Professional Documents
Culture Documents
Hazırlayan:
TUĞRUL KURT
KISA SANAT
TARİHİ
Dinler Tarihi açısından, sanat’ın doğuşu, gelişimi ve insanlar için önemine
dair bir çalışma
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
İçindekiler:
Giriş
1. Sanatın Başlangıcı
2. Antik Çağda sanat
2.1 Mısır’da Sanat
2.2 Mezopotamya’da Sanat
2.3 Girit Adasında Sanat
2.4 Antik Yunan Sanatı
2.5 Etrüsk Sanatı
2.6 Roma Sanatı
2.7 Erken Dönem Hıristiyanlık
2.8 Bizans
3. Ortaçağ’da Sanat
3.1 Romanesk Sanat
3.2 Gotik
3.3 Ortaçağ’da Rönesans’a kadar resim sanatının gelişimi
4. Rönesans
4.1 15. Yüzyılda Rönesans
4.2 16. Yüzyılda Rönesans
5. Barok
6. Rokoko
7. Klasisizm
8. Romantizm
9. Empresyonizm
10.Modern Dönemin Öncüleri – Paul Cezanne, Vincent van Gogh ve
Paul Gauguin
11. Sembolizm
12.Art Noveau
13.Fovizm
14. 20. Yüzyıl’da Sanat
14.1 Ekspresyonizm
14.2 Kübizm
14.3 Füturizm
14.4 Abstraksyon
14.5 Dadaizm
14.6 Sürrealizm
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sanat
1
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
Mısır antik çağda en görkemli eserlerini veren medeniyetlerden biridir. Verimli topraklarının olması
ve kireç taşlarına kolay ulaşabilmesi nedeniyle en görkemli mimari yapıları ortaya koymuştur. Mısır’
da sanatın firavunun hegemonyasını, kudretini ve tanrısallığını vurgulamak, tanrıları tasvir etmek ve
ritüel ve dini hayatı kayda geçirmek için kullanıldığını
göstermekteyiz. Özellikle Plastik sanatların geliştiği bu
dönemde, Firavun ve Tanrıları vasıfları, işlev alanları ve
egemenlikleriyle tasvir edebilmek için, inanılmaz boyutlarda
yapılan heykellere rastlamaktayız. Neolitik dönemde
karşımıza çıkan duvar resimleri, Mısır uygarlığında daha da
geliştirilmiş, hiyeroglifler, boyutlu insan ve cisim resimleriyle
görkemli bir hale gelmiştir. Mısır sanatında zengin bir
2
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
ikonografyaya rastlanmaktadır, örneğin başında güneşi taşıyan Hathor tanrıçası, doğan güneşin Tanrısı
Khepri’ ye ait olan Skarabeus böceği, gibi. Ancak burada şunu belirtmek gerekir ki, Mısır’daki sanat
rahiplerin ve firavunun katı denetimi ve kodeksine bağlıydı. Örneğin Tuthmosis III.’e ait olan bir
heykel onu firavun emareleri ile birlikte, önden, simetrik ve kudretine yakışır biçimde statik halde
gösterir. Mimarisi oldukça meşhur olan Mısır, tanrıların hiyerarşik yapısını göğe doğru sivrilerek
gösteren Mastabalar ve daha sonra Piramitler, Obeliskler ve büyük, simetrik yapılı, sütunlarla
çevrilmiş tapınaklarıyla, mimariyi çağında en yükseğe götürmüş olan medeniyettir. Theben
Nekropolundaki yer altı mezarları ve Piramitlerdeki duvar tasvirleri, sanatın Mısır’da öteki dünyayı
tasvir etmek ve ölülerin selametini garanti etmek için kullanıldığını gösterir. Bu mezarların en
görkemlilerinden biri şüphesiz II. Ramses’in karısı Nefertari için yapılmış olanıdır. Bu resimlerdeki
özellik tek boyutlu olarak çizilmiş olmalarıdır ki bu, her türlü önemli sembolik ve ikonografik önem
taşıyan detayı kaçırmamak içindir. İnsan tasvirleri genelde realist olmaktan ziyade şematik ve bazı
geleneksel kalıplara uygun biçimde tasarlanmıştır, bu tasvirler şahısların görüntülerini resmetmektense
öteki dünyada önemli olan asıl mahiyetlerini anlatmaya çalışır.
2.2. Mezopotamya
Sümer ve Asurlular’ın eserleri günümüzde hala mevcuttur ve en az Mısır sanatı kadar göz
kamaştırıcıdır. İştar kapısından da görüldüğü üzere hayvan motifleri ki bunların
arasında aslan, yaban hayvanlar, boğa ve ejderhalar en tercih edilenleridir,
seçilmiştir. Şehirleri adeta antik metropol görünümünde olup, kralları mutlak
iktidar sahibi ve saltanatlarını büyük ve ihtişamlı saraylarla ilan etmekteydiler.
Bu sarayların girişlerinde, Mısır’daki Sfenks’lere benzer, hayvan gövdesiyle
kralın başı birleştirilmiş heykeller bulunmaktadır. Bu heykeller, saltanat sahibini
yüceltmek için, güçlü hayvanların unsurlarını taşımaktaydı. Duvar rölyefleri çoğu zaman av sahneleri,
tazim sahneleri ve savaş sahnelerini barındırmaktaydı. Mezopotamya sanatında, tıpkı Mısır’da olduğu
gibi, rölyeflerdeki resimler hiçbir detayı kaçırmamak adına tek boyutlu olarak çizilmişlerdi. Tanrı
tasvirleri, hayvan unsurları ve insan unsurlarını birleştirmekteydi. Mezopotamya mimarisinden söz
edildiğinde ilk akla gelen Zigguratlar’ dır. Bunlar yıldızları gözlemleme ve tapınma ritüellerini
gerçekleştirmek için yapılmış olan, terası bulunan ve Mastabalara benzeyen tapınak kuleleridirler.
