Professional Documents
Culture Documents
No: 43
Tarih: 08
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi-1 /
Ahmet Cevdet Paşa
Genel Yayın Yönetmeni / Ahmet
İzci
Yayın Kurulu / Doç. Dr. Mustafa
Gencer
Doç.Dr. Dündar Alikılıç
Yrd.Doç. Dr. Abdüllatif Armağan
Gaye Yavuzcan
İrfan Bülbül
Editör / Uzm. Mustafa Güçlükol-
Bilge Bozkurt
Transkripsiyon / A. Basad
Kocaoğlu
İç Tasarım / Adem Şenel
Kapak / Yunus Karaaslan
Baskı - Cilt / Çalış Ofset
Davutpaşa Cad. Yılanlı Ayazma
Sk.
No. 8 Topkapı-İstanbul Tel: 0212
482 11 04
5. Baskı / Ağustos 2011
İstanbul, Ağustos 2011
ISBN: 978-9944-978-48-4
T. C. Kültür Bakanlığı Sertifika
No:14111
© İlgi Kültür Sanat Yayıncılık
2011
İlgi Kültür Sanat Yayıncılık
Çatalçeşme Sokak. No: 27/7
Cağaloğlu / İSTANBUL
Tel: 0212 526 39 75
Belgegeçer: 0212 526 39 76
www.ilgiyayinevi.com
ilgiyayinevi@gmail.com
AHMET CEVDET PAŞA’NIN HAYATI VE
ESERLERİ
Lehistan’ın Bağımsızlığı
Kırım’ın Durumu
İKİNCİ BÖLÜM
Hindistan ve Osmanlı ile İlişkileri
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kafkasya ve Bölümleri
Dağıstan Tarihi
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Rumeli Olayları
Mali İşler
Bazı Düşünceler
Bazı Olaylar
İstanbul Olayları
Uzun süren savaşlar, taşrada eşkıyanın
saldırıları, İstanbul’da hayatın pahalılaşmasına
yol açmıştı. Kıtlık yüzünden yiyecek bulunamaz
olmuştur. Öyle ki herkes zahiresini İstanbul’a
götürüp dilediğine satsın diye emirler çıkarıldı.
İstanbul halkı harbin sıkıntılarından pay
alıyordu. Harp gaileleri içinde, İstanbul’un
asayişine de ihtimam edilemediğinden
müzevirler, dolandırıcılar kaçakçılar ortaya
çıkmış, halka zarar vermeye başlamışlardı.
Bu meyanda Tahtakale civarında oturan
“Hacı Mehmet” adında kalleş bir şahıs,
maiyetine bir kalabalık toplayıp sırtına kıymetli
elbiseler giyerek zikirlere başlamış, birtakım
fakir ve garipleri etrafına toplamış, sahte altınlar
dağıtarak saf adamları kandırmaya başlamıştı.
Böyle sahtekârları yola getirmek, hükûmetin
vazifesi iken bu adam herkesi aldatmıştı. Bu
adam, muteber iki Ermeni sarrafa kimyagerlik
sanatında mahir olduğunu yutturmuş ve her
ikisini iflas ettirmişti.
Eskiden suyunun azlığı dolayısıyla halk
İstanbul’a yerleşmeye rağbet etmezdi. Sultan
Süleyman, 40 çeşme suyunu getirdikten sonra
halkın İstanbul’a göç edeceğini görüp, fazla
nüfus beslemenin devlete büyük bir yük
olacağını düşünmüş ve suyu getirdiğine pişman
olmuştu.
O zamandan beri İstanbul’a birçok kimseler
gelip yerleşmişti. Taşralarda asayiş bozuk
olduğundan, İstanbul’a gelmek cazip oluyordu.
Bu halk, çiftini çubuğunu bırakıp İstanbul’a akın
ediyordu. Taşralar böylece boşalıyor ve harap
oluyor, İstanbul’un çoğalan nüfusunu beslemek
için devlet adamları zahire tedarikinden başka
birşey düşünemiyorlardı.
Bu nüfus kalabalığı nice fesatların vukuuna
yangınların ve hırsızlığın artmasına sebep
olduğundan, üç senede bir sokaklar, dükkânlar,
evler taranarak bu müddet içinde İstanbul’a
gelen şahıslar memleketlerine gönderilirdi.
Aileleri ile beraber İstanbul’a gelenleri geri
çevirmek için zabitlere şiddetli emirler verilirdi.
Fakat bir müddetten beri bu usul bırakılmış,
İstanbul’un asayişi bozulmuş olduğunda tarama
usulünü yeniden uygulamak için emirler verildi.
Yapılan taramalarda kefil gösteremeyen hamal,
kayıkçı ve talebe memleketlerine gönderildi.
Prusya Kralı nezdine elçi gönderilmiş olan
Ahmet Azmi Efendi, mart ayının 31. günü
İstanbul’a gelerek gördüğü yerleri ve acayip
olayları anlatan aşağıdaki safaretnameyi
yazarak, Sultan Selim’e sunmuştur.
Harp Araçları
Prusya kalelerindeki top, mühimmat ve
cephaneden başka, Berlin’de iki katı cephanelik
bulunur. Burada top, havan, humbara, tüfek,
kılıç ve tabanca depo edilir. Hepsi temiz bir
hâlde istif edilir. Burada üç orduya yetecek
kadar araç vardır. Her alayın burada özel bir
ambarı bulunur.
