You are on page 1of 77

1

Risale-i Nur Külliyatından

Rumuzat-ı Semaniye
Mecmuası

Müellifi
Bediüzzaman
Said Nursî

Üçüncü Risale Olan Üçüncü Kısım


‫ن الررححيم م‬
‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫بم ح‬
Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ikiyüz (200) aksam-ı i'caziyesinden nakşî bir kısmını
gösterecek bir tarzda, Kur’ân-ı Azîmüşşan'ı, Hâfız Osman hattıyla tayin eden ve Âyet-i
Müdayene mikyas tutulan sahifeleri ve sure-i İhlas vâhid-i kıyas tutulan satırları muhafaza
etmekle beraber, o nakş-ı i'cazı gösterecek tarzında bir Kur’ân yazmağa dair mühim bir
niyetimi; hizmet-i Kur’ândaki arkadaşlarımın nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların
fikirlerini istimzac etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum.
Şu üçüncü kısım Dokuz Mes'ele"dir.
Birinci Mes'ele: Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın enva'-ı i'cazı kırka baliğ olduğunu, İ'caz-ı
Kur’ân namındaki yirmibeşinci söz'de bürhanlarıyla ispat edilmiş. Bu i’cazın bazı enva'ı
tafsilen, bir kısmı da icmalen muannidlere karşı dahi gösterilmiştir. Hem Kur’ânın i'cazı,
tabakat-ı insaniyeden kırk tabakaya karşı ayrı ayrı i'cazını gösterdiği, ondokuzuncu mektubun
onsekizinci işaretinde beyan edilmiş ve o tabakatın on kısmının ayrı ayrı hisse-i i'caziyelerini
ispat etmiş. Sair otuz iki tabaka-i âher, ehl-i velâyetin muhtelif meşrebler ashabına ve ulûm-ı
mütenevvianın ayrı ayrı ashablarına ayrı ayrı i'cazını gösterdiğini ve onlara ilmelyakîn,
aynelyakîn, hakkalyakîn derecesinde Kur’ân hak Kelâmullah olduğunu, iman-ı tahkiklerine
göstermişler. Demek her biri, ayrı ayrı bir tarzda bir vech-i i'cazını göstermişler. Evet ehl-i
marifet bir velinin fehmettiği i'caz ile, ehl-i aşk bir velinin müşahede ettiği cemal-i i'caz bir
olmadığı gibi; muhtelif meşaribe göre cemal-i i'cazın cilveleri değişir. İlm-i usûl-üd dinin bir
allâmesinin ve bir imamının gördüğü vech-i i'caz ile füruat-ı şeriattaki bir müçtehidin gördüğü
vech-i i'caz bir değildir ve hâkeza... Bunların tafsilen ayrı ayrı vücuh-ı i'cazını göstermek
elimden gelmiyor. Havsalam dardır, ihata edemiyor. Nazarım kısadır göremiyor. Onun için
yalnız on tabaka beyan edilmiş, mütebâkisi icmalen işaret edilmiş. Şimdi o tabakalardan iki
2

(A.S.M.)
tabaka, Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesinde çok izaha muhtaç iken, o vakit pek noksan
kalmıştı. Birisi:”Kulaklı tabaka" tabir ettiğimiz âmî avamdan; yalnız kulakla Kur’ânı dinler,
kulak vasıtasıyla i'cazını anlar. Yani der:”Şu işittiğim Kur’ân, başka kitablara benzemiyor. Ya
bütününün altında olacak veya bütününün fevkinde olacaktır. Umumun altındaki şık ise kimse
diyemez ve diyememiş, şeytan dahi diyemez. Öyle ise, umumun fevkindedir." İşte bu kadar
icmal ile Onsekizinci İşaret'te yazılmıştı. Sonra onu izah için Yirmialtıncı Mektub'un”Hüccet-
ül Kur’ân Alâ Hizb-iş Şeytan" namındaki Birinci mebhası, o tabakanın i'cazdaki fehmini
tasvir ve isbat ediyor.
İkinci Tabaka: Gözlü tabakasıdır. Yani: Âmi avamdan veyahut aklı gözüne inmiş
maddiyunlar tabakasına karşı, Kur’ânın göz ile görünecek bir işaret-i i'caziyesi bulunduğu,
Onsekizinci İşaret'te dava edilmiş. Ve o davayı tenvir ve isbat etmek için, çok izaha lüzumu
vardı. Şimdi anladığımız mühim bir hikmet-i Rabbaniye cihetiyle o izah verilmedi. Pek cüz'î
birkaç cüz'iyata işaret edilmişti. Şimdi o hikmetin sırrı anlaşıldı ve te'hiri daha evlâ olduğuna
kat'î kanaatımız geldi. Şimdi o tabakanın fehmini ve zevkini teshil etmek için; kırk vücuh-ı
i'cazdan göz ile görülen bir vechini ve o vechin on cüzünden bir cüzünü Kur’ânın nakş-ı
hattında göstermeyi niyet ettik. Vakt-ı merhunu geldiğini telakki ediyoruz. O sair vücuh-ı
i’caziye ise bir kısmı Yirmibeşinci Söz’de kısmen tafsilen, kısmen icmalen beyan edilmiş. Bir
kısmı sair sözlerde müteferrik parçaları zikir edilmiş bir kısmı Arabi risalelerimde onlara
işaret edilmiş ve bilhassa nazm-ı Kur’ândaki i’caz-ı belagatı kim görmek isterse İşarat’ül
İ’caz namındaki Arabiyy’ül ibare olan tefsire baksın. Baştan aşağıya kadar o i’cazı tahlil edip
ilmi bir surette göstermiştir. Hakaik-i Kur’âniyenin hakkaniyet cihetinden gelen i’caz-ı
maneviyi kim görmek isterse Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur eczalarına baksın. Onlar o
i’caz-ı manevinin ünvanlarıdır Onlarda gâyet parlak o i'caz görünür.
İkinci Mes’ele: sözler namındaki yazılan risaleler Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyanın bir nev'
tefsir-i hakikisi olduğunu ve o tefsirin te'lifinde merci' ve me'haz ve hakiki üstad ve tam
rehber srf ayat-ı Kur’âniye olduğu ve bu fakir ve aciz bu müellifin hissesi onda sırf bir
tercüman olduğunu ve doğrudan doğruya o risaleler Kur’ânın hakaiki ve o hakaikın
bürhanları olduğunu ve Kur’ânın elinde bir kılıç hükmünde olarak o Kale-i İslamiyeye gelen
tehacüme karşı davranan ve manen Kur’ânın manası ve layenfek ve ondan gelmiş manevi bir
cüzü olduğunu bütün kuvvetleriyle o Kur’âna bakar ve işaret ederler ve onu hedef ittihaz
ederler ve ayatından gelen sünuhat ve ilhamat olduğunu ve müellifinin iktidar ve ihtiyarının
pek fevkinde bir tarzda olduklarını mükerreren isbat edip beyan ettiğimiz halde Kur’ân
namına ve Kur’ân hesabına rekabetkarane bunlara bakmak ve onlardaki i'caz-ı Kur’ândan
inikas eden cilveleri Kur’ânın hakiki i'cazıyla muvazene etmek ve rekabetkarane onların
sukutunu ve kesadını ve çürüklüğünü arzu etmek elbette Kur’âna sadakat değil. Çünkü
Kur’ânın elindeki kılıncı Kur’âna çevirmek ve Kur’ânın sadık hizmetkarını Kur’âna karşı
mübareze vaziyetini vermek ve Kur’ândan gelen ve Kur’ânın nurundan ve mizan-ı i’cazında
bulunan nurlarını Kur’âna karşı muvazene etmek elbette bir hıyanettir ve bir cinâyettir. Sakın
dikkat ediniz ki nefs-i emmare sizi bu cihette aldatmasın hem Kur’ân-ı Azîmüşşan'ın güneşini
ayinelerdeki küçücük cilveleriyle muvazene edip kıymetini tenzil etmek ve cidden iltizam ve
muhabbete layık olan o nurlara Kur’ân hesabına bir nev' adavetkârane ve tenkitkârane
bakmak onların feyizlerinden mahrum kalmak gibi bir divaneliktir. Acaba ehadîs-i şerife
Kur’ânı tefsir ederken Kur’ân ile muvazene edilebilir mi? Hakiki bir tefsirdeki ayatın güzel
hakikatleri hakaik-i Kur’âniye ile muvazene edilebilir mi? Halbuki risaleler ise doğrudan
doğruya üstadı, menba'ı, manası ve neticesi hakaik-i imaniye ve Kur’âniyedir. Ve o hakaikın
bürhanlarıdır. Madem hakikat budur. O risalelerde tezahür eden tevafukat-ı gaybiye doğrudan
doğruya Kur’ân-ı Hakîmin bir nev’ cilve-i i’cazıdır. Çünkü o risaleler Kur’ânın i’caz-ı
manevisinin numuneleridir. Ve onlardaki tevafukat-ı gaybiye o i’caz-ı manevisinin tecessüm
etmiş bir nakşıdır denilebilir. Çünkü o
3

hakaikın mevzuniyeti ve intizamı ve güzelliğidir ki öyle muntazam üslûb libasını giyer çıkar.
(A.S.M.)
Üçüncü mes’ele: Kaç sene evvel Mu’cizat-ı Ahmediye içindeki i’caz-ı Kur’ânı
beyanda aklı gözüne inmiş tabakasına karşı göz ile görünecek bir nakş-ı i’cazı kalb aradı. O
zaman berk-i hatif gibi bir sahife-i Kur’âniyede mükerreren lafzullah muntazam bir kavs
suretinde göründü. O cihette lafzullahtaki müteaddit emarat-ı i’caziyeyi yazmak lazım iken
bana unutturuldu. Yüzüm başka cihetlere çevrildi. Karşı karşıya ve bir sayfa arkasındaki
sayfalarda böyle lafzullah’ın tekraratı manidar bir nisbet-i adediye ile göründü. Hem bazı
kelimat-ı Kur’âniyenin yaprakları arasında birbirine bakması ve muvazi gelmesi gibi birkaç
cüz’iyata işaret edildi. Halbuki o cüz’iyat o mes’eleye hiçbir cihetle kafi gelmiyordu. Bir
zaman sonra lafz-ı Kur’ân ile lafz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmda tevafukat-ı
gaybiye tabir ettiğimiz bir vaziyet-i harikulade gördük. İ’caz-ı Kur’âna aid Yirmibeşinci Söz
olan risalede Kur’ân lafzı o işareti verdi. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
(A.S.M.)
mu’cizatında Resul-i Ekrem kelimesi aynen o işareti verdi. İman-ı billah’a dair olan
sair müteaddit risalelerde lafzullah o işareti vermedi. Çünkü lafzullah nadir zikrediliyordu.
Onun yerinde Cenab-ı Hak kelimesi Sâni'-i Hakîm, Hâlık-ı Rahim gibi sair esma-i hüsna ile
tabir edilmiş. Lafzullah o erkan-ı imaniyenin en a’zamı olan iman-ı billah risalelerin içinde en
(A.S.M.)
çoğuna en mühimlerine sahib olduğu halde i’caz-ı Ahmediye ile i’caz-ı Kur’âniyenin
işaretleri gibi parlak işaret vermemesi şimdi katiyen gördük ki o işaret ise Kur’ân-ı Azîmüşşan
o kadar parlak göstermiştir ki hiçbir cihette ihtiyaç kalmamış ki başka yerde tezahür için
cilvesi görünsün. Evet Kur’ân-ı Azîmüşşanda lafzullah çok nurani ve kesretle çok manidar ve
vüsatle çok nükteler var. Ve hikmetle tekrar edilmiş ki akıl anlasa ‫له‬ ‫ سبحان ال مل‬kalb derk
etse ‫له‬‫ بار ال مل‬göz görse ‫ ماشاء الملله‬diyecektir. Amma lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ise Kur’ânda pek azdır. Ve o kısımda tevafuktan ziyade başka
sırlara medardırlar. Onun için kanaatimiz geldi ki Kur’ândan tereşşuh eden ve Kur’ândan
gelen risalelerde lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o işarete
Kur’ân hesabına mazhar edildi. Ve lafzullah Kur’ân merkezinde bırakıldı.
Dördüncü mes’ele: Bu hafız Osman hattıyla yazılan aynı Kur’ânı tedkik ettik. Başta
lafzullah olarak gâyet manidar tevafukat-ı gaybiyeyi gördük. Ben kendi Kur’ânımda o
tevafukata birer birer işaret koydum. Dikkat ettik ki satırlar ve âyetler ortasındaki fasılalar
intizamsız olduğu için tevafukatı kısmen bozulmuş. Onunla beraber bize kanaat geldi ki
tevafuk matlubdur. Çünkü tekrar eden kelimat üstünde tekerrürden gelen kusuru izale edecek
bir zinet ve bir güzelliktir. Ve anladık ki sayfa ve satırları değiştirmemekle beraber tekellüfsüz
o tevafukat-ı matlube bir derece gösterilebilir. Ve onu göstermekle hatt-ı Kur’âniye bir zevk
bir şevk uyandıracak. Ve göz ile görünecek on emarat-ı i’caziyeden bir emareyi izhar etmek
niyetiyle hizmet-i Kur’ândaki arkadaşlarımı meşveret ve muavenete davet ederek bu
mes’eleyi nazarlarına arz ediyorum.
(Hâşiye)
Beşinci mes’ele: Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyanda tevafukatın enva’ı var. Tevafukat-
ı nakş-ı lafzîden başka tevafukat-ı maneviyesi var. Hem çok manidar ve çok vardır. Tevafukat-
ı lafzîyesi ise üç tarzdadır. Biri bir tek sayfada, ikincisi karşıki sayfada, üçüncüsü yapraklar
arasında bir tevafuktur. Birinci tarzı, Kur’ânın i’caz-ı manevisinin ünvanları olan risalelerde
cilvesi in’ikas etmiş görünüyor. İkinci kısım bir zat-ı mübarekin yazdığı bir Kur’ânı gördüm
ki karşı karşıya olan sahifelerin tevafukatı kırmızı hatla gösterilmiş. Demek o nevden bir
derece beyan edilmiş.

(Hâşiye)
Tevafukat ise ittifaka işarettir. İttifak ise ittihada emaredir. İttihad ise vahdete alamettir. Vahdet
ise tevhidi gösterir. Tevhid ise Kur’ânın dört esasından en büyük esasıdır.
4

Üçüncü tarz ise Kur’ân kelam-ı Ezeli olduğundan ve kelime-i vahid hükmünde
bulunduğundan ve ayatı birbirine bakmasından ve birbirini tefsir etmesinden anlaşılıyor ki bir
sahifede kelimeler birbirine baktığı ve bir intizam-ı tevafukkarane gösterdiği gibi Kur’ânın
mecmuunda aynı hal vardır. Filcümle bazı numunelerini ve tereşşühatını gördük ve bize
kanaat-i kat’iye verdi ki: o tereşşühatın safi bir menbaı var. Mesela iki gün evvel Sure-i nahl
ve Sure-i İsra’yı okudum. Sure-i İsrada ikiyüzseksen beşinci sahifede üç Kur’ân kelimesi
gördüm. İkisi tam muvazi birbirine bakar: üçüncüsü terazinin iki dili gibi üstünde ve satırın
başında durmuş. Merak ettim tevafuk matlub iken neden bu dil nizama girmemiş. Birden
hatıra geldi ki şuradaki Kur’ân kelimelerinin vazifeleri yalnız bu sahifede değil. Güzellikleri
ve nizamları başka sahifelere de bakabilir. Baktım ki başta ve dördüncü satırdaki Kur’ân
kelimesi üç sahife sonra ‫جرم‬ ْ‫ن ال ح ف‬
‫ف ح‬ ْ‫ وفْققحرا م ف‬kelimesine bakmakla beraber o ‫جرم‬ ْ‫ن ال ح ف‬
‫ف ح‬ ْ‫ققحرا م ف‬
arkasındaki ‫قحرا م م‬
‫ن‬ ‫ذاال ح ق‬
ْ‫حفى هم ف‬ kelimesinin zahr ve batnı hükmüne geçip kağıt bıçakla kesilip
çıkarılsa iki gözlü bir kelime olur. Sonra muvazeneden çıkan ْ‫قققحرا م ف‬
‫ن‬ ‫ت ال ح ق‬ ْ‫ذاقفْفْرا ح ف‬ ْ‫ا م ف‬
kelimesine baktım yani sekiz (8) sahife yukarıda Sure-i Nahl’de aynen ‫ن‬ ْ‫قحرا م ف‬ ‫ت ال ح ق‬ ْ‫ذاقفْفْرا ح ف‬ ْ‫ففْا م ف‬
‫ست فْعمذ ح مبالل ملهم‬‫ فْفا ح‬gördüm. Aynı satır aynı vaziyet pek manidar bir tarzda gördüm ‫ه‬ ‫مد قل مل مل ق‬
‫ح ح‬ ْ‫ا فْل ح ف‬
anladım ‫ه‬ ‫ فْبافْر الل مل ق‬ne kadar güzel ‫ ماشاء الملله‬ne kadar latif vazifeleri var dedim.
Altıncı mesele: Kur’ân-ı Hakim’in i’cazının enva’larının perde altında kalması ve
bilhassa gözle görünecek nev’i her kese görünmesi lazım gelirken gizli kalması ve ileri
gitmemesi beş sebeb ve hikmetten ileri geliyor. [Birinci sebeb] Din ve iman ve teklif bir
tecrübe-i İlahiye ve bir imtihan-ı Rabbani’dir ki: ervah-ı aliyeyi ervah-ı safileden, ulvi
fıtratları süfli fıtratlardan ve yüksek isti’datları bozuk isti’datlardan tefrik ve terbiye etmek
için bir musabakadır. Perdeli ve nazari bir surette kalmak içindir ki: o i’cazlar perdeli
kalmışlar. Yoksa her kes gözüyle görse idi imanı kazanmaktaki müsabaka ve mücahede-i
maneviye zenbereği dururdu. Terakkiyat olamazdı Ebu Cehil de Ebu Bekir Sıddık (r.a.) gibi
tasdik edecekti. Onun için Kur’ân-ı Hakîm akla kapı açar haydi git bul diyor. Fakat aklın
elindeki ihtiyarı almıyor. İster istemez mecbur etmiyor. [İkinci sebeb] Umum mu’cizat için
değil yalnız şimdiki mes’elemize taalluk eden ikiyüz eczadan bir cüz’ü olan ve san’at-ı
bediiyede dahil olan lafzî tevafukatı ileri sürmemesi ve gizli kalmasının bir sebebi şudur ki:
Kur’ân-ı Hakîm bir maide-i semaviyedir. Ruhların gıdalarını kulub ve ukulun erzaklarını
cami’dir. O gıdaların kabları ve zarfları hükmünde olan elfazdaki zinet ve san’ata nazar-ı
dikkati celb etmek o hakaike karşı bir gaflet perdesi olur. Onun içindir ki Kur’ân-ı Hakîm lafz
ve fenn-i bedia aid mezayayı idame ettirmiyor. Kafiyeyi değiştirir, sun’u fıtrî bir tarzda
bırakıyor. Kasdı işmam edecek ve nazar-ı dikkati celb edecek bir tarz vermiyor. Ta manadan
zihni müşevveş etmesin ve hayal dahi kalbi aldatmasın. Evet ulema ilm-i belagatın
mabeyninde en kuvvetli kaidelerinin ve düstur-ı esasilerinin biri şudur ki: fenn-i maanî ve
fenn-i beyana aid mezaya ve nükteler kasdî olmamalı, irade ile emare üstünde bulunmamalı,
ta belagat üstünde bulunsun. Fenni bedia aid olan ecnaslar ve san’at-ı lafziye gibi fenn-i bedi’
nakışları şart-ı makbuliyeti adem-i kasttır. Yani fıtrî bir tarzda olmalı, yoksa tasannu’ ve
tasalluf ve tekellüf olur. Belagati kırar. İşte bu düstura binaendir ki şu belagatte derece-i i’caz
sahibi olan Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan san’at-ı bediiyede fıtrî bir tarzda gidiyor. Manadan zihni
çevirecek bir surette musırrane idame etmiyor. Şu tevafukat ise o da fenn-i bedia aid bir
san’at-ı lafziye hükmüne geçtiği için Kur’ân-ı Hakîm lafzullah müstesna olarak sair
tevafukatta çok ileri gitmemiş, fıtrî ve manidar bir tarzda bırakmış. Lafzullah’ın ise birkaç
cihette aynı belagat ve mahz-ı hikmet bir surette sırlara cami’ vaziyetleri var.
Üçüncü sebeb: Gözle görünecek lafzî nakşî mezayalar mananın hüsnünden ve
cemalinden ve intizamından ileri gelmezse kabil-i taklittir. Kolayca onun naziri kasden
yapılabilir. Halbuki i’caz taklit edilmeyecek bir tarzda olacak. Hatta bu tevafukat-ı gaybiye
5

tabir ettiğimiz san’at-ı bedia i’cazın ecza-yı hakikiyesinden değil. Belki bir nev’ i’cazın
vazifesini gördüğü için i’cazın eczası içine dahil olmuştur. Çünkü i’caz gösteriyor ki Kur’ân
Kelamullah’tır. Beşerin kelamı değildir. Şu tevafukat-ı gaybiye dahi madem tesadüf işi
olamıyor ve fikr-i beşerin düşünüşü değildir. O da delalet eder ki o kelam gaybtandır beşerin
sözü değildir. Eğer tevafukata kast girse delalet-i hassası gaib olur. İşte bu sırra binaendir ki
risalelerde Kur’ânın fıtrî ulvî tevafukatından in’ikas eden cilvelerini üç dört sene sonra
gördük ve hiçbir kasıt ve şuurumuz taalluk etmediğine kanaatimiz geldikten sonra onu
Kur’ânın bir keramet-i i’caziyesi diye ilan ettik. Ve kanaatimiz geldi ki Kur’ân-ı Hakîm kendi
i’caz-ı manevisinin tercümanları ve ünvanları olan risaleleri o keramet-i i’caziyeye mazhar
etmiş. Adeta tevkil etmiş.
Bilhassa Kur’ânda az tekerrür eden lafz-ı Kur’ân ile lafz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâm ayineleri olan sözlerde tevafukat-ı gaybiyeye mazhar etmiş ve kendi merkezinde
lafzullah bir çok esrar-ı i’caziye ile beraber o tevafukatı göstermiş. Biz de inşaallah
lafzullahın tevafukatı göze görünecek bir tarzda yazacağız. Sair tevafukata kısmen işaret
edeceğiz.
Dördüncü sebeb: Kur’ân-ı Hakîm madem umum beşerin umum tabakatının mürşidi
ve muallimidir. Ve küçük bir kutudan ta büyük bir sandığa kadar ayrı ayrı şekillerde yazılıyor.
Elbette bir kayıt altına alınmayacaktır. Eğer tevafukat bir esas-ı mühim tutulsa idi o tevafukatı
muhafaza ettirmek için bir tarz-ı hat kayıt altına alınması lazım gelirdi. Binler cilveleri
muhtelif muzaaf Suretinde gaib olurdu. Beşinci sebeb şudur ki tevafukat müteşabih olur.
İltibasa sebebtir. Hıfzı işkâl eder. Halbuki Kur’ânın hıfzı ehemmiyetle matlubtur. Onun için
bu nev’ tevafukatı çok ileri sürmemiş.
Yedinci mes’ele: Kur’ân-ı Hakîm’i yeni bir tarzda yazmaktaki niyetimin sebebleri
üçtür. [Birincisi] Hutut-ı Kur’âniyenin muhafazasına hizmettir. Çünkü gördüm ki sözlerde
tevafukatın zuhuruyla fütura düşen müstensihlerin şevkini yeniledi. Gayrete geldiler. Yeni bir
heves uyandı. Kendine yazanlar tekrar yazmağa başladı. Hem yüzler âdemlerin sözlere ve
dolayısıyla hakaik-i Kur’âniyeye karşı imanları kuvvetlendi. Hatta bir kısım dinsizler dahi o
tavafukatı görüp inkar edemedikleri için ikrara mecbur oldular. Hatta bunlardan birisi demiş:
Bunları ikrar etmem fakat inkar da edemem. Çünkü gözümle görüyorum demiş. Madem
Kur’ânın ayineleri olan sözlerde bu hal iki mühim faideyi veriyor. O iki faideyi vermesiyle
emniyetimiz geldi ki bir inâyet-i İlahiyedir. Ve içinde bir işaret var. O ayinelerdeki cilveler
Kur’ânın malı olduğu gibi ve Kur’ândan geldiğini ve Kur’ânın hesabına geçtiğini ve
hakaikınin güzelliğinin namına bulunduğunu göstermek için o tevafukatın menba-ı
nuranisinin bir kısmını göstermek suretinde mevcut ve matbu’ Hafız Osman hattıyla Kur’ânın
sahife ve satırlarını muhafaza etmek şartıyla yeni bir Kur’ânı yazdırmayı niyet ettik. Evet
Hafız Osman hattıyla matbu’ Kur’ânda ne gibi mezaya görünse kâtiblerin ve müstensihlerin
hüneri olamaz. Doğrudan doğruya Kur’ânın mezayasıdır. Çünkü en büyük âyet olan âyet-i
Müdayene o mushafın sahifelerinde vahid-i kıyas ittihaz edilip ona göre sahifeler taayyün
etmiş. Ve onlarda çok mezaya tezahür etmiş. Ezcümle bütün sahaifin ahirinde güzel ve
muvafık hatimeler ile âyet tamam oluyor. Hem o mushafın satırları için vahid-i kıyas en kısa
Sure olan Sure-i Kevser ile Sure-i İhlas esas tutulmuş. Madem Kur’ânın âyet ve suresinin
mikyasıyla olmuştur. O hatta ne kadar mezaya varsa doğrudan doğruya Kur’âna aidtir.
[İkinci sebeb] Kur’ân-ı Hakîmin meani ve hakaikınde esrar ve işaratında olduğu gibi
elfaz ve hurufunda dahi çok esrar ve mezaya bulunduğuna bir zemin ihzar etmek için
lafzullahın binde bir sırrına işaret edecek bir tarzı yazmak ve bizden sonra gelenler inşâallah
daha büyük esrarları o anahtarla açacak temennisidir. Ve nazar-ı dikkati Kuran’ın hattına
çevirmek ve hakaikıne ehemmiyetle baktırmak niyetidir.
[Üçüncü sebeb] ‫ه‬ ‫مقد قل مل مل ق‬ ْ‫ ا فْل ح ف‬Kur’ân-ı Hakîm’in dersiyle, irşadıyla, ilhamıyla,
‫ح ح‬
feyziyle ve yalnız onun talimiyle ve imlasıyla yazılan altmış risaleyi menba’-ı aslîsine
rabtedip ve onlar kimin malı olduğunu ve neye hizmet ettiklerini ve neyin bürhanları
6

olduklarını ve onların mezayaları nereden geldiklerini göstermek için öyle bir Kur’ân yazıp
hâşiyelerinde âyetlerin hakaikleri hangi risalelerde beyan edildiğini şifre nev’inde rakamlarla
işaret etmek adeta hâşiyesinde dilsiz bir tefsir şifreli bir şerh rakamlı bir hâşiye-i sükut ile bir
beyanı yazmak ve o Sözler kataratını o denize dökmek azmidir. Ve Sözler vasıtasıyla harekete
gelen enzarı Kur’âna çevirmektir.
[Sekizinci mes’ele] Şu mes’ele-i mühimme benim gibi müşevveş, perişan, hastalıklı,
kalemsiz, yarım ümmi bir âdemin işi olamaz. Benim kahraman arkadaşlarım ve hizmet-i
Kur’ânda azimkar kardeşlarım bana nurani kalemleriyle ve münevver kalbleriyle yardım
etmeli ve fikirlerini de bu husus hakkında bildirmeli. Mes’ele şimdi pek uzun olmamak için
yalnız mushafı üç nev’ mürekkeble, lafzullah kırmızı sair tevafukat başka renkli mürekkeble
âyetleri siyah mürekkeble yazdırmak emelindeyim. Lafzullahdaki tevafukata kendi
Kur’ânımda işaretler yapmışım. Benim şu nüsha-i Kur’âniyemin matbaası nev’inden birkaç
nüsha daha lazımdır ki aynen onlara da işaret yapılsın. Birisi Isparta’da birisi Atabeyde birisi
İslam karyesinde ikisi de benim bulunduğum yerde lazımdır ki ona göre her bir müstensihe
üçer cüz’ verilip yazılacaktır. Lafzullahın tam tevafukatına işaret koymuşum. Müstesna
kalanlar ise bir kısmının başka vazifeleri olduğu için tevafuka girmiyor. Çünkü başka yere
bakıyor veyahut o kelimatın mecmuundan manidar bir kelime çıktığından yeri değiştirilmiyor.
Ve bir kısmı ise matbaanın ve müstensihin satırlarda ve âyetlerin fasılalarında
intizamsızlığından ve bu tevafukatı his edememesinden mevcut tevafuku bozmuşlar. Öyleler
ise sıraya girmeli. Hatta mümkün ise sahifede iki veya üç sıra ile muvazene takip edilsin. Hem
lafzullah’ın tekrarındaki nisbet-i adediyesi pek hayret verici bir tarzda ezcümle Sure-i El
Bakarada lafzullah ikiyüzsekseniki (282), âyetler ikiyüzseksenaltıdır (286). Dört adet farkları
var. Dört yerde lafzullah yerinde ‫ هو‬vardır. Demek lafzullah’ın adedi âyetleriyle tevafuk
ediyor. Hem Sure-i Al-i İmran’da lafzullah ikiyüzdokuzdur (209). Âyetleri ikiyüzdür (200).
Demek âyetten dokuz fazla kalır. El Bakaradaki noksanı tekmil eder. İki surenin âyetleriyle
lafzullah’ın adedi tam tevafuktadır. Zehraveyn nam-ı âlisiyle tabir edilen iki sure-i
muazzamada lafzullah’ın tekrar ve tevafuku azim bir nükteyi gösterir. Sûre-i En’amın âyetleri
yüzaltmış (160), lafzullah seksenüç (83). Demek nısfiyet nisbetle bir tevafuktur. Nısfiyetle bir
münasebet-i adediyedir. Ve hakeza. Buna benzer çok manidar sırlar lafzullah’ın tekrarında
vardır. Mesela Sure-i Nisa’, Maide, En’am âyetlerinin mecmuu dörtyüzellialtı 456) lafzullah
da dörtyüzelliiki (452) olduğundan makamat-ı hitabiyede tam tevafuk ve o tevafukta mühim
bir nükte-i i’caziyedir. Hem Mekkî olan Sure-i En’am’ın âyeti yüzaltmıştır (160). Lafzullah’ın
tekerrürü onun yarısı olarak güzel manidar bir nisbet-i adediyeyi ve tevafuku gösterir. Ve
lafzullahın tekrarında pek çok daha bunlar gibi i’cazî nükteler vardır. Hem bir sahifede tekrar
eden lafzullah karşıki sahifesine veyahut arka sahifesine veyahut daha arka sahifesine
tevafuka nisbet-i adediye cihetinde tevafuku çok manidardır. Bazen misil bazen nısfî olur.
Nadiren sülüs nisbetle bakıyor. Hem buna dair kendi nüshamda işaretler yapmışım. Hem
lafzullah her sahifede ekseriyetle ya beş ya altı ya yedi ya dokuz ya on bir adette gâyet
manidar olarak tekrar ediyor. Hususen Medine’de nazil olan surelerde daha kesretle ve
manidar bir tarzda nazar-ı dikkati kendine celb eder. Çok şua-ı i’cazı taşıyan âyetin
fezlekelerinde ve hatimelerinde parlıyorlar. Yirmi beşinci sözün üçüncü şu’lesinde o
fezlekelerin on adet lemeat-ı i’caziyesine işaret edilmişler.
[Mühim bir mes’ele-i Kur’âniye ve üslûb-ı Kur’âniyenin tenevvüündeki hikmetli
bir nükte] Ben bir zaman Kur’ân okuduğum vakit Mekkî Sureler bana çok kuvvetli îcazlı ve
i’cazlı geliyordu. Medine sureleri okuduğum vakit bana çok izahlı, vüs’atli ve tafsilli
geliyordu. Hayret ediyordum. Hem bakıyordum ki Mekkî’lerde ekseriyetle lafzullah az
tekerrür ediyor, onun yerinde Rab, Rahman isimleri zikrediliyor. Kur’ânın irşadıyla ve
dersiyle anladım ki Mekkî sureler bidâyet-i vahiyde ve saff-ı evvel muhatabları ve muarızları
ümmi müşrikler olduğu ve en ziyade erkan-ı imaniyenin isbatına dair geldikleri için elbette
îcazlı olacaklar. Ta ki mebde-i vahiyde o ağır halet-i kudsiyeye mazhar olan Resul-i Ekrem
7

Aleyhissalâtü Vesselâm tahammül edip zabt etsin. Hem gâyet ulvî ve kuvvetli bir tarzda
vahdaniyeti ispat edecek. Müşriklerin şirk sebebiyle Allah’ı tanımadıkları için Allah icraat-ı
rububiyeti ile ve niam-ı rahmaniyesiyle kendini onlara bildirmek için ekseriyetle Rab,
Rahman lafzının zikri daha ziyade mutabık-ı mukteza-yı hal olarak belagat-ı Kur’âniye iktiza
etmiştir. Amma Medine’de nazil olan sureler ise çünkü Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselam
gittikçe tekemmül etmiş, hitabat-ı ezeliyeye mazhariyete tahammüle alışmış ve müşriklere
bildirmiş ki sizi terbiye eden Rabbiniz ve sizi nimetleriyle besleyen Rahman-ür Rahim ise
Allah’tır. Hem Medine’de en ziyade muhatap ve muarız Allah’ı tanıyan ehl-i kitap
olduklarından hem erkan-ı imaniye süver-i Mekki’ye ile ispat edildiğinden ve ihtiyaç ise
füruata ve sair hakaike daha ziyade göründüğünden elbette ekseriyet itibariyle Medine
surelerinde daha ziyade lafzullah cilveger olup tekerrür edecek ve îcazlı icmalin cemalinden
vüzuhlu tafsilli hüsnüne mazhar olacak ve usûl-id dinin erkanıyla beraber füruat-ı şeriatı ve
sair hayat-ı ictimaiyeyi terbiye eden tafsilli kudsi düsturların beyanı o Medine Surelerinde
daha ziyade görünecektir.
[Dokuzuncu Mes’ele] Ey ihvan madem Cenab-ı Hak kemal-i rahmetiyle bizi Kur’ân-ı
Hakîm’e hizmetkar kabul ettiğini gösterir bir tarzda bizi muvaffak ediyor. Biz de merhametine
ve inâyet ve tevfikine istinat edip o merkez-i nuraninin etrafında mütesanid bir daire-i muhita
olmaya çalışmalıyız. Ve hatt-ı Kur’ânın ref’ine çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’ânı
unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız. Evvela: Her birimiz evladı
varsa lâakal bir veledini yoksa müsteid başka bir çocuğa Kur’ânı öğretmeliyiz. Kendi
öğretmese de öğretmek için himaye ve teşvik vasıtasıyla birisini yetiştirmeliyiz. Saniyen:
Kardeşlerimizde Arabî hattı varsa çok güzel olmak şart değil tayin ettiğimiz tarzda bir iki
cüzü yazmaya gayret etmek Arabî hattı olmayanlar onlara yani o yazanlara ciddi muavenet
etmek lazım gelir. Salisen: Bize fikirleriyle kalemleriyle yardım etsinler. Buldukları mezaya-
yı Kur’âniyeyi bize bildirsinler. Çünkü umum ihvan namına bu mühim mes’ele ortaya
konuluyor. Bir iki şahsın haddi değil bunu çevirebilsin. Hem selef-i salihîn Kur’ânın
hâşiyelerinde hiçbir şeyin konulmasına müsaade etmiyordular. Sonra müteahhirin ulema
Kur’âna aid bazı şeylerin hâşiye yerinde yazılmasına fetva verdiler. Sonra da muhtasar tefsir
Arapça olsun Türkçe olsun Kur’ânın sahifesinin etrafında yazılmasını da kabul ettiler. Ben
seleflerin ictinabından korkuyorum. Cesaret edemiyorum. Sizin reyiniz inzimam ederse
Kur’ânın İ’caz-ı zahir ve manevisine medar bazı işaretlerle hâşiyesinde her hangi risalede
izah ve ispat edildiğine işaret olunacaktır.
‫م‬ ْ‫م ال ح ف‬
‫ححكي ق‬ ‫ت ال حعفْحلي ق‬
ْ‫ك ا فْن ح ف‬ ‫ماع فْل ر ح‬
ْ‫مت فْفْنا ا من ر ف‬ ْ‫مل فْفْنا ا مل ر ف‬
ْ‫عل ح ف‬‫ك ل فْ م‬ْ‫حان فْ ف‬ْ‫سب ح ف‬‫ق‬
ْ‫ححبيب مكف‬ ْ‫ف‬
ْ‫مك الع حظم م وفْ ف‬ْ‫ف‬ ‫ح‬ ْ‫ف‬ ‫س م‬ ‫مظهفْرم ا ح‬ ‫ح‬ ْ‫مد د ف‬ ‫ح ر‬ْ‫م ف‬ ‫سي لد مفْنا ق‬ ْ‫م ع فْلى ف‬ ‫م‬ ‫سل ح‬‫ل‬ ْ‫ل وفْ ف‬ ‫ص ل‬ ‫فْالل ملهق ر‬
ْ‫م ف‬
‫احل فْك حفْرم م وفْع فْملى ا مل محه‬
‫محعين‬ ‫حب محه ا فْ ح‬
ْ‫ج ف‬ ‫ص ح‬
ْ‫وفْ ف‬

[Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dördüncü Kısmı]


Bu kısım üç nüktedir. Lafzullah’da ve lafz-ı Kur’ânda ve lafz-ı Resul’deki yüzer i’cazî
nüktelerinden üç nükte beyan edilecektir.
[Tenbih] Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın en ziyade münteşir nüshalarının sahifeleri en
uzun âyet olan âyet-i müdayene vahid-i kıyas olmuştur. Ve o ölçüye binaen sahifeler tanzim
edilmiş. Ve satırlar için vahid-i kıyas ve mikyas ve ölçü sure-i İhlas olmuştur. Onun için bu
kısım mushaflarda tezahür eden meziyetler ve mehasin doğrudan doğruya Kur’ânın i’cazına
aidtir. Ve Kur’ânın malıdır. Bu mehasinin enva’ı çoktur bir nev’ tevafukattır. Tevafukatın da
enva’ı çoktur. Bir sahife içindeki tevafukat ve karşı karşıdaki sahifelerdeki tevafukat ve
8

mecmu’-ı Kur’ândaki tevafukattır. Bunların da hem manevi hem lafzî hem hükmî aksamları
var. Bir çok enva’ından ve çok efradından yalnız bir sahifedeki tevafukatı tafsilen yeni bir
Kur’ânı yazdırmakla göstereceğiz. Sair enva’a icmali işaretler edeceğiz ve tevafukat-ı
gaybiyeye mazhar mu’cizekâr ve parlak ve şüphesiz olarak ikibinsekizyüzaltı (2806) lafz-ı
Celâl’deki tevafukat harikadır. Ve o tevafukat ile beraber âyetlerin münasebet-i adediyesi
bazen surenin âyetleriyle bazen bir sahife karşıki veya arkadaki sahifenin adediyle manidar ve
medar-ı dikkat nisbet-i adediyeyi gösteriyor. Lafz-ı Celâl’den sonra lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı
Resul’deki mu’cizane ve harika tevafukattır. Bu tevafukatın bir sahifedeki nev’i ise tevafukat-
ı Kur’âniyenin tefsiri olan Risalet-ün Nur’da zahiren görülmüş. Ve gözlere de gösterilmiştir.
Ve mecmu-ı Kur’ân tevafukat-ı acibesi iki üç nükte ile bir derece beyan edeceğiz.

[Birinci nükte] Kur’ândaki Kur’ân kelimesinin pek çok sırlarından bir sırrı şudur ki:
Latif bir tevafuktur ki Kur’ândaki Kur’ân tevafukatı mu’cize-i Mi’raca işaret eder sure-i
İsra’da ve Şakk-ı Kameri beyan eden sure-i Kamer’de o silsile-i tevafukatın altısından dört
silsilesinin esaslarını buldum. Resul-i Ekrem Aleyhissalât’ü Vesselâm’ın en büyük mu’cizesi
Kur’ân ve Mi’rac ve Şakk-ı Kamer olduğundan, Mi’rac Şakk-ı Kamer ortasında sırr-ı cilve-i
i’cazı lafz-ı Kur’ân ile bana ihsas etti. O üç mu’cize-i azime birbirine merbut olduğunu bir
hatıra verdi. Kur’ânda altmışdokuz (69) Kur’ân kelimesi gördük. Altmışyedi (67) tam ve
manidar tevafuktadır. İkisi Sure-i Kıyame’de iki Kur’ân lafzı kıraat manasında olduğundan
tevafuka girmemişler. Bu adem-i tevafuk manidar bir işarettir. Ve bir tevafuktur. Benim matbu
nüsha-i Kur’ânım Kur’ânın hatt-ı hakikisine yakın olduğunu anlıyoruz. Başka nüshalarda
gördüğümüz tevafukat tam görülmezse o nüshalar müstensih ve matbaanın kusuruyla hatt-ı
hakikiden uzaklaşmışlar ki matlub tevafuku görmemişler. Kur’ân kelimesi sözlerde bir
keramet-i i’caziye-i basariye gösterdiği gibi Kur’ân-ı Azîmüşşan’da dahi keramet değil ayn-ı
bir şu’le-i i’caziyeyi göstermeğe dair bir nüktedir. Sözlerde bir sahifedeki tevafukat suretinde
kendini göstermiş. Kur’ân ise mecmu’-ı Kur’ân bir sahife-i vahide hükmünde öyle harika bir
tevafuku var. Zerre miktar insafı olan dikkat etse itiraf edecek ki bu sun’-ı beşer olamaz ve
tesadüfün işi değildir. Şöyle ki: Sure-i İsra’da bir sahifede üç Kur’ân kelimesi var. Biri
dördüncü satırda ikincisi onbirinci satırda üçüncüsü sekizinci satırda. Birinci ile ikinci tam
muvazi, terazinin iki gözü gibi üçüncüsü satır nihâyetinde terazinin dili mesabesinde vaziyet
almış. Her birisi bir silsile-i tevafukat teşkil ediyor.
[Birinci Silsile] Sahife ikiyüzseksenbeş (285) ‫روا‬ ‫قحرا م م‬
‫ن ل مي فْذ رك ر ق‬ ‫ذاال ح ق‬
ْ‫صررفحفْناحفى هم ف‬ ْ‫وفْل فْ ف‬
ْ‫قد ح ف‬
âyeti sahife ikiyüzseksendokuz (289) daki ْ‫ن ققحرا م ف‬
‫ن‬ ‫جرم ا م ر‬ ْ‫ن ال ح ف‬
‫ف ح‬ ْ‫ل وفْققحرا م ف‬
‫ق ال ري ح م‬ ْ‫ا مملى غ فْ ف‬
‫س م‬
‫دا‬‫شقهو د‬ ‫م ح‬ ْ‫ن ف‬ ْ‫جرم ف‬
ْ‫كا ف‬ ‫ف ح‬ْ‫ ال ح ف‬âyetine bakar. Bununla beraber sahife ikiyüzdoksan (290) da
‫ل‬‫مث فْققق د‬ْ‫ل ف‬ ‫ن ك قققق ل‬ ‫مققق ح‬ ‫ن م‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذاال ح ق‬
ْ‫س حفىهمققق ف‬ ‫صقققررفحفْنا مللن رقققا م‬ ْ‫قد ح ف‬ ْ‫ وفْل فْ ف‬âyetine bakar. Sahife
beşyüzonyedide (517) ‫جيد م‬ ‫مح‬ ْ‫ن ال ح ف‬ ‫ق فْوال حققحرا م م‬ٓ âyetine bakar gider. Sahife beşyüzyirmidokuz
(529) da ‫مد رك مرد‬ ‫ن ق‬‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫م‬
ْ‫قحرا ف‬ ‫سحرفْنا ال ح ق‬
‫قد حي فْ ر‬ ْ‫ وفْل فْ ف‬âyetine bakar. Sahife (571)
‫جدبا‬ْ‫معحفْناققحرا مدنا ع فْ ف‬ ‫س م‬ْ‫ ا مرنا ف‬âyetine bakar. Sahife (590) ‫ح‬ ْ‫ف‬
‫محجيققد د حفىلققوح د‬ ‫ل هقوفْ ققققحرا م د‬
ْ‫ن ف‬ ‫ب فْ ح‬
‫ظ‬
‫فو د‬ ‫ح ق‬ ‫م ح‬ ْ‫ ف‬âyeti o silsile-i nuraniyeyi çeker, o uzun mesafede birbirine bakar. Sonra yukarı
tarafında sahife (261) de ‫ن‬ ‫محبي د‬ ‫ن ق‬ ‫ب وفْ ققحرا م د‬ ‫ت ال حك مفْتا م‬ ‫ك ا مفْيا ق‬ ْ‫ ال ٓمر ت مل ح ف‬âyetine bakar. Sonra
sahife ikiyüzelliiki (252) ‫ض‬ ‫ت ب مققهم احل فْحر ق‬ ‫جب فْا ق ا فْوح ققط لعفْ ح‬ ‫ت ب ممهال ح م‬ ‫ن ققحرا مدنا ق‬
‫سي لفْر ح‬ ‫وفْل فْوح ا فْ ر‬
âyetine bakar.
[İkinci Silsile] Yine Sure-i İsra’da sahife ikiyüzseksenbeş (285) de ْ‫ذا ذ فْك فْحر ف‬
‫ت‬ ْ‫وفْا م ف‬
‫فودرا‬ ‫على ا فْد حفْبارمه م ح‬
‫من ق ق‬ ‫حد فْهقوفْل ر ح‬
ْ‫وا ف‬ ‫قحرا من موفْ ح‬
‫ك حفى ال ح ق‬
ْ‫فْرب ر ف‬ âyeti yine sahife-i vahit hükmünde
olan mecmu’u Kur’ân bir silsile-i Kur’âniye teşkil ediyor. Sahife dörtyüzaltmış (460) da
‫ن‬
ْ‫قو ف‬ ‫ج ل فْعفْل رهق ح‬
‫م ي فْت ر ق‬ ‫م‬
‫ ققحرادناع فْفْرب مديا غ فْي حفْر حذىعموفْ د‬âyetine bakar. Yalnız matbaanın kusuru ile şu
‫‪9‬‬