Ancak piramitlerin aksine Zigguratların üstü düz olup, dikdörtgen, oval ya da kare platformlar üzerine
kurulmuş çeşitleri mevcuttu. Üst kısma kadar uzanan bir rampa ile en ulu tanrı Marduk’un, aynı
zamanda baş rahibi olan Kralla görüşmesi sembolik biçimde tasvir edilmekteydi. Buradan aynı
zamanda astronomi ve yıldız biliminde temayüz etmiş olan bilim adamları yıldız gözlemlerini
gerçekleştirmektelerdi. Antik çağdan bu zamana kadar aktarılmış olan burç tasvirleri Mezopotamya
bilim adamlarının verilerini sanatsal biçimde ifade etmelerinin ürünüdür. Bu yıldız resimleri antik
çağdan bu yana birçok sanatçının eserinde aynı şekilde aktarılmıştır. Mezopotamya sanat
mimarisinden aktarılmış olan bir diğer önemli motif ise, Babil kulesidir. Özellikle kutsal kitapta
anılmasıyla birlikte, Babil kulesi Hristiyan kültüründe ve böylece sanatında farklı değişimlere uğramış
ve geleneksel olarak insanın ilahi kudret karşısındaki kibrin onun düşüşüne sebep olacağı
sembolizmini taşımıştır. Bu antik motifi ortaçağdaki sanat algısıyla ihya edenler arasında Hollandalı
ressam Pieter Bruegel (‘’Babil kulesi’’); modern dönemde film sanatıyla yeni bir yoruma tabi tutan bir
diğer isim de John Huston (‘’The Bible’’ 1966) olmuştur.
3
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
4
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
en ideal proporsyonlarını ele almaktadır. Yunan sanatı yıllar geçtikçe insan idealini daha da
geliştirmekteydi. Öyle ki sonraları Lysippos (MÖ 4.yy) gibileri heykellerinde küçük bir anı
yakalamaya çalışmışlardır. Statiği sağlayabilmek için bu yüzden bu heykellerde bir destek
bulunmaktadır. Bu sanatkârların istedikleri, heykelin sadece bir açıdan önemli olması değil, etrafında
dönülüp her açıdan enteresan kılınmasıdır. Heykellerin birçoğu kahramanlar, krallar ve ideal insanı
resmetmekle birlikte, özellikle Tanrıları ve onlara bağlı olan ikonografyayı resmetmektedirler. Magna
Mater’in yerini erkek Tanrı Zeus ile dolduran Yunanlılar, onu ve soyunda gelen diğer tanrıları normal
insanlara benzer şekilde tasvir etmişlerdir. Bu tanrılar doğu Mezopotamya dinlerinde olduğu gibi
ürkütücü değil, şaşırtıcı biçimde insancıldırlar. Dolayısıyla Yunan ozanları tanrılarının tasavvurlarını
şiirlerinde inşa ederken, Yunan sanatçıları da bu tasavvuru görselliğe dökmüşlerdir. Hatta mitolojiyi
anlatan bu heykel ve tasvirlerin daha sonraki dinlerde kutsal kitabın gördüğü işlevi gördüklerini
söylesek pek de yanlış olmayacaktır. Yunan tanrılarına atfedilen bir takım vasıflar ve mitlerine bağlı
olan nesneler onların tanınmasını sağlamaktadır. Öyle ki sonraki Batı sanatında tanrılar motifleriyle
birlikte tekrar ve yeniden yorumlanarak ele alınmaktadır. Yunanlıların sanatı insan motifi üzerine
kurmaları, sanatlarını adeta konuşturmuş ve sanat eserine bakan kişiyle irtibata geçmesini sağlamıştır.
Chaironeia savaşındaki mağlubiyetten sonra (MÖ 338) Yunanlılar Makedon hegemonyası altına
girmişlerdir. Helenizm olarak adlandırılan bu evrede, birçok siyasi, ekonomik ve sosyal krizle karşı
karşıya kalmışlar, kültürel hayat ve sanat merkezleri Alexandria, Pergamon, Rhodos ve Antiochia gibi
Yunanistan dışında kalan merkezlere taşınmıştır. Büyük İskender’den sonra devleti miras alanlar onu
kendi aralarında bölüştürmüşler ve aynı zamanda farklı yerlerde birçok Sanat ekolü/akademisi
kurmuşlardır. Helenizm’in düşünce ve kültürünü derinden etkileyen Aristoteles’in felsefesi, duyusal
algıları insanın kendisini ve çevresini idrak edebilmesinin bir aracı olarak takdim etmişti. Şüphesiz bu
kabul kendisini Helenistik sanatta da göstermiştir. Helenistik dönem sanatçıları insan tasvirlerini
idealist olmaktan ziyade yüzlerindeki ifadeyi ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Helenist düşüncede
hâkim olan insanın özgünlüğüdür. Klasik dönemde sadece özel ve ideal tipler tasvir edilirken, Helenist
dönemde her türlü insan ele alınmıştır. Gerçekliğin doğrudan gözlemlenmesi ön plana gelmiştir.
Şimdiye kadar yaşlılık, küçük kusurlar gibi vasıflar gizlenirken Helenist dönemde gizlenmeksizin ele
alınmıştır.
