Professional Documents
Culture Documents
ALTINCI BOYUT
insanın
RODERICK FELDES
Bilinmeyen
Gücü
GİRİŞ
7
İÇE YOLCULUK
37
İnsan, gizli kalmış şeyleri bilmek için ne kadar çabalasa da, geriye
sayılamayacak kadar çok şey kalır kİ, hakkında ancak "sanıyorum" diye
konuşabilir.
Friedrich von Logan
41
Frankfurt’ta bir gösteri yürüyüşü: Dünyayı değiştinnek için sokaklara dökülmek yeteıii
Hare Krişna, Frankfurt’ta. Dünyayı değiştirmek için, insanın kendi içine dönmesi yeterli
Maharişi Maheş Yogi, meditasyon esnasında. Onun önderliğinde, milyonlarca Batılı genç de,
betonla asfalt arasında, ruhlarını yeniden keşfe çalışıyorlar.
Ruh yoluyla tedavi uzmanı Harry Edwars. Mucize mi, psikolojik şartlarıma yoluyla iyileşme mi?
Psikologlar, meydana gelen olayın gerçekliğini onaylıyo/iar, ama kesin bir açıklama
yapamıyorlar.
Bugün Psi faktörü apaçık bir unsur haline gelmiş bulunuyor. Yersel ve
zamansal durugörü, düşünce nakli ve arada maddi bir ortam olmaksızın
objeler üstünde doğrudan etkide bulunabilen psiko- kinezi gibi şeyler
insanlık için denenmiş olanaklar sayılıyor. Kitle medyalarının sansasyon
haline getirdiği fenomenlerin sahiciliği hakkında duyulan kuşku, artık
paranormal diye bir olgunun varlığından şüphelenilmesini gerektirmiyor.
Bugün için okült dalganın üst noktalarında, Psi denen şey kanıtlanmış olarak
kabul ediliyor. Arthur Schopenhauer şöyle diyordu: "Bugün Hayvansal
Manyetizma (130 yıl kadar önce trans ve hipnoza takılan ad) gerçeğinden ve
bunun sağladığı durugörüden kuşku duyanlar inançsız değil, bilgisiz olarak
adlandırılmalıdır."
Birkaç kuşkucu hâlâ eski tutumu sürdürmekte ve bunların sadece
bilimsellik kisvesine bürünmüş batıl inançlar olduklarını, paranormal
olguların Dünya’nın mekanizmasına uymadığını ileri sürerek, yeryüzünün
yaşıyla kıyaslandıklarında genç sayılan doğa yasalarını sonsuza kadar
geçerli ve değiştirilemez olarak görmektedir. Oysa kendi bilimsel disiplinleri
içinde bile, on yıllardır uzay-zaman şemasının doğanın değil, insanlığın bir
yaratısı olduğu yolunda karşı tezler ileri sürülmektedir. Çoğu zaman akıl dışı
davranışlarda bulunan akılcıların dayandıkları temeller, Galileo Galilei’nin
teleskobun- dan bakmak istemeyen Floransalı bilim adamlarınınkine
benzemektedir. Bu kişiler eğer bakacak olsalardı, Jüpiter’in aylarını
görecekler ve bu da o zamanlar geçerli göksel yasalara uymayacak, yıldızla-
rın sabit durduğu cam küreyi paramparça edecekti. Halbuki kendisinden
alıntılar yaptıkları Aristo’ya elli misli büyüten bir teleskop verilmiş olsaydı,
varacağı sonuçlar da bambaşka olurdu.
Ancak, radikal görüşlü bu küçük grupların engelleyemediği bir şey
varsa o da, Psi faktörünün varlığına olan inancın giderek daha çok
yayılmakta olduğu ve insandan kaynaklanan mucizelerle ilgili olarak
parapsikologlarm baş tanıklık yapmaya devam etmeleridir.
Eğer durugörü, psikokinezi vb. türünden şeyler artık geçerli olarak
kabul ediliyorsa, yaşanılan veya sürdürülen Psi olaylarının sahici olup
olmadığını kesinlikle bilmek konusu o kadar önemli midir?
Öteki bilim dallarına tümüyle kapalı olan ya da içlerine zorlukla
girilebilen insani yetenekler çok sık olmasa bile, duygusal açıdan yüklü
birtakım sorular uyandırıyor. İnsan kural olarak bir şeyde payı olduğunda
sevinir ve sevinmek de onun hoşuna giden bir şeydir.
Bununla ilgili olarak Fuldalı yaşlı bir bayan biraz da şaşırtıcı olmakla
46
birlikte, inandırıcı bir yanıt vermiş oluyor:
Kadıncağız, Uri Geller’in gösterisinden sonra yaptığı açıklamada,
kendi evinde de Psi gücüne tamk olduğunu ve bir kaşığının kırıldığını
bildirmişti. Daha sonraki bir görüşmede ise, kaşığı kendisinin kırdığım itiraf
etti. Amacı, Uri Geller’İn haklı çıkmasıydı; çünkü bu işte "dinsel bir şeyler"
vardı.
Birkaç yıl öncesine kadar parapsikoloji kavramında kullanılan "Para"
kelimesinin İki anlamı vardı: Bu, yalnızca psikolojinin" yanı başında
"ilerleyen" ve bu bilimin "dışında kalan" şeyleri içeren bir araştırma alanı
olmakla kalmayıp, ayrıca "ikinci derecede" kabul edilmekteydi. O sıralar
pek az kişinin bildiği bir şey, Almanya’daki üniversitelerden birine bağlı
olan bir enstitünün, insan ruhunun gizli güçleriyle ilgili araştırmalarda
bulunduğuydu.
İlk olarak okült dalganın herkesçe görülebilecek bir şekilde ortaya
çıkmasıyla birlikte, parapsikoloji de kamuoyunun görüş alanına girdi.
İnsan ruhunun gücü konusunda düşünceye dalma işlemi yalnızca tek
tük kişiler tarafından yapılan bir iş olmaktan çıkıp da, milyonlarca kişiyi
kapsayan ve pek çok tarikata bölünmüş dinsel bir hareket niteliği
kazandığında, giderek daha çok sayıda insan, kendi içlerine dönmekle
yaratmak ve yaşamak istemeyi umdukları kozmik, majik mucizelerin
gerçekliği konusunda kanıtlar İstemeye başladılar.
Birkaç kişide harikulade bir şekilde ortaya çıkan ve son derece sıkı
kontrollü bilimsel testler sayesinde kanıtlanmış olan Psi faktörü sağladığı
şifacılık bilgisi yanında herkeste mevcut genel bir yetenek olarak tarif
edildiği için pek çoklarına da, büyük bir kuvveti kullanmak suretiyle
düşmanca bir dünyada insanca yaşayabilme konusunda sağlam umutlar
vermiştir.
Parapsikoloji, okült dalgayla sürüklenenler için mistik-majik bir dünya
görüşünün kuramsal parçası haline gelmiş bulunuyor.
66
no çoğunda da telepatik sinyaller giremiyor, yalnızca vejetatif sinir
sistemini etkiliyordu. Bugün Psi faktörünün varlığı kanıtlanmış kabul
ediliyor. Bu yüzden de parapsikologların çoğu, telepati veya du- rugörünün
mümkün tek açıklama olduğunu gösteren denemeleri sürdürmeyi gereksiz
görüp, asıl sorunu oluşturan alanlara dönüyorlar: Tekinsiz evler ve
kendiliğinden gerçekleşen Psi olayları.
Öte yandan, DDİ ve psikokinezi de öteki bilimler tarafından,
parapsİkolojİnin temaları olarak kabul edilmiş bulunuyor.
D.Scolt Rogo şöyle diyor: "Numeroloji, Astroloji, el okuma ve ötekiler
okült sistemler olup, dünya ve insan yaşamı konusunda bilgi verirler.
Deneysel bir bilim olan parapsikolojı bu alanda pek az şey başarabilmiştir...
Öte yandan, son yıllarda pek çok yeni "bilim" ve araştırma alanı gelişmiştir
ve bunlar parapsİkolojiyle aynı kapta kaynatılmaya dünden hazırdırlar.
Bitkiler konusühda ilk olarak elde edilmeye başlanan bilgiler, akupunktur,
Kirlian fotoğrafları, hatta ufoîoji türünden şeyler parapsİkolojiyle yakın
ilişkiye sokulabilirdi. Günün birinde bu olabilir; ama artık söz konusu şey
parapsikolojik çalışmalar olmayacaktır, çünkü bu tür alanlar DDİ ve PK’yı
(p- sikokinezi) temel unsur olarak almamaktadırlar."
Durugörü
Duyudışı İdrak Telepati
(DDİ) Prekognisyon (Önceden bilme)
PSİ
Psikokinezi Şİfacıhk
(PK) Uzaktan etki Bitki, hayvan -
insan ve eşya üzerinde
Telepati
19 Aralık 1974 gecesi saat 22.15 İle 22.40 arası ben ve karım telepatik
bir deney yaptık. Daha önceden belirlenen dakikalarda konsantre olarak,
birtakım resimleri aktarmaya çalıştık. İkimiz de ayrı odalarda oturuyorduk ve
aramızda görme ya da işitme bağlantısı yoktu. İlk deneme bîr sonuç vermedi.
O sırada göndericilik görevini karım yapıyordu; kafamda pek çok şekiller
oluşuyor, ama bunların hiçbirini tamyamıyordum.
İkinci denemede göndericiliği ben üstlendim. Bir masa lambasının
resmîni çizmeye başladım ve bunu yaparken de dış dünyayla ilgili tüm
bilgileri kafamdan çıkarmaya çalıştım; aklımda yalnızca masa lambasının
resmi vardı. Sonsuz genişlikteki bir alanın tam ortasında yer alan tek bir
masa lambası. Eşim, kararlaştırılan süre içinde bir masa lambası çizdi.
Onunla bu sonuç üzerinde konuştuktan sonra, denemeyi sürdürmeye karar
verdik. Şimdi de o göndericilik yapacaktı. Daha odama doğru yürüdüğüm
sırada, onun bir yıldız çizeceğini biliyordum. Odada başka sinyaller
bekledim; ama "Yıldız" kelimesi, sürekli yanıp sönen bir ışık sinyali gibi
çakıp durmaktaydı. Sonunda, bir yıldız resmî çizdim.
Eşim de bir yıldız resmi göndermişti; ama daha önce başka şeyler
düşünmüş, ancak birkaç dakika sonra yıldız sembolünde karar kılmıştı.
Bir yıl sonra eşimle yine benzer şartlar altında telepatik deneyler yaptık
ve aynı şekilde olumlu sonuçlar elde ettik.
68
69
81
ya şifacımn yalnızca paranormal yeteneklerle açıklanabilecek birtakım
şeyleri amaçlaması mümkündür; fakat daha da büyük bir olasılık, hastaların
ya da çare arayanların böyle birine başvurdukları pek çok durumda, birtakım
Psi bilgilerinin gerçekten elde edilmiş gibi gösterilmesi sonucu ölümcül
tehlikelerin doğabileceğidir.
Jan Eric Hanussen’in pek çok izleyicisinden bir tanesi, kendisine
başvuranlara, "medyumsal" öğütler vermek ve bu kişilere kesinlikle kanser
olmayacaklarını söylemek adetindeydi. Zamanında kanser yoklaması
yaptırmaları halinde kurtarılabilecek olan kurbanların sayısını belirleyecek
istatistiksel rakamlar ne yazık ki yok.
Herbert Schaefer’in O kül t Uygulayıcıları adlı kitabında ileri sürdüğü
başlıca görüş, "okült atmosferde" mevcut karanlık şifrelerin, başka her
yerdekinden daha fazla olduğudur; kendilerine başvuranların gözünde
Tanrısal güçlerin kişileşmiş hali gibi görünen şifacılar veya görücüler için
hemen hiçbir kurban ihbarda bulunmamaktadır, Onlarca verilen haberlerden
veya birtakım etkilerden kuşku duymak -kanser korkusuyla muayene olmak
da bunların arasındadır- Tanrı’mn gücünden kuşkulanmak gibi bir şey
olacaktır.
Pek çok okültçü de kurnazca davranarak bu kanıyı güçlendirme yoluna
gitmekte, bürolarına ve bekleme salonlarına haçlar asarak, Tanrı’ nın
hizmetçileri ve onun gücünün aracıları olduklarım bu şekilde
vurgulamaktadırlar.
Mucizevi şifacı Bruno Gröning’in yazdığı şiirin kendisi bile iyileştirici
bir akım yayıyor sanki:
"Ben hiçbir şeyim, Tanrı her şeydir
İstediğim ne para, ne pul.
Dileğim ve yapabildiğim
tüm insanlara yardım ve onlara şifa.
Kim Tanrı’yı inkâr ederse ona
yardıma değmez.
Tüm insanların en büyük doktoru
Tanrı’dır ve öyle olacaktır."
Her ne kadar parapsikolojiye yöneltilen eleştiriler son derece aşırı ve
uzlaşmaz bir şekilde onun sahte bir bilim olduğunu, kesin ve sağlam
düşüncelerin yer aldığı bir çağda okültizm yönüne kaydığını İfade
etmekteyseler de, bunlar bir yerde haklı. Şöyle ki, şimdiki durum için
geçerli ifade veya raporlar, birtakım sorumsuzca davranışlarla genel
formüller haline getirilmekte.
Eğer parapsikologlar herkese etkin şekilde uyanda bulunarak, bazı
okült ve paranormal olgulann kandırmaca niteliği taşıdığını belirtecek
olurlarsa, bunun sonucu olarak da bir tür çağrı oluşturarak, birtakım Psi
bilgilerinin ve varılan teşhislerin değişik şekillerde incelemeden
geçirilmesine izin verebilirler. Bu da onların titiz davrandıklarım, yanlış
anlaşılmak istemediklerini göstereceği gibi, amaçladıkları hedefe daha
sağlıklı bir şekilde varmalarını da sağlayabilir. Ne var ki, onlar şimdilik
bundan çok uzaktalar.
Tarihsel geçmişi Aydınlanma dönemine, Franz Anton Mes- mer’e
kadar uzanan şey yalnızca parapsikoloji değil; bu bilime ve onun
öncülerine yapılan eleştiriler de o günlere kadar gidiyor.
Bavyera sarayının danışmanlığını yapan, aym zamanda hukukçu ve
arşiv görevlisi olan Kari von Eckartshausen (1752-1803) yaşamı boyunca
Maji (Büyü), Alşimi (Simya) ve sihir sanatları alanında araştırmalar
yapmış ve Büyücülüğün Keşfedilen Gizemleri adlı eserinde de,
günümüzde parapsikoloji içinde düşünülebilecek birtakım olguları doğal
nedenlere bağlamış ya da bunların foyasını meydana çıkarmıştır.
Onun örnek verdiği olaylardan biri de şudur:
Vaktiyle köylünün birini sıkıntıdan kurtaran kişi ona, her ne kadar
verdiği "büyü" değişik görünüyor olsa bile, tümüyle doğal şeylerden
hazırlandığını söyledi.
Yine bu kişi, komşusunun sırf kavga döğüşle geçen evliliğini de
düzene sokmuş ve bunu da doğal araçlar kullanarak yapmıştı.
O şöyle diyordu:
"Komşu kadının ağzının bozuk olduğunu ve kocasıyla tartıştığı
sürece, bunun dayakla noktalanacağım biliyordum. Eğer bu kadına,
kocasına baş eğmesini söyleseydim bunun bir yaran olmayacaktı, çünkü
onu tanıyordum. Bunun için bir şişeye taze çeşme suyu doldurarak
üzerine bir şeyler mınldandiktan sonra ona, kocasıyla kavgaya başlar
başlamaz bu büyülü sudan bir yudum almasını ve ne olursa olsun, adam
yeniden sakinleşinceye kadar bunu ağcında tutmasını söyledim. Kadın
dediğimi yaptı. Ancak bu arada asıl büyünün, ağzı dolu olduğu için
kocasına karşılık veremeyişinde olduğunu düşünmedi bile. Sonuç olarak
ne şamata, ne de dayak görüldü. Kadın bu büyü sayesinde tüm inatçılığı
bıraktığı için, bu ikisi mutluluk ve huzur içinde yaşamaya başladılar!"
Yüz yıl sonra ise Alexander Wiesner’in spritİzma ve bunun be-
lirtileri üzerindeki görüşü bayağı sertti. Onun spritüel temalar, öteki
tarafla olası ilişkiler konusundaki açıklamaları şu cümleyle özetle-,
83
nebilir;
"İnsanlığa bir şeyin açıklanması gerekiyor ki, bu da, nedensellik
yasalarından biri aracılığıyla yönetilmekte olan dünyanın, büyü kavramıyla
uzlaşmaz olduğudur. Ya büyü, ya da nedensellik. Yoksa bu ikisi bir arada
olamaz."
Alexander Wiesner’in kuramsal olarak ileri sürdüğü nokta, en büyük
sanatçılardan biri olan Harry Houdini (1874-1926) tarafından pratik olarak
uygulandı. Houdini, medyumların ipliğini pazara çıkarıyor, bu arada çok ün
kazanmış olan Bayan Cecil M.Cook’un yanı sıra, William ve Ira Erastus
Davenport gibi kişileri de dolandırıcı olarak niteliyordu. Bu kişi yalnızca
Los Angeles’de iki yıl boyunca sayıları yetmişi bulan hİIekâr medyumu
polise teslim etti.
Aym yıllarda Almanya’da da Dr. Albert Moll (1862-1934) yaptığı
açıklamalarla medyumların hilelerini ve bunların çoğu şeye paranormal
olgular şeklinde kulp takmalarını gözler Önüne seriyordu. Onun gerçek
olarak kabul ettiği başarılar yalnızca telkin ve hiperes- tezi (duyarlılığın
artması) için söz konusu olabilirdi.
Wilhelm Gubisch de otuz yıldan beridir düzenlediği beş bini aşkın
konferansta, durugörü, telepati ve psikokinetİk güçleri, Dr. Albert Moll’e
benzer şekilde normal yetenekler içinde düşünmektedir. Kendisi,
sürdürdüğü deneyler sonucunda, yaşamları sırasında paranormal
algılamalarda bulunan kişilerin ortalama yüzde yetmiş dolayında olduğunu
belirtmiştir. Deney kişilerinin arasında yer alan Gerard Croiset’nin
başarıları Hans Bender tarafından da paranormal olarak değerlendirilmiş
bulunuyor.
Wilhelm Gubisch deneyler sonucu elde edilen bu beklenmedik
yüzdeye neden olarak, kişilerin sonuç ve veriler üzerinde yorum yaparken,
durugörücülerin ifadelerine uyum gösterme eğilimlerini ileri sürüyor.
"...durugörünüm rastlantısal etkileri bayağı aşan başarılarının
açıklaması, inanç tutsağı durumundaki düşüncenin gizemli işleyişinde,
ilgisiz ya da benzer şeyleri seçme ve bunlara anlam yakıştırma konusundaki
İçsel zorlayışta yatmaktadır."
Zener kartlarından yararlanmaksızın da sürdürülen deneyler sırasında
görülen durugörü başarıları, paranormal yeteneklerin kanıtları olarak
değerlendirilmektedir.
Bir başka gelenekten kaynaklanan eleştiri de Dr. Kurt E.- Koch’dan
gelmektedir.
Sebastian Brandt’m ilk kez 1494 yılında Basel’de yayınladığı Çılgınlar
Gemisi adlı eserin "Yıldızların Gözlemi" başlığı altındaki bölümünde şu
84 dizeyi buluruz:
"Bir Hıristiyana yakışmaz
Kâfirce uğraşlara girmek.
Gezegenlerin yolunu İzleyip,
Günün ticarete,
Ekime, savaşa, evlilik Ve
dostluklara Uygunluğuna
Karar vermek.
Tüm sözümüz, işimiz ve de yaptıklarımızda Tanrı
adı ve hükmü olmalı O da güvenmez onlara,
Yıldıza güvenenlere."
Günümüzün Hıristiyan yazarı da benzer şekilde formüle ettiği sözlerle,
tüm okültizm ve ayrıca tüm parapsişik olgular için uyarıda bulunmaktadır:
"Eğer bir Hıristiyan medyumsal güçler kullanırsa, bu suçu için boşuna
af bekler... Eğer Tanrı geleceği bizlerden gizliyorsa, bu onun merhametli
oluşundandır. İleride başımıza neler geleceğini bi- lebilseydik, tek bir
anımız huzur içinde geçmezdi."
Böyle bir kişi tüm okültsel görünümlerin şeytan tarafından sağlanan
yetenekler olduğu gerçeğine inandığından, şu Öneride bulunmaktadır:
"Bir Hıristiyan kendinde medyumsal bir yetenek olduğunu keşfederse,
bunu geri alması için Tanrı’ya dua etsin." (Kurt E.Koch:Ö- kültizm’in
ABC’si).
