You are on page 1of 137

Fil

dedalus

MarH rwatn
--

nsan

Nedir?
Tü.r.kç�,d.�..l.lk.kş.z. !
lngllizce Aslından Çeviren
Utkan Atbakan & Gamze Keskin Vurdakurban

2. Baskı
nl
dedalus
1 1
Bir yayınevi, bastığı © Dedalus Kitap - 2015
hitaplarla değil,
basmadığı hitaplarla Yazar: Mark Twain
yayınevi olur. Orijinal Adı: What is man?
Kitabın Adı: İnsan Nedir?

T.C. Kültür Bakanlığı


Serıirika No: 34356
lsbn: 978-605-9203-04-3

Dedalus Kitap: yüz beş


Deneme: on yedi

Birinci Baskı: ekim iki bin on beş


ikinci Baskı: ekim iki bin on altı

Yayın Yönetmeni: Sedat Demir


Yayına Hazırlayan: M. Sevra Durmuş
Düzelti: Emre Yaman
Sayfa Düzeni: Ulaş Kantemir
Kapak Tasarımı: Altamira Adworks

Baskı-Cilt: $enyıldız Yay. Matbaacılık Ltd. $ti.


Topkapı /İstanbul (Sertifika No: 11964)

Çatalçeşme Sok. Meriçli Apt. No. 44/101

Fil Fatih/ İstanbul

dedalus
-
www.dedaluskitap.com
Tel: +90 212 513 03 43 • Faks: +90 212 513 03 44
İNSAN NEDİR?

MARKTWAIN

İngilizce Aslından Çevirenler


B. Utkan Atbakan & Gamze Keskin Yurdakurban

fll
dedalus
1 1
MarkTwain

Gerçek ismi Samuel Langhorne Clemens olan Mark Twain, 1835'te


Florida'da doğdu. Babasının ölümüyle okuldan ayrılıp bir matbaada
çırak olarak çalışmaya başlayan Twain, bunun ardından ağabeyinin çı­
kardığı Hannibal Journal adlı yerel gazetede dizgici olarak çalışmaya
başladı. Aynı gazeteye ve bir mizah dergisi olan The Carpet-Bag'e mizah
yazıları yazdı. Dört yıl boyunca M issisippi nehrinde kaptanlık yaptı. Ge­
minin d i be oturmaması için gerekli su derinliğini ölçen bir gemici terimi
olan Mark Twain ismini ilk kez 1863'te mizahi bir gezi yazısında kullandı.
1867'de ilk kitabı The Celebrated Jumping Frog of Calaveras Country (Ca­
laveras İ l i n i n En H ızlı Sıçrayan Kurbağası) yayımlandı. En ünlü kitapların­
dan bir olarak sayılan Tom Sawyer'ın Maceraları'nın ardından, başyapıtı
sayılan Huckleberry Finn'in Maceraları'nı yazdı. 1906'da yazmaya başladı­
ğı otobiyografisini bitiremeden öldü.

Berk Utkan Atbakan

Berk Utkan Atbakan, 1982'de İstanbul'da doğdu. 201O yılında İs­


tanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Aynı üniversite­
nin Felsefe anabilim dalında, 2012 yılında yüksek lisansını tamamladı ve
aynı yerde doktorasına devam ediyor.

Gamze Keskin Yurdakurban

Gamze Keskin Yurdakurban, 1986 İstanbul doğdu. 2004 yılında


Şehremini Lisesi'nden, 2008 yılında da İstanbul Üniversitesi Felsefe Bö­
lümü'nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Felsefe anabilim dalında,
2011 yılında yüksek lisans, 2015 yılında doktora eğitimini tamamladı.
2010-2011 yıllarında İTÜ Yabancı Diller Yüksek Okul u'nda YÖK'ün açmış
olduğu program dahilinde dil eğitimi aldı. Kırklareli Üniversitesi Felsefe
Bölümü'nde 201O yılından beri görevini sürdürüyor. Evli ve ikiz çocuk
annesidir.
- Çevirenin Sözü -

Samuel Langhorne Clemens, ya da bilindik takma ismiyle


Mark Twain, onlarca kitap ve deneme yazısından açıkça en felsefi
olan İnsan Nedir?'i 1906'da yayımlamadan (ki kitabın baskı ade­
dini sadece 250 adetle sınırlı tutmuş ve bunları anonim olarak
yayınlamıştır) 23 yıl önce, kendisinin de üyesi olduğu Monday
Evening Club topluluğuna Mutluluk Nedir? başlığı ile sunmuştur.
Topluluğun diğer üyeleri metni oldukça soğuk ve olumsuz kar­
şılamış, metinde sunulan fikirlerden dolayı Twain'i kınamışlardır.
Twain yaşadığı bu olayı şöyle aktarır:"Bana insanlığın haysiyetini
çekip almaya çalıştığımı söylediler ve ben de bunu başarama­
yacağımı, zira insanlığın sahip olmadığı bir niteliği ondan çekip
almanın mümkün olmadığını söyledim:'
Twain, başından geçen bu olayı İnsan Nedir?'e de taşımış gö­
rünüyor. Zira topluluktaki 'aydın' arkadaşlarının Twain'e göster­
dikleri tepkinin aynısını, bu kitapta Genç Adam'ın Yaşlı Adam'ın
fikirlerine yönelik değerlendirmesinde de görüyoruz:"... kasvetli
bir öğreti; ilham verici, şevke getirici, moral yükseltici değil. İnsa­
nın içindeki görkemi götürüyor, içindeki gururu götürüyor, için­
deki kahramanlığı götürüyor, onu tüm kişisel itibarından, tüm
alkıştan mahrum bırakıyor.. :'
Bu olay, Twain'in İnsan Nedir?'i 23 yıl boyunca yayınlama­
yışının sebebi hakkında ipucu veriyor. Twain kitabın önsözünde
de kaygılarını açıkça dile getirmiş: "Sayfalardaki her bir düşün­
ce, milyonlarca insan tarafından düşünülmüş (ve tartışma gö­
türmez oldukları kabul edilmiştir) - ve üzerleri örtülmüş, gizli
tutulmuştur. Onlar düşündüklerini niçin dile getirmediler? Çün-

7
kü çevrelerindeki insanların onları kınamalarından korktular (ve
kınamalara katlanamadılar). Ben niçin yayınlamadım? Sanırım
beni de aynı sebep engelledi. Başka sebep bulamıyorum:'
***

İnsan Nedir?, gerek sunuluş biçimi, gerekse içeriği açısın­


dan Twain'in diğer eserleri arasında farklı bir yere sahip. Kitap,
iki adam arasında geçen bir diyalog biçiminde yazılmış. Kitabı
okurken, ununu eleyip eleğini asmış, köşesine çekilmiş ve biraz
da alaycı yaşlı bir adam ile deneyimsiz, yargılarında pek aceleci
ve heyecanlı, genç bir adam arasında geçen Sokratik bir diya­
loga şahit oluyoruz - tıpkı Platon'un meşhur diyaloglarında ya
da diyalog biçiminde yazılmış başka birçok eserde olduğu gibi,
üzerine konuşulan konuların farklı perspektiflerden değerlendi­
rildiğini görüyoruz. Yaşlı Adam insana dair, insanın ne olduğuna
dair kendi fikirlerini ortaya koyar ve gerekçelendirirken, Genç
Adam ise bunlara sürekli itiraz ediyor. Ne var ki, Yaşlı Adam'ın
sorduğu sorular Genç Adam'ı bu itirazların haklı olup olmadığını
sorgulamaya zorluyor. Twain böylece, kitabı okuyan bizleri de bu
sohbete dahil ediyor ve biz de kendimizi bu diyalogun taraflarını
sorgularken buluyoruz.
Twain'in bu kitabı yayınlama konusunda kaygı duyduğunu
söylemiştik -kaygısının hiç de yersiz olmadığı görülecektir. Zira
İnsan Nedir?'de ortaya konan fikirler, Twain'in yaşadığı dönem
bir yana, günümüzde dahi kolayca yenilip yutulacak, yutulsa
da kolaylıkla hazmedilebilecek şeyler değil. İnsan Nedir?, insa­
nın sahip olmak ile övündüğü hemen herşeyin, daha doğrusu
bu övüncün, aslında bir yanılgıdan ibaret olduğunu iddia edi­
yor. Örneğin insanın sadece bir makina, dış etkiler sayesinde
çalışan bir otomat olduğunu ve sandığının aksine hiç de özgür
bir iradeye sahip olmadığını söylüyor. Düşünen bir hayvan ol­
makla kendini haksız yere kayırdığını ve bu anlamda hayvanlar
arasında hiç de ayrıcalıklı olmadığını, düşünme süreçlerinin tıpkı
diğer hayvanlarda olduğu gibi mekanik ve otomatik bir şekilde
ve dış etkiler dolayısıyla gerçekleştiğini ileri sürüyor. İnsanın tüm
tercihlerinin, beğenilerinin, ahlakının ya da bağlı bulunduğu her

8
değer manzumesinin dış etkiler tarafından belirlendiğini kabul
ediyor. İnsanın pek övündüğü eylemlerinin, yapıp etmelerinin
arkasında çok temel bencil bir güdü bulunduğunu, yapılan ha­
yır işlerinin, özverilerin hiç de sanıldığı gibi ulvi niyetlerle değil,
tümüyle bencil saiklerle güdüldüğünü varsayıyor. Özetle, ' İnsan
nedir?' sorusuna cevaben, Ecce Homo! diyor.
Öte yandan, Mark Twain'in İnsan Nedir?'deki hedefinin, in­
sanın özüne ya da insan doğasına ilişkin nihai bir açıklama ge­
tirmek olmadığını düşünüyoruz. Amacının, daha ziyade, insanın,
kendisini doğanın ve doğadaki herşeyin karşısında ölçüsüz, had­
siz hudutsuz bir küstahlıkla konumlandırışını, insanın naif kibrini
vurgulamak olduğunu söylemek akla yatkın geliyor. Böylece, in­
sanlık onuru, insan haysiyeti, insan hakları gibi kavramları çoğu
zaman pek temelsiz, pek insanca kullandığımızı, içi boş bir şekil­
de ve ezbere telaffuz ettiğimizi bizlere hatırlatıyor. Üstelik bunu
oldukça zarifçe ve hiç de karamsar olmayan bir şekilde, neşeyle
yapıyor. Böylece bu vurgunun tipik bir ahlak öğretmeninden
beklenebileceği gibi buyurgan bir havada ya da riyakarca bir te­
vazu ile değil, başta kendine karşı dürüst bir tavırla ve gerçekçi
bir had bilirlik ile yapıldığı izlenimini ediniyoruz.
***

İnsan Nedir?'de Yaşlı Adam'ın kimi zaman çelişkiye düştü­


ğü, kimi zaman da -bizce hem sohbet ettiği Genç Adam'ı, hem
de metni okuyacak olan bütün genç adamları kışkırtma amacı
güderek- birbiri ile tutarsız gözüken argümanlar sunduğu nok­
talar da yok değil. Keza, Genç Adam'ın Yaşlı Adam için pek zayıf
bir rakip olması da, okuyucu için hem kışkırtıcı hem de davetkar
bir unsur. Mark Twain bize, "Genç Adam'ın yerinde ben olsam,
fikirlerimi daha sağlam bir şekilde savunabilirdim," dedirtmeye
ve kendisi de "Buyrun o halde, hodri meydan!" demeye çalışıyor
olabilir. Üstelik kitaptaki Genç Adam'ın aslında ne kadar ve hangi
anlamda genç olduğu bile tartışmaya açık. Bütün bu noktaları
değerlendirmeyi okuyucuya bırakıyoruz.
Çeviri sırasında, Twain'in 250 adet baskı ile sınırlı tutarak ya­
yımladığı metnin tıpkı basımına sadık kaldık. Twain'in kullanma-

9
yı adet edindiği Amerikan halk ağzını ve deyişlerini de elimizden
geldiği kadar dilimize yansıtmaya çalıştık. Böyle olmakla birlikte,
elinizdeki çevirinin elbette pek çok kusuru vardır. Zira ne Twain'in
oluşturduğu söylemi yeniden oluşturma ve Türkçeye uyarlama,
ne de Amerikan-İngilizce söylenmiş sözleri layıkıyla Türkçe söy­
leme iddiasını taşıyamıyoruz. Öte yandan, Twain'e söylemediği
şeyleri söyletme ya da onun söylediği şeyleri inkar etme yollu bir
kusur işlememiş olduğumuzu gönül rahatlığıyla kabul edebili­
yoruz. Bunların değerlendirilmesini ise yalnızca okuyucuya de­
ğil, aynı zamanda Twain'in eserlerinin müstakbel çevirmenlerine
bırakıyoruz.
Mark Twain'in eserleri, içerikçe en hafif olanları dahi, oku­
yucuyu tahrik edici bir nitelik taşır. Başka deyişle, onun eserleri
okuyucunun yerleşik kanılarını hareket ettirmeye, kımıldatmaya,
silkmeye, sarsmaya yönelik fikirler taşıyan eserlerdir. Bu anlam­
da, Mark Twain'in İnsan nedir?'de ısrarla öne sürdüğü fikirlerin
de -tıpkı kendisinden önce yaşamış pek çok düşünürün fikirleri
gibi- bugüne kadar birçok kişi ve merci tarafından 'muzır' ya da
'tehlikeli' görülmüş olmaları şaşırtıcı değildir; kuşkusuz öyledir­
ler. Fakat tehlikeli olmayan fikirleri kim ne yapsın ki? - Nitimur
in vetitum.

İstanbul, 18 Eylül 2015

10
Bu sayfa la ra yön e l i k ça l ı ş m a l a r, yirmi beş ya da yirmi
yed i yıl önce başlad ı . Sayfa l a r yed i yıl önce yazı l d ı . O za­
mandan beri, y ı l d a bir ya da iki kez o n l a rı inceled i m ve
tat m i n edici b u l d u m . Az önce o n l a rı yeniden inceled i m ve
haki kati söyled i klerinden h a l a tatm i n o l m u ş d u ru mdayı m.

Sayfa l a rdaki her bir d ü ş ü nce, m i lyo n l a rca i n sa n tara­


fı ndan d ü ş ü n ü l m ü ş (ve tartışma götü rmez o l d u k l a rı ka b u l
edil m i şt i r) -ve üzerleri örtü l m üş, gizli tut u l m u şt u r. O n l a r
düşü ndü kleri n i n i ç i n d i le geti rmediler? Ç ü n kü çevrelerin­
deki i n s a n l a r ı n o n l a rı kınamalarından korkt u l a r (ve kına­
malara katlanamadılar.) Ben n i ç i n yayı n l a m a d ı m ? S a n ı r ı m
b e n i de a y n ı sebep e n g e l l e d i . Başka sebep b u l a m ıyoru m .

Ş u bat, 1905

11
a. Makina İnsan b. Şahsi Hüner

(Yaşlı Adam i l e Genç Ada m kon u ş m a ktayd ılar. Yaş l ı


adam, i n s a n ı n sadece b i r m a kina o l d u ğ u n u, bundan daha
fazlası o l madığ ı n ı öne s ü rd ü . Genç Adam itiraz etti ve on­
d a n detayla ra g i rmesi n i ve bu fi krine i l işkin gerekçeleri n i
ortaya koyması n ı i sted i .)

Yaşlı Adam: B i r b u h a r makinası n ı o l u şt u ra n ma lzeme-


ler nelerd i r?

Genç Adam: Dem i r, çel i k, p i ri nç, beyaz metal, vesa i re.

Y. A.: B u n l a r nerede b u l u n u r?

G.A.: Kayal a rda.

Y.A.: Saf b i r halde m i ?

G.A.: Hayır-maden cevherinde.

Y.A.: B u meta l l e r maden cevherinde bir anda mı birik­


m i ş lerdir?

G.A.: Hayır-sayısız çağ l a rı n s a b ı rla verd i ğ i emeğ i n


ü rü n ü d ü r b u .

Y.A.: B i r ma kinayı kaya n ı n ken d i s i nden yapa b i l i r m iy­


din?

13
G.A.: Evet, kırılgan ve değersiz bir tane.

Y.A.: Böyle b i r makina için pek de b i r şeye i htiyacın ol­


mazdı herhalde?

G.A.: Hayı r-ciddi a n l a mda hiçbir şeye.

Y.A.: İyi ve işe yarar b i r makina yap m a k için, nasıl b i r


s ü reç izlerd i n ?

G.A.: Dağların içinde tüneller ve oyu klar açar, demir


made n i n i ç ı ka rı rd ı m; o n u öğütür, eritir, dökme d e m i r h a l i­
ne getirird im; dökme demirin b i r k ı s m ı na Bessemer i ş l e m i 1
u yg u lar v e b u n d a n çel i k elde ederd i m . P i r i n c i n elde ed i l d i­
ği b i rçok meta l çıkarır, işler ve b i r a raya getirird i m .

Y.A.: Sonra ?

G.A.: E l d e ettiğim ü r ü n ü n en kusursuzu i l e i y i ça l ışan


b i r makina i n şa ederd i m .

Y.A.: B u i y i ç a l ı şa n m a k i n a için ç o k şeye i htiyacın o l u r


muydu?

G.A.: Ah, el bette.

Y.A.: Torna a letleri n i , delgi a letlerini, p l a nya a letleri n i ,


b a s k ı a letlerini, perdah a l etlerini, kısacası büyük b i r fa bri­
kada b u l u nacak bütün becerikli a l etleri ça l ı ştıra b i l i r m iyd i ?

G.A.: Evet, çalıştıra b i l i rd i .

Y.A.: Taştan ya p ı l m ı ş m a kina ne yapabi l i rd i ?

G.A.: B i r d i kiş m a k i n a s ı n ı çalıştıra b i l i rd i m u hteme­


len-başka da bir şey yapamazd ı herhalde.

Y.A.: İ n s a n l a r d i ğer m a kinaya hayran ka l ı r ve o n u coş­


kuyla överlerdi değil m i ?

G.A.: Evet.

' İlk kez 1856 yılında Henry Bessemer tarafından kullanılan bir çelik elde
etme yöntemi. (ç.n.)

14
Y.A.: Fakat b u n u taşta n ya p ı l m ı ş makina için söyleye­
meyiz herhalde?

G.A.: Hayır.

Y.A.: Meta lden ya p ı l m ı ş m a k i n a n ı n h ü nerleri, taşta n


ya p ı l m ı ş m a k i n a n ı n kilere kıyasla çok d a h a fazla mı o l u rd u ?

G.A.: Tab i i ki.

Y.A.: Şa hsi h ü nerler m i ?

G.A.: Şahsi h ü nerler m i ? N e demek istiyors u n ?

Y.A.: B u makina n ı n ş a h s ı n a gösterilen itibarı hak eden,


m a kina n ı n ken d i performansı m ı olacaktır?

G.A.: Maki n a n ı n kend i s i n i n mi? Kes i n l ikle hayır.

Y.A.: Neden o l m a s ı n ?

G.A.: Ç ü n kü performansı ş a h s i d eğ i l d i r; y a p ı yasaları­


nın b i r sonucud u r. Ya p m a k için aya rl a n d ı ğ ı işleri ya pıyor ol­
ması, b i r hüner d eğ i l d i r - o işleri yap ı p ya p m a m a k elinde
değildir.
Y.A.: O za m a n taştan ya p ı l m ı ş makina n ı n bu kadar az
iş yapıyor olması da o n u n ken d i h ü nersizl iği d e ğ i l d i r?

G.A.: Kes i n l i kle deği l d i r. Ya pım yasa l a r ı n ı n ona izin


verd iğ inden ve o n u zorlad ı ğ ı n d a n daha azı n ı ve daha faz­
l a s ı n ı yapmaz. B u nda şahsi h i ç b i r şey yoktur; o, seçi m ya­
pamaz. B u "g iderek esas kon u ya gel me" süreci nde va rmayı
d ü ş ü n d ü ğ ü n nokta, insan ile m a k i n a n ı n neredeyse aynı
şey o l d u ğ u ve her i k i s i n i n perform a n s ı için de h i ç b i r şahsi
h ü nerin söz kon u s u olmadığı m ı d ı r?

Y.A.: Evet-fa kat üzerine a l ı nma, seni darıltmak g i b i


b i r niyeti m yok. Taşta n ya p ı l m ı ş m a k i n a i l e çel i kten ya p ı l a n
ara s ı ndaki b ü y ü k fa rkı n sebebi n e d i r ? Eğitim m i d e m e l i ,
yetişt i rm e m i ? Taştan ya p ı l m ı ş maki naya yaba n i v e çel i kten
olana medeni i n sa n mı demel iyiz? İ l k başta işlenen kaya,
çel i kten ya p ı l m ı ş o l a n makinan ı n i n şa e d i l d i ğ i h a m m adde-

15
yi içerir-fa kat b u n u n ya n ı nda, kad i m jeoloj i k çağlar boyu
birikmiş olan pek çok s ü lfü r, taş ve enge l l eyici başka ka­
l ıtsa l öteberi d e içerir-gel biz b u n l a ra önyarg ı l a r d iyel i m .
Kaya n ı n içindeki hiçbir şeyin ne sökü p atma gücüne n e d e
sökü p a t m a k için h e r h a n g i b i r arzuya s a h i p olduğu önyar­
g ı l a r. B u söyled i ğ i m i bir kena ra yazar m ı s ı n ?

G.A.: Ta m a m , yazd ı m . "Kaya n ı n içindeki h i ç b i r şeyin


ne söküp atma g ücüne ne de sökü p atma k için herhangi
b i r a rzuya sa h i p olduğu önyarg ı l a r:' Devam et.

Y.A.: Önyarg ı l a r, dış etkiler a racıl ı ğ ıyla sökü l ü p atı l m a l ı ­


d ı rl a r; a ks i halde hiç atı l a mazlar. B u n u da yaz.

G.A.: Pekala, "Dış etkiler a ra c ı l ığıyla söküp atı l ma l ı d ı r­


l a r; a ksi halde hiç atı l a mazlar:' Deva m et.

Y.A.: Demi r, ken d i s i n i engelleyen kayadan kurtulma­


ya karşı önya rg ı l ı d ı r. Daha a ç ı k kılmak gerekirse, d e m i r,
kayad a n kurt u l u p ku rtu l ma m a kon u s u n d a m utla k o l a ra k
kayıtsızdır. Sonra b i r dış etki gelir v e kayayı tuzla b u z ede­
rek maden cevherini serbest bırakır. Maden cevheri ndeki
demir, hala tutsak halded i r. Bir dış etki d e m i ri eritir ve onu,
ö n ü n ü t ı kayan maden cevherinden kurta r ı r. Demir a rtık
azad o l m uştur, fakat daha fazla i lerlemeye kayıtsızd ı r. B i r
dış etki a k l ı n ı çelerek, o n u Bessemer fı r ı n ı n a g i rmeye ayar­
tır ve rafine ederek birinci s ı n ıf çel i k h a l i n e getirir. Artık
yetişt i r i l m iştir-eğitimi tama m l a n m ı ştır. Böylece s ı n ı r ı n a
u l a ş m ı ştır. B u n d a n sonra başka h i ç b i r yol la o n u altın h a l i ne
gel mek i ç i n yetiştirmek m ü m kü n deği l d i r. B u n u da kayde­
der m is i n ?

G.A.: Evet. " H e r şeyin b i r s ı n ırı va rd ı r-dem i r madeni,


altın olmak için yetiştirilemez:'

Y.A.: Altından i n sa n l a r, tenekeden insanlar, ba k ı rd a n


i n s a n l a r, ku rşu n d a n insa n l a r, çel i kten i n s a n l a r v e daha n i­
celeri va rd ı r-ve her biri kendi doğas ı ndan, ka l ıt ı m ı n d a n ,

16
eğ itimi nden ve çevresinden kayna k l a n a n s ı n ı rl a ra sa h i ptir.
Bu meta l lerin her birinden m a kina l a r inşa ede b i l i rs i n ve
her biri de işleyecektir; fa kat zayıf olandan, g üç l ü o l a n ı n
yaptığı i ş i n ayn ısını beklemem e l i s i n . Her d u rumda, en iyi
son u ç l a rı elde ede b i l m ek için, meta li, ona engel olan ön­
yarg ı l a rd a n yetiştirme yoluyla -eritme, rafi n e etme ve
benzeri yo l larla- kurta r m a l ı s ı n .

G.A.: Ş i m d i, i nsana va rd ı n m ı ?

Y.A.: Evet. M a k i n a i nsan-gayri ş a h s i b i r m a k i n a o l a n


i n sa n . B i r i nsan h e r ne ise, bu o n u n yapısına v e ka lıtımı, ya­
şa m a l a n ı ve i l işkileri yol uyla taş ı d ı ğ ı etkilere bağ l ı d ı r. O,
yalnızca, dış etkiler tarafından h a reket ettiri l i r, yönlend i ri l i r,
komuta edilir. İ nsan h i ç b i r şey, b i r d ü ş ü nce b i l e oluşturmaz.
G.A.: Hadi a m a ! Bu söyledikleri n i n t ü m üyle budala l ı k
olduğu fi krine nereden va rd ı m peki?

Y.A.: Bu, oldukça doğal bir fi kir -as l ı nda kaç ı n ı l maz
bir fikir- fa kat bu fi krin şeki llend i ğ i ma lzemeleri yarata n
sen değ i l s i n . O m a lzemeler yüzlerce kitaptan, yüzlerce ko­
n u şmadan ve yüzyı l l a rd ı r ata l a r ı n ka l pleri ve bey i n l erinden
sen i n ka l bi ne ve beynine akan d ü ş ü nce ve h i s akı ntı l a rın­
dan b i l i nçsizce top l a n a n d ü ş ü ncelerden, izlenimlerden,
hislerden gelen öteberi lerd i r. Fikri n i n meydana geldiği
ma lzemelerin en küçük m i kroskobik parça s ı n ı b i l e şahsen
yaratmış değ i l s i n ve şahsen, devşirilen malzemeleri bir ara­
ya getirme h ü nerine en küçük ölçüde bile s a h i p old u ğ u n u
iddia edemezs i n . B u , s e n i n z i h i n se l makina a ksa m ı n tara­
fından, bu a ksa m ı n yapı yasala rıyla sıkı bir uyg u n l u k i ç i n­
de-otomatik olarak ya p ı l m ıştı r. Ve sen bu a ksa m ı ol uştur­
m u ş o l m a d ı ğ ı n g i b i , onun üzerinde herhangi bir komutaya
bile sahip değilsin.
G.A.: Bu kadarı da fazla ama. Sana göre, bundan başka
bir fi k i r şeki l le n d i r m i ş o l a maz m ıyd ı m ?

17
Y.A.: Ken d i l i ğ i nden m i ? Hay ı r. Zaten o fikri de kendin
şekillendirmiş değilsin; b u n u sen i n için makina a ksa m ı n
yaptı-otomatik o l a ra k ve b i rd e n b i re, d ü ş ü n ü p ta ş ı n mak­
sızın ya da d ü ş ü n meye gerek d uymaksızın.

G.A.: Düşü n ü p ta ş ı n m ı ş o l d u ğ u m u va rsaya l ı m ? Nasıl


o l acak o halde?

Y.A.: Dened i ğ i n i m i varsaya l ı m ?

G.A.: (Bir çeyrek saat geçtikten son ra) Düşü n ü p taşın­


d ı m.

Y.A.: Ya n i fi kri n i değişti rmeyi denedin-bir deney g i b i


mi?

G.A.: Evet.

Y.A.: Başard ı n m ı ?

G.A.: Hayır. Fikrim aynı ka l d ı; değiştirmek i m kansız.

Y.A.: Üzg ü n ü m, ama sen de görüyorsu n ki z i h n i n sa-


dece b i r makina, daha fazlası değil. Senin, o n u n üzerinde
h içbir komutan yok; onun kendi üzerinde kom utası yok-o
yalnızca dışarıdan ça l ıştırı l a b i l i r. Bu o n u n ya p ı m yasasıd ı r;
bu, bütün m a k i n a l a r ı n yasa s ı d ı r.

G.A.: Bu otomatik fi kirlerden birisini asla değişt i remez


miyim?

Y.A.: Hayır. Ken d i n yapa mazsın, fa kat dış etkiler bunu


yapa b i l i r.

G.A.: Yalnızca d ı ş etki ler m i ?


Y.A.: Evet-ya l n ızca d ı ş etk i l e r.

G.A.: B u l u nd u ğ u n nokta savu n u l a m az-hatta d iyebi­


l i ri m ki g ü l ü n ç derecede savu n u l a maz.

Y.A.: Böyle d üş ü n m e n i sağ l ayan ned i r?

G.A.: Sadece böyle o l d u ğ u n u d ü ş ü n m üyor, böyle ol­


d u ğ u n u b i l iyoru m . Varsay ki, bu fi kri değiştirmek amacıyla

18
kasten b i r d ü ş ü n me, çalışma ve okuma kursuna katı l mayı
kafaya koyd u m ve varsay ki başarıyla ta m a m l a d ı m . Bu, bir
dış g ü d ü n ü n işi değildir, ta m a men bana a itti r ve şahsid i r;
zira bu p rojeyi ben o l u ştu rd u m .

Y.A.: H i ç d e öyle değil. B u proje, benimle yaptığın ko­


nuşmadan doğdu. Çünkü bu p roje, senin içinde o l uşa maz­
dı. H i ç k i m se, herhangi bir şey o l u ştu rmaz, asla. Bütün d ü ­
şünceleri, bütün g ü d ü leri dışandan gelir.
G.A.: Bu, çileden çıkarıcı b i r konu. Ne o l u rsa o l s u n, ilk
insan özg ü n d ü ş ü ncelere s a h i pti; zira b u n l a rı a l a bi leceği
başka kimse yoktu.

Y.A.: Ya n l ış. Adem'i n d ü ş ü n celeri ona d ı şarıdan g e l d i .


Ö l ü m korkusuna sen s a h i p s i n . B u n u s e n icat etmedin­
bu korkuyu d ı şarıdan, kon u şa ra k ve öğrenerek e d i n d i n .
A d e m , ö l ü m korku s u n a sahip değildi-dünyada ö l ü m kor­
kusundan eser yoktu.

G.A.: Evet, sah ipti.

Y.A.: Ya ratı l d ı ğ ı za m a n m ı ?

G.A.: H ayı r.

Y.A.: Ne za man, o halde?

G.A.: Ö l ü m kapıya daya n d ı ğ ı za m a n .

Y.A.: O h a l d e dışandan g e l d i . A d e m yeterince büyük


b i risi; b i r d e o n u ta n rı yerine koymaya l ı m . Tannlardan baş­
ka hiç kimse, dışandan gelmeyen bir düşünceye asla sahip
olmamışttr. Adem m u htemelen iyi b i r kafaya s a h i pti, fa­
kat dışandan d o l d u ru l m a d a n önce kafası o n u n h i ç b i r işi­
ne yaram ıyord u . O n u n l a en önemsiz küçük şeyi b i l e icat
edemezd i . İyi i le kötü arasındaki fa rka dair bir kavra m ı n
gölgesine bile s a h i p değildi-bu fi kri dışandan e d i n m e­
si gerekmişti. Ne Adem, ne de Havva, ç ı p l a k dolaşma n ı n
edepsizce olduğu fi kri n i ol uşturamazd ı; b i l g i o n l a ra dışan-

19
dan b i r elma i le geldi. İ nsan beyn i öyle ya p ı l a n d ı rı l m ıştır ki,
her ne olursa olsun hiçbir şey oluşturamaz. Ancak dışarıdan
elde ed i l m i ş m a lzemeyi kullanabi l i r. Sadece b i r makinad ı r
ve otomatik olarak ça l ı ş ı r, i rade gücü i l e değil. Kendi üze­
rinde hiçbir komutası yoktur, sahibi de onun üzerinde hiçbir
komutaya sahip değildir.
G.A.: Ta mam, Adem'i boşver; fa kat Shakespeare'i n ya­
rattıkları kes i n l i k l e . . .

Y.A.: Hayır, sen Shakespeare'i n taklitlerini kastediyor­


s u n . Shakespeare h i ç b i r şey yaratmadı. O, doğru bir şe­
kilde gözlemledi ve fevka lade resmetti. Tanrı ta rafından
yaratı l m ı ş insan ları b i rebir tasvir etti; fa kat kendisi h i ç b i r
ş e y yaratmad ı . Ya ratmayı dened i ğ i n i söyleyerek ona iftira
atmaya l ı m . Shakespeare yarata mazd ı . O bir makinaydı ve
makinalar yaratmazlar.
G.A.: O halde, o n u n üstü n l ü ğ ü nerede idi?
Y.A.: Ş u nda. O, sen ve ben g i bi, b i r d i k i ş makinası de­
ğ i ldi; o bir Goblen2 dokuma tezg a h ıyd ı . İ pl i kler ve renkler
ona dışarıdan g e l d i . Dış etki ler, öneriler, deneyimler (oku­
m a k, oyu nlar izlemek, oyu n l a r sahnel emek, fi kirler ed i n­
mek, vb.), o n u n z i h n i ndeki desenleri çerçeveye a l d ı ve
o n u n ka rma ş ı k ve hayra n l ı k verici makina a ksa m ı n ı ça l ış­
tırdı ve bu aksam, d ü nyayı hala hayrete d ü şmeye zorlayan
o res i m len m i ş ve m u hteşem kumaşı otomatik olarak i ma l
etti. Eğer Sha kespea re okya n usta ki çorak v e ı ssız b i r kaya
parças ı nda doğmuş o l sayd ı, o n u n o g üç l ü a k l ı , işleyecek
hiçbirdış malzemeye s a h i p o l m ayacak ve icat da edeme­
yecekti. Ve değerl i hiçbir dış etkiye, öğretime, şeki l len meye,
telkine ve i l hama sah i p o l a mayacak ve b u n l a rı icat da ede-

'Özel iğneler kullanılarak bir kumaş üzerine renkli ipliklerin işlenmesi


ile resim oluşturma sanatı ya da bu şekilde oluşturulan sanat eserine
verilen isim. (ç.n.)

20
meyecekti. Böylece Shakespeare h i ç b i r şey ü retemeyecek­
ti. Türkiye'de b i r şey ü rete b i l i rd i -Tü rk etkilerinin, i l işkileri­
nin ve eğiti m i n i n en üst nokta sı nda bir şey. Fransa'da daha
iyi b i r şey ü rete b i l i rd i- Fransız etkileri ve eğit i m i n i n en ü st
noktasında b i r şey. İ ng i ltere'de, o ülkenin idealleri, etkileri ve
eğitiminin sağladığı dış yardımlar a ra c ı l ığ ıyla u l a ş ı la b i lecek
en üst noktaya yükse l d i . Sen ve ben ise dikiş m a kina la rıyız,
başka b i r şey d e ğ i l . E l i m izden gelen ne ise onu i m a l etme l i ­
yiz; çaba mızı ortaya koyma l ı v e düşü ncesizler, Goblen i m a l
etmed i ğ i m iz i ç i n bizi k ı nadığında b u n u hiç u m u rsa mama­
l ıyız.

G.A.: Ya n i, bizler sadece m a k i n a l a rız! Ve m a ki n a l a r


performansları i l e böbürlenemez, g u ru rlanamaz, perfor­
mansla rı üzeri nde h a k iddia edemez, performansları n ı a l ­
kışlayamaz v e övemezler. Bu, berbat b i r öğreti.

Y.A.: B u bir öğreti değil, sadece bir olgu.

G.A.: O halde, sa n ı rı m b i r korkak o l m a kta n sa ces u r b i r


kişi o l m a kta d a b i r h ü ne r yok?

Y.A.: Şa hsi h ü n e r mi? Hayı r. Cesur b i r kişi, ken d i cesa­


retini yaratmaz. B u n a sah i p o l m ak, ona h i ç b i r şahsi iti bar
kaza n d ı rmaz. Cesa ret onda doğuşta n d ı r. Bir m i lyon dolar
ile doğmuş b i r bebek-bu nda şahsi hüner nerede? Yokluk
iç ine doğ m u ş b i r bebek-bunda şahsi h ü nersizl i k nerede?
Bi risine d a l kavu klar ta rafından yağ çeki l i r, ta p ı l ı r, hayran
o l u n u r; d iğeri ise yok say ı l ı r ve hor görü l ü r-Eee, b u n d a
a n l a m nerede?

G.A.: K i m i za man, ü rkek bir adam, korka kl ığını yen m e­


yi ve cesu r o l mayı görev ed i n i r-ve başa r ı l ı da o l u r. B u na
ne dersi n ?