Bu bilgileri vermekten maksadım, Devlet-i
Aliye’de milletleri çökerten, süs, gösteriş,
saltanat gibi şeylerin önlenmesi ve asıl hazine
olan halkın, refah sebeplerinin hazırlanması
mesleklerin nizama bağlanması, devlet
adamlarının isabetle seçilmesi bunların
muntazam maaşa bağlanması, kusursuz
kimsenin azledilmemesi, hatır ve gönül için
ehliyetsizlere rütbe verilmemesi, devletin ruhu
mesabesinde olan askerin özellikle topçu ve
kalyoncu neferlerinin, kış yaz, talim ettirilmeleri
hususlarına dikkat çekmektir. Bunlar yapılırsa,
Allah’ın izniyle Devlet-i Aliye bütün
düşmanlarına galebe çalar.
Orduyu hümayunun İstanbul’a Dönüşü ve
Kıyafet Nizamı
Rüus İmtihanı
ALTINCI KISIM
1792-1793 SENESİ OLAYLARI
Ticaretin Durumu
Avrupa’nın Durumu
Rusya, Prusya ve Avusturya Lehistan’ı
paylaştılar. Bu kısmen Fransa’nın itibarını artırdı.
Avusturya birçok savaşlardan sonra Fransa ile
mütareke imzaladı.
İngilizlerin denizlerdeki kuvveti 480 gemiye
ulaşmıştı, bunlardan 122’si büyük kalyon 18’i
ellişer top taşıyan orta boy kalyon, 176’sı
firkateyn, 164’ü şalope idi.
Bu sırada Fransa’da yeni ve mutedil bir
anayasa yapıldı. İcra kuvveti beş kişilik bir
heyete verildi. Yasama işi için iki meclis
kuruldu, birisi 500 kişiden ibaret Millet Meclisi
diğeri 250 kişilik Kıdemliler Meclisi idi.
Bu yıl Paris’te patlak veren yeni bir ihtilali
Napolyon bastırdı. Bu sayede Napolyon, Fransız
Başkumandanı oldu. Bu sırada aşırı gruplar
bütün emlâkın eşitlikle paylaşımı için Babof’un
başkanlığında bir gizli cemiyet kurdularsa da bu
iş kendisinin öldürülmesi ile sonuçlandı.
Napolyon’a İtalya’ya gönderilecek ordunun
kumandanlığı verildi. Napolyon ordusuna
yağma vaat ederek Avusturya ve Sardunya’ya
saldırdı.
III. Selim, Rusya ve Avusturya’dan emin
olmadığı için bazı Avrupa devletleriyle ittifak
etmek arzusunda idi. Nihayet İstanbul’daki
Fransız elçisi ile bir antlaşma yapıldı. Buna göre
Devlet-i Aliye şimdiki Avrupa harbinde tarafsız
kalacak, harpten sonra Fransa ile bir savunma
ittifakına girecekti.
Bazı Olaylar
Elçi tayinleri
Bazı Ölümler
İç Olaylar
Fransa’nın iç Durumu
Fransa’nın nüfuzu artarken cumhuriyet ve kral
taraftarı arasında çekişme de arttığı gibi malî
darlık da hüküm sürüyordu. Ayak takımına
bedava ekmek, kulüplere devam edenlere
gündelik veriliyordu. Hükûmet karşılıksız para
basıyordu. Nakit yarım Franka alınan ekmek,
kâğıt para ile 2.000 Franka alınamıyordu. 44
milyar Franklık kâğıt para basılmıştı.
Din duyguları ve millî ahlâk bozulmuş
olduğundan her şeyde hıyanet görünüyor, kimse
kimseye güvenmiyordu. İtalya’da bulunan
Bonapart da ordusundaki bozukluklardan
şikâyet ediyordu. Drijanlardan Baras ve iki
arkadaşı ile bir kısım mebuslar çoğunluğa karşı
tehlikeli durumda bulunduklarından zor
kullanmak lüzumunu hissettiler.
Generaller, cumhuriyet taraftarı olduklarından
yardım edeceklerini vaat ettiler. Drijanlar, Paris
şehrinin muhafazasına Bonapart’ın tavsiyesiyle
General Ogero’yu memur ettiler. Bu general, bir
gece mebusların toplandığı Tuileri ve Buran
saraylarını kuşatmış ve kraliyet taraftarlarını
idam edeceklerini ilan etmiştir. 70 kadar mebus
ve bazı yazarlar Amerika’ya sürülmüş ve 42
gazete kapatılmıştır.
Bu sırada Napolyon Bonapart, Fransa
krallarının öteden beri ideal edindikleri bir planı
gerçekleştirmeye, yani Mısır’ı almaya karar
vermişti. Bu sebeple 1212 (1797) yılında
Bonapart, Tolon’dan hareket edip evvela
Malta’yı ele geçirmiş, Şövalye Ocağı’nı ilga
ederek Müslüman Osmanlı esirlerini serbest
bırakmıştı. Osmanlı esirlerine: “Bundan sonra
Malta şövalye korsanlarından kurtuldunuz,
gidin ve bunu bütün Osmanlı topraklarına
yayın, sevinsinler.” diye de tenbihte
bulunmuştu.
Malta Şövalyeleri
1106-1107 yılında Hristiyan tüccarlardan
bazıları, Kudüs’ü ziyarete gelecekler için Hazret-
i Yahya namına bir misafirhane yapmışlardı.
