomik araçlarla sağlanamaz. Siyasi ve ekono­
mik güç birlikte ve birbirlerini destekleyecek biçimde hareket eder­
ler ve bunların farklı olduğu da söylenemez.
Türkiye doğrudan kar sağlamak açısından önemli bir ülke değil­
dir. Bir Uzak Doğu ülkesiyle kıyaslandığında Türkiye'den sağlanacak
k�.r vestiyer parası düzeyindedir. Ancak Türkiye siyasi egemenlik
sağlamak açısından kilit konumundadır ve buranın kontrolü vazge­
çilmez önemdedir. Bu nedenle ülkemizle dış dünya arasındaki ilişki­
leri hiçbir zaman salt ekonomik büyüklüklerle değerlendirmem.
Türkiye'ye yönelen sıcak paranın sırf ekonomik motiflerle hare­
ket ettiğini hiç düşünmedim. Bu paranın yöneldiği alanlara ve izle­
diği stratejiye bakarak neyi amaçladıklarını kesti.rrneye çalıştım.
Vardığım sonuç şu oldu: Türkiye'ye yöneliş bireysel değildir ve sırf
kar amacı gütmemektedir. Birinci aşamada finans kesimi ve petrol
gibi belirleyici sektörlerde kontrol sağlanacaktı. Özelleştirmeye olan
ilginin temelinde devletin ekonomideki etkinliğini yok ederek siyasi
gücünü kırmak yatıyordu.. . Mesela hiçbir ekonomik araca hükme­
demeyen bir ordu darbe yapamazdı. Darbe silahla yapılır, ama
ayakta durabilmesi için ekonomiyi kontrol edebilmesi gerekir. Dün-
183 • D E V R İ Y E

yanın en güçlü ordusuna ABD sahiptir, ama ülkeyi bir gün bile ida­
re edemez. Buradan özelleştirmeye karşı olduğum sonucunu çıkar­
mayın. Sadece bir durum tespiti yapıyorum.
Yaşanan ve yaşanacak krizlerin önemli bir sonucu göz ardı edil­
di. Bu süreçte bazı firmalar tasfiye edildi bazıları ayakta kaldı. Bu
tasfiye başarısızların elenmesinden mi ibaretti; yoksa herkes birbiri­
ne benzemekle beraber bazıları siyasi açıdan uygun görülmediği
için mi tasfiyeye uğramıştı? Önümüzdeki süreçte yeni bir tasfiye ya­
şayacak mıydık?
Yanılmayı çok isterim, ama tasfiye sırasının son zamanlarda
önemli kazanımlar elde etmiş olan iktidara yakın kesimlerin geldiği­
ni sanıyorum.
llginç bir sonuçla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.
Devletin ekonomik gücünü sınırlandırılarak bürokrasiyi etkisizleş­
tirmek ve bunu gücünü artıracağını zanneden kesimlerin desteği ile
gerçekleştirmek, daha sonra da kullanılanları devre dışına çıkararak .
tek egemen konumuna gelmek.
İslamcı holdingler hatalarının bedelini ödedi ve yok oldular.
Hortumcu dediklerimiz öylesine becerikli idilerdi ki bir avuç olma­
larına rağmen ekonomiyi batırabildiler. Önümüzdeki dönemde
kimlerin günah keçisi olacağını biliyor musunuz?
Her zaman olduğu gibi yeni ve beyaz bir sayfa açılacak, bu se­
fer Türkiye'ye gerçekten sermaye akacak ve ülke ekonomisini bu işi
bilenler yönetecek. Hızlı vatanseverlerin küçük bir bölümü arpalık­
lara giderken diğerleri tartışmalarını sürdürecek, ama seslerini kim­
se duyrnayacak.
Dama bildiği için satranç oynamaya kalkanlar yenilirler ve sırt-­
larına yaptıkları ve yapmadıkları her şeyin günahı yüklenir.
Ekonomik politikanızı ve geminin tayfalarını değiştirin. Yarın
çok geç olacak.
1 84 • M A H İ R K A YNA K

Mesajların Anlamı
Gazetelerde küçük bir yer bulabilen bir haberi belki de gereğin­
den fazla önemsedim. Rusya lideri Putin Irak'ta öldürülen diplomat­
ların katillerinin bulunup cezalandırılmasını emretti. Bu sıradan bir
öç alma ve cezalandırmadan mı ibaretti; yoksa daha kapsamlı bir
tavrın işareti miydi? Bu tavırdan iki farklı anlam çıkarılabilir: Birinci­
si ABD'nin savaştığı direnişçilerin Rusya'nın da hasmı olduğunu ve
bu direnişin destekçisi olmadığını ifade etmek istemiş olabilir, ikin­
cisi çıkarlarını korumak için sınır ve kural tanımayacağını söylemek­
tedir. Bu iki mesaj birbiri ile çelişmez ve ABD'nin bu mesaja cevap
vermemesi de Rusya'nın tavrının anlayışla karşılandığını gösterir.
Bu durumda hem ABD'yi hem de Rusya'yı karşısına almaktan
çekinmeyen güç kimdir sorusuna cevep bulmak gerekir. Ülkesinde­
ki terör eylemlerine, arka bahçesindeki Gürcistan, Ukrayna ve Kır­
gızistan gibi çok önemli ülkelerdeki rekli devrimler karşısında so­
ğukkanlı davranan ve ABD yönetimiyle çatışmaktan kaçınan Rus­
ya'nın bu olay karşısındaki sert tavrı nasıl açıklanabilir?
Bu sorular cevaplandırılmadan dünyada çatışan tarafları tanım­
lamak mümkün değildir. Rus ve Amerikan yönetimlerini karşısına
alan, Sünni olmaları nedeniyle İran'la bağdaştırılamayan, herhangi
bir Avrupa ülkesiyle ilişkisine dair bir bilginin bulunmadığı ancak
Suudilerin ve Suriye'nin desteğinden söz edilen bu direnişin ulusla­
rarası boyutu bunlardan mı ibarettir?
Rusya'nın enerji oyununda büyük taraf olmak için uyguladığı
ve Türkiye'nin bir geçiş koridoru olması planlanan girişimiyle son
günlerde adından sıkça söz edilen Büyük Karadeniz Projesi arasın­
daki ilişki nedir? Karşı taraf Rusya'nın dünyaya açılan kanallarını
kontrol etmek mi istemektedir? Eğer böyleyse karşı taraf kimdir?
Renkli devrimlerin bu güzergah üzerinde bulunması sadece bir te­
sadüf müdür?
185 • D E V R İ Y E

Son günlerde gerçekleşen G . Soros'un Türkiye ziyareti ve he­


men arkasından dünyanın çok büyük şirketlerinin yöneticilerinin
Türkiye'de bulunmasının ve iktidarı destekleyen mesajlar vermesi­
nin bu büyük tabloyla bir ilişkisi var mıdır?
Bütünü doğru algılamadan parçalar hakkında karar vermek
yanlış kararlara ve büyük yenilgilere sebep olabilir. Soğuk Savaş dö­
neminde kararlı bir denge söz konusuydu ve iki tarafın birbiriyle sı­
cak bir çatışmaya girmeleri çok zayıf bir olasılıktı. Çatışma ayrıntı­
larla sınırlı kalıyor, var olan dengeyi değiştirecek davranışlar iki ta­
rafın ortak hareketiyle bertaraf ediliyordu. Günümüzde ise tarafların
uzlaştığı bir denge durumu yoktur ve bu yüzden risk daha büyük­
tür. Ancak ben, sadece gözlemlerime dayanarak, ABD ve Rus yöne­
timlerinin büyük bir çatışmayı engellemek konusunda uzlaştıklarını
ve mücadelelerinin ortak bir hasma yönelik olduğunu düşünüyo­
rum. Bu hasım, bana göre, küresel sermayedir.
Şu anda çatışmanın merkezi Türkiye'nin çevresinde yoğunlaşı­
yor, ülkemiz savaşın kaderini belirleyecek bir meydan muharebesi­
nin yapılacağı alana dönüşüyor. Türkiye'yi kim ele geçirise ya da ki­
min tarafını seçersek o taraf büyük bir üstünlük sağlayacak ve finali
beklemeden şampiyonluğunu ilan edecek.
Türkiye'de bu oyunun farkında olan ve bu oyuna katılanların
olduğu anlaşılıyor.
Cumhurbaşkanı Sayın Sezer'in klasik dış politika söylemlerimiz
olan Kıbrıs ve PKK'yı bir yana bırakıp Rusya'nın bölgesel ve küresel
bir aktör olduğunu söylemesi bunun işareti olarak gözüküyor.
Kimin cumhurbaşkanı olacağı, siyasal ittifakların gerçekleşip
gerçekleşemeyeceği, gerçekleşirse hareketin liderinin kim olacağı bu
çerçeve içinde belirlenecektir. AKP, başından beri, bu oyunun tara­
fıdır ya da taraflardan birinin desteğine sahiptir. Karşısındakilerin
hepsi plajda kumdan şatolar yapmakla meşguller ve sahneyi terk et-
186 • MAHİR KAYNAK

meleri mukadderdir. İktidara gelip onun imkanlarından yaralanma­


yı siyaset sananlar hayal kırıklığına uğrayacaktır; çünkü iktidar yo­
luyla zenginleşmeye ancak çatışmanın olmadığı zamanlarda göz yu­
mulur. Dünyanın geleceği belirlenirken kişiler fillerin ayağı altında­
ki karıncalardır.

Yan Etkiler
Ekonomideki. dalgalanmaların etkin bir müdahaleyle duruldu­
ğu ve dengenin yeniden sağlandığı söyleniyor. Geçici bir rahatsızlık
sonucu ekonominin yükselen ateşi düşürülmüş ve hastalık· bile sa­
yılmayacak bir olumsuzluk son ermiştir, deniyor.
Uygulanan tedavi daha önce denenen ve başlangıçta olumlu so­
nuçlar verdiği söylenen bir metot. Yani döviz kurlarındaki yükseliş
bir yandan piyasaya döviz sürerek diğer yandan faiz hadlerini artıra­
rak durdurulmuş ve hastalığın tedavi edildiği söylenmiştir. 200 1
krizine götüren yolda da başlangıçta aynı metot uygulanmış, kur
baskı altına alınırken faiz hadlerindeki artışın önü açılmıştır. Şüphe­
siz iki dönem birbiriyle tam bir benzerlik taşımamaktadır. Özellikle
ekonomik büyüklükler arasında ciddi farklar vardır ve önceki kriz­
de çok daha küçük miktarlar söz konusudur. Ancak nitelikleri ara­
sında büyük benzerlikler vardır ve tedavi metotları da aynıdır.
O zaman da tedavinin yanlış olduğunu ve tam tersi bir yolun
izlenmesi, yani döviz fiyatlarının önünün açık tutulması, ama faiz
artışlarının engellenmesi gerektiğini söylüyordum. Bugün de aynı
şeyi tekrarlıyorum. Böyle durumlarda faiz hadlerindeki artışın yan
etkileri çok büyüktür ve ekonominin tümünü kapsayacak olumsuz­
luklar yaratır. Reel faiz hadlerindeki yükseliş ülke dışına aktarılan
kaynaklan büyütür. Bütçedeki faiz harcamalarını artırır. Ekonomi­
deki daralma iki yönlü olarak vergi gelirlerini azaltır. Bir yandan da­
ralan üretim nedeniyle diğer yandan maliyetlerdeki artış yüzünden
1 87 • DEVR İ YE

vergi matrahlarında önemli bir düşüş görülür. Bundan sonra bütçe


disiplinini sağlamak imkansız hale gelir.
Kurlardaki artışın ihracatı beklendiği ölçüde artırması mümkün
olmaz. Maliyetler ithal girdilerindeki fiyat artışı, faiz masraflarındaki
yükseliş nedeniyle artar ve beklenen teşvik sınırlı kalır. Bu yüzden
şu anda görülen durulma geçicidir ve yeni bir olumsuz dalganın ku­
luçka dönemi sayılmalıdır.
Asıl önemli olan ekonomik dengenin akımlar arasında oluşma­
sının sağlanmasıdır. Yani bir baraja gelen su miktarıyla çıkan arasın­
da bir dengenin olmasıdır. Eğer suyu azalmakta olan bir baraja
komşu bir barajdan su akıtırsanız dengeyi sağlamış olmazsınız. Böy­
le bir tedbir ancak suyu azalan barajı besleyen bölgeye önümüzdeki
dönemde yağmur yağacağını umuyorsanız ve umudunuz gerçekle­
şirse bir anlam ifade edebilir. Ancak genel görünüm kurak bir mev­
sime girdiğimiz biçimindedir ve gelişmekte olan pazarlara yönelen
sıcak paranın, tüm dünyada görülen faiz artışları nedeniyle, azalaca­
ğı anlaşılmaktadır. Böyle bir durumda yapılacak şey barajdan akan
su miktarını azaltmak yani ithalatın önünü kesmek olabilir.
Eğer önerdiğim yol izlenirse yani dövizin önü açılır, faiz düşü­
rülürse bunun enflasyonist bir baskı yaratacağını ve eski günlere dö­
neceğimizi biliyorum. Böyle bir durumda fiyat artışlarının belli mal
gruplarında daha fazla hissedilmesi, zaruri ihtiyaç maddelerinde sı­
nırlı tutulması mümkündür ve ilk akla gelen katlı kur uygulaması­
dır. Yani Merkez Bankası sadece temel girdi ithalatı için döviz satar,
diğer ithalatın piyasadan finanse edilmesi yolunu açar. Böylece piya­
saya satacağı dövizleri bu amaçla kullanır, yurt dışına çıkan dövizle­
rin ucuz alınmasını engeller, düşük geli-rlileri ve ekonominin geneli­
ni kollarken zaruri olmayan ithalatı piyasa kurallarına havale eder.
Önerdiğim yolun kullanılmayacağını biliyorum. Geleceğini dı­
şardan gelecek sıcak paraya bağlayan bir ekonomi politikası içinde
1 88 • M A H İ R K A Y N A K

bu yol akla bile getirilmez. İzlenen yol yüksek faiz, düşük kar had­
lerini öngörmektedir. Benim önerdiğim yol tam tersini ifade etmek­
te ve üretim sektöründe üstü açık bir kar imkanını vermekte, ama
faiz hadlerinin dünya ortalaması civarında tutulması anlamına gel­
mektedir.
Dünya şartları izin vermese bile bu yolun, üstü kapalı bir bi­
çimde uygulanmasının, en azından düşünce sistemimizi etkilemesi­
nin mümkün olduğunu düşünüyorum.

Özet
Ekonomi hakkında bir özet yapıp bir süre bu konuya ara ver­
meyi düşünüyorum. Türkiye'de meleğin dişi mi erkek mi olduğunu
tartışmak serbesttir, ama Hıristiyanlığı tartışamazsınız. Yani model
içinde kalmak şartıyla istediğinizi söyleyebilirsiniz, ama uygulanan
model bir tabudur ve onun dışına çıkmak ideolojik bir sapma ola­
rak algılanır.
Türkiye'nin uyguladığı ekonomik model bir tercihin ürünü de­
ğil bir mecburiyettir. Hangi görüşü temsil ederse etsin herkes aynı
çerçeve içinde kalmak zorundadır, farklar ayrıntıdadır. Yenecek
olan yoğurttur, ama her yiğidin yeme biçimi farklı olabilir.
Ekonomideki oyun alanımız uluslararası sermaye piyasasıdır, a­
ma ülkemizin bu alandaki payı küsurat bile sayılmayacak düzeyde­
dir. Böyle bir durumda hiçbir biçimde etkili olamayacağımız bir
alanda, edilgen bir konumu kabul ederek hareket etmek zorunda­
yız. Ayrıca, bir çoğunun zannettiği gibi, yabancı fonların ülkemize
geliş amacı kar sağlamak değildir. Çünkü ülkemizden sağlanan kar­
lar, genel bilanço içinde, ihmal edilebilir düzeydedir. Bu fonları kul­
lananların, sağlanan kar açısından, Türkiye kalemine baktıklarım
bile sanmıyorum. Trilyonlarca dolara yön veren bu piyasada birkaç
milyar dolar sadece bir küsurattır.
1 89 • DE V R İ Y E

Oysa Türkiye, başka bir açıdan, bilançonun en önemli kalemle­


rinden birini oluşturur. O da siyasi konumu ve dünya dengelerinde
oynayacağı roldür ve oyun bu ikilinin, yani siyasetle ekonominin,
birbirini etkilemesi üzerine kurulmuştur. Türkiye siyasetteki yerini
ekonomik çıkar sağlamak için kullanmak istemekte, karşı taraf da
stratejisini ekonomik gücünü kullanarak ülke siyasetini etkilemek
olarak belirlemektedir.
Bugüne kadar oyun karşı tarafın üstünlüğünde sürmüştür. Tür­
kiye, ekonomisini güçlendirememiş, ama diğer oyuncunun önemli
köprü başlarım ele geçirmesini engelleyememiştir. Bunun en önemli
nedeni ekonomiyi bir işletme yönetimi gibi algılayıp, siyasetle bir
arada değerlendirmemekten kaynaklanmaktadır.
Bazılarının bu bakış açısını öküz altında buzağı aramak ya da
komploculuk olarak nitelemesi göze alınarak şöyle bir senaryo yazı­
labilir: Bu büyük fonları yönetenler siyasi gücü elinde tutanlardan
tamamen bağımsız değildir ve onların Türkiye hesaplarım birlikte
yapma isteklerine olumsuz cevap vermezler. Çünkü, son tahlilde,
tüm ekonomik çıkarlar siyasi üstünlüğün şemsiyesi ve himayesi al­
tında gerçekleşir. Bir de ülkemizden elde edilecek karların önemsiz
1

düzeyde olması buna eklenince tüm ekonomik işlemler siyasi bir


vesayet altında gerçekleşir.
Şöyle bir soru anlamsız sayılabilir mP Borsadaki menkul kıy­
metlerin üçte ikisi yabacıların elindedir. Başlangıçta büyük kayıpla­
ra uğrayan yerli yatırımcılar bu alana girmemektedir. Borsa yabancı­
ların kendi aralarında ve az sayıdaki yerli büyük sermayenin katılı­
mıyla iş yapmaktadır. Küçük tasarrufların ekonomiye katkı yapması
söz konusu değildir. Acaba bu kurum sadece bazı transferleri ger­
çekleştirmek için mi kullanılmaktadır? indeks zirveye çıktığında
alım yapan ve zarar eden yabancı bilgisizliğinin bedelini mi öde­
mekte, yoksa bu hisseleri elinde tutan bildik birine destek mi ol-
190 • MAHiR KAY N AK

maktadır? Kısa sürede katlanarak artan ve aynı hızla düşen bir bor­
sanın işlevi ona atfedilen midir, yoksa başka bir şey midir? Bir ku­
rum kendisinden beklenen görevi yapmıyor, ama işlevini sürdürü­
yorsa ne işe yaradığı merak edilmez mi?
Kısacası ben Türkiye'deki ekonomik olayların salt ekonomi
mantığıyla açıklanamayacağını, siyasi amaçların daha etkili ve belir­
leyici olduğunu gözlemliyorum. Havanda su dövmek yerine çoğun­
luğun ilgilendiği alana dönmeyi ve ekonomiyi her televizyon kanalı­
nın köşesindeki borsa ve döviz haberlerine bakarak değerlendiren­
lere bırakıyorum. Ama o rakamların hiçbir anlamının olmadığını da
söylemeden geçemeyeceğim.

Rice ile Görüştüm


Dışişleri bakanımızın ABD'ye gideceğini duyunca uçağa atladım
ve Gül'den önce Beyaz Saray'ın kapısını çaldım. Çat kapı geldiğim
için Rice'dan özür diledim, anlayışla karşıladı. Gül'e benzemediğimi
fark etmiş olmalı ki tereddütle bakıyordu. Bıyığımı kestiğim için bi­
raz değişmiş olduğumu söyleyerek geçiştirdim.
Rice , Orta Doğu'da barış ve demokrasiyi güçlendirmek için
çalıştıklarını ve İran'm nükleer çalışmalarının, ülkenin siyasi ya­
pısının ciddi bir sorun olduğunu anlattı. Kendisiyle hemfikir ol­
duğumu ve demokrasiye Suudi Arabistan'dan başlamanın sembo­
lik değerinin büyük olacağını söyledim. Bana katılmıyordu. Çün­
kü bu ülkede güçlü bir ordu yoktu ve demokrasiyi getirecek bir
asker bulunamıyordu.
Söz sırası bana gelince ABD'nin bölgede nasıl bir yapılanma is­
tediğini, Türkiye'nin rolü ve gelecekteki konumu hakkında ne dü­
şündüklerini sordum. Şaşırdığını fark ettim. Benden PKK ve Kıbrıs
konusunda taleplerde bulunacağımı beklediği belliydi. Konuyu
kendisi açtı ve PKK'nın bir terör örgütü olduğunu kabul ettiklerini
191 • D E V R İ Y E

ve onu tasfiye etmek için uygun bir zaman kolladıklarını anlattı.


Ben etrafı düşman olduklarını söyleyen güçlerle çevrilmiş bu gru­
bun ne yiyip içtiklerini, hangi kanallardan lojistik destek sağladıkla­
rını merak edip araştırdığımızı ve böyle bir kanalın olamayacağınt
çünkü çevrede onları destekleyen hiç kimsenin olmadığını, bu ne­
denle ancak UFO'lardan yardım görmüş olabileceklerini düşündü­
ğümüzü ve bu konuda yapacakları yardımı memnuniyetle karşılaya­
cağımızı söyledim.
Neyi ima ettiğimi anlamıştı ve karşı saldırıya geçti. Ülkemiz­
deki daha küçük bir grubun, etrafında onu destekleyen hiç kimse
yokken nasıl yaşadıklarını ve lojistik desteği nasıl sağladıklarını
arasam daha iyi olacağını ve kendisine sorduğum sorunun ceva­
bını da alacağımı söyledi. Böyle bir soruya hazırlıklıydım ve ceva­
bı yapıştırdım.
"PKK olmasa herkes bölgede ne olup bittiğini merak eder. Şim­
di her sorunun cevabı var. Kısaca PKK diyoruz ve tartışmay1 bi-tiri­
yoruz. Ayrıca aykırı bir söz eden olursa onu PKK destekçisi ilan edi­
yoruz. Şehit cenazeleri bütün soruların cevabı oluyor. Biz kısa çö­
zümleri severiz. Halka uzun uzun siyaset anlatmanın gereksiz oldu-­
ğunu siz benden daha iyi bilirsiniz. Sizin El-Kaide'niz varsa bizim
de PKK'mız var." dedim.
Bu konuşmanın sonucunda terörle mücadele konusunda ortak
bir tavır içinde olduğumuzu ve dünyayı bu beladan ortak çabaları­
mızla kurtaracağımızı anlamış olduk ve ortak vizyon belgesinin ilk
maddesi belirlendi.
Ben konuyu ülkemize yönelik ekonomi politikasından rahatsız
olduğumuzu, ekonomik açıdan güçlü bir Türkiye'nin ortak çıkarla­
rımıza daha fazla hizmet edeceğini, oysa ülkemize gelen sermayenin
kontrol amacı taşıdığını söyledim. Benimle aynı fikirde değildi. Gü­
cün tek olduğunu ve egemenliğin paylaşılamayacağını düşünüyor-
192 • M A H İ R K AY N A K

du. Kaderlerini başka kimselerin kararlarına bırakmak niyetinde de­


ğillerdi.
Amerikalılar'ın Türkiye'de yatırım yapmalarına karşı olmadığı­
mızı söylemem üzerine "Türklerle uğraşmakla, Türkleşmiş Ameri­
kalılarla uğraşmak arasında ne fark var." dedi ve böylece ekonomi
konusunu bitirmiş olduk.
Ben Kıbrıs konusunu gündeme getirmemekte direniyordum.
Sonunda dayanamadı ve bu milli dayamızda bizi desteklediklerini,
Kıbns'a uygulanan izolasyonu kaldıİmak istediklerini, ancak bunun
zaman alacağını söyledi.
Ben AB ile bütünleştiğimiz zaman zaten bu davanın hiçbir ge­
rekçesi kalmayacağını, tüm AB topraklarının aynı statüde olacağını,
bu yüzden Güney'le Kuzey'i birleştirecek adımlara sıcak bakacağı­
mızı söyledim. Hem şaşırdı hem de kızdı ve bana "Bunu siz bile ya­
pamazsınız. Bu milli bir davanızdır." dedi. Kuzey'i desteklemeye de­
vam edeceklerdi ve gerekirse güvenliğini sağlamak için üsler kura­
caklardı. Benden şüphelenmeye başlamıştı ve gerçeği anlayıp kapı
dışarı ettiler. Dışişleri bakanlığının zor olduğunu anladım. Rolünü
bile beceremiyordum.