Y.A.: B u , doğru yönlerde eğitimin, yanlış yönlerde eği­


timden daha değerli o l d u ğ u n u gösterir. Doğru yön lerde
eğitim, etki ve yetişme ... İdeallerini yükseğe çekmek için,

21
kişiyi, kendini-takdir-etmesi yönünde eğitmek paha b i ç i l mez
bir şekilde değerl i d i r.

G.A.: Peki ya h ü ner?-M uzaffe r korka ğ ı n projesindeki


ve kaza n ı m ı n d a ki şahsi h ü nere ne demel i ?

Y.A.: B u rada h i ç şahsi h ü n e r yok. D ü nya n ı n gözü nde


daha önce o l d u ğ u ndan daha değerl i bir adamdır ş i mdi,
fa kat değişimi kaza nan adamın kendisi d eğ i l d i r-değ i ş i m i
kaza n ma h ü neri o n u n değ i l d i r.

G.A.: K i m i n d i r o halde?

Y.A.: Yapısının ve ona d ı şarıdan işlenen etki leri n d i r.


G.A.: Ya pısı n ı n m ı ?

Y.A.: Evet. Önce l i kle, a d a m h e r yanıyla v e ta mamen


b i r korka k değildi; a ksi halde etkiler o n u n üzerinde h i ç b i r iş
görmezd i . Belki bir i nekten korkmazd ı, a m a boğadan kor­
kardı; b i r kad ı nd a n korkmazd ı, a m a b i r adamdan korka rd ı .
Üzerine i n ş a e d i l ecek b i r şeyler vard ı . B i r tohum mevcuttu.
To h u m yoksa ağaç olmaz. B u toh u m u kend i s i mi o l u ştur­
du, yoksa onda doğuştan m ı vardı bu toh u m ? To h u m u n
orada o l u ş u adamın h ü neri değildi.
G.A.: Peka la, her halü karda, toh u m u yeşertme fi kri,
onu yeşertecek kararl ı l ı k övgüye değerdi ve b u fi kri ve ka­
ra rl ı l ığ ı o o l u şturd u .

Y.A.: H iç de böyle b i r şey ya pmadı. F i k i r i y i y a d a kötü


bütün g üd ü lerin gel mesiyle ortaya çıktı-dışarıdan g e l d i .
E ğ e r o ü rkek adam bütün hayatı n ı tavşa n ı msı i n s a n l a rdan3
o l uşan b i r top l u l u k arasında geçi rmiş, ces u rca işler hakkın­
da h içbir şey oku mam ış, b u n l a r hakkında kon u ş u l d u ğ u n u
h i ç i şitmem iş, b i r i l e ri n i n b u cesurca işleri övd ü ğ ü n ü y a d a

3 Tavşanlar ürkeklikleri i l e ünlüdürler. (ç.n.)

') ')
b u n ları gerçekleştiren ka h ra m a n l a ra g ı pta ett i ğ i n i işitme­
miş olsayd ı, Adem'in edep hakkı nda sa h i p o l d u ğ u n d a n
daha fazla fi kre s a h i p o l mayaca k v e ces u r b i r k i ş i olmaka­
rarı n ı n o n u n a k l ı n a gel mesi asla m ü m kü n o l mayacaktı. Fik­
ri oluşturamazdı-fi k i r ona dışarıdan gelmek zorundayd ı .
Böylece, ne za m a n k i cesaret i n yücelti l d i ğ i n i v e korka klı­
ğ ı n a laya a l ı nd ı ğ ı n ı işitti, bu o n u uya n d ı rd ı . Uta n d ı . Belki d e
sevg i l isi b u rn u n u havaya d i kerek dedi k i , " B a n a sen in b i r
korka k o l d u ğ u n söyle n d i !" Hayatında yen i b i r sayfa açan,
adamı n kendisi değildi- sevg i l isiydi bunu onun için ya­
pan. Adam bu h ü nere s a h i p m i ş gibi caka satmama l ı d ı r­
b u o n u n h ü neri d eğ i l d i r.

G.A.: Fakat, yine de sevg i l i s i toh u m u s u l a d ı ktan sonra


o n u yeşerten kişi a d a m ı n kend isiyd i .

Y.A.: Hayır. Dış etkiler yeşertti onu. E m i rl e birl ikte -ve


titreyerek- sava ş a la n ı n a h ü c u m etti, ya l n ı z başına ve ka­
ra n l ı ktayken değil, diğer askerlerle ve g ü ndüz vakti. Örne­
ğin etkisi altındaydı, yoldaşla r ı n ı n cesa retinden nemalandı.
Korktu ve kaçmak istedi, fa kat buna cü ret edemed i . Onca
askerin gözü o n u n üzerindeyken kaçmaya korktu. Görü­
yorsun ya, adam gelişmekteyd i-uta ncın geti rdiği a h la k i
korku, fiziksel zara r korku suna ü s t ü n g e l m i şti. Savaş ha­
rekat ı n ı n sonuna g e l i n d i ğ i nde, d eneyi m ona öğretecekti
ki, savaşa g i ren herkes yara a l maz-i şte, ona yard ı m ı do­
kunacak b i r dış etki ve ayrıca, cesa retten dolayı övü l me n i n
ve savaş yorg u n u asker a layı, ç a l ı n a n davu l l a r v e uçuşan
bayra klar i l e ta pınan ka l a ba l ı ğ ı n önü nden geçerken, göz­
yaşlarıyla boğ u l m u ş sesler eşliğinde kendisine teza h ü rat
e d i l m e s i n i n n a s ı l da hoş o l d u ğ u n u öğrenecekti. B u nd a n
sonra o , o rd udaki d i ğ e r herhangi b i r deney i m l i aske r g i b i
g üvenle ces u r olacaktır-ve bu o l ayı n hiçbir yeri nde ş a h s i
h ü neri n ne emaresi o k u n u r ne d e esamesi; ne varsa dışarı-

23
dan g e l m i ş olacakt ı r. Viktorya Haçı'nın4 ü rettiği ka h ra m a n
sayısı daha fazlad ı r . . .

G.A.: D u r b i raz, eğer b u nd a n dolayı h içbir itiba r kaza n­


mayaca ksa, ces u r b i r kişi h a l i n e gel mesi n i n a n l a m ı nerede?

Y.A.: Sord u ğ u n soru b i razd a n ken d i s i n i cevap layacak­


t ı r. Bu soru, henüz temas etmed i ğ i m iz insan ya pısına d a i r
ö n e m l i b i r ayrıntı içeriyor.

G.A.: Neymiş bu ayrı ntı ?

Y.A.: B i r i n s a n ı b i r şeyleri yapmaya iten g ü d ü - b i r in-


sanı b i r şey ya pmaya iten yegane güdü.

G.A.: Yegane g üd ü ! Anca b i r tane mi?


Y.A.: Hepsi b u kadar. Ya l n ızca b i r tane.

G.A.: Peka la, bu kes i n l i k l e yeteri nce tuhaf bir öğreti.


B i r i n sa n ı b i r şey yapmaya iten b i ricik g ü d ü ned ir?

Y.A.: Kendi içini ferahlatma g üd üsü-kendi içini ferah-


latma ve onun onayını kazanma zorunluluğu.
G.A.: Ah, hadi ama, bu kadar da olmaz!

Y.A.: Neden o l m a s ı n ?

G.A.: Ç ü n kü b u o n u her za m a n ken d i rahatı n ı v e ya­


ra r ı n ı arama tutu m u na sokar; ne va r ki, bencil o l mayan b i r
i n sa n ç o ğ u kez ya l n ızca b i r başka s ı n ı n iyi l i ğ i için b i r ş e y ya­
par; bu açıkça ken d i a leyh i n e olsa bile.

Y.A.: Yanlış. Eylem öncelikle kişi nin kendisine yara r sağ­


l a m a l ı d ı r; aksi halde o eylemi gerçekleşti rmeyecektir. Bunu
yaln ızca bir başkası uğruna yaptığ ı n ı düşünebilir, fakat asl ı n­
da öyle değ i l d i r; öncel ikle kendi içini ferahlatmaktad ı r-di­
ğer kişi n i n yararı her zaman için ikinci s ı rada o l m a l ı d ı r.

' Düşman karşısında üstün cesaret gösteren Birleşik Krallık Silah­


lı Kuvvetleri mensup!Jrına verilen en yüksek kahramanlık nişanı.

(ç.n. )

24
G.A.: Ne o l a ğ a n d ı ş ı b i r fi k i r! Özveri ne o lacak bu d u ­
rumda? Lütfen b u n u ceva p l a .

Y.A.: Özveri n e d i r ?

G.A.: Kişi n i n ken d i s i n e b i r yarar s a ğ l a m a s ı için ne bir


emare ne d e b i r esame b u l u n m a d ı ğ ı b i r yerde, b i r başkası­
na iyi l i k ya p m a s ı d ı r.
il

İnsamn Yegône Güdüsü-Kendi Onaymı Güvence


AltmaA/mak

Yaşlı Adam: B u n u n örneklerine rastl a n m ı ş m ı d ı r sen-


ce?

Genç Adam: Örnekler mi? M i lyo n l a rcası!

Y.A.: Aceleyle sonuç çıkarm ıyors u n değ i l m i ? Bu ör­


nekleri inceled i n m i -e l eşti rel gözle?

G.A.: Buna gerek yok: eyle m le r, a rd ları ndaki a l t ı n g i bi


g üd üyü bizzat açığa çı karıyorlar zate n .

Y.A.: Mesela?

G.A.: Peka la, o halde. örneğin, şu kitaptaki o l ayı göz


ö n ü n e a l . Ada m ı n b i ri kasa baya üç m i l uza k l ı kta yaşıyor.
Ayaz, çok kar yağıyor ve gece yarısı. Adam ta m at a ra basına
binecekken, saçları ağarmış ve perişan kılıklı yaş l ı b i r kad ı n ,
sefa letin a c ı k l ı bir resmi, c ı l ız e l i n i uzatıyor, ken d i s i n i açl ı k­
tan ve ölümden k u rtarması için yalvarıyor. Adam cebinde
sadece b i r çeyreklik o l d u ğ u n u hatırl ıyor fa kat tereddüt et­
m iyor; pa rayı kad ı na veriyor ve fırtı n a n ı n içinden geçerek
evi ne za r zor yü rüyerek gid iyor. İşte-as i l ve g üzel bir dav­
ra n ı ş; zerafeti hiçbir leke, kusur ya d a m enfaat tarafı ndan
gölgelen memiş.

27
Y.A.: B u n u sana d ü ş ü n d ü ren ned ir?

G.A.: Ah, başka nasıl d üşü nebi l i rim k i ? B u olaya başka


b i r açıdan bakma yol u n u n o l d u ğ u n u mu haya l ed iyors u n ?

Y.A.: Ken d i n i o ada m ı n yerine koyar v e bana o n u n ne


h i ssett i ğ i n i ve ne d ü ş ü n d ü ğ ü n ü söyler m i s i n ?

G.A.: Kolaylıkla. O a c ı çeken yaşlı yüzü n görüntüsü,


a da m ı n cömert y ü reğ i n e kes kin b i r acı ile i ş l ed i . B u kada­
rına katlana mazd ı . F ı rtınada yürüyeceğ i üç m i l l i k m esafe­
ye daya n a b i l i rdi, fa kat o zava l l ı yaşlı yaratığa s ı rt ı n ı dön ü p
o n u ö l ü m e terk edecek olsa çekmiş o l acağı vicdan aza bı na
daya na mazd ı . O n u d ü ş ü n mekten gözü ne uyku g i rmezd i .

Y.A.: Evi ne d o ğ r u y o l a l ı rken ruh h a l i n a s ı l d ı ?

G.A.: Ya l n ızca özveride b u l u nan k i ş i l e r i n b i l d i ğ i b i r se-


vinç h a l iydi. Yüreği şakıyordu, fırtınanın fa rkında değildi.

Y.A.: İyi hi ssediyo r muydu?

G.A.: B u n d a n ş ü phe edilemez.

Y.A.: Peka la. H a d i, ş i m d i ayrı ntıları ekleye l i m ve ada­


mın yirmi beş sent karş ı l ı ğ ı nda ne kaza n d ı ğ ı n ı göre l i m . B u
yatı r ı m ı yapması n ı n gerçek sebe b i n i b u l maya ça l ı şa l ı m . İ l k
o l a ra k, adam ızd ı ra p çeken yaşlı yüzün ona verd i ğ i acıya
katl a n a madı. Ya n i kendi a c ı s ı n ı d ü ş ü n üyord u-bu iyi a d a m .
B u acıya b i r m e r h e m satın a l m a k zorundayd ı . E ğ e r yaş l ı ka­
d ı n ı n yard ı m ı n a koşma sayd ı ,
adamın vicda n ı ona yol bo­
yunca aza p çektirecekti. Yi ne kendi acıs ı n ı d ü ş ü n üyord u.
Vicda n ı i ç i n rahatlık satın almak zorundayd ı . Eğer yaş l ı ka­
d ı n ı ra hatlatma saydı, adamın gözü ne uyku g i rmeyecekti.
B i raz uyku satın a l m a k zorundayd ı-görüyors u n ya, yine
kendisini d ü ş ü n üyord u. Dolayısıyla, topa rlayacak o l u rsak,
adam ken d i s i ne y ü reği ndeki keskin b i r acıdan ku rtu l u ş sa­
tın a l d ı , onu bekleyen bir vicdan aza b ı n d a n ku rt u l u ş satın
a ldı, bütün bir gece n i n uyku s u n u satın a l d ı-ta m a m ı yirmi

'Hl
beş sente! Wa l l Street5 ken d i s i nden uta n m a l ı . Eve dönüş
yol u nda da y ü reği neşe dol u yd u ve şa kıyord u-kar üstüne
kar! Ada m ı yaşlı kad ı n ı n ya rd ı m ı n a koşmaya iten güdü -
önce l i k l e- kendi içini ferah/atmaktı; ikinci olara k, kadının
ızd ı r a b ı n ı d i n d i rmekti. Sence i ns a n l a r ı n eyle m l eri tek b i r
merkezi, deği şmez v e değişti rilemez g üd üd e n mi, yoksa
b i r g ü d ü l e r çeşit l i l i ğ i nden mi kayna k l a n ı r?

G.A.: B i r çeşit l i l i kten, e l bette-bazı l a rı yü ksek, iyi ve


soyl u d u r, bazı l a rı ise öyle d eğ i l d i r. Senin fi krin ned ir?

Y.A.: Bence ya l n ı zca bir yasa, b i r kayna k va r.


G.A.: Ya n i hem en soy l u g ü d ü l e r hem de en a şağ ı l ı k
o l a n l a r bu tek kayna ktan m ı ç ı karlar?

Y.A.: Evet.

G.A.: Bu yasayı sözc ü klere dökecek m i s i n ?

Y.A.: Evet. Yasa ş u d u r, a k l ı ndan ç ı karma. İ n sa n ın, be­


ş i kten mezara kada r h iç b i r za man,
yaptığı tek bir şey yoktur
ki, İ LK VE EN Ö N D E GELEN gelen hedefi şu olmasın -iç h u ­
zurunu, iç rahatlığını KENDİSİ için güvence altına almak.

G.A.: Hadi a m a ! Başka h i ç kimsenin maddi ya da ma­


nevi rahat l ı ğ ı için asla h iç b i r şey yapmaz mı?

Y.A.: Hayır. Şu istisnai şartlar dışı nda-eyle m i, önce l i k­


le ken d i iç ra hat l ı ğ ı n ı sağ la m a a l m a l ıd ı r. Aksi h a l de o eyle­
m i gerçekleşti rmeyecektir.

G.A.: Bu önermen i n ya n l ı ş l ı ğ ı n ı ortaya çıkarmak kolay


olacak.

Y.A.: Ö rneğ i n ?

G.A.: Şu soylu tutkuyu, vata n sevg i s i n i, vata nseverliği

5 ABD'nin New York şehrinde bulunan ve önde gelen borsa-finans ku­


ruluşları n ı n bulunduğu meşhur sokak. Kısa yoldan zengin olmak iste­
yenler için bir simge haline gelmiştir. (ç.n.)

29
e l e a l a l ı m. Barışı seven ve acıdan çeki nen bir adam, g üze­
l i m evi n i ve ağlaşan a i lesini bı rakıp, ken d i s i n i mertçe açlı­
ğa, soğuğa, yara l a ra ve ölüme atıyor. B u d a m ı iç ra hatl ığı
a rayı ş ı ?

Y.A.: A d a m b a r ı ş ı seviyor v e a c ı d a n çekin iyor öyl e m i ?

G.A.: Evet.

Y.A.: O halde belki de ba rıştan


daha fazla sevd iğ i b i r
şey vardır-komşu/arının ve toplumun onayı. Ve bel ki acı­
d a n çeki n d i ğ i nden daha fazla çeki ndiği bir şey vard ı r­
kom ş u l a r ı n ı n ve top l u m u n onaylamaması. Eğer uta nca
karşı d uyarl ıysa sava ş a l a n ı n a g i decekt i r -içi orada tama­
men ra hat olacağı için değil; savaş a l a n ı nda, evde ka l ması
d u ru m u nda olacağ ından daha ra hat olacağı için. Her za­
man, ona en büyük zi h i n sel rahat l ı ğ ı geti recek olan şeyi
yapacaktı r-zira bu onun yaşamının yegane yasasıdır. Ağ ­
laşan a i lesini geride b ı ra k ı r; o n l a r ı n rahat ı n ı bozd u ğ u için
üzg ü n d ü r, fakat o n l a r ı n ra hatl ı ğ ı n ı koru mak için kendi ra­
hatı n ı feda edecek kadar değil.

G.A.: Gerçekten i n a n ıyor m us u n ki sadece top l u m ka­


naati korkak ve barışçıl bir a d a m ı zorla savaşa . . .

Y.A.: Savaşa göt ü re b i l i r m i ? Evet-to p l u m u n kanaati


bazı insanları her şeyi yapmaya zorlaya b i l i r.

G.A.: Her şeyi m i ?

Y.A.: Evet-her şeyi.

G.A.: Buna i n a n m ıyoru m . İ l ke l i b i r i n s a n ı ya n l ı ş b i r şey


yapmaya zorlaya b i l i r m i ?

Y.A.: Evet.

G.A.: Nazik b i r i nsanı ka ba bi r şey ya pmaya zorlaya bi­


lir m i ?

Y.A.: Evet.

G.A.: Bir örnek versene.

30
Y.A.: Alexa nder H a m i lton bariz şekilde i l keli b i r adam­
d ı . Düello yapmayı ya n l ı ş ve d i n i n öğretilerine aykırı b u l u r­
d u-fa kat toplum kanaatine riayet ederek b i r d ü e l lo yaptı.
Ailes i n i içte n l i kle seviyordu, fakat top l u m u n onayı n ı satın
a l m a k için o n l a rı hai nce ya l n ı z b ı ra ktı ve yaşa m ı n ı heba etti;
öyle ki, budala b i r d ü nyayl a ters d üşmemek ad ına, a i lesi n i
cimrice, yaşam boyu keder i ç i n d e b ı ra kt ı . Top l u m u n o n u r
standartla rın ı n o a n k i koş u l l a rı içi nde, kavga etmeyi red­
detme uta n c ı n ı n izi n i taşıyarak rahat edemezd i . D i n i n öğ­
retileri, a i lesine bağ l ı l ığ ı , y u m u şa k ka l p l i l iği, i l keleri, o n u n
iç ra hatl ı ğ ı n ı n yol u n a ç ı ktı klarında t ü m üyle boşa g itti l e r.
B i r i n san iç rahatlığını güvence altına almak için ne o l u rsa
olsun her şeyi yapacakt ı r ve bu a macı ta ş ı m aya n herhangi
b i r eyleme ne zorla n a b i l i r ne d e ikna ed i lebi l i r. H a m i lton'ın
eyle m i n i mecbur kı lan, ken d i i ç i n i rahatlatm a n ı n doğuş­
ta n gelen zoru n l u l uğ uydu; tıpkı onun yaşa m ı ndaki diğer
bütün eyle m l e r ve bütü n i n s a n l a rı n yaşa m l a rı nd a ki bütün
eyl e m l e r g i b i . Mesel e n i n çeki rdeğ i n i n nerede yatt ı ğ ı n ı gö­
rüyor m us u n ? B i r insan kendi onayı olmaksızın rahat ede­
mez. Ne pahasına o l u rsa olsun ve ne feda etmek gereki rse
gere ks i n, bu rahat l ı ğ ı n m ü mkün o l a n en büyük k ı s m ı n ı g ü ­
vence a l t ı na a lacakt ı r.

G.A.: B i r dakika önce H a m i lton'ı n toplum onayı n ı a l ­


mak i ç i n d üe l l o yaptığ ı n ı söyledin.

Y.A.: Söyled i m . Düello ya pmayı reddetmekle a i lesinin


onayı n ı ve büyük ölçüde kendi onayı n ı g üvence altına a l a­
caktı fakat yerdeki veya gökteki diğer bütün onayları b i r
a raya getirsen o n u n gözü nde topl u m onayı kadar değeri
ol mazd ı; b u n u g üvence altına a l m a k, ona en büyük zihin ra­
hatl ı ğ ı n ı, kendine vereceği en büyük_ onayı sağ layacaktı. Do­
layısıyla onu ed i nmek için diğer bütün değerleri feda etti.

G.A.: Bazı soylu r u h l a r düello yapmayı reddet m i ş ve


top l u m aşağ ı l a m a s ı na mertçe göğüs germişlerd i r.

31
Y.A.: O n l a r yapıları uyarınca davra n d ı la r. O n l a r i l kele­
rine ve kendi a i lelerine top l u m onayı n ı n ü stünde değer
verd i ler. En fazla değer verd i klerini a l d ı l a r ve geri kalanları
b ı ra kt ı l a r. O n l a ra en büyük şahsi ferahlama ve onayı verecek
o l a n ı a l d ı l a r-bu, i n sa n ı n her zaman yaptığı şeyd i r. Top l u m
kanaati b u tür adam ları savaşa gitmeye zorlayamaz. Gitse­
ler d a h i, başka sebeplerden ötü rü giderler. Başka iç ra hat­
latıcı sebeplerden ötürü.

G.A.: Her za m a n iç ra hatlatıcı sebepler m i ?

Y.A.: Başka sebep yoktu r.

G.A.: Bir adam kend i yaşa m ı n ı küçük b i r çocu ğ u yanan


b i r binadan ku rta rmak için feda ettiği nde, b u na ne ders i n ?

Y.A.: Bu işi yapması, bu adamın ya p ı s ı n ı n yasas ı d ı r.


Çocu ğ u öyl e b i r teh l i ke içinde görmeye katlana maz (baş­
ka bir yapıya s a h i p b i r adam kat/anabilirdi) ve dolayısıyla
çocu ğ u kurta rmaya ça l ı ş ı r ve yaşa m ı n ı yiti rir. Fakat peşinde
olduğu şeyi elde etm iştir -kendi kendisinin onayını.

G.A.: Sevgiye, Nefrete, Hayırseverliğe, i ntikama, i nsa­


niyete, Yüce Gö n ü l l ü l üğe, Bağ ış layıc ı l ığa ne d iyors u n ?

Y.A.: Tek b i r Efe n d i Gü d ü n ü n fa rklı s o n u ç l a r ı : K i ş i n i n,


ken d i onayı n ı g üvence a lt ı n a a l m a zoru n l u l uğ u . Fa r k l ı
kıyafetler g i y e r l e r v e fa r k l ı r u h h a l l e r i n e t a b i d i r l e r, fa kat
n a s ı l k ı l ı ğ a g i re r l e rse g i rs i n l e r, her za m a n için
aynı kişidir­
ler. Başka b i r a ç ı d a n , b i r a d a m ı ha reket etti ren dürtü -ki
ya l n ızca b i r taned i r- onun ken d i iç fera h l ı ğ ı n ı g üvence
altına a l ma zoru n l u l uğ u d u r. B u d ü rtü d u rd u ğ u nda, a d a m
ö l ü r.

G.A.: Bu b u d a l a l ık. Sevgi . . .

Y.A.: N iç i n öyle olsun; sevgi, en tavizsiz biçimiyle bu


g ü d ü d ü r, bu yasa d ı r. Sevg i s i n i n nesnesi i ç i n yaşamı ve baş­
ka her şeyi heba eder. Önce l i kle sevilen uğruna değil, bila-

32
kis kendi uğruna. Sevi l e n m u t l u o l d u ğ u n d a kendisi de m ut­
l u d u r-ve b u da o n u n b i l i nçsizce peşinde o l d u ğ u şeyd i r.

G.A.: Anne sevg i s i n i n u lvi ve merhametli tutku s u n u


bile ka b u l etm iyors u n öyl e m i ?

Y.A.: Hayır, o da bu yasa n ı n m u t l a k köles i d i r. Anne,


çocuğ u n u giyd irmek için kendisi ç ı p l a k ka laca kt ı r; çocu ğ u
yiyeb i l s i n d i ye kend i s i a ç ka lacakt ı r; o acı çekmesin d i ye
kendisi eziyet çekecek; o yaşaya b i l s i n d iye c a n ı n ı verecek­
tir. Bu fed a karlıklarda b u l u n m a ktan can l ı b i r haz a l ı r. İ şte
o
ödül için yapar bunları - o şa hsi onay, o fera h l ı k, o h uzur, o
rahatl ı k için. Aynı ödemeyi alabilecek olsa, bunları senin ço­
cuğun için de yapardı.
G.A.: Bu sen i n ki şeyta n i b i r fel sefe.

Y.A.: Bu b i r felsefe değil, bu b i r o l g u .

G.A.: E l bette şöyl e eylemlerin de va r o l d u ğ u n u ka b u l


etmelisin . . .

Y.A.: Hayır. Büyük ya da küçük, hoş ya da nahoş hiçbir


eylem yoktur ki, şundan başka b i r güdüden kayna klansın­
kişinin kendi içini yatıştırma ve ferah latma zoru n l u l uğ u .

G.A.: Dü nyadaki fi lantropistler6 • • •

Y.A.: Alışka n l ı k ve eğitim gereği, o n l a ra sayg ı d uyuyo­


rum, o n l a ra şapka ç ı ka rtıyorum-fakat o n l a r, eğer ta l i hsiz
kişiler i ç i n ça l ı şmamış ve harcama ya p m a m ı ş olsa l a rd ı , ra­
hatl ı k, mutl u l u k ya da ken d i n i onaylama ned i r b i l emeye­
ceklerd i . Başka l a r ı n ı m ut l u görmek,onları m u t l u eder ve
böylece, peşinde o l d u k l a rı şeyi-mutluluğu, kendini-onay­
lamayı para ve emek i l e satın a l ı rl a r. Pintiler n i ç i n aynı şeyi
ya pmazlar? Yapmayarak bin kat daha fazla m ut l u olab i l i r-

6 Philanthropist: Sözcüğün etimolojik kökeni Grekçe olup, 'philo-' (sev­


mek) ve 'anthropos' (insan) sözcüklerinden türemiştir. Yaygın olarak
'insan lığı seven: 'hayırsever: 'iyil iksever kimse' anlamında kullanılmak­
tad ı r. (ç.n.)

33
ler de o n d a n . B u n u n başka bir sebebi yoktur. Ya p ı l a r ı n ı n
yasasına u yarlar.

G.A.: Görev aşkı için göreve ne ders i n ?

Y.A.: Öyle bir şey yoktur d e r i m . Görevler, görev a ş k ı için


ya pılmazlar; o n l a rı ihmal etmek kişiyi rahatsız edeceğ i için
ya p ı l ı rl a r. B i r i nsan tek bir görev yapar-kendi içini ferah­
latma görevi, kendisi ile uzlaşma görevi. Eğer bu yegane
görevi en tat m i n edici şeki lde yerine geti rmesi, komşusu­
na yardım etmekle m ü m kü n o laca ksa, öyl e yapacakt ı r; eğer
b u n u en tatm i n edici şekilde komşusuna kazık atarak ye­
rine getire b i lecekse, öyl e yapacaktır. Fakat her za m a n için
öncelikle İ l k Sıra d a k i n i gözetir; başka l a rı n ı n n a s ı l etkilene­
cekleri ikincil b i r meseledir. İ n sa n l a r özveride b u l u n urmuş
g i b i yaparlar, fa kat kel i me n i n a l ı ş ı l d ı k değeri içinde özveri
d i ye bir şey yoktur ve hiç var olmamıştır. İ n san çoğu za m a n
s a m i m iyetle, sadece v e ya l n ızca b i r başkası i ç i n özveride
bulunduğunu zanneder, fa kat a ld a n ı r; a ltta yata n g ü d ü sü,
doğa sı n ı n ve a l d ı ğ ı eğiti m i n bir gereksi n i m i n i tatm i n et­
mek ve böylece iç h uzuru b u l m a ktır.

G.A.: O halde, öyle görün üyor ki herkes, iyi insanlar


g i b i kötü i ns a n l a r d a hayat l a r ı n ı vicd a n l a r ı n ı fera h latmaya
a d ıyorlar.

Y.A.: Evet. B u n u n için yeterince iyi b i r i s i m : Vicdan-in­


sanın içindeki o başına buyru k H ü kümdar, o küsta h m utlak
Monark, insanın Efendisid i r. Her türden vicdan va rd ı r, çün­
kü her türden i n sa n va rd ı r. B i r s u i kastç i n i n vicd a n ı ba şka
şekilde tatm i n o l u r, fi lantropist bir k i ş i n i n ki başka, bir pinti­
n i n k i ba şka, bir soyg u n c u n u nki ise d a h a başka . Otoriter b i r
şekilde b e l i r l e n m i ş herh a n g i b i r a h lak veya emir m a nzu­
mesine rehber ya d a teşvik o l m a k bakı m ı n da n (eğitimi bu
kon u n u n dışında b ı ra kıyorum), i nsa n ı n vicda n ı ta mamen
değersizd i r. İyi yü rekl i b i r Kentucky l i tan ıyorum; ken d i n e

14
yöne l i k onayı e ks i kti-doğru b i r şekilde ifade etmek ge­
rekirse, vicdan aza bı onu yiyip biti riyord u-çünkü adamın
birisini öldürmeyi ihmal etmişti-hem de daha önce hiç
görmed iği b i r a d a m ı . B u yabancı, b i r kavga s ı ra s ı nda Ken­
tucky l i a d a m ı n a rkad a ş ı n ı ö l d ü r m ü ştü; bizi m k i n i n a l d ı ğ ı
Kentucky eğit i m i d e bu yüzden yabancıyı ö l d ü rmeyi b i r
görev h a l i n e getirdi. Görevini i h ma l etti-savsa klamayı,
ya n çizmeyi, ertelemeyi s ü rd ü rd ü ve a m a n sız vicda n ı bu
ihmal yüzü nden ona eziyet etmeyi b ı rakmad ı . Sonu nda,
i ç h uzuruna, ra hatlığa ve ken d i onayına kavuşmak i ç i n
yabancıyı b u l d u v e o n u öld ü rd ü . B u müthiş b i r özveri i d i
(özve r i n i n her za m a n ki ta n ı m ı n a uyg u n olara k); zira b u n u
ya pmak i stememişti v e eğer daha k ü ç ü k b i r bed e l l e fera h ­
lamış b i r ruh v e tasasız b i r zih i n satın a l a b i l seyd i, asla yap­
mazdı da. Fakat öyle ya p ı l m ışızd ı r ki, bu fera h l ı k için her
bedeli öderiz-ba şkas ı n ı n ca n ı pahasına olsa b i l e.
G.A.: Az önce eğitilmiş vicd a n l a rd a n ba hsetm i ştin. Bizi
doğru şeki lde yön l endi rmeye yetenekli vicda n l a r ile doğ­
madığımız m ıydı kastett i ğ i n ?
Y.A.: E ğ e r öyle doğmuş olsayd ı k, çoc u k l a r v e yaban i le r
doğru i l e eğriyi ayı rt ede b i l iyor o l u rl a rd ı v e b u n u n o n l a ra
öğreti l m esine gerek o l mazd ı.

G.A.: Fakat vicd a n l a r eğitilebilir, öyle değil m i ?

Y.A.: Evet.

G.A.: E l bette ebeveynler, öğretmenler, vaizler ve ki­


ta plar ta rafı ndan.

Y.A.: Evet-on l a r kendi Üzerlerine d ü şe n i yaparlar; el­


lerinden geleni ya pa rlar.

G.A.: Geri ka l a n ı yapan ise . . .

Y.A.: Ah, fa rke d i l m e m i ş -iyi ya d a kötü olsun- m i l­


yon l a rca etki: i nsanın yaşa m ı nda, uya n ı k o l d u ğ u her a n ,
beşikten mezara kad a r d u rmaksızın ça lışan etkile r.

35
G.A.: B u n ları l i steledin m i ?

Y.A.: Evet-pek çoğ u n u .

G.A.: Sonucu b e n i m le paylaşacak m ı s ı n ?

Y.A.: O l u r a m a başka b i r za man. B u , b i r saati m izi a l ı r.

G.A.: B i r vicdan kötüden kaçın maya ve iyiyi terc i h et-


meye eğiti lebi l i r m i ?

Y.A.: Evet.

G.A.: Fakat ya l n ızca iç ferahlatıcı sebeplerden ötürü


terc i h etmeye m i ?

Y.A.: Başka h iç b i r sebepten ötü rü b i r şey yapmaya eği­


tilemesi mümkün değil. Bu i m ka nsız.
G.A.: İnsanlık ta rih i n i n herha ngi bir yerinde, hakikaten
ve tüm üyle özveriyle ya p ı l m ı ş bir eylem b u l u n ma k zorunda.

Y.A.: Henüz gençs i n . Ön ünde pek çok sene va r. Bir


tane a ra da bul.

G.A.: Bana sa hiden öyl e gel iyor ki, b i r adam, ken d i


t ü r ü n d e n b i ri n i suda y a ş a m m ücadelesi veri rken gördüğü
za m a n o n u ku rta rmak için kendi hayat ı n ı teh l i keye atarak
suya atla r ve . . .

Y.A.: Bekle. Adamı ta rif et. Kendi türünden olan kişiyi ta­
rif et. Orada o n l a rı izleyen birisi o l u p ol mad ı ğ ı n ı ya da yalnız
o l u p o l m a d ı k l a r ı n ı belirt.

G.A.: B u sord u kları n ı n bu harikulade eyle m l e ne i l g isi


va r ki?

Y.A.: Çok i l g i si va r. Başlangıç o l a ra k, bu i k i s i n i n ya l n ız


başlarına, tenha bir yerde, gece yarısı b i r l i kte o l d u k l a rı n ı
varsaya l ı m m ı ?

G.A.: Nasıl terci h edersen.

Y.A.: Ve ken d i türünden olan kişi d e a d a m ı n kızı o l s u n


mu?
G.A.: Eee, ha-hayı r-başka b i risi o l s u n .

Y.A.: O halde, pis, ayyaş b i r ka badayı o l s u n ?

G.A.: A n l ıyor u m . Koş u l l a r d u ru m la r ı değişt i r i r. S a n ı r ı m


eyleme ş a h i t olan b i r izleyici b u l u n mazsa, adam eyle m i
gerçekleştirmeyecekt i r.

Y.A.: Fakat tek t ü k de o l sa, böyle b i r eyle m i gerçekleş­


tirecek biril eri b u l u n u r. Çocuğu ya n g ı nd a n ku rta rmaya ça­
lışı rken hayat ı n ı kaybeden adam, ya d a yirmi beş sent i n i
m u htaç b i r yaşlı kad ı n a veren ve evi ne fı rtınada yürüyerek
giden adam g i b i böyle eyle m lerd e b u l unacak tek tük i n sa n
b u l u n u r. Peki n i ç i n ? Ç ü n kü kend i türünden o l a n ı s u d a ya­
şam m ücadelesi veri rken görü p de atlayı p yard ı m etme­
meye katlanamazlar. Bu onlara acı verir. Bu d u rumda ken d i
t ü r ü n d e n o l a n kişiyi ku rta rırlar. Başka türlüsünü yapamaz­
lar. Şimd iye kada r ı s rarla söyled i ğ i m o yasaya sıkı s ı kıya
itaat ederler. Şeylere katlanamayan i nsanlar i l e katlanabi­
len i n sa n l a rı hat ı rlaman ve o n l a rı her za m a n b i rb i rlerinden
ayı rman gerek. Bu ayrım, "özveride b u l u n ma" gibi gözüken
pek çok d u ru ma açıkl ı k kaza n d ı raca ktı r.

G.A.: A m a n ta n rı m, bu o l d u kça iğrenç bir şey.

Y.A.: Evet ve o l d u kça da doğru.