Haçlılar devrinde “misafir severler” adıyla, yarı
ruhanî yarı cismanî tarikat kurup ziyaretçilerin
korunmalarını üstlerine alarak, Mağrip
korsanlarından korunmak için denizlere
açılmaya başlamışlardı.
Selahattin Eyyûbî, Kudüs’ü aldığında onlar
evvela Akka’ya sonra Rodos adasına çekilip,
“Aziz Yahya Şövalyeleri” adını takındılar.
Sultan Süleyman Rodos’u fethettiğinde bu
şövalyelere Şarlken’in bahşettiği hakları ilga
etmiştir ve adları “Malta Şövalyeleri” olmuştur.
Bunlar Akdeniz’de korsanlık ederlerdi. Bilhassa
Müslüman tüccarları soyarlardı.
Şövalyeler sekiz kısım olup üçü Fransa’ya,
ikisi İspanya’ya, birer tanesi de İtalya ve
Almanya’ya ayrılmıştı. Her kısmın birer başkanı,
bulunduğu gibi bir de “Büyük Üstad” adıyla
genel başkanları vardı. Bir ara Rus imparator’u
Pol’ü Büyük Üstad seçtilerse de bundan bir
fayda görmediler ve artık kendilerine merkez
olacak bir yer bulamadılar.
Napolyon Bonapart, Tolon’da donanma
hazırlığı yaparken Arnavutluk sahillerine
saldırması hatıra gelmişse de bir gazete Mısır’a
taarruz edeceğini yazmıştı. Bunu üzerine Paris
elçisi Seyit Ali Efendi, Fransa hükûmetinden
durumu resmen sordu. Cevapta, Mısır’a taarruz
edileceği inkâr ediliyordu.
Osmanlı Devleti, Fransa’ya
güvenemediğinden gizlice harbe hazırlanma
kararı aldı. Mısır emirlerine gizlice talimat
verilerek İskenderiye’de yapılacak savunma
hazırlıklarının Fransa’ya karşı olduğu bildirildi.
O zaman Mısır’da Belde şeyhi İbrahim Bey ve
onun nüfuz ortağı Murat Bey bulunuyorlardı. Bu
gizli talimatı götürmekte olan Edip Efendi daha
Mısır’a varmadan Fransız donanması
İskenderiye’ye açıldı.
1798 SENESİ OLAYLARI
Rumeli Olayları
Dış Olaylar
İç Karışıklıklar
Arabistan Olayları
Ordunun Hareketi
Devletlerin Durumu
Erfurt Görüşmeleri
Bazı Olaylar
Sultan III. Selim’in hal’inden sonra Osmanlı
Devleti dümensiz gemi gibi dalgaların arasında
yuvarlanırken, ortaya Alemdar Paşa çıktı.
Devlete selamete çıkarmak isterken kaza
girdabına düştü. Devlet işleri zorbaların eline
geçti. Böyle karışık durumda tahta çıkan Sultan
II. Mahmud işinin zorluğu meydandadır. Sultan
II. Mahmut hiç yılgınlık göstermeden zorluklara
göğüs germiş; bir yandan Rus harbine
hazırlanırken, bir yandan da zorbaları tedibe
gayret sarf etmekteydi.
Para Değerinin Ayarlanması: Sultan
Abdülhamit ve III. Selim devirlerinde darphane
gelirlerini arttırmak maksadıyla, “düşük ayarlı”
bir hayli altın kesilmiş ve güya gelir fazlası elde
edilmişti. Ticarî muameleler ise gerçek değer
üzerinden işlediğinden para ayarının
düşürülmesi halkın ve tüccarın işlerine zarar
veriyordu.
Bu işi düzeltmenin en iyi yolu, ayarı düşük
sikkeleri kaldırmak ve gerçek ayarlı para
basmaktı. Şeyhülislâm huzurunda toplanan
danışma meclisinde mesele görüşüldü.
Şeyhülislâm Darphane fiyatının rayice
uydurulması meşrudur.” diye fetva verdi.
Devleti Âliye’nin en büyük sıkıntılarından biri
de ihtilal ve fitneler dolayısıyla devlet
büyüklerinin sık sık kazaya uğramaları ve bu
yüzden hasıl olan adam kıtlığı idi. O devrede
ikinci derecede sayılabilecek adamlar bile
sürgünde bulunduklarından, devlet işleri için
birçok şahsiyetlere ihtiyaç vardı.
Reisülküttap vekili Vahit Efendi de dirayetli
ve sadakatli olmakla beraber İngiltere barışını iyi
bir suretle sonuçlandıralıdan beri kibre müptela
olmuş, öteki devlet büyüklerini hafife almaya
başlamıştı. Hatta bazı fermanlar için “dünyanın
gidişine uygun değildir.” diye ihtarlarda
bulunmaya cesaret ediyor ve cahil kâtiplerden
bazılarının tayınlarını kesiyor, hazineyi korumak
için sert tedbirler alıyor, yakınanları azarlıyordu.
Bu hâller padişahın mizacına uygun
düşmediğinden hakkındaki teveccüh
zayıflıyordu.
Beylikçi İzzet Bey de bilgili, kabiliyetli ve
yetişebilecek devlet adamlarından idi. Alemdar
Paşa zamanında yapılan ittifak senedi, onun
kaleminden çıkmış ve bu belgeye “vesikayı
yazan” adıyla imza koymuştu. Sultan Mahmut
bunca zorluklar içinde saltanatın istiklalini
korumaya itina etmekte olduğundan buna
dokunabilecek bir ittifak senedinin altına İzzet
Bey’in öğünürcesine imza atması padişahın
kırgınlığına sebep olmuştu.