Kanlı Sınırlar
ABD Ordu dergisinde çıkan bir makale ülkemizde yankı uyan­
dırdı ve tedirginlik yarattı. Yazının öngördüğü yeni yapılanmayı tar­
tışmanın fazla bir anlamı yok. Eğer bu görüş gerçekleştirilmek iste­
nirse, öngörülenlerden biraz farklı bir sınır çizilmesi, bizim açımız­
dan, durumu değiştirmez. Olayı ayrıntılar düzeyinde değil, bakış
açısıyla değerlendirmek gerekir.
Bölgedeki istikrarsızlığın nedeninin Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonra İngiltere'nin çizdiği sınırlar olduğu doğrudur. Ancak değişen
şartlar eski dengenin korunamayacağını ve yeni bir yapılanmanın
1 93 • D E V R İ Y E

gerektiğini ortaya koymuştur. Buradan şu sonuçları çıkarıyoruz. Hiç


kimse bir yapıyı kendi gayretiyle kurduğu iddiasında bulunamaz.
Günün şartlarının belirleyici etkisi vardır ve bireysel iradelerin kat­
kısı sınırlıdır. !kinci sonuç Türkiye'nin bölgedeki statükonun sav7J­
nucusu gibi davranması, her değişikliğe olumsuz bakması gereksiz
ve anlamsızdır. Yeni şartlar yeni düzenlemeleri gerekli kılar.
Ancak emekli Albay R. Peters'in bölge için öngördüğü yapılan­
ma ABD'nin çıkarına değildir Eğer bölge küçük ülkeler halinde ya­
pılandırılırsa ABD'nin bölgeyi daha kolay kontrol edebileceği iddiası
geçersizdir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan iki kutuplu olarak oluşturulan denge,
kısa sayılabilecek bir sürede, tartışılmaya başlanmış, önce Avru­
pa'nın güçlü devletleri yeni bir güç odağı oluşturmak istemiş, daha
sonra da küresel sermaye yeni bir aktör olarak sahnedeki yerini al­
mıştır. İkili dengeler her zaman bir istikrarsızlık unsurudur ve taraf­
lardan her biri bu dengeyi kendi lehine çevirmek ister. Dengeyi bir
tahterevalliye benzetirsek iki gücün arasında bir istinat noktasına
ihtiyaç vardır. Bu istinat noktası oynak olmalıdır ve taraflardan biri­
nin ağır basmaya başlaması haline, yerini biraz değiştirerek, denge­
nin sürmesini sağlamalıdır.
Albay Peters"\n öngördüğü modelde bu istinat noktasının Avru­
pa olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Yani AB dengenin bir tarafı
olmayacak, ama dengenin sürmesinde istinat noktası görevini üstle­
necektir. Dengenin tarafları, eskiden olduğu gibi ABD ve Rusya ola­
rak düşünülmüştür. Yeni yapılanma böyle olunca Orta Doğu ülke­
lerinin parçalanması doğaldır ve bölgede herhangi bir güç odağının ·
oluşmasına izin verilmez.
Benim öngördüğüm denge modeli farklıdır ve bunu duygusal
nedenlerle önermiyorum. Bana göre istinat noktası Türkiye etrafın­
da oluşacak bir güç olmalıdır ve böyle bir denge daha istikrarlı olur.
1 94 • M A H İ R K A Y N A K

Eğer Avrupa dengenin dengeleyicisi konumunda olursa, önce AB­


D'nin ağır basması sonucu doğar, ikinci aşamada kendisi bir denge
gücü olma iddiasını ileri sürer.
Türkiye etrafında oluşacak bir güç uzun süreli bir dengeye im­
kan verir ve taraflardan herhangi birinin üstünlüğü bu gücün tercihi
olmaz.
Ancak ülkemiz bu role hiçbir biçimde hazır değildir. Ne buna
uygun bir ideolojisi vardır ne de ekonomik gücü ve anlayışı böyle
bir role izin vermektedir. ideolojisi İslamcılık ve Türkçülük ya da
statükonun savunulması gibi sınırlayıcı yam ağır basan unsurlara
dayanmaktadır. Korunma içgüdüsü rol oynama motifini sürekli ola­
rak baskı altında tutmaktadır. Seçkinleri ve yönetenleri, burjuvazisi,
topluma yön verenler, kişisel çıkarlarını aşan herhangi bir konuya
ilgi duymamaktadır.
Her yerin vatan ya da din kurtarıcılarıyla dolu olduğu bir or­
tamda sözlerimin çok anlamsız sayılacağını biliyorum. Ama daha iyi
bildiğim bir şey bir ülkenin geleceğinin, sevmek, uğruna ölmek ya
da inancı uğruna kendini feda etmekle belirlenemeyeceğidir. Şartlar
uygun olmasaydı "ört ki ölem" der ve kaderime razı olurdum. Zen­
gin ya da fakir, mutlu ya da mutsuz, hepimiz öleceğiz. Dünya için
yapılacak bir şeyin belki bir anlamı vardır, ama kendin için yapaca­
ğın her şey toprağa karışacaktır.

Güçlünün Zayıf Yanı


Gazetenin patronu çok sevdiği, güne yazılarını okuyarak başla­
dığı yazarın, genel yayın yönetmeni tarafından işten atıldığını du­
yunca kızmakla üzülmek arasında bocaladı. Genel yayın yönetme­
nine bunu hiç beklemediğini söyledi, ama o, gazetenin yayın politi­
kasını ve tirajını düşünerek bunu yapmak zorunda kaldığı cevabını
verdi. Patronluğunun sınırlarını bir kere daha hissetti. Herkesin bir
1 95 • D E V R İ Y E

hükümdar kadar güçlü sandığı patron, önüne konulanı kabul et­


-mek zorundaydı. Yanlış bir davranışı tüm varlığını tehlikeye sokabi.­
lirdi ve olan biteni sineye çekti. Tüm yapıda onun adı vardı, ama
yetkileri görünmez bir güç tarafından paylaşılıyordu. Üstelik kendi
payı da belirleyici değildi.
Yukarıdaki olay gerçek değildir ve herhangi somut bir durumu
yansıtmamaktadır. Genel bir tabloyu anlatmak için bir senaryo ola­
rak düşünülmüştür.
Benzer bir durum her yerde görülebilir. Özellikle siyasi parti­
lerde mutlak egemen olduğu sanılan liderler, çoğu zaman, bir sem­
bol niteliğindedir ve kendisinden bekleneni yaptığı sürece ayakta
kalmasına izin verilir, ama kendisini gerçek bir patron zannettiği
gün önüne veremeyeceği bir sürü hesap çıkarılır. Bu nedenle uzak­
laştırması halinde daha güçlü hale geleceği birçok insana katlanmak
zorunda kalır ya da istediği, birlikteliğinden büyük fayda sağlayaca­
ğını düşündüğü kimselerle bir araya gelemez. Önüne bir liste konu­
lur ve burada kimlerin dışlanacağı yazılıdır.
Hiçbir olay yazdığım ölçüde net değildir. Çoğu zaman sadece
hissedilen bu çerçeve, yazıda ancak bu şekilde ifade edilebileceği
için, keskin çizgilerle yansıtılmaktadır. Gerçekte her şey daha nazik,
sisler arkasında görülebilen bir şekilde cereyan eder.
Benzer durumları herhangi bir işletmede de görebilirsiniz. İşlet­
meye kredi veren, teknolojik destek sağlayan kişi ve kurumlar oraya
bir siyasi komiser benzeri birini yerleştirirler ve onun vesayetini ka­
bul etmeyenler bu imkanlardan yararlanamazlar. Yani veren dışarı­
da alan içeride değildir, ikisi iç içedir.
Birçok özel eğitim kurumunun tek patronu gibi gözüken kişile­
rin gerçekte bu işi yapacak kaynaklarının olmadığını herkes bilir, a­
ma onu ön planda tutan gerçek yöneticilerin kim olduğu merak
edilmez.
1 96 • M A H İ R K A Y N A K

Durum ne bir tiyatro gibidir ve ön plandakiler sadece birer ak­


tördür, ne de bu kişiler sandığımız gibi tüm gücü ellerinde tutan,
seyrettiğimiz hayatı yaşayan insanlardır. Tüm yaşamlar, yediğimiz
sebze ve meyveler gibi, melezleşmiştir.
Soyut ve mutlak bağımsızlığın mümkün olmadığını şüphesiz
biliyorum; ama anlattığım yapı şartlara göre kendisi karar veren in­
sanları değil vesayet altında hareket edenleri anlatıyor ve bu durum
giderek tüm kişi ve kurumlar için geçerli hale geliyor.
Her insanın hayatında hatırlamak bile istemediği olaylar vardır.
Eğer birisi bunların çetelesini tutuyor ve istediği zaman bir şantaj
unsuru olarak kullanıyorsa ve kitleleri yönlendiriyorsa bir gün en
büyük, en dürüst saydığınızı yarın yerin dibine batırabiliyorsa sizi o
kontrol ediyor demektir. Bu nedenle insanların ne olduğunu, geç­
mişte ne yaptığıyla değil ne yapacağıyla değerlendirdiğimizi söyle­
memiz gerekir. Vesayet altında olduğunu anladığımız kişi ve ku­
rumlan kötülemek yerine onları bu durumdan çıkaracak tedbirler
almalıyız. Üniversiteye kaynak sağlayarak, firmalara kredi ve tekno­
loji vererek kendi kararlarını oluşturacak duruma getirmeliyiz.
Bunun ilk şartı "biz" diyebileceğimiz bir aktörün olmasıdır ve
bu yoktur. "Biz" olmanın ilk şartı da zenginlik ya da silahı olmak
değildir. Önce düşünce vardır ve onu gerçekleştirecek araçlar daha
sonra bulunur. Düşünce olmadan onu ne ile gerçekleştireceğinizi
zaten bilemezsiniz ya da silah,nız var; ama düşünceniz yoksa onu
düşünenler kullanır, siz de basit bir araç olmaktan başka bir şey ya­
pamazsınız.

Black Hawk
Irak'ta ulaşımda güvenliği sağlamak için bir örgüt kurulduğu,
ABD menşeli bu kuruluşta Türk emekli subay, istihbaratçı ve sivil
yöneticilerin de görev alacağı açıklandı. Temelde her türlü güvenli-
1 97 • D E V R İ Y E

ğin sağlanması devletin görevi iken giderek bu hizmetin özel kuru­


luşlar eliyle yapılmaya başlandığını görüyoruz. Sayıları polis gücünü
aşan bir güvenlik kadrosu şu anda ülkemizde görev yapıyor ve gide­
rek faaliyet alanları genişliyor. Büyük kuruluşlardan apartmanlara
kadar inen bir yelpazede hizmet veriyorlar.
Yeni kuruluş bu hizmeti bir başka boyuta taşıyor. Artık görev
yerleri belirlenmiyor bir kademe ileri gidilerek görev tanımı yapüı­
yor, ama yer belirlenmiyor . Yeni kuruluşun Irak'ın her yerinde gö­
rev yapabileceği anlaşılıyor. Ulaşım her yerde ise güvenliğin sağla­
nacağı alan da tüm coğrafya oluyor.
Belirli alanların saldırılara karşı korunması istihbarat ihtiyacı
doğurmazken bu yeni görev saldırıları önceden haber almayı gerekli
kılıyor ya da böyle olması gerektiği düşünülüyor. Bu nedenle örgüt
istihbaratçılara da kapılarını açıyor. Eski MlT müsteşarının göreve
davet edilmesi, onun kabul edip etmemesinden bağımsız olarak, en
üst düzeyde istihbarat yapılacağım gösteriyor.
Ulaşım güvenliğinin Irak hükümeti tarafından ve bu devletin
çatısı altında kurulacak benzer bir örgütle sağlanmayıp özel bir gü­
cün oluşturulması incelenmeye değer. Bu, şartların gerektirdiği özel
bir yapılanma ve buna uygun geçici yapılanma mı; yoksa yeni ve
bundan sonra devamlı olarak uygulanacak bir model mi sorusunun
cevaplandırılması gerekir.
Ben bu yapının yeni bir anlayışın ürünü olduğunu ve benzer
yapılanmaların giderek birçok ülkede faaliyet göstereceğini, Irak'tan
sonra ülkemizde de deneneceğini ya da bu yönde telkinler olacağını
düşünüyorum.
Yeni örgütün Soğuk Savaş döneminde Özel Kuvvetler olarak
adlandırılan ve düşman işgali halinde karşı koyma görevini üstlenen
yapılanmanın yerini alacağını, günümüzde genel olarak terör adıyla
anılan faaliyetlere karşı bu yeni birliklerin kullanılacağını düşünü-
1 98 • M A H İ R K A Y N A K

yorum. Teröre karşı koymada istihbarat yapan ve müdahale eden


güçlerin farklı olması, silahlı mücadelenin bu amaç için yetiştirilme­
miş askerler tarafından yapılması sorunlar yaratıyordu. Bu nedenle
karşı koymanın da teröristlerin uyguladığı yapılanma biçimiyle ya­
pılması düşünülmüş olmalıdır. lstihbaratı yapan ve silahlı mücade­
leyi yürüten güç aynı çatı altında toplanmaktadır.
Bu yapının devlet içinde oluşturulmaması iki şekilde yorumla­
nabilir: Birincisi Irak'ta henüz ülkeyi kontrol edebilecek bir siyasi
irade oluşmamıştır. Bu nedenle geçici bir süre güvenliğin bir bölü­
mü ABD'nin yönetimindeki bu güce bırakılacaktır. Böyle bir yorum
yetersiz kalır. ABD bunu işgal kuvvetlerinin kontrolünde oluştura­
cağı özel bir birlikle yapabilirdi. Eğer Türkiye, Irak müdahalesine
katılsaydı belki de böyle bir yol denenecekti. Ancak ortak harekatın
ancak böyle bir yolla sağlanacağı düşünülmüş olabilir. Yani ABD, en
azından Kuzey Irak'ın kontrolünde Türkiye'nin rol almasını iste­
mektedir.
lkinci bir ihtimal yeni yapılanmanın sadece Irak'ın kontrolüyle
sınırlı kalmayacağı, giderek tüm bölgede benzer bir görevi üstlen­
mesinin planlanmış olmasıdır. Bu durumda kuruluşun faaliyetleri­
nin sadece konvoy güvenliğiyle sınırlı kalmayacağı, pasif bir korun­
manın yanında aktif olarak gelişmelere yön vereceği beklenir. lrak'­
ta ya da bölgedeki herhangi bir ülkedeki iç çatışmalarda taraflardan
birini destekleyebilir ya da olayların gelişmesine yön verebilir.
Örgütte görev alan yurttaşlarımızın ülkemiz aleyhinde bir faali­
yette bulunması beklenemez. Ancak bir faaliyetin ulusal politikasına
uyup uymadığım da görev alan kişiler bilmeyebilir ve iyi niyetle
yaptıkları operasyonlar ciddi zararlara yol açabilir. Ülkemizdeki
tüm darbeler iyi niyetin ürünüdür, ama hepsi ülkemizin zararınadır
ve başkalarının hesaplarının bir sonucudur. Bu nedenle örgütün fa­
aliyetleri siyasi açıdan dikkatle izlenmelidir.
] 99 • D E V R İ Y E

Yeni Kavramlar
Günümüzde hedefi ve tarafları iyi bilinmeyen bir mücadele ya­
şanıyor ve bu süreç içinde yeni kavramlarla karşılaşıyoruz. Bir asker
savaşta ölür, yaralanır ya da esir düşer. Şimdi kaçırılan asker kavra­
mı dilimize girmeye başladı. Gerçekte herhangi bir nedenle savaş
dışında kalan asker sorumluluk taşımaz. Ona kötü muamele yapıla­
maz ve bir pazarlıkta bedel olarak sunulamaz. Filistinliler ve onu
destekleyenler asker kaçırdıklarını açıkça ifade ediyor ve fidye isti­
yorlar. Aynca intihar bombacıları sivil kişilere yönelik eylemleri
meşru bir mücadele biçimi olarak görüyor.
İsrail tarafı bu kural dışı davranışlara benzer biçimde karşılık
veriyor ve sivil halkın kayıplarını olağan karşılayan bir tavır sergili­
yor. Her iki taraf da mücadelede hiçbir sınır ve kural tanımadığını
açıkça ilan ediyor. Eğer çatışma bu ikisi arasında cereyan etseydi ve
üçüncü bir taraf olmasaydı bir iç mesele olarak görülebilirdi, ama
olayın bu kadar basit olmadığını görmek gerekiyor.
Filistin tarafının İsrail askerlerini, bir askerin kabul edilebilir
akıbeti dışında bir muameleye maruz bırakması İsrail'in eylemlerine
gerekçe hazırlıyor ve ilk bakışta acaba bu bir İsrail oyunu mu soru­
sunu akla getiriyor. Karşı taraftan birilerini ayarlayıp bir kaçırma se­
naryosu hazırlamış ve bunu kendi operasyonlarına gerekçe olarak
kullanmış olabilir mi diyoruz. Geçmişte tüm İsrail operasyonlarında
benzer provokasyonları eylemlerinin gerekçesi olarak kullandığını
hatırlayarak böyle bir sonuca varmak mümkün. Ama bu sefer geliş­
melerin farklı bir boyuta taşınacağını ve her iki tarafı da kullanan
bir başka gücün olduğu da söylenebilir.
Orta Doğu'da yaygın bir çatışmanın tohumları atılıyor ve bu ça­
tışmanın hiçbir kural tanımadan yapılmasının alt yapısı hazırlam­
yor. Yani savaş sadece askerler arasında olmayacak ve taraflar has­
mına zarar vereceğini düşündüğü her eylemi yapacak. Aynca taraf-
200 • M A H İ R K A Y N A K

ların kim olduğu da belli değil Herkes hasmını tanımlamakta öz­


gür. Araplar kendilerini Filistinliler'in safında görür ve Israil'i koru­
duğunu düşündükleri ABD'yi hasım ilan ederse şaşırır mısınız 7 Hat­
ta tüm Batı alemini hasım sayarsa ve onların çıkarlarına karşı eyle­
me geçerlerse yadırganacak bir yan olur mu? Israil sivil halkı karşı­
sına alarak çatışmayı ordular ya da askerler veya benzerleri arasında
olmaktan çıkarıp halklar arasında bir savaşa dönüştürerek büyük
bir kaosun hazırlayıcısı konumuna gelmiyor mu7
İslam alemi kendisine yönelik tecrit operasyonunun başarıyla yü­
rütüldüğünün ve dünyada yalnız kaldığının farkında değil. ABD ve
Avrupa'da terörle özdeş hale geldikten sonra, son olarak Hindistan'da
yapılan eylemle, çok geniş bir kesimi düşman haline getirdiler ya da
böyle bir oyunun kurbanı oldular. Duygusal ya da stratejik nedenle
yanlarında olacak kimse kalmadı. İsrail benzer bir tavır sergileyerek
arkasında güçlü bir kamuoyu oluşmasını engelledi. Şimdi arenada dö­
vüşen gladyatörler gibi birbirini boğazlayacak ve tüm dünya sadece
seyredecek. Kazanan taraf ise gladyatör olmaktan öteye gidemeyecek.
1 973 Arap-İsrail Savaşı'nı ABD'nin bir ekonomik operasyonu
olarak değerlendirdim, ama çevrenin alaycı bakışlarından başka bir
tepki almadım. Şimdi de başlayan sürecin dünya ölçeğinde ekono­
mik sonuçlar yaratacak hesaplı bir proje olduğunu düşünüyorum.
Rusya, Arap tarafında, ABD, İsrail'in yanında görünecek, ama kaza­
nan onların ortak projesi olacak. Gladyatörler dövüşecek, imparator
halkını memnun etmiş olacak ve gücü artacak. Ayrıca tüm seyircile­
rin parmakları yenilen tarafı öldür anlamına gelecek biçimde aşağı­
ya doğru dönmeye hazır.