Kilise tarihçisi ve karşılaştırmalı din bilimleri profesörü olan Ernst
Benz, her şeyden önce dinlerdeki okült ve paranormal olgulara ilgi
duymakta olup, insani bir yetenek olan Psi İle, Tanrı’dan gelen mucizeler
arasında bir fark görmektedir. O bir uyarıda bulunarak, her ne kadar görünüş
şekli olarak birbirinin aynı iseler de, parapsişik olgularla Tanrısal etkileri
çabucak karıştırmamalarını söyler. Psi, bencilce amaçlar uğruna kullanılan
bir güç sömürüsü halini alabileceği halde, bir Hıristiyanlık karizması
(Tanrısal bağış) olan mucize her zaman için Göksel Kralhk’tan kaynaklanır.
Parapsikologlar bu farklı eleştirilere nasıl bir tepki gösteriyorlar?
Hemen hemen hiç.
Ya da, pek az onaylanan bir iki kelime ve bunların ardından gelen bir
yığın azarlamayla.
Herbert Schaefer’in Okiilt Uygulayıcıları adlı kitabı hakkında Hans
Bender, orada saf inançlar ve tehlikeli aldatmacalar konusunda Önemli
materyelin yer almakta olduğunu, ama parapsikolojiye de hemencecik boş
inanç damgası vurmanın, boş inancın kendisi olduğunu söyler. Onun
Wilhelm Gubisch’in eleştirileri hakkındaki görüşü de benzer niteliktedir.
85
Parapsikologların mucizevi şifacıîar ve durugörücülerle olan
ilişkilerini ilgilendiren haklı iddiaları çözümlemekten, gerçeği araştıran bir
bilim olarak kabul edilmemek korkusuyla vazgeçilmektedir. İşte bu yüzden
de, "boş inanç" sözcüğü, kullanılmaksızın iade ediliyor.
88
ATH
DEATH
Dört Tarot karti. Yüzyıllardır "Bilinçdışının dışarıya çıkmasına yarayan bir kanal" olarak
nitelenen oyun kağıtları, paranormcu bilginin algılanması için bir ortam olarak da kullanılmıştır.
Kötü hava şartlarım giderme uzmanı Josef Knoli Resimdeki elektron-kom- pensatörünün fişini
prize sokmakla, kara bulutlar dağılıveriyor iddiasında. Ne var ki Alman patent bürosu bu icat
konusunda pek ikna olmuş değil ki, patentini vermemiş. Aynca, Knoli tarafından "koruma altına
alınan binalara yıldırım düşmesi de, kompensatörün etkinliği konusunda şüphelere yol açmıştır.
SCHEMHAMPHORAS SCHEMHAMPHORAS.
x?ı. mx.
SenseptUaginteduojiimnadbminainZirigm
ffeimicetjden&font semperfymen (kipine k- faniur âprmcipû>Jın&/ \ pel
ad&ccfrisautsi.
C Kanfcrettr-O
c% ’erdene- Sente.)aDM^s=t=a
"Süleyman’ın anahtan"ndan Şemamforlar: Doğru bir şekilde yerleştirilmiş olursa, Tann’nın 72
adı, Majisyen ve Kabbalıstlene bakılırsa, mucizevi etkiler yaratabiliyor.
Bununla ilgili olarak Fııldalı yaşlı bir bayan biraz da şaşırtıcı ol-
makla birlikte, inandırıcı bir yanıt vermiş oluyor:
Kadıncağız, Uri Geller’in gösterisinden sonra yaptığı açıklamada,
kendi evinde de Psi gücüne tamk olduğunu ve bir kaşığının kırıldığını
bildirmişti* Daha sonraki bir görüşmede ise, kaşığı kendisinin kırdığını
itiraf etti. Amacı, Uri Geller’in haklı çıkmasıydı; çünkü bu işte "dinsel bir
şeyler" vardı.
Birkaç yıl Öncesine kadar parapsikoloji kavramında kullanılan
"Para" kelimesinin iki anlamı vardı: Bu, yalnızca psikolojinin" yanı
başında "ilerleyen" ve bu bilimin "dışında kalan" şeyleri içeren bir
araştırma alanı olmakla kalmayıp, ayrıca "ikinci derecede" kabul
edilmekteydi. O sıralar pek az kişinin bildiği bir şey, Almanya’daki
üniversitelerden birine bağlı olan bir enstitünün, insan ruhunun gizli
güçleriyle ilgili araştırmalarda bulunduğuydu.
İlk olarak okült dalganın herkesçe görülebilecek bir şekilde ortaya
çıkmasıyla birlikte, parapsikoloji de kamuoyunun görüş alanına girdi.
İnsan ruhunun gücü konusunda düşünceye dalma işlemi yalnızca tek
tük kişiler tarafından yapılan bir iş olmaktan çıkıp da, milyonlarca kişiyi
kapsayan ve pek çok tarikata bölünmüş dinsel bir hareket niteliği
kazandığında, giderek daha çok sayıda insan, kendi İçlerine dönmekle
yaratmak ve yaşamak istemeyi umdukları kozmik, majik mucizelerin
gerçekliği konusunda kanıtlar istemeye başladılar.
Birkaç kişide harikulade bir şekilde ortaya çıkan ve son derece sıkı
kontrollü bilimsel testler sayesinde kanıtlanmış olan Psi faktörü sağladığı
şifacılık bilgisi yanında herkeste mevcut genel bir yetenek olarak tarif
edildiği için pek çoklarına da, büyük bir kuvveti kullanmak suretiyle
düşmanca bir dünyada insanca yaşayabilme konusunda sağlam umutlar
vermiştir.
Parapsikoloji, okült dalgayla sürüklenenler için mistik-majik bir
dünya görüşünün kuramsal parçası haline gelmiş bulunuyor.
50
m ^
Eberhard Holz’dan bir karikatür. Batıl itikat, ona inanan için bir
gerçekliktir. Ne var ki, gerçeklerin belirli bir şekilde yorumlanmasıyla
gerçekliğin yaratıldığı, bu arada unutulmaktadır.
Sfusepluagmtizdu&J)ımnaAi>mınainhinguaN/'inri-ca-idenaüsnt-srmpgrjloTrten
dei,siwü.funturaprmcıptûjzn&/\velfcd&rtrifauJtsi - wiffris:
su/ıi&ı/s. "top^n/isvir-ütüs.
■ iifca^iirı,, jb¥, ,maa^at^^^=a
C y+nisrtySeÜe.)
f -ffâttârtEfri)
Çin Halk Cumhuriyeti’nİn parti yayın organı olan Kızıl Bayrak, 1975
Ocak ayında bir yazı yayınladı. Bunda, Sovyetler Birliği’nin yöneticileri
suçlanarak, yürütülmekte olan parapsİkolojik araştırmaların, bir tür dinsel
mistisizme dönüş niteliği taşıdığı belirtilmekteydi. Dinîn artık havı
dökülmüş olduğu için, Sovyetler’in revizyonist bilim adamları, ruhu
kiliseden çıkararak bilim laboratuvarlarma taşıyacaklardı. Lenin’e hainlik
eden oğullar ve torunlar, haçı olmayan bu dini koruma altma almakla,
diyalektik materyalizmin gerçeklerini de bir kenara bırakmış olacaklardı.
Heinz C.Berendt, başkalarının yanı sıra Uri Geller tarafından da
gösterileri yapılmakta olan Psi olgularına karşı duyulan şimdiki ilginin
nedenini, çağın genel havasına ve tam bir antimateryalist akıma bağlıyor.
Aranmakta olan şey, içinde mistisizmin her türünün yer aldığı, yaşamın
yeni görünümleridir. O şöyle diyor: "Bilinen doğa yasalarım kıran, olası
ya da kanıtlanmış görünen bu öğretiler, atom çağında etkilerini kaybetmiş
olan pek çok dinsel yönün yerini alacaktır."
Fuldalı yaşlı bayanın dediği gibi, Uri Geller’in başarılarında dinsel
bir yan da bulunduğu için, bu tür mucizeler bir tür korunma görecektir.
Parapsıkologlar bu tür görüşlere karşı çıkıyorlar. Onlara göre, "Kızıl
Bayrak"ta belirtildiği üzere, Psi faktörüne İlgi duyulduğu konusu kısmen
doğru olmakla birlikte, bu ilgi parapsikolojİye yönelik değildir.
Heinz C.Berendt şunları yazıyor: "Her ne kadar okiilt görüntülerle
96 uğraş pek çok kişi için dinin yerini alacak şeyler gibi görünmekteyse
olan
de, parapsikolojinin böyle bir şeyi üstlenemeyeceği noktası da
vurgulanmaktadır; çünkü o, öteki tarafla ilgili problemleri yalnızca
bilimsel nitelikte ele almakta olup, açıklanamaz nitelikteki paranormal
olguları, bu arada telepati, durugörü, Önceden bilme ve tekinsizev gibi
durumlan deneysel çerçeveler içinde kanıtlama yoluna gitmektedir. Onun
çabası, bilinçdışı yanılmaları veya bilerek yapılan aldatmacaları, batıl
inançlı davranışları ortaya çıkarmak ve paranormal akışla ilgili bilg
eksikliğinden doğan bu tür şeylere karşı çıkmaktır."
Ruhçular sürdürdükleri araştırmaların, öteki tarafla kurulan
ilişkilerin bilime dayandığını, herkes tarafından kanıtlanabilir şeyler
olduğunu ve ayrıca insanlığın ilerlemesine de hizmet eden bu çalışmaların
sırf bu nedenle bilimsel sayılması gerektiği görüşündeler.
Kitabın daha önceki bölümlerinde de sözü edilen Scientologlar
(Dianetik uygulayıcıları) ruhlar dünyasıyla konuşabilme olanağı sun-
mamakta, aksine, Theta şeklinde bedenden sıyrılan Tanrı benzeri bir
olgunun kendisinde geleceği görmektedirler. Bunlar, bilimsel öğretileri
gereği, ruhun sıkıntılardan ve travmatik sonuçlardan kurtulup
aklanacağına ve bunun da bir tür yalan dedektörü (E-metre) sayesinde
belirlenebileceğine kesin olarak inanmaktalar.
Parapsikolojinin bu iki dinle de ortak yanları var.
Ruhçuların spritüel celseleri, hazırlanan protokollerdeki titizlik, öteki
tarafla ilgili usul ve metotların yeniden gözden geçirilmesine benzer
şeyler, parapsikolojide de görülüyor. Psi yeteneğine sahip kişiler üzerinde
sürdürülen deneyler ve çalışmalar bilimsel yeterlikte sayılıyor.
Scientoloji için E-metre neyse, parapsikoloji için de Psi kayde-
97
dici aynı şey. Bu iki cihaz da, başka gerçekliklerden kaynaklanan ruhsal
geçişleri gösteriyor.
Farapsikolojİnin Kızıl Bayrak tarafından, bu dünyaya yönelik bir din
şeklinde ifade edilişi gerçeğe bayağı yaklaşmış olmakla birlikte, bana tam
bir bilgi vermiyor. Psi kaydedici ve benzeri şeyler tıpta, kuantum fiziğinde
de kanıtlanabilir. Beni asıl etkileyen, bilinçsizce kullanılan dil, Incil’in
gezginci vaizlerine özgü o dinsel ifade.
Parapsikologlar sürdürdükleri kamtsal çalışmalarda ve tariflerde,
öteki alanlarda gerçeğe yaklaştırıcı olarak kabul edilmiş bulunan
örneklerden yararlanıyorlar.
Peter Ringger ParapsikolojvOkültizm’in Bilimi adlı kitabının giriş
bölümünde, Psi faktörüne ilgi duyanları üç gruba ayırıyor:
Safdillen Zaman zaman iç ve dış tehditler sonucu, denize düşen
yılana sarılır örneği, okültizmi yeğleyen grubun beklediği şey, bir inanç
ya da transandantal bir kazanç durumu olmayıp, aksine mucizeler ve de
bunlar sonucu oluşacak duygu gıdıklanmasıdır.
İnançsızlar: Bunlar, sıkı bir denetleme sonucu geriye kalan tek şeyin
okültizm olduğunu iddia ederler.
Tarafsızlar: Yazar, belki de kendi dinsel kökeni açısından fazla güçlü
görünen "İnançlı-mümin" ifadesini kullanmayarak yaptığı belirlemede
bunların, bilimin yanılmazlık dogmasının önemini bilen kişiler olarak,
yukarıdaki İki gruba da inanmadıklarını, kararlan kendilerinin verdiğini
ifade eder.
Bu arada, din değiştirenleri de gerçek inançlılar arasına sokmak
gerekiyor:
Sheila Ostrander ve Lynn Schroeder birlikte yazmış oldukları Psİ ile
Önceden Bilme adlı kitapta, pletsimografla yapılan biyoileti- şim
denemelerinin John Mihaleasky’nin din değiştirmesine yol açtığım
belirtirler.
Parapsikolojinin anekdot hâzinesinde buna benzer pek çok din
değiştirme olayı yer almaktadır. En ünlü parapsikologlann daha önceleri
inançsız kuşkucular olduklarım çok yerde okursunuz.
D.Scott Rogo, Cesare Lombroso’yla ilgili olarak şunları yazıyor:
"Lombroso, sonunda bîr denemeye çağrılıncaya kadar Psi konusunu
dikkate almadı; onun bu çağrıyı kabul edişi de isteksizceydi ve sırf
entellektüel dürüstlük hatırma bunu geri çeviremedi. Önyargılarım bir
tarafa bırakarak katıldığı birkaç deneme ve celse sonucunda ise, kısa bir
süre önce kabaca-İtelediği konunun savunucusu haline gelmişti."
Havariler tarihinde bu konudaki ilk öyküye göre, "İsa’nın hava-
rilerine karşı, burnundan soluyarak ölüm tehditleri yağdıran Sau- lus,
102
başrahibe çıkarak, Şam’a gitme ricasında bulundu." Ama oradan
döndüğünde artık Paulusc olmuştu.
Bugün de dinsel yazılarda ve Hıristiyanlık takvimlerinde Sau- lus-
Paulus öyküsüne benzer, katı yürekli krallarla ilgili öyküler yer almakta;
bu kişiler gerçek krallığın ne olduğunu bir anda anlamışlar, paralarım
fakirlere, kalplerini de Tanrı’ya bağışlamışlardır.
Rock’n Roll yıldızı Cliff Richard’ın Öyküsü de sevimlidir: 1957
yılında zirvede bulunan bu sanatçı "Şeytan’ın müziğini" bıraktı; gitarım
orgla değiştirdi ve küçük bir kilisede ilahiler çalmaya başladı. Nedeni, bir
yangında ölmek üzereyken, Tanrı’nm kendisini mucizevi bir şekilde
kurtarmış olmasıydı.
Din değiştiren ne kadar ünlü ve önceleri ne kadar kuşkucuysa, onun
verdiği bu örnek, kararsız yığınlar üzerinde o derece etkili olmaktadır.
New York Üniversitesi Kent Koleji’ nden Gertrude Sch- meidler, Psi
faktörü konusunda görüşe sahip olmanın, bu yeteneği etkileyip
etkilemediğini ortaya çıkarmak istedi. Üzerinde deney yapacağı kişileri
DDİ’ye İnananlar ve inanmayanlar diye ikiye ayırdı; bu İki grup Koyunlar
ve Keçiler diye adlandırılıyordu.
Sonuçta Keçiler, sonsuza kadar Araf ta dolaşacak olmamakla
birlikte, Koyunlarla kıyaslandıklarında, durugörü testlerinde bayağı düşük
düzeylerde kaldılar.
Kararsız ve kuşkucular üzerinde Saulus-Paulus öykülerinin yanı sıra,
farkında olmaksızın yapılan birtakım benzetişimler de etkili olabiliyor (O
kadar kral, akıllı ve bilge kişi bunu gerçek olarak kabul ettiklerine göre,
cahil, zavallı ve budala biri olan ben de en kısa yoldan doğru yolu
bulmalıyım). Bunlara ek olarak, Incil’den alman o çok tanınmış dekorlar
ve vaizlerin kanonik konuşmaları da, parap- sikolojik haberlerin
gerçekliğini gün ışığına çıkarmada yardımcı olu- yor.
Bilimsel denemeleri herkes için kontrol edilebilir şekle sokan şey
göz kamaştırıcı bir ışık değildir, aksine bu, kiliselerin, seansların, büyü
çevrelerinin günlük yaşama yansıyan ve başka şeyleri örten ılık
ışımalarıdır. Öte yandan, birtakım bilinçsiz benzetişimler de bilimsel
olmayıp büyüseldir vc bunlar, astrolojinin üniversitelerde ders olarak
okutulduğu, Mikro ve Makrokozmos, insan ve gökyüzü arasında köprü
kurulduğu eski çağlardan kalmadır.
Parapsikolojinin temsilcileri tarafından kullanılan dile göre hü
103
Profesör Hans Bender olayın öyküsünü ve kan mucizesiyle ilgili bu
geleneği yerinde incelemiş, gerçek olduğu kanısına varmıştır. O, bu olayla
ilgili olarak, yörede sık rastlanan hayalet olgularıyla ve "dokunaklı
ortamla" bir paralellik kurmaktadır. Yazdığı makalede de belirttiği gibi,
inançlı insan grupları saatler boyu dua edip yalvarmakla, gerçekliğinden
kuşku edilmeyen birtakım görüntü olaylarına neden olmaktadırlar. Ortada
bir aldatmacanın olduğuna ilişkin tez, bu tür olayların yüzyıllardan beri
sürdüğü düşünülürse, kendiliğinden çürümektedir.15
Hans Bender’in Januarius olayıyla ilgili yazısı okunduğunda, birkaç
şey dikkati çekiyor:
Kendisi, kan mucizesinin gerçekliğine yöneltilen ve ta eskilere
uzanan itirazları ikinci elden veriyor; onun almtı yaptığı metinlerde,
mucize olayı kanıtlanmış bir gerçek olarak gösterilmektedir.
Hans Beııder’in olayı ele alış şekli, kan mucizesinin gerçekliğini
göstermek İstermiş gibi. Bir yandan, olayın doğruluğu konusunda tanıklar
gösterirken, yöneltilen eleştirileri niçin aynı çerçeveye sokmuyor?
Kurumuş durumdaki kanın belki de doğal nedenlerle sıklaşabileceği
olasılığını neden bizzat araştırmıyor?
Onun, Halle, Wegleb, Rosenthal ve Eckartshausen gibi yazarlar
tarafından derlenmiş olan Eğlendirici Hünerler Üzerine Sohbet adlı kitabı
çürütme niyeti yok; yalnızca toptan reddediyor. Bu yazarlar Napoli’deki
kanın yapay olduğunu iddia etmekte, böyle bir maddenin hazırlanabilmesi
için tam bir formül vermekte ve sonuçta şuna dikkat çekmektedirler:
"Bu madde, ismin düşmesiyle birlikte kurumuş kam andıran kırmızı
bir götünüm almakta ve örneğin ışıklann neden olduğu hafif bir ısı
artışında da stvılaşmaktadır."
Hans Bender görünüşe göre o kalıntıların gerçekliğine de inanmış
durumda; çünkü yazısında bununla ilgili hiçbir kuşku sezilmedi- ği gibi,
kendisi de kalıntıların aslı astarı konusunda bir araştırmaya girişmiş değil,
öte yandan, aziz kalıntılarının anlamı ve yaygınlığıyla ilgili tarihsel
şartlara da kendiliğinden bir inanmıştık gösteriyor.
Bu kan mucizesinin bir zamanlar gerçekleştiği noktasından yola
çıkılsa bile, o eski olayla şimdiki şekli arasmda geniş bir "ara ortam"
uzanıyor; bunun içinde yer alan şeyler ise inançlar, tahminler,
99
15 Hans Benden Aziz Januarius’un Kan Mucizesi, (Verborgene Wirklichkeit) Gizli
Gerçekler adlı eserde, s.93-112.
küm vermek gerektiğinde, o bilimsel bir dindir. Onun koyduğu kural, Psi
faktörünün var oluşu, bir gerçek olarak her yerde geçerli ve bilimsel
olarak da kabul edilmiş durumda. Halbuki birtakım ütopyalar, açıklamalar,
kendini gerçekleştirmeyle ilgili umutlar ve ruhun gücü sayesinde elde
edilecek yeni boyutlar dinsel nitelikli görünüşlerdir; bunların başardığı tek
şey ise parapsikolojinin çekicilik ve popülerliğini arttırmak oluyor.
KÜMELEŞMELER VE 4. BOYUT
"Varşova’daki bir evin altıncı katından tepesine ölii kaz düşen adam,
beyin sarsıntısı geçirdi. Kazın soğutulmak için pencereye asılmış olduğu
belliydi. Hastanedeki kişi mesleği sorulduğunda şu yanıtı verdi: Tavuk
kızartıcısı."1.