İzzet Bey, Galip Efendi’yle beraber Ruslarla
görüşmeye memur edildiğinde, padişahın
verdiği harcırahı azımsamış ve sövmeye cür’et
etmiş olması kırgınlığın artmasına sebep
olmuştu. Gençliğine bakarak ve yazıdaki
maharetine hürmeten padişahın affına uğramışsa
da şımarıklığına devam etmişti.
Sultan II. Mahmut, Müslümanları gazaya
teşvik için “Âyet-i Kerîme ve hadis-i şerifler
emrince cihadın bütün Müslümanlara farz
olduğunu bildiren hatt-ı hümayunlar neşretmişti.
Bunlar Bab-ı Âli’ye geldiğinde İzzet Bey
pervasızca: “Bakalım bu defa şeyh biçiminde ne
vaazlar veriliyor.” diye edepsizce davranması,
hürmet edilmesi bütün Müslümanlara farz olan
hilafet makamıyla alay etmeye cesaret etmesi,
hamiyet sahiplerini şaşırtmıştı. Bu sebeplerle
İzzet Bey azledilip idam edildi. Vahit Efendi de
Kütahya’ya sürüldü.
Napolyon’un Evlenmesi
Avusturya ve Fransa imparatorlarının istekleri ile
kralın kızı Mari Luiz ile Napolyon’un evlenmesi
kararlaştırıldı. 11 Mart 1810 tarihinde,
Viyana’da Napolyon’la Avrupa’nın en eski
hanedanına mensup prenses Mari Luiz’in
nikâhları kıyıldı. Mari Luiz nikâhtan sonra
hemen yola çıkıp Nisan başında Paris’e vardı;
büyük şenliklerle düğünü yapıldı. Napolyon’un
Avrupa’nın en eski hükümdarları, sülalesinden
bir prensesle evlenmesi Napolyon’un asilzâdeler
arasındaki itibarını artırmıştı.
Son harplerde Napolyon, Avusturya’yı
yenmiş, Almanya’da kendisine karşı olanları
ezmiş olduğu için iktidarı daha da artmıştı.
Avrupa hükümdarlarından çoğu, kendisine baş
eğmişti. Krallık taraftarlarının çoğu kendisine
yönelmişti. Bu evlilikle kurulan sıhriyet ve
Paris’teki Avusturya elçisi Maternich’ın mahir
politikası sayesinde Napolyon’un Avusturya’yla
olan münasebetleri günden güne iyileşmekteydi.
İngiltere, denizlere hâkim olması sayesinde
Napolyon’un nüfuzu dışında kalmışsa da bir gün
onun yakası da Napolyon’un eline geçer diye
düşünülüyordu. Oysa bu kudret Napolyon’un
şahsiyle kaimdi. Bir felakete uğradığı zaman
kurmuş olduğu hükûmetin çökmesi tabiî
olacaktı. Onun için derin düşünenler, bu
iktidarın sürekli olabileceğinden şüpheliydiler.
Napolyon, bu evlilikle Avrupa’nın eski
hanedanlarını ortadan kaldırmak niyetinde
olmadığını göstermişse de Alman kralları
ellerinden çıkardıkları bunca memleketleri
unutamıyorlar ve daima fırsat gözetiyorlardı.
Avusturyalıların yarası da bir evlilik bağıyla şifa
bulamazdı. Ruslar; Lehistan hakkında teklif
ettikleri muahedeyi imzalamadığı için
Napolyon’a kızıyorlardı. İtalyanlar ise
Napolyon, Papa’nın bütün memleketlerini ve
Toskana Dukalığı’nı almış olduğu için çok
müteessirdi. Papalık meselesinden dolayı bütün
Katolikler Napolyon’un can düşmanı idiler.
Böylece Napolyon’un düşmanları çoğalmıştı.
Napolyon, Roma şehrini Fransa’nın ikinci
başkenti sayarak, Fransız imparatorunun
bulunduğu yerde Papa’nın oturmasını
istememişti. Papa’yı Sadova şehrine nakletti. Bu
konuda Fransız papazlarının bir kısmı,
Napolyon’u destekliyor, bir kısmı da Papa’ya
sadakat gösteriyordu.
Mezhep ihtilaflarını kendi başına çözmeye
kalkıştı. Bu meyanda Papa’ya danışmaksızın bir
takım piskoposlar tayin etti. Napolyon kuvvetine
mağrur olarak din işlerinin zorla
halledilemeyeceğini düşünemeyip düşmanlarının
eline keskin silahlar vermekteydi. İspanya
meselesi ise gittikçe zorlaşmakta ve İngiliz-
Fransız harbi şiddet bulmaktaydı. Bu zorlukları
yenmek için Napolyon her tarafa büyük ordular
yollamaya mecbur olduğundan Fransa nüfusça
ve malca ağır bir yük altındaydı. Fransızlar bu
hâllerden usanıp nefret etmeye başlamışlardı.
Napolyon nihayet kendi hırs ve tamahı
yüzünden, uğradığı bunca zorlukların önünü
alamayacağını anladı. O zamana kadar
kazandığı iktidarı ile yetinmeye karar verdi.