Sudan Sebepler
Bir İsrail askerinin kaçırılmasıyla başlayan olaylar giderek tır­
manıyor ve tüm dünyayı etkileyecek boyutlara ulaşıyor. Barış ve is-
201 • D E V R İ Y E

tikrarın pamuk ipliğine bağlı olduğu, bir kişi yüzünden büyük bir
yangının çıkabileceği görülüyor.
Olaylara ya böyle bakarız ya da sebeplerin daha farklı ve önem­
li olduğunu, gördüklerimizin sadece birer bahane olarak kullanıldı­
ğını söyleriz. Filistinliler'in Türkiye'nin üç katı savunma bütçesi
olan İsrail ile, askeri açıdan boy ölçüşmeye kalkmasının akılcı olma­
dığını, sadece kendilerine verilen bir rolü oynadıklarım ve yangının
başlatacak bir kıvılcım olarak kullanıldıklarını söyleriz.
Tırmanan PKK terörünün, bir generalin istifa sına sebep olan
olayların bu gelişmeyle bir ilgisinin olmadığını, her birinin ken­
dine özgü nedenleri olduğunu düşünürüz. Ya da hepsini bir bü­
tünün parçaları sayar, bunları yan yana getirerek resmin tamamı­
m oluştururuz.
Genel olarak PKK terörünün durması ya da tırmanması, bir
gün kabuğuna çekilen örgütün başka bir gün herhangi bir sebebi
olmadan, saldırıya geçmesi bizi şaşırtmaz. "Teröristtir, ne yapsa
yeridir. " der, geçeriz. Gerçi her şeye bir kulp takılabilir ve eylem­
siz kalan militanların dağılmasını engellemek için yeniden saldı­
rıya geçtiklerini söyleyerek sorulacak soruları cevaplandırmış
oluruz.
Generalin özel yaşantısının mesleği açısından sakıncalı görül­
mesi mümkündür ve bunun alacağı sicillere yansıması, günü gel­
diğinde terfiinin engellenmesi, eğer bunun için zaman varsa
önemsiz bir görevde bekletilmesi mümkünken ve normal süreç
bu şekilde işlerken onu istifaya zorlamanın başka bir sebebi ol­
ması gerekir. Özel hayatının bir bahane olarak kullanılmış olması
daha akla yakındır.
Gelişmeleri birbirinden ayrık olarak düşünmek yerine bir bü­
tün olarak değerlendirirsek şöyle bir sonuca varabiliriz: Orta Do­
ğu'da kontrollü bir gerginlik yaşanmaktadır. Hamas ve İsrail bu ger-
202 • M AHİR KA Y N AK

ginliğin tarafları değil, araçlarıdır. Çatışmanın boyutları büyüyecek


ve muhtemelen Suriye ve İran'a sıçrayacaktır. Ortaya çıkacak enerji
sıkıntısı ABD ve Rusya'yı ön plana çıkaracak, hem Avrupa hem de
Uzak Doğu bu iki güce mahkum ve mecbur olduğunu anlayacak,
onların taleplerine boyun eğecektir.
Türkiye bu çatışmada rol oynamak zorunda kalabilir. Çatışma
alanı genişledikçe bölgede silahlı kuvvetlerimizin görev alması kaçı­
nılmaz olabilir. Bu nedenle harekat bölgesine yakın olan Güneydo­
ğu' da olağanüstü hal ilanı gerekebilir ya da bunu aşan bir kararla sı­
nır ötesi harekat düzenlenebilir. PKK terörü bunun gerekçesini ha­
zırlamak için birileri tarafından tahrik edilmiş olabilir.
Bir generalin sessiz sedasız tasfiyesi mümkünken aceleyle uzak­
la'?tırılmak istenmesi şartların gereği olarak görülmelidir. Şu anda
kişiler sadece başarı ve yetenekleri.yle değil dünya görüşleri, geliş­
meler karşısında takınacakları tavırla ve kişisel olarak değil birlikte
hareket edecekleri kimselerle beraber değerlendirilmektedir.
Benzer durumlarda ya yönetenler olayları önceden görüp gere­
ken tedbirleri uygun hikayelere bağlayarak alırlar ya da birilerinin
körüklediği olaylara tepki olarak yapılması gerekenleri gerçekleşti­
rirler. Yapılması gerekenler ek bir bedel ödenmeden, kişilerin özel
hayatına girilmeden ve kurumlar yıpratılmadan, gereksiz çatışma­
brda evladımızı kaybetmeden de gerçekleştirilebilir.
Bugün kurumlar içi çatışmaların nedeni basit bir mevki kapma
mücadelesi değil dir. Önümüzdeki günler ülkemizin geleceğinde
önemli etkiler yaratacaktır ve belki de bir dönüm noktası olacaktır.
Gelişmeleri sükunetle karşılamak, devleti gerekirse eleştirmek, ama
karşısında olmamak büyük önem taşımaktadır.
Devlet hata yapabilir ve kaybedebiliriz, ama devletsiz kazanma
şansımız sıfırdır. Tercihimizi sıfırdan yana yapmayacağımıza inanı­
yorum.
203 • D E V R İ Y E

Kimler Çatışıyor?
Genelde savaşlar yanlış bir davranışın, münferit bir olayın so­
nucu olarak algılanır. Birinci Dünya Savaşı bir Sırp gencinin bir ve­
liahdı öldürmesiyle başlamış; ama tüm dünyada haritalarının değiş­
mesi, imparatorlukların tasfiye edilmesi ve yepyeni bir dünyanın
kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Bugün de benzer bir senaryo karşısın­
dayız ve bir İsrail askerinin kaçırılması tüm Orta Doğu'yu kaplaya­
cak bir çatışmanın başlangıcı olmaktadır.
Tartışmalar kimin haklı kimin haksız olduğu üzerinedir ve
taraflardan biri iddialarının doğruluğuna kitleleri inandırırsa yap­
tıkları kabul görecektir. Bu bakış açısı tamamen yanlıştır ve her
savaş tesadüfen değil bilinçli bir hesabın sonucudur. Bugünkü
çatışmaların senaryosu önceden yazılmıştır. Sonuçları hakkında
öngörüler vardır.
Bir projenin beklendiği şekilde bitmesinin hiçbir garantisi
yoktur. Taraflardan biri kendi planına uygulamaya koyduktan
sonra karşısındaki tarafın hamlelerine cevap vermek durumunda­
dır ve yaptığı yanlış bir hesap, beklenmedik bir tavır başarısızlığı­
na neden olabilir.
Herkes savaş için bir neden arar ve kendisinin sorun olarak
gördüğü şeyi savaş sebebi sayar. En büyük yanılgı burada başlar. Si­
zin sorun olarak gördüğünüz şey karşınızdaki için hiçbir anlam ifa­
de etmeyebilir ve siz kendi yargılarınız ıçinde debelenirken karşı­
nızdaki hedeflerine ulaşır.
Eğer bugün tarafların İsrail ve Filistinliler olduğunu düşünüyor
ve olaylan onların iddialan çerçevesinde değerlendiriyorsanız ne ge­
lişmeleri izleyebilir ne de sonucu tahmin edebilirsiniz. Şüphesiz bu
çatışmadan İsrail'in beklediği şeyler vardır, ama sonucu onun bu
hesaplarıyla sınırlı tutmak görüş alanım daraltır. 1973 Arap-İsrail
savaşında İsrail'in kazançları olmuştur, ama dünya ekonomisindeki
204 • M A H İ R KAYNAK

ABD lehindeki değişmeler, Avnıpa'nm güç odağı olması iddialarının


geriletilmesi İsrail'in kazançlarıyla ölçülemeyecek kadar büyüktür
ve savaşın gerçek nedeni ABD'nin ulaşmak istediği bu hedeflerdir.
Ben bölge ülkelerinin, İsrail de dahil, herhangi bir savaşı başla­
tacak ya da sona erdirecek bir güce ve iradeye sahip olduğunu dü­
şünmüyorum. Bu nedenle hiçbir gelişmeyi onların davranışının so­
nucu olarak görmüyorum. İnsanlar, birey olarak, kendilerini başka
ülkelerin insanlarıyla aynı düzeyde görür ve bunda son derece hak­
lıdır. Bir sorun karşısında kendisini ne ölçüde yetkin sayıyorsa ülke­
sini de öyle görür. Haksızlığa isyan eder, sorun saydığı şeyi çözmeye
çalışır, intikam almak ister ve bütün bunların sonucu olarak kendi
ülkesini bir aktör olarak görür. Ülkesinin olaylara yön verebileceği­
ni zanneder. Oysa kendisi önemh olabilir, ama ülkesi bir hiçten öte
anlam taşımayabilir.
Bir insan için bunu kabullenmenin ne kadar zor olduğunu bili ­
yorum. Kendi başına değerli olmak, ama bulunduğu toplumun de­
ğersizliğinin yükünü taşımak zorunda kalmış, bu yüzden aşağılan­
mış, dayanılmaz acılara katlanmış veya ölmüş olabiliriz. Bu çelişki ­
nin çözümü yoktur.
Halk için doğru olan bu davranış biçimi yönetenlerde de varsa
ülke bir felakete hazır olmalıdır. Devletler insan değildir ve onun gi­
bi davranamazlar. Yönetenler bir hesap makinesi gibidir ya da öyle
olmalıdır. Duygulan boğazlarına kadar gelip orada bir düğüm ola­
rak kalmalıdır. Acılar karşısında ağlamalı, ama gözyaşları beyinlerini
ıslatmamalıdır.
Türkiye gelişmelere boyun eğecek ve hiçbir rol oynayamayacak
ülkeler safında değildir. Hatta geleceği etkileyebilecek vasıflara sa­
hiptir. Ekonomisini dünya ölçeğinde bir kriz ihtimalini hiç düşün­
meden belirlemiş olması ciddi bir engeldir . Yönetenler ülkeleri para
peşinde koşan tüccarlar olarak algılamış ve herhangi bir savaşı ön-
205 • D E V R İ Y E

görmemiştir. Oysa savaş asıl, barış istisnadır ve bölgemizin bir savaş


alanı olacağını 1 1 Eylül saldırılarının ardından öngörmek gerekirdi
Geleceğı göremeyen bir ülkenin büyük olma hakkı yoktur.

Sınır Ötesi
Türkiye'nin PKK'ya karşı olası sınır ötesi harekatı gündemin ilk
maddesini oluşturuyor, ama bu konudaki belirsizlikler henüz aşıl­
mış değil. Bizi ilgilendiren şey böyle bir harekata uluslararası tepki­
lerin ne olacağıyla sınırlı. Yani hedefimiz ve ne yapacağımız konu­
sunda bir tereddüt yok.
Güneydoğu'daki olaylar başladığı günden beri devletin bakışıy­
la benim analizim birbirinden tamamen farklıydı ve bu farklılık de­
vam ediyor. Sorunu açıklığa kavuşturmak için şu soruların cevap­
landırılması gerekir: PKK sınıfsal mı, yoksa etnik bir oluşum mu­
dur? Eğer etnik bir hareket ise potansiyel yandaşları tüm Kürtlerdir
ve belirli bir dönemde aralarındaki görüş ayrılıkları nedeniyle farklı
cephelerde bulunsalar bile bütünleşmelerini engelleyen kalıcı bir se­
bep yoktur ve şartlar değişince farklılıklar ortadan kalkar, aynı cep­
hede birleşirler. Bugün benzer bir tablo karşısındayız ve PKK ile
Güneydoğu ve Kuzey Irak'taki devlet yanlısı saydığımız kitleler ara­
sında bir sınır çizemiyoruz. Kuzey Irak'ta PKK'nın lojistik desteği­
nin Barzani yönetimi tarafından sağlandığı söyleniyor. Bu söylenti
doğru değilse bu desteğin kimin tarafından sağlandığı bilinemez ha­
le geliyor.
Güneydoğu'da yaşayanların ne olduğu, hangi politik çizgiyi
sürdürdükleri belirsiz. DTP'nin PKK'nın bir uzantısı olduğu doğ­
ruysa bizim her türlü imkanımızı kullanarak desteklediğimiz, içle­
rinden seçtiğimiz kişilere para ve silah vererek korucu yaptığımız
büyük bir kitle taraf mı değiştirdi? Daha açık bir ifadeyle PKK'nın
toplumsal tabanının ne olduğunu ve onu taraftarlarıyla karşıtların-
206 • M A H İ R KAYNAK

dan nasıl ayı.racağımızı bilmiyoruz. Herhangi bir kişi PKK'lı da ola­


bilir korucu da. Onu taraflardan birine yönelten sebep tamamen ki­
şisel ve psikolojik. Bu nedenle PKK yandaşı itirafçı olabilir veya ko­
rucu PKK ile işbirliği yapabilir. Son derece kaygan ve belirsiz bir or­
tamda yapılacak askeri bir harekatın ci.ddi bir risk olduğunu ve ne­
reden geldiği belli olmayan saldırılarb karşılaşmamızın ciddi kayıp­
lara neden olabileceğini görmek gerekir. Basit bir soruya vereceğiniz
cevap aydınlatıcı olabilir: Kuzey Irak'a yapacağımız bir harekata
Barzani güçlerinin tavrı ne olacaktır? Bizimle savaşacaklar mı, taraf­
sız mı kalacaklar, yoksa yanımızda mı yer alacaklar?
Birbirinden tamamen farklı hatta karşıt iki senaryo yazılabilir
ve bunun her ikisi de aynı derece de mümkün ve muhtemeldir. Kö­
tü senaryo şöyle olabilir: Kuzı:;y Irak'a yapılacak bir sınır ötesi hare­
ket Kürt karşıtı olarak algılanır ya da öyle gösterilir. Barzani güçleri
bizimle çatışır ve ülke içindeki destekçileri cephe gerisinde gerilla
metodlarıyla arkadan vururlar. Uluslararası planda bu bir soykırım
ya da haksız bir müdahale sayılır ve bölge uluslararası denetime bı­
rakılır. Suriye'de oluşturulacak bir yönetim bu bölgeyle kurulacak
bağlantıları sağlar.
İyi senaryoda ABD, Türkiye'nin bölgesel bir müttefik olmasını
vazgeçilmez görür ve bizim Kuzey lrak'ta var olmamızı kendi he­
saplarına uygun sayar ve bu durumda PKK'ya yönelik hareket ora­
daki varlığımız için bir gerekçe olarak sunulur.
Sonuç olarak dile getirdiğimiz müdahalenin siyasi boyutunun
askeri yanından çok daha önemli olduğunu, bölge için büyük güç­
lerin öngörülerinin gözardı edilmesinin ciddi sonuçlar yaratacağını
görmek gerekir. Eğer olayı son günlerde yoğunlaşan ve tamamen
provokasyon amaçlı olan PKK saldırılarına bağlar ve tepkisel bir
davranış sergilersek ağır bedeller ödenebilir.
Bugüne kadar bizden saydığımız kişilerin başkalarına yar olabi-
207 • D E V R İ Y E

leceğini hesaplamadık. Sadece sözlere bakarak davrandığımız ve


maddi olguları lehimize çevirecek biz politika izlemediğimiz için
bölgeyi belirsiz ve kaygan hale getirdik.
Söz ve tavra güvenilmez. Eğer birilerini belli bir davranışa mec­
bur hale getirmemişseniz bir gün kaçar, gider. Kızı kendi haline bı­
rakma, ya davulcuya kaçar ya zurnacıya.

Amacı Ne?
İsrail'in ne yapmak istediğini Lübnan'daki operasyonlarına baka­
rak anlayabileceğimizi sanıyorum. Bir askerin kaçırılmasıyla başlayan
çatışmalar bu olayla açıklanamayacak hedeflere doğru yayılıyor. Lüb­
nan'ın alt yapısına yönelik saldırılar gelecekle ilgili ipuçları veriyor.
İsrail, Güney Lübnan'da güvenli bir kuşak oluşturma çabasında. Bu
kuşak Hizbullah tehdidini etkisiz kılmakla sınırlı görünmüyor.
Lübnan'da estirilen şiddetin bir yandan toplumun diğer kesim­
lerinin Hizbullah'ı bir sorun kaynağı olarak görmesi ve ona karşı ta­
vır almasına sebep olacağım düşünüyor diğer yandan güvenli bir
bölge oluşturmayı ve eğer çatışma Suriye'ye de sıçrarsa, İsrail'in ku­
zeyini karadan yapılacak saldırılara karşı menzil dışına taşımayı
amaçlıyor. Suriye'nin çatışmanın bir tarafı olması durumunda, hava
hakimiyeti İsrail tarafında olacağı için, karadan yapılacak saldırıları
etkisizleşti.rmeyi planlıyor.
Orta Doğu'daki Şii varlığı sadece İsrail için bir sorun değil. Böl­
genin petrol zengini yönetimleri lran'ın etkisini bir tehdit olarak gö­
rüyor ve muhtemelen İsrail'in tavrım, açıkça olmasa bile, memnuni­
yetle karşılıyor. Arap Yarımadası'nın petrol zengini doğu yakası, Şi­
iler'in etkin olması yanında, egemen güçlere yönelik olumsuz tavrın
kolayca zemin bulabileceği yerler olarak gözüküyor.
ABD için iki seçenek söz konusu: İrnn'la anlaşarak ve Şiiliği
kullanarak bölgeyi kontrol etmek; mümkün ama riskli bir alternatif.
208 • M A H İ R KAYN AK

Çok güçlü bir İran'm ABD ile birlikte hareket edeceğinin hiçbir ga­
rantisi yok. İkinci seçenek İran'ı olabildiğince sınırlamak ve müm­
künse parçalamak. Petrol fakiri Türkiye'yi de bölgede kontrol edile­
bilir bir müttefik haline getirmek. Şimdiki projenin bu olduğunu
düşünüyorum.
Bu nedenle kimin haklı kimin saldırgan olduğunu tartışmak
yerine nasıl bir yapı oluşturulmak istendiğini sorgulamak daha an­
lamlı olacaktır. Benim vardığım sonuçlar beğenilmeyebilir ve ama­
cın başka olduğu söylenebilir, ama trajik savaş sahnelerinin görün­
tüleriyle yetinmenin hiçbir yaran yok.
ABD'nin PKK'ya yönelik politikasının ne olduğu da terörle mü­
cadele çerçevesinde tartışılamaz. Yıllardır ABD'yi bu konuda çifte
standart uygulamakla itham ettik, ama ne bir sonuç alabildik ne de
ne yapılmak istendiğini tartıştık. Liderini bize teslim edip örgüte
karşı kayıtsız kalmasının ne anlama geldiğini sorgulamadık. Her­
hangi bir tavrın iyi mi kötü olduğunu tartıştık ve herkesi itham et­
tik, ama olan bitenin sonuçlarıyla ilgilenmediğimiz için Kuzey Irak'­
ta bir Kürt oluşumuyla karşılaştık ve onun ülkemizin Güneydoğu­
sunu etkilemesini seyretmek zorunda kaldık. Biz terörle ilgileniyor­
duk ve bundan etkileniyorduk onlar da terör yaptılar. Ama arka
plandaki somut yapılanmalara, siyasi projelere bakmadık bile. Terör
yoksa mesele yok dedik.
ABD'nin politikasının PKK ile çatışmak yerine onu kontrol et­
mek ve oluşturduğu Kürt yapısının içinde eritmek olduğunu anla­
madık. Desteksiz bıraktığı PKK'yı yok etmek yerine kullanmanın
daha akıllıca olduğunu düşünüyor ve onu, oluşturduğu Kürt yapı­
lanmasıyla bütünleştiriyordu. Sansasyona meraklı basınımız PKK'ya
mal edilen eylemdeki korucu parmağını görmedi bile. Toplumu
yönlendirecek bir eylem gerektiğinde birisi yapıyordu, ama kim ol­
duğunun önemi yoktu. Biz PKK deyip geçiyorduk.
209 • D E V R İ Y E

Bu konularda vardığım sonuçların doğruluğunu tartışmak el­


bette mümkündür ve gerekl_j.d ir. Anc:ık bölgemizde ve ülkemizde
rol oynayan güçlerin politikasını anlamak yerine gördüğümüz
olumsuzluklara küfretmekle yetinmenin ne faydası olduğunu anla­
mıyorum. Başkalarının ne kadar kötü, ahlaksız, çifte standartlı ol­
duğunu biliyoruz, ama ne yapmak istediklerini, ne sorguluyoruz ne
de biliyoruz. Siyasi değerlendirmeler yaparken herhangi bir sıfat
kullanmanın yasaklanmasından yanayım ve savunduğum en önemli
yasak da budur. Bir şeyin iyi, kötü, faydalı, dostça ve düşmanca gibi
sıfatlarla tanımlanmasına kesinlikle karşıyım. Bana ne olduğunu an­
latın yeter.

Haritalar
Son günlerde basma yansıyan bazı haritalar tedirginlik yaratı­
yor. Bir yandan toprak bütünlüğümüzü kimsenin bozamayacağını
söylerken diğer yandan acaba sınırlarımızı daraltacak bir eylemle
karşılaşır mıyız, endişesini taşıyoruz. Gerçekte haritalar her zaman
değişmiştir ve bundan sonra da değişecektir; ama biz bu değişiklile-­
rin aleyhimize olacağını düşünürüz ve aksini hayal bile etmeyiz.
Haritalar değişince önce kabulleniriz sonra alışırız daha sonra
da bunların en büyük savunucusu oluruz. Bölgemizdeki ülkeler bi­
zim için olması gereken biçimdedir ve statükonun değişmesine asla
sıcak bakmayız. Herkesin toprak bütünlüğünden yana olduğumuzu
söylerken gerçekte bize yönelecek bir bölme eyleminin korkusunu
yaşarız. Herkes tarih okur ve sınırların sürekli değiştiğini bilir, ama
bundan sonra hiçbir şeyin değişmemesi gerektiğini savunur. Bunun
boş bir temenni olduğunu, zamanı gelince yepyeni bir yapıyla karşı­
laşacağımız gerçeğini kabule yanaşmaz. ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın
haritalar değişecek sözünü olağanüstü bir haber olarak algılar.
Değişikliğin nasıl olacağını basında çıkan haritalara bakarak
210 • M A H İ R K AY N A K

kestirmeye çalışırız. Bize göre birileri böyle bir şeye karar verirse ya­
par. Yeni harita bizi küçültüyorsa endişeleniriz. Büyütmesi ise aklı­
mızın ucundan bile geçmez. Kendimizi hep ameliyat masasındaki
bir hasta gibi görür ve doktorun kolumuzu mu, yoksa bacağımızı
mı keseceğini anlamaya çalışırız. Bir cerrah ya da onun yardımcısı
rolünü kendimize yakıştırmayız.
Dünyadaki gelişmeleri, sorunları izlemek ve bir değerlendirme
yaparak geleceği tahmin etmek gibi bir alışkanlığımız yoktur. Bölge­
mizde büyük bir çatışmanın olacağına daır her türlü belirti varken
ve bunun sonucunda yeni bir harita ortaya çıkacağı belliyken biz te­
levizyonların köşesindeki döviz ve borsa rakamlarına bakarak eko­
nomiye yön veririz ve büyük çatışmaya ebedi bir barışın olacağı bir
dünyaya göre hazırlanırız. Allı pullu binamızın, temelleriyle ilgiien­
mediğimiz için, en küçük bir sarsıntıda yıkılabileceğini ve üstteki
güzelliklerin hepsinin toprağa karışacağını düşünmeyiz.
Bize göre siyasetin ülkeyi güçlü kılmak, dünyadaki gelişmelere
hazırlıklı olmak gibi bir hedefi yoktur. Sağcı, solcu, dindar, laik,
milliyetçi gibi saflara ayrılıp insanların manevi dünyasında huzur
içinde olması sağlamaya çalışır, bir de ceplerine üç beş kuruş fazla
para koyarsak devlet olmanın gereklerini yerine getirmiş oluruz.
Haritalar değiştirilmek istenirse nasıl davranacağımızı Kurtlar Vadi­
si'nden ve Çılgın Türkler'den aldığımız ilhamla hallederiz. Dünya­
nın en iyi gömlek ve havlularını yapar, bunları satar, aldığımız si­
lahlarla kendimizi savunuruz.
Bana göre haritaların değişmesinde hiçbir sakınca yoktur ve
Türkiye bu konuda çaresiz değildir. Sadece bu duruma uygun bir
tavır sergilememektedir. Dünyadaki ülkeleri risk sıralamasına tabi
tutsak biz en az riskli ülkelerden biri oluruz. Böyle bir ülke başkala­
rının çizdiği haritalara bakarak geleceğini görmek yerine kendisi bir
harita çizmelidir. Barzani'nin kendine göre bir harita çizip televiz-
211 • D E V R İ Y E

yonlarda yayınlatması bizi endişelendiriyor, ama biz bir harita çizip


kimsenin uykusunu kaçıramıyoruz.
Sorunumuz güçsüzlüğümüz değil olaylan doğru analiz edeme­
mek ve gerekeni yapmamaktır. Yıllarca PKK'nın ülkeyi böleceği söy­
lendi ve ona karşıt olduğunu sandığımız gruplara destek verildi, a­
ma televizyonlarda Barzani'nin haritalanlndığını söyleyenleri baskı
altına aldığınız için üzülmüyor musunuz?
Güneydoğu'daki son terör olaylarının haritayı çizenlerle bir iliş­
kisi olacağı hiç akılınıza gelmiyor mu? Askerlerimiz kendilerine yö­
nelen her saldırının gerçek olmadığını, yanıltmak için esas bölgeden
çok farklı bir yerde gösteri taarruzu yapıldığım bilirler_ Gerçeği ile
yanıltıcıyı ayırabilir musunuz?

Kını Kazanacak?
Bir çatışmanın etkisi farklı koşullarda açıklanması güç değişik­
likler gösterir. Bosna'da yüzbinlerle ifade edilen ölü sayısı ve gözle­
nen vahşet Lübnan'dakini önemsememizi gerektirebilir. Bosna'da
her gün yaşanan trajedinin Lübnan'daki küçük bir benzeri tüm
dünyayı ayağa kaldırdı. Oysa öncekiler ne kadar az ilgi çekmişti.
Amacım lsrail'in yaptığı insanlık dramını küçültmek değil, ama
duygularımızın bile bize ait olmadığına, acılarımızın şiddetini, mut­
luluğumuzun yoğunluğunu başkalarının belirlediğine ve bizim gibi
sıradan insanların her şeyimizle belirlenen konumda olduğumuza
işaret etmek istiyorum.
Biz olayları duygularımızla algılarken başkalarının derin hesap­
lar içinde olduğunu çoğunlukla göz ardı ederiz. Olayların arkasında
sürüklenen konumda olmamak için bir yol buldum. Beynimi arala­
rından su bile sızmayan i�i bölmeye ayırdım ve birine duygularımı
diğerine aklımı koydum. Biriyle gözyaşı dökerken diğeriyle duygu­
larından tamamen arınmış olarak olayları izlemeye çalıştım.
212 ° M A H İ R K A Y N A K

Birçok gazetede yer bile bulamayan bir haber ilgimi çekti.