Yunan mimarisi denince ilk akla gelen dorik tapınaklardır. Yunan uygarlığının ilk şehirleri,
yöneticilerin oturduğu Akropol denilen yüksek tepelere kurulmuştur. Şehirlerin etrafı kalın ve yüksek
surlarla çevrilmiştir. Şehirlerdeki hayat üç önemli mekan çevresinde düzenlenmiştir, sosyal, ekonomik
hayatın olduğu Agora (meydan), kutsal mekânı oluşturan tapınaklar ve halkın
oyunlarıyla hem eğlendirilip hem de eğitildiği tiyatrolar. Şehrin geneli basit bir
görünüm arz etse de, tapınakları ihtişamlıdır. Yunan sanatının esas yapı biçimi,
tapınaktır. Tapınak tanrının evi olarak sayılır. Tanrıya ait kutsal eşyaların ve
tanrı heykelini korumak üzere yapılmıştır. Bu nedenle ibadet edilecek yer
değildir. Tapınak,Megaron ev tipinden geçmiştir. Ortada bir sella ve önünde bir
sütun sisteminin üzerine gelen alınlıklı bir eğik çatıdan oluşur. Tapınağın içinde şehrin hâmisi
konumunda olan Tanrı veya Tanrıçanın büyük heykeli bulunur. Bazı Yunanların Sicilya adasına göç
etmeleriyle birlikte Dorik tapınak türü batı Yunanistan’a kadar yayılmıştır. Yunan tiyatroları ise
tamamen profan bir yapı arz etmektedirler. Yunan mimarisi günümüze kadar gelmiş ve Klasisizm stili
olarak hala revaç görmektedir.
6
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
oluşmaktaydı. Örneğin Zeytin ağacının dalı, Ekmek, Balık ve Bülbül sembolizmi bu dönemde
gelişmiş, sonraki Hristiyanlık için de sembol olma işlevlerini sürdürmüşlerdir. Resimsiz bir din olan
Yahudilikten neşetmiş olan Hristiyanlık, yayıldığı pagan toplumun resim ve tasvir düşkünlüğünden
kopamamış ve bunları Hristiyanlaştırmıştır adeta. Katakompların içindeki duvar resimleri basit
olmakla birlikte, anlatımsal ve dramatik bir veçhe taşımaktaydı. Pagan kültüründen alınan ve
Hristiyanlığa uyarlanan bir takım sembolizm taşıyıcı motifler bu devirde mevcuttu, örneğin ‘iyi çoban’
motifinin Hristiyanları kurtuluşa götüren İsa’ya yorumlanması gibi. Bu resimlerdeki özellik bunların
sadece ve sadece Hristiyan olanlar tarafından anlaşılabilmesi idi. Bu açıdan ilk dönem Hristiyanlıktaki
sanatın önemi kendisini işlevselliğinde ve pragmatizminde göstermekteydi. Tıpkı pagan toplumlarda
olduğu gibi sanat sanat için değil, tanrı, tanrı mesajı ve tanrı davası için bir araç halindeydi.
Hrisityanlik’taki Plastik sanat da ölüler kültüne hizmet etmekteydi. İlk kiliseler –Basilica’lar-
Konstantin devrinde Hristiyanlığın kabul edilmesinden sonra, Romalıların dünyevi meseleler için
toplandıkları büyük, Roma mimarisine uygun, uzunlamasına bir dörtgen görünümünde olan, iç
kısmının uzun tarafında sütunları bulunan binalar idi. Dolayısıyla yine pagan kültürün sanat anlayışını
miras alınmıştı.
2.8. Bizans
Doğu Roma İmparatorluğunun sanat anlayışı
başkenti Konstantinopolis’ten tüm devlete
yayılmaktaydı. Bizans’ın sanat anlayışı çok
gelişmiş ve çeşitli unsurları içinde
barındırmaktaydı: Batı Roma mirasını ve
oryantal sanatı bir araya getirmekteydi.
Mimarisine bakıldığında kubbeli, çok kenarlı
çatılar, Roma stilinde heykeller, sütunlar ve
kemerler görünmekteydi. Bu şekilde binaları
sıkıcı olmaktan ziyade her taraftan
izlenebilen, ilgi çekici bir veçhe
taşımaktaydı. Doğu ve Batı’nın ihtişamını iç
kısımlardaki süsleme sanatında gösteren Bizans binaları, ışık ve gölgenin
birbirini tamamladığı bir iç görüntüye sahipti. Sütün süslemelerinde
Roma unsurlarından ziyade oryantal motiflerin yer almasını doğudan
gelen ustalarına borçluydu. Ancak bu ustaların en fazla maharet
gösterdikleri mozaik sanatı olmuştur. Motiflerinde dini figürleri kullanan
Bizanslı ustalar, İsa Mesih, Melekler ve Havarileri tıpkı birer Bizanslı
gibi resmetmişler, İsa’yı Romalı Sezarlar gibi dünya küresi üzerinde
oturmuş, dünya hâkimiyeti kurmuş biçimde tasvir etmişlerdir.
Mozaiklerde katı biçimde ifade, herhangi özgün tavır ve natüralizmden kaçınan mozaik ustaları,
Bizans devleti, dini ve mantalitesini yansıtması için, kıyafet, duruş, renk sembolizmi ve eşya
sembolizmi geliştirmişlerdir. Mozaik motiflerinin natüralist olmaması, Taşların ve altının ihtişamı ve
bakışların ifadesizliği Bizans devletinin dokunulmazlığını yansıtmak üzere kurgulanmıştır adeta.
3. Ortaçağ’da Sanat
Ortaçağın ilk yüzyıllarında istila edilmiş ve baskı altında tutulan geç dönem antik Avrupası yıkılmış,
ekonomisi ve ticareti büyük darbeler almıştır. Böyle dönemlerde insanların yüzlerini yabancı
kültürlere çevirmeleri doğaldır ve nitekim Avrupalılar gözlerini Kuzey halklarının sanatına ve
Arapların sanatına açmışlardır. Bu sebepten dolayı, coğrafi ve komşuluk konumuna bağlı olarak
sanatta farklı kültürlerden etkilenme meydana gelmiştir. Birinci yüzyılın sonlarında doğru ise
Hristiyan Batı dünyasında, en büyük vasıfları dini gerilim olan, bünye ve içyapılar oluşmuştur.
Tarikatların ve Manastırların yaygınlaşması öte yandan büyük şehirlerin kurulması bunun bir
7
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
neticesidir. Sanatçılar hünerlerini göstermek için ücra da kalmış olan manastırlardan büyük
katedrallere kadar geniş bir yelpazede alan bulmuşlardır.