‫‪silsile az bir inhiraf ile yine‬‬ ‫س ‪ den bir satır evvel‬ققحرا مدناع فْفْرب مديا‬ ‫ضفْرب حفْنامللرنا م‬ ‫وفْل فْ فْ‬
‫قد ح فْ‬
‫ل‬ ‫مفْثقققق د‬ ‫ل فْ‬ ‫كقققق ل‬ ‫ن ق‬ ‫مقققق ح‬ ‫ن م‬ ‫ذاال حققحرا م م‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (478) de‬حفىمهقققق فْ‬
‫ن‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذال ح ق‬ ‫مقعوال مهم فْ‬ ‫س فْ‬ ‫وفْفْقاقلوا ‪ âyetine bakıyor. O da sahife (490) da‬وفْفْقافْلل رحذين فْك فْففْقروال فْت فْ ح‬
‫ن ع فْحظيم د‬ ‫قحري فْت فْي ح م‬ ‫مفْنال ح فْ‬ ‫ل م‬ ‫ج د‬ ‫ن ع فْملى فْر ق‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Sonra sahife‬ل فْوح ل فْن قلزلفْ هم فْ‬
‫‪(519) da‬‬ ‫ف وفْحعيد م‬ ‫خا ق‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫‪ âyetine bakar. Sonra sahife (528) de‬ففْذ فْك لحر مبال ح ق‬
‫مد رك مرد ‪sekizinci satırda‬‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫قد ح ي فْ ر‬‫‪ âyetine bakar. Sonra‬وفْل فْ فْ‬
‫ن )‪arkada sahife (234‬‬ ‫ققلو فْ‬ ‫م ت فْعح م‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife‬ا مرنا ا فْن حفْزل حفْناه ق ققحرا مدنا ع فْفْرب مديا ل فْعفْل رك ق ح‬
‫‪(175) de‬‬ ‫ن‬‫مققو فْ‬ ‫ح ق‬ ‫م ت قحر فْ‬ ‫صقققتوا ل فْعفْل رك ققق ح‬ ‫ه وفْا فْن ح م‬ ‫مقعوا ل فْ ق‬ ‫ست فْ م‬ ‫ن فْفا ح‬ ‫قحرا م ق‬ ‫رىال ح ق‬
‫ذا قق م‬ ‫‪ âyetine‬وفْا م فْ‬
‫م ‪bakar. Sahife yüzyirmiüç (123) de‬‬ ‫فْ‬
‫ن ت قب حد فْلك ق ح‬ ‫قحرا ق‬ ‫م‬ ‫ح‬
‫ن ي قن فْرزلق ال ق‬ ‫‪ âyetine bakar.‬ححي فْ‬
‫ن ‪[Üçüncü Silsile] Yine Sure-i İsra’da sahife (285) de‬‬ ‫قققحرا م فْ‬ ‫ت ال ح ق‬
‫وفْا مفْذا قفْققفْرا ح فْ‬
‫سقتودرا‬ ‫م ح‬ ‫جادبا فْ‬ ‫ح فْ‬ ‫خفْرةم م‬ ‫ن ب ما حل م م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫جعفْل حفْناب فْي حن فْك فْوفْب فْي حفْنال رحذين فْل فْقيو م‬ ‫ذا ‪ âyeti sahife (277) de‬فْ‬ ‫ففْا م فْ‬
‫شي ح فْ‬ ‫ن ال ر‬ ‫ست فْعمذ ح مبالل ملهم م‬ ‫قحرا من فْ فْ‬ ‫ت ال ح ق‬ ‫‪ âyetine tam manidar baktığı‬قفْفْرا ح فْ‬
‫ن الررحجيم م‬ ‫طا م‬ ‫م فْ‬ ‫فا ح‬
‫ان ‪gibi sahife (27) de‬‬ ‫قحر م‬ ‫ل حفيمهال ح ق‬ ‫ن ال رحذى ا قن حزم فْ‬ ‫ضا فْ‬ ‫م فْ‬‫شهحقرفْر فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (508) de‬فْ‬
‫فال قفْها‬ ‫ب ا فْقح فْ‬ ‫م ع فْملى قققلو د‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (528) de sekizinci‬ا فْففْل فْ ي فْت فْد فْب رقروفْنال ح ق‬
‫مد رك مرد ‪satırda‬‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫قد ح ي فْ ر‬ ‫‪ âyetine bakar. Sahife (530) da‬وفْل فْ فْ‬
‫ن‬‫قحرا م فْ‬ ‫م ال ح ق‬ ‫ن ع فْل ر فْ‬ ‫م ق‬ ‫ح م‬ ‫‪ âyetine bakarlar.‬فْالرر ح‬
‫)‪[Dördüncü Silsile-i] Nuraniye daha görünüyor o da Sure-i Al-i İmran’da sahife (49‬‬
‫‪da‬‬ ‫ن‬ ‫س وفْا فْن حفْزلفْال ح ق‬
‫فحرفْقا فْ‬ ‫دى مللرنا م‬ ‫ن قفْب ح ق‬
‫ل هق د‬ ‫م ح‬ ‫ك ل فْت قل فْ ر‬
‫ققى ‪ âyeti sahife (376) da‬م‬ ‫وفْا من ر فْ‬
‫ححكيم د ع فْحليم د‬ ‫ن فْ‬ ‫ن ل فْد ق ح‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫قحرا م فْ‬
‫ن ‪ âyetine bakar. Sahife (439) da‬ال ح ق‬ ‫قققحرا م م‬
‫س فْوال ح ق‬ ‫ي مقق ٓ‬
‫ححكيم‬ ‫ح‬
‫ه ‪ âyetine bakar. Sonra sahife (547) de‬ال فْ‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬
‫ل لفْراي حت فْ ق‬‫جب فْ د‬ ‫م‬
‫ن ع فْلى فْ‬ ‫م‬
‫قحرا فْ‬ ‫ح‬
‫ذاال ق‬ ‫ل فْوحا فْن حفْزلفْنا هم فْ‬
‫ح‬
‫ةالل ملهم‬ ‫شي فْ م‬ ‫خ ح‬
‫ن فْ‬ ‫م ح‬‫عا م‬ ‫صد ل د‬‫مت فْ فْ‬‫شدعا ق‬ ‫خا م‬ ‫ن ‪ âyetine tam muvazi bakar. Sahife (212) de‬فْ‬ ‫كا فْ‬‫ما فْ‬ ‫وفْ فْ‬
‫ن ي فْققد فْي حهم‬‫قال رحذى ب فْي حقق فْ‬ ‫صحدي فْ‬‫ن ت فْ ح‬ ‫ن الل ملهم وفْل مك م ح‬
‫دو م‬
‫من ح ق‬ ‫فت فْمرى م‬ ‫ن يق ح‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ذا ال ح ق‬‫‪ âyetine tam‬هم فْ‬
‫‪bakarlar.‬‬
‫‪[Beşinci Silsile] Yine Sure-i İsra’da sahife (289) da‬‬ ‫قققحرا م م‬
‫ن‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫مقق فْ‬‫وفْن قن فْققلزلق م‬
‫ن‬ ‫محني فْ‬ ‫مو م‬ ‫ة ل مل ح ق‬‫م د‬‫ح فْ‬ ‫فاءد وفْفْر ح‬ ‫ش فْ‬ ‫ماهقوفْ م‬ ‫جعفْل حن فْققاه ق ‪ âyetinden başlar. Sahife (480) de‬فْ‬ ‫وفْل فْققوح فْ‬
‫ه‬‫ت ا مفْيات ق ق‬‫صل فْ ح‬ ‫قاقلوا ل فْوحل فْفق ل‬ ‫ميال فْ فْ‬ ‫ك ‪ âyetine bakarlar. Sonra sahife (482) de‬ققحرا مدناا فْع ح فْ‬
‫ج م‬ ‫وفْك فْذ مل م فْ‬
‫ك ققحرا مدنا ع فْفْرمبيا‬ ‫حي حفْنا ا مل فْي ح فْ‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Sonra sahife (529) da‬ا فْوح فْ‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫قد ح ي فْ ر‬ ‫وفْل فْ فْ‬
‫مد رك مرد‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Sahife (27) de‬مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫دى فْوال ح ق‬
‫فحرفْقا م‬ ‫مفْنال حهق م‬‫ت م‬ ‫وفْب فْي لفْنا د‬
‫‪âyetine bakarlar.‬‬
‫‪[Altıncı Silsile] Sure-i Hicr’de sahife (266) da‬‬ ‫ن‬
‫ضي فْ‬ ‫ع ح‬ ‫ن م‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫جعفْقلواال ح ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ا فْل رحذي فْ‬
‫ل ‪âyeti sahife (299) da‬‬ ‫مث فْ د‬
‫ل فْ‬ ‫ن كق ل‬ ‫م ح‬‫س م‬ ‫ن مللرنا م‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫صررفحفْناحفىهم فْ‬ ‫قد ح فْ‬ ‫‪ âyetine bakar.‬وفْل فْ فْ‬
‫ن ‪Sahife (319) da‬‬ ‫ل ا فْ ح‬ ‫ن قفْب حقق م‬ ‫مقق ح‬‫ن م‬ ‫قحرا م م‬ ‫ل ب مققال ح ق‬ ‫ج ح‬ ‫حقق وفْل فْت فْعح فْ‬ ‫ك ال ح فْ‬ ‫مل م ق‬ ‫ه ال ح فْ‬ ‫ففْت فْفْعافْلى الل مل ق‬
‫مققا‬ ‫عل ح د‬ ‫ى م‬ ‫ب زمد ح نن حن‬ ‫ل فْر ل‬ ‫ه وفْقق ح‬ ‫حي ق ق‬
‫ك وفْ ح‬‫قضى ا مل فْي ح فْ‬ ‫فققدرا ‪ âyetine hem sahife (505) de‬ي ق ح‬ ‫ن فْ فْ‬
‫ن‬ ‫م‬
‫قحرا فْ‬ ‫ح‬
‫مقعوفْنال ق‬ ‫ست فْ م‬
‫ن ي فْ ح‬ ‫ج ل‬ ‫ح‬
‫مفْنال م‬ ‫ن ‪ âyetine hem sahife (395) de‬م‬ ‫م‬
‫قحرا فْ‬ ‫ح‬
‫كال ق‬ ‫فْ‬
‫ض ع فْلي ح فْ‬ ‫ففْر فْ‬ ‫ر‬
‫ن الحذى فْ‬ ‫ام ر‬
‫مفْعاد د‬ ‫ن ‪ âyetine hem sahife (536) da‬ل فْفْراَد قلفْ ا مملى فْ‬ ‫مك حقنو د‬ ‫ب فْ‬ ‫م حفى ك مفْتا د‬ ‫ن ك فْحري د‬ ‫قحرا م د‬ ‫ه ل فْ ق‬
‫ا من ر ق‬
‫‪âyetine bakarlar. Hem sahife (287) de‬‬ ‫م‬
‫ماي فْحزيققد قهق ح‬ ‫م ففْ فْ‬ ‫خققولفقهق ح‬ ‫ن ون ق فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫مفىققال ح ق‬
‫ن ‪ âyeti sahife (90) da‬ا مل رط قغحفْيادناك حفْبيدرا‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine hem sahife (573) de‬ا فْففْل فْي فْت فْد فْب رقروفْنال ح ق‬
‫ن ت فْحرحتيل د‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ل ال ح ق‬‫‪ âyetine manidar bakarlar.‬ا فْوحزمد ح ع فْل فْي حهم وفْفْرت ل م‬
‫‪10‬‬

‫‪[Yedinci Silsile] Hem Sure-i İsra’da sahife (290) da‬‬ ‫معفْمتاحل من ح ق‬


‫س‬ ‫جت فْ فْ‬ ‫ن ا ح‬ ‫ل لفْئ م م‬ ‫قق ح‬
‫م‬ ‫ضققهق ح‬ ‫ن ب فْعح ق‬ ‫مث حل مققحه وفْل فْققوح ك فْققا فْ‬ ‫ن بم م‬ ‫ن ل فْي فْققا حقتو فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ل همقق فْ‬ ‫مث حقق م‬ ‫ن ي فْا حقتوا ب م م‬ ‫على ا فْ ح‬ ‫ن فْ‬ ‫ج ق‬ ‫فْوال ح م‬
‫ض ظ فْحهيدرا‬ ‫وفْققحرادنا ففْفْرقحفْناه ق ‪ âyeti karşı sahifenin arkasındaki sahife (292) de‬ل مب فْعح د‬
‫م‬
‫قفْرا فْه ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Fakat o aynı satırbaşında, bu nihâyetindedir. Hem sahife (376) da‬ل مت فْ ح‬
‫ن‬ ‫محبي د‬ ‫ب ق‬ ‫ن وفْك مفْتا د‬ ‫قحرا م م‬ ‫ت ال ح ق‬ ‫ك ا مفْيا ق‬ ‫س ت مل ح فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Hem onunla beraber sahife‬ط م ٓ‬
‫م ‪(282) de‬‬ ‫ى ا فْقحوفْ ق‬ ‫ن ي فْهححدى ل ملحتى ه م فْ‬
‫ر‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن هم فْ‬ ‫ن ل فْ ‪ Hem sahife (209) da‬ا م ر‬ ‫فْقافْلل رحذي فْ‬
‫ذاَ‬ ‫هق فْ‬ ‫ن غ فْحيقرم م‬ ‫ققحرا م د‬ ‫ت بم ق‬ ‫ققائفْ ن فْ اائ ح م‬ ‫ن ل م فْ‬ ‫جقو فْ‬ ‫ى ‪ hem sahife (129) da‬ي فْحر ق‬ ‫فْ‬
‫ى ا ملق ر‬ ‫حق فْ‬ ‫وفْقاو م‬
‫م ب محه‬ ‫ن مل قن حذ مفْرك ق ح‬ ‫قحرا م ق‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن ‪ âyetine tam bakarlar. Hem sahife (452) de‬هم فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫ص فْوال ح ق‬ ‫ٓ‬
‫ن ‪ âyetine bakar. Sure-i Müzzemmil’de sahife (574) de‬مذىالذ لك حرم‬ ‫م فْ‬ ‫سفْر م‬ ‫مات فْي فْ ر‬ ‫فْفاقحفْروا فْ‬
‫ن‬ ‫قحرا م م‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (589) da‬ال ح ق‬ ‫دو فْ‬ ‫ج ق‬ ‫س ق‬ ‫ن ل فْي فْ ح‬ ‫قحرا م ق‬ ‫م ال ح ق‬ ‫رى ع فْل فْي حهم ق‬ ‫ذاقق م‬ ‫‪ âyetine tam‬وفْا م فْ‬
‫ن هقوفْ ‪bakar. Hem Sure-i Yasin’de sahife (443) de‬‬ ‫ه ام ح‬ ‫ماي فْن حب فْحغى ل فْ ق‬ ‫شعحفْر وفْ فْ‬ ‫مفْناه ق ال ل‬ ‫ماع فْل ر ح‬ ‫وفْ فْ‬
‫ن‬ ‫محبي د‬ ‫ن ق‬ ‫ن ت فْن ححزيل د ‪ âyeti sahife (578) de‬ا مل رذ مك حدر وفْققحرا د‬ ‫قحرا فْ‬ ‫م‬ ‫ح‬
‫كال ق‬ ‫فْ‬
‫ن ن فْرزلفْناع فْلي ح فْ‬ ‫ح‬ ‫ح ق‬ ‫‪ Hem‬ا مرنا ن فْ ح‬
‫م حفيققهم ‪sahife (382) de‬‬ ‫ل ا فْك حث فْققفْر ال رققحذىهق ح‬ ‫سققفْراَحئي فْ‬ ‫ص ع فْملى ب فْح ننى ا م ح‬ ‫ق ق‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن هم فْ‬ ‫ام ر‬
‫ن‬ ‫فو فْ‬ ‫خت فْل م ق‬ ‫ك ا فْن حفْزل حفْناه ق ققحرا مدناع فْفْرمبيا ‪ âyeti hem sahife (318) de‬ي فْ ح‬ ‫‪ âyetine hem sahife‬وفْك فْذ مل م فْ‬
‫ن ‪(203) de‬‬ ‫قحرا م م‬ ‫ل فْوال ح ق‬ ‫حقا مفىالت روحمريةم فْواحل من ححجي م‬ ‫دا ع فْل فْي حهم فْ‬ ‫‪ âyetine bakar. Hem Sure-i‬وفْع ح د‬
‫ن ‪Yusuf’un başında sahife (234) de‬‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ذا ال ح ق‬ ‫ك هم فْ‬ ‫حي حفْنا ا مل فْي ح فْ‬ ‫ما ا فْوح فْ‬ ‫‪ âyeti, sahife (358) de‬ب م فْ‬
‫ن ن فْققحذيدرا‬ ‫ن ل مل حفْعال فْحمي فْ‬ ‫كو فْ‬ ‫ن ع فْملى ع فْب حدمحه ل مي فْ ق‬ ‫فحرفْقا فْ‬ ‫‪ âyetine tam bakar.‬ت فْفْبافْركفْ ال رحذىن فْرزلفْ ال ح ق‬
‫م ‪Sure-i Hicr’de sahife (265) de‬‬ ‫ن ال حعفْحظي فْ‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫مفْثاحنى فْوال ح ق‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫م فْ‬ ‫سب حدعا م‬ ‫قد ح ا مت فْي حن فْا فْ فْ‬ ‫‪ âyeti‬وفْل فْ فْ‬
‫م ‪sahife (214) de‬‬ ‫ل ا مل ر ك قن رققاع فْل فْي حك ق ح‬ ‫مقق د‬ ‫ن ع فْ فْ‬ ‫مق ح‬ ‫ن م‬ ‫مقلو فْ‬ ‫ن وفْفْل ت فْعح فْ‬ ‫ن ققحرا م د‬ ‫م ح‬ ‫ه م‬ ‫من ح ق‬ ‫مات فْت حقلوا م‬ ‫وفْ فْ‬
‫دا‬ ‫شقهو د‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Hem sahife (361) de‬ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ذوا هم فْ‬ ‫خ ق‬ ‫مى ا قت ر فْ‬ ‫ن قفْوح م‬ ‫ب ام ر‬ ‫فْيافْر ل‬
‫جودرا‬ ‫مه ح ق‬ ‫س حفى ‪ âyetine tam bakar. Sure-i Rum’da sahife (409) da‬فْ‬ ‫ضفْرب حفْنامللرنا م‬ ‫قد ح فْ‬ ‫وفْل فْ فْ‬
‫ل‬ ‫مث فْ د‬ ‫ل فْ‬ ‫ن كق ل‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (430) da‬هم فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن ن قققو م‬ ‫فقروال فْقق ح‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ل ال رحذي فْ‬ ‫وفْفْقا فْ‬
‫ن ي فْققد فْي حهم‬ ‫ن وفْل فْمبال رققحذى ب فْي حقق فْ‬ ‫قحرا م م‬ ‫ذاال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Sure-i Bakara’da sahife (7) de‬ب مهمقق فْ‬
‫ن‬ ‫دو فْ‬ ‫م ت فْهحت فْ ق‬ ‫ن ل فْعفْل رك ق ح‬ ‫فحرفْقا فْ‬ ‫ن ‪ âyeti sahife (311) de‬فْوال ح ق‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫مققا ا فْن حفْزل حفْناع فْل فْي حك فْققال ح ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ط مقق م‬
‫قى‬ ‫ش م‬ ‫ن ‪ âyetine bakar. Hem sahife (508) de‬ل مت فْ ح‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Sure-i‬ا فْففْل فْي فْت فْد فْب رقرو فْ‬
‫‪Zuhruf’da sahife (488) de‬‬ ‫جعفْل حفْناه ق ققحرئ مدنا ع فْفْرمبيا‬ ‫قققد ح ‪ âyeti sahife (528) de‬ا مرنا فْ‬ ‫وفْل فْ فْ‬
‫مد رك مرد‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ن مللذ لك حرم ففْهفْ ح‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫سحرفْناال ح ق‬ ‫‪ âyetine bakar. Sure-i Neml’de sahife (384) de‬ي فْ ر‬
‫سحه‬ ‫ف م‬ ‫ماي فْهحت فْحدى ل من فْ ح‬ ‫دى ففْا من ر فْ‬ ‫ممناهحت فْ م‬ ‫ن ففْ فْ‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫واال ح ق‬ ‫ن ا فْت حل ق فْ‬ ‫ا فْوحزمد ح ع فْل فْي حهم ‪ âyeti sahife (573) de‬وفْا فْ ح‬
‫ن ت فْحرحتيل د‬ ‫قحرا م فْ‬ ‫‪ âyetine manidar bakar.‬وفْفْرت لملل ح ق‬

‫‪Birinci‬‬ ‫‪İkinci Silsile-‬‬ ‫‪Üçüncü‬‬ ‫‪Dördüncü‬‬ ‫‪Beşinci‬‬ ‫‪Altıncı‬‬ ‫‪Yedinci‬‬


‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪i‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬ ‫‪Silsile-i‬‬
‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬ ‫‪Kur’âniye‬‬
‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬ ‫‪Sahife‬‬
‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬ ‫‪numarası‬‬
‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٠٤٩‬‬ ‫‪٢٨٩‬‬ ‫‪٢٦٦‬‬ ‫‪٢٩٠‬‬
‫‪٢٨٩‬‬ ‫‪٤٦٠‬‬ ‫‪٢٧٧‬‬ ‫‪٣٧٦‬‬ ‫‪٤٨٠‬‬ ‫‪٢٩٩‬‬ ‫‪٢٩٢‬‬
‫‪٢٩٠‬‬ ‫‪٤٦٠‬‬ ‫‪٥٢٧‬‬ ‫‪٤٣٩‬‬ ‫‪٤٨٢‬‬ ‫‪٣١٩‬‬ ‫‪٣٧٦‬‬
‫‪٥١٧‬‬ ‫‪٤٧٨‬‬ ‫‪٥٠٨‬‬ ‫‪٥٤٧‬‬ ‫‪٥٢٩‬‬ ‫‪٥٠٥‬‬ ‫‪٢٨٢‬‬
11

٥٢٩ ٤٩٠ ٥٢٨ ٢١٢ ٠٢٧ ٣٩٥ ٢٠٩


٥٧١ ٥١٩ ٥٣٠ Silsile Harici Silsile Harici ٥٣٦ ١٢٩
٥٩٠ ٥٢٨ ٥٢٨ ٠٠٧ ٢٨٧ ٤٥٢
٢٦١ ٢٣٤ ٣٨٤ ٣١١ ٠٩٠ Silsile Harici
٢٥٢ ١٧٥ ٥٧٣ ٥٠٨ ٥٧٣ ٥٧٤
١٢٣ ٤٨٨ Silsile Harici ٥٨٩
٣٦١ ٤٤٣
٤٠٩ ٥٧٨
٤٣٠ ٣٨٢
٣١٨
٢٠٣
٢٣٤
٣٥٨
٢٦٥
٢١٤
٣٦١

Silsileden Başka Küçük Tevafukat

١ ٢ ٣ ٤ ٥ ٦ ٧ ٨
Numara Numara Numara Numara Numara Numara Numara Numara
Kur’ân Kur’ân Kur’ân Kur’ân Kur’ân Kur’ân Kur’ân Kur’ân
Sahife

Sahife

Sahife

Sahife

Sahife

Sahife

Sahife

Sahife
٣٨٢ ٩٠ ٢٦٥ ٥٧٤ ٠٠٧ ٤٠٩ ٤٤٨ ٣٨٤
٣١٨ ٢٨٧ ٢١٤ ٥٨٩ ٣١١ ٤٠٣ ٥٢٨ ٥٧٣
٥٧٨ ٥٧٣ ٣٦١
٤٤٣
٢٠٣

[İkinci Nükte] Kur’ân-ı Hakîmde lafz-ı Resul’ün zikir ve tekrarındaki esrarın bir
ikisine işaret eder. Şöyle ki nasıl ki, Kur’ânda lafz-ı Kur’ân Sure-i İsra ile Sure-i Kamer’den
başlayan silsile-i tevafuk birinci nüktede beyan edildiği vecihle bir lem’a-i i’caziyeyi
ve Sure-i Fetih’de ‫سوق‬
‫مد د فْر ق‬
‫ح ر‬
ْ‫م ف‬
(A.S.M.)
gösteriyor. Öyle de lafz-ı Resul Sure-i Muhammed ‫ق‬
‫ الل ملهم‬den başlayan o kelime ile bize ihtar edilen altı silsile-i tevafuk çok manidar bir surette
bir sahife-i vahide hükmünde olan mecmu’ Kur’ânda onaltı (16) silsile uzanmış birbirine
bakıyor. Nasıl ki ayât-ı Kur’âniyedeki hakaikın hakiki tefsirleri olan Risalet-ün Nur eczaları
(A.S.M.) (A.S.M.)
içinde Mu’cizat-ı Ahmediye risalesi lafz-ı Resul-i Ekrem yüzer defa tekrar
edildiği halde pek nadir istisna ile gâyet parlak bir tevafuku göstermekle menba’ı mu’cizat
(A.S.M.)
olan Zat-ı Risalet’in bir ünvanı olan Resul-i Ekrem kelimesi dahi o nur-ı zatiden
istifade edip mu’cizane bir keramete mazhar olmuştur. Öyle de Resul-i Ekrem Aleyhissalât’ü
Vesselâm’ın ferman ve bürhan-ı risaleti olan Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’da lafz-ı Resul
tekrarının ve o lafzı tekrar eden âyetlerde mu’cizane sûrî ve manevi tevafukat vardır. Lafız
‫‪12‬‬

‫‪birbirine baktığı gibi âyetler birbirini o kadar kuvvetle ispat eder, tekmil eder. Dikkat eden‬‬
‫‪kat’iyen anlar ki tesadüf işi olmadığı gibi fikr-i beşerin düşünüşü dahi olamaz. İşte şu numune‬‬
‫)‪(A.S.M.‬‬
‫‪için sure-i Muhammed‬‬ ‫‪ve Sure-i Fetih’den başlayan ve Risalet-i Muhammediye’yi‬‬
‫والل ملهم ‪gösteren silsilelerin birincisi Sure-i Fetih’deki‬‬
‫سقق ق‬
‫مققد د فْر ق‬
‫ح ر‬
‫م فْ‬
‫)‪(A.S.M.‬‬
‫‪ dan başlar.‬ق‬
‫‪Yirmisekiz (28) âyette lafz-ı Resul zikredilmiş. Birbiri üstünde bir satırda düşer. Yalnız hattın‬‬
‫‪adem-i intizamında bazılarında az inhiraf var. Âyetler dahi o kadar manidar birbirine bakar ki‬‬
‫‪dikkat eden hayret eder.‬‬

‫] ‪[ Birinci Silsile: Birinci Satırda‬‬


‫صحيفه نوماره سي‬
‫م*‬ ‫ماقء ب فْي حن فْهق ح‬ ‫ح فْ‬ ‫فارم قر فْ‬ ‫داقء ع فْفْلى ال حك ق ر‬ ‫ش ر‬ ‫ه ا فْ م‬ ‫معفْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ل الل ملهم فْوال رحذي فْ‬ ‫سو ق‬ ‫مد د فْر ق‬ ‫ح ر‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ٥١٤‬ق‬
‫ك*‬ ‫صفْنا ع فْل فْي ح فْ‬ ‫ص ح‬ ‫ن قفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ك م‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫م ح‬ ‫سدل م‬ ‫سل حفْنا قر ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫‪ ٤٧٥‬وفْل فْ فْ‬
‫ن‬
‫كو فْ‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫مدرا ا فْ ح‬ ‫ه ا فْ ح‬ ‫سول ق ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ضى الل مل ق‬ ‫ذا قفْ فْ‬ ‫من فْةد ا م فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ن وفْفْل ق‬ ‫م د‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ن لم ق‬ ‫كا فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ٤٢٢‬وفْ فْ‬
‫محبيدنا‬ ‫ضلل ق‬ ‫د‬ ‫فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫ض ر‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ه ففْ فْ‬ ‫سول ق‬ ‫فْ‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫م‬
‫ص الل فْ‬‫ل‬ ‫فْ‬ ‫م ال ح م‬ ‫ل فْهق ق‬
‫ن ي فْعح م‬ ‫م ح‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫مرمه م ح‬ ‫نا ح‬ ‫م ح‬ ‫خي فْفْرة ق م‬
‫*‬
‫ن*‬ ‫مررت فْي ح م‬ ‫ها فْ‬ ‫جفْر فْ‬ ‫حا ن قؤ حت مفْها ا فْ ح‬ ‫صال م د‬ ‫ل فْ‬ ‫م ح‬ ‫سول محه وفْت فْعح فْ‬ ‫ن ل مل ملهم وفْفْر ق‬ ‫من حك ق ر‬ ‫ت م‬ ‫قن ق ح‬ ‫ن ي فْ ح‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٤٢١‬وفْ فْ‬
‫شمرى *‬ ‫م مبالب ق ح‬‫ح‬ ‫سلفْنا ا محبرحهي فْ‬ ‫ق‬ ‫ت قر ق‬ ‫جافْء ح‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ٣٩٩‬وفْل فْ ر‬
‫مرد‬ ‫على ا فْ ح‬ ‫ه فْ‬ ‫معفْ ق‬ ‫كاقنوا فْ‬ ‫ذا فْ‬ ‫سومله وفْا م فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫مقنو فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ما ال ح ق‬ ‫‪ ٣٥٨‬ا من ر فْ‬
‫نوه ق *صحيفه نوماره سي‬ ‫ست فْا حذ م ق‬ ‫حملتى ي فْ ح‬ ‫م ي فْذ حهفْقبوا فْ‬ ‫مدع ل فْ ح‬ ‫جا م‬ ‫فْ‬
‫ل*‬ ‫سو فْ‬ ‫ه وفْاحطيقعواالرر ق‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫ل احطيقعوا الل فْ‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٣٥٦‬قق ح‬
‫ه ا مرل ا فْفْنا‬ ‫ه فْل ا مل م فْ‬ ‫ل ا مرل قنوححى ا مل فْي حهم ا فْن ر ق‬ ‫سو د‬ ‫ن فْر ق‬ ‫م ح‬ ‫ك م‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫م ح‬ ‫سل حفْنا م‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫‪ ٣٢٣‬وفْ فْ‬
‫ن*‬ ‫دو م‬ ‫فْفاع حب ق ق‬
‫شدرا وفْن فْحذيدرا *‬ ‫مب فْ ل‬ ‫ك ا مرل ق‬ ‫سل حفْنا فْ‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫حقل ن فْفْز فْ‬ ‫حقل ا فْن حفْزل حفْناه ق وفْمبال ح فْ‬ ‫‪ ٢٩٢‬وفْمبال ح فْ‬
‫ن‬
‫م ح‬ ‫على فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫م ق‬ ‫ه ي فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫م فْولك م ر‬ ‫مث حل قك ق ح‬ ‫شدر م‬ ‫ن ا مرل ب فْ فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ن ن فْ ح‬ ‫م ام ح‬ ‫سل قهق ح‬ ‫م قر ق‬ ‫ت ل فْهق ح‬ ‫‪ ٢٥٦‬فْقال فْ ح‬
‫عفْباد محه *‬ ‫ن م‬ ‫م ح‬ ‫شاقء م‬ ‫ي فْ فْ‬
‫صب مقروا‬ ‫م فْوا ح‬ ‫حك ق ح‬ ‫ب حري ق‬ ‫شقلوا وفْت فْذ حهفْ فْ‬ ‫ف فْ‬ ‫عوا ففْت فْ ح‬ ‫ه وفْفْلت فْفْنافْز ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫‪ ١٨٢‬وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬
‫*‬
‫ذى‬ ‫ل وفْل م م‬ ‫سو م‬ ‫ه وفْمللرر ق‬ ‫س ق‬ ‫م فْ‬ ‫خ ق‬ ‫ن ل مل ملهم ق‬ ‫ىدء ففْا فْ ر‬ ‫ش ح‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫مت ق ح‬ ‫ما غ فْن م ح‬ ‫موا ا فْن ر فْ‬ ‫‪ ١٨١‬فْواع حل فْ ق‬
‫ل*‬ ‫سحبي م‬ ‫ن ال ر‬ ‫ن فْواب ح م‬ ‫ساحكي م‬ ‫م فْ‬ ‫مى فْوال ح فْ‬ ‫قحرمبى فْوال حي فْفْتا م‬ ‫ال ح ق‬
‫ن*‬ ‫محني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫كاقنوا ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ضوه ق ا م ح‬ ‫ن ي قحر ق‬ ‫حقق ا فْ ح‬ ‫ه ا فْ فْ‬ ‫سول ق ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫‪ ١٩٦‬فْوالل مل ق‬
‫سول محه *‬ ‫عن حد فْ فْر ق‬ ‫عن حد فْ الل ملهم وفْ م‬ ‫ن ع فْهحد د م‬ ‫شرمحكي فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن ل مل ح ق‬ ‫كو ق‬ ‫ف ي فْ ق‬ ‫‪ ١٨٧‬ك فْي ح فْ‬
‫ك ا فْن ح فْ‬
‫ت‬ ‫م ل فْفْنا ا من ر فْ‬ ‫عل ح فْ‬ ‫م فْقاقلوا فْل م‬ ‫جب حت ق ح‬ ‫ذا ا ق م‬ ‫ما فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫قو ق‬ ‫ل ففْي فْ ق‬ ‫س فْ‬ ‫ه القر ق‬ ‫معق الل مل ق‬ ‫ج فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫‪ ١٢٥‬ي فْوح فْ‬
‫ب*‬ ‫م ال حغققيو م‬ ‫ع فْرل ق‬
‫ما‬
‫سب قفْنا فْ‬ ‫ح ح‬ ‫ل فْقاقلوا فْ‬ ‫سو م‬ ‫ه وفْا مفْلى الرر ق‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫ما ا فْن حفْز فْ‬ ‫وا ا مملى فْ‬ ‫م ت فْفْعال فْ ح‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫‪ ١٢٤‬وفْا مفْذا حقي فْ‬
‫ن*‬ ‫دو فْ‬ ‫شي حئ دا وفْفْل ي فْهحت فْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫مو فْ‬ ‫م فْل ي فْعحل فْ ق‬ ‫ن افْباؤ قهق ح‬ ‫كا فْ‬ ‫جد حفْنا ع فْل فْي حهم افْبافْءفْنا ا فْوفْل فْوح فْ‬ ‫وفْ فْ‬
‫صحيفه نوماره سي‬
‫ممع‬ ‫ن الد ر ح‬ ‫م فْ‬ ‫ض م‬ ‫م ت فْحفي ق‬ ‫ل ت فْمرى ا فْع حي قن فْهق ح‬ ‫سو م‬ ‫ل ا مفْلى الرر ق‬ ‫ما ا قن حزم فْ‬ ‫مقعوا فْ‬ ‫س م‬ ‫ذا فْ‬ ‫وفْا م فْ‬
‫حقل *‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ما ع فْفْرقفوا م‬ ‫م ر‬ ‫م‬
‫‪13‬‬

‫ك ع فْل فْي حهم ح‬


‫م‬ ‫سل حفْنا فْ‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ن ت فْوفْمللى ففْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫ه وفْ فْ‬ ‫طاعفْ الل لم فْ‬ ‫قد ح ا فْ فْ‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ن ي قط ممع الرر ق‬ ‫م ح‬ ‫فْ‬ ‫‪٩٠‬‬
‫ظا *‬ ‫ححفي د‬ ‫فْ‬
‫ن‬
‫م ح‬ ‫ه وفْ فْ‬ ‫سول ق‬ ‫ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫ت اللهم وفْحفيك ق ح‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫م افْيا ق‬‫م‬ ‫فْ‬
‫م ت قت حلى ع فْلي حك ق ح‬ ‫م‬ ‫فْ‬
‫ن وفْان حت ق ح‬ ‫فقرو فْ‬ ‫ف ت فْك ح ق‬ ‫‪ ٦٢‬وفْك فْي ح فْ‬
‫ست فْحقيم د *‬ ‫م ح‬ ‫ط ق‬ ‫صفْرا د‬ ‫قد ح هقد مىفْ ا مملى م‬ ‫م مبالل ملهم ففْ فْ‬ ‫ص ح‬ ‫ي فْعحت فْ م‬
‫ن*‬ ‫شاه محدي فْ‬ ‫معفْ ال ر‬ ‫ل فْفاك حت قب حفْنا فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ت فْوات رب فْعحفْنا الرر ق‬ ‫ما ا فْن حفْزل ح فْ‬ ‫مرنا ب م فْ‬ ‫فْرب رفْنا ا م فْ‬ ‫‪٥٦‬‬
‫ه وفْفْرففْعفْ‬ ‫م الل ق‬‫م‬ ‫ل‬ ‫ر‬
‫ن ك فْل فْ‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ض م‬ ‫م‬ ‫ح‬ ‫ل ففْ ر‬ ‫س ق‬ ‫ح‬
‫‪ ٤١‬ت مل فْ‬
‫م ع فْلى ب فْعح د‬ ‫ضه ق ح‬ ‫ضلفْنا ب فْعح فْ‬ ‫ك القر ق‬
‫ت*‬ ‫جا د‬ ‫م د فْفْر فْ‬ ‫ضه ق ح‬ ‫ب فْعح فْ‬
‫ن‬
‫جقنو د‬ ‫م ح‬ ‫حدر ا فْوح فْ‬ ‫سا م‬ ‫ل ا مرل فْقاقلوا فْ‬ ‫سو د‬ ‫ن فْر ق‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫ن قفْب حل مهم ح‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫ما ا فْفْتى ال رحذي فْ‬ ‫ك فْ‬ ‫‪ ٥٢٢‬ك فْذ مل م فْ‬
‫ن*‬ ‫غو فْ‬ ‫طا ق‬ ‫م فْ‬ ‫م قفْوح د‬ ‫ل هق ح‬ ‫وا ب محه ب فْ ح‬ ‫ص ح‬ ‫وا فْ‬ ‫)*( ا فْت فْ فْ‬
‫م‬‫عن حد فْ فْرب لهم ح‬ ‫داقء م‬ ‫شهفْ فْ‬ ‫ن فْوال ق‬ ‫قو فْ‬ ‫صحددي ق‬ ‫م ال ل‬ ‫ك هق ق‬ ‫سل محه قاول مئ م فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ٥٣٩‬فْوال رحذي فْ‬
‫م*‬ ‫م وفْقنوقرهق ح‬ ‫جقرهق ح‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫ل فْهق ح‬
‫م‬
‫قو فْ‬ ‫ن ل مي فْ ق‬ ‫ب فْوال ححميفْزا فْ‬ ‫م ال حك مفْتا فْ‬ ‫معفْهق ق‬ ‫ت وفْا فْن حفْزل حفْنا فْ‬ ‫سل فْفْنا مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫سل حفْنا قر ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫‪ ٥٤٠‬ل فْ فْ‬
‫ط*‬ ‫س م‬ ‫ق ح‬ ‫س مبال ح م‬ ‫الرنا ق‬
‫‪14‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬

‫جويك ق ح‬
‫م‬ ‫ن ي فْد فْىح ن فْ ح‬ ‫موا ب فْي ح فْ‬ ‫قد ل ق‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫م الرر ق‬ ‫جي حت ق ق‬ ‫ذا فْنا فْ‬ ‫مقنوا ا م فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ٥٤٣‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫م*‬ ‫فودر فْرححي د‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫دوا ففْا م ر‬ ‫ج ق‬ ‫م ت فْ م‬‫ن ل فْ ح‬ ‫م وفْا فْط حهفْقر ففْا م ح‬ ‫خي حدر ل فْك ق ح‬ ‫ك فْ‬ ‫ة ذ مل م فْ‬ ‫صد فْقفْ د‬‫فْ‬
‫شحديد ق‬ ‫ه فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫ن الل فْ‬ ‫ه ففْا م ر‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫شاقل الل فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫م ح‬ ‫ه وفْ فْ‬ ‫فْ‬
‫سول ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫شاققوا الل فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ك ب مان رهق ح‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٥٤٥‬ذ مل م فْ‬
‫ب*‬ ‫قا م‬ ‫ال حعم فْ‬
‫ل الل ملهم ا مل فْي حك ق ح‬
‫م‬ ‫سو ق‬ ‫ل ا ملنى فْر ق‬ ‫سفْراحئي فْ‬ ‫م فْيا فْبنى ا م ح‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫سى اب ح ق‬ ‫ل حعي فْ‬ ‫‪ ٥٥١‬وفْا مذ ح فْقا فْ‬
‫دى‬ ‫ن ب فْعح م‬ ‫م ح‬ ‫ل ي فْا حتى م‬ ‫سو د‬ ‫شدرا ب مفْر ق‬ ‫مب فْ ل‬ ‫ن الت روحمريةم وفْ ق‬ ‫م فْ‬ ‫ن ي فْد فْىر م‬ ‫ما ب فْي ح فْ‬ ‫صد لدقا ل م فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ق‬
‫مد ق*‬ ‫ح فْ‬ ‫ها ح‬ ‫فْ‬ ‫م ق‬ ‫س ق‬ ‫ا ح‬
‫م وفْفْرا فْي حت فْهق ح‬
‫م‬ ‫سه ق ح‬ ‫ل الل ملهم ل فْورحوا قرؤ ق فْ‬ ‫سو ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫فحر ل فْك ق ح‬ ‫ست فْغح م‬ ‫وا ي فْ ح‬ ‫م ت فْفْعال فْ ح‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫‪ ٥٥٤‬وفْا مفْذا حقي فْ‬
‫ن*‬ ‫ست فْك حب مقرو فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ق‬ ‫ن وفْهق ح‬ ‫دو فْ‬ ‫ص ق‬ ‫ي فْ ق‬
‫ة*‬ ‫خذ فْة د فْراب مي فْ د‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫خذ فْهق ح‬ ‫م ففْا فْ فْ‬ ‫ل فْرب لهم ح‬ ‫سو فْ‬ ‫وا فْر ق‬ ‫ص ح‬ ‫‪ (*) ٥٦٦‬ففْعفْ فْ‬

‫] ‪[ İkinci Silsile: On Dördüncü Satırda‬‬

‫ن ك قل لحه‬ ‫فْ‬
‫حقل ل مي قظهمفْره ق ع فْلى الحددي م‬
‫ح‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫دى وفْحدي م‬ ‫ه مبال حهق م‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ل فْر ق‬ ‫س فْ‬ ‫‪ ٥١٣‬هقوفْ ال رحذى ا فْحر فْ‬
‫دا *‬ ‫شحهي د‬ ‫ى مبالل ملهم فْ‬ ‫كف م‬ ‫ط وفْ فْ‬
‫م*‬ ‫ل ك فْحري د‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫م فمحرع فْوح فْ‬ ‫م قفْوح فْ‬ ‫قد ح ففْت فْرنا قفْب حل فْهق ح‬ ‫‪ ٤٩٥‬وفْل فْ فْ‬
‫سو ق‬
‫ل‬ ‫ل ا ملنى فْر ق‬ ‫قا فْ‬ ‫مفْلمئه ففْ فْ‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫سى ب ما مفْيات مفْنا ا مملى فمحرع فْوح فْ‬ ‫مو م‬ ‫سل حفْنا ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫‪ ٤٩١‬وفْل فْ فْ‬
‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫ب ال حفْعال فْحمي فْ‬ ‫فْر ل‬
‫س فْ‬
‫ل‬ ‫ب ا فْوح ي قحر م‬ ‫جا د‬ ‫ح فْ‬ ‫ئ م‬ ‫ن وفْفْرا م‬ ‫م ح‬ ‫حديا ا فْوح م‬ ‫ه ا مرل وفْ ح‬ ‫ه الل مل ق‬ ‫م ق‬ ‫ن ي قك فْل ل فْ‬ ‫شرد ا فْ ح‬ ‫ن ل مب فْ فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ٤٨٧‬وفْ فْ‬
‫م*‬ ‫ححكي د‬ ‫ى فْ‬ ‫ه ع فْل م ى‬ ‫شاقء ا من ر ق‬ ‫ما ي فْ فْ‬ ‫ى ب ما مذ حمنه فْ‬ ‫ح فْ‬ ‫سودل ففْقيو م‬ ‫فْر ق‬
‫ن‬‫م فْ‬ ‫م م‬ ‫ن ل فْن فْرزل حفْنا ع فْل فْي حهم ح‬ ‫مئ ملني فْ‬ ‫مط ح فْ‬ ‫ن ق‬ ‫شو فْ‬ ‫م ق‬ ‫ة ي فْ ح‬ ‫ملئ مك فْ د‬ ‫ض فْ‬ ‫ن مفى ال فْحر م‬
‫ح‬ ‫كا فْ‬ ‫ل ل فْوح فْ‬ ‫‪ ٢٩٠‬قق ح‬
‫سودل *‬ ‫كا فْر ق‬ ‫مل فْ د‬ ‫مامء فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ال ر‬
‫ن‬
‫ممته ا م ر‬ ‫ح فْ‬‫ه حفى فْر ح‬ ‫م الل مل ق‬ ‫خل قهق ق‬ ‫سي قد ح م‬ ‫م فْ‬ ‫ة ل فْهق ح‬ ‫ل ا فْفْل ا من رفْها ققحرب فْ د‬ ‫سو م‬ ‫ت الرر ق‬ ‫وا م‬ ‫صل فْ فْ‬ ‫‪ ٢٠١‬وفْ فْ‬
‫م*‬ ‫فودر فْرححي د‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫الل مل فْ‬
‫دا ل فْ ح‬
‫م‬ ‫جقنو د‬ ‫ل ق‬ ‫ن وفْا فْن حفْز فْ‬ ‫محني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫سول محه وفْع فْفْلى ال ح ق‬ ‫على فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫سحكين فْت فْ ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫م ا فْن حفْز فْ‬ ‫‪ ١٨٩‬ث ق ر‬
‫ها *‬ ‫ت فْفْروح فْ‬
‫م ب فْد فْؤ قك ق ح‬
‫م‬ ‫ل وفْهق ح‬ ‫سو م‬ ‫خفْرامج الرر ق‬ ‫موا ب ما م ح‬ ‫م وفْهفْ ق‬ ‫مان فْهق ح‬ ‫ما ن فْك فْقثوا ا فْي ح فْ‬ ‫ن قفْوح د‬ ‫قات مقلو فْ‬ ‫‪ ١٨٧‬ا فْفْل ت ق فْ‬
‫ن*‬ ‫محني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫م ق‬ ‫ن ك قن حت ق ح‬ ‫شوحه ق ا م ح‬ ‫خ فْ‬ ‫ن ت فْ ح‬ ‫حقق ا فْ ح‬ ‫ه ا فْ فْ‬ ‫م فْفالل مل ق‬ ‫شوحن فْهق ح‬ ‫خ فْ‬ ‫مررةد ا فْت فْ ح‬ ‫ل فْ‬ ‫ا فْور فْ‬
‫ه‬‫ديفْنا الل مل ق‬ ‫ن هفْ م‬ ‫ما ك قرنا ل من فْهحت فْد مىفْ ل فْوح فْل ا فْ ح‬ ‫ذا وفْ فْ‬ ‫ديفْنا مله فْ‬ ‫مد ق ل مل ملهم ال رحذى هفْ م‬ ‫ح ح‬ ‫‪ ١٥٤‬وفْفْقاقلواال ح فْ‬
‫حقل *‬ ‫ل فْرب لفْنا مبال ح فْ‬ ‫س ق‬ ‫ت قر ق‬ ‫جافْء ح‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ل فْ فْ‬
‫ك قاوقلوا‬ ‫ست فْا حذ فْن فْ فْ‬ ‫سول مهم ا ح‬ ‫معفْ فْر ق‬ ‫دوا فْ‬ ‫جاه م ق‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْ فْ‬ ‫ن ام م‬ ‫سوفْرة د ا فْ ح‬ ‫ت ق‬ ‫ذا ا قن حزمل فْ ح‬ ‫‪ ١٩٩‬وفْا م فْ‬
‫ن*‬ ‫عحدي فْ‬ ‫قا م‬ ‫معفْ ال ح فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫م وفْفْقاقلوا ذ فْحرفْنا ن فْك ق ح‬ ‫من حهق ح‬ ‫ل م‬ ‫الط روح م‬
‫سول محه وفْفْل‬ ‫فقروا مبالل ملهم وفْب مفْر ق‬ ‫م ك فْ فْ‬ ‫م ا مرل ا فْن رهق ح‬ ‫قات قهق ح‬ ‫ف فْ‬ ‫م ن فْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ل م‬ ‫قب فْ فْ‬ ‫ن تق ح‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫من فْعفْهق ح‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ١٩٤‬وفْ فْ‬
‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫ي فْا حقتو فْ‬
‫ن*‬ ‫هو فْ‬ ‫كارم ق‬ ‫م فْ‬ ‫ن ا مرل وفْهق ح‬ ‫قو فْ‬ ‫ف ق‬ ‫ساملى وفْفْل ي قن ح م‬ ‫م ك ق فْ‬ ‫صلوة فْ ا مرل وفْهق ح‬ ‫ال ر‬
‫ه*‬ ‫سال فْت فْ ق‬ ‫ل رم فْ‬ ‫جعفْ ق‬ ‫ث ي فْ ح‬ ‫حي ح ق‬ ‫م فْ‬ ‫ه ا فْع حل فْ ق‬ ‫‪ ١٤٢‬فْالل مل ق‬
‫‪15‬‬

‫م‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫ما فْ‬ ‫سدل ك قل ر فْ‬ ‫م قر ق‬ ‫سل حفْنا ا مل فْي حهم ح‬ ‫ل وفْا فْحر فْ‬ ‫سفْراحئي فْ‬ ‫خذ حفْنا حميفْثاقفْ ب فْحنى ا م ح‬ ‫قد ح ا فْ فْ‬ ‫‪ ١١٨‬ل فْ فْ‬
‫فْيا ا فْي قفْها‬ ‫ن *‪٨٦‬‬ ‫قت ققلو فْ‬ ‫قا ي فْ ح‬ ‫قا ك فْذ رقبوا وفْففْحري د‬ ‫م ففْحري د‬ ‫سه ق ح‬ ‫ف ق‬ ‫ما فْل ت فْحهوى ا فْن ح ق‬ ‫ل ب م فْ‬ ‫سو د‬ ‫فْر ق‬
‫م‬
‫ن ت فْفْنافْزع حت ق ح‬ ‫م ففْا م ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫مرم م‬ ‫ح‬
‫ل وفْاوملى ال فْ ح‬ ‫ق‬ ‫سو فْ‬ ‫ه وفْاحطيقعوا الرر ق‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫مقنوا احطيقعوا الل فْ‬ ‫فْ‬ ‫ن ا فْ‬‫م‬ ‫ال رحذي فْ‬
‫خرم‬‫ن مبالل ملهم فْوال حي فْوحم م احل م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫م ت قؤ ح م‬ ‫ن ك قن حت ق ح‬ ‫ل ام ح‬ ‫سو م‬ ‫دوه ق ا مفْلى الل ملهم فْوالرر ق‬ ‫ىدء ففْقر ق‬ ‫ش ح‬ ‫حفى فْ‬
‫ن ت فْا ححويدل *‬ ‫س ق‬ ‫ح فْ‬ ‫خي حدر وفْا فْ ح‬ ‫ك فْ‬ ‫ذ مل م فْ‬
‫دا حفيفْها وفْل فْ ق‬
‫ه‬ ‫خال م د‬ ‫ه فْنادرا فْ‬ ‫خل ح ق‬ ‫دود فْه ق ي قد ح م‬ ‫ح ق‬ ‫ه وفْي فْت فْعفْد ر ق‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ص الل مل فْ‬ ‫ن ي فْعح م‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٧٨‬وفْ فْ‬
‫ن*‬ ‫محهي د‬ ‫ب ق‬ ‫ذا د‬ ‫ع فْ فْ‬
‫حقر وفْحعيدم )*( ا فْففْفْعييفْنا‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫س فْ‬‫ب القر ق‬ ‫ل ك فْذ ر فْ‬ ‫م ت قب ردع ك ق ى‬ ‫ب احل فْي حك فْةم وفْقفْوح ق‬ ‫حا ق‬ ‫ص فْ‬ ‫‪ ٥١٧‬وفْا فْ ح‬
‫جحديد د *‬ ‫ن فْ ح‬ ‫فْ‬ ‫ل ب فْ ح‬ ‫ق احل فْور م‬ ‫مبال ح فْ ح‬
‫ق فْ‬ ‫خل د‬ ‫م ح‬ ‫س م‬ ‫م حفى لب ح د‬ ‫ل هق ح‬ ‫خل م‬
‫ب الل مل ق‬
‫ه‬ ‫ن )*( ك فْت فْ فْ‬ ‫ك مفى احل فْذ فْللي فْ‬ ‫ه قاول مئ م فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫حا ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫‪ ٥٤٣‬ا م ر‬
‫ز *صحيفه نوماره سي‬ ‫ه قفْومىى ع فْحزي د‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫سحلى ا م ر‬ ‫ن ا فْفْنا وفْقر ق‬ ‫فْل فْغ حل مب فْ ر‬
‫ل‬‫سو ق‬ ‫ن ا فْلنى فْر ق‬ ‫مو فْ‬ ‫ذون فْحنى وفْقفْد ح ت فْعحل فْ ق‬ ‫م ت قؤ ح ق‬ ‫مه فْيا قفْوحم م ل م فْ‬ ‫قو ح م‬ ‫سى ل م فْ‬ ‫مو م‬ ‫ل ق‬ ‫‪ ٥٥٠‬وفْا مذ ح فْقا فْ‬
‫ن‬‫سحقي فْ‬ ‫فا م‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫قوح فْ‬ ‫دى ال ح فْ‬ ‫ه فْل ي فْهح م‬ ‫م فْوالل مل ق‬ ‫ه قققلوب فْهق ح‬ ‫غوا ا فْفْزاغفْ الل مل ق‬ ‫ما فْزا ق‬ ‫م ففْل فْ ر‬ ‫الل ملهم ا مل فْي حك ق ح‬
‫قحييفْها *‬ ‫س ح‬ ‫ة الل ملهم وفْ ق‬ ‫ل الل ملهم فْناقفْ فْ‬ ‫سو ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫قا فْ‬ ‫‪ ٥٩٤‬ففْ فْ‬
‫ن الل مل ق‬
‫ه‬ ‫ح فْ‬ ‫مت فْ فْ‬
‫نا ح‬ ‫ك ال رحذي فْ‬ ‫ل الل ملهم قاول مئ م فْ‬ ‫سو م‬ ‫عن حد فْ فْر ق‬ ‫م م‬ ‫وات فْهق ح‬ ‫ص فْ‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫ضو فْ‬ ‫ن ي فْغق ق‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫‪ ٥١٤‬ا م ر‬
‫م*‬ ‫جدر ع فْحظي د‬ ‫ففْرة د وفْا فْ ح‬ ‫مغح م‬ ‫م فْ‬ ‫قوى ل فْهق ح‬ ‫م مللت ر ح‬ ‫قققلوب فْهق ح‬