Venezüella Devlet Başkanı Chavez , İran'ı ziyaret e diyordu ve
Cumhurbaşkanı Ahmedinecad tarafından yüksek devlet nişanıyla
ödüllendiriliyordu. İran ne savaşa müdahale ne de askeri destek
sağlamak gibi bir tmmn içinde değildi ve başka bir yol izliyordu.
Savaş Orta Doğu'ya yayılırsa ABD'nin alternatif tedarik alanlarını
kesmeyi planlıyor olabilirdi. Acaba bundan sonra, Orta Doğu dı­
şındaki petrol alanlarında sorunlar çıkar mı diye düşünmeye baş­
ladım.
AB'nin etkisiz tavrı zaten beklediğim bir şeydi. AB'nin bir güç
odağı olamadığını söylüyor ve dünyayı yeniden belirleyecek olan bu
çatışmada seyirçi kalacaklarını tahmin ediyordum. Zaten ülkemizde
de AB'nin her şey olduğuna inananların sesi çıkmıyordu ve onlar da
AB ülkeleri gibi İsrail'i kınamakla yetiniyordu.
Savaşın bir tarafını herkes biliyordu ve bunun ABD olduğun­
dan kimsenin şüphesi yoktu. Bazıları İsrail'in ABD'nin de üstünde
bir güç olduğunu düşünse bile sonuç değişmiyordu. ABD ve İsra­
il'in önceliği bir protokol sorunundan ibaretti. Karşı tarafın kim ol­
duğu ise sadece rivayetlere dayanıyordu. Olayları Arap-İsrail çatış­
ması olarak gören de vardı, her şeyin dinlerarası rekabetten doğdu­
ğuna inananlar da. Seçkin sayılanlar daha sofistike kavramlar kulla­
nıyor ve gelişmeleri emperyalizmin dünyaya egemen olma sevdası­
na bağlıyordu.
Karşı tarafı belirlemek zordu. Birçok kişi kutsal kitaplara baka­
rak hem tarafları hem de çatışmanın sonucunun ne olacağını söyle­
yebiliyordu. En çok rağbet gören tez de Evangelist-Yahudi ittifakı
ile İslam dünyasının çatıştığını söyleyendi.
Dünyanın tek süper gücü sayılan ABD, önce El-Kaide ile savaşı­
yor daha 'sonra da, İsrail'in kuyruğuna takılıp Hizbullah'ı tasfiyeye
uğraşıyordu. Asıl amacı lran'ı sınırlamak olabilirdi.
213 • D E V R İ Y E

Benim modelim bunlardan farklı. Bana göre taraflar ABD ve


Rusya'dır, ama bunlar birbirinin hasmı değil diyalektik karşıtıdır.
Yani biri olmazsa diğeri olmaz ve ikisi olmadan bir denge kurula­
maz. Bu nedenle ABD dünyada hızla yükselen ABD karşıtlığım do­
ğal karşılıyor ve bunun belirleyici olmayacağına inanıyor. Rusya o­
nun yok olmasını kabul edemez, o da Rusya'yı bir yana bırakıp baş­
ka bir gücün, terazinin diğer kefesine oturmasına razı olamaz. Bu i­
ki gücün dünyaya egemen olmak istemelerinin bir anlamı da so­
rumluluk alacak düzeyde ve güçte başka birinin olmamasına inan­
malarıdır.
Benim modelime göre kazanacak olanlar ABD ve Rusya, kaybe­
decekler Avrupa ve Uzak Doğu'nun yükselen güçleridir. Diğerleri
bu oyunun figüranlarıdır ve buna İsrail de dahildir. Türkiye oyunu
anlar ve kuralına göre oynarsa masaya dahil olur. Başrol oyunculu­
ğu ikincilikte başarılı olmakla mümkündür, ama figüranların başa
güreşmeleri pek görülmez. Siz hala bir Kürt devletinin kurulup ku­
rulmayacağını mı tartışıyorsunuz? Kimsenin böyle bir sorunu yok,
ama ülkemize biçilen rol buna yol açabilir.

Sitem
Değer verdiğim bir dostum "Kim Kazanacak?" başlıklı yazım
nedeniyle sitem etti. Küçücük çocukların can verdiği bir çatışmada,
bu insanlık trajedisini bir yana bırakıp, savaşın galibini aramamın
yakışıksız olduğunu söyledi. Teşhisimin yanlışlığının veya doğrulu­
ğunun hiçbir önemi yoktu ve itirazı bu noktada değildi. Böylesine
bir acının yaşandığı bir ortamda hala siyasi analizler yapmamı bana
yakıştıramıyordu.
Belki de tavrımı bir yakınının cenazesine katılıp orada günlük
olaylan konuşanlara benzetmişti. Bunları tartışmanın, en azından,
zamanı değildi.
214 • M A H İ R K A Y N A K

Bütün gününü tarlada çalışarak geçiren bir insanın ellerinin


nasırlaşrnası gibi benim de yüreğim nasır mı bağlamıştı? Hayatım
boyunca dünyadaki çatışmaları ü:lediğim, hepsinde masumların
acı çektiğini gördüğüm için olanları kanıksıyor muydum? Gence­
cik insanların kiminin sağcı, kiminin solcu olup can verdiği, ama
çatışmanın gerçek taraflarının, hatta tek olan tarafının söylenen­
lerle hiçbir bağının olmadığını gördüğüm, ama sonuçlarına hep
birlikte katlandığımız için, süreci görmezden gelip sonuçla mı il­
gileniyordum:> Arkadaşım haklıydı ve duygusuzluğumu, bir dost
olarak bağışlamıyordu.
Ben de kendimi haklı görüyordum. Olanları sadece duygusal
olarak değerlendirir, çatışmanın taraflarını ve hedeflerini bilmezsek
sürekli ağlamak zorunda kalacağımızı düşünüyordum.
Bir başka anlaşamadığımız konu, onun olayların nedenini dini
açıdan yorumlamasıydı. Ben bu trajedinin içinde hiçbir dini yan ol­
madığı kanısındaydım. Bana göre din siyasete yön vermiyor, tam
tersine, siy�set dini kendi amaçlarına uygun hale getiriyordu. Aslın­
da bu durum sadece inançlar için geçerli değildi.
Tüm inanç ve ideolojiler siyasetin emrindeydi ve onun bir aracı
olarak kullanılıyordu. Dünyayı yönetenlerin elinde bir maymuncuk
vardı, inanç ve ideoloji kilidini bununla açıyordu. Siz bu kilitle ken­
dinizi ve ülkenizi koruyacağınızı zannederken o evinizin içinde cirit
atıyordu.
Milliyetçilerin ülkeleri aleyhine davranmasını, dindarların
inançlarının gösterdiği yolun tersine hareket etmesini sağlamayı ba­
şarıyorlardı.
Parolaları belliydi: "İnan, neye inanırsan inan. Ben onu kendi
hedeflerime uygun hale getiririm, ama asla düşünme!"
Sözlerimden inanç ve ideolojilere karşı olduğum sonucu çı­
karılmar�alıdır, aıra bunu akılla desteklemedikçe kaybetmek ka-
215 • D E V R İ Y E

çınılmazdır. "Bana uzayda bir istinat noktası bulun, dünyayı ye­


rinden oynatayım." diyen bilge kişi gibi onlar da inançları, insan­
ları istedikleri gibi yönlendirecekleri bir istinat noktası olarak alı­
yorlardı.
Bir açıdan bakıldığında bölgedeki iktidar sahiplerinin İsrail'e
karşı olması gerekirdi, ama ben onların bu savaşı desteklediklerini,
çünkü Şii etkinliğinin kendi iktidarlarım tehdit edeceğini düşün­
düklerini sanıyordum.
Halkımızın olayları sadece insani açıdan değerlendirmesi ve
seyrettiği vahşet karşısında samimi tepki göstermesi henüz ülkemizi
yönetenlerin çıkarlarının nerede olduğuna karar verememiş olma­
sından kaynaklanıyor olabilir miydi?
Önümüzdeki dönemde, çocukların uğradığı vahşeti unutup,
kendimize bir taraf seçer miydik? Mesela bölgedeki petrol ülkeleri
gibi, içimizden lsrail'in başarmasını diler miydik, yoksa karşı tarafta
yer almak gibi dünyayı etkileyecek bir karar verebilir miydik7
Üniversitede ders verdiğim yıllarda öğrencilere "Paltonuzu
vestiyere bıraktınız. Ben sizden tüm kimlik ve inançlarınızı da dı­
şarıda bırakmanızı istiyorum. Analiz yaparken bunlar sizi yanıl­
tır. Olayları çıplak bir beyinle inceleyin. Karar verirken bunları
yeniden alırsınız. Paltonuzla birlikte bıraktıklarınızı almayı unut­
mayın" derdim.
Şimdi de aynı şeyi öneriyorum. Sadece düşünen bir beyinle
olayları inceleyelim, ama bir karar vereceğimiz zaman inançlarımızı,
çıkarlarımızı da sürece dahil edelim.
Ama bir konuda dikkatli olmak gerekir. Bizim dışımızdakilerin
sadece çıkarlarım düşündüğü, dünyaya egemen olmak ve onu istis-·
mar etmekten öte bir amaçlan olmadığı biçimindeki yargımız doğru
mudur?
216 • M A H İ R K A Y N A K

Mesut Yılmaz
Yazılarımda genellikle kişilerden söz etmem ve sadece politi­
kaları tartışırım. Yazımın başlığının bir isim olması onun siyasi
bir anlayışın simgesi olmasından kaynaklanıyor. Onun hakkında­
ki ilk beyanatım Özal'ın cumhurbaşkanı olup olmayacağının tar­
tışıldığı günlere rastlar. Özal'ın cumhurbaşkanı olmayacağını,
olursa yerini Mesut Yılmaz'ın alacağını, ama dünya görüşlerinin
çok farklı olduğunu ve Yılmaz'ın ANAP'ı Özal'ın çizgisinden fark­
lı olarak ABD ekseninden Avrupa çizgisine taşıyacağını söylemiş­
tim. Olacakları doğru tahmin edememiştim, ama sonuç bekledi­
ğim gibi oldu.
AB karşıtı değilim, ama onun siyasi bir güç ve dünya dengele­
rinde etkin bir aktör olacağını hiçbir zaman düşünmedim. AB'yi
oluşturanlar iki konuda hata yapıyordu. Ekonomilerinin güçlü ol­
duğunu sanıyor, ama ekonominin damarlarında dolaşan kan olan
enerjinin ABD ve Rusya'nın kontrolünde olduğunu göz ardı ediyor­
lardı. İkincisi dünyada barışın kural değil istisna olduğunu, askeri
gücün her zaman devreye girip var olan dengeleri alt üst edeceğini
hesaplamıyorlardı. Demokrasi ve insan haklarından başka söyleye­
cekleri bir söz yok gibi davranıyorlardı.
AB'nin geleceğini karartan çok daha önemli bir faktör vardı. ln­
giltere onun bir parçası değil onu kontrol eden bir güç olma iddi­
asındaydı. Herkes yeni bir dünya gücü olarak AB'ye bakarken ben,
İngiltere'nin küresel sermaye ile anlaşarak ve onun hareket üssü
olarak neler yaptığım izliyordum. Bana göre içinde İngiltere'nin ol­
duğu bir AB gerçekleşemezdi. Eğer yeni bir denge oluşacak ve Av­
rupa bunun içinde bir aktör olarak yer alacaksa, birliğin üç temeli
olmalıydı. Bunlar Almanya, Fransa ve Türkiye idi. Türkiye stratejik
ve askeri bir üs olarak yapılandırılmalıydı.
Bu tercihim değil böyle bir yapının nasıl kurulabileceği konu-
217 • D E V R İ Y E

sundaki düşüncelerimdi. Siyasi bir kişi olmadığım için herhangi bir


tercihim olamazdı.
Yılmaz'ı Yüce Divan'a kadar götüren enerji politikasını bir tele­
vizyon programında tartıştım ve bunun sadece ekonomik bir tercih
sayılamayacağını, enerji politikasının ülkenin konumunda belirleyi­
ci rol oynayacağını ve bu nedenle Rusya-Almanya eksenindeki ener­
ji politikalarına ABD'nin karşı çıkacağım, bu tercihin siyasi sonuçla­
rı olacağını söyledim. Yılmaz arabayı atların önüne koymuştu ve ön­
ce siyasi yapıyı oluşturup daha sonra bunu destekleyecek ekonomik
tedbirler alacak yerde işe enerjiden başlamıştı. Sonuç ilginçti. Bir za­
manlar dürüstlüğün simgesi olan Yılmaz, şimdi suiistimallerle anılır
olmuştu.
Yeniden siyasete girerken onun hakkında söylenenlerin yaptı­
ğım analizlerle hiç ilgisi yok. Bazıları onun cumhurbaşkanlığına göz
diktiğini söylerken diğerleri milletvekili olmayı yeterli göreceğini
düşünüyor. Zaten ülkemizde siyaset mevki sahibi olmak ve bunun
avantajlarını servete dönüştürmek olarak algılanıyor. Bize göre siya­
setin amacı "olmak"tır. Siyasetçi "yapmak" fiilini hiç duymamıştır.
Bir siyasetçinin idealleri, dünya ve ülkemiz için projeleri olamaz.
Aslında bu söz herkes için geçerlidir. Bizde parola "Ben şuyum,
ver."dir. Kimse "Ben, şunu yapıp, bunu alacağım." demez.
Siyasete yeniden başlarken fındık ve çayın konuşulmasını,
mağdur olmanın bir avantaj olarak kullanılmasını yadırgamadım.
Eğer birisi çıkıp geleceğe yönelik projelerinden söz etse, dünya den­
gelerini, AB'ye yönelik politikasının ne olduğunu anlatsa, ekonomi­
nin aynı zamanda siyasi bir tercih olduğunu ve bugün izlenen eko­
nomi politikasının geleceğimize etkilerinden bahsetse şaşırırdım.
Zaten bu konular, tam bir anlaşma içinde olduğu söylenen Mum­
cu'nun gündemini işgal etmiyordu.
Siyasetin yeniden sıcak bir gündeme taşınacağı günlere yakla-
218 • M AH İ R K A Y N A K

şıyoruz. llk gençlik yıllarımı yeniden yaşayacağımı ve ortaokul sı­


ralarındaki münazaraları andıran konuşmaları dinleyeceğimizi bi­
liyorum ve acaba bu ülkede hiç siyasetçi yetişmeyecek mi diye so­
ruyorum.

Bazen...
Arada sırada kullandığım bir sözü tekrar etmek istiyorum: "Ye­
nilmek güzeldir. " Her zaman doğru olmasa bile yenilginin kendine
özgü faydaları vardır. Yenilen arkasında kin ve intikam duyguları
bırakmaz. Galip geldiğini düşünen, ulaştığı yeri, kendi hedefiymiş
gibi algılar ve onu değiştirmeye çalışmaz. Aksine bu durumun savu­
nucusu haline gelir.
Genel kanı, ABD'nin Irak'ta hedeflerine ulaşamadığı ve arkasın­
da küçültücü bir yenilgi bırakarak çekileceği yönünde. Eğer hedefin
Irak'm var olan sınırları içinde demokratik bir ülke haline getirmek
olduğunu düşünüyorsanız bu yargınız doğrudur, ama eğer proje
başka ise ve asıl amaç bölünmüş bir Irak oluşturmaksa neden başa­
rısız olsun?
Eğer bir ülkeyi yönetenlerden hoşnut değilseniz onu değiştir­
meye çalışırsınız. Ama ülkenin, yöneten kim olursa olsun, sizin için
bir sorun olacağını düşünüyorsanız o zaman onu değiştirmekten
başka bir çareniz kalmaz.
Savaşın nihai amacının galip gelme olduğunu düşünenler bunu
algılayamaz. Sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı'nda ABD, görünüşte
hasmı olan İran'a, İrangate skandalı olarak adlandırılan süreç için-·
de , silah sağlamıştı ve bunun başkanın bilgisi dahilinde yapıldığı
anlaşılmıştı . ABD müttefikinin zafer kazanmasını istemiyordu.
Acaba savaşın tek amacının zafere ulaşmak olduğunu düşünür­
ken yanılıyor muyuz? Amaç yeni bir yapı oluşturmak ve buna ulaş­
mak için kazanmak kadar kaybetmek de gerekli olabilir mi?
219 • DEVR İ Y E

ABD Irak'ı terk ederken arkasında bir değil üç tane galip grup
olacak. Kürtler kendi devletlerini kuracak, şiilerle sünnilerin bir
arada yaşamaları mümkün olmayacak ve ayrışacaklar. ABD de, tari­
hin en büyük gücü unvanını taşımasına rağmen. bir avuç direnişçi­
nin iradesine boyun eğip çekilecek. Bir yanda eski Irak'ı oluşturan
insanlar sokaklarda gösteriler yapıp zaferi kutlarken ABD'nin siyaset
planlayıcıları da bir şampanya patlatacak ve sırada kim var diyecek.
ABD yönetimindeki iki isim bir bahse de girebilirler. Birisi yeni
dolar milyarderleri listesine şiilerin önderinin gireceğini söylerken
diğeri bunun bir Kürt olacağında ısrar edebilir. Bunlardan biri
önemli bir iş başarmanın tadını çıkarmaya kalkabilir, ama diğeri SS­
CB'nin dönüşüm sürecinde önemli rolü olduğu için onu küçümse­
yebilir, ama çaylakların cesaretini kırmamak gerektiğini düşünerek
sessiz kalabilir. Deneyimli olanı kutlama faslını bitirip yeni projeyi
tartışmaya başlar. Ona göre adına Suriye denen ülkenin de yeniden
şekillendirilmesi gereklidir. Yönetime Sünni bir grubu getirmekle
yetinmeli midir, yoksa onun da parçalanması ve bir yerlere eklen­
mesiyle yeni bir yapı mı oluşturulmalıdır, konusunda tartışma baş­
lar. Kıdemli siyasetçi, tarihte ilk defa iki ülke arasındaki sınırı bir
demiryolu hattı ile belirleyen İngilizlere hayranlık duymaktadır.
Herhalde cetveli almaya üşendikleri için hazır bir çizgiyi kullanmış
olmalıdır diye düşünür. Aklına bir muziplik gelir ve bir sınırı bir
evin yatak odasının ortasından geçirip karı kocayı ayırsam insanlar
bunu da kutsar ve bu sınırı korumak için can verirler mi diye düşü­
nür. Sonra bu fantezisinden vazgeçer ve telgraf direklerinin yeni sı-·
nır olması konusunda anlaşırlar. Direklerin her iki tarafındakiler de
sevinç içindedir, çünkü yeni devletlerini kurma başarısını göster­
mişlerdir.
Orta Doğu'da insani trajedilerin en üst boyutta yaşandığı bir
dönemde olayları hafife alıp sınır tartışmaları yaptığım için kendimi,
sizden önce ben kınıyorum. Söylemek istediğim şey insan olmanın
220 • M A H İ R KAYNAK

doğal refleksiyle hareket ederken, haksızlıklara isyan edip acıları


paylaşmaya çalışırken arka plandaki hesapları unutmanın yanlış
olacağıdır. Bir süre sonra bu acılara sebep olanların büyük bir yenil­
giyle uzaklaştığını görüp sevinebilirsiniz. Zalim saydıklarınızın ye­
nilgisi acılarınızı hafifletebilir. Şu sorunun cevabını vermelisiniz. Bu
sonuç kimin eseridir?

Bakış Açısı
Dünyanın herhangi bir yerinde bir terör eylemi gerçekleştirilir­
se hemen terör örgütlerinin isimlerı gündeme taşınır, bunların biri­
sinin esas aktör olduğu konusunda genel bir mutabakat oluşur. Şu
anda da lngiltere'de önlenen terör eyleminin El-Kaide'nin eseri ol­
duğu bu analizlerin ortak kanısı haline geliyor.
Bu bakış açısına göre sistem dışı davranan, motifleri çoğunlukla
intikam ya da Batı aleyhtarlığı olan terör örgütleriyle dünyanın say­
gın devletleri karşı karşıyadır ve savaş bunlar arasında cereyan et­
mektedir. Yıllardır tüm dünyaya kök söktüren El-Kaide'nin izi bu­
lunamamış, çağı değiştiren eylemleri yaptığına inanılan gizli servis­
ler bunlara sızamamış, özellikle dünyayı yönettiği kabul edilen Ya­
hudiler bile bunlarla başa çıkamamıştır. "Böbürlenme padişahım,
senden büyük Allah var." sözünü doğrularcasına dünyanın efendile­
rini dize getiren, onları tüm dünyada savaşmaya mecbur eden, bü­
yük ABD üniversitelerinden mezun olmamış , eğitimsiz insanların
oluşturduğu hayalet örgütler pervasızca eylem yapmaktadır. Ne ula­
şılan teknolojik düzey, ne de sistemin kullandığı büyük beyinler bu
sıradan insanların sergilediği üstünlükle başa çıkamamaktadır. T e­
röristin yeni bir tarifi de şöyle yapılabilir: İmkansızı başaranlara te­
rörist denir.
Hayatım boyunca anlatılan terörist hikayelerinden birine bile
inanmadım. Bazı kişiler terör eylemleri yapıyordu ve bunları hep
221 • D E V R İ Y E

birlikte görüyorduk, ama bu, sanıldığı gibi, sistem dışındaki sıradan


insanların işi değildi. Terör sistemin kullandığı bir araçtı ve teröris­
tin bunu bilip bilmemesinin bir önemi yoktu
Başkalarının paylaşıp paylaşmadığına bakmadan terörü açıkla­
mak konusunda bir model geliştirdim. Bana göre teröristin eylem
yapma hakkı vardı, ama iki konuyu onun yapmasına izin veremez-­
dim. Birincisi kim olduğunu tanımlama hakkını elinden alıyordum.
Kendisi komünist , faşist, dinci olduğunu söyleyebilirdi, ama ben,
yaptıklarının sonucuna bakarak, komünistin kapitalizme, faşistin
komünizme, dindarın farklı bir amaca hizmet ettiğini söyleyebilir­
dim. Ne söylediğinin hiçbir anlamı ve önemi yoktu. Yaptıklarının
yarattığı sonuca bakarak kim olduğuna karar vermek hakkı bana
aitti. 1 2 Eylül öncesinde de Türkiye'de ne komünist ne de faşist bir
tehlike olmadığını, darbeye giden yollara taşlar döşendiğini söylü­
yordum.
Bu tavrım genel bir yargımdan, olaylara bakış açımdan kaynak­
lanıyordu. Bana göre bir şeyın gerçek olması için akla uygun olması
gerekirdi. Çok kullandığım bir sloganım vardı: "Bir şeyi gözümle
görsem, kulağımla duysam, elimle dokunsam hatta dilimle tatsam,
eğer akla aykırı ise gerçek saymam." diyordum.
Bu bakış açısı beni olaylan açıklamak konusunda farklı bir çiz­
giye götürüyor ve teröristi sistem dışı bir aktör olmaktan çıkarıp sis­
temin bir parçası haline getiriyor. Hemen sorular sormaya başlıyo­
rum. "Irak'taki direnişçiler neden Şiilere saldırıyor da ABD'nin hi­
maye ettiği, İsrail'le işbirliği içinde olduğuna inanılan Kürtlere do­
kunmuyor ? Neden lrak'ta ölen ABD askerleri çorbanın tuzu düze­
yindeyken hep Iraklılara saldırılıyor?" diyorum. Sorunun cevabını
siz verin.
Bu ve benzeri soruları sorup cevap ararsanız çok farklı bir dün­
yada yaşadığımızı görürsünüz. Üstelik şu sırada sorulacak o kadar
222 • M A H İ R K A Y N A K

çok soru var ki' Mesela geçmişte sizinle paylaştığım bir soruyu ha­
tırlatayım: Öcalan herhangi bir örgütlenmesinin bulunmadığı, dev­
let himayesinin söz konusu olmadığı hatta hiç tanınmadığı Kenya'ya
neden gitti? Siz olsanız gider miydiniz?
Bu açıdan baktığımda lngiltere'deki başarısız denilen terör eyle­
minin bu şekilde sonuçlanmasının planlandığı yani teşebbüs aşama­
sında kalmasının öngörüldüğünü düşünüyorum ve eğer teşhisim
doğruysa yarım kalmış bir eylem söz konusu değil, aksine tamam­
lanmış bir operasyon karşısındayız.
Ekonomik açıdan fazla anlamlı bulmadığım borsa ve döviz kur­
larına her terör eyleminden sonra mmlaka bakarım ve faydalı ipuç­
ları bulurum.