Fakat cihangirlik hülyasından vazgeçebileceğine
inanılamıyordu. Napolyon her şeyden önce
İspanya meselesini çözmeye ve İngilizleri barışa
zorlamak için kara muhasarasını devam
ettirmeye muhtaçtı, hâlbuki işin en güç yeri
burası idi. Çünkü İspanyollar, Portekizler
milletçe ayaklanmış, hürriyetlerini korumak için
fedailer gibi çalışıyorlardı. İngiliz ordusu da
onlara yardım etmekteydi.
Bazı İç Olaylar
Cezayir Garp Ocağı’ndan Devlet-i Aliye
âdetlerine uygun olarak bir gemi ile yeni padişah
için birçok hediyeler gönderilmişti. Başlıcaları
şunlardı: Murassa altın takımıyla bir at, Şahvat
ince tespih, pırlanta yüzük, murassa altın saat,
murassa Cezayir işi dört tüfek, bir çift murassa
altın tabanca, altın yatağan, altı sırma saçaklı
yatak örtüsü, yirmi ehram, dört aslan postu, dört
kaplan postu, iki papağan, beş aslan, iki kaplan,
dört ceylan, üç deve kuşu.
Bunlara mukabil padişah Cezayir Ocağı’na şu
hediyeleri yollamıştı: Yedi b alyemez topu, iki
obüs topu, altı kalem borta topu, 3.000 kumbara
tanesi, 200 kantar barut, 200 kantar ham demir,
200 kantar kendir, 200 kantar katran, bir
firkateyn, iki gemi.
Bahar yaklaşmış ve harbin zamanı gelmiş
olduğu hâlde Serdar-ı Ekrem hasta idi. Kendi
hekimi tedaviden korkuyordu. Ordunun
hekimbaşısı tıp ilminden habersiz ve sırf
kayırılmak üzere hekimbaşı yapılmış
olduğundan ve orduda gerekli ilaçlar
bulunmadığından Serdar-ı Ekrem’in yolladığı
tezkere üzerine iki hekim (Rum taifesinden
İtalya’da okumuş Konstantin Kalayira, diğeri
Frenk taifesinden tıptaki maharetli ünlü Piçuti)
ve ilaç gönderildi. Derhal Şumnu’ya giden
hekimler Serdar-ı Ekrem’i iyileştirerek ve bol
atiye alarak İstanbul’a döndüler.
Orduda lüzumu kadar hekim ve ilaç
bulunmaması gerçi büyük eksikti. Lakin orduda
bu gibi noksanlar çoktu. Onlarla uğraşmaya
vakit yoktu. Zahire bile güç gönderiliyordu.
Karadeniz, ticaret gemilerine kapanmış olduğu
için İstanbul’da da kıtlık vardı.
Fırınların önünde yığılma artmış, aceze
güruhu ekmek alamaz olmuşlar, fırınlar ekmeğin
gramajını elli dirheme düşürmüşlerdi. Bazı
zorbalar fırınlardan fazla ekmek alarak iki katına
satmaya başladılar. Nihayet ekmeye yeni narh
verilerek elli dirhemi bir paraya satılmaya
başladı.
Devlet-i Aliye bu zorluklarla uğraşırken asla
fütur getirmeyip sınır boylarına zahire ve
mühimmat gönderiliyor, askerler sınırlara
koşuyorlardı. Bu sıralarda Anadolu’nun her
yerinden asker toplanıyordu. Lakin yeniçeri
rezilleri, edepsizlikten vazgeçmeyip ırz ehli
kadınlara saldırarak dayanılmaz kötülüklere
cür’et ediyorlardı. Bu hususta tahrikler yapan
Deli Mehmet Ağa, Manisa’ya sürülmüş ve orada
idam edilmiştir.
Böyle tehlikeli bir devirde, kaymakam Osman
Paşa’nın zevcesinin bir çengi kadınla birleşerek
geceleri Bab-ı Âli hareminde saz ve nekkare ile
âlem yaptığı işitiliyordu. Kaymakam Paşa ise
zevcesine mağlûp olduğundan, çengi kadına
gelir temin etmişti. Padişah bunu duyunca
kendisini Limni’ye, zevcesini Bursa’ya sürmüş,
çengi kadını da idam ettirmişti.
Bugünlerde, balık pazarında birkaç hamal
namuslu bir kadını tutup zorla odalarına
götürmek isteyince, halk kadını ellerinden almak
istemiş, hamallar silaha sarılmışlar, halk da sopa
ve taşlarla bunlara saldırmıştır. Tüccar ve esnaf
ayaklanarak “Bu kepazelik ne?” diye feryat
ederek Bab-ı Âli’ye varıp: “Her gün bir kötülük
işleniyor, ya yeniçeri taifesini zapt ve rapta
alırsınız ya da biz sorgu sualsiz bunları
öldürürüz.” demişler ve dükkânlarına silah ve
cephane toplamaya başlamışlardı.
Bir hikâye
Arnavutluk Olayları
Mısır Olayları
Bazı Olaylar
Bazı İç Olaylar
Bazı İç Olaylar
Bir hayli vakitten beri hasta olan Şehremini
İbrahim Efendi, bu yıl öldü. İbrahim Efendi
gençliğinde biraz okuyup yazmaya gayret etmiş,
ancak geçimini temin için baş hattat İsmail
Efendi’den yazı meşk etmişti. Etrafına iyilik
telkin eden iyi ve becerikli bir insandı. Sultan II.
Mahmut ona güvendiğinden Şehremini yaptı.
Daima onunla gizlice muhabere ederek gelen
evraka onun reyine göre cevap verilirdi.
