You are on page 1of 360

PETROL FIRTINASI

I stan s u ı
19 6 9
F İ H R İ S T

On söz .......................................................................................... V II— Vlll

Petrol mücadelesinin başlaması ................................................... 1

Bir Reisicumhurun öldürülmesi ................................................... 7

Royal D u tc h -S h e ll gurubu nasıl kuruldu? .............................. 12

Ingiliz ticaret imparatorluğu ........................................................ *6

Ingilizler ve Am erikairlar karşı karşıya ......*.................... *........ 17

Royal - Dutch Orta * Sark'ta ............................................................ 20

D eterd in g ln Orta - Doğu'ya el atması .................. 22


İran petrollerinin elden çıkması 24

İran'da Ruslar'ın oynadığı oyunlar ............................................... 27

W illim Knot D ’Arcy'ın macerası .................................................... 29

Petrol vesikası nasıl çalındı ............................................................ 33

Alm anların İran’da faaliyetleri .......................................................- 37

Kaderin İran ’a çizdiği yol ................................................................ 37

Romanya petrolleri ..................*.......................................................... 43

Petrol ve Osman!r İmparatorluğunun kaderi .............................. 52

Y a k ın -Ş a rk petrolleri için mücadele ...................................... 60

İn g iliz-A lm a n rekabeti .....................................................................

Türkierin petrol uğruna feda edilm eleri ............. 76


Osmanh İmparatorluğunun petrol© kurban edilişi .................... 85

Ca^İd Beyin Londra seyahati ve elden çıkan petroller ............. 93

Yunan ordusuhun Anadolu'yu İstilası .......................................... 98

Suudi Arabistan petrolleri ........................................................... - 103

Vahabi isyanları ...............................................

Venezüella'daki m ü c a d e le ............................................

Rockfeller - J. P. Morgan mücadelesi ............................................. 122

Panama Kanalı etrafındaki mücadele ve petrol ........................ 128

M eksika petrolleri ................................................................................ 133

Bakû petroller] ve tasfiye edilen bir Türk devleti ................... 153

Ispanya'ya petrolcuların verdiği ders .......................................... 206

İspanya petrolculara kafa tutuyor ................. 208

Bir hain devlet adamı oluyor ........................................................ 216

M usul’a giren o r d u .............................. 219

İrak Kıralı Faysalın esrarlı ölümü ................................................. 231

Ü rta^ D o ğ u ’da buhranlı yıllar ....................................................... 238

Bir başvekil öldürülüyor ......................................................... 246

Türkiye Iran işine müdahale ediyor .......................................... 282

İran'ın felaketli devresi, Musaddık B a ş v e z îr................................ £63

In g iliz-R u s gizli servis mücadelesi ............................................. 313


Dünyada her şey, ama akla gelebilen her şey, ham mad­
de kaynaklarına bağlıdır. H aıb ve Sulh, ham m adde kaynak­
ları üzerinde ve b u kaynakların bulunduğu sahalar civarında
cereyan eden gizli ve korkunç bir takım mücadelelerin eseri­
dir. İnsanlar, yaşamak İçin'kuvvetli olmak lüzumunu daha ilk
ve iptidaî insanın klan olarak teşkilâtlandığı devirlerden iti­
baren anlamış ve kuvvetlenmenin yollarım aramıştır,
Günümüzün büyük devletleri, dünün iptida! mücadelesi­
ni daha geniş imkânlarla ve çok daha ciddi bir takım metod-
larla devam ettirmektedirler. Son asır tarihi tetkik edilirse, bu
husus gayet sarih bir şekilde ortaya çıkar. Son asır tarihinin
derinliklerinde kalan bu mücadelenin mihrakını ise, petrol teş­
kil etmektedir. Yirminci asnn başlangıcı diinya ham madde
kaynaklarına sahip olmak, dünyaya bu yoldan hâkimiyet ve
üstünlüğünü kabul ettirmek isteyen devletlerin mücadelesine
şah id olmuştur ve bu mücadele cPân devam etmektedir.
Petrol, 19. asrin sonu ile 20. asrın devammca, ham m ad­
delerin başında yer almış bulunmaktadır. Denilebilir, ki dün­
ya bugün eğer teknik sahada korkunç bir ilerleme kaydetmiş
ise, bu ilerlemeyi pelrola borçludur. Petrol, insan havaimin
her safhasında ve her derecesinde tesirini, hem de ezici su­
rette ortaya koymuş bir ham maddedir. 1S80 yılından beri bu
ıuadde etrafında cereyan eden mücadeleler bu hususu teyid
etmektedir.
Halen dünyaMa petrol'a sahip iki beynelmilel dev şirket,
biiyiik ve çok ciddî bir mücadelenin içindedirler. Bu iki şirke­
tin yaptığı mücadele, birbirlerinin ellerindeki petrol sahaları­
nı, her ne pahasına olursa olsun* almak ve bu yoldan dünya1ya
Iıâkim olmak istikametinde bütün gücü İle devam etmektedir.
Bu mücadele Amerikalı milyarder John_RockfeUer’in kurduğu
dev tröst STANDARD O İL Co. ile Ingiliz - Hollanda birliği
olarak faaliyet gösteren ROYAL DÜTCH-SHELL Grupu ve
Rusya arasında devam etmektedir. Bu kitapta okuyacağınız
her şey, hakikatin tam ifadesidir diyemeyiz, Arnma hakikate
en yakındır diyebiliriz. Gerçekten burada geçen vak’alar, bir
hayal mahsulü veya mübalâğa değildir, fakat hakikatin anla­
tılmağa değer tarafıdır.
Yapılan bu çalışmanın hatasız olduğunu iddia etmiyorum.
Elbette bir çok hatalar olabilecektir. Büyük mikyasta noksan­
lar olacaktır. Bunu biliyor ve daha derine inemediğim için
cidden esef ediyorum. Fakat buna rağmen, 30 yjJhk bir ça­
lışma sonunda meydana konan bu kitap, iddia ediyorum, ki
hakikate en yakm olanıdır. Bu eserdeki bata ve sevablan ba­
ğışlayacağınızı ümid ederim.

Raif Karadağ

İstasyon Cad, No. 5$


Pendik/İstanbul
i 8/6/1969
Petrol mücadelesinin
başlaması

Korktmg tarakalarla ortalık bir anda yerinden oynadı.