G.A.: Hadi -annesini m ut l u etmek adı na, ya pmak is­


te med i ğ i şeyleri yapan iyi huylu çocu ğ u göz ö n ü ne a l sa n a .

Y.A.: B u n u n onda yed i s i n i , a n nesini m ut l u etmek ken­


disini de m u t l u ettiği için yapar. Bu büyük faydayı b i r ke­
nara atsan, bu iyi çocu k o işi yapmazd ı . Demir yasaya itaat
etmek zorundadır. Hiç ki mse bundan kaçamaz.

G.A.: Peki o za man, kötü bir çoc u ğ u n yaptığ ı şu iş . . .

Y.A.: B u na değinmene gerek yok; vakit kaybı . Kötü


çoc u ğ u n ne yaptığ ı n ı n önemi yok. Her ne ya p m ı şsa, içi n i
fera h tutan b i r sebebi vard ı . Aksi h a l d e s a n a ya n l ı ş b i l g i
vermişle rd i r; çocu k, o şeyi yapmamıştır.

37
G.A.: B u çok ra hatsız edici. Az önce i ns a n ı n vicd a n ı n ı n
doğuştan b i r a h l a k yarg ı cı v e a m i r i olmad ı ğ ı n ı , öğ reti m ve
eğitim görmesi gerektiğini söyled i n . Ş i m d i , b i r vicda n ı n
uyuşuk ve m i s k i n h a l e gelebileceğ i n i d ü ş ü n se m de, ya n l ı ş
yola sapacağ ı n ı s a n m ıyoru m; eğer uya n d ı racak o l u rsan . . .
KÜÇÜ K BİR ÖYKÜ

Y.A.: Sana küçük b i r öykü a n lataca ğ ı m :

B i r za m a n l a r, İ m a nsızın b i ri, çocu ğ u ç o k hasta v e ö l ü m


döşeğ i nde o l a n d u l b i r H ristiya n'ın evi ne kon u k o l m u ş.
İ mansız adam çoğu za m a n yatağı n ya n ı nda çocuğu izle­
miş ve soh bet ederek onu eğ lendirmiş ve karş ı s ı na ç ı ka n
bu fı rsatları doğasındaki g üç l ü b i r i steği yat ı ştırmak üzere
k u l l a n m ış-hepimizin içinde b u l u na n o a rzuyu, i n sa n l a rı n
bizi m d ü ş ü n d ü ğ ü m üz g i bi d ü ş ü nmelerini sağ laya rak on­
l a rı daha iyi b i r d u ru m a getirme a rzu s u n u . Bunda başarı l ı
d a o l m uş. Fakat ölmek üzere olan çocu k son a n l a rında ona
serzenişte b u l u n m u ş ve demiş ki:

'ina n m ıştım, ve bu inancımla mutluydum; sen, inancımı


ve huzurumu elimden aldın. Şimdi elimde hiçbir şey kalmadı
ve sersefil ölüyorum; çünkü bana anlattığın şeyler, benden
alıp götürdüğün şeylerin yerini doldurmuyor."
Keza a n nesi de İ ma nsız adama serzenişte b u l u n a ra k
d e m i ş ki:

"Çocuğum ilelebet yitik ve benim kalbim kırık. Bu zalim­


liği nasıl yapabildin? Sana hiçbir zararımız dokunmadı, biz­
den yalnızca nezaket görd ü n ; evi m izi evin yaptık, neyi miz
varsa paylaştık, mükafat olarak bunu aldık."

39
İ ma n sız a d a m ı n yüreği yaptığı ndan ötü rü pişma n l ıkla
dolmuş ve adam d e m i ş ki:

"Yaptığım yanlıştı-şi m d i a n l ıyoru m; fakat ona yalnız­


ca iyilik yapmaya çalışıyordum. Bana göre o hatalıydı; ona
hakikati öğret m e n i n görevim o l d u ğ u n u d ü ş ü n m ü ştü m:·
Ard ı n d a n anne demiş ki:

"Kısacık hayatı boyunca ona hakikat olduğuna inandı­


ğım şeyi öğrettim ve onun bu imanından her ikimiz de mut­
luyduk. O şimdi öldü-ve yitip gitti; ben ise sersefilim. İmanı­
mız, inanmış olan atalarımızdan yüzy ı l l a rı a şara k bize miras
kaldı; sen, ya da bir başkası, bunu ne hakla bozarsınız? Onu­
run neredeydi, hiç mi utanmadın?"
G.A.: Çok za l i m birisiymiş ve öl meyi h a k etmiş!

Y.A.: Kendisi d e zaten öyle d ü ş ü n m ü ş ve öyle söyle-


m i ş.

G.A.: Ya-bak görüyor m u sun, vicdanı uyanmış!


Y.A.: Evet, uyanan Kend i n i-Onayla mayışıyd ı . Anne­
n i n ızd ı ra b ı n ı görmek ona acı vermiş. Kendisine acı veren
bir şey ya p m ı ş o l m a ktan üzüntü d uymuş. Çocu ğ u yoldan
ç ı karı rken a n neyi d üşünmek h i ç a k l ı n a gelmem iş, zira o sı­
rada kendine haz sağlamakla o kadar meşg u l m ü ş ki. Görev
olara k i n a n d ı ğ ı şeyden tatm i n olara k sağ l a m ı ş b u n u .

G.A.: S e n ne dersen d e , bence bu b i r vicdan uyanışı


olayı. Bu uya n m ı ş vicdan, ken d i s i n i bir daha h içbir za m a n
bu türden bir belaya sokmayacakt ı r. Böyle b i r şifa, kalıcı b i r
şifadır.

Y.A.: Affedersin-öyküyü bitirmed i m . B izler dış etkile­


ri n yaratıkla rıyız, kendi içim izde o l u şturd u ğ u m uz hiçbir şey
yoktur. Ne za m a n yeni bir düşü nce silsi lesi ed insek ve yeni
bir etki n l i k ve inanç silsilesine sürü klensek, güdü her zaman
için dışarıdan gelir. Pişma n l ı k, İ m ansız a d a m ı n içine öyle b i r

40
dert o l d u ki, çocuğun d i n i ne yönel i k gadda rlığını ortadan
ka l d ı rd ı ve çocu k ile a n ne s i n i n hatrı için bu dine önce m ü ­
samaha l ı , daha sonra da nazikçe ba kmasını sağlad ı . Sonun­
da ken d i s i n i bu dini i n ce lerken buldu. O andan itibaren,
kaza n d ı ğ ı yen i eğ i l i mde istikra r l ı ve hızlı bir gelişim gös­
terd i . Dini bütün bir H ri stiyan oldu. Ve o za man, ölüm dö­
şeğ inde o l a n çocuğun i m a n ı n ı ve kurtu l u ş u n u ça l m a ktan
d uyd u ğ u pişma n l ı k her za m a n kinden daha şiddetl i oldu.
Ona h i ç ra hat yüzü göstermedi, h i ç h uzu r vermedi. Rahata
ve h uzu ra ermek zorundaydı-doğanın ka n u n u bu. B u n u
e l d e etmek için tek b i r yol v a r g i bi göründü; kendisini teh li­
ke içinde olan ru h ları kurtarmaya adaması gerekiyord u. Bir
misyoner oldu. Hasta ve çaresiz d u r u mdayken, pagan b i r
ü l keye vard ı . Ora n ı n yerl i s i olan d u l bir kad ı n o n u m ütevazı
evine kab u l etti ve bak ı m ı n ı yaparak sağ l ı ğ ı na kavuşması­
na ya rd ı mcı oldu. Derken kad ı n ı n genç oğ l u u m utsuz b i r
hasta lığa ya kalandı v e bizim m i n nettar m i syoner, kad ı n ı n
çocuğu tedavi etmesine ya rd ı m etti. B u rada d a h a önceki
çocuğa yaptığı ya n l ı ş l ığı kısmen d üzeltebileceği ilk fırsa­
tı yaka l a m ı ştı; bu çocuğ u n sahte ta nrılara yönel i k a ptalca
inancını yok ederek ona değerli b i r hizmette b u l u nacaktı.
Bunda başa r ı l ı da oldu. Fakat ölmek üzere olan çocu k son
a n larında ona serzenişte b u l u n a ra k demiş ki:

"İnanmıştım ve bu inanctmla mutluydum; sen, inanctmı


ve huzurumu elimden aldtn. Şimdi elimde hiçbir şey kalmadı
ve sersefil ölüyorum; çünkü bana anlattığtn şeyler, benden
alıp götürdüğün şeylerin yerini doldurmuyor."
Keza a n nesi de İ mansız adama serzenişte b u l u na ra k
demiş ki:

"Çocuğum ilelebet yitik ve benim kalbim kmk. Bu za­


limliği nasıl yapabildin? Sana hiçbir zaranmız dokunmadı,
bizden yalntzca nezaket gördün; evimizi evin yaptık, neyimiz
varsa paylaştık, mükafat olarak bunu aldık."

41
i mansız a d a m ı n yüreğ i yaptığ ı n d a n ötürü pişma n l ı k l a
d o l m u ş v e d e m i ş ki:

"Yaptığım yanlıştı-şimdi a n l ıyoru m; fa kat ona yaln ız­


ca iyil i k yapmaya ça l ışıyord u m . Bana göre o hata l ıyd ı; ona
hakikati öğret m e n i n görevi m old u ğ u n u d üş ü n m ü ştü m :'

Ard ı ndan a n n e demiş ki:

"Kısacık hayatı boyunca ona hakikat olduğuna inandı­


ğım şeyi öğrettim ve onun bu imanından her ikimiz de mut­
luyduk. O şimdi öldü-yitip gitti; ben ise sersefilim. İmanımız,
inanmış olan atalarımızdan yüzyıllar aşarak bize miras kaldı;
sen, ya da bir başkası, bunu ne hakla bozarsınız? Onurun ne­
redeydi, hiç mi utanmadın?"

M isyonerin pişma n l ı ktan d uyd u ğ u ızd ı ra p ve i h a net


d uyg u su, ş i m d i d a h a önceki o l ayda h i sset m i ş o l d u ğ u ka­
dar şiddetl i, eziyetli ve yatı şmaz haldeyd i . H i kaye bitti. Yo­
r u m u n ned i r?

G.A.: Ada m ı n vicd a n ı ta m bir a pta l ! Hasta l ı k l ı bir vic­


d a n . Doğruyu ya n l ıştan ayıra m a m ış.

Y.A.: B u söyled i ğ i n i i şittiğ i m e üzü l med i m . Eğer bir


a d a m ı n vicd a n ı n ı n doğruyu ya n l ı ştan ayıra m a d ı ğ ı n ı ka­
b u l ed iyorsan, b u n u n g i b i başka l a rı olabi leceğ i n i d e ka b u l
edersin. B u b i r tek kab u l, vicd a n ların yargıda b u l u n makta
ya n ı l maz o l d u kları öğretis i n i n tam a m ı n ı yerle b i r ediyor.
Bu a rada d i kkat etme n i i sted i ğ i m b i r şey var.

G.A.: Nedir o?

Y.A.: Her i k i o layda da, adamın eylemi o n u n iç ra hat­


l ı ğ ı n ı bozmad ı ve yaptı ğ ı n d a n oldukça tatm i n o l d u ve
bundan zevk a l d ı . Fakat sonrası nda, eylem ona acı verecek
şekilde sonuçla n d ı ğ ı nda üzü l d ü . Başka l a r ı na acı verdiği­
ne de üzü l d ü, fakat bunun sebebi onların acısının ADAMIN

4?
KENDİSİNE acı vermesiydi; gökkubbenin altındaki başka hiç­
bir sebep değil . . . Vicd a n ı mız başka larına verilen a c ı n ı n hiç
fa rkına varmaz, ta ki bize de acı verd i ğ i b i r n oktaya ulaşana
dek. istisnasız her o l ayda, b i r başka s ı n ı n acısına ta mamen
ilgisizizd i r, ta ki onun çektiği acı bizi ra hatsız edene dek.
N ice i m a nsız, o H ristiyan annenin üzüntüsünden ra hatsız
ol mazd ı . B u n a i na n m ıyor m us u n ?

G.A.: Evet. S a n ı rı m, ortalama b i r i m a nsız i ç i n hemen


hemen böyle söyleyebil irsin.

Y.A.: Ve görev d uyg usuyla keskin b i r şekilde b i l e n m i ş


n ice m i syoner, p a g a n a n nenin üzüntüsünden ra hatsızl ı k
d uymazd ı-örneği n, Kanada'daki Fransız döne m i n i n i l k
za m a n l a rında Cizvit m i syonerler; Parkman'ı n7 a l ı ntıladığı
böl ü m l e re baka b i l i rs i n .

G.A.: Pekala, b i r a ra vere l i m . Vard ı ğ ı m ız y e r neresi ?

Y.A.: Şu raya vard ı k. Ken d i m ize ( i n sa n oğ l u na) ya n ı ltı­


cı şeki lde i s i m l en d i rd i ğ i m iz pek çok n itel i k atfettik. Sevg i,
Nefret, Hayı rseverl ik, Merhamet, Aç gözl ü l ü k, Cömert l i k,
ves a i re. Demek istiyorum ki, isim lere yan ı ltıcı anlamlar
yükled i k. B u n l a r ı n hepsi ken d i n i fera h l atma n ı n, ken d i n i
m e m n u n etme n i n biçim leri d i r, fa kat i s i m ler o n l a rı öyle bir
kı l ığa sokar ki, d i kkatimizi bu o l g u d a n uza klaştı r ı r. Ayrıca
sözlüğe orada h iç o l maması gereken bir sözc ü k d e sokuş­
turmuşuz-Özveri. B u sözcü k, var o l mayan bir şeyi ta rif
ed iyor. Fakat en kötüsü, i ns a n ı n her eylem i n i ona d i kte
eden ve zorlayan Yegane G ü d üyü görmezden gel iyor ve
ondan h iç söz etm iyoruz: İ ns a n ı n kendisine verd iği onayı,
ortaya ç ı ka n her yeni d u rumda ve her ne pahasına o l u rsa
o l s u n g üvence altına a l m a sı n ı n kaç ı n ı l maz zoru n l u l u ğ u .

7 Francis Parkman (1823-1893): France and England in North America ve


The Jesuits in North America in the Seventeenth Century gibi eserleriyle
ünlü Amerikalı tarihçi.

43
Ne isek o o l u ş u m uzu t ü m üyle bu g ü d üye borçl uyuz. O bi­
zim nefesim iz, ka l b i m iz, ka n ı m ız. O bizi ha rekete geçiren
b i ricik m a h m uzum uz, kı rba c ı m ız, üve n d i re m iz, yegane
d ü rtücü g ü c ü m üz; ondan başka sına sa h i p değiliz. O ol­
masa sadece ha reketsiz görüntüler, cesetler o l u rd u k; h i ç
kimse hiçbir ş e y yapmazdı, h içbir i l e rleme o l mazdı, d ü nya
o l d u ğ u yerde ka laka l ı rd ı . Bu m uazzam g ücün ismi geçti­
ğ i n d e sayg ı d u ruşuna geçmel iyiz.

G.A.: İ kna o l m a d ı m .

Y.A.: D ü ş ü n d ü ğ ünde ikna o l aca ks ı n .

44
111
Konuyla İlgili Örnekler

Yaşlı Adam: Son kon u ş m a m ızdan b u yana Ken d i n i-O­


nayl a m a n ı n Kutsal Kita bı8 hakkı nda kafa yord u n m u ?

Genç Adam: Evet, yord u m .

Y.A.: S e n i b u n a sevk eden bend i m . Ya n i sen i b u na


sevk eden, b i r dış etkiydi - sen i n kafa nd a ol uşturu l m u ş b i r
etki d e ğ i l d i . B u n u a k l ı nda tutmaya v e u n utma maya ça l ı şa­
ca k m ı s ı n ?

G.A.: Evet. N iç i n ?

Y.A.: Ç ü n k ü b i razdan yapaca ğ ı m ız kon u ş m a l a rdan bi­


rinde sana ne senin, ne benim, ne d e başka herhangi biri­
s i n i n, ken d i kafa m ızda b i r d ü ş ü nce o l u ştura m ayaca ğ ı m ızı
a k l ı n a sokmak istiyorum. Bir düşünceyi dile getiren birisi, her
zaman için ikinci el bir düşünceyi dile getirir.
G.A.: Ah, ş i m d i . . .

8 Metinde geçtiği haliyle, 'Gospel'ın Türkçe karşılığı esasen İ ncil'd i r ve


'müjde, iyi haber' anlamına gelmektedir. Ancak Twain bu anlamı
gözetmekle birlikte, özellikle H ristiyan İncil lerine vurgu yapmadığı
için, sözcüğü 'İncil' yerine 'Kutsal Kitap' olarak çevirmeyi tercih ettik.
(ç.n.)

45
Y.A.: Bekle. Söyleyeceğin şeyi ta rt ı ş m a m ızın o k ı s­
m ı n a g e l i n ceye kadar u n utma-ya rına ya da ertesi g üne
kad a r mesela. Ş i m d i, az önce h iç b i r eyl e m i n h i ç b i r zaman
(önce l i kle) iç fera h l atma g üd üs ü n den başka b i r vesilesiyle
doğmadığı yön ü ndeki önerm em i d ü ş ü n üyord u n . Araştır­
m ı şsın. Ne b u l d u n ?

G.A.: P e k ta l i h l i değ i l d i m . Aşk h i kayelerinde v e yaşam


öykü lerindeki pek çok g üzel ve görü n ü rd e özverili işi i nce­
led im, fa kat . . .

Y.A.: Araşt ı rma larındaki a n a l izler ı ş ı ğ ı n da o özveri g i b i


gözüken şey orta d a n kayboldu d e ğ i l m i ? Doğal olarak kay­
bolm uştur.

G.A.: Fakat şu romanda karş ı m a ç ı ka n şey u m ut vaad


edici görün üyor.9 Ad i rondack ormanlarındaki oduncu
ka m plarında yevmiyeyle ça lışan ve gön ü l l ü va izl i k yapan
b i r adam varmış; pek soy l u bir karaktere s a h i p olan bu
adam, derin b i r şekilde dindar b i risiymiş. New York' u n
varoşlarından g e l e n bu d ü rüst v e becerikli i şçi, tati l i n i de­
ğerle n d i rmek üzere orada b u l u n uyorm uş-bu adam ayrı­
ca Ü n iversite Ha reketi'n i n 1 0 l i d erleri nden b i riymiş. Helme
i si m l i bu od uncu, güze l i m d ü nyevi olanakları b i r ken a ra
itip Doğu Ya kas ı 'na i n m e ve oradaki r u h l a rı ku rta rma a rzu­
su ile ya n ı p tutuş uyorm uş. Tanrı'n ı n i htişa m ı ve İ sa Mesih'in
davası uğruna bu feda karl ıkta b u l u n mayı m ut l u l u k saymış.
İşi nden istifa etm iş, bu fedakarlığı neşeyle y a p m ı ş ve Doğ u
Ya kası'na giderek yarı-uygar, yabancı, yoks u l top l u l u kl a ra
gece g ü ndüz Mesih ve o n u n ça r m ı h a gerilişi hakkında vaaz

9 Yazarın burada andığı roman, Florence Wilkinson'un The Strength of


the Hills: A Novel (1901) adlı eseridir. (ç.n.)

10 University Settlement: Düşük gelirli aileler ile göçmenlerin sosyal hiz­


metlerden faydalanmalarını sağlamak üzere 1886'da ABD New York'ta
kurulmuş olan bir yardımlaşma toplu l uğu. (ç.n.)

46
ver m i ş. O n u n l a alay etmişler fa kat o, bu a l ayları sevinçle
karş ı l a m ış, zira b u n l a ra Mesih'in büyük davası için katla­
n ıyormuş. Z i h n i m i kuşku l a rla öylesine d o l d u rd u n ki, t ü m
b u n l a rı n a rd ı nda şaibeli b i r gizli g ü d ü b u l mayı bekl iyor­
d u m s ü rekli; fa kat m e m n u n iyetle söyl üyorum ki b u l mayı
başa ra m a d ı m . B u adam görevi n i n fa rkına va r m ı ş ve görevi
aşkına ken d i s i n i fed a etm i ş ve görevi n yükünü omuzlam ış.
Y.A.: B u kad a r ı n ı mı oku d u n ?

G.A.: Evet.

Y.A.: O halde gel ş i m d i b i raz daha okuya l ı m. Bu s ü re


za rfı nda ken d i s i n i fed a ederken-önce l i k l i o l a ra k, kendisi­
nin hayal ettiği g i b i Ta n rı'n ı n i htişa m ı i ç i n değil, fakat önce­
l i kle içi ndeki m üşkü l pesent ve tavizsiz efendiyi m e m n u n
etmek için-başka birisini feda etmiş mi?
G.A.: Ne demek istiyors u n ?

Y.A.: B o l kaza n ç l ı b i r işi bırakmış v e b u n u n yeri ne sa­


dece yemek ve barın mayı terc i h etmiş. Bakmakla y ü kü m l ü
o l d u ğ u kişiler v a r mıymış?

G.A.: Eh-evet.

Y.A.: Ada m ı n özverisi onları ne açıdan ve ne ölçüde


etkilemiş?

G.A.: Destek o l d u ğ u emekli b i r babası va r m ı ş. Pek


g üzel b i r sese s a h i p b i r de kız kardeşi va r m ı ş-kardeş i n i n
ken d i baş ı n ı n çaresi n e baka b i l m e i steğ i n i yeri ne getire b i l ­
m e k için ona müzik eğ itimi veriyormuş. B i r de i n şaat m ü ­
h e n d i s i o l mayı a rzulayan b i r erkek ka rdeşi varm ış, o n u b i r
tekn ik okula göndermek için pa ra biriktiriyormuş.

Y.A.: O za m a n ya ş l ı baba s ı n ı n ra hatı bozu l m u ş m u ?

G.A.: O l d u kça c i d d i bir şekilde. Evet.

Y.A.: Kız ka rde ş i n i n m üzik dersleri de kes i l me k zorun­


da ka l m ı ş m ı ?

47
G.A.: Evet.

Y.A.: Erkek kardeşinin eğitim i-eh, bu m ut l u haya le


gölge d ü ş m ü ş ve çocu k d a yaş l ı ba baya destek o l m a k i ç i n
od u n kesmeye g itmek zorunda ka l m ı şt ı r y a da b u na ben­
zer bir şey o l m uştur?

G.A.: Hemen hemen böyle o l muş. Evet.

Y.A.: Ne de ş ı k b i r özveride b u l u n m uş! Kendisi hariç


herkesi feda etm i ş g i bi gel iyor bana. Sana h i ç kimsenin
asla ken d i s i n i feda etmeyece ğ i n i, daha önce buna dair
h i ç b i r örneğ i n h i ç b i r yerde duyulma m ı ş olduğunu söyle­
m e m i ş m i yd i m ? Ve bir kişi n i n İçindeki H ü kü mdar, i ster bir
anlık isterse de daimi m e m n u n iyeti i ç i n ondan ne za m a n
b i r şey istese, bu isteğ i n ö n ü n d e e n g e l teşkil ede b i l ecek ve
bu istek yüzü nden zarar görebilecek olan kim o l u rsa o l s u n,
bu e m re itaat etmek ve bu isteğ i yerine getirmek zorunda
o l d u ğ u n u söylememiş miyd i m ? Ba h settiğin adam, İçinde­
ki H ü kü md a rı memnun ve hoşnut etmek için ailesini harap
etmiş . . .
G.A.: Ve Mesi h'i n davasına h izmet etm iş.

Y.A.: Evet-önce l i k l i o l a ra k değ i l, ikincil olarak. Kendisi


b u n u n öncel i k l i o l d u ğ u n u sanm ış.

G.A.: Peka la, eğer istiyorsan öyle o l m u ş o l s u n . Fakat


adam N ew York'ta yüzlerce r u h u kurtard ı ğ ı n ı da iddia ede­
b i l i rd i . . .

Y.A.: Ailenin feda e d i l mesini h a k l ı kı lacak olan, b u şey­


den gelecek o l a n büyü k ka r mı-bu şeyden ... Ne demeli
bu şeye?

G.A.: Yatı r ı m ?

Y.A.: P e k uyg u n d e ğ i l . Spekülasyon d esek n a s ı l o l u r?


Ya da kumar d esek? Tek b i r r u h u yaka l a ma s ı b i l e kesin
d e ğ i l d i . Kartla r ı n ı , kaza n ı l m a s ı m u htem e l yüzde otuz üç-

48
l ü k b i r kara oyn a d ı . Bu b i r kumardı-"ku m a r fi ş i " yeri ne
a i l e s i n i öne s ü rd ü . Fa kat g e l oyu n u n nasıl s o n u ç l a n d ı ğ ı n a
b i r baka l ı m . Belki kend i s i n i fed a ediyo r m u ş g i b i bat ı l b i r
i na n c ı n etk i s i a lt ı n d a a i l e s i n i M e s i h'in dava s ı n a pek soy l u
b i r şeki l d e fed a etm e s i n e n e d e n o l a n a s ı l g i z l i g ü d ü n ü n,
gerçek g ü d ü n ü n izi n i s ü re b i l i riz. B i raz d a h a okuya ca ğ ı m ...
İ şte b u ra d a ! Er ya d a geç ken d i n i açığa ç ı ka rtaca ktı. Ada m
Doğ u -Ya ka s ı 'n d a k i ayak ta k ı m ı n a b i r m üddet vaaz ver m i ş,
sonra s ı nd a o d u ncu ka m pl a r ı n d a k i sıkıcı, b e l i rsiz ya ş a m ı ­
na "kalbi kırık, gururu incinmiş" b i r h a l d e g e r i dön m üş. N i­
ç i n ? Mesih, ki o d u n c u her şeyi ya l n ız O n u n i ç i n y a p m ı ş,
ada m ı n ç a ba l a r ı n ı ka b u l etm e m i ş m i ? O l u r şey d e ğ i l , b u
ayrı ntı gözden kaçmış, ona d eğ i n i l m e m i ş b i le; sözü n ü
etti ğ i m g ü d ü n ü n b i r g e rekçe o l a ra k o rtaya ç ı kt ı ğ ı o l g u ­
su t ü m üyle u n u t u l m uş! O h a l d e sorun ne? Kita b ı yaza n
ha n ı m 1 1 old u kça m a s u m b i r şekilde ve b i l i nçs izce b ü t ü n
mesel eyi açığa vu ruyor. Sorun şuyd u : B u a d a m yoks u l l a ra
sadece vaaz verdi; Ü n iversite H a reket i 'n i n yapacağı tarzda
bir i ş d eğ i l bu; H a reket, b u n d a n d a h a büyük ve d a h a iyi iş­
lerle uğraşır ve ş u yavan S e l a m et-Ord u s u 1 2 belagatine d e
p e k hayran d e ğ i l d i r. H a reket, H o l m e'e k a r ş ı ki b a rd ı -fa kat
mesafe l iyd i . Onu e l üstünde tutmad ı , bağrına b a s m a d ı .
"Şereflendirilmeye, övü l m eye, minnetle onaylanmaya dair
bütün hayalleri mahvoldu-" Kim ta rafı n d a n m a hved i l d i ?
M e s i h m i ? Hayır; M e s i h'ten söz ed i l me m i ş . Ki m ta rafı n d a n
o h a l d e ? "Yoldaşları" ta rafı nd a n . Onayl a n m ayı n e d e n i ste­
d i ? Ç ü n k ü i ç i n deki Efe n d i böyle isted i ve a ks i h a l d e mem-

11
The Strength of the Hills: A Novel ki tabının yazarı Florence Wilkin­
son kastediliyor. ( ç .n.)

" Selamet Ordusu (Salvation Army) : 1 880'lerin başında Birleşik Kral­


lık'ta kurulmuş olan ve yüzün üzerinde ülkede etkin o lan, dini de­
ğerleri öne çıkaran uluslararası bir yardı m kuruluşu.

49
n u n o l mayacaktı. Yu ka r ı d a ki a l ı ntıda v u rg u la n a n c ü m le,
peşinde old u ğ u m uz s ı rrı, y a n i, gözden uza k ve takd i r gör­
m e m i ş bu Ad i rondack o d u n c u s u n u , a i l e s i n i fed a etmek
ve din m ü cadelesi vermek i ç i n Doğu Ya kas ı 'na g itmeye
iten a s ı l g ü d üyü, gerçek g üd üy ü açığa ç ı ka rıyor-sözü n ü
ettiğ i m a s ı l g ü d ü b u yd u i şte, ya n i : Adam, içindeki büyük
yeteneği o n u önemsemeyen bir dünyaya göstermek ve
övg ü kaza n m a k i ç i n g i tti. Seni d a h a önce uya rd ı ğ ı m g i bi,
b u b i ri c i k yasad a n , b i ri c i k g e rekçeden kayn a k l a n m ayan
hiçbir eylem yokt u r. Fa kat l ü tfen b u yasayı ben öyle söy l ü ­
yor u m d iye k a b u l etme; sen d e ken d i b a ş ı n a öze n l e i rde­
le. N e za m a n özveride b u l u n u l m u ş b i r eylem, ya d a görev
aşkı i ç i n yerine g eti ri l m i ş b i r görev h a k k ı nda b i r şey oku­
san ya d a i ş itsen, onu parça l a r ı n a ayır ve gerçek gerekçeyi
a ra . O, her za m a n orada d ı r.

G.A.: B u n u her g ü n yapıyorum. Bu küçük d ü şürücü ve


ra hatsız ed ici a rayışa başlad ı ğ ı mdan beri ken d i m e engel
olam ıyorum. Z i ra nefret edilecek kada r ilgi çekici bir şey!
-Asl ında, kel i me n i n doğrusu, büyüleyici. Ne za m a n b i r ki­
ta pta altın g i bi parlayan bir eyleme rastlasam, d u rup o n u
parçal a rı n a ayı rmak v e i ncelemek zorunda h issediyorum,
elimde değ i l .

Y.A.: B u k u ra l a aykırı b i r şey b u l d u n m u h i ç ?

G.A.: Hayı r-en azı ndan h e n ü z d e ğ i l . Fakat Avru pa'da


h izmetl iye bahşiş verme mesele s i n i göz ö n ü n e a l a l ı m.
Verd i ğ i h izmet i ç i n
otele ödeme yapıyo rs u n; h izmetl i lere
hiçbir şey borçlu o l m a m a n a rağmen, o n l a ra ayrıca ödeme
yapıyors u n . B u d u r u m ku ra l a aykırı d eğ i l m i ?

Y.A.: Hangi açıdan aykı rı?

G.A.: Bunu ya pmakla yükümlü deği l s i n , dolayısıyla bu


yaptığ ı n onların düşük ücretle ça l ı şmalarına karşı merha­
met beslemenden kaynaklan ıyor ve . . .

50
Y.A.: Bu geleneğin h i ç ca n ı n ı s ı ktığı, seni rahatsız etti-
ği, s i n i rl e n d i rd i ğ i o l d u m u ?

G.A.: E h , evet.

Y.A.: Yine de b u n a ka rşı koymuyorsu n ?

G.A.: E l bette.

Y.A.: N i ç i n e l bette?

G.A.: Eh, gelenek b i r bakıma yasa d ı r ve yasa l a ra bo­


yun eğmek gerekir-herkes b u n u görev o l a ra k ka b u l eder.
Y.A.: O halde ra hatsız edici verg i leri de görev aşkı i ç i n
öd üyors u n ?

G.A.: S a n ı r ı m a y n ı yere çıkar.

Y.A.: O halde vergilere boy u n eğmeni sağlayan g ü d ü,


tümüyle merha met, hayı rseve rl i k, cömert l i k değil?
G.A.: Eh-be l k i d e değil.

Y.A.: Biraz b i l e değil mi?


G.A.: Ben-belki d e bunun yerini sa pta m a kta fazla
aceleci davra n d ı m .

Y.A.: B e l k i öyle. Bu geleneği göz a rd ı etm i ş o l s a n h iz­


metl i le rden hızlı ve etk i l i h izmet a l ı r mıyd ı n ?

G.A.: A h , söyled i ğ i n şeye bak! O Avru pa l ı h izmet l i l e r­


den m i ? Açıkçası h i ç b i r h izmet a l a mazd ı n .

Y.A.: Bu sözünü ettiğin şey, vergi ödemeni sağ layan b i r


g ü d ü yeri ne geçemez m i ?

G.A.: B u n u i n ka r etm iyorum.

Y.A.: O halde, görünen o ki, görev aşkına ya p ı l a n b u


şeyin i ç i n e b i raz d a o l s a kişisel ç ı k a r eklen m i ş ?

G.A.: Evet, öyle görün üyor. Fakat şu da va r: Söz kon u ­


su verg iyi b u n u n a d i l o l m a d ı ğ ı n ı v e bizden zorla a l ı nd ı ğ ı n ı
bi lerek veri riz; ne va r k i , eğer yoks u l l a ra karşı pinti l i k yap­
mış o l d u ğ u m uz d ü ş ü n cesindeysek, oradan yü reğ i m izde

51
b i r acı i l e ayrı l ı rız ve bütün kal b i m izle geri d ö n m ü ş o l m a­
yı, böylece doğru o l a n şeyi, doğrudan da fazla olan şeyi,
cömertçe olan şeyi ya pmış olabil meyi d i l e riz. B u g ü d üde
ken d i menfaatine i l işkin herhangi b i r şey b u l ma kta zorla­
nacağ ı n ı d ü ş ü n üyoru m.

Y.A.: N eden bu şeki lde d ü ş ü n men gerekiyor, mera k


ediyorum. Hizmet bedel i n i n otel fat u rasında yansıt ı l m ı ş
o l d u ğ u n u görmek s e n i ra hatsız eder m i ?

G.A.: Hayır.

Y.A.: Fatu rada k i tutard a n ya kındığın o l u r m u ?

G.A.: Hayı r, böyle b i r şey a k l ı m a gel mez.

Y.A.: O h a l de rahatsız edici detay, masraf değ i l . B u sa­


bit bir tutard ı r ve onu keyifle ödersin, mırın kırın etmeden
ödersin. Peki i ş h izmetl i l e re ödeme yapmaya gelince, her
b i ri n i n e ödenecek sabit bir ücret olsa, bu hoşuna gider
m i yd i ?

G.A.: Hoşlanmak m ı ? Ç o k sevi n i rd i m !

Y.A.: B u sabit ödeme, o n l a ra b a h ş i ş o lara k vermeye


alışkın o l d u ğ u n m i kta rda n bir nebze daha fazla olsa b i l e
mi?

G.A.: El bette, evet!

Y.A.: Peki o zam a n . A n l ad ı ğ ı m kadarıyla, seni bahşişi


ödemeye iten şey a s l ı n d a ne merha met ne de görev so­
r u m l u l u ğ u ve seni ra hatsız eden şey d e ba hşişin tutarı de­
ğ i l . Yine de seni rahatsız eden bir şey var. Ned ir o?
G.A.: Eh, sorun şu ki, ne ödeyeceğ i n i asla b i l m iyorsun,
ba hşiş bütün Avrupa'da öyl e değişken ki.

Y.A.: O halde ta h m i n etmek zorunda ka l ı yo rs u n ?

G.A.: Başka yolu yok. D ü ş ü n ü p d u ruyors u n, sürekli

52
hesap yapıyor ve ta h m i n d e b u l u n uyors u n ve başka l a r ı n a
d a n ı ş ı p o n l a r ı n görüşlerini a l ıyorsun v e b u d u ru m, geceleri
uyku n u berbat ed iyor ve g ü ndüz vakti de seni perişan ed i­
yor ve sağı sol u seyrediyormuş g i bi yapıyorken de s ü rekli
olarak ta h m i n üzerine ta h m i n d e b u l u n uyor, endişelen iyor
ve sefil o l uyors u n .

Y.A.: Ve tüm b u n l a rın sebebi sen i n borcun o l mayan ve


sen istemed i kçe vermek zoru nda o l m a d ı ğ ı n b i r ödeme i l e
i lg i l i ! Tu haf. Ta h m i n y ü rütm e n i n a m a c ı ned i r?

G.A.: O n l a ra veri lecek doğru tutarı ta h m i n etmek ve


hiçbirine haksızl ı k ya pma mak.

Y.A.: Söyled i ğ i n şeyin o l d u kça soylu b i r görü n ü ş ü


var-kendisine h i ç b i r ş e y borç l u o l m ad ığın, fa kat d üş ü k
ödemeyle ça l ı şan v e pa raya i htiyacı olan yoks u l b i r h izmet­
l iye karşı hakkan iyet l i ve a d i l olabilmek için bunca acıya
katla n m a k ve b u n ca değerli za m a n ı h a rcamak.