‫] ‪[ Üçüncü Silsile: On Birinci Satırda‬‬

‫ن‬
‫م ام ح‬ ‫حفْرا فْ‬ ‫جد فْ ال ح فْ‬ ‫س م‬ ‫م ح‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫خل ق ر‬ ‫حقل ل فْت فْد ح ق‬ ‫ه القرحءفْيا مبال ح فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه فْر ق‬ ‫صد فْقفْ الل لم ق‬ ‫قد ح فْ‬ ‫‪ ٥١٣‬ل فْ فْ‬
‫ن*‬ ‫محني فْ‬ ‫ها م‬ ‫شافْء الل مل ق‬ ‫فْ‬
‫ن*‬ ‫محبي د‬ ‫ل ق‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫م الذ لك حمرى وفْقفْد ح فْ‬ ‫‪ ٤٩٥‬ا فْملنى ل فْهق ق‬
‫ن*‬ ‫سقلو فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫ف ل فْد فْىر ال ح ق‬ ‫خا ق‬ ‫ف ا ملنى فْلي فْ فْ‬ ‫خ ح‬ ‫موسى فْلت فْ فْ‬ ‫‪ ٣٧٦‬فْيا ق‬
‫ن*‬ ‫ه وفْا فْحطيقعو م‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫ن )*( فْفات ر ق‬ ‫ل ا فْحمي د‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫‪ ٣٧٣‬ا مملنى ل فْك ق ح‬
‫جودرا *‬ ‫مهح ق‬ ‫ن فْ‬ ‫قحرا فْ‬ ‫ذا ال ح ق‬ ‫ذوا ه فْ‬ ‫خ ق‬ ‫مى ات ر فْ‬ ‫ن قفْوح م‬ ‫ب ام ر‬ ‫ل فْيا فْر ل‬ ‫سو ق‬ ‫ل الرر ق‬ ‫‪ ٣٦١‬وفْفْقا فْ‬
‫م‬
‫م ب فْي حن فْهق ح‬ ‫حك ق فْ‬ ‫سول محه ل مي فْ ح‬ ‫عوا ا مفْلى الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ذا د ق ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫محني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫ن قفْوح فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ٣٥٥‬ا من ر فْ‬
‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫حو فْ‬ ‫فل م ق‬ ‫م ح‬ ‫م ال ح ق‬ ‫ك هق ق‬ ‫معحفْنا وفْا فْط فْعحفْنا وفْقاول مئ م فْ‬ ‫س م‬ ‫قوقلوا فْ‬ ‫ا فْ ح‬
‫ن ي فْ ق‬
‫م مفى الحددي م‬
‫ن‬ ‫ل ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫جعفْ فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫جت فْحبيك ق ح‬ ‫وا ح‬ ‫جفْهامده هق فْ‬ ‫حقر م‬ ‫دوا مفى الل ملهم فْ‬ ‫جاه م ق‬ ‫‪ ٣٤٠‬وفْ فْ‬
‫ل وفْحفى هم فْ‬
‫ذا‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫سل محمي فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ال ق‬ ‫ح‬ ‫ميك ق‬ ‫ق‬ ‫س مل‬ ‫م هقوفْ فْ‬ ‫م ا محبرحهي فْ‬ ‫ق‬
‫ة ابيك ح‬ ‫فْ‬ ‫ر‬
‫مل فْ‬ ‫ج م‬ ‫حفْر د‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫م‬
‫موا‬ ‫س ففْا فْحقي ق‬ ‫دافْء ع فْلى الرنا م‬
‫فْ‬ ‫شهفْ فْ‬ ‫كوقنوا ق‬ ‫م وفْت فْ ق‬ ‫دا ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫شحهي د‬ ‫ل فْ‬ ‫سو ق‬ ‫ن الرر ق‬ ‫كو فْ‬ ‫ل مي فْ ق‬
‫م‬
‫ولى وفْن معح فْ‬ ‫م ح‬‫م ال ح فْ‬ ‫م ففْن معح فْ‬ ‫موحمليك ق ح‬ ‫موا مبالل ملهم هقوفْ فْ‬ ‫ص ق‬ ‫صلوة فْ فْواقتوا الرزكوة فْ فْواع حت فْ م‬ ‫ال ر‬
‫الرنصحيقر *‬
‫ل وفْفْل ت قعفْذ لب حهق ح‬
‫م‬ ‫سفْرائحي فْ‬ ‫معفْفْنا فْبنحى ا م ح‬ ‫ل فْ‬ ‫س ح‬ ‫ك ففْا فْحر م‬ ‫سوفْل فْرب ل فْ‬ ‫قوفْل ا مرنا فْر ق‬ ‫‪ ٣١٣‬ففْا حت مفْياه ق ففْ ق‬
‫ن ات رب فْعفْ ال حقهدى *‬ ‫م م‬ ‫علمى فْ‬ ‫م فْ‬ ‫سفْل ق‬ ‫ك فْوال ر‬ ‫ن فْرب ل فْ‬ ‫م ح‬ ‫ك مبامي فْةد م‬ ‫جئ حفْنا فْ‬ ‫قفْد ح م‬
‫سودل *‬ ‫شدرا فْر ق‬ ‫ت ا مرل ب فْ فْ‬ ‫ل ك قن ح ق‬ ‫ن فْرلبى هفْ ح‬ ‫حا فْ‬ ‫سب ح فْ‬ ‫ل ق‬ ‫‪ ٢٩٠‬قق ح‬
‫‪16‬‬

‫عوك ق ح‬ ‫ح‬ ‫م ا فْمفى الل ملهم فْ‬ ‫سل قهق ح‬ ‫‪ ٢٥٥‬فْقال فْ ح‬


‫م‬ ‫ض ي فْد ح ق‬ ‫ت فْوال فْحر م‬ ‫وا م‬ ‫سم فْ‬ ‫ك فْفاط مرم ال ر‬ ‫ش ى‬ ‫ت قر ق‬
‫مى *‬ ‫س م‬ ‫م فْ‬ ‫ل ق‬ ‫ج د‬ ‫م مالمى ا فْ فْ‬ ‫خفْرك ق ح‬ ‫م وفْي قؤ فْ ل‬ ‫ن ذ ققنوب مك ق ح‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫ففْر ل فْك ق ح‬ ‫ل مي فْغح م‬
‫م‬ ‫فْ‬
‫ص ع فْلي حك ق ح‬ ‫حري د‬ ‫م فْ ح‬ ‫ما ع فْن مت ق ح‬ ‫فْ‬
‫عزحيدز ع فْلي حهم فْ‬ ‫م فْ‬ ‫سك ق ح‬ ‫ف م‬ ‫ن ان ح ق‬ ‫فْ‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫قد ح فْ‬ ‫فْ‬
‫‪ ٢٠٦‬ل فْ‬
‫م*‬ ‫ف فْرححي د‬ ‫ن فْرؤ ق د‬ ‫مني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫مبال ح ق‬
‫فقروا‬ ‫م ك فْ فْ‬ ‫ره ا من رهق ح‬ ‫على قفْب ح م‬ ‫م فْ‬ ‫ق ح‬ ‫دا وفْفْل ت فْ ق‬ ‫ت ا فْب فْ د‬ ‫ما فْ‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫حد د م‬ ‫على ا فْ فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫ص ل‬ ‫‪ ١٩٩‬وفْفْل ت ق فْ‬
‫جمحيدعا‬ ‫م فْ‬ ‫ن *صحيفه نوماره سي‪ ١٦٩‬ا مل فْي حك ق ح‬ ‫قو فْ‬ ‫س ق‬ ‫م فْفا م‬ ‫ماقتوا وفْهق ح‬ ‫سوملهح وفْ فْ‬ ‫مبالل ملهم وفْفْر ق‬
‫مقنوا مبالل ملهم‬ ‫ت فْفا م‬ ‫حيح وفْقيمحي ق‬ ‫ه ا مرل هقوفْ ي ق ح‬ ‫ض فْلمالم فْ‬ ‫ت فْوال فْحر م‬
‫ح‬ ‫وا م‬ ‫سم فْ‬ ‫ك ال ر‬ ‫مل ح ق‬ ‫ه ق‬ ‫ال رحذى ل فْ ق‬
‫ن*‬ ‫دو فْ‬ ‫م ت فْهحت فْ ق‬ ‫مامته فْوات رب مقعوه ق ل فْعفْل رك ق ح‬ ‫ن مبالل ملهم وفْك فْل م فْ‬ ‫م ق‬ ‫ى ال رحذى ي قؤ ح م‬ ‫م ل‬ ‫ى احل ق ل‬ ‫سول مهم الن رب م ل‬ ‫وفْفْر ق‬
‫صلوة فْ وفْي قؤ حقتو فْ‬
‫ن‬ ‫ن ال ر‬ ‫مو فْ‬ ‫ن قيقحي ق‬ ‫مقنوا الحذي فْ‬ ‫ر‬ ‫م‬
‫ن ا فْ‬ ‫ه فْوالحذي فْ‬ ‫ر‬ ‫ق‬
‫سول ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫م الل ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ما وفْل مي قك ق ق‬ ‫‪ ١١٦‬ا من ر فْ‬
‫ن*‬ ‫م فْراك مقعو فْ‬ ‫الرزكموة فْ وفْهق ح‬
‫ن‬
‫م ح‬ ‫جرى م‬ ‫ت ت فْ ح‬ ‫جرنا د‬ ‫ه فْ‬ ‫خل ح ق‬ ‫ه ي قد ح م‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن ي قط ممع الل مل فْ‬ ‫م ح‬ ‫دود ق الل ملهم وفْ فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ك ق‬ ‫‪ ٧٨‬ت مل ح فْ‬
‫م*‬ ‫فوحقز ال حفْعظحي ق‬ ‫ك ال ح فْ‬ ‫ن فحيفْها وفْذ مل م فْ‬ ‫خاملدحي فْ‬ ‫حت مفْها احل فْن حفْهاقر فْ‬ ‫ت فْ ح‬
‫ن‬ ‫م ح‬ ‫سملهح فْ‬ ‫ن قر ق‬ ‫م ح‬ ‫جفْتبحى م‬ ‫ه ي فْ ح‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ب فْولك م ر‬ ‫م ع فْفْلى ال حغفْي ح م‬ ‫ه ل مي قط حل معفْك ق ح‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫كا فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ٧٢‬وفْ فْ‬
‫م*‬ ‫عظحي د‬ ‫جدر فْ‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫قوا ففْل فْك ق ح‬ ‫مقنوا وفْت فْت ر ق‬ ‫ن ت قؤ ح م‬ ‫سملهح وفْا م ح‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫شاقء فْفا م‬ ‫ي فْ فْ‬
‫م ففْل فْك ق ح‬
‫م‬ ‫ن ت قب حت ق ح‬ ‫سوملهح وفْا م ح‬ ‫ن الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م فْ‬ ‫ب م‬ ‫ححر د‬ ‫فعفْقلوا ففْا حذ فْقنوا ب م فْ‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫‪ ٤٦‬ففْا م ح‬
‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ن وفْفْل ت قظ حل فْ ق‬ ‫مو فْ‬ ‫م فْل ت فْظ حل م ق‬ ‫وال مك ق ح‬ ‫م فْ‬ ‫س ا فْ ح‬ ‫قرؤ ق ق‬
‫ن‬
‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫م ك م ح فْ‬ ‫سوملهح ي قؤ حت مك ق ح‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ٥٤٠‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫فلي ح م‬ ‫مقنوا ب مفْر ق‬ ‫ه فْوا م‬ ‫مقنوا ات ر ق‬
‫م *صحيفه‬ ‫رحي د‬ ‫فودر فْ ح‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫م فْوالل مل ق‬ ‫فحر ل فْك ق ح‬ ‫ن مبهح وفْي فْغح م‬ ‫شو فْ‬ ‫م ق‬ ‫م قنودرا ت فْ ح‬ ‫ل ل فْك ق ح‬ ‫جعفْ ح‬ ‫ممتهح وفْي فْ ح‬ ‫ح فْ‬ ‫فْر ح‬
‫نوماره سي‬

‫ب فْالحي د‬
‫م‬ ‫ذا د‬ ‫ن ع فْ فْ‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫دود ق الل ملهم وفْل مل ح فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ك ق‬ ‫سوملهح وفْت مل ح فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ك ل مت قؤ ح م‬ ‫‪ ٥٤١‬ذ مل م فْ‬
‫*‬
‫ن‬ ‫م ي فْب حت فْقغو فْ‬ ‫وال مهم ح‬ ‫م فْ‬ ‫م وفْا فْ ح‬ ‫ن د مفْيارمه م ح‬ ‫م ح‬ ‫جوا م‬ ‫خرم ق‬ ‫ن اق ح‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫جرحي فْ‬ ‫مفْها م‬ ‫قفْرامء ال ح ق‬ ‫ف فْ‬ ‫‪ ٥٤٥‬ل مل ح ق‬
‫ن*‬ ‫صاد مققو فْ‬ ‫م ال ر‬ ‫ك هق ق‬ ‫ه قاول مئ م فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫صقرو فْ‬ ‫وادنا وفْي فْن ح ق‬ ‫ض فْ‬ ‫ن الل ملهم وفْرم ح‬ ‫م فْ‬ ‫ضدل م‬ ‫ففْ ح‬

‫] ‪[ Dördüncü Silsile: Yedinci Satırda‬‬

‫ن‬
‫دا وفْقزي ل فْ‬ ‫م ا فْب فْ د‬
‫هلحيهم ح‬ ‫ن مالمى ا فْ ح‬ ‫مقنو فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ل فْوال ح ق‬ ‫سو ق‬ ‫ب الرر ق‬ ‫قل م فْ‬ ‫ن ي فْن ح فْ‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫ل ظ فْن فْن حت ق ح‬ ‫‪ ٥١١‬ب فْ ح‬
‫ما قبودرا *‬ ‫م قفْوح د‬ ‫سوحمء وفْك قن حت ق ح‬ ‫ن ال ر‬ ‫م ظ فْ ر‬ ‫م وفْظ فْن فْن حت ق ح‬ ‫ك حفى قققلوب مك ق ح‬ ‫ذ مل م فْ‬
‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ف ي فْعحل فْ ق‬ ‫سوح فْ‬ ‫سل فْفْنا ففْ فْ‬ ‫سل حفْنا مبهح قر ق‬ ‫ما ا فْحر فْ‬ ‫ب وفْب م فْ‬ ‫ن ك فْذ رقبوا مبال حك مفْتا م‬ ‫‪ ٤٧٤‬ا فْل رحذي فْ‬
‫ت فْرب لك ق ح‬
‫م‬ ‫م افْيا م‬ ‫ن ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫م ي فْت حقلو فْ‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ل م‬ ‫س د‬ ‫م قر ق‬ ‫م ي فْا حت مك ق ح‬ ‫خفْزن فْت قفْها ا فْل فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫ل ل فْهق ح‬ ‫‪ ٤٦٥‬وفْفْقا فْ‬
‫ذا *‬ ‫م ه فْ‬ ‫مك ق ح‬ ‫قافْء ي فْوح م‬ ‫م ل م فْ‬ ‫وفْي قن حذ مقرون فْك ق ح‬
‫ل ا مرل ال حب فْفْلغ ق‬ ‫سو م‬ ‫ما ع فْفْلى الرر ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ن قفْب حل مك ق ح‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫ب ا ق فْ‬
‫م د‬ ‫قد ح ك فْذ ر فْ‬ ‫ن ت قك فْذ لقبوا ففْ فْ‬ ‫‪ ٣٩٧‬وفْا م ح‬
‫ن*‬ ‫مبحي ق‬‫ال ح ق‬
‫ن‬
‫ضو فْ‬ ‫معحرم ق‬ ‫م ق‬ ‫من حهق ح‬ ‫ذا ففْحريقد م‬ ‫م ا م فْ‬ ‫م ب فْي حن فْهق ح‬ ‫حك ق فْ‬‫سومله ل مي فْ ح‬ ‫عوا ا مفْلى الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ذا د ق ق‬ ‫‪ ٣٥٥‬وفْا م فْ‬
‫*‬
‫‪17‬‬

‫ن حفى‬ ‫طا ق‬ ‫شي ح فْ‬ ‫قى ال ر‬ ‫ملنى ا فْل ح فْ‬ ‫ذا ت فْ فْ‬ ‫ى ا مرل ا م فْ‬ ‫سو د فْ‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬
‫ل وفْل ن فْب م ى‬ ‫ن فْر ق‬ ‫م ح‬ ‫ك م‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٣٣٧‬م‬
‫م‬‫علحي د‬ ‫ه فْ‬ ‫ته فْوالل مل ق‬ ‫ه امفْيا م ح‬ ‫م الل مل ق‬ ‫حك م ق‬ ‫م يق ح‬ ‫ن ثق ر‬ ‫طا ق‬ ‫شي ح فْ‬ ‫قى ال ر‬ ‫ما ي قل ح م‬ ‫ه فْ‬ ‫خ الل مل ق‬ ‫س ق‬ ‫من مي رمته ففْي فْن ح فْ‬ ‫اق ح‬
‫م *صحيفه نوماره سي‬ ‫حكحي د‬ ‫فْ‬
‫ما فْزك مميا *‬ ‫ك غ قل د‬ ‫فْ‬ ‫بل م‬ ‫فْ‬ ‫ك ملهفْ فْ‬ ‫فْ‬ ‫ل فْرب ل م‬ ‫سو ق‬ ‫ما افْنا فْر ق‬ ‫فْ‬ ‫ل ا من ر فْ‬ ‫‪ ٣٠٥‬فْقا فْ‬
‫ن‬
‫كا فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ة وفْ فْ‬ ‫جا وفْذ قلري ر د‬ ‫م ا فْحزفْوا د‬ ‫جعفْل حفْنا ل فْهق ح‬ ‫ك وفْ فْ‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫م ح‬ ‫سدل م‬ ‫سل حفْنا قر ق‬ ‫قد ح ا فْحر فْ‬ ‫‪ ٢٥٣‬وفْل فْ فْ‬
‫ب*‬ ‫ل ك مفْتا د‬ ‫ج د‬ ‫ل ا فْ فْ‬ ‫ن الل ملهم ل مك ق ل‬ ‫ى مباي فْةد ا مرل ب ما مذ ح م‬ ‫ن ي فْات م فْ‬
‫ل ا فْ ح ح‬ ‫سو د‬ ‫ل مفْر ق‬
‫م فْل‬ ‫ط وفْهق ح‬ ‫س م‬ ‫ق ح‬ ‫م مبال ح م‬ ‫ى ب فْي حن فْهق ح‬ ‫ض فْ‬ ‫م قق م‬ ‫سول قهق ح‬ ‫جافْء فْر ق‬ ‫ذا فْ‬ ‫ل ففْا م فْ‬ ‫سو د‬ ‫مةد فْر ق‬ ‫ل اق ر‬ ‫‪ ٢١٣‬وفْل مك ق ل‬
‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ي قظ حل فْ ق‬
‫ب‬
‫ذا د‬ ‫م ع فْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫فقروا م‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ب ال رحذي فْ‬ ‫سقيصحي ق‬ ‫ه فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن ك فْذ فْقبوا الل مل فْ‬ ‫‪ ٢٠٠‬وفْقفْعفْد فْ ال رحذي فْ‬
‫م*‬ ‫فْالحي د‬
‫ل ا فْمبالل ملهم وفْا مفْيات محه‬ ‫ب قق ح‬ ‫ض وفْن فْل حعفْ ق‬ ‫خو ق‬ ‫ما ك قرنا ن فْ ق‬ ‫ن ا من ر فْ‬ ‫قول ق ر‬ ‫م ل فْي فْ ق‬ ‫سا فْل حت فْهق ح‬ ‫ن فْ‬ ‫‪ ١٦٩‬وفْل فْئ م ح‬
‫فْ ح‬ ‫مل‬ ‫ن فْل ي قؤ ح م‬ ‫فْقات مقلوا ال رحذي فْ‬ ‫ست فْهحزمؤ ق فْ‬ ‫سوملهح ك قن حت ق ح‬
‫ن مباللهم وفْل مبالي فْوحم م‬ ‫مقنو فْ‬ ‫ن *‪١٩٠‬‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫وفْفْر ق‬
‫حقل *‬ ‫ن ال ح فْ‬ ‫ن دحي فْ‬ ‫ه وفْفْل فْيدحيقنو فْ‬ ‫سول ق ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫حرر فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫مو فْ‬ ‫حلر ق‬ ‫خرم وفْفْل ي ق فْ‬ ‫احل م‬
‫ه وفْا فْن حت ق ح‬
‫م‬ ‫وا ع فْن ح ق‬ ‫ه وفْفْل ت فْوفْل ر ح‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫مقنوا فْاطحيقعوا الل مل فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ١٧٨‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫ن*‬ ‫مقعو فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ت فْ ح‬
‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ما ت فْك حت ق ق‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫ما ت قب ح ق‬ ‫م فْ‬ ‫ه ي فْعحل فْ ق‬ ‫ل ا مرل ال حب فْفْلغ ق فْوالل مل ق‬ ‫سو م‬ ‫ما ع فْفْلى الرر ق‬ ‫‪ ١٢٣‬فْ‬
‫م‬
‫من حت ق ح‬ ‫م الرزكموة فْ فْوا فْ‬ ‫صلوة فْ فْوات فْي حت ق ق‬ ‫م ال ر‬ ‫مت ق ق‬ ‫ن ا فْقفْ ح‬ ‫م ل فْئ م ح‬ ‫معفْك ق ح‬ ‫ه ا من لحى فْ‬ ‫ل الل مل ق‬ ‫‪ ١٠٨‬وفْفْقا فْ‬
‫م *صحيفه نواره سي‬ ‫موهق ح‬ ‫سلحى وفْع فْرزحرت ق ق‬ ‫ب مقر ق‬
‫ة ب فْعحد فْ‬ ‫ج د‬ ‫ح ر‬ ‫س ع فْفْلى الل ملهم ق‬ ‫ن مللرنا م‬ ‫كو فْ‬ ‫ن ل مئ فْرل ي فْ ق‬ ‫ذرحي فْ‬ ‫من ح م‬ ‫ن وفْ ق‬ ‫شرحي فْ‬ ‫مب فْ ل‬ ‫سدل ق‬ ‫‪ ١٠٣‬قر ق‬
‫ما *‬ ‫حكحي د‬ ‫عزحيدزا فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫كا فْ‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫س م‬ ‫القر ق‬
‫علمى‬ ‫ل فْ‬ ‫ب الحذى ن فْرز فْ‬ ‫ر‬ ‫سوملهح فْوالك مفْتا م‬ ‫ح‬ ‫مقنوا مباللهم وفْفْر ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫مقنوا ا م‬ ‫ن ا فْ‬ ‫م‬ ‫‪ ٩٩‬فْيااي قفْها الحذي فْ‬ ‫ر‬ ‫فْ‬
‫ملئ مك فْمتهح وفْك قت قمبهح‬ ‫فحر مبالل ملهم وفْ فْ م‬ ‫ن ي فْك ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ب ال رحذى ا فْن حفْز فْ‬ ‫سوملهح فْوال حك مفْتا م‬ ‫فْر ق‬
‫دا *‬ ‫ضفْلدل فْبعحي د‬ ‫ل فْ‬ ‫ض ر‬ ‫قد ح فْ‬ ‫خرم ففْ فْ‬ ‫سملهح فْوال حي فْوحم م احل م‬ ‫وفْقر ق‬
‫فْ‬
‫دوه ق ا ملى‬ ‫فْ‬
‫عوا مبهح وفْلوح فْر ق‬ ‫ذا ق‬ ‫ف ا فْ‬ ‫فْ‬ ‫خو ح م‬ ‫ن اوم ال فْ‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ن ال فْ ح‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٩٠‬وفْا م فْ‬
‫م م‬ ‫م فْ‬ ‫مدر م‬ ‫ما ح‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫ذا فْ‬
‫م*‬ ‫من حهق ح‬ ‫ه م‬ ‫طون فْ ق‬ ‫ست فْن حب م ق‬ ‫ن ي فْ ح‬ ‫ه ال رحذي فْ‬ ‫م ق‬ ‫م ل فْعفْل م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫مرم م‬ ‫ل وفْمالمى قاوملى احل فْ ح‬ ‫سو م‬ ‫الرر ق‬
‫حقى‬ ‫ل فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ن الرر ق‬ ‫دوا ا فْ ر‬ ‫شه م ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫مان مهم ح‬ ‫فقروا ب فْعحد فْ اي فْ‬ ‫ما ك فْ فْ‬ ‫ه قفْوح د‬ ‫دى الل مل ق‬ ‫ف ي فْهح م‬ ‫‪ ٦٠‬ك فْي ح فْ‬
‫ن*‬ ‫ظاملمحي فْ‬ ‫م ال ر‬ ‫قوح فْ‬ ‫دى ال ح فْ‬ ‫ه فْل ي فْهح م‬ ‫ت فْوالل مل ق‬ ‫م ال حب فْي لفْنا ق‬ ‫جافْءهق ق‬ ‫وفْ فْ‬
‫ل‬ ‫خ م‬ ‫ما ي فْد ح ق‬ ‫مفْنا وفْل فْ ر‬ ‫سل فْ ح‬ ‫ن ققوقلوا ا فْ ح‬ ‫مقنوا فْولمك م ح‬ ‫م ت قؤ ح م‬ ‫ل ل فْ ح‬ ‫مرنا قق ح‬ ‫ب ام فْ‬ ‫ت احل فْع حفْرا ق‬ ‫‪ ١٦‬فْقال فْ م‬
‫مال مك ق ح‬
‫م‬ ‫ن ا فْع ح فْ‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫ه فْل ي فْل مت حك ق ح‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن قتطحيقعوا الل مل فْ‬ ‫م وفْا م ح‬ ‫ن حفى قققلوب مك ق ح‬ ‫ما ق‬ ‫احلي فْ‬
‫م*‬ ‫رحي د‬ ‫فودر فْ ح‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫شي حئدا ا م ر‬ ‫فْ‬
‫ل وفْل مل ملهم‬ ‫من حفْها احل فْذ فْ ر‬ ‫ن احل فْع فْقز م‬ ‫ج ر‬ ‫خرم فْ‬ ‫مدحين فْةم ل فْي ق ح‬ ‫جعحفْنا ا مفْلى ال ح فْ‬ ‫ن فْر فْ‬ ‫ن ل فْئ م ح‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫‪ ٥٥٤‬ي فْ ق‬
‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ن فْل ي فْعحل فْ ق‬ ‫مفْنامفقحي فْ‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫ن فْولك م ر‬ ‫منحي فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫سوملهح وفْل مل ح ق‬ ‫ال حعمرزة ق وفْل مفْر ق‬
‫] ‪[ Beşinci Silsile: Altıncı Satırda‬‬
‫صحيفه نوماره سي‬

‫مال فْك ق ح‬
‫م‬ ‫ل وفْفْل ت قب حط مقلوا ا فْع ح فْ‬ ‫ه وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬
‫سو فْ‬ ‫مقنوا ا فْحطيقعوا الل لم فْ‬
‫ن ا م فْ‬
‫‪ ٥٠٩‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫*‬
‫‪18‬‬

‫سل قفْنا ل فْد فْي حهم ح‬


‫م‬ ‫م فْبلى وفْقر ق‬ ‫جوحيهق ح‬ ‫م وفْن فْ ح‬ ‫سررهق ح‬ ‫معق م‬ ‫س فْ‬ ‫ن ا فْرنا فْل ن فْ ح‬ ‫سقبو فْ‬ ‫ح فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫‪ ٤٩٤‬ا فْ ح‬
‫ن*‬ ‫ي فْك حت ققبو فْ‬
‫ت‬‫م مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫سل قهق ح‬ ‫م قر ق‬ ‫جافْءت حهق ح‬ ‫م فْ‬ ‫ن قفْب حل مهم ح‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫ب ال رحذي فْ‬ ‫قد ح ك فْذ ر فْ‬ ‫ك ففْ فْ‬ ‫ن ي قك فْذ لقبو فْ‬ ‫‪ ٤٣٦‬وفْا م ح‬
‫منحيرم *‬ ‫ب ال ح ق‬ ‫وفْمبالقزب قرم وفْمبال حك مفْتا م‬
‫ما قيرحيد ق الل مل ق‬
‫ه‬ ‫ه ا من ر فْ‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ن الرزكموة فْ وفْا فْط معح فْ‬ ‫صلوة فْ فْوام حتي فْ‬ ‫ن ال ر‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ٤٢١‬وفْا فْقم ح‬
‫طهحيدرا *‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ت وفْي قط فْهلفْرك ق ح‬ ‫ل ال حب فْي ح م‬ ‫س ا فْهح فْ‬ ‫ج فْ‬ ‫م اللر ح‬ ‫ب ع فْن حك ق ق‬ ‫ل مي قذ حه م فْ‬
‫ة وفْا فْع حت فْد حفْنا‬ ‫س امي فْ د‬ ‫م مللرنا م‬ ‫جعفْل حفْناهق ح‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ل ا فْغ حفْرقحفْناهق ح‬ ‫س فْ‬ ‫ما ك فْذ رقبوا القر ق‬ ‫ح ل فْ ر‬ ‫م قنو د‬ ‫‪ ٣٦٢‬وفْقفْوح فْ‬
‫ما *‬ ‫ذادبا فْالحي د‬ ‫ن ع فْ فْ‬ ‫ظاملمحي فْ‬ ‫ملل ر‬
‫ن‬
‫م ح‬ ‫م م‬ ‫منهق ح‬ ‫م ي فْت فْوفْل ملى فْفرحيقد م‬ ‫ل وفْا فْط فْعحفْنا ث ق ر‬ ‫سو م‬ ‫مرنا مبالل ملهم وفْمبالرر ق‬ ‫ن ام فْ‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫‪ ٣٥٥‬وفْي فْ ق‬
‫ن*‬ ‫منحي فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ك مبال ح ق‬ ‫ما قاول مئ م فْ‬ ‫ك وفْ فْ‬ ‫ب فْعحد م ذ مل م فْ‬
‫ن‬
‫فوا ع فْ ح‬ ‫خل ر ق‬ ‫ن ي فْت فْ فْ‬ ‫ب ا فْ ح‬ ‫ن احل فْع حفْرا م‬ ‫م فْ‬ ‫م م‬ ‫حوحل فْهق ح‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫مدحين فْةم وفْ فْ‬ ‫ل ال ح فْ‬ ‫ن مل فْهح م‬ ‫كا فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ٢٠٥‬فْ‬
‫م‬ ‫م ل قيصحيب قهق ح‬ ‫فْ‬ ‫ك ب مان رهق ح‬ ‫فْ‬ ‫سه ذ مل م فْ‬ ‫ن ن فْفح م‬ ‫م ع فْ ح‬ ‫سه م ح‬ ‫ف م‬ ‫فْ‬
‫ل اللهم وفْل ي فْحرغ فْقبوا ب مان ح ق‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫سو م‬ ‫فْر ق‬
‫ل *صحيفه نوماره سي‬ ‫ب وفْ فْ‬ ‫ص د‬ ‫ما د وفْفْل ن فْ فْ‬ ‫ظ فْ فْ‬
‫فافْر وفْفْل ي فْفْناقلو فْ‬
‫ن‬ ‫ظ ال حك ق ر‬ ‫موحط مدئا فْيغحي ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْفْل ي فْط فْؤ ق فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫ة حفى فْ‬ ‫ص د‬ ‫م فْ‬ ‫خ فْ‬ ‫م ح‬ ‫فْ‬
‫جفْر‬ ‫فْ‬
‫ه ل قيضحيعق ا ح‬ ‫فْ‬ ‫ن الل فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ح ام ر‬ ‫صال م د‬ ‫ل فْ‬ ‫م د‬ ‫م مبه ع فْ فْ‬ ‫ب لهق ح‬ ‫فْ‬ ‫ن ع فْد قوى ن فْي حل ا مل ك قت م فْ‬ ‫ر‬ ‫د‬ ‫م ح‬ ‫م‬
‫ن*‬ ‫سنحي فْ‬ ‫ح م‬ ‫م ح‬ ‫ال ق‬ ‫ح‬
‫ه فْبرىدء‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ج احل فْك حب فْرم ا فْ ر‬ ‫ح ل‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫س ي فْوح فْ‬ ‫سوملهح ا ملى الرنا م‬
‫فْ‬ ‫ن الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م فْ‬ ‫ن م‬ ‫ذا د‬ ‫‪ ١٨٦‬وفْا فْ فْ‬
‫موا‬ ‫م فْفاع حل فْ ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫م وفْا م ح‬ ‫خي حدر ل فْك ق ح‬ ‫م ففْهقوفْ فْ‬ ‫ن ت قب حت ق ح‬ ‫ه ففْا م ح‬ ‫سول ق ق‬ ‫ن وفْفْر ق‬ ‫ركحي فْ‬ ‫ش م‬ ‫م ح‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫م فْ‬ ‫م‬
‫ل‬ ‫فْقا فْ‬ ‫ب الحيم د *‪١٥٧‬‬ ‫فْ‬ ‫ذا د‬ ‫فقروا ب معفْ فْ‬ ‫ن ك فْ‬ ‫فْ‬ ‫شرم الحذي فْ‬ ‫ر‬ ‫زى اللهم وفْب فْ ل‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ج م‬ ‫معح م‬ ‫م غ فْي حقر ق‬ ‫ا فْن رك ح‬ ‫ق‬
‫ن*‬ ‫ب ال حفْعافْلمحي فْ‬ ‫ن فْر ل‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫سو د‬ ‫ة فْولمك من لمى فْر ق‬ ‫ضفْلل فْ د‬ ‫س بحى فْ‬ ‫فْيا قفْوحم م ل فْي ح فْ‬
‫ما‬ ‫موا ا فْن ر فْ‬ ‫م فْفاع حل فْ ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫حذ فْقروا ففْا م ح‬ ‫ل فْوا ح‬ ‫سو فْ‬ ‫ه وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬ ‫‪ ١٢٢‬وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬
‫ن*‬ ‫مبحي ق‬ ‫سول مفْنا ال حب فْفْلغ ق ال ح ق‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫فْ‬
‫ح‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ؤا ال رحذي فْ‬
‫دا‬‫سا د‬ ‫ض ففْ فْ‬ ‫ن مفى ال فْحر م‬ ‫سعفْوح فْ‬ ‫ه وفْي فْ ح‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫حارمقبو فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫جز ق‬ ‫ما فْ‬ ‫‪ ١١٢‬ا من ر فْ‬
‫وا‬ ‫ف ح‬ ‫ف اوح ي قن ح فْ‬ ‫فْ‬ ‫خل د‬ ‫فْ‬ ‫ن م‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫جل ه ق ح‬ ‫ق‬ ‫م وفْاحر ق‬ ‫فْ‬ ‫قطعفْ احيدحيهم ح‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫صلقبوا اوح ت ق فْ‬ ‫فْ‬ ‫ر‬ ‫قت رلوا اوح ي ق فْ‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫ا فْ ح‬
‫م‬ ‫عظحي د‬ ‫ب فْ‬ ‫ذا د‬ ‫خفْرةم ع فْ فْ‬ ‫م مفى احل م‬ ‫خحزىد مفى الد قن حفْيا وفْل فْهق ح‬ ‫م م‬ ‫ك ل فْهق ح‬ ‫ض ذ مل م فْ‬ ‫ن ال فْحر م‬
‫م فْ ح‬ ‫م‬
‫*‬
‫ن‬ ‫ر‬
‫ن فحيهم فْفالحذي فْ‬ ‫خلفحي فْ‬ ‫فْ‬ ‫ست فْ ح‬ ‫م ح‬ ‫م ق‬ ‫جعفْلك ق ح‬ ‫فْ‬ ‫ما فْ‬ ‫م ر‬ ‫قوا م‬ ‫ف ق‬ ‫سوملهح وفْان ح م‬ ‫فْ‬ ‫مقنوا مباللهم وفْفْر ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫‪ ٥٣٧‬ام م‬
‫ر *صحيفه نوماره سي‬ ‫كبحي د‬ ‫جدر فْ‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫قوا ل فْهق ح‬ ‫ف ق‬ ‫م وفْا فْن ح فْ‬ ‫من حك ق ح‬ ‫مقنوا م‬ ‫ا م فْ‬
‫ه‬
‫ما ن ققهوا ع فْن ح ق‬ ‫ن ل م فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫م ي فْقعو ق‬ ‫جومى ث ق ر‬ ‫ن الن ر ح‬ ‫ن ن ققهوا ع فْ م‬ ‫م ت فْفْر ا مفْلى ال رحذي فْ‬ ‫‪ ٥٤٢‬ا فْل فْ ح‬
‫ما‬ ‫ك ب م فْ‬ ‫حي روح فْ‬ ‫ك فْ‬ ‫جاؤ ق فْ‬ ‫ذا فْ‬ ‫ل وفْا م فْ‬ ‫سو م‬ ‫ت الرر ق‬ ‫صي فْ م‬ ‫معح م‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫ن مباحل مث حم م فْوال حعقد حفْوا م‬ ‫جوح فْ‬ ‫وفْي فْت فْفْنا فْ‬
‫قو ق‬
‫ل‬ ‫ما ن فْ ق‬ ‫ه ب م فْ‬ ‫م ل فْوحفْل ي قعفْذ لب قفْنا الل مل ق‬ ‫سه م ح‬ ‫ف م‬ ‫ن حفى ا فْن ح ق‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫ه وفْي فْ ق‬ ‫ك ب مهم الل مل ق‬ ‫حي ل فْ‬ ‫م ي ق فْ‬ ‫ل فْ ح‬
‫مصحيقر *‬ ‫س ال ح فْ‬ ‫صل فْوحن فْفْها ففْب مئ ح فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫جهفْن ر ق‬ ‫م فْ‬ ‫سب قهق ح‬ ‫ح ح‬ ‫فْ‬
‫ذى‬ ‫ل وفْل م م‬ ‫سو م‬ ‫قرى ففْل ملهم وفْمللرر ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ل ال ق‬ ‫ح‬ ‫ن اهح م‬ ‫فْ‬ ‫م ح‬ ‫له م‬ ‫سو م ح‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫ما افْفافْء الل ق‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٥٤٥‬فْ‬
‫ن‬‫ة ب فْي ح فْ‬ ‫دول فْ د‬ ‫ن ق‬ ‫كو فْ‬ ‫ى فْلي فْ ق‬ ‫ل ك فْ ح‬ ‫سبحي م‬ ‫ن ال ر‬ ‫ن فْواب ح م‬ ‫ساكحي م‬ ‫م فْ‬ ‫قحربمى فْوال حي فْفْتاممى فْوال ح فْ‬ ‫ال ح ق‬
‫ه فْفان حت فْقهوا‬ ‫م ع فْن ح ق‬ ‫ما فْنهميك ق ح‬ ‫ذوه ق وفْ فْ‬ ‫خ ق‬ ‫ل ففْ ق‬ ‫سو ق‬ ‫م الرر ق‬ ‫ما اتيك ق ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫من حك ق ح‬ ‫احل فْغ حن مفْيامء م‬
‫ب*‬ ‫قا م‬ ‫شدحيد ق ال حعم فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ه ام ر‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫فْوات ر ق‬
‫‪19‬‬

‫ن ك قللهح‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫ن ال ح فْ‬


‫حقل ل مي قظهمفْره ق ع فْلى الد حلي م‬
‫سول فْ ق ح‬
‫ه مبالقهدمى فْودحي م‬ ‫س فْ‬
‫ل فْر ق‬ ‫‪ ٥٥١‬هقوفْ ال رحذى ا فْحر فْ‬
‫ن*‬ ‫كو فْ‬ ‫شرم ق‬ ‫وفْل فْوح ك فْرمه فْ ال ح ق‬
‫م ح‬
‫] ‪[Altıncı Silsile: Dördüncü Satırda‬‬

‫ن ب فْعحد م‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫سو فْ‬ ‫شاققوا الرر ق‬ ‫ل الل ملهم وفْ فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫ن فْ‬ ‫دوا ع فْ ح‬ ‫ص ق‬ ‫فقروا وفْ فْ‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫‪ ٥٠٩‬ا م ر‬
‫م*‬ ‫مالهق ح‬ ‫فْ‬ ‫حب مط اع ح فْ‬ ‫فْ‬ ‫ق‬ ‫سي ق ح‬ ‫شي حئدا وفْ فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ضقروا الل فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫م القهدى ل ح‬‫فْ‬ ‫ح‬ ‫ن لهق ق‬ ‫فْ‬ ‫مات فْب فْي ر فْ‬
‫فْ‬
‫هل‬
‫دوا ا مرل الل فْم‬ ‫م ال ت فْعحب ق ق‬ ‫ر‬ ‫فْ‬ ‫فه م ح‬ ‫خل م‬ ‫ح‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫م وفْ م‬ ‫ن احيدحيهم ح‬ ‫فْ‬ ‫س ق‬ ‫‪ ٤٧٧‬ا مذ ح فْ‬
‫ن ب فْي ح م‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫م القر ق‬ ‫جافْءت حهق ق‬
‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫كافمقرو فْ‬ ‫به فْ‬ ‫م م ح‬ ‫سل حت ق ح‬ ‫ما ا قحر م‬ ‫ة ففْا مرنا ب م فْ‬ ‫ملمئ مك فْ د‬ ‫ل فْ‬ ‫شافْء فْرب قفْنا فْل فْن حفْز فْ‬ ‫فْقاقلوا ل فْوح فْ‬
‫ن*‬ ‫ه وفْفْاطحيقعو م‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫ن )*( فْفات ر ق‬ ‫ل فْامحي د‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫‪ ٣٧٢‬ا من لحى ل فْك ق ح‬
‫ت‬‫غو فْ‬ ‫طا ق‬ ‫جت فْن مقبوا ال ر‬ ‫ه فْوا ح‬ ‫دوا الل مل فْ‬ ‫ن اع حب ق ق‬ ‫سودل ا فْ م‬ ‫مةد فْر ق‬ ‫ل اق ر‬ ‫قد ح ب فْعفْث حفْنا حفى ك ق ل‬ ‫‪ ٢٧٠‬وفْل فْ فْ‬
‫ة فْفسحيقروا مفى‬ ‫ضفْلل فْ ق‬ ‫ت ع فْل فْي حهم ال ر‬ ‫ق ح‬ ‫ح ر‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ه وفْ م‬ ‫دى الل مل ق‬ ‫ن هفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ففْ م‬
‫ن*‬ ‫ذبحي فْ‬ ‫مك فْ ل‬ ‫ة ال ح ق‬ ‫عاقمب فْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ف فْ‬ ‫ض فْفان حظ ققروا ك فْي ح فْ‬ ‫ال فْحر م‬
‫ح‬
‫ن*‬ ‫ذرحي فْ‬ ‫من ح م‬ ‫ن وفْ ق‬ ‫شرحي فْ‬ ‫مب فْ ل‬ ‫ن ا مرل ق‬ ‫سلحي فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫س ق‬ ‫ما ن قحر م‬ ‫‪ ٢٩٩‬وفْ فْ‬
‫ن*‬ ‫سلحي فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫م فْ‬ ‫عقلوه ق م‬ ‫جا م‬ ‫ك وفْ فْ‬ ‫دوه ق ا مل فْي ح م‬ ‫‪ ٣٨٥‬ا مرنا فْرا ق‬
‫كوقنوا‬ ‫م ت فْ ق‬ ‫ل اوفْل ح‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ك وفْن فْت رب ممع القر ق‬ ‫ب د فْع حوفْت فْ فْ‬ ‫ج ح‬ ‫ب نق م‬ ‫ل فْقري د‬ ‫ج د‬ ‫فْ‬
‫خحرفْنا مالمى ا فْ‬ ‫‪ ٢٦٠‬فْرب رفْنا ا فْ ل‬
‫ل*‬ ‫ن فْزفْوا د‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫مال فْك ق ح‬ ‫ل فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫مت ق ح‬ ‫س ح‬ ‫ا فْقح فْ‬
‫دوا‬ ‫جاه م ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫هوا ا فْ ح‬ ‫ل الل ملهم وفْك فْرم ق‬ ‫سو م‬ ‫ف فْر ق‬ ‫خفْل فْ‬ ‫م م‬ ‫قعفْد مه م ح‬ ‫م ح‬ ‫ن ب م فْ‬ ‫فو فْ‬ ‫خل ر ق‬ ‫م فْ‬ ‫ح ال ح ق‬ ‫‪ ١٩٩‬ففْرم فْ‬
‫ل فْناقر‬ ‫حلر قق ح‬ ‫فقروا مفى ال ح فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْفْقاقلوا فْل ت فْن ح م‬ ‫سبي م‬ ‫م حفى فْ‬ ‫سه م ح‬ ‫ف م‬ ‫م وفْا فْن ح ق‬ ‫وال مهم ح‬ ‫م فْ‬ ‫ب ما فْ ح‬
‫ن*‬ ‫ققهو فْ‬ ‫ف فْ‬ ‫كاقنوا ي فْ ح‬ ‫حمرا ل فْوح فْ‬ ‫شد ق فْ‬ ‫م ا فْ فْ‬ ‫جهفْن ر فْ‬ ‫فْ‬
‫خي حدرا‬ ‫ك فْ‬ ‫ن ي فْقتوقبوا ي فْ ق‬ ‫ضملهح ففْا م ح‬ ‫ن ففْ ح‬ ‫م ح‬ ‫ه م‬ ‫سول ق ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫غنحيهق ق‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫موا ا مرل ا فْ ح‬ ‫ق ق‬ ‫ما ن فْ فْ‬ ‫‪ ١٩٨‬وفْ فْ‬
‫م*‬ ‫ل فْهق ح‬
‫م وفْا فْن حت ق ح‬
‫م‬ ‫مافْنات مك ق ح‬ ‫خوقنوا ا فْ فْ‬ ‫ل وفْت فْ ق‬ ‫سو فْ‬ ‫ه فْوالرر ق‬ ‫خوقنوا الل مل فْ‬ ‫مقنوا فْل ت فْ ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ١٧٩‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫ن *صحيفه نوماره سي‬ ‫مو فْ‬ ‫ت فْعحل فْ ق‬
‫حد فْك ق ق‬
‫م‬ ‫جافْء ا فْ فْ‬ ‫حت لمى ا مفْذا فْ‬ ‫ة فْ‬ ‫فظ فْ د‬ ‫ح فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ل ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫س ق‬ ‫عفْبامدهح وفْي قحر م‬ ‫قاه مقر ففْوحقفْ م‬ ‫‪ ١٣٤‬وفْهقوفْ ال ح فْ‬
‫سل قفْنا‬ ‫م قر ق‬ ‫جافْءت حهق ح‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ن *‪ ١١٢‬وفْل فْ فْ‬ ‫طو فْ‬ ‫فلر ق‬ ‫م فْل ي ق فْ‬ ‫سل قفْنا وفْهق ح‬ ‫ه قر ق‬ ‫ت ت فْوفْفرت ح ق‬ ‫مو ح ق‬ ‫ال ح فْ‬
‫ن*‬ ‫سرمقفو فْ‬ ‫م ح‬ ‫ض ل فْ ق‬ ‫ك مفى ال فْحر م‬
‫ح‬ ‫م ب فْعحد فْ ذ مل م فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫كثحيدرا م‬ ‫ن فْ‬ ‫م ام ر‬ ‫ت ثق ر‬ ‫مبال حب فْي لفْنا م‬
‫ه‬
‫مت ق ق‬ ‫ل الل ملهم وفْك فْل م فْ‬ ‫سو ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫سىاب ح ق‬ ‫ح عحي فْ‬ ‫مسحي ق‬ ‫ما ال ح فْ‬ ‫حقر ا من ر فْ‬ ‫‪ ١٠٤‬ع فْفْلى الل ملهم ا مرل ال ح فْ‬
‫سملهح *‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫ه فْفا م‬ ‫من ح ق‬ ‫ح م‬ ‫م وفْقرو د‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ا فْحلقيفْها مالمى فْ‬
‫ك‬ ‫م ع فْل فْي ح فْ‬ ‫صه ق ح‬ ‫ص ح‬ ‫ق ق‬ ‫م ن فْ ح‬ ‫سدل ل فْ ح‬ ‫ل وفْقر ق‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ك م‬ ‫م ع فْل فْي ح فْ‬ ‫صفْناهق ح‬ ‫ص ح‬ ‫سدل قفْد ح قفْ فْ‬ ‫‪ ١٠٣‬وفْقر ق‬
‫ما *‬ ‫موسمى ت فْكلحي د‬ ‫ح‬ ‫ه ق‬ ‫م الل ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫وفْك فْل ر فْ‬
‫ما‬ ‫ما قفْت فْقلوه ق وفْ فْ‬ ‫ل الل ملهم وفْ فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫محري فْ فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫سىاب ح فْ‬ ‫ح عحي فْ‬ ‫مسحي فْ‬ ‫م ا مرنا قفْت فْل حفْنا ال ح فْ‬ ‫‪ ١٠٢‬وفْقفْوحل مهم ح‬
‫م*‬ ‫ه ل فْهق ح‬ ‫شب ل فْ‬ ‫ن ق‬ ‫صل فْقبوه ق فْولك م ح‬ ‫فْ‬
‫سملهح‬ ‫ن اللهم وفْقر ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فلرققوا ب فْي ح فْ‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫نا ح‬ ‫فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫سملهح وفْقيرحي ق‬ ‫ن مباللهم وفْقر ق‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫فقرو فْ‬ ‫ن ي فْك ق‬ ‫ح‬ ‫ن الحذي فْ‬ ‫ر‬ ‫‪ ١٠١‬ا م ر‬
‫ن ذ مل م فْ‬
‫ك‬ ‫ذوا ب فْي ح فْ‬ ‫خ ق‬ ‫ن ي فْت ر م‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫دو فْ‬ ‫ض وفْقيرحي ق‬ ‫فقر ب مب فْعح د‬ ‫ض وفْن فْك ح ق‬ ‫ن ب مب فْعح د‬ ‫م ق‬ ‫ن ن قؤ ح م‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫وفْي فْ ق‬
‫سبحيدل *‬ ‫فْ‬
‫ل‬ ‫سبحي م‬ ‫ه القهدى وفْي فْت رب معح غ فْي حفْر فْ‬ ‫ح‬ ‫نل ق‬ ‫فْ‬ ‫ما ت فْب فْي ر فْ‬ ‫ن ب فْعحد م فْ‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫سو فْ‬ ‫ق الرر ق‬ ‫ن ي ق فْ‬
‫شاقم م‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٩٦‬وفْ فْ‬
‫را *صحيفه نوماره سي‬ ‫مصحي د‬ ‫ت فْ‬ ‫سافْء ح‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫جهفْن ر فْ‬ ‫له فْ‬ ‫ص م ح‬ ‫ما ت فْوفْل ملى وفْن ق ح‬ ‫ن ن قوفْلله فْ‬ ‫مني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ال ح ق‬
‫‪20‬‬

‫ن‬
‫م ح‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬ ‫موسى م‬ ‫ل ق م‬ ‫سئ م فْ‬‫ما ق‬ ‫م ك فْ فْ‬ ‫سول فْك ق ح‬ ‫سئفْقلوا فْر ق‬ ‫ن ت فْ ح‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫دو فْ‬ ‫م قترحي ق‬ ‫‪ ١٦‬ا فْ ح‬
‫ل*‬ ‫سبحي م‬ ‫وافْء ال ر‬ ‫س فْ‬ ‫ل فْ‬ ‫ض ر‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ن ففْ فْ‬ ‫ما م‬ ‫ففْر مباحلي فْ‬ ‫ل ال حك ق ح‬ ‫ي فْت فْب فْد ر م‬
‫م‬ ‫فْ‬
‫مرم لعفْن مت ق ح‬ ‫ح‬
‫ن ال فْ ح‬ ‫م فْ‬ ‫كثحيرد م‬ ‫م حفى فْ‬ ‫ل اللهم لوح قيطحيعقك ق ح‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬ ‫سو فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫ن فحيك ق ح‬ ‫موا ا ر‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٥١٥‬فْواع حل فْ ق‬
‫ففْر‬ ‫م ال حك ق ح‬ ‫م وفْك فْرره فْ ا مل فْي حك ق ق‬ ‫ه حفى قققلوب مك ق ح‬ ‫ن وفْفْزي رن فْ ق‬ ‫ما فْ‬ ‫م احلي فْ‬ ‫ب ا مل فْي حك ق ق‬ ‫حب ر فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫فْولك م ر‬
‫ن*‬ ‫دو فْ‬ ‫ش ق‬ ‫م الررا م‬ ‫ك هق ق‬ ‫ن قاول مئ م فْ‬ ‫صفْيا فْ‬‫سوقفْ فْوال حعم ح‬ ‫ف ق‬ ‫فْوال ح ق‬
‫ل وفْفْل‬ ‫خي ح د‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬‫م ع فْل فْي حهم م‬ ‫فت ق ح‬‫ج ح‬ ‫ما ا فْوح فْ‬ ‫م ففْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫سوملهح م‬ ‫على فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ما ا فْفْفافْء الل مل ق‬ ‫‪ ٥٤٥‬وفْ فْ‬
‫ىءد‬ ‫ش ح‬ ‫ل فْ‬ ‫علمى ك ق ل‬ ‫ه فْ‬ ‫شاقء فْوالل مل ق‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫علمى فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫سل فْ ق‬ ‫ط قر ق‬ ‫سل ل ق‬ ‫ه ي ق فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ب فْولك م ر‬ ‫كا د‬ ‫رم فْ‬
‫فْقدحيدر *‬
‫سول مفْنا ال حب فْفْلغ ق‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫ما فْ‬ ‫م ففْا من ر فْ‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫ل ففْا م ح‬ ‫سو فْ‬ ‫ه وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬ ‫‪ ٥٥٦‬وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬
‫ن*‬ ‫مبحي ق‬ ‫ال ح ق‬