Top sesleri Iran Şahlığının merkezi Tahramda arka arkaya
gürlerken, mermiler, İran millet vekillerin in toplantı halinde
bulundukları İran Milü M eclisinin duvarlarını deliyor, damı­
nı çökertiyor, etrafı korkunç toz toprak ve moloz yığınları ile
hallaç pamuğuna çeviriyordu.».
Arka arkaya gürleyen top seslerinin umulmayan bir an ­
da ortalığı kaplayan uğultusu, Tahran’da beklenmedik ve feci
bir paniğin çıkmasına sebep olmuş, ilk anda şaşkın bir halde
oradan oraya koşuşan halk yığınları, top sesleri ile beraber,
kudurmuşçasına masum halk’a saldıran- îraıTLJCazak askerle­
rinin^ mızrak ye süngüleri ile delik deşik edilmiş ve Tahran
sokaldarı bu^vahşi saldırışın sonunda cesedlerle dolu bir harp
mey dam haline gelm işti.'"' "
Ne vardı, ne oluyordu? Kudurmuşça sına devam eden ve
zavallı halkı hedef tutan bu hunharlık ne idi? İran’ın baş-
keıütj jahran|da^_petıOİün_ sebebiyet verdiği bir ihtilâl patlak
verm işti.
ihtilâllerin kanunu yoktur; ihtilâl, ihtilâldir. Ekseriya içe­
cek kan arar! Ve bunun için de patlak verdiği her yerde bir
câni; hunhar bir canavar bulur. îşte Tahran’da da böylesine
bir câni vardı ve bunun adı LîyakoPtu. Bu canavar ruhlu
adam, Iran Ordusunu yetiştirmekle vazifeli Bus Askeri Heybe­
tinden ve sözü eok edilen bir albaydı, Kendisi İran Kazaklan -
m yetiştirmekle vazifeli idi, B]^Ruş_A!bayı, Tahran_sokakla-
rm ı masum balkm cesedleri ile dolduran emirleri bizzat ve­
riyor; emrindeki Kazakları mûsum halkın üzerine saldırtı»
yordu.-. “

Tahran’daki ihtilâl kısa zamanda Milli Meclis’i yerie bir


etmiş, top mermileri bu muhteşem binada sağlam bir yer bı­
rakmamıştı. Fakat Albay U yakofun emrindeki İran topçusu
buna rağmen kinini almak İstercesine namluların kustuldan
alevleri bu tarihi binanın enkaz; üzerinden uzaklaştırmıyordu.
Bu bombardıman İran’ın millî iftihar vesilesi eserlerinin m ü­
him biı kısmım yerle bir etmişti.
4

Tahran, tarihinin belki de en korkunç gününü yaşıyor­


du ... Bİr Rus A lhayınm kum andası al t m da bulunan îran’lı as­
kerler, yabancı bir kumandandan aldıkları emirle vatandaşla­
rını, kandaşlarım katlediyorlar, millî eserlerini sadist bir inti­
kam hissi ile yakıp-yıkıyorlardı...
Tahran’m semalarım topların uğultusu inletirken, Kazak
süvarileri de şehri yağma ediyorlardı. Bir başka grup Kazak
süvarisi ise, başlarında kumandanları Kus Albay Liyakof ol­
duğu halde top mermileri ile yerle bir edilmiş Millî Meclise
gidiyor, bombardımandan her nasılsa kurtulabilen mebusları
tevkif ediyordu.
Bombardımanla birlikte şehirde başlayan panik, Kazak
Askerlerinin hunharca sa ld ık la rı ile insanın tüylerini diken
diken edecek korkunç bîr manzara almıştı. Tahran halkı, ca­
navar bir kumandanın emrindeki ırkdaşlan, kandaşları kendi
askerlerinden kaçıyor; ölmemek için şehri terke diyor, dağlara
sığmıyorlardı. Fakat birer canavar kesilmiş Kazak Süvarileri
bu bîçâre halkın arkasını bırakmıyor, öldürüyor, Öldürüyor,
öldüîüyordtn..
26 Camaziyülevvel 1908 tarihinde patlak veren bu ihti­
lâle sebep ne olabilirdi? Bu Bus Albayı n asıl olup da, enirine
askerlik öğretilsin diye teslim_edilmiş olan İranlı askerleri
İran halkının üzerine aevkedebiliyor, onlara kendi ırkdaşları­
nı katleUirebiliyordu?.. Dış görünüşü ile bir ihtilâl manzarası
arzeden bu hâdisenin ic yüzü başka idi. Bu ihtilâl madalyo­
nunum ters, tarafı .petrol k o k u y a ^ er_ tarafından petrolün kir­
li rengi akıyordu.

Evet! Bıı ihtilâlin iç yüzü Fetrola dayanıyordu...

Petrol yirminci asım en kıymetli ham m addesi... Dünya­


nın en kudretli ve rakipsiz ham maddesi haline getirildikten
sonra, yer yüzüne çıkanlabildıği her yerde İhtilâller, kıtaller,
hükümet darbeleri birbirlerini kovalamış ve petrola sahip
memleketlerin halkları hiç bir zaman rahat bir nefes alama­
mıştır. İran da b u sahalardan biri, hattâ bir bakıma birincisi
idi. Ve bu yağlı madde, İran’da keşfedildiği gündenberi
İran rahat ve huzur yüzü görmemişti. İran’ın son asır tarihi,
petrol yüzünden meydana gelen m üteaddit ihtilâller, kıtallar
ve hükümet darbelerine, hattâ hanedan değişikliklerine şâhid
olmuştur.
Bütün bu ihtilâller, kıtaller sonunda ise, binlerce îran’lı
neden öldüklerini bilemeden bu dünyadan göç edip gitmiş,
İran ’da kardeş kardeşi kırm ıştır...
Bu kıtallere verilebilecek isim, gerçi ihtilâldir. Ama,
İran’da bu sefer kopan ihtilâl, tıan tarihi için bir yüz karası
mahiyeti ar ze diyordu. günkü, M i3î JdecMs’m. topa tutulması,
halkın katledilmesi emrini Albay LiyakoFa veren, bizzat İran
Şahmın ta kendjsi idi. Yâni bu emir, Şalı Mehmed Ali tara­
fından verilmişti. "

T ahran’da başlayan bu ihtilâlin sebeblerini anlamak için


biraz gerilere, Şâh Nasirüddİn devrine kadar dönmek Icabe-
i '
der. Ancak bu takdirdedir, kİ Iran’d a devam edegelmekte olan
ihtilâllerin iç-yüzu anlaşılabilir.