G.A.: Kendi ken d i m e d ü ş ü n üyoru m da b u n u n a rka­


sı nda merhametli o l m ayan herh a n g i bir gerekçe varsa bi le,
b u l m a s ı o l d u kça güç olacak.

Y.A.: Bir h izmetl iye adil bir ödeme ya pmadığını nasıl


b i l i rs i n ?

G.A.: E , s u s p u s o l u r; teşekk ü r etmez. Bazen s e n i uta n­


d ı racak bir bakış atar. Orada, o kadar insan i ç i nde, hata n ı
d üzeltmek için fazla g u ru l us u n d u r, fakat son rasında a d i l
ödemeyi yapmış o l m ayı d i l e r d u ru rs u n . A h , o n a s ı l b i r uta nç
ve a c ı d ı r. Bazen işaretleri görü p, tam isabet tutt u rd u ğ u n u
a n l a d ı ğ ı n v e oradan s o n derece tat m i n o l m u ş b i r şeki lde
ayrı ldığın o l u r. Kimi zaman, adam öylesine m i n nettar olur
ki, ona gerekenden d e fazlasını vermiş old u ğ u n u b i l i rs i n .
Y.A.: Gereken mi? N e i ç i n gere ken?
G.A.: O n u memnun etmek için.

53
Y.A.: O durumda ken d i n i nasıl h i sseders i n ?
G.A.: Pişma n l ı k d uya rım.

Y.A.: Öyle san ıyorum ki, a d a m ı n h izmetine vereceğ i n


a d i l karş ı l ığı ta h m i n etmekle değil, ya l n ızca o n u memnun
edecek şeyi çözmekle kafa n ı yorm u ş o l uyors u n . Ve bence
b u n da ken d i n i kan d ı rma na sebep o l m u ş bir şey va r.

G.A.: Neymiş o?

Y.A.: Eğer adamın u md u ğ u ve isted i ğ i n i ka rşı l a ma m ış­


san, sana seni başkalarının önünde utandıracak b i r bakış
ataca ktı r. B u sana acı verecekt i r. Sana-çünkü ya l n ızca
ken d i n için uğraşmışsındır, adam için değil. Eğer ona çok
fazla pa ra vermi şsen, b u yüzden kendinden utanacaksın­
dır ve bu sana acı verecekti r-yi ne kendini d ü ş ü n d ü ğ ü n ,
ken d i n i kolladığın, kendini rahatsızlıktan kurtardığın bir
durum. H izmetliyi asla b i r kez o l s u n d üş ü n mezsin onun -

onayını ınasıl a lacağ ı n ı ta h m i n etmeye ç a l ı ş m a n d ış ı nda.


Eğer onun o nayı n ı a l ı rsan, kendi onayı n ı d a a l ı rs ı n ve pe­
şinde o l d u ğ u n tek ve yegane şey d e b u d u r. İçindeki Efendi
böylece tat m i n o l u r, memnun o l u r, ra hatlar; bu a l ı şverişin
h i ç b i r yerinde, önce l i k l e m enfaati i l g i l e n d i rmesi bakımın­
dan bundan başka hiçbir şey söz kon u s u değild i r.
BAŞKA ÖRNEKLER

G.A.: Eh, d ü ş ü n ü nce: başka ları için ya p ı l a n Özveri n i n,


insandaki b u en m u hteşem şeyin üzeri çizi ldi! Böyle bir şey
yok!

Y.A.: Beni b u n u söylemekle mi suçluyors u n ?

G.A.: E h , kesi n l i kle.

Y.A.: Böyle söylemed i m .

G.A.: Ne söyled i n o h a l d e ?

Y.A.: Ded i m ki, ş i m d iye k a d a r hiç k i m se, sözün a l ı ş ı l d ı k


a n l a m ıyla, a s l a kend i s i n i fed a etm iş d eğ i ld i r-ya n i, yalnız­
ca başkası için özveride b u l u n m u ş değild i r. İ nsanlar baş­

ka ları için g ü ndelik feragatlerd e b u l u n u rl a r, fa kat bu ön­


celikle kend i iyili kleri içi n d i r. Eylem, önce l i k l e ken d i içleri n i
fera hlatmak zorundad ır. B u nd a n yara r l a n a n d i ğe r kişi ler
i k i n c i s ı rada gelir.

G.A.: Ve görev aşkına görev için de aynısı mı geçerl i ?

Y.A.: Evet. H i ç b i r i n san, b i r görevi sadece görev aşkına


yerine geti rmez; ya p ı l a n şey, önceli kle ken d i içi n i ferah­
latlatmak zorundadır. Görevi yerine getirmek, görevden
kayta rmaktan daha iyi h i ssettirmek zoru ndad ı r. Aksi halde
yerine getirmeyecekt i r.

55
G.A.: Berke/ey Kalesi olayı n ı ele a l a l ı m .

Y.A.: O ya p ı l a n soylu b i r işti, m u h teşem b i r şekilde ger­


çekleşti ri l d i . Eğer istersen ayrıntılarına in ve olayı i ncele.

G.A.: İ ng i liz askerler ve o n l a r ı n eşleri ve çocu klarıyla


t ı ka basa dolu bir asker nakil gemisi. Bir kayaya çarptı ve
batmaya başladı. F i l i ka l a rd a ya l n ızca kad ı n l a r ve çocu klar
i ç i n yer vard ı . Al bay, a sker a layı n ı g üvertede h izaya soktu
ve şöyle söyledi: "Ölmek bizim görevimizd i r, ki o n l a r kur­
t u l a b i l s i n :' H içbir h o m u rtu, h içbir iti raz gelmedi. F i l i k a l a r,
kad ı n l a r ve çocu kl a rı a l ı p götürdü. Ö l ü m a n ı geldiği nde,
a l bay ve s u bayları görev yerleri n i a l d ı l a r, adamlar tüfekle­
riyle hazı r ola geçtiler ve böyle, bir kıyafet defi lesindey m i ş
g i bi, bayraklar u ç u ş u r ve davu l l a r ça l ı n ı rken battı l a r; işte
görev a ş k ı na görev için ya p ı l a n bir özveri. B u olayı b u n d a n
başka bir şekilde göre bi l i r m i s i n ?

Y.A.: An lattı ğ ı n kadar pa rlak, o kada r büyü k b i r şeyd i .


S e n o saflarda yeri nde ka l ı p, o k a d a r teredd ütsüz b i r şekil­
de ölüme g i d e b i l i r miyd i n ?

G.A.: Gideb i l i r miyd i m ? Hayır, g idemezd i m .

Y.A.: D ü ş ü n . Kend i n i orada, su ların, etrafı nda gitti kçe


yükselerek seni felaketi ne doğru yaklaştırd ı ğ ı n ı hayal et.

G.A.: Haya l edebil iyorum. Bütün d ehşeti n i hissed iyo­


rum. Ben daya na mazd ı m, yeri mde öyl e kala mazd ı m . B u n u
b i l iyoru m .

Y.A.: N iç i n ?

G.A.: B u n u n n i ç i n i yok. B e n ken d i m i b i l iyorum v e öyl e


yapamazdım.
Y.A.: Fakat b u n u yapmak senin görevin o l u rd u .
G.A.: Evet, b i l iyorum-fakat yapamazd ı m .

Y.A.: Orada binden fazla adam vardı, fa kat bir teki b i l e


tereddüt etmedi. O n l a rd a n bazı ları mutlaka s e n i n m izac ı n-
la doğmuş olsa gerek; eğer o n l a r bu büyük görevi görev
aşkı için yerine getire b i l m i şse, sen neden geti remeyesin?
Gid i p b i n tane m e m u r ve ta m i rc i toplayıp o n l a rı o güver­
teye koya b i l i r ve o n l a rd a n görev aşkı için ölmelerini iste­
yeb i l i rd i n, fakat aralarından iki d üzinesi bile son u na kada r
saflarda kala mazd ı, b u n u b i l m iyor m u s u n ?

G.A.: Evet, b u n u b i l iyoru m .

Y.A.: Fakat onları eğitebilir v e o n l a rı b i r-iki savaşa soka­


b i l i rsin; sonrasında a s ker o l u rl a rd ı; bir askerin o n u ru na, b i r
askerin şerefine, b i r askerin idea l lerine sah i p a s kerler o l u r­
l a rd ı . O d u ru md a fera h l atmaları gereken ruh, bir askerin
ruhu o l u rdu, b i r m e m u run, b i r ta m i rc i n i n deği l . O ruhu b i r
askerin görevi nden kaçınara k ferah lata mazlardı, d e ğ i l m i ?

G.A.: Sanırım hayır.

Y.A.: O d u rumda görevi görev aşkı için değ i l, kendi iyi­


l i kleri için yerine getireceklerd i-öncel i k l i olarak. M e m u r,
ta m i rci ya da acemi er o l d u k l a rı za m a n görevi yerine ge­
ti remezlerd i; görev tam da aynı görev, emir d e aynı e m i r
ol masına rağmen. B i rer m e m u r v e ta m i rci olarak başka
idea l l e re, tatm i n etmeleri gereken başkaca r u h l a ra s a h i p
o l u rlard ı v e bu başkaca ruhları tatm i n ederlerd i. Zorunda
o l u r l a rdı; bu, yasad ı r. Eğitim g ü ç l ü d ü r. Yüksek, hatta daha
yü ksek idea l lere yönel i k eğitim, herhangi bir i n s a n ı n d ü ­
şü ncesine d e , emeğ i n e d e , gayretine de bede l d i r.

G.A.: Kaçmakta n sa görevi ne bağ l ı ka l a n ve ö l ü m e gi­


den a d a m ı d ü şü nsene.

Y.A.: O da o n u n yapısı ve eğ itimidir. Kendi içi ndeki


ru h u ferahlatmak zorundadır, ki b u onun yaşa m ı na mal
o l m u şt u r. Tıpkı böyle içten l i kle d i n i n e bağ l ı fa kat fa rklı bir
m izaca sahip bir başka adam, bunu görevi bellemesine
rağmen bu görevi başara mayacaktır: görevi yeri ne geti r­
mek için yetersiz o l m a ktan üzü ntü d uysa b i l e. Fakat kendi

57
içini fera h latmak zoru ndadır-başka ça resi yokt u r. O, gö­
revi görev aşkı için yeri ne geti remeyecekt i r, zira böylesi,
içini fera h l atmayacaktır; içini fera h l atmak onun birinci he­
defi d i r. B u görev, diğer bütün görevlerden önce g e l i r.

G.A.: Kendi nce tertemiz b i r a h laka sa h i p b i r ra h ibin,


ka m u görevi için m u ha l if ta raftan d ü rü st b i r adama karşı,
kendi tarafı nd a n bir h ı rs ızı destekled i ğ i b i r d u ru m u e l e a la­
lım.

Y.A.: O, kend i i ç i n i fera h latmak zoru ndadır. Kend i pa r­


tisi n i n geleceği söz kon u s u o l d u ğunda, h i ç b i r top l u m sa l
a h l a ka sa h i p değildir; ken d i nce b i r a h laka d a sa h i p değil­
d i r. Her za m a n için kendi ya pısına ve eğiti m i n e bağlı kala­
ca kt ı r.

58
EGİTİM
iV

Eğitim

Genç Adam: Eğiti m-sürekl i bu sözcüğü k u l l a n ı p d u ­


ruyors u n . B u n u n l a kastettiğin ş e y tam o l a ra k . . .

Yaşlı Adam: Ta h s i l, ta l i mat, dersler, vaazlar m ı ? Bu, eği­


timin bir k ı s m ı d ı r-fa kat çok d a büyük bir kısmı deği l d i r.
Dış etkilerin tümünü kastediyorum. O n la rdan m i lyon l a rca
var. İ n sa n oğ l u, beşikten mezara, uya n ı k olduğu tüm saat­
ler boyu nca eğitim a lt ı n d a d ı r. Eğitimci leri n i n en baş ı nda
ilişkileri gelir. İ l işkiler, i n s a n ı n zi h n i n i ve h i s l e ri n i etki leyen,
ona idea l lerini s u n a n, o n u ken d i yol u n a sevk eden ve o
yoldan ayrı l ma m a s ı n ı sağ layan insan çevre s i d i r. Eğer insan
o yol u terk edecek o l u rsa, ken d i s i n i en çok sevd iği ve say­
d ığı, onayl arına en çok değer verd i ğ i i n s a n l a r ta rafı ndan
d ış l a n m ı ş b u l a ca ktır. İ nsan bir b u kalem u n d u r; doğas ı n ı n
yasası gereği, b u l u n d u ğ u yerin ren g i n i a l ı r. Çevresindeki
etkiler onun terc i h lerini, kaç ı n d ı ğ ı şeyl eri, politika s ı n ı, be­
ğen i leri ni, a h la k ı n ı, d i n i n i yaratı r. B u nların hiçbirini kendisi
i ç i n yaratmaz. Öyle yaptığını zanneder, fakat bunun sebebi
mese leyi etrafl ıca incelememiş o l m a s ı d ı r. Presbiteryen leri
görm üş müyd ü n ?

G.A.: Pek çoğ u n u .

61
Y.A.: N a s ı l o l m u ş da Presbiteryen olacakları tutmuş
da Cemaatçi o l m a m ışlar? Ve Cemaatç i ler niçin Ba ptist ol­
m a m ı şl a r? Ba ptistler niçin Roma Kato l iği, Roma Kato l i kleri
niçin Bud ist, Bud istler niçin Qua ker, Quakerlar niçin Epis­
kopal, Epi skopa l le r n iç i n M i l lerci, M i l lerc i l e r n i ç i n H i ndu,
H i n d u l a r n için Ateist, Ateistler niçin S p i ritual ist, Spiritua­
l i stler niçin Agnostik, Agnostikler niçin Metod i st, Meto­
d i stler n için Konfüçyusçu, Konfüçyusç u l a r n i ç i n Ü n iteryen,
Ü n iteryenler niçin M u ha m medi, M u ha m m ediler niçin Kur­
t u l u ş Savaşçısı, Kurt u l u ş savaşçı l a rı niçin Zerd üştçü, Zer­
d üştçüler n i ç i n H ri stiya n B i l imci, H ristiyan B i l i mciler n için
Mormon -vesa i re- o l m a m ı şlar?

G.A.: Kend i sorunu ken d i n ceva pl ayab i l i rs i n .

Y.A.: B u mezhepler l i stesi, ayd ı n l ı k peşinde ya p ı l a n


ç a l ı ş m a l a rı n, a raştırmaların, a rayışların belgesi değ i l d i r.
Esasen (ve sa rkastik b i r şekilde) ilişkilerin neler yapa b i l e­
ceğ i n i gösterir. Eğer b i r i nsan ı n uyru ğ u n u b i l iyorsan, d i n i
eğ i l i m i n i d e en i nce ayrı ntısına kada r t a h m i n ede b i l i rs i n :
İ ng i l iz- Protesta n, Amerika l ı-keza; İs panyol, Fra n sız, İ r­
l a n d a l ı , İ ta lyan, G ü ney Amerika l ı-Roma Kato l iği; Rus­
R u m Kato l iği; Türk-M u h a m medi vb. Ve b i r kiş i n i n d i n i
eğ i l i m i n i b i l d iğ i nde, ayd ı n la n m a k istediği za man ne tür­
den d i n i kita p l a r okud u ğ u n u ve a m a n kazara istediğin­
den daha fazla ayd ı n la n m a s ı n d iye ne t ü rden kita p l a rd a n
kaç ı n d ı ğ ı n ı b i l irsin. Ameri ka'da b i r seçm e n i n ta ktığı rozeti
b i l i rsen, hangi cemiyetten o l d u ğ u n u, siyasi görü ş ü n ü n a s ı l
e d i n d i ğ i n i, ayd ı n la n ma k için ne t ü r gazeteler okud u ğ u n u
ve h a n g i t ü r gazetelerden öze n l e kaçı n d ı ğ ı n ı , siyasete i l iş­
kin bilgisini geni şletmek için ne t ü r m it i n g lere katı l d ı ğ ı n ı
ve ne t ü r mitinglere katı l ma d ı ğ ı n ı - e l i n e sopayı a l ı p d a
oradaki lerin öğret i l eri n i çü rütmeye ka lkışmadığı za m a n l a r
dışı nda- b i l i rs i n . Etrafta hakikat arayışında o l a n i ns a n l a rl a
i l g i l i şeyler işitip d u r u ruz hep. B i r t e k (ka l ıcı) ö rneğ i n e b i l e

62
rastl a m ı ş d eğ i l i m . S a n ı r ı m öyle biri d ü nyaya h i ç gelmedi.
Fakat Ha kikat Arayışında (ka l ıcı) o l d u ğ u n u zanneden, ta­
mamen sa m i m i b i rçok i nsana rastla d ı m . B u i n s a n l a r öze n l i,
ısrarlı, d i kkatli, i htiyatl ı, deri n l i k l i b i r şeki lde, m ü kemmel b i r
d ü rüstl ü k v e i y i aya rla n m ı ş b i r yargı g ücüyle aradılar -ta
ki Haki kati sorg u suz sual siz b u l m u ş o l d u klarına i na n d ı kları
ana dek. Arayışın sonuydu bu. İ nsan, yaşa m ı n ı n geri kala­
n ı n ı, H a k i kati n i hava koş u l la rı n d a n koru m a s ı n ı sağ layacak
çatı k i re m itleri a rayarak geçi rd i . A ra d ı ğ ı şey politik Hakikat
id iyse, o n u yeryüzünde i nsanları yöneten yüzlerce politik
kutsa l kitaptan birinde ya da ötekinde b u l d u; eğer a rad ı ğ ı
şey Yega ne Hakiki Din idiyse, o n u piyasadaki ü ç b i n tane­
s i içinden birinde ya da diğerinde b u l d u . Her h a l ü ka rda,
Haki kati b u l d u ğ u za m a n aramayı bıraktı; fa kat o gü nden
son ra, b i r eline lehim a l eti ve d i ğer eline ka l ı n ca b i r sopa
a l a ra k, h a k i katinin sızd ı ra n yerle r i n i yamadı ve kendisi­
ne karşı çıkanları ikna etti. Sayısız Geçici Haki kat Arayıcısı
yaşa m ı ştı r-sen ka lıcı olanını h i ç i şittin mi? Böyle b i r kişi,
insanın doğası gereği i m kansızd ı r. Böyle ol ma kla b i r l i kte,
biz kon u m uza geri döneli m-eğitim; eğiti m i n t ü m ü öyle
ya da böyle bir dış etki sonucud u r ve ilişki de b u n u n en
büyük kısmını o l u şturur. B i r i n s a n ı n d ı ş etkiler tarafı nd a n
o l u şturulduğu şeyden başka b i r ş e y o l ması asla m ü m k ü n
deği l d i r. İ nsanı y a alça ltacak yönde eğitirler y a da o n u yük­
seltecek yönde eğitirler-ama eğitirler; sürekli olara k o n u n
üzerinde ça l ı ş ı rlar.

G.A.: O halde o l u r da hayatta kazara ka rşı s ı na ç ı ka n


şeyler yüzü nden kötüc ü l b i r kon u m a geli rse, sen i n a n layı­
şına göre ona yard ı m etmek için elden bir şey gelmez-al­
çalacağı yönde eğitim a l mak zoru ndadır.

Y.A.: O n u n için elden b i r şey gel mez m i ? Bu b u ka le­


mun için elden b i r şey gel mez mi? Ya n l ı ş. İnsanın en bü­
y ü k iyi ta l i h i, o n u n b u kalem u n l uğ u içinde yata r. Ya pması

63
gereken tek şey yaşam orta m ı n ı-ilişkilerini değişti rmekt i r.
Fakat b u n u yapma g ü d ü s ü ona d ışarıdan gelmek zoru n­
d a d ı r- b u n u amaç edinerek, bu g ü d üyü kendisi o l u ştu­
ra maz. K i m i za m a n pek küçük ve rastlantısal bir şey ona
bu i l k itici g ü d üyü verebi l i r ve ona yen i bir fi kirle deva m
edeceğ i yen i b i r yol aça bi l i r. B i r sevg i l i n i n laf a rasında söy­
lediği, "Senin korkak o l d u ğ u n u söyl üyorlar" sözü, beklen­
medik bir şekilde, savaş a l a n ında fi l izlenmesi, çiçeklen me ­
si, serpil mesi v e n i hayet hayret verici b i r meyve vermesi
m ü mkün bir toh u m a su verecektir. İ n s a n l ı k ta ri h i böyle
rastlantılarla d o l u d u r. Rastlantı sonucu bir bacağın kırıl ma­
sı, d insiz ve hayasız b i r askere d i n i etkilerde b u l u n m u ş ve
ona yeni b i r ideal s u n m uştur. Bu rastlantı, Cizvit Ta ri kati'nin
doğmasına neden o l m u ş ve bu tari kat iki a s ı rd ı r tahtları
yeri nden oynatmakta, yürütülen politika l a rı değiştirmekte
ve başka m uazzam işler hal letmektedi r-ve böyle deva m
da edecektir. Şans eseri b i r kitap ya da gazetede b i r pa­
ragraf okumak, bir i n sana yen i bir yol aça b i l i r ve onu eski
i l işkilerini terk etmeye ve yeni idealine sempati ile yaklaşan
yeni i l işkiler a ra maya sevk ede b i l i r: Ve son u ç, bu a d a m ı n
ya şama b i ç i m i n i b ütünüyle değişti rebi l i r.

G.A.: İzlenecek b i r tasarı i l e i l g i l i ipucu m u veriyo rs u n ?

Y.A.: Yen i b i r tasarı deği l-eski. İ nsa n l ı k kadar eski.

G.A.: Ned i r o?

Y.A.: İ ns a n l a r için tuza klar kurma sadece. Yem olara k


yüksek ideallere doğru tetikleyici g ü d ü lerin k u l l a n ı l d ı ğ ı t u ­
za klar. Dini bro ş ü r dağıtan a d a m ı n yaptığı b u d u r. M i syone­
rin yaptığı b u d u r. H ü kü metlerin yapması gereken b u d u r.

G.A.: Ya p m ıyorlar m ı ?

Y.A.: B i r b a k ı m a yapıyorlar, b i r b a k ı m a ya pmıyorlar. Çi­


çek hasta l a rı i l e sağlıklı i nsa n l a rı b i r b i rlerinden ayırıyorlar,
fa kat iş s uçla m ü cadeleye geldiğinde sağl ı kl ı l arı hastala rla

64
aynı ka rantina a l a n ı na koyuyorlar. Demek i ste d i ğ i m, ace­
m i le r ile tasd i k l i suçl u l a rı aynı yere koyuyorlar. Eğer insan
doğal o l a ra k iyiye meyi l l i ol sayd ı, böylesi iyi o l u rdu; fa kat
iyiye meyi l l i değil ve dolayısıyla bu ilişki, acemi leri i l k h a p­
sed i l d i kleri za m a n o l d u k l a rı nd a n daha kötü h a l e getiriyor.
Bu d u r u m bazen, n i speten m a s u m o l a n la ra çok sert b i r
ceza veri l mesine neden oluyor. B i r a d a m ı a sıyorlar-ki çok
üstü n körü bir ceza bu; fa kat bu ceza, a d a m ı n a i l es i ndekile­
rin ka l b i n i kı rıyor-ki bu ağır b i r ceza. Ka r ı s ı n ı döven bi risi­
n i ra hatça h a psed iyor ve besl iyorlar, fa kat adamın masum
eşini ve a i lesini açlığa terk ediyorlar.

G.A.: İ nsanın iyiye ve kötüye yön e l i k sezg i sel b i r a l g ıya


sa h i p olduğu yön ündeki öğ retiye i n a n ıyor m u s u n ?

Y.A.: Ade m bu alg ıya s a h i p deği l d i .

G.A.: Fakat i n s a n o za mandan b u y a n a bu a l g ıyı edin­


miş m id i r?

Y.A.: Hayı r. İ n sanın bu t ü rden h i ç b i r sezgiye s a h i p ol­


m a d ı ğ ı n ı d ü ş ü n üyorum. Bütün fi k i rleri n i , bütün izl e n i m le­
rini d ı şarıdan ed i n i r. Bunu s ü rekli tekra rlayıp d u ru yorum ki,
belki b i r ü m it bunu senin aklına soka rım da kendi başına
gözlemler ve i ncelersin ve doğru mu ya n l ı ş mı o l d u ğ u n u
görürsün.

G.A.: Sen kendi sinir bozucu mefh u m la r ı n ı nereden


edindin?

Y.A.: Dışa rıd a n . O n l a rı b e n i c a t etmed i m . B i n t a n e bi­


l i n meyen kayn a ktan top l a n d ı la r. Büyük ölçüde bilinçsizce
top l a n d ı lar.

G.A.: Ta nrı'nın, doğası gereği d ü rü st b i r adam yarat­


m ı ş o l a b i l eceği ne i na n m ıyor m us u n ?

Y.A.: Evet, b u n u ya pabileceğ i n i b i l iyorum. Ayrıca h iç­


b i r za m a n böyle b i r i nsan ya p m a m ı ş o l d u ğ u n u da b i l iyo­
ru m.

65
G.A.: Senden daha bilge b i r gözlemci şu olguyu d i l e
getirmişti : "Dü rüst b i r insan, Ta nrı'n ı n en soy l u i ş i d i r:'

Y.A.: O, b i r olguyu d i l e getirmedi, b i r ya n l ı ş ı d i l e get i r­


d i . Pek hava l ı b i r söz ve kulağa da hoş gel iyor, fa kat doğru
değil. Ta nrı b i r i n s a n ı içine d ü rü st ve sahtekar olma olası­
lıkları yerleştirerek yaratı r ve orada d u r u r. İ nsa n ı n ilişkileri
bu o l a s ı l ı kları gel iştirir -dü rüst o l a s ı l ı kl a rı ya da d iğerle­
rini. Böylece, son u ç olara k d ü rüst ya d a sa hteka r bir adam
ortaya çıkar.

G.A.: Ve d ü rüst olan h a k etm iyor mu . . .

Y.A.: Övü l meyi m i ? Hayır. B u n u sana hangi s ı k l ı kl a söy­


lemel iyi m ? D ü rü stl ü ğ ü n ü n m i marı kendisi d eğ i l d i r.
G.A.: O halde, i ns a n l a rı e rd e m l i yaşam s ü rmeleri i ç i n
eğitmen i n a n l a m ı o l u p o l m a d ı ğ ı n ı sora rım sa na. B u n u n l a
ne kaza n ı l ı r k i ?

Y.A.: K i ş i n i n kendisi b u n d a n b ü y ü k fayda s a ğ l a r v e -


kişinin kendisi için- esas olan b u d u r. Kom ş u l a rı için b i r
teh l i ke teşki l etmez, onlara b i r za rarı da dokunmaz-ve
böylece o n u n erd e m lerinden komşuları fayda sağlar. Kom­
şuları için esas olan b u d u r. Bu eğitim, yaşa m ı her i k i taraf
i ç i n d e n i speten rahat k ı l a b i l i r; bu eğ itimin
ihmali ise ya­
ş a m ı her iki ta raf için d e s ü rekli b i r teh l i ke ve sıkıntı h a l i n e
getire b i l i r.

G.A.: Eğiti m i n her şey o l d u ğ u n u söyle mi ştin; bu eği­


timin i n sa n ı n ta kendisi old u ğ u n u, ç ü n kü i n sa n ı ne ise o
yapt ı ğ ı n ı söylem işti n .

Y.A.: Eğiti m i n v e bir başka şeyin old u ğ u n u söylemiş­


t i m . B u başka şeyi ş i m d i l i k b i r ken a ra b ı rakalım. Sen ne
söyleyecekt i n ?

G.A.: Yaş l ı b i r h izmetç i m iz var. Yirmi i k i sened i r bizim­


l e birlikte. Verd iği h izmet bu nca zam a n kusu rsuzdu, fa kat
bu s ı ra l a r epey u n utka n laştı. H e p i m iz o n u çok seviyoruz;
yaşl ı l ı ğ ı n getird iği derman sızlığa karşı e l i nden b i r şey gel­
meyeceğ i n i n fa rkındayız, a i lemdekiler o n u i h m a l ka rl ı kl a rı
yüzü nden azarlam ıyor, fa kat ben za m a n za m a n azarlıyo­
rum-ke n d i m i kontrol edemez o l uyorum. B u n u denemi­
yor m uy u m ? El bette den iyorum. Bak şimdi, bu sabah gi­
yinmek üzereyken h i ç temiz kıyafet koyu l m a m ı ş o l d u ğ u n u
görd ü m . Ken d i m i kaybettim; saba h ı n erken saatl erinde
çok kolay ve h ızl ıca s i n i rleniyorum. Zili ça l d ı m ve s i n i rlen­
m emeyi, d i kkatl i ol mayı ve nazik kon uşmayı ken d i kendi­
m e hemen tem b i h lemeye baş l a d ı m . Ken d i m e en d i kkatli
şekilde h a k i m o l d u m . Hatta ku l lanacağım sözcü kleri b i l e
seçti m : "Jane, t e m i z kıyafetleri u n utmuşsun:' Ka pıda bel i r­
diğinde bu c ü m leyi kurmak i ç i n ağzı m ı açtı m-ve ne yap­
t ı ğ ı m ı b i l meden, h iç beklemed i ğ i m ve d i n d i rmeye za m a n
b u l a m a d ı ğ ı m a n i b i r öfke d a lgasıyla, ağzı mdan şu acı pay­
lama çı kıverd i, "Kıyafetleri yine u n ut m u şs u n !" İ ns a n ı n her
za m a n kendi İçindeki Efe n d i s i n i en iyi şeki lde m e m n u n
edecek şeyi yaptı ğ ı n ı söyl üyors u n . H izmetçiyi b i r paylama­
nın h issettireceği aşağ ı l a n madan ku rta rmak i ç i n ya p ı l a n
d i kkatl i hazırlığın g ü d üsü nereden geldi p e k i ? B u da m ı her
za man i ç i n önce l i kl e kendisini d ü ş ü n e n Efendiden geldi?
Y.A.: Ş ü p hesiz. Herhangi b i r g ü d ü n ü n başka hiçbir
kaynağı yoktu r. İ ki nci s ı rada h izmetçiyi kurtarmaya hazır­
l a n d ı n , fakat önce l i k l i hedefin Efendiyi m e m n u n ederek
ken d i n i kurtarmakt ı .

G.A.: Ne demek istiyo rs u n ?

Y.A.: A i l eden h e r h a n g i b i r i s i seni daha önce s i n irlerine


hakim olman ve h izmetçiye çıkışmaman kon u s u nd a uya r­
m ı ş m ıyd ı ?

G.A.: Evet. A n n e m .

Y.A.: O n u seviyor m us u n ?

67
G.A.: Ah, sevmekten de fazlası!

Y.A.: O n u hoşnut etmek için e l inden gelen her şeyi her


za m a n yapar m ı s ı n ?

G.A.: O n u h o ş n u t edecek herha ngi b i r şey yapmak be­


nim için keyiftir!

Y.A.: N için? Bunu yalnızca ödeme için yaparsın-ka­


zanç için. Bu yatı r ı m d a n ne kaza nç beklerd i n ve kesi n l ikle
elde ederd i n ?

G.A.: Şahsi o l a ra k m ı ? H i ç. Annemi hoşnut etmek yeter.

Y.A.: O h a l d e öyle görün üyor ki, hedefi n öncel ikle h iz­


metçiyi a şa ğ ı l a n m a ktan kurtarmak değildi, anneni hoşnut
etmekti. Ayrıca öyle görü nüyo r ki, a n n e n i hoşnut etmek
sana g ü ç l ü bir haz veriyor. Yat ı rı mdan elde ettiğin kaza nç
b u değ i l mi? B u gerçek kaza n ç ve ilk kaza n ç değ i l m i ?

G.A.: E h , p e k i ? Devam et.

Y.A.: Tüm a l ı şverişlerde, İçteki Efendi senin ilk kazancı


elde etmeni bekler. Aksi h a l d e a l ı şveriş o l maz.
G.A.: Peki o h a lde, madem bu kazancı elde etme ko­
n u s u n d a o kadar hevesli ve ka rarl ıyd ım, niçin si n i ri m e ha­
kim olamayarak bu kaza ncı bir ken a ra attı m ?

Y.A.: B u kaza nca değerce a n iden üstün gelen başka


b i r kaza ncı elde etmek için.

G.A.: Bu kaza nç neredeyd i ?

Y.A.: Doğ u ştan g e l e n miza c ı n ı n arkasında pusuya yat­


m ış, b i r fırsat çıkmasını bekliyord u . Doğ u ştan gelen öfkel i
m izacın a n iden ö n e fı rladı v e o a n için o n u n etkisi, a n ne n i n
sen i n üzerindeki etkisine bas k ı n ç ı ktı v e o n u h ü kü m süz k ı l ­
d ı . B u örnekte küplere b i n i p b i r payla m a çekmeye can atı­
yord u n ve bu hoşuna g itti . B u hoşuna g itti, öyl e değil m i ?

G.A.: Sadece . . . Sadece yar ı m saniye l i ğ i ne. Evet-ho­


şuma g itti .
Y.A.: Peka la, söyled iğim g i b i : Herha n g i b i r anda ya da
bir a n ı n küçük bir parçasında sana en büyük hazzı, en bü­
yük tatm i n i verecek o l a n şey, senin her za m a n i ç i n yapaca­
ğın şeyd i r. Efend i n i n heves ettiği en son a rzuyu m e m n u n
etmek zorundasın, bu ne o l u rsa o l s u n .

G.A.: Fakat yaş l ı hizmetç i n i n gözleri dolduğu nda, yap­


t ı ğ ı m şey yüzü nden e l i m i kes i p ata b i l i rd i m .

Y.A.: Doğru. Kendini küçük d üşü rmüşsün, görüyor


m u su n, kendine acı vermişsin. Bir i n sa n i ç i n h i ç b i r şey, ken­
disine zara r veren ya da kaza n ç geti ren sonuçlard a n daha
önce l i k l i öneme s a h i p d eğ i l d i r-geri ka l a n her şey ikinci
s ı radad ı r. Ona itaat etm i ş olmana rağ men, Efend i n senden
hoşnut ka l m a d ı . Hemen pişmanlık duymanı i sted i; sen yine
itaat ettin; etmek zorundayd ı n-on u n e m i rlerinden asla
hiçbir kaçış yoktur. Katı bir efe n d i d i r ve kaypaktır da; sani­
yen i n onda birinde fi kri n i değiştiriverir ve sen itaat etme­
ye hazır olmak zoru ndasın ve itaat edersin de; her zaman.
Eğer pişman o l m a n ı i sterse, o n u m e m n u n edersin, o n u n
isted i ğ i n i her za m a n verirsin. Koş u l l a r ne o l u rsa o l s u n ba­
kım görmeli, i l g i görmeli, pohpo h l a n m a l ı ve m e m n u n edil­
m e l i d i r.

G.A.: Eğiti m m iş! Ah, ne işe yarar ki? O h izmetçiye b i r


d a ha çıkı şmayayım d iye b e n ken d i m i eğitmeye ça l ışma­
d ı m m ı ve a n nem d e ça l ı ş m a d ı m ı ?

Y.A.: D a h a önce kend i ne h a k i m o l u p da çı kışma mayı


becere b i l d i n m i ?

G.A.: E h , el bette-pek çok kez.

Y.A.: Bu yıl geçen y ı l o l d u ğ u nd a n daha mı fazlayd ı ?

G.A.: Evet, çok d a h a fazla.

Y.A.: Geçen yıl, ondan önceki yıldakinden d a h a mı faz­


layd ı ?

69
G.A.: Evet.

Y.A.: O ha lde, iki sene içinde büyük b i r g e l i ş i m kate­


d i l me m i ş m i ?

G.A.: Evet, kuşkusuz.

Y.A.: O halde sorun ceva p l a n d ı . Görüyorsun ya, eğitim


i şe yarıyor. Böyle devam et. İ na n c ı n ı kaybetmeden deva m
et. İyi g i d iyors u n .

G.A.: B u g e l i ş i m i m kusursuz b i r hale g e l i r m i dersi n ?

Y.A.: G e l i r. Senin s ı n ı rl a r ı n el verdiğince.


G.A.: S ı n ı rl a r ı m m ı ? B u n u n l a ne kasted iyors u n ?

Y.A.: Eğiti m i n her şey o l d u ğ u n u söyled i ğ i m i b a n a


hatı rlatmıştın, hatı rladın m ı ? B e n de seni d üzeltm i ş ve
d e m i şt i m ki, "Eğiti m ve bir başka şey." Bu başka şey mizaç­
tır -yani, doğuştan gelen eği l i m i n d i r. Ne eğilimini ortadan
,

kaldırabilirsin ne de onun en ufak bir parçasını-sadece o n u


baskılaya b i l i r v e o n u sa kin v e sessiz tuta b i l irsin. S e n öfkel i
b i r mizaca m ı sa h i psin?

