Professional Documents
Culture Documents
Talat Koçyiğit
DİYANET VAKFI YAYINLARI
HADİS TARİHİ
ÖNSÖZ
I. BÖLÜM
A. HADİSİN MENŞEİ ÖNEMİ VE TEKÂMÜLÜ
1. Hadîsin lügat ve ıstılah manâsı
2. Hadisin değeri
3. Hadisin sahabe tarafından rivayeti
B. HADİSLERİN YAZILMASI
1. Hadis kitabetinin yasaklanması
2. Yasak kararının sebepleri
a. Yazı
b. Kurânla karışma tehlikesi
3.Yasağın kaldırılması
4. İlk yazılı hadîsler
a. Hazreti Peygamberin diplomatik mektupları
b. Sadakat hadisleri
Amr ibn Hazm'den rivayet edilen sadakat
ıı. Halîfe Ebü Bekr'den rivayet edilen Sadakat
5. Hadis sahîfeleri
a. Ebü Bekr ve 'Ömer'in denemeleri
b. Abdullah îbn cAmr îbn’il-Aş’ın sahîfesi
C. Câbir İbn Abdillahhn Sahîfesi
D. Ali Îbn Ebi Tâlib’in Sahîfesi
e. Samura İbn Cundeb’İn saHîfesi
F. Ebü Hurayra'nın Sahîfesi
g. Abdullah İbn Âbbâs'ın sahifesi
h. Abdullah îbn Ömer ibni’l- Hattab’ın sahifesi
1. Sa'd İbn cUbâde’nin sahifesi
C. HADÎSİN İLK KAYNAĞI: SAHABE
1. Sahabî kime denir?
2. Sahabenin dereceleri
3. Sahabenin sayısı ve hadis râvileri
4. Sahabenin adaleti
D. SAHABE DEVRİNDE HADÎSLERİN YAYILMASI
1. İslâm ülkelerinin genişlemesi
2. Bazı ilim merkezleri
a. Medine
b. Mekke
c. Küfe
d. Basra
e. Şâm
f. Mısır
3. Hadîslerin yayılması ve "er-Rıhle fî talebi'l-hadis"
E. HADÎSTE VAZC HAREKETLERİ
1. Mevzu1 (uydurma) hadîsin tarifi
2. Hadis vaz’ının başlangıcı
II. BÖLÜM
HADlS İLMİNİN TEŞEKKÜLÜ VE BUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER
(II. Hicrî Asır)
A. TOPLUM HAYATINA GENEL BAKIŞ
1. Siyasi durum
2. ilhad hareketleri
a. Zındıklar
b. Râvendiyye
c, MufçannaHyye
d. Hurumiyyemiyy
3. itikadî mezhebler
a. Cebriyye
b. Kaderiye
C. Murci’e
d. Mutezile
B. HADÎS VAZ'INDA GELİŞMELER VE SEBEPLERİ
1. Siyasî ihtilâflar
2. itikadî ihtilâflar
3. islam düşmanlığı
4. Irk, belde ve mezheb taassubu
5. Hikayeciler ve vâ'ızler
6. Tergîb ve terhîb
C. CERH VFT TA'DÎL HAREKETİNİN DOĞUŞU
1. Cerh ve ta'dile yol açan âmiller
a. Hadîs vazı
b. Beşerî zafiyetler
2. Cerh ve ta'dîl hareketinin neticeleri
3. Hadîste isnad tatbiki
D. HADÎSİN TEŞRÎÎ DEĞERİ ÜZERİNDE MÜNAKAŞALAR
1. Haber çeşitleri
2. Hadîslerin değeri üzerinde münakaşalar
3. Mutezile ve hadîs
a. Vâşıliyye firkası
b. Amriyye fırkası
C. Huzeliyye Fırkası
d. Nazzamiyye fırkası
E. HADİSLERİN TEDVİN VE TASNİFİ
1. Tedvin ne demektir?
2. Hadis tedvininin başlangıcı
3. Hadîslerin Tasnifi
4. ilk hadîs eserleri
a. Siyer ve mağazî kitapları
b. Sünen kitapları
C. Câmi'ler
d. Musannaflar
e. Belirli bir konuya tahsis edilmiş kitaplar
Mâlik Ibn Enes ve el-Muvaftâh
III. BÖLÜM
TASNİFİN ALTIN ÇAĞI: KUTUB-t SÎTTE »EVRÎ
(III. Hicrî Asır)
I. Tasnife hız veren âmiller
a. Kelâm ilminin doğuşu
B. Haılîsçilerin İtham Edilmeleri
C. Halku'l-K.Ur'ân İnancı Ve Mihnet
d. Genel değerlendirme
2, Hadîs eserleri ve müellifleri
A. Siyer Ve Mağaziler
b. Musnedler
Îbn Hanbel Ve Musneİ
c. Sunenler
i. En-Nesâ'i ve Sunen'i
İi. Ebu-Davud Ve Sunen’i
iiii. ibn Mâce ve Sunen’i
d. Muşannaflar
e. Câmi’ler
i. El-Buhâıi ve el-Câmiu's-sahihi
ii. Müslim ve el-Câmiu sahihi
f. Cüzler
g. Belirli konulara tahsis edilmiş kitaplar
h. Mustahrecler
ı. Hadîs ilminin çeşitli konularına tahsis edilmiş kitaplar
BİBLİYOGRAFYA
HADİS TARİHİ
ÖNSÖZ
2. Hadisin değeri
a. Yazı
3.Yasağın kaldırılması
b. Sadakat hadisleri
5. Hadis sahîfeleri
Hazrcti Peygamberin amcazadesi ve aynı zamanda damadı olan CAİI İbn Ebî
Tâlib'in elinde de sadakat ve diyet hükümlerini ihtiva eden bir sahîfe-nin
bulunduğu, muhtelif kaynakların verdikleri haberlerden anlaşılır [200]. Bu
haberlerden birisinde cAlî ibn Ebî Tâlib şöyle demektedir: "Hazreti Peygam-
berden, Kur'ândan ve şu sahîfedekilerden başka bir şey yazmadık" [201]. Bununla
beraber, (Alî'nin bu sahîfeden başka Kur'ân ile hadîsleride topladığını ve kıymetli
bir kitap vücûda getirdiğini bize haber veren rivayetler gelmektedir. Ez-Zehebî'nin
Muhammed tbn Sırîn'den naklettiği bir habere göre cAIî, Hazrcti Peygamberin
vefat ettiği sıralarda, Kur'ânı tenzil üzerine toplamış bulunuyordu. Hattâ kendisini
bu işe o kadar vermişti ki, Hazreti Peygamberin vefatı üzerine Hilâfet makamına
geçen Ebü Bekr'e bey'at etmek fırsatını bile bulasımamıştı. Yine Muhaınmed İLn
Şîrîn'e göre, (Alî tarafından u-Iif edilen bu kitap, onu elde edenler için büyük
faydalar sağlayacak bir İlim ihtivardi-yordu [202].
Muhanımed Ibu Sirin'in bu sözünden anlaşıldığına güre cAIî İbn Ebî Ta-lib,
Kur'ânı toplamakla iktifa etmemiş, belki nüzul sebeplerini ve Hazreti
Peygamberden gelen tefsiri de kitabına dercetmişti. Fakat bu hususta yeterli
derecede bilgi elde edilememiştir. Ancak, îbnu'ıı-Nedim, Ebü Ya^â'nm elinde
varakları düşmüş elyazması bir mushaf gördüğünü ve bunun 'Alî'nin elyazısı ile
yazılmış olduğunu zikrederse de [203]:, Mustafa Sâdık er-Râficîye güre bu, şiî
haberlerden birisi olup şüyûbulmanıiştir [204]. Şurası muhakkaktır ki, Muham-med
İbn Sîrîn'in bahis konusu ettiği kitapla, Îbnu'n-Nedîm'in gördüğünü söylediği
mushaf arasında her hangi bir münasebet yoktur. Bu bakımdan İbnu'ıı-Nedîm'in
haberi doğru olsa bile, mezkûr mushafm, ibn Sîrîn'in bahsettiği kitaptan ibaret
olduğunu ileri sürmek mümkiıı değildir.
Kaynaklar, 'Alî'den sahîfe rivayet eden bir kaç isim zikrederlerse di*, rivayet
olunan bu sahîfenin mahiyeti hakkında fazla bilgi vermezler. Meselâ İbn SaM'a
göre cAlî, el-Hârisu'I-AVer için pek çok "ilim" yazmış [205], İbn Ebî Hatim de el-
Hârig'in kitap sahibi olduğuna dair bir haber nakletmiştirı [206]; Bununla beraber,
onun hakkında ileri sürülen bazı mütalâalar, bu haberlerden kesin bir netice
çıkarmak imkânını vermemektedir:
Muğîre'ye göre, el-Harigu'l-AVer 'Alî'den rivayet ettiği hadîslerde sâdık
değildir [207]. Yahya İbn Ma'in ve en-Nesâ'î, onun hakında /eyse bihi be'sun de-
mişler [208], eş-Şatî ise, "el-Hârig baua rivayet etti; fakat bir kezzâb idi" [209], bir
rivayette de "ben şehadet ederim ki, o kezzâblardan biridir" [210] diyerek el-Hârig'i
itham etmiştir. Ej-Zehebî, bu itirazlara rağmen el-Hârig'in hadîslerinin Sunen-i
Erbtfada yer aldığını kaydettikten sonra, eş-Şalî'nin onu tekzîb etmesine temasla
"bununla beraber ondan hadîs rivayet etmiştir. Bundan anlaşılıyor ki el-Hârig şâir
konuşmalarında yalan söylese bile, hadîs-i nebevide yalancı değildir" [211]der.
Filhakika Ahmed İbn Hanbel'in Musned'i gözden geçirilecek olursa [212], eş-
ŞaTrî'nin, 'Alî'nin hadîslerini el-Şâris vasıtasiyle rivayet ettiği görülür. Bu hadisler
Musnedde mevsûl isnâdlarla nakledilmekle beraber, bir yerde eş-Şacbî, "Allah'ın
Rasûlü Muhammed (s. a. s.) riba yiyen kimseye lanet etti" diyerek şeyhinin ismini
zikretmezse de, hadîsi eş-ŞaTjPden rivayet eden İbn 'Avn "bunu sana kim tahdîs
etti?" diye sorduğu zaman, eş-Şacbî "cl-Hârişu'1-A'ver cl-Hemdânî" cevabım
veriri [213].
Burada hadîs tarihi bakımından üzerinde durulması gereken mühim bir haber
vardır. Şu'be İbnu'l-Haccâc'tan nakledilen bu habere göre, eş-Şa^bT-nin
(Alî'den rivayet ettiği hadîsler bir kitaptan ibarettir [214]. Eş-Şa*bi'nin CAÜ-den
rivayet ettiği bu kitabı kimden aldığını kesin olarak tesbit etmek mumlan
olamamıştır. Bununla beraber bu asıl kitap sahibinin, eş-Şa'bl'nin, 'Alinin
hadîslerini kendisi vasıtasıyle rivayet ettiği el-Hârig olması kuvvetle muhtemeldir.
Çünkü, el-Hâris'in kitap sahibi olduğunu belirten haberler vardır. Meselâ el-
Hâriş'ten rivayet eden Ebû İshâk es-Sebî*ınin, ashnda onu işitmediği, fakat onun
kitabından rivayet ettiği söylenir [215]. Ahmed İbn Hanbel'den nakledilen bir
başka habere göre, Ebû İshâk el-Hârig'in kansıyle evlenmiş ve bu suretle onun
kitapları Ebû İshâk'a intikal etmiştir [216]. Her halde eş-Şa*bI de Ebü İshâk gibi
cAli'nin hadîslerini el-Hâr.i§'ten yazılı olarak almış olacaktır. Fakat yukarıda da
kaydettiğimiz gibi, bu hususta verilmiş bilgiye rastlanmamıştır. Şu var ki, eş-
Şa^î'nin vefatından sonra evinde ferâiz ve cerâhftta dair bazı yazılı kitaplar
bulunmuştur. [217]Her ne kadar bu kitapların ona el-Hl-rig'ı^n geçtiğini gösteren
bir delil mevcut değilse de, 'Alî tarafından yazılan sahîfenin ferâiz ve cerâhâta ait
hadîsleri ihtiva ettiği, el-Hârig'in 'Alî'den yine bu konularda bir sahîfe rivayet
ettiği, keza eş-Şatbî*nin de el-Hâris'ten aynı konulardaki hadîsleri aldığı
gözönünde bulundurulursa, eş-ŞaTjî'nin vefatından sonra evinde bulunan ferâiz
ve cerâhâtla ilgili hadîs sahîfelerinin menşeini tayin etmek her -halde güç olmasa
gerektir.
Alî İbn Ebî Tâlib'ten sahîfe rivayet edenlerden biri de Hılâs İbn (Amr •d-
Hecerî (Ö. 100 H. den Önce) dir. Yahya İbn Sacld*e göre Hılâş, aslında 'Alîyi
işitme iniştir; fakat ondan rivayet ettiği hadîsler bir kitaptan ibarettir [218]. Kczâ
İbn SaM onun hakkında "hadîsi çok olan bir kimsedir; bir sahîfesi vardır, ondan
rivayet eder" demiştir [219]. Ebü Hatim*e göre Hılâş, wtAlî'nİn sahifesini elde
etmiştir" [220]; Ahmed tbn Hanbel de utAlî'den rivayetinin bir kitaptan
olduğunu [221]ileri sürmüştür.
Hdâş'ın bu sahifeyi ne şekilde elde ettiğini açıklayan her hangi bir habere
rastlanmamışsa da, Ahmed îbn Hanbel'in "Hılâş'ın, el-Hârişu'1-AVer-in
sahîfe8İnden rivayet etmesinden korkuyorlardı" sözü [222], bu hususta kuvvetli bir
ihtimali ortaya koymaktan uzak değildir: Her halde Hdâş da, eş-ŞalI ve Ebü tshâk
gibi «Alî'nin hadîslerini yazıh olarak el-Hâri§'tcn almış olacaktır. [223]
Hazreti Peygamberin genç ashabından biri olan 'Abdullah İbn 'Ömer (ö. 74)
in hadîs yazıp yazmadığını bilmiyoruz. Fakat elinde yazılı hadis vesikalarının
bulunduğuna ve kölesi Nâfftn ondan bir sahîfe rivayet ettiğine dair gelen
haberler, onun da diğerleri gibi hadîs yazdığına delâlet ederler. EI-Bu-hârî
tarafından Nâfic vasıtasıyle nakledilen bir haberden Öğrendiğimize göre,
cAbdullah tbn cOmer "sokağa çıkmadan önce kitaplarına bakardı" [293]. Aynı
haberi nakleden ez-Zehebî ise, "sokak" tabiri yerine "halk" (nâs) tabirini kul-
lanır [294]. Öyle anlaşılıyor ki, İbn cOmer, kendisinden hadîs dinlemek isteyenlerin
huzuruna çıkmadan önce, kitaplarını gözden geçiriyor ve bu suretle önceden
hıfzetmiş olduğu hadîsleri bir daha hatırlamak imkânını elde etmiş oluyordu.
'Abdullah İbn 'Ömer'in hadîsleri, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, kölesi Nâfic
(ö. 117) [295] tarafından rivayet edilmiştir. Ancak rivayet edilen bu hadislerin
yazdı bir kaynağa dayanması, İbn 'Ömer'in kitap sahibi olduğunu gösteren
yukarıdaki haberleri de teyid eder. El-Vâkıdî'nin isim zikretmeksizin bir
cemaattan naklettiği habere göre "Nâfi'ın İbn 'Ömer'den işittiği kitap bir
sahîfeden ibaretti ve bu sahîfe, haberin râvisi olan cemaatın elindede mevcuttu ve
onu okuyorlardı" [296].
İbn Hacer'in, Hâlid İbn Ziyâd'ın tercemesinden bahsederken [297], İbn
Hıbbân'dan naklen, "Nâfi*den sahih bir sahîfe (Sahîfe müstakime)
rivayet ettiğini1*, keza Muhammed İbn 'Abdirrahman İbn Ganac'm tercemesinde
yine îbn Hıbb5n*a dayanarak "Nâfi'den sahîh bir nüsha (nüsha müstafime)
naklettiğini" [298] söyelemesi, her ne kadar bu sahifelerin mahiyeti hakkında bilgi
verilmemiş olsa bile, 'Abdullah İbn 'Ömer'in yukarıda bahis konusu ettiğimiz
sahîfesinin Nâfi( vasıtasıyle nasıl rivayet edildiğini gösteren açık birer delil teşkil
eder. [299]
Câhiliye devri kâtiplerinden olan Sa'd İbn 'Ubâde (ö. 15) nin Hazreti
Peygamberden hadîs yazıp yazmadığını bilmiyoruz; daha doğrucu, onun hadis
yazdığım açıkça belirten bir habere rastlanmaz. Tercemei halinden bahseden
kaynaklar, onun câhiliye devrinde arapça yazanlardan biri olduğunu kay-
dederler [300]. Bununla beraber, Sa*d İbn cUbâde'nin, Hazreti Peygamberin mec-
lislerinde daima hazır bulunduğu, ondan Kur'ân, ferâiz ve şeriat ahkâmı Öğrendiği
bilinen hususlardandır [301]. Yazı bildiğine ve öğrenmeğe karşı büyük bir arzusu
bulunduğuna göre, her halde bazı şeyler yazmış olacaktır. Nitekim onun
torunlarından biri olan ismâSl İbn cAmr İbn Çays İbn Sa'd İbn 'Ubâ-de'den
'Ahmed İbn Hanbel'm naklettiği bir haber, bu hususu teyid edecek bir manâya
sahipti];: Ismâ'il'in babası 'Amr, Safd İbn CUbâde'nin kitabında, Peygamberin bir
şâhid ve bir yemin ile hüküm verdiğini gösteren bir hadîs bulmuştur [302]. Aynı
haber, isnâdındaki biraz daha değişik bir ifade ile et-Tirmizi tarafından da
nakledilmiştir [303]. El-Buhârî'nin haberinde ise, kitap, Sa'd îbn cüb5de'nin oğlu
Sa^d'e isnad edilmiştir[304]. Öyle anlaşılıyor ki, yaşadığı müddetçe, Hazreti
Peygamberin meclislerini kaçırmayan Sa'd ibn 'Ubâde, ondan işittiği hadîsleri
yazarak bir de kitap telif etmiştir. Vefatından sonra onun bu kitabı, hadîs yazan
diğer sahabîlerde de gördüğümüz gibi, torunlarına intikal etmiş ve onlar
tarafından rivayet olunmuştur.
Yukarıdan beri, hadîs yazan bazı sahabe ile onların vücûda getirdikleri
sahîfeleri ve bu sahîfelerin müteakip nesillere nasıl intikal ettiklerini misalleriyle
görmüş bulunuyoruz. Belki bu zikrettiklerimiz dışında, hadîslerini sahîfclerde
toplayan daha başka sahabîler de vardır. Meselâ Hazreti Peygamberin kölesi Ebü
Râfi' ve diğer bazı sahabenin, hadîs yazmak için Peygamberden izin istedikleri
bilinmekte, fakat bu izin verildikten sonra onların hadîs yazıp yazmadıkları
hakkında her hangi bir kayda rastlanmamaktadır. Keza ashabtan Ebü Umâme cl-
Bâhili'ye kitâbetu'l-cılm hakkındaki görüşü sorulduğu zaman, onun, bunda bir
beis görmediği belirtilmekte, fakat hadîs yazıp yazmadığı hakkında her hangi bir
bilgi verilmemektedir [305]. Sahabeden Vâgile Îbnu'l-Egka'm halka imlâ yolu ile
hadîs yazdırdığına ve halkın onun önünde hadîs yazdığına dair haberler
zikredilmektedir [306]. Buna rağmen, Vâşile'nin hıfzından mı yoksa elinde bulunan
bir kitaptan mı yazdırdığı, şimdilik bizim için meçhuldür. Bunun gibi, sahabî el-
Berâ' îbn *Âzib*in yanında kamış kalemlerle hadîs yazıldığı bildirilir [307]; fakat
fazla bir malumat verilmez.
Her ne kadar sahabeden gelen yazılı hadîs vesikalarının daha sonraki nesillere
nasıl intikal ettiğini bazı misallere dayanarak gözden geçirmiş isek de, hadîs
tedvininin başlangıcı kabul edilen birinci asrın sonu ile ikinci asrın başlarında
hadîs yazanların, daha sonraki devirlerde hadîs yazanlara nisbetlc az bir yekûn
tuttuğunu belirtmeğe elbette lüzum yoktur. Fakat İslâm'ın bidayetinden itibaren
her gün geçtikçe hadîs yazanların sayısı çoğalmış ve ikinci asırda hadîs yazma işi
artık bir mesele olmaktan çıkmıştır. Bu sebepledir ki biz, biyografik kaynaklarda
râvilerin hadÎB yazıp yazmadıklarına dair her hangi bir kayda rastlamayız;
bununla beraber bazı istisnai hallerde hadîsçinin bir kitap veya sahife sahibi
olduğunu öğrenebiliriz. Meselâ Hicrî 62 veya 63 senesinde vefat eden Mesrük
Ibnu'l-EcdaSn hadîs yazıp yazmadığı biyografi yazarı için önemli değildir; fakat bu
yazar, onun şiir hakkındaki görüşünü şayanı dikkat bulmuş ve ondan "saM/esinde
şiir görmekten holanmadığım" bir haber olarak nakletmiştir [308]. Bu haber şiir
yönünden bizi ilgilendirmese bile, hadîs tarihi yönünden büyük bir ehemmiyeti
hâizdir ve bize Mesrük'un bir sahîfesi olduğunu isbat etmektedir. Bu bakımdan,
sahabe de dahil olmak üzere daha sonraki nesillerden her hangi bir hadîsçi
hakkında hadîs yazdığını belirten bir haber gelmemişse, o hadîsçinin mutlak
surette hadîs yazmadığına hükmetmemek gerekir. Yukarıda verdiğimiz örenekler,
Hazreti Peygamberin ilk günlerinden itibaren hadîslerin yazılmağa başlandığını ve
hadîs yazanların giderek çoğaldığını göstermeğe yeterlidir. [309]
2. Sahabenin dereceleri
4. Sahabenin adaleti
a. Medine
b. Mekke
İlk vahiyle Islâmî davetin başlangıç şerefine nail olmasına rağmen, halkı,
Hazreti Peygambere ve etrafındaki bir avuç müslümana reva gördükleri tehdit ve
işkencelerle onların hicret etmelerine sebep olan bu şehir, ancak sekiz sene sonra,
müslüman fethiyle tarihteki gerçek yerini almıştır.
Fetihten sonra Hazreti Peygamber Mu*âz İbn Cebel'i Mekke'de bırakmış ve
Mekke halkına Kur'ân ve Sünnet ahkâmını ve kıraati öğretmesini ona emretmişti.
Mucâz, Hazreti Peygamberin genç ve âlim sahabîlerinden biri idi ve onunla
birlikte bütün gazvelere iştirak etmişti [418].
Mu'âz İbn Cebel ile birlikte Mekke'de daha bîr çok sahabî yerleşmiş bu-
lunuyordu. El-Hâkim en-Neysâbüri bunlardan bazılarının isimlerini verir: Ebü
RabFa el-Muhzüml'nin oğulları(Ayyaş ve cAbdullah, el-Hârig tbn Hişâm,
<Ikrime İbn Ebî Cehl, cAbdullah tbnuVSâ*ib el-Mahzümî ki Kâri'u'ş-şahabe
olarak bilinir, cAttâb İbn Esîd ki Hazreti Peygamberin Mekke'deki halifesi idi,
kardeşi Çâlid İbn Eald, el-Hakem İbn EbiVÂs, cOgmân tbn Tolta, cUkbe tbnul-
Hârig, Şeybe İbn tOgmân, Şafvân İbn Umeyye, Ebü Mahzüre, Süheyl İbn <Amr
ve diğerleri[419].
Fakat Mekke medresesi» asıl 'Abdullah İbn 'AbbâVın Basra'dan dönüşünden
sonra kuvvet kazanmıştır [420]. Daha önce gerek tefsir sahasındaki mevkiine temas
ettiğimiz ve gerekse eÂbâdUet ve fetva vermekle şöhret kazanmış yedi şahabı
arasında zikrettiğimiz İbn tAbbâs, rivayet ettiği 1700 e yakın hadis-le de en çok
hadis rivayet eden yedi sahabî (mnkgirûn) den birisi olarak da biliniyordu [421].
İşte bu ilmî kapasite ile el-Beytn*l<-Harâm*da oturan ve talebelerine tefair,
hadis, fıkıh ve edeb öğreten İbn 'Abbâs ile Mekke medresesi ilmî bir şöhret
kazanmış ve pek çok talebe yetiştirmiştir. Bu talebelerden bilhassa üçü,
mevâHden olmakla beraber tefsir ve hadîs sahalarında riyadesiyle meşhur
olmuşlardır. Bunlardan' birisi, İbn <AbbâVın Kur'ân tefeiriyle ilgili akvalini
rivayet etmekle şöhret kazanan Mucâhid İbn Cebr [422], birisi Mekke'nin zâbid ve
fakihlerinden, ayni zamanda hacc menâsikini en iyi bilenlerden olan £Atâ3 tbn
Ebl Rabahki [423] Mescid-i Haramda etrafında toplananlara fıkıh anlatır, hadîs
rivayet eder ve dinî meseleleri öğretirdi. Üçüncüsü ise, pek çok sahabîden ders
almış, sonra Ibn fAbbâs'm talebesi olmuş, Mekke'nin meşhur fakîh ve
müftîlerinden sayılan favüs îbn Keysândır. [424]
Şurasını da unutmamak lâzımdır ki, Mekke, sonra da Medine, bir hacc ve
ziyaret mahalli olmaları itibariyle her iki şehrin de îslâm âleminde ayrı bir mevkii
vardır. Her sene buralara gelen binlerce ziyaretçi arasında muhtelif ülkelerin
fakîh, müfessir ve muhaddislerinin de bulunması, ilim hayatının canlılığını
muhafaza etmesini sağlayan başlıca âmillerden birisi sayılmak icab eder; çünkü bu
çeşit toplantılarda cereyan eden müzakerelerin, bilhassa hadîslerin teyîd, takviye
ve neşri yönünden rolü çok büyüktür. [425]
c. Küfe
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi Küfe, Şimale uzanan îslâm fütuhatı
sırasında ordu karargâhı olarak tesis edilmiş bir şehirdi. Bununla beraber bu
şehrin bulunduğu ülke, yani cIrâk, geçmiş asırların medeniyet izlerini taşıyan bir
yer olup, Babillilerin, Asurlarm, Keldanilerin, Fürs ve Rumların hepsi burada
birbirinden farklı devletler kurmuşlardı. Müslümanlar cOmer îbnu'l-Hattâb
devrinde buraları istilâ edip Basra ve Küfe şehirlerini kurunca, Me-dâin'in
hazineleri* Babil ve Hire'nin medeniyeti buralara intikal etmiş [426], her iki şehir
de kısa bir zamanda ilim dünyasının iki büyük merkezi haline gelmiştir.
Küfe, bidayette bir ordu karargâhı olarak kurulduğu için, ordu içinde bulunan
bir çok sahabî buraya gelmiş bulunuyordu. Fakat cAIi tbn Ebi f âlib'in Medine'yi
terkederek hilâfet merkezini Küfe'ye nakletmesinden sonra şehir geçici bir
karargâh merkezi olmaktan çıkmış, her gün süratle genişleyen büyük bir devletin
makam olmuştur. Bu sebepten pek çok sahabe buraya yerleşmiş ve ömürlerinin
sonuna kadar burada yaşamışlardır.
Küfe'ye yerleşmiş, olan sahabîlerin ilim yönünden en meşhurları, şüphesiz
CAU Ibn Ebl Tâlib ve 'Abdullah Ibn Mes'ûd idi. Ancak <AH Ibn Ebi T âlib'in
Küfe hayatı, ilminden çok siyasete dönüktü ve vaktinin çoğunu harplerle
geçiriyordu. Daha halifeliğinin başlangıcında, Ummu'l-mu'minln (Aişe ile Basra
çöllerinde dövüşmek zorunda kalmış, bunu Mucâviye ile olan çatışması takip
etmişti. Fakat bu çatışmanın ortaya çıkardığı haricîler kadar biç bir şey her halde
onu meşgul etmemiştir. Bütün bu meşgaleler, onun ilim için zaman ayırmasına
daima engel olmuştur.
'Abdullah Ibn Mescûd'a gelince, Küfe medresesi, varlığını ve şöhretini ona
borçludur, denilebilir. Ibn MesSid ilk müslüman olan altı kişinin altın-cıswhr."
Önce Habeşistan'a sonra Medine'ye hicret etmiştir. Uzun müddet Hazrcli
Peygamberin hizmetinde bulunmuş, bu arada Kur'ânı hıfzetmiş, manâ* sim en iyi
bir şekilde öğrenmiştir. Hazreti Peygamberin hizmetinde bulunmağı ise ona, onun
sözlerini, fiil ve hareketlerini yakından öğrenmek imkânını vermiştir. Geniş bilgisi
dolayısıyle sahabenin ilk devre âlimlerinden biri sayılan İbn Mes*üd, Halife
cOmer İbnu'l-Hattâb tarafından öğretim için Küfe*ye gönderilmiştir [427]. Onun
buraya gelişinden sonradır ki Küfe medresesi teşekkül etmiş ve bu medreseden
'Alkame Ibn Kays [428], el-Esved tbn Yezld [429], Mesrük lbnu'l-Ecda [430]«Ubeyde
Ibn eAmr es-Selmânl [431], el-Hâriş Ibn Kaya [432], 'Âmir Ibn Şerâhîl eş-
ŞaT)! [433] gibi tanınmış tâbi(ûn uleması yetişmiştir. Fakat şurasını unutmamak
gerekir ki, Küfe'ye yerleşmiş ve Küfe medresesinin gelişmesinde büyük rol oynamış
olan tâbi'ûn ulemasının hepsi de, Ibn MesSid'un talebesi değildi. Bunların büyük
bir kısmı, Mekke ve Medine'de yetişmiş, sonradan Küfe'ye yerleşmişlerdir. cOmer
İbnu'l-Hattâb tarafından Küfe kadılığına tayin edilen ve uzun müddet bu vazifede
kalan Şurayh Îbnu'l-Hârig [434], Ibrâhîm en-Nahacî [435], Sa(îd Ibn
Cubeyris [436] bunlardan bazılarıdır. Hanefî mezhebinin büyük imamı Ebü Hanîfe
en-Nucmân Ibn Sâbitin de [437] bu medresenin yetiştirdiği talebelerden biri
olduğunu unutmamak lâzımdır. [438]
d. Basra
e. Şâm
f. Mısır
Mısır'ın fethiyle, diğer fethedilen ülkelerde olduğu gibi, buraya da pek çok
sahabî gelip yerleşmiş ve İslâm dini ahkâmını öğretip neşretmişlerdir. Mışır*da
yerleşen sahabîlerin en meşhuru, şüphesiz, 'Abdullah' Îbn cAmr tbni'-l-'Âs'tır. Ebü
Hurayra'nın da şehadet ettiği gibi, Hazreti Peygamberden pek çok hadîs işitmekle
şöhret kazananlardan biri olan bu sahabî, aynı zamanda işittiği hadîsleri yazmakla
da tanınmıştı. Onun bu suretle meydana getirdiği sabifeye Şâdıfca adım verdiğini
ve bu sahîfenin torunları tarafından rivayet edildiğini daha önce
zikretmiştik [465].(Abdullah Îbn *Amr yalnız hadîs sahasında değil başka sahalarda
da geniş bilgi sahibi idi. Îbn Hacer'den öğrendiğimize göre bu genç sahabî Tevrat'ı
da okuyordu [466]. Îbn Sacd ise onun Süryanî dilini de bildiğini kaydeder [467].
'Abdullah, babası 'Amr îbnu'l-'Âş'ın Mu'âviye tarafından Mısır'a vali tayin
edilmesi üzerine bu ülkeye gelip yerleşmişti. Babasının vefatından sonra bir
müddet için onun yerine getirilmiş, azledildikten sonra da Mısır'da yaşamağa
devam etmiştir, 8u arada hacc ve umre için Mekke'ye gitmiş, Şam'a seyahat etmiş,
sonra yine Mısır'a dönmüştür. Vefat edinceye kadar Mısır'da yaşayan 'Abdullah
buradaki medresenin başta gelen imamalanndan biri olmuştur [468].
'Abdullah İbn 'Amr'daıı başka Mısır'a gelmiş ve oraya yerleşmiş daha pek çok
sahabî vardır. Yukarıda es-Suyütfye istinaden 300 ü aşkın gahabî-nin Mısır'a
geldiğini kaydetmiştik. Bunların büyük bir kısmı devamlı olarak orada kalmamış
olsa bile, kalanların himmetiyle bir medresenin teşekkül etmiş ve pek çok tâbi'ûn
ve etfba'ı ulemasının yetişmiş olacağı tabiidir. Nitekim Mısır müfti ve muhaddisi
Ebu'1-^ayr Mersed İbn 'Abdülah [469]*, Yezld İbn Jibl rlubcyb [470], 'Ömer lbnu'l-
HSriS [471], 'Abdullah İbn Süleyman et-Tavü [472], «Abdur-rahman İbn Şurayh el-
Gâfikî [473], Hayve İbn Şurayh et-TucIbî [474] Mısır medresesinde yetişmiş
âlimlerden bazılarıdır. Yezld İbn Ebî Hubeyb'in dizi dibinde yetişmiş olan el-Leyg
İbn Sa'd [475] ve 'AbduUah İbn Lehra [476] ise, kendi zamanlarında Mısır'ın iki
büyük badîsçisi idiler, [477]
Başla İslâm dinine kasdedenler olmak üzere, mensub oldukları siyasi fırka ve
hizibleri, fıkhî mezhebleri, kabilelerini, cinsiyetlerini, dillerini, peşinden gittikleri
imam veya hükümdarları medhetmek, halife ve emirlerin nezdinde yüksek
mertebeler kazanmak, cami ve mescidlerde va'zettikleri cemaatın teveccühüne
nail olmak, halkın dinî emir ve nehiyelere karşı rağbetini artırmak maksadıyle din
düşmanlarının, yalancıların ve câhillerin uydurdukları, sonra da bu uydurulan
şeylere, derecelerini yükseltmek için tanınmış hadis râvilerinden düzdükleri
isnadlar ekleyerek hadîsmiş gibi Hazreti Peygambere iftira ile isnâd ettikleri
sözlere mevzu* (uydurma) hadîs adı verilmiştir [490]".
Hazreti Peygamber "her kim benim üzerime kasden yalan söylerse, ce-
hennemdeki yerine hazırlansın" [491]demiş olmakla beraber, esefle belirtmek
gerekir ki, İslâm'ın çok erken bir devrinde, çeşitli sebeplerle pek çok hadis
uydurulmuş ve Hazreti Peygamberin ismine izafeten sahih hadiseler meya-nında
rivayet edilmiştir. Hadîs vaz'ının çeşitli sebepleri vardır. Bu sebepler üzerinde
durmadan önce, tarihi kesinlikle tesbit edilemese bile, hadîs va>-inin
başlangıcına, yahut mevzüc hadîslerin zuhur etmeğe başladığı devre kısaca işaret
etmek faydalı olacaktır. [492]
1. Siyasi durum
Seçimle işbaşına gelmiş ilk dört halîfenin devri, emevîlerin babadan oğula
intikal eden halifelik idaresiyle sona erince, İslâm devleti, yeni bir idarî sistemle
karşı karşıya gelmiş bulunuyordu. Ancak halîfeye istibdad ruhunu telkin eden bu
veraset sistemi, çeşitli unsurların idareye karşı giriştikleri şiddetli mücadele
neticesinde el değiştirerek emevilerden abbasilere geçti. Bu neticeyi sağlayan
unsurların başında, daha önce temas ettiğimiz şî*a ve ha-varic fırkalarının Emevî
idaresine karşı besledikleri şiddetli husumet geliyordu. Şî*a, imamet ve hilâfette
enl-i beytin ve dolayısıyle 'Ali ve evlâdının eme-vîlerce gasbedilmiş haklarını
müdafa ediyor ve her ne şekilde oluna olsun bu hakkı ele geçirmeğe çalışıyordu.
Haricîler ise, bugünün ifadesiyle cumhuriyetçi idiler ve halîfenin, hiç bir kabile ve
sülâle gözetmeksizin, müslüman-lar arasından lâyık olan birisinin seçilmek
suretiyle işbaşına getirilmesi gerektiğini ileri sürüyorlardı.
Şî*a ve havaricin hilâfet meselesinden dolayı emevüere karşı giriştikleri bu
mücadeleye Emevî idaresinin takip ettiği koyu ırkçılık siyasetinden bezmiş olan
kabilelerin, İslâm'a girmiş Fürs, Rum vs. unsurların düşmanlığı da inzimam
edince, Emevî idaresi, bir asrı bile dolduramadan hayat sahnesinden
silindi (132/750).
Emevî devletinin yıkılmasından sonra, es-Sa£f5h unvanıyle tanınan Ebul-
cAbbâs 'Abdullah İbn Muhammed İbn (A1I İbn «Abdillah İbn «Abdi'1-Mut-talib
(132-136) ile, ileride Arap devleti olmaktan ziyade bir imparartorluk haline
gelecek olan 'Abbasi devletinin temelleri atılmış oluyordu. Ancak es-Saf- hilâfet
makamındaki ömrü uzun sürmedi. 136 senesinde vefat etmesiyle, daha önce
veliahd tayin ettiği kardeşi Ebü Cafer el-Manşür (136-158) a
bey'at edildi [521]. Ebû Cafer, şiddet, ciddiyet, uyanıklık ve raıyyeniu
masalihine ihtimam bakımından Abbasî halîfelerinin en büyüğü sayılmış, devletin
temellerini sağum ve kuvvetli esaslar üzerine oturtması dolayısiyle, onun ilk
kurucusu olarak kabul edilmiştir. Ebü Cafer el-Manşür devrinin mühim ve devlet
için tehlikeli olabilecek siyasî olayları arasında, ileriden beri hilâfette hak
iddialarını sürdürmekte olan 'AH oğullarından ve Halîfenin amcası olan
'Abdullah İbn 'AH [522] ile, devletin kuruluşunda faal rol oynayan Ebü Müslim el-
Horâsânl [523] nin bertaraf edilmeleri yer alır. Diğer bir olay, es-Saffah tarafından
ikinci veliahd olarak tayin edilen 'fsâ İbn Müsâ-nin hal'ı ve Halîfe el-Manşûr'un
oğlu el-Mehdl için bey'at alınmasıdır [524]. Daha sonraki halîfeler devrinde de bu
türlü hâdiseler tekerrür edecek ve Abbasî hanedanına biraz da kanlı bir özellik
kazandıracaktır.
Ebü Cafer'in vefatından sonra yerine geçen oğlu el-MehdF (158-169)
zamanında ıslahat hareketlerine devam edildi. Kendisine ve devlete karşı çıkan ve
birisi de emevîlerden 'Abdullah İbn Mervân yönünden gelen bazı ayaklanmalar,
el-Mehdl tarafından kolay bastırıldı. 'Abdullah önce hapsedildi, sonra Halîfenin
affına ve ihsanına mazhar oldu. Bu devrede affa uğrayan ve ihsana garkedilenlerin
bir kısmı da, el-Manşür tarafından hapsedilen alevî-lerdi [525]. El-Mehdl, halka ve
bilhassa mazlumlara karşı ne kadar merhametli ve eli açık idiyse» İslâm akaidine
ters düşen, haramı mubah kılan ve toplum âdâbiyle alay eden zındıklık ve ilhad
hareketlerine karşı da o kadar sert, şiddetli ve amansızdı.
El-Mehdl'nin ölümünden sonra oğlu el-Hadî (169-170), zındıklarla ve
haricîlerle aynı şiddetle mücadele etti. Bir sene kadar devam eden halifeliği
sırasında, el-Huseyn İbn (AH idaresinde Mekke ve Medine'de ayaklanan alevîler,
Mekke'ye altı mü mesafedeki Fah mevkiinde Abbasî ordusu tarafından
bastırıldılar. El-Huseyn ve ehl-i beytinden bir çok kimse bu mevkide öldürül'
dü [526]. El-Hâdî, babası tarafından ikinci veliahdliğe tayin olunan kardeşi er-
Reşid'i hal ve kendi oğlu Cafer'i nasbetmeğe çalışmışsa da, kısa zamanda ölümü
dolayısiyle muvaffak olamamış ve hilâfet makamına Harun er-Reşld geçmiştir.
Er-Reşld devri (170-193), imparatorluğun en parlak devri sayılır. Bununla
beraber, Afrika'da Horasan ve Suriye'de meydana gelen ayaklanmalar eksik
olmamıştır. Afrika'da, berberi ayaklanması Önce Hergeme İbn Atyun [527], sonra
İbrahim İbnu'l-Ağleb [528] tarafından bastırılmış, Suriye'de adnânUerle yemeniler
arasındaki ihtilâflar harbe dönüşünce Halîfenin müdahalesiyle halledilmiş,
Horasanda ise, vali CAU İbn 'İsa'nın sebep olduğu hoşnudsuzluk,
onun azli ile bertaraf edilmiştir [529].
Er-Beşld'ten sonra yerine oğlu el-Emln geçmiştir. El-Emln devri (193— 198)
çeşitli hadisler ve devletin temellerini sarsan fitnelerle dolu olarak görülür. Önce,
Suriye'de Mu'Sviye'nin torunlarından es-Sufyanî lakabıyle maruf CA1I İbn
«Abdfflah ibn Hâlid İbn Yezld (İbn Mucaviye) ayaklanmış, Şam valisini
tardederek orayı ele geçirmiştir [530]. Hattâ bütün Suriye'yi elde etmesi işten bile
değilken yemenilerle muzarîler arasında çıkan ihtilâf buna mani olmuştur. Bu
sırada el-Emln ile kardeşi el-Me'mün arasında başlayan şiddetli mücadele ise,
devleti büyük Ölçüde sarsmıştır. Bu mücadele el-Emln'in, babası tarafından
veliahd olarak tayin edilen el-Me'mün'u hal etmesiyle başla-mış [531] ve neticede
halîfe el-Emln'in başı kesilerek öldürülmüştür [532].
El-Emîn'den sonra halîfe olan el-Me'mün (198-218), hilâfette hak iddi-asıyle
her fırsatta ayaklanan alevîlere karşı cedlerinin siyasetini değiştirerek işe başlamış,
önce, Abbasî alâmeti olan siyahı terkedip alevî alâmeti yeşili almış, sonra da
imamlardan cAlî er-Rızâ ile sıhriyet kurup onu velihad yapmıştır [533]. Ne var ki
Halîfenin bu davranışı, onun Merv'de bulunduğu bir sırada Bağdâd'taki abbasîleri
harekete geçirmeğe ve el-Me'mün'un hilâfetten hal'ını ileri sürüp İbrahim İbnu'l-
Mehdl'ye bey'at etmelerine sebep olmuştur [534]. El-Me'mün Bağdad'a gelinceye
kadar iki sene halîfe olarak kalan İbrahim [535], el-Me'mün'un Bağdad'a
gelmesinden sonra hilâfetten azledilmiş [536]; bir müddet gizli kalmışsa da
sonradan yakalanmış, fakat Halîfenin affına mazhar olmuştur [537].
115
Halife el-Me*mün devrinin en mühim olayı, Halîfenin mutezile akaidini
benimsemesi ve bu akaidin en belirli özelliğini taşıyan fyalku'I-Kur'ân inancını
halka ve bilhassa aralarında Ahmçd fim Hanbel gibi muhaddis ve fakîhlerin
bulunduğu ulemaya kabul ettirmeğe çalışmasıdır. Mitine tabir edilen ve üçüncü
asırda hadîs tarihiyle ilgili bahislerimizde ayrıca incelenecek olan bu hâdiseler, el-
Me'münMan sonra yeiine geçen kardeşi el-MuHaşim (218-227) ve onun oğlu el-
Vâgik (227-232) devirlerinde şiddetini artırarak devam etmiş ve bir çok hadîsçi,
halku'l-Kur'ân inancına karşı geldikleri için büyük işkencelere maruz
bırakılmışlardır. Burada şuna da işaret edelim ki, el-Vâşik'ın ölümü ile Abbasî
devletinin altın devri sona ermiş bulunmaktadır.
Kısa notlar halinde özetlemeğe çalıştığımız tik abbasiler devri, siyaset
bakımından islâm tarihinin en muhteşem, en istikrarlı ve en uzun süren bir
bölümünü teşkil etmekle beraber, bir imparatorluk içinde görülmesi raümkin olan
ve fakat bu imparatorluğun kaderinde mühim rol oynayan, hattâ onun
parçalanmasına kadar yol açan bazı faktörleri de bünyesinde taşıdığına şüphe
yoktur. Bu faktörlerden ikisi ve en mühimleri, hemen bütün halîfeler devrinde
görülen alevi ayaklanması ve devletin bir Arap devleti obuasına rağmen, idari ve
askerî teşkilatta mevâlîden olan ve ekseriyetini fürsler teşkil eden yabancı
unsurlara araplardan çok itim ad edilmesi ve yer verilmesidir.
Abbasî devletinin, Emevî devletinin çöküntüsü üzerinde kurulduğu ma-
lumdur. Emevîlerin CA1Î taraftarları veya alevîler nezdindeki hükmü de meş-
hurdur ve bu hüküm, ilk Emevî halîfesi Mu'âviye'nin hilâfeti 'Ali'nin elinden
aldığı zaman verilmiştir. Binâanaleyh emevîler, alevîler nazarında gâsıbtır-lar ve
her ne bahasına olursa olsun, gasbedileh bu şeyi onların elinden almak lâzımdır.
Alevîler, Emevî idaresi süresince bu gayenin tahakkuknku için
çalıştılar, hem öldürdüler hem öldüler.
Alevîlerle amca çocukları olan ahbasîler de ortaya çıktıkları zaman bu gaye
adına konuştular: Hilâfeti ve imameti gâsıbların elinden almak ve asıl sahiplerine
yani Sl-i Muhammed'e iade etmek. Bu gayeyi gerçekleştirmek için, işe, şftliğîn
merkezi olan Küfe ve Horasan halkını davetle başladılar. Çünkü buralarda
yaşayan fürslerin İslâm'a girdikten sonra örf ve âdetlerine sıkı benzerliği dolayısiyle
şîcî görüşü benimsediklerini, yahut daha doğrusu, kendi, örf, âdet ve inançlarıyle
bu görüşü bizzat onların meydana getirdiklerini ve onu her fırsatta müdafa ederek
gasbedilen hakkın Muhammed ailesine veya cAlî oğullarına iadesi için mücadele
ettiklerini biliyorlar; Sl-I Muhammed adına yapılacak bir davete ilk koşacak
olanların yine fürsler olacağına inanıyorlardı.
Fürsler ise, bu davete icabette kendileri için iki büyük fayda bulunduğunu
mülâhaza ediyorlar ve her ne bahasına olursa olsun, bunları elden kaçırmak
istemiyorlardı. Bu iki faydadan birisi, emevîlerin koyu milliyetçilik pplitikası
dolayısiyle Araptan gayri milletlere hayat hakkı tanımayan zâUm idaresinden
kurtulmak, diğeri ise, abbasılere yardım etmek suretiyle İslâm'ın ellerinden aldığı
nüfuz ve sultayı bir nebze de olsa yeniden ele geçirmek ve devlet idaresinde sözleri
dinlenen kimseler olarak hayatiyetlerini muhafaza etmekti. Ve filhakika,
Horasanlı Ebü Müslim'in ve adamlarının bütük yar-dımıyle Emevî devleti yıkılıp
yerine Abbasî devleti kurulduğu zaman, fürsler, emellerini büyük Ölçüde
gerçekleştirmiş oldular. Halîfeler, fürsleri kendileri için muhafız seçtiler;
saraylarında vezirlik taşrifatçıhk ve kâtiplik gibi mevkiler ihdas ettiler ve bu
mevkileri fürslere verdiler. Bu suretle devlet nizamı, fürslerin idaresinde eski
Sasanî devleti nizamının bir kopyası haline geldi.
Abbasî devletinin kuruluşu ile fürsler kendi emellerini gereçkeştirmiç olmakla
beraber, CAU oğulları, bidayette âl-i Muhammed adına yapılan davetin
kendilerini aldatmak için başvurulmuş bir oyun olduğunu anlamakta
gecikmediler; çünkü hilâfet kendi hakları olduğu halde yine elden çıkmış ve
başkalarının mah olmuştu. İşte bu sebeple mücadelelerine yine devam etmeğe
başladılar; fakat bu sefer daha zayıf ve daha kuvvetten düşmüş olarak...
Netice itibariyle, ilk abbasî devri, mevalî olarak İslâm'a girmiş olan fürslerin
siyasî alanda hakimiyet kazandıkları, nüfuz ve sultalarını araplar üzerine hakim
kıldıkları, buna karşılık, kendi adlarına mücadeleye girişilen ve Arap olan 'AH
oğullarının durumunda bir değişikliğin olmadığı ve mücadelelerinden
yine mağlub çıktıkları bir devir olarak görülür. [538]
2. ilhad hareketleri
a. Zındıklar
b. Râvendiyye
Abbasi devletinin kuruluşunda büyük faaliyet gösteren Horasanlı £bü
Müslim'in Ebü Ca'fer el-Manşür tarafından öldürülmesinden sonra ortaya çıkan
en mühim ilhad hareketlerinden biri de Râvendiyye hareketidir. Bu hareket, EbÖ
Müslim'in intikamını almak için Halîfeye karşı yöneltilmiş siyasî bir ayaklanma
gibi görülürse de [553], ayaklananların, islâm dışı bazı dinî görüş ve inançları
taşımaları ve bunların dâiliğini yapmaları, hareketin, intikam arzusunun
kamçıladığı basit bir siyasî olay olmadığını gösterir. Nitekim Ebü Müslim'in, Halîfe
el-Mansör'un huzuruna giripte orada öldürüldüğü sırada salona gelen ve Ebü
Müslim'i öldürülmüş gören 'Isa tbn 'Ali'nin, Halifeye tevcih ettiği "onu öldürdün
mü? Ya askerlerini ne yapacaksın? Zira onlar onu Rab ittihaz etmişlerdi" sözü, bu
konuda büyük bir gerçeği ortaya koymaktadır" [554].
Ebu'l-Hasan el-Eş'arPnin açıkladığına göre, râfı?a [555] dan olan Keysâ-
niyye [556] fırkasının bir kolu Ebü Hâşim İbn Muhammed Îbnil-Hanefiyyeden
sonra imametin Muhammed İbn tAlî tbn cAbdiÜah İbn cAbbâs*a geçtiğini ileri
sürmüştür; çünkü Ebü Hâşim Şam'dan ayrılırken bunu vasiyyet etmiştir.
Muhammed İbn (A1Î, oğlu İbrahim'e, İbrahim de ilk Abbasî halîfesi Ebu'I-'Abbâs
es-Saffâh'a vasiyyet etmiş ve bu suretle hilâfet vasiyyet yolu ile Ebü Ca'fer el-
Manşüra'a kadar gelmiştir. Ancak bu görüşe sahip olan Key-sâniyye kolundan
bazıları sonradan bu görüşü terketmisler; Hazreti Peygamberin imameti cAbbâs
İbn cAbdi'l-Muttalib'e onun da oğlu cAbdullah'a vasiyyet ettiklerini ve böylece
hilâfetin aynı yolla Ebü Ca(fer el-Manşûr'a kadar geldiğini ileri sürmüşlerdir. İşte
bu görüşe sahip olanlar, Râvendiye denilen fırkayı teşkil ederler. Bu fırka, Ebû
Müslim'in öldürülmesi işinde ihtilâfa düşmüş, Rizâmiyye denilen bir gurup Ebü
Müslim'in öldürüldüğünü kabul ederken[557] Muslimiyye adı verilen diğer bir
gurup, onun ölmediğini iddia etmiştir" [558].
El-Eş*arî tarafından verilen bu bilgi, Ebü Müslim'in öldürüldüğü sırada-
halîfeye yöneltilen "ya askerlerini ne yapacaksın? Onlar Ebü Müslim'i Rab ittihaz
etmişlerdi" sözünün manâsını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Filhakika et-
Jaberî'nin açıkladığı gibi, Râvendiyye, Ebü Müslim'in görüşüne sahip olan
horasanlılardır. Bunlar ruhların tenasuhuna inanırlar. İddialarına göre kendilerine
yiyeceklerini ve içeceklerini veren rabları Ebü Ca*fer el-Man-şür'dur. Halîfe, Küfe
civarındaki Hâşimiye'ye geldiği sıralarda, bunlar, Halîfenin sarayını sarmışlar ve
"bu bizim rabbımızın sarayıdır*' diyerek onu tavaf etmeğe başlamışlardır. Bunları
ortadan kaldırmadıkça din ve devletin büyük bir tehlike içinde kalacağını bilen
Halîfe, Râvendiyyenin ileri gelenlerinden 200 kişiyi hapsettirmiştir. Ne var ki
geride kalanlar, arkadaşlarının hapsedilmesinden galeyana gelerek hapishaneye
hücum etmişler ve onları kurtarmışlardır. Onlarla dövüşmekten başka çare
olmadığını gören Halife, sarayından yaya olarak çıkmış ve 600 kişiyi bulan
ravendîlerin üzerine yürümüştür. Burada öldürülmek tehlikesiyle karşı karşıya
gelmiş, ancak, abbasîlere karşı dövüşmüş Emevî kumandanlarından Ma(n İbn
Zâ'ide'nin yardımıyle bu badireden kurtulabilmiştir [559].