25 Cemaziyiilevvel 1908 ihtilâli, Tahtı^işgal _£j)en Türk


soyundan bir ŞalTı tahttan indirmek veya her hangi bir se-
bebten meydana gelmiş değil dİT. Bu ihtilâl, İran topraklan
Üzerinde sadece Jkendi emejlerirıî ve İktisadî iıâkimiyetleriııi
kurmak isteyen petrolcularin işi idi. Petrol, İran’da bu hâdi­
seler cereyan ederken cihanşümul kuvvet ve^kujkretini isbat
etmiş bir ham maddâ-idi. Ve asrın en kudretli ham maddesi
olmak yolunda korkunç bir süriatle ilerliyor; bu m adde için
aklın almayacağı çekişmeler cereyan ediyordu.
Dikkat edilirse, asrın ortalarında, yâni 190Û lerde petrol,
bugünkü kadar kıymet kazanmış değildi. Fakat istikbali hak­
kında kat*î bir teşhis konmuştu. Bu teşhis şu idi: Petrol dün­
yayı idare edecek kudrettir. "
20. asrın adı dillerden ve dudaklardan düşmeyen en kud­
retli maddesi petrol.*, Bugün dünyaya hâkim o k u ham m ad­
de işte budur. Petrol nice devletleri birer oyuncak ve yine
nice devletlileri de birer âlet baline getirmiştir* Petrol irili
ufaklı yeni bir çok_devletlere* istiklâl verdiği gibi, taridârlan da
koca imparatorlukları ile birlikte tasfiyje' etimş cihanşümul bir
kudrettir* Petrol bir düzineye yakın devlet ve hükümet reisle­
rini de vakitsiz olarak dünyadan göçertmiştir. Petrol, cihan
jgjzâmuyukendince temin ve^tesıs eden ballıca kuvvettir. Bu­
gün harbler onunla yapılır.,, hareket halindeki her şey onun­
la işler ve hareket kabiliyetini sağlar.,* Yaşayan insanm ve
medeniyetin refah ve inkişafında birinci plânda bulunan yi­
ne petroldür...
Medeniyetin İnkişafında hududsuz tesirleri olan ve dalma
başta güreşen petrolü elde edebilmek için, akıllara durgun­
luk veren çapraşık, karanlık, karışık ve gayri İnsanî yollara
m üracaat edilir. PetroFü elde etmek için devler arasında ya-
Petrol Mücâdelesinin Başlaması 5

p ik e mücadeleler, korkunçtur. Petrol*ün saltanatını devam


ettirmek için girişilen teşebbüsler, yirminci asır dediğimiz ve
medenî vasfım verdiğimiz dünyamız için yüz kızartıcıdır, Pet­
rol için insan dediğimiz unsurun zerrece kıymeti yoktur. Pet­
rol bugünkü muhteşem mevkiini, kan nehirleri üzerine bina
etmiş korkunç bîr kudrettir! Petrol uğrunda akan kanlar, ye-
n i b i r rriltoT ık kudret Tnılunma&kça akmağa devam edecek
ve petrol* a sahip olmak isteyen devletler bu korkunç mücadele­
de milletleri ve insanları israf etmekte, insafsızca harcamakta
bir biri eriyle ya nşa ea kla rdır! -
İngiltere’nin yirminci asırda yetiştirdiği en değerli dev­
let adamı müteveffa Churchill, 1936 yıhnda, Ingiliz Avam
Kamarasınjda petrol ve Ingiltere’nin m enfaatlan müzakere edi­
lirken,jjetrolün ehemmiyetini şüpheye mahal vermeyecek şu
sözleri ile dünya efkârına açıklıyordu; «Bir damla petrol bir
âmnla kandan daha kıymetlidir» ve yine Birinci Dünya H ar­
binde Fransa’yı ve müttefikleri zafere ulaştırmakta büyük
hizmetleri geçmiş olan Clemanceau Amerika Reisicumhuru
0 3 -■ _ „ . - r ■ w

Mr. Wilson,a gönderdiği bir telgrafta aynen şunları yazıyordu;


«Eğer müttefikler harbi kazanmak istiyorlarsa; Fransa’nın
kan*a olduğu kadar petroVa da muhtaç olduğunu bitmelidir­
ler
Evet... Bu misaller çoğaltılabilir. Fakat, misalleri çoğalt­
mak mevzuu dağıtacağı için esas hâdiseye girmek daha doğru
olacaktır, ilerideki sayfalarda hâdiselerin nasıl tekevvün etti­
ğini bizzat müşahede ettikten sonra, petrol hakkında daha
geniş bir bilgiye sahip olunabilir.
Biz burada petrol’ün nasıl istihsal edildiğini, nasıl tasfi­
ye edilip dünya pazarlarına intikal ettiğini tetkik etmiyece-
ğiz. Sâdece petrolün dünya siyasetine nasıl hâkim olduğunu,
bu hâkimiyet için cereyan etmiş olan mücadeleleri tetkik ede­
ceğiz, Bu yazılarda dev. tröstlerin, Standard Oil ile Royal
Dutch - Shell grubunun korkunç mücadelelerini yazacağız.
Ve boylece Rusya’n ı^ İngiltere’nin, Amerika’nın, Almanya’­
nın, Fransa’nın siyasetlerine hâkim olan asli unsurun teshil
ve tasrihine çalışacağız, Biz, bu devler mücadelesi sonunda
devletlerin nasıl yıkıldıklarını, dünya haritasının yeni başlan
nasıl tanzim edildiğini anlatmağa çalışacağız. Okuyucu bu ya­
zıları okurken, dünyayı idare edenlerin kimler olduğunu bü­
tün çıplaklığı ile anlayacak ve bir hükme varacaktır.
Okuyacaklarınız bir İıayâl mahsulü değildir. Yaşanmış ve
yaşanmakta olan bir mücadelenin, insafsız, merhametsiz bir
mücadelenin safhalarından ibarettir.
Bir Reisicumhurun
öldürülmesi