İbrahim Efendi “Şöhret âfettir.” prensibi ile
hareket ederdi. Servetini gizler, gizli
yazışmalarını da kimseye göstermezdi. Fakat el
altından, istediğini yapardı. Mesela; kendisinin
yazı hocası Zühtü Efendi’nin kardeşi Rakım
Efendi’yi, henüz tahsilinin tamamlamadan İzmir
Kadısı Tayin ettirmişti. Hâlet Efendi’yi de
padişaha o yaklaştırmıştır.
Hâlet Efendi Bağdat’a giderken, rivayete
göre, Sultan Mahmud’un huzuruna çıktığında:
“Efendim inşallah Bağdat işini bitirdikten sonra
Rumeli ve Anadolu’daki derebeylerinin
hakkından gelir ve saltanatınızda istiklal
bulursunuz” demişti. Bu sözler padişahın pek
hoşuna gitmiş, Bağdat’tan dönen Hâlet Efendi’yi
rikâb-ı hümayun kethüdalığına tayin etmişti.
Padişahın yakınlarından bazı zevat ile gizli
muhabereye başladı. İbrahim Efendi’nin
ölümünden sonra gizli muhabereye yalnız
başına devam etti.
Hatt-ı hümayunları bile Hâlet Efendi tashih ve
tanzim ederdi. Böylece Hâlet Efendi, saltanatın
müsteşarı rolünü oynar, görünüşte divan
mansıplarında bulunur, hakikatte her iş onun
reyi ile icra edilirdi. O da İbrahim Efendi gibi
başlangıçta bu muhabereleri gizli tuttu. Fakat
sonraları iş meydana çıktı. Herkes devlet
dolabının nasıl döndüğünü anladı. Bu veçhile
Hâlet Efendi avam ve havasın melcei oldu.
İcraat hep onun hilekâr düşüncesinin sonucudur.
Ruslarla barış yapıldıktan sonra, devlet
otoritesinin sağlanması için ilk olarak
taşralardaki derebeyliklerinin ortadan
kaldırılmasına başlandı. Bu meyanda: Sadrazam
Hurşit Paşa, on beş seneden beri Rumeli’de
eşkıyalık yapan Hasköy’lü Emin Ağa’yı
yakalatıp idam ettirdi.
Büyük bilgin ve dâhi vezirlerden olan ve
Alemdar Paşa’nın hazırlattığı “sened-i ittifak”
yazarı Ramiz Paşa, Rusya’ya kaçmış idi. Bu
Ramiz Paşa’nın Petersburg’dan dönmesine izin
verilmişti. Boğdan sınırına gelip Osmanlı
hududuna girince; gizlice gönderilmiş olan
ferman gereğince idam edilerek, kesik başı
İstanbul’a gönderildi.
Yine bu meyanda, İbrail Muhafızı Şahin Paşa
rüşvet almaya başlayarak İbrail’deki zehirleri
sattığı anlaşıldığından Kapıcıbaşı tarafından
idam edilmiştir. Eşkıya reislerinden olup
Alemdar Paşa’dan sonra Silistre âyânı
nasbolunan Yılıkoğlu idam edildi. Divriğili
Yusuf Paşa, kötü hareketlerinden dolayı
fermanla Sivas Valisi Baba Paşa tarafından idam
olundu.
Sapanca gölünün denize akıtılması hususunda
birkaç defa teşebbüse geçilmişse de
gerçekleşememiştir. Bu defa yeniden
mühendisler gönderilmiş ise de yine netice
alınamamıştır.
Avrupa Olayları
Mısır’daki Gelişmeler
Mehmet Ali Paşa, Vehhabîlere karşı galip
gelerek Hicaz’ı geri almıştı. Mehmet Ali Paşa,
Beylerbeyi Hasan Paşa’yı Mekke’de
vazifelendirmişti. Lüzumlu yerlere asker
yığmıştı. Vehhabîler taraf taraf bozguna
uğramışlarsa da merkezleri olan Deriyye’de
toplu hâlde bulunuyorlardı. Padişah, Mehmet Ali
Paşa’ya, Tosun Paşa’ya samur kürk, murassa
kılıç, mücevher çelenk yolladı. Gönderdiği
fermanda Deriyye’nin de temizlenmesini tavsiye
ediyordu.
Mehmet Ali Paşa maiyetindeki askerler cesur
idiler, her tarafta galip geliyorlardı. Fakat
askerler başıbozuk ve disipline alınması güçtü.
Mehmet Ali Paşa, Avrupa usulü üzere talimli ve
muntazam asker tertibi emelindeydi. Hicaz’dan
Mısır’a döndüğünde askerine atış talimi
yaptırmaya teşebbüs ettiyse de asker
homurdanıyordu. Hatta Mehmet Ali Paşa’yı
öldürmek üzere aralarında tertip peşindeydiler.
Abidin Bey, Abdullah Ağa, Hasan Ağa
birleşerek Mehmet Ali Paşa’yı Özbekiye’deki
konağında basıp öldürmek üzere karar
vermişler. Ancak Abidin Bey işi gizlice paşaya
haber vermiş. Mehmet Ali Paşa, askerle kaleye
çıkmış; sabahleyin askerin bir kısmının onunla
birlikte olduğu görülünce, asiler ne
yapacaklarını şaşırıp Paşa’nın konağını yağma
etmeye teşebbüs etmişlerse de muhafızlar buna
mâni olmuşlar ve: “Ne duruyorsunuz. Çarşıları
yağma ediniz!” diye yayılan sesler üzerine asiler
dükkânları ve hanları yağma etmişler, yağma
sırası Halil hanına gelince muhafız Türkler ve
Arnavutlar silahla karşılamışlar.