Râvendiyye, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Ebü Müslim'in adamları idiler ve
eski Fürs devletini ihya etme gayesi peşinde koştukları için, onları hilâfetin başta
gelen siyasî düşmanlarından biri saymak mümkindir. Diğer
taraftan, sahip oldukları dinî inançlar dolayısiyle ve mecûsî, yahut onun kol-
larından olan Zerdüşt, Mâni veya Mezdek akaidini taşıdıkları için zındıklar
zümresine mensub bulunuyorlardı. Bu sebeple Halîfe el-Manşür onlarla şiddetti
mücadeleye girişmiş ve pek çok Ravendi öldürmüştür. Ancak onun bu
mücadelesinde kesin bir basan elde ettiğini söylemek mümkin değildir. Nitekim
Ravendiyye hareketinin benzerleri daha sonraki devirlerde Mukanna1 Bâbek gibi
isimlerin altında yeniden ortaya çıkmışlardır. [560]
c, MufçannaHyye
d. Hurumiyyemiyy
El-Bağdâdi'nin verdiği bilgiye göre [568], Hurramiyye iki guruba ayrılır Birincisi,
İslâm'dan önce, Sasaniler devrinde ortaya çıkan ve Mezdekiyye gibi haram şeyleri
mubah sayan, mal ve kadınlarda ortaklık iddiasında bulunan ve hükümdar Adil
Enuşirvan devrine kadar fitnesi devam eden Hurramiyye; diğeri ise İslâm'da,
Azarbeycan civarında zuhur eden ve Bâbek el-IJurramî'ye mensub olan
Hurramiyyedir ki, Ravendiyye ve Mukanna'ıyye hareketlerinin bir devamı olarak
Abbasî halîfeleri el-Me'mün ve cl-Mu(taşım'ı bir hayli meşgul etmiştir.
Ed-Dmeverl, Bebek'in el-Me'mün devrinin sonlarına doğru harekete geçtiğini,
nesebi ve mezhebi hakkında değişik görüşler ileri sürüldüğünü kay-de t tikten
sonra "bizim için sabit olan şudur ki, Bâbek, Ebû Müslim'in kızı Fâtima'mtı
torunlarındandır ve Hurramiyyeden olan Fâtımîler, Hasreti Peygamberin kızı
Fâtıma'ya değil, bu kadına müntesibtirler"der [569]. Ancak Îbnu'n-Ncdim'in verdiği
haber bundan farklıdır ve ona göre Bâbek'in babası Mcdâyin'li bir yağ tüccarı olup
Azarbeycan'ın Bilâlâbaz köyünde yerleşmiş ve Bâbek'in anası olan kör bir kadınla
evlenmiştir [570]. Bâbek, on yaşına kadar, ücretle »üt anneliği yapan anasının
yanında kalmış, sonra da evden ayrılarak çobanlık yapmağa başlamıştır. On sekiz
yaşlarında anasının yanına döndüğü bir sırada Hurramîlerin reisi Câvidân'la
tanışmış, Câvidân'in onda gördüğü kabiliyet dolayısiyle anasından istemesinden
sonra da, Câvidân*la birlikte gitmiştir. İşte Bâbek'in hayatı bundan sonra çok
çabuk değişmiştir. Önce Câvİdan'ın kansıyle aşk oyunlarına başlamış, Câvidan'ın
bir müddet sonra ölmesi üzerine de, onun ruhunun Bâbek'e geçtiğini ileri süren
karısının yalanlanyle Hurremîlerin reisi olmuş, aynı zamanda Câvidân'ın kansıyle
evlenmiştir [571].
Bâbek'in önderliği altında kısa bir zamanda kuvvetlenen Hurraniîler,
civardaki müslüman halka saldırmağa, mallarını gasba, kadın çocuk gözetmeksizin
önlerine çıkanı öldürmeğe başlamışlardır. Halîfe el-Me'mün'un onları tenkil
etmek maksadıyla Ermenistan ve Azarbeycan'a gönderdiği kumandan ve valilerin
başarısızlıkları [572], Hurramîlerin cüretlerini daha çok artırmış, akla gelmeyen
cinayetler işlemişlerdir. El-Makdisî, işin bidayetinden itibaren bu cinayetleri şöyle
anlatır: "Bâbek, adamlarına kılıç ye hançerler verip köylerine ve evlerine
dönmelerini ve gece yansını beklemelerini emrederdi. Bu vakit gelince evlerinden
çıkarlar uzakta olsun, yakında olsun, kesilmedik ve öldürülmedik erkek, kadın,
çocuk bırakmazlardı. Bu suretle belde halkı, Hur-remllerin eliyle öldürülmüş
oluyordu. Bu emri kimin verdiğini ve ne sebeple verdiğini bilmiyorlardı. Halkın
içine büyük bir korku ve dehşet düşmüştü. Uzak yerde bulunanlara Bâbek'in emri
henüz ulaşmış oluyordu ki, hiç vakit kaybetmeden, büyük, küçük müslim, zımmî,
hangi sınıftan olur ta olsun rastladıklarını öldürüyorlardı. Kendilerine bütün yol
kesenler, itler, uğursuzlar ve sapık inancalar da katılmış olduğu için, yalnız
süvarilerin sayısı 20 bini bulmuştu. Bir çok şehir ve kasabalara sahip olmuşlardı.
Sultanın bir çok ordusunu hezimete uğratmış, bir çoklarını
da öldürmüşlerdi" [573].
El-Mu'taşım devrinde Azarbeycân Bâbek'in eline geçmiş, Bağdâd halkının
içini de büyük bir endişe kaplamıştı. Nihayet Halîfe, el-AfşIn kumandasında
kuvvetli bir orduyu, hergün külliyatlı miktarda para, erzak ve teçhizatla takviye
etmek suretiyle Bâbek'in bulunduğu dağlık bölgede bir seneye yakın bir zaman
tutmağa muvaffak olmuştur. Bâbek, hezimetin mukadder olduğunu anlayınca,
kendisi için muhkem bir kale durumunda olan Bezz şehriuc çekilmiş, ancak orada
da sıkıştırılınca kıyafet değiştirip Ermenistan'a kaçmağa teşebbüs etmiştir. Yolda
Sehl tbn Sunbât adlı bir ermeni tarafından teşhis, sonra da el-Afşîn'e teslim edilen
Bâbek, bir bayram havası içinde Halîfe el-Mu'taşun'ın bulunduğu Samarrâ'ya
getirilmiş, önce el ve ayakları,
sonra da başı kesilmek suretiyle öldürülmüştür [574].
Abbasî devri tarihinde mühim rol oynayan Hurramîlerin gaye ve inançlarına
burada kısaca temas etmek, konumuz bakımından faydalı olacaktır; çünkü bu
gayenin gerçekleştirilmesine parelel olarak yürütülen din propagandalarının,
tslâm fikir hayatında hatırı sayılır tesirler icra eylediğine şüphe yoktur.
İslâm, Sasanî hükümdarlığına son vermiş ve fürsleri kendi bünyesinde zahiren
eritmiş olmakla beraber, onların örf ve âdetlerini, Zerdüşt, Mezdek ve Mâni gibi
mecûsiliğîn çeşitti görünüşleri altında içlerine sinmiş din ve inançlarını
kalplerinden tamamen söküp atamamıştı. Bu sebeple fürsler, her fırsatta eski
hükümranlık devri özlemlerini açığa vuruyorlar ve hattâ bu hükümranlığı
müslümanlann elinden alıp mecûsîliği hakim kılmak istiyorlardı. Daha önce
zikrettiğimiz Ravendi ve Mukanna* gibi Hurremî hareketi de, aynı gayenin
gerçekleştirilmesine yönelmiş hareketlerdi. Nitekim el-Makdisî bu görüşü teyiden
şöyle der: "Hurramüer, hükümranlığı Araplardan Acemlere geçirmek için
çalıştılar. Câhiller için bu görüşü süsleyip kuvvetlendirdiler ve halkı bu görüşe
davet ettiler. Bunun neticesi tatil ve ilhad ortaya çıktı" [575].
Akidelerinin başında tenasüh geliyordu. Nitekim Câvidân'ın ölümü üzerine
adamları, karısının evinde toplanmışlar ve Câvidân'ın ruhunun BSbek'e. geçtiği
inancı içinde ve yeni kesilmiş bir sığır derisi üzerinde şarab içip "ey Bâbek'in ruhu!
Câvidân'ın ruhuna iman ettiğimiz gibi sana da îman ettik4'
diyerek Bâbek'e bey'at etmişlerdir [576].
El-Makdisî'nin açıkladığına göre Hurramiyye, muhtelif fırka ve sınıflardan
ibarettir; bununla beraber wric*a" görüşünde ittifak ederler ve ismin ve cismin
değiştiğini söylerler (bir başka ifade ile tenasuha inanırlar). İddialarına göre bütün
Peygamberler, şeriatları ve dinleri ayn olsa bile, bir tek ruh ile gelmişlerdir. Vahiy
hiç bir zaman kesilmez. Her din sahibi, sevabı ümid ettiği ve ıkabtan korktuğu
müddetçe doğru yoldadır; mezheblerine zarar vermedikçe onun tahkir ve tezyifine
razı olmazlar. Ebû Müslim'i tazim, onu öldüren Ebü Ca*fer el-Manşür'a lanet
ederler. Fîrüz, en çok duâ ettikleri kimsedir; çünkü Ebû Müslim'in kızı Fâtıma'nın
oğludur. Ahkâm için müracaat ettikleri imamları, "Ferişdegân" adını verdikleri
aralarında dolaşan Peygamberleri vardır. Şarab ve içki kadar hiç bir şeyi mübarek
saymazlar. Dinlerinin aslı "nur" ve "zulmet" inancıdır. Kadınları ve nefse lezzet
veren her şeyi mubah sayarlar [577]
3. itikadî mezhebler
a. Cebriyye
b. Kaderiye
Cebr ve kader meselesinde meydana gelen münakaşalarda cebriyyenin
görüşüne zıd olan ve insanın fiil ve hareketlerinde hür bir iradeye sahip bulun-
duğunu isbat etmeğe çalışan mezhebin müdafilerine kaderiyye adı verilmiştir.
Bunlar diğerlerinin aksine kaderi reddederler ve insanın, kendi fiilinin tam bir
irade ile yaratıcısı olduğunu ileri sürerler.
El-Makrizî'nin açıkladığına göre "islâm'da kader meselesini ilk defa ortaya
atan şahıs, Macbed İbn Hâlid el-CuhcnTdir. El-Hasan el-BaşrTnin meclisine
devam edenlerdendi. Basra'da bu görüşü yaymağa başladığı zaman 'Arar İbn
cUbeyd de ona intisab etmiş, bunu gören Basra halkı da onun peşinden gitmiştir.
Macbed el-Cuhenî, kader görüşünü Ebü Yûnus Sinseveyh adlı
bir süvariden almıştır" [588].
Şaltıh-i Müslim'de yer alan bir Hadîsin rivayetinde de şöyle denilmektedir:
"Yahya İbn Ya'mer anlatır: Basra'da kader (in nefyi) hakkında konu-
şan kimselerin ilki Ma'bed el-Cuhenî idi..." [589]
Kaderin nefyi ile ilgili bu görüşü yaymak için giriştiği faaliyet, halk arasında
büyük bir nifakın çıkmasına yol açmak üzere iken, Ma'beoT, Halife cAb-rlu'l-
Melik İbn Mervân'm emri ile öldürülmüştür (H. 80). Ancak Ma*bed*in
öldürülmesi hiç bir fayda sağlamamış, onun kaderle ilgili görüşleri Şam'da
Gaylân ed-Dımaşkî tarafından yayılmağa başlanmıştır. İbn Kuteybe'nin Kıptî
olarak tanıttığı Gaylân [590]bu faaliyetinde o derece ileri gitmiştir ki, Halîfe
'Ömer İbn ^Abdil-'Azîz (99-101) tarafından yakalanıp Öldürülmek üzere
iken, ancak, görüşünden tövbe ettiğini açıklamak suretiyle ölümden kurtu-
labilmiştir [591]. Bununla beraber Gaylân, Halîfenin Ölümünden sonra» bu
tövbeden rücü, ve kaderin nefyi ile ilgili görüşlerini yine yaymağa devam
etmiştir. Fakat kaderiyyeye karşı sert davranmakla tanınan Halîfe Hişâm İbn
'Abdi'l-Melik (105-125), Gaylân'ı İmam el-EvzâTnin huzuru ile imtihana tabi
tutmuş ve bu imtihan neticesinde el ve ayaklarım keserek bir çöplüğe atmıştır.
Gaylân'm burada da etrafına toplananlara kaderle ilgili bazı şeyler söylemesi
üzerine, önce dilinin, sonrada başının kesilmesini emretmiştir [592]. Bir başka
habere göre Gaylân, öldürüldükten sonra Dımaşk kapısına
asılmış ve halka teşhir edilmiştir [593].
Katleriyyenin iki büyük mümessili Ma*bcd el-Cuhenî ve Gaylân ed-Dı-maşkî,
JEmevî halîfeleri tarafından öldürülmüş olmakla beraber, fikirleri, onları takiben
zuhur eden mutezile imamları tarafından benimsenmiş ve felsefî bir .sistem içinde
kuvvetle müdafa edilmiştir. Bu sebepledir ki, İslâm tarihinde kaderiyye denildiği
zaman daima mutezile anlaşılmıştır, [594]
C. Murci’e
d. Mutezile
1. Siyasî ihtilâflar
Birinci Hicrî asrın ilk yarısında, Halîfe cOgmân İbn cAffân'ın öldürülme-
Bİnden sonra müslümanlar arasında ortaya çıkan siyasî ihtilâflar ve bu ihtilâfların
yol açtığı bölünmeler üzerinde durmuş, hadîs vazSnın da ilk defa şî'a tarafından
başlatıldığını, bazı kaynak haberlere dayanarak açıklamağa çalışmıştık.
Şî'îler, istisnasız, hilâfetin 'Ali ve oğullarının hakkı olduğu halde, bu hakkın
emevîler tarafından gaabedildiği görüşüne sahip bulundukları için, birinci asrın
ikinci yarısında hadîs vaz'ı genellikle bu görüşün teyid ve takviyesi için işletilmiş,
daha önce zikrettiğimiz bazı Örneklerinde de görüldüğü gibi, vazedilen hadîslerle
CA1Î tbn Ebl f âHVin ve ejj| beytin faziletleri dile getirilmiş, hilâfetin CAU ve
evlâdının hakkı olduğunu isbat edebilmek için, 'Ali'nin, Hazreti Peygamberin
vârisi olduğunu açıklayan sözler yayılmıştır. Daha önce zikrettiğimiz örneklere
ilâveten, burada da konu ile ilgili bir kaç uydurma hadis verebiliriz:
"*Abbâd tbn cAbdi'ş-Şamed*in Ene» İbn Mâlik'ten rivayet ettiğine göre,
Hazreti Peygamber şöyle demiştir: Melekler, bana ve CAH tbn Ebl fâlib'e yetmiş
sene boyunca duada bulunmuşlardır. La ilahe iUefUah şehadeti,andan semaya
ancak benden ve cAH*den yükselir**.
Bu sözü Enes tbn Mâlik'ten rivayet ettiğini söyleyen cAbbâd İbn <AbdPş-
Şamed, hadîsçiler arasında zayıf ve mnnkerul-hadîg olarak tanınmış bir kimsedir.
Enes tbn Mâlik'ten çoğu mevzu olan bir nüsha rivayet etmiştir.
Bunlara ilâveten, tbn 'Adî'nin açıkladığına göre cAbbâd, gulat-ı şî'adan olup,
rivayet ettiği hadîslerin hemen hepsi 'Ali'nin faziletleri hakkındadır[619],
"Habbe İbn Cuveyn (ö. 76), (AH îbn Tâlib'ten rivayet etmiştir: Bu ümmetten
bîr kimsenin Allah'a ibadet etmesinden beş veya yedi sene Önce, ben Rasûlullah
(e.a.s.) la birlikte O*na ibadet etmiştim".
lbnu'1-CevzFnin açıkladığına göre bu hadîs de mevzudur ve Habbe gulat-ı
şî'adandır. Hadîsin mevzu olduğuna Zatîce, Yezld ve Ebü Bekr'in islâm'a
girişlerinin mukaddem oluşu delâlet eder [620].
"Afinâ, îbn Mescûd'tan rivayet etmiştir: Cin taifesinin Hazreti Peygamberi
ziyaret ettiği gece onun yanında idim. Ölümün kendisine haber verildiğini söyledi.
Halîfe tayin et, dedim. Cevap vermedi. Bir saat sonra aynı sözü tekrarladı. Yine
halîfe tayin et, dedim. Kimi? deyince, CA1İ İbn Ebî fâlib'i diye cevap verdim.
Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu: Nefsim yed-i kudretinde olan
Allah'a yemin ederim ki, ona itaat ettikleri zaman hepsi de cennete girer".
Ibnul-Cevzrnin açıkladığına göre, hadîs mevzudur ve râvisi Mîna, cAb-
durrahman İbn cAvfın kölesi olup gulat-ı şuadandır [621].
Bunun gibi daha yüzlerce hadis şî'a tarafından uydurulup Hazreti Peygamberin
adı altında neşredilmiştir. Ancak, birinci asrın ikinci yarısında yaygınlaşmaya
başlayan hadîs vazS, yalnız CA1Î ve evlâdlaruun faziletlerine ve hilâfetteki
haklarına münhasır kalmamış, hilâfeti onların elinden gasbet-tikleri ileri sürülen
emevîleri kötülemeyi ve Iânetlemeyi hedef tutan yeni tür hadîsler de imal
edilmeğe başlanmıştır. Bu cümleden olarak, 'Abdullah îbn Mes'ûd'tan, Ebü Sa*id
el-Hudrl'den ve mursel olarak el-Hasan el-Basrî-den muhtelif isnadlarla şu hadis
rivayet edilmiştir: MMucâviye'yi benim bu minberimde hutbe okurken
gördüğünüz vakit onu öldürün" [622]. Aynı hadîsin Ebü Sa*id el-HudrFden gelen
bir rivayetinde, mezkûr hadîsi tekrarlayan bir şahsa Ebü Sa*îd şu cevabı vermiştir:
"Senin işittiğin hadîsi biz de işittik; fakat cOmer devrinde kılıç sallamayı, emir
bulunmadıkça, kerih görürdük. Bu hususta cOmer Îbnu'l-Hattâb'a yazdılar; fakat
cevabı gelmeden ölüm haberi geldi" [623]
El-Hakem îbn tUmeyr'den rivayet edilen bir başka hadîse göre, Hazreti
Peygamber, Ebû Bekr, (Omer, (Ogmân ve cAH'nin hilâfetlerinden hoşnud olarak
hepsinin kendi yolu üzerinde olduklarını ve Allah'ın onların amellerini göreceğini
söylemiş, Müdaviye hakkında ise "sen kötüyü ve çirkini, iyi ve güzel ittihaz ettin;
Öyle kj, küçükler bununla büyür, büyükler bununla ih-
tiyarlar. Ecelin yakın, zulmün azimdir" demiştir[624].
Ebü Bereze'den rivayet edilmiştir: Hazreti Peygamberin yanında bulu-
nuyorduk, ihsanda bir şarkı sesi duyuldu. Bu nedir, gidip bakın dedi. Çıktım,
baktım. Mu'âviye ve cAmr tbnu'l-'Âş şarkı söylüyorlardı. Döndüm ve Hazreti
Peygembere haber verdim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Allahun, her ikisine de
fitne ver; Allahun, her ikisinide ateşte bırak" [625].
Emevîler, düşmanları tarafından uydurulup Hazreti Peygambere isnad edilen
bu türlü hadîslerle zemmedilirken, onların taraftarları da boş durmamışlar,
Mu'Sviye'yi korumağa ve uydurdukları hadîslerle onun kadr u kıymetini artırmağa
ve faziletlerini dile getirmeğe çalışmışlardır. Meselâ, düşmanları tarafından rivayet
edilen "Mucâviye'yi benim bu minberimde hutbe okurken gördüğünüz vakit
öldürün" sözü, Mucâviye taraftarları arasında "Mucâviye*yi benim bu minberimde
hutbe okurken gördüğünüz vakit kabul edin" şeklinde rivayet edilmiştir [626].
Diğer bazı taraftarlar ise, düşmanları tarafından "onu öldürün" manâsında gelen
hadîsin sahih olması ihtimali karşısında, ismi geçen Mu'âviye'nin, Halîfe İbn Ebî
Sufyân değil, Mucâviye Îbnu't-
Tabüt olduğunu isbatlama gayretine düşmüşlerdir [627].
Mufâviye'nin faziletleri hakkında da pek çok hadîs uydurulmuştur. Bun-
lardan bir kaçı şöyledir:
"Enes İbn Mâlik'ten rivayet edildiğine göre, Hazretî Peygamber şunları
söylemiştir: Cibril (a.s.) bana altından bir kalemle indi ve dedi ki: cAliy-yu'1-A'lâ
sana selâm ediyor ve diyor ki: Habibim, sana, Mu*âviye İbn Ebî Sufyân'a verilmek
üzere' (Axş'ınun üstünden bîr kalem gönderdim; bunu ona ulaştır ve bu kalemle
Âyetu'l-KursTyi yazmasını, harekelemesini ve noktalamasını emret; zira ben,
onun yazıldığı saatten kıyamet gününe kadar Âye-tu'l-Kursi*yi okuyanların
adedi kadar Mucâviye'ye sevab yazdım. Bunun üzerine Hazreti Peygamber,
yanında bulunanlara Mucâviye'yi bana kim getirecek? dedi. Ebü Bekr kalktı ve
biraz eonra onu elinden tutup getirdi. Se-lâmlaştüar. Hazreti Peygamber
Mu'âviye'ye: Ey Ebü (AbdirraJhman, bana yaklaş, dedi. Mucâviye
yaklaştı. Hasreti Peygamber kalemi ona verdi ve şöyle dedi: Ey Mu'âviye, bu,
Rabbının Âyetu'l-Kursryi yazman için tArş'ı-nın üstünden sana hediye
ettiği kalemdir. Kendi hattınla yazacaksın, harekeleyip noktalayacaksın ve bana
arzedeceksin. Sana bu kalemi verdiğinden
dolayı Allah'a hamd ve şükr ederim" [628].
Muhtelif isnadlarla rivayet edilen bir başka hadîste, Hazreti Peygamberin
liöyle dediği ileri sürülmüştür: "Allah indinde güvenilir olan üç kişi
vardır: Cibril, ben ve Mu(âviyeıs [629],
Bir başka hadîste de şöyle denilmiştir: "Mu'âviye'nin vahiy kâtibi olarak
kullanılmasında Rabbımla istişarede bulundum. Kullan, çünkü 6 emindir,
dedi" [630]. Hazreti Peygambere isnad edilen şu hadiste de Mu(âviye emin bir insan
olarak tanıtılmıştır: "Allah, vahyini gökte Cibril'e, yerde de Muham-med (s.a.s.) e
ve Mu*âviye îbn Ebî Sufyân'a emanet etmiştir" [631].
Ebû Hurayra vagıtasıyle gelen bir başka hadîste ise, Mu'âviye'nin, cennette yer
alacağı şu şekilde ifade edilmiştir: "Rasûlu'Uah (s.a.B.), Mucâviye*ye bir ok verdi
ve: Bunu, cennette bana iade edersin, dedi" [632].
Şîca ve eincvîler arasında siyasî ihtilâfların yol açtığı bu hadis uydurma
yarışına, ikinci astın başlarında, abbasîler adına girişilen davetten sonra yeni bir
sülâle daha katılmış oluyordu. Bunlar da diğerleri gibi, kuracakları yeni devletin,
Hazreti Peygamberin tebşirine mazhar olması hususunda büyük bir
itina gösteriyorlar ve bunun için, tabiî olarak, ona, abbasîler hakkında söy-
lemediği sözleri isnad ediyorlardı. Meselâ bu hadîslerden birisinde, §î(amn cAlî
adına uydurdukları hadîsin mukabili olarak şöyle deniliyordu: "Hazreti
Peygamberin yanında bulunuyorduk ki cAbbâs îbn cAbdi'l-Muttalib çıka-geldi.
Hazreti Peygamber onu görünce: Bu, 'Abbâs ibn ^Ahdi'l-Muttalib, benîm hem
babam, hem amcam, hem de vasim ve vâri&imdir, dedi"[633].
Bir başka hadîste, cAbbâVın cennetteki yerine işaret olunmuş ve şöyle
denilmiştir: "Allah îbrâhîm (a.s.)i Halil ittihaz ettiği gibi beni de Halîl ittihaz etti.
Kıyamet günü cennette benim ve İbrahim'in evi karşılıklı olacak, cAb-
bâs da aramızda, iki Halil arasında, emîn bulunacaktır"[634].
Bir hadîste de, eAbbâs oğullarının hükümranlığı ve siyah giyinmeleri tebşîr
edilmektedir. (Alî İbn Ebî fâilb'ten rivayet edilen bu hadîse göre, Hazreti
Peygamber şöyle demiştir: "Bir gün Cibril fa.?.) üzerinde siyah bir cübbe ve siyah,
bir sarık ile indi. Ona bu şekil ne ? Daha önce böyle geldiğini hiç görmemiştim,
dedim. Bu, amcan cAbbâs oğullarından gelecek hükümdarların kıyafeti, dedi.
Onlar doğru yolda olacaklar mı? diye sordum. Cibril, evet cevabını verdi. Bunun
üzerine Hazreti Peygzmber şu duada bulundu: Alla-hım, (Abbas ve oğullarına
nerede ve ne şekilde olurlarsa olsunlar mağfiret eyle. Cibril (a.e.) devam etti ve
şöyle dedi: Ümmetin üzerine öyle bir zaman gelecek ki, İslâm, bu siyah ile azız
olacak. Ona sordum: Riyasetleri kimlerden gelecek ? Cibril şu cevabı verdi:
cAbbâs oğullarından. Ona tekrar sordum: Ya teb'alan? Buna
da şöyle dedi: Horasan ehlinden" [635].
İbn cAbbâs'a isnad edilen bir hadîste Hazreti Peygamber, (A1I İbn Ebî fâlib'in
de bulunduğu bir sırada, cAbbâs'a şöyle demiştir: "Mülk (hüküm' darlık),
oğullarında olacaktır. Sonra cAli'ye dönmüş ve ona da şöyle hitap etmiştir: Senin
oğullarından hiç biri buna sahip olamıyacaktır" [636].
Bizzat 'Abbâs'a isnad edilen bir hadîste Hazreti Peygamber, rAbbasî
halîfelerinin sayısını ve bir kaçının isimlerini zikretmiştir: "İşte bu (cAbbâs),
Kureyş'in en cömerdi ve en büyük hâmisi, kırk halîfenin babasıdır. Es-Sef-fâh, el-
Manşür ve el-Mehdl onun oğullanndandır. Ey amca, Allah bu işi benimle başlattı,
senin oğullarından birisiyle de «ona erdirecektir [637].
Abbasîler adına bu türlü hadîsler uydurulurken, onların düşmanlarının da boş
durmayacaklarını ve aleyhlerine bir takım hadîsler düzüp etrafa yayacaklarıni
tahmin etmek güç değildir. Nitekim bunlardan birisi Sevbân'a isnad ile rivayet
edilmiştir.- Hazreti Peygamber Abbasî düşmanlarının ağızları ile şöyle demiştir;
"cAbbâs oğullarının kötülük edip siyah elbise giydirdikleri ümmetime yazık. Allah
da onlara ateşten elbise giydirsin. Onların helaki, şunun ehli beytinden olan bir
adam yüzünden olacaktır. Hazreti Peygamber bunu söylerken Ummu Hablbe'yi
işaret ediyordu" [638].
İşte, müslümanlar arasında hilâfet ve iktidar meselesinde siyasî ihtilâfların
sebep olduğu hadîs vaz'ı bu şekilde getişip büyürken, birinci asnn sonlarında
ortaya çıkmağa başlayan itikadı mezbebler, fıkıh mezhebleri ve bunlara paralel
olarak faaliyetini daha çok artıran zındıklık ve ilhad hareketleri de, hadîs vaz'ının
yaygınlaşmasında ayrı birer âmil olmuştur. Biz bunları ayrı ayrı incelemeğe
girişmeden Önce, hadîs vaz'ınm emevilere taalluk eden kısmiyle ilgili olarak,
meşhur müsteşnklardan Ignaz Goldziher'in ileri sürdüğü bir görüşe kısaca
temas etmek istiyoruz.
Ignaz Goldziher. Islâmî araştırmalarıyle şöhret kazanmış, bu konuda bir çok
eser yazmış ve 1921 senesinde vefat etmiş Yahudi asıllı bir Macardır.
Muhammedaıüsche Studien adlı iki cildlik kitabının ikinci cildini hadîse tahsis
etmiş [639] olan müsteşrik, bazı sahih hadîslerin mevcudiyetini kabul eder
görünürse de, ekseriyetinin, dinin gelişmeğe başladığı daha sonraki devirlere ait
olduğunu, yani uydurulduğunu ileri sürer. Bu bakımdan hadîsler, Gold-ziher'e
göre, dinin inkişâfını sağlayan uydurulmuş sözlerden ibarettir [640],
Goldziher, hadîslerle ilgili bu görüşünü teyid etmek maksadıyla, şî'îler
tarafından emevîler aleyhine işletilen hadîs vaz'ını, emevî idaresine muhalif din
adamı ilâhiyatçıların bir marifeti olarak göstermekle yetinmemiş, bizzat emevî
halifelerini de, muhaliflerini susturmak ve kendi görüşlerinin desteklenmesini
sağlamak maksadıyla taraftarlarını hadîs uydurmağa teşvikle itham etmiştir [641].
Goldziher'in, bu iddiasını isbat etmek için ileri sürdüğü delil şudur: Mu-câviye,
Mnğîre tbn Şu'be'yi Kflfe*ye vali olarak tayin ettiği zaman ona şu emri vermiştir;
^Alî'yi, şetm ve zemmetmekten, 'Ogmân'a rahmet ve mağfiret dilemekten, (A1Î
ashabını ayıplamaktan, onlardan uzaklaşmaktan ve onlara kulak asmamaktan,
'Osman taraftarlarını medhetmekten, onlara yaklaşmak-
tan ve onları dinlemekten çekinme*',
Goldziher'in delil olarak ele aldığı bu siizlf'r et-'Taberî tarafından zikredil-
miştir [642]Ne var ki bu meşhur müsteşrik, mezkûr sözleri et-Taberî'den nak-
lederken onlarda tahrifat yapmaktan çekinmemiş ve onlara "CAH taraftarların-
dan uzak dur; onları hadîs kaynakları olarak dinleme (yani onlardan hadîs alma);
(0§mân taraftarlarına yakınbk göster; onları hadîs kaynaklan olarak
dinle (yani onlardan hadîs al)" manâsı vermiştir [643].
Yukarıda et-faberî'den naklettiğimiz haber, her ne kadar cAH'ye şet-metmek
hususunda Mu*âvİye'nin bir emrini göstermekte ise de, bu emirde CAH ve
taraftarlarından hadîs almamak hususunda hiç bir işaretin mevcut olmadığı
açıkça anlaşılmaktadır. Bununla beraber müsteşrik, zihninde tasarladığı bir oyunu
sahneye koyabilmek için böyle bir tahrifi zarurî görmüş, sonra da bu tahrif üzerine
şu mütalâayı ileri sürmüştür: "Burada, (A1Î aleyhindeki hadîslerin tasnî ve neşrini
teşvik, onun lehindeki hadîsleri de bertaraf etmeğe matuf resmî bir emir vardır.
Emevîler ve onların siyasî taraftarları kasıdlı yalanlarını mukaddes bir hava içinde
neşretmekten endişe duyacak kimseler değillerdi. Mesele, bu yalanları, isimleri
hücuma maruz kalmayacak dindar kimseler vasıtasiyle yaymaktan ibaret
kabyordu. Bu işi yapacak kimseler de her devirde bulunuyordu" [644].
Goldziher tarafından ileri sürülen bu mütalâa ile sahnelenmek istenen oyunun
henüz sona ermediği anlaşılmaktadır. Zira bu sözlerde, emevîler tarafından
uydurulan hadîslerin, isimleri hücuma maruz kalmayacak dindar kimseler
vasıtasıyle yayılmağa ihtiyaç bulunduğu açıklandığına göre, Goldziher'in bu dindar
kimselerin kimler olduğunu da açıklaması gerekmektedir. Filhakika müsteşrik,
böyle bir isim bulmakta da güçlük çekmemiş ve meşhur hadîs imamlarından İbn
Şihâb ez-Zubrî (Ö. 124) yi, emevîlerin yalan hadîs yaymak hususundaki amaline
hizmet eden bir kimse olarak takdim etmek cür'etini göstermiştir. Goldziher, bu
husustaki delilini de şî(a tarihçilerinden eI-
Ya*kûbî'den naklettiği bir haberden almıştır.
El-Ya'kübî'nin açıkladığına göre, Hicaz'da 'Abdullah tbnu'z-Zubeyr, Emevî
idaresine karcı ayaklanıp bu bölgeyi ele geçirince, Şam'da bulunan Halîfe 'Abdu'l-
Melik tbn Mervân (65-86), Suriye halkını hacr için. Hicaz'a gitmekten menetmiş
ve K.udüs'te Kubbe tu'ş-Şahra'yı. inşa ederek, halkın orada haccetmelerini
istemiştir. Bunu isterken de, egs-Zuhrl tarafından rivayet edilen "binekler, yalnız
üç mescide doğru koşturulur: Mescid-i Haram, benim mescidim ve bir de Beytul-
Makdis mescidi" hadîsine işaretle "işte İbn Şihâb ez-Zuhri Hazreti Peygamberden
size bu hadîsi rivayet ediyor" demiç-tir [645]
Goldziher, yalnız şîca tarihçisi el-Ya(kûbî tarafından verilen bu haberi ele
alarak, hiç bir tenkide tâbi tutmadan, haberde zikri geçen hadîsin. Halîfe cAbdu'l-
Melik'in emriyle ez-Zuhri tarafından uydurulduğunu ileri sürmüştür; çünkü
Goldziher'e göre Kudüs'te de hacc farizasının ifa edilebileceğine halkı inandırmak
için Halîfenin böyle bir hadîse ihtiyacı vardır. Her ne kadar bu hikâyeyi anlatan
el-Yackübî, hadîsin ez-Zuhri tarafından uydurulduğuna dair her hangi bir söz
söylememiş ise de, Goldziher, böyle bir iftirayı da ortaya atmaktan çekinmemiş ve
bu suretle, hadîsler hakkındaki görüşünü, kendi kafasında îmal etüği bir yalanlar
zincirine bağlamak zorunda kalmıştır. Aslında, islâm'daki ibadetin ve ibadet
yerlerinin kudsiyyeti üzerinde biraz durmak lüzumunu hissetseydi, veya kafasında
islâm aleyhine oyunlar düzmek yerine biraz tarafsız bir ilim adamı hüviyetine
sahip bulunsaydı, zühd, takva ve ibadetle şöhret kazanmış olan Halîfe cAbdu'l-
Meliks [646]in Ka*be'den başka bir yeri hacc mahalli olarak ilân etmiyeceğini bilir,
bir Emevî Halîfesi hakkında bu çeşit haberlere yer veren el-Ya^kübî'ye de bir şîSi
tarihçisi olması dolayısiyle tam bir güvenle bağlanmazdı.
Diğer taraftan Goldziher, üç mescidle ilgili olarak ez-Zuhri tarafından rivayet
edilen hadîsi tetkik etmek lüzumunu da hissetmemiş, yahutta onun Hazreti
Peygamberden değişik isnadlarla rivayet edildiğini [647] bilmezlikten gelmiştir.
Aslında Hazreti Peygamber bu hadîsiyle üç mescidin kudsiyyetine işaretle
oralarda yapılacak ibadetlerin diğer mescidlerde yapılacak ibadetlerden üstün
olduğunu belirtmek istemiş, fakat Ka*be dışında diğer iki mes-cidde de hacc
farizasının îfa edilebileceğini kasdetmemiştir. Nitekim bir başka hadîsinde de şöyle
buyurmuştur: "Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram
müstesna, diğer mecsidlerde kılınan bin namazdan hayırlıdır" [648]. Bu hadîsin
ifade ettiği manâ ile, ez-Zuhrî tarafından rivayet edilen
"binekler yalnız üç mescide doğru koşturulur..." hadîsinin ifade ettiği manâ
arasında hiç bir fark yoktur ve bunların hacc farizasının îfası ile uzaktan
vakından hiç bir ilgisi bulunmamaktadır [649].
Netice itibariyle Goldziher, siyasî ihtilâfların yol açtığı hadîs vazrının, Emevî
halîfelerinin teşvikiyle başladığını bazı haberleri tahrif ederek isbat etmeğe
çalışmışsa da, bunun gerçekle bir ilgisi bulunmadığı aşikârdır. Daha önceki
bahislerimizde de açıkladığımız gibi nasıl aşırı derecedeki 'AH taraftarları hadîs
vaz'mı başla tmışlarsa ve CAH ile evlâdının vazc işinde her hangi bir tahrik ve
teşvikleri olmamışsa, emevîler ve abbasîler adına girişilen vaz* hareketinde de,
halîfelerin her hangi bir rolleri olmamıştır. Keza gerçek ha-dîsçileri ve bilhassa ez-
Zuhrî gibi hadîs imamlarını bu işe karştırmak da, bir iftiradan ve tslâm'ın mühim
bir temelini yıkmak arzusundan başka bir manâya gelmez. [650]
2. itikadî ihtilâflar
Birinci asırda şî*a eliyle başlayan vazc hareketi, bu asrın sonunda ve ikinci
asnn başlarında belirmeğe başlayan itikadı ihtilâflarla ve bu ihtilâfların
neticesinde ortaya çıkan akaid mezhebleriyle süratini artırmış, bidayette siyasî
mahiyet taşıyan mevzu (uydurmd) hadîslere, birinci asrın sonlarından itibaren
çeşitli mezheplerin akaide müteallik görüşlerini aksettiren hadîsler de eklenmeğe
başlamıştır. Siyasî mezheblerde olduğu gibi, itikadı mezheb-lerde de asıl kaynak
dinî nasslar olduğu için, bu mezhebler, hayatiyetlerini ancak bu çeşit nasslara
sahip oldukları takdirde devam ettirebilmişler, aksi halde bir varlık göstermeden
yokolup gitmişlerdir. Ancak şurasınıda hatırdan uzak tutmamak gerekir ki, bu
çeşit mezheblcrin çoğu, itikadı konularda çıkan görüş ayrılıklarının bir neticesi
olarak neşet etmiştir. Oysa ki İslâm dini, bilhassa itikadı konularda, her meseleyi,
hiç bir şüphe ve tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ikmal etmiş ve bu
konularda münakaşa yolunu kapalı tutmuştur. Bununla beraber, yine de
ihtilâfların çıkışı ve bir takım mez-hcbleriu doğuşu, göstermektedir ki, çeşitü
mezheb taraftarları, müdafaamı yaptıkları konularda, tslâm dışı görüşlerin
tesirinden kurtulamamışlar ve İslâm akaidini bu görüşlerin ışığı altında açıklamak
zorunda kalmışlardır. Fakat bu açıklamalar, ne derece tslâmî bir boya ile ileri
sürülmüş olursa olsunlar, altındaki aykırılık, taraftarların gözünden kaçmamış, bu
aykırılığı izale etmek, yahut hiç olmazsa mümkün olduğu nisbette hafifletmek için
yeni nasslar aramak zorunda kalmışlardır. Aslında yeni nass tabirini kullanmak,
Hazreti Peygamberin hayatta kaldığı müddet içinde nassları vârid olmuş ve ikmal
edilmiş bir din için garib karşılanmak icabeder; fakat bu, Kuran hakkında
doğrudur; çünkü naaşları belirli süre içinde vahiy yolu ile vârid olmuş, kusursuz
tesbit ve müslümanların her an müracaat edebilecekleri bir mushaf olarak ellerine
teslim edilmiştir. Bu bakımdan hicretin ikinci asrında Kur'ândan yeni bir nass
bulma keyfiyeti elbetteki bahis konusu edilemez. Fakat hadîsler için durum aynı
değildir. Hazreti Peygamberin hayatında, Kur'ân âyetleri gibi, muntazam tcsbit
edilmedikleri için, belirli hacimde bir mecmuası yoktur. Daha Önceki
bahislerimizde de açıkladığımız gibi, sahabî-lerin kısa zamanda genişleyen İslâm
ülkelerine dağılmaları ile hadisler de dağılmış; bu ise, bir ülkede bilinen bir
hadîsin diğer ülkelerde bilinmemesi gibi bir netice doğurmuştur, işte bu durum,
mevzu hadîslerin yayılmasını kolaylaştıran âmillerin başında yer almıştır; çünkü
bir ülkede ortaya atılan hadîse benzer bir söz, diğer ülkelerde rivayet edilen
hadîsler cümlesinden biri ve dolayısiyle yeni bir nass olarak müslümanlar arasında
kabul görmüştür. İtikadı mezheplerin bu çeşit nasslara
ihtiyacı, müdafasını yaptıkları görüşlerin İslâm'a aykırılığı nisbetinde artmış ve
artan bu ihtiyaçlar karşısında görüşlerini teyîd edecek yeni hadîsler vazetmeğe
yönelmişlerdir. Meselâ, birinci asrın ikinci yansında ortaya çıktığım belirttiğimiz
murci'e, murteki-bu'l'hebire hakkında "te'hîr" veya "irca" hükmünü verirken,
imanla ilgili olarak sahip oldukları görüşü teyîd edebilmek için, hadîs uydurmak
zorunda kalmışlar ve Hazreti Peygamberden sâdır olmuş bir nass gibi bu hadîsleri
halk arasında yaymağa çalışmışlardır. Daha Önce de işaret ettiğimiz gibi,
murci'eye göre îman, Allah'ı ve Peygamberini bilmek (marifet) ten ibarettir; amel
olmasa veya kebâirden bir şey irtikâb edilse bile, bu, îmana zarar vermez; bu
bakımdan îmanda artma veya eskiline bahis konusu değildir. Murci'e, îman
hakkında ileri sürdükleri bu görüşü Hazreti Peygamberin ağzından teyîd, yahut
onun hadîs nassına dayandığını isbat edebilmek için, muhtelif
hadîsler vazetmişlerdir.
Bu cümleden olarak, Ebû Sa4d el-Hudrî'ye varan bir isnadla ileri sürdüklerine
göre, Hazreti Peygamber şöyle demiştir: "Her kim îmanın artıp eksildiğini iddia
ederse, (bilsin ki), artması nifak, eksilmesi ise küfürdür. Böyle kimseler, eğer tövbe
ederlerse (ne âlâ); aksi halde boyunlarını kılıçla vurunuz. Bunlar Rahman (olan
Allah'ın) düşmanlarıdır. Allah'ın dinini parçalamışlar, küfre intisab etmişler,
Allah'a muhasım olmuşlardır. Allah, yeryüzünü bunlardan temizlesin. Haberiniz
olsun ki, bunların namazları da, oruçları da, zekât ve hacclan da makbul değildir.
Haberiniz olsun ki, bunların dini de yoktur. RasûluUah (s.a.g.) onlardan uzaktır;
onlar da Rasulullahtan". Bu haberi nakleden İbnu'l-Cevzî "hadîs uydurmadır ve
onu rivayet eden Muhammed İbnu'l-Kâsım et-fâlkânl'nin mevzû'âtındandır"
dedikten sonra,
el-Hâkim Ebü 'Abdillah'tan şu sözleri nakletmiş tir: "Muhammed İbnal*
Kasım et-falkânî murci'e reielerindendi ve mezhebleri adına hadis vazeder" [651]
İmam Ebü Hanife'nin ashabından, re'y ve ilim sahibi olmakla beraber hadîs
zabtı yönünden şiddetle tenkid edilen Ebü Muti* el-Hakem İbn cAbdil-lah el-
Belhi [652], HamrnSd İbn Seleme - Ebu'l-Muhezzim - Ebü Hurayra tarikiyle şu
haberi nakletmiştîr: "Şekîf heyeti Hazreti Peygambere gelip fobimi artıp eksilmesi
hakkında bir sual sormuş, Hazreti Peygamber de onlara, hayır (yani ne artar ne de
eksilir); artması da eksilmesi de küfürdür, demiştir" [653]. Ebü Hatim İbn Hıbbân'ın
ifadesine göre, hadîsin râvisi Ebü Muti1 el-Hakem İbn 'Abdillah, Sünene düşman,
murci'e reislerinden "kegzâb" (yalancı)- bir kimsedir [654]. Aynı hadîsi, cOgmân
ibn cAbdillah, Ebü Mutl'den çalarak Ham-mad İbn Seleme'den rivayet etmiştir.
Bu cOgmân, güvenilir kimselerden
mevzu hadis rivayet eden bir kimse idi [655].
Ez-Zehebl, Ahmed İbn 'Abdillah İbn Çtâlid el-Cuveybârl'nin tercemesin-den
bahsederken şu bilgiyi verir: İbn 'Adl'nin açıkladığına göre el-Cuveybârl,
Kerrâmiyye reislerinden Muhammed İbn Kerrâm'm isteği üzerine hadis vazeder,
İbn Kerrâm da kitaplarında bu hadîsleri naklederdi. Bu hadislerden birİBİ, Ebü
Hanlfe hakkında idi ve Enes İbn Mâlik'e varan bir isnadla şöyle deniliyordu:
"Ümmetim içinden Ebü Hanîfe denilen bir kimse çıkacak ve Allah, onun eliyle
sünnetimi tecdid edecek". İbn Hıbbân, el-CuveybârFyi "deceâl", en-Nesâ*I ve ed-
Dârakutnî de "kezgâb" isimleriyle tavsif etmişler; el-Hâkim ise, onun hakkında
şunları söylemiştir: Bu kezzab, habis, amellerin faziletleri hakkında da bir çok
hadîs uydurmuştur. El-Hasan (el-Başri)nın Ebü Hurayra'dan hadis işitip işitmediği
el-CuveybârPnîn Önünde zifcredil-dîği zaman, bu şahıs, hemen Hazreti
Peygambere varan bir isnadla şu sözü nakletmiştir: "El-
Hasan, Ebü Hurayra'dan işitti" [656].
İşte hakkında kısaca bilgi verdiğimiz bu el-CuveybârFnin Muhammed İbn
Kerrâm için uydurduğu hadîslerden birisi de murci'enin îmanla ilgili görüşlerini
destekler mahiyettedir ve bu mevzu hadîste, Hazreti Peygamberin ağzından şöyle
denilmiştir. "İman kavildir; amel onun şerâi'ıdır; artmaz ve
Eksilmez [657] Eğer. Kerrâmiyyenin de îmanı ikrardan ibaret gördüğü ve irti-
dad olmadıkça bu ikrarın ilelebed îman olarak kalacağı görüşü gözönünde
bulundurulursa [658], yukarıda adı geçen el-Cuveybârl'nin îbn Kerrâm için
uydurduğu hadîslerin hikmetini «ulamakta güçlük çekilmez.
Bazı murci'enin "şirk ile birlikte amelin fayda vermediği gibi, îman ile birlikte
ma'sıyetin de zarar vermiyeceği görüşünün bile [659], Hazreti Peygambere isnad
edilen bir hadîsle teyid edilmeğe çalışıldığı görülür. (Omer îbnu'l-Hattâb'a varan
bir isnadla Hazreti Peygamberin şöyle dediği ileri sürülmüştür: "Şirk ile birlikte hiç
bir şey fayda vermediği gibi, îmanla birlikte hiç bir şey zarar vermez" [660]. Oysa ki,
bu hadîsin isnadında bulunan Munzir Îbn Zi-yad et-
T*"'1» "kez.zâb" (yalancı) olarak tavsif olunmuştur [661].
Murci'e îmanla ilgili görüşlerini, önce uydurup sonra Hazreti Peygambere
isnad ettikleri bu tür sözlerle teyîd etmeğe çalışırken, murci'enin karşısında yer
alan diğer bir gurup da, onların îman hakkındaki görüşlerini çürütmek ve halkı,
îmanın aslı olarak ileri sürdükleri görüşlere inandırmak
için başka hadisler uydurmuşlardır.
cAmmâr Îbn Mutarnf'ın Mu'ag îbn Cebel'e varan bir isnadla rivayet ettiği bu
çeşit hadîslerden birisine göre Hazreti Peygamber şöyle demiştir: "îman artar ve
eksilir" [662]. Halbuki bu hadisi rivayet eden cAmmâr'ın, mun-keru'l-badîs ve zayıf
olduğu, yalan söylediği, sika (güvenilir) olan kimselerden munker hadîs rivayet
ettiği ve hadîs çaldığı söylenerek, muhtelif hadîs-çiler tarafından cerhedildiği
görülmektedir [663].
Ahmed îbn Muhammed tbn Harb'ın, îbn Humeyd'den Ebü Hurayra'ya ulaşan
bir isnadla rivayet ettiği bir başka hadîsin meali de, murci'enin iman hakkındaki
görüşünü, daha doğrusu onların dayandıkları hadîsleri nakzeder mahiyettedir. Bu
hadîste şöyle denilmiştir: "iman, kavi ve ameldir; artar ve eksilir. Her kim bunun
aksini ileri sürerse o bid'at sâhihir" [664]. İbnul-Cevzl» nin ifadesine göre bu hadîs
de mevzundur ve iki âfeti vardır. Birisi
Îbn Muhammed Îbn. Harb olup, tbn cAdI ve tbn Hıbbân onun yalancı
olduğunu ve hadîs vazettiğini söylemişlerdir. İkinci âfet ise, tbn Humeyd olup,
Ebü Zurca, Îbn Vârc ve diğerleri onu yalancılıkla itham etmişlerdir [665].
Murci'eye karşı ileri sîyrülen diğer bir hadîs, şahabı Vagile lbnu'1-EskaSn
kölesi MaSrüf Îbn cAbdillah el-Hayyât tarafından Vâgile'den rivayet edilmiştir.
Bu hadîse göre Hazreti Peygamberin şöyle dediği ileri sürülür: "İman kavi ve
ameldir; artar ve eksilir" [666]. Îbn cAdI, hadîsin mevzu munker ve âfetinin de
Ma*rûf Îbn cAbdillah olduğunu, onun tarafından rivayet edilen, hadîslerden hiç
birinin mutâbi'ı bulunmadığını söylemiştir [667]. Eg-Zehebl ise, Ma'rüf Îbn
cAbdillah'tan geleit-mevzû(âtın af il beliyyesinin cOmer Îbn Hafş cihetinden
geldiğini, zira bu şahsın, Ma'rüf adına pek çok hadîs vazettiğini ileri
sürmüştür [668]. Yine ez-Zehebl'ye göre Marufun rivayet ettiği hadîs sayısı azdır ve
çoğu da, efendisi Vâgiie'nin hayat hikayesiyle ilgilidir [669]. Maamafih Macrüf Îbn
'Abdillah'tan rivayet edilen şu hadîs de dikkati çekicidir: "Bir murci'î, yahut bir
kaderi ölüp de defnedilse, üç gün sonra kabirleri
açıldığında kıble cihetinden dönmüş oldukları görülür" [670].
Bu hadîste îman hakkındaki görüşlerinden dolayı murciVye ve aynı derecede,
kaderi reddeden kaderiyyeye karşı sert bir tepkinin Hazreti Peygamberin ağzından
dile getirilmek istendiği açıkça görülmektedir.
Murci'eyi zemmeden buna benzer başka hadîsler de uydurulmuştur. Îbn
cAbbâVa varan ve içinde Ahmed Îbn İbrahim Îbn Müsâ ile, Süleyman tbn Ebl
Kerlme'nin de bulunduğu bir isnadla rivayet edilen şu hadîste, Hazreti
Peygamberin şöyle dediği ileri sürülmüştür: "Her ümmetin Yahudileri var*
dır. Benim ümmetimin yahudileride murci'e dir" [671].
Muhammed îbn Sa(îd*in Îbn (Abbâs'a varan bir isnadla rivayet ettiği bir
başka hadîste, yine murci'e, Hazreti Peygamberin ağzıyle zemmedilmiştir:
"Rasûlullah (s.a.s.) a murci'e hakkında sorulduğu zaman şu cevabı verdi: Allah
murci'eye lanet etsin. Bunlar öyle bir kavimdir, ki amelsız îman üzerinde
konuşurlar; salât, zekât ve haccı farz saymazlar; bunlar yapılırsa iyidir,
yapılmazsa bir şey lâzım gelmez, derler" [672].
Hazreti Peygambere isnad edilen diğer bir hadîste de, murci'e ile birlikte diğer
üç fırkanın daha zemmedilmiş olması dikkat çekicidir; zira bütün bu fırkalar,
Hazreti Peygamberin vefatından çok daha sonraları tarih sahnesine çıkmışlardır.
Muhammed İbn cIsâ tarafından Ebû Sacîd el-Hudrl'ye varan bir isnadla rivayet
edilen bu hadîste şöyle denilmektedir: "Allah, dört fırkaya yetmiş nebiy diliyle
lanet etmiştir. Bunlar kimdir, yâ Rasûlallah? diye sorduk, Şöyle cevap verdi:
Kaderiyye, Cehmiyye, Murci'e ve Râfıza. Hazreti Peygamber, sonrada bu arkalan
şöyle tarif etmiştir: Kaderiyye, hayrın Allah'tan, şerrin de iblisten olduğunu
söylerler. Bilinizki, hayır da şerr de Allah'tandır. Kim bunun aksini söylerse,
Allah'ın laneti üzerine olgun. Cehmiyye, Kur'ânro mahlûk olduğunu
söyleyenlerdir. Biliniz ki, Kur'ân gayri mahlûktur. Her kim bundan başka bir şey
söylerse Allah'ın laneti üzerine olsun. Murci'e, amel olmaksızın îmanın kavi
olduğunu söyleyenlerdir. Kavafız ise, Ebü Bekr ve 'Ömer'e şetmedenlerdir.
Haberiniz olsun ki, her kim onlara buğ-
zederse, Allah'ın laneti üzerine olsun"638.
İtikadı mezheblerin zuhurundan sonra giderek artan hadîs vaz'ı, elbette yalnız
murci'eye veya muhaliflerine münhasır kalmamıştır. Kaderiyye ve cehmiyye gibi
mezhebler de uydurdukları hadîslerle kendi mezheblerinîn dâiliğini, yahut
propagandasını yaparlarken, İslâm'ı bunlara karşı koruma gayretine girişen bazı
câhil müslümanlar da, yine aynı yola, yani hadîs vaz-ma başvurarak bu mezhebleri
reddetmeyi büyük bir fazilet saymışlardır.
İleride temas etmek imkânını bulacağımız halku*l-Kur'ân meselesi, ha-
dîsçilerle mutezile kelamcıları arasında şiddetli münakaşalara sebep olmuş, Abbasî
halîfesi el-Me*mün*un mutezile mezhebini devletin resmî mezhebi olarak kabul
ve ilânından sonra, hadîs imamları, balku'l-Kur'ân inancını ikrara zorlanmış, ikrar
etmeyenler ise hapsedilmiş ve şiddetli işkencelere maruz bırakılmışlardır.