1920 yılında, Amerika Birleşik Devletlerinde Cumhuri­


yetçi Parti iktidarda idi. İktidar partisinin Reisicumhuru ise,
memleket politikasını .gayet iy i bilep_Alr. Harding idi. Petrol
İşleri ile biraz alâkadar olanlar. Cumhuriyetçi Partinin, seçim
sıralarında masraflarının hemen tamamını RockfellePin kur­
duğu dev petrol tröstü StandardLOiPun karşıladığın] bilirler.
Standard Oil bu bakımdan Amerika’nın iç v£ dış siyasetinde
büyük nüfuza sahiptir. IÖ2GIerde ise, bu .şirket, Amerika’nın
dahilî ve haricî sjyaşetûji, tam am en.elinde bulunduruyor, ken­
di m enfaatlerit istikametinde rahatça sevkedebiliyordu. Seçim­
lerde Standard O il’un,. desteklediği Cumhuriyetçi Parti adayı
Mr, Harding, Reisicumhur olur olmaz, ilk iş olarak bu trös­
tün idarecilerinden ve tröst içindf geniş nüfuza sahib plan
Mı. Hugheus’u Hariciye Vekâleti Müsteşarlığına getirdi. Bu
tâyin ile Standard Oil, bilfiil-Amerika’n in haricî siyasetinde
söz sahibi oldu. O yıllarda Amerika Birleşik Devletlerini Be-
yaz-Söiay değil, Ştandard_ Oil Umumî Merkezi Empire Buil-
dıng’de oturanların idare ettiğini söylemek, zannederiz ki bü­
yük bir mübalâğa değildir,
Standard Oit, Reisicumhur Hardiuj£irL yaşadığa 1923 yı­
lına kadar Amerika Birleşik Devletlerinde hâkirn-i mutlak ..ve
Harding de, bu tröstün bir icra vasıtası oldu. Birinci Dünya
H arbîne Almanya tarafından adetâ 1. Cihan Harbine girme-
ğe zorlanan ve meşhur Monroe doktrinini terkeden Amerika
Birleşik Devletleri, dünya siyasetinde tesirli hır unsur, kuv*
ved i-kudretli bir devlet olmak istiyor; fakat Standard ÖiPin,
kendi peLrol rnenfaatlan istikametinde yaptığı müdahaleler
ile buna muvaffak olamıyordu. Bu müdahaleler, Amerika h a ­
ricî siyasetinin zayıflamasına, hedefinden uzaklaşmasına, do-
layısiyle Reisicumhur H ardüıgTin harcanmasına yol açıyordu.
Bu müdahaleler, Amerikan seçmeni nazarında Cumhnriyetçi
Partiyi de zaafa uğratıyordu. Reisicumhur Haıding, her gün
biraz daha zayıflıyor ve prestijinden kaybediyordu, Nihayet,
Öyle bir an geldi ki Harding, Standard OiPin müdahaleleri­
ne rest çekti ve sırtını bu d^v tröjje çeviriverdi. V e... îşte bu
andan itiharen, Amerikan Reisicumhuru Harding kaderini biz­
zat kendisi tâyin etmîş'-oldu.
Standard Oil, biiyük masraflar karşılığı iktidara getirdi­
ği bir zatm birdenbire kendisinden yüz çevirmesine ve dün­
ya petrol siyasetindeki mevkiinden uzaklaştırılmasına göz
yummak niyetinde değildi. Onun için Harding’i tazyik etm e­
ğe başladı. Fakat Reisicumhur şahsiyetini iktısab etmiş, bü­
tün tazyiklere karşı koymuştu. Lâkin çok geç kalmıştı. Hem
de öylesine geç kalmıştı, ki kaderini değiştirmek için yapabi­
leceği her hangi bîr şey kalmamıştı.
Sta^ard^-Oil^AmerikajBiıİjeşîk Devletlerine, bütün köp­
rü başlarına ^fîri^stirjdîği adamları ile tamamen hâkimdi. R e­
isicumhur Harding, Standard OjEjı Dünya petrol,,hâkimiyeti­
ne götüren yolda ya destekleyecek; Amerika jJeyİ£tâün„ordu­
sunu, donanmasını, hava kuvvetlerini b u tröstün siyasetine
yardımcı kılacak, yahut dajcaderine rıza gösterecekti.
Reisicumhur Harding, Stanrad Oil’den gelen önceleri uz­
laştırıcı, sonraları tehditkâr teklifleri, Amerika Birleşik D ev­
letlerinin menfaatlerine aykın bulduğu için reddetmişti. Bu
vâdide yapılan bütün açık ve gizli müzaekereleT, bütün gay­
retler neticesiz kaldı. Harding, Standard’a karşı dayatmış ve
son sözünü söylemişti: Artık petrolcü! a ra hizmet etmeyecekti,
Reisicumhur H arding’i böyle bir direnmeye sevkeden sebeb-
lerin dayandığı temelleri tamamen tesbit etmek mürrikün de­
ğildir. Fakat, yukarıda Standard’ın izahım yaptığınız m üda­
hale ve tazyiklerinin bu direnmede büyük payı olduğunu da
gözden uzak tutmamak icabeder. H er ne olursa olsun, Har-
ding’in kararının ve kararını devam ettiren mücadelesinin
kendisine pek pahalıya mal olduğu da bir gerçektir. Zira bu
m ücadele sonunda H arding, mağlûp olmakla kalmamış, ha­
yatını da kaybetmiştir. Reisicumhur Harding, direnme kara­
rım verdikten, Standard’a sırt çevirdikten sonra Amerika’nın
iç ve dış siyasetlerinde esaslı değişiklikler yaptı.
H arding’in yeni siyaseti, Ingiltere ve Avuıpa^jdevletleri
ile dostâne münasebetler kurmak esasına dayanıyordu. Bil­
hassa İngiltere ile ıhtUâL yaratması muhtemel meselelerde çok
dikkatli ve titiz davranıyordu. Standard Oil. Reisicumhur'un
yeni siyaseti karşısında, dünya petrol hâkimiyetinin elden çık­
tığım ganince, Reisicumhura karşı gayet sert, fakat gizIVbir
mücadeleye karaı verdi. Standard ın açtığı bu mücadole cid­
den korkunçtu, Reisicumhurun aleyhime başlatılan neşriyat,
halk efkârı üzerinde çok geçmeden tesirini gösterdi. Harding,
sanki ber taraftan çember içine alınmıştı. Etrafındaki itim ad
ettiği, güvenilir kimseler her gîin biraz daha azalıyor ve ken­
di tâbiri^ilç gflitoflftm. bir i h a n e t e ha sanyox3u. Amerika
Reisicumhuru o hale gelmişti, ki etrafında bulunan insanlar­
dan sıkılıyor, onlardan kaçıyor, adetâ inzivaya çekilmek ister
gibi bir tavır takmıyordu. H er gün artan bu tazyikler karşı­
sında Reisicumhur Harding, biraz daha bunalıyordu. îş o ha­
le geldi, ki Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük insanı,
W ashingtanjı bîr miiddet için terk etm eğe ve bütün bu taz­
yiklerden ve etrafındaki hasım telâkki ettiği insan çemberin­
den kurtulmak ister gibi, battâ hiç kimseye haber vermeden
uzaklaşmağa, Iıiç olmazsa bir m üddet dinlenmeğe karar ver­
di. Reisicumhurun gittiği yeri hemen hiç kimse bilmiyordu.
Tabiî bir kaç yakını müstesna, ftp-bir kat: yakından biıuta-
nesi A^an t a s ı Daughjpçy kü, HardingÜp, Standard Qj]*ın
icra vasıtaların dan birisi olan bu zatm bizzat tayin ettiği bir
mahalle gittiği sonradan öğrenilmişti. RaskjM»-ftİElftKİk Devlet­
lerin kuzeyine istirahat f*T™&ğ&-grı»tMgH Fakat bu gidiş, onun
sonu ofdu. Reisicumhurun yeri Öğrenildikten birdik i gün pon-
ra, ^pıcrikaVlakj haber ajanslarının, gazetelerinin telefonları
iı^rıl lıa n l calrynr. telgraflar dünyanın en uzak memleketleri­
ne jncşaım hir haber ulaştırıyordu. Bu haber, Amerika Reisi-
c?tj?nh«r.!ıı Mardinfr’in öliim haberi-idir
Reisicumhur neden ölmüştü?... Gerçi ecelin önünden hiç
kimse kaçamazdı. Fakat bu zamansız ölüm de normal kabul
edilemezdi. Ajanslar ve gazeteler her ne kadar Harding*in
ânl ölümünün zehirli bir.böcek- ısm naşifldan- ileri geldiğini
resmî açıklamaya uyarak b ildirmiş ise de, ölüm sırasında Baş­
kanın yanında Standard Oil petrol tTÖstüniji) ileri^ gelenlerin­
den birisi olan D aughtery’nin bulunması, bir çok söylentile­
re y o fjıçm ışh. Bu ithanîlar katkısında ise, Daugbterv su sm a -
yı tercih ediyordu. Fakat bu arada sesini çıkaran ve dünya
*" — *" ^ • tF