Bîr rastlantı mı?
”34 yaşındaki Cenovalı bir memur, 80 yaşındaki annesini başına
İsa’nın dirilişini gösteren bir tabloyla vurarak öldürdü. An.leşiyle kavga
etmiş olan adam henüz yakalanmadı."
Bu olaylar yalnızca birer rastlantı olarak görülseydi, herlıalde
gazetelere geçmezdi.
Wilhelm von Scholz "rastlantı" kelimesini, kendini gösteren bir
bağlantıyı görmezden gelmek veya bunu kuşkuyla karşılayarak, yadsımak
şeklinde tanımlıyor. Ona göre rastlantı olarak adlandırılan durum,
birbirinden bağımsız iki veya daha fazla nedensel zincirin aym yer ve
zamanda birbiriyle kesişmesi olup, şaşırtıcı sonuçlara yol açan bu olguda
belli bir anlamın ya da oyunsal bir amacın görülüyor olması söz
konusudur. Kendisinin bu amaçla topladığı bîr yığın rastlantı örneği de
onun temel düşüncesini onaylar nitelikte.
Kısacası, dünyada olup bitenler de bizlerdeki tasavvurlarla aynı
yasaya tabi.
Bundan birkaç yıl Önce Paul Kammerer anlamlı rastlandlarla İlgili
bir kuram oluşturdu. Uzun zamandan beri iddia edilen onun da dikkatini
çekmişti: Sık sık yinelenen bazı olaylar, rastlantılar, diziler halinde ortaya
çıkmaktaydı.
Wilhelm von Scholz bir diziyi şöyle tarif ediyor: "Oradaki benzer
şeyler, olaylar, yer ve zaman yönünden düzenli yinelenişler şeklinde
belirmekte olup, bunların ancak titizce araştırmalarla odaya çıkanîabilen
detayları ise, aym olmayan, fakat birlikte etkide bulunabilen birtakım
nedenlere bağlanabilir."
Aynı kişinin, dizilerin gerçekleşmeleri konusunda verdiği şaşırtıcı
basitlikteki açıklama da, bu alanla ilgili görüşümüzde çok önemli bir
dönüşüme yol açıyor:
”Dünyada sergilenen çeşitlilik, sürekli olarak yinelenen, olası ni-
telikli her şeyin ve olayın kaçınabileceği ölçüde büyük değildir. Bunların
(1) FAZ, 11.12.76, s.7
104
hep görünmekte oluşu insana mucize gibi geliyor; halbuki görülmemeleri
mucize olurdu."
Scholz, genelde çok öğeli dizilerin nedenlerini süredurumda, bir güç
etkileyinceye kadar eşyanın hareketini belirleyen kuvvette görüyor. Bir
olayın doğumuna yol açan güçler, aynı Örneğe göre belirecek başka
olayları da etkilemekteler. "Yinelenen olaylar, bedeni ve onunla ilgili
güçleri meydana getiren aynı süredurum yasasından etkilenmedeler... Bir
insanın gücüyle kıyaslandıklarında, oran dışı bir kararlılık gösteren bu
kuvvet ve yasalar, aynı takımyıldızların ortaya çıkışı sırasmda onlara eşlik
eden durumları ve bu gibi şeylerin yüzyıllardan beri yinelenmekte oluşunu
açıklar nitelikte."
Carl Gustav Jung’un senkronizasyon ilkesine çok benzeyen ras- lantı
kuramı, anlamlı, fakat aralarında nedensel bağ bulunmayan olayların
çakışmasını açıklamak İddiasındadır.
Onun "tesadüfler" diye adlandırdığı şey iki öğelıdir. En derin
katmanda ona örnek olarak yer alan bir kavram -herkesin potansiyel ortağı
bulunduğu kolektif bilinçdışı- bilinç düzeyine yükselir ve dış dünya
olaylarıyla ilişkiye geçer. "Doğrudan veya dolaylı olarak dışarıdaki
objektif olayla ilgili beklenmedik bir içerik, alışılagelmiş psişik dummla
çakışır; ben buna senkronizasyon diyorum."
Heİmito von Doderer Şeytanlar adlı romanında, nedensellik dışı
kavramlarla gerçek olaylar arasındaki bağlantıya güzel bir örnek veriyor:
"Sözgelimi, yolda yürürken birini canlı şekilde düşünmeniz halinde,
birdenbire onu yolun kıyısında duruyor görebilirsiniz. Tam onu se-
lamlayacağınız sırada bir bakarsınız ki, bu kişi başka biri. Adamı ben-
zetmişsinizdir kısacası. Bana kalırsa, bu olay iki sokak sonra yeniden
tekrarlanabilir; öyledir de. Benim de başımdan birkaç dakika arayla
geçen olayın İkincisinde, gerçek kişiyle karşılaştım. Böyle bir durumda en
iyisi şunu söylemek olurdu: Evet bayım, işte buradasınız; yarım saattir
sizi bekliyordum! Aslında birine bunu söylemek olanaksız; ama en
azından bunda bir gerçek payı olacaktı."
İlk okuduğunuzda böylesine kuşkulu görünen kuramlar, kendi
aralarında da tutarsızlık gösteriyor. Arthur Schopenhauer "Fertlerin
kaderiyle ilgili kasıt unsuru üzerine transandantal düşünceler" ileri
sürerken, metafizik alandan ayrılmıyor ve bu çerçeve içinde de şu
tarife varıyor: "Rastlantının anlamı, nedenselliğe bağlı olmaksızın
zaman içinde bir buluşmadır." Paul Kammerer ve Carl Gustav Jung,
benzer bir kavrama varmak için, doğa bilimleri İle ilgili hedeflerden
ve alışkanlıklarından fedakârlık etme durumunda kalıyorlar. Bunlar,
nedensellik dışı bir ilkeyi nedensel kavramlarla tarif etme yolunu
105
tuttuklarından -Arthur Koestler’in de formüle ettiği şekilde- tıpkı
dinbilimcilere benzemekteler; çünkü onların da yaptığı şey, bir
yandan Tanrı’yı insani tasavvurlar dışında belirtirken, öte yandan
onu tarif etmeye çabalamak.
Parapsikologların bu tür çalışmalardaki durumları nasıl?
Hans Bender’in "Anlamlı Rastlantılar Üzerine" adlı konferansı
Schopenhauer, Scholz ve Jung’un kuramlarının dışına pek çıkma-
makta ve belirsiz bir kehanet havasıyla sona ermektedir: "Ruh ve
madde arasındaki Dekartçı uçurum kuşkulu bir durum almıştır."
Werner F.Bonin raslantıda, "nedenlere bağlı olmayan bir olayı"
da görmekte fakat von Karmerer ve Jung’un ileri sürdükleri ne-
densizlik kuramından açıkça ayrılmaktadır. "Eğer bu varsayım ka-
bul edilecek olursa, nedensel bir anlayışa olanak sağlayabilen Psi iş-
levi fazlalık gibi görünecektir."
Parapsikologlar şimdiye kadar rastlantılarla anlamlı olaylar
arasındaki farkı belİrleyemedikleri gibi, kendiliğinden beliren duyu-
lardışı algılamanın da rastlantısal veya paranormal olup olmadığım
söyleyebilecek durumda değiller. Bir paranın on kez havaya atılışı
sonucu hep tura gelmiş olması gerçekten İlginç bir dizi oluşturmakla
birlikte, burada ille de parayı atanın psikokinetik yeteneklerinden söz
edilmesi gerekmez. Paranın kendisi için geçmiş diye bir şey olmadığı
gibi, üst üste on kez tura geldiğini hatırlatacak bir hafızası da
bulunmamaktadır. Bu yüzden de on birinci atış, birincisinden farklı
değildir. Kısacası, tura gelme şansı 1/11 olmayıp, 50/50’dir.
Bizim görüşümüz budur. Bizler önce kafamızda bir zincir oluş-
tururuz; gerçekte halkaların birbiriyle bağlantısı yoktur. Rastlanan
diziler göreceli bir sıklık oluşturmakla birlikte, sayısal sonuçların bize
düşündürdüğünün aksine -Othmar Sterzinger’in daha 1911 yılında
gördüğü gibi- bunlar birtakım "yumaklardan" ve boş alanlardan
oluşmaktadır.
Öte yandan Wilhelm Gubisch’in durugörü deneyleriyle ilgili
olarak söylediği şey, rastlantısal isabetleri paranormal olgulardan
ayırt etmenin son derece zor, hatta olanaksız olduğudur.
Rastlantısal durugörünün şaşırtıcı bir örneğini, Jonathan
Swift’in Gülliver’in Yolculukları adlı eserinde görürüz. Onun üçüncü
kitabında Laputa diye adlandırılan yerdeki astronomlar, bu alanda
Avrupalı meslektaşlarından herhalde çok ileride olmalıydılar; çünkü
Mars’ın çevresinde iki küçük yıldız veya uydunun dönmekte
olduğunu söylüyorlardı.
Mars’m bu iki ayı, Phobos ve Deımos ancak yüz elli yıl sonra
A.Holl tarafından keşfedildi.
106Anlamlı rastlantıları Psi faktörüne bağlayarak, bunların neden-
sel olduğunu düzgün ve rasyonalist bir dünya görüşüyle kanıtlamak
şeklen başardı olmakla birlikte, içerik yönünden hep eksik kalmak-
tadır.
Psi kuramcıları için daha da sıkıntılı bîr durum, bunların zama-
nın yapısı ve niteliği üzerinde düşünmeye başlamalarında doğuyor.
Bu kişilerin yaptığı açıklamalar ve betimleme denemeleri sık sık bi-
limkurgu romanlarındaki pasajları anımsatmakta.
Profesör ZÖllner, medyum Henry Slade’in düğümlü ipler üze-
rinde sürdürülen çalışmalarda gösterdiği yeteneği ancak tek bir şeyle,
onun dördüncü boyut olan zamanı algılayabilmesiyle açıklıyordu.
Profesöre göre, medyum zaman içinde geriye giderek, iplerin henüz
düğümlenmediği duruma ulaşıyor ve sürekli nitelik taşıyan zaman
akımım ileriye, şimdiki yöne çeviriyordu.
Bugün de görülen önceden bilme olgularıyla ilgili olarak, kulağa
iyi gelen birtakım kuramsal görüler ileri sürülmekteyse de, aslında
bunların gerçek işlevi şu: Duyulan çaresizliği, etkileyici bir laf ka-
labalığı arkasında gizlemek. Paralel evrenler, kıvrılmış uzay, iki bo-
yutlu zaman ve üst uzaya açılan zaman tünelleri gibi şeyler sözü edi-
lenlerin birkaçı.
Anton Neuhâusler iki tür gerçeklik ileri sürüyor: Maddesel ve
fikirsel... Fikirsel olanı bir tür taslak olup, Psİ yetenekli biri tarafın-
dan algdanabilmekle birlikte, bunun ille de uygulamaya konması ge-
rekmez. Gerçeklikle ilgili birtakım şartların değişmesi halinde, bu tür
olgular da ortaya çıkmaz. Bu da, kötü bir şeyler olacağım sezerek
arabasını garajda bırakan kişinin durumuna benzer. Önceden bilme
denen şey de gerçek olaylarla ilgili değildir; zira bunlar engellenebilir.
Bu tanımlama daha çok, gerçek olayların gelecekte oluşturacağı
görünümle İlgilidir.
Charles A. Muses yaptığı fizik deneyleri sırasında akım kesme
sinyali verildiğinde, bozulmuş nitelikli elektromanyetik durumlar tespit
edildiğini ve iki "haberci dalga"nin bunu bildirdiğini söylüyordu. Kendisi,
bu olguları, bir okun hedefe uçmakta oluşuna benzetiyor. Onun önünde
giden "haberci dalgalar" hedefe varmaktadır. Ama okun kendisi, son anda
ortaya çıkan bir engel nedeniyle yon değiştirebilir.
Muses’in prekognisyon (önceden bilme) haberciliğiyle ilgili görüşü
aşağı yukarı böyle. Bilinç, haberci dalgalar sayesinde gelecekteki
olayların bir resmini elde edebilmekle birlikte, bu olayların ille de Önceki
resme uygun olmaları gerekmiyor, çünkü bu arada şartlar değişebilir.
Rastlantılar ve zaman kavramı, parapsikologlar için birer tökezleme
unsuru niteliğinde. Bunların kuramları da insana üfürükçülüğü
anımsatıyor: Büyücüler de güçlü, ama içerikten yoksun sözler aracılığıyla
bilinmez ve inatçı şeyleri kovmaya çalışırlar. 107
DDİ + PK = MAJİ Mİ?
Binlerce kitapta sözü edilen Psİ bilimi eleştirici bir bakışla gözden
geçirildiğinde, geriye pek az şey kalıyor. Bunlar da varsayımlar, inanca
dayanan bilgiler, bilimkurgu niteliğindeki kuramlar ve az sayıdaki
bilgiden üretilmiş birtakım çeşitlemeler. Eğer pek çok kİşİ bizzat
vardıkları parapsişik sonuçlar konusunda bilgi sahibi olmasalar ve Psi
faktörünün herkes için geçerli olduğunun bir kanıt gerektirmediğini
bilmeseler, halen mevcut bilgiler de tehlikeye girerdi.
DDİ ve PK için üst kavram niteliğindeki Psi’yi tarif etmek kolay ve
hemen tüm yazarlar da onu aym şekilde kullanıyor: Psi, tüm
parapsikolojik olguların, olayların ve düşünce içeriklerinin İşareti olup,
bir aracıya gerek kalmaksızın bilince girmekte veya maddeleri doğrudan
etkileyebilmektedir.
Psi’nİn çıkış nedenini belirlemek oldukça zor. Korku, ölüm tehlikesi,
çatışmalar, hastalık, aşk ilişkilerinin yıkılması, tehditler ve öteki yoğun
heyecanlar bazen bir gücü açığa çıkarıyor ve bu güç birtakım esinlere,
görüntülere ve hayallere neden olabildiği gibi, aynaları kırıp işleyen
saatleri de durdurabiliyor. Psi faktörünün kendiliğinden ve patlarcasına
ortaya çıkma özelliği, laboratuvarlarda ve celselerde karşılaşılan zayıf
paranormal performansı da açıklayabilmekte. Deney ortamında heyecan
düzeyi düşüktür ve etkili bir alan yaratarak, paranormal imdat çağrışım
yayınlayacak iç gereksinme eksiktir.
Pek çok parapsikolog ve yakın bilimlerin temsilcileri, ne kadar farklı
düzeyde veya görünümde olursa olsun, Psi yeteneğinin genel olduğunu,
ancak o varlığın Özelliğine göre değişme gösterdiğini kabul ediyorlar.
Sigmund Freud, bilgilerin psişik aktarımını, insanlığın ilk İletişim
olanağı olarak görmekteydi; ona göre, daha kesin nitelikli ses ve ışık
sinyalleri ancak uzun bir zaman sonra bunun yerini almıştı.
Öteki pek çok Psi kuramcısı da bu görüşü paylaşmakta, DDİ ve PK
yeteneklerinin, insamn henüz iç ve dış dünya arasındaki farkı
belirleyemedıği bir çağda daha uzun yaşamasını kolaylaştırdığına
inanmaktadırlar. Onlara göre, parapsişik olguların ender olarak
gerçekleşmelerinin temeli de budur. Çok eskilerdeki bir sistemin artık
kullanılmayan kalıntıları durumundaki bu olgular, rasyonel haberleşme
olanakları tarafından örtülmüş bulunuyor. Bu nedenledir kİ, bilinç
durumunun hafiflediği trans ve derin meditasyon halleri Psi* nin ortaya
çıkışım kolaylaştırmaktadır.
Bu tür görüşlere paldır küldür dalınacak olursa, Psi gücünün ne
şekilde etkide bulunduğuna ilişkin açıklama denemeleri de kuşkuyla
108
karşılanacaktır. Oldukça serüven kokan bir kuram da aşağıda yer almakta:
Münihli fizikçi J.Wüst’e göre, bazı hayalet olaylarında ve med-
yumsal celselerde duyulmakta olan gürültüler ve bazen de fırtına- mnkini
andırır sesler bir çekirdek patlamasından kaynaklanıyor olabilir.
Medyumdan çıkan nötronlar karşıdaki şeylere çarparak, bunların atom
yapılarında değişimlere yol açmakta ve bu emilme işlemi sırasında da bazı
sesler duyulmaktadır.
Bunu dilimize aktarırsak, şöyle demek gerek: Kesin bir şey bi-
linmiyor. Parapsikologlar Psi faktörünü gerçekten kanıtladılar ya da en
azından insanlıkla ilgili ve tümüyle gözden düşmüş bu kolaylığa dikkati
çekerek dünyayı etkilediler. Psİ’nİn nasıl işlediği ve günümüzde ne tür bir
işlev göstereceği konusu şimdiye kadar yetersiz ölçülerde görüşülmüş
bulunuyor. Amerika’daki Psi ütopyaları, sözgelimi bu gücün borsa
oyunlarında ya da arabaya park yeri bulmakta nasıl
kullanılabileceğine ilişkin görüşler neyse ki hâlâ birer hayal olarak
kalmakla birlikte, günümüz uygarlığının bu arkaik kalıntı için
hazırladığı yolu açıkça gösteriyor:
Sevgi kavramı, duygusal sorunlar yaratmayacak bir cinsellik
şeklinde değişime uğruyor. Yüksek güçlere duyulan inanç, başka
değerlere, tüm dünyayı kapsayan sosyal hümanizmaya yöneliyor. Haz
ve benzeri durumlar dejenere edilmiş olarak, organize bir görünüme
sahip toplumsal gösterilerde sergileniyor. Şov yıldızları ve sporcular,
bir zamanki şamanların toplumsal gücünü elde etmiş dürümdalar.
Kendinde yeterli gücü bulamayan ve toplum tarafından
sindirilemediğini hisseden bireyler bundan eziklik duyuyorlar.
; Samanımızda Psi gücü, onu evcilleştirmek ve bîr alet gibi kul-
lanmak isteyen her denemeye karşı koyuyor. Onu yeni bir doğa bilimi
şeKiıne sokma çabaları da pek az başarı kazanmış durumda. Bu
arada durmadan sözü edilen "Enerji”, "Güç", "Alan" ve "Psikokine-
zi" gibi kelimeler de, şöyle bir görüşe yol açmış olabilir: Duygulardan
ve büinçşiz reaksiyonlardan bağımsız bir yetenek, bir tür akü söz
konusudur ve, ancak doğru şekilde bağlandığında sorun çıkarmadan
işlemesi tnümkündür.
Parapsikoloji bana, iki sömestirde yazarlık ve ressamlık Öğrete-
ceğini vaat eden bazı enstitüleri anımsatıyor. Bu gibi yerler, yeterli
isteğe sahip olan herkese bu tür olasılıkları sunma iddiasındalar.
Evet, herkes okuyup yazmayı veya resim yapmayı Öğrenebilir, ama
pek az kişi sonraki yaşamlarım yazar ya da ressam olarak sürdürebi-
lir. Ötekilerde bunu başarabilmek için eksik olan tarafları saymak
gerekirse, yetenek noksanlığı, sayısız denemelerin sonucu olan be-
lirgin nitelikli eserleri meydana çıkarmayış, estetik, yenilik, eğlendi-
ricilik gibi unsurların yetersizliği, günlük realiteden kaçışa, şifa bul-109
maya veya akıl dışı düşünce modellerine duyulan gereksinime cevap
verememesi yüzünden alıcı bulamama gibi şeylerden söz edilebilir.
Aleister Crowley, büyücü ve astrolog olarak tanımladığı sezgi
sahibi kişilerin birer sanatçı olmaları gerektiği görüşündedir. Onun
bu ifadesi paranormal olgulara aktarılacak olursa, o zaman parapsi-
kolojinin, sanat eserlerinin ortaya çıkışıyla ilgili bir bilim ve bu işle
uğraşanların da birer sanatçı şeklinde belirlenmeleri gerekecektir. Bu
açıdan bakıldığında, o saygıdeğer Goethe, Beethoven, Schopen- hauer
ya da Bosch’un, çağlannm tipik belirtilerini sergileyen eserlerini
hangi etki ve dürtülerle yarattıklarını, bir çözüm anında ortaya çıkan
belli görüşlere ne zaman ve nasıl vardıklarım öğrenmeleri onlar İçin
gerçekten ilginç olurdu.