‫] ‪[Yedinci Silsile: Beşinci Satırda‬‬

‫ن‬‫م ح‬‫حت مفْها احل فْن حفْهاقر وفْ فْ‬ ‫ن ت فْ ح‬‫م ح‬ ‫جرى م‬ ‫ت ت فْ ح‬ ‫جرنا د‬
‫ه فْ‬ ‫خل ح ق‬ ‫سول فْ ق‬
‫ه ي قد ح م‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن ي قط ممع الل مل فْ‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٥١٢‬وفْ فْ‬
‫ما *‬ ‫فْ‬
‫ذادبا الحي د‬ ‫ه ع فْ فْ‬ ‫ل ي قعفْذ لب ح ق‬ ‫ي فْت فْوفْ ر‬
‫ه وفْا فْط فْعحفْنا‬ ‫ن فْيا ل فْي حت فْفْنا ا فْط فْعحفْنا الل مل فْ‬ ‫قوقلو فْ‬ ‫م مفى الرنارم ي فْ ق‬ ‫جوهقهق ح‬ ‫ب وق ق‬ ‫قل ر ق‬ ‫م ت ق فْ‬ ‫‪ ٤٢٦‬ي فْوح فْ‬
‫سوفْل *‬ ‫الرر ق‬
‫ن*‬ ‫مبحي ق‬ ‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ح‬ ‫ر‬
‫ما ع فْلي حفْنا ا ملالب فْلغ ق ال ق‬ ‫فْ‬ ‫ن )*( وفْ فْ‬ ‫ق‬
‫سلو فْ‬ ‫محر فْ‬ ‫فْ‬
‫مل ق‬ ‫فْ‬
‫م ا مرنا ا ملي حك ق ح‬ ‫‪ ٤٤٠‬فْقاقلوا فْرب قفْنا ي فْعحل ق‬
‫فْ‬
‫‪21‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬

‫م الل لم ق‬
‫ه‬ ‫ضا قفْد ح ي فْعحل فْ ق‬ ‫م ب فْعح د‬ ‫ضك ق ح‬ ‫عامء ب فْعح م‬ ‫م ك فْد ق فْ‬ ‫ل ب فْي حن فْك ق ح‬ ‫سو م‬ ‫عافْء الرر ق‬ ‫جعفْقلوا د ق فْ‬ ‫‪ ٣٥٨‬فْل ت فْ ح‬
‫ن‬ ‫رهح ا فْ ح‬ ‫م م‬ ‫ن ا فْ ح‬ ‫ن ع فْ ح‬ ‫فو فْ‬ ‫خال م ق‬ ‫ن ي ق فْ‬ ‫حذ فْرم ال رحذي فْ‬ ‫ذا ففْل حي فْ ح‬ ‫وا د‬ ‫م ل م فْ‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ن م‬ ‫سل رقلو فْ‬ ‫ن ي فْت فْ فْ‬ ‫ال رحذي فْ‬
‫م*‬ ‫ب فْالحي د‬ ‫ذا د‬ ‫م ع فْ فْ‬ ‫ة ا فْوح قيصحيب فْهق ح‬ ‫م فمت حن فْ د‬ ‫قتصحيب فْهق ح‬
‫ن مالهد غ فْي حقره ق ا فْففْفْل‬ ‫م ح‬ ‫م م‬ ‫مال فْك ق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫دوا الل مل فْ‬ ‫ن اع حب ق ق‬ ‫م ا فْ م‬ ‫من حهق ح‬ ‫سودل م‬ ‫م فْر ق‬ ‫سل حفْنا فحيهم ح‬ ‫‪ ٣٤٣‬ففْا فْحر فْ‬
‫ن*‬ ‫قو فْ‬ ‫ت فْت ر ق‬
‫بصيدر *‬ ‫سمحيعد فْ ح‬ ‫ه فْ‬ ‫م‬
‫ن الل فْ‬‫ل‬ ‫س ام ر‬ ‫د‬ ‫ملمئ مك فْةم قر ق‬ ‫ح‬ ‫صطحفى م‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٣٤٠‬فْالل مل ق‬
‫ن الرنا م‬ ‫م فْ‬ ‫سل وفْ م‬ ‫ن ال فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ه ي فْ ح‬
‫ن*‬ ‫مو فْ‬ ‫ظال م ق‬ ‫م فْ‬ ‫ب وفْهق ح‬ ‫ذا ق‬ ‫م ال حعفْ فْ‬ ‫خذ فْهق ق‬ ‫م ففْك فْذ رقبوه ق ففْا فْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫ل م‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫جافْءهق ح‬ ‫قد ح فْ‬ ‫‪ ٢٧٩‬وفْل فْ فْ‬
‫ذوا‬ ‫خ ق‬ ‫م ي فْت ر م‬ ‫م وفْل فْ ح‬ ‫من حك ق ح‬ ‫دوا م‬ ‫جاهفْ ق‬ ‫ن فْ‬ ‫ه ال رحذي فْ‬ ‫ما ي فْعحل فْم م الل مل ق‬ ‫كوا وفْل فْ ر‬ ‫ن ت قت حفْر ق‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫سب حت ق ح‬ ‫ح م‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ١٨٨‬ا فْ ح‬
‫ن‬‫مقلو فْ‬ ‫ما ت فْعح فْ‬ ‫خبحيدر ب م فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫ة فْوالل مل ق‬ ‫ج د‬ ‫ن فْولحي فْ‬ ‫مني فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫سوملهح وفْفْلال ح ق‬ ‫ن الل ملهم وفْفْلفْر ق‬ ‫دو م‬ ‫ن ق‬ ‫م ح‬ ‫م‬
‫*‬
‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫خي حدر ل فْك ق ح‬ ‫م ففْهقوفْ فْ‬ ‫سومله ففْا م ح‬ ‫ن الل ملهم وفْفْر ق‬ ‫‪ ١٨٦‬وفْا فْ فْ‬
‫ط‬
‫م‬ ‫م وفْا م ح‬ ‫ن ت قب حت ق ح‬ ‫م فْ‬ ‫ن م‬ ‫ذا د‬
‫ب فْالحيم د *‬ ‫ذا د‬ ‫فقروا ب معفْ فْ‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫شرم ال رحذي فْ‬ ‫زى الل ملهم وفْب فْ ل‬ ‫ج م‬ ‫معح م‬ ‫م غ فْي حقر ق‬ ‫موا ا فْن رك ق ح‬ ‫فْفاع حل فْ ق‬
‫م مفى‬ ‫عن حد فْهق ح‬ ‫مك حقتودبا م‬ ‫ه فْ‬ ‫دون فْ ق‬ ‫ج ق‬ ‫ى ال رحذى ي فْ م‬ ‫م ر‬ ‫ى احل ق ل‬ ‫ل الن رب م ر‬ ‫سو فْ‬ ‫ن الرر ق‬ ‫ن ي فْت رب مقعو فْ‬ ‫‪ ١٦٩‬ا فْل رحذي فْ‬
‫ورميةم *‬ ‫الت ر ح‬
‫‪22‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬

‫ل ل فْهق ق‬
‫م‬ ‫ح ق‬ ‫من حك فْرم وفْي ق م‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫م ع فْ م‬ ‫ف وفْي فْحنهيهق ح‬ ‫معحقرو م‬ ‫م مبال ح فْ‬ ‫مقرهق ح‬ ‫ل ي فْا ح ق‬ ‫فْواحل محنجي م‬
‫ل ارلتحى‬ ‫م فْواحل فْغ حفْل فْ‬ ‫صفْرهق ح‬ ‫م ام ح‬ ‫ضعق ع فْن حهق ح‬ ‫ث وفْي فْ فْ‬ ‫خفْبائ م فْ‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫م ع فْل فْي حهم ق‬ ‫حلر ق‬ ‫ت وفْي ق فْ‬ ‫الط ري لفْبا م‬
‫صقروه ق فْوات رب فْقعوا القنوفْر ال رحذى‬ ‫مقنوا مبهح وفْع فْرزقروه ق وفْن فْ فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫م فْفال رحذي فْ‬ ‫ت ع فْل فْي حهم ح‬ ‫كان فْ ح‬ ‫فْ‬
‫ن*‬ ‫حو فْ‬ ‫فل م ق‬ ‫م ح‬ ‫م ال ح ق‬ ‫ك هق ق‬ ‫ه قاول مئ م فْ‬ ‫معفْ ق‬ ‫ل فْ‬ ‫ا قن حزم فْ‬
‫سول مفْنا‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫ما فْ‬ ‫موا ا فْن ر فْ‬ ‫م فْفاع حل فْ ق‬ ‫ن ت فْوفْل ري حت ق ح‬ ‫حذ فْقروا ففْا م ح‬ ‫ل فْوا ح‬ ‫سو فْ‬ ‫‪ ١٢٢‬وفْا فْحطيقعوا الرر ق‬
‫ن*‬ ‫مبحي ق‬ ‫ال حب فْفْلغ ق ال ح ق‬
‫ت‬ ‫ما ب فْل رغح فْ‬ ‫ل ففْ فْ‬ ‫فعفْ ح‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫ك وفْا م ح‬ ‫ن فْرب ل فْ‬ ‫م ح‬ ‫ك م‬ ‫ل ا مل فْي ح فْ‬ ‫ما ا قن حزم فْ‬ ‫ل ب فْل لغح فْ‬ ‫سو ق‬ ‫‪ ١١٨‬فْيا ا فْي قفْها الرر ق‬
‫ن*‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫قوح فْ‬ ‫دى ال ح فْ‬ ‫ه فْل ي فْهح م‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫س ام ر‬ ‫ن الرنا م‬ ‫م فْ‬ ‫ك م‬ ‫م فْ‬ ‫ص ق‬ ‫ه ي فْعح م‬ ‫ه فْوالل مل ق‬ ‫سال فْت فْ ق‬ ‫رم فْ‬
‫ل‬ ‫س م‬‫ن القر ق‬ ‫م فْ‬ ‫علمى ففْت حفْرةد م‬ ‫م فْ‬ ‫ن لك ح‬‫ق‬ ‫فْ‬ ‫سولفْنا ي قب فْي ل ق‬ ‫ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫ق‬
‫جافْءك ح‬ ‫ب قفْد ح فْ‬ ‫ل الك مفْتا م‬ ‫ح‬ ‫فْ‬
‫‪ ١١٠‬فْيا اهح فْ‬
‫بشيدر وفْفْنذحيدر فْوالل مل ق‬
‫ه‬ ‫م فْ ح‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫قد ح فْ‬ ‫ن فْبشيرد وفْفْل فْنذحيرد ففْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫جافْءفْنا م‬ ‫ما فْ‬ ‫قوقلوا فْ‬ ‫ن ت فْ ق‬ ‫ا فْ ح‬
‫ىدء فْقدحيدر *‬ ‫ش ح‬ ‫ل فْ‬ ‫علمى ك ق ل‬ ‫فْ‬
‫ن‬
‫فو فْ‬ ‫خ ق‬‫م تق ح‬ ‫ما كن حت ق ح‬ ‫ق‬ ‫م ر‬‫م كثيدرا م‬ ‫فْ‬ ‫ن لك ح‬ ‫ق‬ ‫فْ‬ ‫سولفْنا ي قب فْي ل ق‬ ‫ق‬ ‫م فْر ق‬ ‫جافْءك ح‬‫ق‬ ‫ب قفْد ح فْ‬ ‫ل الك مفْتا م‬ ‫ح‬ ‫فْ‬
‫‪ ١٠٩‬فْيا اهح فْ‬
‫ن*‬ ‫مبحي د‬ ‫ب ق‬ ‫ن الل ملهم قنودر وفْك مفْتا د‬ ‫م فْ‬ ‫م م‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫كثيرد قفْد ح فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫فوا ع فْ ح‬ ‫ب وفْي فْعح ق‬ ‫ن ال حك مفْتا م‬ ‫م فْ‬ ‫م‬
‫علمى‬ ‫ل فْ‬ ‫ب ال رحذى ن فْرز فْ‬ ‫سوملهح فْوال حك مفْتا م‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫مقنوا ا م‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ٩٩‬فْياا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫ملئ مك فْمتهح وفْك قت قمبهح‬ ‫فحر مبالل ملهم وفْ فْ‬ ‫ن ي فْك ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ل وفْ فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫ب ال رحذى ا فْن حفْز فْ‬ ‫سوملهح فْوال حك مفْتا م‬ ‫فْر ق‬
‫دا *‬ ‫ضفْلدل فْبعحي د‬ ‫ل فْ‬ ‫ض ر‬ ‫قد ح فْ‬ ‫خرم ففْ فْ‬ ‫سملهح فْوال حي فْوحم م احلم م‬ ‫وفْقر ق‬
‫‪23‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬


‫ن‬
‫م فْ‬ ‫م م‬ ‫ه ع فْل فْي حهم ح‬ ‫م الل مل ق‬ ‫ن ا فْن حعفْ فْ‬ ‫معفْ ال رحذي فْ‬ ‫ك فْ‬ ‫ل ففْقاول مئ م فْ‬ ‫سو فْ‬ ‫ه فْوالرر ق‬ ‫ن ي قط ممع الل مل فْ‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٨٨‬وفْ فْ‬
‫قا *‬ ‫ك فْرفحي د‬ ‫ن قاول مئ م فْ‬ ‫س فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫صاملححي فْ‬ ‫دامء فْوال ر‬ ‫شهفْ فْ‬ ‫ن فْوال ق‬ ‫ديقي فْ‬ ‫ص ل‬ ‫ن فْوال ل‬ ‫الن رب مي ل فْ‬
‫ت‬ ‫فْ‬
‫ل فْراي ح فْ‬ ‫سو م‬ ‫ه وفْا ملى الرر ق‬ ‫فْ‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫ل الل ق‬ ‫ما ان حفْز فْ‬‫فْ‬ ‫وا مالمى فْ‬ ‫فْ‬
‫م ت فْفْعال ح‬ ‫ل لهق ح‬ ‫فْ‬ ‫ذا قحي فْ‬ ‫‪ ٨٧‬وفْا م فْ‬
‫دا *‬ ‫دو د‬ ‫ص ق‬ ‫ك ق‬ ‫ن ع فْن ح فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫ص ق‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫مفْنامفقحي فْ‬ ‫ال ح ق‬
‫ن‬‫قحرفْبا د‬ ‫حت لمى ي فْا حت مي فْفْنا ب م ق‬ ‫ل فْ‬ ‫سو د‬ ‫ن ل مفْر ق‬ ‫م فْ‬ ‫ه ع فْهمد فْ ا مل فْي حفْنا ا فْرل ن قؤ ح م‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ن فْقاقلوا ا م ر‬ ‫‪ ٧٣‬ا فْل رحذي فْ‬
‫م ففْل م فْ‬
‫م‬ ‫ت وفْمبال رحذى ققل حت ق ح‬ ‫ن قفْحبلحى مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫س د‬ ‫م قر ق‬ ‫جافْءك ق ح‬ ‫ل قفْد ح فْ‬ ‫ه الرناقر قق ح‬ ‫ت فْا حك قل ق ق‬
‫ن*‬ ‫صامدقحي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫ن ك قن حت ق ح‬ ‫م ام ح‬ ‫موهق ح‬ ‫قفْت فْل حت ق ق‬
‫ت ا فْوح ققت م فْ‬
‫ل‬ ‫ما فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫ل ا فْفْفائ م ح‬ ‫س ق‬ ‫ن قفْب حل مهم القر ق‬ ‫م ح‬ ‫ت م‬ ‫خل فْ ح‬ ‫ل قفْد ح فْ‬ ‫سو د‬ ‫مد د ا مرل فْر ق‬ ‫ح ر‬ ‫م فْ‬ ‫ما ق‬ ‫‪ ٦٧‬وفْ فْ‬
‫ه فْ‬
‫شي حئدا‬ ‫م‬ ‫ل‬
‫ضرر الل فْ‬ ‫ن ي فْ ق‬ ‫فْ‬
‫قب فْي حهم ففْل ح‬ ‫على ع فْ م‬ ‫ب فْ‬ ‫قل م ح‬ ‫ن ي فْن ح فْ‬ ‫م ح‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫ق‬
‫قاب مك ح‬ ‫على اعح فْ‬ ‫فْ‬ ‫م فْ‬ ‫قلب حت ق ح‬ ‫فْ‬ ‫ان ح فْ‬
‫ن*‬ ‫كرحي فْ‬ ‫شا م‬ ‫ه ال ر‬ ‫زى الل مل ق‬ ‫ج م‬ ‫سي فْ ح‬ ‫وفْ فْ‬
‫ن*‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫ب ال ح فْ‬ ‫ح ق‬ ‫ه فْل ي ق م‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫وا ففْا م ر‬ ‫ن ت فْوفْل ر ح‬ ‫ل ففْا م ح‬ ‫سو فْ‬ ‫ه فْوالرر ق‬ ‫ل ا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫‪ ٥٣‬قق ح‬
‫ب‬ ‫فعفْقلوا وفْفْتا فْ‬ ‫م ت فْ ح‬ ‫ت ففْا مذ ح ل فْ ح‬ ‫صد فْفْقا د‬ ‫م فْ‬ ‫جويك ق ح‬ ‫ن ي فْد فْىح ن فْ ح‬ ‫موا ب فْي ح فْ‬ ‫قد ل ق‬ ‫ن ت ق فْ‬ ‫م ا فْ ح‬ ‫قت ق ح‬ ‫ف ح‬ ‫ش فْ‬ ‫‪ ٥٤٣‬فْءا فْ ح‬
‫سول فْ ق‬
‫ه‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫صلوة فْ فْواقتوا الرزكوة فْ وفْا فْحطيقعوا الل مل فْ‬ ‫موا ال ر‬ ‫م ففْفْاقي ق‬ ‫ه ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫الل مل ق‬
‫ن*‬ ‫مقلو فْ‬ ‫ما ت فْعح فْ‬ ‫خبحيدر ب م فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫فْوالل مل ق‬
‫‪24‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬


‫ل وفْفْل‬ ‫خي ح د‬
‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫م ع فْل فْي حهم م‬ ‫فت ق ح‬‫ج ح‬ ‫ما ا فْوح فْ‬ ‫م ففْ فْ‬ ‫من حهق ح‬ ‫سوملهح م‬ ‫على فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ما ا فْفْفافْء الل مل ق‬ ‫‪ ٥٤٥‬وفْ فْ‬
‫ىدء‬
‫ش ح‬‫ل فْ‬ ‫علمى ك ق ل‬ ‫ه فْ‬ ‫شاقء فْوالل مل ق‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫علمى فْ‬ ‫ه فْ‬ ‫سل فْ ق‬‫ط قر ق‬ ‫سل ل ق‬ ‫ن الل مل فْ‬
‫ه ي ق فْ‬ ‫ب فْولك م ر‬ ‫كا د‬ ‫رم فْ‬
‫فْقدحيدر *‬
‫م ا مفْيات محه وفْي قفْزك حليهم ح‬
‫م‬ ‫م ي فْت حقلوا ع فْل فْي حهم ح‬ ‫من حهق ح‬ ‫سودل م‬ ‫ن فْر ق‬ ‫مي ل فْ‬ ‫ث مفى احل ق ل‬ ‫‪ ٥٥٢‬هقوفْ ال رحذى ب فْعفْ فْ‬
‫ن*‬ ‫مبحي د‬ ‫ل ق‬ ‫ضفْل د‬ ‫ل ل فْحفى فْ‬ ‫ن قفْب ح ق‬ ‫م ح‬‫كاقنوا م‬ ‫ن فْ‬ ‫ة وفْا م ح‬ ‫م فْ‬ ‫حك ح فْ‬ ‫ب فْوال ح م‬ ‫م ال حك مفْتا فْ‬ ‫مه ق ق‬ ‫وفْي قعفْل ل ق‬

‫] ‪[Sekizinci Silsile: Dokuzuncu Satırda‬‬

‫سعحيدرا *‬ ‫ن فْ‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫سوملهح ففْا مرنا ا فْع حت فْد حفْنا ل مل ح فْ‬ ‫ن مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫م ح‬ ‫م ي قؤ ح م‬ ‫ن ل فْ ح‬ ‫م ح‬ ‫‪ ٥١١‬وفْ فْ‬
‫ما وفْع فْد فْفْنا الل مل ق‬
‫ه‬ ‫ض فْ‬ ‫مفْر د‬ ‫م فْ‬ ‫ن حفى قققلوب مهم ح‬ ‫ن فْوال رحذي فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫مفْنافم ق‬ ‫ل ال ح ق‬ ‫قو ق‬ ‫‪ ٤١٨‬وفْا مذ ح ي فْ ق‬
‫ه ا مرل غ ققرودرا *‬ ‫سول ق ق‬ ‫وفْفْر ق‬
‫ن*‬
‫سلحي فْ‬‫محر فْ‬ ‫ل فْيا قفْوحم م ات رب مقعوا ال ح ق‬ ‫سعمى فْقا فْ‬ ‫ل ي فْ ح‬ ‫ج د‬ ‫مدحين فْةم فْر ق‬ ‫صا ال ح فْ‬ ‫ن ا فْقح فْ‬ ‫م ح‬ ‫جافْء م‬ ‫‪ ٤٤٠‬وفْ فْ‬
‫ن*‬ ‫ه وفْفْاطحيقعو م‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫ن )*( فْفات ر ق‬ ‫ل فْامحي د‬ ‫سو د‬ ‫م فْر ق‬ ‫‪ ٣٧١‬ا من لحى ل فْك ق ح‬
‫ل‬
‫سو م‬ ‫معفْ الرر ق‬ ‫ت فْ‬ ‫خذ ح ق‬ ‫ل فْيال فْي حت فْمنى ات ر فْ‬ ‫قو ق‬ ‫علمى ي فْد فْي حهم ي فْ ق‬ ‫م فْ‬ ‫ظال م ق‬ ‫ض ال ر‬ ‫م ي فْعفْ ق‬ ‫‪ ٣٦١‬وفْي فْوح فْ‬
‫سبحيدل *‬ ‫فْ‬
‫ن*‬ ‫من حك مقرو فْ‬ ‫ه ق‬ ‫م ل فْ ق‬ ‫م ففْهق ح‬ ‫سول فْهق ح‬ ‫م ي فْعحرمقفوا فْر ق‬ ‫م ل فْ ح‬ ‫‪ ٣٤٥‬ا فْ ح‬
‫مقلو فْ‬
‫ن‬ ‫ما ت فْعح فْ‬ ‫حا ا من لحى ب م فْ‬ ‫صال م د‬ ‫مقلوا فْ‬ ‫ت فْواع ح فْ‬ ‫ن الط ري لفْبا م‬ ‫م فْ‬ ‫ل ك ققلوا م‬ ‫س ق‬ ‫‪ ٣٤٤‬فْيا ا فْي قفْها القر ق‬
‫م*‬ ‫علحي د‬ ‫فْ‬
‫قام د *‬ ‫ذوان حت م فْ‬ ‫عزحيدز ق‬ ‫ه فْ‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ه ام ر‬ ‫سل فْ ق‬
‫ده قر ق‬ ‫ف وفْع ح م‬ ‫خل م فْ‬ ‫م ح‬ ‫ه ق‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫سب فْ ر‬ ‫ح فْ‬ ‫‪ ٢٦٠‬ففْفْل ت فْ ح‬
‫‪25‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬


‫ن‬‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫مود فْ فْوال رحذي فْ‬ ‫عاد د وفْث فْ ق‬ ‫ح وفْ فْ‬ ‫م قفْوحم م قنو د‬ ‫ن قفْب حل مك ق ح‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫ؤا ال رحذي فْ‬ ‫م ن فْب فْ ق‬ ‫م ي فْا حت مك ق ح‬ ‫‪ ٢٥٥‬ا فْل فْ ح‬
‫م حفى‬ ‫ت ففْفْرقدوا ا فْي حد مي فْهق ح‬ ‫م مبال حب فْي لفْنا م‬ ‫سل قهق ح‬ ‫م قر ق‬ ‫جافْءت حهق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫م ا مرل الل مل ق‬ ‫مه ق ح‬ ‫م فْل ي فْعحل فْ ق‬ ‫ب فْعحد مه م ح‬
‫عون فْفْنا‬ ‫ما ت فْد ح ق‬ ‫م ر‬ ‫ك م‬ ‫ش ى‬ ‫فْ‬
‫م مبهح وفْا مرنا لحفى فْ‬ ‫سلت ق ح‬ ‫ح‬ ‫ما احر م‬ ‫ق‬ ‫فحرفْنا ب م فْ‬ ‫م وفْفْقالوا ا مرنا ك فْ فْ‬ ‫ق‬ ‫واه مهم ح‬ ‫ا فْفح فْ‬
‫ب*‬ ‫مرحي د‬ ‫ا مل فْي حهم ق‬
‫م‬‫خذ حت قهق ح‬ ‫م ا فْ فْ‬ ‫فقروا ث ق ر‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ت ل مل رحذي فْ‬ ‫مل فْي ح ق‬ ‫ك ففْا فْ ح‬ ‫ن قفْب حل م فْ‬ ‫م ح‬ ‫ل م‬ ‫س د‬ ‫ست قهحزمئفْ ب مقر ق‬ ‫قد م ا ح‬ ‫‪ ٢٥٢‬وفْل فْ فْ‬
‫ب*‬ ‫قا م‬ ‫ع فْ‬ ‫ن م‬ ‫كا فْ‬ ‫ف فْ‬ ‫ففْك فْي ح فْ‬
‫جربارد‬ ‫ل فْ‬ ‫مفْر ك ق ل‬ ‫ه فْوات رب فْقعوا ا فْ ح‬ ‫سل فْ ق‬ ‫وا قر ق‬ ‫ص ح‬ ‫م وفْع فْ فْ‬ ‫ت فْرب لهم ح‬ ‫دوا مبافْيا م‬ ‫ح ق‬ ‫ج فْ‬ ‫عاد د فْ‬ ‫ك فْ‬ ‫‪ ٢٢٧‬وفْت مل ح فْ‬
‫عنحيد د *‬ ‫فْ‬
‫ن*‬ ‫منحي فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ح‬
‫ج ال ق‬ ‫فْ‬ ‫فْ‬
‫مقنوا كذ مل م فْ‬ ‫م‬ ‫ر‬
‫سلفْنا فْوالحذي فْ‬ ‫فْ‬ ‫‪ ٢١٩‬ث ق ر‬
‫قا ع فْلي حفْنا ن قن ح م‬ ‫ح م‬ ‫ك فْ‬ ‫ن ا فْ‬ ‫جى قر ق‬ ‫م ن قن فْ ل‬
‫ما‬ ‫ن فْ‬ ‫دو فْ‬ ‫ج ق‬ ‫ن فْلي فْ م‬ ‫محرضمى وفْفْلع فْفْلى ال رحذي فْ‬ ‫فامء وفْفْل ع فْفْلى ال ح فْ‬ ‫ضعفْ فْ‬ ‫س ع فْفْلى ال ق‬ ‫‪ ٢٠٠‬ل فْي ح فْ‬
‫ل‬
‫سبحي د‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫ن م‬ ‫سني فْ‬ ‫ح مح‬ ‫م ح‬ ‫ما ع فْفْلى ال ح ق‬ ‫سوملهح فْ‬ ‫حوا ل مل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ص ق‬ ‫ذا ن فْ فْ‬ ‫ج ا م فْ‬ ‫حفْر د‬ ‫ن فْ‬ ‫قو فْ‬ ‫ف ق‬ ‫ي قن ح م‬
‫م*‬ ‫فودر فْرححي د‬ ‫ه غفْ ق‬ ‫فْوالل مل ق‬
‫ؤتحيفْنا‬ ‫سي ق ح‬ ‫ه فْ‬ ‫سب قفْنا الل مل ق‬ ‫ح ح‬ ‫ه وفْفْقاقلوا فْ‬ ‫سول ق ق‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫م الل مل ق‬ ‫ما اممتيهق ق‬ ‫ضوا فْ‬ ‫م فْر ق‬ ‫‪ ١٩٥‬وفْل فْوح ا فْن رهق ح‬
‫ن*‬ ‫ه ا مرنا ا مفْلىالل ملهم فْرامغقبو فْ‬ ‫سول ق ق‬ ‫ضملهح وفْفْر ق‬ ‫ن ففْ ح‬ ‫م ح‬ ‫ه م‬ ‫الل مل ق‬
‫ن ارتقمى‬ ‫م م‬ ‫م مافْياتحى ففْ فْ‬ ‫ن ع فْل فْي حك ق ح‬ ‫صو فْ‬ ‫ق ق‬ ‫م ي فْ ق‬ ‫من حك ق ح‬ ‫ل م‬ ‫س د‬ ‫م قر ق‬ ‫ما ي فْا حت مي فْن رك ق ح‬ ‫م ام ر‬ ‫‪ ١٥٣‬فْيا فْبنحى امد فْ فْ‬
‫ن*‬ ‫حفْزقنو فْ‬ ‫م ي فْ ح‬ ‫م وفْفْلهق ح‬ ‫ف ع فْل فْي حهم ح‬ ‫خو ح د‬ ‫ح ففْفْل فْ‬ ‫صل فْ فْ‬ ‫وفْا فْ ح‬
‫‪26‬‬

‫صحيفه نوماره سي‬


‫ن مبالل لمهم‬ ‫م فْ‬ ‫ل ام فْ‬ ‫ن كق ى‬ ‫مقنو فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ن فْرلبه فْوال ح ق‬ ‫م ح‬ ‫ل ا مل فْي حهم م‬ ‫ما ا قن حزم فْ‬ ‫ل ب م فْ‬ ‫سو ق‬ ‫ن الرر ق‬ ‫م فْ‬ ‫‪ ٤٨‬ام فْ‬
‫معحفْنا‬ ‫س م‬ ‫سملهح وفْفْقاقلوا فْ‬ ‫ن قر ق‬ ‫م ح‬ ‫حد د م‬ ‫ن ا فْ فْ‬ ‫فلرقق ب فْي ح فْ‬ ‫سملهح فْل ن ق فْ‬ ‫ملمئ مك فْمتهح وفْك قت قمبهح وفْقر ق‬ ‫وفْ فْ‬
‫مصحيقر *‬ ‫ح‬
‫ك ال فْ‬ ‫فْ‬
‫ك فْرب رفْنا وفْا ملي ح فْ‬ ‫ففْران فْ فْ‬ ‫وفْا فْطعحفْنا غ ق ح‬ ‫فْ‬
‫ه ع فْد قوى‬ ‫ن الل مل فْ‬ ‫ل ففْا م ر‬ ‫كا فْ‬ ‫ل فْومحي فْ‬ ‫جحبري فْ‬ ‫سملهح وفْ م‬ ‫ملمئ مك فْمتهح وفْقر ق‬ ‫ن ع فْد قموا ل مل ملهم وفْ فْ‬ ‫كا فْ‬ ‫ن فْ‬ ‫م ح‬ ‫‪ ١٤‬فْ‬
‫ن*‬ ‫كامفرحي فْ‬ ‫ل مل ح فْ‬
‫ل الل مل ق‬
‫ه‬ ‫جاه مل مي رةم ففْا فْن حفْز فْ‬ ‫ة ال ح فْ‬ ‫مي ر فْ‬ ‫ح م‬ ‫ة فْ‬ ‫مي ر فْ‬ ‫ح م‬ ‫م ال ح فْ‬ ‫فقروا حفى قققلوب مهم ق‬ ‫ن ك فْ فْ‬ ‫ل ال رحذي فْ‬ ‫جعفْ فْ‬ ‫‪ ٥١٣‬ا مذ ح فْ‬
‫كاقنوا‬ ‫قوى وفْ فْ‬ ‫ة الت ر ح‬ ‫م فْ‬‫م ك فْل م فْ‬ ‫مه ق ح‬ ‫ن وفْا فْل حفْز فْ‬ ‫منحي فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫له وفْع فْفْلى ال ح ق‬ ‫سو م ح‬ ‫علمى فْر ق‬ ‫ه فْ‬ ‫سكحين فْت فْ ق‬ ‫فْ‬
‫ما *‬ ‫علحي د‬ ‫ىدء فْ‬ ‫ش ح‬ ‫ل فْ‬ ‫ه ب مك ق ل‬ ‫ن الل مل ق‬ ‫كا فْ‬ ‫حقر ب مفْها وفْا فْهحل فْفْها وفْ فْ‬ ‫ا فْ فْ‬
‫دوا‬ ‫جاهفْ ق‬ ‫م ي فْحرفْتاقبوا وفْ فْ‬ ‫م ل فْ ح‬ ‫سوملهح ث ق ر‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْفْر ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ن ال رحذي فْ‬ ‫مقنو فْ‬ ‫مؤ ح م‬ ‫ما ال ح ق‬ ‫‪ ٥١٦‬ا من ر فْ‬
‫ن*‬ ‫صاد مققو فْ‬ ‫م ال ر‬ ‫ك هق ق‬ ‫ل الل ملهم قاول مئ م فْ‬ ‫سبحي م‬ ‫م حفى فْ‬ ‫سه م ح‬ ‫ف م‬ ‫م وفْا فْن ح ق‬ ‫وال مهم ح‬ ‫م فْ‬ ‫ب ما فْ ح‬
‫ح‬ ‫فْ‬ ‫ن فْرب لك ق ح‬
‫مامء فْوال فْحر م‬
‫ض‬ ‫س فْ‬ ‫ض ال ر‬ ‫ضفْها كعفْحر م‬ ‫جن رةد ع فْحر ق‬ ‫م وفْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫ففْرةد م‬ ‫مغح م‬ ‫قوا مالمى فْ‬ ‫ساب م ق‬ ‫‪ ٥٣٩‬فْ‬
‫شاقء فْوالل مل ق‬
‫ه‬ ‫ن ي فْ فْ‬ ‫م ح‬ ‫ؤتحيهم فْ‬ ‫ل الل ملهم ي ق ح‬ ‫ض ق‬ ‫ك ففْ ح‬ ‫سملهح ذ مل م فْ‬ ‫مقنوا مبالل ملهم وفْقر ق‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫ت ل مل رحذي فْ‬ ‫عد ر ح‬ ‫اق م‬
‫ل ال حفْعظحيم م *‬ ‫ض م‬ ‫ف ح‬ ‫ذو ال ح فْ‬ ‫ق‬
‫ت‬ ‫صي فْ م‬ ‫معح م‬ ‫ن وفْ فْ‬ ‫وا مباحل مث حم م فْوال حعقد حفْوا م‬ ‫ج ح‬ ‫م ففْفْل ت فْت فْفْنا فْ‬ ‫جي حت ق ح‬ ‫ذا ت فْفْنا فْ‬ ‫مقنوا ا م فْ‬ ‫ن ا م فْ‬ ‫‪ ٥٤٢‬فْيا ا فْي قفْها ال رحذي فْ‬
‫ن‬
‫شقرو فْ‬ ‫ح فْ‬ ‫ه ال رحذى ا مل فْي حهم ت ق ح‬ ‫قوا الل مل فْ‬ ‫قوى فْوات ر ق‬ ‫وا مبال حب ملر فْوالت ر ح‬ ‫ج ح‬ ‫ل وفْت فْفْنا فْ‬ ‫سو م‬ ‫الرر ق‬
‫*صحيفه نوماره سي‬
‫ك‬‫م ا من ر فْ‬ ‫ه ي فْعحل فْ ق‬ ‫ل الل لمهم فْوالل مل ق‬ ‫سو ق‬ ‫ك ل فْفْر ق‬ ‫شهفْد ق ا من ر فْ‬ ‫ن فْقاقلوا ن فْ ح‬ ‫قو فْ‬ ‫مفْنافم ق‬ ‫ك ال ح ق‬ ‫جافْء فْ‬ ‫ذا فْ‬ ‫‪ ٥٥٣‬ا م فْ‬
‫ن*‬ ‫كاذ مقبو فْ‬ ‫ن ل فْ فْ‬ ‫مفْنامفقحي فْ‬ ‫ن ال ح ق‬ ‫شهفْد ق ا م ر‬ ‫ه ي فْ ح‬ ‫ه فْوالل مل ق‬ ‫سول ق ق‬ ‫ل فْفْر ق‬
‫ن ل فْ ق‬ ‫ه ففْا م ر‬ ‫سول فْ ق‬ ‫ص الل مل فْ‬ ‫سافْلمتهح وفْ فْ‬ ‫ن الل ملهم وفْرم فْ‬ ‫‪ ٥٧٢‬ا مرل ب فْفْل د‬
‫ط‬
‫ه فْنافْر‬ ‫ه وفْفْر ق‬ ‫ن ي فْعح م‬ ‫م ح‬ ‫م فْ‬ ‫غا م‬
‫دا *‬ ‫ن فحيفْها ا فْب فْ د‬ ‫خاملدحي فْ‬ ‫م فْ‬ ‫جهفْن ر فْ‬
‫فْ‬

‫‪[İhtar] Lafz-ı resüldeki nükte-i azimenin beyanında yüzlatmış (160) âyet yazıldı. İşbu‬‬
‫‪âyetlerin hâsiyeti pek azim olmakla beraber mana cihetiyle birbirini isbat ve tekmil ettiğinden‬‬
‫‪çok manidar olduğu için muhtelif âyâtı hıfz etmek veya okumak arzusunda bulunanlara bir‬‬
‫‪hizb-i Kur’ânî olduğu gibi Kur’ân kelimesindeki nükte-i azimenin beyanında altmışdokuz‬‬
‫‪(69) âyât-ı azimenin derece-i belagati pek fevkalade ve kuvvet-i cezaleti çok ulvidir. Bu da‬‬
‫‪ikinci bir hizb-i Kur'ânî olarak ihvanıma tavsiye edilir. Yalnız Kur'ân kelimesi yedi silsile‬‬
‫‪Kur'ânda mevcud olup umum o kelimeyi tutmuş hariç iki kalmış. O iki de kıraat manasında‬‬
‫‪olduğundan o huruc nükteye kuvvet vermiştir. Resül lafzı ise o kelime ile en ziyade‬‬
‫)‪(A.S.M.‬‬
‫‪münasebettar. Sûreler içinde sûre-i Muhammed‬‬ ‫‪sûre-i fetih olduğundan o iki sûreden‬‬
‫‪çıkan silsilelere hasr ettiğimizden hariç kalan resül lafzı şimdilik derc edilmemiştir. Vakit‬‬
‫‪müsaid etse bundaki esrarı yazılacaktır inşaallah.‬‬
27

(İkinci nüktenin tetimmesi)

Birinci Silsile İkinci Silsile Üçüncü Silsile Dördüncü Silsile


Birinci satırda Ondördüncü satırda Onbirinci satırda Yedinci satırda
Lafz-ı Resül Lafz-ı Resül Lafz-ı Resül Lafz-ı Resül
Sahife Numarası Sahife Numarası Sahife Numarası Sahife Numarası
٥١٤ ٦٢ ٥١٣ ٥٥٠ ٥١٣ ٤٦ ٥٥١ ١٠٣
٤٧٥ ٥٦ ٤٩٥ ٥٩٤ ٤٩٥ ٥٤٠ ٤٧٤ ٠٩٩
٤٤٢ ٤١ ٤٩١ ٥١٤ ٣٧٦ ٥٤١ ٤٦٥ ٠٩٠
٤٢١ ٥٢٢ ٤٨٧ ٣٧٣ ٥٤٥ ٣٩٧ ٠٦٠
٣٩٩ ٥٣٩ ٢٩٠ ٣٦١ ٣٥٥ ٥١٦
٣٥٨ ٥٤٠ ٢٠١ ٣٥٥ ٣٣٧ ٥٥٤
٣٥٦ ٥٤٣ ١٨٩ ٣٤٠ ٣٥٥
٣٢٣ ٥٤٥ ١٨٧ ٣١٣ ٢٥٣
٢٩٢ ٥٥١ ١٥٤ ٢٩٠ ٢١٣
٢٥٦ ٥٥٤ ١٩٩ ٢٥٥ ٢٠٠
١٨٢ ٥٦٦ ١٩٤ ٢٠٦ ١٩٦
١٨١ ١٤٢ ١٩٩ ١٩٠
١٩٦ ١١٨ ١٦٩ ١٧٨
١٨٧ ٠٨٦ ١١٦ ١٢٣
١٢٥ ٠٧٨ ٠٧٨ ١٠٨
١٢٤ ٥١٧ ٧٢
١٢١ ٥٤٣
٠٩٠
28

Beşinci Silsile Altıncı Silsile Yedinci Silsile Sekizinci Silsile


Altıncı satırda Dördüncü satırda Beşinci satırda Dokuzuncu satırda
Lafz-ı Resül Lafz-ı Resül Lafz-ı Resül Lafz-ı Resül
Sahife Numarası Sahife Numarası Sahife Numarası Sahife Numarası
٥٠٩ ٥٠٩ ١٠١ ٥١٢ ١٠٩ ٥١١ ٠١٤
٤٩٤ ٤٧٧ ٠٩٦ ٤٢٦ ٠٩٩ ٤١٨ ٥١٣
٤٣٦ ٣٧٢ ٠١٦ ٤٤٠ ٠٨٨ ٤٤٠ ٥١٦
٤٢١ ٢٧٠ ٥١٥ ٣٥٨ ٠٨٧ ٣٧١ ٥٣٩
٣٦٢ ٢٩٢ ٥٤٥ ٣٤٣ ٠٧٣ ٣٦١ ٥٤٢
٣٥٥ ٣٨٥ ٥٥٦ ٣٤٠ ٠٦٧ ٣٤٥ ٥٥٣
٢٠٥ ٣٦٠ ٢٧٩ ٠٥٣ ٣٤٢ ٥٧٢
١٨٦ ١٩٩ ١٨٨ ٥٤٣ ٢٦٠
١٥٧ ١٩٨ ١٨٦ ٥٤٥ ٢٥٥
١٢٢ ١٧٩ ١٧٦ ٥٥٢ ٢٥٢
٥٣٧ ١٣٤ ١٦٩ ٢٢٧
٥٤٢ ١١٢ ١٢٢ ٢١٩
٥٤٥ ١٠٤ ١١٨ ٢٠٠
٥٥١ ١٠٣ ١١٠ ١٩٥
١٠٢ ١٥٣
٠٤٨

[Üçüncü Nükte: Dört Nüktedir.]

[Birinci Nükte] Lafzullah mecmu’-ı Kur’ânda ikibinsekizyüzaltı (2806) defa


zikredilmiştir. Bismillah’dakiler de beraber lafz-ı Rahman yüzellidokuz (159) defa lafz-ı
Rahim ikiyüzyirmi (220) lafz-ı gafur altmışbir (61) lafz-ı Rab sekizyüzkırkaltı (846) lafz-ı
ْ‫ل فْا مل م ف‬
Hakîm seksenaltı (86) lafz-ı alîm yüzyirmialtı (126) lafz-ı Kadir otuzbir (31) ْ‫ه ا مل رهقوف‬
deki‫ هو‬yirmialtı (26) defa zikir edilmiştir. Lafzullah’ın adedinde çok esrar ve nükteler var.
Ezcümle ‫له‬‫ لفظ ال مل‬ve ‫’رب‬den sonra en ziyade zikir edilen ‫ رحمن رحيم‬ve ‫غفور‬
ve ‫ حكيم‬ile beraber lafzullah Kur’ân âyetleri’nin nısfıdır. Hem lafzullah ve Allah lafzı
yerinde zikir edilen Lafz-ı Rab ile beraber yine nısfıdır. Çendan Rab lafzı sekizyüzaltmışdört
(864) defa zikir edilmiş fakat dikkat edilse beşyüz (500) küsürü Allah lafzı yerinde zikir
edilmiş ikiyüz küsürü (200) öyle değildir Hem ‫له‬ ‫ عليم رحيم رحمن ال مل‬ve ‫ه‬ ْ‫ل فْا مل م ف‬
‫ام ر‬
‫لهو‬ deki ‫ هو‬adediyle beraber yine nısfdır. Fark yalnız dörttür. ‫ هو‬yerinde ‫ قدير‬ile
beraber yine mecmu’ ayatın nısfıdır. Fark dokuzdur. Lafz-ı Celâl’in mecmu’undaki nükteler
çoktur. Yalnız şimdilik bu nükte ile iktifa ediyoruz.
[İkinci Nüktesi] Sureler itibariyledir. Onun dahi çok nükteleri var bir intizam bir kasd
ve bir iradeyi gösterir Bir tarzda tevafukatı vardır. Suret-ül Bakara âyetin adediyle lafz-ı
Celâl’in adedi birdir. Fark dörttür ki Allah lafzı yerinde ‫ هو‬lafzı var. Mesela: ‫لهو‬ ْ‫ل فْا مل م ف‬
‫ه ام ر‬
deki ‫ هو‬gibi onunla muvafakat tamam olur. Al-i İmran’da yine âyetiyle lafz-ı Celâl
tevafuktadır., müsavidirler. Yalnız lafz-ı Celâl ikiyüzdokuz (209)dur. Âyet ikiyüz (200)dür.
Fark dokuz (9)dur. Bu mezayat-ı kelamiyede ve belagat nüktelerinde küçük farklar zarar
vermez. Takribi tevafukat kafidir.
29

Sure-i Nisa Maide En’am üçünün mecmu’ âyetleri mecmu’daki lafz-ı Celâl’in adedine
tevafuktadır. Âyetlerin adedi dörtyüzaltmışdört (464) lafz-ı Celâl’in adedi dötyüzalmışbir
(461) Bismillah’daki lafzullah ile beraber tam tevafuktadır. Hem mesela. Baştaki beş surenin
lafz-ı Celâl adedi sure-i A’raf Enfal Tevbe Yunus Hud’daki lafz-ı Celâl Rad İbrahim Hicr
Neml surelerindeki lafz-ı Celâl adedi o nısfın nısfıdır. Sonra sure-i İsra, Kehf, Meryem, Taha,
Enbiya, Hacc

(Hâşiye)
Kur’ândaki âyâtın mecmu’ adedi altıbin altıyüz altmışaltı (6666) olması ve şu geçen sahifede
mezkur Esma-i Hüsnâ’nın adedi altı rakamıyla alakadar bulunması ehemmiyetli bir sırrı işaret ediyor.
Şimdilik mühmel kaldı.
(Hâşiye-1)
o nısfın nısfının nısfıdır . Sonra gelen beşer beşer takriben o nisbetle gidiyor. Yalnız
bazı küsuratla fark var. Öyle farklar böyle makam-ı hitabîde zarar vermez. Mesela: Bir kısmı
yüzyirmibir (121), bir kısmı yüzyirmibeş (125), bir kısmı yüzelliiki (152), bir kısmı
yüzellidokuz (159). Sonra Sure-i Zuhruf’dan başlayan beş sure o nısf-ı nısf-ı nısfın nısfına
iniyor. Sure-i Necm’den başlayan beş o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfın nısfıdır. Fakat takribidir.
Küçük küsuratın farkları böyle makamat-ı hitabiyede zarar vermez. Sonra gelen küçük beşler
içinde üç beşlerin yalnız üçer adet lafza-i Celâl’i var. İşte bu vaziyet gösteriyor ki lafz-ı
Celâl’in adedine tesadüf karışmamış. Bir hikmet bir intizam ile adetleri tayin edilmiş.
[Lafzullah’ın Üçüncü Nüktesi] Sahifeler nisbetine bakar. Şöyle ki: Bir sahifede olan
lafz-ı Celâl adedi o sahifenin sağ yüzü ve o yüze karşıki sahifeye ve bazen soldaki karşıki
sahife ve karşının arka yüzüne bakar. Ben kendi nüsha-i Kur’âniyemde bu tevafuku tetkik
ettim.

(Hâşiye-1)
Bu beşer taksimat üzere bir sır inkişaf etmişti. Hiç birimizin haberi olmadan şurada altı sure
kayıt olmuş şüphemiz kalmadı ki gaybdan ihtiyarımızın haricinde altıncısı girmiş ta bu nısfiyet sırr-ı
mühimmi gaib olmasın.
Ekseriyetle gâyet güzel bir nisbet-i adediye ile bir tevafuk gördüm. Nüshama da işaretler
koydum. Çok defa müsavi olur. Bazen nısf veyahut sülüs oluyor. Her halde bir hikmet ve
intizamı ihsas eder bir vaziyeti vardır.
[Dördüncü Nükte] Sahife-i vahiddeki tevafukattır.Kardeşlerimle üç dört ayrı ayrı
nüshaları mukabele ettik. Umumundaki tevafukat matlub olduğuna kanaatimiz geldi. Yalnız
matbaa müstensihleri başka maksatları takip ettiklerinden bir derce tevafukatta intizamsızlık
düşmüş. Tanzim edilse pek nadir istisna ile mecmu’u Kur’ânda ikibinsekizyüzaltı (2806)
lafza-i Celâl’in adedinde tevafukat görünecektir. Ve bunda bir şu’le-i i’caz parlıyor. Çünkü
fikr-i beşer bu pek geniş sahifeyi ihata edemez ve karışamaz. Tesadüfün ise bu manidar ve
hikmetdar vaziyete eli ulaşamaz. Dördüncü nükteyi bir derce göstermek için yeni bir mushaf
yazdırıyoruz ki en münteşir mushafların aynı sahife aynı satırlarını muhafaza etmekle beraber
san’atkarların lâkaytlığını tertibiyle adem-i intizama maruz kalan yerleri tanzim edip
tevafukatın hakiki intizamı
inşaallah gösterilecektir. Ve gösterildi.
‫المللهم يامنزالقرمان بحق القرمان فهمنا اسرارالقرمان مادام القمران وصل‬
‫وسلم على من‬
‫انزلت عليهالقرمان وعلى اله وصحبه‬
Amin âmîn âmîn
30
31

[ Yirmidokuzuncu Mektubun Sekizinci kısmı ]


[Latif ve Yüksek ve Şüphesiz bir Tevafuk]
[Şu kısım sekiz remizdir. Birinci remiz altı remizdir.]
‫ن الررححيم م‬
‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫بم ح‬
[Birinci Remiz] İşarat’ül İ’caz tefsirinde tevafuk suretinde latif bir işaret-i i’caziyeyi
gördük o işaratı beyandan evvel;
[Bir Mukaddeme] Kudsi bir şeyin zarfı ve kılıfı ârızî bir kudsiyet aldığına binaen ve
tevafukta bir işaret-ı kudsiye gördüğümüzden tevafuk nazarımızda mübarek olmuştur. Hem
tevafuk ittifaka işaret, ittifak ise ittihada emare, ittihat ise vahdete alamet, vahdet ise tevhide
delalet, tevhid ise Kur’ânın dört esasından en mühim esası olduğundan tevafuk nazarımızda
yüksek bir meymenet almıştır. Hem tevafuk şevki tezyid ve kelamı tezyin ettiğinden
nazarımızda güzelleşmiştir. İşarat’ül İ’caz tefsiri harb-i umuminin birinci senesinde cephe-i
harpte ateş içinde müracaat edilecek bir kitap olmadığı halde ani bir surette ayat-ı
Kur’âniyeden tereşşüh eden nüktelere dair yazılmıştır. O zaman her vakit şehit olmaya
hazırlandığımızdan ve şahadeti beklediğimizden o tefsir inşaallah gâyet halis bir niyetle
yazılmıştır. Onun için böyle bir keramete mazhar olmaya layıktır. Eski harb-i umuminin
beşinci senesinde tab’ edilmiştir. Şimdi İşarat’ül i’cazdaki tevafukat-ı harfiye suretinde
tezahür eden latif bir işaret-i i’caziye şudur ki: Sahifenin satırları başındaki eliflere baktım.
Ondört adet çıktı. Birden karşıki sahifenin satırları başındaki elifleri saydım. Aynen ondört
adet çıktı. Satırın aşağı başındaki ta’lara baktım. Birbirine muvafık altışar çıktı. Dedim bu
mübarek tefsir sözlerin büyük bir kardeşi olduğundan sözlerdeki kelimat tevafuku olduğu gibi
bunda daha ince bir tevafuk işareti bulunması lazım geliyor fikriyle tetkik ettim. Yüz yirmi
(120) sahifeden ibaret hemen umumiyetle her bir sahife ya karşıki sahifeye veya arka sahifeye
veya arkaya karşı sahifeye ya tam tevafuktadır veyahut latif bir münasebet-i adediyeyi
gösterir. Hatta bir sahifede tevafuk yoktu. Baktım o tevafuksuz sahife rakamına tam tevafuk
ediyor. Bu tevafukat-ı umumiyenin en latif bir ciheti şudur ki; onüç (13) elif bulunan tevafuk
bütün kitapda yedi (7) defadır. Yedi elif olan tevafuk ise onüç (13) defadır. Ondört (14) elifli
tevafuk sekiz defadır. Sekiz (8) elifli tevafuk ise ondört (14) tür. Dokuz (9) elifli tevafuk
yineoniki (12)dir. Hem bir cihette ondört (14)tür. On (10) elifli tevafuk ise onbir (11)dir.
Onbir (11) ise onbeş (15)tir. Oniki (12) yine onbeş (15)tir. Onbeş beştir. Beş yine beştir. Altı
yine beştir. Demek muhtelif rakamlar tevafukattan beş kısmı beş, bu beş dahi beş defadır. Bu
mübarek beşte latif ve mübarek tevafuk çıkıyor. Ve hakeza. Çok cihetlerle latif bir intizamı
gösterir. Elbette intizam kat’iyen tesadüf işi olamaz. Çünkü elif dörtten onsekize kadar
bulunuyor. Demek ondört ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Ta ikiden on ikiye kadardır.
Demek on ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Tesadüf olsa olsa beşte bir. Dörtte bir haydi
üçte bir olsun tesadüf zannedilir. Halbuki on adetten sekiz hakiki tevafuk onda on olarak latif
bir nisbet-i adediye ile tevafuk ise tesadüf işi katiyen olamaz. Hem çok kitaplara baktım. Pek
nadir tevafuk ediyor. O da bir ittirad ve intizam tahtında ve bu tefsir gibi umum sahifelerinde
bedi’ bir tarzda bulunmaz ve hiçbir cihette tesadüf işi olamaz. Tefsirin bütün sahifelerinde
yalnız elif ve ta’nın tevafukatına işaret ettim. Daha başka sırları var olduğuna katiyen
kanaatimiz geldi. Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan tefsiri elbette i’cazının cilvesine ayine olur.