efkârı umumiyesine duyuran birisi vardı. Bu ses, müteveffa


Başkajıtn karısrnm sesi jdi_ve jthjırn ediyordu. Hakikaten Mrs.
Harding yaptığı bir basın toplantısında, resmî makamların,
B ^kam ıı zehirli bir böcek tarafından ısırılması sonunda ö l­
düğünü teessürle bildirmiş olmalarını şiddetle reddetmişti.
Mrs. Harding, resmî makamların bu sözlerini reddetmekle de
kalmamış» ortalığı velveleye veren bir ithamda da bulunm uş­
tu. Bu ithama göreT kocası, zehirli bit böcek tarafm dan ısırı-
lıjıjilm eîpiş, kendilerine âlet olmak istemediği bit takiüv mü­
e sseseler tajaliiıtlan zehMfitümck suretiyle öldürülmüştü. Bu
iddia korkunçtu. Müteveffa Reisicumhurun karısı hangi m ü­
esseslerden bahsediyordu? Sarih olmamakla beraber, Har-
dıng’in karısının kapalı bir şekilde itham ettiği müessese, ko­
casına Reisicıımburlıık kapılarını açan tröst, yâni Standard Oil
idi.
Fakat ne gariptir, ki ortaya atılan bu iddiaya ve ölenin
Amerika g irleşik Devletleri Reisicumhuru olmasına rağmen,
her bir akaülâmel görülmedi. Resmî makamlar, Ameri­
ka Birleşik Devletleri Adli ve Bakanlığı sanki bu iddiayı duy-
mazlıjctap geidi_ ve hiç_bir harekette bulunmadı. Bu suretle,
petrol için ölen meghûl milyon] arma yanına bir Reisicumhur
da ilâve edilmiş oldu.
Royal Dutch-Shell grubu
nasıl kuruldu

Petrol etrafında cereyan eden km korkunç mücadele za­


man, zaman İngiltere ile AlmanvaTyı. Amerika'yı
karşı karşıya getirdi. Fakat Jsujoaiteadfjede İngjHfire'nin-kajf-
şısmdan hiç eksilmeyen devlet, Amerika Birleşik Devletleri
oldu.
Bugünkü İngiliz İmparatorluğu eğer bir petrol impara­
torluğu olarak kabul edilmek icab ederse, tngilizler bu sıfatı,
Hollanda Hindistan’ında (Şimdiki Endonezya) vazife görür­
ken keskin zekâsı ve tesadüflerin de yardımı île Royal Dutch
(ki sonradan Royal Dutch-Shell admı alacaktır) pgtrnf nrama
şirkfHnjj] frflşmja^gftpen Sir Henry Wilhelm Augustus De ter-
ding adîı bir yahudiye borçludur.
Bu zat, HollandaJmn merkezi Amsterdam şehrinde basit
bir müfritte ve yahudi bir ana ve b abadan dünyaya gelmiş-
tır. Ailenin maSdTduriımunun kifayetsizliği, Deterdinghn sis­
tematik bir tahsil yapmasına mâni oldu. Bütün müktesebatı.
JlnllamlaMa fakir ailder için acilmiş Millet Mekteple-
ritıden öğrendiklerine dayanıyordu. 1874 yılında, henüz ço­
cuk denecek yaşta iken çalışmak mecburiyetinde kaldı, O sı­
ralarda Am sterdam 'da faaliyette bulunan Twensçhe Batık
WereeningMn açtığı ûntihâna gfrdi. Bu iîrıtih a^ ^ o lay h k k ka-^
zaocfıTİtşte D etreding’în ilk memuriyeti böylece başlamış ol-
du. Henry Deterding ayda 20 Florin maaşla işe başladığı
Tvvenselie Bank Wereenmg,te çalışkanlığı ve—keskin zekâsı
île temayÜ 2 etti. 1888 yılına kadar bu bankada çahgan Deler-
ding, ayni yıl içinde Hollanda'nın en büyük ve en mühim ban­
kası olan H andel M atschappy Bank'ın açtığı müsabaka im=-
tiiıanma^girdî. Fevkalâde zeki ve çalışkan olan genç D eter­
ding, bankanın imtihanını birincilikle kazandı ve derhal ise
başladı, D eterding, çalışkanlığı sayesinde derhal âmirlerinin
nazarı dikkatini çekli. Kendisini henüz 23 yaşında iken Ban­
kanın mühim şubelerinden birisi olan Sumatra'va şef olarak
tâyin ettiler. Orada vazifeye başlayan genç adam, çahşkanlı-
ğı ile orada da temayüz etti, Bu arada^Sxuna1xa!dauaelrnl. ti ra­
yan Royal Dutch Şirketinin iSa re Mech ^ R e ts L Kessleriin n a­
zarı dikkatini celbeUİ. Kendisine şîylfptiinfi** r-tti-
Deterding düşünmeden Bu vazifeyi kabul ederek Royal Dıttelı
şirketinde çalışmağa başladı. İşte bu tarihten sonra da D e­
t er d ingin talihi değişti. Tabiî bu arada İngiliz - Hollanda iş­
birliği halinde çalışan petrol şirketlerinin d e... Henry D eter­
ding 1892 yılında Royal Dutch Petrol Şirketinin Sumatra Baş­
müfettişliğine getirildi. Bu tâyin, kendisi için de, şirket kade­
mesi için de mühim bir mevki idi. 1892 yılından 1897 yılına
kadar Sumatra Başmüfettişi olarak vazife gören Deterding,
bu tarihte, şirketin Sonda adalarındaki şubesine müdür ola­
rak tâyin edildi.