Ertesi günü Mehmet Ali Paşa, halktan Seyit
Mehmet Mahruki’yi kaleye çağırarak, ahalinin
ziyanını ödeyeceğini söylemiş, gasp edilen
eşyanın miktarını tespit için bir komisyon
kurulmasını emretmişti. Mahruki bunu halka ilan
edince halkın Paşa’ya güveni artmış, asayiş
sağlanmıştı. Asilerin temsilcileri Mehmet Ali
Paşa’ya vararak af dilemişlerdi. Paşa, çalınan
eşyanın geri verilmesini şart koşmuştu.
Mahruki, çalınan eşyanın listesini Paşa’ya
vermiş, 3.500 kese tutan bu paranın üçte ikisini
Paşa vermiş; bu para halka dağıtılmış. Mısır
halkı Mehmet Ali Paşa’nın bu davranışına ne
kadar müteşekkir olmuşlarsa, askerden de o
kadar soğumuşlardı. Böylece Paşa Nizamiye
askeri kurmak teşebbüsünde haklı görülmeye
başlanmıştır. Paşa’nın kethüdası Mısır
sokaklarını dolaşıp dükkânları açtırmıştır.
Paşa’nın Hicaz’a gönderdiği askerin bir kısmı,
delil askerî idi. Bunlar, başlarına uzun ve siyah
kalpak giyen süvarilerdi. Kendilerini Hazret-i
Ömer’e mensup sayarlardı. Halkın bir kısmı bu
tarikata mensup olduğu için bu gruplara ayrılış
Paşa’nın meramına uygundu.
Şevval’in 23’ünde bir kapıcı başı Mehmet Ali
Paşa’nın vazifesinde ipka edildiğine dair ferman
getirdiğinde top şenliği yapıldı.
Dış Olaylar
İç Olaylar
Mısır Olayları
Diğer Gelişmeler
Arabistan’da, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın
oğlu İbrahim Paşa, Vehhabîleri iyice sindirmiş,
en önemli kaleleri Deriyye’yi de ele geçirmişti.
Mehmet Ali Paşa da Sudan’a sefer açmış ve oğlu
İsmail Paşa’yı da o tarafa göndermişti.
Böylelikle babalı oğullu, Osmanlı Devleti
namına görünse de kendi hesaplarına idareleri
altındaki toprakları genişletmeye koyulmuşlardı.
İbrahim Paşa Vehhabîleri yıldırıp sindirdim
diye Mısır’a döner dönmez Vehhabîlerin reisleri
yine şehirlerine dönmüşler ve tekrar
başkaldırmışlardı. Bunun üzerine Mehmet Ali
Paşa, adamlarından Hüseyin Bey’i düzgün
birliklerini emrine vererek bu başkaldıranlar
üzerine göndermişti. Hüseyin Bey bu asileri
Riyad Kalesi’nde sıkıştırmış, biri kaçmış,
ötekiler teslim olmuşlardı. Bu suretle Vehhabî
meselesi kapanmış, Mekke ve Medine tarafı
emniyete alınmıştı. Mehmet Ali Paşa, bundan
sonra Sudan savaşına önem verdi. Kölemenlerin
son kalıntılarını da oralarda bozguna uğrattı.
Mehmet Ali Paşa, bir yandan da
İskenderiye’de hazırladığı otuz parça gemiyi
Mora’da ve Adalar’da pek güç durumda olan
Osmanlı donanmasına yardıma göndermeyi
ihmal etmedi. Padişahın gazabına uğramamak,
Hâlet Efendi’nin isteyeceği borcu, istemeden
vermek ve pek sıkışık hatta tam müflis durumda
olan devlet hazinesine, sık sık para yardımında
bulunmuş olmak için önceden davrandı.
Ne çare ki ne bu yardımlar hazine açığını
kapatmaya yetti, ne de Mehmet Ali Paşa’nın 30
gemilik yardımı, Osmanlı donanmasını Rum
korsanlarını yenebilecek bir üstünlüğe
ulaştırabildi. Osmanlı donanması, Rum
korsanlarına emrindeki gemilerinden sekizini
kaptırmış bulunuyordu.
Akdeniz’in eski hâkimi Osmanlı donanması,
şimdi Rum korsanlarının şerrinden kaçacak delik
arıyordu. Bereket ki Eflak ve Boğdan
taraflarından kara ordusunun az çok zafer
kazandığını bildiren haberlerle İstanbul’daki
telaşlı ve endişeli devlet adamlarının yüreğine
azıcık su serpildi.
Rumlar, Eflak ve Boğdan halkının da
kendileri gibi Osmanlı Devleti’ne
başkaldırmasını istiyorlardı. Eflak ve Boğdan
halkı ise memleketlerinde hür ve rahat
yaşıyorlardı. Daha iyi ve daha rahat bir hayat
vaat ederek toplanan eşkıyanın kendilerini
beslemekten başka bir dokunur tarafı olmadığını
gören bu halk ancak korku belası onlarla birlik
görünüyordu. Rumlar da bunun farkına
varmışlardı.