[İkinci Remiz] Tefsirin diğer bir latif tevafuku Kur’ân lafzı bütün bu cüz-i tefsirde
yüzseksenbir (181) adet bulduk. Doksandokuz (99) adedi tevafuk etmiş. Otuzdokuz (39)
adedi tevafuktan çıkmış. Ondan çoğu diğer sahifelerin tevafukuna girmiş. Kırkiki sahifede tek
tük bulunduğu için elbette tevafuk olamaz. Fakat sahifelerin arkasında diğer lafz-ı Kur’ân ile
kısmen tevafuk ediyor.
32

[Tenbih] İşarat-ül İ’caz tefsiri harb-i umuminin birinci senesinde cephe-i harpte
me’hazsız kitapsız telif edilmiştir. Harp zamanının zaruretinden başka üç dört sebebe binaen
gâyet muhtasar ve îcazlı bir tarzda yazılmıştır. Fatiha ve nısf-ı evvel daha ziyade mücmel ve
muhtasar kalmış.
Evvela: O zaman izaha müsaid değildi. Hem eski Said îcazlı ve kısa tabirat ile ifade-i meram
ederdi. Saniyen: Gâyet zeki kendi talebelerinin derece-i fehmini düşünüyordu. Başkalarının
anlamasını düşünmüyordu. Salisen: en dakik ve ince olan nazm-ı Kur’ân gibi îcazlı olan
î’cazı beyan ettiği için kısa tabirata mecbur olmuş. Rabian: Ayatın nüktelerini işaretlerini
beyan ettiği için kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi Yeni Saîd nazarıyla mütalaa ettim. Eski
Saîd’in el hak bütün hatiâtıyla beraber şu tefsir tetkikat-ı ilmiyesinin bir şaheseridir. Yazıldığı
vakit daima şehadete hazırlandığı için halis bir niyetle yazıldığı ve belagatin kavaninine ve
ulum-ı Arabiye’nin desatirine tatbik ettiği için hiç birbirini cerh edemedim. Belki Cenab-ı
Hak o eseri ona keffaret-üz zünub yapacak. Ve o tefsiri de anlayacak âdemleri da yetiştirecek.
Eğer harb-i umumi gibi manialar olmasa idi. Tefsirin şu birinci cildi İ’caz-ı Kur’ânın
vücuhundan olan i’caz-ı nazmını beyan ettiği gibi diğer cüzler de her biri sair vücuda
i’cazından bir vechine göre yazılıp şimdi umum sözlerde ve mektublarda müteferrik hakaik-i
tefsiriyeyi içine alsa idi Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’a çok güzel bir tefsir-i cami’ olurdu. Belki
inşaallah şu cüz-i tefsir altmışaltı (66) Sözler ve Mektubat risaleleriyle beraber bir me’haz
olur ki ileride bahtiyar bir zat öyle bir tefsir yazsın inşaallah.
[Üçüncü Remiz] Madem Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanda lafzullahın kudsi tevafukat-ı
harikası ile beraber çok mühim nükteleri var. Nasıl ki kısmen göstermişiz ve işaret etmişiz.
Elbette me’hazi münhasıran ayat-ı Kur’âniye olan İşarat-ül İ’caz tefsirinde lafzullahın dört
harfi olan elif ve lam ve sakin elif ve he ve lafzullahın başında yemin için isti’mal edilen üç
harf olan vav ve ba ve ta ve Allah ve tallahi ve billahi gibi nükteleri vardır diye düşündüm.
Acele ile teftiş ettim. Kusurlu ve noksaniyetli bulduğum münasebatı kayıt ediyorum. Ta ki
inşallah başka bir zata me’haz olur. Ben bulmadığım sırları o bulur. Mesela lafzullahın
başındaki elif tefsirin satırları başında binyüzdoksan (1190) adettir. Bin (1000) adet tam
tevafuktur. Mütebakisi de latif bir münasebat-ı adediye ile zımnî bir nev’ tevafuk var.
Yüzyirmi (120) sahife tefsir ve yedi (7) sahife hatimesinde yetmişyedi (77) tam tevafuk var.
Onbeş (15) dahi bir latif nükte için birer aded fark ile mesela: onbir ile on zımnî tevafuk var.
Mütebakisi ise başka nükteler için tevafuka girmemişler. Mesela; ahirdeki iki sahifede hem
elif hem ta tevafuktan çıktılar. Ta ikisi darb vasıtasıyla tefsirin intiha adedine tevafuk edip
göstersin. Mesela; lafzullah’daki sakin elif yüzonyedi (117)dir. Yetmişyedisi (77) tam tevafuk
mütebakisi sair arkadaşlarıyla veya sahife rakamıyla tevafuk ediyor. Yirmiyedi (27) defa iki
gelmiş. Yirmibir (21) adedi tevafuk mütebakisi başka nükteler için tevafuka girmemiştir. Üç
adet ile yirmiyedi (27) defa zikredilmiş. Yirmibeş (25) tevafuktur. İki adedi başka nükteler
için tevafuka girmemiştir. Lam doksanbeş (95) sahifede vardır. Onda yetmiş (70) tevafuk
vardır. Onüç (13) adedi tevafuksuz otuzdört (34) adet iki gelmiş. Altı tevafuksuz mütebakisi
tevafuklu. Onbeş (15) defa üç gelmiş on (10) tevafuklu beş (5) tevafuksuz. He de
yetmişdokuz (79) tevafuk var. On iki sefer yirmisekiz (28) gelmiş sekiz (8) tevafuksuz kırkbeş
(45) defa bir gelmiş. Üçü (3) tevafuksuz mütebaki tevafuk. Yirmiüç (23) defa üç (3) gelmiş.
Sekiz (8) tevafuksuz mütebaki tevafuk. Otuz (30) defa iki gelmiş üçü tevafuksuz mütebaki
tevafuk. Sekiz (8) defa dört (4) gelmiş dördü yine tevafuksuz dördü tevafuklu. Yalnız bir defa
sekiz (8) bir defa altı (6) gelmiş. Ba yüziki (102) sahifede var. Mütebaki sahifelerde yoktur.
Mevcuttan yetmiş (70) tam tevafuk var. Mütebakisi başka nükteleri var. Otuzdört (34) defa iki
gelmiştir dördü tevafuksuz mütebaki tevafuklu kırk bir (41) defa bir gelmiş üçü tevafuksuz
mütebaki tevafuk. Ta doksan dokuz (99) sahifede ehemmiyetli bulunmuş. Başka sahifelerde
bulunmaz. Veyahut ehemmiyetsizdir. O doksandokuzdan (99) altmış (60) adet birbirine tam
tevafukta mütebakisi ya elif ile veya sahife rakamıyla tevafuk ediyor. Veya bir latif nükteyi
gösteriyor. Ta’nın latif münasebetinden bir numune: Altı (6) Ta onbeştir (15). Beş (5) Ta
33

yirmiikidir (22). İki Ta dörttür (4). Üç (3) Ta dörttür (4). Dört Ta onikidir (12). Dokuz Ta on
ikidir. Onbir (11) Ta ikidir. Yedi (7) Ta yedidir. Sekiz (8) Ta ondokuzdur (19). Vav yüzonüç
(113) sahifede elliüç (53) tam tevafuk. Sekiz defa yedi ve sekiz (8) olarak geliyor. Ta ki sahife
rakamı gibi başka tevafuku göstermek için yediden sekize atlar. Ve sekizden (8) yediye (7)
iniyor. Demek altmışbir (61) tevafuk var. Mütebakisi arkadaşlarıyla sahife rakamıyla latif
tevafukatı var. Yirmi dört (24) defa altı geliyor. Onbeş (15) kendi kendine tevafuk ediyor.
Dokuzu (9) başka tevafukla diğer nüktelere hizmeti vardır. Yirmialtı (26) defa beş geliyor.
Yirmisi (20) kendi kendine tevafuk ediyor. Altısı başkalarıyla tevafuk edip başka hizmetleri
görüyor.

[Dördüncü Remiz] Vav tavafukatın bir sırr-ı acibi.


‫مد محه‬
‫ح ح‬
ْ‫ح ب م ف‬ ْ‫ئ ا مل ري ق ف‬
‫سب ل ق‬ ْ‫ن ف‬
‫شى ح د‬ ‫م ح‬
‫ن م‬
‫باسمه سبحانه وفْا م ح‬
‫السلم عليكم ايهاالخوان الصادقين الصديقين المصدقين‬
Aziz sıddık kardeşlerim.
İnsan ara sıra yemişlere muhtaç oluyor. Kut ile beraber tefekküh lazım olduğu gibi
ilm-i belagatta kut ve gıda hükmünde olan fen-i maani ve beyanın belagat nüktelerinin
fakihesi dahi fenn-i bediin mezayasıdır. Çendan zaafiyet-i bedia lafza ve surete aidtir. Fakat
ehl-i belağatça kelamın zineti fakihesi yemişi hükmündedir. Kur’ân-ı Hakîm ve ehadis-i
nebeviye’de çok bulunuyor. Demek güzeldir. Onun için güzel kelamlar içinde bulunuyor.
Hem çok defa hakaike hizmet ediyor. Ve manaların muntazam ve mevzun olduğunu
gösteriyor. Madem Cenab-ı Hakk’ın Esmâ-i Hüsnası’ndan bir ismi Bedi’dir. Onun cilvesine
mazhariyet bir sırrı işmam ediyor. Hem bir zat-ı azimin iltifatının zarfı ve iltifatı ile verilen
hediyeye sarılan bir parça bez çendan zatında ehemmiyetsiz cüz’i bir şey olarak görünse de
fakat o iltifat-ı şahanenin ve işarat-ı mülûkânenin unvânı ve zarfı olduğu cihetinde çok
kıymettardır. On paralık ise de on lira kıymetindedir. Madem Sultan-ı Ezel ve Ebed’in bir
işaret-i hususiyesini yedi inâyet namıyla bir mektubta yazdığımız gibi yedi işaret ve o yedi
inâyetin içinde yedi inâyetten tevafuk kısmından bir iltifat-ı hususiye his ettik. O iltfatın zarfı
olan tevafukun envaına ne kadar cüz’i olursa olsun o işaretin hesabına ehemmiyetli bir
hakikat-ı ilmiye gibi ehemmiyet vermeye kendimizi mecbur biliyoruz. Biz onun için İşarat-ül
İ’cazın tefsirindeki tevafukat-ı harfiyeye ehemmiyet veriyoruz. Bir defa acele ile baktım. Elif
ve ta’nın tevafukta en muannid bir âdemi dahi susturacak bir tarzda bir intizam bir ittirad
göründü. Tesadüfe havale edilse yüzyirmide (120) ancak yirmide zahiren tesadüfe verilebilir.
Mütebakisi kast ve iradeyi ihsas ediyor bir tarzdadır. Hatta en âhirki yaprakta Elif onbeş (15)
gelmiş. Tevafuksuz karşısında ta sekiz gelmiş. Önünde tevafuku yok. Halbuki tevafuktan
çıkanlar kısmen kitabın sahifelerindeki rakamı işaret ediyordular. Dedim acaba kitabın
başından âhirine kadar Elif ile ta ekseriyetle tevafukla muntazaman geliyor. Hatimesinde
‫س د‬
‫ك‬ ‫م ح‬ ‫ه م‬ ‫م م‬
‫خفْتا ق‬
‫ م‬lazım gelirken ikiside tevafuktan çıkmış. Dikkat ettim canım sıkıldı. ta yı
Elifin başına vurdum. Ne için böyle karıştırarak yoldan çıktınız. Birden o darbemde yüzyirmi
(120) adet gösterdiler. Parmaklarıyla işaret eder gibi işte senin tefsir kitabının nihâyeti
yüzyirmi (120) adettir. Bizim vazifemiz onu göstermektir. ‫سك‬ ‫م ح‬‫ه م‬‫م م‬
‫خفْتا ق‬
‫ م‬sırrına mazhar
oldular. İkinci defa tekrar acele ile tefsire baktım. Dedim acaba Elif Allah’ın evvelki harfidir.
ta ekseriyetle ve hususen vakıf halinde he’ye kalb için Lafzullah’ın ahir harfi hükmündedir.
Hem huruf-ı kasemiye olduğu cihetle Lafzullah’ın önünde tallahi, tallahi gibi zikredilir. Bu iki
huruf gibi bütün kitapta devam eden yoktur. Yalnız en büyük huruf-ı kasemiye olan vav
Lafzullah’ın önünde kasem vaktinde ekseriyetle zikredilir. Bu kitapta ekseriyet ile devam
ediyor. Ve hakeza bir intizam ve bir kast ve iradeyi işmam edecek çok münasebatını bu
tefsirde gördük vavın tevafukatına kısmen tefsirin bir köşesinde işaretler koydum. Sizdeki
tefsiri ona bakarak kayıt ediniz. Ben bu vav, elif, ta’daki latif ince intizamı gördükten sonra
acaba başka kitaplarda bu sırrın bu tarzına mazhariyetleri var mı diye baktım. Halebî gibi
34

arabî ve şerh ve mübarek bir kitabın satırları yirmiiki (22) hem elifleri ve ta’ları çoktur.
Üçyüzelli (350) sahife içinde üçyüzotuz (330) sahifeye kadar baktım. Elif tevafukatı karşı
sahifeye ondört (14) taneden başka yok arka sahifeyi de ilave etsen ondörtte olmaz. Mecmu’u
yirmisekiz (28) olur. Haydi kırk ve haydi yüz olsun farz etsen yine hiç tefsire benzemiyor.
Çünkü tefsirde yüzde ancak yirmi zahiren hariç kalıyor. Sonra dedim. Kendim eskiden
yazdığım Arabî risalelerim var. Biri Türkçe olarak oniki küçük arabî risalelerime baktım.
Oniki risalede oniki tevafuk buldum. İkiyüzyetmişsekiz (278) sahifeden ibaret olan
risalelerden seksensekiz sahife türkçe mütebakisi arapça olduğu halde tetkik ettim. Oniki
kadar sahife tevafukatı ve arka sahife ya o kadar veyahut daha bir parça fazladır. Olsa olsa
yirmi otuz tevafuk bulundu. Halbuki onların bazı sahifeleri otuz satırdır. Hem elif-ta tefsir
gibi devam etmiyor. İttirad ve intizamı yok. Hem hurufatta küçük adetler oluyor. İki üç dört
gibi adede iniyor. Küçük adetlerde tevafuk çok olmak lazım gelirken pek az var. Tefsirin vav,
elif, ta’larında adet çok olduğu halde tevafukatı pek az lazım gelirken pek çok olduğu cihetle
(Hâşiye)
şek ve şüphe bırakmadı ki bir bir iltifat-ı has ve bir işaret-i hususiye ve bir inâyet-i
mahsusiyenin lemeatı ve emaratı ve tereşşuhatıdır. Madem neşemizi açıyor ve hizmet-i
Kur’âniyede şevkimizi ziyadeleştiriyor ve itimadımızı teyit ediyor ve menfaatli meyveler
veriyor. Elbette hakikidir. ‫له‬ ‫ ومن عند ال مل‬dir.
[İhtar] Vav, ta, elif tevafukatı bazen bir yaprak atlar. Bazen de başka tevafuk içine
karışır. Mesela: Otuzaltıncı sahifede elif dokuz. Bir yaprak sonra elif dokuza bakar. O iki
dokuz ortasında iki altı tevafuku var. Bazen zelzele lafzı gibi o iki tevafuk birbirine karışır.
Hem bazen ta vav’a tevafuk eder. Vav dahi onlara tevafuk için yolunu değiştiriyor.
[İ’tizar] Bu küçük ve ince mes’eleye ziyade tafsil ve ehemmiyet verdiğimden
kusurumu af
(Hâşiye)
İşaretin mahiyeti gizli olur. Sarih bir suret onda aranılmaz. İşaretlerin cüzleri daha ziyade
gizlenir. Bir işaretin yüz eczasından bir cüzü gâyet hassas bir dikkatle hissedilir. İşte bu sırra binaen
beyan ettiğimiz ince tevafukattan ve münasebetten sarahat-i katiye istemek gâyet insafsızlıktır. Hem
de gâyet acele ile bakıldığından hatamız bulunsa da ıslah edilmeli.
(Hâşiye-1)
etmek ruhlar sıkılmamak için kardeşlarımdan rica ediyorum.
[Beşinci Remiz] [Hatime] Lafzullah’ın hurufatının tevafukatı adetlerinin birbirine
tevafukları zerre miktar insafı bulunan tesadüfe vermez. Ezcümle baştaki elif yetmişyedi (77)
tam tevafuku olduğu gibi sakin elif dahi aynen yetmişyedi (77) tam tevafuk ediyor. Hem
ba’nın yetmiş (70) tam tevafukuna ve lam’ın yetmiş (70) tevafukuna ve mim’in yetmiş (70)
tevafukuna ve he’nin yetmiş (70) küsur tevafukuna mutabakatı beş defa yetmiş (70) birbiriyle
tevafuku bilbedahe kör tesadüfün işi olamadığı gibi ta’nın altmış (60) adet tevafuku vav’ın
dahi aynen altmış tevafukuna ve nun’un altmış küsur tevafukuna mutabakatı tesadüf işi
olamaz. Hem ta’nın beşer tevafukunun adedinin yirmi defa olduğu vav’ın dahi beşer adet
tevafukunun aynı yirmi (20) olmasına mutabakatı yine kör tesadüfün işi diyenler elbette
körlerdir. Lam otuzdört (34) defa iki gelmesi ve he otuz defa iki gelmesi ve sakin elif ‘in
ikişer ve üçer adetleri her bir kısmı yirmiyedi (27) defa gelmesi. Hem sakin elif ve he her
birinin üçer adetleri yirmi küsür gelmesi ve he ve ba her biri kırk küsur defa bir tek gelmesi ve
her birinden yalnız üç adet tevafuksuz kalması nun’un

(Hâşiye-1)
Hakikaten uzun konuştuk. Belki israf ettik ve ince şeyleri senden başka kim vakit ve ihtiyaç
bulur ki tetkik etsin.
35

ikişer tevafuku yirmialtı (26) defa olup aynen yirmialtı (26) olarak üçer tevafukuna tevafuku
ve mim’in yirmi iki (22) defa üçer tevafukuna bir derece muvafık gelmesi elbette ve herhalde
şuursuz ve kör tesadüfün işi değildir. Belki alamet-i makbuliyet olarak bir inâyet-i hassanın
tanzimi ve müdahalesi ile olur. Ve hakeza. Mezkur tevafuk adedindeki tevafukat-ı latife gibi
çok münasebetleri var zan ederim. Bu hurufat münasebatındaki sırra dair israf ettim. Fazla
söyledim kardeşlarıma bir derece usanç verdim. Belki lisan-ı halleri ‫لخيرفى السراف‬
der. Ben de derim ki ihtiyarsız bir niyet-i hayır ile israfa girdim. Onun için imam Azam (r.a)
gibi derim ‫ كمالخيرفى السراف لاسراف فى الخير‬inşaallah böyle hayırlı
işte israf yoktur. İsraf olsa da affedilir.
‫المللهم اجعل اعمالنا موافقة لمرضاتك ووفقنالتباع سنت نبيك عليه‬
‫وعلى‬
‫صلة واتم التسلمات اَمين‬
‫اله وصحبه افضل ال ل‬
Lafzullah’ın içindeki hurufat ile ve yemin için lafzullah’ın başında bulunan vav, ba, ta
harfleri Kur’ânın bir tefsiri olan İşarat-ül İ’caz’da harikulâde bir sırr-ı tevafuku göstermeleri
bu hurufatın Kur’ânın içinde mu’cizane vaziyetlerinden neş’et ettiğini gördük. Adetlerinin
(Hâşiye-1)
küsuratı başka bir münasebet gösterdiğinden şimdilik ondan kat-ı nazar ile yalnız
adetlerindeki münasebat-ı tevafukiyeyi işaret edeceğiz. Şöyle ki: Lafzullah’ın en mühim harfi
olan baştaki elif umum Kur’ânda çok sırlara medar olarak kırkbin [40000] gelmesi ve yine
lafzulla’hın elif‘ten sonra lam-elif yani la meşhur bir adet olan ondokuzbin (19000) gelip
(Hâşiye-2)
lafzullah’ın ahirindeki olan he yine yine aynen ondokuzbin (19000) olarak ikisinin
muvafık gelmesi. Hem yalnız lam hesab-ı ebcedle otuz [30] olduğuna göre ona muvafık
olarak Kur’ânda otuzbin [30000] gelmesi. Vav bir hesapla yirmiüçbin [23000] diğer bir
cihette yirmibindir. Hem ba’nın hem mim’in hem lam’ın ondokuzbin (19000) adetlerine ve
Kur’ândaki yekünlerine muvafık gelmesi ve lafzullah’ın başındaki elif-lam-ı tarif yani ‫ال‬
yetmişbin [70000] olup Kur’ân kelimatının adedi olan yetmişbin [70000] adedine muvafık
gelmesi. Hem ba ve ta iki kardeş gibi bir
___________ ___________
_________________
(Hâşiye-1)
Evet böyle galebe-i zan kafi olduğu makamat-ı hitabiyede ve mezaya-yı bediiyede ve letaif-i
belagatta ve münasebat-ı tevafukiyede ve büyük adetlerde küsuratın ve küçük adetlerin farkları bir
sebeb-i fark teşkil etmediğinden küsuratın farklarına fârik nazarıyla bakmadık ve bakılmaz.
___________ ___________
_________________
(Hâşiye-2)
‫بسم ال لمله الرحمن آلرحيم‬ aded-i hurufatıyla altı İsm-i Azam’ın aded-i hurufatı
ondokuzdur.

derece fark ile ba onbirbin [11000] ta onbin [10000] muvafık gelmesi ve ahir huruf-ı hecadan
olan ve nidada İsmullah’ın evvelinde bulunan ba yirbindokuzyüz [20900] bir cihette
ondokuzbin [19000] küsur olmakla beraber hem lam-elif’in hem he’nin hem vav’ın adetlerine
Kur’ândaki ondokuzbinlik (19000) yekünlerine muvafık gelmesi ve Lafzullah’ın mecmu’u
Kur’ânda ikibin (2000) ve lam-elif‘i ondokuzbin (19000) ve he ‘si yine ondokuzbin (19000)
mecmu’u kırkbin (40000) olup baştaki elif‘in kırkbin (40000) adedine muvafık gelmesi ve
hem Lafzullah’ın hurufatından başka harflerin Kur’ândaki adetleri çok latif münasebat-ı
tevafukiyeyi göstermeleri ezcümle cim ebced hesabıyla üç ve Kur’ânda üçbin [3000] olarak
muvafık gelmesi. Ha hecada cim’in kardeşi olduğundan cim gibi yine üçbin [3000] ve dal
ebcedde cim’in arkadaşı olduğundan yine üçbin [3000] olup üçü birbirine muvafık gelmesi.
Hem ebced hesabıyla yüksek makamda bulunan se, zel, hı, ğayın, dad hem sad her biri
36

Kur’ânda ikişer bin gelip birbirine muvafık gelmesi, ve sad’ın güzel ve hafif bir şekli olan sin
üç dişine münasebettar üçbinüçyüzotuz [3330] olup latif sırları ima eder bir surette gelmesi ve
tı ve zı iki kardeş gibi tı zı’dan daha hafif olduğundan binikiyüz (1200), zı onun kız kardeşı
gibi nısfı olarak altıyüz (600) gelmesi. Fe ebced hesabıyla seksen [80] olmasına göre ona bir
sıfır noksaniyetle tevafukla sekizbin (8000) gelmesi ayın ve kef her biri dokuzbin (9000)
gelerek birbirine muvafık gelmesi Kur’ân kelimesinde en birinci harf olan kaf altıbin (6000)
gelip Kur’ânın mecmu’ ayatının altıbin (6000) adedine tevafuk etmesi ve birbirine bazı
münasebetler için muvafık gelmesi. Mim ya’ya nisbeten usul-ı harfiyece birbirine kalb ve
makamına geçen iki ya kadar ve ebcedi makamının yarısı kadar yirmibin (20000) gelmesi ve
nun ebcedi makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmialtıbin (26000) gelmesi elbette ve
her halde Kur’ânın hurufatında dahi bir cilve-i i ‘cazın bulunmasına işaret ve hurufatında
harikulade muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delalet ve huruf-ı Kur’âniyenin
her biri ondan onbine kadar sevab meyveleri vermesine liyakatine ve kabiliyetine şehadet ve
huruf-ı Kur’âniyenin tebdiline çalışanların nihâyet derecede belahet ve hasaretlerine kat’i
delalet ettiğini ehl-i dikkat tereddüt etmez görür. Ehl-i ilhadın kör oldukları için görmemeleri
imam Busayrî’nin
‫ٍ وينكر الفم طعمالماء من سقققم‬.‫د‬
‫قد ينكرالمرء ضوء الشمس من رم د‬
düsturuyla gözlerindeki hastalıklar ile güneşin ziyasını göremezler. Ve dilindeki hastalıklarla
ab-ı hayat olan şu tatlı suyun lezzetini ve zevkini his edip tâdemezlar.
‫المللهم وفقنا لفهم اسرارالقراَن على وفق مافى اللوح المحفوظ‬
‫وموافقا‬
‫ما‬
‫ل صلةد وا زكى سل د‬ ‫لفهم نبيك الكرم عليه وعلى اله وا صحابه وص ل‬
‫ربنال تو اخذفْنا مان نسينا او اخطانا‬
‫ححكي ق‬
‫م‬ ‫ح‬ ‫ك ا فْن حفْتال حعفْحلي ق‬
ْ‫مال ف‬ ‫ماع فْل ر ح‬
ْ‫مت فْفْناا من ر ف‬ ْ‫م ل فْفْنا ا مل ر ف‬
ْ‫عل ح ف‬
‫ك ل فْ م‬
ْ‫حان فْ ف‬
ْ‫سب ح ف‬
‫ق‬

[İkinci Remzin Mühim Bir Zeyli]


On dakika zarfında hasıl olan bir nükte
‫ن الررححيم م‬
‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫بم ح‬
Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen ikinci ve yeni ve ayrı bir nükte-i tevafukiyedir.
Nasıl ki Sure-i Kevser’in hurufatı ebcedi makamı üçbin adet olmakla hem Sure-i
Yasin’in üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Furkan’ın üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Fatır’ın
üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Sebe’in üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Saffat’ın üçbin adet
hurufuna, hem sure-i Sad’ın üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Ra’d’ın üçbin adet hurufuna,
hem Sure-i Rum’un üçbin adet hurufuna, hem Sure-i Zuhruf’un üçbin adet hurufuna, hem
Sure-i Şura’nın üçbin adet hurufuna, hem sure-i İbrahim’in üçbin adet hurufuna tevafuku var.
Onbir surenin birbiriyle muvafakati ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz. Aynen öyle
de Sure-i Kevser en kısa sure olmakla beraber harfinin makam-ı ebcedisi olan üçbin adet ile
en uzun sure olan El-Bakara örfi kelimatının üçbin adedine, hem Sure-i Âl-i İmran
kelimatının üçbin adedine, ve Sure-i Nisa kelimatının üçbin adedine muvafakati elbette kör
tesadüfün işi değildir. Ve rast gele şuursuz ittifakî bir vaziyet olamaz. Bu tevafuktaki küçük
küsurat münasebat-ı tevafukiyeyi bozmadığından nazara almadık. Hem en kısa sure olan
Kevser’den bahsettiğimiz münasebetle Sure-i ‫قد حرم‬ ْ‫ةال ح ف‬
‫‘ ا مرنا ا فْن حفْزل حفْناه ق حفى ل فْي حل فْ م‬n bir tek
(Hâşiye)
tevafukundan bahsedeceğiz. Şöyle ki: Sure-i Kadir’in yüzyirmi (120) hurufu var. Gayr-i
melfuz hemze sayılmazsa yüzondörttür (114). En evvel nazil olan Sure-i Alak küsürattan kat’-
ı nazar nısf-ı
___________
37

___________ _________________
‫ا مرنا ا فْن حفْزل حفْناه ق‬
(Hâşiye)
suresinin hurufatı tekerrürde terakkiyatı muntazamdır. Şöyle ki cim, ha, sin,
şın, ayın, tı, zel, birbiriyle birdir. Ha iki vav, be, kaf üçer birbiriyle müttefik. Dal, fe, tenvin dörder
yine birbiriyle müttefiktir. He beş, ta, ya, yedişer yine birbiriyle müttefik. Nun sekiz, mim, sakin elif
dokuz birbiriyle müttefik. Vav on, nun tenvin ile onbir, hemze on iki işte birden on ikiye kadar
muntazaman terakkisi şu hurufat tesadüfe tabi olmadığına letafetli bir işarettir. ‫ناه ق‬ ْ‫’ ا مرنا ا فْن حفْزل ح ف‬nün
makam-ı ebcedisi dokuzbinyediyüzondur [9710]. Surenin hurufatı işaretli olduğuna işaret eden Leyle-i
Kadir’in üç defa tekerrürü ile yirmiyedi [27] huruf olup Ramazan’ın yirmiyedinci gecesindeki Leyle-i
Kadir’in tevafuk sırrıyla kat’i işaretidir. Sair işaratı İnşaallah başka vakitte meşiet-i İlahi’ye taalluk
etse yazılacaktır.

evvelin hurufatı ve tam surenin kelimat-ı nahviyesi yüz küsur olmakla [sure-i Duha (1), sure-i
Elem Neşrahleke (2) ve sure-i Zilzal (4) ve sure-i Tekasür (5) ve sure-i El-Maun (6) ve sure-i
El-Alak (7)] nısf-ı evveli [sure-i Vettin (1) ve sure-i El Karia (2) ve sure-i Hümeze’nin (3)]
her birinin yüzer adet hurufuna tevafuku var. On surenin küsuratından kat’ı nazar birbiriyle
manidar muvafakati tesadüfî olamaz. Aynen öyle de sure-i Kadir’in muvafakatleri olan vav on
surenin her birinin yüzer adet hurufu ise kelimat noktasında [sure-i El Fecr (1) ve sure-i Abese
(2), sure-i Mürselat (3), sure-i Büruc (4), sure-i Mutaffifin (5), sure-i El-İnşikak (6), sure-i En
Naziat (7), sure-i Nebe (8), sure-i El-Münafikun (9), sure-i Cuma’nın (10) her birinin yüz
küsur örfi adet kelimatına yüzlükte manidar tevafukları tesadüfî olmadığı gibi evvelki harf
cihetinde on adet sure-i muvafıka’nın ve kelimat cihetinde son on (10) adet sure-i
muvafıka’nın küsurattan kat’-ı nazar tevafuklarıyla beraber o iki kabile olan onar adet sureler
müttefikan âyet nokta-i nazarında sure-i İsra [1], sure-i Kehf [2], sure-i Taha [3] ve sure-i
Yusuf [4], sure-i Hud [5], sure-i Yunus [6], sure-i Nahl [7], sure-i Enbiya [8], sure-i Mü’minun
[9], sure-i Tevbe [10], sure-i Maide (11) her birinin yüz küsur adedine muvafakatleri katiyen
(Hâşiye)
tesadüf işi değildir. Küsuratlarının farkları cüz’idir. Mesela Tenvir-ül Mikyas tefsirinin
gösterdiği adede binaen sure-i Yunus’un dokuz [9], Kehf’in on [10], İsra’nın onbir [11],
Hud’un oniki [12], Mü’minun [19], Maide yirmi [20], Alak’ın nısf-ı evveli yirmibir [21], El
Kadir yirmiiki [22], Nahl yirmisekiz [28], Tevbe otuz [30], Tîn elli [50], Kari’a elliiki [52] ve
hakeza. İşte bu küsurların küçük farkları münasebat-ı tevafukiyeyi elbette bozmaz. Hem sure-i
Kadir yüzondört harfiyle yüzondört surelerin adedine bir farkla tevafuku manidardır. Güya
benden başka yüzoniki sure ile bir de küçük Kur’ân olan Fatiha’nın geleceğine bir imadır. Bu
surelerin ayat cihetindeki tevafukatta bir letafeti şudur ki: elif isminin ebcedi makamı olan
yüzonbir (111) ki
___________ ___________
_________________
(Hâşiye)
Elhâsıl sure-i Kadir ve sure-i Alak’ın kelimat-ı nahviyesi ve en evvel nazil olan nısf-ı evvelin
hurufatı yüz küsur hurufuyla on surenin hurufatına manidar tevafuk ediyor ve diğer on surenin
kelimatına manidar tevafuk ediyor. Hem uzun diğer on surenin ayatına gâyet manidar tevafuk ediyor.
Demek bu otuz (30) sureden her birisi yirmi dokuz sureye tevafuk ediyor. Demek bu küçük tevafuk-ı
Kur’âniyede dokuzyüz (900) tevafuk var. Küsurattan kat-ı nazar edilmiş. Çünkü münasebat-ı
tavafukiyeyi bozmayan bu tarzdaki tevafuka hiç mümkün müdür ki tesadüf içine karışsın. Hem hiç
mümkün müdür ki mühim hikmetleri bulunmasın.

üç eliftir. Yani (111) hem sure’i İsra hem sure-i Yusuf hem bir kavle göre sure-i Kehf aynen
yüzonbir olması ve o üç eliften ikisi bir çizgi üstüne konulsa bu suret olur. ‫له‬ ‫ ال ل‬ki
Lafzullah’tır. sure-i Kevser ve Kadir ve Alak bahsi münasebetiyle sure-i İhlas’ın bu nev’
tevafukatta bir küçük nüktesini beyan etmek münasiptir. Şöyle ki: İhlas’ın ebcedi makam-ı
hurufiyesi binüç [1003] tür. Küsurdan kat’ı nazar [sure-i Nur [1], sure-i Hacc [2], Enfal [3],
Nahl [4] ve İsra [5] ve Kehf [6] ve Enbiya [7] ve Mü’minun [8] ve Zümer [9] ve Yusuf [10] ve
Hud [11] ve Yunus [12] ve Neml [13] ve Şuara [14] ve Taha [15] surelerinin her birinin bin
38

küsur kelimat adetlerine tevafukuyla beraber huruf cihetinde [Sure-i Sebe ve El-Hakka ve
Mümtehine ve İnsan ve Tur ve Secde ve Vez- Zariyat ve Rahman ve Tahrim ve Talak ve
Duhan] surelerinin her birinin bin adet küsur hurufuna manidar tevafuku elbette bir sülüsü
Kur’ân addedilen Sure-i İhlas’ın hikmettar bir nüktesidir ve bir sırr-ı azimi var. Ve şuursuz ve
hikmetsiz tesadüfün işi değildir. Mezkur surelerin küsuratı çendan bir kısmı büyükçedir. Fakat
Tenvir-ül Mikyas tefsirine göre birbirine yakındırlar. Mesela: Sure-i Tur ve Secde ve
Mümtehine ve Sebe’in kesirleri beşyüzde müttefiktirler. Yalnız küçük farkları var.

[Sekizinci Kısmın Üçüncü Remzi]

Kenzül Arş duasının feyzinden gelen üçüncü nükte-i Kur’âniye.


[Mukaddime] Şu nükte iki kısımdır. Birinci kısım şimdiki sünuhat ve tahkikatıma
bina edilmiş. Sure-i Alak’a aidtir. İkinci kısım tefsir İbn-i Abbas’tan ahz edilen ve surelerin
kelimat ve hurufatını hesap eden beyn-el ulema mevsuk allame-i Firuz-ı abadi olan sahib-i
kamusun meşhur tefsirine istinaden ve eski mahfuzatıma itimaden Suver-i Kur’âniyenin
mabeynindeki tevafukatla işaret edilen bazı sırlara dairdir. Şu tefsir ve eski mahfuzatım
ekseriyetle huruf-ı melfuziye ve kelimat-ı örfiyeye bakarlar.
[Birinci Kısım] Sure-i Alak’ta hurufatın vaziyetindeki letaif çoktur. Biz yalnız tevafuk
ile münasebettar dört letafetlerine işaret edeceğiz. [Birinci letafet] en evvel nazil olan bu
surede hemzenin kırkbeş (45) defa tekrrürüyle lam’ın kırkbeş (45) defa tekrrürüne tevafukla
beraber kırkbir (41) surenin başına parmağını basıyor. Ba onaltı (16) defa tekrrürüyle ya’nın
on altı (16) defa tekrrürüne tevafuk edip ya ondört (14) surelerin başına işaret edip be başka
sırları gösterir. Ta ondört (14) tekrrürüyle ra’nın ondört (14) adedine tevafukla vücutlarını
hissettiğim ve şimdilik teşhis edemediğim Kur’ân ile münasebettar sırlara işaret ediyor. Kaf
sekiz (8) tekrrürüyle sekiz surenin başına işaret ettiği gibi sin’nin sekiz adedine tevafuk
etmekle beraber sin dahi sekiz surenin başına parmak basıyor ve mühim sırlara medardır. Tı
üç tekrrürüyle üç surenin başına işaret etmekle berber sad’ın üç adedine ve hı’nın üç adedine
tevafuk ediyor. Nun tenvin ile beraber yirmi dokuz tekrrürüyle medde denilen sakin elif’in
yirmi dokuz adedine tevafuk noktasında çok esrara medardır. Vav ebcedi makamı altı adedi ve
tekrrüründeki altı adedine ve dal’ın altı adedine tevafuk ile vav-ı kasem ile başlayan on iki
sureye işaret etmekle beraber makam-ı ebcedisi altı olduğundan tekrrürü dahi altı olsa otuz
altı (36) olur. Vav-ı kasemiye ile başlayan on altı surelerin başlarına otuz altıdan iki tanesi
müstesna otuz altı vav-ı kasemiyeyi tevafuk ile gösteren mühim esrara medar olduğunu
gösterir. Ayın on iki (12) Mim on üç (13) adedine bir fark ile bir münasebet-i tevafukiye ile
şimdilik bilmediğim bazı sırları gösterir. Zel yedi he’nin yedi adedine tevafuk etmekle ikinci,
üçüncü letafetlerde beyan edilen esbaba binaen elbette bunlar dahi öteki harfler gibi bazı
esrara medardırlar. Ğayın iki, fe iki, cim iki birbirine tevafukla makam-ı ebcedi noktasında
binyüzaltmışaltı (1166) tarihindeki hadisata imâdan hali değildir. Kef on defa tekerrürüyle
makam-ı ebcedi noktasında iki yüz (200) olmakla fütuhat-ı Kur’âniyenin en müterakki tarihi
olan iki yüz (200) tarihine ta fütuhat-ı Kur’âniyenin durmasıyla tedafiî vaziyetine girmesi
zamanı olan binikiyüz (1200) tarihine işaret etmesi bu esrarlı surenin şe’nindendir. Bu surenin
hurufuna bir letafet daha katar. Şöyle ki: muntazaman terakki ediyor. Mesela: ze bir, cim
ğayın fe ikişer, hı sad tı üçer, dal vav altışar,; zel yedişer, sin kaf sekizer, kef on, ayın on iki,
mim on üç, ra ta on dörttür. Ya, ba on altışar, tenvin ile sakin eilf yirmi dokuzar, hemze lam
kırk beşerdir.
[İkinci Letafet] Sure-i Alak Hazret-i İbn-i Abbas Radiyallahü anh’dan nass-ı sahih ile
sabittir ki en evvel Hazret-i Cebrail Aleyhisselam ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬suresini getirmiş bir
ْ‫سم م فْرب ل ف‬
39

rivâyette ta ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬kelimesine kadar en evvel nazil olan odur. Bir vakit sonra Hazret-i
Peygamber Aleyhisselat-i Vesselam namaz kılarken Ebu Cehil taarruz ettiği hengamda
‫ت‬ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬kelimesinden nihâyete kadar nazil olmuş, demek en evvel nazil olan şu surenin ‫ا مملى‬
‫جمعى‬ ْ‫فْرب ل ف‬
‫ك القر ح‬ kelimesine kadardır. Ve o da yirmi dokuz (29) huruftur, bir cihette yirmi
birdir (21). Şedde sayılmazsa yüzondokuzdur (119). Yalnız melfuz yüzondört (114) oluyor.
Demek en evvel nazil olan bu nısf-ı evvel yüzondört (114) adet Kur’ân surelerine işaret
ediyor. Şu surede se, ra, dad’dan başka bütün huruf-ı heca mevcuttur. Şu sure en evvel nazil
olduğu için ‫را ح‬ْ‫ ا مقح ف‬ile Kur’ânı oku demekle şu sure Kur’ânın bir nev’ fihristi hükmünde
olduğuna delalet eder. Madem bu sure en evveldir. Ve fihrist hükmündedir. Elbette hurufatıyla
ve kelimatıyla Kur’ânın surelerine bakacak ve haber verecek. Mesela yüzondört (114) nahvî
kelimatıyla hem en evvel nazil olan bu nısf-ı evvel hurufatıyla bir cihette umum süver-i
Kur’âniyenin adedine tevafuk ve bir cihetle suhuf-ı enbiyanın adedine tevafukla mühim esrara
medardır. Şu surenin birinci letafetinde zikredilen mükerrer hurufat adediyle gâyet manidar
gelecek süver-i Kur’âniyeyi haber veriyor. Ezcümle Kur’ânın kırkbir (41) suresinin başı
eliftir. Yani hemzedir. Sure-i ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬de hemze çendan kırkbeş (45) sayıldı.
ْ‫سم م فْرب ل ف‬
Fakat ahirdeki ‫ب‬ ‫جد ح فْواقحت فْرم ح‬
‫س ق‬ ‫’ مبا ح‬de ve ‫قل فْم م‬
‫ فْوا ح‬kelimelerinde ‫سم م‬ ْ‫’مبال ح ف‬deki hemzeler
hiçbir kıraatte okunmadıklarından sayılmazlar. Şu halde bu en evvel nazil olan suredeki
kırkbir (41) hemze kırkbir surenin başlarına kırkbir (41) işaret parmaklarıyla gösterir, haber
verir. Ve geleceklerine müjde verir. Ya onaltı (16) defa tekerrür etmiş. Fakat ‫ ال رحذى‬ve
ْ‫ا فْفْرا فْي ح ف‬
‫ت‬ her biri üçer defa tekerrür ettiğinden ikişer sayılır. Ondört (14) ya kalır. Ve bu ondört
(14) ya ile Kur’ânın surelerinden ondört surenin başlarında bulunan ya’lara tevafuk ile
parmak basıyor ve gösteriyor ve oniki (12) yerde ya-i nida ile başlayan surelere nazar-ı
dikkati celb ettiriyor. Hemze ile lam’ın elif-lam suretinde beraber zikredilmeleri şu surede
ondört (14) tekerrürü var. Mim’in dahi on üç (13) tekerrürü vardır. Kur’ân sureleri içinde on
üç (13) surenin başında elif-lam ism-i hecaileriyle bulunmakla beraber. Sure-i ‫ف‬ ‫ا فْل فْ ح‬
ْ‫م ت فْفْرك فْي ح ف‬
‘de çendan ism-i hecaisiyle bulunmaz. Fakat öteki surelerin aynı şeklinde elif-lam-mim
yazıldığından on dört (14) sure olur. Şu sure-i Alak aynen Fatiha gibi on dört (14) elif-
lam’dan on dört (14) parmaklarıyla o şifre misal on dört (14) surelerin başlarına işaret ediyor
ve gösteriyor. Hem mim’siz beş (5) elif-lam-ra yerine mim’li altı (6) ha-mim gelse on beş (15)
surede mim dahi ism-i hecaisiyle zikredilmiş olur. Şu suremizde on üç (13) mim ve
besmelenin üç mim’iyle (16) onaltı mim olur. ‫ف‬ ‫ ا فْل فْ ح‬dahi o on beş (15) sureye ilave
ْ‫م ت فْفْرك فْي ح ف‬
edilse o da on altı (16) sure olur. Demek suremizdeki mim’ler süver-i Kur’âniyedeki on altı
(16) şifreli ve mim’li surelerin başlarına tevafuk sırrıyla parmak basıyor. Sin’in sekiz
(Hâşiye)
tekerrürü var. Surelerin ya-sin ile beraber başlarında sin ile başlayan
(Hâşiye)
‫س‬
ٓ ‫‘ ي م‬deki sin ism-i hecesiyle zikir edildiğinden başında Sin olan surelerden sayılır.
40

yalnız sekiz tane sure var. Bu sekiz o sekize tevafuk sırrıyla sekiz parmak ile sekiz sureyi
gösteriyor. Kaf sekiz defa tekerrür etmiş. Kur’ân surelerinin içinde yalnız sekiz sure kaf ile
başlamış. Demek şu sure sekiz kaf’larıyla o sekiz sureleri gösterip geleceklerine müjde
veriyor. Şu surede tı üç defa tekerrür etmiş. Süver-i Kur’âniye tı ile başlayan dört sure var.
Taha, iki ta-sin-mim ve ta-sin’dir. Halbuki iki ta-sin-mim bir tarzda olmakla bir sayıldığı için
yalnız üç sure vardır ki tı ile başlıyor denilebilir. Şu suremizdeki üç tı onlara tevafuk sırrıyla
sair arkadaşları gibi kasdi bir işaret eder. Tesadüfî olamaz. Vav’ın tekerrürü altı, makam-ı
ebcedisi dahi altı mecmuu on iki olmakla süver-i Kur’âniye içinde yalnız on altı (16) sure var
ki vav ile başlıyor. İki ‫ واليل‬den başka vav-ı kasemiyedir. ‫ماءم‬ ْ‫س ٓف‬
ْ‫ فْوال ف‬iki defa tekerrür
ettiğinden bir sayılsa, hem bir tek sure vav-ı kasemiye için müstesna kalmak cihetiyle on iki
sure vav-ı kasem ile başlıyor. Demek şu surede oniki surenin başlarındaki vav ile tevafuk
sırrıyla kasdî işaret eder denilebilir. Hem vav’ın ebcedi makamı altı olduğundan bu makamın
altılık noktasında altı defa tekerrür ettiğinden otuz altı adet olur. Vav ile başlayan surelerin
başlarında yine vav -ı kasemiye yirmi (20) defa tekerrür eder. Mesela: ‫س‬ ‫م م‬
‫ش ح‬‫ فْوال ر‬suresinde
birbiri arkasında altı vav-ı kasemiye geliyor. Demek şu surede ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬otuzaltı
ْ‫سم م فْرب ل ف‬
(36) parmak ile onaltı surelerin başlarında bulunan otuzaltı vav’a tevafuk ettiğine binaen
vesair arkadaşlarının surelerinin başlarına işaret ettiklerine istinaden ve bu sure ise Kur’âna
bir nevi fihrist olduğuna itimaden bila tereddüt deriz ki bu vav’lar ile o vav’ları gösteriyor ve
işaret ediyor.
[Üçüncü Letafet] Sure-i Alak’ın şedde ve medde ve tenvin ile beraber hurufatı
üçyüzyirmisekizdir (328). Madem Kur’ân Allam-ül Guyub’un kelamıdır. Ve madem
‫ن‬‫محبيقق د‬
‫ب ق‬‫س ا مل حرفى ك مفْتا د‬ ‫ وفْل فْفْرط ح د‬işaretiyle kitab-ı mübinin bir nüshası olan
‫ب وفْل فْفْياب م د‬
Kur’ânda hadisat-ı aleme işaret vardır. Hem madem en evvel nazil olan şu sure mecmu’
Kur’ânın bir nevi fihristesidir. Hem madem Kur’ânın intişarına ve fütuhatına ve Kur’âna aid
hadisata dair ayat-ı kesire vardır. Elbette sure-i Alak hurufatıyla dahi Kur’ân ile alakadar olan
mühim hadisattan haber verir. Öyle ise şu surenin üçyüzyirmisekiz (328) adediyle
binüçyüzyirmisekiz tarihine tevafuk noktasında ve işarat-ı Kur’âniye cihetinde alem-i
İslam’ın başına gelen müthiş hadisatın başlangıcı olan binüçyüzyirmisekiz (1328) tarihini
(Hâşiye)
gâyet manidar nazar-ı