Deterding, Penaııg’taki bürosunda çalışırken, Royal Dutch


Şirketi tdare Meclisi Reisi Kessler aniden kendisi ile görüş­
mek üzere Penang'a gitti. Royal Dutch şirketinin istikbali,
İngiliz - Hollanda birliğinin, daha doğru tâbiri İle, İngiliz
Petrol İmparatorluğunun meydana gelmesinde mühim bir yer
tutan bu mülâkatta neler görüşüldüğü kat’î olarak bilinme­
mekle beraber, Kess'ler’in bazı mühim kararlarla Penang’tan
ayrıldığına şüphe yoktur. Zira Deterding ile Kessler arasında,
bir petrol şirketinin küçük bir bürosunda cereyan eden bu gö-
rüşmeoın vukuu anında Royal D utch Şirketinin kasaları bom­
boştu ve iflâs etmiş durumda idi,
Kessler» şirketin durumu dolavısı ile istikbalinden tam a­
men umidsizdi. Bir çok kereler şirketi tasfiye etmeği düşün­
düğü oldu. Fakat her seferinde bundan vazgeçti. Kessler iş­
te böyle buhranlı lnr zam anda Penapg’a ^D eterding’ı görmeğe
gitti. İ3u görüşmenin üzerinden kısa bir müddet^ geçriİcteıı
sonra şirket, D eterding’in tavsiyesinden meydana geldiği ka­
bul edilen bir harekete girişti, Bu cesur bir ataktı ve şirket
her türlü mîişkilâtı göze alarak» piyasaya 500.000 fJoryalikJjis-
se senedi çıkarıyordu. Tam bu sıralarda idî, ki şirketin Sonda
a dalarındaki sondajlarından m üspet netice elde edildi. Petrol,
hem de çok zengin bir^ petrol bulumu ustu. PetroTiuı bul un-
duğn haberi bir anda her şeyi değiştirdi. "Xrtık kötü ve buh­
ranlı günler geride kalmıştı, ihraç edilen hisse senetleri s ü ra t­
le satıldı. Şirketin talihi değişmişti. Bulunan petrol yüzünden
şirket» W>8 temettü dağıttı. Kazanç başlamıştı» şirketin hisse
seııedleri yükseldi; petrol iyi şekilde tevzi edildi ve şirketin
kasalarına para dolmağa başladı. Bu sıralarda idi, ki Şirke­
tin İdare Meclisi Reisi Kessler aniden hastalandı. Ümidsiz
bir hastalıktı bu. Nitekim kısa bir m üddet sonra ihtiyar Kess­
ler vefat etti. Eğer bu ölüm bir kaç ay evvel olsaydı, Royal
Dutch mutlaka iflâs ederdi. Fakat şimdi böyle bir tehlike ba­
his mevzuu değildi. Zira şirketin kasaları dop-dolu îdi ve ka­
zancı da her geçen gütı artmakta devam ediyordu.
Kessler’jn vasiyetndmesı açıldığı vakit, herkes, bütün his­
sedarlar hayretler içerisinde kaldılar. Zira Kessler İsrarla ken­
di yerine geçecek olan insanın Henry Deterding olmasını is­
tiyordu. Buna rağmen, îdare Meclisinin bu yolda karar ver­
mesi hiç de kolay olmadı. Uzun ve çekişmeli müzakerelerden
sonra nihayet müteveffa KesslePin vasiyetinin yerine getiril­
mesine karar verilebildi, Böylece Ilenery Deterding İngiliz -
Hollanda sermayesinden meydana gelmiş olan Royal-Dutch
.Petrol Şirketinin Jtjare Meclisi Reisliğine geldi. Ilenry Deter-
ding yeni vazifesini devraldığı vakit, şirketin kasalarında beş
milyon Florin vardı.
Bu para île büyük işler yapılabileceğine kani olan De­
terding, delice bîr projeyi tatbik etmeğe karar verdi. Deter-
riing’in tasavvur ve tatbike karar verdiği proje hakikaten de­
lice bir proje idi, Şirket eğer bu projeyi tatbikte muvaffak
olamazsa, İflâs ederdi. Fakat Deterding hesaplarını en ince
teferruatına kadar tesbit etmiş, muvaffakiyete izi ik ihtimalleri­
ni asgari hadde indirmiş ve buna 'karar vermişti. Detcrdîng’in
düşündüğü delice plan, o güne kadar dünya petrol hâkimiye­
tim elinde tutan ve bu hâkimiyeti elinden kaçırmamak için
bütün imkânlarım seferber etmiş olan Standard Öil Amerikan
[jetrol tröstü île Uzak-Şark Pazarlarında mücadele esasına da­
yanıyor ve Deterding bunda mutlaka muvaffak olacağına ina­
nıyordu. Bu mücadeleden mutlaka galip çıkacak ve Standard
Oil petrol tröstünü tasfiye edecekti. Deterding plânını tatbik
etmeğe başladı. Bu plân, İktisadî sahada bir harb ilânı idi.
Deterding bu kuvveti nereden bulmuştu? Kendisini bıı
mücadeleye sevkeden sebeb ne idi? Bıı mücadeleyi Standard
Dil tröstüne karşı nasıl yüruteoek, nasıl b aşarıy a ulaşacaktı?
Jlütün bu sualler idare Meclisinin ve Şirkete para yatırmış
ulan kimselerin kafasını kurcalıyordu. Bir çoklan bu delice
projenin tatbiki halinde şirketin iflâs edeceğini açıkça söylü­
yorlardı, Fakat bütün bu karşı koymalara, tenkidlere ve en­
dişelere rağmen, Henry Deterding soğukkanlılıkla karşı koyu­
yor ve teminat veriyordu. «Mücadele mutlaka kazanılacaktır»
iliyordu,
Deterding'i bu mücadeleye sevkeden âmilin İngiliz ser­
mayesi olduğunda şüphe yoktur. Zira o, İngiliz bankalarımn
Orta ve Uzak Şark'a yatırdıkları sermayenin mikdarmı biliyor­
du, Sonra Deterding, ayn olarak bu mtiesseselerle de m uhte­
lif şekillerde ve zamanlarda temas kurmuş, onların desteğini
kazanmıştı, lngilizler bir imparatorluk mücadelesi yapıyorlar­
dı vo Deterding bu hususu gayet iyi biliyordu, işte bütün bu
bildiklerinden sonra da mücadeleye karar vermişti. O, biliyor­
du ki îugilizler kendisini, bizzat İngiltere’nin m enfaatlan için
yalnız bırakmıyacaklı. D eterding’üı düşüncesi hakikaten
doğru idi. Nitekim ileride görüleceği gibi, İngilizler en ümid-
siz hallerde bile bu bölgelerde su gibi para saıfetmekten ka-
çmmamîgbtttîı.
Deterding*! bu mücadeleye sevkeden sebeplerden birisi
Ingiliz lirası olduğu kadar ikinci sebep de, elinde bulunan
zengin petrol sahaların dan istihsal ettiği petrolün en büyük
alıcısı olan Çiti pazarları idi. Evet, bu ikinci sebep, D eterding1!
mücadeleye sevkeden âmillerden birisi ve en kuvvetlisi idi.
Sonradan Sir unvanını alacak ve M ajeste İngiltere Kralı
ve Büyük Britanya İmparatorluğunun Dızbağı Nişanım taşı­
yacak olan bu adamı mücadeleye sevkeden en mühim iki âm i­
li tesbit ettikten sonra hâdiseyi şayi ece mütalea edebiliriz,