Ama şu da var ki, sezgiyle ilgili dolambaçlı yollan, bunların
akışını, kafamızdaki yerini araştırmaya yönelen, öte yandan her za-
man için tepkiye açık ve son derece duyarlı böyle bir alana herkesin
girebileceği sonucuna varan parapsikoloji gibi bir uğraşın tez za-
manda duraklamaya uğrayacağı da ortadaydı. Aslında olgunun ken-
disi tartışma konusu olmamakla birlikte, bununla ilgili pek çok ku-
ram kuşku uyandırmakta. Ayrıca tüm insanların gerçek sanatçı ola-
mayacağı da bellidir.
Paranormal olguların sanatsal başarıların aksine mistik-majik
bir gizem taşımaları, kozmik serüvenler, başka gerçeklikler ve güç-
lerle bağlantılı olmaları, toplumda etkisini sürdüren okült dalganın
daha da güçlenmesine ve Psi’ye duyulan ilginin de doğal olarak art-
masına yol açıyor. Bugün ruh gücü aracılığıyla çevreyi doğrudan et-
kileyebilme isteği, insanlara güzel bir dize yazmaktan çok daha çekici
geliyor. Bu nedenledir kİ, İnsanların çoğunluğu hayal kırıklığına
uğraymcaya, umutlarının kırıldığım fark edinceye kadar da parapsi-
koloji güncelliğini sürdürecek.
Buraya kadar ileri sürülen görüşlerden de anlaşdacağı üzere Psİ
faktörü, benim Maji (Büyü) şeklinde adlandırdığım şeyin yalnızca
küçük bir parçasıdır.
Psi denen şey, bir buzdağının deniz üzerinde görülebilen ucuna
benzer şekilde, bilincimize giren ve kendini onun aracılığıyla
açıklayan pek çok büyüsel yeteneğin küçük bir parçasını oluştur-
maktadır.
110
ALTINCI BOYUT
“Altıncı Boyut”, insanın
bilinmeyen gücünü gözler önürıe
seriyor. Konusunun “başucu”
kitaplarından biri olan “Altıncı
Boyut” yayınlandığından bü yana
konusuyla ilgili en çok satan
kitapların başında geliyor.
Maji sanatının tüm alanlarını ve
tarihsel köklerini kapsayan bir
eser olmasıyla yazın dünyasında
çok önemli bir yere sahip.
Batıl inancın, değişik biçimlerini
açıklarken; duyu dışı
algılamaları, büyüsel
uygulamaları,
PSİ alanında elde edilen başarıları
ve insanın bilinmeyen gücünü de
dile getirmektedir. Bilinçdışı bir
gücün ifadesi olarak, insana dost
olmayan ama dış dünyada yaşama
olanağı bulan ruhsal güçler *
hakkındaki yorumları da bu
kitapta bulabileceksiniz. Y
#. ■ /
ALTINCI BOYUT
İnsanın
Bilinmeyen •• ••
RODERICK FELDES
Gucu
"Geçen yıllar boyunca, halkın boş inançlarıyla ilgili nesneleri bana anımsatan ve bende
kısmen de duyularüstü etkiler oluşturan pek çok şey nedeniyle heyecana kapıldım. Aynı şekilde,
eski toplumlann mitolojik kavramlarını da öncekinden belirgin şekilde farklı bir ışık altında
görüyorum şimdi. Kanımca, tüm boş inançların altında bir gerçeklik tohumu ve temel olarak
kabul edilen duyularüstü bir önsezi yatmakta; bu, zamanın akışıyla büyük insan toplumlan
içinde erimiş, onlarca istemli olarak üretilen hayal gücü sonucu her yana yayılmış, ama gerçeğin
çekirdeği pek az ortaya çıkabilmiştir."
’ÇİÇEK İSTEMİYORUM"
15 Temmuz 1974 tarihli Frankfurter AUgemeine’nin spor sayfasında
şunlar yazıyordu: "Finiş fotoğraflarının değerlendirilmesi so
8
nucu, hakemin görüşünün aksine, Thaler Almanya kros şampiyonu oldu.
Yarışmaya batıl bir inanç sonucu 13 numarayla başlayan
1973 yılının 25 yaşındaki şampiyonu ve bu yılın dünya İkincisi so-
nunda şampiyonluğu ele geçirdi."
Demek ki, birine mutsuzluk getiren şey, bir diğerinin bunu bir
mutluluk aracına dönüştürebilmesi halinde başarının garantisi oluyor.
Alman futbolseverlerinin pek çok maçta umutlarını bağladıkları, takımın
santrforu ve de bombacı lakabıyla bilinen Gerd Müller
1974 yılına kadar 13 numaralı formayı taşımıştı. Kendisi, bir görüşme
sırasında, karşı tarafın kalecilerine bela getiren bu rakamın uğuruna
inandığını söylüyordu.
Wolfgang Overath on dört yıl boyunca boynunda bir haç taşıdı;
nedeni, bunun sayesinde ve daha profesyonelliğe geçtiği ilk yıl Köln
takımının şampiyon olmasıydı. Öte yandan, demir ayaklı savunma elemanı
Horst Dieter Höttges 400’üncü lig maçından önce verilen çiçekleri almadı;
çünkü daha iki hafta önce, hem de 34’üncü yaş gününde Saarbrücken’e
karşı oynanan maçta çiçek almış ve beklenmedik bir gol kaçırmıştı.
Kendisi şöyle diyordu: "Bu kez çiçek yok, ancak maçtan sonra eşime bir
buket götürebilirim."
Bir Peru takımının sahibinden aldığı hediye gerçekten ilginçti.
Antrenör Mendes şöyle diyordu: "Minik kafatasım aldığımızdan bu yana
bizim oyuncular çok daha iyi kafaya çıkıyorlar. Arada bir bağlantı var, ama
bunu hiç kimse açıklayamıyor."
İngiltere’deki pek çok futbol düşkünü, şimdi görevini bırakmış olan
milli takım çalıştırıcısı Sir Alf Ramsey’e hâlâ kızgındır. Bunun nedeni ise,
onun Kenyalı kabile doktoru Şerif Ebubekir Ömer’in önerisine karşılık
vermeyİşiydi. Bu büyücü, birtakım şans getirici şeylerden ve büyülü
formüllerden yararlanarak İngiltere’yi ikinci kez dünya şampiyonu
yapacağını garanti ediyordu. İleri sürdüğü tek şart, kendisiyle iki yıllık bir
anlaşma yapılmasıydı. Bu anlaşma gerçekleşmedi ve İngiltere daha ilk
turlarda Polonya’ya yenildiğinde, İngiliz futbolseverler için bunun asıl
nedeni belliydi.
Şu da var ki, birtakım garip uygulamalardan başarı umanlar yalnızca
futbolcular değildir; seyircileri ve hatta takımlar konusunda söz sahibi
kişileri de bunların arasına katmak gerekiyor.
Bu konudaki en iyi örnek, uzun yıllardan bu yana futbol takımının
başkanlığım yapmakta olan Dr. David Rothschild’dir. Bu tanınmış ve aklı
9
başında doktor, Bornheimlı takımı için bir başarısızlık tehlikesi
belirdiğinde en koyu türden boş inançlara kapılırdı. O zamanlar takımın
sahası Seckbacher Landstrasse’deydi ve genellikle yabana takımlar orada
maç alamıyorlardı. Bu yüzdendir ki, başkan oradan toprak aldı ve bunu, zor
bir maçın yapılacağı Aschaffen- burg’a götürdü. Oraya vardığında,
Bornheim’ın funda toprağım gizlice sahaya serpiverdi. Artık takım "kendi
toprağında" mücadele edecekti."16
Günümüzde pek çok Afrikalı kabile büyücüsü de David Rothschild’in
yaptığı uygulamayı andırır şekilde çalışmakta. Bunlar "düşman" toprakları
büyülüyor ve karşı tarafın sihirlerinden sakınmak için gizli birtakım keşif
yolculukları yapıyorlar. Bunlar da zor maçlardan önce futbolcuların
almlarına tavuk kanıyla gizli İşaretler yapıyor ve üfürükçülük duaları
mırıldanıyorlar. Hatta bunlar bizim futbol takımlarının çalıştırıcıları gibi
sürekli hizmet görüyor ve düzenli olarak aylık alıyorlar.
Bu birkaç örnekten de görülebileceği gibi, şans getireceğine
inanılarak taşınan pek çok şeyin yanı sıra, yapılan pek çok harekette de
törensel bir nitelik gizli (sözgelimi, Günther Netzer’in serbest vuruşlarının
kutlanışı); ancak bu arada hemen fark edilen bir şey, muska ya da benzeri
şeylerin yapıldığı maddenin ikinci derecede oluşudur. Karl Wehrhan "Şans
getirici her araç yalnızca, kişinin kendi gücüne olan sarsılmaz inancının
varlığıyla etkili olabilir," diyor. Böyle bir nesne kişiyi korkusuz hale
getirmekle birlikte, aynı zamanda onu bağımlı duruma da getirmektedir.
Maskotunu evde unutan bir sporcu yarışma sırasında pek de "şanslı"
olmayacaktır. Çünkü böyle bir şeyi taşımakla, rakiplerine kıyasla bir
fazlalığa sahip olmaktadır: Kendi ruhu.
Günümüzde muska ve madalyon taşıyanlar yalnızca futbolcular değil,
olimpik yüzme havuzlarında ve atletizm sahalarında da sporcuların starttan
önce tahta tıklattıklarını, hatta komik gelecek ama, başka bir şey
bulamazlarsa kendi kafalarına vurduklarını biliyoruz.
Boş inançlar sahne sanatçıları arasmda da özellikle yaygındır. Bir
sahne eserinin prömiyerinden önce rol alanların "başarı için" sembolik
şekilde "tu, tu, tu" diye yere tükürmeleri de bilinen bir şey olup, her türlü
uğursuzluğa karşı savunma niteliğindeki bu davranış da antik çağlara kadar
uzanmaktadır.
Cuy-metodu. Kobay hastayla temas ettirildiğinde, aym hastalık belirtilerini gösteriyor. Tedavici,
kobayın organlarına bakarak teşhisini koyuyor ve tedaviye başlıyor.
DERİNLİKTEKİ MUSA
Küçük bir çocukken, bir orman işçisinin, orman kolculuğu yapan
babamla konuşmasını dinlemiştim. Adam, yaşlı Hinnersche’- nin tıpkı
vebalıymış gibi kendisinden kaçtığım, zehirli bakışlar atmakla birlikte
artık bir şey yapamadığını söylüyordu.
Konuşulanlardan bir şey anlamadığım için, babamdan bir açıklama
yapmasını rica ettim. İhtiyar Hinnsersche biz çocuklara da hiç sevimli
gelmiyordu.
Babam şunları anlattı: Orman işçisi K. köyün hemen tüm erkekleri
gibi ek bir gelir sağlamak için ailesinin tarlada çalışmasına yardımcı
olmaktaydı. Birkaç gün önce eve dönüp de ahıra bîr göz attığında, ineğin
kaskatı durduğunu gördü; hayvanda bir damla süt yoktu. K. "gerçek"
durumu hemen anladı; zaten köydekiler de tekinsiz şeylerden söz
etmekteydiler. Adam ertesi akşam dağın yamacındaki Wıl- gersdorf adlı
köye gitti; orada kendisine yardım edebilecek biri vardı. Köye vardığında,
büyü kovucu bu kişi kendisini merdivenlerde beklemekteydi ve şöyle
diyordu: "Sonunda gelebildin, sabahtan beri seni bekliyordum." Adam
ineğin sütten kesildiğini biliyordu. K*yi içeri soktuktan sonra bir kovayı
suyla doldurdu ve onun üzerine bir şeyler mırıldandı. K. daha sonra onun
söylediklerinin Musa’nın 6. ve 7. kitaplarında yer aldığın öğrendi; bu
arada kulağna Zebeoth, Adonai, Ağla ve tetragrammaton ğbi kelimeler de
çalınmıştı. Büyü kovucu daha sonra kovayı onun önüne koydu ve buna
bakmasını söyledi. îneğ büyüleyen kişiyi orada görecekti. K. bir süre
boyunca su yüzeyindeki oynaşmaları izledikten sonra İhtiyar
Hinnersche’yi gördii. ”Onu tanıdım" dedi karşısındakine. Adam da bunun
üzerine, "Şimdi köye dön" dedi; "Onun kapısının üzerine bir haç yap ve
bundan sonra o sana ne sorarsa sorsun ‘evet’ diye yanıt verme." K. köye
döndüğünde tüm söylenenleri yerine getirdi. Yeniden ahıra ğttiğnde ineğn
süt vermekte olduğunu gördü.
Ben gözlerimi kocaman açmış olarak öylece dururken, babam tüm
bu olup bitenlerin en azından kendisi için saçma şeyler olduğunu söyledi.
Ama ben, masallarla büyümüş bir çocuk olarak bunlara inanıyordum ve
daha o zamanlar bana anlaşılmaz gelen bu davranış şekline karşı ilgi
duymaya başladım. Fakat köylüler bana kaçamaklı yanıtlar veriyorlar ve
söz Musa’nın 6.- 7. kitabma geldiğinde iyice suskunlaşarak, bunlardan13
bahsetmenin şeytanla bağlantı kurmak anlamına geleceğini söylüyorlardı.
Halbuki benim o bölümlerde bulduğum şeyler tehlikeli olmaktan çok
komik ve saçma geliyordu bana.
Bu büyülü kitaplarda yer alan konular arasında "soluğanlığa iyi
gelecek şeyler", "hafızayı kuvvetlendirme", "ur ve siğiller" ve "70 kötü
ruhu ve hayaleti bir insandan veya evden kovmak" hatta "ağır şekilde
baygın yatan kişiyi yeniden kendine getirmek" türünden şeyler yer
almaktaydı.
Bir bölümün başlığı da şuydu: "Hırsızın çaldığı şeyleri geri getirmesi
için." Bununla ilgili olarak şu talimat veriliyordu:
"Sabah erken saatte bir armut ağacının yanına git ve giderken yanına
üç tane tabut çivisi veya henüz kullanılmamış olan üç nal çivisi al; bu
çivileri doğan güneşe doğru tutarak şöyle de: Ey hırsız ilk çiviyle seni
bağlıyor ve kafanın derinliklerine kadar sokuyorum ki, çaldığın şeyleri
yine eski yerine götüresin."
Ayrıca, "sürekli kazanacak" kumarcılar için de güvenli bir ipucu
veriliyordu: "Bir yarasanın kalbini kırmızı ipek iplikle koluna bağla kİ her
attığında kazanabilesin."
Bu arada etkili kocakarı ilaçlarının da tarifi verilmekteydi: Ateşli
durumlarda soğuk örtülere sarmak, yaralanmaların oluşturduğu ateşi
gidermek için bunların üzerine sinirotu yaprakları yerleştirmek gibi
şeylerin yanı sıra, bîtki ve hayvanlara hastalık taşımak, iyileştirici büyüler
yapmak bunlar arasındaydı. "Soğuk ateşe" karşı ise şu önerilmekteydi:
Aşağıda gösterildiği şekilde, üzerine "Abraham Julita" yazılmış olan bir
kâğıt sırtta taşınacaktı:
ABRAHAM JULİTA
ABRAHAM JULİT
ABRAHAM JULİ
ABRAHAM JUL
ABRAHAM JU
ABRAHAM J
ABRAHAM
ABRA HA
ABRAH
ABRA
ABR
AB
A
14
Dokuz gün sonra bu kâğıdın bir akarsuya atılması ve bunu yaparken
de çevreye bakılmaması gerekiyordu.
Buradaki benzetişim şuydu: Kâğıdın üstündeki yazılar kayboldukça,
ateş de düşecek ve sonunda yok olacaktı.
Halkbilim (folklor) araştırıcıları tarafından "büyüsel ev literatürü"
sınıfına sokulmuş olan "Musa’nın Altıncı ve Yedinci Kitabı", "Claviculae
Salomonis", "Doktor Faust’un Cehennem Azabı", "Ro- manus
Kitapçıkları" ve öteki pek çok büyü kitabında tıp, büyü ve teoloji konulan
birbirinin üstüne yığılı şekilde yer almaktadır.
Bu kitapların en eski metinleri İbrani-Arap kökenli olup, bunlar sık
sık İspanya üzerinden Orta Avrupa’ya uzanmış ve 16. yüzyılda ilk parlak
dönemi yaşamışlardır. Bunlarda anlatılanlara bakılırsa Tanrı, Musa,
Süleyman ve öteki seçilmiş kişilerin tümüyle uyanık geçen geceler
boyunca güçlü ruhlar hakkında bunlara "açıklamalarda" bulunarak,
"hizmet edici ruhların çağrılmasını, ‘gizemlerin çekirdeğini5 açıklamaları
için bunların zorlanmalarını ve bu sırdaş kişilerin istediklerini tam anında
ve kesinlikle yerine getirmeleri için" gerekli yolları onlara göstermiştir.
Gerçek Cizvit-Cehennem Azabı adlı kitabın eski ve yeni bölümleri
vardır. Zorlayıcı nitelikteki formüller eski bölümü oluşturur. Oradaki
değişik İbranice ve Grekçe isimler, Latİnceyle birbirine girmiş
durumdadır. Şeytanın nasıl kendini göstereceğine ilişkin şartlar ise daha
yeni tarihlidir: "Dinle Tarafael! Ben N.N. yüce Tanrı’mn tüm güçleri ve
kutsal sözler adına sana başvuruyor ve diliyorum. Hel+ Helison+ Hela+
Tetragramaton + Saday+ Sother+ Emanuel + Alpha + et Omega + Primus
et Novissimus + Prinzipium et Finis + Agios + Ischiros-ı- o Theos-I-
Adanatos-f- Jehova+ Homousİ- on+ Ja+ Messias Eli... Tarafael ortalığı
birbirine katmaksızın ve çabucak kendini göster. Yeşiller giymiş 10
yaşındaki güzel bir oğlan çocuğunun görünümüyle ortaya çıkarak, bana
denizlerden 50.000 florinlik bir hazine ve yine oradan altın gümüş getir;
benim çizdiğim dairenin, önünde sakince ve itaatkâr olarak dur. Bunu
kutsal İsa adına sana emrediyorum. Amîn."
Uygulanan bu büyülerin yanı sıra, yine benzeri güçlere sahip
oldukları sayılan mühürler, işaretler, İsimler ve metal tabakalara ya da
kâğıda çizilmiş grup halindeki geometrik şekiller vardır ki, bunlar etkili
olmaları için ya bir yerlere gömülürler veya cepte taşınırlar.
Bir başka kaynak da, dua kitaplarından veya benzeri şeylerden
çıkarılan ve anlaşılmaz sözler haline getirilerek büyü formülleri olarak
kullanılan dualardır. Öteki pek çok reçetede ise "medyumsal yaşam
öğütleri" yer almakta olup, astrologların "kalple ilgili uğraşlar" olarak
15
düzenledikleri çizelgelere benzeyen bu şeylerin yanı sıra başka ruhsal
problemler de ele alınmaktadır. Ayrıca, diş ağrıları, hayvanlarla ilgili tüm
hastalıklar, kurt ve solucanlar aracılığıyla insanlara taşınan rahatsızlıkların
yanında kan durdurucu ve ateş kesici muskalar da bu arada sayılabilir. Bir
de "similİa similibus curantur" adıyla bilinen tedavi şekline göre, canlı bir
yengece kanser büyüsü uygulaması vardır ki, eğer hayvan ölecek olursa
güneşin doğuşundan önce gömülmesini öngörmektedir. Bu tür bilgiler
doğa tarihi ile ilgili ilk eserlerde yer almakta olup, Plinius, Hildegard von
Bingen, Konrad von Megenbutg ve Paracelsus’tan kaynaklanmakta veya
bunlar tarafından aktarılmaktadır. Köylüler ve esnaf tabakası tarafından
iyi bilinen bu tedavi yollan daha sonraları bitki, hayvan ve doktorlukla
ilgili kitaplarda bir araya toplanmıştır.
Günümüzde de hâlâ satılmakta olan Musa ve Albertus Magnus
kitapları, o sistematik büyü sanatının birer kalıntıları olarak içerik
yönünden tümüyle eskilerin aynıdır. Bunlarda da boş inanca dayanan
tezler ve her şeyi içeren birtakım reçeteler yer almaktadır.
Ellili yılların ortalarında Johann Kruse adlı emekli bir başöğretmen,
Braunschweig5 daki Planet Yayınevi’ne karşı bir dava açtı. Bu kişi, yeni
çağlardaki büyüsel kuruntuları araştırmaya yönelik Einmann Arşivi’nin
yöneticiliğini yapmaktaydı. Dava konusu da, bir zamanlar o kadar sefalete
yol açmış olan büyü konusuyla İlgili eski eserlerin yayınlanması sonucu
toplum sağlığının tehlikeye atılıyor olmasıydı.