___________ ___________
_________________
(Hâşiye)
Besmele’de şeddeli ra bir sayılmak itibariyle ebcedî makamı bin küsur adet oluduğundan ve her
şeyde besmele bulunduğundan bu makamdaki üçyüz (300) adedimiz binden sonraki üçyüzdür (300).
Evet‫ن الررححيم‬‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫بم ح‬ ’in makam-ı ebcedîsi dokuzyüz doksandokuz (999), hurufu
ondokuzdur (19). Çünkü ‫ه‬ ‫سم م الل مل ح‬
‫بم ح‬ kaide-i sarfiyece bir müteallik ister. Makam itibariyle o
müteallik taayyün eder. Kur’ân-ı Hakim’de müteallik ‫را ح‬ْ‫ ا مقح ف‬lafzıdır. Yani ‫ اقرا بسم الملله‬yani
Allah’ın namıyla oku. Sure-i Alak’da o müteallik zahire çıkmış surenin başına girmiş. İşte bu hesapla
şeddeli harfler birer sayılsa çünkü tekellümde birdir. O vakit ‫ اللرحمن‬Bir ra ikiyüz (200), mim
nun doksan (90), ha iki elif on, ceman yekünü üçyüzdür (300). ‫’ رحيم‬in ra’sı ikiyüz (200) ya mim
elli (50), elif bir, ha sekiz, ikiyüzellidokuz (259). Demek ‫م‬‫ن الررححي ح‬
‫م ق‬ ‫ فْالرر ح‬beşyüzellidokuz
‫ح م‬
(559) eder. Allah lafzı lam-ı müşeddede bir sayıldığından lam otuz (30); he beş, iki elif otuzyedi (37),
beşyüzdoksanaltı (596)‫ باسم‬o da yüziki (102), altıyüzdoksansekiz (698) müteallik olan ‫اقرا‬
üçyüziki (302), mecmuu bin (1000) adettir. Eğer ‫له‬‫سم ال مل‬
‫’ ب م ح م‬daki hemze-i Allah sayılmaz ise
dokuzyüzdoksandokuz (999) eder. Madem her süver-i Kur’âniyede ‫ه‬ ‫سم م الل مل ح‬
‫ ب م ح‬zikrediliyor. Ve
madem her mübarek şeyde besmele ile emir edilmiş ve madem şu surede ‫ اقرا‬lafzı zahire çıkmış ve
41

madem her bir ayat-ı Kur’âniye mübarektir, manen besmele ister ve ona istinat eder. Elbette
üçyüzellibir (351), üçyüzkırkiki (342) gibi adetler bu surette binüçyüzdür (1300) ve binden sonraki
adettir denilir.
‫لالل مل ق‬
‫ه‬ ْ‫م ال حغفْي ح ف‬
‫ب ام ر‬ ‫ل فْي فْعحل فْ ق‬
dikkati celb etmek için gösteriyor. Şu surenin kelimat-ı nahviyesi yüzondört (114) olmakla
süver-i Kur’âniyenin adedine tevafukuna binaen bu sure ise Kur’âna bir fihriste
olduğunaistinaden deriz ki kelimat-ı nahviye ile hem Kur’ânın umum surelerine işaret ediyor.
Hem bir hesap ile umum suhuf-ı enbiyaya ima ediyor. Eğer şu suremizde tenvin sayılmazsa
hurufatı üçyüzyirmiiki (322) olur. Şu adet ile üçyüzyirmiikide (322) hürriyet hadiseleri gibi
mühim hadisatın hazırlanması ve üçyüzyirmidörtte (324) tezahür etmesi tarihine tevafukuna
binaen ve Kur’ânla alakadar hadisata sair âyetlerin işaretlerine istinaden denilir ki hurufatıyla
aynı tarihi göstermekle nazar-ı dikkati celb eder. Ahirde gayr-ı melfuz iki elif tenvinler ile
(Hâşiye)
beraber sayılsa üçyüzotuzbir (331) tarihindeki harb-ı umuminin dehşetine nazar-ı
dikkati tevafukla kasten işaret etmesi bu esrarlı surenin şenindendir. Besmele sayılmazsa
üçyüzoniki (312) adediyle üçyüzoniki (312) tarihindeki dahili komitelerin hürriyet
bahanesiyle hilafet-i İslamiye’yi parçalamak

___________ ___________
_________________
(Hâşiye)
Bu ayrı ayrı adetlerin işaret ettikleri vukuata bazı hurufatın sayılmasıyla ve bazı
sayılmamasıyla derin manidar münasebetleri var. Mesala gayr-ı melfuz ve mahfî tenvin zahiren ve
aşikare huruf gibi hesaba girmekle gizli diplomatların gizli planlarını harb-i umumi meydanına aşikare
çıkarmasına münasebettar olduğu gibi öteki adetlerinde böyle dakik münasebetleri vardır.

gibi hadisatın tarihine tevafukuna binaen ve Allam-ül Guyub’un en evvel bir fihriste-i Kur’ân
olarak nazil ettiği şu surenin manidar hurufatının vaziyetlerine istinaden deriz ki o tevafuk
tesadüf değil, kasdi bir işarettir. Eğer okunmayan gayr-ı melfuz hemzeler çıkarılsa aded-i
hurufatı üçyüzonyedi (317) olmakla üçyüzonyedi (317) tarihindeki Balkan’ın Kur’ân ve İslam
aleyhinde müthiş ve meş’um ittifaklarının hazırlanması tarihine tevafukuna binaen bu sure
Halık-ı Zül- Celal’in Kur’ândan en evvel nazil ettiği bu sure her şeye bakabilir bir kelam-ı
Ezelî olduğuna istinaden o gibi hadisata kasdî ima eder denilebilir. Tenvin sayılmayan
mezhebe göre üçyüzyirmibeş (325) adediyle Kur’ân ve İslam ile münasebettar en mühim
hadisat-ı hilafet olan hanedan-ı Osmaniye’deki hal’ ve nasb ile hasıl olan hilafet tarihine
tevafuk noktasında elbette işaret etmekten hali değildir. Şeddeleri huruf saymayan mezhebe
göre üçyüzaltı (306) tarihindeki vakıalara şöyle bir kelam şöyle bir tarihe şöyle bir tevafuku
kasdî bir işarettir denilebilir. Meddeyi saymayan mezhebe göre üçyüzüçteki (303) hadisata
tevafukla imadan hali değildir. Besmele hariç ve medde sayılmazsa ikiyüzseksensekiz (288)
tarihindeki vukuat ile ve ikiyüzdoksanüçte (293) tezahür eden hadisatın istihzaratı tarihine
tevafukla elbette kasdi bir işarettir. [Dördüncü Letafet] Sure-i ‫ك‬ ‫ ا مقحفْرا ح مبا ح‬nasıl ki
ْ‫سم م فْرب ل ف‬
hurufatıyla sair süver-i Kur’âniyeye işaret ediyor. Öyle de kelimatıyla da çok esrara işaret ile
beraber süver-i Kur’âniyenin bir kısmına dahi manidar işaret ediyor. Mesela şu surede lafz-ı
‫ رب‬üç defa ‫ النسان‬dahi üç defa ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬yine üç defa tekerrürleriyle dokuz mühim
süver-i Kur’âniyenin başlarına parmak basıyor. Mesela üç [ ْ‫سم م فْرب ل ف‬
‫ك‬ ‫ك ] ا مقحفْرا ح مبا ح‬ ْ‫فْرب ل ف‬
suresine ve ‫ك‬ ْ‫م فْرب ل ف‬ْ‫س ف‬
‫سب لمح ا ح‬ ْ‫ ف‬suresine ve ‫ك‬ ْ‫ت فْرب ل ف‬
‫م م‬
ْ‫ح ف‬ ‫ص ذ مك حقر فْر ح‬ ٓ ٓ‫ ك ٓهمي مع‬surelerine işaret
ettiği gibi ‫’ النسان‬ın üç defası ‫م‬ ْ‫خل فْ ف‬
‫قك ق ح‬ ْ‫م ال رحذى ف‬ ‫قوا فْرب رك ق ق‬ ‫س ات ر ق‬ ‫ فْيا ا فْي قفْهاالرنا ق‬ve ‫فْيا‬
‫ساع فْةم‬ ْ‫ن فْزل حفْزل فْ ف‬
‫ةال ر‬ ‫م ام ر‬‫قوا فْرب رك ق ح‬ ‫ ا فْي قفْهاالرنا ق‬ve ‫ن‬
‫س ات ر ق‬ ‫ن ححيقق د‬ ‫سقا م‬ ْ‫ل ا فْت مققى ع فْل فْققى احل من ح ف‬‫هفْ ح‬
42

‫ن الد رهحرم‬ ْ‫م ف‬‫ م‬surelerine parmak basmakla işaret ettiği misüllü üç ‫ت‬ ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬dahi ‫ت‬
ْ‫ا فْفْرا فْي ح ف‬
‫ن‬‫ب مبالحددي م‬ ‫ ال رحذى ي قك فْذ ل ق‬ve ‫ف‬ ‫ ا فْل فْ ح‬ve ‫ك‬
ْ‫م ت فْفْرك فْي حقق ف‬ ْ‫ح ل فْقق ف‬ ‫ ا فْل فْقق ح‬surelerinin başlarına
‫م ن فْ ح‬
‫شققفْر ح‬
istifham ile işaret ediyor. Şu surede altı kelime ikişer defa zikriyle fatiha-ı şerifenin altı
kelimesinin ikişer defa tekerrürüyle tevafuk etmesi mühim esrara medardır. Bu surede de
ْ‫ ع فْل ر ف‬iki ‫م‬
‫ ا مقحفْرا‬iki ‫ خلق‬iki ‫م‬ ‫ ي فْعحل فْ ح‬iki ‫صي فْةم‬
‫ فْنا م‬iki ‫دع‬
‫ ن فْد حع ق ي فْ ح‬ile iki işte bu altı ikiler
sırsız ve hikmetsiz değiller. Hem şu surede medde, şedde, tenvin besmele dahil olmakla
beraber ‫’ العلق‬ın üçyüzyirmisekiz (328) hurufatı bulunduğundan onüç (13) surenin aded-i
kelimatı olan üçyüz (300) adedinde tevafuk etmekle beraber dört surenin hurufatı ile ve her
biri üçyüz (300) hurufatıyla tevafuk noktasında mühim işaretler ediyor. Üçyüz (300)
tarihinden üçyüzellibire (351) kadar hadisat-ı İslamiye’ye şu surenin işaret ettiğine şahit
olarak onyedi (17) sureyi tevafuk sırrı ile şahit gösteriyor. Ve işaretini teyid ediyor. O şahid
surelerde şunlardır. Tenvir-ül Mikyas tefsirine göre ‫ الفرقان‬üçyüzyetmiş (370), ‫الواقعه‬
üçyüzyetmişsekiz (378), ‫ الرحمن‬üçyüzellibir (351), ‫ القمر‬dahi üçyüzkırküç (343),
‫ النجققم‬üçyüz (300), ‫ الطققور‬üçyüzoniki (312), ‫ الققذاريات‬üçyüzaltmış (360),
ٓ üçyüzdoksan (390), ‫ حجققرات‬üçyüzkırküç (343), ‫ دخققان‬üçyüzkırkaltı (346),
‫ق‬
‫ الممتحنه‬Üçyüzsekiz (308), ‫ الملك‬üçyüzotuzbeş (335), ‫ القلم‬üçyüz (300) ve hurufat
itibariyle ‫ انفطققار‬üçyüzellidokuz (359), ‫ الغاشققيه‬Üçyüzseksenbir (381), ‫البلققد‬
üçyüzyirmi (320), ‫ الليقل‬üçyüzyirmi (320), herbiri üçyüz küsur harftir. Şu surelerin
kelimatlarının ve harflerinin adedi tefsir-i İbn-i Abbas radiyallahü anh’a istinaden Tenvir-ül
Mikyas namındaki meşhur tefsirin tahkikatına binaendir ki o tefsir hem Hazret-i İbn-i Abbas’a
(r.a.) hem rivâyete istinat ettiği için onun tahkikatı muteberdir. Çendan bazı yerde kelimat-ı
nahviyeyi kısmen sayar. Bazen sırf kelimat-ı örfiyeye bina etmiştir. Madem rivâyete istinat
eder. Onu tenkit edemeyiz. Fakat bazen matbaa yanlışları vardır. Hem hurufatta kısmen şedde
ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vaslı nadiren sayar, dahil eder. Ekseriyetle yalnız melfuz
hurufatı hesap etmiştir. Onun için bazı tahkikatım ona muhalif çıkıyor. Bir hikmeti vardır ki
iki suretle gidiyor diye ilişmiyorum.
[İkinci Kısım] Süver-i Kur’âniyenin tevafuk anahtarıyla açılan sırları ve ondan neşet
eden letaif-i belagat ve mezaya-yı i’caziye kesretlidir. Numune için birkaç misal zikir
edeceğiz.
[Birinci Misal] El-Bakara ayatı ikiyüzseksenaltı (286), birinci mertebedeki örfî
kelimatı Tenvir-ül Mikyas hesabıyla üçbinyüzdür (3100). Ve bizce üçbindokuzyüzdür (3900).
Ayatı itibariyle medar-ı ihtilaf olabilen ve münasebat-ı tevafukiyeyi kırmayan kesirlerden
kat’-ı nazar edip yalnız küllî yekünleri nazara alıyoruz. İşte bu noktaya binaen El-Bakara
ayatının ikiyüz (200) adedinde onaltı (16) sureye tevafuk ediyor. Gösterdiği ve işaret ettiği
sırlara onaltı (16) şahid-i müeyyid gösteriyor. O surelerden dört (4) surenin âyetleriyle
ikiyüzde (200) tevafuk ediyor. Ve on (10) surenin kelimatlarına ikiyüzde (200) muvafakat
ediyor. Ve iki surenin hurufatıyla ittifak ediyor. Ve bu sırr-ı tevafukla ikiyüz (200) tarihine ve
binikiyüz (1200) tarihindeki hadisata işaret noktasında onyedi (17) sure bilittifak beraberdir.
Ve bu onyedi (17) surenin tevafukatı ikiyüzseksensekiz (288) adet tevafuk enva’ları oluyor.
Elbette bu derece kesretli enva’-ı tevafukat hikmetsiz değiller. El-Bakara’nın kelimat-ı
örfiyesi üçbindokuzyüz (3900) olmak cihetiyle yine acibdir ki ayat cihetiyle nasıl onaltı (16)
sureye ittifak ediyor. Kelimat cihetiyle de yine onaltı (16) sure ile üçbin (3000) adede tevafuk
ediyor. Dört surenin kelimatıyla üçbinde (3000) müttefiktir. Oniki (12) surenin hurufatıyla
üçbinde (3000) ittihat ediyor. [Elhâsıl] Suret-ül Bakara ayat ve kelimat itibarıyla otuziki (32)
sure ile tevafuk etmekle Kur’ânın mecmu surelerinin bir sülüsü ile ittihat etmekle elbette
mühim hikmetleri içindir. Ve mühim sırlara işaretleri var.
43

[İkinci Misal] Sure-i Kehf’in ayatı gâyet manidar yüzonbirdir (111). Kelimatı
binbeşyüzaltmış dörttür (1564). Mezkur tefsirin hesabına binaendir. Ayatı itibariyle
yirmidokuz (29) sure ile tevafuk ettiğini Kenz-ül Arş’ın musahhah ikinci nüktesinde beyan
edildiğinden ona havale edip yalnız kelimat itibariyle tevafukata işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Ayatıyla yirmidokuza (29) tevafuk ettiği gibi kelimatıyla dahi otuzdokuz sure ile bin adedinde
tevafuk ediyor. O surelerden on altısının (16) kelimatıyla yirmiüç (23) surenin hurufatlarıyla
da tevafuk ediyor. Demek Kur’ân-ı Hakim’in nısf-ı evvelinde olan sure-i Kehf umum
surelerin takriben nısfıyla ittihat ediyor ve bu ittihatta mühim hikmetler var. Şimdilik
bilmiyoruz. Bildirilse bildireceğiz. [Üçüncü Misal] Sure-i Kehf’in kelimat cihetinde
muvafakatlarından olan Sure-i Ahzab binikiyüzsekseniki (1282) adediyle manidar bir işareti
var. Şöyle ki: Eski zamanda nasıl küffarın kabileleri Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü
Vesselam’a karşı ittifak edip her bir hizb bir cihette hücum etmek için niyet etmişlerdi. Öyle
de binikiyüzseksenikide (1282) aynen küffar devletleri Ahzab gibi ittifak niyetiyle Rus
devletini binikiyüzdoksanüçte (1293) alem-i İslamiyet’e saldırttılar. Şimdiye kadar müteselsil
hadisat-ı elimeye sebebiyet verdiler. İşte sure-i Ahzab’ın bu işaretine ve binikiyüzden (1200)
sonra Kur’ân aleyhinde ve İslam aleyhinde müthiş hadisata ve vukuata birer birer işaret eden
çok sureler onu teyit edip nazar-ı dikkati celb ediyorlar. Mesela Tenvir-ül Mikyas tefsirine
binaen nasıl ki sure-i Ahzab binikiyüzseksenikiye (1282) nazar-ı dikkati celb ettiriyor. Sure-i
Zümer binyüzdoksanikiye (1192) nazarı, Sure-i Hac binikiyüzdoksanbirde (1291) zelzeleli
kıyamet nümune hadisatına ve Rus’un dehşetli hücumuna hazırlandığı vakte nazar-ı dikkati
celb ediyor. Sure-i Enbiya binyüzotuzsekiz (1138) hadisatına işaret ediyor. Sure-i Şura
binikiyüz altmışyediden (1267) öteki muvafakatlerinin şehadetiyle haber veriyor. Sure-i
Zariyat binikiyüz seksen (1280) tarihinden sonraki fırtınalı vukuata hurufatıyla haber veriyor.
Ve muvafakatlarını şahit gösteriyor. Sure-i Neml binyüzkırkdokuz (1149) tarihindeki vukuata
baktırıyor. Ve sure-i Kalem binikiyüzellialtı (1256) vukuatına işaret ediyor. Sure-i Müddessir
binon (1010) tarihine yani elf-i saninin başından başlayan hadisat-ı İslamiye’ye ‫ر‬ ‫م ففْا فْن حذ م ح‬
‫قق ح‬
fermanıyla evvel-i vahiydeki emri tekrar eder gibi bir surette şiddetli ehl-i İslam’ı teyakkuza
davet ediyor. Ve hakeza bu üç misal gibi belki üçyüz misal var.
‫ليعلم الغيب الال لمله وال لمله اعلم باسرار كتابه‬

[Mühim Bir ihtar]

Kur’ân-ı Azimüşşan’ın kelimatı ve ayatı delalet ettikleri hakaikte çok vücuh-ı i’caziye
ve o kelimatın terkibatındaki nazımda çok mezaya-i i’caziye bulunduğu yirmibeşinci sözde
gâyet katî bir surette gösterilmiştir. Madem ayat ve kelimatın hakaikınde i’caz sikkeleri vaz’
edilmiştir. Elbette o kelimat ve ayatı teşkil eden hurufatında dahi işarat-ı i’caziye vardır. Nasıl
ki masnu’ olan mürekkebatın zerratı, mürekkebat gibi Sani’i Zül-Celal’in vahdaniyetine ve
sıfatına delalet ediyorlar. Ve mu’cizat-ı kudreti olduğunu gösteriyorlar. Nasıl ki yirmiikinci ve
otuzuncu ve otuzikinci sözlerde beyan edilmiştir. Aynen öyle de mürekkebat-ı kelimat-ı
Kur’âniyenin zerratı hükmünde olan hurufatın dahi gâyet manidar vaziyetleri var ve çok
işarat-ı i’caziyeye medardırlar. Mana cihetiyle kelimatın gösterdiği envar-ı hakaik şüphesiz
olduğu gibi manadan kat’-ı nazar kelimatın vaziyetlerinde ve adetlerinde ve hurufatın vaziyet
ve adetlerinde çok esrar var olması dahi şüphesizdir. Fakat hurufat ve kelimatın adetleri
mezahibe göre ihtilaf ediyor. Çünkü o kelimat-ı nahviye itibariyle olsa başka bir tarzda
oluyor. Kelimat-ı örfiye olsa daha başka bir suret olur. Hurufatta dahi kıraat itibariyle bir
derece tefavüt bulunduğu gibi şedde ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vasl bir mezhebe
göre sayılıyor. İbn-i Abbas’a (r.a.) istinaden bazı surelerde aynen sayılmış. Bazı surelerde
yalnız medar-ı sevab olan huruf-ı melfuz sayılmıştır. Bazen tenvin hiç sayılmıyor. Şu ihtilafın
elbette bir hikmeti var. Çünkü Hazret-i İbn-i Abbas’a (r.a.) istinat ediliyor. Hazret-i İbn-i
44

Abbas (r.a.) dahi kendi içtihadıyla değil ekser mesail-i tefsiriyesinde olduğu gibi rivâyete
istinaden ediyor. Madem rivâyete istinat edilmiş bazı surelerde bir tarzda gitmiş. Diğer
surelerde başka bir mikyasla bir hikmete binaen hareket edilmiştir. Ona ilişilmez öyle kabul
edilir. Benim eski mahfuzatım ise beyn-el ulema tedavül eden rivâyete binaendir. Kendim çok
çalıştım ki bir tek mikyas ile bütün surelerin kelimat ve hurufatını sayayım muvaffak
olamadım. Hem Tenvir-ül Mikyas tefsiri gibi sair eserler hangi mikyas üzere gidiyorlar teşhis
edemedim. Bazı surelerde bir mikyas görüyorum, diğer surelerde değişiyor. İşte şu hakikate
binaendir ki medar-ı ihtilaf olan küsurattan kat’ı nazar ettim. Yalnız müttefekun aleyh olan
büyük yekünleri esas tuttum. Yalnız şu üçüncü nüktenin ikinci kısmında o muteber tefsirin
tahkikatına bina edip küsuratı zikir ederek bazı işarata medar kabul etmişim. Çünkü rivâyete
isitinat ettiği için elbette o işarata medar olabilir. Kısm-ı evvelin ahirinde ve ikinci kısımda
kelimat ve hurufatın küsurları yazılmış ve o kesirler ile vukuata işaret edilmiş diye yazmışız.
Mesela Sure-i Rahman’ın üçyüzellibir (351) adedi bu sene-i Arabiye’yi gösterdiğinden
otuzbir defa ‫ن‬ ْ‫ ففْب ما فْ ىل ا مل فْءم فْرب لك ق ف‬âyetini hatıra getiriyor. Bu adet üç mikyas ile
‫مات قك فْذ لدبا م‬
kırktan (40) ellibire (51) tefavüt ediyor. Demek onbir sene zarfındaki hadisata ehemmiyetle
baktırıyor. ‫ الرحمن‬ile beraber ikinci kısmında ve yazılan surelerin kesirlerinde dahi
tefavüt olsa olsa on ile yirmi ortasında olur. Demek her biri yirmi (20) sene zarfındaki
vukuatla alakadardır. Her bir mikyas bir kısım vukuata işaret eder. En zahirisi rivâyete bina
edilen Tenvir-ül Mikyasta yazılan adettir. Bizim yazdığımız liste de onunla muvafakat ediyor.
Kur’ân-ı Hakim bana kendinden başka bir üstadı reva görmediği içindir ki
bu sekiz sene içerisinde yalnız bir defa meşhur bir tefsiri
üstad kabul ettim. Yanlışa düştüm. Demek ki Kur’ân-ı Hakim bana
kafi, vafi, şafi bir üstattır. Evet o yeter.
‫خط فْا حفْنا رلبنا وفقنالفهم‬ ‫ن ن فْحسيفْنا ا فْوح ا فْ ح‬ ‫خذ حفْنا ا م ح‬ ‫فْرب رفْنا ل فْقتوا فْ م‬
‫اسرار كتابك ووفقناالبيان اعجازه كماتحب و ترضى‬
ْ‫م ال ح ف‬
‫ححكي ق‬
‫م‬ ‫ت ال حعفْحلي ق‬
ْ‫ك ا فْن ح ف‬ ‫ماع فْل ر ح‬
ْ‫مت فْفْناا من ر ف‬ ْ‫م ل فْفْنا ا مل ر ف‬
ْ‫عل ح ف‬‫ك ل فْ م‬ ْ‫حان فْ ف‬
ْ‫سب ح ف‬
‫ق‬

[Sekizinci Kısmın Beşinci Remzi]


[İhtar] Nasıl ki risalelerde kelime tevafukatı Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın lafza-i celal
tevafukatına bir basamak ve Lafz-ı Kur’ân ve lafz-ı Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam o
sırrın anahtarları oldular. Öyle de İşarat-ül İ’cazdaki tevafukat-ı harfiye maksud-ı bizzat
değildir. Belki Sure-i ‫نا‬ْ‫ ا مرنا ا فْع حط فْي ح ف‬sırrına bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam
yerleşmediği için o sır da açılmadı, yalnız göründü ve der akab kapandı. Demek o iki risalenin
tevafukat-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet o iki sure-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden
gelmiştir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ehemmiyetsiz zan edilen münasebat-ı tevafukiye
ehemmiyetli olabilir. Çünkü gâyet mühim sırlara hizmet ederler.
[Birinci Makam] ‫رالل ملهم‬ ‫ص ق‬
‫جاءفْ ن فْ ح‬ ْ‫ ا م ف‬sırrına dairdir.
ْ‫ذا ف‬
‫ح‬ ْ‫صقرالل لمهم فْوال ح ف‬
‫فت ح ق‬ ‫جاءفْ ن فْ ح‬ ْ‫ن الررححيم م ا م ف‬
ْ‫ذا ف‬ ‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬
suresinin çok esrar-ı ‫بم ح‬
mühimmesinden tevafukla münasebettar bir sırrından bahs edeceğiz.
[Mukaddime] [Evvelen] Münasebat-ı tevafukiye eğer taaddüt etse ve ayrı ayrı çeşitten bir
hadiseye muvafık gelse hem bilhassa makama mutabık hem bilhassa kelamın manasına
muvafık ve müeyyit olsa o muvafakat
45

o vakit işaret derecesine çıkar. Ve o tevafukla şu âyet işaret eder denilebilir. Evet muzaaf
münasebet işarettir, muzaaf işaret delalettir. İşte sair remizlerde beyan edilen sair surelerin
tevafukatı gibi şu sure-i Nasr’ın bir hadiseye dair tevafukat-ı harfiyesi dahi hem müteaddittir,
hem surenin manasını müeyyittir, hem makama mutabıktır, hem işaret ettiği aynı hadiseye
sure-i Kevser ve Fatiha ve Alak gibi sureler ve ‫ك‬ ْ‫حفْنال فْ ف‬
‫ ا مرنا ففْت فْ ح‬gibi âyetler aynı hadiseye
tevafukla işaret ediyorlar ve böyle bir işaret ise delalet derecesinde kuvvetlidir denilebilir.
[Saniyen] Madem şu kudsi sure Allam-ül Guyub’un kelamıdır. Ve madem sebeb-i nuzülü
Feth-i Mekke ve Nusret-i İlâhîye’dir. Ve madem sebeb-i nuzül ne kadar has olursa olsun
mana-yı maksut külli hükmüne geçip Hazret-i Peygamber Aleyhissalat’ü Vesselam’a ihsan
edilen bütün fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mana-yı maksudun cüz’iyatına
işaretle müjde vermek mu’ciz bir kelamın şenindendir. Ve madem bir rivâyette Hazret-i Ebu
Bekir Sıddık (ra) gibi bir sıddık-ı alişan ve bir rivâyette Hazret-i Abbas (ra) şu sureden
sahabelerin fevkinde işari bir mana-yı ahar fehm edip herkesin süruruna mukabil ağlamışlar.
Evet bu sure nazil olduğu vakit sahabeler müjde ve beşaret-i İlahiye’ye karşı kemal-i süruru
his ettikleri vakit Hazret-i Ebu Bekir Sıddık (ra) ve Hazret-i Abbas (ra) ağlamışlar. Demişler
ki şu surenin ahiri ve bu surenin iki hakikatine muvafık
‫م احل م ح‬
ْ‫سققل فْ ف‬
‫م‬ ‫ت ل فْك ققق ق‬
‫محتى وفْ فْر نني ح ق‬
‫ض‬ ‫ت ع فْل فْي حك ق ح‬
ْ‫م ن معح ف‬ ‫م ق‬ ْ‫م وفْا فْت ح ف‬
‫م ح‬ ‫ت ل فْك ق ح‬
‫محدين فْك ق ح‬ ‫مل ح ق‬
ْ‫م ا فْك ح ف‬
ْ‫ا فْل حي فْوح ف‬
‫ حديدنا‬âyeti vefat-ı Peygamberi’ye (A.S.M.) işaret eder onun için ağlıyorum. Hem madem beliğ
ali bir kelamın i’caz-ı Kur’ân risalesinde beyan edildiği gibi o kelamın hurufatı ve heyâtı o
kelamın manasına kuvvet verip teyit etmekle o kelamın derece-i ulviyeti ve belagatı
ziyadeleşir. Ve madem şu surede müteaddit vecihle harfleri tevafuk münasebetiyle fütuhat-ı
(A.S.M.) (A.S.M.)
Ahmediye’ye ve nusret-i Muhammediye’ye parmak basar bir tarzda işaret eder.
Elbette bu mezkur altı esaslara göre bahs edeceğimiz işarat-ı gaybiye ve tevafukat-ı harfiye
yalnız münasebat-ı belagatiye ve letaif-i kelamiye değildir. Belki lemaat-ı belagat ve reşehat-ı
fesahat olmakla beraber işarat-ı Kur’âniye ve ihbarat-ı gaybiye nevindendir. Ezcümle Hazret-i
Ebu Bekr-i Sıddık ve Hazret-i Abbas Radiyallahü anhümayı ağlatan ‫ره ق‬ ‫ف ح‬
‫ست فْغح م‬
‫ فْوا ح‬cümlesiyle
işaret edilen vefat-ı Nebeviye ’yi şu surenin başından ‫فحره ق‬
‫ست فْغح م‬
‫فْوا ح‬ ’nin ‫واو‬ ’ına kadar
‫ح‬ ْ‫ففْ ف‬
‫سب ل ح‬
(Hâşiye)
altmışüç huruf olarak ömr-i Nebevi’ nin nihâyetine işaret etmekle beraber
‫فحره ق‬
‫ست فْغح م‬ ْ‫مد م فْرب ل ف‬
‫ك فْوا ح‬ ‫ح ح‬
ْ‫ب م ف‬ ile
___________ ___________
_________________
Yalnız ‫ح‬
(Hâşiye)
ْ‫س فْوال ح ف‬
‫فت ح ق‬ ْ‫ فْالرنا ف‬deki okunmayan hemze-i vasıl sayılmayacak, sayılsa sene-i vefat
ve sene-i veladet dahil olacak.

işaret edilen en mühim üç vezaif-i nübüvvetin hurufatı yirmibir (21) olmakla o zamanda
yirmibir (21) sene o vazife-i nübüvveti ifa ettiğine ve iki sene kaldığına ima edip, Sıddık’ın
(ra) ağlamasına gizli bir sebeb olmuştur. Ve şu surenin yüzbeş (105) harfi fütuhat-ı Ahmediye
(A.S.M.)
ve Kur’âniyenin yüzbeş (105) sene nihâyetinde şark ve garbı tutacağına işaret ve
ْ‫مد م فْرب لكف‬‫ح ح‬
ْ‫ح ب م ف‬ ْ‫ ففْ ف‬makam-ı ebcedisiyle dörtyüzyirmisekizde (428) ve yalnız ‫ك‬
‫سب ل ح‬ ْ‫فْرب لقق ف‬
makam-ı ebcedisiyle ikiyüzyirmiikide (222) terakkiyat-ı maddiye ve maneviye tarihine işaret
etmekle beraber ‫جقققا‬ ْ‫ن الل ملقققهم ا فْفح ف‬
‫وا د‬ ْ‫خقلو ف‬
‫ن ننننىحف حديققق م‬ ‫س ي فْقققد ح ق‬ ْ‫ف‬
‫ الن رقققا م‬cümlesiyle
binikiyüzyirmiikiye (1222) kadar galibane o fütuhat ve nusret devam edeceğine tevafukla
işaret eder. Mukaddime nihâyet buldu, şimdi maksada giriyoruz. Maksat üç babdır. Birinci
bab sekiz mes’eledir.
[Birinci Mes’ele] Bu birinci bab şu kudsi surenin letaif-i kesiresinden yalnız tevafukla
münasebettar bir kısım mezayasından bahs eder. Tevafuk letafetine medar olmak için kudsi ve
nurani hurufatın vaziyetlerini bilmek lazımdır. Şöyle ki: Besmelesiz hemze on (10), medde
46

sekiz (8), nun sekiz (8), tenvin ile beraber on (10), vav yedi (7),lam altı (6), ba altı (6), fa beş
(5), ta dört (4), ya dört (4), ra dört (4), he dört (4), ha üç (3), sin üç (3), dal üç (3), cim iki (2),
kef iki (2), tenvin iki, sad bir (1), zel bir (1), ha bir (1), gayın bir (1), mim bir (1), besmele ile
hemze onüç, medde on, nun dokuz, tenvin ile onbir, lam sekiz, ra ekiz, vavyedi, ba yedi, ya
beş, ha beş, fa beş, sin dört, mim dört, te dört, dal üç, cim iki, kef iki, tenvin iki, zel bir, ha bir,
ğayın bir, işte şu kudsi surenin nuranî hurufatının vaziyeti şudur. Ve şu vaziyetin letaif-i
kesiresinden bir letafet-i tevafukiyesi budur ki: Hurufatı besmele ile beraber beş kısım olup
beşler kısmı dört olup diğer üç kısım ahir üç olarak üçer manidar tevafuku var. Bir kısım dahi
ikişer manidar tevafukları var. Evet fa, ya, he, ha beşer beşte manidar tevafuk ediyorlar. Sin,
mim, te dörder. Üçü dörtte manidar tevafuk ediyorlar. Cim, kef tenvin ikişer tevafuk ediyorlar.
Zel, hı, ğayın birde ittifak ediyorlar. Hem iki kardeş olan lam ve ra sekizdir. Sekizde ittifak
ediyorlar. Feth-i Mekke’ye parmak basıyorlar. Vav, ba yedişer yedide ittifak ediyorlar. Sulh-ı
(A.S.M.)
Hudeybiye’nin neticesinde galibane umre ve hacc-ı Peygamber’i gibi Feth-i Mekke
mukaddematına işaret eder. Altı ile oniki müstesna birden on üçe kadar hurufatı muntazaman
terakki ediyor. Meşhur onüç adet bu surede dahi sırrını göstereceğini ima ediyor. Şu surenin
(A.S.M.)
hurufatı seksenaltı olup fütuhat-ı Ahmediye’nin bir nokta-i kemaline işaretle beraber
besmele ile yüzbeşde fütuhatın bir derece tevakkuf ve kemaline ve hurufat-ı
melfuzasıbesmelesiz seksenbirdeki (81) hadisat-ı nusrete ve besmelesiz kelimatı, besmele
hurufatına muvafık olup ondokuz olarak beyt-ül mukaddesten sonraki fütuhat-ı Ömer’e işaret
ediyor. Besmelesiz surenin hurufatı te, ya, ra, he dördü dörder, Ha, sin, dal üçü üçer, cim kef
ikisi ikişer, zel, hı, ğayın mim dördü birer olarak tevafuk etmekle beraber dokuzuncu
müstesna olarak birden onüçe (13) kadar muntazaman terakki etmeleri gösteriyor ki, bu
mukaddes hurufat tesadüfe tabi değiller. Hikmet dairesinde mevki alıyorlar.
(A.S.M.) (A.S.M.)
[İkinci mes’ele] Fütuhat-ı Muhammediye ve nusret-i Ahmediye’ye işaret
eden ‫ء‬ ْ‫جا ف‬ْ‫ذا ف‬ ْ‫ ا م ف‬suresi elbette fütuhat içinde mühimlerinden olan Feth-i Şam ve Feth-i Beyt-ül
Mukaddes ve feth-i Irak ve feth-i İstanbul gibi hadisat-ı azime-i İslamiye’ye işaret eder. Evet
ْ‫جاءف‬ ْ‫ ا م ف‬cümlesi nasr’daki nun, nusrete beşaret için dahil olarak yediyüzelliyedideki (757)
ْ‫ذا ف‬
feth-i İstanbul’un mukaddimesi olan Süleyman Paşa’nın muhasara-i meşhuresine Sure-i
Kevser’in ‫ر‬ ْ‫ ا فْل حك فْوحث فْ ف‬kelimesiyle işaret ettiği gibi tevafukla işaret eder. Ve o cümleden sonra
melfuz hurufun vavı ve ْ‫ا فْفْرا فْي ح ف‬
‫ت‬ ’ye kadar netice-i fethe işaret olarak ْ‫ ا فْفْرا فْي ح ف‬vav dahil
‫ت‬
olmakla sekizyüzelliyedideki (857) İstanbul fethine Sure-i Kevser gibi ‫ كفْ ال حك فْوحث فْفْر‬ile
tevafukla işaret ettiği gibi onu tasdiken ve teyiden birbirine şahit olarak müttefiken
gösteriyorlar. Hem ‫جا‬ ْ‫ن الل ملهم ا فْفح ف‬
‫وا د‬ ْ‫خقلو ف‬
‫ن حفى حدي م‬ ْ‫ فْاالرنا ف‬binikiyüzyirmiiki (1222)
‫س ي فْد ح ق‬
makam-ı ebcedi adediyle sure-i Kevser ve Sure-i Fatiha ve âyet-i ‫نا‬ ‫محبي د‬
‫حا ق‬ ْ‫حفْنال فْ ف‬
‫ك ففْت ح د‬ ‫ا مرناففْت فْ ح‬
gibi müteaddit sadık şahitlerin şehadetlerine istinaden ve işaretlerine binaen bu sure o adet ile
fütuhat-ı Kur’âniye’nin devamı ve insanların fevc fevc İslamiyete dahil olmalarının ta bin
ikiyüzyirmi ikiye (1222) kadar istimrarına ve ondan sonra tevakkufuna işaret ediyor. Şöyle ki:
Her tarafta teyit eden bir işaret elbette delalet belki sarahat derecesine çıkıyor. Şu sure nasıl ki
besmele ile ‫رالل ملهم‬ ‫ص ق‬
‫جاءفْ ن فْ ح‬ ْ‫ ا م ف‬sekiz kelimatıyla ve ‫ه‬
ْ‫ذا ف‬ ‫صقققرالل مل ح‬
‫ ن فْ ح‬kelimesinin sekiz
hurufuyla ve ‫ه‬ ‫صقرالل مل ح‬ ‫صقرالل مل ح‬
‫’ ن فْ ح‬deki ra’nın sekiz tekerrürüyle ve ‫ه‬ ‫’ ن فْ ح‬daki lam’ın yine
sekiz tekerrürüyle şu surenin sarahatiyle beşaret verdiği feth-i Mekke’deki nusret-i İlahiye’nin
tarihi olan sekizinci sene-i hicriyesine tevafuk sırrıyla beşaret vari işaret ediyor. Öyle de ‫ذا‬ ْ‫ا م ف‬
’den ‫فحره ق‬
‫ست فْغح م‬
‫فْوا ح‬ ’ye kadar on dört (14) kelimatıyla ‫ح‬ ْ‫فْوال ح ف‬
‫فت ح ق‬ ’deki fe’nin beş, ha’nın beş
ve te’nin dört tekerrürleriyle hasıl olan ondört (14) adediyle hem ‫صقرالل ملهم‬
‫جاءفْ ن فْ ح‬ ْ‫ا م ف‬
ْ‫ذا ف‬
cümlesinin ondört (14) hurufuyla hem ‫ح‬ ْ‫ه فْوال ح ف‬
‫فت ح ق‬ ‫صقرالل لم ح‬
‫ن فْ ح‬ fıkrasının ondört (14) hurufuyla
47

ondördüncü sene-i hicriyesindeki feth-i Şam’da da ihsan edilen nusret-i harika tarihine
tevafuk sırrıyla işari beşaret veriyor.
[Üçüncü Mes’ele] Devlet-i İslamiye’nin en mühimmi ve hilafet-i İslamiye’nin en
devamlısı olan Osmanlı devleti olduğundan küçük surelerden bir iki tanesi o devletin
safahatına bir vecihde baktığı gibi bir iki sure-i aher dahi işari tarzda yine bakıyorlar. ‫نا‬
‫ام ر‬
‫ا فْع حط فْي حفْنا‬
sırında hem ‫رالل ملهم‬ ‫جائفْ ن فْ ح‬
‫ص ق‬ ْ‫ ا م ف‬mukaddimesinde beyan edildiği vecihle tevafukat
ْ‫ذا ف‬
cihetindeki işaret ise kelimat manasındaki remizleri teyiden gösterdikleri gibi sure-i
‫ذامتال حب ققروج‬
ْ‫ماءم ف‬
ْ‫س ف‬
‫ فْوال ر‬başka bir bir nev’ tevafukat ile şimendifer vasıtasıyla alem-i İslam’ın
mağlubiyetine ve ecnebinin tasallutuna işaret ettiği gibi kudsi kelimatında Osmanlı devletinin
mağlubiyet devresine ve bilhassa Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecid zamanlarına ve
sonraki komitelerin fitnekarane müminlere verdiği teşevvüşe ve o fitnenin cezası olarak harik-
i kebir gibi yangınlara ve Kur’âna bir nev’ tahrifkarane taarruza Kur’ânın hıfz-ı İlahiyle
mahfuz ve galip vaziyetine işaret eder.
[ Sekizinci Kısmın Altıncı Remzi ]
‫ن الررححيم م ا مرنا ا فْع حط فْي حفْناكفْال حك فْوحث فْفْر‬
‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬
sure-i Kevser’in hurufu ‫بم ح‬
kırkaltı besmele ile altmışbeş huruf-ı hecaiyeden mevcudu onyedidir. Nüzul-ı vahyin havz-ı
ekberi ve ekser enbiyanın meşhur kevseri olan Kudüs-i şerifin fetih tarihi olan onyedi
adediyle tevafuk etmek sırrıyla işaret eder. besmele ile ondokuz mevcudu olmayan onikidir.
Besmele ile dokuz tekerrürsüz olan harfleri on tekerrür eden sekizdir. Besmele ile tekerrürsüz
sekiz tekerrür eden oniki. Kelimat on, nahvî kelimatı yirmidir. Besmele ile Kevser’in kelimatı
ondörttür. Bir cennet-i dünyeviye ve bir kevser-i İslamiyet olan Şam’ın fethine tevafuk sırrıyla
işaret eder. Nahvî kelimatı yirmiyedi. Hemze elif tekerrürü sekiz. Besmele oniki. nun
tekerrürü yedi, Besmele ile sekiz. Çok meşhur sekizler ile beraber havz-ı kevser-i Kur’ânî
olan Mekke-i Mükerreme’nin fethine tevafuk sırrıyla ima eden elif ve nun, ‫ك‬ ْ‫ا مرنا ا فْع حط فْي حفْنا ف‬
’den ‫ك‬ ْ‫حفْنال فْ ف‬
‫’ ا مرناففْت فْ ح‬nin başına baktırıyor. Sakin elif üç Besmele ile beş. ya bir Besmele ile
iki. kef dört, lam beş, Besmele ile dokuz. Vav üç, ra dört, Besmele ile altı. Ya üç, Besmele ile
dört. Ha bir, he bir, Besmele ile ikişer. İşte Sure-i Kevser’in vaziyet-i hurufatında çok esrarat
ve işarat ve letaif var. Yalnız burada tevafuka münasebettar üç letaifine işaret edeceğiz.
[Birinci Letafet] Sad, tı, fe, sin, şın, ayın bir. Ye, he, ha, mim iki. Sakin elif, vav, be
üç. Üçler surenin üç âyetlerinin adedine tevafukla beraber kendi ebcedî adetlerinin mecmuu
olan dokuzda tevafuk ediyor. Besmele ile kef, ra, be dört, Besmele ile dört adet âyetlerde
tevafuk cihetiyle işareti var. Ve Besmele ile sakin elif beş, Besmele ile ra altı. Nun yedi,
hemze sekiz, Besmele ile dokuz. İşte birden dokuza kadar tekerrürde terakki o kudsî hurufatın
intizamına bir intizam daha katar.
[İkinci Letafet] Besmele ile aded-i huruf altmışbeştir. Bu iki rakam hurufa inkılâb
etse ‫ هو‬olur. İhlas’ın başındaki ‫ه‬ ‫والل مل ح‬ ‫سول فْ ق‬
ْ‫ هق ف‬ile ‫ه‬ ‫ل فْر ق‬ ْ‫وال ر ح نذى ا فْحر ف‬
ْ‫س ف‬ ْ‫ هق ف‬deki ‫’هو‬ye
manidar bakmakla beraber altmışbeş sene-i veladetle sene-i vefat dahil olmak veya Arabî
seneler itibariyle Sahib-ül Havz-ı Vel Kevser olan zatın ömrüne tevafuk etmekle beraber
Besmelesiz Sure-i Kevser’in aded-i hurufu Sure-i Kevser’in vakt-i nüzulüne tevafuk sırrıyla
işaret eder. Sure-i Kevser’de mevcut huruf-ı hecaiye ondokuzdur. Ondokuz adediyle
Besmele’nin ondokuz hurfuna tevafuk sırrıyla alem-i Esma dahil olmak şartıyla ondokuzbin
(19000) alemin kudsî haritası olan Kur’ânın havz-ı kevserinden on dokuz cetvel ile
ondokuzbin (19000) aleme neşr-i ab-ı hayat ettiğine Sure-i Kevser ondokuz parmak ile
şehadet edip işaret ediyor gibi bir tevafuk gösterir. Tekerrürsüz harfler ondur, on adet ile şu
Sure-i Kevser kelimatının on adedine tevafuk etmekle beraber o iki mütevafık nahvî kelimatın
yirmi adedine tevafuk sırrıyla yirmi sene bila fasıla nüzul-ı Kur’ân zamanına telvihten hali
48

değildir. Ve tekerrür eden harfler sekizdir. Sekiz adediyle Besmele ile tekerrürsüzlerin sekiz
adedine tevafukla beraber, elif ve nun’un dahi sekiz adetlerine tevafuk etmekle havz-ı
Kevser’in sekiz dairelerinden sekiz cennete açılan sekiz kapısına tevafuk nevinden şimdi
tutamadığım çok işaretler vardır. Ve tekerrür eden harfler on ikidir. Oniki adet ile Besmele ile
elif on iki adedine ve surede mevcut olmayan harflerin oniki adedine tevafuk münasebetiyle
meşhur ve Kur’ân ile münasebettar çok onikilere Remiz eder.
[Üçüncü Letafet] Besmelesiz Sure-i Kevser’de hecaî hurufat içinde ikişer kardeş
sayılan harflerden her bir iki kardeşten en güzelini ve en manidarını almış öteki kardeşini
bırakmış. Mesela iki kardeş olan ra, ze’den ra var ze yok. Sin şın’dan şın var sin yok.
‫ض‬،‫’ص‬dan ‫ ص‬var, ‫ ض‬yok. ‫ ظ‬،‫’ط‬dan ‫ ط‬var, ‫ ظ‬yok. ‫ غ‬،‫’ع‬dan ‫ع‬var ‫ غ‬yok.
‫ف‬، ’dan ‫ ف‬var yok. ‫ ن‬، ‫’م‬dan ‫ ن‬var, ‫ م‬yok, gibi zarif ve muntazam ve manidar bir
intihab var. Hem Kur’ânın bir misal-i musaggarı olan Kevser’de tekerrür eden hurufat
surelerin başlarına bahusus mukattaat-ı huruf ile başlayan surelerin başlarına Fatiha misüllü
ْ‫ا مرنا ا فْع حط فْي حفْنا ف‬
hafi işaretleri var. Fakat Fatiha-i Şerife’nin işaratı sarahate yakındır. Mesela ‫ك‬
‫ال حك فْوحث فْفْر‬ âyeti doğrudan doğruya Resul-i Ekrem Aleyhissalat’ü Vesselam’a hitap edip kevseri
ihsan ettiğine delalet etmekle elbette o muhatabın medar-ı imtiyazı olan has isimlerine imaen
‫’ ا فْع حط فْي حفْنا‬deki ‫س‬ ‫ ى ط م م‬،‫ ط‬gibi işaretle Resul-i Ekrem Aleyhissalat’ü Vesselam’ın
ٓ ‫ه يم‬
meşhur iki ismini ve iki surenin başlarına ve isimlerine işaret ediyor. Hem Kevser’de ‫الف‬
tekerrürü onikidir. Allah lafzının aslı ‫ه‬ ‫م‬
‫ ال ا مل ق‬olmak cihetiyle ‫’ الف‬in Kevser’den
tekerrürü onüç olmakla yedi ‫م‬ٓ ٓ ‫ ال‬altı ‫’ ال ٓمر‬nın mecmu adedi olan onüçe tevafukla o surelerin
başlarının başlarına küçücük fihristecik nevinden işaretleri var deriz. Çünkü ‫’ الف‬in ism-i
sarihi o surelerde zikir etmesiyle ve Fatiha-i şerife’de onüç ‫ ال‬yine onüç sureye sarahate
yakın işaret etmekle Kur’ân Fatiha’da, Fatiha Kevser’de dahil olmak sırrıyla Kevser’in
manası Kur’ân olmak cihetiyle deriz ki: Kevser’de ‫’الف‬in onüç defa tekerrürü, Fatiha’da
onüç defa ‫ ال‬tekerrürü gibi nısfi-ı Kur’ânı teşkil eden o onüç surenin isimlerine işaret ederek
başlarına parmak basıyor. Bu münasebetle Fatiha’nın şu letafetini bir derece izah için deriz.
Madem Kur’ân Fatiha’da icmalen münderic olduğunu ehl-i tahkik zevk-i şuhudî ile
hükmetmişler. Ve madem Kur’ânda Fatiha’nın bir ismi ‫سبع المثققانى والقققراَن‬
‫’ العظيم‬dir. Ve madem surelerin başında mukattaat hurufla başlayan mühim sureler ‫م‬ ٓ ٓ ‫ال‬
’ler ve ‫ر‬ ‫’ ال ٓ م‬ler ve ‫م‬ ٓ ‫ح‬
‫’ م‬lerdir. Ve madem Fatiha-i Şerife’de onüç ‫ ال‬lafzı tekerrür ediyor.
Yani ‫م‬ ٓ ٓ ‫ ال‬zikir edilmiş. Ve madem o meşhur surelerin başında mukattaat-ı huruftan
(Hâşiye)

onüç defa ‫ الف لم‬ism-i hecaisiyle okunuyor. ‫ ال‬suretiyle yazılıyor. Ve madem Fatiha
müteaddit vecihlerle o meşhur ‫م‬ ٓ ٓ ‫’ ال‬ler ve ‫’ ال ٓمر‬lar ve ‫م‬
ٓ ‫ح‬
‫’ م‬lere bakıyor. Ve madem o meşhur
surelerde onbeş defa ism-i hecaisiyle zikir edilmiştir. Ve onüç defa ‫ ال‬ism-i hecaileriyle
tekrar edilir ve Fatiha’da dahi onbeş ‫ ميم‬tekerrür ediyor ve o surelerdeki onbeş ‫' ميم‬e
tevafuk ediyor. Ve Fatiha’da on üç defa ‫ ال‬tekerrür etmekle o surelerdeki onüç defa ‫ال‬
adetlerine tevafuk ediyor. Elbette bütün bu tevafuk Fatiha’da o surelere
(Hâşiye)
‫الحمد لملله‬ ’da ‫ل مل مل ق‬
‫ه‬ lafzında ‫همزه‬ hatten ve lafzen tay edildiğinden orada ‫ال‬
sayılmaz.
49

karşı olan onüç ‫’ ال‬den onüç işaret parmakları hükmünde olan onüç ‫ ال‬tekerrür edilmiştir.
Şimdi yine Kevser’e dönüyoruz. Kevser kelimesi kudsi, cami’, küllî, nurani bir kelimedir. Bir
mana-yı lagvisi hayr-ı kesirdir. Ve o küllinin misalleri çoktur. Başta maddi ve uhrevi havz-ı
Kevser’den ve manevi ve ehl-i dünyaya ab-ı hayat neşr eden en mühim havz-Kevser olan
Kur’ândan tut, ta Sahib-i Havz-ı Kevser’e verilen hayr-ı kesir ıttılakına masadak olan bütün
hedaya-yı Rahmaniye ve fütuhat-ı Rabbaniyeden, ta feth-i Mekke ve feth-i Beyt-ül Mukaddes
ve feth-i Şam hatta feth-i İstanbul'a kadar manaları var. Evet madem sabıkan geçtiği gibi
Sure-i Kevser fütuhat-ı Muhammediye’yi (ALEYHİSSELAM) ihtar eder ve kelimatıyla ve
hurufatı ile feth-i Mekke ve feth-i Beyt-ül Mukaddes ve feth-i Şam fütuhatına işaret eder.
Elbette altıyüz (600) seneye karib mühim bir merkez-i hilafet-i İslamiye’ye ve menba-ı neşr-i
ahkam-ı Kur’âniye ve Kur’ân-ı Hakim’in muazzam ordusunun merkezi olarak Kur’ân
bayrağını dörtyüz (400) seneye kadar kainata karşı galibane tutan İstanbul'un tarih-i fethi
Kur’ânda ‫ة‬ ‫ ب فْل حد فْة د ط فْي لب فْ د‬işaretiyle müjde verdiği gibi sekiz yüz elli yedi (857) teşkil eden
‫الكوثر ف‬ ebcedi makamı sekiz yüz elli yedi olarak aynen ‫ة‬ ‫ ب فْل حد فْة د ط فْي لب فْ د‬gibi İstanbul'un
İslam eline geçmesi olan sekiz yüz elli yedi tarihine tevafuk etmekle işaret ediyor. Çünkü
‫ كوثر‬kime verilmiş ve ne için verilmiş. Sırrıyla Kevser’in evvelindeki ْ‫ ا فْع حط فْي حن فْا ف‬kime
verildiği için ondan ‫’ ك‬i alır. Ne için verildiğine delalet eden ‫ل‬ ْ‫’ ففْ ف‬den neticeye işaret için
‫ص ل‬
‫فا‬ ‫ك ال حك فْوحث فْ ح‬
'yi alır ‫ر‬ ْ‫ ف ف‬olur: Mecmuu sekiz yüz elli yedi (857) adediyle İstanbul'un
fethine müjde veriyor. Ve fütuhat-ı Muhammediye’ye (Aleyhisselatü Vesselam) dahil olarak
en muhteşem cevami'-i İslamiye’ye merkez olup küre-i arzda kılınan salat-i kübra’nın bir
mescid-i ekberi olduğuna elbette ima eder. Hem yedi yüz elli yedide (757) İstanbul'un
(Hâşiye)
İslam’ın eline geçmesine namzet olarak yol açılmış, muhasara ile Fatiha’sı okunmuş
demek. ‫ الكوثر‬namzetliğini ve akd-i İslamiyete girmesine yedi yüz elli yedide (757)
‫الكوثر‬ ‫ك ال حك فْوحث فْ ح‬
aded-i ebcedisi imaen ifade ediyor ve sekiz yüz elli yedide (857) ‫ر‬ ْ‫ف ف‬
sarahate yakın bir surette delalet ediyor. Evet madem sure-i Kevser Resül’ü Ekrem’e
Aleyhissalat’ü Vesselam’a ihsan edilen fütuhat-ı azimeye delalet ediyor. Elbette ‫الكوثر‬
İstanbul'a dahi bakıyor. Evet madem
___________ ___________
_________________
(Hâşiye)
Evet yedi yüz elli yedinin ahirlerinde ve elli sekizin evvellerinde sultan Orhan zamanında
Süleyman Paşa kumandasında Erker tabir edilen kırk kahramanın şahit olmasıyla İstanbul hükümet-i
İslamiye akdi altına girmiş ve Fatiha’sı o tarihte okunmuştur. Süleyman Paşa hem muhasara etti, hem
Rumeliye geçti. Latif tevafuktur ki İstanbul'un Fatiha’sı yedi yüz elli yedi (757) ve elli sekizde okundu
ve sekiz yüz elli yedide (857) ْ‫حفْنال فْ ف‬
‫ك‬ ‫ا مرناففْت فْ ح‬ sırrına mazhar oldu.

yirmisekiz huruf-ı hecaiyeden ‫’ كوثر‬de mevcut olan onyedi (17) harfi dahi ‫’ الكوثر‬in
birinci âyeti olan ‫ ا مرنا ا فْع حط فْي حفْناكفْالك فْوحث فْفْر‬aded-i huruf-ı olan onyedi (17) adede tevafuk
‫ح‬
etmekle beraber mecmuı Enbiya-i ve nüzul-i vahyin havz-ı Kevser’i olan Beyt-ül
Mukaddes’in fetih tarihinin onyedi adedine tevafuk ediyor. Elbette fütuhat-ı Muhammediye’yi
(Aleyhisselatü Vesselam) ihtar eden ْ‫نا ا فْع حط فْي حن فْا ف‬
‫’ ا م ر‬de bu tevafuk rast gele değil. Belki kudsi
bir işaret için rast getirilmiştir. Aynen şu birinci âyet medde ve şeddeyi saymayan mezhebe
göre aded-i hurufu ondört olarak ‫ بسمله‬ile Kevser kelimatının on dört adedine tevafuk
etmekle fütuhat-ı İslamiye’nin en mühimmi olan feth-i Şam tarihi olan ondört senesine
tevafuk ediyor. Elbette bu tevafuk ittifakî değil belki tevfik edilmiştir. Madem ‫ك‬ ْ‫ف ف‬
50

‫ال حك فْوحث فْحر‬


sekizyüzelliyedi (857) makam-ı ebcedi makam-ı ebcedi ile dünyevi bir kevser-i
İslamiye olan İstanbul'un fethine ima eder. Elbette sekiz adet hurufatıyla zemzeme-i Kur’ânın
menba'ı ve o havz-ı Kevser-i İlahi’nin bir havzı ve en evvel ab-ı zemzeme-i Kur’ân ondan
nebean ettiği olan Mekke-i Mükerreme'nin sekiz senesindeki fethine tekerrürsüz harflerin
sekiz adediyle ve mükerrerlerin yine sekiz tekerrürüyle ve ‫’ الف‬in sekiz tekerrürüyle ve
‫' نون‬un sekiz tekerrürüyle beraber kendi sekiz harfi ile tarih-i feth-i Mekke olan sekiz
seneye bilittifak tevafukları şu fütuhatçı surede ittifakı tesadüfî değildir. Belki tevfik edilerek
kudsî bir işaret için rast getirilmiştir.
‫ٍيارب بسر سورة الكوثر وبحرمة صاحب الكوثر‬.
‫ٍاسقنا ورفقائنا من ماء الكوثر فى يومالمحشر اَمين‬.
[İhtar ve itizar] Yirmidokuzuncu mektubun sekizinci kısmının altıncı Remzi
unutulduğundan hem kısa surelerden bir nebze münasebat-ı tevafukiyeden bahs edildiğinden
en kısa sure olan Sure-i Kevser’e işaret olmakla beraber bahis açılmamış olduğundan
bilmecburiye cismen, kalben, fikren müşevveş hastalıklı ve kısa bir zamanda acele ile bu
remiz yazıldı. Elbette tabirat ve tafsilat cihetinde benim kusurlarım çok vardır. Lüzumsuz
tabirat içine girmiş. Fakat hatıra nasıl gelmiş öyle yazıldı. Tanzim ve tashihe lüzum varsa
başkası yapsın.