Aslında İslâm, halku'l-Kur'ân inancı diye bir inanç getirmemiştir, tti-kadî
mezheblerin zuhuruna kadar müslümanlar, bizzat Kur'ânda da sık sık tekrar
edildiği gibi, Kur'ânın Kelâmu'llah (Allah Kelâmı) olduğuna inanmışlar, bunun
dışında, onun mahlûk veya gayri mahlûk olduğu görüşüyle zihinlerini meşgul
etmemişlerdir. Fakat cehmiyye ve mutezile gibi mezheblerin zuhuru ile, Allah'ın
Kuranı Kerîmde bahis konusu edilen sıfatlarının ve bu arada Kelâm sıfatının
nefyi, Kelâmu'llah olan Kur'ânın mahlûk olduğu inancını doğurmuş ve bu inanç,
adı geçen mezhebler tarafından Islâmî bir akîde gibi müdafa edilmiş ve halka da
zorla kabul ettirilmeğe çalışılmıştır. Ancak burada şunu hemen belirtmek gerekir
ki, halku'l-Kur'ân inancının mucidi ve müdafii olan cehmiyye veya mutezile
yönünden bu inancın teyidine yardım edecek mevzu hadîslerin gelmemiş olması
garib karşılanmamak gerekir; çünkü bu mezhebler, sahih olan hadîsleri bile delil
olarak kabul etmemişler, onları külliyyen reddetmişlerdir. Hadîsi kabul etmeyen
kimselerin, görüşlerini teyid etmek için hadîs uydurmağa teşebbüs etmeyecekleri -
kesin olmasa bile - tabii olmak icabeder. Bu sebepledir ki, mevzû'ât kitaplarında
Kur'âmn mahlûk olduğunu ifade eden hadîslere pek rastlanmaz.
Bununla beraber cehmiyye ve mutezilenin, Kur'ânın mahlûk olduğu görüşünü
tslâmî bir akîde olarak ortaya atması, müslümanlar arasında şiddetli bir tepki ile
karşılanmış, bir taraftan bu mezhebler sert bir dille kötülenirken diğer taraftan
görüşleri çeşitli yönlerden çürütülmeğe çalışılmıştır. Bu arada bazı gayretkeşler de
halku'l-Kur'ân inancını, uydurup Hazreti Peygambere isnad ettikleri hadîslerle
reddetme yolunu tutmuşlardır. Aslında gerçek hadîsçiler de cehmiyye ve
mutezilenin karşısında yer almışlardır; fakat hadîs vaz'ını, bu mezheblerin ika
edecekleri zarardan çok daha tehlikeli gördükleri için, kendi görüşlerini destekler
mahiyette de olsa, uydurulmuş hadîsleri tesbit ve uyduranları en şiddetli dille
tenkid etmekte tereddüt gös-
termemişlerdir. Bu konuda da bazı örnekler verebiliriz:
Muhammed Îbn cAbd Îbn (Âmir es-Semerkandl'nin, Câbir Îbn cAbdillah*a
varan bir isnadla rivayet ettiği hadîse göre, Hazreti Peygamberin şöyle dediği ileri
sürülmüştür: "Her kim Kur'ânın mahlûk olduğunu söylerse kâfir olur" [673]
Hadîsin râvisi Muhammed Îbn cAbd, ez,-ZehebFnin ifadesine göre, hadîs
vazSyle tanınmış bir kimsedir. Keza ed-DSrakutnl de, onun yalan söylediğini
ve hadîs uydurduğunu söylemiştir [674].
Muhammed Îbn Yahya Îbn Razin tarikiyle Enes Îbn Mâlik'ten rivayet edilen
bir başka hadîste şöyle denilmiştir. "Göklerde ve gökle yer arasında
AUah ve Kur'ân müstesna- her şey mahlûktur. Kur'ân O'nun kelâmıdır; her
şey onunla başlamış ve O'na dönecektir. Ümmetimden bazı kimseler çıkıp
Kur'ânın mahlûk olduğunu söyleyeceklerdir. Her kim bunu söylerse Allah'a
küfretmiş olur. Böyle söyleyen kimseyi karısının hemen boşaması lâzımdır; çünkü
mü'min olan bir kadının kâfir bir erkeğin tahtı nikâhında bulunması caiz değildir;
meğer ki kadın, aynı sözü kocasından evvel söylememiş olsun" [675]. Hadîsin râvisi
olan Muhammed İbn Yahya İbn Razin, onu uydurmakla itham edilmiştir. İbn
Hıbbân, bu şahıs hakkında "hadîs vazeden
bir deccaF* tabirini kullanmıştır [676].
Ahmed İbn Muhammed İbn Harb'in Ebû Hurayra'ya varan bir isnadla rivayet
ettiği diğer bir hadîste de şöyle denilmiştir: "Kur'ân Allah'ın kelâmıdır. Halik da
değildir, mahlûk da. Kim bundan başka bir şey söylerse, o kâfirdir" [677], tmanm
artıp eksilmesiyle ilgili hadîsi uydurmakla şöhret kazanan Ahmed İbn Muhammed
ibn Harb [678], bu hadîsin de vazıhıdır. İbn cAdî*nin ifadesine göre, teammüden
yalan söyleyen ve hadis vazeden bir kimsedir [679]. Keza İbn Hıbbân da onun
hakkında "hadîs vazeden bir kezzab idi" demiştir [680].
Zikrettiğimiz bu misaller, Kur'ânra mahlûk olduğunu ileri süren ceh-miyye ve
mutezileye karşı gösterilen şiddetli tepkinin en açık örneğini teşkil ederler. Ne var
ki bu tepkiyi gösterenler, Hazreti Peygambere kasıdh olarak yalan isnâd etmekle
İslâm'a çok daha büyük kötülük yaptıklarının anlayışsızlığı içinde kalmışlardır. Bu
suretle, bir taraftan, ortaya çıkan yeni yeni itikadı mezheblerin görüşlerini
aksettiren, diğer taraftan, bu görüşlere karşı çıkan fakat gerçeği aksettirdiği ileri
sürülen İslâm akaidine ait bir çok uydurma hadîs, müslümanlar arasında yayılmış
ve her ferd, inanç yönünden sahip olduğu görüsü, ister istemez, bu hadîsler
arasında kolayca bulabildiği bir deKİ ile müdafaa etmeğe çalışmıştır. [681]
3. islam düşmanlığı
Siyasi ve itikadî ihtilâfların sebep olduğu hadîs vazS, ikinci asırda büyük bir
süratle gelişirken, ban çevrelerde İslâm'a karşı beslenen kin ve nefret duygulan da,
onu yıkmağa matuf bir takım sinsi faaliyetlerin giderek yoğunlaştırilmasına sebep
olmuştur. 8u faaliyetlerde yine hadîs vazcı birinci planda yer alıyordu.
Daha Hazreti Peygamber hayatta iken bütün (Arap Yarımadası islâm
Devletinin hudutları içine girmişti. Halîfeleri devrinde ise, bu devletin hudutları,
bir taraftan cIrâk ve Suriye'yi de içine alarak Mısır ve Şimal! Afrika'ya, diğer
taraftan İran ve Ermenistan dahil Hindistan'a kadar uzanmıştı. İslâm'ın bu
yayılması, şüphesiz, bir çok imparatorlukların, krallıkların veya prensliklerin
yıkılması pahasına olmuş; yayıldığı ülkelerde, müsamahası, adaleti ve getirdiği
rahat hayat şartlarıyle, halkı, dalgalar halinde kendisine cezbetmiş olsa bile,
iktidarlarına son verdiği kudretli kişilerin ve onların yar-dımcılarının kalplerinde
kin ve intikam ateşlerinin alevlenmesine engel olamamıştır. Ancak bu
intikamın, gün geçtikçe kuvvetlenen islâm ordusuna karşı silâhlı bir mücadele
vererek alınmasını imkânsız gören bu yabancı unsurlar, kinlerini içlerinde
gizleyerek İslâm'a girdiler ve onu içten yıkmak için her fırsattan istifade etme
gayretine düştüler. Daha önceki bahislerimizde üzerinde durduğumuz zındık ve
mülftıd denilen bu türlü kimseler, İslâm'a olan inançsızlıklarını, kin ve nefretlerini
içlerinde gizleyerek bazan zühd ve takva» bazan CAU ve evlâdı hayranlığı, bazan
da felsefe-hikmet örtüsüne bürünmüşler, fakat her şeyden önce îslâm akaidini
ifcad etmeyi ve müslüman-ların kalplerinde bu akaide karşı şüphe ve tereddütler
uyandırmayı başlıca gaye edinmişlerdir. Bu maksatla, akla Hayale gelmeyen, ve
Hazreti Peygamberin ağzından çıkmasına imkân olmayan binlerce söz uydurup
yaymışlardır [682]. Bunların ileri gelenlerinden sayılan cAbdul- Kerim İbn Ebi*l-
*Avcâ*, Basra emin Muhammed tbn Süleyman tarafından öldürülürken şu
itirafta bulunmuştur: "Vallahi hakkınızda dört bin hadîs vazettim ve
bunlarla helali haram, haramı helâl kıldım. Oruçlu gününüzde size oruç
bozdurup, iftar gününüzde oruç tutturdum" [683]. Halîfe el-MehdTnin hnzuruna
götürülen bîr başka zındık da, dört yüz hadîs uydurduğunu, halen bu hadislerin
halk dilinde dolaştığım itiraf etmekten çekinmemiştir [684].
Zındıkların hadîs vazS yönünden İslâm'a yaptıkları kötülük, diğerleri yanında
çok daha büyük ve tehlikeli olmuştur. Ne var ki gerek halîfelerin bunlara karşı
aldıkları sert tedbirler, bu meyanda ele geçirdiklerini öldürmeleri ve gerekse
hadîsçilerin bunlar tarafından vazedilen hadîsleri tesbit edip tesirsiz hale
getirmeleri, İslâm akaidini zındıkların şerrinden koruyan başlıca
âmiller olmuştur.
Tabakat kitaplarında zındık ve miühıd olarak tavsif edilen bazı isimlere
temasla, bunlardan gelen rivayetlere bir kaç örnek vermek, zındıkların ne tür
uydurma hadîslerle İslâm inancını karıştırmağa çalıştıklarım göstermek
bakımından faydalı olacaktır.
Ibn Hıbbân'ın zındık olarak isimlendirdiği Eyyüb îbn 'Abdi's-Selam, Ebfl Bekre
tarikiyle îbn MeaSîd'tau şu haberi nakletmiş tir: "Allah gazab ettiği zaman cArş
üzerinde şişer irileşir; öyle ki, kendisini taşıyan şeye ağır gelir" [685]
Medâyin'de îshakryye denilen bir cemaatın reisi olduğu bildirilen Is-bak Ibn
Muhammed en-Naha*I el-Ahmerde, cAH'nin Allah olduğuna inanan ve onun
hakkında hadîs uyduran bir zındık idi. Hazreti Peygamberin fil suretinde bir
şeytanla karşılaşmasını, ona lanet etmesini, cAli'nin şeytanı öldürmek için üzerine
atılmasını ve şeytanla aralarında geçen muhavereyi, bu arada Hazreti Peygamberi
küçük düşüren sözleri 'AlTnin ağzından nakletmesi, böyle bir zındığın kolaylıkla
yapabileceği şenî bir iftiradır. Bu şahıs hakkında yeteri kadar bilgi veren eg-
Zehebi, cerh imamlarının, zucafâ ile ilgili kitaplarında ona yer vermediklerini
bildirmiş ve "bunu iyi yaptılar; çünkü bu şahu bir zındıktır" demiştir [686].
Yahya îbn Mende tarafından "mülnıd kezzâb" olarak tavsif edilen Ah-med îbn
Manşür EbuVSa'âdât da "Rabbın önünde, sureti, ru'yeti ve keyfiyeti isbat eden
kimselerin isimlerini ihtiva eden bir lâvha bulunduğunu"
uydurmakla itham edilmiş bir zındıktır [687].
Zındıklığı dolayısiyle Ebü Ca(fer el-Manşür tarafından asılarak öldürülen
Muhammed Ibn Sa'ld, kendisinden hadîs rivayet eden bazı kimselerce, gizlenmek
veya tedlîs edilmek suretiyle» ismi çeşidi şekillerde verilmiş bîr "kezjâb" idi.
îsnadlarda bazaa Muhammed îbn Hassan, bazan Muhammed Ibn Ebl Sehl,
Muhammed îbnu't-faberî, Muhammed Mevlâ Beni HSşim, Muhammed el-
Urdunl, Muhammed eş-Şâml gibi değişik^ isimlerde zikredilmiştir. Ahmet îbn
Hanbel, onun amden hadîs vazettiğini ve Ebü Cafer tarafından zındık olarak
asıldığını söylemiştir. îşte bu şahsın rivayet ettiği bir hadise göre Hazreti
Peygamber, koyun kesip derisini yüzmeğe çalışan bir kimseye, bu işin nasıl
yapıldığını göstermek'için, elini hayvanın derisi ile eti arasına sokmuş ve deriyi
yüzmüştür. Bu arada eline ve elbisesine kan ve bazı et parçalan bulaşmış olduğu
halde bunları yıkamadan halk ile namaz kılmıştır.
Yalancılığı ve hadîs vazodaki faaliyeti bütün hadîsçüer tarafindan takip ve
teslim edilen Muhammed Ibn Sald, en-Nesâ'Fnin ifadesine göre bu sahada en çok
şöhret kazananlardan birisi olmuştur. En-Nesâl, bu konu ile ilgili olarak şöyle der:
"Hadîs vazS ile maruf olan kezzâbnn (yalancılar), Medine'de İbn Ebî Yahya,
Bağdâd'ta el-Vâkıdi, Horasan'da Mukâtil îbn Süley-
man ve Şam'da da Muhammed Ibn Satd'tir" [688]
Muhammed Ibn Şucâc tarafından uydurulan bir hadîste "Allah'ın önce bir at
yarattığı, sonra bu atı koşturduğu, koşan atın terinden de kendi nefsini yarattığı"
ileri sürülmüştür [689].
Zındıklar, bu ve benzeri hadîslerle İslâm'a ayıb ienad etmeğe ve bu suretle
mü'minlerin kalbine şüphe sokmağa çalışmışlardır. Oysa ki İslâm'ın bu konudaki
hükmü o kadar açık ve kesin olmuştur ki, İbnu'l-CevzI'nin de dediği gibi, isnadı
en güvenilir kimselerden teşekkül etmiş olsa bile, "maltûle muhalif, usûle
munakız" her hadîsi "mevzu" olarak değerlendirmekte tereddüt gösterilmemiştir
. [690]
4. Irk, belde ve mezheb taassubu
5. Hikayeciler ve vâ'ızler
6. Tergîb ve terhîb
a. Hadîs vazı
İşte Muhammed îbn Şîrîn ile aynı devirde yaşamış olan bu meşhur hadîs
imamı, Mâlik İbn Enes'in açıkladığına göre, hadîs rivayetinde isnadı ilk kullanan
kimsedir [753]. Burada şunu hemen belirtmek gerekir kî, isnadın ilk defa ez-Zuhrî
tarafından, kullanıldığının söylenmiş olması, her halde onun bu konuda gösterdiği
şiddetli titizlikten kinaye olsa gerekir; yoksa evveliydin ona atfedilmesinden, ez-
Zuhrî'ye kadar isnadın Araplar arasında bilinmediği manâsını çıkarmamak
lâzımdır. Zira ez-Zuhrî'den önce sahabe de, hadîsi biribîrlerinden aldıkları veya
Hazreti Peygamberden işittikleri zaman onu kimden aldıklarım belirtiyorlardı.
Fakat o zamanlar aralarında yalan câri olmadığı için bu konuda fazla titizlik
göstermiyorlardı. Nitekim Buşeyr el-*Adevî, İbn (Abbâs'a gelipte kale Rasülü'ltah
(s.a.s.) diye hadîs rivayet etmeğe başlayınca, İbn (Abbâs onu dinlememişti de
Buşeyr, ne oluyor ki, ben sana RasûlullahAan hadîs söylüyorum da sen
dinlemiyorsun? deyince İbn cAbbâs ona şu cevabı vermişti: "Bizler bir kere
(yalancılığın zuhur etmesinden önce) bir kimseyi, Rasûlullah buyurdu ki, derken
duyduk mu gözlerimizi süratle ona çevirir ve kulaklarımızı ona verir dinlerdik,
insanlar sa4> (hırçın) vb zelûl (uysal) deveye bindikleri (yani medh ve zemm
edilen her mesleğe yöneldikleri) zaman artık tanıdığımız şeylerden başkasını almaz
olduk [754].
Ez-ZuhrI'nin isnad tatbiki üzerinde gösterdiği titizliği, isnadı ihmal eden
kimseleri ikaz etmesinden anlamak mümkindir: Medine'de îshâk îbn cAb-dillah,
ez-Zuhxi'nin meclisinde oturmuş "Rasûlullah (s.a.s.) buyurdu ki'1 diyerek hadîs
rivayet etmeğe başlamıştı. Ez-Zuhrî onu hemen durdurmuş ve "sana ne oluyor?
Allah seni katletsin, yâ İbn Ebî Ferve! Allah'a karşı bu cür'etin nedir? Hadîsini
isnad et! Bize ipi ve halkası olmayan hadîsleri rivayet ediyorsun" diyerek
azarlamıştır [755]. Ez-Zuhrî'nin, bu çeşit ihtar ve ikazları, isnad zikretmeden hadîs
nakleden herkese yönelttiği anlaşılmaktadır. El-Velld İbn Muhammed aynı
konuda şöyle der: "Ez-Zuhrî ile birlikte Ebü Hâzim'e uğramıştık. Hazreti
Peygamber şöyle buyurdu, diyerek hadîs nakletmeğe başlayınca, ez-Zuhrî ona
şöyle dedi: Ne o, ipi ve halkası olmayan hadîsler görüyorum ?"[756].
Ez-ZuhrPnîn isnada verdiği ehemmiyeti gösteren haberlerin en dikkat çekici
olanı, isnadı Şam hadîsçîleri arasında yayması ve onun ciddi bir şe* kilde hadîs
rivayetinde kullanılmasını sağlamış olmasıyle ilgili olan haberdir. El-Velîd îbn
Müslim'in naklettiğine göre "Şâm halkı, Rasûlullah şöyle buyurdu, diyerek hadîs
rivayet ederdi. Ez-ZuhrI onlara: Yâ ehle'ş-Şâm! Ne oluyor ki hadîslerinizi ipsiz ve
halkasız görüyorum? diye hitap ettikten sonra herkes isnad kullanmağa
başladı" [757]. Bu haber, Şam'da muntazam bir isnad tatbikinin, ez-Zuhrl'nin ikaz
ve ihtarları neticesinde başladığım göstermeğe yeterlidir. Bununla beraber, aynı
haberden çıkartabileceğimiz bizce çok daha Önemli bir netice, Medine'den Şam'a
müteaddit defalar gidip gelen ez-Zuhrî-nin, Medine'de isnadı ihmal eden bazı
şahısları ikaz etmesine rağmen, diğer tarafta, bütün Şâm halkına aynı ikazı
yöneltmiş olmasıdır. Bu husus açıkça göstermektedir ki, islâm'ın beşiği ve hadîsin
kaynağı olan, aynı zamanda Dâru's-Sunne adiyle anılan Medine'de isnad
umumiyetle bilindiği halde, bu merkezden bir hayli uzak olan Şam'da
bilinmemektedir; yahut hiç olmazsa Medine'deki kadar yaygın değildir; fakat ez-
Zuhrî, ikazları ile Şâm ehli arasında da isnad kullanılmasını sağlamıştır [758].
Hadîste muntazam bir isnad tatbikinin mevzu hadîslerin zuhurundan sonra
başladığını, Muhammed ibn Sîrîn'in bu konudaki sözünü de gözönün-de
bulundurarak yukarıda açıklamıştık. Ez-Zuhrî'nin isnad üzerinde bu kadar titizlik
göstermesine sebep olan âmilin de, yine hadîs vaz(ı olduğuna şüphe yoktur. Ez-
Zuhrî de diğer hadîs imamları gibi hadîs vazhnın islâm için arzettiği büyük
tehlikenin farkında ve buna karşı tedbirler almanın gerekli olduğuna
inanmaktadır. Nitekim bu tehlikeye karşı hadîsleri yazılı olarak toplamayı bîr
tedbir çaresi olarak görmüş ve "eğer Şark tarafından bilmediğimiz ve kabul
etmediğimiz bir takım hadîsler gelmemiş olsaydı, ne bir hadîs yazardım, ne de
yazılmasına izin verirdim" demiştir [759].
Kz-Zuhri'nİn sözünde "bilinmeyen ve kabul edilmeyen hadîslerin geldiği Sark
tarafı" olarak ifade edilen yerin *Irâk olduğu kolayca anlaşılmaktadır. Çünkü
tIrâk, (Alî İbn Ebl Jâlib'e bey(at edilmesinden ve Küfe'nin hilâfet merkezi olarak
seçilmesinden sonra şi(anın toplu olarak yaşadığı başlıca ülke haline gelmiş, tAlî
ve evlâdı adına girişilen mücadelede yalan ve dolanın karargâhı olmuştur. Hadîs
vazcının ilk defa şîca eliyle başlatıldığı düşünülürse, 'Irak'ın, mevzu hadîslerin
levziinde oynadığı rolü tahmin etmek güç değildir. Nitekim îmam Mâlik bu
Ülkeyi sahte para basılan bir darbhane (dâru'z-zarb) ye benzetmiş ve hadîs vazonu
kasederek "şîcîler burada geceleri basar gündüzleri harcarlar" demiştir [760], tmam
Mâlik'in bir nevi hadîs imalathanesi olarak tavsif ettiği (Irâk, ez-Zuhrî'nin mezkûr
sözünde, bilinmeyen ve kabul edilmeyen bîr takım hadîslerin üretildiği "Şark
tarafı" olarak ifade edilmiştir. Filhakika, ez-Zuhrî'nin ıraklılara yönelttiği bir başka
sözünde bu husus açık bir şekilde görülmektedir. Ma'mer İbn Râşid'in "işittim"
diyerek naklettiği bu habere göre ez-Zuhrî Irakblara şöyle hitap etmiştir: "Yâ
ehle*l-(Irâk (ey 'Irak halkı)! Hadîs bizden bir karış olarak çıkıyor; fakat sizde bir
kulaca ulaşıyor" [761]. Bu sözden, Medine'de rivayet edilen bir hadisin, 'Irak'a
varınca nasıl tağyir ve tebdil edilerek şîcanın görüş ve inançlarını destekler
bir şekle sokulduğunu kolayca anlamak mümkindir.
îşte, hadîs vaz'ının İslâm dini için arzettiği büyük tehlikeyi hissedenlerden biri
olan ez-Zuhrî, bu tehlikeyi önlemenin başlıca çaresi olarak, bir taraftan Halîfe
«Ömer Ibn «AbdiVAzîz (99-101) in hadîslerin tedvini ile ilgili emrine uyarak,
bidayette hadîs kitabetine muhalif olmasına rağmen, onları yazdı olarak
toplamağa başlamış, diğer taraftan hadîs rivayet eden-lerin devamlı bir şekilde
kontrol edilmelerini sağlamak maksadıyle rivayetlerinde isnad zikrini zaruri
görmüş ve her gittiği yerde, isnad zikretmeyen veya hadîs aldığı kimselerin
isimlerini rivayetten önce açıklamayan kimseleri ikaz ederek isnad kullanmağa
zorlamıştır. Bilhassa Hicaz'dan bir hayli uzak olan Şâm hadîscilerinin onun bu
ikazları neticesinde isnad kullanmağa başladıkları gözönünde bulundurulursa,
hadîsin kaynağı ve aynı zamanda ez-Zuhrl-nin kendi ülkesi olan Hicaz'da da onun
muntazam bir şekilde kullanıldığını kabul etmek gerekir. Bütün bunlar,
Muhammed tbn SIrIn'in fitneden sonra isnad tatbikinin başladığını belirten
mezkûr sözlerini kesinlikle teyid eder ve
her hangi bir tereddüde mahal bırakmaz. [762]
1. Haber çeşitleri
Bazı şeyler vardır ki bunlar, yalnız Allah'ın insana bahşettiği akıl sayesinde
bilinir. Meselâ bir, ikinin yarısıdır; dört, iki tane ikinin biraraya gelmeşinden hasıl
olur. Yahut, ortada yaratılmış bir şey varsa, mutlaka onım bir de yaratıcısı vardır;
yaratıcı olmadan yaratılmış bir şeyin olması mümkin değildir. Bunlar, aklın insana
kazandırdığı bilgilerdendir. Diğer bazı şeyler ise, duyu (his) organları vasıtasıyle
bilinir. Meselâ insanın söylediği bir sözü, yahut yaptığı bir hareketi bilmek bu yolla
olur. Söylenen sözün bilinmesi, onu kulakla işitmeğe, yapılan bir fiilin bilinmesi
ise, onu gözle görmeğe bağlıdır. Bazan da söylenen bir sözü işitmeyen, yahut
yapılan bir fiili görmeyen kimse, onları işiten veya gören kimsenin haberi
sayesinde bilebilir, işte bu gibi hallerde söylenen sözü veya yapılan fiili haber veren
her şahsın sözünde sadık olmaması dolayisiyle, haberin de doğru veya yalan
olması ihtimali vardır. Haberin doğruluğu, ya onu haber verenlerin çokluğu
dolayısıyle ya-kinen bilinir; yahutta diğer bazı karineler yardımı ile onun
doğruluğu üzerinde zanna dayanan bir kanaat hasıl olur. Hazreti Peygamberin
hadîsleri de onun söz ve fiillerinden ibaret olduğuna göre, bunların bilinip
öğrenilmesi de ancak haber yolu ile mümkin olur, ve bu bilgi, biraz Önce işaret
olunduğu gibi, onları haber verenlerin durumuna göre ya kesindir, yahutta
kesinlikten ziyade zannidir. tşte, daha sonraki asırlarda tedvin edilmeğe başlayan
usul kitaplarında Hazreti Peygamberin söz ve fiilleriyle ilgili haberler, vazedilmiş
bazı kaidelerin yardımı ile bu yönden değerlendirilmiş ve ortaya çıkan haber
çeşitleri verilerek bunların tarifleri yapılmıştır.
Haberlerin bize gelişi itibariyle doğrulukları hakkında kesin kanaat»
varılanlarla, doğru olup olmadıkları bazı karineler yardımı ile tesbit olunanlar,
usûl kitaplarında iki gurupta mütalaa edilmiş, birincisine mutevatir
ikincisine ise âhâd haberler denilmiştir.
Hakkında haber verilen söz veya fiili bizzat işitip gören ve sonra da onu işitme
veya görme imkânını bulamayan kimselere haber verenlerin sayı bakımından çok
olması halinde bu haber mutevatir olur. Eğer haberin müteakip nesillerde ağızdan
ağıza nakli bahis konusu olursa, yine mezkûr çokluk mutevatirin şartı olarak bakî
kalır; aksi halde, yani.çokluğun sayıca azalması halinde, haber
.mutevatir olmaktan çıkar.
Mutevatirin şartı olan bu çokluğun sayıca belirlenmesi hususunda usûl
müellifleri her hangi bir zorlamağa gitmemişlerdir. Sununla beraber mezkûr
çokluğu yine de tarif ve tavsif ederek, onun, kasden veya gayri kasdî olarak bir
yalan üzerinde ittifak edemeyecek bir çokluk olması gerektiğini ileri sür-
müşlerdir' [763]. Bu şartları muhtevi olarak gelen mutevatir haber, onu işitenler
için ılnt'i yaktn ifade eder. Bir başka deyişle o haberin doğruluğu hakkında kesin
ve reddi mümkin olmayan bir inanç veya kanaat hasıl olur [764].
Mutevatir haber, bizatihi kesinlik ifade etmesi dolayısıyle hadîs ilminin
araştırma konusu içine alınmamıştır; çünkü araştırmadan, maksat, hadisin sahih
olanını sakîm veya zayıf olanından ayırmaktır. Sahih olanı tesbit edü-dikten sonra
onunla amel edilir. Halbuki mutevatir haber gelişi itibariyle sahihtir; sıhhati
kesindir; araştırmaya tâbi tutulmaksızın onunla amel edilmesi gerekir.
Mutevatir olmayan ikinci gurup haberlere gelince, bunlara âhâd denildiğini
yukarıda zikretmiştik. Usûl kitaplarında âhâd haberler geliş yollarına göre, üç
gurupta mütalâa edilmişlerdir. Bu haberler ya bir kişi vasıtasıyle gelmiştir ki
bunlara garib veya ferd adı verilmiştir. Yahut iki kişi vasıtasıyle gelmiştir ve fazlz
denilmiştir. Yahutta üç veya üçün üstünde bir Vn1*1»ql»V vasıtasıyle gelmiştir;
bunlara da meşhur adı verilmiştir. Ancak bu sonuncuda bahis konusu edilen üçün
üstündeki kalabalık, haberi mutevatir yapan kalabalık değildir.
Âfaâd kelimesi, lügat yönünden vâfyıd veya abad (bir kişi) in çoğuludur. Bu
manâda haber-i vâhuTe "bir kişinin haberi" demek gerekir. Ancak biras önce de
açıkladığımız gibi, hadîsle ilgili usûl kitaplarında fyaberu'l-vüfrıd veya ahbârul-
âlıâd terkibi, ıstılahı bir manâ kazanmış ve genellikle mutevatirin dışında kalan
(meşhur, azfe ve garib gibi) haberlere tahsis edilen bir tabir olmuştur.
Hadîs ilminin konusu, sahih olduğu kadar zayıf olma ihtimali de bulunan âhâd
haberlerdir. Bu bakımdan hadis uleması, mutevatir haberlerin aksine, âhâddan
olan her haberi, gerek râvileri yönünden ve gerekse senedinin ittisali yönünden
tetkike tâbi tutmuşlar ve sahibini zayıf ve sakîm olanından ayırmayı gaye
edinmişlerdir. Daha önce işaret ettiğimiz ve tarifini verdiğimiz sahih hadîsle,
hasen ve zayıf hadîsler, âhâdın sıhhat yönünden
yapılmış üç ayn bölümüne delâlet eder.
Usûl kitaplarında mutevatir haberin ılm-i yakîn ifade ettiği, İslâm ulemasının
ittifaka yakın bir kanaati olarak belirtildiği halde, haber-i vâhıd hakkında değişik
görüşler ileri sürülmüştür: Bazılarına göre haber-i vâhıd zan, bazılarına göre de
ilim ifade eder. Onun zan ifade etmesi, râvisinde yanılma ihtimalinin bulunması
dolayısiyledir. İbn Hazm*e göre bu görüşte olanlar, hanefîler, şâfi41er, mâlikîlerîn
çoğunluğu, mutezile ve havaridir [765]. Maamafih âhâd haberler üzerindeki bu
türlü münakaşaların, tamamiyle ıstılaha münhasır kaldığı, mutezile ve havaric
dışındaki meshebletin hiç birinin, âhâd yolla sabit olan sünnetin dinde hüccet
olarak kullanılmasını biç bir zaman reddetmediği ve hattâ onunla amel etmenin
vücûbu üzerinde birleş-t'ği görülmektedir. Bizim, yukarıdan beri haberler ve
onların kısımları hakkında özet olarak vermeğe çalıştığımız bilgi, dördüncü
asırdan itibaren tedvin edilmeğe başlayan usûl kitaplarına istinad etmektedir.
Halbuki üzerinde durduğumuz ikinci asırda, haberlerin taksimiyle ilgili ıstılahların
yukarıda açıkladığımız şekliyle yerleşmiş olduğunu gösteren her hangi bir kayda
rastlanmaz. Her ne kadar ikinci asırda yaşamış ve üçüncü asrın başında vefat
etmiş olan eş-Şaftf (ö. 204), haber-i vâhid tabirini kullanmış ve bu haberin, bazı
şartların tahakkuku ile hüccet olduğu görüşünü şiddetle savunmuş ise de, onun
anladığı haber-i vâhıd, daha sonrakilerin anladığı manâda faziz ve meşhur denilen
çeşitlerini de içine alan haber değil, fakat yalnız bir kişinin yine bir kişiden rivayet
ettiği haberdir. Eş-Şafi*! buna haber-i hâssa da demiştir. Nitekim er~Risale adlı
meşhur eserinde, en azından hüccet olabilecek haberin tarifini yapmasını isteyen
kimseye bu haberi şöyle tarif etmiştir: "Hazreti Peygambere, yahut ondan sonraki
bir şahsa müntehi olana kadar bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haberdir"' [766].
Ancak eş-Şâfi'î'ye göre, böyle bir haberle hüccet, bazı şartların biraraya gelmesiyle
kaim olur. Bu şartlar şöyle sıralanmışta-: Haberi rivayet eden kimsenin, dininde
sika, sözünde sidk ile maruf, ne rivayet ettiğini iyi bilip anlar (âkil), lafız yönünden
hadîsin manâsını bozacak şeylere vâkıf, hadîsi işittiği şekilde harfiyyen rivayet
eder, manâ üzere nakletmez,~çünkü manâ üzere nakleder ve manâyı bozacak
şeyleri de bilmezse helâli harama çevirebileceğini anlamaz; fakat hadîsi harfiyyen
rivayet ederse böyle bir endişeye mahal kalmaz, eğer hıfzından rivayet ederse
hafız, kitabından rivayet ederse onu iyi bellemiş, bir hadîsin rivayetinde
başkalanylc birleşmişse hadîsinin onların hadîsine muvafık, mülâki olduğu
kimseden işitmediği şeyi rivayet etmek suretiyle mudellis olmaktan ve sikâ-tın
Hazreti Peygamberden rivayet ettikleri şeye muhalif olarak hadîs rivayet etmekten
berî olması lâzımdır, işte bu şartlar, kendisinden hadîs rivayet ettiği kimsede de
bulunmalıdır ve bu hal mevsûl olarak Hazreti Peygambere veya onun dûnundaki
kimseye varıncaya kadar devam etmelidir. Böyle olunca haber-i
vâhıd hüccettir' [767].
Eş-Şâfil tarafından ileri sürülen bu şartlar, bizim daha Önce üzerinde
durduğumuz ve tarifini verdiğimiz sahih hadîsin şartlandır; bütün hadîs Âlimleri
bu şartlar üzerinde ittifak etmişler ve bu şartları ihtiva eden hadîsin sahih
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus
vardır: Eş-Şâfi*! bu şartlarla, bir taraftan sahih hadîsi vasfederken, diğer taraftan,
haber-i vahidin hüccet olmasını sağlayan vasıflan sıralamıştır ve onun nazarında
haber-i vâhıd, daha sonraları kelimenin kazandığı, meşhur,
aziz ve garib çeşitlerini içine alan ıstılah manâsı değil, delâlet ettiği lügat
manâsıdır; yani' onun, Hazreti Peygambere mevsûl olarak müntehi olana kadar
yalnız bir kişinin bir kişiden rivayet ettiği haberdir.
Eş-ŞafiVnin haber-i vâhıdle kasdettiği bu manâyı görüşünü isbat etmek için
ileri sürdüğü delillerinde de açıkça görmek mümkindir. Haber-i vahidin tesbitinde
kendisinden bir haber, yahut bir delâlet, yahutta bir icmâ nassı zikretmesini
isteyen kimseye, eş-Şâfil şu delilleri ileri sürmüştür:
1) "Hazreti Peygamber buyurmuştur ki: Benim sözümü dinleyip ezberleyen ve
olduğu gibi başkasına duyuran kimse ((abd)nin yüzünü Allah ağartsın. Bazan fıkıh
hâmili fakîh olmayana, bazan da kendisinden daha fakîh olana nakleder. Üç şey
varoır ki, müslümanın kalbi hiç bir zaman onlara kapalı kalmaz: İşlediğini sırf
Allah için ihlâela yapmak, müslümanlara nasihat etmek ve müslüman
cemaatından ayrılmamak; zira duaları onları arkaların-
dan çepe çevre kuşatmıştır'1.
Bu hadîsinde Hazreti Peygamber, sözünün dinlenip ezberlenmesini ve olduğu
gibi bir başkasına duyurulmasını emrettiği zaman, bu emrin muhatabı olan kişi
(<abd), tek bir kişidir. Bu, Hazreti Peygamberin, ancak, sözü-nün kendisine
duyurulan kişi için hüccet olabilecek bir kimseye duyurmayı
emrettiğine delâlet eder [768].
2) Bir adam, oruçlu olduğu halde karısını öper; fakat sonradan bu hare-
ketinden büyük bir endişeye düşerek karısını mesele hakkında sorması için
Hazreti Petgamberin evine gönderir. Kadın Ummu'l-mu'minin Unun Seleme'nin
yanına girer ve hâdiseyi ona anlatır. Unun Seleme, Hazreti Peygamberin de
oruçlu iken öptüğünü haber verir. Kadın evine döner ve kocasına Umm
Seleme'nin sözünü nakleder. Ne ver ki adam, biz Peygamber gibi değiliz; Allah
dilediği şeyi Peygamberine helâl kılar, diyerek meseleyi büyütür. Kadın tekrar
Umm Seleme'ye gider. Bu sefer yanında Hazreti Peygamberi de bulur. Rasûlu'Jlah
(s.a.s.) meseleyi öğrenince Umm Seleme'ye "benim de aynı şeyi yaptığımı
bildirmedin mi?" der. Umm Seleme "bildirdim; fakat kocası, biz Allah'ın Rasûlü
gibi değiliz, diyerek meseleyi büyütmüş'1 cevabını verince, Hazreti Peygamber
sinirlenir ve "Allah'a yemin ederim ki, ben sizin en çok müttekî olanınız ve
Allah'ın hududunu en iyi bileninizim" buyurur.
Eş-Şâfici bu habere istinaden der ki: Hazreti Peygamberin Unun Sekmeye "bu
işi benim de yaptığımı haber vermedin mi ?" sözünde, Umm Seleme-nin
kendisinden naklettiği haberin, kabulü caiz olan haberlerden olduğuna delâlet
vardır; çünkü Hasreti Peygamber, Uhud Seleme'ye kendisinden ha#| ber
vermesini emrettiği zaman, ancak, onun haberinde, haber verdiği kimsvj için
hüccet olan şeyi emretmiştir [769]. Bir başka ifade ile, Hazreti Peygamber»
kendisinden naklen Umnı Seleme'nin vereceği haberin işiten kimse için hüccet
olduğunu bilerek zevcesine "benim de aynı şeyi yaptığımı o kadına haber
vermedin mi?*' demiştir. Bu, Hazreti Peygamber nazarında sidk ehlinden olan
zevcesinin, yani tek bir kişinin haberidir.
3) Ibn 'Ömer'den rivayet olunduğuna göre Küba'da sabah namazı kılınırken
bir haberci gelir ve Hazreti Peygambere Kur'ân (dan bir âyet) inzal olunduğunu ve
kıbleye dönülmesinin emredildiğini haber verir. Önceden yönleri Şam ciheti
(Kudüs) ne dönüktü; haberden sonra Ka'be'ye dönmüşlerdir. Kubâ'hlar Ansarın
Önde gelenlerinden olup fıkıh ehli idiler. Kendileri için bir hüccet bulunmadıkça
Allah'ın farz kıldığı kıbleyi terketmezlerdi.
Hazreti Peygamberle karşılaşmadılar. Kıblenin tahvili hakkında Allah'ın inzal
ettiği âyeti işitmediler. Haber-i amme ile değil, fakat Allah'ın Kitabı ve
Peygamberinin sünneti ile ve bizzat ondan işiterek daha önce bir kıbleye
yönelmişlerdi. Halbuki şimdi, haber-i vâhidle, yani kendilerince sıdk ehlinden
olan bir kişinin kıblenin tahvili hakkında Hazreti Peygamberden getirdiği haberle,
üzerlerine farz olan kıbleden bir başka kıbleye dönüyorlardı ve bunu da, sıdk
ehlinden olan bir kimsenin haberiyle hüccetin sabit olduğunu bilerek yapıyorlardı.
Eğer kıblenin tahvili hakkında Hazreti Peygamberden gelen haber-i vahidi kabul
etmeleri farz değil de caiz şeylerden olsaydı -aslında farzdır- Hazreti Peygamber
onlara şöyle derdi: Siz bir kıbleye yönelmiştiniz. Benden bizzat işitmedikçe, yahut
âmmenin, yahutta bir kişiden fazla kimselerin benden getirecekleri haberle sizin
için hüccet kaim olmadıkça bu kıbleyi terketmemenîz gerekirdi [770].
4) Enes Ibn Mâlik anlatır: "EbÛ fâlha, Ebû 'Uheyde İbnu'l-Cerrâb. ve Ubeyy
Ibn Kafa hurma şarabı dağıtırdım. Bir gün bir habefrci geldi ve şarabın haram
kılındığım söyledi. Bunun.Üzerine Ebü fâÜıa: Yâ Enes! Kalk ve şu şarap kabını
kır, dedi. Kalktım ve bir taşla kabı kırdım".
Bu haberde ismi geçen sahabîlerin ilim ve mevkilerinin üstünlüğünü, Hazreti
Peygamberle sohbetlerinin derecesini hiç kimse inkâr etmez. Şarab helâldi ve
içiyorlardı. Fakat bir haberci geldi ve onun haram kılındığını haber verdi. Şarap
kaplarının sahibi olan £bû ^ifalha onların hemen kırılmağını emretti. JVe o, ne
içlerinden bir diğeri ve ne de hepsi: "Biz şarabın helâl ol-729 Avı.. —- - *"" '
dujhınu biliyoruz. Hele Allah'ın Rasûlünü görelim; yahutta haber-i âmme
fmutevatir haber) bize gelsin, (sonra şarabı terkederiz)" demediler. Onlar helâl
olan bir şeyi dökmenin israf olduğunu bildikleri için bunu yapmazlardı; İsrafçi
değillerdi. Yaptıkları şeyi Hazreti Peygambere haber vermeyi ihmal etmedikleri
gibi, haber-i vâhıd kabul edilir bir şey olmasaydı, Hazreti Peygamber de onun
kabulünden onları nehyetmekten geri kalmazdı?-11.
5) Hazreti Peygamber Mucâz. tbn Cebel'i Yemen'e göndermiş ve kendisine
itaat edenlerin etmeyenlerle savaşmasını, Allah'ın Üzerlerine farz kıldığı şeyleri
onlara Öğretmesini, vâcib olan sadakayı onlardan almasını emretmişti. Hazreti
Peygamberin Mu'âg tbn Cebel'i seçmesi, yemenlilerin onu tanımaları, mevkiine ve
doğruluğuna güvenmeleri dolayısıyle idi [771]. Böyle bir kimsenin haberi onu
işitenler için hüccet olmasa idi, Hazreti Peygamber Mu-'az. ile birlikte haberleri
hüccet olabilecek bir kalabalığı Yemen'e göndermekten geri kalmazdı.
6) Omer İbnu'l-Hattâb cenin hakkında Hazreti Peygamberden her hangi bir
haber bulunup bulunmadığını araştırırken, Hamel Ibn Mâlik îbni'n-Nâbiğa çıkmış
ve ona şu haberi nakletmiştir: Bir gün iki karımdan biri hâmile olan diğerine sopa
ile vurdu ve karnındaki ceninin ölü olarak doğmasına sebep oldu. Bu hâdise
üzerine Allah'ın Basûlü gurra ile, yani vuranın ötekine bir köle veya câriye
vermesi ile hükmetti. cOmer tbau'l-Hattâb bu haberi duyunca şöyle demiştir:
Eğer bunu işitmemiş olsaydım başka bir hüküm -diğer bir rivayete göre, nerede
ise kendi re'yimizle hüküm-verecektîk [772].
7) Omer tbnu'l-Hattâb şöyle diyordu: "Diyet aklı baliğ olan kadın içindir.
Kadın kocasının diyetinden hiç bir şeye vâris olmaz". Fakat ez-£ahhak Ibn Sufyân
çıkıp da Hazreti Peygamberin, kendisine "Eşyem ez-Zıbâbrnin diyetinden karısını
vâris kılmasını yazdığını" haber verince, cOmer îbnu'l-
Hattab kendi görüşünden rÜcû etmiştir [773].
Eş Şâfi*î, bu son iki habere İhtilâfu^ül-ftadiş adlı eserinde de temas etmiş ve
şöyle demiştir: "Bu haberler, haber-i vahidin, onu haber verenin sıdkına
güvenildiği zaman kabul edilmesi gerektiğine delâlet ederler. Eğer böyle bir haberi
her hangi bir hal dolayısıyle reddetmek icabetseydi, her şeyden önce cOmer
İbnu'l-Hattâb bunu yapar ve meselâ eg-Zahhak'e "sen Necid ehlinden birisin*' ve
Hamel Ibn Mâlik'e de "sen Tîhâme ehlinden birisin. Her ikiniz de Hazreti
Peygamberi görmediniz; yahut onunla sohbetiniz çok az. Ben ve muhacirûn ile
ansardan bir çok kimse onunla beraberdik. Ondan naklettiğiniz bu haberler nasıl
bizim meçhulümüz kaldı da siz öğrendiniz? Her ikiniz de rivayet ettiğiniz haberde
teksiniz. Onları sizlerden başka rivayet eden olmadı. Yanılmanız veya unutmanız
mümkindir" diyebilirdi. Fakat bunları söylememiş ve kadının kocasının diyetine
vâris kılınması ile düşük cenin hakkında kendi görüşünü terkederek rivayet edilen
bu haberlere tâbi olmuştur. (Omer'in düşük cenin hakkındaki görüşü, eğer cenin
canlı düşerse diyeti yüz deve, idi; ölü düşerse hiç bir şey lâzım gelmez, diyordu.
Allah, elçisi dili ile diledeği şeye mahlûkatm ibadet ve ittibaını zaruri kılar. Hiç
kimse, Hazreti Peygamberden gelen bir haber için kendi görüşüne dayanarak
niçin ve nasıl suallerini sıralamağa ve sözüne güvendiği kimsenin haberini -bu
haber yalnız bir kişi tarafından rivayet edilmiş olsa bile- reddetmeğe mezun
değildir" [774]Eş-Şâfi*l'nin, haber-i vahidin hüccet olarak tesbitinde ileri sürdüğü
delilleri daha da çoğaltmak mümkindir. Bu delillerin hepsi, onun, haber-i vâ-hıdi
tek bir kişinin haberi olarak anladığını gösterir. Nitekim bu husus, kıblenin tahvili
ile ilgili haber hakkında eş-Şâfi^'nin "eğer haber-i vâhıdle hüccet sabit olmasa
idi, Hazreti Peygamber onlara şöyle derdi: Siz bir kıbleye yönelmiştiniz. Benden
bizzat işitmedikçe, yahut âmmenin, yahutta bir kişiden fazla kimselerin
getirecekleri haberle sizin için hüccet kaim olmadıkça bu kıbleyi terketmemeniz
gerekirdi" mealindeki sözlerinde açıkça görülmektedir. Eş-Şâfi'î bu sözde, haber-i
vâhıd yanında haber-i âmme dediği mutevatir haberle, bir kişiden fazla kimselerin
naklettikleri haberi de zikretmiş ve bir kişinin haberiyle hüccetin sabit olduğu,
bunun için haber-i âmmenin veya bir kişiden fazla kimselerin haberinin şart
olmadığı görüşünü savunmuştur. Eş-Şâfi'j'jıin haber-i vâhıd hakkındaki bu görüşü,
birbirinden çok az fasılalarla vefat etmiş olan diğer mezheb imamlarının da
görüşleridir; yani hepsi de haber-i vahidi hüccet olarak kabul, etmişler ve
mezheblerinin tesisinde bu haberleri kullanmışlardır. Ancak yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi, haber-i vâhıdle hüccet, râvinin adalet ve zabtı gibi bazı*şartlann
vücûdu ile sabit olur. Bu konuda, elbette ki, her imamın kendine hâs bazı şartları
vardır ve bu şartlar bîraraya gelmedikçe haberin kabulü mumlun olmaz. Bu
bakımdan bir imamın kabul ettiği haber, dîğer bir imam tarafından kabul
edilmemiş iso, bu, biç şüphesiz şarta müteallik ihtilâflar yüzündendir.
İkinci hicrî asırda haber-i vâhıdle ilgili genel kanaat bu olunca, haberlerin
rautevatir, meşhur, azîz ve garîb olarak çeşitli kısımlarda mütalâa edilmelerinin,
bunlardan hangilerinin ılm-i yakın veya zan ifade ettikleri, yahut hangilerinin
yalnız amelî hangilerinin ile hem amelî hem İtikadı .sahalarda hüccet olmağa sâlih
bulundukları hususunda daha sonraki devirlerde şiddetini artıran münakaşaların
bir neticesi olduğuna kolayca hükmedilebilir. Filhakika sonraları ortaya çıkan ve
haber-i âhâdm itikadî konularda hüccet olarak kabul edilemiyeceği görüşüne
meyleden bazı kanaatlara rağmen, kabir azabı, munker nekir, havz, şefaat,
muvahhıdlerin bir müddet sonra cehennem ateşinden kurtarılmaları ve
ru'yetu'llah. gibi itikadî konular, ehl-i sünnet mezheblerinîn îman edilmesi
gereken akaid konuları içinde yer almıştır ki, bu konuların hepsi de âhâd yolla
gelmiş hadîslerden alınmıştır. [775]
3. Mutezile ve hadîs
a. Vâşıliyye firkası
b. Amriyye fırkası
Vâsıl İbn (Atâ'nm yakın arkadaşı olan ve onunla birlikte mutezile mezhebinin
kurucularından sayılan cAmx İbn (Ubeyd*e mensup olanlara cAm-riyye
denilmiştir. El-Bağdâdî'nin açıkladığına göre (Amr İbn <Übeyd, "kaderin reddi
bid'atmda, menzile beyne menzileteyn dalâletinde ve Cemel vakasında iki tarafa
mensup birer şahsın şehadetlerinin reddi görüşünde VasıTa iştirak etmiştir. Hattâ
bu son görüşte VâşıFdan da ileri giderek Cemel'de biribiriyle dövüşen iki tarafın
her ikisinin de fâsik olduklarını iddia etmiştir. Bu suretle Vâsıl yalnız iki tarafa
mensup iki kişinin şehadetlerini reddetmiş-ken, 'Amr İbn <Ubeyd, ister yalnız bir
tarafa mensup olsun, ister her iki tarafa mensup olsun, şehadetlerini merdûd
saymıştır; çünkü ona göre her iki taraf da fâsiktir. Vâsıl ve Amr'den sonra gelen
mutezile imamları bu meselede birbirlerinden ayrılmışlardır. En-Nazzâm,
Mucammer ve elCâhız, VâşıTın görüşüne tâbi olmuşlar, Havşeb ve Hâşim el-
Evkas ise, başların necat bulduğunu, etba'ın ise helak olduğunu ileri
sürmüşlerdir" [787]
Görüldüğü gibi (Amr İbn cUbeyd de Vâsıl İbn cAtâ' gibi, hattâ ondan daha
ağır bir şekilde bazı ileri gelen sahabîleri fısk ile itham etmiş, onların şehadetlerini
iskat etmek suretiyle rivayet ettikleri hadîslerin makbul olmadığını açıkça ileri
sürmüştür. Zaten mutezile imamı olması dolayısiyle kaderiyyeden sayılan tAmr
İbn cUbeyd, kader inancını şiddetle red ve bu konuda Hazreti Peygamberden
rivayet edilmiş sahih hadîsleri de aynı şiddette inkâr eden bir kimse olarak da
tanınmıştır. El-Hatîb el-Bağdâdî'nin açıkladığına göre (Amr İbn <Ubeyd, başta
'Abdullah, İbn MesSid ve Enes İbn Mâlik gibi tanınmış kimselerin de bulunduğu
onüç sahabînin Hazreti Peygamberden rivayet ettikleri "bir kimse anasının
karnında 40 gün kaldıktan sonra kan pıhtısı haline gelir; sonra et ve kemik
teşekkül eder. Bundan sonra Allah ana rahmine bir melek gönderir; bu meleğe şu
dört emir verilmiştir: Doğacak olan insanın rızkı; eceli; âsî veya muti olacağını
tesbit etmek. Allah'a kasem ederim ki, içinizden bîri veya bir kimse, cehennem
ehlinin amelini işler; öyle ki cehenneme girmesine bir kulaçtık mesafe kalır; fakat
kitap (kader) öne geçer ve o kimse cennet ehline yaraşır bir iş işleyerek cennete
girer. Bir başkası cennet ehlinin işini işler; cennete girmesine bix iki kulaçhk
mesafe kalır; fakat kitap öne geçer ve o kimse cehennem ehline yaraşır bir iş işle-
yerek cehenneme girer" [788] hadîsini işittiği zaman şöyle demiştir: "Eğer bu hadisi
(onun râvilerinden olan) el-A'meş söylerken işitseydim ona yalancı olduğunu
söylerdim. Zeyd îbn Vehb söylerken işitseydim cevap vermezdim. 'Abdullah Îbn
Mes'üd söylerken işitseydim kabul etmezdim. Peygamber söylerken işitseydim
reddederdim. Allah böyle söyleseydi O'na da derdim ki: Sen bu esas üzere bizden
misak almadın" [789].