Ancak adamın açtığı bu dava tümüyle aksi bir sonucun doğmasına
neden oldu. Braunschweig savcısı 1 Ocak 1973 günü ona yazdığı
mektupta, böyle bir dava açmakla çeşitli çevreler arasında hüküm süren
boş inançları engellemek istemesini; haklı bir görev ve çaba olarak kabul
ettiğini belirtmekle birlikte, bu arada onun atladığı bir şeye de dikkat
çekiyordu. Aleyhine dava açılan Masuch ve Schnell, Braunschweig
mahkemesinde yaptığı açıklamada, itiraz edilen kitaplardan (Musa’nın 6.
ve 7. kitabı) talep azlığı nedeniyle yalnızca 1000 adet bastığını bildirmişti.
Ancak davanın gidişi sırasında basının verdiği haberler sonucu halkın bu
kitaplara ilgisi öylesine artmıştı ki, yayınevi her biri binerlik olmak üzere
9-10 baskı daha yapabilecek hale gelmişti. Böylece, davadan amaçlananın
tam tersi gerçekleşmiş bulunuyordu.
Halkbilimci Klaus-Peter Wanderer de büyü kitaplarının yasak-
lanması gerektiği görüşündedir. Ona göre, bu anlamsız yayınlar kişilerde
yalnızca Özgürlük kaybına yol açmaktadır; çünkü hemen hiç kimse boş
inançlarla, bizlerle ilgili gerçekliği yansıtan ilginç araştırmalar ve belgeler
16
arasındaki kesin sınırı belirleyecek durumda değildir. Şöyle ki, bundan
daha birkaç yüzyıl önce Aristo’nun kitapları büyüsel şeyler içerdikleri
görüşüyle yasaklanmış bulunuyordu.
Önceki yıllarda bu tür kitapları alanların çoğunluğunu "aradığını
bulamamış" kişiler oluşturuyordu. Daha 1930 yılında yedi çocuk annesi
işsiz bir kadın, bu tür kitaplar yayınlayan birine başvurarak, altın
yapımıyla İlgili bir formül verilmesini rica etti; Musa’nın 6. ve 7.
kitaplarında bunu bulamamıştı. Öte yandan bir başka müşteri de "Dr.
Faust’un şimdiki adresini" istiyordu; bunun için üç kez Witten- berg’e
yazmış, ama yanıt alamamıştı!...
Bir de o zamanki büyü kitaplarında verilen bazı reçeteler vardı ki,
pek çok kişi bunların etkili olduğuna körlemesine inanmaktaydı. Halbuki
bu gibi şeyler ağır hastalıklara, hatta ölüme bile yol açabilmekteydi. Bir
aile babasının siyatiğe karşı solucan yiyerek ölmesi bu örneklerden
biriydi.
Ama bugün sırf bu nedenlerden dolayı Faust veya Musa’nın kitapları
gibi eserleri yasaklamaya gerek yok. Çünkü bu tür şeyleri alanlar bilim
adamları veya batık kültürlerle ilgilenen, doğaüstü şeyleri araştıran,
şeytan kültürüne ait ya da büyü benzeri alanlarla uğraşan kimseler. Ama
bu kötülük çocukları bile sözü edilen araçlardan yararlanarak yeşil giysili,
hoş görünümlü, fakat pis pis kokmayan ve insanı ürpertmeyen zayıf bir
şeytanı çağırabilecekleri inancındalar.
"OLSUN!" YA DA "VEYŞAK, VEGİD, GULAOOB"
19
HAVADAKİ İYON TAYFININ MANYETİK YAYILIMI
Wilhelm Gubisch, bir ışıma deneyiyle ilgili gösterisi için sahneye 20
kişi çağırıyor. Bunları bir "V" şekli oluşturacak düzende diziyor. V’nin
ağız kısmı kendisine doğru. Daha sonra, gelen bu grubu hazırlıyor. Onlara
kollarını yukarı kaldırmalarım rica edecek. Sah- nedekiler eğer
bedenlerinde kendilerine hoş gelmeyen birtakım duygular hissederler veya
kollarını aşağı indiremezlerse, bu durum, onun göndermekte olduğu
manyetik akımlardan kaynaklanıyor olacak. Derken deneme başlıyor.
Kollar yukarı kalkıyor. Wilhelm Gubisch, konsantre oluyor ve bir kolunu
gruba doğru uzatıyor. Sonuç, hayret edilecek kadar başarılı.
Gruptakilerden pek çoğu kollarım in- diremiyor ve bunlar vücutlarında da
rahatsız edici gıdıklanmalar duyuyorlar. Wilhelm Gubisch, birkaç kelime
mırıldanarak, oluşturduğu etkiyi çözüyor ve deneye katılanlar yeniden
harekete kavuşarak kendilerini iyi hissediyorlar.
Şimdi de deneyin ikinci bölümü başlıyor ve Gubisch’Ie ötekilerin
araşma engelleyici bir cihaz konuyor. Bu, yeryüzündeki antİ-rad- yasyon
uzmanlarınca önerilen bir cihazdır, ancak gücü biraz zayıf olduğu için
"V"nin uçlarında bulunanlar olumsuz ışımalardan etkilenebilirler.
Wilhelm Gubisch, yeniden konsantre oluyor. Ama bu kez ancak
kanatlarda bulunan birkaç kişi kolunu indiremez hale geliyor.
Daha sonra Wilhelm Gubisch o gizemli cihazın içini açarak iz-
leyicilere ve deney kişilerine bunun içinin tümüyle boş olduğunu
göstererek, kendisinin ne hipnoz uyguladığını ve ne de olumsuz ışınlar
gönderdiğini açıkladığında, birden kahkahalar yükseliyor, ama sonra
herkes sessizleşiyor. Durumda gülünecek ne var ki? Var olmayan ışımalar
mı? Yoksa kendilerini tehlikeye atarak bir okült uygulayıcısının, teknik
olarak hazırlanmış bir boş inanç düzmecesinin kurbanı olmaları mı?
Wilhelm Gubisch, 5000’i aşkın gösterisi sırasında bir kez olsun
teknik görünümlü bir boş İnanca kaymış değildir. Onun kullandığı Phylax
ve Raepax ya da öteki türden ışımadan koruyucu cihazlar bugün de
üretilip satılmakta.
Aslında her süpermarkette bu tür araçlar olmamakla birlikte,
istendiğinde kolayca bulunabilen şeyler bunlar.
Bir müşteri, yaşammdaki düzensizlikler nedeniyle bu tür bir şey
almaya karar veriyor ve sonunda cihaz kuruluyor.
Dİyelİm ki bir inek soğuk almış. Çiftçi kanserden ölüyor. Kadının
20
biri uyku bozukluğundan yakınmakta. Ya da bir taşınma sonrası çıkan
gerilim, evli bir çiftin aşk yaşamını kötü yönden etkiliyor. Doktorlara
başvuruluyor, ama bir yararı olmuyor. Derken, sırf bir rastlantı sonucu bir
kahvede, bir doktorun bekleme odasında ya da bir toplantıda
bulunduğunuz sırada yeryüzü ışımalarından, bunların sağlık ve de
özellikle sinirsel yapı üzerindeki olumsuz etkilerinden söz edildiğini
duyuyor ve bu arada bir radyestezistin adresini alıyorsunuz. Bunlar,
çubukla su arayanlara benzer şekilde, yeryüzü ışımaları konusunda bugün
uzmanlaşmış kişiler. Bunlardan biri pek de fazla sayılmayacak bir ücret
karşılığı evinize geliyor, elindeki çubuktan yararlanarak evlilik yatağının
altında bir ışın girdabı olduğunu tespit ediyor, evin altında ışın yaymakta
olan su damarları keşfediyor ve evin önünde öyle güçlü bir ışın yayınıyla
karşılaşıyor kİ, çubuk elinden gidecekmiş gibi oluyor. Adam bunun
üzerine size başka huzursuzluklardan kaçınmanız İçin bir anti-radyasyon
cihazı sipariş etmenizi salık veriyor; bu tür cihazların fiyatı 75 marktan
başlıyormuş. Daha ağır olaylar ve büyük binalar için geliştirilmiş 500
marklık başka cinsleri de varmış. Günümüzde pek çok ahırda, samanlar
altında gizlenmiş olarak veterinerin görmesine ne gerek var "Phylax" ve
"Raepax" denen ışın nöbetçileri durmakta. Bunların oralara konduğundan
beri arama çubukları artık oynamıyor. Işınlar geçemiyor oralardan.
Bilim adamları ve suç masası memurları bu cihazların gizemli
etkisiyle ilgilenmeye başladılar. Bu alanın tanınmış uzmanlarından
Freiherr von Pohl ışın cihazlarının etkisini göstermek için bilimsel bir
komisyon önünde deney yaptı. Elindeki çubukla, daha önceden bir cihaz
aracılığıyla maskelenmiş olan bir parmaklığa doğru yürüdü. Çubukta bir
oynama olmadı. Kontrolle görevli biri, cihazın şimdi kapatılacağını
bildirdi.
Hemen aynı anda da çubuk oynamaya başladı; hem de öyle ki,
Pohl’ün elinden fırlayıp gidecek gibiydi. ''Alnında ter taneleri beliren
adam çenelerini kilitledi; denemenin sonunda oldukça bitkin bir
durumdaydı. Gerçekte, ışın cihazı kapatılmamıştı; aksine, iddia edilen o
yeryüzü ışınlarına karşı "açık" pozisyonda duruyordu." (Joachim
G.Leithaeuser: Boş İnancın Yeni Kitabı)
Sık sık karşılaşılan bir durum, bir cihazın açık ya da kapalı olduğunu
radyestezistlerin belirleyemez oluşlarıdır. Çoğu zaman ileri sürülen iddia
da cihazın bozuk olduğudur. Pek de ender olmayan böyle durumlarda,
cihazın sahibi kendi huzuru için bir yenisini sipariş etmektedir. Ayrıca,
şimdiki bilimin bir türlü kavrayamadığı şekilde ve duyarlılıkta -
21bir
radyestezİstler bilim kelimesini hafif bir alaycılıkla kullanırlar- çalışan
cihazın sonsuza kadar aynı şekilde kalması gerekmez ki...
Böyle bir cihaz nasıl çalışır?
Elektronik mühendislerinin ve fizikçilerin görüşlerine göre: Ça-
lışmaz!
Bunlar cihazlarla ilgili uyarıya, bir kez açılması halinde çalışma
garantisi verilemeyeceğine aldırmayarak bunlardan bir tanesini açarak
şöyle bir incelediklerinde, o uyarıya kısmen hak verdiler. Çünkü rasgele
birbirine bağlanmış o teller, bobinler vesaireyi go- ren her elektrikçi
şaşkınlık içinde kafasını kaşımaya başlardı. Karşılarındaki şey
"düzenbazlık kutusunun" değişik bir şekliydi; üzerindeki şalterler,
akalalar ve minik lambalar tümüyle göstermelikti.
Daha önceki Phylax tiplerinin büyük bölümünde "açık" ve "kapalı"
İşaretleri yanlış konmuştu. O halde biri cihazı açıyorum derken
kapatıyordu. Ama bundan yakınan hiç olmadı. Zaten daha sonraki
cihazlarda açma-kapama kolu da yoktu.
Pek de reklam edilmeyen bu sonuçlardan sonra "Phylax-Ger a-
etebau GmbH" adlı şirketin yönetim kurulu, yeryüzü ışımalarıyla İlgili bir
araştırma için 100.000 mark harcamaya karar verdi; bu para doktorlar,
fizikçiler ve mahkemece görevlendirilen -bu arada bir iki dava açılmıştı-
bilirkişi arasında paylaştırılacaktı.
Böyle bir bağıştan sonra, bazı bilim adamları için yeryüzü ışı-
malarının ne olduğunu anlamak, bunlarla ilgili tehlikeyi ve Phylax
cihazlarının etkinliğini onaylamak mümkün oldu. Çalışmaların tümü
Dr.Wüst diye biri tarafından yürütülmekteydi. Aşağıda, yeryüzü
ışımalarının doğasım birtakım alt nedenlere bağlayan bu çalışmalarla
ilgili kısa bir açıklama yer almakta:
"Havadaki birbirinden farklı olan ve değişkenlik gösteren unsurlar
şöyle sıralanabilir: Yeryüziindeki elektrik akımlarının oluşturduğu
potansiyelin ve bunun aktarımının yol açtığı değişmeler, havanın elektrik
nakil gücü ve oradaki dikey akımlar, iyon tayflan, yumuşak ve sert
nitelikli radyoaktif yeryüzü ışımaları, dünyanın manyetik alanının yatay
ve dikey olarak gösterdiğ yoğınluk ve bunun inip çıkışı, ayrıca
mİkrosismik yeryüzü hareketleri nedeniyle oluşan rezonans ve ses
dalgalarının yol açtığı iyon salınımlan. Bunların dışında, havada gaz
şeklinde bulunan ve solunum yoluyla organizmaların içine giren yo- ğın
zerrecikler de vardır. Bunlara ömek olarak, radyoaktif artıklan,
ultraviyole ışınlann veya elektrik yüklenmelerinin neden olduğu azot ve
oksijen bileşimlerini, sinir sistemini, koku ve tat alma duyulannı etkileyen
22 bileşiklerini, aerosol artıklanm, toz ve dumanı verebiliriz."
ağr metal
Yukarıda verilen belirlemeler, Musa’nın 6. ve 7. kitaplarının yeni bir
düzenlemesinde yer alabilecek şeyler sanki. Bunlarda büyülü bir
formülün tüm özelliklerini görmek olası. İnsana tümüyle anlaşılmaz ve bu
yüzden de çekici gelen bilgileri veren kişi ise çift doktorluk unvanına
sahip bir bilim adamı olduğundan, herhalde ne söylediğini biliyor olmalı.
Şu da var ki, bu sözü edilen nedenler ve yüryüzü ışımaları türünden
şeyler boş inançların yedi kat mühürlü kitaplarından kaynaklanma bir şey.
Tüm İyilikler yukarıdan gelirken, daha önceleri şeytanın ortaya çıktığı
yeryüzünden de« birtakım ışımalar doğuyor:
Su arama çubuğuyla benzer görev yapan sarkaç da çok eski bir
kurala göre işlemektedir. Eğer salınma sağa doğruysa her şey yolundadır;
hareketler sola doğruysa bu bir yeryüzü ışımasını gösteriyor demektir.
Gösterdiği de yalnızca yer değildir.
Bazı sarkaç uzmanlan İçin, kendilerine gönderilen çizimler bile
yeterli olabilmektedir. Radyestezistlere göre her şeyde ve bu arada bir
kâğıt parçasında bile "Od" denen şey bulunmakta ve bu bir ışıma
yaymaktadır. Sonuç olarak, şeytanı çağırmak için cehennemin giriş
kapısına kadar gitmeye gerek kalmıyor.
Kozmik mantık denen bu görüşün damgaladığı boş inançlar yalnızca
bilim adamları tarafından değil, falcılar ve şifacılar tarafından da akıl dışı
olarak kabul ediliyor.
Günümüzde birtakım güçlere ve bazı formüllerin etkinliğine
İnanmış olmak artık yeterli görünmüyor. Bu alanda birtakım bilimsel
terimler üretilmiş durumda. Eskinin çubukla su arayanı, günümüzde
jeobiyoloji uzmanı oldu ve artık ona radyestezîst deniyor; böyle birinin
önerdiği cihazlar ise "Raepax nötralize edici", "Biyo re- zonatör",
"Kuzey-Güney doğrultmacı" ya da "Phylax".
Nomen est omen (her İsimde bir hayır vardır) mı diyelim? Pek de
öyle değil.
Işımalar, ancak bunların bîr araç sayesinde kendini göstereceğine
inanıldığında tespit edilebiliyor kİ, burada karşımıza çıkan şey Yeni
Ahit’teki şu deyim: "Sana inancın yardım etti." Böyle bir ifade, ışıma
cihazlarından daha da ucuz üstelik.
Radyestezistler konusunda olumlu düşünen, su ve maden da-
marlarım algılayabilecek bazı duyarlı kişilerin var olabileceğine inanan
bilim adamları bile, çubukların titreşmesini o kişinin iç yapısına, ondaki
bilînçdışı adale kasılmalarına bağlıyorlar.
Birtakım insanların, boş inancın damgaladığı bir dünya görüşüyle
hareket etmeleri, kendilerini bir güç alanının içinde gergin durumda 23
hissetmeleri ve tüm evrenin böyle bir alan sonucu dengede durduğunu
düşünmelerinin karşısında, ötekilerin ışıma cihazlarıyla uğraşmaları belki
de daha kolay bir yol; ama teknik yazılarda bununla ilgili bir açıklık yok.
İnsanların bu cihazları alırken, onların yalnızca varlıklarının bile etkili
olacağına İnanmalarında bir boş inanç sezmek olası. Bu cihazların
yayıldığı alan ise bayağı geniş. Hava iyonizatörlerinden tutun da, masaj
aletleri, siyah-beyaz televizyon görüntülerini renklendiren gözlükler,
anlaşılmaz hastalıkları yine anlaşılmaz şekilde ortadan kaldıran ve nasıl
işledikleri bilinmeyen başka birtakım araçlara kadar uzanıyor bu alan.
Kısaca, boş inançlara teknik bir boyut kazandıran, yaşadığı ruhsal
bozukluklar nedeniyle birtakım araçlardan fayda uman bir toplum için
üretiliyor bu cihazlar.
Gerçİ yapı olarak büyük ve her tarafa taşınamaz boyutlarda bu-
lunsalar bile, ışıma cihazları, iyonizatörler yine de birer fetiş, birer
muskadır ve o şekilde etki oluşturmaları beklenir. Bu etkilerse, dışarıdan
içeriye doğru gelen bilinmez iyon elektriklenmeleri, kısa ve dikey
yayılımlı ultramanyetik ses yollarıdır.
26
görünen ve kişisel nitelik taşımayan bir kadere kendini teslim et-
mektedir. Öte yandan, tam anlamıyla başına buyruk olan bu güçten
korunmak ve bunu kendi yararına yöneltmek için de değişik formüller ve
hünerler uygulamaktadır. İşin garip olan yanı ise, insanlarla ilgili öteki
sistemlerin bunların ne olduğunu anlayamamasıdır.
Boş inanca dayanan uygulamaların etkisiz şeyler olduğunu gös-
termekle bu konudaki aydınlatma işi sona ermiş olmaz; böyle birine asıl
gösterilmesi gereken şey, kendi iradesinin ve içinde beslediği güçlü bir
güven duygusunun dışarıya doğru bir boşalma yapabileceğidir. Bir gücün
bu şekilde dışarıya akmasına ve aşımsal nitelikli bir diktatörlük
oluşturmasına İse ancak bir şekilde göz yumulabilir: İnciP deki tüm
yasalara saygı gösteriliyor olması. Böyle bir bağlılık söz konusu
olduğunda, o kişinin kendi şansını gıdıklayacak ufak tefek hilelere
girişmesine artık pek aldırılmaz.
Boş İnanç diye adlandırılan olgu olumlu amaçları hedefliyorsa,
bunun büyüyle ilgisi çok azdır, hatta ona karşıdır bile denebilir. Büyü
denen şey, insanın yapısında bir güç bulunduğu ve bunun günlük yaşamı
çekip çevirmede kullanılabileceği görüşünü engeller. Bedeninin verdiği
sinyalleri belİrleyebilen ve sahip olduğu gücü birtakım tekniklerle
depolamayı Öğrenen ve bunları kendi amacına göre şekillendiren biri,
zaman zaman onu tökezleten şeyin yalnızca 13 rakamı olmadığını, bazen
12 ya da 7’nin bile aynı ruhsal tökezlemeyi yaratabileceğini bilir.
Boş inanç dediğimiz şey mekanik bir tekniktir ve pek çok olayda
baskın durumda görülen bu olgu, kendi kendini etkileyiş şeklinde işliyor
denebilir.
Büyü ise içimizdeki canlı bir güç ve yetenek olup, birtakım teknikler
aracılığıyla geliştirilip güçîendirilebilir.
Olağanüstü başarılara yol açan Psi faktörü de, kendim etkileyiş
tekniği demek olan boş inanç da büyüye hiçbir katkıda bulunmaz.
Büyü, genel olmasının yanı sıra, çoğunlukla bilinçsiz bir güç
şeklinde ortaya çıkmakta, fakat bir kendini etkileyiş sistemi olarak
görünmemektedir. Onda tam bir bilgi ve göz kamaştırıcı başarılar da
yoktur. Gerçeğin özü, Bir Sinir Hastasının Anılan adlı eserin yazarı
Daniel Paul Schreiber tarafından da yapıldığı gibi, halkın boş inançlarla
ilgili kavramları içinde yatmaktadır. Ancak, öz diye adlandırdığımız ve
her yana yayılmış bu şey, insanın hayal gücüne dayanan birtakım eklenti
ve süslemelerden soyutlandığında, artık ”du- yularüstü sezgi" denen şeyle
pek az ilgisi kalmaktadır.