[Yirmi Dokuzuncu Mektubun sekizinci Kısmının


Yedinci Remzi]
Nükte-i i'caziyeye ma'hez olacak bir fihriste-i Kur’âniyedir.
[Sual] En mühim hakaik-i Kur’âniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde neden onu
muvakkaten bırakıp en ziyade manadan uzak olan huruf-ı hecaiyenin adetlerinden bahs
ediyorsun. [Elcevab] Çünkü bu meşum zamanda Kur’ânın bir temel taşı olan hurufuna hücum
ediliyor, ve onların tebdiline çalışıyorlar.
Bu remiz üç parçadır.
‫دا‬
‫ئ ع فْد فْ د‬
‫شى ح د‬ ‫صى ك ق ر‬
ْ‫ل ف‬ ‫ن الررححيم م وفْا فْ ح‬
‫ح م‬ ‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫بم ح‬
[Birinci Parça]

[Mühim Bir Mukaddeme] Çok mühim letaif-i İ’caziye ve mezaya-yı kudsiye-i


Kur’âniyenin kelimatının her birinin laakal on sevabı bulunan hurufatının adetlerinde ve
vaziyetlerinde ve tevafukatında bulunduğundan takribi bir liste yazdım. Ta bir nev’ ma'hez
olsun. Surelerin ayatı tahkiki bir surette ve kelimat ve hurufatı takribi bir tarzda yazıldı. Eski
mahfuzatımla yeniden kısmen tahkiki ve kısmen takribi bir mikyas ile şu gelecek fihriste
(R.A.)
yazıldı. Sonra İbn-i Abbas tefsirinden muktebes olan Tefsir-ül Mikyasta’ki adetler ile
mukabele ettik. Çok yerlerde muhalif çıktık. Ezcümle Sure-i Sebe'in hurufatı binbeşyüz
(1500) diye tefsir yazmış. Halbuki tahkikatımızda üçbinbeşyüzdür (3500). Hem Sure-i
Kasas'ta kelimatı dörtyüzkırk (440) yazmış. Tahkikatımızda bindörtyüzkırk (1440). Suret-ül
Alak hurufatını yüz (100) yazmış. Tahkikatı- mızda yalnız melfuzu ikiyüzden (200) geçer ve
hakeza. Çok yerlerde muhalif çıktık. Sonra anladık ki matbaa hatası olmakla beraber bazen
Mekki surelerde Medeni âyetler girmiş. İhtimal o tefsir surenin Mekkî âyetlerini nazara alıp
kelimatı yazmış ki vakıa muhalif görünüyor. Bazen kelimat-ı nahviyeyi dahi saymış. Bazen
hurufat gayr-ı melfuz ve şedde ve tenvin dahil etmiş. Bazen etmemiş. Her ne ise bu zata karşı
kaç yerde tahkikatı bırakıp ona muvafakata mecbur oldum. Fehme takrib için iki mikyas
yaptım. O iki mikyasla bir derece surelerin kelimatı ve hurufun adetleri takribi bir surette az
51

bir zamanda anlaşılabilir. Birinci mikyas kelimat için tam bir sahife takriben yüzden yüzelli
kelimeye kadar çıkar. Yalnız Suret-ül Bakara müstesnadır. Çünkü kırk sahifeden fazla olduğu
halde kelimatı üçbindokuzyüz (3900) yazılmış. Mikyasımızla beşbin (5000) küsur olmalı.
Fakat o tefsire ittibaa mecbur oldum. Kavi bir ihtimaldir ki o surede kelimat değil belki
kelamlar ve cümleler hükmündeki kelimeleri irade etmiş. Onun için mikyasımı onda tatbik
etmedim. Sair surelerde bu mikyas ile sırr-ı tevafukun medarı olan külli adetler anlaşılır.
Kesirlerin ihtilafı meselemize zarar vermez.
[İkinci Mikyas] hurufat için yaptım takribi her bir tam sahife beşyüzden (500)
altıyüze (600) kadardır. Bu mikyas ile surelerin takribi aded-i hurufu anlaşılır. İnşaallah
tevfik-i İlahi refik olsa her bir surenin hem kelimatını hem de hurufatını ikişer tarzda bir
derece tahkiki bir surette yazmasını niyet ediyorum. Hem kelimat-ı nahviye, hem kelimat-ı
örfiyeyi, hem huruf-ı melfuza, hem şedde, tenvin gayr-i melfuza ile beraber ayrı ayrı
yazılacak, fakat halim müsaadesiz vakit dar, ben de yalnızım. Hafızam kuvvetini gaib etmiş.
Böyle pek geniş hesabı ve adedi mesailde elbette çok yorgunluk verir. Çok da küsurat
düşebilir. Hatta bu listeyi hafız Tevfik şahittir ki bir günde dokuz (9) saatte mezkur iki mikyas
ile ve eski mahfuzatımla yazmıştım. Halbuki bu listenin tahkiki bir surette çıkması on günden
fazla bir zamana muhtaçtır.

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


٢٥٥٠٠ ٣٩٠٠ ٢٨٦ ‫البقرة‬
١٤٥٢٥ ٣٤٦٠ ٍ.ٍ.٢ ‫ا م عمران‬
١٦٠٣٠ ٣٩٤٠ ١٧٢ ‫النساء‬
١٠٦٠٠ ٢٨٠٠ ١٢٠ ‫المائدة‬
١٢٤٥٢ ٣٠٥٠ ١٦٥ ‫النعام‬
١٤٣١٠ ٣٦٢٥ ٢٠٦ ‫العراف‬
١٢٩٤ ١١٣٠ ٧٥ ‫النفا‬
١٠٠٠٠ ٢٤٦٧ ١٢٩ ‫التوبة‬
٦٥٦٧ ١٨٠٢ ١٠٩ ‫يونس‬
٦٩٠٥ ١٦٢٥ ١٢٣ ‫هود‬
٧١٩٧ ١٧٧٦ ١١١ ‫يوسف‬
٣٥٠٦ ٨٥٥ ٤٣ ‫الرعد‬
‫‪52‬‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪٣٤٣٤‬‬ ‫‪٨٣١‬‬ ‫‪٥٢‬‬ ‫ابراهيم‬
‫‪٢٧٧٠‬‬ ‫‪٦٥٤‬‬ ‫‪٩٩‬‬ ‫الحجر‬
‫‪٦٧٧٠‬‬ ‫‪١٨٤١‬‬ ‫‪١٢١‬‬ ‫النحل‬
‫‪٦٤٠٠‬‬ ‫‪١٥٣٣‬‬ ‫‪١١١‬‬ ‫السراء‬
‫‪٦٤٦٠‬‬ ‫‪١٥٦٧‬‬ ‫‪١١١‬‬ ‫الكهف‬
‫‪٣٣٠٢‬‬ ‫‪٩٦٧‬‬ ‫‪٩٨‬‬ ‫مريم‬
‫‪٥٠٤٢‬‬ ‫‪١٣٠١‬‬ ‫‪١٣٥‬‬ ‫طه‬
‫‪٤١٦٨‬‬ ‫‪١١٣٨‬‬ ‫‪١١٢‬‬ ‫النبياء‬
‫‪٥١٣٥‬‬ ‫‪١٢٩١‬‬ ‫‪٧٨‬‬ ‫الحج‬
‫‪٤٨٠٠‬‬ ‫‪١١٤٠‬‬ ‫‪١١٨‬‬ ‫النور‬
‫‪٥٩٨٠‬‬ ‫‪١٥١٦‬‬ ‫‪٦٤‬‬ ‫المومنون‬
‫‪٣٧٦٣‬‬ ‫‪١٠٧٢‬‬ ‫‪٧٧‬‬ ‫الفرقان‬
‫ده نوين‬
‫ده م ل‬
‫ش ل‬
‫حروفاتده داخل‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪٥٥٤٠‬‬ ‫‪١٢٦٧‬‬ ‫‪٢٢٧‬‬ ‫الشعراء‬
‫‪٤٧٦٧‬‬ ‫‪١١٤٩‬‬ ‫‪٩٣‬‬ ‫النمل‬
‫‪٥٨٨٠‬‬ ‫‪١٤٤١‬‬ ‫‪٨٨‬‬ ‫القصص‬
‫‪٤١٤٥‬‬ ‫‪٩٨٠‬‬ ‫‪٦٩‬‬ ‫العنكبوت‬
‫‪٣٥٣٠‬‬ ‫‪٨١٩‬‬ ‫‪٦٠‬‬ ‫الروم‬
‫‪٢١١٠‬‬ ‫‪٥٤٨‬‬ ‫‪٣٤‬‬ ‫من‬‫لق م‬
‫‪١٥١٨‬‬ ‫‪٣٣٨‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫السجدة‬
‫‪٥٧٠٠‬‬ ‫‪١٢٨٢‬‬ ‫‪٧٣‬‬ ‫الحزاب‬
‫‪٣٥١٢‬‬ ‫‪٨٨٣‬‬ ‫‪٥٤‬‬ ‫سبا‬
‫‪٣١٣٠‬‬ ‫‪٧٩٧‬‬ ‫‪٤٥‬‬ ‫فاطر‬
‫ده‬
‫ده م ل‬
‫ش ل‬
‫تنوين برابر‬
‫‪٣٠٠٠‬‬ ‫‪٧٢٩‬‬ ‫‪٨٣‬‬ ‫ميس‬
‫‪٣٨٢٩‬‬ ‫‪٨٦٠‬‬ ‫‪١٨٢‬‬ ‫الصافات‬
‫‪53‬‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪٣٠٦٦‬‬ ‫‪٧٣٢‬‬ ‫‪٨٨‬‬ ‫ص‬
‫‪٤٠٠٠‬‬ ‫‪١١٩٢‬‬ ‫‪٧٥‬‬ ‫الزمر‬
‫‪٤٩٦٠‬‬ ‫‪١١٩٩‬‬ ‫‪٨٥‬‬ ‫المومن‬
‫‪٣٩٠٠‬‬ ‫‪٨٩٠‬‬ ‫‪٥٤‬‬ ‫فصلت‬
‫‪٣٥٨٨‬‬ ‫‪٨٨٦‬‬ ‫‪٥٣‬‬ ‫الشورى‬
‫‪٣٤٠٠‬‬ ‫‪٨٣٣‬‬ ‫‪٨٩‬‬ ‫الزخرف‬
‫‪١٤٣١‬‬ ‫‪٨٤٦‬‬ ‫‪٥٩‬‬ ‫الدخان‬
‫‪٢٠٤٢‬‬ ‫‪٦٤٤‬‬ ‫‪٣٧‬‬ ‫الجاثيته‬
‫ده تنوين‬
‫ده م ل‬
‫ش ل‬
‫برابر‬
‫‪٢٦٠٠‬‬ ‫‪٦٤٤‬‬ ‫‪٣٥‬‬ ‫الحقاف‬
‫‪٢٣٥٤‬‬ ‫‪٦٠٤‬‬ ‫‪٣٨‬‬ ‫محمد‬
‫‪٢٤٠٠‬‬ ‫‪٥٦٠‬‬ ‫‪٢٩‬‬ ‫الفتح‬
‫‪١٤٧٦‬‬ ‫‪٣٤٨‬‬ ‫‪١٨‬‬ ‫الحجرات‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪١٤٩٠‬‬ ‫‪٣٩٥‬‬ ‫‪٤٥‬‬ ‫ق‬
‫‪١٢٨٧‬‬ ‫‪٣٦٠‬‬ ‫‪٦٠‬‬ ‫الذاريات‬
‫‪١٥٠٠‬‬ ‫‪٣١٢‬‬ ‫‪٤٩‬‬ ‫الطور‬
‫‪١٤٠٥‬‬ ‫‪٣٠٠‬‬ ‫‪٦٢‬‬ ‫النجم‬
‫‪١٤٠٣‬‬ ‫‪٣٤٢‬‬ ‫‪٥٥‬‬ ‫القمر‬
‫‪١٦٣٦‬‬ ‫‪٣٥١‬‬ ‫‪٧٨‬‬ ‫من‬ ‫الرح م‬
‫‪١٩٠٣‬‬ ‫‪٣٧٨‬‬ ‫‪٩٦‬‬ ‫الواقعة‬
‫‪٢٤٧٦‬‬ ‫‪٥٤٤‬‬ ‫‪٢٩‬‬ ‫الحديد‬
‫‪١٩٩٢‬‬ ‫‪٤٧٣‬‬ ‫‪٢٢‬‬ ‫المجادلة‬
‫‪١٧١٢‬‬ ‫‪٤٧٥‬‬ ‫‪٢٤‬‬ ‫الحشر‬
‫‪١٥١٠‬‬ ‫‪٣٤٨‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫الممتحنة‬
‫‪٩٢٦‬‬ ‫‪٢٢١‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫الصف‬
‫‪54‬‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪٧٨٤‬‬ ‫‪١٨٠‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫الجمعة‬
‫‪٧٧٦‬‬ ‫‪١٨٠‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫المنافقون‬
‫‪١٠٧٠‬‬ ‫‪٢٤١‬‬ ‫‪١٨‬‬ ‫التغابن‬
‫‪١١٧٠‬‬ ‫‪٢٤٧‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫الطل‬
‫‪١٠٦٠‬‬ ‫‪٢٤٩‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫التحريم‬
‫‪١٣١٣‬‬ ‫‪٣٣٥‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫الملك‬
‫‪١٢٥٦‬‬ ‫‪٣٠٠‬‬ ‫‪٥٢‬‬ ‫القلم‬
‫‪١٠٨٠‬‬ ‫‪٢٥٦‬‬ ‫‪٥٢‬‬ ‫الحالقة‬
‫‪٨٦١‬‬ ‫‪٢١٦‬‬ ‫‪٤٤‬‬ ‫المعارج‬
‫‪٨٢٩‬‬ ‫‪٢٢٤‬‬ ‫‪٢٨‬‬ ‫نوح‬
‫‪٩٧٠‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٨‬‬ ‫الجن‬
‫‪٨٣٨‬‬ ‫‪٢٨٥‬‬ ‫‪٢٠‬‬ ‫المزمل‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪١٠١٠‬‬ ‫‪٢٥٥‬‬ ‫‪٥٦‬‬ ‫المدثر‬
‫‪٦٢٩‬‬ ‫‪١٥٤‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫القميمة‬
‫‪١٠٥٤‬‬ ‫‪٢٤٠‬‬ ‫!‪٣‬‬ ‫النسان‬
‫‪٨١٦‬‬ ‫‪١٨١‬‬ ‫‪٥٠‬‬ ‫المرسلت‬
‫‪٦٩٠‬‬ ‫‪١٣٠‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫النبا‬
‫‪٩٥٣‬‬ ‫‪١٧٣‬‬ ‫‪٤٦‬‬ ‫النازعات‬
‫‪٥٣٣‬‬ ‫‪١٣٣‬‬ ‫‪٤٢‬‬ ‫عبس‬
‫‪٥٣٣‬‬ ‫‪١٠٤‬‬ ‫‪٢٩‬‬ ‫التكوير‬
‫‪٣٥٩‬‬ ‫‪٨٠‬‬ ‫‪١٩‬‬ ‫النفطار‬
‫‪٧٣٠‬‬ ‫‪١٦٩‬‬ ‫‪٣٦‬‬ ‫ففين‬‫المط ل‬
‫‪٤٧٠‬‬ ‫‪١٠٩‬‬ ‫‪٢٥‬‬ ‫النشقا‬
‫‪٤٣٨‬‬ ‫‪١٠٩‬‬ ‫‪٢٢‬‬ ‫البروج‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪٢٣٩‬‬ ‫‪٦١‬‬ ‫‪١٧‬‬ ‫الطار‬
‫‪٢٨٤‬‬ ‫‪٧٢‬‬ ‫‪١٩‬‬ ‫العلى‬
‫‪٣٨١‬‬ ‫‪٩٢‬‬ ‫‪٢٦‬‬ ‫الغاشية‬
‫‪٥٩٧‬‬ ‫‪١٣٩‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫الفجر‬
‫‪٣٢٠‬‬ ‫‪٨٢‬‬ ‫‪٢٠‬‬ ‫البلد‬
‫‪٢٤٧‬‬ ‫‪٥٤‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫الشمس‬
‫‪55‬‬

‫‪٣٢٠‬‬ ‫‪٧١‬‬ ‫‪٢١‬‬ ‫اليل‬


‫‪١٥٢‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫الضحى‬
‫‪١٢٣‬‬ ‫‪٢٧‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫النشراح‬
‫‪١٥٠‬‬ ‫‪٣٤‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫التين‬
‫‪٢٦٤‬‬ ‫‪Kelimat-ı nahviye‬‬ ‫‪١٤٤‬‬ ‫التين‬
‫‪Yalnız melfuz‬‬ ‫‪Bir cihette‬‬ ‫‪١١٣‬‬ ‫التين‬
‫‪harfler‬‬

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


‫‪٣٠٣‬‬ ‫‪٧٢‬‬ ‫‪١٩‬‬ ‫العلق‬
‫‪١٢١‬‬ ‫‪٣٠‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫القدر‬
‫‪٢٩٥‬‬ ‫‪٩٥‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫البلينة‬
‫بسمله ايله برابر‬
‫‪ ٣١٤‬در‬
‫‪١٥٠‬‬ ‫‪٣٥‬‬ ‫‪١٥٠‬‬ ‫اذازلزلة‬
‫ملفوظ‬
‫وغيرملفوظ برابر‬
‫‪١٦٥‬‬
‫‪١٣٩‬‬ ‫‪٤٠‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫العاديات‬
‫‪١٥٢‬‬ ‫‪٣٦‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫القارعة‬
‫‪١٢٠‬‬ ‫‪٢٨‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫التكاثر‬
‫‪٦٨‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫‪٣‬‬ ‫العصر‬
‫ده‬
‫بسمله و ش ل‬ ‫‪٣٣‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫الهمزة‬
‫برابر ‪١٦١‬‬
‫ملفوظ و غير‬ ‫‪٢٣‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫الفيل‬
‫ملفوظ بسمله‬
‫برابر ‪٩٥ ١٢٠‬‬
‫‪٧٣‬‬ ‫‪١٧‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫قريش‬
‫بسمله سز و‬
‫ده سز‬
‫ش ل‬
‫‪١١١‬‬ ‫‪٢٥‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫الماعون‬
‫همزه وصل‬
‫داخل بسمله‬
‫دهسز‬‫وش ل‬
56

‫حروفات‬ ‫كلمات‬ ‫اَيات‬ ‫سوره‬


٤٥ ١٠ ٣ ‫الكوثر‬
٩٦ ٢٦ ٦ ‫الكافرون‬
٨٢ ١٩ ٣ ‫النصر‬
٧٧ ٢٣ ٥ ‫تلبت‬
‫ده ايله‬
‫تنوين و ش ل‬
‫ در‬٨٥ ‫برابر‬
٤٧ ١٥ ٤ ‫الخلص‬
٦٩ ٢٣ ٥ ‫الفلق‬
٧٩ ٢٠ ٦ ‫الناس‬

Bu liste çendan bir derece takribidir. Fakat kesirlerin ihtilafına bakmayan tevafuk
esrarına ma’hez olabilir. Suret-ül Bakara kelimatı Tefsir-ül Mikyas üçbinüçyüz (3300) yazmış.
Biz üçbindokuzyüz (3900) yazmışız. Halbuki zahire göre her ikimizde noksan bırakmışız.
Fakat hakikat itibariyle her birimiz bir cihette haklıyız. Çünkü kelimat-ı örfiyenin iki
mertebesi var.
[Birinci Mertebesi] O kelime bir derece maksut bir manayı bir hükmü ifade eder.
Adeta ilm-i nahvca nakıs cümle hükmündedir. [İkinci mertebesi] Genişlikçe evvelki
(R.A.)
mertebeden aşağı fakat kelimat-ı nahviyeden yukarıdır. İşte İbn-i Abbas’a ve rivâyete
istinat eden o meşhur tefsir suret-ül Bakara’da birinci mertebe nokta-i nazarında hesap etmiş
ve buna işareten kelimat yerine kelamları demiş. Sair surelerin ekserisinde ikinci mertebe ile
hesap ettiği görünüyor. Benim eski mahfuzatım bu tarzdaki tefsirlerde ve riâyete istinat etmiş.
Şimdi ise El Bakara suresinin nahvî cümlelerini saydım onlar üçbinden (3000) geçti. Demek
birinci mertebedeki kelimat-ı örfiye üçbin (3000) küsur oluyor. Hem ikinci mertebe ile birinci
mertebe ortasında saydım. Üçbindokuzyüz (3900) küsur oldu. Hakikat-ı hal böyle olduğu için
matbaa ve müstensihlerin sehiv ve hatalarından başka o tefsiri esas kabul etmek lazım gelir.
Fakat beş altı mühim yerlerde ve on-onbeş cüz-i kesirli yerlerde ona muhalefet etmeye
mecbur oldum. Çünkü tahkikatımla anladım ki matbaa ve müstensihler sehiv etmişler. Her ne
ise bu listeyi yazmaya mecbur oldum. Çünkü tevafukat anahtarıyla açılan her bir mezaya-i
i'caziye ve esrar-ı Kur’âniyeyi kuvve-i hafıza vasıtasıyla mecmu-ı Kur’ândan çıkarmak benim
gibi hafız olmayan ve kuvve-i hafızası eski kuvvetini zayi eden bir ademe çok müşkülat
olduğundan kolaylık için bu fihristeyi yazdım. Fakat acele bir günde yazıldığından takribi
olmuş. İnşaallah bir zaman fedakar kardeşlarım muavenetle tahkiki bir surette yazacakladır.

[ Yedinci Remzin İkinci Parçası ]

[Mukaddeme] Lafz-ı Celal Kur’ân-ı Mu'ciz-ül Beyan’da ikibinsekizyüzaltı (2806)


defa zikir edilerek tekrar edilmiş. Lafz-ı Rab dahi yediyüz (700) küsur tekrar edilmiş.
Evvelen: Usul-ı Şeriattendir ki Kur’ân kelimatı ve harfleri Kur’ândan olmak cihetiyle her
birinin on sevabından tut ta binler sevaba kadar uhrevî meyveler verir. Gafletle okunsa dahi
sevab verir. Fakat sair zikir ve tesbihler hurufatının hususi sevabları Kur’ânın hurufatına
benzemiyor. Gafletle okunsa çokların nazarında semere vermiyor. İşte bu kaide-i Şer'iyeye
binaen ikibinsekizyüz (2800) defa ‫ه‬ ‫ فْالل مل ح‬،‫ه‬
‫ فْالل مل ح‬،‫ه‬
‫فْالل مل ح‬، Kur’ân kelimatı olmak cihetiyle
söyleyen ve zikir eden insan ne kadar feyizli sevaba mazhar olacağı kıyas edilsin. Evet insan
bir virdi alsa Kur’ândan almalı, bir zikir etse Kur’ânın tayin ettiği adet ile ders almalı. Mesela
57

‫ن الل مل ح‬
‫ه‬ ْ‫حا ف‬
ْ‫سب ح ف‬
‫ق‬ dediği vakit Kur’ânın kelamı olarak dese hem sevabı Kur’âni’yi, hem fazilet-
i zikriyeyi alır. ‫له‬ ‫ لاله الال مل‬Kur’ânın âyeti cihetiyle dese hem kıraattir, hem zikirdir.
Gaflet gelse zarar vermez. O niyet olmazsa zarar vardır. Saniyen: Lafzullah'ın çok mühim
esrar-ı i'caziyesinden yalnız bize bir vasıta-i teşvik olarak ihsan edilen tevafuk kaidesiyle
münasebettar üç lem'a-i tevafukatı beyan edilecek şöyle ki: Lafz-ı Celal i'caz-ı Kur’âninin
kırk vechinden göz ile görünecek bir vechinin on cüzünden üç cüzü Lafzullah ve lafz-ı Rab
tevafukatıyla tecelli ediyor.
[Birinci Cüz] Yeni yazdığımız ve inşaallah yakında da tab edeceğimiz Kur’ân-ı
Azimüşşan’da bütün lafza-i Celal ve lafz-ı Rab gâyet istisna ile manidar tevafukla
muntazaman sıra ile birbirlerine bakmalarıdır. Hatta müteaddit yerlerde ehl-i kalb ve ehl-i
hakikat demişler: Bu tarz yazı Levh-i Mahfuz’un yazısına benziyor ve ona yakındır, diye
hüküm etmişler. Yalnız her şeyin bidâyeti, acemilik cihetiyle mükemmel olmuyor. Bu ise
birden yazdırıldı. Elbette tam tekellüfsüz mükemmel bir surette verdirilmedi Hal ve zaman
müsaadesiz sürat ve acemilik dolayısıyla fıtrî o sırr-ı tevafuk tamam gösterilemedi. İnşaallah
sonra tekmil ettirilecekdir. İkinci lafza-i Celal sırr-ı tevafuku şudur ki: Yirmisekizinci
mektubun dördüncü kısmında ve ayrı bir listede ispat ve beyan edildiği gibi lafz-ı Celal’in ve
kısmen lafz-ı Rab ile beraber surelerin âyetleriyle gâyet latif bir münasebet-i adediyeleri ile
bir nevi tevafukları var. Ezcümle Sure-i Bakara’nın âyetiyle lafz-ı Celal’in adedi tevafuk
ediyor. Sure-i Al-i İmran hakeza. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile ta nihâyete kadar nısf
nısfa ve yarının yarısının yarısına ve hakeza, bir münasebetle gidiyor. [Üçüncü Sırr-ı
Tevafuk] Şimdi yazdığımız listede tezahür eder. İnşallah ben mu'cizat-ı Ahmediye’yi
(Aleyhisselatü Vesselam) yazdığım zamanda Ramazan-ı şerifde okuduğum nüsha-i Kur’ânıma
dikkat ettim. Sahifelerdeki lafz-ı Celal başka sahifelerde münasebeti nazar-ı dikkatimi
celbetti. O zaman kısmen işaretler vaz' ettim. Lafz-ı Rab bazı yerde lafz-ı Celal ile beraber
tevafuka medar olduğunu o zaman bilmemiştim. Şimdiki yazdığımız Kur’ânda lafz-ı Rab,
Lafzullah ile beraber kırmızı yazıldı. Noksan kalan sırr-ı tevafuk tekmil etti. Zaten sure-i
Mekkiye’de lafz-ı Rab dahi Lafzullah yerindedir. Bazı surelerde ikisi beraber hüküm ederler.
[Salisen] Ben yeniden cüz be cüz tetkik ettim. Her cüzün içindeki o iki kelime-i mübarekenin
münasebat-ı adediyesi ehl-i insafa kanaat verir ki bunların bu vaziyet-i adediyesi, bu nev’
tevafukatı tesadüfî değildir. Bir irade-i gaybiye tahtında vaziyet almışlar. Madem ümmetin
elindeki en ziyade münteşir âyet berkenar denilen mushaf-ı şerifin satırların mikyas en kısa
sure olan Sure-i Kevser ve Sure-i İhlas olduğu gibi sahifelerin mikyası dahi uzun âyet olan
âyet-i Müdaye’ne olduğundan şimdi sahaif-i Kur’âniyede tezahür eden lemeat-ı i'caziye ve
esrar-ı tevafukiye doğrudan doğruya Kur’âna aidtir. Beşere aid olamaz. [Rabian] Şu listede o
münteşir berkenar Kur’ânın sahifelerinin numaralarını da yazıp altında lafz-ı Celal’in tekerrür
adedini yazarak ta her sahifenin mukabilinde veya mukabilinin arkasında veya arkasının
mukabilindeki sırr-ı tevafuku anlaşılsın. Eğer lafz-ı Rab beraber ise bir ‫ ر‬işareti konulacak.
[Hamisen] İşarat-ül İ'caz, ve onuncu söz, ve yirmisekizinci mektub, ve yirmi dokuzuncu söz
risalelerinde Lafzullah işaret eden ‫ الف‬harfinin gösterdiği sırlar Kur’ân-ı Azimüşşan’da
Lafzullah’ın tevafuk sırlarından tereşşuh ettiğine ve ondan geldiğine, ve ona işaret ettiğine,
onun anlaşılmasına basamak olduğuna şimdi kat'i kanaatimiz gelmiştir. [Sadisen] Kur’ân-ı
Hakim’in satırlar başı her katib ve her matbaa için serbest kalmak hususunda ve ümmet her
tarzda Kur’ân yazmaya mezun olmak cihetiyle sırlara medar edilmemiş. Onun için İşarat-ül
İ'cazda ve onuncu sözde satırlar başlarındaki ‫’ الف‬ler tevafukatı Kur’ânın satırlarının
başlarına bakmıyor. Çünkü Kur’ânın satırlarının başları sırra medar olsa idi tahdit edilirdi.
Ümmet yazı hususunda serbest kalamazdı. [Sabian] İsm-i Celal ve ism-i Rab ekseriyet-i
mutlaka ile ve şüphe bırakmayacak bir tarzda mühim bir tevafuk göstermeleriyle beraber tam
tamına tevafuk etmemesi birkaç sebebten ileri gelmiştir.
58

[Birinci Sebeb] Bazen sahifenin âyetlerine bakar. Bazen sahifenin rakamına ve


kısmen cüzün adetlerine bakar. Mesela birinci cüz birinci sahifede bir ism-i Celal, sekizinci
cüzde sekiz adet ism-i Celal, onuncu cüzün başında on adet ism-i Celal, onbirinci cüzün
başında dahi onbir adet ism-i Celal var. [İkinci sebeb] İsm-i Celal’in tevafukatı-ı zahiriden
başka sırları vardır ki o sırlara binaen bazen münasebet-i nısfiye ile tevafuk ediyor. Bazen de
bir sahifede bir yaprağa mukabil oluyor. Bazen birer fark ile muntazaman iner veya terakki
eder. Mesela on sekizinci cüzde on, dokuz, sekiz sonra on, onbir, oniki geliyor. Bu zahiren
tevafuk noksandır, fakat birer fark ile başka bir letafeti katmak ile o noksanı telafi eder. Hem
bazen ism-i Celal ism-i Rab ile beraber sırr-ı tevafuka bakıyorlar. Bazen tevafukları ayrı
ayrıdır.

Birinci Cüz İkinci Cüz Üçüncü Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
١ ١ ٠ ٢١ ٥ ١ ٤١ ٨
٢ ٥ ٠ ٢٢ ٤ ٢ ٤٢ ٨ ٢
٣ ٦ ٠ ٢٣ ٦ ٢ ٤٣ ٨ ٣
٤ ٥ ١ ٢٤ ٨ ٤٤ ٦
٥ ٠ ٠ ٢٥ ٧ ٤٥ ٦
٦ ٠ ١ ٢٦ ٣ ٤٦ ٧
٧ ١ ١ ٢٧ ٣ ٤٧ ٦
٨ ٣ ١ ٢٨ ٧ ٤٨ ٧ ٦
٩ ٤ ٢ ٢٩ ٩ ٤٩ ٧ ٣
١٠ ٧ ٢ ٣٠ ٦ ٣ ٥٠ ٩
١١ ٦ ٠ ٣١ ١٠ ٥١ ٩
١٢ ٢ ٠ ٣٢ ٩ ٥٢ ٧
١٣ ٦ ٠ ٣٣ ٧ ٥٣ ١٢
١٤ ٧ ٠ ٣٤ ٩ ٥٤ ٥ ٦
١٥ ٤ ٠ ٣٥ ١٣ ٥٥ ٨ ٥
١٦ ٨ ٠ ٣٦ ٨ ٥٦ ٨
١٧ ٧ ٠ ٣٧ ٥ ٥٧ ٨
١٨ ٣ ٢ ٣٨ ١٠ ٥٨ ٨ ١
١٩ ٣ ٥ ٣٩ ٨ ٥٩ ٧
٢٠ ٨ ٢ ٤٠ ١٠ ٦٠ ٦
59

Dördüncü Cüz Beşinci Cüz Altıncı Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٦١ ٩ ٨١ ٦ ١٠١ ٨
٦٢ ٩ ٨٢ ٨ ١٠٢ ٧
٦٣ ٩ ٨٣ ٨ ١٠٣ ١٠
٦٤ ٥ ٨٤ ٧ ١٠٤ ٨
٦٥ ١٠ ٨٥ ٩ ١٠٥ ٨
٦٦ ٥ ٨٦ ١٠ ١٠٦ ٦
٦٧ ٩ ٨٧ ٦ ١٠٧ ٨
٦٨ ٥ ٨٨ ٨ ١٠٨ ٧
٦٩ ١١ ٨٩ ٧ ١٠٩ ٧
٧٠ ١٢ ٩٠ ١١ ١١٠ ٧
٧١ ٩ ٩١ ٨ ١١١ ٣
٧٢ ١٣ ٩٢ ٧ ١١٢ ٣
٧٣ ٤ ٩٣ ١٢ ١١٣ ٩
٧٤ ٤ ٢ ٩٤ ٥ ١١٤ ٥
٧٥ ٩ ٣ ٩٥ ١٢ ١١٥ ٩
٧٦ ٤ ٩٦ ٦ ١١٦ ١١
٧٧ ٤ ٩٧ ٩ ١١٧ ٧
٧٨ ٥ ٩٨ ١٣ ١١٨ ٣
٧٩ ٦ ٩٩ ٩ ١١٩ ١١
٨٠ ١ ١٠٠ ١٢ ١٢٠ ٢

Mülahazat: Cay-ı dikkat dördüncü cüzün başında üç dokuz, üçüncü cüzün başında üç sekiz,
ikinci cüzün başında lafz-ı Rab ile üç altı kelimesi başka bir letafet gösteriyor.
60

Yedinci Cüz Sekizinci Cüz Dokuzuncu Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
١٢١ ٨ ١٤١ ٨ ١٦١ ٤ ٣
١٢٢ ٨ ١٤٢ ٦ ١٦٢ ٣ ٠
١٢٣ ١٢ ١٤٣ ٨ ١٦٣ ١ ٠
١٢٤ ٧ ١٤٤ ٧ ١٦٤ ٢ ٦
١٢٥ ٣ ١٤٥ ٤ ١٦٥ ١ ٢
١٢٦ ٨ ٣ ١٤٦ ٤ ١٦٦ ١ ٥
١٢٧ ٣ ١٤٧ ٤ ١٦٧ ٠ ٠
١٢٨ ٣ ١٤٨ ٤ ١٦٨ ٠ ٦
١٢٩ ٦ ١٤٩ ٣ ٩ ١٦٩ ٤ ٠
١٣٠ ٦ ١٥٠ ١ ٢ ١٧٠ ٠ ٠
١٣١ ٧ ١٥١ ٠ ٢ ١٧١ ٢ ٢
١٣٢ ٨ ١٥٢ ٥ ٢ ١٧٢ ١ ٢
١٣٣ ٨ ١٥٣ ٥ ١٧٣ ٤ ١
١٣٤ ٢ ١٥٤ ٢ ١٧٤ ٤ ١
١٣٥ ٤ ١٥٥ ٥ ١٧٥ ٢ ٤
١٣٦ ٢ ٦ ١٥٦ ٣ ٣ ١٧٦ ٧ ٣
١٣٧ ٢ ١٥٧ ٣ ٥ ١٧٧ ٧ ٢
١٣٨ ٦ ١٥٨ ٦ ٤ ١٧٨ ١١
١٣٩ ٣ ١٥٩ ١ ٣ ١٧٩ ٩
١٤٠ ٦ ١٦٠ ٣ ٠ ١٨٠ ٦
61

Onuncu Cüz Onbirinci Cüz Onikinci Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
١٨١ ١٠ ٢٠١ ١١ ٢٢١ ٢ ٠
١٨٢ ١٢ ٢٠٢ ٩ ٢٢٢ ٥ ٤
١٨٣ ٨ ٢٠٣ ٩ ٢٢٣ ٢ ٢
١٨٤ ١٠ ٢٠٤ ٧ ٢٢٤ ٧ ٢
١٨٥ ٩ ٢٠٥ ٧ ٢٢٥ ٢ ٣
١٨٦ ٩ ٢٠٦ ٣ ١ ٢٢٦ ٢ ٢
١٨٧ ٤ ٢٠٧ ٦ ٢ ٢٢٧ ٣ ٨
١٨٨ ١٦ ٢٠٨ ٣ ٢ ٢٢٨ ٣ ٣
١٨٩ ٦ ٢٠٩ ٦ ٣ ٢٢٩ ٣ ٢
١٩٠ ١٠ ٢١٠ ٣ ٢٣٠ ٣ ٢
١٩١ ٧ ٢١١ ٥ ٢٣١ ١ ٣
١٩٢ ١٠ ٢١٢ ٥ ٢٣٢ ١ ٥
١٩٣ ٩ ٢١٣ ٥ ٢٣٣ ٢ ٣
١٩٤ ٥ ٢١٤ ٨ ٢٣٤ ٢ ٤
١٩٥ ١١ ٢١٥ ٨ ٢٣٥ ٠ ٢
١٩٦ ٨ ٢١٦ ٣ ٢٣٦ ٣ ٠
١٩٧ ٦ ٢١٧ ٥ ٤ ٢٣٧ ١ ٢
١٩٨ ٨ ٢١٨ ١ ٣ ٢٣٨ ٢ ٣
١٩٩ ٩ ٢١٩ ٤ ١ ٢٣٩ ٥ ٣
٢٠٠ ١٥ ٢٢٠ ٥ ٢ ٢٤٠ ٢ ٢
62

Onüçüncü Cüz Ondördüncü Cüz Onbeşinci Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٢٤١ ٠ ٢ ٢٦١ ٠ ٠ ٢٨١ ١ ٠
٢٤٢ ٦ ٢٦٢ ٠ ٢ ٢٨٢ ٠ ٢
٢٤٣ ٣ ٢٦٣ ٠ ٢ ٢٨٣ ١ ٦
٢٤٤ ٧ ٢٦٤ ١ ١ ٢٨٤ ١ ٣
٢٤٥ ٩ ٢٦٥ ٠ ١ ٢٨٥ ١ ٣
٢٤٦ ٢ ٤ ٢٦٦ ٣ ٣ ٢٨٦ ٠ ٤
٢٤٧ ٤ ٠ ٢٦٧ ١ ١ ٢٨٧ ٠ ٣
٢٤٨ ٢ ٣ ٢٦٨ ٦ ١ ٢٨٨ ٠ ٠
٢٤٩ ٥ ٣ ٢٦٩ ٣ ٢ ٢٨٩ ٠ ٤
٢٥٠ ٦ ٢ ٢٧٠ ٧ ١ ٢٩٠ ٣ ٢
٢٥١ ٨ ٤ ٢٧١ ٧ ٣ ٢٩١ ٢ ٢
٢٥٢ ٨ ١ ٢٧٢ ٦ ٠ ٢٩٢ ٤ ٢
٢٥٣ ٦ ٠ ٢٧٣ ٧ ٢ ٢٩٣ ١ ٣
٢٥٤ ٦ ١ ٢٧٤ ١٠ ٠ ٢٩٤ ٣ ٢
٢٥٥ ٤ ٢ ٢٧٥ ٤ ١ ٢٩٥ ٣ ٥
٢٥٦ ٥ ٢ ٢٧٦ ٧ ٠ ٢٩٦ ٠ ٢
٢٥٧ ٧ ١ ٢٧٧ ٦ ٢ ٢٩٧ ٦ ٤
٢٥٨ ٧ ١ ٢٧٨ ٧ ٢ ٢٩٨ ٠ ٤
٢٥٩ ٤ ٩ ٢٧٩ ٩ ٠ ٢٩٩ ٠ ٣
٢٦٠ ٧ ١ ٢٨٠ ٣ ٥ ٣٠٠ ١ ٠
63

[ Mülahazat ]

Her bir cüzde ayrı ayrı letafet-i tevafukiye görünüyor. Bazen de cüzlerin başı
birbirine bakıyor. Mesela beşinci cüzün ikinci sahifesi sekiz, altıncı cüzün başı yine
sekiz, yedinci cüzün başı yine sekiz, sekizinci cüzün başı yine sekiz, bazen bir
cüzün nihâyet sahifesi diğer cüzün baş sahifelerine bakıyor. Mesela onuncu cüzün
ahir yaprağında bir dokuz var. On birinci cüzün ikinci sahifesindeki dokuza
bakıyor. Ve hakeza zahiri tevafuksuz hakikatte sırlı ve gizli tevafuku var. Her bir
cüzün kendine mahsus bir letafet-i tevafukiyesi var demiştik. Ez cümle onuncu
cüzün baş cüze muvafık on adet ism-i Celal geliyor. İki sahife sonradaki on adede
tevafuk ediyor. O iki on ortasında on iki ile sekiz düşüyor. O da iki on eder. çünkü
yaprak yaprağa bakıyor. Sonra ondan bire iner, iki dokuz gelir. Sonra on altıdan
sonra bir altı ile bir on gelir. Çünkü bir sahife bir yaprağa bakar. Sonra iki on
ortasında bir yedi var. Sonra dokuz ile beşten sonra on bir geliyor. Bir kenar
mushafların bazı sahifeleri sık yazılmış kelimatı çok bazı seyrek kelimatı az olduğu
cihetle bir sahifede bulunması lazım gelen ism-i Celal diğer sahifeye geçmiş. Onun
için deriz ki, on birden biri arkasındaki sekize gelse dokuz olur. Birer yaprak
fasılaile iki dokuza muvafık olur. Sonra iki sekiz ortasında bir altı bulunuyor. Hem
mesela on birinci cüzün başında on bir gelip cüzün adedini haber veriyor. Sonra iki
dokuz geliyor. Sonra iki yedi sonra latif bir tarzda üç altı yine üç altı geliyor. Sonra
üç beş geliyor. Sonra sekiz sekiz geliyor. Sonra üç beş geliyor. Sonra ism-i Rab ile
beraber dört sonra dört ism-i Rab ile olsa beş, ahirde yine beş, hem mesela on ikinci
cüzde tevafuksuz bir tek var. Mesela, iki iki ortasında bir beş bazen bir sahife
yaprağa baktığı cihetle iki ile beş yedi, iki iki ortasında bir yedi, sonra yine iki
sonra üç, üç, üç sonra bir, bir sonra iki iki sonra üç ve ism-i Rab ile yine üç sonra
iki iki ortasında bir beş geliyor. Ism-i Celalin tevafukat adediyesi hem muntazamdır
hem manidardır. Fakat bir parça dikkat ister. Çünkü risalelerde görünen tevafuk
gibi daima sahife sahifeye bakmıyor. Bazen sahife nukabiline değil belki arkasına
ve ya arkasının mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar, bazen bir sahife iki
sahifenin mecmuuna bakar. Mesela otuz beşinci sahifede on üç adet lafza-i Celal
galir. Arkasında sekiz, sonra beş geliyor. Demek o on üç (13) adet bu iki rakama
birden bakar ki o da on üç ediyor. Ve hakeza. Hem bazen bir sahife iki sahifenin
mecmuuna bakmakla beraber aynı surette iki adet gelir. Her biri onun bir cüzünü
gösterir. Mesela süre-i Tevbe’de yüzseksen (180) sekizinci sahifede on altı lafza-i
Celal geliyor. Arkasındsa altı geliyor. Altının arkasında on geliyor. Beraber
yukarıdan okunsa on altı olur. Tevafuk eder. sure-i Ahzab’ta yine dört yüz yirmi
ikinci (422) sahifede on altı ism-i celal geliyor zahiri tevafuk yok. Halbuki bir
sahifede daha evvel on gelir ve mukabilinde altı var, terkib edilse on altı olur
tevafuk eder. hem bazen ism-i Rab ile beraber tevafuk eder. bazen sahife sahifeye
değil, yaprağa bakar. Hem bazen sahife rakamına bakar. Dokuz rakamı çok defa
sahife rakamına baktığı için tevafuktan çıktığını hissettim.
Elhâsıl: Bazı esrar-ı gaybiye için tevafukat şeklini değiştiriyor. Lafza-i Celalin en latif
cazibedar ve manidar bir tevafuku şudur ki başta Fatiha sahifesiyle beraber yüz elli bir (151)
sahifede elli bir (51) defa yedi ile sekiz geliyor.
64

Onaltıncı Cüz Onyedinci Cüz Onsekizinci Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٣٠١ ٠ ٣ ٣٢١ ١ ٢ ٣٤١ ٢ ٠
٣٠٢ ٠ ٢ ٣٢٢ ٢ ١ ٣٤٢ ٢ ١
٣٠٣ ١ ٨ ٣٢٣ ٢ ٠ ١ ٣٤٣ ٣ ٢
٣٠٤ ١ ٨ ٣٢٤ ٠ ٠ ٢ ٣٤٤ ٠ ٤
٣٠٥ ٠ ٣ ٣٢٥ ١ ٤ ٣٤٥ ٠ ٢
٣٠٦ ٣ ٢ ١ ٣٢٦ ٢ ٠ ٣٤٦ ٣ ٣
٣٠٧ ٢ ٣ ٢ ٣٢٧ ٠ ٠ ٣٤٧ ٢ ٥
٣٠٨ ١ ٣ ١ ٣٢٨ ١ ٣ ٣٤٨ ٢ ٦
٣٠٩ ١ ٤ ٢ ٣٢٩ ١ ١ ٣٤٩ ١٠
٣١٠ ١ ٠ ٧ ٣٣٠ ١ ٢ ٣٥٠ ٩
٣١١ ٢ ١ ٣ ٣٣١ ٣ ١ ٣٥١ ٨
٣١٢ ١ ١ ٣٣٢ ١٠ ٠ ٣٥٢ ٤
٣١٣ ٠ ٤ ٣٣٣ ٧ ١ ٣٥٣ ١٠
٣١٤ ١ ٢ ٣٣٤ ٣ ٣٥٤ ١١
٣١٥ ١ ٢ ٣٣٥ ١٢ ٣٥٥ ١٣
٣١٦ ٠ ٣ ٣٣٦ ٧ ٣٥٦ ٤
٣١٧ ١ ١ ١ ٣٣٧ ٥ ٢ ٣٥٧ ٥
٣١٨ ٠ ٠ ٢ ٣٣٨ ١٤ ٣٥٨ ٨
٣١٩ ١ ٤ ٣٣٩ ٨ ١ ٣٥٩ ٠ ٠
٣٢٠ ٠ ٦ ٣٤٠ ٨ ١ ٣٦٠ ١ ٢
65