Bu haber, bir kaderiyye imamı olan cAmr Îbn 'Ubeyd'in, kaderi isbat eden ve
Hasreti Peygamberden bir çok sahabî tarafından rivayet edilen[790] sahih bir
hadîsi, inancına aykırı düştüğü için hangi yollarla reddetiğini açık
bir şekilde göstermektedir. [791]
C. Huzeliyye Fırkası
d. Nazzamiyye fırkası
3. Hadîslerin Tasnifi
Birinci hicrî asrın sonu ile ikinci hicrî asrın.başı, hadîs tedvininin başlangıcı
olarak kabul edilmekle beraber, asıl hadîs eserlerinin ortaya çıkışı, ikinci asrın ilk
yarısından sonraki devreye rastlar, Ez-ZuhrTnin tedvin faaliyetiyle ilgili olarak
Şâlih İbn Keysân'dan naklen yukarıda zikrettiğimiz haber hatırlanacak olursa, ez-
Zuhri'nin Hazreti Peygamberden gelen sünen yanında, sünnetten olduğu görüşü
ile sahabeden gelen haberleri de toplayıp yazdığı görülecektir. Hattâ Ebu'z-
Zinâd'm aynı manâda söylediği "biz, helâl ve haramla ilgili haberleri yazardık, tbn
Şihâb ez-Zuhrl ise işittiği her şeyi yazıyordu" sözü, ez-Zuhrî'nin, Hazreti
Peygamberin hadîslerinden başka diğer bir çok söz ve haberleri de topladığını
göstermektedir. İşte bu durum, ez-Zuhrl ile başlayan tedvin faaliyetinin ilk
devredeki genel görünüşünün bir yanını teşkil eder. Bu görünüşün diğer yanı ise,
tıpkı Hazreti Peygamberin hayatta bulunduğu sıralarda bazı sahabîlerin ondan
işittikleri bazı sözleri, birbiri arkasına yazdıkları gibi, tedvin devrinin başlangıcında
da, toplanan haberlerin aynı şekilde ve basit bir sıra ile yazılmış olmasıdır. Bu
tarzda meydana getirilen bir kitabın, aranılan bir hadîsi içinde bulmak yönünden,
ne kadar güç ve kullanışsız olduğu kolayca anlaşılır, işte bu güçlük, tedvin
devrinin başlangıcından çok kısa bir zaman sonra hadîsçiler tarafından da
farkedilmiş; gerek mümkin olduğu kadar Hazreti Peygamberin hadîslerini
toplayan kitaplar meydana getirmek ve gerekse bu kitapların daha kolay bir
şekilde kullanılmalarını sağlamak için, hadîslerin gelişi gtizel sıralanması yerine
konularına göre tertib ve tasnif olunması cihetine gidilmiştir. Bu suretle meydana
getirilen kitaplarda her hadîs konusu ile ilgili bölümde yer alıyor ve meselâ sa-lâtla
ilgili olanını salât, yahut zekâtla ilgili olanını da zekât bölümünde arayıp bulmak
kolaylaştırılmış oluyordu. "Muşannaf" denilen bu çeşit eserler yanında, hadîsleri
sahabî râvilerinin isimleri altında biraraya getiren bir başka tasnif şekli daha vardı
ve bu kitaplara da "musned" adı verilmişti. Ancak musned eserlerin çıkışı,
muşannaf denilen diğer eserlerden çok kısa bir zaman sonraya rastlar.
Muştalahu'l-hadîge dair ilk tedvin edilen eserin müellifi olan er-Râma-
hurmuzl (ö. 360), ilk musannıflar hakkında bize şu bilgiyi vermiştir: "Bildiğime
göre hadîsleri ilk defa tasnif edip bâblara ayıran kimse, Basra'da er-Rebl( İbn
Şubeyh (Ö. 160), Sa^d Ibn Ebî 'ArÜbe (Ö. 156), Yemen'de cAbd diye
adlandırılan Hâlid İbn Cemil ve MaSner İbn Râşid (Ö. 153), Mekke'de İbn Cu-
reyc (Ö. 150), sonra Küfe'de Sufyân es-Şevrl (ö. 161) Basra'da Hammâd İbn
Seleme (Ö. 167) ve yine Mekke'de Sufyân İbn (Uyeyne (Ö. 198), Şam'da el-Velîd
İbn Müslim (Ö.195), Rey'de Cerîr İbn <Abdi'l-Şamîd (Ö. 182), Horasan ve
MervMe ^Abdullah İbnu'l-Mubârek (Ö. 181), Vâsıt'da Huşeym İbn Beşlr (Ö.
193) ve bu asırda Kûfe'de İbn Ebi Zâ'İde (Ö. 193), İbn Fuzayl (Ö. 196) ve daha
sonraları Yemcn'de 'Abdurrazzâk İbn Hemmâm (Ö. 211) ve Ebü" Kurra Müsâ İbn
fârik olmuştur" [829].
İbn Hacer de, hadîslerin Hazreti Peygamber, ashabı ve ldbar-ı tâbiıîn devrinde
tedvin edilmediğine temasla şöyle demiştir: "... Bu devirde hadîsler iki sebepten
dolayı camilerde mudevven ve muretteb değildi. Birincisi, Müslim'in Şafrify'inde
de sabit olduğu gibi, Kur'ânı Kerîmle karışma korkusundan dolayı sahabenin
tedvinden menedilmeleri; ikincisi ise, hafızalarının vüs'ati ve zihinlerinin akıcılığı
idi. Çoğu yazı bilmiyordu. Fakat tâbi'ûn devrinin sonlarına doğru ulemanın
muhtelif şehirlere dağılması, havâric, ravafız ve kader münkirleri gibi bid'at
ehlinin ortaya çıkması üzerine, âsârın tedvini ve bâblara göre tasnifi başladı. Bu
işe ilk defa girişenlerin başında er-Rebfc Ibn Şubeyh, Sa'id İbn Ebî cArübe ve
diğerleri vardı. Bunlar, üçüncü tabaka gelinceye kadar her babı ayrı ayrı tasnif
ediyorlardı. İmam Mâlik el-Muvat-tâ> adını verdiği kitabını tasnif etti. Bu
kitapta Hicaz ehlinin hadîsini toplamış, sahabenin sözlerini, tâbi'ûn ve daha
sonrakilerin fetvalarını da mezce-derek onu telif etmişti..."[830].
Gerek er-RâmahurmuzI ve gerekse İbn Hacer tarafından tasnifin başlangıcı ile
ilgili olarak verilen bu bilgi, şu husususu açıkça göstermektedir ki, hadîslerin
konularına göre tasnif edilip bâblara ayrılması işi, ez-Zuhrl ile başlayan tedvin
faaliyetinin hemen akabinde vukubulmuştur ve tedvin ile tasnif arasında uzun bir
zaman aşımı yoktur. Yukarıda isimleri zikredilen ilk musannıflann vefat
tarihlerine dikkat edilecek olursa, bunlardan büyük bir kısmının 124 senesinde
vefat etmiş olan ilk mudevvin ez-Zuhrî devrine yetişmiş oldukları kolayca
anlaşılır. Bu bakımdan tedvin ve tasnif faaliyetinin, hadîs tarihinde birbiri
arkasından başladığını söylemek mümkündür. Ancak, yukarıdaki açıklamalardan
da anlaşıldığı gibi, her ikisi de aynı değil, fakat ayrı ayrı faaliyetlerden ibarettir. Bu
itibarla tedvin ile tasnifi birbirinden ayırmak ve her ikisinin başlangıç tarihlerini
birbiriyle karıştırmamak lâzımdır. Bununla beraber, meselâ müsteşrik I. Goldziher,
ikisi arasındaki farkı idrak edememiş ve her ikisinin başlangıcı hakkında verilen
ayrı ayrı tarihler ara* sında bir tenakuz bulunduğunu iddia ederek tedvinin
başlangıç tarihini çok daha sonralara götürmeğe çalışmıştır [831]. Goldziher'in
tarihî gerçeklere aykırı düşen bu iddiasını bahis konusu eden Fuat Sezgin şöyle
der: "Hadîslerin Şa-fyife adlı bir takım yazılı vesikalara dayandığını göstermek
hususunda selefi Sprenger'in mesaisini devam ettiren Goldziher, aksine Islâmî
kaynaklar tarafından gösterilen ilk tedvin çağını takriben bir asır kadar geç
başlatmak ve bu devri ZuhrI'den ilk musned hadîs kitaplarının meydana geldiği
üçüncü asır başlarına kadar indirmek istiyor. Bu tedvin işinin başlangıcına,
kitabında ayırmış olduğu kısım ehemmiyetli bir yer işgal eder (Muh. Stud. 208-
211). Hadîslerin tedvin devrini değiştirmek veya bir asır kadar tehir etmek için,
takip ettiği yol oldukça çetrefildir ve tezadlari bizzat kitabında mevcuttur.
Nedense bir defe tasavvur etmiş olduğu neticeye varmak için bazı garib izahları
vardır. Bunun münakaşasına girişmeden evvel kaydedeilim ki, Goldziher'in tezad
olarak tasavvur ettiği ve dolayısıyle ortadan kaldırmağa çalıştığı iki ayrı menşe
vardır. Bunlardan biri hadîslerin tedvini, diğeri ise, hadîslerin tasnifidir. Islâmî
kaynakların bu ikisi için ileri sürmüş oldukları tarif bariz şekilde birbirinden
ayrıdır. Birincisi için evvelu men devvene'l-hadis, ikincisi için evvelu men
şanne/e'l-kutub tabirini kullanırlar. Birincisiyle hadîslerin kitaplarda toplanmasını,
ikincisiyle mudevven hadîslerin muayyen bâblara göre tasnifini kasdederler. İşte
kaynakların bu iki mebde için mevzu bahsettiği tarih ayrıdır ve şüphesiz ki tedvin
tasniften evveldir. Nasılsa Goldziher bu farka dikkat etmemiş, yani tedvin ile
tasnif devrini birbirinden ayırmamış ve dolayısıyle Islâmî kaynakların bu ikisi için
farklı olarak gösterdiği iki tarih arasında bir tezadın mevcut olduğunu farzetmiş,
birini ortadan kaldırmağa çabşarak, tedvine ait haberleri ve kaynaklarını zayıf
addederek bu neticeye ulaşmıştır..." [832]
Hadîs ıstılahlarına dair ilk eseri telif etmekle şöhret kazanan er»Râma-
hurmuzi*nin, ilk musannif Urdan verdiği bazı isimleri yukarıda zikretmiştik. İkinci
asırda kitap tasnif edenlerin hepsi, şüphesiz ki, bu isimlerden ibaret
değildir. Bununla beraber bu isimler, çoğunun eserleri zamanımıza
kadar intikal etmemiş olsa bile, tasnif faaliyetinin, İslâm'ın çok erken bir devrinde
başladığını göstermek bakımından büyük ehemmiyeti haizdir. Konumuzun
ağırlığını hadîs tarihi teşkil ettiğine göre, ikinci asırda ortaya çıkan hadîs
eserlerine ve müelliflerine işaret etmek elbette ki faydalı olacaktır.
ikinci asırda telif ve tasnif edilen hadîs eserlerini başlıca beş gurupta toplamak
mümkindir:
a) Siyer ve mağazî kitapları;
b) Sünen kitapları;
c) Câmi'ler;
d) Musannaflar;
e) Belirli bir konuya tahsis edilmiş kitaplar. [833]
b. Sünen kitapları
Fıkıh bâblarına göre tasnif edilmiş ahkâm hadîslerini mhutevi kitaplara Sünen
adı verilmiştir. Bu kitaplarda yer alan hadîsler, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve
takrirlerinden ibaret olan ve merfû sayılan haberlerdir. Bu bakım'dan sunenlerde
mevkuf ve maktu olan» yani sahabe ve tâbi'ûnun kendilerine ait bulunan söz veya
fiillerine rastlanmaz. Ahkâm hadîsleri, umumiyetle, insanların Allah'a karşı olan
kulluk görevleriyle, kendi aralarında biribirlerine karşı olan insanlık görevlerini ve
biribirleriyle münasebetlerini düzenleyen hükümleri muhtevi naaslardır. Bu
bakımdan, bir sünen kitabında yer alan hadîsleri, tbâdât, muamelât ve ukûbâta ait
olmaları itibariyle üç gurupta toplamak mümkindir. Buna göre, bir sünenin
muhtevası incelenecek olursa,
umumiyetle, şu konulardaki hadîslerin tasnife tâbi tutuldukları görülür:
Taharet, şalât, zekât, hacc, savın, nikâh, talâk, cihâd, vaşiyyet, ferâiz, barâc,
cenaze, yemin ve nezir, buyûc, aksiye, eşribe, atcıme, tıb, libâs, fiten, melâ-him,
hudüd, diyât sunne, edeb. Bu konuların her biri "ki t âb" başlığı altında zikredilir
(Kitâbu't-tahare, Kitâbu'ş-şalât, Kitâbu'z-zekât gibi) ve her kitab, konusunun
genişliğine göre muhtelif sayıda "bâb"lara ayrılır.
İkinci asrın başlarında tedvin ve tasnif faaliyetinin başlaması ile ortaya çıkan
ilk hadîs eserleri "Sünen" denilen bu çeşit koleksiyonlar olmuştur. Bu asırda
Sünen tasnif eden hadîsçiler şunlardır:
MEKHÜL Ibn Ebî Müslim EŞ-ŞÂMl (Ö. 112) [846], Ebu'1-VeUd (Ebü Hâ-lid)
'Abdu'I-Melik Ibn cAbdi'l-cAzîz ÎBN CUREYC (Ö. İSO) [847], SA'İD ÎBN
EBI'ARÜBE Mİhrân el-'AdevT el-Başrî (Ö. 156) [848]:, Ebu'l-Hârig
Muhammed İbu 'Abdinrahman İbni'l-Muğîrc İbnİ'l-Hâriş ÎBN EBÎ gt'B el-ÇuraşI
(Ö. 159) [849], ÎBRÂHIM ÎBN TAHMÂN İbn Şu*bc el-IJorâsânî (Ö. 163) [850],
Ebü Seleme HAMMÂD İBN SELEME Ibn Dînâr (Ö. 167) [851], 'ABDULLAH
ÎB-NU'L-MUBÂREK Ibn Vazıh cl-Hanzalî et-Temîmî (Ö. 181) [852], Ebü Sa^d
Yabyâ îbn Zekeriyyâ ÎBN EBÎ ZÂ'ÎDE el-Vâdi(i el-Küfî (Ö. 183) [853], Ebü
Mu'âviyc HUŞEYM İBN BEŞÎR îbn Kasım el-Sulemi (O. 183) [854], Ebu'l-«Abbâs
El-VELÎD İBN MÜSLİM el-Umevi ed-Dımaşkî (Ö. 195) [855], Ebü cAb-
dirrahmân MUHAMMED İBN FUZAYL İbn Gazvân ez-Zabbî (Ö. 195) [856]
C. Câmi'ler
İkinci asırda tasnif edilen bazı hadîs kitaplarına da Cami1 adı verilmiştir.
Camitler de Sunenler gibi ibâdât, muamelât ve ukûbâta ait bâblara göre tasnif
edilmiş hadîsleri ihtiva ederler; ancak Camilerin ihtiva ettikleri hadîsler, sadece
bu konularla ilgili hadîslerden ibaret değildir. Bunlara ilâveten, Câmi'lerde, çok
daha değişik konulardaki hadîslere de yer verilmiştir. Meselâ Camilerde bulunan
Kur'ânın faziletleri, tefsiri, yaratılışın başlangıcı, geçmiş peygamberler, menâkıb,
Hazreti Peygamberin sîreti ve mağazîsi, halîfeleri ve ashabının faziletleri, îman,
tevhîd ve bunun gibi diğer bazı konulara ait ha-dişlere annenlerde rastlanmaz. Bu
bakımdan Câmi'ler, ismin de delâlet ettiğjî gibi, akla gelebilecek her konudaki
müşkilin halli için başvurulabilecek eu| mufassal hadîs koleksiyonları sayılır.
İkinci asırda Cami* adı verilen bu tip eserlerin ilk musannifi MA'MER İbn
RÂŞİD el-Ezdî (Ö. I53) [857] dir. İki yazma nüshası zamanımıza kadar intikal
eden [858] ve cAbdurrazzâk İbn Hemmâm'ın Muşannaf adh eserinin sonunda
neşredilen bu kitap hadîs tarihi yönünden büyük bir ehemmiyeti hâizdir [859]. El-
CömPu'l-Kebİr ve et-Câmi'u'ş-Şağir adlı iki eseriyle Ebü (Abdillah SÜF-YÂN İbn
Mesrflk es-ŞEVRf el-Kûfl (Ö. 161)[860], REBF ÎBN JJABÎB el-Bısrf (Ö. 170) [861] ",
"ABDULLAH İBN VEHB İbn Müslim el-Fihrf el-Çuraşî (Ö.197) [862] ve
SÜFYÂN İBN «UYEYNE İbn MeymÜn el-HilâlI (Ö. 198) [863], yine bu asırda
Cami1 tasnif eden hadîsçilerdir. [864]
d. Musannaflar
İkinci asırda ortaya çıkan ve Muşannaf denilen bazı hadîs kitapları vardır ki,
bunlar, Sünen denilen hadis kitaplarından ayrı bir Özellik taşımazlar.
Muhtemelen bu eserlerde de fıkıh ahkâmına müteallik hadîsler tasnife tâbi
tutuldukları için, yapılan işe delâlet etmek üzere, muşannaf tabiri kullanılmış'
Bununla beraber şuna da işaret edebiliriz ki, Mufannaflar, Cami* denilen
eserler gibi her konudaki hadîsleri ihtiva etmeseler bile, Sunen'lerden farklı
olarak, Camilerde yer alan konulardan bazılarıyle ilgili hadislere de yet ver-
mişlerdir. Bu bakımdan Muşannaf *lan, ihtiva ettikleri konular yönünden*
Sünen'l& ile Câmi'ler arasında mütalaa etmek mümkindir.
İkinci asırda Muşannaf denilen eserleriyle şöhret kazanmış îmflmlary
rlAMMÂD İBN SELEME İbn Dinar (Ö. 167) [865] ve VEKI< İBNU'L-CER-rAİI
İbn Muleyh (Mellt) er-Ru'âsî (ö. 197) [866] dir. Ancak İbnu'n-Nedlu, Fihristinde
(s. 331) her iki Musannaf ı da Kitabı?$-Sunen adı altında zikretmiştir ki, bu, bizim
Sunen'/erile Musannaflar arasında büyük bîr fark bulunmadığına dair biraz önce
işaret ettiğimiz görüşü doğrular.[867]
İkinci asırda telif edilen hadîs kitaplarından bir Icıgrnuıın da, Camitlere vücut
veren çeşitli konulardan birine tahsis edildikleri görülür» Sünen olsun Cami1
olsun musannaf eserlerde bu konular, umumiyetle "kitab" adı altında
zikredildikleri için, belirli bir konuya tahsis edilmiş müstekü eserlere de umu-
miyetle "kitSb" adı verilmiştir.
SUFYÂN İbn Mesrük İbn Sald EŞ-Ş.EVRI el-Küfl (Ö. 161) [868] nin KUS-
bu'l-FerâHf ve KitöbıSt-Tefsir'i; Ebu'ş-Şalt ZA'İDE İBN ÇUDAME
İBRAHİM İBN TAHMÂN İbn Şufbe eî-Çorâsânî (Ö. 163) [869] "nin
KUÖbu%Me nâkıb, Kitâbu'l-Hydeyn ve Kitdbu't-tTefsirt; CABDULLAH
İBNUfL-MÜ-BAREK İbn Vazıh el-ÇaniaU et-Temlmî (Ö. 181) [870] nin Küabu'z-
Zuhd ve'r-RakâHk, KitâbuH-Birr ve'ş-Şıla, Kitöbu't-Tefslr, KUâbü'l-Cihâd'ı; Ebû
Mu-«âviye HÜŞEYM İBN BEŞÎR İbn Çâsım es-SuIemI(Ö. 183 [871]nin KitâbuU-
TefsîrH; Ebû Bişr tSMA'lL İBN «ULEYYE el-Esedl (Ö. 193) [872] nin Kitöbu^
fahâre, Kitdbu'ş-Şaidt, KitâbuH-Menâsik ve Kitâbu't-Tefsir'i, Ebû Muhammed
tSHAK İBN YÛSUF tbn Mirdâs el-Kuraş! el-Vâsîtî EL-EZRAK (Ö. 19S) [873] in
Kitâbu's-Şalât, KitâbuH-Menâsik ve Kitâbul-jÇırâ'âi'ı; MUHAMMED İBN
FUZAYL tbn Gazvân lbnCerIre?-ZabbI(Ö. 195) [874] ain Kitâbu'd-Du'â, Kitâbu'z-
Zuhd, Kitâbu'ş-Şıyâm ve Kitâbu*t>tef$îr'v, VEKIC İBNU'l-CERRÂH tbn
Muleyh er-Ru'âsî (Ö. 197) [875] nin Kitâbu'z-Zuhd ve KitâbuH-Tefslr'i.
Burada, musannaf hadîs eserlerinden olmakla beraber, Sünen veya Ca-
milerden farklı olarak değişik bir isimle zikredilen ve ikinci asrın ortalarında badis
tarihine girmiş bulunan bir kitap ve onun musannifi üzerinde ayrıca durmak
istiyoruz. Bu kitap el-Muvatta1 adiyle şöhret kazanmıştır ve musannifi da, kitabı
kadar şöhrete ulaşmış olan büyük imam MÂLİK ÎBN ENES (Ö. 179) tir. [876]
Mâlik Ibn Enes ve el-Muvaftâh
Kendi adı altında kurulmuş olan fıkıh mezhebi Mâlikiyye'nin meşhur imamı,
aynı zamanda, Hazreti Peygamberle birlikte bir çok gazvelere iştirak etmiş olan
sahabî Ebü cÂmir'in torunu Mâlik İbn Enes tbn Mâlik tbn Ebl eÂmîr el-Asbahî,
93 senesinde Medine'de dünyaya gelmiş ve uzun müddet yanından ayrılmadığı
'Abdurrahman İbn Hürmüz başta olmak üzere Medfne-nin diğer âlimlerinden ilim
almıştır. Hadîs işittiği meşhur imamlar arasında tbn 'Ömer'in kölesi Nâfi',
Muhammed İbnul-Munkedir, EbuVZubeyr, İbn ŞihSb ez-Zuhrf* cÂmir İbn
cAbdillah, cAbdullah İbn Dinar bulunur. Kendisinden riveyet eden imamlardan
bazıları ise, kendi şeyhlerinden olan Yahya tbn Sa^d el-Anşârl, ez-Zuhrî, İbn
Cureyc, Yezîd İbn cAbdillah, el-Evzâ% Sufyân eg-Şevrl, Sofyân tbn 'Uyeyne,
Şucbe, cAbdullah Îbnu'l-Mubârek, eş-Şâfi*!, İbn Uleyye, Ebü Hanîfe'nin
talebelerinden Muhammed eş-Şeybânî
ve daha bir çok kimsedir.
Mâlik tbn Enes, hadîs ilminde, râvi tenkidinde (cerh ve tacdîl), Kitap ve
Sünnetten hüküm istihracında büyük şöhret kazanmış ve onun bu sahalardaki
üstünlüğü, akranları ve asrının ileri gelen imamları tarafından da
teslim edilmiştir. Hazreti Peygambere karşı olan sevgisi ve hürmeti, Sünnete
ve dolayısiyle hadîse olan büyük bağlılığının başlıca âmili olarak görülür. İleri
yaşına ve vücutça çok zayıf olmasına rağmen, Medine'de her hangi bir hayvana
binmez "burada Allah'ın Rasûlü medfûn bulunurken binmem" derdi. Hadîs
rivayetine başlamadan önce de abdest alır, yatağının başına vakar ve heybetle
oturur, sonra rivayet ederdi. Bu suretle Hazreti Peygamberin hadîsini yüceltmiş
olurdu. Hadîs aldığı kimseler üzerinde de titizlikle durur; onların güvenilir (sika),
zühd ve takva .sahibi olmaları yanında hadîs
ehlinden olmalarını da şart koşardı.
Mâlik İbn Enes, 147 senesi civarında bir mihnete maruz kalmış ve Halîfe el-
Manşür'un valisi tarafından kırbaçla dövülmüştür. Bu hâdisenin sebebi hakkında
çeşitli görüşler ileri sürülür. Bazılarına göre Mâlik, Halîfenin kaza teklifini
reddettiği için bu muameleye maruz kalmıştır; çünkü bu teklifi reddetmekle
Abbasî hükümdarlarına, işlerinde yardım etmekten kaçınmış oluyordu. Diğer
bazılarına göre de Mâlik, Medine'de Halîfeye karşı ayaklanmış olan Muhammed
en-Nefsu'z-Zekiyye lehinde fetva vermiş olduğu için dövülmüştür. Diğer bazıları
ise, Halîfenin ikrah ile talâkın sahih olmadığına dair gelen hadîsi rivayetten
menetmesine rağmen, Mâlik'in mezkûr hadîsi rivayet etmesini mihnetin sebebi
olarak ileri sürmüşlerdir; çünkü Halîfeye karşı ayaklananlar, bey'atra ikrah ile
vukubulduğunu ileri sürüyorlar ve bunu, ikrah ile talâkın sahih olmadığını
belirten hadîse kıyasla, hilâfetin de sahih olmayacağını iddia ediyorlardı.
Maamafih, bir hacc mevsiminde Hicaz'a gelen Halîfe Ebü Ca'fer el-Manşür,
vukubulan hâdiseden haberi bulunmadığını beyan ederek Malik'ten özür dilemiş
ve hattâ bazı haberlerden anlaşıldığına göre, Hazreti Peygamberin hadîslerini
biraraya getiren bir de kitap telif etmesini istemiştir. Mâuk, Halîfeden gelen bu
istek üzerine et-Muvaffa' adını verdiği meşhur kitabını tasnif etmiştir.
İbn Hader, ei-Muvaffcfın tasnifine tekaddüm eden devri de tavsif ederek şöyle
der: "Hazreti Peygamberin âsârı, ashabı ve kibar-ı tâbi*în devrinde iki sebepten
dolayı camilerde müdevven ve müretteb değildi. Birincisi, Müslim'in Şo&tfr'inde
de sabit olduğu gibi, Kur'ânı Kerîmle karışma korkusundan dolayı sahabenin
tedvinden menedümeleri; ikincisi ise, hafızalarının genişliği ve zihinlerinin
akıcılığı idi. Çoğu yazı bilmiyordu. Fakat tâbi'ûn devrinin sonlarına doğru
ulemanın muhtelif şehirlere dağılması, havaric, r&üza ve kader münkirleri gibi
bid'at ehlinin ortaya çıkması üzerine, ftsârın tedvini ve bâblara göre tertibi başladı.
Bu işe ilk defa girişenlerin başında er-Rebi* İbn Şubeyh, Sa*îd tbn Ebl cArübe ve
diğerleri vardı. Bunlar, üçüncü tabaka gelinceye kadar her babı ayn ayrı tasnif
ediyorlardı. İmam Mâlik tl-Muva$P adını verdiği kitabını tasnif etti. Bu kitapta,
Hicaz ehlinin 1»^Wn' toplamış»
sahabenin «özlerini t&bi'ûn ve daha sonrakilerin fetvalarını da mezcederek
onu telif etmişti" [877]
Hasreti Peygamberin hadisleri yanında sahabenin söz ve fetvalarına da yer
verilerek telif edilen bu kitabı, İmam Mâlik, şeyhlerine arzetmiş, onların
znuvatakatlannı bildirmelerinden sonra da ona el-Muratta* adını vermiştir [878].
imam el-EvzâTnin, kitabı Mâlik'e kırk günde okuyup arzetmesi üzerine onun»
"benim kırk senede telif ettiğimi siz benden kırk günde aldınız'1 demesi [879],
kitabın telifinde gösterilen gayret ve titizliğe delâlet eder.
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi Mâlik, Muvatta\ ile ilk musannıflar-dan
olduğu gibi, rivayet olunan hadîslerin kabulünde ihtiyatı elden bırakmayan ve
onları metin ve isnad yönünden şiddetle tenkid eden imamların da başında gelir.
Bu bakımdan, kesinlikle bilinmese bile, hadîs ilminin cerh ve ta'dîle ait
kaidelerinden mühim bir kısmının Mâlik tbn Enes tarafından or-
taya konulduğu ileri sürülebilir.
tmam Mâlik'in, hadîslerin kabulünde gösterdiği bu ihtiyat ve hadis râ-vileri
hakkında giriştiği şiddetli cerh dolayısiyle Muvaffa'ı, en sahili hadîs kitapları
.arasında yer almıştır. Nitekim eş-Şâfi*î, "yer yüzünde ilim yönünden Mâlik'in
kitabından daha sahih bir kitabın bulunduğunu bilmiyorum1* derken bu gerçeği
ifade etmiştir[880] Her ne kadar gerek tbnu'0-Şalâh ve gerekse tbn Kesir, eş-
ŞâfiTnin, el-Buhârl ve Müslim'in, Şafii'lerini telif etmeden önce bu sözü
söylediğini, zira d-Muvatto'va tasnif edildiği devirde tbn Cureyc, İbn tshâlp, Ebû
Çnrra Müsâ tbn T**11^» tAbdun*aa:zâk tbn Hemmam ve daha bir çok
kimsenin musannafları bulunduğunu ve el'Muvaffakın bunlardan daha sahîh ve
faydalı olduğunu Söylemişlerse de [881], bazı imamların, el-Mu-vaffâh Şa&ıjuîn'ın
telifinden sonra da en sahîh kitap kabul eden görüşleri yine baki kalmıştır.
Netice olarak, el-Muvaffa'ın sıhhat yönünden derecesi hakkında ortaya Çıkan
görüşleri guruplandırmak gerekirse, denebilir ki, Malik'in, râvilerin cerh ve
taSÜÜndeki şiddeti, hadîsleri kabulündeki ihtiyatı ve titizliği do-layısiyle el-
Muvaffâ, el-Buhârî ve Müslim'in Sait'lerinden Önce gelir»
Bazılarına göre iki Şahib ayarında veya mertebesindedir.
Diğer bazılarına göre ise, iki 5a/»fr'in altındadır ve bu görüş, ekseri ha-
disçilerin görüşüdür. Nitekim es-Suyütî, konu ile ilgili olarak tbn Hacer'den
İtt, ». 7. , 8. 14;
şu görüşü nakletmiştir: "Malik'in kitabidendi nazarında ve mursel munkatı*
ve bunun gibi bazı zayıf hadîslerle ihticac etmenin gerekli olduğu hususunda
kendisine tâbi olanların nazarında sahihtir. Fakat el-Buhârî'nin kitabındaki
munkatı( hadîslerle Muvattö'daki munkatıler arasında fark vardır. Muvatto'i. daki
munlfatı( hadîslerin çoğunu, Malik şeyhlerinden bu şekilde işitmiştir ve onun
nazarında bunlar birer hüccettir. Halbuki el-Buhârî, kendi kitabındaki-leri, eğer
bir başka yerde mevsûl olarak zikretmişse, bunların isnadlannı, hafifletmek
maksadıyle kasden hazfetmiştir; yahut şartına uygun değilse, kitabın mevzuu
dışına çıkarmak maksadıyle isnadlarını terketmiş, fakat hadîsleri de, ya istişhad,
isti'nâs, yahutta bazı Kur'ân âyetleri için tefsir kas-dıyle nakletmiştir. Bu
bakımdan el-Buhârl'nin munkatıc (ta4îk)ları, Mutatta1 in hilâfına,
onu, mücerred sahîh kitap olmaktan çıkarmamıştır [882].
Maamafih, tbn Hacer'in bu görüşüne karşılık, şu hususu da gözönünde
bulundurmakta fayda vardır: Afuvoflâ'da yer alan dört hadîs müstesna, diğer
mursel ve munkatıc olanların hepsinin de başka yollarla rivayet edildikleri ve bu
bakımdan Muvatta1 hadîslerinin de sahih hadîsler arasında yer aldıkları
söylenmiş; hattâ tbn 'Abdi'1-Berr tarafından, Muvatta'm. mursel ve mun-katıc
hadîslerinin mevsûl rivayetlerini gösteren bir kitap bile telif edilmiştir [883].
Muvottâ'da yer alan hadîslerin Bayisi hakkında çeşitli görüşler ileri sü-
rülmüştür. Bu konudaki ihtilâfın Mâlik'ten rivayet edilen Muvaitâ"1 nüshalarının
çokluğundan ve her bir nüshanın birbirinden farklı oluşundan ileri geldiğine
şüphe yoktur; zira bazılarında bulunan fazlalıklar diğer bazılarında mevcut
değildir. Es-Suyüti*nin Ebü Bekr el-Ebhurî'den naklen verdiği rak-kamlara göre,
Hazreti Peygamber ile sahabe ve tâbiSindan gelen asarın hepsi 1720 dir. Bunların
musned olanları 600, mursel olanları da 222 dir. 613 mevkuf, 285 de maktu,
yani tâbi'î sözleri vardır [884].
Malik'in, bu hadîslerin naklinde takip ettiği yol, umumiyetle, konunun
başında, Hazreti Peygamberden gelen hadîsleri, sonra da sahabe ve tabî'ûn-dan
vârid olan âsârı vermek olmuştur. Sahabe ve tâbi'ûndan tercih ettiği kimselerin
hemen hepsi medîneli olanlardır; çünkü Mâlik Medine dışına çıkmamıştır. Bazan
hadîsin akabinde, Medine'de üzerinde ittifak olunan bir re'yi, veya ameli, bazan da
her hangi bir kelime ile ilgili tefsiri, veya bir cümlenin izahını vermiştir.
Muratta*, muhtevası itibariyle hem bir hadîs kitabı, hem de bir fıkıh
ve kanun kitabıdır [885]
III. BÖLÜM
d. Genel değerlendirme
İkinci asrın ilk yansı ortalarında zuhur eden ve giderek geliştikten sonra,
üçüncü asrın yine ilk yansında tamamiyle kuvvetten düşen mutezile ile, onun
eliyle ortaya çıkan Kelâm ilmi hakkında Özet halinde vermeğe çalıştığımı* bilgi,
bize şu gerçeği göstermiştir ki, mezheb, kuruluş gayesi itibariyle hadisi ve
hadîsçileri hedef olarak seçmemiş olsa bile, müdafaa etmeğe çalıştığı prensipler
yönünden, hadîs ve hadîsçilerle ters düşmüş; bunun neticesinde» iki taraf
arasında ithamlara varan sert tartışmalar çıkmış, hattâ mezhep mensuplarının
Halîfe el-Me'müu vasıtasıyle sultayı ele geçirmelerinden sonra, karşı tarafın
tehdit ve işkencelerle imha edilmeği cihetine bile gidilmiştir.
Mutezile imamları, iyi veya kötü davranışlarını, aklî ve felsefî görüşlerini halka
telkin edebilmek gayesiyle plânlarken, hadîsçilerln de sünnete dayalı inançlarını
yaymak için gayret göstermiş olmalarım tabii karşılamak gerekir. Aslında
hadîsçilerin dinî konularda sahip oldukları inanç, mutezileden farklı olarak,
Kur'ân ve hadîste buldukları nassların ifade ettikleri manâdır; çünkü nassm
sıhhati onlar için sabit olduktan sonra, o nass mutlak surette inanç hasıl eder. Bu
bakımdan hadîsçiler için yapılması gereken ilk is., her biri bir amel veya bir inancı
gerektiren hadîs metinlerinin rivayeti ve daha kolay istifade edilmesi için
kitaplarda biraraya getirilmesidir. Halbuki mutezileye göre durum farklıdır. Onlar
için nassın sıhhati, manâsının prensiplerine uygun olarak gelmesi halinde değer
ifade eder. Aksi halde nassuı sıhhatini ve dolayısiyle nassı inkâr etmekte tereddüt
göstermezler.
işte, ikinci asırda hadîsçilerle mutezile kelâmciları arasında ortaya çıkan ve
üçüncü asrın başında en şiddetli şeklini alan bu görüş ayrılığı, hadîsçilerin, Hazreti
Peygamberin sünnetine dayalı amel ve itikadı, kelâmcıların eski Yunan felsefesi
ile terbiye edip geliştirdikleri aklî muhakemelerinden ve onun tahripkâr
tesirlerinden korumak için yoğun bir tedvin ve tasnif faaliyetine girişmelerine
vesile olmuştur. Bu suretle meydana getirilen kitaplarda, sıhhatleri tesbit edilmiş,
gerek mutezilenin ve gerekse diğer mezheplerin görüşlerini çürütecek hadîslerin
biraraya getirilmesine bilhassa dikkat edilmiştir. Nitekim bu asırda telif edilen ve
sıhhati ile ün salan Şa£î/n*7-BuAârPdeki îman, tevhîd, kader, Kitap ve Sünnete
sarılma, haber-i âhâd gibi bölümler ve bu bölümler içinde yer alan hadîsler,
kitabın, kesinlikle İslâm dinini mutezile ve benzeri mezheblerin tasallutundan
korumak maksadıyle hazırlandığını isbat eder. Buna benzer bölümleri Müslim'in
Şahidinde de görmek mümkin-dir.
Kutub~i Sitte musannıflan arasında bulunan tbn Mâce'nin bu konuda takip
ettiği yol çok daha açık ve kesindir. Sünen adlı,eserine, sünnete tâbi olmanın
gerekli olduğunu gösteren hadîsleri biraraya getirmekle başlamış, bunu sırasiyle,
hadîsin ehemmiyeti, hadîste kasden yalan söylemenin kötülüğü, Hulafa-i
Raşidînin sünnetine ittiba, bidcat ve cidalden, keyfî rey ve kıyastan sakınma,
iman, kader, ashabın faziletleri, havaric, cehmiyye (mute-zile)nin inkâr ettiği
hususlar, iyi ve kötü olan sünnet (yol) i takip edenler, sünneti ihya edenler ve
diğer bâblar takip etmiştir, tbn Mâce, bu bâblarda zikrettiği hadîslerle, mutezile ve
benzeri mezhefolere Hazreti Peygamberin ağzından cevap vermek ve onların
İslâm dışı görüşlerini çürütmek gayesi gütmüştür.
Kutub'i Sitte'nin zuhuru dolayısiyle hicretin üçüncü asrını, hadîs tasnifinin
altın çağı olarak tavsif ederken, bu asırda tasnife hız veren âmillerin başında,
mutezile ve benzeri mezheblerin zuhurunu, Kelâm ilminin doğuşunu ve
kelâmcılarla hadîsçiler arasında ortaya çıkan mücadeleyi zikretmiş bulunuyoruz.
Ancak şunu hatırdan uzak tutmamak gerekir kî, tasnife Hız veren âmiller sadece
bunlardan ibaret değildir. Daha önce çeşitli vesilelerle üzerinde durduğumuz
hadîs, vaz'ı da, tedvin ve tasnife hız veren âmillerin başında hatırlanması gereken
hususlardan biridir. Çünkü sahih hadîslerin belirli kitaplarda toplanması halinde,
bu kitaplar dışında kalan hadîslere itibarın azalacağı tabiidir. Her ne kadar hiç bir
hadîs toplayıcısı, kitabında bütün sahih hadîsleri toplamayı gaye edinmemiş ise de,
hiç olmazsa topladığı hadîsler arasına mevzu olanlarını karıştırmamağa dikkat
sarfettiği için, vücûda gelen kitaplara güven içinde müracaat etmek imkânı hasıl
olmuştur. Bu bakımdan hicretin üçüncü asrı, sahih hadîs kitaplarının vücüd
bulduğu, mütea-kıb asırlara bu konuda artık yapılması gerekli fazlaca bir işin
bırakılmadığı bir devir olarak görülür. Hadîs hafızı büyük imamların çoğunluğu bu
asırda yaşamış; hadîslerin isnadlanna, isnadlann illetlerine, ricalin cerh ve tadil
yönünden mertebelerine vâkıf meşhur üstadlar yine bu asırda yetişmiş ve sahih
hadîs mecmuaları bu asırda onların eliyle vücûd bulmuştur. Bu asrı takip eden
devirlerde her ne kadar bazı müstakil hadîs eserlerinin telif edildiği görülürse de,
asıl telif faaliyeti, üçüncü asırda ortaya çıkmış olan. eserlerdeki hadîslerin bir kitap
içinde cem'ine, yahut isnadlarının hazfedilmek su-
retiyle İhtisarına, yahutta mustedrek veya mustahreclerhıin yapılmasına
hasredilmiştir. Keza müteakıb asırlarda telif edilen rical tarihi ile ilgili eserlerin
bilgi yönünden kaynağı, üçüncü asır müellifleri olduğu gibi, ricalin cerh ve tadili
hakkında ileri sürülen görüşlerin asıl sahipleri de, yine bu asır imamlarıdır. İşte,
üçüncü asrın hadîs ilmi yönünden bu üstün özellikleri dolayisiy-ledir ki onu altın
çağı olarak vasıflandırmayı uygun gördük. [913]
Birinci asnn sonlarına doğru önce tedvin daha sonra tasnif faaliyetinin
başlaması üzerine telif edilen ve ikinci asır boyunca telifi devam eden hadîs
eserlerini, siyer ve mağazî, sünen, câmic, musannaf ve belirli konulara tahsis
edilenler olmak üzere beş guruba ayırarak zikretmiştik. Üçüncü asırda ise bu
faaliyet daha çok süratlenmiş ve vücûda getirilen eserlerle bu asır, hadîs tarihinin
en parlak devri olmuştur. Bir taraftan yukarıda zikrettiğimiz beş gurupla ilgili, yeni
ve daha güvenilir eserler tasnif edilirken, diğer taraftan, bu guruplar dışında yeni
tasnif şekilleri ortaya çıkmış ve hadis ilminin çeşitli konularında ve bilhassa usûle
müteallik kitaplar telif edilmeğe başlamıştır. El-Buhârî, Muşum, en-Nesâl, Ebü
Dâvûd, et-Tinnizi ve tbn Mâce gibi imamlar Câmic ve Sürtenlerini bu asırda
tasnif ederek Kutub-i Sitte adiyle maruf olan ve Kur'ânı Kerîmden sonra İslâm'ın
en mühim kaynağı sayılan altı sahih kitaba vücûd vermişlerdir.
Biz, daha önce yaptığımız gibi, burada da, hadîs eserlerine, tasnif şekillerine
göre guruplara ayırarak müelliflerimle birlikte işaret edeceğiz. Bu kitapların çoğu
zamanımıza kadar intikal etmemiş olsa bile, zikredeceğimiz isimler, müslümanlann
hadîse ne derece ehemmiyet verdiklerini göstermeğe, yetecektir- Burada bir
hususa daha işaret etmekte fayda vardır: Muhtelif şekillerde tasnif edilmiş hadîs
eserlerini, önceki bölümde yaptığımız gibi, müelliflerinin vefat tarihlerine göre bir
sıraya koyarak zikretmeğe çalışacağız. Bir asırlık zamam. Hicrî 100 senenin
başlangıç ve bitimine göre aldığımız için, üçüncü asrın ilk senelerinde vefat etmiş
olan bir musannif, üçüncü astr musanmflan arasında yer almıştır. Oysa ki bu
musannif, Ömrünün en uzun zamanını ikinci asırda geçirmiştir; belki kitabım da
yine ikinci asırda tasnif etmiştir. Bu bakımdan onu ikinci asır musanmflan
arasında zikretmek elbette ki daha doğru olurdu. Ancak böyle yapıldığı takdirde,
asırlar arasında belirli bir hudud tesbit etmek imkânı kalmaz, iki asır arasında
yaşamış olan bir musannifin asrını belirtmek güçleşmiş olurdu. Biz, sadece asırlar
arasında bir hudud tesbit etmek maksadiyle, kusurlu da olsa, diğer yolu tercih
ettik. Her musannifin vefat tarihi verildiğine göre, onun yaşadığı asrı tayin etmek
elbette güç olmayacaktır. [914]
A. Siyer Ve Mağaziler
İslâm tarihinin ilk ve temel kaynağını teşkil eden ve birinci asrın ikinci
yarısından itibaren telifine başlanan siyer ve znağazîler, üçüncü asırda da
ehemmiyetini muhafaza etmiştir. Bu asrın başlarında vefat eden Ebü tAbdü-lah
Muhammed tbn 'Ömer EL-VÂKIDÎ (ö. 207) [915] Şam, Mısır, cIrâk ve Afrika gibi
çeşitli ülkelerin fethi ile ilgili olarak telif ettiği eserler yanında, KitâbuH-Mağâzi
ve Kitâbu's-Sîre adb eserleriyle de şöhret kazanmış ve bu sahanın büyük
üstadlanndan biri sayılmıştır. Muhammed îbn İshâk'ın Ma~ ğâzi'eini ihtisar
ederek, yeni ilâvelerle ona ayrı bir değer kazandıran Ebû Muhammed «Abdul-
Melİk tBN HtŞÂM Îbn Eyyûb el-Hımyerf (Ö. 218)" [916] ise, Siret îbn Hişâm
denilen eseriyle şöhret kazanmıştır. Bugün bu eser, kendi
sahasında başvurulan en mühim kaynaklardan biri sayılır.
Ebü Ahmed (Ebü cAbdiUah) MUHAMMED İBN «A'lg İbn Afcmed el-
Kuraşî (Ö. 233) [917] nin Kitdbu't-Mağâzi'si de üçüncü asırda telif edilen eser-
ler arasında yer alır. [918]
b. Musnedler
Üçüncü asırda ortaya çıkan ve hadîsleri, diğer hadîs eserlerinden farklı bir
şekilde tasnife tâbi tutan kitaplar, Musnedlerdir. Sünen, musannaf ve câmie adı
Verilen eserlerde hadîslerin konularına göre tasnif edildiğini, her müstakil konuya
"ki t ab" denildiğini ve "kitab"ın da, konunun genişliğine göre muhtelif sayıda
"bâb"lara ayrıldığını önceki bölümde zikretmiştik. İlk defa üçüncü asırda ortaya
çıkan ve Musned denilen hadîs eserlerinde ise, biraz önce de işaret ettiğimiz gibi,
farklı bîr tasnif yolu takip edilmiştir. Bu eserlerde, hadîslerin konuları nazarı
dikkata alınmamış, fakat, kitaba alınması düşünülen hadîsler, ya onları rivayet
eden şahabı, yahutta sahabîden sonraki râvilerden birinin ismi altında biraraya
getirilmiştir. Bu suretle, meselâ, Ebü Hurayra'mn Hazreti Peygamberden rivayet
ettiği hadîsler, konulan ne olursa olsun, Ebü Hurayra ismi altında, İbn cAbbâs*ın
rivayet ettiği hadîsler de, keza îbn <Abbâs1ın ismi altında biraraya getirilerek, bir
kitap içinde muhtelif sahabîlerin hadîslerinden müteşekkil bir mecmua telif edil-
miştir. Musned kelimesinin, lügat yönünden "isnad edilmiş" manâsına geldiği
gözönünde bulundurulursa) musned eserlerde, Hazreti Peygamberden rivayet
edilen hadîslerin isnad edildikleri şahabı râvilerine delâlet etmek üzere
bu çeşit eserlere "Musned*1 denildiği kolayca anlaşılır.
Musnedlerin, bazan, hadîslerin sahabî râvilerinden sonraki rical isimlerine
göre de tertip edildikleri görülür. Meselâ Ebü Hanlfe tarafından rivayet edilen
hadîsler, Ebü Hanlfe'nin ismi altında, yahut eş-Şâfi*! tarafından rivayet edilen
hadîsler de eş-Şâfft'nin ismi altında biraraya getirilirse, bir Musned telif edilmiş
olur. Nitekim daha sonraki devirlerde Ebû Hanîfe'nin rivayet etmiş olduğu
hadîsler bir kitap içinde toplanmış ve bir Musnedu Ebi
Hanife meydana getirilmiştir.
Musnedlerin ilk defa üçüncü asırda telif edilmeğe başlandığına yukarıda işaret
etmiştik. Kaynaklardan öğrendiğimize göre, bu evveliyet, basa hadîs-çiler
tarafından EBÜ DÂVÜD Süleyman ibn Dâvüd İbnil-Cârüd ET-TA" YÂLİSİ (Ö.
203, 204) [919] ye nisbet edilmiş ve ilk defa Musned tasnif eden kim-
senin o olduğu ileri sürülmüştür. Ancak Hâcî Halîfe'ye göre, bugüu Musne-
diiU-fayâlisİ adiyle şöhret kazanan bu eser, gerçekten Ebü Dâvüd et-fayâ-lisl
tarafından tasnif edilmiş olsa idi, onun, diğer inusned musaunıflanna tekaddümü
dolayısiyle, Mmned'i de ilk tasnif edilen musned olurdu. Oysa bu Musned, Yûnus
İbn Hablb'in Ebü Dâvüd'tan rivayet ettiği hadîsleri bir kitapta toplayan bazı
horasanlı hafızlar tarafından meydana getirilmiştir. Bu bakımdan, kitaptaki
hadîsler, Ebü Davud'un rivayet ettiği hadîsler olsa bile, kitabın telif tarihi daha
sonraki devirlere aittir. Nitekim Ebü Dâvüd tarafından rivayet edilmiş daha pek
çok hadîs vardır ki, bunlar, Mus-ned'de yer almamıştır [920].
Ebü Dâvüd'dan sonra daha pek çok kimse Musned tasnif etmiştir: Ebü
eAbdillah Muhammed ibn Yûsuf îbn Vâkıd İbn cOsmân. eç-Zabbî EL-FÎR-YÂBI
(Ö. 212)
[921]
ESED İBN MUSA îbn İbrahim el-Umevî <Ö. 212) [922]; Ebü
Muhammed CUBEYDULLAH İBN MUSA EL-CABSÎ el-Küfî (ö. 213)
[923]
; EBÜ ISHÂK İbrahim İbn ES-SÜRİNf el-Muttavicî (Ö. 213) [924]; Ebü
Bekr ^Abdullah ibnuVZubeyr İbn <lsâ EL-HUMEYDI el-Esedl (ö. 219) [925];
Ebü CAU EL-HUSEYN İBN DÂVÜD el-Maşşişi "SUNEYD" (Ö. 226) [926];
Ebu'I-Hasan MUSEDDED İbn Muserhed el-Esedî el-Başri (Ö. 228) [927] Ebü
(Abdil-lah NU^AYM İBN HAMMAD İbn Mu'âviye EL-HUZÂ'I el Mervezî (Ö.
228) [928]
Ebü Zekeriyyâ' YAHYA İBN 'ABDİLHAMlD EL-HIMMÂNl el-Küfi (6.
228) [929]; Ebü Ca^fer CABDULLAH İBN MUHAMMED İbn «Abdillah el-(Vfl
el-Buhârî EL-MUSNED! (Ö. 229)
[930]
; Ebu'l-Hasan (ALl İBNU'L-CA(D İbn 'Ubeyd el-Hâşiml el-Cevherî (Ö.
230) [931]; EBÜ HAYgEME Zuheyr tbn H«rb İbn Şeddâd en-Nesâl (Ö. 234)
[932]
; EBÜ BEKR tBN EBl ŞEYBE 'Abdullah İbn Muhammed İbn İbrahim İbn
cOgmân el-'Absî el-Küfi (Ö. 235) [933]; Ebü Ya'küh İSHÂK İbn Mabled İBN
RAHÜYE el-EtanzaH el-Mervezi (Ö. 238) [934]; Ebul-Hasan COŞMÂN İBN EBÎ
ŞEYBE el-Küfi (Ö. 239)" [935]; Ebü <Abdillah AHMED tbn Muhammed İBN
HANBEL İbn Hilâl İbn Esed ez-Zuhlî eş-Şey-bânî (Ö. 241) [936]; EbuU-Hasan
MUHAMMED İBN EŞLEM İbn Salim İbn
Yerid el-Kindî E^-TÜSI (Ö. 242) [937]; Ebû 'Abdİllah Muhammed îbn Yahya
İBN EBÎ COMER el-cAdeni ED-DARAVERDl(ö.243)[938];EbüCa<ferAHMED
İBN MÜNÎ clbn «Abdirrahman el-Bağavî el-Bağdâdi (Ö. 244)" [939]; Ebû îshâk
İBRAHİM İBN SAT) EL-CEVHERÎ et-faberi el-Bağdâdî (Ö. 244, 247, 249) [940];
Ebû 'Abdillah AHMED İBN İBRAHİM îbn Keşfe ED-DEVRAKl el-cAbdî el-
Bağdâdî (Ö. 246) [941]; Ebü Muhammed CABD İBN HAMlD İbn Naşr el-Kissf
(Ö. 249) [942]; Ebû «Abdfflah Muhammed îbn Hİşâm İbn Şeblb İbn EM Hire ES-
SEDÜSİ el-Başrî el-Mışrî (Ö. 251) [943]; Ebü Ys'küb İSHÂK ÎBN MANŞÜR İbn
Behrâm EL-KEVSEC el-Mervezi (Ö. 251) [944]; Ebu*l-Ha-6an<AHÎbnu'l-
Ha8anez-2uhHEL-EFTASen-NeysâbÛrI(Ö. 251 den sonra) [945]; Ebû Yûsuf
YA'KÜB İBN ÎBRÂHIM İbnKegîr ED-DEVRAKl (Ö.252) [946]; Ebû ya'küb
İSHAÇ İBN BEHLÜL Hin Hassan ET-TENÜHÎ el-Enşârl (Ö.252) [947]; Ebû
«Abdillah Muhammed İbn îsmâ^ îbn İbrahim lbnİ'1-Muğire EL-BU-
HARI el-Cu(fi (Ö. 256) [948] "; Ebû 'AbdÜlah MUHAMMED İbn 'AbdiUah
İBN SENCER el-Curcânl (Ö. 258) [949]; Ebü Mescüd AHMED İBNÜ'L-FURÂT
ibn Hâlid e?-?abbl er-Râzî (Ö. 258) [950]; Ebü Cacfer AHMED İBN SÎNÂN İbn
Esed îbn Hıbbân el-Vâsıti (Ö. 259) [951]; Ebu'l-Hugeyn MÜSLİM lbnu'1-Hac-câc
el-ICu^eyrl en-NeysabûH (Ö. 26i) [952]; Ebü Yûsuf YA'KÜB ÎBN ŞEYBE İbni'ş-
Şalt İbn ^şfür es-SedüsI (Ö. 262)[953]; EBÜ ZUR'A 'UbeyduUah İbn (Abdi'l-
Kerîm îbn Yerfd ER-RÂZÎ (Ö. 264 [954]); Ebü Bekr AHMED İBN MAN-ŞÛR îbn
Seyyar ER-RAMÂDI (Ö. 265) [955]; Ebü Yâsir CAMMÂR ÎBN RECÂ' et-Tağlebî
(Ö. 267) [956]; Ebü Caıfer AHMED tbn Mehdî ÎBN RUSTEMel-Iş-bahânl (Ö.
272)[957]; EBÜ UMEYYE Muhammed îbn İbrahim İbn Müslim el-Huzâ'î ET-
TARSÜSÎtÖ^TS) [958]; EbücAbdirrahman BAKIY ÎBN MAHLED îbn Yezîd el-
Çurtubî (Ö. 276) [959] Ebû (Amr Ahmed îbn Hâzim ÎBN EBl <UZRE el-Gıfârl el-
Küfi (Ö. 276) [960]; Ebü 'AbdiUah MUHAMMED ÎBNU'L-HUSEYN el-Kûfi (Ö.
277) [961]; Ebü Sa'îd (0§mân îbn Sa(îd îbn Hâlid es-Sİ-cistâni ED-DÂRÎMI (Ö.