3.2 Gotik
Romanesk dönemde Avrupa’daki şehirler
iyice serpilmiş ve birer kültür ve güç
merkezine dönüşmüşlerdir. Gotik stil
Avrupa halkalarının milletler ve devletler
olarak bir araya geldikleri bir dönemden
8
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
sonra oluşmuştur. Şehirlerdeki refahın artması, insanlardaki özgüvenin artmasına da neden olmuştur.
Bir şehrin hem koruyucusu hem de prestij kaynağı olan Katedraller, Romanesk stilindeki kabalık,
sadelik ve pragmatizminden kurtulmuş, Gotik stiliyle ihtişamlı ve görkemli hale gelmiştir. Kuzey
Avrupa’da ve özellikle Fransa’nın İle de France bölgesinde bina edilen bu Katedraller, vertikal
çizgiden çok horizontal çizgiyi takip etmiş, gözleri yükseklere çevirmiştir. Uzun taşıyıcı sütunlar
üzerine statiği sağlaması oldukça güç kubbeler inşa etmek istemişler ancak statiği sağlayabilmek için,
bu kubbelerin bir kaç parçaya bölüp kaburgalar eklemişlerdir. Bu yeni kubbe tarzı gotik stilinin en
tipik örneklerindendir. Kiliselerin içinde kora bölümüne daha fazla ihtimam gösterilmiş, girişteki
kemerler sivrileşmiş ve süslemeler daha detaylı hale gelmiştir. Yüksek tavanlı uzun holleri
aydınlatabilmek için uzun pencereler ve cam sanatı kullanılmıştır. Amiens Katedrali‘nde olduğu gibi
artık kiliseler karanlık değil, toplumun refahını ve yükselişini simgelemekteydi. Sanatsal anlamda
kendilerini geliştiren ustalar, göğe doğru yükselen, sanki yerçekimsiz duvarları olan, yani kutsallığı ve
mistisizmi yansıtan kiliseler ve manastırlar inşa etmişlerdir. Katedrallerin en meşhuru ise Lombard
Visconti ailesinin prestiji, zenginliğini ve şehir üzerindeki hâkimiyetini sergileyen devasa Milano
Katedralidir.
9
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
4. Rönesans
14. yüzyıla kadar sanatçılara sipariş verenin kilise olduğunu gördük. Ancak 15. ve 16.
Yüzyıllarda büyük bağımsızlığa kavuşan sanatçılar, asillerin ve zengin vatandaşların
saraylarında ve binalarında hünerlerini özgün biçimde gösterme alanı bulunmuşlardır. Bu
yüzden artık sadece dini motifler değil, profan motifler de ele alınmış, sanatçılar zanaatkâr
gibi görülmekten çok, deha ve özgün ruh olarak değerlendirilmişlerdir. Bu dönem aynı
zamanda yeni keşiflerin dönemidir, dolayısıyla ticaret, zanaat, işçilik olsun hepsi ilham
almıştır. Batı insanı gitgide bilime, akla ve tecrübeye karşı güvenini yakalıyordu. Perspektifin
işlevini keşfetmeleriyle birlikte mekân, önemli bir ifade biçimine dönüşmüştür. İnsan
vücuduna karşı yeniden ilgi duyulmuş, antik çağ örneğinden istifade edilmiştir. Sanatçılar
güzellik ve ahenk arayışına girmişlerdir. Bu çeşitli gelişmelerden dolayı, kendisini ortaçağdan
ayırmak için, bu döneme ‘Renaissance’, yani ‘Yeniden doğuş’ adı verilmiştir. Sanattaki bu
gelişmelerde büyük ölçüde payı olan aileler, Floransalı Medici ailesi yanı sıra, Urbino’lu
Montefeltro, Milano’daki Sforza ve Visconti aileleri, Mantua da Gonzaga ailesi ve
Ferrara’daki Este aileleridir. Daha sonraki dönemlerde Papalık müessesi de sipariş vermiştir.
4.1 15. yüzyılda Rönesans
zıtlıklar ile dolu olmasıdır. Bazı eserleri tamamen son detayına kadar
işlenmişken, bazıları kaba biçimde öylece bırakılmıştır. Mimarisinde de detay
ve sadelik, hareket ve durgunluk, ışık ve gölge gibi birbirine zıt vasıflar bir
araya getirilmiştir. Aziz Petrus Basilikası’nın yapımıyla görevlendirilmiş olan
Michelangelo, Hristiyanlığın ilk kilisesinin kubbesini tasarlamıştır.
Rönesans döneminin diğer önemli ressamları şunlardır: Correggio, Giorgione,
Veronese, Almanya’da Albrecht Dürer.
Rönesans döneminde kilise ve rasyonellik arasında bağ kurabilme optimizmi,
Kopernikus’un bilimsel kazanımları, Yeni Dünya’nın keşfedilmesiyle birlikte
yerle bir olmuştur. 16. Yy’ın sonlarına doğru kiliseyi ciddi biçimde eleştiren
Martin Luther ve buna bağlı olarak tüm Avrupa’ya sıçrayan Reformist hareket,
Vatikan ve dogmalarını gözden düşürmüştü. Tüm bu faktörler
insanlarda Roma’nın artık dünyanın merkezi olacağı ve tüm iyi ve
erdemli düşüncelerin buradan dünyaya yayılacağı düşüncesini ortadan
kaldırmaktaydı. Ayrıca bu dönem ressamları
Rönesans hümanizmi ve klasisizminde
ortaya çıkan devasa eserlerinin daha ötesine
gidilemeyeceği düşüncesine kapılmışlardı.
Manyerizm akımı, natüralizm ve insanları
realist biçimde resmetmekten daha farklı
stillerin var olduğunu göstermekteydi.