Ondokuzuncu Cüz Yirminci Cüz Yirmibirinci Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٣٦١ ٠ ٢ ٣٨١ ٧ ٠ ٤٠١ ٣ ١
٣٦٢ ١ ٠ ٣٨٢ ٢ ٢ ٤٠٢ ٦ ١
٣٦٣ ١ ٣ ٣٨٣ ٣ ١ ٤٠٣ ٧ ٠
٣٦٤ ٠ ٢ ٣٨٤ ٢ ٢ ٤٠٤ ٦ ١
٣٦٥ ٥ ٣ ٣٨٥ ١ ٠ ٤٠٥ ١ ٠
٣٦٦ ١ ٤ ٣٨٦ ٠ ٢ ٤٠٦ ٣ ٠
٣٦٧ ٠ ٥ ٣٨٧ ٢ ٢ ٤٠٧ ٥ ٢
٣٦٨ ٠ ٤ ٣٨٨ ١ ٣ ٤٠٨ ٣ ٠
٣٦٩ ٠ ٤ ٣٨٩ ٠ ٠ ٤٠٩ ٤ ٠
٣٧٠ ٥ ٣ ٣٩٠ ٣ ٢ ٤١٠ ٤ ١
٣٧١ ٢ ٤ ٣٩١ ١ ٢ ٤١١ ٦ ٠
٣٧٢ ٢ ٣ ٣٩٢ ٣ ٣ ٤١٢ ١٣ ٠
٣٧٣ ٢ ٥ ٣٩٣ ٩ ٠ ٤١٣ ١٠ ١
٣٧٤ ٠ ٣ ٣٩٤ ٥ ٠ ٤١٤ ٢ ٤
٣٧٥ ٢ ٠ ٣٩٥ ٧ ٣ ٤١٥ ٠ ٤
٣٧٦ ٣ ١ ٣٩٦ ٥ ١ ٤١٦ ٠ ١
٣٧٧ ١ ١ ٣٩٧ ١٠ ٠ ٤١٧ ١١
٣٧٨ ٤ ١ ٣٩٨ ٣ ٢ ٤١٨ ٦
٣٧٩ ٣ ٤ ٣٩٩ ١ ٠ ٤١٩ ١٠
٣٨٠ ٤ ٠ ٤٠٠ ٦ ٠ ٤٢٠ ١٠
66

Yirmiikinci Cüz Yirmiüçüncü Cüz Yirmidördüncü Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٤٢١ ٧ ٤٤١ ٠ ٠ ٤٦١ ١٠ ١
٤٢٢ ١٦ ٤٤٢ ٢ ٢ ٤٦٢ ٦ ٠
٤٢٣ ٦ ٤٤٣ ٠ ١ ٤٦٣ ٤ ٢
٤٢٤ ٧ ٤٤٤ ١ ٠ ٤٦٤ ٨ ٠
٤٢٥ ٨ ٤٤٥ ١ ٢ ٤٦٥ ٢ ٣
٤٢٦ ١٠ ٢ ٤٤٦ ٢ ١ ٤٦٦ ٤ ٥
٤٢٧ ٣ ٢ ٤٤٧ ٢ ١ ٤٦٧ ٦ ٢
٤٢٨ ١ ١ ٤٤٨ ٣ ٤ ٤٦٨ ٦ ٠
٤٢٩ ١ ٤ ٤٤٩ ١ ٢ ٤٦٩ ٦ ٤
٤٣٠ ٢ ٣ ٤٥٠ ٢ ١ ٤٧٠ ٦ ٠
٤٣١ ١ ٢ ٤٥١ ٤ ٣ ٤٧١ ٦ ١
٤٣٢ ٢ ١ ٤٥٢ ١ ١ ٤٧٢ ٣ ١
٤٣٣ ٦ ١ ٤٥٣ ٢ ١ ٤٧٣ ٩ ٦
٤٣٤ ٩ ٠ ٤٥٤ ٠ ٣ ٤٧٤ ٤ ٠
٤٣٥ ٥ ٢ ٤٥٥ ٠ ١ ٤٧٥ ٦ ٠
٤٣٦ ٥ ٠ ٤٥٦ ١ ٣ ٤٧٦ ٢ ١
٤٣٧ ٤ ٢ ٤٥٧ ٩ ٠ ٤٧٧ ٣ ١
٤٣٨ ٦ ١ ٤٥٨ ٤ ٥ ٤٧٨ ٣ ٢
٤٣٩ ٣ ٠ ٢ ٤٥٩ ٨ ٢ ٤٧٩ ٤ ٢
٤٤٠ ٠ ٣ ٢ ٤٦٠ ٩ ٢ ٤٨٠ ٠ ٣

Mülahazat: Yirmidördüncü cüzde bir cihetle on defa altı rakamı geliyor. Demek cüz yarısı
manidar altı rakamı ile gösteriliyor. Yirmidördüncü cüzün bu on defa altısı birbirini takip eden
sahife rakamındaki on defa altıya tevafuk ediyor. Bu latif tevafukun letafeti de şudur ki on
defa altı altmış eder. Altmıştan yetmişe kadar on defa altı geliyor, üç cihetle tevafuku vardır.
67

Yirmibeşinci Cüz Yirmialtıncı Cüz Yirmiyedinci Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٤٨١ ١ ٢ ٥٠١ ٦ ٠ ٥٢١ ٢ ٢
٤٨٢ ٨ ٢ ٥٠٢ ٤ ١ ٥٢٢ ٢ ١
٤٨٣ ٤ ٣ ٥٠٣ ٢ ٠ ٥٢٣ ١ ٣
٤٨٤ ٤ ٢ ٥٠٤ ٤ ١ ٥٢٤ ٢ ٣
٤٨٥ ٧ ٠ ٥٠٥ ٣ ١ ٥٢٥ ٤ ٢
٤٨٦ ٣ ٢ ٥٠٦ ٩ ١ ٥٢٦ ١ ٣
٤٨٧ ٥ ٠ ٥٠٧ ٤ ٢ ٥٢٧ ٣ ٢
٤٨٨ ٣ ٠ ٣ ٥٠٨ ٦ ٥٢٨ ٠ ١
٤٨٩ ١ ٠ ٣ ٥٠٩ ٩ ٥٢٩ ٠ ٠
٤٩٠ ٠ ٢ ١ ٥١٠ ١١ ٥٣٠ ١ ٢
٤٩١ ٠ ٢ ٢ ٥١١ ١٠ ٥٣١ ٠ ١٣
٤٩٢ ٠ ٢ ٥١٢ ٩ ٥٣٢ ٠ ١٤
٤٩٣ ٢ ٢ ٥١٣ (٨) ٧ ٥٣٣ ١ ٦
٤٩٤ ١ ١ ١ ٥١٤ ٩ ٥٣٤ ٠ ٠
٤٩٥ ٢ ٣ ٥١٥ ٨ ٥٣٥ ٠ ١
٤٩٦ ١ ٣ ٥١٦ ١٤ ٥٣٦ ٢ ٢
٤٩٧ ١ ١ ٥١٧ ١ ٥٣٧ ١٠ ١
٤٩٨ ٨ ٠ ٥١٨ ١ ١ ٥٣٨ ٥ ٠
٤٩٩ ٤ ٢ ٥١٩ ١ ١ ٥٣٩ ٨ ٢
٥٠٠ ٥ ٠ ٥٢٠ ٠ ٣ ٥٤٠ ٨
68

Yirmisekizinci Cüz Yirmidokuzuncu Cüz Otuzuncu Cüz


Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman Sahife Allah Rab Rahman
Numarası aded Numarası aded Numarası a
aded aded aded aded aded aded
d
e
d
٥٤١ ١٣ ٥٦١ ٢ ٢ ٢ ٥٨١ ١ ٠
٥٤٢ ١٠ ٥٦٢ ١ ٠ ٢ ٥٨٢ ١ (٣) ٣
٥٤٣ ١٣ ٥٦٣ ٢ ١ ٢ ٥٨٣ ١ ٥
٥٤٤ ١٠ ٥٦٤ ٠ ٥ ٥٨٤ ١
٥٤٥ ١٣ ٥٦٥ ١ ٣ ٥٨٥ ١
٥٤٦ ٣ ٣ ٥٦٦ ١ ١ ٥٨٦ ٣ ٢
٥٤٧ (١٣) ٩ ٥٦٧ ٢ ٢ ٥٨٧ ١ ٢
٥٤٨ (١٠) ٦ ٤ ٥٦٨ ٠ ٢ ٥٨٨ ١ ٣
٥٤٩ ١١ ٥٦٩ ٣ ٣ ٥٨٩ ٤ ١
٥٥٠ ١١ ٥٧٠ ٥ ٣ ٥٩٠ ٢ ١
٥٥١ ١١ ٥٧١ ٥ ٣ ٥٩١ ٣ ٢
٥٥٢ ٨ ٥٧٢ ٦ ٣ Hüve ٥٩٢ ٢ ٣
٥٥٣ ١١ ٥٧٣ ١ ٣ ٥٩٣ ١ ٥
٥٥٤ (١٠) ٩ ١ ٥٧٤ ٨ ٢ ٥٩٤ ٣ ١
٥٥٥ ) ١٠ ١ ٥٧٥ ٢ ١ ٥٩٥ ٢ ٢
(١١
٥٥٦ ١١ ٥٧٦ ٢ ١ ٥٩٦ ٢ ٣
٥٥٧ ١٤ ٥٧٧ ١ ٢ ٥٩٧ ٣ ٣
٥٥٨ ) ١٢ ٥٧٨ ٣ ٤ ٢ ٥٩٨ ٥ ٣
(١٣
٥٥٩ (١٠) ٩ ٥٧٩ ٣ ٠ ٠ ٥٩٩ ٢ ٣
٥٦٠ ٥ ٤ ٥٨٠ ٠ ٠ ٠ ٦٠٠ ٢ ٠
٦٠١ (٥) ٤ ١
٦٠٢ (٥) ٣ ٢
٦٠٣ ٥ ١
٦٠٤ ٥ ٢
69

[ Mülahazat ]
İsm-i Celal ve ism-i Rab tevafukatı yalnız bir cihetle değil, belki müteaddid vücuhu
var. Hem tevafukat içinde latif nükteler var. Ez cümle yirmi sekizinci cüzde ism-i Allah beş
defa on bir (11), beş defa on (10), beş defa on üç geliyor. Beş defa on üç altmış beş olup ism-i
‫ هو‬olmakla beraber sırrı tevafukta ve bilhassa ‫ انا اعطينا‬sırrında on beş defa on üç
adedi o sırrın keşfine medar olduğu gibi ism-i Celal’in Kur’ân’daki sırrı tevafukuna bir
basamak ve bir mukaddeme olan onuncu sözdeki elif tevafukatının medarı olan (dört, beş, üç,
altı) adetleri her biri o risalenin mecmuunda on üç defa gelmesi bu tevafuka manidar bir
(Hâşiye)
letafet daha katarlar. Hem ez cümle dördüncü cüz’ başında üç dokuz tevafuk edip sonra
iki beş ortasında bir on iki, beş ortasında bir dokuz, on bir, on iki, on üç, dört, dört, dokuz,
dört, dört, beş

(Hâşiye)
Onuncu sözün elif tevafukatı ile on sekizinci cüzün lafzullah tevafukatına zarif bir tevafuku
şudur ki: onuncu sözün beş adedi on üç defa tekerrür edip altmış beş ‫ هو‬olur. On sekizinci cüzde
ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬dır.
lafzullah on üç adedi beş defa tekerrür ettiğinden altmış beş olup ْ‫ه ا مل ر هقوف‬

altı ki,lafz-ı ‫ هو‬yü teşkil ediyor. Edna bir dikkatle bu cüzdeki lafz-ı Celal ne kadar
muntazam bir vaziyet aldığı görülür. Üçüncü cüz başında üç defa sekiz, sonra iki defa altı, bir
defa yedi, bir defa altı, yine iki yedi, iki defa dokuz, yine bir yedi, on iki, on bir, on üç, üç
defa sekiz, bir yedi ve bir altı. İşte bu cüzde tevafuk gâyet muntazamdır. İki muvafık
ortasında bir sahife, ya iki sahife fasıla olsa zarar vermez. Ez cümle cüz’ü evvelde birinci
sahife pek kısa olduğundan ondaki bir ism-i Celal ikinci sahifeye zımmi münasip bulunmakla
altı veyahut beş, altı ve beş adeta iki ‫ هو‬lafzını gösteriyor. Sonra iki seferden sonra Rab ismi
zım edilse yine iki defa dört, sonra yedi ile altı ve iki ile altı, yine yedi ve dört geliyor. Ortada
iki kalmak üzere her iki tarafında dört, yedi, altı gelmekle daha latif oluyor. Sonra sekiz ile
yedi, üç üç ve yine sekiz geliyor. Şu birinci cüzdeki ism-i Rab nadir gelmiş. Fakat gelen
miktar gâyet latif bir tevafuktadır. Mesela başta dört defa bir, sonra dört defa iki ve bir defa
beş tekerrür vardır. Hem mesela ikinci cüzde dahi ism-i Rab ism-i Celal ile beraber üç defa
altı geliyor. Sonra iki defa sekiz sonra iki defa yedi, ortasında iki, üç, sonra üç dokuzortasında
bir on ve iki dokuz, ortasında bir yedi dokuz ile sekiz arasında sırlı adet olan on üç sonra bir
defa beş ve iki misli olan on ve o iki on ortasında bir sekiz geliyor. Şu halde mukaddemede
beyan ettiğiniz gibi bir iki sahife bazen iki muvafık ortasına girebilir. Bu kaideye binaen bu
ikinci cüzde tevafuksuz yalnız on üç adedi kalır. Zaten onun sırrı ona kafidir. Tevafuk yerini
tutuyor. En ahirki cüzü olan otuzuncu cüzdeki ism-i Rab gâyet latif bir tarzda tevafuk ediyor.
Mesela iki defa üç, iki defa iki, bir üç, iki defa bir, yine bir defa iki ve üç ve bir defa beşten
sonra bir ve iki, ve dört defa üç sonra bir ve iki, yine o cüzde ism-i Celal adetleri bütün
tevafukta yalnız bir defa üç zahiri tevafuksuz görünüyor. Başta dört defa bir, ahirde ism-i Rab
zımmiyle dört defa beş geliyor.
70

Birinci Cüz İkinci Cüz Üçüncü Cüz Dördüncü Cüz


İsm-i İsm-i İsm-i İsm-i
Sahife Âyet Sahife Âyet Sahife Âyet Sahife Âyet
Allah Allah Allah Allah
٤ ٥ ٥ ٢٥ ٧ ٧ ٤٦ ٧ ٧ ٦١ ٩ ٩
٨ ٤ ٤ ٣٠ ٦ ٦ ٤٩ ٩ ٩ ٦٥ ١٠ ١٠
١٠ ٧ ٧ ٥١ ٧ ٧ ٦٧ ٥ ٥
١٥ ٤ ٤ ٥٢ ٧ ٧ ٧٦ ٥ ٥
١٧ ٧ ٧ ٥٧ ٨ ٨

Beşinci Cüz Altıncı Cüz Sekizinci Cüz Onbirinci Cüz


İsm-i İsm-i İsm-i İsm-i
Sahife Âyet Sahife Âyet Sahife Âyet Sahife Âyet
Allah Allah Allah Allah
٨٤ ٧ ٧ ١٠٢ ٧ ٧ ١٤٤ ٤ ٤ ٢٠٧ ٦ ٦
٨٧ ٦ ٦ ١١٧ ٧ ٧ ١٥٨ ٦ ٦ ٢٠٩ ٦ ٦
٢١٥ ٨ ٨

Onüçüncü Cüz Ondördüncü Cüz Onsekizinci Cüz


İsm-i İsm-i İsm-i
Sahife Âyet Sahife Âyet Sahife Âyet
Allah Allah Allah
٢٤٢ ٦ ٦ ٢٧٨ ٧ ٧ ٣٤٩ ١٠ ١٠
٢٤٥ ٩ ٩ ٣٥٢ ٤ ٤
٢٥٤ ٦ ٦

Yirmiikinci Cüz Yirmialtıncı Cüz Yirmisekizinci Cüz


İsm-i İsm-i İsm-i
Sahife Âyet Sahife Âyet Sahife Âyet
Allah Allah Allah
٤٣٨ ٦ ٦ ٥٠٩ ٩ ٩ ٥٥٥ ١٠ ١٠
٥٦٠ ٥ ٥
71

[ Üçüncü Parça İki Küçük Kısımdır. ]

Birinci Kısmı: Matbu’ Onuncu Söz’ün latif tevafukat-ı harfiyesindendir ki ekseriyet-i


mutlaka ile ya üç elif ki lafz-ı Allah olur veya beş altı ile tevafuk ediyor ki lafz-ı Hüve. Hem
otuz beşinci sahifede beşinci hakikatte iki beş üç beşte tevafuk ediyor. Hem başta cilt olan iki
sahife ile beraber altmış beş oluyor. yİne lafz-ı Hüve oluyor. Sure-i Kevser’in hurufatı gibi
hem sura-i Kevser’in hurufatına tevafuk ediyor. Hem en ahir ki iki beyaz sahifeyi saymak
cihetiyle altmış yedi olup baştaki âyetin melfuz altmış yedi harfine tevafuk ediyor. Eğer âyette
medde sayılmazsa beyaz sahifeye lüzum olmadığı gibi beyaz satırlara da lüzum kalmaz. Tam
tam sahife yirmi iki satır yazılı olmak üzere âyetin hurufat-ı melfuzasına tevafuk eder. yalnız
on üç satır beyaz dahil olacak on üç adet tekrar kendi sırrını gösterdi. Eğer medde lafz-ı
Allah’ın meddesinden başka sayılmazsa ve şedde sayılsa tam tamına kitabın ahirdeki altmış
üç sahifesine tevafuk ediyor. Eğer şedde ve medde sayılamazsa hemze-i vasıl sayılsa tam
tamına altmış üç sahifesine tevafuk ediyor. Hem sahifenin satırları yirmi iki olmak itibarıyla
yarısından ziyade yazılı bulunan sahifelerin Hakiki ve itibari satırlarını bu baştaki ismin iki
satır ilavesiyle bin üç yüz kırk iki (1342) de mebde-i telifine ve inkar-ı haşre olan ladini
siyasetinin ilanı ve ladini hurufunun resmen kabulü tarihine bir tek fark ve bir ‫ ق‬ile ‫الخره‬
‫حق‬ makam-ı ebcedisiyle hatta şu risalenin sırf hakiki satırlarına başta el yazısı ile yazılan
isim ve tenbihe aid yedi satır ilavesiyle müellifin veladet tarihine tevafuk ediyor. Hem onuncu
sözün latif tevafukat-ı elifesindendir ki beş rakamı risalenin mecmuunda onüç defa
olmaklaaltmış beş olup yine lafz ‫ هو‬teşkil etmekle beraber sure-i Ahiret olan Kevser’in
hurufatına tevafuk ediyor. Hem risaledeki altı rakamı on üç (13) defa olduğundan bu beş ile
altı on üçte tevafuk ediyor. Bu iki muvafakatler risaledeki üçlerin onuncu, ikinci, üçüncü suret
ve hakikat kelimelerindeki elif sayılmazsa en baştaki iki sahifenin iki üçleri ikişere iner. Yine
on üç (13) defa olup o iki muvafakatle o iki adede tevafuk ediyor. Bu üç mütevafık o mezkür
elifler sayılsa dört rakamı mecmu’ risalede on üç defa olup bu üç mütevafık o dört rakam ile
on üçte yine tevafuk ediyor.
Elhâsıl: Beşler on üçer, altışar yine on üç (13), üçer yine on üç, dörder on üç (13), bu
Muzaaf tevafukları tesadüf zannedenler zannederiz ki insan suretindeki kör bir şey olmalı ki
kör tesadüfe bu hikmetli işi havale ediyor. Bu mübarek beş ile altı mukaddes Hüve lafzının
harfleridir ve o kutsiyetten aldıkları feyz ile İşaret-ül İ’caz’da yine harikulade vaziyetler
gösterdiler ve bu risalede beşlerin elifleri altmış beş olmakla Sure-i Kevser'in Besmele ile
beraber aded-i hurufuna tevafuk ile Kevser gibi Hüve olur. Altının elifleri yetmiş sekizdir. İki
altı tevafuka girmemiş. Bir altı on üç sahifede onuncu suret elifi sayılsa yedi olur. Demek
gayrı mutevafıkın sukutu ile beraber altı yediye çıkmakla elifleri altmış yedi olup Sure-i
İhlas’ın Besmele ile hurufatına tevafuk ediyor. Aynı Sure-i İhlas gibi lafz-ı Allah makam-ı
ebcedi cihetiyle tevafuk ediyor. Demek nasıl ki Sure-i İhlas ‫ه‬ ‫ه ا مل ر الل مل ق‬
ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬der. Lafz-ı
Allah’ı gösterir. Sure-i İhlas gibi altı cümlesine tevafuk ediyor. Altının elifleri ْ‫ل فْ ا مل م ف‬
‫ه ا مل ر‬
‫الل مل ق‬
‫ه‬ diye Allah’a işaret eder. hem nasıl ki Sure-i Kevser ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬der. ْ‫‘ هقوف‬yi
ْ‫ه ا مل ر هقوف‬
ْ‫ ل فْ ا مل م ف‬der. Hüve‘yi gösterir.
gösterir. Öyle de beşin elifleri dahi ْ‫ه ا مل ر هقوف‬
[Hatime] Kanaatimiz geldi ki ehli ilhadın haşr-i Cismaniyi resmen inkar etmek
istedikleri hengamda iktidar ve ihtiyarımızın haricinde Onuncu Söz yazdırıldı. Şimdi mürur-ı
zamanla her vakit mütealası lazım gelen onuncu söze bir lakayıtlık gelmekle beraber haşr-i
cismaninin bir şiddetli taarruza maruz bulunduğunu ima edip ikaz eden şiddetli bir surette
inâyet-i İlahiye nazar-ı dikkati Onuncu Söze bu garip tevafukla tekrar celb etti. Bu risalede
72

tevafuka medar olan bu beş, altı, dört, üç rakamlarının her birinin yekünü on üçte tevafuk
etmeleri Onuncu Sözün on üçüncü sahifesine bilhassa nazar-ı dikkati celb ettiriyor. O dört ile
beş dokuz, üç ile altı dokuz olmakla yine dokuzuncu hakikate nazar-ı dikkati celb ettiriyor.
Evet on üçüncü sahifedeki onuncu suretin temsil ettiği dokuzuncu hakikat Onuncu Sözün en
kuvvetli, en parlak, en mülzem bürhanlarından olduğundan ihvanıma bu hakikati ezber
edinceye kadar müteala etmelerini tavsiye ediyorum. Şu risalenin medar-ı tevafuku olan üç,
altı, beş, dört rakamlarının her birinin on üç olması bir Sure-i Ahiret olan Sure-i Kevser’in
sırrına dair altıncı remizde on beş defa tekerrür eden on üç adedine tevafuk etmesi bir işarettir
ki Haşir Risalesi Sure-i Kevsere tam bakar ve oradan emir alır. Ahirdeki (dört, altı, üç, beş) şu
rakamların tevafuksuz gelmelerinin sebebi bu rakamlar ahirde her biri olduğunu göstermek
için bilmecburiye birer birer kendi mütevafıkatıyla değil belki on üçteki arkadaşlarıyla
birleşmeye mecbur oldular. Hem altı ile arkasındaki üç kitabın hatimesindeki altmış üç
rakamına tevafuk etmek için tevafuktan çıkmışlar. Kitabın başında en evvel dört rakamı
dördüncü sahifede geldiği için ahirde en evvel o imza ediyor. Beş öteki arkadaşlarından sonra
işe giriştiği için o arkadaşlarından sonra on üç senedini imza ediyor. Bu risalede elif tevafukatı
bir kısım risalelerimizde asarı görünen geniş bir sırdan ileri geldiğine kuvvetli bir delil İşaret-
ül İ’caz’daki acip ve garip tevafukat-ı harfiye ve elifiyesidir ve pek zahir bir bürhanı dahi
Yirmi sekizinci Mektubun inâyet-i seb’a’sında yirmi sekiz elif fasılasız gelmesi ve o
mektubun numeru ve isim adedini göstermesi ve iki sahifenin birinci satırı müstesna olup
bütün satırları başlarında elif olarak birbirine muvafık olmasıdır. Nasıl ki risalelerde kelime
tevafukatı Kur’ân-ı Muğciz-ül Beyan’ın lafza-i Celal tevafukatına bir basamaktı ve lafz-ı
Kur’ân ve lafz-ı Rasul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam o sırrın anahtarları oldular. Öyle de
İşaret-ül İ’caz’daki tevafukat-ı harfiye maksud-ı bizzat değildi. Belki Sure-i ‫انا اعطينا‬
sırrına bir basamaktı. Şimdi bu Onuncu Sözün tevafukatı dahi Sure-i ‫ر الل ملهم‬‫ص ق‬
‫جاءفْ ن فْ ح‬ ْ‫ا م ف‬
ْ‫ذا ف‬
sırrına yetişmek için bir basamaktı fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için o sır da
açılmadı. Yalnız göründü ve derakab kapandı. Demek o iki risalenin tevafukat-ı harfiyesine
ciddi ehemmiyet ve o iki sure-i kutsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir. Ben de şimdi
bu hikmeti anladım ve ehemmiyetsiz zannettiğim münasebet-i tevafukiye ehemmiyetli olabilir
çünkü gâyet mühim sırlara hizmet ederler.
[İkinci kısım] Yeni yazdığımız Kur’ân’ın başında âyet-i Kur’âniyenin adedi altı bin
altı yüz altmış altı (6666) olmakla envar-ı Kur’âniye ve hakikat-i Furkaniye eyyam-ı şer’iye
ile altı bin altıyüz altmış altı (6666) sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret
ettiğine dair sualinize o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı cevab
veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki Asım’ın (R.A) suali ehemmiyetlidir. Cevab ver. Ben de
o ihtara binaen üç esasla bir parça izah edeceğim.
[Birinci Esas] Nasıl ki Nur-ı Muhammedi (Aleyhisselatü Vesselam) ve hakikat-i
Ahmediye (Aleyhisselatü Vesselam) divan-ı Nübüvvetin hem fatihası hem hatimesidir. Bütün
enbiya onun asıl nurundan istifade etmeleri ve hakikat-i diniyenin neşrinde onun
(Aleyhisselatü Vesselam) muinleri ve vekilleri hükmünde oldukları nur-ı Ahmedi
(Aleyhisselatü Vesselam) cephe-i ademden ta zat-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-
i nur ederek intikal ede ede ta zuhur etemle kendinde cilveger olmuştur. Hem mahiyet-i
kutsiye-i Ahmediye (Aleyhisselatü Vesselam) Risale-i Miraçta kati bir surette ispat edildiği
gibi şu şecere-i kainatın hem çekirdeği aslisi hem en ahir ve en mükemmel meyvesi olmuş.
Öyle de hakikat-i Kur’âniye zaman-ı Adem’den şimdiye kadar hakikat-i Muhammediye
(Aleyhisselatü Vesselam) ile beraber müteselsilen enbiyaların suhuf ve kitaplarında nurlarını
neşr ederek gele gele ta nüsha-i kübrası ve mahzar-ı etemmi olan Kur’ân-ı Azimüşşan
suretinde cilveger olmuştur.Ve bütün enbiyanın usul-i dinleri ve esas şeraidleri ve hülasa-i
kitapları Kur’ân’da bulunduğuna ehli tahkik ve ehli hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen
fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra rivâyet-i meşhure ile zaman-ı Adem’den
kıyamete kadar eyyam-ı şer’iye ile tabir edilen yedi bin (7000) seneden fetret-i mutlakanın
73

zamanı tarh edildikten sonra altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene kadar din-i İslam’ın sırrını
neşreden hakiakt-i Kur’âniye küre-i arzda ayrı ayrı perde altında neşr-i envar edeceğine
ayatın adedi işaret ediyor demektir.
[İkinci Esas] Malumdur ki küre-i arzın mihveri üstündeki hareketli gece gündüzler ve
medar-ı senevi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin
belki sevabitin ve şems-üş şümusun dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsuselerini
gösteren bir hareketi medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor. Halık-ı arz ve
semavatın hitabat-ı ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı
Hakim’de
‫ن‬
ْ‫دو ف‬ ‫ما ت فْعق ق‬ ‫م ر‬
‫سن فْةد م‬ْ‫ف ف‬ ْ‫داقره ق ا فْل ح ف‬
ْ‫ق ف‬ ‫م ح‬
‫ن م‬ ْ‫ج ا مل فْي حهم مفى ي فْوحم د ف‬
ْ‫كا ف‬ ‫م ي فْعحقر ق‬ ‫ثق ر‬
‫سن فْةد‬ ْ‫ن ا فْل ح ف‬
ْ‫ف ف‬ ْ‫سي ف‬‫م م‬ ‫خ ح‬
ْ‫داقره ق ف‬ ْ‫ق ف‬‫م ح‬
‫ن م‬ ْ‫كا ف‬ ْ‫ح ا مل فْي حهم مفى ي فْوحم د ف‬ ‫مل مئ مك فْ ق‬
‫ة وفْ القرو ق‬ ْ‫ج ال ح ف‬
‫ت فْعحقر ق‬
gibi âyetler ispat ediyorlar. Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tuluğ
mabeyninde dört saatlik gününden ve bu iklimde, kışta sekiz dokuz saatlikten ibaret olan
eyyamlardan tut ta güneşin mihveri üstünde bir aya yakın mahsus gününden tut ta
kozmografyanın rivâyetine göre ‫رى‬ ‫شعح م‬ ‫ب ال ل‬ ‫ فْر ق‬tabiriyle Kur’ân’da namı ilan edilen ve
şemsimizden büyük (şi’ra) namındaki diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden
dahi tut git ta şems-üş şümusun mihveri üstündeki elli bin sene (50000) den ibaret bir tek
yevmine kadar eyyam-ı rabbaniye var. İşte semavat ve arzın rabbi o şems-üş şümusun ve
şi’ranın halıkı hitap ettiği vakit o semavat ve arzın ecramına ve alemlerine bakan kutsi
kelamında o eyyamları zikreder ve zikretmesi gâyet yerindedir. Madem eyyamın lisan-ı şer’i
de böyle ıttılakatı vardır. ilm-i tabakat-ül arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nevi
beşerin yedi bin (7000) sene değil belki belki binler sene geçirdiğini teslim de etsen
Adem’den kıyamete kadar ömr-i beşer yedi bin (7000) senedir olan rivâyet-i meşhuresinin
sıhhatine ve beyan ettiğimiz altı bin altı yüz altmış altı (6666) sene nur-ı Kur’ân hüküm
ferma olduğuna münafi olamaz ve cerh edemez. Çünkü eyyam-ı şer’iyenin dört saatinden elli
bin (50000) seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefs-ül emirdeki eyyamın hakikati o
rivâyet-i meşhurede hangisi olduğunu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi.
Demek o sırrın inkişafı münasip değil.
[Üçüncü Esas] ‫ه‬ ‫ب ا مل ر المللقق ق‬ ْ‫م ال حغفْحيقق ف‬
‫ ل فْ ي فْعحفْلقق ق‬Şu meselede şimdilik delilini
gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki şu dünyamızın bir ömrü ve şu
dünyadaki, küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nevi insanın
daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nevi mahlukatın ömürleri saatin içindeki
dakika, saniye saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir. Nevi insanın ömrü küre-i arzın iki
hareketiyle hasıl olan malum eyyam ile olduğu gibi zi-hayatın vücuduna mazhar olduğu
zamanından itibaren küre-i arzın ömrü ise merkez-i irtibatı olan şems-üş şümusun hareket-i
mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması hikmet-i rabbaniyeden uzak değildir. Şu halde
nevi insanın ömrü yedi bin (7000) sene eyyam-ı ma’lume-i arziye ile olsa küre-i arzın
hayatına menşe’ olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile iki yüz bin
(200000) seneyi geçer ve şems-üş şümusa tabi’ ve alem-i bekadan ayrılıp küremize bakan
şems-üş şümusun işaret-i Kur’âniye ile her günü elli bin (50000) senelik olmasına binaen yedi
bin (7000) sene o eyyam ile yüz yirmi altı milyar (126000000000) sene yaşarlar. Demek
eyyam-ı şer’iye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur’âniyede bunlar dahil olabilir. Semavat ve arzın
halıkı semavat ve arza bakan bir kelamıyla semavat ve arzın sebeb-i hılkati ve çekirdek-i
aslisi ve en mükemmel ahir meyvesi olan Habib-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselama karşı
hitabında o eyyamları isti’mal etmesi Kur’ân’ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır
ve aynı belagattir.
‫عن حد فْ الل مل م‬
‫ه والله اعلم با سرار كتابه‬ ‫فْوال حعمل ح ق‬
‫م م‬
___________ ___________
74

_________________
(Hâşiye)
Bu hesap Şamlı Hafız, Kuleönünde Mustafa ve arkadaşı Hafız Mustafa’nın şehadetiyle bir
dakika zarfında ezber yazılmıştır. Sene üç yüz altmış (360) gün hesabına göredir. Kusur var ise
bakılmamak gerektir.

[Sekizinci Kısmın Sekizinci Remzi]


‫م‬ ‫حيم‬
‫ن الرر م‬ ‫م‬ ‫م‬
‫ح م‬‫سم م الل ملهم الرر ح‬
‫بم ح‬
Kur’ân-ı Muğciz-ül Beyan’ın âyatınde ve kelimatında ve maanisinde ve nazmında
müteaddid vücud-ı i’caziye ve esrar-ı kutsiye bulunduğu gibi hurufatında dahi çok lemeat-ı
i’caziye bulunur. Hatta hurufunun vaziyetlerinde çok işarat-i aliye var. Hatta tekrar adetlerinin
tevafuklarında çok münasebat-ı latife var. İşte o denizden bir katre hükmünde medar-ı
bahsimiz olan tevafukat meselesine münasebeti bulunan huruf-ı Kur’âniyenin tevafukat-ı
adediyesinden bir iki cüz’i misali numune için göstereceğiz. Yani ayat ve kelimat ve hakaik
ve nazmda bulunan esrardan değil, belki yalnız hurufatın vaziyetlerinde ve o vaziyetin vücuh-
ı kesiresinden yalnız tekrar eden hurufatın adetlerinin tevafukatından çıkan münasebat-ı
adediyeye dair ve bunun dahi vücuh-ı kesiresinden yalnız mecmu-ı Kur’ân’da yirmi dokuz
(29) huruf-ı hecaiyenin yekün adetlerindeki manidar bir kısım tevafukatına yedinci Remizde
işaret edildiği gibi sekizinci Remizde de bir numune için dört kısa sure olan sure-i İhlas
Muavezeteyn ve Fatiha’nın hurufatının meselemiz olan tevafukata temas eden cihetine
kısmen işaret edeceğiz. Kur’ân-ı Muğciz-ül Beyan’ın surelerinde bulunan bin letafetinden bir
letafeti numune olarak şudur ki:
[Sure-i İhlas] da elif beş, vav beş, dal beş olarak birbirine tevafuku ve Lafzullah’ın
beş harfine muvafakati ve (he dört, mim dört, nun dört, tenvin dahi nun olarak birbirine
tevafuku ve surenin dört âyetine muvafakatı hem üçü lam’ın on iki adedine mutabakatı ve
sakin elif iki ve kef iki ve ha iki olarak birbirine muvafakatı ve iki defa Lafzullah ve iki kere
ehad adedine tevafuku elbette sure-i İhlas’ın kutsi ve nurani harflerinin intizamına bir letafet
daha katarlar. Sure-i İhlas’ta ‫حيم م‬ ‫ن الرر م‬
‫م م‬ ‫سم م الل ملهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫ ب م ح‬makam-ı ebcedisi bin yüz
seksen üçtür (1183). Eğer şeddeli iki ra, her biri iki ra sayılsa ve sakıt hemzeler sayılmazsa
eğer bir lam bir ra olsa yedi yüz seksen üç olur. Birinci hesapta sure-i İhlas’ın adedine bin
üçte muvafıktır. Bu iki muvafık bin besmele ism-i azam hükmünü verdiğine ima’ ve sure-i
İhlas’ın hatme-i hassesi olan bin adedine işaret ve bin (1000) esma-i İlahiyeye telvih ve bin
(1000) İhlas-ı şerifte ism-i azam hâsiyeti verdiğine Remiz eder. Hatta çoklar aynı ism-i azam
demişler, yani ism-i azamın mufassal bir suretidir. Üç adet ise hadisin rivâyetiyle üç İhlas bir
hatme-i Kur’âniye hükmünde olduğuna binaen ekser umur-ı mübarekede sure-i İhlas’ın üç
defa tekrar edilmesini ima etmekten hali değildir. Şu sure-i İhlas’ın bin üç adedi üç defa tekrar
sırrıyla üç bin dokuz (3009) olmakla muhakkikince Kur’ân’ın esrarını cami’ olan sure-i
Kevser’in üç bin adedine tevafuk etmesiyle mühim sırları ihtar eder. sure-i İhlas’ın en latif bir
nükte-i tevafukiyesi şudur ki Kur’ân’ın üç esasından en mühim esası olan tevhidi ilan
hususunda en cami’ bir tarzda olduğuna imaen besmele ile sure-i İhlas’ın aded-i hurufu olan
altmış yedi (67) Lafzullahın altmış yedi (67) aded-i ebcedisine tevafuk etmekle beraber
Lafzullahta sakin elif ‫وا‬ ‫ ك ق ق‬de tenvin sayılmazsa her biri altmış altı olup ayat-ı
‫ف د‬
Kur’âniyenin dört mertebesi olan altı adetlerine iki mertebe ile tevafuk etmekle sure-i İhlas’ın
camiiyeti ve lafz-ı Allah’ın ism-i cami’ ve ism-i azam olduğunu imadan hali değildir. Sure-i
İhlas altı cümle olup üçü müspet, üçü menfidir. Lemeatta beyan edildiği gibi altı mertebe-i
tevhidi ispat ve altı enva-ı şirki nefi etmekle beraber i’caz-ı Kur’ân risalesinin birinci
şulesinin birinci şuaında beyan edildiği üzere bu altı cümle her biri umumuna hem delil hem
netice olduğundan sure-i İhlas’ta tevhide dair berahin-i silsile ile müdellil otuz sure-i İhlas
kadar içinde otuz emsali münderiç olduğuna binaen sure-i İhlas ne kadar safi ve halis bir bahr-
ı tevhid olduğunu ima’ eder.
75

[Sure-i Felak] Elif altı, kaf altı, lam altı, olarak birbirine tevafuku ve besmele ile altı
adet âyetlerine muvafakatı sin üç, şın üç, dal üç, fe üç birbirine tevafuku ve evvelki üçler ile
nısfiyet cihetinde muvafakatı ve birbirine merbut şu üç surenin adedine mutabakatı ve (mim
beş olup beş âyetine muvafakatı şu surenin celalli hurufatına bir cemal daha katarlar. Sure-i
Felak aded-i hurufatı doksan dokuz (99) esma-i hüsnanın adedine tevafuk sırrıyla bütün esma-
i hüsna ile bir istiaze-i camia hükmünde olduğunu ima ederek [elfelakın] hurufatının ebced-i
makamı olan on bin iki yüz küsur olmakla Fatiha-i şerifenin dahi hurufatının ebced-i makamı
olan on bin iki yüz on iki adedine tevafuk etmesiyle her bir sure umum sureler ile
munasebettar olduğunu ima eder.
[Sure-in Nas] harflerinin birer adet fark ile muntazaman birden on ikiye kadar terakki
(Hâşiye-1)
etmesi mesela (kaf bir, he iki, ha üç, ye dört, ra beş , besmeledeki mimler beraber altı
(Hâşiye-2)
âyetin adedine muvafık olarak (mim altı, vav yedi, sakin elif sekiz, nun dokuz , sin on,
(Hâşiye-3)
elif on bir lam on iki kelimesi ve

_____ _________________
[‫ ]شر‬deki [‫ ]ر‬bir olmak cihetiyledir.
(Hâşiye-1)

_____ _________________
[‫ ]الخناس‬deki nun bir sayılsa [‫ ] الجنة‬deki iki sayılsa dokuz olur. Yoksa sakin elif gibi
(Hâşiye-2)

sekiz veya sin gibi on olur.


_____ _________________
[‫ ]ا فْل رحذى‬de lam bir sayılsa on ikidir. İki sayılsa on üç olur.
(Hâşiye-3)

Sure-i İhlas’ın on iki lam’ına muvafakati ateşin hurufatına bir ışık daha katarlar. Kur’ân’ın
âhir ki suresi olan sure-i Nas’ın aded-i hurufatı yüz dört olmakla yüz dört (104) suhuf ve
kütüb-i enbiyanın adedine tevafuk etmekle Kur’ân-ı Hakim umum suhuf-ı enbiyanın
esaslarının cami’ olduğuna gizli bir imadır. Ebcedi hesabıyla şu surenin aded-i hurufatı beş
bin beş yüz elliden bir noksandır. (5549) Bu adet sure-i Felak ile Fatiha’nın nısfı olmakla
beraber ima ettiği sırları şimdilik izah edemiyoruz.
[Fatiha-i Şerife] hurufatının ebcedi hesabı olan on iki bin iki yüz on iki (12212) adedi
ise mecmu’ Kur’ân’da hem be, hem te, hem ye, on bir bin (11000) adetlerine tevafuk
etmesiyle beraber başka sırları gösteren küsurattan sarf nazar edilmiştir. Fatiha’nın on bin
(10000) huruf adedini yedi âyetine darp etmesiyle mecmu’ kelimat-ı Kur’âniye adedi olan
yetmiş bine (70000) muvafık gelmesiyle ehli hakikat indinde muhakkik ve hadisçe musaddak
olan Fatiha Kur’ân kadardır ve Kur’ân Fatiha’da münderiçtir ve bu indiraç sırrına binaen
Fatiha tenzilde ‫ن ال حعفْحظيم م‬ ‫مفْثامنى فْوال ح ق‬
‫قحراَ م‬ ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬
ْ‫ ف‬namıyla teşhir edilmiş diye olan
meşhur hükmün ispatını ima ve ihtar eder. Sur-ı Kur’âniyenin başlarında olan mukattaat huruf
gâyet manidar ve esrarlı bir şifre-i İlahiye olduğu gibi Fatiha hurufatı belki Kur’ân’ın umum
hurufatı dahi kutsi ve ayrı ayrı
mütenevvi’ binler ilahi şifreler olduğunu yedinci, sekizinci remizlerde işaret edilen sırlar ve
tevafuklar te’yid ediyorlar. Fatiha-ı Şerifenin hurufatı yüz otuz (130) ve kelimatı bir hesapla
otuz altı (36) ve bir cihetle otuz olarak otuz cüz-i Kur’ân’a fihriste cihetiyle Kur’ân Fatiha’da
bulunduğuna ima eder. besmele şafi mezhebince her bir surenin bir âyeti olduğu gibi
Fatiha’nın da bir âyetidir. Hanefice besmele Fatiha’nın cüz’ü değil. Bahsimizde iki mezhebe
riâyet edeceğiz. Harflerin adedi budur. Besmele ile hemze denilen müteharrik elif on sekiz
(18) ‘dir. Sakin elif on üç (13) ‘tür. lam yirmi üç (23) tür, mim on beş (15) tir, ra sekiz (8) dir,
ayn altı (6) dır, nun on bir (11), ye on altı (16), he beş (5), be beş (5), ha beş (5), dal dört (4),
76

vav dört (4), te üç (3), kef üç (3), sin üç (3), sad iki (2), dat iki (2), tı iki (2), gayın iki (2), kaf
iki (2), zel bir (1) ] Besmelesiz Fatiha’da hemze denilen elif on dört (14), sakin elif on bir (11)
dir. Lam on dokuz (19), mim on iki (12),nun on (10), ra altı, ayın altı, ya on beş (15), he dört,
be dört, dal dört, vav dört, ha üç, kef üç, ta üç, sin iki, sad iki, dad iki, tı iki, gayın iki, kaf bir,
zel birdir. Fatiha’da besmele ile hemze olan elif on sekiz olup on sekiz bin (18000) alemin
adedine tevafuk-ı işaretiyle her bir harfi her bir alemin anahtarı olduğuna ima etmekten hali
değildir ve hemze ile sakin elif ‫سم م‬ ‫ ب م ح‬deki gizli hemze sayılmamak şartıyla otuzdur. Otuz
cüz-i Kur’ân’a Remzeder.
Hemze besmelesiz on dört olmak haysiyetiyle şu ‫نى‬ ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬
‫مفْثا م‬ ْ‫ ف‬yedi adet ayatı müsenna
olarak iki defa sin’e işaretle iki nüzulune ve namazda tekerrüne ima eder. sakin elif on üç, lam
yirmi üç (23) olup fatiha’nın bir hesapla otuz altı kelimelerine tevafuk-ı işaretiyle beş farz
namaz ve revatibinde ve revatib hükmündeki iki rekat namazında yirmi dört (24) saatte otuz
altı (36) defa Fatiha’nın tekerrürüne ima eder. Besmelesiz lam ile elif ikisi otuz (30) olup
lam’ın ebcedi makamı olan otuz (30) a muvafakat ile ve besmelesiz Fatiha’nın otuz (30)
kelimatına mutabakatle beraber otuz cüz-i Kur’ân’ın adedine ve yalnız lam besmelenin on
dokuz (19) hurufuna tevafuk-ı işaretiyle otuz cüz-i Kur’ân’ın esasları bu ‫نى‬ ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬
‫مفْثا م‬ ْ‫ف‬
‫قحراَ م ح‬
‫فْوال ح ق‬
‫ن العفْحظيم م‬ namıyla müştehir olan Fatiha’da münderiç ve dahil olduğunu ima eder.
hem lam’ın yirmi üç (23) aded-i nüzulü vahyin yirmü üç (23) senesine Remzeder. be beş, he
beş, ha beş olup hem birbirine, hem beş farz namaza ve beş erkan-ı İslamiyeye ve lafzullah
gibi Fatiha’nın ekseri kelimelerinin beşer harflerine ve Fatiha’da beş esma-i hüsna’nın
adedine muvafakatle beraber üç beşler birbirine muvafık ve otuz cüz-i Kur’ân’a Remzeden on
beş mim ve on beş ya nın mecmu! Adetlerine tevafuk-ı işaretiyle o muvafıkların mecmuu kırk
beş (45) olduğundan ömr-i Nebevinin kırk beşinci (45) senesinde birinci defa Fatiha’nın
nuzülüne ima etmek o kutsi harflerin şe’nindendir ve (dal dört, vav dört olup hem birbirine,
hem dal’ın ebcedi makamına tevafukla beraber mecmuu sekiz defa tekerrür eden ra ya
muvafakatle besmele beraber Hanefi mezhebince Fatiha’nın sekiz âyetine ra gibi işaret edip
dörder rekat namazda dört Fatiha vücubunu ve dörtlükle iştihar eden çok mühim dörtlere ima
ederler. (te üç, kef üç, sin üç olup birbirine tevafukla beraber te üç defasıyla bin iki yüz (1200)
sene kadar Kur’ân’ın galibane vaziyetine işaret ve ondan sonra alem-i küfrün galebesine ima
etmekle beraber bin iki yüz (1200) sene kadar Kur’ân’ın galibane fütuhatı-ı devamına ve
ondan sonra tedafi’ vaziyetine girmesine işaret eden ‫نا‬ ‫ممبي د‬‫حا ق‬ ْ‫حفْنال فْ ف‬
‫ك ففْت ح د‬ ‫ ا مرنا ففْت فْ ح‬âyetine
Fatiha’nın şu ta’sı onun adedi ile tevafuk ederek aynı işareti veriyor. Kef’in ebcedi makamı
yirmi olup üç tekerrürü üç sayılsa yirmi üç olur. Nüzul-i vahyin yirmi üç senesine tevafuk
ediyor. sin ebcedi makamı altmış olup üç tekerrürü üç sayılsa medar-ı vahiy olan zat-ı
nebevinin ömrüne tevafukla beraber çok sırları imadan hali değildir. Besmelesiz (sin iki, sad
iki, dat iki, tı iki, gayın iki olup birbirine tevafukla beraber Fatiha besmele ile beraber iki defa
lafzullah iki kere Rahman, iki kere Rahim, iki kere ‫ك‬ ْ‫ ا مريا ف‬, iki ‫ط‬ ‫صفْرا د‬ ‫ س م‬iki ‫م‬ ‫ع فْل فْي حهم ح‬
müsenna olarak ‫نى‬ ْ‫سب حعفْ ال ح ف‬
‫مفْثا م‬ ْ‫ ف‬de
ikişer adetlerine muvafakat-i işaretiyle Fatiha’nın iki defa nuzülünü ve Kur’ân’ın hem
evvelinde, hem ahirinde iki kere vücub-ı tilavetini ve her umur-ı hayriyenin hem başında hem
ahirinde iki kere sünnet-i kıraatini ima ederler. Ayın altı, besmelesiz ra’nın altı adedine
muvafakatle beraber altı rükn-i imani gibi İslam ıstılahatında mühüm çok altıları ima eder.
fatiha harflerinin latif tevafukat ve zarif işaretlerinden başka çok letaif-i bediiyeleri var.
Ezcümle sure-tün Nas gibi harfleri birer adet farkla birden on dokuza kadar terakki ediyorlar.
Mesela kaf bir, gayın iki, kef üç, vav dört, he beş, ayın altı, ra sekiz, besmelesiz nun on, sakin
elif on bir, besmelesiz mim on iki, besmele dahil olsa sakin elif on üç, besmelesiz hemze on
dört, ye on beş, besmele ile ye on altı, ‫سم م‬ ‫ ب م ح‬deki gizli hemze on yedi sayılsa on sekiz,
‫‪77‬‬

‫‪besmelesiz lam on dokuzdur. Altı ism-i azam adediyle‬‬ ‫حيم م‬


‫ن الرر م‬
‫م م‬ ‫سم م الل لمهم الرر ح‬
‫ح م‬ ‫بم ح‬
‫‪adedine tevafuk ediyor.‬‬

‫م ل فْفْنا ا مل ر فْ‬
‫ما‬ ‫عل ح فْ‬
‫ك ل فْ م‬
‫حان فْ فْ‬‫سب ح فْ‬‫خط فْا حفْنا ق‬ ‫سيفْنا ا فْوح ا فْ ح‬ ‫ن ن فْ م‬‫خذ حفْنا ا م ح‬ ‫فْرب رفْنا ل فْ قتوا م‬
‫م‬
‫كي ق‬ ‫ح م‬ ‫م ال ح فْ‬
‫ت ال حعفْملي ق‬ ‫ك ا فْن ح فْ‬ ‫ع فْل ر ح‬
‫مت فْفْنا ا من ر فْ‬

‫اللمهم بحرمة سبع المثانى اجعل فاتحة اعمالنا مفتاح‬ ‫ل‬


‫الفاتحة اعنى‬
‫من الررحيم واجعل خاتمه امورنا فاتحة‬ ‫سم الملله الرر ح‬
‫ح م‬ ‫ب ح‬
‫الفاتحة اعنى‬
‫ن وصل وسلم على خاتم النبياء‬ ‫ب ال حفْعال فْ م‬
‫مي فْ‬ ‫مد ق ل مل ملهم فْر ل‬ ‫ا فْل ح فْ‬
‫ح ح‬
‫وفاتحتهم و على اله و اصحابه الفتوحات المادية والمعنوية‬
‫حة م‬ ‫سوفْرةم ال ح فْ‬
‫فات م فْ‬ ‫سلر ق‬
‫مرنا ب م م‬‫ل م‬‫قب ر ح‬‫فْرب رفْنا ت فْ فْ‬

You might also like