280) [962]; Ebü Muhammed el-Hârig İbn Muhammed
İBN EBÎ USÂME Dâhİr ET-TEMÎMl eİ-Bağdâdî (Ö, 282) [963]; İSMÂ'IL İBN
İSHÂK el-Çâzi (Ö. 282) [964]; Ebul-Hasan CALİ İBN CABDİ'L-<AZÎZ ibnTl-
Merzubân tbn Sâbûr EL-BAGAVÎ (Ö. 287) [965]; Ebü CAH el-Huseyn İbn
Muham-med Ibn Ziyâd el-*AbdI en-Neysâbürî EL-ÇABBÂNl (Ö. 289) [966] Ebü
1». hâk ÎBRÂHÎM ÎBN ÎSHÂK Ef-JÜSl (ö. 290 dan önce) [967]; Ebü <Abdirrah-
man TEMlM ÎBN MUHAMMED Ibn Mu'âvİye et-T™* (Ö. 290 dan sonra) [968];
Ebü Yahya «ABDURRAHMÂN İBN MUHAMMED er-RâzI (Ö. 291) [969]; Ebü
Bekr Ahmed Ibn'Amr Ibn tAbdi'l-Çâhk EL-BEZZÂR el-Başrf {Ö. 292) [970] Ebü
Bekr AHMED İBN <ALf Ibn Sa(îd EL-MERVEZl (Ö. 292) [971]; Ebü 'Abdillah
MUHAMMED IBN NAŞR el-Mervezî eş-Şâfİ'i (Ö. 294) [972]; Ebü İshâk
İBRAHİM ÎBN MA'ÇIL Îbni'l-Haccâc EN-NESEFl (Ö. 295) [973]; Ebü Cacfer
Muhammed Ibn «Abdillah Ibn Süleyman el-Hazramî el-Kûfi MU?AY-YEN (Ö.
297) [974].
Üçüncü asırda telif ettikleri MusnetTleriyle şöhret kazanmış bu hadîs-çiler
arasında, ismi üzerinde durulmağa değer pek çok imam vardır. Ancak biz,
Musned'i zamanımıza kadar intikal eden ve hadîs tarihinde müstesna bir yeri
bulunan Ahmed Ibn Hanbel üzerinde durmakla iktifa edeceğiz[975]
Îbn Hanbel Ve Musneİ
Büyük hafız, fafcîh, kendi adı altında kurulmuş olan fıkıh, mezhebinin imamı,
muhaddis Ebü cAhdillah Ahmed îbn Muhammed Ibn rlanbel Ibn Esed ez-Zuhlî
eş-Şeybânl cl-Mervezî el-Bağdâdi, 164 şebeğinde Bağdad'da doğmuştur [976].
Henüz küçük yaşında iken Ebü Hanlfe'nin talebesi Ebü Yü-puf'un fıkıhla ilgili
der&lerine devam etmiş ise de, bu fıkhın daha ziyade re*-ye müstenid olması
dolayısıyle Ahmed îbn HanbeFi cezbetmemiş ve bir müddet sonra Ebü Yûsuf'un
derslerini terketroiş, ondan yazdığı re'yle ilgili kitaplara da bir daha iltifat
etmemiştir[977].
Ahmed Ibn Hanbel, Ebü Yûsuf'tan ayrıldıktan sonra, hadîs imamlarından
Huşeym îbn Beşîr el-Vâsıtî (Ö. 183) ile karşılaşmış ve onun vefatına kadar dört
sene müddetle ondan hadîs dinlemiş, muhtemelen Sunen'inin bazı bölümlerini de
yazmıştır.
186 senesine kadar Bağdâd'tan ayrılmayan Ahmed Ibn Hanbel, bu seneden
sonra Küfe, Basra, Hicaz ve Yemen'e seyahat etmiş ve oralarda bulunan
âlimlerden hadîs almıştır. Bu arada dört defa da hacc farizasını ifa etmiştir. Hacc
için yaptığı seferlerin ilkinde İmam eş-ŞSfi'î ile karşılaşmış ve ondan Kureyş
ensahı ile bazı hadîslerini yazmıştır [978].Ahmed Ibn Hanbel, 40 yaşına kadar hadîs
öğrenmek ve ilmîni artırmak için çalışmış, seyahat etmiş, fakat bu müddet
zarfında hadîs rivayet etmekten, yahut ders vermekten şiddetle kaçınmıştır.
Hazreti Peygambere sevgisi ve onun sünnetine bağlılığı, onu bu şekilde hareket
etmeğe sevketmiştir; çünkü Örnek aldığı büyük insanın peygamberliği de bu yaşta
başlamıştı.
Ahmed Ibn Hanbel, 40 yaşından sonra hadîs rivayet etmeğe ve ders vermeğe
başladığı zaman, ilminin en yüksek mertebesine erigmiş, hadîsle ilgili meselelere
vukufu, şeyhleri ve akranları arasında büyük bir şöhrete kavuş-muş bulunuyordu.
Şeyhi tAbdurrazzâk Ibn Hemmâm (Ö. 211), onu diğer şeyhlerle mukayese ederek
şöyle der: "Bize en kudretli hafız eş-Şâzkünî geldi; hadîs ricalini en iyi bilen. Yahya
Ibn Ma'în geldi; fakat bunların hepsini birden kendi şahsında cemeden Ahmed
îbn Hanbel gibi bir imam daha gelmedi" [979].
Ahmed İbn Hanbel'iıı fıkıh sahasındaki bilgisinin büyük bir kısmı, sahabeden
gelen kavil ve fetvalara dayanır. Bunlar Kitap ve Sünnetten sonra dinin en
mühim kaynağım teşkil ederler. Çünkü sahabîler, Hazreti Peygamberle birlikte
yaşamış, onun söz, fiil ve takrirlerine tanı manasıyle vâkıf olmuş kimselerdir.
Kavilleri ve fetvaları, Kur'ânın nasslanna, yahut Hazreti Peygamberin
ictihadlarına başkalarımnkinden daha yakın ve gerçeğe daha uygundur. Bu
sebeple, sahabeden gelen her eser, Hazreti Peygamberin hadîsi mertebesinde
olmasa bile, hadîsten sonra başvurulması gereken en kuvvetli delildir. İşte Ahmed
ibn Hanbel bu görüşe bağh kalarak, mecbur olmadıkça fetva vermemiş, veya
kendi re'yi ile hüküm istinbat ve istihracında bulunmamıştır. Küçüklüğünde Ebü
Yûsuf'un derslerini terketmesine ve re'y fıkhına iltifat etmemesine sebep olan
başlıca âmil de, her halde bu görüş olacaktır. Yetiştiği çevre onu bu şekilde
hazırlamıştır.
Ahmed İbn Hanbel'in hadîs ve sünnet sevgisi, Kuleybe İbn Sa(id (O. 240) in
şu sözlerinde en açık ifadesini bulmuştur: "Ahmed'i seven bir kimse gördüğün
vakit, bil ki o, sünneti seven bir kimsedir" [980]. Onun bu hadîs ve sünnet sevgisi,
Halîfe el-Me'mün, mutezilenin direktifleri altında başlattığı halku'l-Kur'ânla ilgili
mihnet olaylarında da sarsılmamış ve Ahmed İbn Hanbel, 14 ay hapis yatmasına
ve bayıhncaya kadar kırbaçlanmasına rağmen, sünnete aykırı bulduğu halku'l-
Kur'ân inancım ikrar etmemiştir. Ahmed İbn Hanbel, 241 senesinde yine
Bağdad'ta vefat etmiştir.
Ahmed îbn Hanbel, telif ettiği Musned adlı eseriyle de büyük şöhret
kazanmıştır. Bir müslümanın dinî konularda ihtiyaç duyduğu her meselenin
çözümünde başvurabileceği hadîsleri ihtiva etmesi bakımından büyük ehemmiyeti
haiz olan bu kitap, bütün hadîs imamlarının takdirini kazanmış ve hadîste daima
başvurulan bir kaynak olmuştur. Musned de, Ahmed İbn Hanbel'in yaşadığı
asırda telif edilen diğer Musnedlet gibi sahabî isimlerine göre tertip edilmiş ve her
hadîs konusu nazarı dikkata alınmaksızın, onu Hazreti Peygamberden rivayet
eden sahabînin ismi altında zikredilmek suretiyle birer sahabî musnedi meydana
getirilmiştir. Ebü Bekr eş-Şddik*ın musnediyle başlayan eserde, önce Ebü Bekr
tarafından rivayet edilen hadîsler biraraya getirilmiş, bunu sırasıyle Hulefa-i
Rasidinin ve diğer sahabîlerin musnedleri takip etmiştir.
Ahmed İbn Hanbel, Musnedird, 700 binin üzerinde topladığı hadîsler
arasından seçtikleriyle meydana getirmiştir. Musnedde mevcut hadîslerin kesin
bir sayımı yapılmamış olmakla beraber, mükerrerlerle birlikte 40 bine, mükerrerler
hariç 30 bine yakın hadîs bulunduğu "söylenir [981]. Bununla, beraber kitabın,
bütün sahih hadîsleri içine aldığı elbette ki ileri sürülemez. Nitekim İbn Keşîr de
bu hususa işacet ederek, pek çok hadîsin Musnedin dışında kaldığını» hattâ ileri
sürüldüğüne göre, Şahıhânâa. hadîsleri bulunan 200 kadar sahabînin Musnedde
yer almadığını söylemiştir [982].
Musned, Ahmed İbn Hanbel'in hayatında iki oğlu Şâlih ve 'Abdullah ile,
kardeşinin oğlu Hanbel tarafından Ahmed'ten işitilmiş ve rivayet edilmiştir. Bu
bakımdan Musned'i bu üç kişi dışında Ahmed İbn Hanbel'den işiten ol-
mamıştır [983]. Ne var ki bugünkü Musned nüshası, 'Abdullah, tbn Ahmed'in
babasından rivayet ettiği nüsha olmakla beraber, bu nüshaya, 'Abdullah'ın
başkalarından işittiği hadîslerle nüshayı c Abdullah'tan rivayet eden Ebû Bekr el-
KatîVnin bazı hadîsleri de ilâve edilmiş; bu ilâveler fazla bir yekûn tutmasa bile,
bizzat Ahmed tbn Hanbel'in telifi olan Musnedde bazı gölgeler düşürmüştür.
Musned'de yer alan hadîslerin sıhhat derecesi hakkında değişik görüşler ileri
sürülmüştür. Bazılarına göre, Musned'âe bulunan hadîsler hüccettir. Bu görüşte
olanların isti nail ettikleri en mühim delil, Hanbel ibn îshâk'm, amcası Ahmed
İbn Hanbel'den naklettiği sözlerdir. Hanbel şöyle der: "Amcam» beni, oğulları
Salih ve * Abdullah'ı topladı. Musned^i bize okudu. Bu sebeble bizden başka
onu tam olarak amcamdan işiten yoktur. Sonra bize dedi ki: Bu kitabı ben,
topladığım 750 bin hadîs içinden titizlikle telif ettim. Müslümanlar Hazreti
Peygamberin bir hadîsinde ihtilâfa düştükleri zaman buna müracaat etsinler. Bu
kitapta buldukları her hadîs bir hüccettir" [984]. Ebü Müsâ el-Medînî de bu görüşe
uygun olarak şöyle der: "Bu kitap hadîsçiler için büyük bir asıl, güvenilir bir
kaynaktır. İşitilmiş pek çok hadîs arasından seçilip telif edilmiş ve onu, mutemed
bir imam, ihtilâf halinde müracaat edilen bir kaynak kılmıştır" [985].
Musned'in hadîsleri hakkında ileri sürülen diğer bir görüş, aralarında zayıf ve
hattâ mevzu (uydurma) olanlarında bulunduğunu göstermektedir. Bu görüşün
temsilcilerinden olan el-cIrakî, yukarıda ismi geçen Ebü Müsâ el-Medînî'yc ve
onun Ahmed İbn Hanbel'den naklettiği "hadîs eğer Musnedde yoksa hüccet
değildir" sözüne itirazda bulunarak şöyle der: "Bu söz açık değildir. Eğer bununla,
Musned'de bulunan her hadîsin hüccet olduğu, bulunmayanların da hüccet
olmadığı kasdedilmiş. ise, ŞaAiAân'da yer alan bazı hadislere MusnecTde
rastlanmamaktadır. Zayıf hadislerin mevcudiyeti ise muhakkaktır. Hattâ mevzu
hadîsler bile vardır ve ben bunları bir cüzde toplamış bulunuyorum. Ahmed İbn
Hanbel'in oğlu 'Abdullah tarafindan Musned'e ilâve edilmiş hadîsler arasında zayıf
ve mevzu olanlar da vardır'" [986].
Maamafih İbn Hacer, el-cIrâki'nin bir cüzde topladığını söylediği Mus-ned'in
mevzu hadislerini - bunların sayısı sadece dokuzdur - ele almış, bunlara tbnu*l-
CevzFnin Mevzücâthada zikrettiği diğer bazı Musned hadislerini de ilâve ederek,
her birinin asılları bulunduğunu göstermeğe ve mevzu oldukları iddiasını
çürütmeğe çalışmıştır [987]. Nitekim es-Suyütî'nin de naklettiği gibi İbn Hacer,
Musned'in hadîsleri hakkında şöyle demiştir: "Mıuned'de üç veya dört hadîs
müstesna aslı bulunmayan hiç bir hadîs yoktur. Bu üç veya dört hadîs ise, ya üzeri
çizilmesi emredildiği halde unutulan, yahutta çizildikten sonra üzerinden tekrar
yazılan hadîslerden ibarettir [988].
Netice itibariyle Ahmed İbn HanbePin Musned\ müslümanlar arasında büyük
itibar görmüş bir hadîs mecmuasıdır. İçerisinde yer alan bir kaç şüpheli hadîs,
mevcut hadîslerin çokluğuna nisbetle mecmuanın bütününe gölge düşürecek
mahiyette değildir ve bunlar da Ahmed îbn Hanbel'in rivayetinden olmayıp oğlu
cAbduUah ve ondan rivayet eden el-Çatfl'nin ilâve ettikleri hadîsler arasındadır.
Ahmed İbn Hanbel'in Kitdbu'l'hlel ve mofrifetVr-HcâVini gözden geçirenler,
onun, cılel ve rical hakkında, geniş bilgisini ve hadîslerin seçiminde gösterdiği
büyük titizliği kolayca tesbit edebilirler. Böyle bir bilgi ve titizliğin semeresi olan
Musned'in kıymeti de elbette o derece yüksek olmak gerekir. [989]
c. Sunenler
Fıkıh bâblarma göre tasnif edilmiş ahkâm hadîslerini ihtiva eden ve Sünen
denilen kitapların ikinci asrın başlarından itibaren telif edilmeğe başlandığını
daha önce zikretmiştik. Bu çeşit kitapların tasnifi üçüncü asırda da devam etmiş
ve bu asrın ikinci yarısında, hadîs tarihinin en meşhur Sunen'leri ortaya çıkmıştır.
Altı sahih hadîs kitabı (Kutub-i Sitte)nın dördünü teşkil eden Sunenler ve
müellifleri hakkında ayrıca bilgi vermeden önce, üçüncü asırda tasnif edilen
Sunen'lerin musannif isimlerine işaretle iktifa edeceğiz.
«ABDU'L-VAHHÂB İbn cAtâ* EL-HAFFÂF (ö. 204) [990]; Ebü (Vfcr
Muhammed İbnu's-Şabbâh ED-DÜLÂBl er-RazI el-Bağdâdî el-Bezzâr (el-Bezzâz)
(ö. 227) [991]; Ebü 'Osman SA'lD İBN MANŞÜR İbn Şn<be el-Mer-vezl el-Belfci
(ö. 227) [992]; Ebü tAmr SEHL İBN EBl SEHL ZENCELE er-Râzî el-Hayyât el-
Eşter (Ö. 240) [993] Ebü Mufcammed el-Hasan İbn «AH el-Hallâl EL-HULVÂNI
(Ö. 242) [994] "; Ebû Muhammed 'Abdullah İbn «Abdir-rahman Ihml-Fazl İbn
Behrâm İbn cAbdi*ş-Şamed et-Temlml ED-DÂRİMI es-Semerlcandl (Ö.
255)" [995]; Ebû Bekr Ahmed tbn Muhammed İbn HânT et-?â1 el-Bağdâdi EL-
EŞREM (Ö. 261) [996]; Ebü 'Abdillah Muhammed İbn. Ye-zîd İBN MÂCE el-
ÇazvInî (Ö. 273) [997]; EBÜ DÂVÜD Süleyman Ibnu1-Eş<&g İbn İshâk el-Ezdî
es-Sicistâni (ö. 275) [998]; Ebü cIsâ Muhammed İbn clsâ İbn Sevre es-Sulemi ET-
TİRMİZİ (Ö. 279) [999]; Ebü Islıâk tsmâHl tbn İshi* İbn Ismâ^ el-Cehzamî EL-
EZDl (Ö. 282) [1000]; Ebû Müslim tbrâbim İbn cAbdü-lah İbn Muslijn İbn Mâcız
el-Başrl EL-KECCİ (Ö. 292) [1001] "; Ebü Muhjımmed Yûsuf İbn Ya<küb İbn
IJammâd îbn Zeyd İbn Dirhem EL-EZDÎ (Ö. 297) [1002] «;
Ebü 'Abdirrahman Ahmed tbn Şu'ayb ibn'AU İbn Sinan tbn Bahr el-IJo-
râsânl EN-NESÂ*Î (Ö. 303) [1003].
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, bu isimler arasında İbn Mâce, Ebü Dâvüd,
et-Tirmizî ve en-Nesal, en çok şöhret kazanan kimseler olmuştur. Bu dört hadîs
imamının Sünelileri de, ihtiva ettikleri hadîsler yönünden, diğer Sürtenlere
nisbetle daha sahih addedilmiş ve Kutub-i Sitle içerisinde Sunen-i Erbaca adiyle
tanınmıştır. Bu dört Sunen'i kendi aralarında da de recelendirmeye tâbi tutan
hadîsçiler, en-Nesâlnin Sunen'inin, diğerlerinden daha sahih olduğunu ve onu,
sırasıyle, Ebü Dâvüd, et-Tirmizi ve îbn Mâ-ce*nin Sunen'lerinin takip ettiğini
söylemişlerdir. Burada adı geçen imamların tercemeleri ve Sürtenleri hakkında
Özet bilgi vermeyi faydalı buluyoruz. [1004]
i. En-Nesâ'i ve Sunen'i
Ebü Abdirrahman Ahmed tbn Şu(ayb tbn 'Alî İbn Bahr tbn Sinan İbn Dinar
en-Nesâ'I, 215 senesinde Çorâsân'ın Nisa1 kasabasında doğmuştur[1005]. Onbeş
yaşında iken Kuteybe tbn Sa*îd el-Belhi'ye seyahat etmiş, ondört ay yanında
kalarak ondan hadîs işitmiştir. Bundan sonra bütün Şorâsân'ı, r£i-câz cIrâk,
Suriye ve Mısır'ı dolaşarak oralarda bulunan hadîsçilerden hadîs toplamıştır.
Onun hadîs aldığı kimseler arasında İshâk tbn Ramiye, îahâk İbn Hablb, Ebü
Dâvüd Süleyman lbnu*l-£şca§, İshâk İbn Manşür el-Kevsec, Kuteybe tbn Sa*id,
İshâk İbn Müsâ, İbrahim İbn Sa*îd, İbrahim tbn Yac-küb, CA1I İbn Hucr ve
daha pek çok kimse vardır.
En-Nesâl hadîs ilminde ve bilhassa râvilerin cerh ve ta'dilinde, zamanının
başvurulan ve görüşü alınan imamlarından biri olmuştur. Et-Tâc es-Subkl-nîn,
babası imam es-Subkl'den ve hâfiz eg-Zehebl'den naklettiğine göre, en-Nesa'I,
Şaffib sahibi Müslim İbnu'l-Haccâc'tan daha hafızdır ve Si*nen*i de Şahıhân'dan
sonra zayıf hadîsi en az bulunan bir kitaptır. Hattâ bazıları, İslâm'da onun
musannafı gibi bir kitabın vazolunmadığın* ve onun diğer mu-sannafların en
üstünü olduğunu ileri sürmüşlerdir. IbnuVSobkî, İbn Mende, Ebü CA1Î en-
Neysâbürî, el-Hatîb el-Bağdâdi ve ed-Dârakutnl'ye göre, en-NesâTnin Sunen'inde
bulunan bütün hadîsler sahihtir.
En-Nesâl es-Sunenu'l-KubrÜ'yı tasnif ettiği zaman bazı prensler ona bu
kitapta bulunan bütün hadîslerin sahih olup olmadığını sormuşlar, o dabazı
hadîslerin ma'lûl olduğunu, bu sebeple hepsinin sahih sayılamıyacağtnı
söylemiştir. Kendisinden zayıf hadîslerin ayıklanması İstenince, bu kitabı ihtisar
etmiş ve el-Muctebâ adını verdiği ikinci Sunen'i meydana getirmiştir. İşte,
diğerlerine nisbetle daha küçük hacimde olan. bu muhtasar, hadîsçiler arasında
sıhhati ile şöhret kazanmış, aynı zamanda, Kutub~i Süte arasında Sabi~
&<xnMan sonraki mertebeyi almıştır. Bu bakımdan, bir hadîsin en-Nesâl ta-
rafından rivayet edildiği söylendiği zaman, bu hadîsin,
Sunen'in Ebü Dâvüd ve et-Tirmiz'nin Sürtenlerine tekaddüm etmesi, en-
NesâTnin, hadîslerin tetkik ve seçiminde çok daha titiz, bu hususta ortaya
koyduğu şartların çok daha sert olması sebebiyledir. Nitekim el-r^âkûn en-
Neysâbürî ve el-^Jatîb el-Bağdâdi, en-Nesâlnin rical ile ilgili olarak ortaya
koyduğu şartların, Müslim'in şartlarından da şiddetli olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Söylendiğine göre, en-NesâTnin şartı, terki üzerinde ittifak edilmemiş kimselerin,
irsal ve inkıtadan salim, muttasıl isnadla sahih olan hadîslerim nakletmektir.
Bununla beraber Ebü Dâvüd ve et-TirmizTnin hadis aldığı pek çok kimseden, en-
Nesâ'I hadîs nakletmediği gibi, Şofrifrân'ın bazı ricalinden de hadîs almaktan
çekinmiştir. Bu sebepledir ki en-NesâTnin, el-Buharl ve ve Müslim'in
şartlarından çok daha şiddetli şartları bulunduğu ileri sürülmüş-tür[1006].
En-Nesâ'İ hayatının mühim bir kısmını Mısır'da geçirmiş ve eserlerini orada
tasnif etmiştir. Ölümünden bir sene önce Mısır'dan ayrılıp Şam'a geldiği zaman,
bazı kimseler, ona Mı/âviye'nin üstünlüğüne delâlet eden hadîsler rivayet etmesini
istemişlerdir. En-Nesâ'I bunlara "Mucâviye*nin üstün olduğunu ve bazı faziletleri
bulunduğunu bilmiyorum** cevabını verince üzerine yürümüşler ve husyelerine
vurdukları tekmelerle onu mescidden dışarı atmışlardır. Bu hâdiseden sonra
Filistin'in Remle kasabasına gelen en-Nesâl, çok geçmeden, 303 senesinde vefat
etmiştir [1007].
Ebü Dâvüd Süleyman lbnu'l-Eş(ag İbn îshâk el-Ezdl es-Sicistânl, 202
senesinde Sicistân'da doğmuş, küçük yaşından itibaren, hadîs toplamak için
aeyahata çıkarak, ^orâsân, tIrâk, Suriye, Mısır ve rjicâz hadîsçilerinden hadîs
yazmıştır. Bu hadîsçiler arasında el-Buhârl, Müslim'in şeyhlerinden
Ahmed İbn Hanbel, (Ogmân İbn Ebî Şeyhe, Kuteybe İbn Sa^d, Müslim tbn
İbrahim, Süleyman İbn Harb, Ebu'l-Velld et-fayâlisl, (Abdullah tbn Mesle-me el-
KaSıabi, Muaedded, Yahya İbn Ma*în ve daha pek çok kimse -vardır.
Ebü Dâvüd, gerek muasırları ve gerekse daha sonrakiler tarafından pek çok
medhedilmiştir. Hûsâ tbn Harun'a göre o, dünyada hadîs için, âhırette ise cennet
için yaratılmıştır. Ebü Bekr es-Sâğânî ve tbrâhlm el-Harbi de "nasıl demir, Dâvüd
(aleybisselâm) için yumuşatılmış ise, hadîs de Ebü Dâvüd için aynı şekilde
kolaylaştırılmıştır" demişlerdir. Rivayet olunduğuna göre Sehl tbn 'Abdillah et-
Tusterî, Ebü Davud'u ziyaret etmiş ve Hazreti Peygamberin pek çok sahih hadisini
rivayet ettiği için, Ebü Davud'un dilinden öpmüştür.
Ebü Dâvüd, kendisinden rivayet olunan bir haberden öğrenildiğine göre 500
bin hadîs yazmış, bunlardan yalnız ahkâmla ilgili olmak üzere 4800 hadîs seçerek
meşhur Suneh'ini meydana getirmiştir. Bu bakımdan kitabı, fıkıh bâblarını ve bu
bâblarla ilgili hadîsleri en mükemmel bir şekilde cemeden bir eser saydır. Onun
tanınmış sarihlerinden biri olan Ebü Süleyman el-Hat-tâbl, şerhinin
mukaddimesinde şöyle der: "Din ilminde Ebü Davud'un SunenH gibi şerefi büyük
bir kitap tasnif edilmemiştir. Halk arasında büyük kabul görmüş, tabakalarının ve
mezheblerinin farklılığına rağmen ulemâ ve fukahâ arasında hakem, 'Irak, Mısır,
Mağrib ve diğer ülkelerin bir çok şehirlerinde hadîs musannıflarına örnek
olmuştur. Her ne kadar Horasan ehli arasında el-Buhârl ve Müslim'in Şa/ufr'leri
itibar görmüş ve sahih tasnifinde onların şartı gözönünde tutulup örnek
ahnmişlarsa da, Ebü Davud'un SunenH, daha çok fıkıh aKVAmmı ihtiva etmesi
yönünden diğerlerinden üstün addedilmiştir". Yine el-Hattâbl, tbnu'l-'Arabl'nin
"bir kimsenin elinde ilim olarak Allah'ın Kitabı ve bir de Ebü Davud'un SunenH
bulunsa, o kimse başka hiç bir şeye muhtaç olmaz" sözüne işaretle şöyle der:
"Şüphesiz bü böyledir. Allah Tacâlâ dinle ilgili her şeyi Kitabında zikretmiş,
ancakjbunlardan bazısının beyanını Peygamberine bırakmıştır. Bu bakımdan
Hazreti Peygamberin Sünneti, KuVânın beyanıdır. Ebü Dâvüd, Sünnet ve fıkıh
ahkâmı ile ilgili hadîsleri toplamak suretiyle kendinden öncekilerin ve
sonrakilerin yapmadıkları bir işi yapmış, Kur'ân ve kendi Suıten'inden başka bir
şeye ihtiyaç
Ebü Dâvüd, Sunen'de naklettiği 4800 hadîsi sıhhat yönünden üç guruba
ayırmıştır: Sahih olanlar, sahih görünenler ve sahihe yakın olanlar. Bununla
beraber ona göre yalnız dört hadis bile bir insana dini için kâfi gelir. Bu hadîsler
şunlardır: "Ameller niyetlere göre değerlendirilir". "Malâyâniyi terketmek kişinin
tslâmının güseUiğindendir". "Mü'min, kendisi için rıza gösterdiğine kardeşi için de
nza göstermedikçe tam mü'min olamaz". "Helâl açıktır; haram da açıktır; bunların
arasında müteşâbihât vardır".
Ebü Dâvüd kitabında, sahih olan, sahihe benzeyen ve sahihe yakın olan
hadîsleri nakletmiştir. Bununla beraber, naklettiği hadîsler arasında zayıf olanlar
bulunduğu zaman, bunların zayıf olduklarını açıklamayı da ihmal etmemiştir. Ebu
Davud'un zayıflığına işaret etmediği hadîsler ise» onun nazarından sâlilı olan
hadîslerdir ve bunların da bazısı bazısından daha sahihtir. Buna göre, kitabında
yer alan böyle bir hadîs, eğer Şa&ifrân'dan birisinde nakledilmemiş ve sahih ve
hasen hadîsleri birbirinden ayırt edebilen bir imam tarafından da sahih veya zayıf
olduğu belirtilmemiş ise bu takdirde o hadîs, Ebu Dâvüd nazarında "hasen" olan
bir hadistir; bunun dışındakiler ise sahih olanlardır. Ebu Davud'un zayıf olduğuna
işaret ettiği halde, yine de kitabında naklettiği hadîsler, o bâbda sahih veya hasen
hadîs bulamadığı durumlarda nakletmek zorunda kaldığı hadîslerdir; zira ona göre
zayıf hadîs, re'yden daha kuvvetlidir.
Ebü Dâvüd Sünen dışında daha pek çok kitap tasnif etmiştir. Hayatının son
senlerini, sonradan yerleşmiş olduğu Basra'da geçirmiş ve 275 senesinde
vefat etmiştir [1008]
Ebü cIsâ Muhammed tbn cIsâ İbn Sevre es-Suleml et-Tirmizi, 209 senesinde
Tirmig'de doğmuştur. Her hadîs imamı gibi o da küçük yaşından itibaren hadîs
toplamağa, başlamış, bu maksatla yaptığı seyhatlarda pek çok hadîsçi ile
karşılaşmıştır. İmam el-Buhârl'ye tilmiz olduğu gibi, Knteybe İbn Sa*ıd, tshâk tbn
Mügâ, Muhammed tbn Caylân, Sa^d tbn 'Abdirrahman, Muhammed tbn
Beşşâr, rAH tbn Hucr, Ahmed tbn Munf, Muhammed İbnul-Mugennâ, Sufyân
İbn VekP ve daha bir çok kimseden hadis almıştır. Bir çok şeyhin değer
verdikleritilmizleri için yaptıkları gibi, el-Buhârl de, et-Tinni-zTden bir hadis
nakletmek suretiyle onun hafıza, ilim ve takvadaki üstünlüğüne şehadet etmiştir.
Hadîs imamlarının et-Tirmizî hakkında söylenmiş pek çok sitayişkâr sözleri
vardır. cAbdurrahman tbn Muhammed el-îdrisPnin ifadesine göre et-Tirmizî,
"hadîs ilminde kendisine iktida olunan imamlardan biridir.mı, Târify ve cIlel
kitaplarını tasnif etmiş, hafızası örnek gösterilen bir imamdı. Kendisinden rivayet
olunduğuna göre, bir şeyhe ait iki cüz hadîs yazmış, fakat bu hadîsleri şeyhten
işitmemişti. Bir gün Mekke yolunda bu şeyhle karşılaşır, iki cüzün yanında
olduğunu düşünerek hadîsleri işitmek için ondan izin ister. Şeyh kabul edince,
bineğinden iki cüz çıkarır; fakat bu sırada şeyh de hadîsleri okumağa başlamıştır.
Ne var ki et-TirmizI, eline aldığı cüzlerin boş olduğunu görür ve asıl yazılı cüzleri
yanına jpn^mıg olduğunu anlar. Şeyh, hafızasından hadîsleri okuma işini
bitirince, et-TirmizFye sonra da elindeki cüzlere bakar ve boş olduklarını görür.
Bunun üzerine et-Tir-mizl'ye "benden utanmıyor musun?" diyerek onu azarlar. Et-
Tirmiz! durumu ona anlatır ve hadîslerini ezbere bildiğini ve dilerse kendisine
tekrar edebileceğini söyler. Ancak şeyh, buraya gelmeden önce hazırlanmış
olabileceğini söyliyerek kabul etmez. Et-TirmizI, şeyhten başka hadîsler okumasını
ister; o da hafızasından kürk hadîs okur. Et-Tirmizî de bunları tek bir harf değişik-
liği yapmadan aynen tekrar eder. Şeyh onun bu hafıza kudreti karşısında
hayretini gizleyemez ve senin gibisini görmedim, der".
Et-TirmizTnin fıkıh bâblanna göre tasnif ettiği Sünen kitabı, değişik
konulardaki bâbları da ihtiva ettiği için el-Câmfü'ş-Şahib adiyle de şöhret
kazanmıştır. İçinde yer alan hadîsler, sahih, hasen ve zayıf olmak üzere üç gurupta
toplanır. Her hadîsi zikrettikten sonra, o hadîsin hangi guruptan olduğunu "bu
hadîs sahihtir" veya "bu hadîs hasendir" gibi sözlerle belirtir. Keza zayıf olduğuna
işaret ettiği hadîslerin zayıflık sebeplerini açıklamayıda ihmal etmez. Et-TirmizI'yi
diğer musannıflardan ayıran bir özelliği de, bazı hadîslerin derecesine işaret
ederken, sahih, hasen ve garîb kelimlerini çeşitli şekillerde birleştirerek, hiç
kimsenin kullanmadığı bazı tabirlere yer vermesidir. Meselâ bir hadîsin sıhhat
derecesini belirtmek için "bu hadis hasen sahihtir", "bu hadîs hasen garîbtir "bu
hadîs sahih garîbtir", "bu hadîs hasen sahih garîbtir" tabirlerini sık
sık kullanmıştır.
Et-Tirmizî, kitabında, "hasen"Ie kasdettiği manâyı açıklamış ve "bu kitapta
hasen olarak zikrettiğimiz hadîsle^ bize göre isnadı hasen olanı kas-dettik. Şâzz
olmayan, isnadında şüpheli şahıslar bulunmayan ve aynı mealde sair yönlerden de
rivayet edilen her hadîs bize göre hasendir'* demiş olmakla beraber, "hasen"in
"şahîh'le veya "garîb" le ayrı ayrı yahut müştereken teşkil ettiği birleşik tabirler
hakkında hiç. bir açıklama yapmamış, bu tabirlerle, hadîsin sıhhat yönünden
hangi derecelerine işaret etmek istediğini belirtmemiştir. Bu Sebepten muahhar
imamlar, ilk defa et-Tirmizi tarafından kullanılan bu tabirlerin delâlet ettikleri
dereceleri tesbit etmeğe çalışmışlar ve birbirinden farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir.
Et-TirraizPnin kitabı, cn-Nesâ'l ve Ebü Davud'un kitaplarına nisbetle üçüncü
derecede yer almıştır. Hadîs ilminin usûle müteallik bazı meselelerinde bu kitap
bir asıl kabul edilse ve sonunda bir de "Kitâbu'l-'ıhl" adını taşıyan bir bölümü
bulunsa bile, et-TirmizFnin, en-Nasâ'I ve Ebû Dâvüd tarafından zayıf addedilen
bazı râvilerden hadîs nakletmesi, derecesini diğer iki kitabın altına düşürmüştür.
Bununla beraber onu Kutub-i Sttte'nin üçüncü sırasında zikredenler de vardır.
Meselâ Hâcî Halîfe, Ke^it'i-^unün'unda şöyle der: "Kutub-i SiBe'nin
üçüncüsüdür. Müellifine nisbetle şöhret kazanmış ve CâmFu't-Tirmizi denilmiştir
Ona Sünen de denir; fakat birinci isim daha meşhurdur", imam Ebü Ismâ'il
^Abdullah îbn Muhammed el-Anşarl ise, et-Tirmizî'nin kitabını, el-Buharî ve
Müslim'in kitaplarına tercih eder. Zira ona göre, el-Buharî ve Müslim'in
kitaplarından yalnız âlimler istifade eder; et-Tirmizî'nin kitabı ise halkın her ferdi
için faydalıdır.Et-TirmizI, 279 senesinde doğduğu yer olan Tirmiz'de vefat
etmiştir [1009]
Ebü tAbdillah Muhammed Ibn Yezld Ibn tAbdillah Ibn Mâce el-Kazvini, 219
senesinde dünyaya gelmiş, hadîs yazmak için Rey, Basra, Küfe, Bağdâd, Şam,
Mısır ve Hicaz'a seyahat etmiştir. Hadîs aldığı kimseler arasında Ebü Bekr Ibn Ebl
Şeyhe, el-Leyg îbn SaM, ibrahim tbnu'l-Munzir, tAbdullah Ibn Mucâviye, Hişam
Ibn cAmmâr ve bunların tabakasından daha bir çok kimse vardır.
ibn Mâce, hafıza ve itkan bakımından hadis imamlarının senasına maz-har
olmuş, kendisinin gika (güvenilir) ve hüccet olduğu üzerinde ittifak edilmiştir.
Ebü Ya*lâ el-Halfll'ye göre, hadîs sahasında âlim, Târih ve Sünen gibi eserlerin
musannifi, <Irâk, Mısır ve Suriye'ye seyahat etmiş bir kimsedir, tbn Kesir ise,
tasnif ettiği Sünenin, bu sahadaki ilmine, ameline, ihtisasına, usûl ve fürûdaki
sünnete bağlılığına delâlet ettiğini söyler.
ibn Mâce, fıkıh bâblarına göre tasnif ettiği Sünen kitabı ile şöhret kazanmıştır.
Ancak bu kitap, altıncı asrın başına kadar Kutub-i Sitte arasında yer almamıştı;
daha doğrusu, bu zaman zarfında, hadîsçiler nazarında asıl olan beş hadîs kitabı
bulunuyordu. Bunlar el-Bu^ârl ve Müslim'in Şo&îfr'leri »k en-Nesâ'î, Ebû
Dâvüd ve et-TirmizI'nin, Sunen'leriydi. EbuH-Fazl îbn Tfihir el-MakdisI (Ö. 507)
nin bu beş kitab (Uşül-i hamse) a tahsis ettiği A(râf'* tbn Mâce'nin Sunen'ini de
eklemesinden ve "Altı imamın Şartlan" '(Şimmeti's-sitte) adlı kitabını telif
etmesinden sonra, Ibn Mâce'nin Sunen'i de muteber kitaplar arasında
zikredilmeğe başlamıştır. Bununla beraber onun, yalancılık ve hadîs hırsızlığı ile
itham olunmuş bazı râvilerden gelen hadîslere de kitabında yer vermiş olması,
bazı hadîslerin Sunen'in altıncı kitap olarak kabul edilmesine muhalif kalmalarına
sebep olmuştur. Bu hadîsçiler-deD bir kısmı, daha az zayıf râvilerî ve daha şâzz ve
munker hadîsleri bulunan ed-Dariml'nin Sunen'ini altıncı kitap olmağa lâyık
görürken, diğer bazıları, Mâlik Ibn Enes'in el-Muvaffa* adlı kitabını tbn Mâce'nin
Süneni yerine teklif etmişlerdir. Maamafih Sünen, sayıca fazla olmayan zayıf ve
hattâ mevzu sayılan bazı hadîslerine rağmen, bilhassa fıkıh bâbları yönünden
büyük faydası dolayisiyle, altıncı kitap olarak kabul görmüş ve şöhret kazanmıştır.
Ez-ZehebFye göre Sünen, 32 kitap ve 1500 bâbdan müteşekkil olup, bütün
bâblarda, muhtelif sayılarda taksim edilmiş 4000 hadîs vardır.
Ibn Mâce, 273 senesinde vefat etmiştir [1010]
d. Muşannaflar
ikinci asırda Muşannaf adı altında ortaya çıkan kitaplara işaret etmiş \e
bunların Sürtenlere nisbetle büyük bir farklılık arzetmediklerini belirtmiştik.
Üçüncü asırda da, çok sayıda olmasa bile, bu ismi taşıyan kitaplar tasnif edilmiştir.
Bunlar, Ebû Bekr CABDURRAZZÂK Ibn Hemmâm tbn NâiT d-Htmyerl (Ö.
211) [1011]. EBITR-REBÎ* Süleyman Ibn Dâvüd el-Ezdl EZ-ZEHRÂNI el-cAteki
(Ö. 234)« [1012] EBÜ BEKR IBN EBÎ ŞEYBE «Abdullah Ibn Muhammed Ibn
İbrahim Ibn cOSmân el-cAbsI el-Küfî (Ö. 23S)» [1013], Ebü 'Abdirrahman BAKIY
ÎBN MAHLED Ibn Yeald el-Kurtubî (Ö. 276) [1014] nİn Musannalarıdır. [1015]
e. Câmi’ler
Fıkıh konulan yanında diğer konuları da içine alan Câmi'ler, üçüncü asırda da
tasnif edilmiş; bilhassa el-Buhârl ve Müslim'in -Camileri ile bu asır,
hadîs tarihinin altın çağı olmuştur.
Ebü Bekr CABDURRAZZÂK Ibn Hemmâm Ibn Nâfi1 el-Hımyerî (Ö.
2U) [1016] nin, Ebü 'Abdillah Muhammed Ibn tsmâ^l Ibn Muğîre EL-BUÇAR! el-
Cu'fl (Ö. 256) [1017] nin, Ebu'l-Huseyn MÜSLİM Ibnu'l-Çaccâc el-Kuşeyrî en-
Neysâbürî (Ö. 261) [1018] nin Cömi*leri bu asırda tasnif edilmiş eserlerdir. Burada,
Kutub-i Sîtte'ye vücûd veren el-Buhârl ve Müslim ile bunların Cami-
leri üzerinde de kısaca durmayı faydalı buluyoruz. [1019]
i. El-Buhâıi ve el-Câmiu's-sahihi
Hadîs tarihinde ismi ve tasnifi ile şöhret kazanan Ebû cAbdiUah Muhammed
Ibn Ismâcil tbn ibrahim İbni'l-Muğîre el-Buhârl el-Cu^, 194 senesinde
BuhSrâ'da dünyaya gelmiş, henüz on yaşlarında iken hadîse merak sararak
ülkesinde bulunan muhaddislerden hadîs dinlemeğe ve dinlediklerini hıfzetmeğe
başlamıştır. Daha onbir yaşında iken beldesinin hadîsçüerinden ed-DâhilTnin,
halka, Sufyân can EbVz-Zubeyr can İbrahim diyerek hadîs naklettiği bir sırada,
Ebu'z-Zubeyr'in İbrahim'den hadîs işitmediğini söylemiş ve onun hatasını tesbit
edmiştir. Zira ibrahim'den hadîs rivayet eden kimse, EbuVZubeyr değil, Zubeyr
Ibn cAdiy idi. Ed-Dâhilî, onbir yaşındaki bu çocuğun ikazı üzerine, haklısın,
diyerek kitabını tashih etmek zorunda kalmıştır.
El-Buhârl onaltı yaşında iken cAbdullah İbnu'l-Mubârek ve Vekl* 1b-uu'1-
Cerrâh'ın kitaplarını ezberlemiş, sonra annesi ve kardeşi ile birlikte hacc için yola
çıkmıştır. On sekiz yaşına geldiği zaman, sahabe ve tâbî'ûnun kasa ve kavillerini
toplayıf tasnif etmiş, yine aynı şuralarda, Hazreti Peygamberin kabri başında ve ay
ışığının aydınlattığı gecelerde Târih'ini yazmıştır.
El-Buhârî, hadîs toplamak için bir çok ülke dolaşmıştır. Suriye, Mısır, Cezire,
Basra» Küfe, Hicaz, uğradığı ve bazılarında uzun zaman kaldığı ilim
merkezlerindendir. önce kendi ülkesinde, sonra da gezdiği yerlerde pek çok
kimseden hadis almıştır. Bunlar arasında, MekkI tbn ibrahim el-Belhî" * Abdan
Ibn 'Osman el-Mervezi, cUbeydullah Ibn Müsâ eI-(AbsI, Ebü cAşım eş-Şeybânî,
Muhammed Ibn cAbdillah el-Anşârl, Muhammed Ibn Yûsuf el-Fir-yâbl, Ebü
Nu*aym el-Fazl Ibn Dukeyn, Ebfl Gassân en-Nehdl, Snleymân Ibn Harb ve daha
bir çok hadîsçi vardır ki, el-Buhârl, bunların hadîslerini et-Câ*nucuV-
$a&»fr'inde nakletmiştir. Kendisinden rivayet olunduğuna göre, binin üstünde
şeyhten hadîs yazmıştır ve yazıpta isnadını bilmediği tek bir hadis yoktur.
Olağan üstü bir hafızaya sahip olan el-Buhârl, hadîs toplamağa başladığı
küçük yaşından itibaren işittiği bütün hadîsleri isnadlanyle birlikte hıfzediyordu.
Hâşid îbn îsmâcîl anlatır: Ebü 'Abdillah. Muhammed îbn İsmâ'îl bizimle birlikte
Basra şeyhlerini dolaşırdı. O sıralarda henüz çocuk denecek bir yaşta
bulunuyordu. Ancak o, hadîs işittiğimiz şeyhlerden işittiği hadîsleri yazmazdı ve
biz ona yazmamasının sebebini sorar durardık. Aradan on altı gün geçmişti ki,
bize: Artık çok oklunuz; giz yazdıklarınızı getirip gösterin bakalım, dedi. Ona
yazdıklarımızı okuduk. O bize on beş bin fazlasıyle hepsini hafızasından
tekrarlayıverdi. O zaman anladık ki o, hiç kimsenin önüne geçemeyeceği bir
insandır.
El-Buhârî'yi imtihan etmek ve onun hafıza kudretini ölçmek maksadıy-le
Bağdâd muhaddis ve fukahasımn tertip ettiği bir meclisin hikâyesi de çok şöhret
kazanmıştır. El-Hatîb el-Bağdâdî'nin de naklettiği gibi, Bağdâd mu-haddİBİeri, el-
Buhârî'nin Bağdad'a geldiğini haber alınca, yüz hadîs seçerler ve bunların metin
ve isnadlarını değiştirerek bir metnin isnadını diğer bir bir metne, bu metnin
isnadım da bir başka metne eklerler ve bu suretle metin ve isnadları maklûb yüz
hadis meydana getirirler. Sonra bu hadîsleri onar onar on kişiye dağıtırlar ve bir
mecliste el-Buhârlye bunları sormalarını tenbih ederler. Meclis toplanır; on
kişiden birisi, elinde bulunan on hadûi birer birer el-BuhârFye sormağa başlar. El-
Buhârl, her hadîsin sorulmasından sonra daima "bilmiyorum" cevabını verir. On
hadîs tamamlandıktan sonra, mecliste hazır bulunan muhaddislerden bazdan
birbirlerine bakarak el-Buhâri'nin âciz, kusurlu ve anlayışının kıt olduğuna
hükmederler. Bundan sonra ikinci şahıs elindeki on hadîsi sorar; el-Buhari banlar
hakkında da aynı şekilde "bilmiyorum" cevabını verir. Böylece on kişi tarafından
yüz maklûb hadîsin sorulması tamam olur. El-BubârI soru işinin bittiğini
anlayınca, ilk soran şahsa döner ve "senin birinci hadîsin şöyle, ikinci hadîsin
şöyle; üçüncü dördüncü ve onuncu hadîsin de şöyle olacak" diyerek, her metni ait
olduğu isnada, her isnadı da ait olduğu metne bağlar. Sonra ikinci şahsın on
hadîsini ve sırasıyle diğer şahısların hadîslerini düzeltir. Böylece Bağdâd
muhaddislerinin önünde hadîs bilgisini ve hafıza kudretini isbat eder.
El-Buhârî, gerek akranlarının ve gerekse şeyhlerinin hudutsuz senalarına
mazhar olmuştur. Ahmed tbn Hanbel, Horasan'ın, onun gibi birisini
yetiştirmediğini söylemiş; cAlî İbnu'l-Medînî de "el-Buhârî, kendisi gibi birisini
görmemiştir*1 demiştir. Ahmet Îbn Hamdün ise, İmam Müslim'in el-BuhârTye
gelip alnından Öptüğünü, sonrada ona şöyle dediğini ileri sürmüştür: "Bırak da
ayaklarını öpeyim, ey üstadlann üstadı, muhaddislerin efendisi, hadîs illetlerinin
tabibi". Bundan sonra Müslim bir hadîs hakkında sual sormuş, cevabını aldıktan
sonrada ona şöyle demiştir: "Sana, yalnız hased edenler düşman olur; şehadet
ederim, ki, dünyada senin bir eşin daha yoktur1'
El-Buhârî, fıkıh sahasında ve sünen ve asardan hüküm istanbatında müetehid
imamlardandı. Bu konuda, "ne olursa olsun, ihtiyaç hasıl olupta Kitap ve
Sünnette aslı bulunmayacak bir şey bilmiyorum" derdi. Esasen ef-
Cömi'uVŞa&ifr'inin teceme (bab başdıgı) lerinde bunu kolayca tesbit
etmek raümkindir.
El-Buhârî, zuhd ve takva sahibi, dünya malına kıymet vermeyen, emir ve
sultanların heves ve arzularına cevap vermeyecek kadar ilim haysiyetine düşkün
bir kimse idi. Her halde bu üstün yaratdışının bir neticesi olacaktır ki, hayatının
ileri devrelerinde, bazı üzüntü verici hadislerle karşılaşmış ve bir hayli sarsılmıştır.
Rivayet olunduğuna göre, el-Buhârî Nîsâbûr'a döndükten sonra, onun şöhretini
bilen halk, etrafım sarmış ve derslerini, yahut İlim meclislerini devamlı olarak
takip etmeğe başlamıştır. Halkın ona teveccühü, Nîsâbür'un ileri gelen
imamlarından Muhammed tbn Yahya ez-Zuhlî'nin unutulmasına ve dolayısiyle
hased damarlarının kabarmasına yol açmıştır. tşte bundan sonradır ki el-
Buhârî'nin, Kur'ân lafzının mahluk olduğu görüşüne sahip bulunduğu iddiası
ortaya atılır ve Muhammed tbn Yahya, halkı el-Buhâri'nin meclislerine devam
etmekten meneder. Bu hâdiseden sonra Nîsâbür'da daha fazla kalamayacağını
anlayan el-Buhârl, doğum yeri olan Buhârâ'ya, gelir. Buhârâ'da ise, oranın valisi
Emir Hâlid tbn Ahmed ez.-&uhlî, bazı adamlarıyle ona haber gönderir ve CâmP,
Târih ve diğer kitaplarını alıp saraya gelmesini, onlan kendisinden işitmek
istediğini bildirir. El-Bu-hârl İse valiye şu cevabı gönderir: "Ben, ilmi halkın
kapısına götürüp zelil etmem. Eğer senin bu ilimden bir şeye ihtiyacın varsa
mescidimde, yahut evimde hazır bulun. Bu da hoşuna gitmezse, beni kürsüde ders
vermekten menedersin; çünkü sultan sensin. Ancak bu, kıyamet günü Allah
katında benim için bir mazeret olur. Oysa ki ben, Hazreti Peygamberin "her kim
bir ilimden sorulur, o da onu gizlerse, kıyamet günü ateşten bir gem vurulur**
hadîsi gereğince ilmi gizleyemem". îşte bu hâdise,* el-Buhârî ile valinin arasının
açılmasına sebep olur ve vali, bazı adamlarının da yardımı île, el-Buhârî hakkında
Nlsâbür'da ileri sürülen halku'l-Kur'ânla ilgili ithamları yeniden ortaya atarak
onun şehirden çıkarılmasını emreder. El-Buhârî, Semerkand in bir kasabası olan
Hartenk'e gelir ve orada oturan bazı akrabalarının yanına iner. Fakat burada
ancak bir ay kadar kalır; 256 senesinin Ramazan bayra-
mı gecesi hastalanarak vefat eder.
El-Buhârî, tedvin ve tasnifin altın çağı diyebileceğimiz bîr devri idrak eımiş
olması dolayısiyle, hadîs ilimindeki geniş bilgisinin, metin ve isnadlardaki illetlere,
ricalin cerh ve tadil yönünden değişik faallerine derin vukufunun ve nihayet
sahih hadîsi sakını olanından ayırmak hususunda gösterdiği son derece titiz
davranışının sayesinde, mükemmel bir hadîs eseri tasnif etmeyi başarmış ve bu
eser, İslâm dünyasında, Kur'ânı Kerîmden sonra dînîn ana
kaynağı olmak vasfını kazanmıştır.
Kendisinden nakledilen haberlerden anlaşıldığına göre eZ-CörniVş~Şahih''i,
toplamış olduğu 600 bin hadîs içirfden titizlikle seçip ayırdığı sahih hadîslerden
meydana getirmiştir. Yine kendisi, 100 bin sahih, 200 bin de illetli veya zayıf
hadîsi hıfzettiğini söylemektedir. El-CâmFu'ş-Şakİfy'lte naklettiği hadîs sayısı ise,
mucallak, mutâbi* şâhid ve mevkuf olanlar dışında, müker* rerlerle birlikte 7397
dir. Mucallak, mutâbi* şâbid ve mevkuf olanlar da dâhil edilirse, bu sayı, 9000 i
bulmaktadır. Bu rakkam, toplamış olduğu 600 bin, veya hıfzettiği 100 bin hadîse
nisbetle çok cüVî bir miktara delâlet eder. Bu, bize şu gerçeği açık bir şekilde
göstermektedir ki, el-Buhârî, bazılarının iddiası hilâfına, bütün sahih hadîsleri
kitabında toplamayı gaye edinmemiştir ve buna da lüzum görmemiştir. Nitekim
bu husus, bizzat kendisi tarafından da ifade edilmiş ve "bu kitabıma yalnız sahih
olan hadîsleri aldım ve uzamasından' korktuğum için de bir miktar sahihi kitabın
dışında bıraktım" demiştir.
El-Buhârî, sahih hadîsleri toplayarak onları fıkıh bâblarına göre tasnif eden ilk
hadîsçilerden sayılır. Nitekim daha sonraları telif edilen usûl kitaplarında evvelu
men ellefe fVş-şah.îhi'l-mucerred huveH-Buhârl (mucerred sahih konusunda ilk
kitap telif eden kimse eİ-Buhârî'dir) başlığı altında bu konuya ayrı bir yer
verilmesi buna delâlet eder. Filvaki, biraz önce de işaret ettiğimiz gibi, el-Buhârî,
tedvin ve tasnifin altın çağını idrak etmiş bir müelliftir ve onun devrine gelinceye
kadar bir çok hadîs kitabının tedvin ve tasnif edildiği bilinmektedir. Bu
musannafatı, musannıflarının isimleriyle birlikte ilk devirden itibaren zikrettik.