G.A.: Evet.

Y.A.: B u n d a n asla ku rtu l a mayacaksın fa kat o n u göz­


leyerek hemen hemen her za m a n sa kin tuta b i l irsin. Onun
varlığı senin s ı n ı rı n d ı r. Gel i ş i m i n asla kusu rsuz bir seviyeye
u l a ş m ayacak, zira m izacın a rada s ı rada sen i yenecektir fa­
kat kusursuzluğa yeteri kadar yaklaşa b i l i rs i n . Değerli b i r
i lerleme göstermişsin ve d a h a fazla s ı n ı da yapa b i l i rsin. Eği­
tim işe yarar. Hem d e çok işe yarar. Ya kında yeni b i r g e l i ş i m
seviyesine u l a şacaksın, sonrasında i lerleyi ş i n kolayla şacak,
her h a l ü kard a d a ha basit b i r temel üzerinde i l erleyecek.

G.A.: Açıkla.

Y.A.: Anneni hoşnut etmek ve böylece kendini hoşnut


etmek için ş i m d i ken d i n e hakim olacak ve azarlamaktan
uzak d u racaksın; b u s ı rada m izacına g a l i p gel mek ki brini
okşayacak ve sana, a n n e n i n seni ş i m d i takd i r etmes i n i n
vereceğ inden d a h a tat l ı b i r h a z v e tat m i n verecek. Son­
rası nda, a n n e n i n dolaylı yol u n a g i rmeksizi n, ken d i n i ç i n
doğrudan v e ilk elden ç a b a sarf edeceks i n . Bu, meseleyi
basitleştirir ve ayrıca g üd üyü kuvvetlendi rir.

G.A.: Ah, o l u r şey değil! Fakat h izmetçiyi ken d i m i n de­


ğil, öncel ikle onun iyi l i ğ i için affedebi leceğ i m seviyeye asla
gelemeyeceğim değil m i ?

Y.A.: Neden o l masın-gel ebil irsin. Cennette.

G.A.: ( Düşünü p taş ı n mayla geçen kısa bir aranın ardın­


dan) M izaç. Pekala, m izacın hesaba kat ı l m a k zoru nda ol­
duğunu a n l ıyorum. Çok büyük b i r etken, kesi n l i kle. Annem
a n l ayışl ı d ı r ve öfkeli b i r mizaca sa h i p deği l d i r. G iyind i kten
sonra o n u n odasına g itti m, orada değildi, seslendim, ban­
yodan yanıt verd i . Suyu n a ktı ğ ı n ı i şittim. N eden i n i sord u m .
Öfkelen meden cevap verd i ve Jane'in ba nyoyu hazı rlamayı
u n uttu ğ u n u ve ş i m d i ken d i banyosu n u ken d i s i n i n hazırla­
d ı ğ ı n ı söyledi. J a n e'i çağı rmayı teklif ett i m ve şöyle söyledi,
"Hayı r, bunu yapma; hatasıyla yüzleştirmek o n u üzmekten
başka b i r şeye yaramaz ve bu onu paylamak o l u r; b u n u
haketm iyor- hafıza s ı n ı n o n a oynad ı ğ ı oyu n l a r o n u n ka­
bahati değil:' Diyor u m ki -annem i n bir İç Efe n d i s i va r m ı ?
-varsa neredeyd i ?

Y.A.: Oradayd ı . Oradaydı v e kendi h uzu r u n u n v e haz­


zın ı n ve m e m n u n iyet i n i n peşi ndeyd i . H izmetç i n i n üzüntü­
sü annene acı verecekti. Aksi halde h izmetçi çağrı l m ı ş o l u r­
du, üzü l ü rd ü vesa i re. Jane'i çağ ı r m ı ş o l m a ktan 1 n u m a ra
haz d uyacak o l a n kad ı n l a r ta n ıyorum-ki kendi leri d e
kendi İ ç Efe n d i l eri n i n h izmetçi leri olara k, teredd üt etme­
den h izmetçiyi çağ ı r ı rl a rd ı ve ya p ı l a rı n ı n ve eğiti m l e r i n i n
yasas ı na itaat ederlerd i . A n n e n i n hoşgörü s ü n ü n b i r k ı s m ı ­
n ı n eğiti mden kaynaklan ıyor o l ması p e k m u htemel. İyi t ü r

71
b i r eğitim-en iyi ve büyük işlevi, ne za m a n öğrencisine
b i r tatm i n s u n sa, başka l a rı n ı n da i k i nci elden yarar sağla­
masını istemek olan b i r eğitim.

G.A.: İ nsan ırkı n ı n d u r u m u n u genel o l a ra k iyileştirme


pla n ı n ı b i r nasihat d a h i l i nde özetleyecek olsan, bunu nasıl
ifade ederd i n ?

72
NASİHAT

Yaşlı Adam: İdeal lerini, sana kı lavuzl u k ett i ğ i n i gö­


receğ i n başl ıca hazzı bulaca ğ ı n bir zi rveye doğru sabı rla,
yukarıya ve daha da yukarıya taşı ki, böylece, bu seni mem­
n u n ederken, kom ş u l a rı n a ve top l u ma da fayd a l a r sundu­
ğ u nd a n e m i n ol.

Genç Adam: B u yen i b i r kutsal kita p mı?

Y.A.: Hayı r.

G.A.: Daha önce öğret i l m i ş m i ?

Y.A.: O n bin y ı l boyu nca.

G.A.: Kim ta rafı n d a n ?

Y.A.: Tü m b ü y ü k d i n l er-t ü m b ü y ü k kutsal kita p l a r.

G.A.: O halde, onda yen i b i r şey de yoktur?

Y.A.: Ah evet, bir şeyler va r. B u sefer, d ü rüstçe ifade


ed ildi. Bu daha önce ya p ı l ma m ıştı.

G.A.: N e demek i stiyors u n ?

Y.A.: Seni ilk sıraya v e kom ş u n i l e topl u m u daha sonra­


ya koyma d ı m m ı ?
G.A.: Eee, evet. Doğru. B u b i r fa rk.

Y.A.: Dosdoğru konuşanla yalancı arasındaki fa rk, d ü ­


rü stl ü k i l e h i l ebazl ı k a rasındaki fark.

73
G.A.: Açıkla.

Y.A.: Diğerleri sana iyi o l m a n için yüzlerce rüşvet tekl if


eder. B u sebeple d e ilk önce içindeki Efendi'nin dostl uğu­
nun kaza n ı l ması ve m e m n u n ed i l mesi gerekti ğ i n i, senin,
Efe n d i n i n iyiliği h a ricinde hiçbir şeyi ilk-sırada yapmayaca­
ğ ı n ı ka b u l ederler; a rd ı ndan ta m tersine döner ve senden,
önce l i k l e başka l a rının iyi l i ğ i için iyi l i k ya p m a n ı , görevi n i ,
önce l i kle görev aşkı için ya p m a n ı v e özve r i l i eylemlerde
b u l u n m a n ı isterler. B u yüzden, i n s a n ı n içinde yaşaya n en
ü st ü n ve mutlak Monark'ın ta n ı n m a s ı noktası nda, başlan­
g ıçta h e p i m iz aynı yerde d u ruruz ve hepimiz onun ö n ü n­
de d iz çöker ve ona yakarı rız. Derken, o d iğerleri kayta rırlar
ve h i l e yaparlar, yön değişti rirler ve yakarış biçimlerini hi­
lebaz, tutarsız ve mantıksız b i r şekilde değiştirir, ikna ça­
b a l a r ı n ı i nsan ı n
ikincil güçlerine ve onda hiç varolmayan
g üçlere yönlend i ri rler ve böylelikle bu güçl eri birinci sı raya
yükseltirler. Diğer ya ndan, ben i se Na si hatimde mantıklı ve
tuta r l ı b i r şeki lde i l k baştaki kon u m a bağlı ka l ı rım: İ çteki
Efendi'nin gereksi n i m lerini ilk sı raya koyar ve onları orada
tuta r ı m .

G.A.: Ta rt ı ş m a n ı n i y i l i ğ i i ç i n , senin tasa r ı n ı n v e diğer


tasarıların aynı sonucu -doğru yaşamayı- hedefledeğ i n i
v e ü rettiğini ka b u l edersek, sen i n k i n i n d iğerleri üzeri nde
b i r üstü n l ü ğ ü var m ı ?

Y.A.: Evet, var-büyü k b i r ü stü n l ü ğ ü va r. Ben i m k i n i n


h i ç gizlisi s a k l ı s ı , h i ç a l d atmacası yoktur. B i r adam o n a uya­
ra k doğru ve değerli bir yaşam s ü rd üğ ü n d e ken d i s i n i b u n a
iten asıl temel gerekçe n i n ne o l d u ğ u h a k k ı n d a ka n d ı r ı l m az
-diğer d u r u m l a rd a ise ka ndırı l ı r.

G.A.: Bu b i r ü stü n l ü k m ü d ü r? Aşa ğ ı l ı k b i r sebepten


dolayı u lvi bir yaşam sürmek bir ü stü n l ü k m üd ü r? Diğer
d u rum l a rda bu ulvi yaşa m ı , u lvi b i r sebepten d olayı sür-

74
d ü rd ü ğ ü izlenimi içinde yaşar. Esas bu b i r üstü n l ü k d eğ i l
midir?

Y.A.: Belki, öyled i r. Dük o l m a d ı ğ ı h a lde, b i r d ü k g i bi ya­


şayıp, d ü ka l ığa has i nc i k boncuk içinde gösteriş yapmakla
b i rl i kte, teşrifatç ı n ı n kayıtla r ı n ı b i r i ncelese hiç d e b i r d ü k
olmad ı ğ ı n ı görecek o l a n b i r a d a m ı n ü stü n l ü ğ e benzer b i r
ü stü n l ü k.

G.A.: Ama yine de, b i r d ü kün rol ü n ü oynamakla yü­


k ü m l ü d ü r. E l i n i cebine sokup, e l i nden geld iğince büyük öl­
çekte cömert l i kte b u l u n u r ve b u cömert l i k top l u ma fayda
sağ l a r.

Y.A.: B u n u d ü k olmadan da ya pabil i rd i .

G.A.: Ama yapar m ıyd ı ?

Y.A.: Nereye va rmakta o l d u ğ u n u görmüyor m u s u n ?

G.A.: Nereye?

Y.A.: Diğer tasarıların daya n a k noktasına: Ya ni, gafi l b i r


d ü kü n , g u ru ru için gösterişçi cömertl iklerde b u l u n masına
-ki bu cömertl i k için oldukça a şa ğ ı l ı k b i r gerekçedir- ve
o n u uya rmayıp b u n u s ü rd ü rmesine izin verme n i n a h l a k i
açıdan i y i o l d u ğ u noktasına; b u n l a rı ya pması n ı sağlayan
asıl gerekçeden ha berdar edilse, kesesini ka patacak ve iyi
ol mayı b i r kenara b ı ra kacakt ı r belki?

G.A.: Ama başka ları için iyi l i k yaptı ğ ı n ı düşündüğü sü­


rece, o n u gaflet içinde b ı rakmak e n iyisi değil m i ?

Y.A.: Belki de öyled i r. Diğer tasa r ı l a r ı n b u l u n d u ğ u ko­


n u m b u d u r. Onlar, hayı r işleri ve g üzel davra n ışlar ka r ge­
t i rd i ğ i za man, riyaka r l ı ğ ı n a h la ki açıdan yeterince iyi o l d u ­
ğ u n u d ü ş ü n ü rler.

G.A.: Bence eğer sevap senin tasarında o l d u ğ u g i b i se­


va b ı n kendisi için değil d e her şeyden önce i n sa n ı n ken d i
iyi liği için işlenecek o l s a , h i ç k i m s e a s l a b i r seva p işlemezd i .

75
Y.A.: Ya kın za manda bir cömertl i kte b u l u nd u n m u ?

G.A.: Evet. B u sabah.

Y.A.: Detayl a rı ver.

G.A.: Çocu kken bana bakan ve bir keresinde kend i ha­


yatı n ı riske atarak benim hayatı m ı kurtaran zenci kad ı n ı n
ku l ü besi d ü n gece ya n m ı ş. B u sa bah yas tuta rak, yen i b i r
tane inşa etmek i ç i n para rica etmeye g e l d i .

Y.A.: Peki verd i n m i ?

G.A.: E l bette.

Y.A.: Pa ra n o l d u ğ u için m utlu m uyd u n ?

G.A.: Para m ı ? Pa ra m yoktu k i . Atı m ı sattım.

Y.A.: Atı n o l d u ğ u için mutlu muyd u n ?

G.A.: Ta b i i ki mutl uyd u m ç ü n kü eğer a t ı m o l masaydı


aciz ka l ı rd ı m ve annem i htiyar Sal ly'yi kovma şa n s ı n ı elde
ederd i .

Y.A.: Aciz b i r d u rumda yaka l a n madığın için, içte n l ikle


m u t l u muydun?

G.A.: Ah, hem d e nasıl!

Y.A.: Ş i m d i , öyleyse . . .

G.A.: Orada d u r! Senin tüm soru l i steni b i l iyorum ve


her b i r i n i sora ra k za m a n ı n ı h a rcamana gere k ka lmadan ce­
va p l aya b i l irim ama ta m a m ı n ı tek bir yoru m l a özetleyece­
ğ i m : Hayrı işled i m , ç ü n kü bana m üt h i ş bir haz vereceğ i n i
b i l iyord u m , ç ü n kü Sal ly'nin doku na k l ı m i n netta r l ı ğ ı v e se­
vinci bana i k i n c i bir haz daha verecekti, ç ü n kü o n u n a rtık
m u t l u o l acağı ve belasından ku rtu l m u ş olacağı d ü ş ü ncesi
beni m utl u l ukla d o l d u racaktı. Tü m ü n ü fa rkında o l a ra k, ön­
celikle ken d i ç ı ka rı m ı n peşinde o l d u ğ u m u b i l e rek ve a n la­
yarak yaptım. İ şte böyle, iti raf ett i m . Deva m et.

Y.A.: Ekleyeceğ i m h i ç b i r şey yok, sen her şeyi açı kla-

76
d ı n . Eğer b u n u ya l n ı zca onun i y i l i ğ i ve ç ı ka rı i ç i n yaptığın
ya n ı l g ı s ı içinde o l sayd ın, Sal ly'yi beladan ku rta rmak için
daha güçlü b i r şeki lde etki l e n m i ş o l a b i l i r m iyd i n-hayrı
daha hevesli o l a ra k işleye b i l i r m iyd i n ?

G.A.: Hayır! D ü nyadaki h içbir şey ben i h a rekete geçi­


ren g ü d üyü daha g üç l ü, d a ha buyu rgan, daha bir daya n ı l ­
m a z yapa mazd ı . S ı n ı ra daya n d ı m !

Y.A.: Ç o k i y i . S e n i n ş ü p helen meye başlad ı ğ ı n -ve be­


nim bildiğimi iddia ettiğ i m g i bi- bir i nsan yapa b i leceği iki
ya da iki düzine şey a ra s ı n d a n herhangi biri yerine belirli
birini yapmaya b i r nebze o l s u n daha güçlü bir şekilde itildi­
ğinde, ister iyi ister kötü o l s u n, ya n ı l m a payı o l m a ksızın o
belirli şeyi yapacaktır. Eğer o şey iyiyse, bütün kazü isti k1 3
safsata l a r b i r araya gelse, g ü d ü n ü n g üc ü n ü b i r nebze ol­
s u n a rt ı ramaz veya yaptığı eylem sonucunda elde edeceği
iç ra hatlığı ve fera h l ığ ı na bir nebze o l s u n i l ave yapamaz.

G.A.: O h a lde, iyi l i klerin önece l i k l e 1 N u ma ra uğruna


değil 2 N u ma ra uğruna ya p ı l d ı ğ ı ya n ı lsaması n ı n ka l d ı r ı l ­
m a s ı n ı n , i n s a n l a r ı n kalpleri ndeki böylesi b i r seva p işleme
eğ i l i m i n i azaltmayaca ğ ı n a m ı i n a n ıyors u n ?

Y.A.: B u na tamamen i n a n ıyoru m.

G.A.: Bu, iyi l i ğ i n haysiyet i n i b i r şekilde aza ltıyo r g i b i


gözü kmüyo r m u ?

Y.A.: Eğer ya n l ı ş l ı kta haysiyet va rsa, evet. B u n u götü­


rüyor.

G.A.: A h l a kçı i ç i n yapacak ne kal ıyor?

1 3 Kazüistik: Eylemlerin ahlakiliği ile ilgili sorunları konu edinen uygula­


malı etiğin bir dalı; genel ahlak ilkelerini ve teorilerini özel, istisnai du­
rumlara uygulamak yerine, özel d u ru mların özel koşullarını inceleme­
ye önce l i k veren yaklaşım ya da akıl yürütme yöntemi. Halk arasında
vicdan muhasebesi anlamında kullanıldığı gibi, sağlam olmayan akıl
yürütmeleri, safsataları aşağılamak için de kullanılır. (ç.n.)

77
Y.A.: Ağzı n ı n b i r yanıyla zaten öğretirken d i ğe r yanıyla
geri aldığı şeyi açıkça öğretmek: Doğru olanı kendi iyiliğin
için yap ve ortaya ç ı ka n yararlardan komşunun da kes i n l i k­
l e payını alacağ ı n ı b i lerek m ut l u ol.

G.A.: Nasihati n i tekra r et.

Y.A.: İdea l leri n i , sana kı lavuzl u k ett i ğ i n i göreceğ i n


başlıca hazzı bu lacağ ı n b i r zi rveye doğru sa b ı rla, yuka rı­
ya ve daha d a yuka rıya taşı ki, böylece, bu seni m e m n u n
ederken, kom ş u larına v e top l u ma d a fayd a l a r s u n d u ğ u n­
d a n e m i n ol.

G.A.: İ ns a n ı n her eylem i n i n dış etkiler sonucu ortaya


çıkt ı ğ ı n ı mı d üş ü n üyors u n ?

Y.A.: Evet.

G.A.: Eğer ben b i r kişiyi soymaya karar veri rsem; bu


fi kri oluşturan ben deği l i m d i r, fa kat bu fi kir bana dışarıdan
g e l i r öyle m i ? Mesela, ada m ı parayı ç ı ka rtırken görü rüm ve
beni suça iten bu m u d u r?
Y.A.: Kendi başına bu m u ? Ah, kesinlikle hayır. Bu, se­
neler boyunca geriye uzanan hazı rlayıcı etkiler dizisindeki
en son dış etkid i r sadece. Hiçbir tek dış etki, insanı eğitim iyle
savaş hal i nde olan bir şeyi yapmaya itemez. Yapabi leceğ i n i n
en fazlası, onun zihnini yen i b i r sahaya yöneltmek v e yeni
etki leri a l maya açmak o l u r-tıpkı Loyolalı lgnatius örneğin­
d e olduğu gibi. 1�- Zaman içinde, bu etkiler onu yen i kara kte­
ri nin en sonuncu etkiye boyun eğ meye ve o şeyi yapmaya
uyu m l u olacağı bir noktaya doğru eğitebi l i r. B u d u ru m u,
teori m i sana açık hale getireceği n i düşündüğüm bir biçime

'4 Loyolalı Aziz lgnatius: Cizvit Tarikati'nin kurucusu olan İspanyol asıl­
lı d i n adamı. Soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, yaşamı
boyunca edindiği deneyimler sonucu pek çok manevi dönüşüm ge­
çirmiştir. (ç.n.)

7Q
sokacağım. İşte, i ki saf altın külçesi. B u n l a r yıllar boyu özenle
verilen doğru eğitim sonucu erdemleri rafi ne olmuş ve m ü ­
kem melleşmiş iki karakteri temsil etsi n ler. Farzedelim ki bu
güçlü ve iyice pekişmiş karakterleri parçalamak istiyorsun­
külçeler üzerinde hangi etkiyi uyg u l a rs ı n ?

G.A.: Ken d i n b u l . Devam et.

Y.A.: Fa rzed e l i m ki b i r tanesine uzun saatler boyunca


su buharı jeti 1 5 tutayım. Bir son u ç veri r m i ?

G.A.: B i l d i ğ i m kadarıyla vermez.

Y.A.: Neden?

G.A.: B i r su b u h a rı jeti bu t i p b i r maddeyi parça laya­


maz.

Y.A.: Peka la. B u h a r bir


dış etkidir ama etki sizd i r ç ü n kü
altın ona tamamen kayıtsızdır. Kü l çe o l d u ğ u g i bi ka l ı r. Di­
ye l i m ki su b u h a rı jetine, civa b u ha rı ekled i k ve jeti külçeye
yönelttik. A n i b i r sonuç veri r m i ?

G.A.: Hayı r.

Y.A.: Civa, altı n ı n (onun ken d i n e has doğası -diyel i m


ki mizacı, eğilimi sebebiyle) kayıtsız kalamayacağı b i r d ı ş
etki d i r. B i z a l g ı l ayamasak d a , altı n ı n ka r değeri n i oynat ı r.
Ama bu etk i n i n tek b i r uyg u la m a s ı h iç zara r vermez. Uy­
g u l a maya sa bit bir a k ı ş l a deva m ettiğ i m izi d üşü nel i m ve
her dakikaya b i r sene diye l i m . On veya yirmi dakika n ı n
son unda -on veya y i r m i yıl sonra- küçük kü l çe, civa i l e
s ı r ı l s ı klam o l m u şt u r, meziyetleri kaybol m uştur, karakteri
bozu l m u şt u r. Sonunda on ya da yirmi yıl önce fa rk etme­
yeceği b i r ayartıya boyun eğmeye hazırd ı r. Bu aya rtıyı par­
mağ ı m l a yapacağ ı m b i r basınç biçim inde uyg u layacağız.
Sonucu görüyor m u s u n ?

15 Buhar Jeti (Steam Jet): Çoğunlukla endüstriyel a landa çeşitli amaçlarla


kullanılan basınçlı hava püskürtücü. (ç.n.)

79
G.A.: Evet, kü l çe u n ufak oldu. Şimdi a n l ıyoru m . İşi ya­
pan tek bir d ı ş etki değil, fa kat uzun ve parça layıcı etkiler
biriki m i n i n ya l n ızca sonuncusu. Şimdi a n l ı yo r u m ki, sahip
o l d u ğ u m o tek g üdü, a d a m ı sayma m ı sağ layan güdü de­
ğ i l d i , fa kat hazırlayıcı b i r etki ler seri s i n i n ya l n ızca e n sonun­
cusuydu. B u n u b i r a l egori i l e a n lata b i l i rs i n .

RO
BİR ALEGORİ

Y.A.: Öyle yapacağ ı m . B i r za m a n l a r b i r çift New Eng­


landlı oğlan va rmış-ikizlermiş. İyi h uy l u l u k, zayıf a h lak
ve kişisel görü n ü m açısından benzerl ermiş. Pazar Oku­
l u'nda 1 6 örnek gösterilirlermiş. George, on beş ya şı nda b i r
balina gemisi nde m iço olara k ça l ı şma v e Pasifi k'e a ç ı l m a
fırsatı yaka l a m ı ş. H e n r y köyde, evi nde ka l m ış. On sekiz ya­
şı ndayken, George, g e m id e tayfa ve H e n ry ise i leri seviye
İ n cil dersi öğretmeni o l m u ş. George, yirmi i k i yaşına gel­
d i kleri nde, , den izde ve Avrupa i l e Doğu l i m a n larındaki de­
n izci pansiyonlarında kaza n d ı ğ ı kavga a l ı ş k a n l ı kları ve içki
a l ışka n l ı kları sebebiyle, Hong-Kong'da basit bir kabadayı
h a l ine gelmiş ve işsiz ka l m ı ş; H e n ry ise Pazar-Okul u'n u n
a m i riymiş. Yi rmi altı yaşında George b i r b o ş gezen, b i r ber­
d uşken; Henry köy k i l i se s i n i n papazıymış. Sonra George
eve dön m ü ş ve Henry'nin m i safi ri ol m u ş. Bir a kşam, ada­
mın b i ri evin önü nden geçiyormuş ve H e n ry acınası bir g ü­
lüşle şöyle d e m i ş, "Ra h atsızl ı k verme niyeti ol maksızın, şu

16
Çocuk ve gençleri dindar Hristiyanlar olarak yetiştirmek için verilen,
genellikle kiliselerde düzenlenen din eğitimi ve/veya bu eğitimi
düzenleyen kurum. (ç.n.)

81
adam bana her g ü n ca n ı m ı acıtan fa k i rliğ i m i hatırlatıyo r,
ç ü n kü ya nında yığı n l a para taşıyor ve hayatı n ı n her a kşa­
m ı n d a b u radan geçiyor:' B u dış etki -bu yorum- George
i ç i n yeterliym iş, a m a adama pusu kurup o n u soymasına
sebep o l a n, bu d ı ş etki değ i l m iş. Bu d ı ş etki sadece on b i r
yı l ı n birikimi olan bu t i p etkileri t e m s i l ediyormuş v e uzu n
s ü ren gebe l i k dönem leri n i n hazı rla m ı ş o l d u ğ u eyle m i do­
ğ u rm uş. H e n ry'n i n a k l ı n a a d a m ı soymak hiç gel mem iş­
o n u n kü l çesi ya l n ızca temiz su b u h a rı n a m a ruz ka l m ı ş;
a m a George' u n ki civa buharına m a ruz ka l m ış.

82
v
Makina Hakkında Daha Fazlası

Not. Baya n W., b i r ekmeğe bile m u htaç o l a n tek b i r i n ­


san evlad ı n ı n b u l u nd u ğ u yerde, bir m i l yonerin n a s ı l o l u p
d a ü n i versitelere v e m üzelere t e k b i r d o l a r vere b i l d i ğ i n i
sora r; ken d i sor u s u n u kendisi ya n ıtla m ı ştı r. Yoks u l l a r i ç i n
beslediği duyg u l a r, o n u n b i r cömert l i k standard ı na s a h i p
o l d u ğ u n u gösterir, dolayısıyla, m i lyo ner k i ş i n i n d e b i r sta n­
d a rd a sa h i p olma ayrıca l ı ğ ı n ı ka b u l l e n m işti r. N e ki m i lyo­
ner kişiden o n u n sta n d a rd ı n ı b e n i m semesini a ç ı kça iste­
mekted i r, böyle yaparak kendisi de m i lyonerin standard ı n ı
ben i m semek istemekte d i r. İ nsa noğ l u b i r başka s ı n ı n sta n­
d a rd ı n ı i ncelerken her za m a n için tepeden baka r; tepeye
bakarak incelemes i n i n gerektiği b i r kişiyi h i ç b i r za m a n
b u lmaz.

TEKRAR İ N SA N-MAKİ N A

Genç Adam: Gerçekten i ns a n ı n sadece b i r m a k i na ol­


d u ğ u n u d üş ü n üyor m us u n ?

Yaşlı Adam: D ü ş ü n üyoru m.

G.A.: Ve z i h n i n i n otomatik ça l ı ştığını ve onun kontro­


l ü nden bağım sız o l d u ğ u n u - d üşü nceyi kend i ellerinde
tuttu ğ u n u ?

83
Y.A.: Evet. U ya n ı k o l d u ğ u her an gayretle ve d u rmak­
sızın iş başındad ı r. Sen hiç zi h n i n e çalı şmayı d u rd u rmas ı n ı
v e uyumana izin vermesi n i rica ederek, yalvararak, em­
rederek gece boyu nca dönüp d u rm a d ı n mı? Sen ki belki
z i h n i n i n senin uşağın o l d u ğ u n u ve senin e m i rlerine uymak
zorunda o l d u ğ u n u, sen ona ne söylersen o n u d üşündüğü­
n ü ve d u rmasını söyled iğinde d u rd u ğ u n u hayal ediyors u n .
Ça l ı ş mayı terci h ettiği nde, o n u b i r a n b i l e h a reketsiz tut­
mak m ü mkün deği l d i r. En zeki kişi bile araştı rsa, ona d ü­
şü necek b i r kon u vermeyi başaramazd ı . Eğer z i h i n i n sa n ı n
yard ı m ı n a i htiyaç duysayd ı, kişinin sabah uya n d ı ğ ında ona
iş vermesini beklerd i .

G.A.: B e l k i de öyle yapıyord u r.

Y.A.: Hayır, kişi ona bir fi kir vermek için yeterince ayı­
l ı p uya n madan önceki anda başlar. Kişi uykuya, "Uya n d ı ­
ğ ı m a n d a şu v e şu kon u üzerinde d üşü neceği m;' d iyerek
d a l a b i l i r, ama başarısız olacakt ı r. Z i h n i o n u n i ç i n fazla hızlı
olacakt ı r; kişi yarı b i l i nçli ol m a s ı na yetecek kad a r uya n ı k
o l d u ğ u za man, z i h n i n i n başka b i r kon u hakkında zaten ça­
l ı şm akta o l d u ğ u n u görecekt i r. Den eyi yap ve gör.

G.A.: Her h a l ü ka rda, eğer isterse o n u n belli b i r kon uya


odakla n m a s ı n ı sağlaya b i l i r.

Y.A.: Eğer zi h n i kend isine d a ha uyg u n o l d u ğ u n u d ü ­


ş ü n d ü ğ ü b i r başka kon u b u l u rsa, yapa maz. K u r a l olarak
ne s ı kıcı bir kon u şmacıyı ne de zeki olan birini d i n lemeye­
cekti r. İ kna ol mayı reddeder. Sıkıcı kon uşmacı onu s ı ka r ve
z i h n i başıboş haya l l e rd e ava rel i k yapmaya sevk eder; zeki
konuşmacı ise ona kova lamaya başlayacağı uyarıcı fi kirler
savurur ve zihin hemen kon uşmacıdan ve onun kon u ş­
masından b i l i nçsiz hale geliverir. Z i h n i n i n istediği za m a n
gezi nmesini engelleyemezsin, efendi olan o , s e n değ i l s i n .

84
Birkaç Gün Araltğından Sonra
Y.A.: Şimdi, rüya l a r-ama o n ları daha son ra i nceleye­
ceğiz. B u a rada, z i h n i n i n senden buyruk beklemesini ve
ken d i kafasına göre b i r şey ya p m a m a s ı n ı em retmeyi de­
ned i n m i ?

G.A.: Evet, uya nd ı ğ ı m za m a n benden buyruk a l m a k


için h a z ı r beklemesini e m rettim.

Y.A.: itaat etti m i ?

G.A.: Hayır. Beni beklemeden ken d i başlattığ ı şeyle ri


d üşün meye d a l d ı . Ayrıca -se n i n de önerd i ğ i n g i b i - sa­
bah başla ması için geceleyin ona bir kon u bel i rledim. Sa­
dece o kon uya başl a m a s ı n ı ve başka h i ç b i r şeye başla ma­
m a s ı n ı e m rettim.

Y.A.: itaat etti mi?

G.A.: Hayır.

Y.A.: Bu d eneyi yapmayı kaç kez dened i n ?

G.A.: On.

Y.A.: Kaç başarı kaydett i n ?

G.A.: B i r t a n e b i l e d e ğ i l .

Y.A.: Benim söylediğim g i b i : Z i h i n , k i ş i d e n bağım sız­


d ı r. İ n sa n o n u n üzerinde hiçbir kontro l e s a h i p değildir;
ca n ı n a s ı l i sterse öyle yapar. Kiş iye rağ men b i r konu ,be­
l i rler, kişiye rağmen ona bağ l ı ka l ı r; kişiye rağmen o n u b i r
ken a ra atar. Kişiden ta m a men bağımsızd ı r.

G.A.: Deva m et. Örnek ver.

Y.A.: Satra n ç b i l iyor m u s u n ?

G.A.: Bir hafta önce öğren d i m .

Y.A.: İ l k gece, a kl ı n gece boyu nca oyu n u oyna maya


devam etti m i ?

G.A.: Ba hsetme bile!

85
Y.A.: Z i h n i n hevesli ve tatm i n o l maz b i r şekilde i l g i l iy­
di, kombi nasyo n l a r ı n içinde gemi azıya a l d ı , sen ona oyu­
n u b ı ra k m a s ı ve uyumana izin vermesi için ya lvard ı n ?

G.A.: Evet. B e n i d i n lemedi, oyna m aya devam etti. Beni


tü ketti ve sabah perişan ve bitkin b i r halde uya n d ı m .

Y.A.: Za m a n za m a n saçma s a p a n b i r n a ka rat tarafın-


dan esir a l ı n m ı ş l ı ğ ı n o l d u m u ?

G.A.: Elbette, evet!

"Esau'yu Kate'i öperken görd ü m,

Ve d erken Kate Esau'yu görd ü ğ ü m ü gördü;

Ben Esa u'yu görd ü m , o Kate'i gördü,

Ve o da----"1 7

Ve böyle devam ed iyor. Z i h n i m o n u n yüzünden keyif­


ten kud u rd u . D u rd u ra b i l m ek için e l i mden geleni yapma­
ma rağmen b i r hafta boyu nca bütün gün ve bütün gece
b u n u tekrar edip d u rdu ve bana kesi n l ikle del i riyorm u ş u m
gibi g e l d i .

Y.A.: Ve şu y e n i p o p ü l e r şarkı?

G.A.: Ah, evet! "Tatlı m ı tatl ı ı ı ı, ya kın m ı ya kın"18 vs.


Evet, a k ı l d a ka l ıcı nakaratıyla şu yen i popüler şarkı i ns a n ı n
kafasında gece g ü n d üz, uyu rken v e uya n ı kken, t a k i i nsan
h a ra beye dönene kadar ça l ı p d u ruyo r. Zihni ondan ku rta r­
m a n ı n h i ç b i r yol u olm uyor.

Y.A.: Evet, uyu rken de aynı uya n ı kken olduğu g i b i . Zi-

1 7 Eski bir şarkın ı n içinde geçen bu nakarattaki sözcük oyu nlarını d i l i m i ­


ze yansıtamadığımız için, tekerlemeyi metinde geçtiği özgün haliyle
ayrıca vermeyi tercih ettik. "/ saw Esau kissing Kate, And she saw I saw
Esau; I saw Esau, he saw Kate, And she saw-" (ç.n.)

1 8 in the Sweet By-and-By: Sözleri S. Fill more Bennett tarafından yazılan


ve Joseph P. Webster tarafından bestelenen eski bir şarkı.
h i n o l d u kça bağımsızd ı r. O efe n d i d i r. O n u n l a i l g i l i elinden
h i ç b i r şey gelmez. Senden o kadar ayrı d ı r ki, sen uyurken
kend i işleri n i yönetir, şarkı l a r ı n ı söyler, satra n c ı n ı oyna r,
ka rmaşık ve usta l ı kla i n şa e d i l m i ş rüya l a rı n ı örer. Sen ister
uykuda o l i ster uya n ı k, yard ı m ı n a ihtiyacı yoktur, reh berli­
ğ i ne i htiyacı yokt u r ve her ikisini d e h iç b i r za m a n ku llan­
maz. Sen z i h n i nde b i r d ü ş ü nce o l u şt u ra b i leceğ i n i hayal
etm işsin ve b u n u yapa b i leceğ i n e içten l i kle i n a n m ışsın.

G.A.: Evet, b u fikre s a h i pti m .

Y.A.: Y i n e de üzerinde ça l ışması i ç i n b i r rüya-d üşünce­


s i ol uştura mıyo r ve bunu ka b u l ettiremiyo r m us u n ?

G.A.: Hayır.

Y.A.: Ve o kend i si için b i r rüya-d üşü ncesi o l uşturdu­


ğunda nasıl işleyeceğ i n i d i kte edem iyor m u s u n ?

G.A.: Hayır. B u n u ki m se yapa maz. Sen, uya n ı k zi h i n i l e


rüya gören z i h n i n a y n ı m a k i n a m ı o l d u ğ u n u d ü ş ü n üyor­
sun?

Y.A.: B u na yön e l i k d e l i l ler var. Va hşi ve fa ntastik g ü n ­


d üz d ü şlerimiz va r m ı ? Rüya g i b i şeyl er?

G.A.: Evet-Bay Wel l s'i n, ken d i s i n i görün mez yapan


i l acı icat eden adamı g i b i 1 9 ve Ara p l a r ı n B i n b i r Gece Ma­
s a l l a rı g i b i .

Y.A.: Peki akılcı, basit, tuta r l ı v e fa ntastik ol mayan rü­


ya l a r da var m ı d ı r?