Dünya Savaşı
Son günlerde tırmanan gerginliğin yeni bir dünya savaşına yol
açabileceği endişesi yaygınlaşıyor ve ABD yönetimine yakın kişilerce
de dile getiriliyor. Durum Birinci Dünya Savaşı öncesine benzetili­
yor ve bir veliahdın öldürülmesinin zincirleme tepkilerle büyük bir
savaşa yol açmasına benzer bir sürecin yaşanabileceği söyleniyor.
İddiaların bir yanı doğru diğer yanı yanlış. Günümüzün büyük
bir değişim öncesinin tüm şartlarına sahip olduğu ve yeni bir dünya
düzenin kurulacağı doğru, ama bunun bazı etkilere yönelik tepki­
lerle gelişen olayların sonucu olacağı yanlış.
Hiçbir büyük savaş öngörülmeyen olayların zincirleme etkile­
riyle çıkmaz. Birinci Dünya Savaşı'nın hedefleri, muhtemel tarafları
ve beklenen sonuçları önceden biliniyordu ve amacı, izleyen yüzyıla
biçim verecek petroldü. Tarafları da İngiltere ve Almanya idi biz ise
savaşın konusuyduk.
Bugün için değerlendirmelerimi, uzun bir süreden beri, şöyle
223 • DEVR İ Y E

ifade ediyorum. "Büyük bir savaşın sonuçlarına benzer sonuçlar ya­


ratacak bir sürecin içindeyiz. Ancak bu dönüşüm geçmişteki dünya
savaşlarına benzer bir çatışmanın sonucunda gerçekleşmeyecek. Ya­
ni büyük güçlerin çatışması söz konusu değil. Savaş yerel güçler
arasında olacak. Asıl mücadele ve paylaşım masa başında gerçekleş­
tirilecek. İslam dünyası bu çatışmanın tarafı değil konusu ve savaş
alanı olacak."
Teröristleri, onların içinden çıktığı toplumları, desteklediği söf
lenen bölge ülkelerini hiçbir zaman ne çatışmanın tarafı ne de sonu­
cu etkileyebilecek aktörler olarak görmedim ve modelimi şöyle kur­
dum: Soğuk Savaş dönemini sona ermesiyle yok olan uluslararası
dengenin hangi güçler tarafından kurulabileceği sorusuna cevap
aradım. Aday olarak dört odak görünüyordu. Bunlar ABD, AB, Rus­
ya ve Çin merkezli Uzak Doğu olabilirdi. Bir başka aktör de herhan­
gi bir coğrafi alanla sınırlı olmayan ve kendine özgü bir dünya dü­
zeni teklif eden "küresel sermaye"ydi. Küresel sermaye dört güç
odağının içinde de vardı. Mesela Çin'deki ekonomik gelişme onların
eseriydi ve bir süre kontrol ettikleri Rusya'da, Putin'in gelişiyle, tas­
fiye edilmişlerdi. AB'yi bir üs olarak kullanmak istemişler, ama bun­
da da belirgin bir başarı sağlayamamışlardı.
Yeni dengenin ABD ve Rusya ekseninde oluşacağını , diğer
adayların iki konuda ciddi eksiklikleri olduğunu düşündüm. Bun­
lar enerji kaynakları üzerinde denetimleri olmaması ve askeri güç­
lerinin yetersizli ğiydi. ABD'nin 1 1 Eylül'den beri temel hedefinin
güç odağı olma iddiasındaki AB ve Uzak Doğu'nun enerji sağlaya­
bileceği alanlan kontrol etmek olduğunu düşündüm. Petrol temi­
ninde, iktisadi açıdan, hiçbir sıkıntısı olamayan ABD'nin neden
Orta Doğu'da fiili bir denetim sağlamak istediğinin cevabı ancak
siyasi olabilirdi. Rusya hem enerji kaynaklarına sahip olduğu hem
de askeri açıdan ikinci sırada bulunduğu için yeterli şartlara sahip
görünüyordu.
224 • M A H İ R K A Y N A K

Orta Doğu'da bir savaş kaçınılmaz görünüyor. Yerel güçlerin


katılacağı bu savaş sonucunda bölgedeki küresel sermaye ve di­
ğer güç odağı olma iddiasındaki ülkelerin etkileri tamamen sili­
necek, muhtemelen petrol gelirlerini küresel sermayenin emrine
veren, Uzak Doğu ve AB ile yakın ilişki kuran yönetimler tasfiye
edileceklerdir.
Rusya'nm, başından beri, terör eylemlerine karşı zayıf tepki
göstermesini ve Batı'nın aksine İslam düşmanlığına prim verme­
mesini açıklamak gerekir. Ama asıl ilginç olanı hava sahasına gi­
recek kontrolsüz uçakları düşüreceğini ilan etmesiydi. Mesajı
şöyle okumak gerekir: "Bu mücadelede oldu bittilerle beni yön­
lendiremezsiniz. Benim bir politikam var ve bu etkilere tepki ola­
rak belirlenmemiştir. "
Türkiye kendisine gösterilen yakın ilginin v e sağlanan eko­
nomik desteğin sebeplerini bulmak zorundadır. Bunları sadece
uygulanan ekonomik politikanın başarısı olarak algılamak kesin­
likle yanlıştır. Bunların karşılığının yakında talep e dileceğini
unutmamak gerekir. Bizim de, Rusya gibi oldu bittilerle değil ön­
ceden planlanmış ve uygun tedbirlerle desteklenmiş politikalara
ihtiyacımız vardır.

Muhasebe
İngiltere'deki teşebbüs düzeyinde kaldığı söylenen terör eyle­
mine İngilizlerin şüpheyle baktığı, olayın abartıldığını düşündüğü
konuşuluyor. Ben olayın teşebbüs aşamasında kalmadığını, zaten
psikolojik bir yönlendirmeyi amaçlayan operasyonun tamamlanmış
sayılması gerektiğini yazmıştım. Bu durumda İngiltere'deki şüphe
ile benim söylediklerim arasında bir fark kalmıyor.
Sonuçları açısından değerlendirildiğinde, İngiliz kamuoyu ,
Müslümanlara karşı olumsuz tavrın güçleneceğini düşünürken, ben
225 • D E V R İ Y E

bunun İngiltere'nin Orta Doğu'daki etkinliğini sınırlamak amacıyla


yapıldığını söylüyordum. Her iki sonuç da bir paranın iki yüzü gibi
ve biri diğerini doğurur.
Bu konuda yapılan başka bir değerlendirme ise mesnetsiz kalı­
yor. Eylemin amacının Lübnan'daki vahşi İsrail saldırılarının kamu­
oyunda yarattığı olumsuzluğu örtmek olduğu iddiası, eylemin he­
men arkasından ateşkes sağlandığı için ve eylem konusunda oluşan
şüpheler nedeniyle anlamlı görünmüyor.
Asıl mesele eylemi yapan odak hakkında makul bir tahminde
bulunabilmek. Eğer olay, düşünüldüğü ve söylendiği gibi, şüphe­
li ise ve bir yönlendirme veya provokasyon amacı taşıyorsa, terör
zanlısı olanların dışında bir odak aramak ya da El-Kaide gibi sa­
nık sandalyesinde oturan örgütü teröre maruz kalan ülkelerden
birinin yönettiği provokatif bir örgüt saymak gerekir. İngilizler
bu soruyu soracaklardır ve kendilerine göre bir cevap verecekler­
dir. Bu değerlendirmenin kendi gizli servislerini itham biçiminde
olması da mümkündür.
Aslında cevaplandırılması çok zor bir soru karşısındayız ve bu
tür olayları açıklamak için benzer eylemleri kimin ne amaçla yaptı­
ğının ortaya çıkarılması gerekir. İhtimallerden biri başka bir ülkenin
gizli servisinin İngiltere'yi etkilemek için yapmış olmasıdır, ama bu
tek seçenek değildir. İngiltere içinde, iktidarın politikasına karşı çı­
kan bir grup da böyle bir eylemi gerçekleştirmiş olabilir ve o da ln­
giltere'nin Islam politikasına ve Orta Doğu'daki tavrına karşı olabi­
lir. Ya da bizzat iktidarın kendisi, ülkedeki Islam karşıtlığını büyiit­
mek için böyle bir yola başvurabilir.
Bu konuda karar verebilmek için maddi deliller bulmak nere­
deyse imkansızdır ve sonuca ancak siyasi analizler yapılarak ulaşıla­
bilir. Ilk değerlendirme bölgedeki aktörlerin kendi aralarındaki iliş­
kilerin niteliğini belirlemek olmalıdır. Rusya, bilinçli bir biçimde
226 • M A H İ R K A Y N A K

bölgeye karşı kayıtsızdır. Aktif rol oynayan lngiltere ile ABD arasın­
daki ilişkilerin tam bir uyum içinde olduğu ortak bir yargıya dönüş­
müştür, ama bence asıl sorgulanması gereken budur. Bu sorgulama
ülkeler düzeyınde değil, iktidarlar açısından yapılmalıdır. Benim ka­
naatim Blair ile Bush yönetiminin aynı frekansta olmadıklarıdır. Bu
nedenle eylem Bush yönetimi veya İngiltere'deki Blair karşıtı güçler
ya da bu ikisinin ortak operasyonu olabilir. Önümüzdeki günlerde,
bölgedeki operasyonlarda, Fransa-ABD yakınlaşmasının bugünkü
İngiltere-ABD ortaklığının yerini alması halinde ve bunun özellikle
Suriye'ye yönelik operasyonlarda görülmesine şaşırmayacağım.
Bu olayın ayrıntılarıyla ilgilenmemin başka bir nedeni de var.
Geçenlerde emekli bir general, görevlileri dikkatli olmaya davet
için, bir kaç bomba attırdığını söylediği zaman, bölgede provokas­
yon olduğunu düşündüğüm birçok eylemi hatırladım. Olayı gerçek­
leştirenlerin kendilerince masum sayılan gerekçeleri olabilirdi, ama
siyasi düzeyde analiz yapıldığı zaman bugün karşılaştığımız manza­
ranın temelinde bu masum sayılan eylemler yatmaktaydı.
Aslında önemli bir sorun karşısındayız. Bir politika izlerken
halka, daha doğrusu bu politikayı uygulayanlara açıklamalar yap­
mak, olaylan anlatmak mı gerekir; yoksa birkaç eylemle onları iste­
nilen yöne yönlendirmek mi daha doğrudur? Bugün izlenen yol bu­
dur, ama ben bunun doğru olmadığını ve olabildiğince geniş bir
kadroya bilgi vermek gerektiğini düşünüyorum. Dar alanda pasla­
şanlar itiraz ediyor ve "Anlayan vardı da anlatmadık mı?" diyorlar.

Tuzak
İs.rnil'le Hizbullah arasındaki savaşta kimin kazandığı tartışı­
lırken bir konu göz ardı ediliyor. Bir süreden beri savaş kavra­
mında büyük bir değişme gözleniyor. Savaşın çatışan tarafların
orduları arasında yapılacağı ve sivilleriµ, en azından ilkesel ola-
227 • D E V R İ Y E

rak, savaşın dışında tutulması düşüncesi giderek anlamsızlaşıyor


ve tüm çatışmalarda sivil halk savaşın hem içinde hem de bir ta­
rafı haline geliyor.
Geçmişte askerler savaşın bir tarafı iken herhangi bir biçimde
sorumlusu değildi. Bir asker karşı taraftan yüzlerce kişiyi öldürmüş
olsa bile, savaş dışı kaldığı zaman, suçlu sayılmıyordu. Birçok İngi­
liz savaş uçağını düşüren bir Alman pilot, savaş sonunda kahraman­
lıklarını anlatabiliyor, ama suçlanmıyordu. Sorumlu olan savaşa ka­
rar veren ve onu sürdüren irade idi. Sivil halk zaten çatışmanın bir
tarafı değildi. Şehirlerin bombalanması halinde bile karşı tarafın sa­
vaş iradesinin kırılmasının amaçlandığı söyleniyordu.
Bugün dünya ölçeğinde sonuçlar yaratacak bir çatışmayı yaşa­
mamıza rağmen askerlerin rolünün sınırlı olduğu gözleniyor. Irak'ta
direniş adı altında sürdürülen mücadelenin hem hedefi hem de
kurbanları daha çok siviller. İsrail'le Hizbullah arasındaki çatışmada
ölenlerin büyük çoğunluğunu siviller oluşturuyor. Zaten sivil ile
muharibi birbirinden ayıran çizgi tamamen yok olmuş durumda.
Hizbullah savaşçıları halkın içinde yaşıyor ve atılan roketlerin askeri
bir hedefe yönelmediği zaten apaçık ortada. İsrail sivil, muharip ayı­
rımı yapmıyor ya da yapamıyor.
Bir süreden beri hem İslam'la terörizm özdeşleştiriliyor hem de
bunlar sadece sivilleri hedef alıyor. Bir metroda ya da lokantada pat­
layan canlı bombanın karşı tarafın askeri gücünü hedef aldığı söyle­
nemez. Geçmişte halkı masum sayan, yönetenleri suçlu bulan ve bu
nedenle onların kullandığı askeri yapıyı hedef alan anlayış tamamen
değişiyor, halk düşman olarak algılanıyor ve neredeyse çatışmanın
tek hedefi haline geliyor.
Artık savaş kelimesi yerini teröre bırakıyor ve bu kavram İslam
dünyasının bir savaş modeli olarak algılanmaya başlıyor. Hasmıyla
çatışacak yeterli askeri gücü olmayanlar terör adı verilen metodu bir
228 • M A H İ R K A Y N A K

savaş biçimi haline getiriyor. Üstelik bu yeni mücadele biçimi İslam


dünyasında yadırganmıyor hatta bu yolla elde edilen geçicici başarı­
lardan övgüyle söz ediliyor. Parka, pazar yerine, lokantaya atılan ro­
ketlerin, havan mermilerinin ya da patlayan canlı bombaların sade­
ce öldürdüğü ve yaraladığı kişiler sayılıyor ve buna göre başarısı be­
lirleniyor .
Artık düşman bir ülkeyi yönetenler ve onların kullandığı as­
keri güç değil halkın bizzat kendisi haline geliyor. Kullanılan dil
de değişiyor ve mesela, hasım olarak ABD değil Amerikalılar de­
niyor. Karşı taraf da benzer bir dili benimsemeye başlıyor, terö­
rist yerine Müslüman kelimesini kullanmakta bir sakınca gör­
müyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde çatışmaların durdu­
rulması kararı verilirken sivillere yönelik şiddete atıfta bulunulma­
ması dikkat çekiyor. Bu yeni çatışma modelini durduracak bir tavır
almayacakları anlaşılıyor.
Irak'ta başlatılan Sünnilerin Şiilere yönelik saldırılarının gide­
rek bölgede yaygın bir savaş tarzı haline dönüşeceği anlaşılıyor. Ar­
tık düşmanın silahlı olup olmaması, çatışmanın bir yanında yer alı­
yor olması ya da olmaması bir anlam ifade etmiyor. Şöyle bir kural
işlemeye başlıyor: "Farklıysan öldürülürsün!"
Üstelik bu yeni savaş biçimi sadece Müslüman halkların be­
nimsediği bir metot haline getiriliyor. Din, mezhep ya da soy farklı­
lığı bir düşmanlık nedeni haline geliyor ve bugüne kadar savaş ne­
deni sayılan unsurlardan söz edilmiyor.
Halkımızda da uç vermeye başlayan bu yeni eğilimin mutla­
ka durdurulması gerekir. İnsanlar siyasi nedenlerle hasım haline
gelebilirler Bu nedenler ortadan kalkınca birlikte yaşayabilmeli­
dirler. Ama din, mezhep, soy farklılıklarını nasıl ortadan kaldıra­
bilirsiniz?
229 • D E V R İ Y E

öngörü
Önceden göremediğiniz ve çözüm için teorik bir model oluş­
turamadığınız bir sorunu başarıyla çözmeniz, imkansız olmasa bi­
le, zordur. Birinde başarılı olsanız bile bir başkasında, kazandıkla­
rınızın hepsini birden kaybedebilirsiniz. Mesela bir soru soralım
ve buna cevap arayalım: Ülkesi işgal edilen Iraklılar ABD ile mü­
cadele ederken, halkın ortasına bomba atmalı mıdır? Batı ile ihti­
lafları olan kimseler metroları, halkın yoğunlukla yaşadığı yerleri
bombalamalı mıdır?
Bu sorunun iki cevabı var. Karşı taraf insafsızca sizi sömürüyor,
özgürlüklerinizi elinizden alıyor, inançlarınıza ve değerlerinize saygı
göstermiyorsa onunla her yola baş vurarak mücadele etmek en do­
ğal hakkınızdır. Sıradan halk bunu desteklediği ve sonuçlarından
faydalandığı için hedef olması doğaldır.
Aslında sorun bir ahlak ve hukuk sorunu değildir. Bu yol başa­
rı şansının olup olmadığı açısından da irdelenmelidir. Benim kana­
atim izlenen yol karşı tarafın rahatsız olduğu ve korktuğu bir yol
değildir. Mücadele edenler, bilerek ve istenerek, bu yola sevk edil­
mektedir. Batı dünyası modern silahlar, üstün teknolojiler peşinde
koşarken onunla mücadele edenlerin sadece vatanseverlik, inançla­
ra bağlılık ve onun için her türlü fedakarlığa hazır olmakla yetinme­
si ve başarı şansının kendi tarafında olduğuna inanması aymazlıktan
öte bir anlam taşımaz.
Bir insan savaş aracı olarak neyi kullanıyorsa onu tüketir. Bir
taraf çatışmada silahlarını kullanıp onu tüketirken öbür taraf vatan­
severliğini, inançlarını kullanırken onu tükettiğinin farkına varmaz.
En üstün ideallere sahip olanlar, bir süre sonra, hiçbir değer yargısı
olmayan ölüm makinelerine dönüşür. Giderek kendisi gibi düşün­
meyen, inançlarını paylaşmayan herkesi düşman olarak görür ve
çevresini tasfiyeye başlar. Tek kişi kalıncaya kadar.
23Ü • M AH İ R K A Y N A K

Artık insanlar yaptıklarına ve düşündüklerine göre değil kim


olduklarına göre sınıflandırılır. Bir Sünni için Şii yabancı hatta düş­
mandır. Onun düşüncelerinin sizinle benzeşip benzeşmediğinize bi­
le bakmazsınız. İnsanları birbirinden faklılaştıran birçok faktör ol­
duğu için ayrışmaların sınırı yoktur ve düşmanlarınız hiçbir sınır ta­
nımadan çoğalır.
Bu ayrıştırma bazen herhangi bir itham taşımadan ve düşman­
lık içermeden yapılır, ama sonuç bundan tamamen farklı olabilir.
Mesela son zamanlarda ortaya atılan Sabetaycılık iddiaları neyi
amaçlamaktadır? iddia sahipleri kimseyi itham etmediklerini söyle­
seler bile bir genelkurmay başkanı atamasında bunun kullanıldığı
ve Sabetay olmanın bir sakınca olduğu söylenmedi mi7 İnsanların
böyle bir geçmişi olsa bile, bunun bir anlamı olmadığını söylemek
yerine olmadıklarını savunmaya kalkışması yeterli değil mi?
Türkiye bu ve benzeri musibetlerden kurtulmalıdır. Uzun
zamandır kullandığım bir sloganın yaygınlaşmasını çok isterdim.
Ben bir insanı değerlendirirken kim olduğuna değil ne yaptığına
bakarım.
Bir konuda nasıl davranacağımızı açıkça ilan etmenin zamanı­
dır. Kendimize, herhangi bir nedenle yakın hissettiklerimizi, ne ya­
parlarsa yapsınlar, destekleyecek miyiz, yoksa yapılanlar da taraf
olurken değerlendirilecek mi?
Ülkemizde bir isyan çıkarsa ya da bir huzursuzluk söz konusu
olursa bunu bertaraf etmek için hiçbir kurala bağlı olmadan mı ha­
reket edeceğiz, yoksa bir devletten beklenen şeyleri mi yapacağız.
Tekrar ediyorum: Bunları sadece ahlaklı ve demokrat olmak için
söylemiyorum. Başarının büyüklerin hakkı olduğunu, büyüklüğün
davranışlarla şekilleneceğini düşünüyorum. Susurluk'larla hiçbir so­
runun çözülebileceğine inanmıyorum.
Çevremizde her türlü ilkesizliğin olduğu bir mücadele cereyan
231 • D E V R İ Y E

ediyor. Petrol zengini ülkeler paralarım finans piyasalarında kullanı­


yor ya da lüks oteller yapıyor. Ne teknolojiyle ne de üretimle bir il­
gileri yok. Onların değer yargılarım, mücadele metotlarını benimse­
yerek varılacak bir yer yok.

Nasıl Yönetiliyoruz?
Dünyayı yöneten ekibin lideri ile randevuma giderken epey he­
yecanlanmıştım. Konforlu, ama saraya hiç benzemeyen bir büroya
alındım. Karşımda sıradan bir bürokratı andıran orta yaşlı birisi, gü­
zel ve etrafı çiçeklerle süslenmiş bir masada oturuyordu. Masasında
çocukları ve karısına ait olduğu anlaşılan bir fotoğraf vardı. Biraz
başarılı olduğuna inananların sevgililerinden ve metreslerinden söz
etmelerinin doğal olduğu bir ortamda bu resmi yadırgadım. Dünya­
yı yönettiği söylenen bu insanın başında ne bir taç vardı ne de elin­
de asası. Yerlerimizi değiştirsek kimse bu değişikliğin farkına bile
varmazdı.

Dünyayı nasıl yönettil<lerini anlamak istediği.mi söyledim. Basit


bir soruya cevap veren bir insanın edasıyla konuşmaya başladı:
Aslında yöntemimiz çok basit. Saat yönünde dönen bir dişliyi
düşünün. Eğer siz hareketin bu yönde olmasını istemiyorsanız dişli­
yi ters yöne zorlarsınız. Oysa biz bu dişilinin yanına uygun başka
bir dişli koyarız ve hareketi saatin ters yönüne çeviririz. Yani var
olan bir gücü değiştirmek yerine onun potansiyelini kendi istediği­
miz yöne çevirir ve kullanırız. Milliyetçiyi ülkesi aleyhine kullan­
mak, dindara inançlarının yasakladığı şeyleri yaptırmak, sosyalisti
kapitalizmin en uç çizgisinde kullanmak mümkündür. Biz bu dişli­
leri belirler ve onları devreye sokarız. İşimiz bir mühendisinkine
benzer ve bu nedenle bizim toplum mühendisliği yaptığımızı söy­
lerler. Bizim için insanların bir şeye inanması yeterlidir ve bu inan-
232 • M A H İ R K AY N A K

cm niteliğinin hiçbir önemi yoktur. Uygun dişliler aracılığıyla hare­


keti istediğimiz yöne çeviririz. Mesela siz PKK ile mücadele ettiniz,
büyük bedeller ödediniz, ama sonunda, bizim önceden planladığı­
mız Kürt oluşuma razı oldunuz. 1980'de dünyanın en bağımsız ül­
kelerinden biri idiniz, ama daha fazla bağımsızlık isteyenlerin gay­
retleriyle global dünyanın bir parçası oldunuz. Şu anda İslam dün­
yası inançları için mücadele ettiğini sanıyor, ama bu inancın bir şid­
det ve nefret kültürüne dönüşmesinden başka bir sonuç elde ede­
miyor. Dünya üzerindeki sol hareketi, onu bir düşünce akımı ol­
maktan çıkarıp şiddet kullanan solcular bitirdi. Bunları biz gerçek­
leştirdik.