Manyerizm’de öne çıkan eserler ve
sanatçıları başlıca şunladır: Jacopo Pontormo
‘Baltacının Portresi’, Fountainebleu okulu ‘Banyoda Gabrielle d’Estrees ve
kızkardeşi’, Tintoretto ‘Son akşam yemeği’, Giuseppe Arcimboldo ‘Vertumnus
olarak II. Rudolph, El Greco ‘İsa’nın dirilişi’.
Hollanda’daki ressamlık daha farklı bir veçhe arz
etmekteydi. Lineer perspektifi benimsemektense algısal
perspektifi benimseyen sanatçılar, dünyayı bir perspektife
göre düzenlemekten ziyade algılanacak tüm şeyleri
algılamak ve resmetmeye çalışıyorlardı. Pieter Bruegel’in
‘Babil kulesi’ adlı eseri,
küçük küçük detayları dahi
göstermesiyle meşhurdur.
Hieronymus Bosch
‘Cehennem’ adlı eserinde
adeta sürrealist sanatçıları habercileyecek
biçimde korku rüyasını andıran ve detayları
esirgemeyen bir cehennem tasviri
sunmaktadır.
5. Barok
resimlerinde antik dinamizme önem vermiştir. Tarzında zamanın zevkini iyi yakalayan
Rubens çok satan zengin ressamlar arasında yerini almıştır. Anthonis van Dyck de
etkili Rubinist’lerdendir. Dönemin diğer meşhur sanatçıları başlıca şunlardır: Diego
Velazquez ve Bartolome Esteban Murillo, Jan Vermeer. Dikkat çeken sanatçılar
arasında Rembrandt (1606-1669) vardır. Rembrandt’ın eserleri zamanının ruhunu
yansıtsa da günümüzde dahi çekiciliğini yitirmemiştir. Figürlerinde düşüncelilik,
ruhsallık resmi izleyene dokunaklı gelmektedir. Rembrandt adeta modern bir
gözlemci, bazen rejisör bazen de bir Kutsal Kitap yorumcusudur. Onun en meşhur
eserlerinden biri ‘’Dr. Tulp’un Anatomisi’’, ‘’Öz-resim’’, ‘’Belsazarın misafir
yemeği’’, ‘’Gece nöbeti’’dir. Barok döneminde natürmort’ü eserlerinde konu alan
ressamlardan bazıları Willem Kalf ve Jan Steen’dir.
6. Rokoko
Barok ile Aydınlanma arasındaki geçiş evresidir. 18. yüzyıl artık
rasyonelliğin ve pragmatizmin ön plana çıktığı bir dönemdir.
Fransa’da Kral Louis’in ölümüyle, idarenin Paris’e taşınması,
aristokratların da sosyal hayatı ve bununla birlikte eğlence ve
kültürün şehir merkezine taşınmasına sebep olmuştur. Güce karşı
olan eğilim yerini güzel, intim ve dekoratif olana bırakmıştır. Bu
yüzden Jean Honore Fragonard gibi sanatçıların resimlerinde
adeta bir rol paylaşımı mevcuttur. Basit olaylar ve durumlar
dekoratif ve cilveli hale getirilmiştir. Bunun yanı sıra birde erotik
ve cinsel çağrışımları bulunan figürler ve senaryolar
resmedilmeye başlanmıştır. François Boucher’ın ‘Yatan kız’ adlı
resmi bu tür resimlere örnektir. Rokoko kısaca
‘güzel görüntü’ olarak da tanımlanabilir.
Ancak Rokoko dönemine rastlayan aydınlanma
habercileri de vardır. Özellikle İngiltere’de gelişen resim sanatı,
William Hogarth, Sir Joshua Reynolds gibileri sayesinde
aydınlanmaya uygun biçimde pragmatik, ölçülü ve makul bir veçhe
kazanmıştır. Bu dönemde de Thomas Gainsborough gibi ressamlar
görülene, algılanana ve hissedilene önem vermişlerdir.
7. Klasisizm
1770 ile 1830 yılları arasındaki bu sanatsal akım, Aydınlanma’nın artık tüm
Avrupa’da hâkim düşünce yapısı haline gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Ancak bu sefer
sanatçılar rasyonelliğin ve akli idrak ile algılananın yanı sıra aynı zamanda akıl
tarafından hükmedilen bir sanata özlem duymaktalardı. Bu özlemi birçok kez olduğu
gibi antik sanatın eşiğinde giderebilmişlerdi. Bunun başlıca sebeplerinden biri Pompeji
ve Herculaneum gibi önemli arkeolojik kazıların yapılmasıydı. Johann
Winckelmann’ın ‘Antik çağın sanat tarihi’ adlı eseri bu anlamda önemlidir. Poussin’in
açık ve net çizgileri, bir dönem Rubinist hâkimiyetinden sonra, Klasisizm ile birlikte
15
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
1746 ile 1828 yılları arasında dönemin en meşhur ve anlaşılması güç bir sanatçı
yaşamıştır: Francisco de Goya. Goya hem bir Karikatürist hem de bir saray
ressamı olmuştur. Karikatürlerle başlayan Goya, ‘’Rasyonalite’nin uyuması
canavarlar doğurur’’ adlı çalışmasında bir yandan siyasi bir eleştiride
bulunurken, öte yandan uyku fenomenini sonraki Sürrealistlere örnek olacak
şekilde ele almıştır. Goya kendisini ‘’Majoistler’’den görmekteydi. Bu tabir
dönemin karışık, Napoleon istilası altında acı çeken ve İspanya’nın önemli deniz
gücü olarak konumunu kaybettiği İspanya’sında kendisini herhangi bir kısıtlama
ve makam sahiplerinin emri altında görmeyen ve
düşüncelerini özgürce ifade edenlere has idi.