G.A.: Evet. Benim bu g i b i rüya larım var. Ayn ı gerçek


yaşam g i b i rüya l a r, seçi k ve fa rklı fa rklı karakterlere sahip
o l a n pek çok insa n ı barı n d ı ra n rüyala r-be n i m z i h n i m i n
icat etti ğ i ama b a n a yabancı i ns a n l a r: ka ba b i r i n san; kibar

1 9 H . G . Wells'in Görünmez Adam a d l ı bilim kurgu öyküsüne gönderme


yapılıyor. (ç.n.)

87
b i ri; b i lge b i r i nsan; b i r budala; kibar ve merhametl i b i ri;
kavgacı bir i n san; bir arabul ucu; yaşlı i nsa n l a r ve gençler;
g üzel kızlar ve gösterişsiz o l a n l a r. Her biri rol ü n e bürünü­
yor, her b i ri kendi karakteristik öze l l iklerini koruyor. Cap­
ca n l ı kavgalar va r. Ca n l ı ve ra hatsız edici hakaretle r, c a n l ı
aşk pasaj l a rı; trajed i l e r ve kom ed i l e r va r, insa n ı n ka l b i ne
dokunan üzüntüler va r, seni g ü l d ü ren sözler ve h a reketler
var: kes i n l i kl e, bu şeyin t ü m ü aynı gerçek hayat gibi.

Y.A.: Rüya gören z i h n i n tasarıyı o l u ştu ruyor, s ü rekli


ve sanatsal b i r şekilde gel iştiriyor ve az m i kta rda d ra mayı
g üven i l i r bir şeki lde devam ettiriyor-t ü m ü n ü senden yar­
d ı m veya öneri a l madan mı yapıyor?

G.A.: Evet.

Y.A.: Ayn ı s ı n ı sen uya n ı kken de, senden yard ı m veya


öneri almadan yapa b i l d i ğ i n i n d e l i l i d i r bu-ve bence yapı­
yor. Onun her i ki d u ru mda da b i l d i ğ i m iz aynı zihin o l d u ğ u
v e sen i n yard ı m ı na h i ç i htiyaç duymadığına yön e l i k d e l i l .
Bence z i h i n s a l t b i r m a k i n a , ta mamen bağ ı msız b i r m a k i na,
otomatik bir makina. Sana önerd i ğ i m diğer d eneyi dene­
din m i ?

G.A.: Hangisi n i ?

Y.A.: Z i h n i n üzerinde ne kadar etkiye sa h i p o l d u ğ u n u


-ta b i i e ğ e r va rsa- bel i rlemeyi sağ layacak o l a n .

G.A.: Evet v e o n d a n a z ç o k eğlence de ç ı ka rd ı m . Aynı


buyurduğun gibi yaptım: Gözümün önüne i ki kon u getir­
dim -bi r tanesi sıkıcı ve ilgi çekicilikten uzak, diğeri ise tıka
basa ilgi çekici, alev alev ilgi çekici, o n u n l a a kkor hale gel­
m iş. Aklıma ya l n ızca s ı kıcı olanla meşgul olmasını emrettim.

Y.A.: itaat etti m i ?

G.A.: Şeeey, hayır, etmed i . Ken d i n i diğeri i l e meşg u l


etti.

QQ
Y.A.: İ taat etmesi için s ı kı çalıştın m ı ?

G.A.: Evet, e l i m d en g e l e n i n sa h iden e n iyi s i n i yaptım.

Y.A.: İ l g i lenmeyi veya üzerinde d ü ş ü n meyi reddettiği


kon u neyd i ?

G.A.: Ş u soruyd u : E ğ e r A, B'ye b i r buçuk d o l a r borç­


l uysa ve B, C'ye iki ta m üç çeyrek ve C, A'ya otuz beş sent
ve D ile A b i r l i kte E ve B'ye şeyin on altıda ü ç ü n ü -şeyi n
-geri s i n i ş i m d i hat ı rla m ı yoru m. Ama her neyse tamamen
ilgi çekici l i kten uzaktı ve z i h n i m i tek seferde ya r ı m dakika
bile ona odaklan maya zorlaya m a d ı m ; d i ğer kon uya uçup
d u rd u .

Y.A.: Diğer kon u neyd i ?

G.A.: Ö n e m l i değil.

Y.A.: Ama neyd i ?

G.A.: B i r fotoğraf.

Y.A.: Ken d i n i n m i ?

G.A.: Hayır. O kad ı n ı n d ı .

Y.A.: Gerçekten de i y i b i r test ya p m ı şs ı n . İ ki nci b i r de­


neme yaptın m ı ?

G.A.: Evet. Z i h n i m e sabah gazete s i n i n d o m uz piyasası


i l e i lg i l i ra poruyla i l g i l e n mesini e m rettim ve aynı za manda
ona on a ltı yıl önceki b i r tecrübemi hatırlattım. Dom uzu
d üşün meyi reddetti ve tüm çarpıcı i l g i s i n i o eski o laya ver­
di.

Y.A.: Olay neyd i ?

G.A.: S i l a h l ı b i r haydut y i r m i kişi n i n gözü önünde b a n a


tokat atmıştı. Her d ü ş ü n d ü ğ ü md e gözümü kan b ü rüyor.

Y.A.: Her ikisi de iyi test, çok iyi test o l m uş. Diğer öne­
rimi denedin m i ?

G.A.: Eğer z i h n i m i kendi h a l i ne b ı ra kı rsam, d üşü necek

89
şeyle ri benden h i ç b i r yard ı m a l m a ksızın ken d i s i n i n bula­
cağ ı n ı bana kan ıtlayca k o l a n ve böylece o n u n d ı ş etkiler
ta rafı nd a n h a rekete geçirilen ve başka b i r i s i n i n kafatas ı n ­
dayken o l a b i l eceği kada r benden bağ ı msız o l a n b i r m a k i ­
na, otomatik b i r m a kina o l d u ğ u n a beni ikna edecek o l a n
m ı ? O önerinden m i bahsediyors u n ?

Y.A.: Evet.

G.A.: Dened i m . T ı ra ş o l uyord u m . İyi uyum uştu m ve


zi h n i m çok canl ıyd ı, hatta neşel i ve yerinde d u ra maz hal­
deyd i. Uzak çocu kluğ u m u n b i r anda hafıza mda beli riveren
fa ntasti k ve neşe dolu bir böl ü m ü i l e mest o l m u ştu-zi h­
n i m o raya, bahçe d uvarı n ı n üzerinde d i kkatlice yü rüyen
sarı bir ked i n i n görü ntüsüyle gitti . B u ked i n i n re ngi, geç­
m i şte ka l a n ked iyi ö n ü m e getirdi ve onun vaiz kürsüsü­
nün basa mağında yürüd ü ğ ü n ü görd ü m . O n u n, büyük bir
ya p ı ş ka n l ı sinek-ka ğ ı d ı n ı n üzerine yürüd ü ğ ü n ü ve tüm
ayakları n ı n ta kıld ı ğ ı n ı görd ü m . O n u n çaresiz ve m e m n u n i ­
yetsiz, giderek daha da aceleci, gidere k daha d a uzlaşmaz,
giderek d i n i d a ha da u m u rsamaz b i r ha lde çabalayıp yere
d ü ştüğ ü n ü görd ü m . Sessiz cemaatin jöle g i b i k ı p ı rd a n d ı ­
ğ ı n ı v e yüzleri nden gözya ş l a rı n ı n a ktı ğ ı n ı görd ü m . Tü m ü ­
n ü görd ü m . Gözya ş l a rı n ı n görüntüsü z i h n i m i d a h a uza k ve
d a ha üzü n t ü l ü b i r sahneye -Terra del Fuego'ya20- gö­
t ü rd ü ve Da rwi n'i n21 gözleriyle, ç ı p l a k, kocaman bir vah­
ş i n i n, küçük o ğ l u n u ufacık bir hatası yüzü nden kayal a ra
fı rlatt ı ğ ı n ı görd ü m . Zava l l ı a n n e n i n ölen çoc u ğ u n u a l ı p
göğsüne bastıra rak sarı l ı p ağladığ ı n ı, h iç b i r kel i me etme-

20Tierra del Fuego: Güney Amerika'nın g üney ucunda bulunan adalar


toplu l uğu. Charles Darwin gözlem yapmak üzere bu adalarda b u l u n ­
muş, gözlem v e bulgularının ayrıntıl ı kayıtlarını tutmuştur. (ç.n.)

21 Charles Darwin (1809-1882): İngiliz asıllı ünlü biyolog, evrim teorisye­


ni ve doğa tarihçisi. (ç.n.)

90
d iğ i n i görd ü m . Z i h n i m o ç ı p l a k siya h i kız ka rdeş i m l e b i r­
l i kte yas tutmak için d u rd u m u ? Hayı r-zi h n i m b i r anda
b u sahneden çok uza k l a ş m ı ştı ve kendisi ni, s ü rekli tekrar­
l a n a n ve uyumsuz rüya m i l e meşgul ed iyordu. B u rüyada
ken d i m i her za man, gömleğime kadar soyu n m u ş, büyük
bir salonda bir s ü rü iyi giyi m l i kad ı n ve erkeğ i n a rasından
sıyrı l ı rken ve s i nerken b u l uyor, oraya nasıl gitt i ğ i m i merak
ediyorum. B u şekilde d u rmaksızın devam eden, resim ü s­
tüne resim, olay arkasına olay; zi h n i m tarafından benden
hiç yard ı m a l madan ü reti l m i ş s ü rekli değişen, s ü rekli çözü­
nen görüntü lerden o l u ş a n kaya n b i r pa nora ma-ah, sana
ta n ı m l a mayı b i r yana b ı ra kt ı m, z i h n i m i n sadece on beş da­
kikada üzerinden geçtiğ i ve fotoğrafl a d ı ğ ı bu çok sayıdaki
şeyi sayma m b i le i ki saat s ü rerd i .

Y.A.: K i ş i n i n z i h n i n in, eğer ya l n ız b ı ra kı l ı rsa, kişinin


yard ı m ı n a h i ç i htiyacı yoktur. Ancak a rzu l a d ı ğ ı za m a n kişi­
nin yard ı m ı n ı a l a b i l eceği b i r yol vard ı r.

G.A.: Bu yol nedir?

Y.A.: Z i h n i n kon ud a n kon uya atla rken i l h a m verici bir


kon uya çarptığında, ağz ı n ı açıp o kon u h a kkında kon uş­
maya başla-veya ka l e m i n i a l ve k u l l a n . Bu, z i h n i n i n i lgi­
sini çeki p yoğ u n laşma s ı n ı sağ layacakt ı r ve z i h n i n konuyu
tatm i n içinde ta kip edecektir. İ d a reyi ta mamen e l i n e ala­
cak ve kel i meleri kendisi oluşt u racakt ı r.

G.A.: Fakat ona ne demesi gerekt i ğ i n i söylemez m i ­


yim?

Y.A.: B u n a za m a n ı n ı n o l ma d ı ğ ı d u ru m lar va rd ı r e l bet­


te. Kel imeler sen daha ne olduğ u n u a n la m ad a n ç ı k ıverirler.

G.A.: Örneğ i n ?

Y.A.: Eh, b i r "zeka parı ltısını"-hazır ceva p l ı l ığı e l e


a l a l ı m . Pa rıltı d o ğ r u kel i me. B i rden b i re ortaya çıkar. Keli­
meleri d üzenlemek için zaman yokt u r. Düşün me, d ü ş ü n ü p

91
taş ı n m a yoktu r. B i r yerde zeka mekanizması b u l u nuyorsa,
oto m atik h a reket eder ve yard ı m a i htiyacı yokt u r. Zeka
meka n izması n ı n b u l u n ma d ı ğ ı yerde i se ne kadar ça l ışı lsa
ve d ü ş ü n ü p taş ı n ı l sa d a ürün i m a l ed i le mez.

G.A.: Sen gerçekten de b i r i n sa n ı n h i ç b i r şey o l u şt u r­


m a d ı ğ ı n ı, hiçbir şey yaratmadığ ı n ı d üş ü n üyors u n .

97.
DÜŞÜ NME SÜRECİ

Y.A.: Öyle d ü ş ü n üyoru m. İ n sa n l a r a l g ı l a r ve beyin-ma­


kinaları a l g ı la n a n şeyleri otomati k olarak b i rleştirir. Hepsi
bu.

G.A.: Ya b u h a r makinası?

Y.A.: O n u icat etmek, e l l i k i ş i n i n yüz senesi n i aldı. icat


etm e n i n bir a n l a m ı d a keşfetmektir. Kel i meyi bu a n la md a
k u l l a n ıyorum. Aza r aza r, m ü ke m m e l maki nayı yapmaya
götüren pek çok detayı keşfeder ve uyg u l a rlar. Watt, hap­
sed i l m i ş bu harın çayda n l ı ğ ı n ka p a ğ ı n ı ka l d ı rmaya yetecek
kada r kuvvetli o l d u ğ u n u fa rk etti. Fikri o yaratma d ı , bu ol­
guyu sadece keşfetti; kedi bunu yüz kere fa rk etm işti. Watt
çayd a n l ı ktan s i l i ndiri evird i-yerinden oynaya n ka paktan
p iston-ç u b u ğ u n u evird i . Piston-çu b u ğ u na onu hareket
ettirecek b i r şey bağ l a mak, basit b i r meseleyd i-krank ve
çark. Ve böylece, ça lışan b i r makina ortaya ç ı ktı.22

Gelişmeler, yaratıcı g üçleri n i değil gözleri n i kullanan


-zira h i ç yaratıcı güçleri yoktu- i nsa n l a r tarafı n d a n b i rer

" Worcester Markiz'i tüm bunları bir yüzyıldan daha fazla bir süre önce
yapmıştı. (Mark Twain'in notu)

93
b i re r keşfe d i l d i ve ş i m d i, e l l i ya da yüz gözlemci n i n yüz yıl­
l ı k sabırlı katkı l a rı, okya nus gemisini s ü ren m u hteşem ma­
k i n a n ı n içinde s ı kıştı r ı l m ı ş b i r şekilde d u ruyor.

G.A.: Ya b i r Shakespeare oyu n u ?

Y.A.: Sü reç ayn ı . İ l k a ktör b i r va hşiyd i . Teatral sa­


vaş-dansl a rı nda, kafa derisi d a n sl a rı nda, vesa i rede, ger­
çek yaşa mda görd ü ğ ü o layları yen iden ü retti. Daha i leri
bir meden iyet, d a ha fazla o l ay ve d a ha fazla böl ü m ü retti,
a ktör i l e h i kayeci b u n l a r ı a l d ı . Böylece tiyatro oyu n u büyü­
dü, azar aza r, sa h n e sa h ne. Tiyatro, hayatın gerçeklerinden
o l u ş u r, yarat ı m la rd a n değil. Yu nan tiyatrosu n u gel iştirmek
yüzyı l l a r a l d ı, Yu nan tiyatrosu önceki çağ l a rd a n öd ü n ç a l d ı ,
sonraki çağlara ödünç verd i. İ n san, gözlemler v e birl eştirir;
hepsi b u . B i r fa re de ayn ısını yapar.

G.A.: N a s ı l ?

Y.A.: Bir koku yayı l d ı ğ ı n ı gözlemler, pey n i r sonucu­


na u l a ş ı r; arar ve b u l u r. Astronom şunu bunu gözl e m l e r,
ken d i şu ve b u s u n u kendisinden önceki yüz astro n o m u n
gözlem lerine ekle r, görün meyen b i r gezegen son u c u na
u l a ş ı r; o n u arar ve b u l u r. Fare b i r kapana yaka l a n ı r, zar zor
ku rtu l u r, ka pan l a rdaki peynirlerin değersiz o l d u k l a rı so­
nucuna u la ş ı r ve o ka panla b i r d a h a u ğ raşmaz. Astronom
ken d i başa r ı l a rından çok g u ru r d uyar, fare ken d i n i n k i ler­
den g u ru r d uyar. Ancak her ikisi de makina d ı r; makina i ş i
ya p m ı ş l a rd ı r. H i ç b i r ş e y o l uşt u r m u ş deği l d i rler, bu yüzden
kibirli olma hakları yoktur; tüm iti bar bu m a k i n a l a r ı n Ya­
pımcısına aitt i r. H i ç b i r payeyi, övgüyü, ö l d ü klerinde hey­
kellerinin d i ki l mesini, a n ı l mayı h a k etmezle r. B i ri ka rmaşık
ve öze n l e hazırl a n m ı ş b i r m a k i n a d ı r, d iğeri daha basit ve
s ı n ı r l ı b i r makinadır. A m a prensi pte, işlevde ve işleyiş sü­
reci nde benze rd i rler ve h i çb i ri otomatik o l m a ktan başka
şekilde ça l ı şmaz. H içbiri haklı olarak d iğeri üzerinde kişisel

94
ü stü n l ü k veya kişisel o n u r iddiasında b u l u na maz.

G.A.: O zaman, kaza n ı l m ı ş kişisel o n u rda ve yaptığı işe


i l i şkin şahsi hünerde, astro n o m u n zoru n l u olara k fare i l e
a y n ı seviyede o l d u ğ u s o n u c u m u çı kıyor?

Y.A.: Kardeşi fare, evet; bana böyle görü nüyor. Ya p­


tığı iş yüzü nden h i ç b i ri için herha n g i b i r şahsi h ü nerden
söz edilememesi, kardeşlerden h i ç b i ri n i n d iğeri üzerinde
(şa h sen yaratı l m ış) üstü n l ü kler iddia etme hakkı o l m a d ı ğ ı
sonucu n u çıkarıyor.

G.A.: Bu d e l i l i klere i n a n maya devam etmek kon u s u n­


da kara r l ı m ıs ı n ? Karşılaştırmalı o l g u l a r ve örneklerle des­
teklenen sağlam a rg ü ma n l a r karşısı nda d a b u n l a ra i n a n­
maya devam eder miyd i n ?

Y.A.: M ütevazı, a ğ ı r başlı v e s a m i m i b i r Haki kat-Arayıcı


o l m u ş u m d u r.

G.A.: Ee?

Y.A.: M ütevazı, ağır başlı ve sa m i m i Hakikat-Arayıcı


her za man böyle yol larla ikna ed i l e b i l i r.

G.A.: B u n u söyled i ğ i n i işitti ğ i m için Ta nrı'ya şü kred i­


yorum, ç ü n kü a rt ı k b i l iyorum ki senin ikna ed i l m e n . . .

Y.A.: Bekle. Ya n l ı ş a n l a d ı n . H a ki kat-Arayıcı olmuşum­


dur dedim.
G.A.: Ya n i ?

Y.A.: Artık değ i l i m . U n uttun m u ? Sana, yal n ızca geçici


Hakikat-Arayıc ı la r ı b u l u n d u ğ u n u söylem i ştim; ka lıcı ola­
n ı, i nsan açısından i m ka nsızd ı r. Arayıcı, Haki kat o l d u ğ u na
iyice ikna olduğu şeyi b u l u nca, a rtık d a h a fazla a ramaz ve
g ü n le r i n i n geri ka l a n ı n ı o n u ya m a m a k ve ka l afat l a m a k ve
desteklemek ve o n u s u geçi rmez h a l e getirmek ve üzeri­
ne çökmesini önlemek için öteberi a ra m a k l a geçiri r. Ya n i,
Presbiteryen, Presbiteryen ka l ı r; M u h a m medi, M u ha m me-

95
di ka l ı r; Spiritüalist, S p i ritüal ist kal ı r; Demokrat, Demokrat
ka l ı r; C u m h u riyetçi, C u m h u riyetçi ka l ı r; Monarşist, Monar­
şist ka l ı r. Hakikat peşindeki m ütevazı, ciddi, sa m i m i b i r
Arayıcı, hakikati 'ay, yeşi l peyn i rden ya p ı l m ıştır' önerme­
sinde b u l m u ş o l sa, h içbir şey onu bu d üşü nces i nden dön­
d ü re m ezdi, ç ü n kü o otomati k bir m a kinadan başka bir şey
değildir ve inşasının yasa larına uymak zoru n d a d ı r.

G.A.: Ve böylece . . .

Y.A.: H a ki kati b u l m u ş biri o l a ra k, i nsa n ı n h a reket ettiri­


ci tek bir d ü rtüye -kendi içini ferah tutma k- sahip oldu­
ğ u n u n ve onun sadece bir makina olduğ u n u n ve yaptığ ı
herha ngi b i r şeye i l i şkin h i ç b i r ş a h s i h ü nere sa h i p ol madı­
ğının şü phe götürmez olduğunu i d ra k etm i ş b i ri olara k,
daha ötesi n i a ra m a k, ben i m için i n sa n i olarak m ü mkün
değ i l . Ka lan g ü n lerim paha biçil mez m ü l k ü m ü ya m a m a k,
boya m a k, macunlamak ve kalafatlamakla ve ne zaman ri­
cacı bir a rg ü man veya zarar verici bir olgu yanaşsa kafa m ı
başka yana çevi rmekle geçecek.

96
İÇGÜDÜ VE DÜŞÜNCE
VI

İçgüdü ve Düşünce

Genç Adam: Bu iğrenç. Senin az önce i leri s ü rd ü ğ ü n


şu sarhoş teorilerin -fa re v e d i ğ e r şeylerle i l g i l i o l a n l a r­
i nsanı t ü m haysiyetinden, büyüklüğü nden ve yüce l i ğ i n­
den soy u p ç ı p l a k b ı ra kıyor.

Yaşlı Adam: Soyu nacak b i r şeyi yok ki-o n l a r ı n hepsi


takl it, ça l ı ntı kıyafetler. İ n san, yaln ızca Ya rat ı c ı s ı na ait o l a n
b i r i t i b a r üzerinde hak iddia ediyor.

G.A.: Ama i n s a n ı fa re i l e aynı seviyeye koymaya h i ç


h a k k ı n yok.

Y.A.: Yok- a h l a k i o l a ra k. Bu, fareye karşı a d i l o l m azd ı.


Fare i nsandan çok daha yuka rıda d ı r.

G.A.: Şaka m ı yapıyors u n ?

Y.A.: Hayır, yapm ıyorum.

G.A.: O za m a n ne demek istiyo rs u n ?

Y.A.: B u A h laki Duyg u baş l ı ğ ı altına g i riyor. B ü y ü k b i r


soru b u . B u n a geçmeden, izin ver önce üzeri nde o l d u ğ u­
m uzla i ş i m izi bitire l i m .

G.A.: Peki. İ n sa n v e fareyi bir seviyeye koyd u ğ u n u ka­


b u l etm i ş g i b i görün üyord u n . Nedir bu? Z i h i nsel olara k m ı ?

99
Y.A.: Biçim o l a ra k-derece o l a ra k değil.

G.A.: Açıkla.

Y.A.: Bence fa ren i n z i h n i i l e i nsanın z i h n i ayn ı makina­


d ı r, a m a ikisi eşit kapasitede d eğ i l d i r-tıpkı seninki i le Edi­
son'unki g i bi; Afri ka' l ı pigmeninki i l e Homeros' u n ki g i bi;
Avustralya yerl i s i n i nki ile Bismarck'ı n ki g i b i .

G.A.: D a h a a ş a ğ ı hayva n l a r içg ü d ü h a r i ç h i ç b i r z i h i n se l


n iteliğe s a h i p değ i l ken, insan a k ı l yürütmeye s a h i p o l d u ­
ğ u n a göre b u n u n a s ı l a ç ı klayaca ksın?

Y.A.: İçg ü d ü nedir?

G.A.: Ka l ıtımla gelen a l ışka n l ı ğ ı n d ü ş ü n meksizin ve


meka n i k olara k yürütü l mesid i r sadece.

Y.A: Alışka n l ı ğ ı n kaynağı nedir?

G.A.: İlk hayva n başlatm ış, soyu ndan gelenler de ka l ı -


tımla m i ras a l m ış l a rd ı r.

Y.A.: İ l k hayva n nasıl o l m u ş da başlatm ı ştır?

G.A.: B i l m iyorum, a m a bunu düşünerek yapmamıştır.


Y.A.: Düşü nerek ya pmad ı ğ ı n ı nereden b i l iyors u n ?

G.A.: Şey . . . En azı ndan öyl e ya pmadığını fa rz etme


hakkım var.

Y.A.: B u na hakkın o l d u ğ u n a i n a n m ıyoru m . Düşü nce


nedir?

G.A.: Senin ona ne ad verd i ğ i n i b i l iyoru m : d ı şarıdan


alınan izle n i m l erin meka n i k ve oto matik olarak b i r a raya
getirilmesi ve b u n l a rd a n b i r ç ı ka r ı m ya p ı l ması.

Y.A.: Çok iyi. İ şte ben i m şu a n lam sız "içg ü d ü" teri m i ile
i l g i l i fi kri m ş u : O, sadece taşlaşmış düşüncedir; a l ı ş ka n l ı k ta­
rafından katı laştı rı l ı p cansız hale geti rilm iştir. Bir za m a n l a r
ca n l ı v e uya n ı k o l a n, fa kat ş i m d i b i l i nçsiz h a l e gelen-ya n i
deyim yerindeyse, uyku s u n d a yü rüyen d ü ş ü n ce.

1 00
G.A.: Örnek ver.

Y.A.: Çayırd a otlayan b i r inek s ü r ü s ü n ü d üş ü n . Hepsi­


n i n kafası aynı yöne dönükt ü r. Bunu içg ü d üsel olara k ya­
pa rlar; b u n u nla kaza n d ı k l a rı h iç b i r şey yokt u r, b u n u n için
h iç b i r sebepleri yokt u r, bunu n iç i n yapt ı kl a rı n ı b i l mezler.
Bu m i ra s a l ı n m ı ş b i r a l ı şka n l ı kt ı r ki başla ngıçta d ü ş ü n ü l­
m ü şt ü r-ya n i d ışarıdaki b i r olg u n u n gözlemi ve bu göz­
lemden ç ı ka rı l ı p tecrü be i l e sa bitl e n m i ş değerl i b i r son uç­
t u r. Başla ng ıçtaki ya bani manda, kendi lehine o l a n rüzgar
aracılığ ıyla d üş m a n ı n ı n kokusu n u a l ı p ondan za m a n ı nd a
kaça b i l d i ğ i n i fa rketm iştir; b u n u n üzerine, b u r n u n u rüzga­
ra doğru tutma za hmetine değdiği sonucuna u laşm ıştır.
Bu, i ns a n ı n 'a kıl yü rütme' dediği süreçtir. İ n sanın d ü ş ü n­
ce-ma kinası tı pkı diğer hayva n l a r ı n k i g i b i ça l ı ş ı r, a m a on­
l a r ı n kinden daha iyid i r ve daha Edisonva rid i r. M a n d a n ı n
yerinde o lsa, i n sa n daha öteye gider, daha geniş ç a p l ı a k ı l
yürütü rd ü : sürü n ü n b i r kıs m ı n ı n d iğer ta rafa ba kmas ı n ı
sağ l a r v e h e m ö n ü , h e m d e a rkayı korurd u .

G.A.: İçg ü d ü teri m i n i n a n la msız o l d u ğ u n u m u söyle­


din?

Y.A.: Bence bu h i noğlu h i n b i r kel i me. Bence kafa m ızı


ka rıştı rıyor; zira b i r kural o l a ra k ken d i s i n i köke n i d ü ş ü nce­
d e çok uzaklara uza nan a l ışka n l ı kl a ra ve g ü d ü lere uyg u l a r­
ken, a ra sıra bu ku ra l ı çiğn iyor ve ken d i s i n i hemen hemen
h i ç b i r d ü ş ü n ce-köken i b u l un mayan a l ı ş ka n l ı kl ara uyg u l u ­
yor.

G.A.: B i r örnek ver.

Y.A.: Peki. Pa ntolon g iyerken, i n sa n her za m a n aynı


baca ğ ı n ı önce sokar-hiçbir zaman diğerini değ i l . B u n u n
h iç b i r yararı, h i ç b i r a n l a m ı yoktur. Tü m i ns a n l a r b u n u ya­
par. Yine de h i ç b i r i n s a n ı n b u n u d üş ü n d ü ğ ü n ü ve belli b i r
amaçla yaptığ ı n ı s a n m ıyoru m . Ancak, şü phesiz ki a kta r ı l a n

101
ve a ktarıl maya deva m ed i l ecek b i r a l ı şka n l ı kt ı r.

G.A.: Al ı ş ka n l ı ğ ı n varol d u ğ u n u kan ıtlaya b i l i r m i s i n ?

Y.A.: Ş ü phen va rsa s e n kan ıtlaya b i l i rs i n . B i r insanı b i r


g iysi mağazasına götü r ü r v e b i r d ü z i n e pa ntolon denerken
izlersen, görürs ü n .

G.A.: İnek örneği yeterli deği l . . .

Y.A.: Aptal b i r hayva n ı n z i h i n se l m a k i n a s ı n ı n tıpkı i n ­


s a n ı n ki g i b i o l d u ğ u n u v e a k ı l yü rütme s ü reçleri n i n a y n ı
o l d u ğ u n u göstermeye m i ? Da h a ba şka b i r ö r n e k vereyim.
Bay Edison'a gizlenmiş b i r cihaz i l e b i rden b i re açtı ğ ı n bir
kutu versen, b u n u ya pa n ı n b i r yay o l d u ğ u sonucuna ula­
ş ı r ve o n u a rayıp b u l u r. Ş i m d i, b i r amca m ı n ta h ı l a m ba rı­
nın b u l u n d u ğ u ka palı a la na g i ri p ta h ı l ı nam ussuzca alan
yaş l ı b i r atı va rd ı . Cezayı ben çekmiştim, ç ü n kü d i kkatsizl i k
ett i ğ i m i v e kapıyı ka pa l ı tutacak tahta manda l ı yerine tak­
m a d ı ğ ı m ı s a n m ı ş l a rd ı . B u s ü r ü p giden ceza l a r beni yorg u n
d ü ş ü rd ü , ayrıca b i r yerlerde b i r s u ç l u o l d u ğ u sonucuna var­
m a ma sebep o l d u, ben de saklandım ve kapıyı izled i m . O
sırada at geldi ve manda l ı d i şleriyle çeki p içeri g i rd i . K i m se
ona b u n u öğretmedi; o gözlemled i-so n ra kend i kend i ne
d ü ş ü n d ü ve çözü m ü b u l d u . S ü reci Edison'u nki nden fa rklı
değ i l d i; bunu ve şunu b i r a raya get i rd i ve b i r son uca ulaş­
tı-mandala da u laştı a m a b u n u n için o n u epey terlett i m .

G.A.: Bu nda d ü ş ü n ceye benzeyen b i r şeyler va r g i b i


görün üyor. Ama yine de p e k detayl ı d e ğ i l . Geniş letsene.

Y.A.: Bay Edison'u n bir s ü redir a d a m ı n b i r i n i n s u n ­


d u ğ u m isafi rperverl i ğ i n tad ı n ı çıkarmakta o l d u ğ u n u farz
ede l i m . B i r a ra yine gel iyor ve evi boş b u l uyor. Ev sahi bi­
nin ta ş ı n d ı ğ ı son ucuna ulaşıyor. Bir s ü re sonra, başka b i r
kasabada, bu a d a m ı n b i r eve g i rd i ğ i n i görüyor; bu evin
o n u n yen i evi o l d u ğ u sonucuna ula şıyor ve b i l g i a l m a k
için a d a m ı n peşinden gid iyor. İşte ş i m d i , b i r d o ğ a b i l i m c i

1 02
ta rafından a kta rıldığı şekl iyle, b i r m a rtı n ı n yaşadığı tecrü­
beye gelelim. Sah ne, ma rtı l a ra iyi davra n ı lan bir İ s koç ba­
l ı kçı kasa ba s ı . Sözü e d i l e n m a rtı b i r kulü beyi ziya ret etti,
doyu ruldu; sonraki g ü n yine g e l d i ve yine doyu r u l d u; b i r
sonraki sefer evin içine g i rd i v e a i l e i l e b i r l i kte yeme k yed i;
bu ndan sonra d a hemen hemen her gün böyle ya pmaya
devam etti. Ancak, g ü n ü n b i ri nde m a rtı birkaç g ü n l üğ ü n e
seyahate ç ı ktı, geri geldiği nde e v boştu. Arkadaşları üç m i l
ötedeki başka b i r kasa baya taş ı n m ı şlardı. B i rkaç ay son ra
a i le n i n rei s i n i orada soka kta gördü, o n u eve kadar tak i p
etti, eve özü r veya mazeret s u n m a d a n g i rd i v e yine g ü n ­
l ü k b i r m i safi r oldu. M a rtı l a r z i h i n sel o l a r a k ü s t sıralarda yer
a l maz, ama görüyorsun ya, bu m a rt ı n ı n hafızası ve a k ı l yü­
rütme yetisi vardı ve o n l a rı Edison g i b i uyg u ladı.

G.A.: Ama yine de b i r Edison d eğ i l d i ve Edison h a l i n e


gelecek kadar gel iştirilemezd i .

Y.A.: B e l k i gel iştirilemezd i . Ya sen g e l i şt i ri l e b i l i r m i y-


din?

G.A.: B e n i karıştırma. Devam et.

Y.A.: Eğer Edison'un başı belada o l sayd ı ve b i r yaba ncı


ona yard ı m etseydi ve e rtesi gün aynı g üçlüğe yine düş­
seyd i, yabanc ı n ı n adres i n i b i lmesi d u ru m u nda ya p ı l ma­
s ı gereken b i l g ece şeyin ne old u ğ u n u çıka r ı rd ı . İşte, b i r
doğa b i l i m c i s i ta rafından a ktarı l d ı ğ ı şekl iyle, b i r k u ş i l e b i r
ya bancının h i kayesi. B i r İ ng i l iz, köpeğ i n i n kafa s ı n ı n çev­
res i nde, yere yakın uçan ve sıkıntı içinde ç ı ğ l ı klar atan b i r
k u ş görmüş. N e old u ğ u n u a n l a m a k i ç i n yaklaşmış. Köpek,
ağzı nda yavru bir kuş tutuyormuş- i ncitmeden. B u kibar
adam yavru kuşu ku rta r m ı ş, b i r çalıya koymuş ve köpeği
götü rmüş. Ertesi sabah erkenden, anne kuş, vera ndasında
otu rmakta o l a n kibar adama gelmiş ve m a nevra l a r yapa­
ra k a d a m ı a razi n i n uzak bir k ı s m ı na kadar ken d i s i n i ta k i p

1 03
etmeye ikna etm iş-o n u n biraz önü nde u ç u p ken d i s i ne
yetişmesini bekliyormuş, vesa i re; ayrıca, kısa yoldan a razi­
n i n üzeri nden uçmak yeri ne kıvrılan patika üzerinden u ç­
mayı s ü rd ü rmüş. G i d i l e n mesafe ya klaşık dört yüz yarday­
mış. S u ç l u yine aynı köpekmiş; yavru kuşu yine yaka l a m ı ş
v e bir kez d a ha b ı ra k m a k zorunda kal m ış. İşte, a n n e kuş
etrafl ıca akıl yü rütm üş: yabancı ona b i r kez yard ı m ettiği
için, b u n u tekra r yapacağı sonucuna ulaşm ış; onu nerede
bulaca ğ ı n ı b i l iyorm u ş ve g üven i ç i nde işine koyu l m uş. Zi­
h i n sel s ü reçleri Edison' u n k i l e r nasıl olaca ksa öyleyd i . Ş u n u
ve b u n u b i r a raya koydu -ve d üş ü n ce t a m o l a ra k da bu­
dur- ve o n l a rd a n ken d i çıkarı m la r ı n ı n m a nt ı ksa l d üzen i n i
i n şa etti. Edison'un ken d i si de d a h a iyi s i n i yapamazd ı.

G.A.: Aptal hayva n l a rı n pek çoğ u n u n d ü ş ü n e b i l d i ğ i n e


i n a n ıyor m us u n ?

Y.A.: Evet-fi l, maymun, at, köpek, papağan, m a kav,


alaycı kuş ve d a h a pek çoğ u. Eşi çukura d üşen ve zem i n
tutsağ ı n ku rtu l masına o l a n a k sağ layacak kadar yüksele­
ne dek çukura topra k ve çerçöp atan fil, akıl yürütme ni­
tel iğ i n e sa h i pti. Benim a n l a d ı ğ ı m , öğretme ve tatbi kat i l e
öğreneb i l en tüm hayva n l a r gözle m yapmayı b i l iyor, ş u n u
v e b u n u b i r araya geti rip bir s o n u ç çı karıyor o l m a l ı l a r-dü­
şünme s ü reci. Sen bir geri zeka l ıya s i l a h tutma kura l la rı n ı,
sa l d ı rmayı, geri çekil meyi ve e m i r veri l d i ğ i n d e karmaşık
saha m a n evra l a r ı n ı yapmayı öğ reteb i l i r miyd i n ?