öyleyse siz dünyayı kapitalizm ve onuıı temsilcisi ABD adına


yönetiyorsuııuz.
Bugünkü sistem tarihi bir aşamadır ve sonuna yaklaşmaktadır.
Şu anda yaşadığınız büyük çalkantı yeni bir modelin oluşumunun
doğum sancılarıdır. Biz hiçbir düzenin ve düşüncenin ebedi olma­
dığım biliriz. İnsanlığın geleceği konusunda iki hakim düşünce var­
dır. Birincisi dindarlarca ya da Marksistler gibi determinizmi savu­
nanlarca ileri sürülen görüş. Buna göre gelecek, insanların iradeleri
dışında, kendi dinamikleriyle oluşacaktır. Biz ise geleceğin insan ak­
lının bir ürünü olduğunu düşünür ve bu geleceği inşa ederiz. Din­
darların bundan rahatsız olması gerekmez. Yaratan, bizleri kullana­
rak, kendi projesini yürütmektedir.

Bugün gördüğüınilz krallar, başkanlar, diktatörler, kurtarıcılar


neyin nesi oluyor?
Bunlar bizim kullandığımız dişlilerdir ve toplumun dinamikle­
rini istediğimiz yöne çevirirler. Düşüncemizi eyleme geçirecek gücü
nerden bulduğumuzu merak edeceğini biliyorum. Bizimle birlikte
233 • D EVR İ Y E

hareket eden, yönetimde söz sahibi olan kişiler vardır. Ama bunlar
şatafa tlı bir hayat süren krallar ya da şöhretli önderler değildir çoğu
zaman. Arada sırada bu rolü oynamak zorunda kalan üyelerimiz
bundan pek hoşlanmazlar.

Kime bağlısınız? 1llimünati, Mason ya da dini bir mezhebin


uzantısı mısınız?
Biz taraf değil tarafların yaratıcıyız. Bugün dünyayı birkaç kere
yok edecek, üstelik bunları çevreye ve kendilerine zarar vermeden
gerçekleştirecek teknoloji ve silahlara sahip olanlar varken kendinizi
nasıl güven içinde hissediyorsunuz? Biz ne bir ekibiz ne de bir ör­
güt. Biz insanların içlerinde var olan bir cevheri temsil ediyoruz . . .
Bu yazı sadece biz fanteziden ibarettir ve herhangi gerçeğe te­
kabül etmemektedir.

Avrupa
Dünyada birçok sıcak gelişmeler varken Avrupa'nın geleceğini
tartışmak çok anlamlı sayılmayabilir. Bunu eski bir hastalığımın
depreşmesi de sayabilirsiniz. Geçmişte hem ülkemizde hem de dün­
yadaki olayları Avrupa ile ABD'nin karşılıklı konumlarıyla açıklıyor
ve bu nedenle istihzaya varan tepkilerle karşılaşıyordum. Ülkemiz­
de darbe yapan ve kahraman sayılan kimselerin gerçekte bu büyük
rekabetin bir aracı ve maşası olduklarını düşünüyor ve hiçbir geliş­
meyi iç dinamiklerle açıklamıyordum. Araplarla İsrail arasında çı­
kan her savaşın ileri sürülen gerekçelerini ciddiye almıyor ve ulaşı­
lan sonucun dünya ekonomisini nasıl etkilediğini anlamaya çalışı­
yordum.
Bana göre büyük gµçlerin dışındaki hiçbir ülke bir aktör değil­
di ve onlara atfedilen her davranışın arkasında büyükler arasındaki
234 • M AHİR K A Y N A K

mücadeleyi arıyordum. Ancak rekabetin ABD öncülüğündeki Batı


ile SSCB'nin yönlendirdiği Doğu arasında olduğu tezine de katılmı­
yordum. Benim için önemli olan oluşan denge değil bu dengeyi bo­
zucu etkiler yaratacak yeni güç odaklarının davranışı idi.
Bu konuda fantezi sayacağınız bazı değerlendirmelerimden söz
etmek istiyorum. Mesela 1 960 Darbesi'nden sonra l 4'lerin tasfiyesi­
ni içerdeki güç odaklarının çatışmasına ya da demokrasi anlayışla­
rındaki farklılıklara bağlamadım. ABD taraftarlarının İngiltere taraf­
tarlarınca tasfiye edildiğini düşündüm. 1 2 Mart'a giden süreci, ilk
gününden itibaren, bir Avrupa-ABD rekabeti çerçevesinde açıkla­
dım. Bretton Woods Anlaşması'm ABD'nin tek taraflı olarak feshini
ve bunu izleyen 1 973 Arap-İsrail Savaşı'm ve petrol fiyatlarındaki
artışı 20'nci yüzyılın en büyük ekonomik operasyonu olarak değer­
lendirdim. Üstelik, bana göre, 1 9 7 1 Darbesi bu sürecin önemli bir
parçasını oluşturuyordu.
Günümüzde İsrail, Lübnan, Hamas, Hizbullah gibi aktörlerin
sınırları içine sıkıştırılan çatışmaya, bunların hiçbirine önem verme­
den ve sonucu etkileyecek bir rol atfetmeden bakıyorum ve büyük
bir mücadelenin sonuna yaklaştığımızı düşünüyorum. Bir güç odağı
olma hevesi ve iddiasında olan Avrupa'nın yenildiğini düşünüyo­
rum, ama daha önemlisi bugüne kadar onu ön plana çıkaran eko­
nomik başarısının da başkalarının davranışlarına bağlı olduğunu ve
durumun tersine döneceğini düşünüyorum.
Yıllar önce katıldığım bir televizyon programında AB tartışılı­
yordu. Türkiye'nin üyeliğinin faydalarından, ekonomik açıdan kay­
dedeceğimiz mesafeden, demokrasiye nasıl ulaşılacağımızdan söz
ediliyordu. Ben "Avrupa'da hiç stratejist yok mu? Olanlar tatile mi
çıktı? Kimse bu konudan söz etmiyor. Aslında tartışılacak tek konu
bu." diye itiraz ettim. Avrupa ülkeleri ortak bir strateji geliştireme­
diler. Daha doğrusu bir strateJiye ihtiyaçları olduğunu düşünmedi-
235 • D E V R İ Y E

ler. Ekonomik gelişmelerinin ve ulaştıkları sonucun sınırlarını göre­


mediler. Üyelik peşinde koşan Türkiye'nin böyle bir derdi hiçbir za­
man olmadı. Milli gelir rakamları, dış ticaret istatistikleri ve benzeri
refah göstergeleriyle ilgilendi, demokrasi söylemleriyle avundu.
Geleceğe ait tahminler her zaman bir risk unsuru içerir ve tam
doğruyu ancak falcılar bilir. Avrupa'nın nereye doğru gittiğini, çey­
rek yüzyıldan beri koruduğum model içinde şöyle tahmin ediyo­
rum: Avrupa ve Uzak Doğu ekonomileri ihracata dayalıdır ve enerji
açısından bağımlıdır. Büyük Orta Doğu Projesi içinde yer alan böl­
gede üretim teşvik edilirse ve ABD Uzak Doğu'dan yaptığı ithalatı
azaltırsa hem Avrupa hem de Uzak Doğu ekonomileri daralır ve bu
ülkeler dünya ölçeğinde bir güç odağı olma iddialarını kaybederler.
Bölgedeki çatışmalar hüzün verici, ama gelecek açısından belirle­
yici değil. Ben ABD'nin izleyeceği ekonomik politikayla ilgileniyorum
ve eğer ithalatını sınırlar, bölgemizdeki siyasi kontrolünü sağlamlaştı­
nrsa Avrupa bizim bile önemsemediğimiz bir yer haline gelebilir.

Gönderelim mi?
Lübnan'a gönderilecek barış gücüne katılma karan gündemin
ilk sırasında. Destekleyenlerin çok güçlü bir gerekçesi var. Bölgede
etkin olmak isteyen ülkemizin, bu görevin dışında kalması, hem
kendi güvenliğimiz hem de bölgedeki rolümüz açısından kabul edi­
lemez.
Bu konuda karar vermek için gönderilecek askeri güçten ne
beklendiğinin gerçekçi olarak tespiti gerekir. Cevap vereceğimiz ilk
soru Lübnan'da çatışan tarafların kimler olduğudur. Savaştan en
çok zarar gören Lübnan olmasına rağmen onun çatışmanın tarafı ol­
duğu söylenemez. İsrail, kimin hazırladığı bilinmeyen asker kaçır­
ma provokasyonu ile, Lübnan'a değil Hizbullah'a savaş açmıştır ve
asıl amaç bölgedeki İran etkisini ortadan kaldırmaktır.
236 • M A H İ R K A Y N A K

Gerçekte barışı sağlamak ve çatışmaları durdurmak için bir tek


askere bile gerek yoktur. İsrail'e uygulanacak politik baskı ya da tel­
kin tüm çatışmanın durmasına yeter.

Ancak ortada bir BM kararı var ve barışı sağlamak için bunun
gerekli olduğu söyleniyor. Bunun ciddi bir çelişki olduğu gözleni­
yor. Siyasi olarak çözülmesi son derece kolay olan bir konu için as­
kerler devreye sokuluyor. Bölgeye gidecek askerlerin kimi kimin
saldırısından koruyacağı bilinmiyor. Ancak tek saldırgan adayının
da Hizbullah olduğundan da,şüphe yok.
İsrail'in, ilk defa, giriştiği bir savaşta kesin bir başarı sağlayama­
dığı, ordusunun çok ciddi hatalar yaptığı hatta Hizbullah'm galip
geldiğinin söylenebileceği biçimindeki yargılar sadece bir propagan­
dadan ibaret. Bu İsrail'in yenilmezliği anlamına gelmez, ama giriştiği
bu savaştan mağlup ayrılması da akla aykırıdır. Sonuca ulaşmış bir
savaşta siyaset devreye girer ve çözüm siyasi olur, ama sonucu orta­
da olan ve bitmemiş bir çatışma söz konusu olunca bölgeye ulusla­
rarası bir gücün gönderilmesi gerekli olur.
Lübnan'a gönderilecek barış gücü bölgedeki sorunu çözmek
bir yana kendisi bir sorun haline gelecek gibi görünüyor. Orada­
ki askerlerin Hizbullah ya da onun adını kullanan militanların
saldırısına uğraması sürpriz sayılmaz. Askerlerin tepkisi, bağlı ol­
dukları ülkenin İran cephesine tavrını belirleyen bir mihenk taşı
olarak algılanacaktır. Yani Lübnan'da, asker gönderen ülkelerin
safları belirlenecektir.
Saflarla neyi kastettiğimiz açıklamak gerekir. Bir tarafta ABD di­
ğer yanda henüz müttefikleri tam olarak belirlenmemiş İran'm bu
safları oluşturduğu söylenebilir. İran, taraflardan ABD karşıtı cephe­
nin posta adresi olarak kabul edilebilir ve belki de bu cephe Lüb­
nan' da şekillenecektir.
Mesela AB ülkelerinin askerleriyle Hizbullah arasındaki bir ger-
237 • D E V R İ Y E

ginlik ya da çatışma halinde bu ülkelerin tavrı ne olacaktır? lran


karşıtı cephede yer almaları onları Orta Doğu'dan daha da uzaklaş­
tıracak ve ABD'nin inisiyatifine teslim olmaları anlamına gelecek,
İran'a yaklaşmaları ABD'den uzaklaşmaları sonucunu doğuracaktır.
Eğer görev Lübnan'ın onarılması ise askere gerek yoktur eğer
asker gidiyorsa taraflar vardır ve bunların arasındaki çatışma engel­
lenecektir. Bu saldırganla saldırıya uğrayanın ayrıştırılması anlamına
gelir. AB askerlerinin bu konuda karar vermesi bekleniyor ve karar
aynı zamanda bu ülkelerin saflarını belirliyor.
Türkiye önce safını belirlemeli görevi daha sonra kabul etmeli­
dir. Hangi taraftansın sorusuna oldu bittilerle cevap vermek gerek­
mez. En doğru tavır politikasının ne olduğunu herkese ilan etmesi
ve Lübnan'daki sınava katılmamasıdır.
Ancak bu tavır ülkemizin hiçbir askeri operasyonun içinde yer
almayacağı anlamına gelmemelidir. Önümüzdeki günler bölgenin
bir çatışma alanı olacağını göstermektedir ve biz yönlendirilerek de­
ğil, kendi irademizle ve önceden hazırlıklar yaparak bu mücadele y­
er almalıyız. Hem çok güçlü bir orduya sahip olduğunu hem de hiç
savaşmayacağını söylemek bir çelişkidir. Savaş bir tercih değil mec­
buriyettir. Önlemek için elden gelen yapılır, ama kimse ordumuzu
bir merasim ordusu olarak algılamamalıdır.

Rol ve lş
Çalıştığınız iş yerinde etrafın temiz olmasının iyi olacağı söyle­
nebilir ve sizden temizlik yapmanız istenirse işyerindeki konumuza
ve rolünüze bakarak bunu reddedebilirsiniz. Bu size önerilen işin
gereksiz olduğu anlamına gelmez, ama konumunuzla size önerilen
iş arasında bir uyum olmadığı için talebi geri çevirirsiniz.
Şu anda Lübnan'a asker gönderilmesi tartışmalarında sadece
görevin gerekli olduğu, askerlerimizin orada bulunmasının hem bi-
238 • M A H İ R K A Y N A K

zim hem de bölge için faydalı olacağı söyleniyor. Benzer tartışmaları


reddedilen tezkere konusunda da yaşadık ve Irak'ta bulunmamızın
yararlarından söz edildi.
Irak tezkeresinde bizden istenen ifade edilenin çok ötesindeydi
ve merasim yürüyüşüyle işgal edilen Irak için asker göndermemize
gerek yoktu. ABD Türkiye'de konuşlanmak istiyordu, ama bölgede­
ki rol ve konumumuzun ne olacağını kimse bilmiyordu. Bugün de
benzer bir konumdayız ve Lübnan'da ne yapacağımız belirsiz.
Avrupa'nın asker göndermeyi kabul ettiği, bizim olayın dışında
kalmamızın onların elde edeceklerinden mahrum kalmamıza sebep
olacağı düşünülüyor. Bu Avrupa'nın ne elde edeceğinin bilindiği
anlamına geliyor, ama bunun ne olduğunu kimse tanımlamıyor.
Sözcüleri bir yandan Hizbullah'la karşı karşıya gelmek niyetinde ol­
madıklarını söylerken diğer yandan kimi engellemek için gittiklerini
söylemiyor. Siz Avrupa'nın oraya niçin gittiğini biliyor musunuz7
Barışı korumak için gidiyorlarsa barışı bozan ya da bozma eğilimin­
de olması gereken birisi olması gerekir. Hizbullah'tan başka aday
var mı ve siz onunla çatışmayı başından reddediyorsanız ne yapa­
caksınız?
ABD, Avrupa'ya bölgedeki istikrarsızlığın en çok onlara zarar
vereceğini, petrol akışındaki aksamaların ekonomilerine ciddi dar­
beler vuracağını ve birlikte hareket etmeleri gerektiğini söylüyor.
Bölgedeki tehdidin İran'dan kaynaklandığı ve bu nedenle onun et­
kisinin yok edilmesi gerektiğini, aksi halde sürekli bir petrol şanta­
jıyla yaşamak zorunda kalacaklarını ifade ediyor. Bu iddiaların doğ­
ruluğu ya da yanlışlığı tartışılabilir, ama Avrupa'nın bölgeye asker
göndermesinin çıkarlarıyla doğrudan ilgili olduğu yadsınamaz. Şu
anda politikalarındaki belirsizlik aşılacak ve Lübnan dönüşünde
İran'la çatışan taraf konumuna geleceklerdir.
Ben Türkiye'nin rolünün farklı olması gerektiğini düşündüğüm
239 • D E V R İ Y E

için itiraz ediyorum. Ülkemiz bölgeden sorumlu olarak herhangi bir


görev üstlenmelidir. Mesela ağırlığı askerlerimizden oluşan, politik
kararlarda söz sahibi olduğumuz bir gücün gönderilmesine kesin­
likle destek verirdim. Bunları söylediğim zaman ülkemizin gücünü
gereğinden fazla abarttığım, ekonomisi başkalarının merhametine
kalmış, içerde rejim sorunlarıyla boğuşan, herkesin magazin prog­
ramları izlediği bir ülkenin günü kurtarmasının bile bir mucize ol­
duğu söyleniyor. Politikacısından iş adamına, aydınından din ada­
mına kadar herkesin dışarıdan destek aradığı vurgulanıyor ve baş­
kaları düşünür, biz yaparız, deniyor.
llk işimiz dünyada ve bölgede rolümüzün ne olduğunu, neler
yapabileceğimiz belirlemek olmalıdır. Bunun sanıldığı kadar önem­
siz olmadığını düşünüyorum ve rolümüzü abarttığımı söyleyenlere,
"bir El-Kaide'nin dünyayı yönlendirdiğini, Irak'ın geçmişte, İran'ın
günümüzde ABD'yi karşısına alacak kadar önemli olduğunu, P­
KK'nın Türkiye'nin tek gündem maddesi olacak kadar etkili oldu­
ğunu söylüyor sonra da benim Türkiye'nin bir rolü olması gerekti­
ğini söylediğim zaman abarttığımı düşünüyorsunuz. Neden sizinki­
ler gerçekçi oluyor da benimki hayal sayılıyor?" diyorum.
Birlerinin, rolü bırak da bize verilen işleri yapalım. Bak ne gü­
zel para kazanıyoruz. Şimdiye kadar kimse kişisel önemimizi anla­
madı ve bir kenara atılmıştık. Şimdi hem önemliyiz hem de zengi­
niz, dediğini biliyorum. Ben de birçok kusurum var ve bunların en
büyüğü ülkemin önemini abartmak ve en sevdiğim kusurum da bu
diyorum.

Lübnan'ın Gizledikleri
lsrail'in asıl hedefi nedir, savaş stratejisi neyi amaçlıyor? Kaybe­
den taraf kim? Barış gücünü bekleyen riskler neler? Ruslar neden
sessiz? Türkiye ne yapmalı? İşte bu soruların yanıtları. . .
24Ü • M A H İ R K A Y N A K

Bir yangın söndürüldükten sonra soğutma işlemleri başlar. Bi­


zim Lübnan'ı böyle algıladığımız anlaşılıyor. Bir sebeple başlayan
çatışma, taraflardan herhangi birinin kesin galibiyetiyle sonuçlanmış
olmasa bile, BM'nin müdahalesiyle durdurulmuş, ateşin yeniden
parlamasını engellemek için oraya asker gönderilmesine karar veril­
miştir. Türkiye durumu böyle değerlendirerek, bölgede varlığını
hissettirmek ve oyunun dışında kalmamak için asker gönderme ni­
yetinde olduğunu beyan etmiştir.
Bu bakış açısının doğru olması için çatışma sürecinin sona er­
miş olması ve kimsenin çatışmayı yeniden başlatmak gibi bir niyeti­
nin bulunmaması gerekir. Oysa henüz çatışma sürecinin başındayız
ve harekat, İsrail ve ABD açısından yeni başlamaktadır.

Kaybeden Taraf İsrail


Oyun kurucu olan ABD'nin amacı bölgedeki İran etkisini sınır­
lamak, mümkün olursa İran'ın kendi gücünü de yok etmektir. Eğer
süreç burada durur ya da durdurulursa Iran etkisi daha da artacak­
tır. İsrail, mutlak bir zafer kazanmak bir yana, Hizbullah'ı tasfiye
edememiş, dünya kamuoyunda saldırgan olarak algılanmış , savaş
sahneleri olumsuz bir hava yaratmıştır. Bütün boyutlarıyla değer­
lendirildiği zaman İsrail'in kaybeden taraf olduğunu söylemek yan­
lış olmaz.
Yapılacak ilk iş harekatın bütününün ne olacağını kestirmek ol­
malıdır. Yani Hizbullah'm tasfiyesiyle planlanan hedeflere varılmış
olacak mıydı, yoksa bu sadece bir ara aşamadan mı ibaretti ve pro­
jenin ileri safhalarında daha büyük operasyonlar mı öngörülmüştü?

Asıl Hedef Suriye


Çatışma süreci analiz edildiği zaman bazı ipuçlarına ulaşmak
241 • D E V R İ Y E

mümkün olmaktadır. İsrail sadece Hizbullah hedeflerine saldırmak­


la yetinmemiş, Lübnan'ın alt yapısını da tahrip etmiştir. Oysa Hiz­
bullah dışındaki kesimlerle bir ihtilafı yoktur hatta savaş sırasında
Lübnan askerlerinin karargahında çay molası verebilmiştir. Şu soru
cevaplandırılmalıdır: İsrail'in savaş stratejisi neyi amaçlamaktadır ?
Buradan çıkaracağımız sonuç: İsrail'in asıl hedefinin Suriye ol­
duğu, bu çatışma sırasında Lübnan Şiileriyle Suriye askerlerinin or­
tak harekatını engellemek ve cepheyi daraltmak için Lübnan cephe­
sini güvence altına almak istemiş, Suriye ile Lübnan arasındaki irti­
batı kesmiş, ülkeyi kolay yaşanacak bir yer olmaktan çıkarmıştır.
Yani onun açısında Hizbullah bir hedef olmamış, Lübnan'ın bütü­
nünü bir harekat alam olarak hasmı için elverişsiz hale getirmiştir.
Bu hasmın İran'ın müttefiki olan Suriye olduğunu söylemek yanlış
olmaz.

BM Gücü ve Çatışına Riski


İsrail, halka karışmış bir gerilla grubuyla ordu birlikleriyle sava­
şılamayacağını bilir. Eğer Hizbullah'ı hedef alsaydı muhtemelen özel
birlikler kullanacaktı. Ama çatışmada orduyu kullanarak hava kuv­
vetlerinin operasyonlarını meşru hale getirmiştir. Eğer Suriye'nin de
katıldığı bir çatışmada Lübnan çatışma alam olsaydı sivil halkın za­
yiatı ve dolayısıyla uluslararası tepkiler daha büyük olacaktı. İsrail
Lübnan'ı çatışma alanı olmaktan çıkararak bu tepkileri sınırlamak
istemiş ve öne almıştır.
BM Barış Gücü'nün Avrupa ağırlıklı olması da tesadüfi değildir.
Bu askerlerin bir çatışma ortamına girmeleri sürpriz olmayacaktır.
Böyle bir durumda taraflardan birini desteklediği ve kolladığı söyle­
necektir. Hangi taraftan görünürse görünsün Avrupa kaybedecektir.
İsrail yandaşı görünürse İslam alemini, karşı taraftan görünürse AB­
D'nin desteğini kaybedecektir.
242 • M A H İ R K A Y N A K

Ruslar yaz tatiline çıkmış olmalılar ki hiçbir şeye karışmıyorlar.


Bu tatillerinin biraz daha süreceğini, kışın da kayak yapacaklarını
söyleyebiliriz. Onlar daha üst düzeyde siyaset izliyorlar ve bölgenin
geleceğini muhtemelen ABD ile birlikte kararlaştırıyorlar. Avru­
pa'nın bir güç odağı olmaktan çıkması, bu konudaki tüm iddialarını
kaybedip ABD ile Rusya arasında kurulacak dengeye razı olmaları
beklenir.