Goya’nın ‘’Giyinik maya’’ ve ‘’Çıplak maya’’ adlı iki
resmi bu tabirin resim olmuş halidir adeta. Bir kadının
çıplak ve davetçi bir poz ile boyanması o döneme kadar
sıkça yapılmış bir şeydi ancak tüm ressamlar bunu
dekoratif ve sanatsal hale getirmişler, kumaşı drape
şeklinde ayarlamışlar ya da yanına bir natürmort
eklemişlerdi. Ancak bu resimde göze çarpan husus
Maya’nın davetkâr ve provokatif bakışıyla
birlikte onun vücudundan başka ilgi çekici bir
şeyin olmamasıdır. Bir diğer resminde Goya
Bonaparte istilasına başkaldıran İspanyollara
yapılan katliamı ele alır. Resim buğuludur ve
hatta bazı yerleri yüzeysel ve kaba bir şekilde
boyanmıştır. Modern silahlar güçsüz, çaresiz
biçimde duran sivillere doğrultulmuş, ışık da
dramatiği yükseltecek biçimde sivillerin üstüne
yansımaktadır. Burada Rönesans resimlerinde
olduğu gibi bir yerden tanrı inip mazlumları
kurtarmaz. Onlar artık modern silahlarla
yürütülen savaşı içinde çaresizdirler. Ne yardım
eden bir Tanrı ne de mucize vardır. Goya bu
eserinde özellikle yeni bir çağın artık geldiğini
16
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
8. Romantizm
1800 ile 1890 yılları arası olarak tespit edilen bu dönemde, Fransız devriminin hazin
sonu, Napoleon Bonaparte’nin işgalleri ve haritanın Viyana Kongresi
sonucu tekrar çizilmesiyle insanların şuurlarında da değişiklikler
olmuştur. Salt rasyonellik ve akla artık güvenmeyen bu insanlar, ruhun,
hayallerin ve duyguların önemini vurgulamışlardır. Pragmatizmin ve
rasyonelliğin donukluğu bir kenara bırakılıp kişisel ve bireysel deneyim
ve algı ön plana geçmiştir. Dönemin sanatçıları insanlarda eskilere yani
Ortaçağ’a olan özlemi ele almışlardır. Zira antik çağ klasisizmi onlara
göre fazla idealize ve fazla mesafeli kalmıştı. Ortaçağ insanların
kendileriyle barışık bir şekilde yaşadıkları bir evreydi, onlara göre.
Caspar David Friedrich’in de vurguladığı gibi sanat artık ‘’içimizdeki
sesin dışa vurmasıydı’’. Çeşitli mecazî anlamları tabiata yüklemek bu
dönemin ayırt edici özelliklerindendir. Örneğin bir harabe insan
hayatının sonluluğunu ifade etmekteydi. Sanatçılar artık kendilerini ‘’Dünya ruhunun
bir parçası’’ olarak, tabiatla bir hissediyorlardı. Özellikle siyasi anlamda kısıtlanmış
olan Almanya’da tabiat resimleri sınırsızlığı ve hürriyeti simgelemekteydi. Belki de bu
yüzden Romantizm akımının ilk ve en güçlü temsilcileri Almanlar olmuştur. Caspar
David Friedrich, Karl Friedrich Schinkel ve Carl Spitzweg gibi sanatçılar bunların bir
kaçıdır.
Fransa’daki Romantizm daha farklı bir veçheye sahipti.
Fransız devriminden doğal olarak çok daha fazla
etkilenen Fransızlar devrimin ideallerinden vaz
geçemiyorlar, ancak savaşın getirdiği acıyı da
unutmuyorlardı. Fransız sanatının Romantizm’i tam da
burada yatmaktaydı. Theodore Gericault’un ‘’Medusa’nın
kayığı’’ adlı resmi, hiç görülmedik dağınık ve dramatik
biçimde kaza konusunu işlemekteydi. Bir diğer sanatçı da
Eugene Delacroix’dır.
Kompozisyonda renklerin daha
etkileyici ve tanımlayıcı olduğunu
savunan bu ressam, doğu
gezilerinde ışık fenomenini daha derinlemesine inceleyebilme
fırsatını yakalamıştı. Delacroix, açık hava ressamcılığına
teşvik eden ressamların başında gelmekteydi. Motiflerinde de
çokça doğu unsurları ve figürleri kullanan Delacroix, Fransız
zihninin egzotik ve yabancı şeylere olan özlenimini
yansıtmaktaydı.
17
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
Turner’ın buğulu ve sulu boyayı andıran tekniği ileride gelecek olan Emresyonizm’in
ilham kaynaklarından biridir.
1824 yılında John Constable ‘’Samanarabası ‘’ resmini sergilemişti. Bu resimde
özellikle Naturalizm’e ve Realizm’e önem vermesi dönemin sanatçılarını şaşırtmıştı.
Camille Corot, Theodore Rousseau ve Charles-François Daubigny ‘’Barbizon okulu’’
diye bir sanat ekolü kurmuşlar ve taşrada açık hava ressamcılığına başlamışlardı.
Onların istedikleri, Tabiatı tüm doğallığı ile objektif biçimde resmetmekti. Ancak bu
çabalarında sonraki Empresyonistler ’de olduğu gibi ışığa ve ışığın şekil verici işlevine
yoğunlaşmışlardı.
19. yüzyılda artık sanayi devrimi tamamen hayatları ve sosyal
dokuyu değiştirmiş bulunmaktaydı. Bu durumun sanata
yansıması ilk kez Natüralist-Realistler sayesinde olmuştur. Bu
ressamlar hayalperest
Romantiklerden
uzaklaşmışlardı. Hayat tüm
gerçekliği ve zorluğuyla
artık resmedilmeye değerdi.
Uzun bir müddet sonra
güncel hayat, iş ve uğraşı
süje edinen ressamların ilki Jean François Millet
olmuştur. Gustave Courbet ve Adolph Menzel gibi
sanatçılar da resimlerinde sanayi devriminin
insanlar üzerindeki etkisini konu edinmişlerdir.