Fakat şunu unutmamak gerekirki, el-Buhârî devrine kadar vücûda getirilen
eserler, sahih hadîsleri olduğu kadar, hasen ve zayıf hadîsleri,' yahut mevkuf ve
maktu haberleri de ihtiva ettikleri için, bunlara mucerred sahih konusunda telif
edilmiş kitaplar olarak bakmak roümkin olmuyordu. Her arzu eden kimse
hadîslerin esrarına vakıf olmadıkça, bu eserlerden gerektiği şekilde istifade
edemiyor, daha doğrusu, sahih olan hadîsleri diğerlerinden ayırdedebilecek bir
imkân bulamıyordu. Yahutta şerîate müteallik her hangi bir konuda ihtiyacı olan
sahih hadîsleri birarada göremiyor du.
Bu eserler, gelişi güzel sıralanmış hadîslerin ezberlenmesini kolaylaştırmaktan,
veya rivayet esnasında müracaat edebilmekten başka bir işe yaramıyordu. Halbuki
İslâm'ın çizdiği yoldan inhiraf etmiş çeşitli fırkaların saçtığı fesad tohumlarının
süratle filiz vermeğe başladığı, bid'atıu alabildiğine yayıldığı bir devirde, sahih
hadislerden kolayca istifade edilmesini sağlayacak,onların muarızlara karşı birer
delil ve hüccet olarak kullanılmasına imkân verecek mevzularına göre tertip ve
tanzim edilmiş sahih kitaplara ihtiyaç vardı, tşte bu ihtiyaç, büyük imam
muhaddis el-Buhârl'yi harekete geçirdi, tsnadları sahih, metinleri her türlü illetten
salim binlerce hadîs arasından seçip ayırdıklarını, fıkıh, siyer, tefsir vs. konular
altında tertip ve tanzim ederek ei-CamiVş-Şa&i/t'ini meydana getirdi. Yalnız bu
esere Ömrünün onaltı senesini ayırmıştı. Gelen rivayetlerden öğrendiğimize göre,
eserin tasnifinde el-Buhâri'nin şeyhi hadîs imamı tshâk tbn Rahüye'nin de rolü
olmuştur. Bir gün el-Buhâri'ye "Hazreti Peygamberin sahih sünnetini muhtasaran
ceme-den bir kitap telif etmesi" tavsiyesinde bulunmuş, o da bu kitabı telif etmiş-
tir.
El-Buhârî, kitabına aldığı hadîslerin seçiminde tesbit ettiği şartları açık-
lamamıştır. Bununla beraber, kitaba verdiği el-Câm£cu'ş-Şahi$iu''l-Musnedu'l-
Muhtaşar min Vmüri RasûlVllak (s.a.s.) ve Eyyâmih adı, şartlarının neler olduğu
hakkında fikir verebilecek bit manâya sahiptir, önce kitabına el-CâmF adını
vermiştir. Buna göre el-Buhârî, hadîslerini belli bir sınıf veya bâbtan seçmemiş,
aksine feza'il, geçmiş ve gelecekle ilgili hadisler, âdâb,rekâ'ik gibi çok çeşitli
konulardan seçmiştir. Bilindiği gibi, yahnz fıkıh konularına ait hadîsleri ihtiva
eden kitaplara Sünen adı verildiği halde, çok daha değişik konulardaki hadîsleri
muhtevi kitaplara Cami1 denilmiştir. Bu bakımdan, el-Buhâri'nin, kitabına
verdiği CâmF ismi, hadîslerin seçiminde takip ettiği usûle uygundur. Câmic ismini
takip eden Şakîfy sözü, el-BuhârTnin, ki-kitabına yalnız Sahih olan hadîsleri
aldığına delâlet eder. Nitekim daha önce de zikrettiğimiz gibi, bizzat kendisi
"yalnız sahih hadîsleri aldığını, kitabı uzatmamak için de bir miktar sahihi
tekettiğini" açıklamıştır. Kitabın isminde yer alan Musned sözü, el-Buhâri'nin,
yalnız isnadı muttasıl olan hadîsleri kitabına aldığını gösterir. Bunun dışındaki
hadîsler şekil itibariyle ister mursel olsun, ister munkatı veya muallak olsun,
kitapta asil olarak zikredil-memişlerdir. isimde yer alan Muhtasar tabiri ise, daha
Önce de işaret ettiğimiz gibi, bütün sahih hadîsleri kitapta toplamak gayesinin
güdülmediğine delâlet eder. Bu bakımdan hiç kimse, el-Bubârî'nin kitabında
bulunmayan bir hadîsin, mücerred bulunmayışından dolayı sahih olmadığını iddia
edemez. Görüldüğü gibi, el-CâmPu'ş-Şahibu'l-Musnedu'l-MuhtaşaT adı, el-
Buhâri'nin bu ad altında tasnif ettiği kitabın mahiyetini ve gayesini ortaya
koyabilecek bir açıklığa sahiptir.
El-CâmPu'ş-Şafyilfte hadîsleri nakledilen râvilerin seçiminde gösterilen titizlik
de aynca zikre değer. Bu râviler, el-Buhârî nazarında adalet ve zabt şartlarını haiz
olan, yani sika denilen kimselerdir. Bu evsaftaki râvilerin biri-birlerîyle olan
ittisallerine ve biribirlerinden hadîs işittiklerine açık bit şekilde delâlet eden
semiHu, İıadde$enİ ve ahberenî tabirleriyle rivayet edilmiş hadîsler, kitapta
birinci dereceyi işgal ederler. Keza €an ve |cö/e gibi ibarelerle nakledilen hadîsler
dahi, râvilerin hadis aldıkları şeyhlerine likaları el-Bu-fyârî tarafından tesbit
edildikten sonra aynı derecede zikredilmiştir. Fakat likaları şüpheli olan veya
müdellis oldukları bilinen kimselerden hadîs nakletmek zarureti hasıl olmuşsa -bu
gibi hadîslerin sayıları çok az olsa bile-
bunlar, ancak mutâbi ve şâhid olarak nakledilmiştir.
EI-Bub^ârî, kitabını çeşitli bâblara ayırmış ve her baba, o bâb içinde yer alan
hadîslerin konularına uygun düşen bir isim vermiştir. Terceme adı verilen ve "bâb
unvanı" manâsına gelen bu başlıklarda, bazan Kur'ânı Kerîmden, bir âyet
zikredilmiş, bazan da, el-Bub,ârFnin bâb konusu ile ilgili görüşlerini aksettiren
ifadeler yer almıştır. Fıkhı değeri olan bu ifadeler dolayısiy-ledir ki fifchu'l-Buharı
fi terâcimih (el-Bufeârl'nin fikhı tercemelerindedir) denilmiştir.
El-Bufyârî'nin tercemelerinde görülen bir hususiyeti de, tercemeleri takip
eden hadîslerin, her bâbta değişik sayıda bulunması ve hattâ bazı bâb-larda tek bir
hadîsin dahî zikredilmemeği, yahut yalnız talîklara yer verilmiş olmasıdır. Bazı
bâblar ise unvansız bırakılmıştır.
El-Bubârl'nin bazı bâblarda hiç bir şey zikretmemesi çeşitli tefsirlere yol
açmıştır. Bazıları, onun bunu kasden yaptığım ve bununla o bâbta şartına uygun
hadîs bulamadığını belirtmek istediğini ileri sürmüşlerdir. Bu sebepledir ki bazı
Sahih nüshalarında, hiç hadîsi zikredilmeyen bir babın, babı zikredilmeyen hadîse
eklendiği görülmüştür. Bunun sebebini açıklayan Ebu'l-Velld el-Bâcî, Ebü İshâk
el-MustenuTden şu haberi nakletmiştir: "El-Bufyârî'nin kitabını kendi aslından
istinsah ettik; bu asıl, Muhammed İbn Yûsuf el-Firabrl'de bulunuyordu. O zaman
gördük ki, kitapta tamamlnama-mış, beyaz bırakılmış yerler, kendisinden sonra
hiç bir şeyi tesbit edilmemiş tercemler, tercemesi zikredilmemiş hadîsler vardı. Biz
bunların hepsini birleştirerek yazdık" (El-Cezâ'irî, Tevcîhu'n'nazar, s. 89). Ebu'l-
Velîd el-Bâcî, bu haberin doğruluğuna, kitabın muhtelif nüshalarının delâlet
ettiğini söyli-yerek şöyle der: "Filhakika Ebü ishâk el-Mustemli*nin, Ebü
Muhammed es-Serah.BÎ'nin ve Ebü Zeyd el-Mervezî'nin rivayetleri, takdim ve
tehir yönünden birbirinden farklıdır; halbuki bunların hepsi de tek bir asıldan
istinsah etmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, müstensihlerden her biri, bu gibi yer-
lerdeki meseleleri kendi anlayışlarına göre uygun gördükleri yerlere izafe etmişler
ve bu suretle aralarında görülen takdim ve tehir farkları, veya aralarında hiç hadîs
bulunmayan muttasıl terceme şekilleri ortaya çıkmıştır. Bununla beraber, e/-
Cömt*u'ş-Şa/ıî£'te bu gibi yerlerin çok az olduğu da bir gerçektir" (aynı yer).
Bu açıklamadan anlaşıldığına göre, el-Buh^ârl, çeşitli şekillerde zikretmiş
olduğu bâb tercemelerinde, o baba ve kendi şartlarına uygun hadîs bulmuşsa, o
hadîsi kitabı için ıstılah olarak tesbit ettiği baddegenâ ve benzeri ta* birlerle veya
bu tabirlerin yerini tutabilecek şartları haiz cancane ve benzeri ibarelerle o bâb
içerisinde zikretmiştir. Eğer kendi şartlarına uygun hadîs bulamamış, bununla
beraber, hüccet olarak kullanılabilecek evsafa sahip bir hadîs ele geçirmiş ise,
şartına uygun hadîslerin zikrinde kullandığı usûlü değiştirerek, bu gibi hadîsleri
daha başka şekillerde nakletmiştir. Meselâ talik ettiği hadîslerin çoğu
bunlardandır. Gerek kendi şartına ve gerekse başkalarının şartına uygun hiç bir
sahih bulamamışsa, o zaman halk arasında şöhret kazanmış ve kıyas olmak üzere
kullanılan bir hadîsi, ya lafzen veya manen almış ve onu bâb tercemesi olarak
nakletmiştir; sonra* da bu haberin manâsına şehadet edecek bir âyet veya onu
teyid edecek bir hadîs zikretmiştir (aynı eser, s.
Ancak bu zikredilenler, e/-Cömi<u'ş-Şofrıfr'in telif ve tasnifinde el-Bu-
^ârî'nin takip ettiği metodla ilgili tahminlerden öte geçmemektedir. El-Bu-
b^ârî, kendi metodunu tasrih etmediği için bu konuda ileri sürülen görüşlere
tahmin diyoruz. Bununla beraber akla yakın olan görüşlere olabilir nazarı ile
bakmanın en doğru yol olduğuna şüphe yoktur [1020]
f. Cüzler
Cüz, tek bir sahabînin veya daha sonrakilerden bir hadîsçinin hadîslerini
toplayan kitaplardır. Bazan, belirli bir konuya tahsis edilmiş hadîsleri ihtiva eden
mecmualara da cüz denilmiştir. Cüz'ler daha ziyade Üçüncü asırdan itibaren
ortaya çıkmağa başlamış ve binlerce cüz telif edilmiştir. E naklettiğine göre,
Nîsâbür'un tanınmış muhaddislerinden hafız Ebü Hâzim 'Ömer İbn Ahmed el-
cAbdevî (Ö. 417) "kendi elimle, her bir şeyhten bin cüz olmak üzere on şeyhten
10 bin cüz yazdım" demiştir [1022]ki, bu sözden, tahmin edilemeyecek kadar çok
sayıda cüz telif edildiğini anlamak mümkindir Biz burada üçüncü asra ait bazı cüz
sahiplerinin isimlerine işaret etmekle yetineceğiz.
EBÜ AŞIM EN-NEBlL ez-?ahhâk ibn Mabled eş-Şeybânî (Ö. 212) [1023]; Ebü
cAbdİllah MUHAMMED İBN 'ABDİLLAH İBNÎ'L-MUŞENNÂ el-Ansârl (Ö.
215) [1024]; EBÜ MUSHtR «Abdu'1-Alâ îbn Mushir el-Gassânî (Ö. 218) [1025];
Ebü CA1Î EL-HASAN ÎBN £AREFE İbn Yezîd el-'Abdi el-Bağdâdl (Ö.
257) [1026]; Ebü Mescüd AHMED IBNU'L-FURÂT İbn Hâlid ez-?abbl er-Râzî (Ö.
258) [1027]; Ebü 'Abdillah MUHAMMED İBN YAHYA İbn «AbdiUah ES-ZUHLÎ
(Ö. 258) [1028]; Ebü Cacfer MUHAMMED ÎBN CÂŞIM EŞ-ŞEKAFÎ el-Işfahânî
(Ö. 262) [1029] »; Ebü Bekr Ahmed İBN EBÎ HAYŞEME Zuheyr İbn Harb en-
Nesâ'İ el-Bagdâdi (Ö. 279) [1030] Ebü îshâk îsmâ'îl İbn îshâk îbn Is-mâ(ü îbn
Hammâd EL-CAHZAMI el-Ezdî (6. 282) [1031]; EbuU-Hasan CALİ İBN 'ABDİ'L-
^ZIZ ibnH-Merzubân İbn Sâbür EL-BEGAVl (Ö. 287) [1032];
Ebu'l-'Abbas Ahmed İbn CAH tbn Müslim EL-EBBÂR (Ö. 290) [1033]; Ebü
Mus-Um İbrahim İbn ^Abdillah İbn Muelim İbn MâSz el-Başri EL-KECCÎ (Ö.
292) [1034]; Ebü Bekr Muhammed İbn Mihran en-Neysâbürl EL-tSMÂ'lLİ (Ö.
295)" [1035]; EbuVAbbâs AHMED İbn Muhammed İbn Mesrük ET-TÜSÎ el-
Bağdâdl (Ö. 299) [1036]
h. Mustahrecler
Daha önce de muhtelif vesilelerle işaret ettiğimiz gibi, hadîs ilminin veya
usûlünün bütün konularını içine alan müstakil kitaplar, ancak dördüncü as* nn
ilk yarısından itibaren telif edilmeğe başlanmıştır. Ancak bu gecikmeyi, hadîs ilmi
ile ilgili ıstılahların, kaide veya tariflerin, daha Önceki asırlarda ha-dîsçiler
arasında maruf ve müstamel olmadığı, yahut bunların yerleşip kök-leşmediği
manasında anlamamak gerekir. Aslında bunlar çok daha önceleri hadîsçiler
arasında biliniyor ve kullanılıyordu. Bununla beraber ilk devirlerde» hadîsçileri
daha çok hadîs metinlerinin toplanması ve konularına veya râ-vilerine göre tasnifi
meşgul ettiği için usûlle ilgili telif çalışmalarına vakit ayı-ramıyorlardı. Belki
birincisi, onlar için daha tatlı ve hayırlı geliyordu. Ancak bu, onların usûlle hiç
meşgul olmadıkları manâsına gelmez. Eğer başka türlü olsaydı, en sahih
eserlerinin onların devirinde telif edilmemiş olması gerekirdi.
Hadîs ilminin çeşitli usûl ve kaidelerinin, ikinci ve üçüncü asır hadîsçileri
arasında bilindiğini gösteren deliller, bizzat kendilerinden nakledilen ve daha
sonraki usûl kitaplarında yer alan haberlerdir. El-Buhâri ve Müslim'in yalnız hadîs
metinlerine tahsis ettikleri Şa/u/t'lerinde bile tahammül ve rivayet kaidelerine,
yahut hadîs ricaline ait yer verdikleri görüşleri, bunun bir başka delilini teşkil
eder. Hattâ el-Buhârî ve Müslim'den önce gelmiş İmam Muhammed İbn İdrîs eş-
Şâfi*î (Ö. 204) [1072] onin er-Risök adh eseri, belki fıkıh usûlünden ziyade hadîs
usûlü ile ilgili bir kitaptır. Keza, yine eş-ŞâfiV-nin Kitöbu'l-Umm'a içinde yer alan
çeşitli hadîs meseleleri ile ilgili görüşleri ve bilhassa Kitâbu İhtilâfİ'l-Hadis'i, hadîs
ilmi içerisinde mütalâa edilmesi gereken konulardandır.
Aynı konuya tahsis edilmiş Ebü Muhammed * Abdullah îbn Müslim İBN
£UTEYBE cd-Dlneveri (Ö. 276) [1073]!nin Te\İlu MuhUdifVl-gadİs, halan bu
konuda telif edilmiş en mühim kitap olarak bilinir.
Hadîs ilminin konularından bir diğeri, garlbıfl-fyadîş^tir. Bu[1074] konuda ilk
kitap tasnif edenler, En-Nazr Îbn Şumeyl (ö. 203, 204) [1075]ve Ebü «Ubeyde
Mu'ammer İbnu'l-Mugennâ (ö. 210) [1076] dir. Bu bakımdan garîbu'l-hadîg konu-
sunda ilk kitabın KitÖbu GaribVl-I}adiş ve>l-\$âr adı altında Ebü cUbeyd EL-
ÇÂSIM İBN SELLÂM el-Bağdâdî (Ö. 224) [1077] tarafından telif edildiği söylenir.
İsmini biraz önce zikrettiğimiz Îbn Kuteybe ed-Dîneverl, Ebü cUbey-d'in bu
kitabına Zeylu Kitabi GarîbVl-ftadls'im yazmş; Ebü İshak İBRAHİM îbn tshâk
EL-HARBI el-Bağdadî (Ö. 285) [1078] de aynı konuda Kitâbu Garibi*l-Ijadls'ini
telif etmiştir.
Hadîs ilmi içerisinde yer alan bir başka konu nâsih ve mensûh hadîsler
konusudur. Bu konuda AHMED Îbn Muhammed İBN HANBEL eş-Şeybânî (Ö.
241) [1079] nin, Ebü Bekr EL-EŞREM (Ö. 261) [1080] in {Kİtâbu Ndsihi'l-&a-dist
ve'l-Mensüh) ve EBÜ DÂVÜD Süleyman İbnu'l-Eş'ag es-Sicistâni (Ö.
275) [1081] mn birer telifi vardır.
Diğer bir konu, Slelu'l-hadîg konusudur. Üçüncü asır, en mühim Kitâ[1082]-
6u7-cİJePlerin telif edildiği bir devir olarak görülür. Bu konuda kitap telif edenler
<AH tbnu'l-Medlnl (Ö. 234) ", Ahmed Îbn Hanbel (Ö. 241) [1083], el-Bu-hâri
(Ö. 256) [1084], Ebü Bekr el-Egrem (Ö. 261)[1085], MusUm Îbnu'l-Haccâc (Ö. 261)
, ve et-Tirmİzî (Ö.279)[1086]dir. Üçüncü asırda, başta sahabe olmak üzere hadîs
rivayet eden ricale tahsis edilmiş tarih, tahakat, isim ve künye kitaplarıyle cerh ve
tacdil kitapları da telif edilmiştir. 'Ali İbnu'l-Medînî (Ö. 234)nin, EbÛ Bekr
Ahmed Îbn €Ab-dülah Îbn «Abdirrahman EL-BERKÎ (Ö. 27O) [1087] nin ve Ebü
Muhammed 'Abdullah Îbn Muhammed Îbn cI»â el-Mervezî CABDÂN (Ö.
293) [1088] ın Kitâbu Ma'rifetVs-Şabâbe'eU Ebü cAbdillah Muhammed İBN
SACD Îbn MenT el-Başrf (Kâtibu'I-Vâkidl) (Ö. 230)[1089] nin, Ebü Zekeriyyâ1
YAHYA İBN MA'ÎN Îbn 'Avn el-Murrî el-Bağdâdî (Ö. 233) [1090], Ebu'l-rjasan
ıO§MAN Îbn Muhammed İBN EBI ŞEYBE el-Küfl (Ö. 239) [1091], Ebü «Amr
HALİFE İBN HAY-YÂT eş-Şeybânl (ö. 240) [1092] nin, Ebü (Abdillah
Muhammed îbn İsmail EL-BUHÂRI (Ö. 256) [1093] nin, EbÛ*l-Hasan AHMED
İBN 'ABDİLLAH Îbn Şâlih EL-CICLI el-Küfl (ö. 261) [1094] nin, Ebul-Fazl
'ABDULLAH İBN MUHAMMED Îbn Hatim el-Haşiml (Ö.271) [1095] nin,
Hanbel Îbn İshâk (Ö.273) [1096] ın, Ebü Bekr Ahmed İBN EBÎ HAYŞEME Zuheyr
Îbn Harb en-Nesâl (Ö.279) [1097] nîn, EBÜ ZUR'A cAbdurrahman Îbn cAmr en-
Naşrî ed-Dımaçki (Ö. 280) [1098] « nin TâTÎhu'r-RicâVleTİ; sahabe, tâbi'ûn ve
kendi devrine kadar yaşamış olan ricali toplayan ve "el-Vâkıdî'nin kâtibi" unvanı
ile tanınan Ebü <AbdİI-lah. Muhammed İBN SA*D İbn MenF el-Hâşimi (0.
230) [1099] "nin et-Jabakâtu'L Kubrâ^ı; Ebü<Amr HALİFE ÎBN HAYYAj Ibn
Halîfe eş-Şeybânî (Ö.240)[1100] nin ve Ebu'l-Huseyn MÜSLİM tbnu'l-Haccâc el-
Kuşeyrî (Ö. 261) [1101] nin KitâbuU-Tabakâflan; EBÜ HATİM Muhahammed
îbnu'l-ldrls lbni'1-Mun-gir ER-RÂZI (Ö. 275) [1102] onin fabakâtu't-TâbPin'i; bazı
şehirlerin tarihine tahsis edilmiş olmakla beraber, o şehirde yaşamış veya o şehre
uğramış hadis ricalinin tercemelerini toplayan kitaplardan EBU'L-VELÎD Ahmed
İbn Muhammed İbni'l-Velîd EL-EZRAKl (Ö.223)[1103] nin Târlhu Mekke'si; Ebü
<Abdillah EZ-ZUBEYR İBN BEKKAR İbn 'Abdillah el-Çuraş! (Ö. 256) [1104] ve
Ebü Zeyd (OMER ÎBN ŞEBBE İbn 'Abide en-Numeyrl (Ö. 264) [1105] nin Tâ-
rihu'l-Medine'Bİ; Ebü 'Abdillah Muhammed İbn Yezld ÎBN MACE el-Şas-vînî
(Ö. 273) [1106]nİn Târlhu KazvîrCi; 'ALÎ İBNU'L-MEDlNl (Ö. 234) [1107] Snİn,
AHMED İBN HANBEL (Ö. 241) [1108] in, EL-BüHARİ (Ö. 256) [1109] ve
MÜSLİM (Ö. 261) [1110] in Kitâbu'I-Kuna'lan; Ebü cAbdiUalı MUHAMMED İbn
'Abdil-îah İBN «ABDÎRRAHlM EL-BERKİ (Ö. 249) [1111] nİn ve EL-BUHARÎ
(Ö. 256)nin Kitâ6u>£uca/â'lan; EBÜ ÎSHAK İbrahim İbn tshâk es-SaMI EL-
CÜZECANI (Ö. 259) [1112] nin ye EBU'L-HASAN Ahmed İbn 'Abdİllah EL-
*ICLÎ (Ö. 261) [1113] rnin Kitâbu'l-Cerh »«'(-Tabirleri, üçüncü asırda ricale ve on-
ların tercemc ve tarihlerine tahsis edilmiş başlıca eserlerdir. [1114]
BİBLİYOGRAFYA
[1]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 8.
[2]
Kehf süresi, 6.
[3]
Meselâ bk«. Tefsirül, Celaleyn II. 2.
[4]
Zuha süresi, 11.
[5]
El-Bufetit. Ş*W, VIII. 139; Mıufin, ŞmM, İL S9S-593.
[6]
Sünnetin lügat manân, yol gidia, ürettir. Bu manâda gidiş kem iyi, hem de kötü ola-bffir. Istılahta im, Hasreti Peygamberin söz, fiil
ve takririlerine denir.
[7]
El-Çiaımt, KavSMut-iabdk, «• 35-38; el-Ceza'iiI, TevcOu'n-nazar, 8. 2.
[8]
Hadîs usûlünde, Hazreti Peygamberden rivayet olunan hadbiere"m#r/u"adı verilmiştir. Bu hadislerin isnadlan, bazan Hazreti
Peygambere kadar ulaşmayıp bir sahabt veya tabiide kabmf olsa bile, yine hoknıen merfa sayılırlar. Fakat bir sahabtden rivayet olunan boz,
gerçekten onun sösü ise, ve hiç bir surette Hazreti Peygamberden a1ınm"""f i»e, tahublnin bu tösüne ttudcûf denir. Aym şekilde bir
tabiiden rivayet edilen söze de mofeû denilmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için bks tbn Hacer, NuÇketu'l-fiker terki, s. 72-78.
[9]
Aynı eser, s. 22.
[10]
Aym yer.
[11]
Aym yer.
[12]
Aynı yer.
[13]
Hadi» için bkz. El-Buhart, ŞaAtt, I. 33.
[14]
Bu konuda gelen haberler İçin bkz. E1-Hh01> el-B»gd«dl, Takyldu'l^dm, a. 74-82.
[15]
Aynı eser, s. 65-67.
[16]
Bkz. El-Çinml, 35-38; el-Ccai'irl, Ttvclku'tt-nmif, ». 2.
[17]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 9-11.
[18]
Maide süresi, 70.
[19]
Nahl ȟresi, 44.
[20]
Al-i <Imran sûresi, 164.
[21]
Et-Şafî<fiıin mezkûr âyetin tefsiri ile ilgili görüşü İçin bkz. T-RUile, s. 78.
[22]
A<raf süresi, 156.
[23]
Hadis için bkı. Ebu Davud, Sunm II. S05.
[24]
Al-i 'Imrân sûresi 132.
[25]
Nisa sûresi, 80.
[26]
Al-i £Imran sûresi; 31.
[27]
Aynı sûre, 32.
[28]
Haşr sûresi, 7.
[29]
El-Buhârl, $ahih, !155.
[30]
Muslim, Sahih,II. 943.
[31]
Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. 'Abdulvahhüb Hallftf, İslâm teşrii tmriki (tilrkçcye çeviren: Doç. Dr. Talât Koçyiğit, İlahiyat
Fakültesi yayınlarından) e. 13-14.
[32]
Hazreti Peygamberin bir beşer olarak bazan hata yapabileceği, bizzat kendilinde» rivayet olunan hadislerle de sabittir. Müslim'in
Şofrlft'inde (IV. 1835) nakledilen bir hadisten anlaşıldığına göre Hazreti Peygamber söyle buyurmuştur: "Ben de bir beşerim. Sîze
dîninizden bir şeyi emrettiğim zaman onu alınus. Fakat reyimle size bir şey emredersem, (biliniz ki) ben de bir beşerim". Bedr savasında esir
edilen müşriklerin âldbetleriyle ilgili olarak, Ebü Bekr ve *Omer lbnu'l-Hattab'la istişarede bulunan Hazreti Peygamber, kendi içtihadına
istinaden esirlerden fidye almış ve sonra onlan serbest bırakmıştı. Fakat bunu müteakip nazil olan bir âyet. Hazreti Peygamberin,
içtihadında bata yaptığını ortaya koymuş olduğu gibi, hatayı ta&hfh etmiştir: "Peygambere, harbedip zafer kazanmadıkça esir almak
yaraşmaz. Sîz dünya malını istiyorsunuz; ABah ise Âhıreti istiyor"
Bir başka habere göre, Hazreti Peygamber, özür beyan ederek Tebük gazvesine iştirak etmek istemiyenlere izin vermişti. Fakat nazil
olan bir âyet, onun bu hareketini tashih etmiştir: "Allah seni affetsin; doğruyu söyleyenler sence belli olmadan, yalancıları bilmeden
(seferden geri kalmak isteyenlere) niçin îziu verdin"
[33]
'Abdulvahnab Hall&f, Ulam teşrti tarihi, t. İS.
[34]
Necm sûresi, 3.
[35]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 11-15.
[36]
Zumer sûresi, 9.
[37]
Mücâdele sûresi, II.
[38]
Tövbe »üresi, 123.
[39]
El-Bıü.art, Sahih, I. 25; EbÜ Dâvöd, Sünen, II. 285; et-Tirmi*t, Sünen, V. 48-49; lbn Mâce, Sünen, I. 79.
[40]
El-Buhart, Sahih, I. 25-26; Ibu Mâce, Sünen, I. 95.
[41]
El-Buhfirl, ŞahUf, I. 25.
[42]
Sahih I. 149.
[43]
Aynı yer.
[44]
Musned, III. 371.
[45]
İbnu’l –Eşir, Usdul- gabe, III. 175.
[46]
El-Buhârl* Sahih, 1. 30-31. Hazreti Peygamberin hayatında bağlayan bu türlü yolculuklar, onun vefatından sonra da devam
edecek ve hadîs öğrenmek veya yazmak için, hadîsei-ler, şehirler ve ülkeler dolaşacaklardır. Meselâ el-Buhait (I. 27) tarafindan nakledilen
bir baber-den öğrendiğimize göre Câbir tbn <Abdillab, 'Abdullah tbn Uneys'in elinde bulunan bir tek hadisi bizzat onun ağzından
duyabilmek ivin bir ayliK bir yolu katetmek zorunda kalnhstır. İbn cAhdı'l-Berr bn haberi daha mufassal bîr şekilde verir ve Cabir'in
Medine'den Şam'a gittiğini kaydeder (Cami' beyânfl-Hm, I. 93). Keza Ebü Eyyüb da bir hadîsi *Ukbe İbn 'Jtmir'e sorabilmek için Mısır'a
gidip gelmiştir (İbn cAbdi1-Berr, I. 93-94).
[47]
El-Buhârt, Sahih, I. 34. Hazreti Peygaberin mesciddeki va ve irşadlarının kadınlar tarafından da takip edildiği, el-Buhâit'nin şu
haberinden anlasıhnakudu-. Haberin râviei İbn AbbSs anlatır: "Hazreti Peygamber (mescidde vazettikten sonra) kadınlara işittiremediği
zan-
nıyle, yanında Bilfil de olduğu halde (erkek saflarından) çıktı. Kadınlara va'zederek sadaka vermelerini emretti. Sözleri o kadar tesirli
idi ki, bazı kadınlar küpelerini, ban kadınlar da yüzüklerini atmağa başladılar. Bilâl ise, bn verilenleri eteğine topluyordu" {Sahih, I. 33).
[48]
El-Buhirİ, Şahih, I. 41.
[49]
Aynı yer.
[50]
Bkz. Futûbu'l-buldân, s. 457.
[51]
El-Buhâri, Şahih, VI. 100.
[52]
Nisa sûresi, 58.
[53]
Tövbe süresi, 65.
[54]
Mesela 'Abdullah İbn MesSid, ıAll Ibiı EM T«Üb, Ubeyy İbn Ka«b ve İbn 'Ahbâs gibi bası sahabîler, Kur'ân ilmiyle meşgul
olmuşlar ve bu konuda sahabenin ileri gelenlerinden sayılmışlardır. Es-Suyütî'nin rivayetine güre, lbnu MesSid Allah'a kasem ederek. Kur
ânı Ketim* den nazil olan her âyetin kimin hakkında ve nerede nazil olduğunu bildiğini, her hangi bir İrim-Benin, Allah'ın Kitabını
kendisinden daha iyi bildiğini haber alsa ondan öğrenmek için yanına gitmekten çekmmiyeceğiiıi söylemiştir. Keza (AI1 İbn EM falib de
İbn Heacöd'un sözüne benser bir şey söylemiş ve "bi«; bir âyet yoktur ki, gece mi yoksa gündüz mü, dağda mı yoksa düdükte mi nazil
olduğunu bilmiş obuaya yun" demiştir. Bkz. El-llkân, II- 187.
[55]
Meselâ Ebü Hunyra, Cabir İbn 'Abdillah, Ebü SaSd el-tfudrl, 'Abdullah İbn <Omer, «Abdullah İbn 'Amr, İbn
(Abb£s, Ene* İbn Mâlik gibi bazı sahamler, mesailerini daha çok hadîs öğrenmeğe hasretmişler, aynı zamanda çok hadîs rivayet eden
sahabuerden olmuşlardır.
[56]
Bakara sûresi, 159. Ebü Dâvüd tarantıdan rivayet edilen bir hadiste ise Hasreti Peygamber söyle buyurmuştur; "Bir kimseye
ilimden bir şey sorular, O da gizler ve söylemekten imtina ederse. Allah, kıyamet günü onun boynuna ateşten bir tasma takar" (Şuam. İL
288).
[57]
EI-Buhâri, Sahih, I. 37-38.
[58]
Aynı eser, I. 24; II. 191; Muslin,, $*$, III. 28; Ebü Dftvûd, Sumun, I. 294; İbn liftçe buntn, 1. 104.
[59]
Ebü Dâvüd, Sünen, II. 289i H» Mâce, Sünen, I. 102.
[60]
Daha sonraki devirlerde meselâ Yafcyü tbu EM Kestr'İn «Sünnet, Knr'ân üzerine hakimdir; fakat Kur'ân sünnet üzerine hakim
degildîr" mahiyetindeki sözünü (ed-Dirimt, 1.145), bum, mukabil Abmed tbn Banberin bu edzu habis konusu ederek "ben bunu söylemeğe
cesaret edemem; fukat Sumıei Kur'ânm tefinridir" demesmi, bu görüş çerçevesi İçinde değerlendirmek gerekir.
[61]
Ebû Qatim tbn Hibûn, KUâbu't-Tirify M'l-niMrâfrlh, 10 b; Ahmed tbn Qanbel, Kİtö-*«V-'ıM, I. 62, 113; ez-Zehebt, Teikir*u'l-
WJ*i, I. 6.
[62]
Ebü H&tim İbn Hıbbân, adı geçen eseri, 10b; İbn ıAdt, eUKâmil, I. 2b; Ahıned İbn Jtaıı-bel, Kitöbu'f-Me/, I. 62. Bazı
rivayetlerde İbn Mea'ûd, Ebü'd-Derdâ' ve Ebü Mes^üd el-An»ûrt
isimleri verilmiştir.
[63]
Ez-Zehebİ, TezkUeSu.%f>uffâi, I. 7.
[64]
Tercemesi hakkında bkz. İbn Hacet, el-Iföbe, 111. 96-97; Ibıutf-Egîr, Usdul-gâtbe
II. 306-307.
[65]
Ebû Hatim İbn Hıbbân, Kitöbu'ı-fârîh veH-mecruhin, 11 ab.
[66]
Müslim, ŞaJflh, I. 13.
[67]
îbn Adi, el-Kdmii, I. 2.b
[68]
El-Buhârt, Şahih I, 35; Müslüm, sahih , I. 10.
[69]
Muslim, sahih I. 10.
[70]
İbn 'Abdil-Berr, Cdmi* beyâni'l-Hlm, II. 123.
[71]
Muslini, Sahih, IV. 1835.
[72]
Meselâ Ebü Bekr, kendisine miras için başvuran yaşlı bir kadın (cedde)ı ne Kur'âm Kerimde ve ne de Sünnette biç bir hüküm
bulamadığı için reddetmişti. Fakat el-Muğire ibn ŞuIm ve Muhammed İbn Mesleme'nin Hazreti Peygamberden yaylı kadının 1 /6 (südüs)
nis-betinde miras alacağına dair bir badis rivayet etmeleri üzerine, Ebü Bekr bu hadîsle amel etmiş ve kadına südüs vermiştir (mezkûr haber
için bkz. el-Anudl, el-lkkâmfi usûUH-ahJıâm, II. 91). Ömer İbnu'l-Çattab ise, ceninin diyeti baklanda Hazreti Peygamberden her hangi bir
hadîs bulunup bulunmadığını araştırırken ^fâmel İbn Mâlik İbni'n-Nfibiğa çıkmış ve ona şu haberi ver-nüıtir: "Bir gün iki karımdan biri,
hamile olan diğerine sopa ile vurdu ve karnındaki ceninin Ölü olarak düşmesine sebep oldu. Bu hadise üzerine Allah'ın Basûlü, gurra ile,
yani vuranın öbürüne bir köle veya câriye vermesine hükmetti." H)mer İbnu'l-Çatfâb bu haberi duyunca söyle demiştir: "Eğer bunu
İşitmemiş olsaydım, nerede ise kendi re'yimle hüküm verecektim" (Bkz. eşŞ&fil, er-Kûâfe, n. 427; cl-Amidt, el-Ihköm, II. 91).
[73]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 15-26.
[74]
Muslini, Sahih, IV. 2298; keza bkz. el-Hafib, Takyldu'l-'üm, s. 29
[75]
El-Hatib, Takyld,. 32.
[76]
Aynı eser, s. 33
[77]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 26-27.
[78]
İbn Kuteybe, Te'cUu Mufytelifi'l-hadit, ». 365.
[79]
Belazuri, Futühul-buldan, s. 456.
[80]
Fihrist, s. 6.
[81]
İslâm Ansiklopedisi, I. 51TJ. 7K Ayı» eser, I. 499.
[82]
Aynı yer.I.499
[83]
Aynı yer.
[84]
Mukaddime, I. 348-352.
[85]
İbni Sad, Tabakat,II. 1, 14
[86]
Futûhü'l-buldân, s. 457.
[87]
Aynı eser, s. 458.
[88]
Aynı yer*
[89]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 27-29.
[90]
Takyîd, s. 57.
[91]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 29-30.
[92]
Şahih I. 36; Ebü Dâvöd, Sünen, II. 286-287.
[93]
El-Hatib, Takyld, s. 65.
[94]
Aynı e»er, s. 72.
[95]
El-Buhart, Sahih, I. 36.
[96]
Ahmed Ibn Hanbel, Musned, X. 22; Ebü Dâvüd, Sünen, II. 286.
[97]
El-Hatib, Takyld,s 93,el – Herevi, Zemmül-kelam, I. 120a.
[98]
Takyid, s. 36; Zemmu'l-kelöm, I. 115a.
[99]
Takyid, s. 42. Ibn cAbbâs*ıii bir deve yükü kitap bıraktığına dair gelen haberler için bkz. Ibn Saed, Tabak.lt, V. 216; es-Zehebt,
Târtyu'l-lslânn IV. 48; Ibn IJacer, Tehslb, VIII. 433.
[100]
Meselâ tâbi'ûn tabakasında badis kitabetini kerih görenlerle ilgili haberler için bkz. b, Tâhyîd, s. 45-48.
[101]
Aynı eser, s. 58-60.
[102]
Aynı yer.
[103]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 30-32.
[104]
Bu konuda dana geniş bilgi için bkz. Ibn Hacer, Nuffbetu'l-fiker şerhi, s. 72-75.
[105]
Muhammed Hamtdullah, Mecmüfatu'l-Vtfiriki't-Siyösiyye, s.
[106]
Akabe bey'atleri sırasında Medtneli Ansarm düğünce ve davranışları hakkındaki haberler için bkz. Muhammed Hamldullah, adı
geçen eser, s. 5-9.
[107]
Aynı eser, s. 15.
[108]
Aynı eser, s. 18-21.
[109]
Aynı eser, s. 20.
[110]
Abmed İbn l^anbel, Musned, IV. 141; Mean^atu'l-veşaık, b. 21.
[111]
Meselâ Hazreti Peygamberin Habeşistan kralı NecâşPye, Rum HirakTa ve İran hükümdarı Kisrâ'ya yazdığı mektuplar ve
bunların cevapları hakkında bkz. Mecmü'atu'l-vesü'ık, s. 43-49, 49-61, 76-78.
[112]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 32-34.
[113]
El-Hakim en-Neyaâbürİ, Mustedreh, I. 395; İbn Ebl Hâtûn, 'Ildu'l-badlt, I. 222; Ebfi TJbeyd el-Ç&Him İbn Sellâm, KitÖbuU-
emvâl, s. 358; es-Soyûtî, ed-Durru'l-menşûr, I. 343; cl-gafÜ), Törfyu Bağdâd, VIII. 228; en-Nevcvt, TehfIbu'I-esmâ\ II. 26.
[114]
Bu haberin muhtelif rivayetleri için bkz ibni sad Tabakat II,2,134,el buhari sahihI. 33ed darimi sünen ,I .126,Ebu ubeyd.Kitabül
emval,s358 ibnHacer,Tehzib XII. 39.
[115]
İbn Hacer, Tehştb, XII, 39.
[116]
Ebû «Ubeyd, KitöbuU-emvöl,
[117]
Aynı e«r, s. 359.
[118]
Aynı eser, s. 361, 387.
[119]
En-NeHl, Sünen, H. 253.
[120]
Îbn Ebl tfâtiın. Kitöbu'l-'del, I. 222.
[121]
Îbn Hacer,, Tek$1b, IV, 189-190.
[122]
Aynı yer.
[123]
İbn 'Adî, Kamil, II. 3b; eg-Zehebt, MUântfLPtidal, II. 200.
[124]
Eg-Zehebî, adı geçen eseri, II. 200.
[125]
Bkz. II. 252.
[126]
II. 253.
[127]
Aym yer.
[128]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 34-38.
[129]
Ebü Dlvûd, Sunm, 1. 360; et-Tiraıigt, Sünen, III. 17.
[130]
Bk*. Sunm, I. 358
[131]
Bki. tbn (AdI, Kâmil, I. 197; d-Zehebt, MImötv, I. 372.
[132]
Meselâ el-Buhart rivayeti için bkz. ŞoftZfr, II. 123.
[133]
Aslında el-Bvfeirt 0ammad*tan hadis almannçtıi. Sadakada İlgili ha<itoi ondan nak-letmesİiıin sebebi de budur
[134]
Mıutednk, I. 391-392.
[135]
Aynı yer; ke*a bkı. Ebö Dlvûd, Sunm, I. 358,
[136]
EL-Hakİm, Muttedrek, I. 392.
[137]
El-Hatlb, Kifaye, s. «. 354.
[138]
Bk.. I. 257.
[139]
Bk». ŞerhSI-MuvaHip, II. 57.
[140]
Ebu Davöd, Sünen, I. 360; et-Tinnİıt, Sünen, III. 17; İbn Mâce, Sünen, I. 284.
[141]
Kitabül-emvâl, s. 360, 361.
[142]
Müstedrek, I. 393.
[143]
Sünen, I. 361.
[144]
El Hatib., el- Kifaye, s. 354.
[145]
Ebü <Ubeyd, Küâbu'l-emvâl, s. 362, 387.
[146]
Aynı eser, a. 362.
[147]
Amr tbn Çasm'in tercemesi için hkz. tbn J£acer, Ifâbe, IV. 293.
[148]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 38-41.
[149]
Ez-Zehebi, Tezkİretu'l-fmffoi, I. ,5.
[150]
İbn Sa*d, fotot*. III. 1, 206; el-Çatlb, TaİfytduU-tıim, s. 50; İbn «Abdi'l-Beir, Cömic , I. 64; ea-Suyûft Tenviru'l-bavâlik Şerlfu
Muvaff&l-îmâm Mâlik (mukaddime),s. 6.
[151]
Ez-Zebebl, TejkirHu'l-huffâi, I. 5.
[152]
Bka. 142 No. la dip notta zikri geçen kaynaklar.
[153]
El-BubArt, Şât,B>, I. 36-37; Hnslİm, Sofrfe, V. 76.
[154]
El-Buhari, Sahih, I. 37.
[155]
Ebü Hâtûn tbn Habbâu, KUâbuU-törlfy ve'i-mecrühfa, v. 10b; Abmed tbn HaBbcJ, K I. 62-<3; eîZehebİ, Tefkire, I. 6.
[156]
Ebû Hatim tbn Hıbbau, Kflötu'MâHfr, v. 10b.
[157]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 41-44.
[158]
Bkz. Ibn ÎJacerT Işâbe, IV. 111-112; İbım'1-Esir, Usdu'l-gâbc, III. 233-235.
[159]
fabalföt, VII. 2, 189.
[160]
Aynı yer; Keza bkz. eg-Zebebf, Târîhu'l-İslâm, III. 38.
[161]
Sahih, I. 36.
[162]
Ez-Zehelıt, TSrfySt-îaUtm, III. 38
[163]
Mutned, II. 171.
[164]
Aynı eser, II. 1%.
[165]
Krş. Muaned, II. 171 ve 196.
[166]
Muaned, II. 176.
[167]
Kitâbu't-törlfr tc'l-mecrühin, v. 147 b.
[168]
Vicâde, lugatta bulmak manâsına gelir. Istılahta ise, aileye babadan veya dededen, yahutta daha geri tabakalardan intikal eden
kitaplara sahip olmak ve sema' olmaksızın bu kitaplardan nakletmektir. Bu bakımdan viedde hadîs tahammülü yollarından birisi sayılır.
[169]
isnadında sahabî râvisi düşmüş olan hadîslere mursel denildiği gibi, isnad da aynı adı
[170]
Bkz. Et-Târlhu-l-kebîr, II. 2, 219.
[171]
Ibn Hacer, Tehılb, VIII. 53.
[172]
Meselâ Ebü Kdâbe kitaplarını Eyyül» es-Sehtiyânt'ye vasiyet etmiştir (Es-2ehebt, tezkire, I. 88; el-Çatîb, el-Kifâye, s. 352). Bu
yüzden Eyyüb'un bu kitaplarda mevcut hadîsleri Ebü Kılâbe'den işitip işitmediği ihtilâf konusu olmuş; el-Hatîb de ayın konuda şu görüşü
ileri sürmüştür: "Bîr kimsenin kitaplarım bir başka kimseye vasiyet etmesiyle, o kimsenin, asıl kitap sahihini ti ölümünden sonra onun
kitaplarım satın alması arasında fark yoktur. Bu itibarla böyle hadislerin rivayeti ancak vicâde yolu ile caiz olur" (el-Kifâye, s. 352). El-
Çatîb'in bu görüşü, sema kaydını ihtiva etmeyen hadîslerin şüphe ile karşılandığına delâlet eder; çünkü vicâde metodu, hadîsçiler arasında
makbul olmayan bir tahammül yoludur.
[173]
Bkz. Tarihul-islâm, IV. 286.
[174]
Kitâbu'l-Cerb ve't-trfdtt, III. 1, 239.
[175]
Aynı yer.
[176]
Bkz. Musned, II. 178 vd.
[177]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 44-48.
[178]
İbn l.Iaecr, Tehzîb, II. 43.
[179]
BU. İbn Sa<d, Jabakât, VII. 2, 1, 2; İbn Ebt Hatim, Tafaürnöu'l-Cer*, a. *6; el-Hatîb el-Kijaye, ». 354; ez-
Zehebt, Tcşkİre, I. 116; TârptuH-UlÛm, IV. 296; en-Nevevt, TehzIbu'I-esmd3, II. 58; İbn Hacer, Tefe?», V. 27.
[180]
Tezkire, I. 116; Târlfıu'l-lslâm, IV. 296.
[181]
El-Kifâye, s. 354; Tehtîb, V. 27.
[182]
EL-Kİfâye, s. 355; Târfyu*l-hlâm, V. 23.
[183]
Kitöbul-cerh pe'i-ıoVfl, II. 1, 136.
[184]
El- Târtyıfl-Jtefcfr, II. 2, 354.
[185]
El-Kifâye, a. 354; KüâbuH-'del ve ma'rifeti'r-ricâl, v. 106a.
[186]
Eg-Zehebt, Törl^u'J-tsIöm, V. 154.
[187]
Ah.med îbn Hanbel, KUâbu'l-UM, v. 106a; İbn Hacer, Tehzîb, IV. 215.
[188]
Mumed, III. 332.
[189]
Bkz. aynı yer.
[190]
Bkz. el-Çatlb, el-Kiföye, s. 355; cg-Zehebt, Târİhu'l-Islam, V. 23.
[191]
İbn Ebt Çfitim, Talfdimetu'l-cerfy s. 46; Küâbu'l-cerfy ve't-ta'dlt II. 1, 479.'
[192]
ibn IJacer, TeAşfc, V. 27.
[193]
Bkz. Şabfy, V. 35; VI. 152; VII. 108.
[194]
Bkz. adı geçen eser, II. 2, 347.
[195]
İbn Ebt Hâtûn, Taffdimetu'l-cerh, s. 144.
[196]
FUKâmil, II. 109a.
[197]
İbn Çacer, Tehzîb, V. 26.
[198]
Aynı eser» IV. 224.
[199]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 48-51.
[200]
Meselâ bkz. el-Bub«rt, ŞahUh I- 36; IV. 30; Ebû Dâvûd, Sunen, I. 469;
Hanbel, Mutned, I. 81, I. 81, 102, 118, 119, 126; ez-2ehebt, Tejkire, I 12; Târtffu'l-ltlâm, II. 199; el-Herevt, ğemmu'l-kelâm, I. 116a.
[201]
Meselâ bkz. eg-Zehebt, Tezkire, I. 12.
[202]
Ez-Zehebt, TârtyıSl-hlöm, II. 199.
[203]
Bkz. Fihritt, b. 42^13.
[204]
î'câzuH-Kur'ön ve'l-belögötu'n'Nebeviyye, s. 32-33.
[205]
Tabaka, VI. 116.
[206]
Kitdbul-cerh vet-ta'dll, 1. 2, 78.
[207]
Ez-Zehebt, Mbânu'l-i^dâl, I. 435.
[208]
Aynı yer.
[209]
Aynı yer
[210]
İbn EM Hatim, KUöbu'l-cerft ve^t-ta'dü, I. 2, 78.
[211]
Ez-Zehebt, Afbön, I. 435. '
[212]
Bkz. I. 79, 83, 87, 93, 106, 107, 110, 121, 133, 150, 153, 158.
[213]
I. 133.
[214]
İbn El>t Hatim, Takdime tu l-cerh, s. 130.
[215]
Kz-Zchebt, Mtzân, I. 435.
[216]
Ez-Zelıebt, Târlfa'l-lalâm, V. 117.
[217]
El-Çatlbıı'l.Bağdâdf, Törfyv Bağjâd, XII. 232.
[218]
İbn J.Iaccr, Tehzlb, III. 177.
[219]
Aynı yer.
[220]
EfZehebt, Mhân, I. 658.
[221]
İbn flacer, Teft***, III. 177.
[222]
Aynı yer.
[223]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 51-54.
[224]
tbnul-Egtr, Usdu%gSbe, II. 354; îbn tfacer, l9öbe, III. 130; Tehtîb, IV. 236.
[225]
Aynı yerler.
[226]
Et-Tfirihnl-Kebtr, I- 1. 26.
[227]
Tehjlb, IV. 198.
[228]
Aynı eser, III. 135.
[229]
Aynı eser, II. 94; İbn Ebt liâthıı, Kitöbu'l-cerh ve't-ta'dU, III. 2, 186.
[230]
Aynı yer.
[231]
Bkz. tbn Şacer, Tehıib, V. 198.
[232]
TEhZib, II. 268.
[233]
Abmed tbn H«nbel, KUabu'l-ıIUl ve Ma'rtfeti'r-Tİcal, I. 322.
[234]
tbn Sa<d, Tobaköl, VII. 1, 115.
[235]
İbn Hacer, Tehtlb, II. 269.
[236]
Bkz. et-TSrîfySl-Kebls, I. 2, 288.
[237]
Bkz. Sunan, I. 224.
[238]
Bkz. Tthştb, II. 269. Burada tbn #»cer "mezkûr hadisin bana nasıl delalet ettiğini Muamadun'Mer.
[239]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 54-56.
[240]
Ahmed İbn İJanbel, Musned, II. 387; el-Buhârt, et-TörîfyuH'Keblr, I. 2, 272. Burada hadisin muhtelif varyantları, II. 1, 47 de de
hadisin Âişe'den gelen bir rivayeti zikredilmiştir.
[241]
En-Nevevİ, Şafytyu Müslim Biterkfn-Nevevi, XVIII. 129.
[242]
El-Buhârt, Şabl& I. 37-38.
[243]
îbn «Abdi'1-Berr, Câm? beyâni'l-Hlm, I. 74; İbn B.acer, Fei^u't-börl, I. 174.
[244]
El-fJatibu'1-Bağdadt, TakyUıSl-hlm, s. 33, 34.
[245]
İbn <Abdi'l-Berr, Cami1 beyâni'1-Ulm, î. 74.
[246]
El-Bnkarf, Şöhfy, I. 36; Ahmed tbn Hanbel, Mıuned, II. 403; tim 'Abtlı'1-Berr, Cami" btyânVUHbn, I. 70; ef-Zehebt, Tezkire, I.
36.
[247]
El-Hatfhu'1-Bağdüd), TakylJuU-Ulnı, B. 42.
[248]
Kâmil, I. 6b.
[249]
Diğer rivayetler için bkz. el-Çaflb, Takyld, s. 66.
[250]
Meselâ bkz. ez-Zehebl, Mhâau'l-iHidâl, I. 331.
[251]
İbn Sa<d, Tabakât, VII. 1, 162; el-Qa(!b, el-Kifoye, «. 275, 283; Abmed İbn Kiıâbu<l-fdel. 1. 43; tbn Hacer, Tehzlb, I. 470.
[252]
Bkz. TörUfu-l-lsISm, III. 345.
[253]
ibn Hacer, Tehzib, I. 470.
[254]
Bkz. KitöbvVılel, 1. 43.
[255]
Bkz, T<*<$öı, VII. 1, 162.
[256]
Bke. etrTörtySUKAtr, I. 2.
[257]
Bu eser, tarafimudan türkçeye terceme edilmig ve İlahiyat Fakültesi yayınlan arasında (1967) "Hemmâm tbn Munebbih'in
SahSfaV* adı altında nepedUmi^tir.
[258]
Tabakat V, 396.
[259]
Hemmâm Ibn Munebbih'in Saltifesİ, s. 49-50.
[260]
Prof. M. HamtdûUah, MaSner Ibn Râşid hakkında şu bilgiyi vermiştir: "Ebü tUrve Ma*mer îbn Râşid (ö. 153 H./77Û) yalnız
Hemmâm'm Sahîfeıini muhafaza etmekle kalmamı;, aynı zamanda el-Câmi* isimli mühim bir hadîe kitabı da telif etmiştir. Eserin isminden
anlaşılacağı gibi, bir çok şeyhlerden işitmiş ve yazmış olduğu Hazreti Peygambere ait bütün hadîsleri
bu kitapta toplamıştır. Eserin muhafazası ve son zamanlarda Türkiye'de keşfedilmesi, ilim adına büyük bir talihtir. Bir nüshası
Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi (İsmail Saib Koleksiyonu No. 2164)nde bulunmaktadır. Nüsha
noksan olmakla beraber çok eskidir ve 364 H./974 tarihlidir. Tuleytula (Toledo-lspanya) da istinsah edilmiştir. Aynı eserin diğer bir
nüshası tamam olup İstanbul'da Feyzullah Ef. Kütüphanesi No. 541 de bulunmaktadır. Bu nüsha 606 H./12O9 tarihini taşır. Dr.