Herkes Yalan Söylüyor


Orta Doğu'da, özellikle sınırlarımıza yakın bölgedeki operas­
yonlar henüz başlangıç aşamasındadır ve kendimizi kanıtlamak için
henüz vakit erkendir. Şu anda hafif sıkletler güreşiyor ve biz hiç de­
ğilse baş altında güreşe başlamalıyız.
Herkesin yalan söylediği bir ortamda biz de olayları anlatıldığı
biçimde kabul edebilir ve bir senaryoya göre davranabiliriz. Mesela
artık çatışmalar sona erdiğini düşündüğümüzü söyler, bölgenin
imarı için istihkam birlikleri ile tam teşekküllü bir hastane yollarız
ve bir iki gemimiz de Lübnan sularında seyredebilir ve böylece ne
şiş yanar ne de kebap.

Terörü Anlamak
30 Ağustos'ta iki konunun gündemin ön sıralarındaki yerini
koruduğunu gözledik. Terör ve irtica, tehdit değerlendirmesinde,
ön sıradaydı.
Yıllardır terörün doğru değerlendirilmediğini, sistemli bir anali­
zin yapılmadığını düşünüyorum. Bu mücadele metoduna terör adı­
nın verilmesi olayları tarafsız analiz etmemizi engelleyen en önemli
sebeplerden birisi. İçinde barındırdığı olumsuzluk duygusal tepkiler
vermemize neden oluyor ve soğukkanlı bir değerlendirme yapma-
243 • DEVRİYE

mızı engelliyor. Terör örgütü sadece yaptıklarıyla değerlendiriliyor;


ama siyasi açıdan ne ifade ettiği, ulaşabileceği siyasi hedefin üst sını­
rının ne olacağı ve hangi projenin bir parçası olduğu irdelenmiyor.
Bir ülkenin bölünmesinin dinamikleri araştırılmadan sadece
farklılıkların bir sebep olarak görülmesi ciddi bir yanlışlıktır. Türki­
ye'deki etnik farklılık, başka yerde, mesela Lübnan'da din ve mez­
hep farklılığı olarak ortaya çıkıyor. Kore ve Vietnam'da hiçbir farklı­
lığa dayanmayan bölünmeler yaşanabiliyor.
Terör örgütünün başarıya ulaştığını düşünün ve şu sorulara ce­
vap verin: Etnik beraberlik Kürtleri bir arada tutmaya yetecek mi?
Etnik bilinç sınıf farklılıklarının üstünü örtecek kadar güçlü mü?
Kurulacak devletin ekonomik gücü ne olacaktır ve geçmiştekinden
daha rahat bir hayata sağlamaları mümkün mü? Bölünmüş bir Tür­
kiye, dünyadaki güç odakları açısından tercih edilecek bir model mi
ve neden böyle bir tercihe yöneliyorlar? ilgili çevre ülkelerinin böyle
bir duruma tepkisi ne olacaktır?
Yapılan bir diğer yanlış terörü gerçekleştiren örgütün gerçek bir
fotoğrafının bulunmaması. Her örgüt aynı zamanda bir sistemdir.
Yani eli silahlı militan ve onları yöneten kadroyla sınırlı değildir. Te­
rörü anlamak isteyen onun para kaynaklarını ve bunların miktarını,
haberleşme ağını, karar alma sürecinin nasıl işlediğini bilmek zo­
rundadır. Mesela birisi çıkıp El-Kaide eylem yapıyor der ve işi bura­
da bırakırsa bunun bir anlamı yoktur. Kadroları, mali kaynakları, si­
yasi hedefleri ve örgütsel yapısı hakkında da bir şeyler söylemelidir
ve söylenenler gerçekçi olmalıdır. Oysa bugün terör örgütlerinin sa­
dece adlarını ve yaptıklarını biliyoruz.
Bütün bunlar iyice analiz edilirse şu sonuçlara varılır: Terör ör-·
gütleri sistem dışı değildir ve yeni bir gücün varlığına değil yeni bir
mücadele metoduna işaret etmektedir. Eskiden kim savaşıyorsa yine
onlar savaşmaktadır. Değişen sadece kullanılan araçlardan ibarettir.
244 • M A H İ R KAYNAK

Mücadele stratejisi yanlıştır. Karşınızdaki terörü yapanlar değil


bu mücadeleyi organize edenlerdir. Teröriste "Yaptığınız yanlıştır.
Biz bin yılık kardeşleriz." demenin de hiçbir anlamı yoktur. Önce
ulaşılmak istenen hedef doğru olarak belirlenmeli daha sonra bu
hedefi imkansız hale getirecek tedbirler alınmalıdır. Bundan sonra
terör örgütüne dönüp "Hedeflerinize ulaşmayı imkansız hale getir­
dik. Yolunuza devam ederseniz bedelini ödersiniz. Size bir çıkış yo­
lu öneriyoruz." dersiniz.
Bir cisme farklı yönlerden, değişik şiddete kuvvetler etki edi­
yorsa cisim bu kuvvetlerin bileşkesi istikametinde hareket eder. Te­
rör bu kuvvetlerin sadece bir tanesidir ve ülkemiz, bununla koordi­
neli olarak etkileyen güçlerin bileşkesi yönünde hareket etmektedir.
Yani terörü kullanan güç ülkemizin bir parçasına değil tümüne da­
ha doğrusu yönetimine taliptir ve bu konuda önemli mesafe kaydet­
miştir. Terörü, irticaı, ekonomiyi de kapsayan bütüncül bir model
oluşturursanız gelişmeleri anlayabilirsiniz. Terör, tek başına, vücu­
dumuzun bir yerindeki çıban gibidir ve sadece acı verir. Buradan
bir bölünme senaryosu çıkarmak akla aykırıdır. İrtica dediğimiz şey
gerçekte siyasi güç elde etmg.in bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Bütüne baktığım zaman benim gördüğüm ülkemizde siyasi gü­
cün el değiştirdiğidir ya da bunun amaçlandığıdır. Bunu istemiyor­
sanız kendi projenizi halka ve ülkeyi yönlendiren güç odaklarına
anlatmalısınız. Herkesin seveceği çok güzel alternatifler olduğuna
inanıyorum.

Duruluk
Bazı insanlar duru, berrak bir su gibidir. Sözlerinden ne kastet­
tiğini, ı,e düşündüğünü kolayca anlarsınız. Bazıları ise bulanık bir
su gibidir. Her cümleleri kendi içinde tutarlı, ama diğer sözleriyle
taban tabana zıt olabilir. Bunlarla tartışmak da mümkün değildir.
245 • D E V R İ Y E

Çünkü fikrin tümünü değil her cümleyi ayı ayrı tartışır. Bir sözleri­
nin diğerleriyle çelişmesi bir sorun değildir onlar için.
Türkiye'nin ne düşündüğünü anlayamıyorum. Birbiriyle çelişen
bir sürü düşünce arka arkaya sıralanıyor. Sözlerin tumturaklı olma­
sı, halkın hoşuna gidecek şeylerin söylenmesi yeterli sayılıyor.
Dış politikamızın milli çıkarlara dayalı olduğu ve her davranışı­
mızın bu yönde olacağı söyleniyor ve hemen arkasından dünyada
barışı sağlamak, çocukların ölmesini engellemek için ne gerekirse
yapacağımız ilan ediliyor. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu
kimse bilmiyor.
Bir gün farklılıkların zenginlik olduğu, başka bir gün ve fark­
lı şartlarda bunun ayrışma nedeni olduğu söylenebiliyor, ama in­
sanları bir arada tutan ya da ayrıştıran nedenin tanımını kimse
yapamıyor.
Üstelik milli çıkar tanımı o kadar ucuzlatılıyor ki kendinizi
bir işportacının karşısında zannediyorsunuz. Alacağınız bir kredi,
satacağınız bir mal, gelecek turistlerin sayısı ve harcayacakları pa­
ranın miktarı milli çıkarlarınızın bir ölçüsü olabiliyor. Bazen öl­
çümüz ortak bir tarih oluyor ve zamanın düz bir çizgi izleyeceği-­
ni ve günümüzde her şeyin geçmişin bir tekrarı olması gerektiği­
ni düşündüğümüz sanılabiliyor. İstediğimiz zaman ortak kültürü,
dilediğimizde din kardeşliğini, o da olmazsa komşuluğumuzu bir
yakınlık sebebi sayabiliyoruz. Bazen bunu o kadar ileri götürüyo­
ruz ki komşuların birbiriyle savaşmayacaklarını söyleyebiliyoruz
ve ben de Güney Amerika kıtasında savaşacak düşman aramaya
başlıyorum.
Savaşmayan asker, askerlerin ölmediği çatışma arıyoruz. Bizim
teröristlerimiz hain ve kalleş oluyor ve pusu kurup askerlerimizi şe­
hit ediyor. Hain olmayan teröristin nasıl olacağını, bunları nereden
bulacağımızı merak ediyorum.
246 • M A H İ R K A Y N A K

En basit sorulara en karmaşık cevabın nasıl verileceğini herkes


bizden öğrenmeli. Şu anda ABD, tüm dünyayı ilgilendiren bir soru­
ya cevap arıyor. Dünyadaki ekonomik ilişkiler bir sınıra dayandı ve
sürdürülemez noktaya geliyor. Petrol bölgesindeki kontrolün kay­
bedilmesi ihtimali tüm Batı dünyası için bir tehdit oluşturmaya baş­
ladı Dünya ekonomisinin yeniden biçimlendirilmesi gerekiyor. Bu­
mm için petrol alanlarındaki egemenliğin belirli hale gelmesi ve bu­
mm bir şantaj unsuru olmaktan çıkarılması gerekiyor. lran bu teh­
didi temsil ettiği için hasım ilan ediliyor.
Şüphesiz lran tek başına bölgeyi kontrol edemez ve bu nedenle
başka rakipler olması gerekir ve bunlar Avrupa ve Uzak Doğu'nun
yükselen güçleridir. ABD kendisine rakip olacak bu güçlerin önünü
kesmek ve enerji alanlarıyla pazarlarım kontrol etmek istemektedir.
Bize sorulan soru da bu anlamda basit ve sadedir. "Bu projede siz
hangi taraftasınız? Dünyayı yöneten ve yönlendiren gücün ABD mi,
yoksa diğerlerinin mi olmasını tercih edersiniz?"
Bu işin içinde ne din vardır ne de ırk Sorun bunları aşmakta ve
dünyanın yeniden şekillenmesini öngörmektedir. Ayrıca yeni dünya
düzeni için küresel sermayenin öngördüğü bir model vardır ve eko­
nomik gücün bu sermayeyi kontrol edenlerin elinde bulunmasının
barış ve refah için tek yol olduğunu söylemektedirler.
Bu soruya vereceğimiz cevap bizi duru ve berrak bir su haline
getirir. Eğer biz berrak olmazsak onlar bizi filtre eder ve berrak hale
getirirler. Çünkü Türkiye ve İran bu çözümlemede uç noktalarıdır
ve olayların seyri buradaki başlangıçlara göre şekillerı.ecektir.
Eğer olayın bütününü görmezsek karşılaşacağımız sorunu bazı­
ları şöyle ifade ediyor. "Eğer Lübmı.n'dan şehit cenazeleri gelirse hü­
kümet ne yapacak?" İsterseniz geleceğinizin provokasyonlar tarafın­
d;:ın belirlenmesine razı olursunuz, isterseniz ne yapacağınızı önce­
den belirler ve ilan edersiniz.
247 • DEVR İ Y E

Devriye
Güneydoğu'dan aldığımız haberler birbirine benziyor. "Devriye
görevini yapan birliğimiz pusuya düşürüldü ya da yola döşenen ma­
yının uzaktan kumandayla patlatılması sonucu askerlerimiz şehit ol­
du. " Olayların bu şekilde cereyan etmesine rağmen biz metodumu­
zu değiştirmiyoruz ve devriye çıkararak terörist arıyoruz. Ölenler
askerlik görevini yapmakta olan gençlerimizdir ve kısa sürede terör­
le mücadele metotlarını öğrendiği varsayılıyor.
Olayların başladığı günden beri bu mücadelede yanlış bir yol
izlendiğini düşünüyorum. Kullanılacak birlikler mutlaka profesyo­
nellerden oluşmalıdır ve askerlik görevini yapanlar bu işte kullanıl­
mamalıdır. Uygulamanın hem etkinlik açısından hem de psikolojik
olarak olumsuz sonuçlar yaratacağım düşünüyorum. Eğer askerler
bu mücadelede kullanılırsa her askere gidenin bu riski taşıdığı dü­
şünülür ve gelen şehit haberleri bu endişeyi pekiştirir.
Geçmişte özel timlerin kullanılması yoluna gidildi, ama polis
içindeki bu güçlerin siyasi etkilerle hareket ettiği, ideolojik yönleri­
nin profesyonel kimliklerinin önüne geçtiği görüldüğü için, uygula­
madan vazgeçildi. Terörle mücadele birimlerinin Silahlı Kuvvetler
bünyesinde oluşturulması ve profesyonel bir kadro olarak örgütlen­
mesiyle bu olumsuzluk aşılabilir.
Asıl önemli yanlışlık devriye sistemidir. Teröristlerin yeri ·bi­
linmemekte, ama olmaları muhtemel yerlere asker gönderilerek
aranmaktadır. Temas sağlandığında çatışma çıkmakta ve taraflar
kayıp vermektedir. Oysa temel kural şu olmalıdır: Terörist aran­
maz . Yeri ve sayısı bilinir ve oraya hareket ve ateş gücü yüksek
birlikler gönderilir.
Devriye, göreve çıktığı andan itibaren, uygun yerlere yerleşti­
rilen gözlemciler kanalıyla tespit e dilir, sayılan, araçları, gidiş
yönleri teröristlere bildirilebilir. Eğer olayın uluslararası boyutları
248 • M A H İ R KAYNAK

da hesaba katılırsa , gizli servisler kanalıyla, çok daha ayrıntılı bil­


gilere sahip olmaları doğaldır. Çatışan taraflardan birinin çok şey
bilmesine rağmen diğer taraf, yani güvenlik güçleri, bilmediği bir
şeyi aramaktadır ya da çok az şey bilmektedir. Pusuya düşmek
bilmemek demektir.
Bir zamanlar "alan hakimiyeti" olarak ifade edilen ve çatışma
bölgesinin her karışında egemen olmak anlamına gelen doktrin za­
yiatı artıran bir yoldu ve bu yolun izlenmeye devam edildiği anlaşı­
lıyor. Oysa hedef araziyi kontrol değil, çatışan gücü etkisiz hale ge­
tirmek olmalıydı ve arazinin bir bölümünün, bir süre, karşı tarafın
kontrolünde olmasının önemi yoktu. Hasmı bertaraf etmek yerine
araziye sahip çıkmak hedef alınınca bu sonuç doğdu
Önerdiğim mücadele stratejisini şöyle özetleyebilirim: Silahlı
Kuvvetler bölgeyi stratejik olarak kontrol eder ve karşı tarafın ka­
zanımlarının bölgenin aidiyeti açısından bir anlam ifade etmeme­
sini sağlar. Özel birlikler, uygun ve güvenli yerlerde konuşlandı­
rılır ve sadece hakkında bilgi sağladığı, güvenilir ihbarlarla tespit
ettiği hedeflere yönelir, çatışır ve geri döner. Dağlarda ve bayır-
larda tek bir güvenlik gücü bile dolaşmaz ve bir yeri kimin kont­
rol ettiğiyle ilgilenmez. Alan hakimiyeti sağlanarak hasım bertaraf
edilemez, ama hasım yenilmişse zaten alan hakimiyeti de sağlan­
mış olur.
Bölgede terör estiren gücün belli bir örgüte bağlı olarak hareket
ettiğini sanmıyorum ve bugün Lübnan'a asker gönderilmesi tartışı­
lırken ve bazıları "Lübnan'a · asker göndereceğinize içerdeki terörü
engelleyin." derken artan terör olaylarıyla bu sözler arasında bir bağ
olduğunu düşünüyorum. Yani terör sınırlı hedefi olan bir gücün de­
ğil, uluslararası hesapları olanların kontrol ettiği bir eyleme benzi­
yor. Yani PKK'nın, El-Kaide gibi, bir adres olarak kullanıldığını, ar­
ka planda ülke politikalarını yönlendirmek isteyen bir gücün olabi-
249 • D E V R İ Y E

leceğinin hesaba katılması gerektiğini düşünüyorum. Hem değer­


lendirmelerimizin hem de mücadele metotlarımızın gözden geçiril­
mesi gerekiyor.

Her Şey Mümkün!


Günümüzde hesap yapmanın anlamı kalmıyor ve küçükle bü­
yük arasındaki fark sıfıra iniyor. Irak'taki en küçük grup, yani Sün­
niler, diğer kesimlerle işbirliğine bile gerek duymadan, dünyanın
tek süper gücü ABD ile çatışabiliyor ve birçok kişi ABD'nin bir ba­
taklığa saplandığını, belki de yenileceğini düşünüyor. İran bu süper
gücün tehditlerine misliyle karşılık veriyor onu ciddiye almıyor.
Türkiye, bir yandan bölgenin en etkili askeri gücüne sahip olduğu­
nu düşünürken diğer yandan kendini ispatlamak için bin kişilik bir
askeri birliğini Lübnan'a göndermek zorunluluğunu hissediyor. Ak­
si halde hem bölgeyle ilgilenmediğinin hem de cesaret edemediği­
nin düşünüleceğini zannediyor.
Kuzey Irak'ı kontrol eden bir aşiret ABD'nin kendisine muhtaç
olduğunu ve bu nedenle onu muhatap aldığını söylüyor. Diğer yan­
dan bölgedeki tüm ülke ve güçlere rağmen bağımsız bir yapı oluştu­
ruyor. Büyük olan her şey ve herkes yerlerde sürünürken küçükler
duruma hakim görünüyor. Avrupa'nın tarih yazan ülkelerinin adı
bile geçmiyor. Almanya'nın nasıl davranacağını mı, yoksa Hizbul­
lah'ı mı merak ediyorsunuz1 Geçmişte dünyayı birkaç kere imha
edecek silahlara sahip SSCB tehdit olarak algılanırken şimdi ölçüle­
rimiz o kadar küçüldü ki eline silahların en basitini alan gruplar
dünyanın efendiliğine talip olabiliyor.
Olayları bu çerçevenin dışında düşünenler bile modelin içine
ABD'ni koymakla yetiniyor, diğerlerine figüran rolünün ötesinde
önem vermiyor. Mesela içinizde Avrupalı askerlerin herhangi bir
harekat içinde rol alabileceğini düşünen var mı1 Lübnan'a giden Av-
25Ü • M AH İ R K A Y N A K

rupalı askerlerin ne kadar güçsüz ve etkisiz olduğunu dünya kamu­


oyuna gösterip geri döneceklerinden hiç şüphe etmiyorum.
Yapılmak istenenlerle ilgili olarak benim senaryom şu: Bölgede
bir Sünni-Şii cepheleşmesi yaratılacak ve ülkeler konumlarını bu
ayırıma göre belirleyecektir. Kuzey lrak'taki direnişin neden işbir­
likçi sayılan Kürtlere karşı değil de Şiilere yönelik olduğunu defalar­
ca sormama rağmen bir cevap alamamamım nedeni bu. Kürtler
Sünni cephede yer alacak ve bu nedenle Türkiye ile aralarındaki ih­
tilaflar da çözülecektir. Irak'taki direnişin de ABD'ye yönelik olma­
dığını, ülke içindeki iktidar mücadelesinin bir aracı olduğunu göz
ardı etmemek gerekir.
Türkiye Sünni cephenin önderi olarak düşünülmektedir. Bu
nedenle bize yönelik bölücü ya da başka türlü olumsuz bir politika
beklenmemelidir. Türkiye'de bu süreç tamamlanıncaya kadar İslami
yönü ağır basan bir iktidarın varlığı faydalı sayılmaktadır.
Bu politikanın tek riskli yanı mezhep çatışmasının geri plana
itilip tüm Müslümanları aynı safta toplamak isteyen politikaların ba­
şarılı olma ihtimalidir. Burada kilit rolü Türkiye oynayacaktır. Önü­
müzdeki dönemde laik-dindar farklılığının önemini kaybetmesi ve
karşılıklı ödünlerle ortak bir noktada buluşulması beklenir.
Bölgedeki petrol zengini ülke yönetimleri, iktidarlarını sür­
dürmek için, Sünni safta yer alacaklardır. Bunlara Mısır'ı da dahil
edebiliriz.
Bu model içinde Türkiye'nin AB üyesi olması söz konusu bile
olamaz . AB İslam dünyası kendi içinde mezhep farklılıklarına göre
ayrışırken tüm İslam alemini karşısına almayı becerecektir. O de­
mokrasi, insan hakları ve geçmişteki olumsuzlukların hesabının pe­
şinde koşarken dünya yeniden kurulacak ve o da seyirci kalacaktır.
Ben olaylara sadece siyasi açıdan bakıyorum, sosyal ve kültü­
rel değerlerin bu amaçla kurgulandığını düşünüyorum. ltiraz edi-
251 • D E V R İ Y E

yorsanız size bir soru sorayım: Son günlerde verdiğimiz şehitlerin


üzüntü verdiğine şüphe yok, ama bundan önce binlerce şehit ver­
dik. Eğer hepsinin arkasından aynı tepkiyi gösterseydik, medyada
bu kadar öne çıkarılsaydı ülkemiz yaşanmaz hale gelirdi. Önceki
şehitlerimiz bugünkülerden daha mı değersizdi? Kurgulandığını­
zın farkında mısınız?