27
AK VE KARA BÜYÜ
OTELDEKİ CİNLER
Lozan Polisi bir çağrı aldı: Büyük otellerin birinin penceresinden
yürek parçalayıcı çığlıklar gelmekteydi. Bir devriye arabası sirene
yüklenip mavi ışıklar saçar ak oraya koşturdu. Daha arabadan İnerken
çığlıkları duyan memurlar fırtına gibi içeri dalarak yukarı
tırmandıklarında kapalı bir kapıyla karşılaştılar. Bunu omuz darbeleriyle
devirip içeri girdiklerinde ise, afallamış bir durumda kalakaldılar. Daha
sonraki raporda şunlar yazılıydı: "Bir Afrika elçiliğinde görevli koyu
siyah saçlı güzel bir kadın, kötü ruhları kovmak için çığlıklar atarak odada
dans etmekteydi."
Bununla ilgili haber Aus Aller Welt adlı gazetede çıktı. Bu gazete
trajik ve komik haberleri topluyor ve cinayet, aşk, ölüm, rekorlar,
şanssızlıklar, buluşlar türünden şeylere geniş yer veriyordu; verdiği bu
haberler de o yöredeki hiçbir yayın organında çıkmamış şeyler oluyordu.
Ama İsviçre otelindeki olay bu konuda bir ayrıcalık oluşturmuş, işin İçine
her ne kadar bir kan dökme veya seks unsuru karışmamış olsa bile, gazete
bunu yine de haber olarak vermişti.
O "koyu saçlı güzelin" yaptığı ruhlar dansı bizi niçin eğlendiriyor?
Bizim bıyık altından gülmemize yol açan şey, gazetedeki haberin alaycı
bir dille verilmiş olması mıdır?
Bunun yanıtı basit: Büyüsel uygulamalar bizlere saçma ve komik
geliyor, çünkü bu tür şeyler artık toplum tarafından ciddiye alınmamakta.
Dünyanın
28 gidişatı bilgi depolayan elektronik araçlarla ve ticari
hesaplamalarla düzenlendiği içindir kİ, böyle bir ortamda ruhlara yer
kalmıyor. Ama eğer biri yine de bu konularla ilgilenmek İsterse, "karanlık
çağlara dönüş" demek olan bu uğraştan dolayı parmakla gösterilip,
toplumca alay edilmeyi göze almak zorunda.
Ömürleri arabada, büroda ve manyetik bantların karşısında geçen
günümüzün pek çok insanı için büyü denen şey, insanlık tarihinin
mitolojik ambarında kalmış olan bir olgu.
Etnolog Sabine Hargous şöyle yazıyor:
"Artık böyle bir şeye inanmadığımız için günümüzün uygar top-
lumlarmda etkinliğini kaybeden büyüye karşı bilim ya da karşı büyü
giderek üstünlüğü ele geçirmekte ve ötekini bizim bilinç sınırlarımızın
dışına itmektedir; böylece bİzler "uygar” olarak niteleniyoruz."
Sabine Hargous’un inancına göre, büyünün son kalıntıları eski
şamanlann görevleri arasında yer alan müzik ve şiirde kendini sür-
dürecekti. Şamanlar, ruhlar dünyasıyla bağlantı kurmak için ve oraya
yapacakları yolculuklara bir hazırlık olmak üzere ritmik bir şekilde
davullar çalar, kahramanlık dizeleri okur ve kendisine yardımcı olabilecek
şarkılar söylerlerdi.
Şu da var ki, eskilerdeki yaşam şeklinin her alanına girmiş olan
büyü, uygarlığın ilk basamaklarını tırmanmakta olan toplum- larda da
kendini gösterdiği gibi, şimdi bile bazı bilimsel araştırmalar sırasında
istemeden de olsa zaman zaman karşımıza çıkmaktadır. Bu da gösterir kİ,
günlük yaşamımız henüz tümüyle mantıksal ve akılcı bir yön kazanmış
değildir.
Bir başka gazete haberinde de şunlar yazılıydı: "Pencereden gelen
çığlıkları duyan bir Nürnbergli, cinayet işleniyor sanarak polisi çağırdı.
Bunlar çabucak oraya geldiler ve çok geçmeden de adamı yatıştırdılar.
Çığlıklar atan kişiye psikoterapi uygulanmaktaydı ve o Çığlıklar tedavi
için yararlıydı."
Bu noktadan bakıldığında, "koyu saçlı güzel" ile, psikoterapi sı-
rasında çığlıklar atan o kişi arasındaki fark ne?
Birincide ruh ve bedenin kötülüklerden korunması amaçlanırken,
ikinci olayda zaten mevcut olan birtakım bozukluklar giderilmekte. İlk
kişi, bir tür tedavi sayılacak şekilde tehditler savurarak kötü ruhların
gitmesini isterken, ötekinde, zarar gören kişinin içindeki, ruh yapısındaki
bozukluğun nedeni tesbit edilmektedir.
Olayı dışarıdan İzleyen üçüncü bir kişi içinse görülen bu tepkiler
birbirine benziyor. İki olayda da polis çağrılıyor, çünkü olup bitenlerin
neyle bağlantılı olduğu bilinmiyor. Yalnızca sinyalleri alan ve aradaki
bağlantıyı kuramayan biri de büyüyle psikoterapi arasındaki 29 farkı
kesinlikle belirleyemez. Sözlük anlamı olarak bu iki olgu birbirinden
farklı olmakla birlikte, orada da ruh kovalama ve çığlıkla tedavi
arasındaki fark açıkça belirtilmiş değil.
Çığlığın da zaman zaman aynı işlevi gördüğü olur: Ruhsal dengeyi
ve psikolojik sağlığı tehdit eden unsurlara karşı savunma ve bunlardan
kurtulma isteği.
Bu kitapta Maji (Büyü) kelimesini yalnızca bolüm başlıklarında
değil, metin içinde de sık sık kullandım. Bu kelimeye eklenen "si- yah-
beyaz" ya da "ak-kara" gibi terimleri kullanırken ise, dinsel tarih
araştırmaları ve halk bilimleri alanlarında önemli çalışmalar yapmış olan
Mircea Elİade, Adolf Ellegard Jensen ve Serge Bramly5- nin
oluşturdukları kavramlardan yararlandım.
Serge Bramly’ye göre büyü denen şey bir sanat olup, bunun
aracılığıyla en yüce enerji olan "Mana" uyandırılıp yönlendirilmekte ve
doğrudan bu araç sayesinde -gücü uyandıran kişinin niyetine bağlı olarak-
insan ve doğa üzerinde iyi ya da kötü etkiler oluşturulabilmektedir.
Adolf Ellegard ise bu olguyu biraz daha netleştiriyor: "Büyü denen
şey birtakım görüntüler demek olup, insan bunlar aracılığıyla belirgin
yetenekler kazanmakta ve bunları bilinçli olarak kullanarak, sırf ruhsal
konsantrasyonla gerçekliğin akışını etkileyebilmektedir. Bu tür büyünün
gerçekten var olduğu, insan ve hayvanlar üzerinde yapılan telkin
çalışmalarının sonuçlarından da anlaşılabilir. Ruhsal birtakım hareketler
uygulayarak gerçeklikle ilgili akışm hangi boyutlarda etkilenebileceği
konusu ise o kişiye bağı bir şey olup, temelde hiçbir değişikliğe yol
açmamaktadır."
Adolf Ellegard’a göre ise, duyusal olarak algılanabilir görüntülerin
yanı sıra bazı ruhsal süreçler de mevcut olup, büyü denen olgu, bu ruhsal
süreçler üzerinde etkili olabilmek demektir. Bu tür yeteneğe sahip biri
yalnızca somut davranışlarla gerçekliğe müdahe- le etmekle kalmaz, buna
koşut olan ruhsal gidişatı da etki altına alabilir.
Yukarıdaki bilim adamlarının büyü başlığı altında anladıkları ve tarif
ettikleri olgu Psi faktörüyle, boş inançları İlgilendiren telkin gücünün
aralarında bir yerde kalıyor; bu konuyla ilğli açıklama çabalarında hep
telkin denen şey ele alındığ ve bu da yeterli olmadığ içindir ki, elde edilen
sonuçlar bulanık ve kayıtsızca şeyler gibi geliyor insana.
Bu alana çevrilmiş dikkatin ve somut verilerin yetersizliğ sonucu
oluşan hüküm, uygarlık çevremiz içindeki büyüsel çalışmaların
başarısızlığa uğradığıdır; çünkü gerçeklik denen kavram üzerinde etki
oluşturulabileceği görüşü toplumumuzca kabul edilmiyor. Halbuki öte
30
yandan Andlar’daki büyücü çevresine gerçek haberler veriyor* Bızlerse
onun bu yaptıklarım başka ve zavallı bir dünyanın akıldışı boş inançları
olarak görüyoruz.
SEÇİLMİŞ KİŞİLERİN YALNIZLIĞI
Mevsim kış, güneş ufkun üzerinde ancak şöyle bir görünebiliyor.
Tayga ve tundralarda esmekte olan buz gibi bir rüzgâr, karları toz
şeklinde göğe savuruyor. Tunguz erkeklerinden bir grup kabile reisinin
kulübesinde toplamyor. Günlerdir avcılar hiçbir şey yakalayamamış.
Geyikler çekip gitmiş ve kimse de onların izini bulamıyor. Toplantı
sonucunda, şamana başvurmaya karar veriliyor. Avcıların niçin bu kadar
şanssız olduklarım o bulsun artık. Bunun için gerekli şeyler kendisine
getiriliyor: Denizi geçmek için bir sal, kayaları delmek için bir mızrak,
tehlikeli yolculuğunda ona yoldaşlık edecek olan ayı ve domuz figürleri,
dört tane küçük balık, ruhsal yardımcı niteliği taşıyan fetiş ve törensel
nitelikli başka birkaç şey. Akşam üzeri hazırlanan şaman bir tür maske
demek olan giysiyi giyiyor; bir kuş şeklini andıran bu giysi onun tüm
vücudunu Örtmekte. Başındaki şapkada tüyler takılı ve giysiye dikilmiş
olan demir parçaları da bir kuşun iskeletini sembolize etmekte olup,
bunlar şamanın öfeki dünyaya uçuşunu kolaylaştıracak. Şaman aynasıyla
dünyaya bakıyor, davulunu çalarak ruhları çağırıyor, tütün içiyor ve o sı-
rada davulun tokmağım havaya fırlatırken birtakım dualar ediyor.
Tokmak sapın üzerine doğru düşüyor. İyi bir işaret bu.
Ertesi gün ruhlar için kurban kesiliyor. Şaman, kesilen ren geyiğinin
kanım kendisine getirilmiş olan eşyalara sürüyor ve bunları dışarı
bırakıyor. Kulübenin İçine uzun sırıklar getiriliyor; bunların ucu tepedeki
duman deliğinden dışarı çıkmakta. Bunlar uzun bir iplikle -ruhların yolu-
dışarıdaki eşyalara bağlanıyor. Daha sonra kulübenin içindeki Tunguz
grubu o sırada davul çalmakta olan şamanın çevresinde bir çember
oluştururken o da dans etmeye ve şarkı söylemeye başlıyor.
Çevresindekiler onun söylediklerinin bazı yerlerini tekrarlıyorlar. Şaman
arada bir durarak iki yudum içki ve biraz da tütün dumanı çektikten sonra,
yine dansa ve şarkıya devam ediyor. Dışarıda uğuldayan rüzgâr da sanki
ona eşlik eder gibi. Şama- mn dansı giderek hızlanıyor ve adam ortada
dönüp dururken, bîrden bayılarak yere yıkılıyor. Orada ölü gibi yatarken,
üzerine üç kez su serpiyorlar. Derken ayağa kalkan şaman bambaşka bir
sesle, kendisini ele geçirmiş olan ruhun sesiyle konuşmaya başlayarak,
şarkılarla sorulan soruları yanıtlamaya, geyiklerin niçin çekip gittiklerini
açıklamaya başlıyor: Tabular bozulmuş; eğer uygun bir kurban töreni
yapılacak olursa geyikler yakında yeniden ortaya çıkacaklarmış.
Bir süre sonra yeniden kendine gelen şaman, sanki uzun bir
31
yolculuktan dünmüşçesine sevinç içinde selamlanıyor. Oradakilerin
inancına göre, şamamn ruhu aşağıdaki dünyaya inmiş ve oradaki bir ruh
kendisine aktarılan soruları yanıtlamıştır.
Ölüler dünyasına yaptığı tehlikeli yolculuğun coşkunluğundan
sıyrılan şaman yardımseverlikleri için ruhlara teşekkür ediyor.
Daha ertesi gün avcılar, dua edilen yerin yakınlarında geyik izleriyle
karşılaşıyorlar, hatta birini de öldürüyorlar. Açlık tehlikesi defedilmiştir
artık.
Şamanizm yalnızca Kuzey Sibirya halklarına özgü olmayıp, dünya
çapında bir olgudur: Andlar’da, Eskimolar’da, Afrika’nın içlerinde,
Endonezya adalarında ve başka pek çok yerde büyücüler, kabile
doktorları, gizemli biliciler bulunmakta olup, bunlar göklerdeki ve
yeraltmdaki ruhlarla ilişki kurarlar.
Geçen yüzyıldaki bilim adamlarının büyük bolümü şamanlığı bir tür
ruhsal hastalık olarak görürdü. Ama Mircea Eliade’nin de yazdığı gibi:
"Şaman, sıradan bir hasta değil, kendini iyileştirebilen bir hastadır... O,
sahip olduğu güçleri epilepsi (sar’a) nöbetleriyle oluşan ortama değil,
aksine bu ortam üzerinde hâkimiyet kurabilmesine borçludur... Onun
kendinden geçmiş olarak yaptığı hareketler sırasında gösterdiği ustalık,
sahip olduğu harikulade bir sinir yapısını sergilemektedir. Bir şamanda
hiçbir zaman zihinsel bulanıklık görülmez. Onun hafıza gücü ve kendine
olan hâkimiyeti ortalamanın üstündedir." Bir şamanın hastalığı altetmesi
ve kendini iyileştirebilmesi, ondaki yapısal özelliğin ve sezgi gücünün en
önemli parçasıdır.
Şaman olabilmenin iki yolu vardır: Bu görev ya ana babadan ona
geçer, ya da onu bu görev için seçerler. Ancak iki durumda da şartlar
aynıdır: Şam anlık deneyinden başarıyla geçmek.
Geleceğin şamanları daha çocukken ötekilerden farklıdırlar.
Bunlar çoğunlukla tek başlarına oynar ve rüyalar görürler; görünüşleri
hasta gibi olup, hareketlerinde bir ağırbaşlılık sezilir. Bu çocukların
zaman zaman geçirdikleri sar’a nöbetleri, onların tanrılarla karşılaştıkları
şeklinde yorumlanır.
Böyle bir çocuk, büluğ dönemine girişinin hemen ardından ağır bir
kriz geçirir. Delice hareketlere başlar, bilincini kaybeder, ormanlara
kaçarak ağaç kabuklarıyla beslenir; bu arada kendini buz gibi sulara veya
ateşe atar, vücudunda bıçakla yaralar oluşturur, hayvanlan dişleriyle
yakalar. Çoğunlukla da on gün sonra üstü başı kan ve pislik içinde, yırtık
giysilerle köye döner. Bundan bir iki hafta sonra tutarsızca sözler
32
söylemeye başlar. Yaşlı bir şaman, çocuğu yakalamış olan ruhun adını
araştırır ve bunu öğrendiğinde, tören hazırlıkları başlar.
İhtiyar şamanın ilk olarak araştıracağı şey, adayın şamanlıkla ilgili
ilk şartları yerine getirip getirmediğidir. Bunlar, baygınlığa benzer
nöbetler sırasında ruhlardan bilgi edinmiş olma, onlarla görüşme, göğe ve
yeraltına yolculuk ve eski şamanların ruhlarıyla konuşmuş olmaktır.
İkinci şart, yaşlı şamanın yanında geçecek olan eğitim dönemidir; bu
dönem boyunca adaya mistik teknikler, mitoloji, büyülü şiirler ve o klana
aktarılmış olan öteki dinsel bilgiler öğretilir.
Genç şaman göreve başlamadan önce, yeteneklerini ve gücünü
sınamak için bir denemeden geçmelidir. İki şekilde uygulanan bu
denemeye göre, ya kızgın korların üstünden bir yara almaksızın yürüyüp
geçmeli, ya da kar ve buzun orta yerinde çırılçıplak oturarak, vücuduna
sarılmış olan ıslak bezleri kurutmalıdır.
Nöbetler sırasındaki serüvenleri yaşayan, yaşlı şamanın öğreti-
minden geçen ve denemeyi de atlatan aday artık ruhlarla uğraşacak güce
sahip biri olarak, köyünde şaman kabul edilir. Geçirdiği denemeler, ruhsal
yolculuklar, baygınlıklar ve tek başına geçirilen uzun sürelerden sonra,
genç şamana yiyecek götürülür, onunla konuşulur ve yürümesi sağlanır;
buradaki amaç, o zamana kadar süren yaşam şeklinin unutturulmasıdır.
Bir şamanın resmen böyle biri olarak kabul edilmesine yol açan
durum sıradan bir hastalık olmayıp, o zamana kadar sürdürülmüş olan
yaşam biçiminin tümüyle değişmesi anlamına gelen çok belirgin bir
olgudur. Şaman denen kişi bir trans uzmanı olup, böyle birinin ruhu, sırf
İçinde yaşadığı toplumun yararı için iradesel olarak yeryüzünü terk
edebilir. Şamanizmi, arkaik bir trans tekniği olarak gören Mircea Eliade
bunun kökenini ur ideolojiye (göğe yükselerek oradaki yüce varlıklarla
doğrudan ilişki kurulabileceği inancı) bağlıyor.
Şaman bir aracıdır. O, çalınmış ruhları geri getirerek toplum
fertlerinin sağlıklı kalmasını sağlar. Öte yandan, ölüler krallığına giden
ruhlara orada yol gösterir; Öteki taraftaki ruhlardan ren geyiklerinin
yerlerini ve bozulan tabular için hangi kurbanların adanması gerektiğini
de öğrenir.
Böyle biri yalnızca dünyalar arası değil, farklı zaman boyutlarına
ilişkin haberler de verir. Okuduğu şarkılarla geçmişteki kahramanlıkları
anlatır, dünyamızın ilk karanlık günlerinden, şİmdİ olduğu gibi o
zamanlar da birbirine girmiş olan tanrılardan ve ruhlardan söz eder. Ara
sıra yaptığı görüşmelerle, bazı uyuşmaz durumları dünyadan
uzaklaştırarak ruhları yeniden dengeye kavuşturur.
Toplum um uzda bir sürü mesleğin birbirinden ayrılmış olması ve 33 de
özellikle tıp alanında görüldüğü gibi branşlaşma yüzünden bir hastalığın
tüm olarak ele alınamaması sonucu, uzlaşmaz durumlarla
karşılaşmaktayız. Avcı ve göçebe kabilelerde bu tür şeyler tek bir kişide
birleşmiştir. Bir şaman aym zamanda doktor, müzisyen, meddah, kâhin,
psikiyatr, rahip ve burayla öteki taraftaki bağdaştıran bir aracıdır.
Öteki taraftaki güçlere yaklaşan biri, başka çare olmadığı İçin
buradaki çevresinden uzaklaşmak zorunda kalır. Bundan çıkan sonuç ise,
seçilmiş biri olduğu çok daha önceleri ortaya çıkmış bulunan bir şamanın
bu görevi sürdürdüğü sürece hep tek başına kalacağıdır.
Aralarında yaşadığı İnsanlar onun gücünden, ruhlar tarafından ona
bağışlanmış bulunan "Mana"dan fazla bir korku duymamakla birlikte, bu
kişinin olağanüstü bir ruhsal yaşam sürdürmesi, hep kutsal şeylerle ve
bunlara ilişkin açıklamalarla uğraşması, kendisini başka dünyalara
yaklaştırmaktadır.
Şamanlarla ilgili tüm haberlerin hemen hepsinde, bu kişilere verilmiş
olan güçlerden söz edilir.
Bununla birlikte Andlari da, steplerde, Sibirya ormanlarında yaşayan
yerlilerin ya da Eskimolar m uygar komşuları şamanların bu güçlerinden
kuşku duymakta, onların bir ruhu gerekli yere çağırabi- 1 e çekler in e
inanmamaktadırlar.
BİR KOBAY, AYYAŞ HALİNE GELEBİLİR Mİ?