9. Empresyonizm
10. Modern dönemin öncüleri – Paul Cezanne, Vincent van Gogh ve Paul Gauguin
Empresyonizm’i benimsedikten sonra, kendi tarzını
geliştiren ve sanatsal yorumunu realist akımdan daha da
uzaklaştıran bir takım sanatçılar vardır. Bunların başında
Paul Cezanne gelir. Her ne kadar o bir empresyonist
sayılabilse de, tarzını daha da geliştirmiş ve özellikle modern
dönemde karşımıza çıkacak olan Kubist akıma fikir
babalığında bulunmuştur. Empresyonistler’in göz ve ışığın
temasını ve burada oluşan algıyı resmetmeye çalıştıklarını
biliyoruz. Aynı noktadan Cezanne’da hareket etmiştir.
Ancak o fırça darbelerini git gide genişleterek zamanla
gördüğü renk ve
cisimleri birbirine
kenetlenmiş
yüzeyler olarak ele almıştır. Sonraları Kübistler
bu renk yüzeylerini daha keskin hale getirerek
dörtgenler (cubus) şeklinde boyamıştırlar.
Cezanne’nın çalışmalarında stilini ‘‘soğanlı
natürmort’’den, ‘’Chateau –Noir ve Sainte-
Victoire dağı’’na ordan da ‘’Gardanne evleri’’ne
kadar geliştirdiğini görmekteyiz. ‘’Gardanne
evleri’’ adlı çalışmasında şekil ve ışık algısının
19
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
20
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
11. Sembolizm
1880 ile 1900 yılları arasındadır. Gauguin’in izinden
giden Henri Rousseau, James Ensor ve
Edvard Munch gibi ressamlar, anlam yüklü
idealist-sembolik geleneği takip
etmekteydiler. Bu sanatçıların eserlerini
stil açısından bir arada toplamak zordur.
Ancak hepsine mevcut olan bir unsur
vardır: Onlar ışık ve algının teknik olarak
incelenmesini iyi bulmuşlar ancak bununla
yetinilmemesi gerektiğini resmin bir anlam
taşıyıcısı olduğunun Empresyonistler tarafından göz ardı edildiğini
düşünmüşlerdi. Örneğin Edvard Munch’un ‘’Çığlık’’ adlı resmi, algı ve
ışık-renk ikilisini Empresyonist biçimde verirken aynı zamanda stiliyle,
kompozisyon ve renk seçimiyle belli başlı bir duygu ve hissi vermeye çalışır. Ruh dengesi
tıpkı van Gogh gibi labil olan Munch, resminde iç dünyasını sembolik biçimde yansıtmayı
başarmıştır.
12. Art noveau, Jugendstil ya da Sessesyonsanatı
Farklı isimlerle tüm Avrupa’da yankı bulan bu akım Natüralist-tarih
ressamcılığına bir tepki olarak gelişmiştir. Sanatçılar artık sanatın
herhangi bir amaca hizmet etmemesi gerektiği, kendisinin bir amaç
olduğu ve bu yüzden kendi ifade biçimlerinin olması gerektiğini
savunmaktaydılar. Bu konuda tıpkı sembolistler gibi düşünene Art
noveau’cular aynı düşünceyi savunan bazı diğer sanatçılar gibi koyu
ve depresif ifade biçimleri kullanmaktan çok, estetiğe önem
vermişlerdi. Onlara göre sanatın sadece sanat için olduğu bir ifade
biçimi vardı, o da ornamental çizgiler ve süslemeler idi. Bu yüzden art
noveau eserlerinde, ister resim ister
mobilya, eşya veya mimari olsun
daima bir dalga bir nakış ve ornament
bulunur. Gustav Klimt’in ‘’Öpücük’’
adlı eseri Art noveau’nun en
mükemmel öreklerindendir. Ressam
kendisini resmettiği çiftin
plastisitesinde fazla kaybetmeden,
onları bir nakışın içerisinde eritmektedir. Art noveau
özellikle zarif ve dekoratif olmasından dolayı
günümüzde halen çekiciliğini korumaktadır.
13. Fovizm
1905 ile 1915 yılları arasında modern dönemin öncüleri olarak adlandırdığımız
ressamların fikirlerini devam ettiren bir grup oluşmuştu. Bu grup, Art noveau’nun
21
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
14.1 Ekspresyonizm
Ekspresyonistler tıpkı Empresyonistler gibi çağın yeni donanımlarına karşı sanat
algılarını değiştirmeye hazırdılar, ancak bunu empresyonistler kadar pozitif şekilde
yapmamışlardır. Onlar daha çok hayatın negatif taraflarına anlam vermeye
çalıştılar.
İnsanın kalabalıklarda kendisini yalnız hissetmesi, kendi
benliğine yabancılaşması ve benlikçilik bu sanatçıların zihnini
kurcalamıştır. Hatta onların resimlerindeki fikir ve duygusallık
ile çağın insanına bu yenliklerle baş edebilme imkânı vermeye
çalıştıklarını da söyleyebiliriz. Bu sanatçılardan bazıları
‘’Köprü’’ adında bir ressamlar topluluğu kurmuşlardır: Ernst
Ludwig Kirchner, Erich Heckel, Karl-Schmidt-Rottluff ve Fritz
22
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
14.2 Kübizm
1907-1925 yılları arasında tespit edilmiştir. Özellikle Paul Cezanne’in
cisimleri geniş yüzeylere ayırmasından etkilenmişlerdir.
Ekspresyonistler’de olduğu gibi anlam verme aşamasında duygu ve
seyircinin rolüne dikkat etmişler ancak bunu da analitik biçimde ele
almışlardır. Gerçekliği kavrama aşamasında onlar gerçekliği
analitik biçimde dokusuna ayırmaya çalışmışlar, yani şekillere
(küp, koni, silindir gibi) parçalayıp tekrar bir araya
getirmişlerdir. Bu akımın temsilcileri arasında Georges Braque,
Pablo Picasso, Jean Metzinger, Fernand Leger gibi ressamlar
vardı. Obje parçalamakla onu çeşitli açılardan birden resm
edebiliyorlar ve böylelikle zaman kavramını da işlemiş
oluyorlardı. Çoklu perspektif dönemin İtalya’sındaki Futurist
sanatında da vardı. Marcel Duchamp’ın eserlerinde kendilerine
has bir tabiat yasası vardır. Zira simultan perspektif denilen bu
teknikte bir cismin hareket hali tek bir obje üzerinde ve resmin
boyandığı o anda hapsedilmekteydi.