Savunma
Herkes bir düşünceyi, bir inancı, sınırları ya da başka bir şeyi
savunarak kendini yücelmiş hisseder. Oysa savunmak yenilgiyi ka­
bul etmektir. Savunan bir insanın en büyük beklentisi var olanı ko­
rumaktan ibarettir, ama savunmanın her zaman başarılı olacağının
bir garantisi de yoktur. Karşımda sadece savunan birisi olsa onunla
mücadele ne kadar kolay olurdu! Istediğim hatayı yapabilirdim, a­
ma o hiçbir zaman bulunduğu konumdan bir adım öteye gidemez
ve ben, tesadüfen de olsa, uygun bir hamle yaparak, mevzilerinden
birini ele geçirirdim.
Hepimiz bir şeyleri savunuyoruz. Sınırlar değişmez, ideolojimiz
ilk günkü gibi kalacaktır, inançlarımızdan ödün vermeyiz diyoruz
ve bunun bir kahramanlık, bir fazilet olduğunu düşünüyoruz. Bir­
çok değişikliğin bir yenilginin sonucu olarak kabul edildiğini, bu
değişikleri yaşayanların duruma ağlayarak katlandıklarını unutuyor,
bunları ölümüne savunuyoruz. Bugün kutsal saydığımız sınırların
gözyaşları ile çizildiğini gözardı ediyoruz.
Savunmanın alternatifi saldırı değil yeniden inşadır. Ülkede he­
men herkesin bir şeyleri savunması ama yeni bir şey inşa edecek
projesinin olmaması bir güvensizliğin ve korkunun ifadesidir. Her
mücadelenin, büyük ihtimalle, yenilgiyle sonuçlanacağı, en iyi so­
mıcun var olanı korumak olduğu şuur altında öylesine yerleşmiş ki
kimse bu çerçevenin dışına çıkamıyor.
252 • M A H İ R K A Y N A K

Bu düşünce yapısı garip sonuçlar doğuruyor. Dışımızdaki her­


kes bizi yıkmak, parçalamak, yok etmek için uğraşıyorsa ve biz hala
ayakta ve bir bütün olarak kalmışsak bundan daha büyük bir başarı
olabilir mi? Herkese ve her şeye rağmen konumumuzu muhafaza
ettiğimizi düşünüyor ve kendimizi çok güçlü hissediyoruz.
Oysa her şey değişecektir. Buna sınırlar, ideolojiler, inançların
içeriği de dahildir. Bin yılı aşan İslam tarihinde ılımlı İslam diye bir
kavram yoktu. Şimdi egemen olan dünya görüşüyle uyum içinde
olan bir İslam yorumu var ve bu kavram onu ifade ediyor. İstediği­
miz zaman Atatürkçülüğün aslında anti emperyalist bir ideoloji ol­
duğunu söylüyor ve onu dünya ölçeğindeki bir mücadelenin rehbe­
ri olarak sunabiliyoruz. Milliyetçilik, bir zamanlar, komünizmin
zıddı olarak kullanılabildi. Burada kural şudur: ideoloji ve inançla­
rın adını değiştirmeyin: Bu halkın tepkisine neden olur. Onu kendi
siyasal hedeflerinize göre yeniden yorumlayın. Mesela, eğer bir ko­
münist iseniz, petrol üreten ülkelerin hiçbir emek sarf etmeden, el­
de ettikleri zenginliği savunabilir ve onların sömürüldüğünü söyle­
yebilirsiniz. ABD işçisinin emeğiyle üretilen bir otomobile Arap şey­
hi hiç çalışmadan biner ama sömüren ABD olur.
Savunma yeniden inşa sürecinin içindeki unsurlardan birisi
olarak kullanıldığında bir anlam ifade eder ve gerektiğinde kullanı­
labilir, ama o hiçbir zaman tek başına bir politika haline gelemez.
Var olan sürdürülemez ve korunamaz. Dünya her gün değişir ve ye­
niden kurulur. Burada ya kuranlardan biri olursunuz ya da yapılan­
ları kabul edenlerden.
Bugün dünya büyük bir değişim sürecini yaşamaktadır ve hiç­
bir şey eskisi gibi kalmayacaktır. Türkiye, bu süreçte, değişime kat­
kı yapacak konumdadır ve tek eksiği bunu yapabilecek bir düşünce
yapısına ve entelektüel birikime sahip olmamasıdır. Değişimi savun­
duğunu zannedenler soruna sadece ideolojik açıdan bakmakta ve li-
253 • D E V R İ Y E

beral düşüncenin tüm kilitleri açacak anahtar olduğunu savunmak­


tadır. Oysa bu hayatı tek boyutlu algılamak ve olayın diğer boyutla­
rını değişimi yönetenlere bırakmak demektir.
Önce kendimizi değiştirmeliyiz ve şu sorunun bir anlamının
kalmadığım anlamalıyız: Bugüne kadar Türkiye'ye ne olacak soru­
suna cevap aradık. Artık Dünya nasıl değişecek, bizim bu değişimde
rolümüz olabilir mi ve bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Sorularına ce­
vap aramalıyız.
Sürdürülmesi mümkün olmayan her şeyi savunurken yeniden
inşa edilen dünyada çok iyi bir yerimiz olacağım ve bunu inşa süre­
cine katkımızın belirleyeceğini unutuyoruz.

Kınama
Hayatımızın her aşamasında kızdığımız, yanlış olduğunu dü­
şündüğümüz davranışlar vardır ve bunları, gücümüz yeterse zor­
la durdururuz ama genellikle kınarız. Bütün hayatını bir şeyleri
kınayarak ve lanetleyerek geçiren yazarlar, bu yolla siyasi kariye­
rini sürdüren politikacılar vardır ve bunlar çoğunluktadır. Çö­
züm olarak ileri sürdükleri şey karşısındakinin bu tavrından vaz­
geçmesinden ibarettir. Tartışmalar haklılık ve haksızlık üzerine­
dir ve şüphesiz karşı taraf her zaman haksızdır. Onlara göre dün­
ya bir mahkemedir ve haklı olanın hakkı teslim edilmelidir. Kay­
bettikleri zaman haksızlığa uğradıklarını ve her şeyin kötüye git­
tiğini söylerler.
Mesela, bazıları için, liberalleşme ve bunun doğal sonucu olan
küreselleşme iyidir ve aksini savunanlar insanları mutsuz yapacak
bir yolu izlemektedir. Gerçekte yanlış olan bu bakış açısıdır yani
önce iyi olan bir yol seçilip bunun gerçekleşmesine çalışmak hayal
kurmakla eşdeğerdir. Liberalleşme bir projedir ve daha önceleri de
denenmiştir, ama bu mümkün olan tek proje değildir. Diğer proje-
254 • M A H İ R K A Y N A K

lere de bakıp bunlardan hangisinin geleceğin yaşam biçimi olacağım


kestirmek daha doğru olur.
Ya da birileri çıkıp her soy ve kültürün bir devleti var öyleyse
ben de bağımsız olmak istiyorum der ve diğeri sen ülkeyi bölmek
mi istiyorsun diye sorarsa bu tartışma nasıl çözümlenir? Biri diğerini
yener ve onun haklı olduğu anlaşılır. Haklılık, haksızlık tartışması­
nın hiçbir anlamı olmadığı binlerce kere denenmiş ve anlaşılmış ol­
masına rağmen tartışma bu çerçevede sürdürülür. Kimse bir prob­
lemle karşı karşıya olduğunu ve bunun uygun çözümünün ne ola­
cağını aramaz. Şartları kendi projesinin en iyi çözüm haline getire­
cek biçime getirmeyi düşünmez.
Mesela Bush Irak'ın bölünmesinin doğru olmayacağını söylü­
yor. İşgalin ilk gününden beri siyasi yapılanma din ve etnik ayrılık­
lar üzerine kurulmuş, direniş olarak adlandırılan hareketin ABD iş­
galine karşı bütünleşmeyi amaçlamamış, aksine ayrılığı pekiştirecek
bir çatışma ortam yaratılmış olmasına rağmen böyle bir sözün ne
anlamı varı
Başbakan Erdoğan'ın küresel sermayeyle bütünleşme gerektiği­
ni, geçmişteki komünist düşünceyi andıran uygulamaların modası­
nın geçtiğini ifade eden sözlerini doğruluk ya da yanlışlık kriterine
göre değerlendirmenin bi.r anlamı yoktur. Gerçekte yaşadığımız tüm
gelişmelerin, terör olaylarının, bölgesel savaşların nedeni, küresel­
leşme mi, yoksa ulus devletlerden oluşan bir ittifaklar sistemi mi ge­
leceğin yaşam biçimi olacaktır, sorusuna aranan cevaptır. Sorunun
cevabı ise hangi modelin hayatın akışının varacağı yer olduğudur.
Yönetenler iyi, kötü ayırımıyla uğraşacak yerde geleceği kestir­
mek ve bunun içinde belirleyici bir konuma gelmeyi planlamak du­
rumundadır. Bir projenin doğruluğunun tek kriteri hayatın akışına
uygunluğudur. İnsanlar her iki modelde de aynı derecede mutlu ya
da mutsuz olurlar ve her ikisini de kabule hazırdırlar.
255 • D E V R İ Y E

Bir ülkenin dengede mi yoksa arayış içinde mi olduğunu


gösteren birçok kriter vardır. Genelde dengeye ulaşan toplumlar­
da farklı düşünceler ve yaşam biçimleri olabilir ama bu farklılık
aynı renklerin tonları düzeyindedir. Hayata çatışmadan çok reka­
bet hakimdir. Şu anda ülkemizde pop konserini izleyenlerle Fa­
tih'in Çarşamba semtinde yaşayanlar arasındaki fark siyahla be­
yaz gibidir. Siyasetteki genel yönelimin buna benzediğini ve fark­
lılığın tonlarda olacağı zamana kadar istikrarın sağlanamayacağını
düşünüyorum.
Bir NATO ülkesindeki üst düzey askeri düşünün. Tüm hayatı
Doğu-Batı çatışması üzerine düşünmek, planlar yapmakla geçmiştir.
Şöhretini, çoluk çocuğunun rızkını buna borçludur, ama bu çatış­
ma hiç gerçekleşmemiştir ve iyi düşünürse gerçekleşmeyeceği önce­
den biliniyordu. Tüm hayatı bir bilgisayar oyunundan ibaretti. Kişi­
ler için olmasa bile yönetenler için bilgisayar oyununun başından
kalkın ve hayata bakın diyebiliriz.

Çıkmaz Sokak
Bir savaş kınamalarla ya da taraflardan birinin haksızlığını ispa­
ta çalışmakla durdurulabilir mi? Terör olayları karşısındaki tavrımız
sıradanlığı aştı ve bayağılığa dönüştü. Önümüzdeki günlerde benzer
bir olayla karşılaşırsak kimin ne söyleyeceğini ezbere biliyorum.
Yetkililer kınayacak, başsağlığı ve acil şifa dileklerini sunacak ve
suçluların en kısa sürede bulunacağını söyleyecekler. Aslında failler
önceden bilindiği için kim yaptı sorusuna gerek kalmayacak ve ya­
zarlarımız PKK üzerine çeşitlemeler yaparak sütunlarını dolduracak.
Bu tavır güvenlik güçlerimize de büyük bir rahatlık sağlayacak ve
olayın ne faili ne de hedefi konusunda uzun boylu düşünmeye ge­
rek kalmayacak.
Olayları sadece kullanılan araç ve uygulanan metotlarla değer-
256 • M AH İ R K AY N A K

lendirmeye alıştığımız için gelişmelerin bir savaş olmadığını düşü­


nüyoruz. Eğer yaşadıklarımız bir savaş olsaydı ordular karşı karşıya
gelir ve bugüne kadar gördüklerimiz tekrarlanırdı.
Dünyada yeni bir şey olmaz, her şey geçmişin bir tekrarıdır, bu
gördüklerimiz bir savaşa benzemiyor demek yerine ortaya çıkacak
sonuçlara göre bir değerlendirme yapsaydık farklı düşünecektik.
Haritaların değişeceği, bozulan dengelerin yeniden kurulacağı, yeni
bir ekonomik modelin oluşturulacağı bir sürecin, sonuçları açısın­
dan, bir savaştan ne farkı var?
1 1 Eylül bu savaşın başlangıcı idi ve kullanılacak aracın ne ol­
duğu da belliydi. Terör, yeni bir aşamaya geçilirken, bir savaş aracı
olarak kullanılacaktı. ilk günden beri aynı şeyi söylüyorum ve bir
tek kişi bile katılmasa bile, iddiamın arkasındayım.
Bir bebek, çocuk ya da sıradan bir insan teröristin ne hedefi ne
de düşmanıdır. O, bu ölümlerin yaratacağı tepkileri amaçlamaktadır
ve biz onun beklentisine uygun tepkiler vererek hedefine ulaşması­
na yardım ediyoruz. Şu soruyu kendinize sorun ve cevaplayın: Te­
rörist nasıl bir tepki vermenizi bekliyordu? Birisini sorumlu sayıp
ona düşmanca duygular beslemeniz çok şaşırtıcı mı oldu? Düşman
saydığınız kişi veya örgüt onun beklentisinden farklı mı? Yani onun
hedefinden bir milim farklı bir şey yaptınız mı? Bana göre ne iste­
diyse veriyoruz. Fazlası var eksiği yok 1
Hayatını teröriste lanet okumak ve kınamakla geçiren, halkın
tepkilerini söndürmek yerine körükleyen ama hiçbir çözüm önerisi
getirmeyenler bu sürecin en gözde destekçileri konumuna düşmü­
yorlar mı?
Yaşadığımız süreç bir savaştır ve büyük bir çatışmanın sonuçla­
rına benzer etkiler yaratacaktır. Haritalar değişecek, güç odakları
yeniden belirlenecek, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan denge
ve ekonomik düzen yeniden şekillenecektir. Bir savaş sürecinde hal-
257 • DEV R İ YE

kın sokaklara dökülüp düşmanı lanetlemesi, kendi içinde kamplara


ayrılıp birbiriyle dövüşmesi ne kadar anlamlıdır?
ABD'nin de terörle savaştığını ve terörizmin sisteme yönelik bir
düşman olduğunu söyleyebilir ve bizim de aynı şeyi yaptığımızı dü­
şünebilirsiniz. İddianızı kabul etsem bile aynı şeyi yaptığımızı söyle­
yemem. O, terörizm dediği her neyse, onunla mücadele ederken
tüm dünyaya yeniden biçim veriyor. Terörizmi önlemek için var
olan her şeyin değişmesi gerektiğini söylüyor. Bizim de tavrımızı
buna göre belirleyip nelerin, nasıl değişmesi gerektiği konusunda
bir öneri sunmamız gerekmez mi?
Bu savaş bir maskeli baloya benziyor. Kimse üniformaları için­
de dövüşmüyor. Kimin hangi tarafta olduğu bilinmiyor. Daha da
kötüsü tarafların kimler olduğunu ne bilen var ne de söyleyen. Her­
kesin bir teröristi var ve bunlar dünyada bugüne kadar yaşanmış
tüm büyük savaşların sonuçlarına benzer etkiler yaratabiliyor. El­
Kaide herkese rağmen varlığını sürdürüyor ve gerektiği zaman me­
sajlarını televizyondan kitlelere ulaştırabiliyor. Son mesajı Lübnan'a
yollanan barış gücüne savaş açacağı biçimindeydi.
Bu mücadeleyi , anlasa da anlamasa da, hazırlıklı olsa da olma­
sa, da devlete bırakmak zorundayız. Halkın tepkileri işimizi zorlaş­
tırmaktan başka bir şeye yaramaz.

Devlet Kurmak
Devletleri halkın ya da bir kadronun kurduğunu inanılır. Oysa
bugün dünyada var olan iki yüze yakın bağımsız devletin pek azı
bu şekilde kurulmuştur. En son bağımsızlık örneği olan SSCB'nin
dağılmasından sonra ortaya çıkan devletlerin hemen hiçbirinin ba­
ğımsızlığında ne halkının ne oralarda var olan kadroların rolü yok­
tur. Bir sabah uyandıklarında bağımsız olduklarını görmüşlerdir.
Üstelik bağımsız devlet olmanın herhangi bir ön şartı da yok-
258 • M AHİR K A Y N AK

tur. Birbirinin fotokopisi gibi olan Araplar sayısız devletlere bölün­


müştür. Birbirine hiç benzemeyen Yugoslav halkı, bir dönem, üni­
ter bir devlet olarak varoluştur. Devletlerin büyük çoğunluğu, siyasi
şartlar ve ihtiyaçlara göre, büyük güçler tarafından yaratılır.
Bugün Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmak peşinde olduğu
söyleniyor. Bu çapta ve vasıfta bir halk, kendi başına devlet kura­
maz. Bunu Kürtleri küçümsediğim için söylemiyorum ve birkaç yüz
bin kişilik bağımsız devletlerin olduğunu da biliyorum.
Bu durumda konunun iki tarafı da, yani hem Kürtler hem de
Türkiye ciddi bir yanlışlığın içindeler. Kürtler dünyadaki şartların
uygunluğunu irdelemeden bir maceraya atılıyor, Türkiye de aynı
nedenle Kürtleri ayrılıkçılıkla itham ediyor.
Vardığım sonuçlar yanlış olabilir, ama metodumun geçersiz ol­
duğunu düşünmüyorum ve bir devletin kurulmasının halkların ve
onları temsil edenlerin niyetleriyle değil, dünyadaki siyasal şartların
böyle bir yapıyı gerektirip gerektirmediğine bakılarak anlaşılacağını
söylüyorum.
Ülkemizde terör başladığında hemen bir bölücü hareket oldu­
ğuna karar verildi. Ben bunun hem dünya şartlan açısından, hem
de harekete katılanların gücü açısından mümkün görmüyordum.
Bir Kürt devletinin Kuzey Irak'ta kurulacağını 1990 yılında söyle­
dim ve bu söz değil yazılı bir beyanat olarak yayınlandı. Ülkemizde­
ki terör hareketlerinin bağımsızlıkla sonuçlanamayacağını söyle­
mem onları savunma olarak algılandı. Oysa silahlı bir isyan da suç­
tu ve idamla cezalandırılırdı. Hareketi silahlı bir isyan hareketi ola­
rak nitelemek onları kurtarır mıydı, yoksa bölücü olurlarsa iki kere
mi idam edilirlerdi? Ayrılıkçı bir hareketin halkın tüm sınıflarım
kapsayacağı, sınıf temeline dayalı bir siyasal hareketin bölücü ola­
mayacağı düşünülmedi. Hareketi bölücü olarak nitelemenin ve bu
yönde sürekli yayın yapmanın uyuyan etnik farklılığı gün yüzüne
259 • D E V R İ Y E

çıkaracağını, başkalarının yapmak istediğini kolaylaştıracağını düşü­


nüyordum. Oysa olayın siyasi ve sınıfsal boyutunu öne çıkarmak ve
tartışmayı bu çerçeveye sokmak etnik söylemlerin dozunu önemli
ölçüde hafifletecekti.
Kürt hareketi hem Avrupa ülkelerinin hem de ABD'nin yakın­
dan ilgilendiği bir alandı ve bunların siyasi hedeflerinin ne olduğu­
nu saptamak gerekiyordu. Biz kolay yolu seçtik ve bunların ülkeyi
bölmek istediğine karar verdik. Oysa ben farklı iki proje görüyor­
dum. AB, Kürtlerin Türkiye'den ayrılmasından yanaydı ve bunların
o zamanki Irak devletinin içinde yer almasını istiyordu. Böylece AB
üyesi olacak Türkiye'nin birlik içindeki gücü ve etkisi sınırlandırıla­
cak, Irak'ı da kontrol altına alacaklarını düşündükleri için, bölgenin
su ve enerji kaynaklarını, Türkiye gibi güçlü bir ülkenin aracılığı ol­
madan, doğrudan kontrol edeceklerdi. ABD farklı bir politika izli­
yordu. Türkiye'nin tek uluslu bir devlet olması yerine çok uluslu bir
yapıya kavuşmasını ve bölgedeki etkinliğinin artmasını istiyor ve
Türkiye'yi ekonomik ve siyasi açıdan kontrol ederek bölgedeki et­
kinliğini pekiştirmeyi düşünüyordu. Şöyle bir benzetme yapmıştım:
Türkiye'yi boyalı bir su gibi düşünün. Eğer suyun miktarı artar, a­
ma boya aynı kalırsa renginiz açılır. Boya gücünüzdür ve ABD'nin
politikasını buna benzetebilirsiniz.
Kürtler farklı olmanın d�vlet kurmaya yetmeyeceğini görmeli,
olayın siyasi boyutlarını düşünerek büyük bir gücün ortağı mı ol­
manın, yoksa küçük ve kullanılan bir yapı mı oluşturmanın daha
doğru olacağına karar vermelidir. Türkiye, siyasi projeyi değerlen­
dirmeden politika üretmekten vazgeçmelidir.

Papa'nıiı Sözleri
Birisi yanlış olduğunu düşündüğümüz ya da saldırı niteliğin­
de bir şey yaparsa ona hemen tepki gösteririz. Tavrımızı cesareti-
260 • M A H İ R K A Y N A K

mizin, gücümüzün, haklılığımızın bir göstergesi sayarız. Papa 1 6.


Benedict'in sözlerine benzer tepkiyi göstermeseydik çok şaşırır­
dım ve bize ne oldu, neden değiştik diye sorgulamaya başlardım.
Ama haksızlık saydığımız, yanlış olduğunu düşündüğümüz şey­
lere tepki göstermek sıradanlaştı ve can sıkıcı hale gelmeye başla­
dı. Kimse çıkıp "Bu zat neden bunları söylüyor? Sözleri maksadı­
nı aşan sıradan şeyler mi yoksa bir amaca mı hizmet ediyor?" di­
ye sormuyor.
Etkiden yani söylenenlerden çok bunun yaratacağı tepkileri in­
celediğimi ve olayı oluşacak tepkilerin niteliğiyle değerlendirdiğimi
sürekli tekrarlarım. Yine aynı yolu izliyorum ve çok farklı sonuçlara
varıyorum.
Batı televizyonlarında oluşan tepkilerin nasıl yansıtıldığını izler­
ken yine başardılar diyorum. Papa'nın sözlerine kızan Müslüman­
lar, bizim için normal olsa bile bir Batılıyı korkutacak ve Papa'nın
sözlerine hak verdirecek cinsten. Çoğu sakallı kızgın bir kalabalık,
tehditier savurarak, koşuşuyor ve adeta bir savaşa gidiyor. Batı'da
sıradan halkın bu tablo karşısında kendisini tehdit altında hissetme­
sinden daha doğal bir şey olamaz.
Bir insan, doğru ya da yanlış, düşüncesini söylüyor; ama karşı­
sında düşüncesini söyleyen, Papa'ya cevap vermesi normal karşıla­
nan din adamları ya da aydınlar olması gerekirken kızgın bir kala­
balıkla karşılaşıyor. Bir yanda sorumlular konuşuyor, ama cevabı
kitlelerden alıyor. Eğer bu sözler bir miting meydanında ve sıradan
insanlar tarafından söylenseydi cevabını bu şekilde verebilirdik; a­
ma şimdi taraflar aynı düzey ve nitelikte değil.
Papanın sözleri rasgele söylenmiş değil, yazılı bir metinden
okunuyor ve oluşacak tepkilerin hesap edilmemiş olduğu düşünüle­
mez. Biz de onun isteğine boyun eğiyor ve saldırganlıktan başka bir
şeyi çağrıştırması mümkün olmayan kalabalıkları sokağa salıyoruz.
261 • D E V R İ Y E

Bunun kişiliğimizin, inançlarımıza bağlılığımızın ve onu savunmaya


kararlı olduğumuzun göstergesi sayıyoruz.
Oluşan tabloya baktığımız zaman neyin amaçlandığı apaçık gö­
rünüyor. Masum insanları hedef alan terör saldırıları Müslümanlar
tarafından ve dini motiflerle yapılmış intibaı uyandırılıyor ve Batı
kamuoyunda Müslüman karşıtı bir hava oluşturulurken İslam dün­
yası da karikatürlerle, Papa'nın sözleriyle Batı karşıtı hale getiriliyor.
Bilime, sanata, fikir dünyasına bir katkımızdan söz etmek için tarihe
bakmaktan başka bir şey yapamıyoruz. Yaygın bir fakirliğin yanında
çalışılmadan kazanılan petrol gelirlerinden başka ekonomik bir fa­
aliyet görünmüyor. Tek oyun alanımız inançlarımız olarak kalıyor.
Teknoloji ve onun yarattığı ürünlere karşı ilgimiz kullanıcı olmak­
tan öte gitmiyor ve onlarla sadece inançlarımızla mücadele edeceği­
mizi ve kazanacağımızı düşünüyoruz.
Bu şartlar altında Papa'nın ülkemiz yapacağı ziyareti endişeyle
karşılıyorum ve olumsuz bir şeylerin olabileceğini düşünüyorum.
Bunun boyutlarını tahmin edemem, ama bizi töhmet altında bıraka­
cak bir şeylerin planlamış olmasının muhtemel olduğunu düşünü­
yorum.
Türkiye'nin tepki koyan değil düşünen, tedbir alan bir ülke ol­
ması hayalimin gerçekleşemeyeceğinden endişe ediyorum ve ne za­
man birisi tepki gösterse gene tuzağa düştük diyorum.
Şu soruya duygusal olmadan bir cevap arayalım. Bazıları AB­
D'nin giderek lslam dünyasındaki etsini yitirdiğini, ABD karşıtlığı­
nın yayıldığını ve bunun bir kayıp olduğunu düşünüyor. Aslında
Batı'yla lslam dünyası giderek uzaklaşıyor ve karşıt hale geliyor. Bu
olayların doğal seyri ve Batı'nın aymazlığının bir sonucu mu, yoksa
onların planlı olarak gerçekleştirdikleri bir hedefi mi? Böyle bir ça­
tışmada kazanacağınızdan emin misiniz? Bunu boyun eğmek olarak
algılamak sözlerimi hiç anlamamak demektir.

You might also like