58
larına yetmiyor; bunlar bu defineyi daha da kolay İnanılır bir şekle
sokma çabasmdalar. Böylece Psi’nin altın çağı gelmiş olacaktır. İnsanlar
artık kararlarını buna göre vereceklerinden, parasal kayıplara
uğramayacaklar veya boş park yeri bulma işi kolaylaşacaktır.
Beklenen bu çağ, çıkmaz ayın son çarşambasına kalmasın dîye
birtakım eğitim programları sürdürülüyor ve bilinçaltındaki zayıf etkilerin
güçlendirilmesi, bunların bilinç alanına sokulması amaçlanıyor. Ne var ki,
hiç de yeni olmayan bu teknikler, manastırlarda bin yıldır sürdürülen
pratiklere çok benzemekte. Onların amaçladığı durum, sağlam bir inanç,
belli amaca yönelik bir konsantrasyon ve özgür kılıcı bir gevşeme
sağlamaktı. Şimdiyse değişen tek şey, Tanrı’- mn yerini Psi’nin almış
olmasıdır.
Psi aracılığıyla boş park yeri bulmadan tutun da, borsa oyunlarında
başarı kazanmaya kadar uzanan beklentilerin kökü araştırıldığında
karşımıza çıkan şeyin, tüm dünyayı kaplamış olan "Amerikan şekli
yaşam"ın bir parçası olduğunu görüyoruz.
Ama biz insanlar, düzenli çalışabilmesi için yalnızca programı eksik
bir bilgisayar durumunda olmadığımız, kendimizi İçten ve dıştan gelen
duyu, algılama, düşünce ve haberlere karşı yalıtamadığı- mız İçindir ki şu
sonuca varıyorum: İnsanlığın son serüveni demek olan rüyalar ve sezgiler
konusunu açıklığa kavuşturacak olan bir bilinçdışı planının tamamlanması
daha uzun zaman alacak.
Mazot kazanındaki patlamanın yankısını ben ancak birkaç yıl sonra
hissedebildim.
Henüz öğrenci olduğum o sıralar, tıpkı And dağlarındaki büyü-
cülerin yakalayıp kovduklarına benzer bir yabancı varlığın beni huzursuz
kıldığını hissetmiştim.
Bugün bildiğim, o zamanki olayın bende belli bir düşünce reak-
siyonu başlatmış olmasıdır. Psi ve nedensellik arasında inançsızca gidip
gelen görüşlerim beni sonuçta şuna ulaştırdı: Bilinçsiz bir güç olan maji
(büyü), kendini bir içerik veya hareket olarak sunduğu ender durumlarda
belirgin bir hal alır. Yine maji, insana özgü bir yetenek olup, paranormal
sinyalleri yakalamayı ve bunları bedensel reaksiyonlar şekline sokmayı
sağlar.
6l
Kendisi de "hımbıl biri” olmadığından, geride iki yüzü aşkm ve Çok
önemli eser bırakmıştır. Öyle ki, okült yazarların pek çoğu bunlardan
alıntı yapmış ve çoğu da bu kaynakları göstermek zahmetine bile
katlanmamıştır.
Helena Petrowna Blavatsky "Gizlİ Öğretiler" adlı birkaç ciltlik
eserinin bazı bölümlerinde Eliphas Levi’nin yazılarının etkisinde
kalmıştır. Öte yandan General Albert Pİke "Morals and Dogma of the
ASSR" adlı başyapıtını hazırlarken yine aynı kaynaktan yararlanmıştır.
Elİphas Levi 8 Şubat 1810’da Alphons-Louis Constant adıyla
Paris’te doğdu.
Ayakkabıcı olan babası bu zeki çocuğu Saint Sulpice Seminerine
gönderdi. Burayı bitiren Alphons, daha rahipliğin ilk yılında Hıristiyanlık
dışı kabul edilen alanlara ilgi duymaya başladı. Okült uğraşlara giriyor,
dinsizce yazılar üzerinde çalışıyor, Guillaume Pos- tel, Raimundus Lullus,
Agrippa von Nettesheim ve Martin Del- rio’nun eserlerini okuyordu.
Bilgin bir cizvit rahibi olan bu sonuncusu onu özellikle etkiliyordu.
Bu arada simya, majl, tslsımcılık gibi şeylere de kendini kaptırmıştı.
Onun ruhsal alanla ilgili bu çalışmalarına, pek de saf olmayan
bedensel birtakım uğraşların eşlik ettiği de oluyordu. On altı yaşında bir
kızla aşk İlişkisine girişmiş ve ondan iki çocuğu olmuştu. Daha sonraları,
yaşadığı bazı iç ve dış kavgalar sonucunda katolik kilisesinden ayrıldı;
yine de yaşamı boyunca bir rahip olarak kabul edildi.
Yazdığı eserlerin bir bölümü gerçek olayları yansıtmakta, ötekiler de
törensel kuramları işlemekteydi. Yazarlıkla ilgili olarak seçtiği ad, kendi
isminin İbranice karşılığıydı: Eliphas Levi.
Sistematik bir gizemli öğreti niteliğindeki Kabbala onu etkiliyordu.
Bunda metafiziksel kuramların yanı sıra uygulama da eksik değildi. Bir
başka araştırı dalı, çok daha eskilere uzanan gerçeklik ve sonsuzluğun
yorulmaz araştırıcısı Ahasver ise içinde bir sistem barındırmakta olup,
antik çağların sembolü Sfenks’in gizemli bilgilerinden ve Hıristiyanlık
haçının bir tür büyü etkisi oluşturabileceği noktasından yola çıkıyordu.
Eliphas Levİ’nİn büyüsel sistemi iki sütun üzerinde yükselmekteydi:
Eskilerin gizemli bilgileri ile Hıristiyanlık inancında sembolize edilen
sonsuz sevgi ve kurtuluş duygusu.
62
Bu kişi çok geçmeden Fransa'nm en önde gelen okültisti olup Çıktı.
Dostlan arasında Jean-Marie Wronski ve ünlü ezoterik Je- an-Marie
Ragon da bulunuyordu. Bu arada ünü İngiltere’ye de ulaşmıştı. Ünlü
roman yazarı Lord George Earl Bulwer-Lytton onu 1854’te Londra’ya
davet etti ve Gül-Haç tarikatına soktu. Eliphas Levi de bir anlamda buna
teşekkür etmek üzere, Francois Patrici- us’un Magia Phitisophica adlı
kitabından esinlenerek hazırladığı çok tanınmış eserinde ona bilgin bir
büyücü kişiliği tamdı: Apollonius von Tyana.
Kendisi 31 Mayıs 1875’te Paris’te öldü.
Onun Yüksek Majİ’nin Dogrna ve Törenleri ile Büyünün Tarihi adlı
eserleri günümüzde de hâlâ basılıp yayınlanmakta; çünkü bunlar daha
sonraki okültist ve ezoterik eserlere kıyasla çok daha ustaca kaleme
alınmıştır. Bunlarda rastlanan şaşırtıcı dönüşümler, konuşma ustalıkları,
espri, hayal gücü ve hiç de olumsuz olmayıp inandırıcılığa yönelik
bulunan hafif bir alaycılık, bu kişinin ölümünden yüz yıl sonra bile
okunmasını sağlamaktadır.
Eliphas Levi büyüyü şöyle tanımlıyor: "Doğadan ve büyücülerden
kaynaklanan gizemlerin aktarılmış olan şekilleri. Bu tür bilgiler, konudan
anlayan birine belli bir güç sağlamakta ve insandan yükselen güç üzerinde
İnsanüstü etkinlikler kurmasına olanak tanımaktadır."
Daha sonra da "insanüstü" deyimini açıklıyor: "Büyünün tüm
mucizesi buradadır; acemilerin fark etmediği, ama ustalarca yararlanılan
birtakım yasalar mevcuttur. Sanat ya da yetenekle birleşen bu yasalar
yaratıcı nitelikli, ama hiç de doğaüstü olmayan güçler sayesinde, insani
kavrayışı aşan harikülade işleri başarabilir." Martin Deirio da 250 yıl önce
benzer görüşler ileri sürerek, daha sonraki büyücüler için bunların geçerli
olacağım belirtiyordu.
Eliphas Levi kendisinin mucizeler yaratıp yaratmadığı sorusuna da
şöyle yanıt veriyordu: "Mucize deyimiyle, doğaya karşı çıkan ya da
ondan kaynaklanmayan etkileri amaçlıyorsanız, hayır; ben ne mucize
yaratırım, ne de bunu öğretebilirim. Mucize yalnızca cahiller için vardır,"
Buna göre, büyü denen şey bir tür yetenek ve potansiyel görü-
nümünde; ancak birinin bunu kullanabilmesi için bizzat yarattığı bilgi,
güç ve kendi gerçek yapısını tanımanın yanı sıra, Sfenks, Haç ve
Ahasver’in de bir araya gelmesi, bir bütünlük oluşturması gerekiyor.
63
"Büyücü, bir anlamda mikroskop ya da küçük dünyamn yaratıcısıdır.
Büyü konusundaki ilk bilgi kendini tanıma olduğu için, bununla İlgili tüm
çalışmalar da -bunların hepsi büyük bir işin temelinde birleşir- kendini
yaratmaya yönelik olmalıdır."
Böyle bir yaratma için de dört şart kaçınılmazdır: "Çalışmayla
aydınlanan bir zekâ, sarsılmaz derecede cesur olma, sapasağlam bir irade,
kayıtsız şartsız bir suskunluk. Yani, bilmek, cesaret etmek, istemek,
susmak...Büyücünün dört şartı budur."
Bir Stoisyen diye tanımlayabileceğimiz büyücü dış dünyadan ra-
hatsız olmaz; çünkü onun varlığında yalnızca bir parıltı görmektedir,
yoksa kör edici bir aydınlık ya da göz alıcı bir yaşam şekli değil. Bu
nedenle, Öğrencilerine güçle ilgili formülleri Öğretirken gösterdiği tüm
çaba şunları telkin edebilmektir: "Sen, sırdaş olmak isteyen kişi, Faust
kadar bilge misin? Kalbin Hiob kadar katı mı? Değil ha? Ama istersen
olabilirsin. Girdaplar oluşturup düşüncelerin üzerine çıkabildin mi?
Kararsızlık ve geçici heveslerden sıyrılmış durumda mısın? Kendini
şehvet duygusuna ancak istediğinde ve öyle olması gerektiğinde terk etme
gücüne sahip misin? Değilsin öyle mi? -Zaten hep öyle olmamış mıdır?-
Ama eğer istersen bu da olabilir." Bir büyücü ancak bu uzlaşmayı
sağladığı, tohum için tarlayı hazırlayabildiği takdirde güç konusundaki
Öğretilere girebilir. Böyle- ce, aklın içinde erimiş bulunan dehanın yol
açtığı tüm doğal mucizeler etkinlik göstermeye başlar. Eliphas Levi,
gerekli uyumu sağlayacak araçlar konusunda da şöyle diyor:
"Birer yardımcı güç ve araç niteliğindeki zekâyla irade aslında çok
az tanınıyor olmakla birlikte, büyünün en Önemli unsurlarıdır. Burada
benim kastettiğim hayal gücüdür... Bu yeteneğe ruhun gözü olarak
bakabiliriz. Her tür biçim ruh tarafından belirlenip saklanır ve biz onlar
aracılığıyla görünmeyen dünyayı seyrederiz; karşımıza çıkan görüntüler
ise bir tür ayna ve büyüsel yaşamın araç gerecidir. Biz bunlardan
yararlanarak hastalıkları iyileştirir, mevsimleri etkiler, ölümü canlılardan
uzak tutar, hatta Ölüleri uyandırırız; çünkü ruh iradeyi geliştirip
yüceltmekte ve ona evrensel bir hareket gücü kazandırmaktadır."
Eliphas Levi, bu alanda bilgi sahibi öteki yazarlarca da kabul edilen
hayal gücü ve bunun önemi konusunda kanıt olmak üzere Theophrastus
Paracelsus1 dan bir örnek verir; "Kendini tehlikeli bir savaştaymış gibi
64 düşün ve ona göre davran; tıpkı Aşil gibi yaralanmaz biri olduğunu
tasarla, gerçekte de Öyle olduğunu göreceksin.
Korku, mermileri sana doğru çeker, cesaret ise bunları karşıya yansıtır."
Bu kişi, insanın hayal gücünü güvenilir bir şekilde nasıl kullana-
bileceği yolundaki soruya şu yanıtı veriyor: "Bunu yapabileceğine
inanmak, sonra da harekete geçmek! Bu nasıl mı olacak? Her gün er-
kenden ve aynı saatte kalkmak, her sabah soğuk suyla yıkanmak, asla
kirli giysiler taşımamak, kendini temiz tutmak, birtakım zorunlu du-
rumlara daha kolay dayanabilmek için bazı şeylerden el etek çekmek,
büyük görevin gerçekleştirilmesiyle ilgisi olmayan her isteği sessizce
bastımıak... Biiyiik işi başarmak isteyen birinin, hazlann çekiciliğinden
kendini kesinlikle koruması, hırs ve uykunun üstesinden gelmesi, başarıya
karşı sanki bu bir ayıpmış gibi tam bir duyarsızlık göstermesi
gerekecektir. Bu kişinin yaşamını tek bir düşünce ve doğaya hizmete
yönelik tek bir irade yönlendirmeli, böyle biri tüm organlarına ve ilişkide
bulunduğu güçlere boyun eğdirebilir hale gelmelidir. Ruhunu ciddi
şekilde ğiçlendirerek bunu her tür tehlikeye karşı ileri sürmek, maji
uygulamalarına adamak isteyen kişinin kırk gün boyunca iç ve dış yönden
bir temizlik dönemi geçirmesi gerekir... Her pislik bir ihmal anlamına
gelir ki, bu da büyü için Ölümcül bir şeydir."
Bir büyücü, kendilerini kentsel yaşama kaptırmış olan kişilerden,
yeteneği, zekâsı ve mükemmel derecede geliştirdiği iradesiyle ayırt edilir.
O, bedenine hükmedebilmektedİr. Böyle biri için acılar, istekler, dürtüler
ve nefret duygulan kişiyi bir anda zayıflatıp parçalayabilecek olgular
durumundan çıkmış, aksine ruhu güçlendirecek unsurlar haline
gelmişlerdir. Bir büyücü, sahip olduğu güçleri son derece arttırmış ve
çevresinde görünmez bir duvar oluşturmuştur; öyle ki, kendisi
istemedikçe dış dünyaya ait bilgiler ve oluşumlar onun iradesini asla
etkileyemez. Bu arada, insanların mucize diye adlandırdıkları şeylerin
çoğu zaman, bir büyücünün bu kişilerin hayal güçlerinde değişimler
yaratması olduğunu da belirtelim.
Eliphas Levi, transmutasyonları ve simyacıların giriştikleri çabaları
ruhsal işlemlerin bir aynası olarak niteledikten sonra, gerçekliğin
algılanışıyla ilgili olarak -zaman zaman da göz kırparak- şunları
belirtiyor:
"Aslında büyüsel anlamıyla asa da, sihirli yüzük de iradenin ta
kendisi, bunun gelişip güçlenmiş şeklidir... O halde, görünmezliğin gi-
zemleri şu şekilde tanımlanabilecek bir gücün alanı İçine germektedir:
Dikkati belli bir ölçüde saptırma ya da bunu tümüyle işlemez hale ge- 65
tirme gücü; öyle ki, görme organına düşen ışık rııhun gözünü harekete
geçirmesin."
Bazı durumlarda kullanılan kelimeler öyle bir güce sahip olurlar ki,
bunların birtakım algılama değişiklikleri yaratması bile söz konusu
olabilir.
Daha sonraları "Macaristanlı Azize Elisabeth" adım alacak olan
kadının kocası ona sık sık ve ısrarla emrederek, fakirlere şatodan ekmek
vermemesini söylemişti. Bir seferinde onu kolunda sepetle gördüğünde,
biraz da öfkeyle bunun içinde ne olduğunu sordu. Elisabeth kendinden
emin olarak karşılık verdi: "Güller var." Ve Kont Ludwig von Thüringen
Örtünün altında gerçekten de güllerin olduğunu gördü.
Hayal gücüne sahip olan ve bir büyü yapabilecek durumda bulunan
kişi, kullandığı sözler aracılığıyla belli bir şekli ve öz yapıyı belirleyebilir.
Eliphas Levi’nin bu değişimler konusunda bize verdiği örnek, yalnızca bir
fıkra olmaktan farklı şekilde değerlendirilebilir:
"Bir başka öyküde azizlerden biri -adı şimdi aklımda değil- perhizler
sırasında ya da Cuma günleri hep tavuk eti yemekten bıktığı için, bunun
balık eti olmasını emretti ve o balık oldu."
Kendini yaratmak ve daha sonra da dış dünyayı etkilemek bir
büyücünün amacı ve görevidir. Her insanda mevcut birtakım şartlar veya
olasılıklar değişik uygulamalarla güçlendirilerek böyle bir duruma
varılabilir. Uzakdoğu’ya özgü Zen ve Yoga tekniklerinin öngürdüğü amaç
da, aşılmaz olarak düşünülen yasaları aşmaktır. Bu yasalar ise dış
dünyamızda cereyan eden, etkilerini sürekli algıladığımız her tür olgudur.
Eliphas Levi yalnızca Plinius zamanından beri yeni yeni değişimlerle
önümüze sunulan büyüsel kuramları ele alıp geliştirmekle kalmamış,
Simya, Kabbala, Nekromansi (Ölüler aracılığıyla bilgi edinme uğraşı) ve
öteki geleneksel büyü sanatlarını Johann Valentin Andreae veya
Paracelsus’tan çok daha kapsamlı şekilde işlemiştir. O, büyünün yeri
olarak ruhu işaret etmektedir. Büyü ise yalnızca bir bilgi olmakla
kalmayıp iradeyle birleşmiş durumdadır; böyle- ce insanın kendini
yaratması, tanıması ve, büyü denen şeyin içinde gerçekleştiği, ruhu; bu
son kaleyi, her türlü afete karşı güçlendirip koruması mümkün
olabilecektir.
Gerçi Eliphas Levi kadar inandırıcı olamasalar bile, pek çok yazar
büyüyü akıl ve iradeyle ilgili bir öğreti olarak kabul etmektedirler.
Meditasyon, Tanlrizm, Zen ve Yoga’yİ a ilgili öğretilerle kuramların yanı
sıra, Rudolf Steiner’in eserlerinde ya da Aleister Crowley’nin
66 çalışmalarında en belirgin şeklini alan geleneksel maji bilgileri son
yıllarda büyük bir yaygınlık kazanmış bulunuyor. Konu ile ilgili eserlerde
ileri sürülen şey, büyü denen olgunun hemen her insan için
genelleştirilebilecek bir yetenek olduğu, ama bunun ancak uygar bir
çevrenin dışında, insanın doğaya ait önemsiz bir parça olma niteliğini
kabul etmesi ve böyle davranması durumunda geliştirilebileceğidir.
Uygarlıkla doğa arasındaki büyüsel farklılık konusunu işleyen
kitapların belki de en tanınmış ve başarılı örnekleri -bunlar dört tanedir-
Amerikalı antropolog Carlos Castaneda tarafından yazılmış olanlardır. Bu
kişinin rehberi ve aydınlatıcısı durumundaki Don Juan Matsus, Meksika
çölünün kıyısındaki bir ağaç kulübede yaşayan Yaqui Kızılderilisidir; bir
tür kabile doktoru olan Don Juan’ı Güney Amerika yerlilerinin
büyücülerine benzetmek mümkündür.
İçinde yaşadığı uygar çevreden çıkarak yollara düzülen Amerikalı
bilim adamının asıl amacı, yerliler tarafından kurutulmuş olarak çiğnenen
Peyote kaktüsünün törensel nitelikli kullanılışım araştırmaktı. Bu bitkiyi
çiğneyerek bir tür sarhoşluk durumuna giren yerliler "Tanrılarla
konuşabiliyorlardı". Halbuki Don Juan ona yaptığı açıklamada peyoteyi
gerektiği gibi kullanabilmek için o kişinin bir savaşçı olması, dünyayı
durdurmayı öğrenmesi, yalnızca bakmayı değil, görebilmeyi de bilmesi
gerekiyordu. Görme işi ise çevremizdeki dünyanın, gerçeklik denen şeyin,
pek çok olasılıkların yalnızca bir belirlemesi olduğunu tanımakla
başlıyordu; bizler içinse tek bir olasılık vardı ve bu da doğumumuzdan
beri geçerliğini koruyordu. Bu açıdan bakıldığında gerçeklik denen olgu
sonsuz bir şekilde akıp duran algılama yorumlarından ibaret oluyordu;
bunların bir- biriyle uyumlu görünmesinin nedeni ise bizlerin yalnızca tek
bir görüş açısına sahip olmamızdandı. Böyle olunca da dünyanın o şekilde
olduğuna inanmaktan ve ona yalnızca öğrendiğimiz şekilde bakmaktan
öte bir şey yapmıyorduk.