G.A.: Tamamen g e r i zeka l ıysa öğretemezd i m .

Y.A.: E h , ka narya l a r b u n l arın heps i n i öğrenebi l i r; kö­


pekler ve fi l ler her t ü r hari ka şeyi öğren e b i l i r. Kesi n l i kl e
fa rk ede b i l iyor v e b i r şeyleri bir a raya getire b i l iyor, kendi
kendileri n e, "Şimdi a n lad ı m; benden iste n d i ğ i g i b i şöyle
şöyle yaparsa m, övü l ü p doyu ru l uyorum; fa rkl ı şekilde ya­
parsa m ceza l a n d ı rı l ıyorum;' d iyebil iyor o l m a l ı la r. Pirelere,

1 04
b i r Kong re Üyesi 'n i n yapabileceği hemen hemen her şey
öğreti lebi l i r.

G.A.: O za man a ptal hayva n l a rı n alçak b i r d üzlemde


d üş ü n e b i l d i ğ i n i ka b u l edersek, yüksek d üzlemde d ü şüne­
bi len var m ıd ı r? İ n sana yaklaşacak kad a r yukarıda olan va r
m ı d ı r?

Y.A.: Evet. B i r d ü ş ü n ü r ve plan layıcı olara k karı nca


herha n g i bir vahşi insan ı rkına eşdeğ erd i r; b i rçok sanat da­
l ı nda kendi ken d i n i eğitm i ş bir uzman olarak herhangi b i r
vahşi i nsan ı rkından ü stü n d ü r; b i r veya i k i yüksek zihi nsel
n itel i kte de, vahşi ya da medeni herhangi bir i nsanın u l a şa­
bi leceği seviyeden yüksekted i r!

G.A.: Ya pma ya h u ! İ n san i l e hayva n ı ayı ra n zihi nsel sı­


n ı rı yı kıyors u n .

Y.A.: Affı n ı rica ed iyorum. Varo l mayan b i r şeyi yı ka­


mazs ı n .

G.A.: C i d d i o l m a d ı ğ ı n ı u m uyor u m . Böyle b i r s ı n ı r o l ­


m a d ı ğ ı n ı cidden söylemek i stiyor olamazs ı n .

Y.A.: Ciddi ciddi söyl üyoru m . At, m a rtı, a n n e kuş v e fi l


örnekleri bu yaratı k l a r ı n şeyleri şu ya da bu şeki lde, tıpkı
Edison'un yapacağı gibi b i r a raya getire b i l d i ğ i n i ve onun
çıkara b i lecekleriyle aynı son uçları çıkard ı ğ ı n ı gösteriyor.
Onların zihi nsel makina a ksa m ı ve bu a ksa m ı n ça l ı şma
şekli tı pkı onunki g i biyd i . Onların d o n a n ı m ı, ayrıntıda, Edi­
son'unkine göre daha a şağı d üzeydeyd i, tı pkı b i r Water­
b u ry saati n i n Stra s b u rg saatine göre daha aşağı d üzeyde
olması g i b i . Ama a radaki tek fa rk b u d u r-hiçbir s ı n ı r yok­
tur.

G.A.: S i n i r bozaca k kadar doğru görün üyo r ve bel i rg i n


b i r şekilde hakaret d o l u . Apta l yaratıkları yükseğe ç ı kartı­
yor, şey seviyesine ... şey...

1 05
Y.A.: Gel şu ya lancı ta biri b i r ken a ra b ı ra ka l ı m, o n l a rı
Açığa Vu r u l m a m ı ş Ya ratıklar olara k adlandıralım; b i lebildi­
ğ i miz kadarıyla, a pta l yaratık d iye b i r şey yok.

G.A.: Hangi temele daya n a ra k bu idd iada b u l u n uyor­


sun?

Y.A.: Oldukça basit b i r temele. "Apta l" yaratık, d ü ­


ş ü nce-makinasına sa h i p o l maya n, a n l a m a yet i s i n e sa h i p
o l mayan, kon u şmak v e z i h n i ndekini a n latmak için hiçbir
i letişim yol u b u l u n mayan b i r hayva n ı akla geti riyor. Biz
b i l iyoruz ki tavuğ u n kon uşma yetisi vardır. Söyled iği her
şeyi a n l ayamayız, a m a sözcü klerinden i k i üç tanesini ko­
layca öğreni riz. "Yu m urtladı m;' dediğini, civcivlere " B u raya
koşun, c a n l a rı m , b i r solucan b u l d u m;' dediğ i n i ve b i r uyarı
sesi çıkarttığ ı nd a ne dediğini a n l a rız: "Ça b u k! Acele edin!
Annenizin altında top l a n ı n, b i r şa h i n gel iyor!" Kedi geri n ­
d i ğ i nde, sevgi v e m utl u l u k ile m ı rl a d ığ ı nda v e yumuşak b i r
s e s l e "Gelin yavru ked icikler, yemek hazır;' dediğinde o n u
a n l a rız; ü z ü n t ü i ç i n d e "N erede o l a b i l i rler? Kaybo l d u l a r. O n ­
ları aramama yard ı m etmeyecek m i s i n ?" ded i ğ i n d e o n u
a n larız v e a d ı ç ı k m ı ş Tom, k u l ü besinden gece y a r ı s ı mey­
dan okuduğu nda, "Bu raya gel, seni a h l a ks ız i l işki ü r ü n ü,
gel de g ü n ü n ü göstereyim!" d e d i ğ i n i a n l a rız. B i r köpeğ i n
ibareleri n i n b i razı n ı a n l a rız v e gözlemlediğimiz veya ev­
c i l leştird i ğ i m iz herhangi b i r ku ş u n veya hayva n ı n d i k kat
çektiği ve i şa ret ettiği şeylerin bi raz ı n ı a n l a mayı öğre n i riz.
Tavuğun a n l a d ı ğ ı m ız b i rkaç kon u şmasındaki a ç ı k l ı k ve
kesi n l i k, kend i türü ile bizim a n laya m a d ı ğ ı mız yüz şeyin
ileti ş i m i n i kura bi l d iğ i n i n -ya n i tek kel i m eyle, kon u şa b i l ­
d i ğ i n i n - d e l i l i d i r. D a h a s ı , bu d e l i l, b ü y ü k Açığa Vu rulma­
m ı şlar o rd us u n da k i diğerleri n i n d u r u m u için de geçerl i d i r.
Bu tı pkı i ns a n ı n kör a l g ı l a rı n a karşı a pta l l ı ğ ı sebebiyle b i r
hayvana a ptal derkenki ki bri v e m ü nasebetsizl iği g i b i d i r.
Şimdi, karıncaya g e l i rsek . . .
G.A.: Evet, ka rıncaya dönelim, insan ve Açığa Vurul­
m a m ı ş a rasındaki son z i h i nsel bariyer ka l ı ntı s ı n ı d a süpü­
ren o ya ratığa-sen böyle d üş ü n üyor g i b i s i n .

Y.A.: Kes i n l i kle, yapt ı ğ ı ş e y b u d u r. Tü m tari h i boyun­


ca Avustralya Aborj i n leri h içbir za m a n kend i s i için b i r ev
yapmayı d ü ş ü n ü p i n şa etm e m i şt i r. Karınca hayret verici bir
m i m a rd ı r. M i n i m i nnacık b i r yaratı ktı r, a m a sekiz fit yüksek­
l iğ i nde g ü ç l ü ve daya n ı k l ı b i r ev inşa eder-ora nsal o l a ra k
i nsa n ı n boyutuyla kıya s l a n ı rsa d ü nyadaki en b ü y ü k kated­
ral veya Aksaray kadar büyük b i r ev. H i ç b i r va hşi ı rk, deha
veya kü ltürd e ka rıncaya yaklaşabi lecek m i m a r l a r ç ı ka rtma­
m ı şt ı r. H i ç b i r medeni ı rk, i sten i l e n k u l la n ı m için karıncadan
d a ha iyi b i r ev plan layacak m i marlar ç ı ka rtm a m ıştı r. Ka­
r ı n ca n ı n evi b i r taht odası içerir; gençleri için ba kım evleri,
ta h ı l a m ba r l a rı, askerler ve işçiler için d a i reler, vs; b u n l a r ve
b u n l a rı birbirine bağlayan çeşitl i sa l o n l a r ve koridorlar, kul­
l a n ı şl ı l ı k ve uyu m l u l u k kon usu nda eğiti m l i ve tecrübeli bir
göz tarafı nd a n d üzen l e n m i ş ve dağıtı l m ı ştır.

G.A.: Bu sadece içgüdü de o l a b i l i r.

Y.A.: Eğer vahşi buna s a h i p ol sayd ı, bu o n u y ü kseltird i .


H a d i gel kara r vermeden önce daha i l e ri ba ka l ı m . Karı nca­
l a r ı n askerleri vard ı r-ta b u rları, a layları, o rd u l a rı ve on lara
savaşta önderlik eden ata n m ı ş yüzbaşı ve genera l l eri.

G.A.: B u d a içg ü d ü o l a b i l i r.

Y.A.: Daha da i leri ba kacağ ız. Karınca l a r ı n iyi p l a n l a n ­


m ış, i ncel i k l i v e i y i yü rüyen b i r h ü kü met sistemi va rd ı r.

G.A.: Yine içgüdü.

Y.A.: Yığ ı n l a köleye s a h i pti r, zor l u ve a nga rya i ş ver­


mek b a k ı m ı n d a n katı ve adaletsizd i r.

G.A.: İçg ü d ü .

Y.A.: İ nekleri vard ı r v e onları sağar.

1 07
G.A.: Ta b i i ki içg ü d ü .

Y.A.: Teksas'ta on i k i fit kare l i k çiftlikler kurar, sü rer,


eker, yetiştirir, ü r ü n ü toplar ve depolar.

G.A.: Hep aynı, i çg ü d ü .

Y.A.: Karı nca, dost i l e yabancı a ra s ı nda ayrım yapar. S i r


John Lu bbock23 iki fa rklı yuvadan karınca a l d ı , onları viski
ile sarhoş etti ve b i l i nçsiz bir haldel erken yuva ların b i r i n i n
ya k ı n ı na, b i r m i ktar suyun ya n ı n a bıra kt ı . Yuvadan gelen
karıncalar, bu yüz karası yarat ı k l a rı i nceled i l e r ve tartışt ı l a r,
sonrasında a rkadaşları n ı eve taşıyıp ya bancıları suya attı­
l a r. Sir John, d eneyi bi rkaç kez tekra r l a d ı . Ayı k ka rıncalar
ilk sefer yaptı kları n ı b i r süre l i ğ i n e tekrarlad ı l a r-arkadaş­
l a r ı n ı eve taşıyı p ya bancıları suya attı l a r. Ama sonunda,
ıslah etmeye yönelik çalı şma l a rı n ı n boşa gitti ğ i n i görün­
ce sa bı rları t ü kendi ve hem a rkada ş l a r ı n ı hem yaba n c ı l a ­
rı suya attılar. Hadi baka l ı m-bu içg ü d ü mü, yoksa daha
önce tecrü be etmedi kleri yen i -kes i n l ikle yen i- bir şey
hakkında ya p ı l a n d ü ş ü nce dolu ve zekice tartışma m ı ? Ka­
rara va r ı l m ı ş, ceza sı teb l i ğ e d i l m iş, yarg ı s ı uyg u l a n m ış. Bu
içg ü d ü mü? -çağ l a r boyu a l ışka n l ı k l a taşlaş m ı ş d ü ş ü nce
m i -yoksa yeni o laydan, yen i d u r u m l a rdan i l ha m a l ı n m ı ş,
ta m a men yeni b i r d ü ş ü nce m i ?

G.A.: Ka b u l etmel iyim. B u , b i r a l ı ş ka n l ı ğ ı n sonucu de­


ğ i ldi; sen i n ta b i r i n l e d ü ş ü n ü p taş ı n m a n ı n, d üş ü n me n i n,
ş u n u ve b u n u b i r a raya koy m a n ı n t ü m görü n ü m ü n e sa h i p.
Ben b u n u n d ü ş ü nce o l d u ğ u n a i nan ıyorum.

Y.A.: Sana d üş ü nce n i n başka bir örneğ i n i vereceğ i m .

23 S i r John Lubbock (1834-1913): İngiliz asıllı bilim adamı. Arkeoloji, et­


nografya, biyoloji alanlarında çalışmalar yapmış, karınca ve arı gibi zar
kanat l ı böcekler üzerine inceleme yazıları yazmıştır. (ç.n.)

1 08
Fra n k l i n'i n24 oda s ı ndaki b i r masada b i r kase şekeri varmış.
Karınca l a r ona u l a ş m ı ş l a r. Pek çok ön leyici ted b i r denemiş
a m a ka r ı n ca l a r bu ted b i rlere ü stün ç ı k m ışlar. Sonunda
erişimi kesen b i r ted b i r akıl etm iş-büyük ihtima l l e masa ­
n ı n ayaklarını su d o l u tencerelere sokmuş y a da kasen i n
etrafı na katrandan b i r h a l ka çizm i ş, hatırlam ıyorum. Her
h a l ü ka rda, ne yapaca k l a r ı n ı görmek için izlemiş. Pek çok
fa rkl ı plan denemişler-pla n la r ı n her b i ri başarısız o l m uş.
Karıncalar fena halde ş a ş ı r m ı ş l a r. Sonunda b i r top l a ntı d ü­
zen l e m i şler, p roblemi tart ı ş m ı ş l a r, b i r sonuca va rmışlar­
ve bu sefer, büyük fi lozofu yen m i şler. Arka a rkaya dizi l i p
zem i n i geç m i ş l e r, d uvara t ı rma n m ı ş l a r, tavan boyu nca yü­
rüyüp tam kase n i n üzeri ndeki b i r noktadan teker teker
aşağ ıya atl a m ışlar! Bu içg ü d ü müyd ü ?-Hani çağ l a r boyu
m i ras a l ı n a n a l ışka n l ı k ile ta şlaşmış d üş ü nce?

G.A.: Böyle o l d u ğ u na i n a n m ıyorum. Yen i bir acil d u ­


r u m ka rşı s ı nda a k ı l yü rütü len yen i b i r tasarı o l d u ğ u na i na­
n ıyorum.

Y.A.: Çok iyi. İ ki örn ekteki a k ı l y ü rütme g ü c ü n ü ka b u l


ettin. Ş i m d i karınca n ı n herhangi b i r i n sa n d a n ç o k d a ha ü s­
tün olduğu d u ru m d a ki z i h i n se l b i r detaya geliyorum. S i r
J o h n Lubbock b i r karıncanın, ken d i türü nden o l a n yaban­
cı bir ka rıncayı -bu yaba ncı boya ile kam ufle o l d u ğ u n d a
bile- ç a b u c a k ta n ı d ı ğ ı n ı p e k ç o k deneyle ka nıtladı. Ayrı­
ca, her karınca n ı n, kova n ı ndaki 500.000 ferd i n her birini
tan ı d ı ğ ı n ı da ka nıtladı. Bunun dışı nda, b i r sen e l i k yokl u ğ u
son rasında geri d ö n e n v e 500.000 karıncadan b i ri olan
kayıp karıncayı a n ında ta n ıyıp sevgi d o l u b i r karşılama ile
ta n ı d ı ğ ı n ı gösterd i ğ i n i d e ka n ıtlad ı . Bu ta n ı ma l a r n a s ı l ger-

24 A.B.D:nin kurucu babalarından birisi olmanın yan ı nda bir yazar, teo­
risyen, felsefeci, b i l i m adamı, diplomat olmak gibi pek çok yöne sahip
devlet adamı Benjamin Frannklin ( 1 706-1790) kastediliyor. (ç.n.)

1 09
çekleşiyor? Ta bii ki ren k i l e değil, zi ra boya n m ı ş karıncalar
da ta n ı n m ıştı. Koku i l e d e değil, zira kloroforma batı rılan
ka rınca l a r ta n ı n m ıştı. Konuşma ile değil ve anten işaretleri
ya da i rtibatları ile d e değil, ç ü n kü sarhoş ve h a reketsiz ka­
rınca l a r ta n ı n m ı ştı ve a rkadaş olan yabancı o l a n d a n ayırt
ed i l m işti. Ka rınca l a r ı n hepsi aynı t ü rdendi, bu sebeple a r­
kadaş ka r ı nca l a r, ta şıdıkları b i ç i m ve öze l l i klerden ta n ı n­
m a l ıyd ı-500.000 fertten o l uşan b i r kova n ı n parçası o l a n
a rkad a ş l a r! H e r h a n g i b i r i nsan ı n b i ç i m v e öze l l i k leri ta n ı m a
b a k ı m ı n d a n buna yaklaşan bir hafızası v a r m ı ?

G.A.: Kes i n l i k l e hayır.

Y.A.: Fra n kl i n'i n ka rıncaları ve Lubbock'u n karıncala­


rı yeni ve daha önce denenmemiş acil d u rum l a rda ş u n u
b u n u b i r a raya geti rmek v e kom b i n a syon l a rd a n a k ı l l ıca
sonuçlar ç ı karmak kon u s u nd a gayet iyi bece r i ler-tam
olara k bir i ns a n ı n z i h i n se l s ü reçleri n i-gösteriyorlar. İ n san,
hafızası yard ı m ıyla, gözl e m l e r i n i ve akıl yürütmeleri n i sak­
l a r, o n l a r üzerinde d ü ş ü n ü p taş ı n ı r, o n l a ra i laveler yapar,
tekra r birleşti rir ve böylece, aşama a şama, daha i l eri son uç­
l a ra doğru i lerler-çayd a n l ı ktan açık deniz g e m i s i n i n kar­
maşık makinası na, şahsi emekten köle emeği ne, çad ı rd a n
sa raya, zor l u avc ı l ı ktan t a r ı m a v e depo l a n m ı ş gıdaya; göçe­
be hayatta n sabit h ü kü mete ve merkezi otoriteye, tutarsız
ka l a ba l ı k l a rd a n b i rleşik o rd u l a ra . Karı nca, gözlem leme, a k ı l
yürütme ve h a ri ka b i r hafıza n ı n ta m a m ladığı b i r saklama
özel l i ğ i n e sa h i ptir; o, i n sa n ı n g e l i ş i m i n i ve i n sa n medeni­
yetinin elzem öze l l iklerini kopya l a m ıştır, a m a sen b u n l a r ı n
hepsine i ç g ü d ü d iyors u n !

G.A.: B e l k i b e n de a k ı l y ü rütme yetisi nden yoks u n ­


dum.

Y.A.: E h , b u n u kim seye söyleme v e b i r daha d a yoks u n


olma.

110
G.A.: İyi yol katettik. Sonuç o l a ra k -anladığım kada­
rıyla- İ n sa n ı, Açığa Vu ru l m a m ı ş Ya rat ı k l a rd a n ayıran ke­
s i n l ikle h i ç b i r z i h i n se l s ı n ı r b u l u n ma d ı ğ ı n ı ka b u l etmem mi
gerekiyor?

Y.A.: Ka b u l etmen gereken bu. Böyle bir s ı n ı r yok­


bundan kaçı n m a n ı n b i r yolu yok. İ n sa n , d iğerleri n i n kinden
daha iyi ç a l ı şa n ve daha yetenekli b i r m a ki naya s a h i ptir,
a m a i ns a n ı n ki i l e o n l a r ı n ki aynı makina d ı r ve aynı şekilde
ça l ı ş ı r. Ne o ne d e d iğerleri makinaya emir veremez-kati
bir şeki lde otomati ktir, kontrolden bağ ı msızd ı r, isted i ğ i za­
man ç a l ı ş ı r ve istemezse zorlanamaz.

G.A.: O halde i n sa n ile tüm d iğer hayva n l a r zi h i nsel


a ksam bakı m ı ndan benzerd i rler ve aralarında nice l i kçe çok
büyük bir fa rk yoktur; o l sa olsa n itel i kçe fa rklıdırlar, tü rce
değil.

Y.A.: Durum aşağı yukarı böyle-z i h i n se l yetenek. Her


iki ta rafta da söz ü n ü ett i ğ i m iz s ı n ı rl a m a l a r b u l u n u r. Onla­
rın d i l i n i n büyük b i r kıs m ı n ı a n l amayı öğrenemeyiz, a ma
köpek, fi l, vs. bizi m ki n i n o l d u kça büyü k b i r k ı s m ı n ı a n lama­
yı öğre n i r. B u ba kımdan bizden ü stü n d ü rler. Diğer yandan
onlar ne okuma, yazma, vb. şeyleri öğrenebi l i rler ne d e
bize a it diğer i y i v e yüksek şeyle ri v e b u rada o n l a r üzerinde
büyük bir üstün lüğe sahi biz.

G.A.: Peka la, el lerinde ne varsa sahip o l m a l a rı n a izin


vere l i m ve b u n u hoş karşı laya l ı m ; hala bir d u va r var, hem
de aza metl i bir d u va r. Onlar Ahlak Duyg u s u na s a h i p değil­
ler; biz ise s a h i biz ve bu bizi onlard a n ölçülemez derecede
yu karıya taşıyor.

Y.A.: Böyle d ü ş ü n mene sebep olan ne?

G.A.: Bak ş i m d i - b u rada d u ra klaya l ı m . Diğer rezi l l i k­


lere ve d e l i l i klere kat l a n d ı m ve bu kada rı yeter; i n s a n ı n ve
d i ğer hayva n l a r ı n a h l a k açısından aynı seviyeye kon u l ma ­
s ı na m ü saade etmeyeceğ i m .

111
Y.A.: İ ns a n ı o kadar yu ka rıya taşı mayacakt ı m .

G.A.: B u kadarı da fazla! Bence böyle şeyler h a kkında


şaka ya pmak doğru değil.

Y.A.: Şaka yapm ıyorum, sadece açık ve basit b i r ger­


çeği yansıtıyorum-ve b u n u merha metsizce ya p m ı yoru m .
İ n sa n ı n doğ ruyu ya n l ı ştan ayı rıyor o l u şu, o n u n d i ğ e r yara­
tıklard a n
zihinsel o l a ra k ü stün old u ğ u n u kanıtlar; ama yan­
lış
yapabiliyor ol uşu, o n u n ya n l ı ş yapamayan herhangi b i r
yaratıktan ahlaki a ç ı d a n daha a ş a ğ ı o l d u ğ u n u ka n ıtlar. B u
kon u m u n sald ı rı l a b i l i r o l m a d ı ğ ı i n a n c ı ndayı m .

1 12
ÖZGÜR İRADE

G.A.: Özg ü r İ rade h a kkındaki fi kri n nedir?

Y.A.: Böyle bir şey yokt u r. Ya ş l ı kad ı n a son para s ı n ı


ver i p, fı rtı nada eve güçl ü kl e yü rüyen adam özg ü r i radeye
s a h i p miyd i ?

G.A.: Yaş l ı kad ı n a yard ı m etme i l e o n u a c ı çekmeye


terk etme arasında seçi m yapma şa nsına sa h i pti. Öyle de­
ğ i l mi?

Y.A.: Evet, b i r seç i m şansı vardı; b i r ta rafta bedenen


ra hat olmak vard ı , d i ğe r ta rafta ruhen. Beden ta b i i ki g üç­
lü b i r iti razda b u l u nd u-beden i n böyle yapacağı o l d u kça
kes i n d i ; ruh b i r karşı iti razda b u l u nd u . İ ki iti raz a rasında b i r
seçim ya p ı l ması gerekliydi v e ya p ı l d ı . B u seçi m i beli rleyen
kimdi ya da neyd i ?

G.A.: S e n h a r i ç h erkes, seçi m i bel i rleyen i n o adam ol­


duğunu ve b u n u yaparak Özg ü r İ radeyi k u l l a n d ı ğ ı n ı söy­
lerd i .

Y.A.: B i z s ü rekli olara k h e r insana Özg ü r İ rade bahşe ­


d i l d i ğ i n e v e i y i davra n ı ş i l e daha az i y i davra n ı ş arasında
bir seçi m s u n u l d uğ u nda bunun k u l l a n ı l a b i leceğ i n e ve kul­
l a n ı l ması gerektiğine i n a n d ı r ı l ı rız. Ancak a ç ı kça görd ü k ki,

1 13
o d u ru mda, a s l ı n d a adam h iç de Özg ü r İ radeye sa h i p de­
ğ i ld i : m izacı, eğ itimi, onu şeki l lend i ren ve ne i se o yapan
g ü n l ü k etkenler, o n u yaş l ı kad ı n ı n hayatı n ı ku rtarmaya ve
böylece kendisini d e ku rtarmaya zor/adı-ken d i s i n i ruhsal
acıdan, daya n ı l maz perişa n l ı ktan ku rta rmaya. B u seçi m i o
ya pmadı; kontrol edemed iği g üçler tarafından o n u n için
ya p ı ld ı . Bence Özg ü r İ rade her za m a n kelimelerde var ol­
m uştu r, a m a orada ka l ı r- olguya erişemez. O kel i meleri
-Özg ü r İ rade- değil d e d iğerleri n i ku l l a n ı rd ı m .

G.A.: H a n g i d i ğerleri?

Y.A.: Özg ü r Seçi m .

G.A.: Farkı ned i r?

Y.A.: B i r tanesi, isted i ğ i n g i bi eylemde bulunman için,


engel ta n ı mayan g ücü i m a eder; diğeri salt b i r zihinsel sü­
recin ötesinde h i ç b i r şey i m a etmez: yani, iki şeyden han­
g i s i n i n doğ ruya ve adile daha ya k ı n o l d u ğ u n u beli rleyebil­
mek için gerekli eleşt i rel beceriyi i m a eder.

G.A.: Lütfen farkı netleştir.

Y.A.: Z i h i n , doğru ve a d i l o l a n ı özgü rce seçebilir, ayırt


edebilir, işaret edebilir- işlevleri b u rada ka l ı r. Bu meselede
daha i l eri gidemez. 'Doğru olan eyl emde b u l u n u laca k ve
ya n l ı ş o l a n b i r kenara b ı rakı lacak' deme otoritesine s a h i p
d eğ i l d i r. B u otorite başka b i r elded i r.

G.A.: İ ns a n ı n ki nde m i ?

Y.A.: O n u temsil eden makinada. O n u n doğuştan ge­


len eğ i l i m i nde ve eğitim ve çevre yoluyla etrafı nda inşa
edilen karakteri nde.

G.A.: İ ki s i arasında doğru o l a na göre m i eylemde bu­


l u n ur?

Y.A.: Ca n ı nasıl i sterse öyle yapacakt ı r. George Was-

1 14
h i n gton'un25 makinası doğru olan eylemde b u l u n u rd u ; Pi­
za rro'n u n26 z i h n i h a n g i s i n i n ya n l ı ş h a n g i s i n i n doğ ru oldu­
ğ u n u b i l i r, a ma Pizarro'n u n içindeki Efendi ya n l ı ş eylemde
b u l u n u rd u .

G.A.: O h a l de, a n l a d ı ğ ı m a göre kötü b i r adam ı n zihin­


sel a ksa m ı saki nce ve ta rafsızca doğru ve a d i l ola n ı işaret
edecektir. . .

Y.A.: Evet, o n u n ahlaki a ksa m ı i se, yapısı uyarı nca,


özgü rce şu veya bu eylemde b u l u n u r ve zihnin bu konu­
ya i l işkin duyg u l a rı na b i r hayl i kayıtsız ka l ı r-ya n i, kalırdı,
eğer z i h n i n herha ngi b i r d uyg u s u o l sayd ı; ki yokt u r. Z i h i n
sadece b i r termometred ir: sıca k l ı ğ ı v e soğ u k l u ğ u gösterir,
ikisi hakkında da daha fazlasını u m u rsa maz.

G.A.: O zaman, bir i ns a n ı n iki şeyden hangisi n i n doğ­


ru o l d u ğ u n u bilmesi d u r u m u nda, onu yapmaya kes i n l ikle
mecbur olduğunu iddia etmemeli m iyiz?
Y.A.: M izacı ve eğitimi, onun ne ya pması gerektiğine
karar verecek ve o da b u n u yapacakt ı r; yapmadan d u ra­
maz, kon u üzerinde h i ç b i r otoriteye s a h i p değ i l d i r. David
için, g i d i p Gol iath'ı öldürmek27 doğru değil miyd i ?

G.A.: Evet.

25 George Washington (1732-1799): A.B.D:nin ilk başkanı; Amerikan Ba­


ğımsız l ı k Savaşı'nda Kıta Ordusu'nun başkomutanı. A.B.D:nin kurucu
babalarından biri olarak kabul edilir.

26 Francisco Pizarro (1476-1541) : Peru'daki İ nka topraklarını fetheden


İspanyol asıllı komutan.

27 Eski Ahit'te ve Tanah'ta geçtiği haliyle, sonradan İsrail kralı olacak Da­
vid'i n kendinden çok daha iri cüsseli ve tepeden tırnağa zırhlanmış
ve silahlanmış Filistinli savaşçı Goliath'ı zırhsız ve sadece b i r sapanla
silahlanmış halde yendiği anlatılan mesel. Büyük sorunlar karşısında
korkmamanın, cesaret göstermenin erdemi ile ilgili olara k örnek ve­
rilir.

1 15
Y.A.: O za m a n herhangi başka b i r i s i n i n de ayn ı s ı n ı
yapması eşit derecede doğru olmayacak m ıyd ı ?
G.A.: Kes i n l ikle.

Y.A.: O halde, buna ka l k ı ş m a k doğ uştan b i r korkak için


de doğru olur muyd u ?
G.A.: O l u rd u-evet.

Y.A.: H iç b i r doğ uştan korka ğ ı n buna asla ka l kı ş maya­


c a ğ ı n ı b i l iyorsun, değ i l m i ?

G.A.: Evet.

Y.A.: Doğ u ştan b i r korkağın ya p ı s ı n ı n ve m izac ı n ı n


o n u n böyle b i r şeye b i r kez o l s u n teşebbüs etmes i n i n
ö n ü n d e m utlak v e a ş ı l a m az bir e n g e l o lacağ ı n ı b i l iyorsun,
değil m i ?

G.A.: Evet, b i l iyoru m .

Y.A.: Doğ u ştan korkak, b u n u denemenin doğru o laca­


ğ ı n ı açı kça i d ra k ed iyor m u ?

G.A.: Evet.

Y.A.: Z i h n i b u n u denemen i n doğru olacağ ı n ı bel i rle­


mekte Özg ü r Seçi m'e sahip mi?

G.A.: Evet.

Y.A.: O halde eğer doğa sı ndaki korkaklık sebebiyle


basitçe buna teşebbüs edemiyorsa, o n u n Özg ü r İ radesi ne
ol uyor? Özg ü r i radesi nerede? Açı k gerçekler aksini göste­
ri rken, neden Özg ü r İ rade'ye sa h i p o l d u ğ u n u iddia ede l i m ?
Hem o hem David doğru o l a n ı aynı şeki lde görüyor d iye,
i k i s i n i n de aynı eylemde bulunmak zorunda o l d uğ u n u n i ç i n
d üş ü n e l i m ? Ayn ı yasa ları keçiye v e aslana niçin dayatal ı m ?

G.A:. Ya n i a s l ı n d a Özg ü r İ rade d iye b i r şey yok m u ?

Y.A.: B e n böyle d üş ü n üyorum. İ rade vard ı r. A m a doğ­


ru ile yanlışa ilişkin zihinsel algılar i l e b i r i l g i si yoktur ve on-

1 16
ların emri nde d eğ i l d i r. David'in m izacı ve eğ iti m i İ rade'ye
s a h i pti ve bu zorlayıcı b i r kuvvetti; David o n u n ka rarlarına
uymak zoru ndayd ı , seçi m şansı yoktu. Korka ğ ı n m izacı ve
eğ itimi İ rade'ye sa h i ptir ve irade zorlayıcıd ı r; korkağa teh­
l i keden kaçmas ı n ı e m reder ve korka k da itaat eder, seçim
şansı yoktu r. Ama ne Davidler n e de korka k l a r, zihinsel h ü­
kü m l e ri n i n karar vereceği iyi veya kötüyü gerçekleştirme
i radesi ne-Özg ü r İ radeye sahip değ i l d i r.

1 17
İ Kİ DEGİL, TEK BİR DEGER

G.A.: Can ı m ı s ı ka n b i r şey va r: Maddi açgözl ü l ü k i l e


ruhsal açgözl ü l ü k a ra s ı ndaki çizgiyi nerede çekti ğ i n i anla­
yamad ı m .

Y.A.: Herhangi b i r çizgi çekmiyorum.


G.A.: Ne demek istiyors u n ?
Y.A.: Maddi açgözl ü l ü k d iye b i r şey yoktur. Tü m açgöz­
l ü l ü kler ru hsa l d ı r.

G.A.: Tüm i stekler, a rzular, h ı rs l a r ruhsaldır, h i ç b i r za­


m a n maddi değ i l d i r, öyle m i ?

Y.A.: Evet. İçindeki Efendi her d u ru mda kendi ruhunun


m e m n u n ed i l mesini ister- ya l n ızca b u n u . Başka hiçbir
gereks i n i m i yokt u r, başka hiçbir kon uya ilgi d uymaz.

G.A.: Ah, hadi a m a ! B i r i s i n i n parasına h aset ettiği za­


man-bu çok ba riz bir şekilde maddi ve tiks i n d i rici değ i l
mi?

Y.A.: Hayır. Para sadece b i r simgedir-görü n ü r v e so­


m ut bir biçimde ruhsal arzu yu temsil eder. İ stediğin her­
'

h a n g i sözüm ona maddi şey sadece b i r sembold ü r: O şeyi


kendisi için değil, o an için r u h u n u m e m n u n edeceği için
istersin.

1 19
G.A.: Detayland ı r l ütfen.
Y.A.: Pekala. Özle m i çeki len şey belki d e yen i b i r şap­
kad ı r. O n u a l ı rs ı n ve k i b ri n okşa n ı r, r u h u n memnun o l u r. Di­
yel i m ki arkadaşların şapkayı aşağ ı la d ı , o n u n l a d a lga geçti;
şapka a n ı nda değeri n i kaybeder, ondan uta n ı rs ı n, onu göz
önü nden uza klaştı rırsın, b i r daha o n u görmek istemezsi n .

G.A.: San ı rı m a n l ıyorum. Deva m et.


Y.A.: O aynı şa pka, değil mi? H iç b i r değişikliğe u ğ ra­
madı. Ama sen i n isted i ğ i n şapka değildi, onun tem s i l ettiği
şeydi yaln ızca-ruhunu hoş tutacak ve memnun edecek
bir şey. B u n u başara m a d ı ğ ı za man, tüm değeri kaybo l d u .
H iç b i r maddi değer yoktur, sadece r u h s a l o l a n l a r vard ı r.
Aktüel, gerçek b i r maddi değer için boşuna a ra n ı p d u rur­
sun-çü n kü böyle b i r şey yokt u r. B i r an i ç i n b i l e sa h i p ol­
duğu tek değer, arkasındaki ruhsal değerd i r: ruhsal değeri
ortadan ka l d ı r, a n ı nda değersizleşi r, tıpkı şapka g i b i .

G.A.: B u n u pa raya kadar genişlete b i l i r m i s i n ?


Y.A.: Evet. Para sadece b i r s i mged i r, h i ç b i r maddi de­
ğeri yoktur; sen o n u s ı rf kendisi için a rzu l a d ı ğ ı n ı s a n ı rs ı n,
a ma a s l ı n d a böyle deği l d i r. Onu, getireceği ruhsal mem­
n u n iyet için a rzularsın, eğer bunu başara mazsa, değeri­
nin g ittiğ i n i keşfeders i n . Bir servet biriktirene kadar köl e
g i bi çalışan, h uzu rsuz, tat m i n siz b i r adama d a i r b i r şöyle
b i r h i kaye va r. Serveti b i ri ktird i ğ i n d e çok m u t l u o l m uş, se­
vinçten hava l a ra u ç m u ş. Derken b i r hafta içinde b i r veba
s a l g ı n ı tüm ya k ı n l a r ı n ı a l ı p götü rmüş ve o n u k i m sesiz bı­
rakmış. Para s ı n ı n değeri gitmiş. D uyd u ğ u sevi n c i n pa ra n ı n
kendisinden değil, a i l e s i n i n pa ra n ı n b o l b o l sağ l a d ı ğ ı haz
ve zevk ile neşelenmes i n i n ona verd i ğ i ruhsal m e m n u n i ­
yetten g e l d i ğ i n i fa rk etm i ş. Para n ı n h i ç b i r maddi değeri
yoktur; eğer ruhsal değeri n i a l ı rsan geriye sü prü ntüden
ba şka bir şey ka l maz. Küçü k ya d a büyük, heybet l i ya da

120
önemsiz t ü m şeyler için böyled i r bu - h i ç b i r istisna yok­
t u r. Taç l a r, asalar, bozu k pa ra l a r, sa hte m ücevherler, köyde
a d ı n ı n kötüye ç ı kması, d ü nya ça pında şöh ret-bunların
hepsi aynıd ı r, h i ç b i r maddi değere s a h i p değildirler: ruhu
m e m n u n ederken değerl i d i rler, b u n u başara m a d ı klarında
değersizd irler.