Fuat Sezgin "Mu-sannaf isimli hadis eserlerinin menşe'i ve MaSner Ibn Râşid'in Cümi'i" başlığı altında mühim bir makale negretmiştİr.
(Türkiyat Mec. istanbul 1955, XII. 115-34). Eserin muhtevası, râvilere göre değil mevzua göre tanzim edilmiştir. Ankara nüshasında süratli
bir okumadan sonra sekiz on yerde Hemmâm'm Sahıfesine atıf yapıldığını gördüm...' (Adı geçen Sahife. s. 52 -dipnot).
[261]
Ez-ZeheM, Târfyu'I-hlöm, V. 309; îbn FJacer, Tehzlb, XI. 67.
[262]
Bkz. <Umdetu'l~kârl, I. 81.
[263]
El-Buhârl ve Müslim tarafından rivayet edilen hadislerin bir karşılaştırması için bkz. Hemmöm îbn Munebbih'in Sahtfeti, s. 55-
59.
[264]
Müsned, II. 312-319.
[265]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 56-62.
[266]
İbn Kestr, el-Bidâye ve'n-nihâye, VIII. 297.
[267]
Aynı yer.
[268]
İtkân, II. 222.
[269]
İbn lineer, Iföbe, IV. 92; îbn Keıtr, el-Bidâye, VIII. 299.
[270]
îbn Sa'd, TabakSi, II. 2, 123.
[271]
Nitekim aşağıda gelecek olan haberler buna delâlet etmektedir.
[272]
İbn Sa’d Tabakat, V. 216; es-Zelıebİ, Târlfyu'l-îtlâm, IV. 48; İbn Haoer, Tehtib, VIII.433.259,
[273]
Ibn Sa'd, Taboköt, V. 216.
[274]
Aynı eser, VI. 179; Abmed tba Hanbd, Kitâbu'l-Ulei, I. 50.
[275]
İbn Hacer, TcA?B, VII. 198.
[276]
Küâbu'l-ctrb ve't-ufdU, III. 1, 332.
[277]
Es-Snyütî, ttkân, II. 225.
[278]
ibn Hacer, Tehılb, X. 43.
[279]
Aynı e»er, VI. 54.
[280]
Aynı yer.
[281]
Aynı eser, VIII. 310.
[282]
Aynı eser, VI. 54.
[283]
îbn Ebt Hatim, Takdimetu'l-cerff, s. 241.
[284]
Mu'cem gartbi'l-gur'ân, Muhammed Fu'âd cAbdu'l-Büki tarafindan hazırlanmış olup, 'A1İ İbn Ebi Jalba'nın Şo^f/esi
hakkında M. Kömil Huseyn'in mukaddimesini ihtiva eder.
[285]
Bkz. en-Nötib ve'Umensu^ s. 15.
[286]
Aynı yer.
[287]
Bkz. Fetlfu-t-bârl, VIII. 332.
[288]
MhânuT-iUidâl, III. 134.
[289]
ltkan, II. 223.
[290]
Mlıânu'l-İUidöl, III. 134.
[291]
ELKâmil, II. 141b.
[292]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 62-66.
[293]
Et-Twİfyu*UkAtr, I. 1, 325.
[294]
Törlbu'l-îslöm, III. 180.
[295]
Tercemesi için bks. eg-Zehebt, Teşkire, I. 99.
[296]
Ej-Zehcbl, Tör^'l-Ulâm, V. 10-11.
[297]
Bkz. Tthftb, III. 90.
[298]
Aynı eser, IX. 300.
[299]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 66-67.
[300]
ibn Sa'd, Tobakât, VII. 2, 115; îbn tfacer, tföbe, III. 80; TeAftt, III. 475.
[301]
ibn Sa'd; Tabakat,V. 383.
[302]
Bkz. Musned, IV. 285.
[303]
Bkz. Sünen, III. 627.
[304]
Bkz. et-Tarihu'l-kebir, II. 1, 456.
[305]
Ez-Zehebt, Târîkul- Ulam, III, 313-315.
[306]
ibn<Adt, el-Kamil, I. 6b; ez-Zehebt, Târİ^u'l-lslâm, III. 311.
[307]
Ed-Darimi, Sünen, I. 125.
[308]
El-Hatib, Târihu Bağdâd, XIII; 233; ez-Zehebt, Târihul-islâm, III. 76.
[309]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 67-68.
[310]
Bkz. Şahih, IV. 188.
[311]
El-Hatib, eL-KiFaye,S. 51.
[312]
ibimVŞalSb, 'UlümuU-hadlt, b. 263.
[313]
El-Kifâye, s. 50-51,ULUMÜL –HADİS s. 263; Ahmed M. Şâkir, eI-Ba’isu’l-hasis, 203; es—Suyuti, Tedribür -
'ravi, s. 398.
[314]
ulümu'l-hadis, s. 264; ei-Bâ'lşu'l-hafy, s. 203.
[315]
Aynı yer.
[316]
Tedribu'r-ravi, s. 399.
[317]
Muhadram, Hasreti Peygamber devrini idrak ettiği halde Hazreti Peygamberi göre-meyen kimselere denir.
[318]
Tedribür -ravi, s. 399.
[319]
Müslüman olarak Hazreti Peygamberi gördükten sonra irtidad eden ve sonra tekrar mÜBİümatt olan kimselerin sahabf sayılıp
sayılmayacakları hakkındaki ihtilâfa el-cIrakı de işaret eder ve es-Şsfft ile Ebü HantfeMen "irtidadın amelleri yokettiğine" dair kesin hüküm
ve nass bulunduğunu belirterek şöyle der: "Şüphesiz irtidad ilk sohbeti yokeder. Nitekim (ona Ibn Meysere ve el-Es'a» tbn Çays, bu şekilde
sahabî vasıûnı yitirmiş olan kimselerdendir. Fakat bir kimse, Hazreti Peygamberin hayatında tekrar mâ&Himan olursa, onun yine lahabl
sayılmasında hiç bir mahsur yoktur". Tedrtbu'r-rövl, s. 396.
[320]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 68-71.
[321]
Bu konuda gelen âyet ve hadislere, aşağıda "sahabenin adaleti" basbkh konuda işaret edilmiştir.
[322]
Bkz. Nuhbetül-fiker şerhi,s. 77.
[323]
Agere-i Mubeşşere (cennetle tebeşir olunan on sahabl), başta ilk dört hatife Ebû Bekr, <Omer, *Osm£n ve ^All olm*k üzere,
falda tbn TJbeydillah, ez-Zubeyr IbnuVAvvâm, *Abdar-rafeman tbn *Avf, Sa<d tbn Ebt Vaklfta, TJbeyd« İbnu'l-Orrâh ve Sa'Id İba
Zeyd'tir.
[324]
Bkı. ibnuVŞal-t,ı Ulûmu'l-hadl§, i. 268; Afemed M. Şâkir, e/-£^.ı7-Wf. " 206-207.
[325]
Feth sûresi, 18.
[326]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 71-74.
[327]
Bkz. sahih, XV. 33-34.
[328]
Bkz. sahih, I. 131-132.
[329]
Aynı haberin rivayeti için bkz. AJımetl İbn tfaubel, Musned, V. 3öt; İbn Mâc<\ Sünen, II. 492. Bu rivayetlerle,
müslümanlarm sayısı hakkında değişik rakktımlur gelmiştir. El-Buhfirt, yukanda işaret ettiğimiz rivayetiyle 1500 kişi vermiş olmakla
beraber, bunu akabinde gelen bir rivayette 500, bir başka rivayette ise 600 ile 700 arasmda birer rakkam zikretmiştir. Hadim, Abmed tbn
Bianbel ve İbn Mflce de el-Buhart'nin üçüncü rivayetine uygun olarak 600 ile 700 aratandaki rakamı vermişlerdir.
[330]
Bkz. el-Ayni, <Umdttu*l-?törî, VII. 98; el-&a»tullüiu, tr&Iu's-rirl, V. 175. 74
[331]
Hanmim tbn MunAlnh'in Sahtfai (törkçe tercümesi: Talât KoçyİgH) ». 27-28. Sayanla İlgUİ bir tetkik y.nsı içîn bka. Prof. M.
Tayyİb Okİç, İılâmİym* ük nüfu* «yim» <Ila-hİyat Fakültesi Dergisi 195&-I959), b. 11-20.
[332]
İbnu’s –salah 'Ulümu'l-hadis, » 267; Abmed M. Sakir, el-Bâ'isul'-hasis, s . 209.
[333]
'Ulamül Hadis, s. 268; ea-Suyütl, TaAttuV-röri, ». 4*6.
[334]
Tadribür-ravi, s. 405-406.
[335]
Aynı yer.
[336]
Aynı yer.
[337]
EI-BufeArf, Sahih, I. 37-38.
[338]
El-BS'iful-baslt^. Burada, Afemed M. Şâkir'in de belirttiği gibi, adı geçen Mu*-ned, önemli bir hadts kaynağı olmasına rağmen
tam nüshası zamanımıza kadar intikal etmemiştir.
[339]
Aynı yer.
[340]
M. ZoJbeyr Şıddiki tarafından TeUtl/jm fahürni'l-âgâr'dan nakledilmiştir. Bkz. Hadİa Eitbiyolt Tarîki (türkçe tercümesi: Y. Ziya
Kavakçı), s. 41.
[341]
Aynı yer.
[342]
Aynı eserde verilen liste s,. 41-45.
[343]
Es-Suyüti, Tedrtbu'r-râct, s. 401; et-Ba'işu'l-haşIî, s. 211.
[344]
Tedribu'r-râvi, s 401.
[345]
El-Bâ'işu'l-basü, s. 211.
[346]
Tedrlbu'r-rdvî, s. 403; e/-Bö'ifu7-Jw$*f, s. 211.
[347]
El-Bâ'isu'1-hasis,s. 211.
[348]
Aynı yer.
[349]
TedHbu'rrövI, a. 403; tl-Bâ'i*.u'Lhaıîş, s. 211.
[350]
Aynı yerler.
[351]
M. Zubeyr Şıddîkî, Hadis Edebiyatı Tarihi, s. 45.
[352]
Ayın yer.
[353]
ibnuVSalâh, JJlümıı'l-hadlş, s. 266; es-Suyütî, Tedrjbu'r-râvf, t. 405; Abmed M. ŞSkİr, el-Bâ'işu'l-kaşh, s.'213.
[354]
Aynı yer. Bazılarına göre 'Abdullah Ibn Mes'üd da 'Abâdile'den sayılmış, fakat ölümünün tekaddüm etmesi ctolayısyle, bilhassa
Ahmed Ibn Hanbel tarafından bu gülüş kabul edilmemiştir.
[355]
Aym yer.
[356]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 74-79.
[357]
Feth süresi, 29
[358]
Tövbe sûresi, 100-
[359]
Enfal sûresi, 74.
[360]
Haşr sûresi, 8-10.
[361]
Feth sûresi, 18.
[362]
sahih, IV. 189.
[363]
sahih IV. 1963.
[364]
Muılim Şabfr, IV. 1967.
[365]
Aynı eser, IV. 1961.
[366]
îbn Kegtr, intişâr 'ulümi'l-badlg, s. 205.
[367]
El-Bağdâdl, el-Fark beyttt'l-firak, s. 71-72
[368]
Aynı yer.
[369]
Aynı yer.
[370]
Eg-Şehristânl, el-Milel ven-mhal, I. 57.
[371]
El-Bağdâdf, el-Fark, a. 89.
[372]
Aynı yer.
[373]
Başta el-Buhûrf ve Muşum olmak üzere djğer hadta imamlarının eserlerinde, kaderi iabat eden hadisler, "Kitâbu'l-kader" bölümü
içinde biraraya getirilmiştir. Bu hadîsler arann-do kaderi reddeden tek bir hadise rastlanmaz.
[374]
Îbn £uteybe, Te'vüu mufytelifiV-ttedlf. s. 25.
[375]
El-Bağdâdt, eUFark beyne'l-firak, s. 90.
[376]
Sumame’nİn bu sözü için bkx. tbn kuteybe, Tevilü muhtelifil-hadis. 60.
[377]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 79-84.
[378]
Bkz. Tabert, Tarih, II. 366. vd.
[379]
Aynı eser, II. 429.
[380]
Hasan İbrahim Hasan, Târîhu'l-t$t&m, I. 227.
[381]
Tabert, Târih, it. 585, 591; Hasan İbrahim Hasan, Törlhu'l-lsiöm, I. 240.
[382]
Hasan 1. Hasan, TârîhıSl-hlâm, I. 245.
[383]
Taleri, Tarifr, III. 179.
[384]
Aynı eser, III. 195.
[385]
Aynı eser, III. 235.
[386]
Aynı eser, III. 255-256.
[387]
Aynı eser, III. 304.
[388]
Aynı eser, III. 312.
[389]
Aynı eser, III. 315.
[390]
Hasan t. Hasan, Târîhu%lıtâm, I. 302
[391]
Aynı eser, I. 337.
[392]
Bkz. Ma’rifet ulüm’il-hadis
[393]
Aynı yer.
[394]
Aynı eser, s. 192.
[395]
Aynı eser, ı. 193.
[396]
Es-Suyüîfnin Durru»-s«İ}abe fi men defaale Mifra minef*-fabâbe adını verdiği fca Id-tapla, alfabetik Boraya göte verdiği
s&Iubiler hakkında bks. IJusnu'l-mufyâtarafl a^bâri Mifra v'l-KâJûre (Muu 1321), I. 81. Bu kitapta verilen »ahab! isimleri tetkik edilecek
ohma, çoğunun Mifu'm fethine iştirak etmiş olduktan görülecektir.
[397]
El-Hakim Ebfi 'Abdillah, Ma^nfeCulümi'l-ffadls, b. 193.
[398]
Aynı yer.
[399]
Ayni eser, b. 194.
[400]
Bkz. et-Taberi, Tarih II. 114, 116, 117.
[401]
HaSan 1. hasan, Tarilhu'l-islam, I. 567.
[402]
hasan 1. hasan, Tarihu'l-islâm, I. 558.
[403]
Aynı eser, I. 559-560.
[404]
Aynı eser, I. 567.
[405]
Aynı eser, I. 563, 569.
[406]
Aynı eser . L 331*
[407]
Aynı eser, L 333.
[408]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 84-89.
[409]
Zeyd tbn {Sbit'in tercemesi için bkz. EI-Bnfrarî, et-Târîfyu%k^>it, II. 1, 380-381; tbn EM Hatim, KitâbuU-eerf, ve't-ta'dU, I.
2, 558; İbn Hacer, TekzBm't-tehslb, III. 399.
[410]
Tercemesi için bkz. tbn Ebİ Çfitim, Kitâbu'l-eerb, II. 1, 59-61; Ebû Nuraym, İW-y*tu'Levliyâ\ II. 161-J75; İbn Çacer, Tekıü, IV.
84-88.
[411]
Tercemesi için bkz. tbn Sa'd, T**4*> V. 132; el-Bubüri, et-TSrlfyu'l-Mlr, IV. İ, 31-32; Ebû Nu<aym, ffdyetu'l-evUyâ', II. 176-
183; İbn IJacer, Tehtib, VII. 180-185.
[412]
tbn Şihfib ex-Zubrt için bkz. tbn Sa(d, fabakât, II. 2, 135-136; tbn Ebt Hatim, Ki-töbu'l-cerlj, IV. 1, 71-74; Ebû Nu'aym, Hıtye,
III. 360-381; tbn tfallüâiı, Vafevatu'l-a'yân, IH. 317-319; e*-ZehebI, TSrtyu'UttlSm, V. 136-152; Tefkirft^t-huffSi, h 108-113; tbn Jfrcer,
Tehtib, IX. 445-451.
[413]
Tercemesi için bkz. ez-Zehebi, Te&İrt, I. 78-79.
[414]
Tercemesi İçin bkz. ef-Zehebl, Tehcire, I. 88-89.
[415]
Tercemesi için bkz. ez-2ehebU Tefkire, I. 96-97; tbn flacer, Tehglb, VIII. 333-353
[416]
Tercemesi İejn bk*. efZehebl, Tı&n, L 99-100.
[417]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 89-90.
[418]
Tereemesi için bkz. İbn Hacer, Işâbe, VI. 106-107; Ibnul-Eftr, Uadu'l-g&e, XV. 376-378.
[419]
Bkz. Ma(nfu 'uiümi'l-badlt, s. 192.
[420]
Tercemeû için bkz. İbn ^acer, İfâbe, IV. 90-94; lbnu'l-E«tr, Ut&SlfSU, IU. 192-195.
[421]
"Sahabenin sayısı ve hadb nvifcri" baybkh bah«e bakmış.
[422]
Tereemesi için bkz. Ebü Nn<.yra, Çılye, IU. .279-310; ez-ZehcM, MUinu'l-İHİJil, m. 439-440; Tcfftftv, I. 92-93; İbn Çaoer,
TAşib, X 42-44.
[423]
Tercemesi için bkz. Ibn Ebt Hatim, KUSbuUerb, III. 1, 330-331; Ebü Nu'aym, HUye, III. 310-325; Ibn tfalHkân, Vafeyât, II.
423-425; eg-Zehebî. Tezkire, I. 98; tbn Hacer Tehttb, VII. 199-203.
[424]
Bkz. ez-Zehebi, Tezkire, I. 90.
[425]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 91-92.
[426]
Ahmed Emin, Fecru'l-islâm, a. 180.
[427]
Tercemesi İçin bkz. Ibn Hacer, îşSbe, IV. 129-130; tbnu'1-Egtr, Usdu'l-gâbe, III. 256-260.
[428]
Bkz. ez-Zehebi, Tezkire, I. 48.
[429]
Aynı eser, I. 50-51. .
[430]
Aynı eser, I. 49-50.
[431]
Aynı yer.
[432]
Bkz. îbn Haeer, Teftyft, II. 154-155.
[433]
Bkz. ej-Zehebî, Teskin, \. 79-88.
[434]
Aynı eser, I. 59.
[435]
Aynı eser, I. 73-74.
[436]
Aynı eser, I. 76-77.
[437]
Tercemesi için bkz. el-Hatİb el-Bağdadî, Târthu Bağdâd, XIII. 323-454; Ibn ÇaJ-likan, Vafeyöt, V. 39-47; eg-Zehebt, Tezkire, I.
168-169; tbn Kesir, el-Bidâye, X. 107; Tanrl-hîrdt, en-Nucüm, II. 12-15.
[438]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 92-93.
[439]
Bkz.. s. 86.
[440]
Meselâ bkz. Ebö Çanife ed-Dineverî, el-Aftbâru'Hn'âİ, s. 152.
[441]
Tercemeri için bkz. tbn Şacer, İfâbe, V. 26-27; tbnu'l-Effîr, Uıdu'l-gâbe, IV. 137-136.
[442]
Bkz. Aynı eser, VI. 126; Ibnn'l-Egtr, IV. 398-399.
[443]
Bkz. Aynı eser, IV. 161-162; İbnn'l-Eslr, III. 297-298.
[444]
Bkz. Ayoı eser, IV. 119-120; tbnu'1-Egtr, III. 245-246.
[445]
Abjned M. Şakir, el-Baııul-baı^ s. 211.
[446]
Ez-Zebcbî, Tezkire, I. 44.
[447]
Tercemesi için bkz. tbn Ebî Jestim, Küâbu'l-cerfy, I. 2, 40-42; Ebü Nu'aym, Şüye, II. 131-161; ez-Zehebî, Teshire, I. 71-72; İbn
Haeer, Tehtlb, II. 263-270.
[448]
Tercemcsi için bkz. İbn Ebl 5tün, Kitâbul-cerh, III. 2, 280-281; Ebû Nucaym, Hılye, II. 263-282; el-Çafibu'1'Bağdfidî, Törİfyu
Bağdâd, V. 331-338; ez-Zefaebî, Tezkire, I. 77-78; llm Çacer, MfO, IX. 214-217.
[449]
Tercemesi için bkz. tbn IJacer Tthiîb, III. 284-286.
[450]
Tercemes için bkz. el-Bu^irî, Tarlff, I, 2, 204-205; İbn Hacer, Teh;tb, II. 38-39; İbn Kefir el-Bidöye, IX. 93-95.
[451]
Bkz. İbn EbS BTatim, Kitâbu'l-cerb, III. 2, 133-135; tbn tfüCer, Tehtlb, VIII. 351-356.
[452]
Bkz. «z-Zehebi, Tehire, I. 64-65; İbn Hacer, Tehjlh, X. 173-174.
[453]
Bkz. ez-Zehebt, Ttfkirt, I. 95; tbn BTacer, T*hfQ>, XII. 18-19.
[454]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 93-94.
[455]
İbn Hacer, T»dbe, IV. 28.
[456]
El-Buhârf, Şahll>, V. 100; Müslim, Sahili, I. 50.
[457]
Muas tbn CebeTin tercemeni için bkz. tbn Şacer, tfSb*, VI. 106-107; İbn nl-Eflr, IV. 37*378.
[458]
bkz. ez –zehebi,Tezkire,I. 56
[459]
Bkz. îbn Ebt .Hâlim. Kitâbu'l-cerb, II. 1, 185.
[460]
Bkz. îbn Hallikân, Vafeyât, II. 313; Ibnu'l-'Imâd, Şe-zerât, II. 13.
[461]
Bkz. tbn JHacer, Tehfîb, VIII.346-347; ez-Zehebî, Teskin, I. 60.
[462]
Bkz. Ebü IVu'aym, V. 177-193; ez-Zehebî, Tetkire, I. 107-108; İbn IJacer. Tehsİb, X. 289-293.
[463]
Bkz. ez-Zebebf, Tezkire, I. 118.
[464]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 94-96.
[465]
Bkz. s. 44 vd.
[466]
Bkz. îşâbe, IV. 112.
[467]
Bkz. fabaköt, VII- 189.
[468]
Abdullah tbn tAmr'in tercemeû için bkz. es-Zehebî, Tezkire, I.' 41-42; tbn Hacer, tfâbt, IV. 111-112; Ibnul-Eflr, UtduH-gSbt, III.
233-235.
[469]
Bkz. İbn Hacer, Tehzlb, X. 82.
[470]
Bkz. ez-Zebebl, Tetkire, I. 129-130; TSrl^u'UUlâm, V. 184; tbn IJacer, XI. 318-319.
[471]
Bkz. Ura Qacer, Tehjîb. VIII. 14-16.
[472]
Bkz. tbn Ilacer, Tehzlb, V. 245.
[473]
Bkz. aynı eser, VI. 193-194.
[474]
Bkz. aynı eser, III. 69-70.
[475]
El-Leys İbn Sa'd için bkz. el-Buhfirf, Târih* IV. 246-247; İbn Ebî Ç&tim, Kü&u'l-cerh, III. 2, 179-180; Ebö Nueaym, güye, VII.
318-327; el-Çatib el-BağdSdİ, TSrîhu Ba^iSİ, XIII 3-14; ei-Zebebt, Tetkire, I. 224-226; îbn Haccr, Tehab, VIII. 459-468.
[476]
Bkz. el-Bahari, Târih, III. 1, 182-183; tbn Ebî Biatim, Kilâbu'Uerh, XI. 2, 145-148; ez-Zebebl, Tehire, I. 237-239; İbn Hacer,
T<htV>, V. 373-379.
[477]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 96-97.
[478]
İbn «Abdil-Berr, C&mP bey&rû't-Hlm, II. 56.
[479]
'Abdu'l-Vahh&b Hallflf, Itlâm teşrii tarihi (türkçesi: T. Koçyigit, ilahiyat Fakültesi yayınlarından), s. 29.
[480]
Müslim, sahih, I. 41.
[481]
El-flakİm Ebû <AWifl*h, Jttfrjfr 'ulOmi't-badU, ». 7; tbn «AbdiT-Berr, CftnF &«-
I. 94.
[482]
Bkz. Sahih X. 27.
[483]
Ibn cAlxÜ1-Berr, Cimi< brfâni'l-'ıbn, I. 93.
[484]
Aynı eser, I. 94.
[485]
Aynı yer.
[486]
EI-HafIbu1-Baftd*dI, «l-Kifâye, s. 402.
[487]
ibn «Abdil-Ber, Câmİ «J^aniY-Sfaı, I. 95.
[488]
Bks. Sütun, I. 97-48.
[489]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 97-103.
[490]
Talât Koçyİgit, Ha4U utÛlü, s. 132.
[491]
Hadlsçilerin ittifakla mutevatir olarak kabul ettikleri bu hadis batin hadfa kitap-Iurada nakledilmiştir. Varyantlarından biiîai için
metela bka. Mutum, Şaftit* IV. 2298.
[492]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 103.
[493]
Bkz. adı geçen eser. s. 210-211.
[494]
Tövbe süresi. 65.
[495]
Ebü Bekr, Hasreti Peygamberin cedde (büyük anne)ye südtts (1/6) miras verdiğini rivayet eden d-Mugire İbn Ştfbe'den haberi
için sâhid ttuebetmis ve ancak, Mubammed tbn Mealeme'nin sehadetmden sonra hadisi kabul etmiştir. Bkz. eI-öatflm'l-BağdidI,d-Ki/5y«,
*• Mî el-Halrim, Mtfrtfn ^ulûmi'l-hadlf, s. 15; ez-ZeheH, Tefkire, I, 3 . Keza 'Ömer tbmı>l-B>ttfib da "biriniz, üç defa izin istedikte
cevap verilmezse geri dOnsün** hadisini rivayet eden Ebü Mü-s&'dan bu hadis için şâbid talebinde bulunma? ve Ebü Sa*Id el-
Qudii*nin sehaâet etmesinden onm hadtsi kabul etmiştir. Bkz. Müslim, ŞofyVh III. 1694.
Ebü Bekr, sık sık müslümanlara yalandan «Vw« «ulanın söyler ve "yalan, »n—n' ftteûra, fücur ise ateşe götürür" derdi (ez-Zehebİ,
Ttjkire, I.3). Ma Iviye ise, Dımışk'ta minberden haU ka bitap etmiş ve "hadis rivayetinden sakınınız ve rivayet ederseniz, yalnız cOmer
devrinde bilmen hadisleri ahnız; çünkü o, Allah için halka korku veren bîr kimse idi" demiştir (es-Zabbl, I. 7).
[496]
Bkz. el Münteka minMinhacis- süne, s.386
[497]
Bkz. Hacc süresi, 17
[498]
Et-Taberi, Tarih, III.378
[499]
Aynı yer.
[500]
Ez-Zehebi, et-Munlckâ min Minhâci't-tutute, b. 383.
[501]
Aynı eser, s. 382.
[502]
Bu konuda daha geni;' bilgi için bkse. Talât Koçyiğit, HadUçiierU kdâmcüar araaın-daki münakaşalar, s. 31, 35 vd.
[503]
Aynı eser, s. 38-39.
[504]
Eg-Zehebl, el-Munttkâ min Minhöci't-Bunne,^. 22.
[505]
Aynı eser, s. 480.
[506]
Ahmed Emin, Fecru'l-lslâm, b. 271.
[507]
El-Bağdâdi, el-Fark beynel-firak, s. 18, 152.
[508]
Bkz. Şerftu Nehci'l-belâğa, III. 26-27.
[509]
Eg-Zehebi, el-Munttkâ nün Minhâci's-Sunne, s. 88.
[510]
Aynı yer,
[511]
Aynı yer.
[512]
Es-Suyütî, el-Le'öli't-maşnütafi*l'afyâdlşiV-meviüta, I. 358.
[513]
Aynı eser, I. 359.
[514]
Aynı eser, I. 357.
[515]
Aynı eser, I. 343.
[516]
Aynı eser, I. 329.
[517]
Aynı eeer, I. 379.
[518]
Aynı eser, I. 381.
[519]
Ez-Zehebl, el-Muntefsâ min Minhâci's-sunne, s. 480.
[520]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 104-112.
[521]
Et-Taberi, Tarih, VI. 121.
[522]
Aynı eser, VI. 145.
[523]
Aynı eser, VI. 127.
[524]
Aynı eser, VI. 271.
[525]
Aym eser, VI. 353.
[526]
Aynı eser, VI. 410.
[527]
Aynı eser, VI. 461.
[528]
Aynı eser, VI. 472.
[529]
Aynı eser, VI. 512.
[530]
Aynı eser, VII. 25.
[531]
Aynı eser, VI. 563.
[532]
Aynı eser, VII. 76.
[533]
Aynı eser, VII. 139; İbn Kesir, et-Bidâyr, X: 247, 275.
[534]
Aynı eser, VII. 140.
[535]
Aynı eser, VII. 154.
[536]
Aynı eser, VII. 151.
[537]
Aynı eser, VII. 175.
[538]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 113-117.
[539]
El-Gazill, Fayşalu't-tefrika beyne'I-Ulâm ve'i-Mndaka, s. 134-135.
[540]
Bkz. el-Munkızu mine'ş-tÜal, s. 143-144.
[541]
El-Iafahâni, ei-Ağânl, VI. 132.
[542]
Bkz. d-FıhrUt, s. 486.
[543]
Aynı yer; eU£âsımi, Târfyu'l-Cehmiyye, s. 27.
[544]
ibn Teymiye, Rititietu'l~furkân (MecmuSuu'r-resi'iI I. 137),
[545]
ibnu'n-Nedİm, el&hriu, s. 486. Îima'l-Efiir, «l-Kâmil, IV. 205.
[546]
fş -Şehristâni , el-Milel ve'n-nihal, I. 248.
[547]
Bkz. el-Fihrirt, s. 487.
[548]
Et-taberi, Törffr, VI. 390. Hicri 167 sene» olayları İçinde, ef~T«beri, el-Mohrfl'nin zındıklara karşı anuuuu bir mücadeleye
giriştiğini ve onUn her tarafta takip ettiğini kaydeder (VI. 389). Meşhur y&ur Bejfâr îbn Bnrd*nn de bn nrftda HaBfe tara&ndan
kırbaçlanarak «Mö-rüldüğüne (üphe yoktur. Zira Beşsir'a atfetdilen bîr aiirde "um karanlık, ateain iae parlak olduğa ve ateşin ateş olduğa
günden beri kendisine ibadet edildiği'* açıklamıut v» şâir bu yflutden zmdıkhkla itham «dihniflir (Blu. tbn Şaffikln, Vaftyâ^ I. 247). Her
ne kadar tbn Haffikin, BegsaVın kıtaplannm tetkik edildiğme ve «m«hHtgıw delâlet eden bu şey bnhmmadığma dair zayıf bir haber
nakleder ve ef-faberTye ianaden (hks. Tirffr, VI. 401) Befa&r'm, Haltfenin veriri Ya*kfll> tbn Divfid'n hicvetmesi dolayıaıyle
oldöroldüğünfi kaydeder» de, aintoinde umumiyetle kadın ve güman »evgiainî terennüm etmesi, eefîhane bir hayat sürmesi, aslen fSrist bir
kMe olması ve nihayet RÜızadan KâmUiyye firkaama mensub buhmman (bka. d-Bağdidt tl-Fmr$ b«yne'I*fir*k, s. 35; keca blut. t$lâm
AruiUtptdigiı Bessar), umu imdik olabüecetnıi gŞsteren bir kaç delildir.
[549]
et –taberi ,tarih VI. 391.
[550]
Aynı eser, VI. 433-434.
[551]
Aynı yer.
[552]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 117-120.
[553]
Bks. Ebü tfanlfr ed-Dineveri, *l-Ahbâru'H™öl, s. 384. Burada, Ebü Cafer'in 142 fenerinde Basra'ya geldiği bir sırada,
Rivendiyye'nin Ebü Müslim'in intikamını almak maksa-ayaklandlklan haberini aldığı ve bunları bastırmak için Çi$im ibn Şuzeyme'yi
görevlendirdiği dıyle kaydedilir.
[554]
Aynı eser, s. 382.
[555]
Râfiza, Ebü Beler ve 'Ömer'in imametini reddeden çitlere verilmiş bir isimdir. Bunlara göre Hazreti Peygamber, 'Ali İbn Ebt fâlib'i
kendisinden sonra halife olarak tayin ve bunu onun ismiyle izhar ve ilan etmiştir. Fakat sahabe. Hasreti Peygamberin bu vasiyyetine
oymamış ve dalâlete düşmüşlerdir. Halbuki imamet, yalnız nassla ve verasetle olur. Bu konuda bkz. Ebu'I-Çasan el-Eş*arf, Makölât, 1. 15.
[556]
Keytaniyye, 'AH İbn Ebl T*üVia M**»» Keyaân'a izafe edilen gfa kollarından biridir. Söylendiğine göre Keysftn, 'AU'nin oğlu
Mahammed tbnul-Şanefîyye'ye talebeHk etmiş ve «HMtliV için onun lin't't'iTÎ yapmıştır. Bkz. Eş-Şehrirtâni, el~MU*l nVıuM !
[557]
El-EşariAfaköİât, I. 19. Es-Şehristant'ye göre Riaâmiyye, Bizam adlı bir fahsa izafe edilmiştir. Ebü Müslim zamanında rjorftsân'da
zuhur eden bu fırka, Ebü Müslim'in imametini ve hulufiyeden olması dolayuıyle de ilâh ruhunun Ebü MuBÜm'e hulul ettiğini ileri
sürmüştür. Bkz. El-Mikt v*n-nibat, I. 154.
[558]
El-Eşari', Makalat, I. 19-20.
[559]
Daha geniş bilgi için bkz. el-Taberi, Târih, VI. 147 vd. (141 inci sene olayları).
[560]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 120-122.
[561]
Bkfc d-Bağdâdl. el-Farlf btyne'l-ftrok, s. 155.
[562]
Aynı yer ve tbn ÇıHikan, Vaftyâl, II. 426.
[563]
El-Bağdadi, el-Fark beyne't-firalf, s. 156.
[564]
Aynı eser. s. 155.
[565]
Bkz. Tdrlfc VL 367.
[566]
Aynı eser, VI. 374; İbn Çallikan, Vafeyât, II. 426. El-Bağdâdî, Mukanna*m kendisini kalede bulunan bir fınnda yaktığını, bu
sebeple ne cüsselinin, ne de küllerinin buhmabildiğmi kaydeder. Yine İni sebepledir ki ashabı, onun semaya yükseldiğini iddia etmişlerdir.
Mukanna'a bağlı kimselerin, balen yaşadıkları yerlerde bir mescidleri bulunduğunu, fakat namaz kılmadık-larını söyleyen el-Bağdâdt, ulu ve
domuz etini helâl saydıklarını, birbirlerinin kanlarından fay-laudıklannı, miiKİiî inanlardan nefret ettiklerini ve bunlardan birisini
yakaladıkları zaman öldürüp cesedim gizlediklerini zikretder. Bki. el'Fark beyne'l-firak, s. 156.
[567]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 122-123.
[568]
Aynı eser, s. 160.
[569]
Eİ-AtjböruHvM, »• 402.
[570]
Mu. el-Fihrİt, s. 494.
[571]
Aynı eser, s. 495-496. Keza hkz. et-Taberî, Târih, VII. 141. Burada, 202 seucsî olayları cümlesinden olarak Babek el-
Çurremt'nin harekete geçerek Câvidân'in ruhunun kendisine hulâl ettiği iddisıyle fesad çıkarmağa başladığı kaydedilir.
[572]
Meselâ H. 205 senesinde *Isâ tbn Mnhammed tbu Ebî ^âlid, Bâbek muharebesi için Ermentyye ve Acerbeyean'a tayin
olunmuştur (ef-fabert, VII. 159). H. 209 da önce Zurays adiyle maruf Sadaka İbn cjUf, sonra Ahmed İbnu'l-Cuneyd, daha sonra da İbrahim
lbnu'1-Leyg (aynı eser, VII. 174), H. 214 de de Abdullah İbn Tûlıir ve 'Alî İbn Hişüm (aynı eser, VII. 189) layin olunmuşlardır.
[573]
el-bed ve't-târih, VI. 116.
[574]
EI-Mes<ûdI. Mıw«c»>şeheb, IV. 5S-58; el-Makdi*İ, el-BetT wtl-törlfy, VI. 117-118
[575]
El-Bed' veU-târîh, v. 134.
[576]
İbnu'n-n-Nedtm, eLFihrist, s. 496.
[577]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 123-125.
[578]
Eş-ŞehristSnt, el-MUel vt'n-nihal, I. 85.
[579]
İbn Teymiye, RUâleiu'l-Furkân (Mecmü'atu'r-resâsiJJ, I. 137; RİMöletu'l'&amatiyye (ayıtı mecmua), I. 425.
[580]
El-Çâsunî, Töri/fu'l-Cehmiyye, s. 27.
[581]
Aynı yer.
[582]
Aynı yer ve Ibnu'n-Nedbn, el-FihrUt, s. 486; Ibaol-Esfr, el-Kâmil, IV. 332.
[583]
İbn Teyitliye, Hisâletu't-Furkân, I. 137.
[584]
E l- Akidetü’l Hamaviyye,I .425.felak ve nas surelerinin bu sihir üzerine nazil olduğu bilinmektedir.Bu konu ile ilgili olarak
mesela bkz. Tefsirül celaleyn ,II .277.
[585]
El- Kamil fit-tarih,v, 299.
[586]
İbnün –Nedim,el fihrist, s. 486,ibnül esir ,el kamil ,IV. 255,332
[587]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 126-127.
[588]
El-HItat, IV. 181.
[589]
Hudî* ve devamı için bkz. Şafyth, I. 36-38.
[590]
Bkz. Kûat'ul-ma'ârif- g. 212.
[591]
El-Endelfcsl, el-Ikdıt'J-ferld, II. 379.
[592]
Aynı yer.
[593]
İbn Kuteybe, KiıÛbul-ma'ürıf, s. 212.
[594]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 127-128.
[595]
Ma'ide sûresi, 44.
[596]
EI-Bağdadt, el-Fark, s. 50-51; es-Şehrâtanl, tl-MOtl, I. 120-121.
[597]
Bkz. Ahmed Emin, Fecru't-îılâm, s. 279.
[598]
Aynı yer.
[599]
Murci'e hakkında daha geniş bilgi için bkz. Eş-Şehristant, el-Milel, I. 139-146; el-Bağdadf, el-Fark, s. 122-125; eI-Eç*arl,
Makâtât, I. 126 vd.
[600]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 128-130.
[601]
eI-Bağdâdi, el-Fark, s. 70.
[602]
Aynı eser, s. 72.
[603]
Mutezilenin başlangıcıyle ilgili meşhur olan tarih, genellikle Vasıl İbn 'At&'nın el-Hasanu'l-Başrt meclisinden itizaline dayanır.
İbn Kuteybe, Vâsıl yerine onun yakın arkadaşı tAnw İbn *Ubeyd'i verir. Bkz. Kitöbu'I-nufârif, s. 212.
[604]
Daha geniş bilgi için bkz. Ebu'l-Hasan el-Eş'art, Makalât, I, 148.
[605]
El-ÇayySt, KUâbıt'l-intUâr, s. 126.
[606]
İbnnl-Hnrttzi, Tabakâtu'l-mu'tesile, a. 32.
[607]
Aynı eser, s. 35.
[608]
Aynı eser, s. 29-30.
[609]
De Boer, TârtySLftlstft fi'Lhlam, s. 25.
[610]
El-Makrîzl,el- hıtat IV. 181.
[611]
ibnül-Esir, tt-Kömil, IV; 332; tbnu'n-Nedtın, d-FihrİMt, ». 486.
[612]
Et-Taberi. V. 596; d-Me.'ûdl, Afiu-ücu>j«fc«K İL 190.
[613]
lbnu'n-Nedlm, d-Firhlül, e. 486; İbnul-Estr, el-Kâmil, IV. 332. CaM, Mervân İbn Mabammed'ia mürebbu idi ve ona kaderin
nefyi ile alkul-^ur'ân inançlarım telkin etmifli. Bu sebepte ona Mervân el-Ca*dt lakat» veribniftir.
[614]
Bke. e*-ZeheR MUânu'l-İHİdâl, IV. 369.
[615]
ibnn'l'Eetr, et-KâmÜ, V. 291; e!-Ya<kübI, III. 209.
[616]
Îbnu'l-Cevst. Mmmktbu'l-tmmm Afaud îbn .
[617]
Et-Taberi, VII. 367-368; d-Ya<fcabt, III. 213.
[618]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 130-135.
[619]
Bu uydurma hadîs ve 'Abbâd'la ilgili olarak hadîsçÜer tarafından ileri DÜrülen gö-fr hakkında bkz. İbnul-Cevzt, el-Muv*ûıât
(Medine 1386/1966), I. 340-341; MbÖnu'I-iHidÖt, II. 369.
[620]
Bkz. d-Afetfü'âi I. 342.
[621]
Aym eser, I. 346; keza Mlnâ hakkutda blu. eg-Zehebt, Mtzön, IV. 237.
[622]
lbnnl-Cevd, II- 24.
[623]
Aym eser, II. 25.
[624]
Aynı eser, II. 28.
[625]
Aym yer. İbnul-Cevzt, hadisin -eabih olmadığım belirttikten şuura, isnadında bulunan Yestd İbn Ebt Ziyâd'ın, yaşlılığı dolayisyle
telkine maruz kalan râvilerden biri olduğunu söylemiş, Yahya İbn MaSn'in, İbnu'l-Mubarek'in ve İbn <Adf'nüı bu râvi hakkındaki cerhle
ilgili görüşlerini nakletmiştir. Bununla beraber es-Suyüti, telkinin JıadSs vac'ını gerektinniye-ceğmi ileri sürerek Ebü Yalfi'nın
Afusned'inden. ve sâhid olarak et-fabarâiıl'nin JCrffr'inden hadîsin bir başka varyantını nakl etmiştir. Bu hadîste, şarkı söyleyen şahısların
Emevİ halifesi Mu'âviye ve Mmr Îbnnl-^AB değil, Muıfiviye ibn RSfi* ve 'Amr îbn Roia<a İbn Tabut oldukları belirtilmektedir. Es-
Suyûtî, bu hadisi naklettikten sonra şöyle demiştir: Bu rivayet maşkili izale etmiştir. Birinci rivayette tek bir lafieda vehim vâki olmuştur.
Bu lafia da ibnul-'Âş'tır; doğrusu tbn Rufafa olmak gerekir. Mu*aviye ise, mmurikhırdaiı biri olan Mu'âviye îbn Bâfi(-dir. Bks. el-Le'öli'I-
maşniFa, I. 427-428. Es-SuyfltTnin bu açıklaması doğru oka bile, birinci rivayet, hadisin Emevî düşmanları tararından nasıl tahrif edilerek
aleyhlerine kullanıldığını göstermeğe yeterlidir. <Amr İbn RttfSVınn <Amr Ibna'l-'A* sekilinde tahrif edilmesi halinde, Hu^viye'nin,
Emevî halifesi Mu'Sviye İbn Ebt Sufyân'dan başkasına delâlet etmiyeceği ve ilk anda onun hatırlanacağı açıkça anlaşılmaktadır.
[626]
ibnul-CevsBt, II. 27; çünkü "onu öldürün" manâsına gelen faktuîûhu ibareMttdcki I harfiaiu b ile yağılmam halinde
(JaJçbulühu), "onu kabul edin1' manâsı ortaya çıkar.
[627]
Aynı yer.
[628]
Aynı eser, JL 15-16.
[629]
Aynı eser, II, 17.
[630]
Aynı yer.
[631]
Aynı yer.
[632]
Aynı yer.
[633]
Aynı eser, II. 31.
[634]
Aynı eser, II. 32.
[635]
Aynı eser, II. 33.
[636]
Aynı eser, II. 35.
[637]
Aynı eser, II. 37.
[638]
Aynı eser, II. 39.
[639]
Bu cîld, Leon Berclıer tarafından Etüde* sur la Iradition Jtlamique adiyle franacaya tercemc edilmiş ve 1952 generalde Paris'te
neşredilmiştir.
[640]
lÂon Bercher, adı geçen eser, 6.
[641]
Adı gecen eser, s. 43.
[642]
Bkz. Târik, IV. 188.
[643]
Leon Bercher, adı gecen eser, s. 43.
[644]
Aynı yer.
[645]
Goldzüter'in naklettiği bu haber için hkz. adı geçen eser, s, 44; haberin yer aldığı asıl kaynak olarak bkz. el-Ya1^!, III. 7.
[646]
Halife "Abdu'İ-Melik'in, Allah'ın emir ve yasaklan karşısındaki titizliğini gösteren bir sözü için bkz. Hasan İbrahim Hasan,
Târthu'I-îslâm, I. 323. cAbda'I-Afelik, bir gün halka söyle hitabetmiş t ir: "Ey nas! Allah bir
takım hadler ve farzlar koymuştur. Eğer günah işlemekte devam eder ve onu artırırsanız, biz de sizinle kılıç başında biraraya gelecek
kadar bonon, cezasını arnnnz".
[647]
El-Buhârt, Şahlft, II. 56; burada hadîsi Hazreti Peygamberden Ebü Hurayra rivayet etmiştir. II. 58; burada bir başka hadisin
sonuna ekli olarak Ebü Sa*ıd el-Hudri tarafından rivayet edilmiştir. II. 219-220; burada yine Ebü Sa*id el-Hudrt'nin rivayeti yer almıştır. II.
249-250; burada da Ebö Sald'den gelen bir rivayet nakledilmiştir. Müslim, Şahîfy, II. 975-976 da Ebü Sa1d, II. 1011-1015 de Ebü
Hnrayra'nın rivayetleri yer almıştır.
[648]
EI-Buhari, Sahih, II. 57.
[649]
Goldziher ve görüşleri hakkında daha geniş bilgi için bkz. Talât Koçyiğit, /. Gokkiher'in hadisle ilgili görümlerinin tahlil ve
tenkidi, (İlahiyat Fakültesi Dergisi 1967) dit XV. 43-55.
[650]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 135-143.
[651]
Ibmıl-Cevzt, el-Mevf&ât, I. 133. Keza bkz. es-Suyû^i, d-LfâlVl-matn&a, I. 40; Mabammed İbnn'l-Kâsım et-fAlkfinf (M-
Tâykâoi) hakkında bkz. eg-Zehebl, Mizânu'l-i'üdâl, IV. 11.
[652]
Bkz. es-Zehebî, Mlzdnu'l-i'nddl, I. 574.
[653]
İbnul-Cev^, el'Mev?&St, I. 130-131; «-Suyntî, el-Le'âlil-mafnü'a, I. 36.
[654]
Ez-Zehebi, MUSn, I. 574; III. 42; Îbnu'l-Ccvzt, I, 131.
[655]
Aynı yer.
[656]
El-Cuveybfirt hakkında bki. ef-Zehebt, Mitin, I. 106-106.
[657]
ibnu'l-Cevzl, I. 133; es-SuyÜti, el-Le'âli*l-ma?nSFa, I. 39; eg-Zehebt, Mlzân, I. 107.
[658]
Kerramiyye'nin (manla ilgili görüşü hakkında bkz. el-Bağdadt, el-Farit beyne%firak, e. 136.
[659]
Bkz. el-Eş'art, Makâlât, I. 141.
[660]
lbnal-Cevzt, I. 136; es-Soyûtl, d-Le'âin-mafnÜ'o, I. 43. Es-SuyÛîî, Ebü Nucaym*in {fı/ye'sinden hadîsin bir başka tarîkini verir.
Ancak Ebö Nu'aym, W tarfkta yer alan râvi Yahya lbna'1-Yemân'ın, rivayetinde tek kaldığını ileri görmüştür.
[661]
Bkz, ez-Zehebî, MhSn, IV. 181.
[662]
ibnul-Cevrf, I. 129-130; es-Suyûft d-Le'âlU-mafnû'o, I. 36.
[663]
Bu şahıs hakkında daha geniş bilgi için bkz. ez-Zehebt, Mhân, III. 169.
[664]
İbnul-Cfval, I. 130; «-Suyö^I, J. 36-37.
[665]
lbnu'l-Cevzt, I. 130. Ahmed Îbn Muhammed Îbn Uarb hakkında daha geniş bilgi için bkz. ez-Zehebl, Mİzân, I. 134.
[666]
Îbnul-Cevzf, I. 130; es-Snyütî, I. 37; eg-Zehebl, Misân, IV. 144. Es-Suyüçi ve ej-Zehebl rivayetlerinde hadîs, "İman kavi ve
ameldir; artar ve eksilir. Üzerinize Sünnet vSdbtir; ona bağlı kalın" şeklinde yer almıştır.
[667]
ibnul-Cevzt, I. 130.
[668]
Bkz. MIzanu'L-i'ıldâl, III. 190.
[669]
Aynı eser, IV. 145.
[670]
Aynı yer.
[671]
İbnu'l-Cevzf, I. 276; es-Suyüti, I. 262. Keza aynı hadis ve rfivi» Süleyman Îbn Gbt Kertme hakkında bkz. ez-Zcbebt, Mhdn, II.
221; diğer ravisi Ahmed Îbn İbrahim İha Müsâ hakkında bkz. Mhân, I. 80.
[672]
Ibıiu'l-Cevaî, I. 276-277; es-Suyütî, II. 262. Keza Mezkûr hadîs ve râvisi Muhammed İbn Sa*îd cl-Ezrak hakkında bkz. ez-Zehebl,
Mîadn, III. 565. Bu şahıs, îbn *Adt tarafından "hadîs vazeden bir kezzafa" olarak tavsif edilmiştir.
[673]
İbnul-Cevst, I. 107.
[674]
Tercemeâ ve mezkûr hadisle ilgili olarak Cafer lbau*l-£acctc'm Ur hikâyesi hakkında bkz. d-Zeh«K AfböR, III. 633-634.
[675]
Ümul-Cevzl, I. 107.
[676]
Ez-Zehebf Müân, IV. 63.
[677]
tbaul-Cevil, I. 107-108
[678]
630 No.lu dipnota bafcmu.
[679]
Bkz. ev-Zehebt, MbSm, L 134.
[680]
lbnu'1-Oviİ, I- 108.
[681]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 143-150.
[682]
El-katib cl-B.ğdâdi, el-Kifâye, d. 431; es-Suyfifl, TtdrJht'r-râvU İM-
[683]
Ibnu'1-Ovil' el-MevtVöt, I. 37; es-Snrütl, d-La'öK'I-mafntfa, İL 468 ve,7Wrtt»'r7 *. 186.
[684]
İbnu'l- CevsI, 1. 37.38; el- Oatfb el- Bağdfldl, el-Kİfâye, «. 431;
mafn&a, II. 468.
[685]
Zındık Eyyüb Ibn cAbdiVSelâm ve İm haberi hakkında bkst. eff-Zehehİ, MUân, î. 290. Es-Zehefct, Ibn Sıhban'ıa ifadesine
istinaden Eyyüb'tan bn haberi nakleden Qammâd Ibn Seleme'yi Hasreti Peygamberin "kişinin her işittiğini nakletmesi, hataya düğmesi
için yeterlidir" hadîsi dolayuıyle ayıblanug görünürse de, Hamm&d'tan bu haberle ilgili olarak bir ûnad gelmediğini >oyleycrek, îbn
Çıbbin'ın bn konuda fazla sert davrandığını ileri sürmüştür.
[686]
Zındık tshak tbn Mohammed hakkında daha geni; bilgi için bkz. ez-ZeheM Mhân, I. 196-198.
[687]
Bkz. aynı eser, I. 159.
[688]
Bu şahus hakkında daha geuiş bilgi için bkz. aynı eser, III. 561-563 ve İbnu'l-Cevst, eUAUvıûfât, I. 47, 48.
[689]
İbnul-Cevzt, I. 105.
[690]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 150-153.
[691]
İbn Abd Rabbbih, el- ikdül- ferid,III. 415-416.-
[692]
İbn <Arrftk, Tenzftu'j-Ştrî'oft'f-mej/tftı, II. 36. Hadisin râvisi cAubes« hakkında el-Buhârf, "terekühu" (onu terkettilcr) ve
"jsâhibul-hadls" (hadîsi boş) demiş; Ebü Çitim ise, hadîs vazettiğini söylemiştir. Bkz. Ez-Zehebt, MhSn, III. 301.
[693]
Es-Suyûti1, d-LfİFUmaçniPa, I. 442. İbnu'l-Cevzl, hadisi 'Açâ'dan mursel olarak nak-lelmiştir. Bksc. el-M«vşüsât, II. 41. EI-
TJkayll hadîs hakkında "munkerdîr; aslı yoktur" demiştir. Es-Zehebt ûe, hadisin râvisi .Yahya İbn Yeztd'in musahhaf olduğunu ve aslında
Yahya İbn Bureyd olması gerektiğini söylemiştir. Bkz. Mhân, IV. 365, 415.
[694]
Es-Suyüll, el-LSâlı'l-mafnü<a, I. 448; İbn «Arrâk, Tmxlhu*i-$erl'at II. 33.
[695]
Es-Suyüft aynı eser, I. 444; îbu cArrftl:, aynı eser, II. 31.
[696]
İbnu'l-Cevzl, eLMevi&öt, II. 51; es-Suyûtl, eJ-Le'öK'i-majnü'a, I. 458-459; İbn 'Arrâk, Tenzthu'ş-Şerlca, II. 48. Hadîsi ez-
Zuhxt'den rivayet eden el-Velld İbn Muhammed el-Hu-vakkarî (0. 181), hadîs imamları arasında genellikle zayıf bir râvi olarak tanınmış.,
Yahya tbn Maln ise, onu yalancılıkla itham etmiştir. Bkz. ez.-Zeh.ebi, Mizan, IV. 346. İbn cAdf hadîsin mnn-ker olduğunu söylemiş ve ez-
Zuhrfden yalnız el-Muvakkart tarafından rivayet edildiğini ileri sür-müş ise de, İbn cAsâkir, Muhammed İbn Müslim et-Tâ'ifî'nin ona
mütabeat ettiğini söylemiştir. Bkz. es-Suyûtî, adı geçen eser, I. 459. Hadîste zikri geçen Şan*»* şehrinin Yemen Şan*a*i değil,
Rum diyarmdaki Şan'â' olduğu ileri sürülmüştür. Antakya el-Muhterika denilen, şehir ise, el-*Abbâ3 Ibhul-Velld îbn cAbdi'l-Me]ik
tarafından yakılan Antakya'da-, Bkü. aynı yer.