İNGİLİZ TİCARET İMPARATORLUĞU


Ingiltere, Kraliçe Victoria devrinde büyük bir haşmet ve
kudretle dünya denizlerine hâkim oluyordu. Bu hâkimiyet yü­
zünden müstemlekeler zabdetmişti. Bıı müstemlekeler sâye-
sinde dünyanın dört bir tarafındaki zenginlikler, Ingiliz ada­
cıklarına akıyordu. Akıllara durgunluk verecek bu zenginlik­
ler içerisindeki İngiltere, imparatorluğunun temelini sağlam
ve karakterli nesillere biua ediyor ve bunun için de titizlikle
çalışıyordu, îngilizler, denizlere hâkim olan milletlerin dün­
yaya da hâkim oldukları gerçeğini biliyorlardı. Bıı üstünlüğü
ve dünya hâkimiyetini ellerinden kaçırmamak için tıe müm­
kün ise yapmayı, ihmali caiz olmayan bir prensip olarak ele
almışlardı, işte bu prensibin ışığı altında tngilizler, Amiral
Nelson’ua Trafalgaridan beri yenilmez armadasmı bugün da­
hi devam ettirebilmek kudret ve basiretini gösterebildiler.
İçtimaî bünye olarak muhafazakâr bir hüviyet taşımala­
rına rağmen, îngilizler, dünyadaki lıer yeniliği ve ileri h an i'
leyi büyük bir titizlikle takibettiler. Bu yenilikleri kabul et­
mekte de bir an tereddüt göstermediler. Bilhassa keşiflerle
îilâkadar oldular; buna hususi bir itina gösterdiler ve bütün
bu yenilikleri aldılar.
îngilizler bu görüş çerçevesi içinde on dokuzuncu asrın
ikinci yansından itibaren petrol iîe, hem de çok yakından alâ­
kalandılar. Galiçya, Çekoslovakya, Romanya, Osmanh İm pa­
ratorluğu, İran petrolleri onların hedefleri arasında* idi, Çün-
ldi, Îngilizler Pctrol'ün cihanşümul ehemmiyetini daha o za­
mandan görmüşler ye tedbirlerini ona göre almışlardı, İngiliz-
Ict, dünya petrol sahalarım ele geçinmek için siyasetlerine
yepyeni bir istikamet verdikleri ve kendilerini petrol müca­
delesinin içine attıkları sıralarda Amerika’da Standard Oil’in
kurucusu RockfeUer, petrolü küçük şişeler içerisinde ve roma-
li/.tna ilâcı olarak Amerika’nın her tarafına gönderdiği adam-
liin vasıtası ile sattırmağa çalışıyordu. Böylece de petroPün
hakikî kudretini anlayamadığım OTtaya koymuş oluyordu.
1860 Ydlannda cereyan eden bu «Romatizma İlâcı» sa-
iifşg Rockfeller’in kuvvetlenmesine ve Amerika’daki petrol sa­
halarına el atmasına imkân verdi. 1860 Yılını takibedcıı ilk
on yılın sonunda, yânî on dokuzuncu asrın sonlarına doğru
1ngilİ2İer ile Amerikalılar petrol sâhasmda karşı karşıya geldi-
İL'i*. Ve işte o tarihten beri de dünya, mukadderatını petrolcü­
lerin eline leslim etti.
Ancak RockfeUer, petrol piyasasına In g il izlerden daha
evvel girmek cesaret ve basiretini gösterdi. Böylece dünya ça­
pında bir «Petrol İmparatorluğu» kurmağa muvaffak oldu.

TNGtLlZLER ve AMERİKALILAR KARŞI KARŞIYA


Tarih, 1900 yılına yaklaşırken îngilizler ile Amerikalılar
petrol piyasasında fiilen karşı karşıya geldiler. RockfeUer,
bağlangıçta* Uzak-doğu’da kendisine rakip olaıı Ingiiiz-Hob
landa birliği Royal-Dutch şirketinin muvaffakiyetini gördük­
ten sonra, Royal-Dutch île mücadeleye ciddî olarak devama
karar verdi. M ücadele Çin topraklarında bağladı. Deterding,
Çin'i bir «Amerikan Pazarı» olmaktan çıkarmak ve bu bir
kıt'a büyüklüğündeki devleti, bir «Ingiliz Pazarı» haline ge­
tirmek için durmadan çalışıyordu. H er iki şirket «Çin Pazarı»
için kıyasıya bir mücadeleye başladı.
RockfeUer, elinde bulundurduğu 900 milyon dolar ile 5
milyon Jblorin sermayeli RoyahDutch şirketini, nasıl olsa tas­
fiye edeceğini düşünüyordu. Fakat onun düşünemediği nok­
ta, Sunta İra hm , Amerikaya nazaran Çin pazarlarına çok da­
ha yakın olması îdi. Bu sebeple netice düşündüğü gibi çık­
madı. Deterding, Çin pazarına yakın olan petrol sahaların­
dan elde ettiği petrolü çok ucuz fiatla satıyor; Standard Oil
ise, Amerika'dan naklettiği petrolünü nakliye unsuru da inzi­
mam edince, Royal-Duteh’ım sattığı fiata veremiyordu. Yâ­
ni, arada bir fiat farkı vardı ve bu fark ilk andan itibaren ini­
siyatifi Ingilizlerm eline vermişti. Amerikalılar, bu durumda
İngilizlerle rekabet edemiyorlar ve her geçen gün Standardın
satışları bu koskoca Çin pazarında eksiliyordu.
RockfeUer, müşkül durumda kalmıştı. Çin pazarlan elin­
den gidiyordu. Buna bigâne kalamazdı ve o devrin 450 mil­
yonluk Çin pazannm elinden böylesine gitmesine tahammül
edemezdi. RockfeUer, verdiği bir kararla, İngilizlere karşı
fiat rekabetinde kafa tuttu, öyle zamanlar oldu, ki zararına
petrol sattı. Fakat yine do netice alaıhadı. îngilizler, bu mü­
cadele uğruna her şeylerini seferber etmişlerdi, Çin’de üslen­
miş olan misyonerler bu mücadelede Ingilizleri bütün kud­
retleri ile desteklediler ve RockfeUer e bu mücadeleyi kaybet­
tirmekte büyük rol oynadılar. Çin pazarı elden gitmişti ve bu
neticenin istihsalinde de Ingiliz diplomadan birinci derecede
rol oynamışlardı. Ingiltere, mücadelenin kazanılması îçin dip-
I(miatlarını seferber etmişti .Hollanda hâriciyesi de bu arada
boş durmamıştı* O da bütün imkânlarım seferber edecek bu
mücadelede kader birliği yaptığı Ingilterenüı yatımda mevki
alınıştı.
HockfeUer, fiat rekabetinin netice vermediğini görünce,
(,1in pazarlarında yeni bir metod tatbik etti. Standard’dan alı­
nacak her litre gazyağına karşıhk, bedava bir lâmba verdi ve
İ5Öylece de daha evvelce kaybettiği milyonlarına yenilerini
ilâve etti.