121
ZOR BİR SORU

G.A.: Anlaşılması zor term i noloj i n l e s ü rekli kafa m ı ka­


rıştı rıyor ve a l l a k b u l l a k ediyors u n . Bazen bir i n sa n ı, her biri
ken d i otorite, yargı ve soru m l u l u klarına sahip olan i k i veya
üç fa rklı k i ş i l i ğe böl üyorsun; bu d u rumdayken i n s a n ı kav­
raya m ıyoru m . Ş i m d i ben b i r insandan bahsettiği m de, o tek
bir şey içinde bir bütünd ü r ve zapted i l mesi ve üzeri ne kafa
yoru l ması kolayd ı r.

Y.A.: Bu hoş ve uyg u n, tabi eğer doğruysa. "Be n i m be­


d e n i m" d erken, bu "ben i m" k i m d i r?

G.A.: "Ben''.

Y.A.: O za m a n beden b i r m ü l kt ü r ve "Ben'; o n u n sa h i ­


b i d i r. K i m d i r b u "Ben"?

G.A.: "Ben'; şeyi n büt ü n ü d ü r, ortak bir m ü l kt ü r; vücu­


dun büt ü n ü ne yerleşmiş olan böl ü n me m i ş bir m ü l kiyettir.

Y.A.: Eğer bu "Ben" b i r gökkuşa ğ ı na hayran o l u rsa,


hayran olan şey saçlar, e l ler, top u k l a r ve hepsi d a h i l o l m a k
üzere "Ben"in b ü t ü n ü m ü d ü r?

G.A.: Kes i n l i kl e hayır. Hayran o l a n zihnim d i r.

Y.A.: O zam a n "Ben"i sen böl üyors u n . Herkes yapar


bunu; h erkes yapmak zoru ndadır. O halde, "Ben" kes i n ola­
ra k nedir?

1 22
G.A.: Bence sadece şu iki pa rça d a n o l u şuyor olsa ge­
rek-beden ve z i h i n .

Y.A.: Ö y l e m i d ü ş ü n üyors u n ? Eğer " B e n d ü nya n ı n yu­


varlak o l d u ğ u n a i n a n ıyoru m;' d e rsen, b u n u d iyen "Ben"
k i m d i r?

G.A.: Z i h i n d i r.
Y.A.: "Ba ba m ı n ö l ü m ü için yas tutuyoru m;' dediğin za­
m a n "Ben" k i m d i r?

G.A.: Z i h i n d i r.
Y.A.: Z i h i n , d ü nya n ı n yuva rlak o l d u ğ u na i l işkin d e l i l ­
leri i nceler v e ka b u l ederken d üşü nsel b i r işlevde m i b u l u ­
n uyor?

G.A.: Evet.
Y.A.: Baba n ı n kaybı için yas tutarken d ü ş ü n sel b i r i ş­
levde mi b u l u n uyor?

G.A.: Hayır. B u bir beyin faa l iyeti, beyin-işi değil, b i r his


meseles i d i r.

Y.A.: O za m a n kaynağı zihninde değil, ahlaki bölgende


m i d i r?

G.A.: B u n u ka b u l etm e l iyim.


Y.A.: Zihnin fiziksel donan ı m ı n ı n b i r pa rçası m ıd ı r?
G.A.: Hayı r. Ondan bağımsızd ı r; zihin ruhsa l d ı r.
Y.A.: Ruhsal o l d u ğ u için, fiziksel tesirler ile etki lene­
mez m i ?

G.A.: Hayır.
Y.A.: Beden sa rhoşken z i h i n ayık m ı ka l ı r?
G.A.: Eee . . . Hayı r.
Y.A.: Fizi ksel b i r etki bulunur, o halde?
G.A.: Öyle gözü küyor.

1 23
Y.A.: Çat l a m ı ş b i r kafatası ç ı l g ı n b i r z i h i n i l e sonuçl a n ı r.
Madem z i h i n ruhsal ve fiziksel etki lerden bağımsız, n i ç i n
böyle olsun k i ?

G.A.: E e e . . . B i l m iyoru m .
Y.A.: Ayağ ına b i r a c ı saplandığı nda, b u n u n a s ı l b i l i rs i n ?
G.A.: H issederi m .
Y.A.: Ama b i r s i n i r acıyı beyn ine b i l d i rene kadar b u n u
hissetmezs i n . Fakat y i n e de beyin, z i h n i n ika metg a h ı d ı r
öyle değ i l m i ?

G.A.: Öyle d ü ş ü n üyoru m .


Y.A.: Ama ya macında o l u p biteni fiziksel habercinin
yard ı m ı o l madan öğrenmek için yeteri nce ruhsal değ i l d i r,
öyle m i ? "Ben"i n kim ya da ne o l d u ğ u soru s u n un, hiç de ba­
sit bir soru o l m a d ı ğ ı n ı a l g ı l ıyors u n . Sen, "Ben gökkuşağ ı n a
hayra n ı m;' v e "Dünya n ı n yuva rlak o l d u ğ u n a i n a n ıyoru m;'
d iyorsun ve bu iki d u ru mda, kon u ş a n ı n "Ben"i n tama m ı
değil, ya l n ızca zihinsel k ı s ı m o l d u ğ u n u a n l ıyoruz. "Ben yas
tutuyoru m;' d iyorsu n ve yine "Ben"in ta m a m ı değil, sade­
ce ahlaki k ı s m ı konuşuyor. Sen, z i h n i n ta mamen ruhsal
o l d u ğ u n u söyl üyorsun; sonra "Ac ı içindeyi m;' d iyorsun ve
bu sefer "Ben"in z i h i n sel ve ruhsa l ı n birleşimi o l d u ğ u n u
a n l ıyors u n . H e p i m iz bu "Ben''i, bu bel i rsiz b i ç i m d e k u l l a ­
n ıyoruz, buna çare yok. Şeyin Bütünü i s m i n i verd i ğ i n şey
üzeri nde b i r Efendi ve Kra l hayal ed iyoruz ve ona "Ben" di­
yoruz. Ama o n u ta n ı m l a maya çalıştığ ı m ızda, ta n ı m l a mayı
yapa m a d ı ğ ı m ızı a n l ı yoruz. A k ı l ile d uyg ular, b i rbi rlerinden
o l d u kça bağımsız eyle m l e rde b u l u n a bi l i rler; b u n u n fa rkı n­
dayız. Ayrıca, etrafta her i k i s i n i n de efendisi olan ve mutlak
ve tartışılmaz b i r ben olara k h izmet ede b i l cek ve bu za m i ri
" "

kullandığ ı m ız zaman ne demek isted i ğ i m izi, ne veya kim


h a kkında kon uştuğ u m uzu b i l m e m izi sağ layacak bir H ü ­
kümdar a rıyoruz. Ama bundan vazgeçip o n u b u l a madığı-

1 24
m ızı itiraf etmemiz gerekir. Bana göre, İ nsan pek çok me­
ka n izmadan meyd a n a g e l m i ş bir makinadır; bu m a k i n a n ı n
a h la k i v e zihi nsel mekan izmala rı, doğuştan g e l e n m izaç ve
pek çok çeşit l i d ı ş etki ve eğiti m lerin b i r a raya gel mes iy­
le i n şa ed i l m i ş o l a n b i r iç Efe n d i n i n g ü d ü leri i l e u yg u n l u k
içinde otomatik olarak eylemde b u l u n u rl a r. B i r m a kina ki,
tek işlevi Efend i n i n ruhsal m e m n u n iyet i n i g üvence a l t ı na
a l m a ktı r-efend i n i n a rzuları ister iyi, ister kötü o l s u n; b i r
makina ki, İ radesi m utlaktır v e itaat ed i l mesi gerekir v e h e r
za m a n itaat ed i l i r.

G.A.: Belki "Ben" Nefstir?


Y.A.: Belki öyled i r. N efs ned i r?
G.A.: B i l m iyoru m.
Y.A.: Başka hiç ki mse de b i l m iyor zaten.
EFENDİ TUTKU

G.A.: Efendi nedir?-Veya h a l k ağ ızıyla, B i l i n ç nedir?


Açıklasana.

Y.A.: Bu, bir i n sa n ı n içinde ba rınan, i nsanı ken d i a r­


z u l a r ı n ı ka rşı l a maya zorlayan o gize m l i otokratt ı r. Efendi
Tutku o l a ra k o l a ra k a d l a n d ı rı la b i l i r- Ke n d i n i -Onaylamaya
yön e l i k açlık.

G.A.: Nerede oturur?


Y.A.: İ n sa n ı n a h laki ya pısı nda.
G.A.: E m i rleri, i nsanın iyi l i ğ i için m i d i r?
Y.A.: İ ns a n ı n iyi l iğ i n e karşı kayıtsızd ı r: kend i a rzu l a r ı n ı
doyu rmak h a ricinde h i ç b i r şeyle i lg i len mez. İ ns a n ı n iyi liği­
ne yön e l i k şeyleri terc i h etmesi için eğitilebilir, a m a o n l a rı
yal n ızca kendisini diğer şeylere kıyasla d a ha m e m n u n ede­
ceği için terc i h edecekt i r.

G.A.: O za man yü ksek idea l lere yönelik eğ iti ldiğinde


b i l e i n sa n ı n iyi l i ğ i n i n değil, kend i m e m n u n iyet i n i n a rayı­
şındad ı r.

Y.A.: Doğ ru. İ ster eğiti l m i ş olsun ister eğ itilmem iş, in­
sanın iyi l i ğ i n i u m u rsamaz ve o n u n l a i l g i l e n mez.
G.A.: İ n sa n ı n a h laki ya pısında oturan ahlak dışı b i r
kuvvetm i ş g i b i görünüyor.

Y.A.: İ nsanın a h laki ya pısında otu ra n renksiz b i r kuv­


vetti r o. H a d i gel ona b i r içg ü d ü d iyel i m-iyi a h la k ile
kötü olan arasında ayrım yapmaya n ve yapa mayan, ken­
d i m e m n u n iyeti g ü vence a ltında o l d u ğ u s ü rece -ve her
zaman b u n u g üvence altına a lacaktır- b u n u n i n sa n için
nasıl son u çl a r doğuraca ğ ı n ı u m u rsamayan kör, akıl yürü­
temeyen b i r içg ü d ü .

G.A.: Para a rayışındad ı r v e m u htemelen b u n u n insan


için b i r çıkar sağ l a d ı ğ ı n ı d üş ü n mez mi?

Y.A.: Her za m a n para a rayı şında deği l d i r, her za m a n


g ü ç a rayışında y a da mevki veya h e r h a n g i ba şka b i r mad­
di çıkar peşinde değild i r. Her d u ru mda, hangi yolla o l u rsa
olsun, ruhsal bir m e m n u n iyet peş i nd e d i r. Arzu l a rı i n sa n ı n
m izacı i l e belirlen i r-ve o , m izaç üzerinde efe n d i d i r. M izaç,
B i l i nç, Duyarl ı l ı k, R u h sa l İşta h aslında aynı şeyd i r. Sen h i ç
parayı u m u rsamayan b i r i n s a n i şittin m i ?

G.A.: Evet. Çatı katı ndaki oda s ı n ı v e kitaplarını, yüksek


maaş veren bir iş yerinde başlamak için terketmeyecen b i r
alim.

Y.A.: Efe n d i s i n i -ya n i m izacını, R u h sa l İ şta h ı n ı- tat­


m i n etmesi gerekiyord u ve kita p l a rı pa raya yeğledi. Başka
örnek d u r u m l a r va r m ı ?

G.A.: Evet, m ü nzevi.


Y.A.: Bu iyi bir örnek. M ü nzevi ya l n ızlığa, açlığa, soğu­
ğa ve çeşitli teh l i kelere -bu şeyleri ve d uayı ve derin d ü ­
şü nceyi pa raya veya herhangi b i r gösterişe veya pa ra n ı n
alabileceği l ü kslere yeğ leyen otokratı n ı m e m n u n etmek
için- göğüs gere r. Başka ları da var m ı ?

G.A.: Evet. Sa natçı, şair, b i l i m a d a m ı .

1 27
Y.A.: Onların otokratları, ister iyi ister d ü ş ü k ücretl i ol­
sun, bu meslekleri n i n deri n hazları n ı piyasadaki diğer işle­
re ne pa hasına o l u rsa olsun yeğ tuta rlar. Efendi tutku n u n
-ru h u n m e m n u n edilmesinin- sözde maddi kaza n ç,
maddi refa h ve na kite ve tüm bun ların ya n ı nd a pek çok
şeye i l g i duyd u ğ u n u fark ediyorsun değil m i ?

G.A.: S a n ı rı m b u n u ka b u l etmeliyim.
Y.A.: Bence de etmelisin. Devlet m e m u riyet i n i n yükle­
rini, s ı k ı ntıları n ı ve seçki n l i ğ i n i reddedecek m izaçlar, belki
de t ü m b u n l a ra açl ı k duyan m izaçlar kadar faz l a d ı r. Bir M i­
zaç grubu ru h u n m e m n u n iyetini, ya l n ızca b u n u arar ve bu
d u ru m diğer m izaç grubu için de ta mamen ayn ı d ı r. H içbiri,
ruhun m e m n n u n iyeti dışında bir şey ara maz. Eğer m izaç
gruplarından birisi aşağ ı l ı ksa, her ikisi de aşağ ı l ı kt ı r ve eşit
derecede a şağı l ı ktırlar, zira göz önünde olan gaye, her iki
d u ru mda d a ta m o l a ra k ayn ı d ı r. Ve her iki d u rumda M izaç,
seçime karar veri r-ve M izaç doğuşta n d ı r, sonrada n ya p ı l ­
m ı ş değildir.

128
SON UÇ

Y.A.: Tat i l e m i çıkm ıştın?


G.A.: Evet, b i r hafta l ı k b i r dağ yü rüyüşü. Kon u şmaya
hazır m ı s ı n ?

Y.A.: O l d u kça hazı rım. N eyle başlaya l ı m ?


G.A.: Eee, yat ı p d i n l e n i rken, i k i g ü n v e gece boyun­
ca, tüm bu kon u ş m a ları etrafl ıca d ü ş ü n d ü m ve d i kkatl i ce
yen iden i nceled i m . Şu son uca vard ı m : ya ni. .. ya ni. .. İ n sa n
hakkındaki d üş ü n celeri n i g ü n ü n birinde yayı nlamaya n i ­
yet i n v a r m ı ?

Y.A.: Ş u s o n yirmi y ı l içinde a ra s ı ra, içimdeki Efendi


d üşü nceleri m i kağıda dökü p baskıya vermem için bana
emir vermeye n iyet eder g i bi oldu. Emrin niçin veri lmedi­
ğ i n i söylemem gerekir mi, yoksa bu kadar basit b i r şeyi be­
nim yard ı m ı m olmadan sen açıklaya b i l i r misin?

G.A.: Senin öğretine göre, bu basitl i ğ i n ta ken d i s i : Dış


etkiler, iç Efendi'ni emri vermesi için ta h ri k etti; d a ha g ü ç l ü
d ı ş etkiler i se o n u cayd ı rd ı . Dış etki ler olmadan, bu g üd ü ­
l e r i n h i ç b i ri asla doğamazd ı , ç ü n kü bir i n sa n ı n beyni ken d i
i ç i n d e b i r fi k i r o l u şturma yetisine sahip değ i l d i r.

Y.A.: Doğru. Devam et.

1 29
G.A.: Yay ı n l a m a veya geri çekme h a l a sen i n Efend i n i n
e l leri nde. Eğer b i r g ü n b i r d ı ş etki Efe n d i n i d ü şünceleri n i
yayı nlama ka ra rına ulaştırı rsa, Efe n d i emri verecek ve ona
itaat edi lecek.

Y.A.: B u doğru. Ee?


G.A.: Deri nlemesine d üş ü n d ü m , öğreti leri n i n yayın­
l a n m a s ı n ı n zara r l ı o lacağ ına ikna o l d u m . Beni affeder mi­
sin?

Y.A.: Seni affetmek m i ? S e n h i çb i r şey ya pmadın k i . Sen


bir enstrü mansı n-konuşan bir megafonsun. Megafo n l a r
o n l a r a racı l ı ğıyla söylenenlerden soru m l u değ i l d i rler. Dış
etkiler -hayat boyu s ü ren öğretiler, eğ itimler, kavra m l a r,
önyarg ı l a r ve diğer i k i nci-el ithalatlar b i ç i m i nde- içindeki
Efend i'yi b u öğ reti lerin yayı n l a n m a s ı n ı n zara rlı olacağ ı n a
ikna etm iştir. Peka la, bu o l d u kça doğa l v e beklene b i l i rdi;
a s l ı nda, kaçı n ı l mazd ı . Devam et, kolay l ı k ve ra hatl ı k uğru­
na, a l ışka n l ığa s ı k ı sıkı tutun: birinci şa h ı s ağzıyla konuş ve
sen i n Efend i n'in bu konuda ne d ü ş ü n d ü ğ ü n ü söyle.

G.A.: Eh, başlangıç o l a ra k, bu kasvetli bir öğreti; i l ha m


verici, şevke get i rici, mora l yükseltici değil. i ns a n ı n içinde­
ki görke m i götürüyor, içi ndeki g u ruru götürüyor, içindeki
kahra m a n l ı ğ ı götü rüyor, o n u t ü m kişisel itibarından, tüm
a l kıştan m a h r u m b ı ra kıyo r; o n u bir m a ki naya i n d i rgemek­
le ka l m ı yor, o n u n m a ki na üzerinde hiçbir kontro l ü n e izi n
verm iyor; o n u basitçe b i r kahve değirmeni h a l i n e getiri­
yor; ne kahveyi tem i n etmesi n e ne de deği rmen i n kol u n u
çevirmesine izin veriyor; tek v e acınası ölçüde m ütevazı
i şlevi n i, yapısı uya rı nca ka hveyi ka l ı n ya da ince çekmeye
i n d i rg iyor; geri ka l a n ı d ı ş etkiler yapıyor.

Y.A.: Doğru b i r şeki lde ifade ett i n . Söyle bana-insan­


l a r b i rb i rlerinde en fazla neye hayra n l ı k d uyarlar?

G.A.: Akıl, cesa ret, beden i n i htişa m ı, çeh ren i n g üzel l i -

nn
ği, hayı rseverl i k, cömertl i k, yüce gön ü l l ü l ü k, şefkat, ka h ra­
m a n l ı k, ve -... ve-

Y.A.: Ben olsam daha i l e ri g itmezd i m . B u n l a r en temel


öğelerdir. Erdem, y ü re k l i l i k, kutsa l l ı k, doğru söz l ü l ü k, sa­
d akat, y ü ksek idea l l e r- b u n l a r ve söz l ü kte b u l u n a n i l g i l i
t ü m nite l i kler, t e m e l öğeler ka rıştı r ı l a ra k, b i rleşti rilerek,
ton lanara k-bu temel öğelerden imal edilmiştir. Tıpkı bi­
risinin mavi ve sa rıyı karıştırarak yeş i l i elde etmesi, ya da
k ı rm ızı öğes i n i deği ş i k l i ğe u ğ ratarak k ı rm ız ı n ı n pek çok
ton u n u ve n ü a n s ı n ı o l u şturması g i bi . Pek çok temel ren k
vard ı r; b u n l a r ı n t ü m ü gökkuşa ğ ı ndadır; biz bu ren klerden
onla rın e l l i ton u n u oluşt u r ve i s i m l e n d i ri riz. Sen i n sandaki
gökkuşağı n ı n temel öğelerini ve aynı za manda tek b i r karı ­
şım'ı i s i m l e n d i rd i n ve ona ka h ra m a n l ı k dedin; ka h ra m a n l ı k
ki cesa ret v e yüce gön ü l l ü l ü kten meydana g e l i r. Bu temel
öğelere sahip olan kişi, öğelerden h a n g i s i n i kendisi i ç i n
i m a l eder? Akıl m ı ?

G.A.: Hayır.
Y.A.: Neden?
G.A.: Akıl doğ u ştan gelir.
Y.A.: Cesa ret m i ?
G.A.: Hayı r. O da doğ u ştan g e l i r.
Y.A.: Bedenin ihtişamı, çehre n i n g üzel l iğ i m i ?
G.A.: Hayır. B u n l a r doğ u ştan haktır.
Y.A.: Diğerleri n i e l e a l -temel a h l a k i n itel i kleri- ha­
yı rseverl i k, cömert l i k, yüce gön ü l l ü l ü k, şefkat; b u n l a rd a n
d ı ş etk i l e r ile beslenerek yeşeren veri m l i toh u m l a r; sözl ü k­
lerd e a d ı geçen e rdemlerin t ü m bu çeşitli karışım ve b i l e ­
ş i m leri: i nsan bu toh u m l a rdan h e r h a n g i b i r i n i i m a l eder
mi, yoksa bu nların hepsi insanın içinde m i doğar?

G.A.: İ n sanın içinde doğar.

131
Y.A.: O za man o n l a r ı kim i m a l eder?
G.A.: Ta n r ı .
Y.A.: B u ndaki i t i b a r kime a ittir?
G.A.: Ta n rı'ya .
Y.A.: Ve ba hsettiğin görkem, a l kış?
G.A.: Ta nrı'ya.
Y.A.: O za m a n i n sa n ı a lçaltan sensin. Sen i n sa n ı s a h i p
o l d u ğ u her değerli şey için ş a n , övgü, poh poh l a n m a hakkı
ta lep eder h a l e geti riyors u n - b u n l a r ı n t ü m ü ödünç a l ı n­
m ı ş süslü kıyafetlerd i r; b u n l a r ı n en değersiz paçavra s ı n ı
bile kendisi kaza n m a m ı ştır, tek b i r ayrı ntısı bile kendi eme­
ğ i i l e ü reti l m e m i ştir. Sen i n san ı bir üç kağıtçı h a l i ne getiri­
yors u n; ben onu bundan daha kötü hale m i getird i m ?

G.A.: Sen o n u b i r ma kina h a l i n e geti rd i n .


Y.A.: Bu zeki v e g üzel mekan izmayı kim tasarladı, i n­
san e l i m i ?

G.A.: Ta n r ı .
Y.A.: İ n sa n ı n b i r ya ndan başka b i r ş e y d ü ş ü n ü rken
veya b i r a rkadaşıyla kon u ş u rken, diğer ya ndan d a b i r pi­
yanoda incelikli b i r müzik parças ı n ı hatasız ve otomatik bir
şekilde tuşlamasını sağlaya n yasayı kim tasa rlad ı ?

G.A.: Ta n r ı .
Y.A.: Ka n ı kim tasa r l a d ı ? Yen i leyici v e tazeleyici akıntı­
l a rı n ı gece g ü n d üz, i n sa n d a n yard ı m veya fi kir a l m a ksızın,
beden boyu nca otomatik olarak taşıyan o harika a ks a m ı
kim tasa rla d ı ? Aksa m ı otomatik çalışa n, i n san ı n i ra d esi ya
da a rzusu ne o l u rsa o l s u n ca n ı ne i sterse o n u n la i l g i lenen,
canı isted iğinde kula kla r ı n ı insa n ı n yakarışlarına tı kaya ra k
t ü m gece i ş l eyen insan z i h n i n i kim tasa rla d ı ? Tü m b u n l a rı
Ta nrı tasarlad ı . İ nsanı b i r makina h a l i n e geti ren ben deği­
l i m, insanı b i r makina h a l i n e Ta nrı getirdi. Ben sadece bu

1 32
olguya d i kkat çekiyorum, başka b i r şey yapm ıyoru m . Ol­
g uya d i kkat çekmek ya n l ı ş m ı ? S u ç mu?

G.A.: Bence eğer za rarı dokunacaksa, b i r olguyu açığa


çıkarmak ya n l ı ştır.
Y.A.: Devam et.
G.A.: Kon u n u n şu a n ki d u r u m u n a bak. İ nsana, Ya radı­
l ış'ın en büyük m ucizesi olduğu öğreti ldi; o buna i n a n ıyor;
t ü m çağ l a r boyu nca, ister ç ı p l a k b i r vahşi o l s u n ya da is­
terse erg uva n ren g i kaliteli keten g iysin ve medeni o l s u n,
b u ndan h içbir za m a n şü phelenmedi. Bu o n u n ka l b i n i kay­
g ısız, hayat ı n ı neşeli k ı l m ı şt ı r. Kendinden d uyd u ğ u g u ru r,
ken d i n e d uyd u ğ u içten l i k l i hayra n l ı k, ken d i s i n i n yard ı m
a l madan gerçekleşt i rd i ğ i n i varsayd ı ğ ı başa r ı l a rd a n dolayı
neşeli ve b u n l a r ı n uyand ı rd ı ğ ı övgü ve alkışla sevinç içinde
olması Ta n rı bunlar o n u yüceltm iş, ona şevk vermiş, o n u
g itgide daha yüksek uçuşlara karşı h ı rsla n d ı r m ı ştır. Tek ke­
l i m eyle, hayatı n ı yaşa maya değer hale geti rmiştir. Ama se­
n i n tasa r ı n l a b i r l i kte b u n u n ta m a m ı yürürl ü kten ka l kı yor;
i n san bir maki naya i n d i rgeniyo r, bir hiçki mseye dönüşü­
yor, onun soy l u g u ru ru sön ü p salt gösteriş h a l i ne gel iyor;,
istediği kada r ça ba l a s ı n d u rsun, h içbir za m a n en aciz ve en
a pta l komşusundan d a ha iyi olamaz; bir d a ha asla neşeli
olamayacak, hayatı yaşa m aya değer o l mayaca k.

Y.A.: Gerçekten böyle mi d ü ş ü n üyors u n ?


G.A.: Kes i n l i kl e böyle d ü ş ü n üyoru m .
Y.A.: B e n i h i ç neşesiz, m utsuz görd ü n m ü ?
G.A.: Hayır.
Y.A.: Eh, ben bu şeyle re i n a n ıyorum. Beni neden m ut­
suz h a l e geti rmediler?

G.A.: Hmm, şey-m izaç, ta b i i ki! Sen bunun tasa rı n ­


dan kaçmasına h i ç b i r za m a n i z i n vermiyo rs u n .

1 33
Y.A.: Bu doğru. Eğer b i r i n sa n m utsuz b i r m izaçla doğ­
d uysa, h iç b i r şey onu m utlu hale getiremez; eğer kişi m ut­
lu bir m izaçla doğd uysa, h i ç b i r şey o n u m utsuz kıla maz.

G.A.: Ne ya n i ? A lçaltıcı ve tüyler ü rpertici bir inanç sis­


temi bile m i ?

Y.A.: İ na n ç l a r? Sadece i n a n ç l a r m ı ? Sadece görüşler


mi? Onlar g üçsüzd ü r. Doğuştan gelen m izaca karşı boşa
ça balarlar.

G.A.: B u na i n a n a m a m ve i n a n m ıyorum.
Y.A.: Ş i m d i aceleyle kon uşuyors u n . O l g u ları titizl ikle
i ncelemed i ğ i n i gösteriyor bu. Ya kın dostların arasında, en
m utlu olan hangisi? B u rgess değil m i ?

G.A.: Ba riz.
Y.A.: En m utsuz o l a n ı h a n g i s i ? Henry Ada m s m ı ?
G.A.: Ş ü phesiz!
Y.A.: O n l a rı iyi tan ı rım. O n l a r aşırı l a r, anormal ler; mi­
zaçları kutuplar kadar zıttır. Yaşam öyküleri aşağı yukarı
benzer-a m a sonuçlara bak! Yaşları aşağı yukarı aynı -
a şağı yuka rı e l l i civa rı. B u rgess her zaman kayg ı sız, u m ut
dolu, mutlu; Ada m s her za m a n neşesiz, u m utsuz, mora­
l i bozuk olm u ştu r. Genç akra n l a r olara k her ikisi de taşra
gazeteci l i ğ i n i denedi-ve başarısız oldu. B u rgess b u n u
u m u rsuyor g i b i göz ü kmedi; Ada m s g ü l ü mseyemedi b i l e,
ya l n ızca o l a n l a r yüzü nden yas tutup h o m u rd a n a b i l d i ve
şöyle şöyle yapmak yerine böyle böyle ya p m a d ı ğ ı için boş
pişma n l ı kl a rla ken d i s i n e işkence etti-ya p m ı ş o l sayd ı o
zaman belki başa r ı l ı o l urdu. İ ki s i de h u ku ğ u denedi-ve
başarısız o l d u . B u rgess m u t l u ka l d ı - ç ü n kü bu konuda
elinden b i r şey gelmiyord u . Ada m s perişan o l d u -ç ü n kü
bu konuda el inden b i r şey g e l m iyord u . O g ü nden bu g ü ne,
bu iki adam g i d i p fa rklı şeyler denemeye ve başarısız ol-

1 34
maya deva m ettiler: B u rgess her seferinde mutlu ve neşel i
olara k devam etti, Ada m s da h e p tam a ks i ne. Biz kes i n l i kl e
b i l iyoruz ki b u a d a m l a r ı n doğuştan g e l e n m izaçları, m a d d i
d u r u m l a rı n ı n t ü m d a l g a l a n ma la r ı na rağmen değişmeden
ka ldı. Gel ş i m d i maddi o l mayan d u ru m larına ba ka l ı m . Her
ikisi de ateşli b i re r Demokrat o l m uştu, her i kisi de ateşli bi­
rer C u m h u riyetçi o l m u ştu, her ikisi d e ateşl i b i re r Bağım­
sız o l m u ştu. B u pek çok politik i na nçta ve b u n l a rd a n her
vazgeçişte, B u rgess hep mutl u l u k b u l m u ş, Ada m s ise m ut­
suzl u k b u l m u şt u r. Her i k i adam da Presbiteryen, Evrenselci,
Metodist, Kato l i k-ve tekrar Presbiteryen, ve tekrar Meto­
d ist o l m uştur. B u rgess bu k ı sa gezi ntilerde her zaman h u ­
zur, A d a m s i s e h uz u rsuzl u k b u l m uştur. Şu a n d a her i k i s i de,
a l ışı lageldik ve kaç ı n ı lmaz o l d u ğ u üzere, H ristiya n B i l i m'i
deniyorlar. H i ç b i r politik veya d i ni inanç B u rgess'i m utsuz
kıla maz veya d i ğe r a d a m ı m utlu edemez. Seni tem i n ede­
rim ki bu ta mamen bir m izaç meselesi d i r. İ na nç l a r edinim­
/erdir, miza ç l a r ise doğuştandır; i n a n ç l a r değişime ta b i d i r,
m izacı ise ne o l u rsa o l s u n hiçbir şey değişti remez.

G.A.: Aşırı m izaçlarla i l g i l i örnekler verm işti n .


Y.A.: Evet, a ş ı rı ol mayan diğer ya r ı m d üzine m izaç, a ş ı r ı
o l a n l a rı n küçük değişi k l i k lere uğra m ı ş h a l i d i r. Ama yasa ay­
n ı d ı r. M izacın üçte-iki m u t l u o l d u ğ u veya ü çte-iki m utsuz
o l d u ğ u d u ru mda, h iç b i r politik veya d i ni inanç bu o ra n ları
değişti remez. M izaçla rın büyü k çoğ u n l uğu oldukça eşit b i r
şekilde dengele n m i ştir; tek b i r yerde yoğ u nlaşma yokt u r
v e bu, b i r u l us u n ken d i politik v e d i ni koş u l l a rı n a uyum
sağla mayı ve onları sevmeyi öğren mesini, o n l a rla tatm i n
o l m a s ı n ı v e sonunda on ları yeğ lemesini sağ l a r. U l us l a r dü­
şünmezler, ya l n ızca hissederler. H i sleri n i beyi n leri i l e değil,
m izaçları yoluyla ikinci elden ed i n i rler. Bir u l u s, tasarlana­
bilecek herhangi bir hükümet veya din türüne -ta rtışma
yol uyla değil, koş u l l a rı n zorlamasıyla- rıza gösterecek

1 35
hale geti rilebi l i r; za m a n içi nde, gerekli koş u l l a ra ken d i s i n i
uyd u racaktır; daha sonra, bu koş u l ları yeğleyecek v e o n ­
l a r için şiddetle kavga edecektir. Ta r i h i n t ü m ü örnek o l a ra k
gözü n ü n önünde: Yu n a n l ı l a r, Roma l ı lar, Persler, M ı s ı rl ı l a r,
Ruslar, A l m a n l a r, Fransızlar, İ n g i l izler, İs panyo l l a r, Amerika­
l ı l a r, G ü ney Amerika l ı l a r, Japon l a r, Ç i n l i ler, H i nt l i ler, Tü rk­
ler- b i n tane vahşi ve uysal d i n , akla gelebi lecek her tür
h ü kü met, ka plandan ev kedisi ne, her ulus ken d i s i n i n tek
gerçek d i n e ve a k l i dengesi yerinde o l a n yegane h ü kü me­
te sa h i p o l d u ğ u n u biliyor. Her biri geri ka l a n l a rı n hepsini
h a k i r görüyor, her b i ri bire r ahmak ve b u n d a n şü phelen­
miyor, her b i ri hayali ü st ü n l ü ğ ü nden gurur d uyuyor, her
b i ri ken d i s i n i n Ta n rı 'n ı n gözdesi olduğundan tamamen
e m i n, her b i ri şüphe d uymaz bir özgüve n l e Ta nrı'yı sava ş
za m a n ı nda idareyi e l i n e a l maya çağı rıyor, Ta nrı d ü ş m a n ı n
ta rafı na geçtiğinde her b i r i şaşı rıyor a m a a l ı ş k a n l ı k gereğ i
b u n u affed i p övg ü lerine deva m edebil iyor-tek kel i mey­
le, t ü m i nsan ırkı h a l inden m e m n u n , her za m a n m e m n u n ,
inatla m e m n u n, y ı k ı l mazcas ı na m e m n u n , m u t l u, m i n net­
ta r, g u rurlu;
dini ne olursa olsun veya efendisi ister kaplan
ister ev kedisi olsun. Gerçekleri m i d i l e get i riyorum? Öyle
yapt ı ğ ı m ı b i l iyors u n . İ nsan ı rkı neşe l i mi? Öyle o l d u ğ u n u
b i l iyors u n . İ n san ı rk ı n ı n nelere göğ üs gere b i l d iğ i n e ve yine
de m u t l u o l a b i l d i ğ i n e bakıyorum da; benim insan ırkı n ı n
önüne o n u n neşes i n i e l i nden a l a b i lecek ya l ı n soğ u k olgu­
sal gerçekleri koya bi leceğ i m i düşü nerek bana fazlaca paye
veriyorsun. H iç b i r şey b u n u başa ramaz. Her şey denendi.
Başarısız oldu. Rica ederim, end işelen me.

1 36
MarH rwaln

insan
N ed ir?

H a lley kuyruklu y ı ld ı z ı n ı n d ü nyadan göründ üğü gün


d o ğa n M a r k Twa i n , b i r k a h i n e d a s ı i le b u yıldızın tekrar
görüneceği gün öleceği n i b i l d i rm i ş . Nitekim, kehaneti
tutmuştu da.
Mark Twa i n ' i n İnsan Nedir? i, uzun bir d i n le n m e
süres i n i n ard ı n d a n v e sadece belirli kişi lere dağıtılmak
üzere, yaln ızca 2 5 0 adet basılmış. Elinizd eki kita p, 240.
n ü sha kull a n ı larak tercüme edildi. İnsan Nedir?'de Twain,
b i l i n e n öykücü tarz ı n ı n dışına çıkıyor ve i n sa n ı n kendi
kendisini sorgula masına yol açacak çarpıcı fikirleri soh bet
havas ı n d a ortaya koyuyor.
Mark Twai n ' i n İnsan Nedir? i ilk kez Türkçe'de.

CD

""=
"'=
<J)=

��
CD""
A
"'= dedalus W> H�

8 ::: THG

01 542
�iiii deneme: on bir FNL
"'
= www.dedaluskitap.com

You might also like