[697]
İbnu'l-Cevzt, II. 52; es-SuyÜtî, I. 460. Hadîsin râvisi £Al)du'l-Meh"k İbn Harun, zayıf, kezzâb, deceâl ve hadîs
vazeden bir kimse olarak tavsif olunmuştur. Bu şahıs ve rivayeti hakkında daha geniş bilgi için bkz. ez-Zehebt, Mizan, III. 666.
[698]
Îbnu'l-Cevrt, II. 55; es-Suyüü, I. 463. Hadîsin Dâvûd İbnu'l-Muhabber tarafından vazedildiği açıklanmıştır. Bu şahıs hakkında
bkz. ez-Zehebt, Mhân, II. 20. Hadîsin İbn Müce tarafından da Sunen'inde nakledildiğini söyleyen tbnul-Cevzt, asıl garabetin, ihnine
rağmen İbn Mfice'nin bu hadîsi kabul etmesinde bulunduğunu ve bazı kimselerin "eğer bu hadîs sabîh ohnasaydı böyle bir âlim onu
zikretmezdi" diyerek muktezasınca amel ettiklerini, halbuki bunun, ülke ve vatan taassubundan meydana geldiğini ileri sürmüştür. Hadisin
İbn Mfice rivayeti için bkz. es-Sun«n, II. 179.
[699]
Enfal sûresi, 30.
[700]
îbnu'I-Cevzt. U. 71-72; es-Suyütl, I. 481.
[701]
bu hadisi zikreden İbnu'l-Cevzt (II. 48), el-HaJib'in gu sözünü de nakletmiş tir: "Haili» mevzudur ve riva yetiyle el-Burak i
teferrüd etmiştir. EI-Hâkim'den bana nakledildiğine göre, Ebü 'Abriillah el-Bura kî, sika olan kimselerden pek çok menakfr vazetmiştir. En
açın derecede «tlatO da Flııi Hatıife ile iljrili olan hadîstir".
[702]
Aynı yer.
[703]
Aynı yer.
[704]
Bkz. es-Zehebt, Mttân, III. 459-Mubammed Îbn Abmed Îbn Yeztd es-Sulemf.
[705]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 153-159.
[706]
Hazreti Peygamberden mutevatir olarak rivayet edilen hadîs malûmdur: "Her kim kasidh olarak benim üzerime yalan söylerse,
cehennemdeki yerine hazırlansın". Bu hadîsin, hadîs uyduranlar için Allah ve Peygamber korkusunu telkin eden ilk ihtar olarak gözönünde
bulundurulması gerekirdi. Ancak bu korkunun, Allah'a ve Peygamber'* îman ile birlikte kalbe yerleşebileceği düşünülürse, İmandan
yoksun kalplerde hiç bir ihtarın korku hâsıl etmiyecegi de aşikârdır.
[707]
İbnu'l-Cevzt, III. 255. tbnu'I-Cevzf bu hadîsi naklettikten sonra söyle demiştir; "Bu hadis, Hazreti Peygamber üzerine vazolunmuş
bir hadîstir, üç âfeti vardır: Birincisi irsalidir; CA1I Ibnu'J-Huseyn, Alt İbn Ebt TâlüVin devrine yetişmemiştir (ve bu sebeple hadisi ondan
almış olamaz). İkincisi, Muhammed İbn Mervân es-Suddl'dir ki baklanda kezzüb, metrukü'I-hadfg denilmiştir. Üçüncüsü ise, bundan daha
açıktır ve o da Sa'd İbn Tarif olop bu hadisin vaa*ı
ile itham olunmuştur. Zira bu şahıs, Ibn {hbban'ıu açıkladığına göre, ihtiyaç ânında hemen hadis
uyduran bir kimse idî",
[708]
lbnu'1-Cevzl, I. 46.
[709]
Aynı eser, I. 47.
[710]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 159-161.
[711]
Bkz. «-Suyüti, d-Le'SlPUmafHü^a, II. 469.
[712]
Îbnu'l-Cevzî, I. 239-240.
[713]
Bu hadîs için bk.z. Müslim, Şahth, I. 9 (mukaddime).
[714]
lbnu'l-Cevzt, I. 239-240. Aelı geçen rivi hakkında daha geniş bilgi içİu bkz. ej-Z«hebi, MUân, IV. 83. Burada es-Zehebt, mezkûr
hadîsi bahis konusu ederek "eğer bu badis Mahled'in bir iftirası değilse onu kimin vazettiğini bilmiyorum'* demiştir.
[715]
İbnu'l-Cevzf, I. 40, 240-241. Meysere ile ilgili haberler hakkında daha geniş bilgi için bkz. ej-Zehebt, Mhân, IV. 230-232.
Mu'emmil'den de şöyle bir haber nakledilmiştir: "Ubeyy İbn Kattan rivayet «dilen Kur'ân »ürelerinin fasîletleriyle ilgili haâhi bîr şeyh bana
rivayet etti. Ona bu şeyhin kim olduğunu »ordum. Medaym'de, halen hayatta olan bir adam, dedi. Medayin'e gidip o adamı buldum ve
hadisi rivayet edeni sordum. Vasit'da bir geyfc, dedi. Vasit'a gittim, onu da buldum. O, Basra'da, Basra'daki de Bağdad'da yaşayan bir şeyhi
tarif etti. Bu şeyhe hadîsi kimin rivayet ettiğim sorduğum zaman fa cevabı verdi: Hiç kimse. Fakat görüyoruz ki halk Kur'ân'dan uzaklaşıyor;
onları Kur'ân'n yöneltmek için bu hadîsi biz vacettik". Îbnu'l-Cevzf, I. 241.
[716]
tbna'l-Cevzt, III. 41.
[717]
Aynı eser, III. 42.
[718]
Es-Zehebf, MUân, I. 141.
[719]
Aynı yer ve tbnu'l-Cevri, I. 40.
[720]
Îbnu'l-Cevzl, III. 113; es-Zehebt, MhSn, I. 142.
[721]
İbnu'l-Cevzt I. 41.
[722]
Es-Snyöti, 7WrttuV-râuJ, s. 187; Ahmed M. Sikir, el-BaiıuLba»l*t s. 94.
[723]
H. 150 senesinde vefat edea-llnkfitü tbn Süleyman tefsir »ahaında şöhret kısanım» bir kimse idi. Bu sebeple es-Şafr1!, halkm
tefsirde MnkatU'e muhtaç olduğunu söylemiştir. Bananla beraber bu şahıs, hadis »flh"™sflft yalancılıkla itham edilmiş ve hakkında, "keffib"
denilmiştir. Daha geniş bilgi için bk*. efigenebt, MbSn, IV. 173-175.
[724]
Bkz. Ebü Davfid, II. 28; n-Tinnift, IV. 20fc en-Ness**, VI. 226-227; tbn Mice, II. 205-206.
[725]
tlual-Cevzt, I. 42; es-Sayütî, eİ-Le'âliH'mofnû^a, II. 470; Tedrlbu'r-râvl, s. 187; Ah-mod M. Şİkir, d-BS'igu'Hag^, s. 94. Gıyfig
İbn ibrahim en-NahaTnin ke&ib ve hadis vazeden bir kimse olduğuna söyleyen hadis imamlarıma gttrugleri hattında bkz. eg-Zdhebf,
Mttân, III. 337.
[726]
İbnu'l-Cevzl, I. 42; en-Suyûtl, el-Lt'öli'I-mafnü'a, II. 470. Sa*d îbn T**tf*™ yalana ve dilediği anda hadi» uyduran bir kimse
olduğa hakkında daha geniş bilgi için bk*. Z Müân, II. 122-124.
[727]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 162-167.
[728]
Bkz. 1.15.
[729]
The Origint of Muhammadan Juris prudmce adlı eserin müellifi Joseph Schacht, Muhammed tbn SMn'den nakledilen İm haberi
ele alarak zikri geçen Mfitne*'nm, Emevî idaresinin sonlarına doğru hatife Velld tbn Yezid'in öldürülmesiyle (H. 126) taşladığını ileri sürer
ve Ha-hammed İfan Strtn'în vefat tarihinin H. 110 olduğuna işaretle, ondan rivayet edilen hu haberin eabih olarak ona isnad
edilemiyeceğini iddia eder (adı geçen eser, s. 36-37). Müellif, her nedense, İbn Sİrm'in vefatından 16 sene sonra vukua gelen bir dâhili
karışıklığı düşünmüş, fakat onun orta yaşlarında cereyan eden dahili harbi hesaba katmamıştır. İbn SMn'in şâbid olduğu ve rahatlıkla
hakkında haber verebileceği fitneleri terkedip, onun vefatından sonra cereyan eden hadîsleri düşünmek, yahut İfan Sujn*in «özlerini bu
hâdiselerle ilgili gösterip, sonra da onun gerçeğe uygun olmadığını ileri sürmek, hadîste tenkid faaliyetinin İra kadar erken başlayabileceğini
kabul edememenin bir neticesi olsa gerektir. Ve filhakika müellif; muntazam bir isnad tatbikinin, ikinci asrın başlangıcından daha eski
olabileceğini kabul etmemektedir (adı geçen eser. s. 37).
[730]
Müslim, Şahlh, I.13.
[731]
Aynı eser, I. 14.
[732]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 167-168.
[733]
ibnu's-Şalâh'ın Ebü Zur*a er-Razt'den naklen açıkladığına göre, Hazreti Peygamberle birlikte Tebûk gazvesine iştirak eden
sahablferin sayısı 70 bin civarındadır. Veda HaccnuU 40 bin sahabt hazır bulunmuştur. Hazreti Peygamber vefat ettiği zaman, onu gBren
ve işiten Medine ve Mekke ahalisinden ve sair Araptan olan sahabJ sayısı 114 bindir. *Ulümu%hadİi, t. 267-268.
[734]
Hazreti Peygamberden çok hadis rivayet etmekle şöhret kazanan ve "mukjirûn" denilen sahabllerin sayısı, Ahmed İbn Hanbel'e
göre sadece altıdır ve bunlar Ebü Hurayra, İbn 'Ömer, *Aişe, Câbir tbn f AbdüTah, İbn cAbbâs ve Enes tbn Hafik'tir. Banlar arasında
hadisi en çok olan sahabt ise, Ebö HurayraMır. Bn sahabllerin tercemei halleri incelenecek olursa* bunların diğer sahablere nazaran
Hazreti Peygamberle en çok teman bulanan ve vakitlerinin çoğunu onun yanında geçiren sahabiler oldukları görülür. fbnuVŞalûh
KUUsmu't-hadlg, s. 266
[735]
El-tfatib «1-Bağdâdi, Tatyldu'l-rJm, s. 58.
[736]
Ibn 0acer, Hadi* utilahhn kakktnja Nukbttu't-filur şerhi (terceme: Talât Koçyiğİt), s. 34, 57.
[737]
Bid'at, bazan iyi, güzel ve faydalı olduğu gibi, bazan da kötü ve zararlı olur. Bu itibarla bid'at, din! yönden iki kısma ayrılmış,
birincisine 'bid^t-ı hasene". ikincisine de "bid-at-ı seyyie" denilmiştir. Ancak hadîs ıstılahında bid'at bahis konusu olduğu saman, daima
kötü ve zararlı olan, yani İslâm'a aykın düşen inanç ve itİkadlar kasdedünûf tir. Meselâ sfr, havaric, kaderiyye, cehmiyye, mutezile ve
benzerî mezheblere mensup olup bu mezheblerin görüşlerini müdafaa edenlere "nmbtediV veya "bid*at ehli" denilmiştir. Hadts imamları,
umumiyetle bidat ehlinden olanların rivayetlerini kabul etmemişlerdir. Bononla beraber bazdan, mezhebinin dli-liğui yapmayan ve sözüne
güvenilir olan basa müfatecu'anm rivayetlerini kabule taraftardırlar.
[738]
râvilerin adalete taalluk eden bu beş halden dolayı tenkid edilmeleriyle ilgüi daha geniş bilgi içm bke. Ibn rjlacer, Hadû utitaktan
hakkında Nukbrtu'l-fikcr şerhi,». 57 vd.
[739]
Daha geniş bilgi için bkz. aynı yer-
[740]
Eş-ŞifiTnia mezkûr sözleri için bkz. el-Çatîb el-Bağdâdt, el-Kifaye, s. 23, 24.
[741]
İslâm vasfı, umumiyeti* adaletin tafsili olarak zikredilir. Şüphesiz hadîs nakleden bir râvi bu dine taalluk eden meselelerle ilgili
haberleri naklettiği için, bu nakillerin mes'ûliyetmi de yüklenmektedir. Bu sebeple onun müBİüman olması kadar tabii bir şey tasavvur
edilemez. Aksi halde, İslâm'ın ikinci kaynağını teşkil eden hadîslerin, müslüman olmayan şahıslar tarafından ifsad edilmeyeceği hiç bir şeyle
temin edilemez. Bundan dolayı, hadîs r&vilerinin müslüman olmaları tabii görülmüş ve açık bir şart olarak belirtilmek lüzumu
hissedilmemiştir. Bununla beraber adalet vasfı içerisinde müslüman olan râvinin fisk ve fücurdan uzak, itikad ve ibadetiyle gerçek İslam
vasıflarına sahip bulunması kasdedünüştir.
[742]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 169-173.
[743]
Bkz. I. 6.
[744]
Meselâ bkz. îbnuVŞalâfc, tVlümu'l-lıadls, s- 10.
[745]
Bkz. es-Suyüti, Tedr»uV-râvf, s. 23.
[746]
Aynı yer.
[747]
Bkz. Kifâ6u7-(ılef Cömt<in sonunda). V. 758.
[748]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 173-176.
[749]
Bu haberin rivayetleri için bkz. Müslim, ŞabÜf (mukaddime), I. 15; İbn Ebt rjfitîm, eUCerh ve'ı-ufidîl, I. 1, 28; Abmed İbn
Hanbel, KUabu'i-'ıtel, v. 114b; el-Şa(ib el-Bağdadf, el-Kifâye, s. 122.
[750]
Bkz. el-Bidâye ve'n-nihdye, IX. 35.
[751]
Fukalıâ-i Sebıa (yedi fakîb), Hicaz ulemasına göre: SaSd İbnu'l-Mnseyyib (ö. 105), el-Sâsım lbn Muhainmed İbn Ebt Bekr ea-
Şıddîk (O. 107), 'Urva ibnuVZubeyr (Ö, 94), Cârice ibn Zeyd ibn §Sbit (Ö. 99), Ebû Seleme îbn cAbdİrrahman Jbn *Avf (Ö. 94),
«Ubeydullah ibn «Abdillab İbn ITtbe İbn Mes'üd (ö. 98) ve Süleyman İbn Yesâr (ö. 107) dır.
[752]
Ez-Zuhrl'nin tercemesi hakkında daha geni* bilgi için bkz. Talat Koçyiğit, îbn Şi-*«fc n-Zuhrl (İlahiyat Fakültesi Dergisi. CÜt:
XXI, e. 51-74)
[753]
İbn Ebî Hatim, d-Cerh veU-ta'dll, IV. 1, 74.
[754]
Musİm, Sahih (mukaddime), I. 13.
[755]
El-hakim Ebû 'Afcdillah, Mtfrİfa cuüimi*HadIg, s. 6; Ebü Nu'aym, #ıtyet III. 365.
[756]
Ebü Nuaym, Hılye, III. 365; İbn Ke»tr, d>Bİdöye, IX. 345.
[757]
Ez-Zehebt, Târtfıu'l-lslâm, V. 148.
[758]
Burada bir hususu hatırlatmakta fayda vardır: Arapçada-bazan, umuma delâlet eden ibareler külanıldığı halde, bunlarla husus
kasdedilir ve eğer bu manâ a ol asılmazsa yanlış neticelere varılır. Bu bakımdan ez-Znhrİ*nin yâ ehle'j'Şöm (ey Şam halkı) sözünden bütün
Şâm halkını anlamamak lâzımdır. Eğer bu manâ anlaşılırsa, ez-
Zuhrî'nin, Şam halkı arasında isnad kullanılmasını sağlamasının güçlüğü ileri sürülerek konuyla ilgili haber üzerine şüpheye düşüle-
bilir. Halbuki mezkûr haberde zikredilen ehlu'f-Şâm veya Şâm halkandan maksat, sadece Şim-da hadisle meşgul olan ve hadîs rivayet eden
kimselerdir. Bunların sayıca çok olmadıklarım tahmin etmek güç değildir. Medine'den gelmiş, halîfeler nezdinde ilmiyle büyük itibar
kazanmış ez-Zuhrf gibi bir hadîs İmammın, Dımaşk mescidinin bir köşesinde, Şâm hadîsçilerinin teşkil ettiği bir halkada, onlara isnadın
ehemmiyetini anlatması ve bu suretle hadîs rivayetinde isnad kullanılmasını sağlamış olması her halde güç bir iş olmasa gerektir.
[759]
El-hatib el-Bağdadt, Tahfldu'l-'üm, s. 107-108.
[760]
Ez-zehehebi -Mwıiek& nün Minhâci't.Suniıe, a. 88.
[761]
Ez -Zehefat, Târ^u't-tMm, V. 143.
[762]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 176-181.
[763]
Meselâ hkz. HadU uttlahlan hakktntla Nubbetul-jiktr ftrhi, B. 22-23.
[764]
Aynı yer.
[765]
Bkz. El -lhkâm, I. 119
[766]
Bkz. s. 369.
[767]
Aynı eser, s. 370-371.
[768]
Aynı eser, 401-403.
[769]
Aynı eser. 405-406.
[770]
Aynı eser, s. 406-408.
[771]
Aynı eser, s. 416.
[772]
Aynı eser, s. 427
[773]
Aynı eser. s. 426
[774]
Bkz.ihtilafül –hadis Kitabül-ummun VII.cildinde,VII. 20 ,21keza bkz,er-risales.429( 1 no. Lu dipnot)
[775]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 181-189.
[776]
Bkz.. Kitabul-umm, VII. 250.
[777]
Aynı eser, VII. 250.
[778]
Aynı eser, VII. 251.
[779]
Aynı eser, VII. 252.
[780]
Aynı yer.
[781]
Aynı yer.
[782]
Aynı eser, VII. 254-255.
[783]
El- huzarinin bu görüşleri için bkz. Tarihul-teşri el islami. 185-86.
[784]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 189-193.
[785]
Bkz. el-Fark baynelfirak, s. 71-72.
[786]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 193-195.
[787]
Aynı eser, s. 72-73.
[788]
Hadîs için bkz. el-Buhari, Şahtt, VII. 210; Müslim, Şafrlh, IV. 2036.
[789]
El-tfatlb'İn bu haberi için blu. Târfyu Bağdâd, XII. 172.
[790]
Îbn Hacer, Fethu'l-barl, XI. 384.
[791]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 195-196.
[792]
Bkz. el-Fark beyne'l-firak, «. 73.
[793]
Aynı eser, a. 77.
[794]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 196-197.
[795]
Aynı eser, e. 79.
[796]
Aynı eser, 9. 87.
[797]
Aynı yer.
[798]
Aynı eser, s. 89.
[799]
Aynı yer.
[800]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 197-199.
[801]
Kelimenin manftu için bkz. İbn Haniâr, Tâat^arût, IX 204.
[802]
ibn Sad, Tabakât, VII. 2, 189; eS-Zcheb(, Târfyu'1-hlâm, III. 38.
[803]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 199-200.
[804]
Bu haber için bkz. Ebü NuSjym, gdye, III. 363; tbn 'Abdil-Beir, Cami* bey&m I. 76; tbn Kesir, d-Bidâye ve'n-nihâye, IX. 315; el-
Kettanf, «r-RUâU d-Mıutafra/a, s. 4,
[805]
El-Kettânt, erRUale eLMustafrafa, s. 4.
[806]
Ebu Nuaym, HUye, III. 360; ez-Zehebf, Târ^u'l-tilâm, V. 145; îbn Çacer, T«hif-4uV(«A?ft, IX. 448.
[807]
ibn Hacer, Tehiib, IX. 448.
[808]
Ez-Zebebl, Tarfyu'I-fılâm, V- 137; Teikiretu'lJmj'fâi, I. 109.
[809]
Bkz. Tarihul islam-, V. 137.
[810]
Ker3h4tu*t-t£bîtin ei-takylde baghğı altında, hadts yazmayı hog görmeyen ban tâbftler «^flln haberler içiiı bkz. el-JJaflb el-
Bagdftdl, Takyidu'UUlm, t. 45-48.
[811]
Bu konuda gelen haberler için bkz. aynı eser, s. 58-60.
[812]
Aynı yer.
[813]
Aynı yer.
[814]
Aynı eser, s. 61-63.
[815]
ibn Çalliköiı, Vafeyatû't-a'yân, III. 317; ibnuVImâd, Şeferâtu^fthsbt I. 162.
[816]
Ez-Zehebt, Târthu'l-Udm, V. 143; Tefkiretu'l-l^ffâi, I. 111.
[817]
Ez-Zekebi, TârOtu'l-hlâm, V- 145.
[818]
Ez-Zehebi, T«j«™m7-4m0'3i, I. 111.
[819]
Tercemesi hakkında bks. İbn Hacer, 7VAjfWM«*,ft, VII. 475-478.
[820]
Tercemesi hakkında bkz. aynı eser, XII. 38-40.
[821]
Bu haber için bk«. İbn Sa*d, foba*», II. 2, 134; el-Bubiri, Şa*ft, I. 33; el-BubJbt, mezkûr haberi b&b başhftmdan soora talik
etmiş, İbn Çacer de «erbinde (Fethu't-bSrî, I. 140), bunun, tedvinin başlangıcına delalet ettiğini sfiylemîytir. Ed-Darimi, Snnen, I. 126; el-
0atS> el-Bagdadl, Takytdu'l-Slm, s. 105-106; el-Herevt, Zcmmu'f-falam, L 70.
[822]
Bkz. TatyMu.'l-'ılm, s. 106.
[823]
Bkz. Tenvjru'l-havĞlik (mukaddime), s. 6.
[824]
ibn <Abdi'l-Berr, Câmi< beyani'l-Uhn, I. 76.
[825]
Bkz. es-Sayûft Tenvlm'I-fyavâliJc, I. 6; d-Kett&nl, tr-Ritâletu'l-mıtitatrafa, ». 4.
[826]
Bkz. İbn hacer, TehxO>u*t-lehfB>, XII. 39.
[827]
Ebü Nu'aym, HUye, III. 361; İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nihâye, IX. 344; V. 141.
[828]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 200-205.
[829]
Bkz. e\-Muhaddiıu'l'/afil beyne*r-râvî ve'l-v&î, a. 611-613.
[830]
îbn Hacer, Hedyu's-târî, s. 4—5.
[831]
Bkz. Etüde* sur la tradition Islamiçue, s. 26S-267.
[832]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 205-207.
[833]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 207.
[834]
Tercemesi için bkz. lbn SaM, 7«4aA5t, VI. 171-178; İbn Çuteybe, d-Mıförifa. 198-199; el-Çaçib el-Bağdâdt, Târîhu Bağdâd,
XII. 227-233; Ebû NuSıym, #üye, IV. 310-338; îbn Hallikan, Vafeyât, II. 227-229; ez-Zehebl, Tezkire, I. 79-88; tbn Şlacer, TefcjB, V. 65-
69.
[835]
Ibn SaM, Tabakât, II. 2,135-136; el-Buhart, Târifr, I. 1, 221; ibuKutcybc. d-Ma'ârif, s. 208; Ebü Nucaym, Hılye, III. 360-381; lbn
Keçtr, el-Bidâye ve'n-nihâye, IX. 340-348; Ibn gaffikân, Vafeyât, III. 317-319; «î-Zeheb!, TârJ^Uhlâm, V. 136-152; Tı&İr*, I. 108-113;
tbn Haccr, Tthılb, IX. 445-451.
[836]
Tercemesi için bkz. îbn Ebt Sârim, Takdimetu1l-cerfy, s. 22; en-Nevevl, TehxJbul-eım&t II. 118; eg-Zehebf, Tezkire, \. 148; tbn
Hacer, TrJızlb, X. 360-363; el-Kettinl er-Rûâh el-Mut-tafrafa, s. 82; Fuat Sezgin, GAS, 286-287.
[837]
Tercemesi için bkz. tbn Sa'd, Tabatföl, VII. 2, 67; lbn Çateybe, tUMtfârif, s. 215; İbnu'n-Nedtm, el-Fihrist, s. 142; el-Hatlb el-
Bağdûdt, Târîhu Bağdâd, I. 214-234; tbn gaUiktn, Vafeyât, III. 405-406; ez-Zelıebt, Tetkire, I. 172-174; Miıânu'l-İHİdâl, III. 468-475; tbn
0acet TtAaft, IX. 38-46; el-Kettânî, el-Mustatrafa, s. 80; Fuat Sezgin, GAS, I. 288-290.
[838]
Bkz. lbn Sa'd, ToAafcâl, V. 397; el-Bufearî, Târfy, IV. I, 378-379; lbn Çuteybe, d-Ma'ârif, s. 221; lbn Ebl Hfitim, KitöbuH-cerb
ve't-ta^dÜ, IV. 1, 255-257; en-Nevevi, TsfczOuV-etmâ1, II. 107; ez-Zebebt, Tezkire, I. 190-191; Mhâa, IV. 154; tbn Hacer, Tehılb, X.
243-246; Fnat Sezgin, Hadîs Musannafalının Mebdei ve Ma'mer îbn Râfid'in CâmiH, Türkiyat Mecmuası 12/1955, b. 215-234; GAS, I.
290-291.
[839]
Bkz. lbn Ruteybe, eUMa'örif, b. 220; tbna'n-Nedtm, el-Fihristt s. 142; cl-Hatfb el-Bağdâdt, Târlku Bağdâd, XIII. 457-462; lbn
Çacer, Tehflb, X. 419-422; Fuat Sesgin, GAS,t I. 291-292.
[840]
Bkz. tbnıı'n-Nedtm, el-Fihrüt, s. 329-330.
[841]
Bkz. el-Bubârt, Târih, IV. 2, 49; lbn Ebt IJatİm, KUâbu'l-cerk, IV. 1, 402-403; e»-Zehebt, Tezkire, I. 266-267; Mkdn, IV. 142;
tbn Çacer, Tehzib, X. 227-228.
[842]
lbn Çuteybe, eUMacârtf, s. 224; el-Şatlb el-Bağdâdl, Târîhu Bağdâd, XIII 132-134; ez-Zehebt, Tezkire, I. 325-326; tbn Hacer,
Tehtfb, XI. 213-214.
[843]
Mağazîyi VekiMen daha iyi bildiği ve yetmişe yalan musannafatı olduğa söylenir. Tercemesi için bkz. el-Bidjait, Târih, IV. 2,152-
153; İbnn'n-Nedlm, eUFikrut, t. 332; es-Zehebt, Ttfhire, I. 302-304; MUân, IV. 347-348; lbn
0acer, T*hf0>, XI. 151-155; lbnnİ-1m4d, $» ıtrât, I. 344; Fuat Sezgin, GAS, I. 293.
[844]
Bkz. el-Kettân!, el-Mustatrafa, s. 79.
[845]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 208-210.
[846]
Bkz. Ibn Sacd, Jabakât, VII. 2,.l6O-l6l; el-Buhâxi, Târih, IV. 2, 21; İbnu'n-Nedtm, el-Fihriat, s. 332; Ebü Nucsym, Ifılye, V.
177; 193; ez-Zehebf, Teşhire, I. 107-108; MhSn, IV. 177-178; Ibn Çacer, Tehzîb, X. 289-293; Fuat Sezgin, GAS, I. 404.
[847]
Bkz. Ibn SaM, f^bakât, V. 361-362; el-Buhârt, fârlk, III. 1, 422-423; îbn Ebt flâtîm, Kitâbu'I-cerh, II. 2, 356-358; Ibnu'n-
Nedlm, el-Fihrist, s. 330; el-gatîb el-BağdSdt, Târlhu Bağdâd, X. 400-107; Ibn Jlallikân, Vafeyât, II. 338; ez-Zehebl, Tezkire, I. 169-171;
Mhân, II. 659; Ibn Uacer, Tehzib, VI. 402-406. Fuat Sezgin, GAS, I. 91.
[848]
Bkz. Ibn SaSJ, fabakât, VII. 2, 33; el-Buhârt, Târlfy, II. 1, 462; Ibnu'n-Nedlnı, d-Fihrist, b. 331; eg-Zehebf, Tezkire, 1.177-178;
Mhân, II. 151-153; Ibn Qacer, Tehşİb, IV. 63-66; Fuat Sezgin, GAS, I. 91.
[849]
Bkz. Ibn Kuteybe, el-Ma'ârif, s. 213; Ibn Ebî tfStim, Kitâbu'l-cerk, III. 2, 313-314; el-Mes'üdt, Murücu\~zeheb, III. 333; İbnu'n-
Nedtm, el-Fikrist, s. 329; Ibn HaHikân, Vafeyât, III. 323; cz-Zehebl, Tezkire, I. 191-193; MUân, III. 620; Ibn flacer, Tehzib, IX. 303-307.
[850]
Bkz. el-Buhâri, Târih, I. 1, 294; Ibn Ebî IJâtİnı, KitâbuU-Cerh, I. 1, 107-108; İbnu'n-Nedtm, el-Fihrist, s. 338; el-Hatîl) el-
Bağdâdl, Türîhu Bağdâd, VI. 105-111; ez-Zehebt, Tezkire, I. 213; Mizan, I. 38; Ibn lîacer, Tehzib, I. 129-131; Fuat Sezgin, GAS, I. 92-93.
[851]
Bkz. el-Bııhârt, Târih, II. 1, 21-22; Ibn Çuteybe, eUMa'ârif, s. 220; Ibn Eİ>1 Hâtûn, KUâbuU-cerh, I. 2, 140-142; İbnu'n-
Nedim, el-Fihrist, fi. 331; ez-Zehebt, Tezkire, I. 202-203; Mlzân, I. 590-595; Ebü NVaym, Hüye, VI. 249-257; Ibn IJacer, Tehzib, III. 11-
16; el-Kettfint, el-Mustalrafa, s. 31.
[852]
Bkz. el-Buhârt, Târih, III. 1, 212; Ibn Suteybe, el-M<?ârif, s. 223; Ibn Ebt IJâtim, Takdimetu'l-cerk, s. 262-281: EbÛ Nu'aym,
Hılye, VIII. 162-190; el-Hatîb el-Bağdâdl, Târthu Bağdâd, X. 152-169; Ibn IJaffikân, Vafiyât, II. 237-239; ez-Zehebt, Tezkire, I. 274-282;
el-Mes-»ûdt, Murûeu'z-zeheb, III. 350; İbnu'l-'lmâd, Sezerat, I. 295 :îbn IJacer, Tehzib, V. 382-387; Fuat Sezgin, GAS, I. 95.
[853]
Bkz. el-Btıhart, Târih, IV. 2, 273-274; Ibn Ebt Hatim, Kitâbu'l-cerh, IV. 2, 144-145; ez-Zehebl, Tezkire, I. 267-268; Mhân, IV.
374; Ibn Hacer, Tehzib, XI. 208-210.
[854]
Bkz. el-Buhârt, Törffr, IV. 2, 242; Ibn Çuteybe, el-Ma<ârif, s. 221; Ibn Ebl Biatim, KUâbu'l-cerh, IV. 2, 115-116; cl-Şatîb el-
Bağdâdî, Târlhu Bağdâd, XIV. 85-94; eg-Zehebt, T««-kire, I. 248-249; Mİzân, IV. 306-308; Ibn IJacer, Tehzib, XI. 59-63; Fuat Sezgin,
GAS, I. 38.
[855]
Bkz. 796 No. lu dipnot.
[856]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 210-211.
[857]
Bktz. 791 No.lu dipnot.
[858]
Bkz. Fuat Sezgin, Hadîs Mutannafatınm mebdei ve Ma'mer İbn Râşid'in Câmi% Türkiyat Mecmuası 12/1955, s. 215-234.
[859]
Aynı makale.
[860]
Bkz. İbn Sa'd, Tabakât, VI. 257-260; el-Bufeârt, Târih, II. 2, 93-94; tbnu'n-Nedİm, ei-Fihriu, s. 328-329; İbn Ebt tfâtim,
Takdimetu'Lcerb, B. 55-126; Küâbû'l-cerh, II. 1, 222-227; el-ÇatÜ» el-Bagdâd*. TSrtyu Bağdâd, IX. 151-174; Ebü Nocaym, $dye, VI. 356-
393; VII. 3-144; Ibo tfallikân, Vafeyât, II. 127-128; eg-Zehebt, Tezkire, I. 203-207; \îlxân, II. 169; İbn Ha<*r, Tehşib, IV. 111-115; Foat
Sezgin, GAS, I. 518-519.
[861]
Bkz. d-BabJrf, Törlfy, II. 1, 277; İbn Ebl Çâtim, KUöbu'l-cerb, I. 2, 457; tbn flacer, Tehtfb, IU. 241; Foat Sezgin, GAS, I- 93.
[862]
Camidinin bir kısmı papirüsler üzerinde bulunmuş olup, balen Dâru'I-Kutub el-Mış-nyye'de bolonmaktadir ve 1942 senesinde
David-Weil tarafindan oeşredilnuştir. Câmi'ııiin Çı-yfimetle ilgili bdltimünü dinlerken üzerine gelen bir baygınlık, cAbdnllah İbn Vehb'in
ölüm sebebi olarak zikredilir. Tercemesi hakkında bkz. İbn Sa'd, fabakât, VII. 2, 518; el-BohârJ, Tâ-
H&, III. I, 218; fim Ebt Çfitim, KUâbu't-cerk II. 2,189-190; İbn ŞalIİkân, Vtfeyöt, II. 240-242;
ez-2ehebt, Teskin, I. 304-306; MUân, II. 521-523; İbn Şacer, Tehzlb, VI. 71-74; Fuat Sezgin,
GAS, I. 466.
[863]
Bkz. el-Bn&âjrf, II. 2, 95; İbn ^nteybe, el-Ma'Örif, s. 221; ibn Ebt Hatim, Takdime-tıt'l-ctrff, e. 32-54; Küâbul-cerfy, II. 1, 225-
227; tbnu'n-Nedîm, el-Fihrist, a. 330; Ebü Tfa'aym, güye, VII. 270-318; el-^atib el-Bağdfidl, Târtfyu Bağdâd, IX. 174-184; tbn Çallikân,
Voftyât, İL 129-130; et-Zehebt, Teskîre, I. 262-265; Mhân, II. 170-171; İbn Şacer, Tehftb, IV. 117-122; Fuat Sezgin, GAS, I. 96.
[864]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 211-212.
[865]
Bkz. 804 Nolu dipnot.
[866]
Bkz. İbn Sa(d, Tabaköt, VI. 394; el-BobAri, Târih, IV. 2,179; İbn Çnteybe, d-MJârif, s. 221; İbn Ebl Qâtim, Takdimttu'l-cerh, s.
219-232; İbnn'n-Nedtm, d-Fihritt, s. 331; Ebü Nv caym, Htlye, VIII. 368-380; el-IJaîib el-Bağdldt, Törlhu Bağdâd, XIII. 496-512; ez-
Zenebt, Teyktre, I. 306-309; Mitin, IV. 335-336; tbn IJacer, Tehtlb, XI. 123-131; Fuat Sezgin, GAS. I. 96-97.
[867]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 212-213.
[868]
Bkz. 813 No.lu dipnot.
[869]
Bkz. 803 NoJu dipaot.
[870]
Bkz. 805 NoJu dipnot.
[871]
Bkz. 807 No.lu dipnot.
[872]
Bke. el-B.ıfcârt, Târlfy, I. 1, 342; tbn fcuteybe, d-Ma'ârlf, a. 221; İbau'n-Nedbn, el-Fihrist, s. 331; tbn EM IJfttim, KUabu'l-cerk,
I. 1, 153-155; eE-Zehebt, Mhân, I. 216-220; tbn Hacer, Tehzlb, I. 275-279.
[873]
Bk«. el-Bu^firt, Târih, 1.1, 406; İbn Ebt flâtim, KUâbuTl-cerh, 1,1,238; lbna'n-N«dfm, el-Fihrist, a. 333; cl-Zehebt, Tetkire, I.
330; İbn l,Iacer, T«hflb, I. 257-258.
[874]
Bkz. 809 No.hı dipnot.
[875]
Bkz- 818 No.lu dipnot.
[876]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 213-214.
[877]
Htdyu's-Mârl, I. 4.
[878]
Es-Snyûft
[879]
Aynı yer.
[880]
îbnnVŞdafc
[881]
Aym yer.
[882]
Es-Suyûtî, Tedr&u'r-râvf, s. 41.
[883]
Es-Sayâft TenvlnSl-baoölik, s. 8.
[884]
Aynı yer.
[885]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 214-217.
[886]
Bkz. /&â'uV-<Wûm, s. 107-108.
[887]
El'Munktt mine'ş-şalâl, s. 132 vd.
[888]
Bkz. Azudu'd-Dfat d-Id, Şerbu'l-Mevâlftf, I. 14-15.
[889]
Şerhul'Makâfid, I. 5.
[890]
Taşkdprüzade, Mevfüfâtutl'*ulüm, I. 594.
[891]
Şerfyu'l-Mevâkıf. L 15.
[892]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 218-221.
[893]
Zuha'l-Ulâm, III. 85.
[894]
Aynı eser, III. 116-117.
[895]
Meselâ köpekelerin ağız sokup yalayarak kirlettikleri kaplarm yedi defa yıkanmasıyle ilgili emirler için bkz. el-Bufiârt, Şahîh, I.
51; Müslim, ŞafyVf, I. 234-235. Aynı hadisler dört Sünen taralından da nakledilmiştir. Köpeklerin öldürülmesi, sonra da av ve çoban
köpeklerine mü-sade edilmesi hakkındaki hadîsler için bkz. el-Buharl, Şattfb, IV. 99; Müslim, Şajıify, III. 1200-1204. Kedi artığının necis
olmadığını ifade eden hadisler için bkz. Ebû Dav öd. Surun, I. 16; et-TirmûI, Sünen, I. 153-155; en-Nesfi't, Sünen, I. 55; Ibn MSce, Sünen,
I. 149-150.
[896]
ibni kuteybe, Te'vllu mufytetifiU-hadls, s. 60.
[897]
Bu iki isim, noktasız yazıldığı zaman "yedi" ve "yetmiş" manâlarında "sebV ve "seb-cü" şeklinde de okunabilir. Aynı eser, s. 10.
[898]
Daha geniş bilgi için bkz. Talât Koçyiğit, HadUçüerU kelâmcüar artmadaki mtinaka-r.
[899]
Bu konuda daha geniç bilgi için bkz. Talât Koçyiğit, Kurbân ve Badt$U ru'yet mwU$L
[900]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 222-225.
[901]
Ibn Kesir, el-Bidâye, X. 19.
[902]
Aynı yer.
[903]
El-Makrîzi, et-Hıfaf, IV. 183.
[904]
El-Boğdfidt, el-Fark beyneH-firak, s. 104; lba Kegir, el-Bidâye, X. 275, 279.
[905]
Eg-Zehebt, Teşhire, I. 418.
[906]
İbn galiikftn, Vafeyât, V. 62.
[907]
lbnu'1-Cevzf, Menökıbu'l-lmâm Aiftned, 9. 398.
[908]
Et-Tal«rf> VII. 326-330; ea-Subk!, tbnul-Efltr, eUKâmil, VII. 15.
[909]
El-BağdSdl, el-Fark, s. 104.
[910]
EfSabld, T"lx&ötu'9-ŞafiHyye, I. 21S.
[911]
Îbmil-Cevrf, MenSÜfAu'l-tmöm Ahm*d, s. 3S7.
[912]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 225-229.
[913]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 229-231.
[914]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 231-232.
[915]
Bkz. tbn Sa'd, Jabakât, VII. 2. 77; Îbn Knteybe, el-M^ârif, s. 226; İbnu'n-Nedlm, el-Fikrİat, s. 150-151; el-Mescndl. Mutum'z-
zekeb, IV. 33; îbnuVImSd, Şegerât, II. 18; d-0*-(ib cl-Bağdâdt, Târltfu SağdSd, III. 3-21; tbn HallikSn, Vafeyât, III. 470-173; tbs gacer,
Teh-aft, İX. 363-368; tbn Kesir, el-Bidâye, X. 261; el-KettSnt, d-Muttafrafa, s. 81-82; Foat Sexgîn, GAS, I. 294-297.
[916]
Îbn ÇaUİkan, Vafeyöt, II. 349-350; tbnul-Tmad. Şegeröt, II. 45.
[917]
Bkz. el-Bufeârt, Törfy, I- 1, 207; tbn Ebl Hatim, Küöbu'Uerh, IV. 1, 52; e?-Zebebt, Mlzân III. 589; İbn Keetr, el-Bidöye, I. 312;
İbn öacer, Tehılb, IX. 241-242; îbnu'l-cImaâ, Şeterât, II. 78; el-Kettinf, ct-Mustafrtfa, s. 82; Fuat Sezgin, GAS, I. 301.
[918]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 232-233.
[919]
Bkz. tbn Sa<d, Tabakât, VII. 2, 51; el-Bubİuî, Târfy, II. 2, 11; İbn Ebİ Çatim, KUâ-bu't-cerh, II. 1, 111-113; el-HaUb el-
Bağdâdi, Törlfyu Bağdâd, IX. 24-29 eg-Zebebt, Teşhire, I. 351-352; MUân, 111. 203-204; tbn Haccr, Tehtlb, IV. 182-186; el-Kettânl, el-
Muttafrvfa, a. 46; Fuat Sezgin, CAS, I. 97-98.
[920]
Bkz. Ketfu' i-iunün, II. 1679.
[921]
İbnu'n-Nedtm, el-Fİhrist, b. 333; es-Zehebİ, Teshire, I. 376; Mhân, IV. 71-72; İbn Hacer, Tehzlb, IX. 535-537; ibnuVImâd,
Şezerât, II. 28; el-Kettânî, el-Muttatrafa, s. 51; Fuat Sezgin, GÂS, I. 40.
[922]
Bkz. el-Bublrt, Târih, I. 2,50; İbn Ebt Katim, KUâbu'l-cerk, I. 1, 338; eg-Zebebt, Tejkire, I. 402; Mhân, I. 207; İbn Hacer,
Tehzlb, I. 260; el-Kettant, d-Muttofrafa, s. 47; Fuat Sesgin, GAS, I. 354-355.
[923]
Bkz. tbıı Sa'd, Tabaköt, VI, 279; İbn Kuteybe, el-Ma'arif, s. 226; İbn Ebt Hâtûn, Kitöbu'l-cerh, II. 2, 334-335; ez-Zehebf, Tezkire,
I. 353-354; Mhân, III. 16; İbn Hacer, Tehzlb, VII. 50-53; tbnul-'Imâd, Şezerât, II. 29; el-Kettânî, et-Mtutafrafa, s. 47.
[924]
İbn Ebt Hfitİm, KUâbul-cerh, I. 1, 141-142; ez-Zehebi, Tezkire, I. 414-415; el-Ket-tfint, el-Mustapafa, s. 213.
[925]
Bkz, İbn Sacd, Tabaköt, V. 368; el-Buljârt, Târih, III. 1, 96-97; tbn Kuteybe, el-Ma-lârif, s. 229; ez-Zehebt, TVjfcıre I. 413-114;
İbn Hacer, Trhzlb, V. 215-216; İbnu'l-'lmâd, Şe-%cröt, II. 45-46; el-Kettant, el-Mustafrafa, s. 50; Fuat Sezgin, GAS, I. 103-104.
[926]
Bkz. İbn Ebt Hâlim, KUâbu'l-cerh, II. 1, 326; ez-Zehebt, Tezkire, I. 459-460; Mhân, I. 534 ;II. 236; İbn Hacer, Tehşjb, IV. 244-
245; Ibnu'-'Imâd, Şezerât, II. 59.
[927]
Bkz. el-Bıûjârf, Târih IV. 2. 72-73; İbn Snteybe, e/-MaW, s. 229; ibuEbl Şatİm, KüâbuH-eerh, IV. 1, 438; İbn Ebt Yala,
Tab'^'ul-HanâbiU, I. 341-345; fi-ichebl, Tefkire, I. 421-422; tbn Çacer, Tehztb, X. 107-109; İbnu'l-'lmad, Şezerât, II. 66; cl-Kcttâııt, A-
Muttafrafa, s. 47.
[928]
Bkz.lbn Sa'd, To^akât, VII. 2, 205-206; el.BubÂrt, Târih, IV. 2. 100; İbn Ebl Biatim, Kitâbu-Ucerh, IV. 1, 463-464; el-Ratib
el-Bağdâdl, Târlhu Bağdâd, XIII. 306-314; eg-Ze-bebt. Tezkire, I. 418-420; MUân* IV. 267-270; İbn Hacer, Tehglb, X. 458-463; tbnu'l-
'Imad, Şezerâl, II. 67; el-K«ttfint, el-MuMMfrıtfo, s. 47; Fuat Sesgin, GAS, I. 104-105.
[929]
İbn So<<*, Jabakât, VI. 287; el-Bubarl, Târih, IV. 2, 291; İbn Ebl Hatim,
cerh, IV. 2, 168-170; e5-Zehebt, Tezkire, 1. 423; Mhân, IV. 392-393; ibn Hacer, Tehxfh, XI. 243-249; tbnu'l-'InıSd, Şeterat, II. 67;
el-Kettânt, el-Mustafrafa, e. 47.
[930]
Bkz. İbn Ebt Hâtûn, Kitâbul-cerh, II. 2. 162; eg-Zehebi, TeAira, I. 492-493; İbn Hacer, Tehştb, VI. 9-İ0; ibnaVImâd, Şeşerât,ll.
67; d-Kettânî, eUMusta$rqfa. b. 47-48.
[931]
Bkz. İbn SaM, Tabakât, VII. 2, 80; el-Bo^ârl Tarih, III. 2, 266; tbn Çuteybe, «I-Ma'ârif, s. 229; tbn Ebl Hatim. Kitâbu'l-cerh,
III. 1, 178; el-Hatîb el-Bağdâdt, Târlhu Bağdâd, XI. 360-366; eB-Zebebt, Tezkire, I. 399-400; Mhân, III. 116-117; İbn Hacer; Tehzlb, VII.
289-293; İbnu'l-lmad, Sezerdi, II. 68; el-Kettânl, el-Mustofrafa, z. 68; Fuat Sesgin, GAS, I. 105.
[932]
Bkz. cl-Bu^ârt, Târjh, II. 1, 429; îbn Ebl Hatim, KUâbu'l-cerh, I. 2, 591; tbnu'n-Nedtm, el-Fihrîst, s. 335; el-Hatîb el-
Bağdâdt, Târlhu Bağdâd, VHI. 482-484; es-Zehebl, Tezkire, I. 437; İbn Hacer, Tehzlb, III. 342-344; İbnul
^Imad, Şeşeraf, II. 80; el-Kettant, el-Mjutatrafa' o. 47; Fuat Sezgin, GAS, I. 107.
[933]
Bkz. İbn Sa<d, Tabaköt, VI. 288; İbn Ebt Biatim, Kitâbul-cerh, II. 2, 160; lbnu'n-Ne-dhn, eUFİhritt, s. 334; el-Hatib el-
Bağdûdl, Târih» Bağdâd, X. 66-71; ez-İgebebt, Tetkire, I. 432-433; Mhân, II. 490; tbn Hacer, Tehzib, VI. 2-4; tbnul-^mâd, Şeseröc, II.
8,.; tbn Keglr, eUBidöys, X. 315; Tanribirdt, en-Nucüm, II. 282; el-Kettant, el-Mustatrafa, 8. 31, 34, 50; Fuat
131).
[978]
Ibn Keglr, tl-Bidâye, X. 326.
[979]
İbnu'l-Cevzt, Menöktbu'l-hnSm Abmtd, a. 69.
[980]
Ez-Zehebî, Târifyu'Uhl&m (Musned'ten).
[981]
Ebû MüBâ el-Medint, Haşâ'itu'l-Muaned (Aljmed M. Şâkir tarafindan Mutned mukaddimesinde nakledilmiştir) I. 23; keza bkz.
es-Suyütî, Tedrîbur-râvl, s. Î01.
[982]
Bkz. îhtifönful&mVl-hadîş ma"a şerb&i el-Bâ'iai'l-baştş, a. 33-34; es-Suyûtî, Ted-ribıfr-rövl, s. 101.
[983]
Îbnu'l-Cezert, el-Muş^adul-Ahmed fi hatmi Mutnedi'l-îmâm Ahmed, (Ahrned M. ŞSkîr tarafından Musned neşrinde
nakledilmiştir, I. 29).
[984]
Ebü Müsâ el-Medtnt, gaşâifu'l-Musned (ATuaned, I. 21).
[985]
Aynı yer.
[986]
Es-Suyütl, Tedrtim'r-rövî, a. 100.
[987]
tbn Hacer'in bu ı!seri el-ljCavlu't-muaedded fypştbbi'anVl-Mutned adı ile göhiet ka-
[988]
.Es-Suyfift Ttdrlbu'r-rSvI, s. 101.
[989]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 239-242.
[990]
İbn Sa'ıi, fabakât, VII. 2. 76; İbn Ebt Tlûtitn, Kitâbu l-cerf^ III. 1, 72; İbna'n-Nedbn, el-Fihrist, s. 333; eS-Zehebl, Mhân, II.
681; İbn T.Iaeer, Tthtlb, VI. 450-453.
[991]
Bkz. eg-Zehebt, Teşhire, I. 411-443; Mistin, III. 584; el-Kettânl, el-Mustafrçfa, g. 27.
[992]
Bkz. el-Bu&ârt, TârU}, II. 1 516; tbn Ebt Hatim, Kitâbu'l-cerh, II. 1, 68; efZehebl, Ttikire, I. 416-417; MUân, II. 159; İbn
Hacer, TAxlbt IV. 89-90; lbnKe8îr, el-Bidâye, I. 299; el-Kettânt, el-Muslafrafa, s. 27; Fuat Sezgin, GAS, I. 104.
[993]
Bkz. İbn Ebf Çitim, KUöbul.ctrh, II. 1, 198; ez-Zebebl, Teşhire, I. 452; İbn Qacer, Tehzlb, IV. 251-252; el-Kettâai, el-
Mustafrafa, s. 28.
[994]
Bkz. İbn Ebt Hatim, KUâbıSl-cerh, I. 2, 21; el-Hatfb el-Bağdüdt, Târlfyu Bağdâd, VII. 365-366; ej-Zehebl, Tezkire, I. 522-523;
İbn Hacer, Tehzlb, II. 302-303; ibnnVlmid, Şeterât, II. 100; el-Kettânt, et-Mustafrafa, s. 27-28.
[995]
Bkz. tbn F.bî Hatim, Kilâbu'l-cerh, II. 2, 99; el-Hatlb el-Bağdadt, Târlhu Bağdâd, X. 29-32; ez-Zehebt, Tetkire, I. 534-536; İbn
Hacer. TehzJb, V. 294-296; Tanribirdt, en-NueÜm, III. 22-23; İbnu'l-'lmad, Ş«awö(, II. 130; es-Suyött, Tcdr»uV-rĞt.f, s. 101-102; el-
Kettanf, el-Mustalrafa, s. 25; Fuat Sezgin, GAS, I. 114-115.
[996]
Bkz. İbnu'n-Nedlm, el-Fihrist, s. 334-335; el-Hatib el-Bağdâdt, Târlhu Bağdâd, V. 110-112; tbn Ebt Yala, Tabakötu'l-
Çanâbİle, I. 66-74; es-Zeheti, Tezkire, I. 570-572; İbn Hacer, Tehzlb, I. 78-79; İbn Keetr, el-Bidâye, XI. 108; lbnu'l-cImâd, ŞeşerS, II. 141-
142; el-Kettânt, el-Muatafrafa, s. 60, 111. Fuat Sezgin, GAS, I. 509-510.
[997]
Tercemesi ilende ayrıca verilecektir.
[998]
Tercemesi ileride ayrıca verilecektir.
[999]
Tercemesi ileride ayrıca verilecektir.
[1000]
Bkz. 909 No.lu dipnot.
[1001]
Bkz. İbnu'n-Nedlm, el-FihrUt, s. 338; el-Ha^b el-Bağd&dt, Târlfyu Bağdâd, VI. 120 -124; es-Zehebt, Teşfeire, I. 620-621;
tbnul-lmâd, Şeprat, II. 210; el-KetUnl, el-Mutafrafo, ». 27; Fnat Sezgin, GAS, I. 162.
[1002]
Bka. lbnu'l-1m«d, ŞeşerSt, II. 227; el-Kcttfint, el-Mutafrafa, s. 28.
[1003]
Tercemesi aşağıda verilecektir.
[1004]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 242-244.
[1005]
Horâsan'm müsliunanlar tarafından fethi Birasında, bu kasabanın erkekleri, müslü-man ordusunun geldiğini haber alınca
kasabayı terkedip gitmişler ve geride yalnız kadınları bırakmışlardır. Müslümanlar, kasabada kadınlar (niafi*) dan başka künsenîn
bulunmadığını anlayınca, bunlar öldürülmez, diyerek kasabayı terketmişierdir. Bundan sonradır ki burası "kadrolar" manâsmda 7Vw£* ile
isimlendirilmiştir.
[1006]
Uâşiyetut-Sİndl ala Sünen «b-Nmö'I (mukaddime), I. 3.
[1007]
En-NeaâTnin tercemesi için bkz. İbn ÇaHikan Vcfeyöt, I. 5<M»; 1 698-701- İbn W«cer. TA&, 1. 56-39; es-Subkt, TaH^*?-
?*"^»^ H el-Bidüy*, XI. 123-124; Ibnu'l-'ImSd, Ş»«rö, İL 2Î9; Fuat Scsgİn, GAS, I. 167-169.
[1008]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 244-245.
[1009]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 247-249.
[1010]
Prof. Dr. Talât Koçyiğit, HADİS TARİHİ, Türkiye, Diyanet Vakfı Yayınları: 249-250.
[1011]
Bkz. Ibn SaSi, Tabakât, V. 399; Ibn Çuteybe, el-M*ıârif, s. 226; Ibn Ebi Hitim, Ki-Uerly, III. 1, 38-39; İbnu'n-Ncdtm, d-Fihrüt,
b. 332; tbn ÇalnkBn, Vafeyât, II. 385; ez-Zehebt, Tezkire, I. 364; MUân, II. 609-614; tbnnl-lmid, Şeşeröt, II. 27; Ibn tfaeer, Tehilb, VI.
310-315; Ibn Kesir, eUBidöye, X. 265; dt-Kettint, «l-Mustatrqfa, e.