23
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
14.4 Abstraksyon
24
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
14.5 Dadaizm
1916 Zürih ‘’Cabaret Voltaire’’deki bir gösteri ile başlayan bir protestodur. Bir
grup genç, absürd şiirler, hareketler ve danslarla savaşın anlamsızlığı içerisinde
insanın anlam algısını protesto etmişlerdi. Onlar artık saçmalığın içinde bir anlam
arayışındaydılar. Francis Picabia’nın şu cümlesi Dadaizm’i güzel bir şekilde ifade
etmekteydi: ‘’İnsan kafasının yuvarlak olması düşüncesinin seyrini
değiştirebilmesi içindir’’. Onlar insanın aptallığını ve kendini
çok akıllı sanmasını protesto ediyorlardı. ‘’Dada’’
isimlendirilmesinin hala tam olarak nerden geldiği
bilinmemekteyse de, anlamsız bir kelimedir. Anlatılana göre
Hugo Ball Fransız kelime dağarcığını açıp ilk önüne çıkan
kelimeyi ‘’Dada’’ yani ‘’oyuncak at başlıklı
sopa’’ almış ve bu akımın ismi haline
gelmiştir. Dadaistler sanattan çok anti-sanatı
savunmaktaydılar, yani onlar gelmiş geçmiş
tüm sanat algılarını kırmak ve yepyeni bir şey
25
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
14.6 Sürrealizm
1924-1945 yılları arasında psikanalizin etkileri sanatta da
görüldü. Fransa’daki Dadaistler irrasyonellik ve anlamsızlık
prensibini reisime dökmeye başlamışlardır ve bununla ruhun
derinliklerini kavramaya çalışmışlardı. Freud’un rüya tabiri
yöntemi insanın benliğinin keşfedilmemiş olan büyük oranının
rüyalarda tezahür ettiğini savunuyordu. Dolayısıyla insanın
hisleri, düşünceleri ve filleri kontrolü dışında cereyan
etmekteydi. Andre Beton’un ‘’Ben birbirine tamamen zıt
gözüken gerçeklik ve rüyanın bir üst gerçeklikte (sur-realite)
çözüldüğüne inanıyorum’’ şeklindeki ifadeleri akıma ismini
vermiştir. Yine bir başka realite arayışına girmiş bulunan
modern insan, bu sefer tanınmadık yeni gerçekliklerin
rüyalarda keşfedilebileceğini düşünüyordu. Sürrealizm’in devasa isimleri İspanyol
Joan Miro ile Salvador Dali, Alman Max Ernst, Belçikalı Rene Magritte ve
Mexikalı Frida Kahlo’dur. Salvador Dali
ve Giorgio de Chirico üst benliğin kontrol
ettiği düşünce aşamalarını, realist
cisimlerin absürd biçimde bir araya
getirilmesi ve tabiata aykırı şekillere
sokulmasıyla kırmayı başarıyorlardı.
Dali’nin ‘’Hafıza’nın sürekliliği
26
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
(yumuşak saatler)’’ adlı çalışması buna örnektir. De Chirico ise eserlerine ‘’pittura
metafisica’’ yani ‘’metafizik ressamcılık’’ adını isabetli biçimde koymuştu. Dali
ise kendini ‘’rüyaların resim boyayan fotoğrafçısı’’ olarak görmekteydi ve bu
yüzden illüzyonist sürrealistlerdendi.
Rene Magritte yanıltıcı resimleriyle insana gerçeklik neden olduğu gibi de başka
türlü değil sorusunu sordurarak farklı bilinç mertebelerine ulaşmaya çalışıyordu.
Diğer bir sürrealist – Max Ernst- bilinç mertebelerine ulaşmayı tesadüfe bırakıp
Frottage, Grattage ya da Decalcomanie teknikleriyle çalışıyordu.
Bu teknikler tesadüfi bir görüntü elde etmeyi ve tıpkı bir bulutun
bir hayvana yahut cisme benzetilmesi gibi, zihnin ortaya çıkmış
olan bu görüntüyü kendisinin yorumlamasına izin veriyorlardı.
‘’Büyük orman’’ adlı çalışması buna örnek gösterilebilir. Bu teknik
aslında psikolojide kullanılan ‘’Rohrschach-testine’’ çok fazla
benzemektedir.
İkinci dünya savaşından sonra yine dengeler değişmiş, Amerika özellikle öncü konuma
yerleşmişti. 20. Yüzyılın ikinci yarısı Abstre ekspresyonizm, Tachizm, Action Painting,
Konkre resim sanatı (Op-art, Colour-Field Painting ve Hard Edge), Realizm ve Aksiyon
sanatı, Pop- Art ve Fotorealizm, figüratif resim sanatı gibi türleri barındırmaktadır. Bu sanat
türleri günümüz sanatçıları tarafından hala kullanılmaktadır. Biz bu çalışmamızda aslında
çağımızın sanat türleri oldukları için bu ifade biçimlerini açıklamadık. Belki de elli yıl sonra
bu eserleri eleştirisel bakış açısıyla tekrar yorumlamanın daha isabetli olacağı kanaatindeyiz.
Ancak şu bir gerçek ki 19. Yüzyılın ikinci yarısından 20. Yüzyılın ikinci yarısına kadar
modern insanın sanat algısı, en azından ifade
biçimlerinin yorumlanmasına izin verdiği kadar, pek
fazla değişime uğramamıştır. Abstraksyonun son
raddesine ulaşmaya çalışan modern insanı ileride neler
beklemektedir?
27
KISA SANAT TARİHİ Tuğrul Kurt
28