Carlos Castaneda o yerliyle ilişki kurduğu ilk yıllarda onun an-
lattıklarını birtakım tanımlamalar, gizemli benzetişimler ve bilinç
içerikleri olarak kabul edip, bunları elle tutulur birer davranış şeklinde
değerlendirmediyse de, Öğrencilik döneminin sonunda sonsuzluğun ve
"dünyayı durdurma"nın ne anlama geldiğini öğrendi. Bu, eskiden beri
alışılagelen bakış alışkanlıklarından vazgeçmek, Önceleri masal ya da
yalan gözüyle bakılan ve haklarmda ancak göreceli bir bilgiye sahip
olduğumuz olay ve gerçeklere eşit hak tanımakla gerçekleşebilecek bir
şeydi.
Don Juan çok usta bir öğreticiydi; öğrencisini bilerek aldatıyor,
açmaza sokuyor, şaşırtıp meraklandırıyor, öğrettiği sırada küçük 67
serüvenler sahneleyerek bir noktayı iyice vurgulamak istiyordu. Yaqui
yerlilerinin dünyasında kuramsal ve uygulamalı eğitimin birbirinden
ayrılması diye bir şey söz konusu olamazdı.
Öte yandan öğretilerin gizliliğine de bağlı kalarak, bunları kar-
şısındakine minicik haplar şeklinde veriyor, böylece öğrencisini ür-
kütmeden onun belli bir bilgiye, aslında pek çok gerçeğin var olduğu
görüşüne varmasını sağlamak İstiyordu.
Don Juan ona ayrıca, ancak bilge bir kişinin, kendini doğaya
uydurabilen, benlik duygusunun önemini bir kenara bırakan, başka
şeylerin ardına gizlenmeksizin yaptıklarının sorumluluğunu üstlenebilen
ve bu davranışları ara vermeksizin sürdüren birinin böyle bir düzeye
ulaşabileceğini öğretiyordu.
Öğrettiği bir başka şey de, güçleri mümkün olduğunca depolamak,
bunları akılcı bir şekilde kullanmak ve girişilen her davranışı bir tür saldın
şeklinde sürdürürken, bunu dünyadaki son işmiş gibi ele almaktı. Bu
arada Carlos Castaneda her tür hayvanı birbirinden ayırt etmeyi,
kendisine güç veren veya içindeki gücü çekip alan bu yaratıkları tanımayı,
gerek duyduğu bitki ve hayvanları elde etmeyi öğreniyordu. Tüm bunların
gerisindeki amaç hem dışarıdaki hem de kendi iç yapısındaki dengeyi
sürdürebilmekti.
Carlos Castaneda izlediği düşünce yolunda sık sık kayıp tökez-
liyorsa da, yine de çok çabuk kavrayan bir öğrenciydi. Günün birinde
çakalların kendi aralarında konuştuklarını duyduğunda, nedenselliğe
dayanan dünya görüşünden kurtulmaya başladı.
Ama öte yandan kent yaşamma da öylesine bağlıydı ki, bilimin
gelişip ilerlediği, nesnelerin yalnızca tek bir görünüşlerinin ele alındığı
okuma ve konferans salonlarından bir türlü kopamıyordu. Sonunda yine
uygarlığa döndü; çünkü Don Juan’m yardımıyla uğraşlar verdiği,
gerçekliğin pek çok yüzüyle ilgili formüller konusunda bilgi sahibi
olduğu o gizemli yöre, Ixtlan, onun yalnızca kafasını etkilemiş, ruhunun
derinliklerine dalamamıştı.
Don Juan’ın büyüsel nitelikli antiuygarlık programıyla, Eliphas
Levi’nin bilimsel büyüsünün çıkış noktası Batı uygarlığıdır ve bu İkisi
arasında ortak noktalar bulunmaktadır. Bunlar, büyünün insanlardaki
genel bir yetenek olduğu ve bunun uygulamalarla arttırılabi- leceği
görüşüyle, insan yığınlarından yöresel veya görüş olarak uzaklaşma, öteki
gerçekliğin nedensellik prensibinden uzak olduğunun kabulü gibi düşünce
şekilleridir.
68 Bununla birlikte, büyü konusundaki çıkış noktalarının birbirinden
farklı oluşu, çeşitli kuram ve Öğretilerin bu konudaki parlak yorumları
aslında kişisel bilgilerin oluşturduğu raporlardan öteye gitmemektedir.
Büyü, insanlardaki genel bir yetenektir. Herkeste farklı şekilde
kendini gösteren bu yetenek değişik şartlar altında keşfedilip
güçlendirilmektedir.
Carlos Castaneda’mn Transandantal Büyü ve Ixtlan’a Yolculuk gibi
eserleri birer duyuru, büyüsel yeteneklerin keşfi konusunda ce-
saretlendirici birer belge olmaktan ileri gitmiyor. Bu kitaplarla verilen
mesaj şöylece toparlanabilir: Çoğu zaman bilinçsiz bir gücün alanına
giren sinyalleri günlük yaşama aktarmak suretiyle insanın kendini
bulması, kişilik dediğimiz şeyin çalışan kişi, müşteri, tüketici, izin yapan
öğrenci, anne, araba sürücüsü vb. şekillerde bir parçalanma değil, bir
uyum göstermesi gerektiğidir. Böyle bir uyum göstermeyenler terk
edilecektir.
Burada, kentlerin orta yerinde yaşamını sürdürmek isteyenler hiçbir
şekilde bilgeliğe erişemeyecekler, aksine başarısızlığa uğrayacaklardır.
Ancak, sahip olduğu büyüsel yeteneklerle, İçinde yaşadığı özel ortamı
birbiriyle uyum haline getirebilen kişi tıpkı Kakular ya da şifacılar gibi
çevresini etkileyebilecek ve bilinçdışı sinyalleri yakalayabilecektir.
Ama, büyüsel kuramlara kafa yoran yazarlar ve varılan sonuçlarla
ilgili raporları düzenleyenler bir noktada yanılıyorlar. Şöyle ki,
insanlardan ancak pek azı bilinçdışı güçleri geliştirerek bir büyü düzeyine
varmayı başarabiliyor. Don Juan Matsus gibi bir Yaqui büyücüsü, Eliphas
Levi veya Aleister Crowley gibi gizem araştırıcıları, Johann Forster
türünden bir şifacı ya da D.D,Home gibi bir medyum, tıpkı büyük
ressamlar, ozan veya müzisyenler gibi ender rastlanan kişilerdendir.
"Hİ! HA! HO!" VE AKINTIDAKİ SABİT NOKTA
BÜYÜ BÖLÜNEMEZ
Büyü bir yetenektir; Gül-Haç tarikatından tutun da Don Ju- an’a
varıncaya kadar o hiçbir zaman bir bilim, bir din, standartlaşmış bir öğreti
durumuna girmemiştir. Kendini geliştirmek İsteyen, kişilik ve yeteneğini
74 kavramaya yönelen biri onu hiçbir zaman kapalı bir sistem şeklinde ele
alarak tarif ya da açıklama yoluna gidemez. Öte yandan kişiye belirli
tekniklerin öğretilmesi, ondaki büyüsel yeteneklerin uyandırılıp
güçlendirilmesi ve günlük yaşamında bunlardan yarar sağlaması
gösterilebilir. Bizlerin bunu başarabilmesi ise, dünyanın onca gümbürtüsü
arasında neredeyse kaynayıp giden zayıf sinyallere dikkat etmek ve kendi
içimize kulak kabartmakla olur.
Büyü asla bir ideoloji, akılcı görüşler ve tartışmalardan süzülüp
çıkarılan ütopik bir iddia değildir. Büyü bir yetenektir; tıpkı sev- roek,
sevinç duymak, üzülmek, nefret etmek, kendini açıklamak, şarkı
söylemek, yazmak, resim yapmak gibi. Bu da aynen öteki yetenekler gibi
herkeste farklı ölçüde kendini gösterir. Ancak üstün yetenekli birinin payı
ötekilere kıyasla daha fazla olmayacaktır.
İnsan yeteneğini iyi değerlendirebilirse, bunun faizini alır; ama bu,
onun tefecilik yapabileceği anlamına gelmez. Adamm bİrİ kaim bir kitap
yazabilir ama okur bulup bulamaması bu alandaki yeteneğine bağlıdır.
Herhangi bir kişinin paranormal bilgileri alması ya da gönderebilmesi
ondaki yeteneğin gücüyle ilgilidir. Kısaca, öğretilebilir bir teknik değildir
bu.
Büyüsel yetenek deyince üstün başarılar düşünülmemelidir; 100
metreyi 9,9 saniyede koşmak da insanlık açısından pek önemli bir şey
değildir herhalde. Büyüsel yetenek bizler için bir yardımcıdır; onu kabul
eder ve varlığından yararlanabilirsek günlük yaşamımızdaki pek çok
şeyin üstesinden gelebiliriz.
Bilinçli olarak kontrol edilemeyen ve hiçbir bilimsel sisteme
girmeyen büyüsel güç aracılığıyla ve paranormal yollardan yararlanarak
ilişkiler, kavramlar oluşturmak, bilinç ufkunda belki de hiç
rastlamadığımız duyu ve sezgilerin sinyallerini elde etmek mümkün
olabilir.
Sözü edilen bilinçdışı güç bir gölge varlık durumundadır. Onun
paranormal nitelikli birtakım bedensel tepkiler şeklinde kendini belli
ettiğini kabul etmek yeterli olmayacaktır. Bundan yararlanmak isteyen
kişi günlük yaşamında da bu olguya yer vermelidir.
Söylemesi kolay, ama uygulaması zor.
Doğal bir yaşam süren toplumlarda iç ve dış diye kesin bir ayırım
yoktur. Bunlarda hiçbir davranış yoktur ki, içinde büyüsel nitelikli
törenler yer almasın.
Bizim günlük yaşamımız ise farklı görünüyor. Hemen hiçbirimiz -
daha sonra isabetli oldukları ortaya çıkmış olsa bile- işimizle ilgili
şeylerde önsezilerden yararlanmayız. Tatil ve izin zamanlarımız bile belli 75
bir plana göredir; bunun için bir dinlenme arzusu doğmasını beklemeyiz
bile. Halbuki aslında böyle bir tatil için çalışmaktayız. Yaşadığımız yöre
de çoğu zaman akılcı bir düşüncenin etkisiyle seçilmiştir: İşyerine yakın
olabilmek.
Zaman zaman akıldan ayrı olarak birer ruha da sahip olduğumuzu
fark ettiğimizde ise, mümkün olduğunca çabuk bir şekilde kendimizden
kopmak, tüketim ve eğlenceyle oyalanmak isteriz.
İçinde yaşamakta olduğumuz uygarca ortam, akılcı davranışla ruhu
birbirinden ayırmış bulunuyor. Günlük yaşam sırasında duyular, sezgiler
gibi şeylerin yanı sıra, bedenimizin verdiği beklenmedik ve bilinçdışı
tepkilerden de yararlanmıyor, belli gerçekliklerle ters düşmesinler diye
bunları görmezlikten geliyoruz. Öte yandan, günlük yaşam biçiminin
doğruluğundan hiç kuşku duymamaktayız; böyle olunca da, kendi içimize
kulak vermek düşüncesi eski karanlık çağlara dönmek şeklinde
yorumlanıyor. Sonuç: Nedensellik kavramına uymayan her şey saçmalık
ve boş inanç olarak damgalanıyor.
Franz Werfel şöyle demekte: "Şu bizim emektar realizm, mucize
denen gerçekliğin var olmadığım kanıtlamayı ille de kafasına takmış."
Zaten artık mucizeler olmayabilir de; çünkü yaşam planlarını
nedenselliğe göre oluşturmuş çoğu insanlar buna kuşkuyla bakmak- talar.
Bilinçdışı gücü yaşamımızdan söküp attığımız için, bunun yerini
doldurabilmek amacıyla parapsikologların bilimsel olarak araştırmaya
giriştikleri Psi olguları genelde anlamsız ve tuhaf geliyor. Bu araştırıcılar
bir temelden yoksunlar. Onlar karşılaştıkları şeyleri insanlığın gelecekte
kazanacağı bir özellik ya da onların ağaçlarda yaşadıkları dönemlerden
kalma arkaik bir kalıntı şeklinde değerlendirirlerken, ben görünen o
şeylerin bir aysbergin ucuna benzetilebile- ceğini savunuyorum.
Psi denen olgu "paranormal" diye tanımlanıyor. Bu kelime pek çok
kişinin gözünde "anormal" deyiminden pek de uzak değildir. Bilim
adamları, oluşturdukları sistemle yaşamımızı damgalamış ve bunu
parçalara ayırmış dürümdalar. Günümüzde akılcı görünen şeyler kabul
ediliyor. Bunlarm dışında kalanlarsa insanlığın ük çağlarından kalma
karanlık nitelikli patlamaları olarak değerlendiriliyor. Benim "bilinçdışı
güç" dediğim büyüsel yeteneği onlar rastlantısal olayların aşırı bir
yorumu şeklinde görüyor, en azından bunlarm arasında benim ileri
sürdüklerime benzer bir bağlantı kurmuyorlar. Biraz daha genişçe ifade
etmek gerekirse, 2x2 = 4 onlar için bir gerçek, geriye kalanlarm hepsi de
spekülatif, metafizik görüşlerdir. Belki bunlar boş zamanlar için ilginç
olabilir, ama kesinlikle bilim adamlarına göre değildir.
76 Böyle düşünmek ne kadar kolay. Bu durumda İnsan yalnızca
gerçeklikle ilgili resmi yorumlara bağlı kalıyor. Önceleri de böyley-
di. Katolik Kilisesi’nin İncil yorumuyla uyum gösteren, gerçek
sayılıyordu. Büluğ çağının hemen eşiğindeki çocukluk döneminde bulu-
nanlar belli bir formülle ileri sürülen ve kanıtlanabilen şeyleri kabule
hazırdırlar. Ama aradan birkaç yıl geçtiğinde, bunlar yaşam konusunda
birtakım tutarsızlıklar keşfetmeye başlarlar. Yalnızca nedensellik
gösterenlerin gerçek olarak kabul edilişi gibi. Artık bastıkları yer
esnemekte ve bu gençler gerçeklik konusundaki bir boş İnançla
yaşamaktadırlar.
Bizim büyüyle ilgili yeteneklerimiz bilinç alanımız içinde yalnızca
sivri uçlarını ortaya koyarlar. Tümüyle kişisel, başkasına aktarılamaz,
kesin olarak tarif edilemez ve yinelenemez nitelikli bu özellikler
bilimsellikle ilgisi olmayan bir kişiliği oluşturur.
Aşk, duyarlılık, sevinç ve nefret gibi şeyler pek bir sorun çıkar-
maksızın mekanik bir indirgemeye tabi tutularak, cinsellik, moda ve
ruhun resimli bir tasviriyle -tıpkı elektronik bir cihazın şeması gibi-
ortaya konabilir. Böyle bir durumda nedenselliğe dayanan dünya görüşü
de pek sıkıcı gelmez.
Sevmek, resim yapmak, müzik bestelemek ve hayal kurmak gibi
şeyler birer gereksinme olup, bunların yeri işten sonradır. Büyü ise ne geri
çağrılabilir, ne de bir yerde depolanması mümkündür. O yalnızca
görmezlikten gelinir, uzaklaştırılır ya da bir bakarsınız tam iş sırasında
kabul edİlİverir. Onun en dikkat çekici özelliği, öteki yeteneklerin aksine
tümüyle gayri nedensel oluşudur.
Bu yeni dinlerde de, doğaya kaçışa yönelik ideolojilerde de,
dindarlarda olduğu kadar konuşkan olmayan kent sakinlerinde de
böyledir. O, bu tür kişiler için daha da bir belirgindir; çünkü bunlarda ruh-
beden, bilinç-bilinçdışı akıl ve duygu tek bir bütün halindedir, Bunların
birbirinden ayrılması bir sakatlık olarak düşünülür; üstelik böyle bir
durum dengeyi bozup mahvetmekle kalmayacak, insanları birbirine
yabancı bir robot kalabalığı haline sokarak içinde yaşadığımız çevreyi de
yabancılaş tır acaktır.
Doğal toplumlarda birbiri içinde erimiş bulunan unsurlar biz- lerde
ayrılmış bir halde yaşamakta. Günlük yaşamın mantıksal düşünceyle
belirlenmiş olan gri rengi, ruhun paydos saatleri için belirlediği renk
cümbüşünden sıkı sıkıya ayrılmış bulunuyor.
Büyü,
77 bilinçdışı güç, kazandığı başarılar yönünden bizim için pek
önemli olmayabilir; zaten bu başarılar da ender durumlarda gösterişli
olur. Ancak, bunları kabul etmeyi öğrenecek olursak, o zaman nedensel
ve paranormal olguları eşdeğerde ve birbirinden ayrılmaz olasılıklar
şeklinde görüp, bunların tüm çevremizde yer almakta olduklarını kabule
zorlanırız. Sanatsal olduğu kadar bilimsel çalışmalarda da sezgiye sık
rastlanmakladır ve bu konuda Thales’- ten Einstein’e kadar uzanan bir
sürü anekdot vardır. Sessizce kabul ediliveren bu sezgi olgusu,
paranormal bilgilerin aktarılışı kadar açıklanabilin iştir ancak.
Vereceğim mesajın küçük olduğunu biliyorum: İnsanın kendi içine
kulak vermesi; ruh ve bedeni bir bütün haline getirmesi; büyüsel
yeteneğini uyandırıp güçlendirmek için bir yol bulması; bu konuda ille de
önceki yollara bağlı kalması gerekmediği, kendi yolunu kendinin de
bulabileceği; boş inanç, Psi ve geleneksel nitelikli büyüyü bir arada
düşünmesi. Tüm bu söylediklerim bu kitapta geçen, sevindirici bir tezle
kıyaslandığında -"duyularüstü şeyler kavranabilir: altıncı duyunuzu
keşfedin"- oldukça kısır ve de zor görünüyor. Ama bu tür kitaplar
dikkatlice okunduğunda bunların kuyruklu yıldızlara benzedikleri
görülecektir: Bu tür gök cisimleri dünyaya yaklaştıkça parlaklıklarım
kaybetmekte, sonunda bir yerlerde kaybolup gitmektedirler. Kısa yoldan
durugörü gücüne ulaşacağını sanan biri pek kötü bir hayal kırıklığına
uğrar.
Benim sözünü ettiğim büyü ise genel bir yetenek olup, belki de bu
yüzden bîr serüven olmaktan uzaktır. O bizi etkileyip yönlendirmekte,
rasyonel bir açıklama getiremediğimiz birtakım paranormal olgular
aracılığıyla davranışlarımıza girmektedir. O, kural olarak sabit bir görüntü
şeklinde bilincimizde yer almamakta, daha çok his, sezgi, huzursuzluk,
korku, güven ve sempati biçiminde yükselmektedir. Çok ender
durumlarda onun belirli bilgiler verdiği de olur. Büyü denen şey bizleri
uyarıp bağlamakta, akıl vermekte, öteki yetenekler gibi yardımcı olarak
sosyal varlıklar olduğumuzu, birbirimizi koruyup desteklemek gerektiğini
belirgin şekilde göstermektedir.
Hâlâ beslemekte olduğum umut, birkaç okurun bilinçdışı güçleri
kullanmayı Öğreneceği, beden, ruh ve aklı iş-dinlenme saatleri diye
birbirinden ayırmayarak birbirine kaynaştıracağıdır. Böyle yaşamayı
deneyen biri en azından şu noktada Yaqui Kızılderilisi Don Juan’la
birleşmiş olacak: Her şeye, yaşamın sanki son işiymiş gibi girişmek, öte
yandan bir uğraş veya görevi, ölüm bize hiç ulaşamayacakmış gibi
sürdürmek.
ALTINCI BOYUT
“Hâlâ besİemekteU»lduğuriı umiıt,
okurun bilinçdışı güçleri kullanmayı
*
öğreneceği, beden, ruh» ve
aklı Iş-dinlen me saatleri diyçfc*
birbirinden ayıi%nâyap^:
bfrbirine kaynaştıracağıdır.
Böyle yaşamayı deneyen biri
en azından şu noktada Yaqui +
Kızdderilisi Don Juan’la
birleşmiş olacak: Her şeye,
Vaşamın sanki son işiymiş
gibi girişmek, öte yandan bir
uğraş veya görevi, ölüm bize *
* % hiç
ulaşamayacakmış gibi
sürdürmek.”
* Franz WERftl*.
79