Bükreş metropolitleri, Rumların
eziyetlerinden kurtulmak için Osmanlı
Devleti’nin biraz daha güçlü ve etkili
davranmasını, ikide bir, el altından yetkililere
haber göndererek rica etmekten geri
kalmıyorlardı. Ruslar ise buraların kurtulup
bağımsızlığa kavuşacağım derken kendi ellerine
düşmesini bekliyorlardı.
Rusların, Osmanlı Devleti’nin bu Rum
sergerdelerini temizlemek azmini hoş görür
davranması, Osmanlı Devleti’ni Mora’da
olduğundan daha hızlı ve güçlü davranmaya
yöneltti. Asiler üzerine üç koldan hücuma
geçildi. Sınır boylarında talim görmüş askerler
savaş ehli ve vicdan sahibi çıktılar, başarılar
gösterdiler. Asileri kurdu ininden çıkarırcasına,
sığındıkları yerlerden de söküp almasını
başardılar.
Bu sırada, İstanbul’dan bin bir sıkıntı ve
meşakkatle sınırlara doğru yola çıkarılmış olan
beş bin yeniçeri, Babadağı’na geldi. Düşmandan
temizlenmiş yerlere koşup zahmetsiz, tehlikesiz
yağmaya hazırlandılar. Ne başlarındaki Osman
Ağa, ne onları emri altında savaşa sürmeye
hazırlanan Salih Paşa bunlara söz geçiremedi.
Bu durum İstanbul’a bildirildi ama yeniçerilere
söz geçirilemeyeceği hesaba katılarak sanki
yaptıkları hareket isabetli imiş gibi o taraflarda
harekete devamları uygun görüldü. Onlar hizaya
getirilmedi de başlarına öylece emir verilmiş
oldu.
Yunus Ağa, Tuna Nehri’nde iki direkli bir
düşman gemisini sandallara atlayıp canını dişine
takarak ele geçirmeye muvaffak oldu. Altı
elebaşını da tutsak etti. Bu yiğit Yunus Ağa, iflâs
hâlindeki hazineden güç halle verdiği para
mükâfatıyla İstanbul’da ağırlandı, onun tutsak
gönderdiği altı elebaşı şehrin kalabalık yerlerine
Rumlara ibret olsun diye asıldı. Devlet ancak
böyle gücünü gösterebildi.
Böyle Yunus Ağa gibi yiğitlerin emirlerindeki
sadık ve talimli askerler en zor şartlar içinde
başarı göstermelerine karşılık, hazır düşmandan
temizlenmiş yerlerde yağmacılıkla vakit geçirip
kese dolduramayacağını anlayan yeniçeriler, işi
azıtmaya, âmirlerine kafa tutmaya; dağılmak için
bahane aramaya başladılar. Bir ara Serasker
Yusuf Paşa’ya bile çıkıp olur olmaz tekliflerde
bulunanlar oldu.
Âyânlıktan yetişen Yusuf Paşa yürekli ve
cesur bir kimse idi. Huzurunda böyle edepsizce
konuşan bir iki yeniçeri elebaşının kulaklarını
kesip Yeniçeri Ocağı’nın kapısına bıraktı. Bunu
gören yeniçerilerin ne zorbalıkları kaldı, ne de
yüzsüzlükleri. Baktılar buralar serserilik
heveslerine uygun değil; o yana bu yana
dağıldılar, yollarda fakir ve masum halka eziyet
ede ede İstanbul’a kapağı attılar.
Devlet-i Aliye’de piyasa ve ticarî hayat da
bozulmuştu. Gerçek sikkeler ve ayarı tam gümüş
paralar ortadan kalkmıştı. Ya ayarı bozuk ya da
büsbütün sahte paralar ortada dolaşıyor ve
bunlar yabancı tüccarlara sürülüp duruyordu.
Bütün düzensizlik ve kargaşanın baş müsebbibi
Hâlet Efendi, bunları unutturmak, kendisinin
davranışları ve telkinlerinin kötü sonuçlarının
dillerde dolaşıp durmasını önlemek için, yeni
yeni gösteriler icat ediyor, acayip modalar
çıkarıyordu.
Hâlet Efendi bu meyanda, gerektiğinde
sınırlarda savaşa katılmaya hazır görünsünler
diye ulemadan birçoklarına, meydanlarda ata
bindirtip kılıç talimleri yaptırtıyor, bir başka gün
yeni kıyafetlerle törenler tertip ettiriyordu. Bir
yandan da kendisini halkın ve sarayın gözünden
düşürmeye çalıştığını gördüklerini, bir
bahanesini bularak sürdürmekten, öldürtmekten
geri durmuyordu. Bu kini, bazı nüfuzlu
kimselerin kadınlarına kadar ulaşmıştı. Hatta
böyle nüfuzlu birinin evine, adamlarını
gönderip: “Bursa’dan sürgündeki kocanız
istiyor, biz de sizi götüreceğiz.” diyerek kadını
evinden aldırtıp yolda boğularak çalılar dibine
çırçıplak atılmasına bile sebep olmuştu.
Osmanlı Devleti bu hallerde kendi sıkıntıları
ile boğuşurken Napolyon Bonapart’ın ölüm
haberi Avrupa gazetelerinde yazıldı. Böylece,
sürgünde iken bile nice Avrupa kralının korkulu
rüya görmesine sebep olan Bonapart’ın
ölümüyle onlar da büyük bir kaygıdan
kurtulmuş oldular.
Çeşitli Olaylar
Muhtelif Olaylar
Olayların Başlaması
...son...