Rûekfellerin b u mücadele tarzı Royal-Dutch Petrol Şir­


keti İdare Meclisi âzalanm fena halde korkuttu. Ofdar, şirke­
tin böyle bir mücadeleye daya namıy a cağını, dolay ısı ile mağ-
tüp olarak iflâs edeceğini zannediyorlardı. Sııf bu sebep, De-
icrding’i fevkalâde bir İdare Meclisi toplantısına mecbur etti.
Şirket bünyesi içinde hava gayet gergindi. İdare Meclisi
azalan Dcterding'e ateş püskürtüyorlardı. Onların iddiasma
göre, şirket, elindeki sermaye ile bu mücadeleye devam ede­
mezdi, Mücadele derhal durdurulmalı idi. H attâ Deterding'i,
Iclıdid ettiler. D eterdm g’e mücadeleyi durdurmadığı takdirde
derhal umumî heyeti toplantıya çağırmasını ve şirketin feshi­
ne gidilmesini en ağır bir lisanla teklif ettiler. Fakat D eler­
din g, bütün bu bağırmalara çağırmalara kulak asmadı. İdare
Meclisi âzalarının hakarete varan sözlerine itidal ile mukabele
etti ve sonunda da kazandı.
Şirket, her ne pahasına olursa olsun mücadeleye devam
edecekti.
Henry Deterding, îdarc Meclisi âzalarma mücadelenin
kazanılmak üzere olduğunu, böyle bir anda ve muvaffakiyet
tin elle tutulur derecede yanlarına geldiği bir sırada durdu­
rulmasının tehlikelerini anlattı... Onlar da bu izahatı anla­
yışla karşıladılar; Deterding1! tasvip ettiler. Deterding, müca­
deleyi kazanmıştı. Bundan sonra, onun için bütün gücü ile
RockfeUer’e karşı giriştiği mücadeleyi devam ettirmek kalı­
yordu. Deterding de öyle yaptı. Bütün imkânlarım ortaya
koyarak BockfeJJeViıı' üzerine yürüdü, Bu, Öyle bir yürüyüş
idi, ki petrol tarihi belki bir defa daha boylesine bîr yüklen­
meğe şahit olmayacaktı. Adeta yok pahasına petrol sattL. İhı­
na sattı da denemez, dağıttı! Evet yok pahası na petrol dağrttı,
13u çılgınca mücadele sonunda Rockfelleri yere vurdu.
Bu mücadele Standard Oil petrol tröstüne milyonlarca do­
lar’a mal oldu. Buna rağmen mücadeleye devamdan muvak­
kat bir zaman için vazgeçti ve Çin pazarlarım Deterding’c
terk etti.
Artık Royal-Dutch, Uzak-şark’m petrol nâzımı ve hâkimi
oldu,
Royal Dutch, RockfeUer ile yaptığı mücadelede kaybet­
tiği florinlerini geri almak için petrol Radarına bir m iktar zam
yaptı. Ve bütün zararların j böylece çok kısa bir zaman zar­
fında telâfi etti. Çın pazarlarında Rockfeller’e karşı kazandığı
ve asla küçümsenemiyecek olan muvaffakiyeti Deterding’in
hırsını kamçılıyordu. Orta-şark'ta petrol arayan diğer küçük
pelrol şirketlerine de el attı,

ROYAL-DUTCH ORTA ŞARK’TA


I . .

Deterding, Uzak^şark’takî muzafferi yelin den sonra elini


Grta-şark’y atmıştı, Bıı adamın talibi yâver gidiyordu. Her
girdiği mücadeleden muzaffer çıkıyor, her geçen gün serma­
yesini arttırıyor, sermayesi arttıkça da daha başka petrol sâ-
balarına el atıyordu.
Deterding bir taraftan mücadeleyi hızlandırıyor, dünya­
nın diğer taraflarında yeni, yeni petrol imtiyazları alıyor ve
durmadan Çalışıyordu. 1900 yıllarına doğru, Ilenry Deter-
ding’ı, Londra’da müstakbel Britanya Petrol İmparatorluğu
anlaşmasını yaparken görüyoruz.
Henry Deterding'İn yeni petrol ortağı kendisi gibi yahu-
(li olan müstakbel Lord Berstid, yani Marküs SanuıeML
Deterding bu anlaşmayı imzaladığı gün* Royal-Dutch'un
elinde 8 milyon florin, fevkalüde verimli petrol sâhaltm ile bir
çok ham petrol sâhası imtiyazı vardı. Ayın tarihte ise, Rock-
feller’iû sermayesi bir buçuk milyar dolar civarmda idi.
Deterding, Sauıuel Marküs ile olan anlaşmayı o zaman
İçin dâhiyâne bir buluş yüzünden yapmıştı. Marküs Samu-
vl’in bir deniz nakliyat şirketi vardı ve elinde bir kaç nakliye
gemisi bulunuyordu. Deterding’m ortak olduğu firma* Shell
Tırıuısport and Ttading Co. idi. Samuel Marküs bu nakliye
gemileri ile Uzak-şark’a seferler yapıyor, Uzak-şarkhn zengin­
liklerini Ingiliz ve Avrupa pazarlarına naklediyordu. İşte D e­
terding bu gemilerden istifade etmek istiyordu* ve anlaşmayı
yalnız bu sebeple imzalamıştı.
Marküs SamueVin gemileri artık ticarî mal yerine petrol
nakledeceklerdi. Ve böylece iki yahudi, bir imparatorluk ku­
ruyorlar ve bu imparatorluğu Ilaşm etlû İngiltere Kıralı ve
Britanya imparatoruna hediye ediyorlardı. Bu imparatorlu­
ğun yeni adı ise, İngiliz Petrol İmparatorluğu İdi.
İki yalı udinin birleşmesi ile meydana gelen şirketin yeni
adı ise Royal Dutch-Shell idi.
Deterding bu anlaşmadan sonra kendisini çok kuvvetli
hissetmeğe başlamıştı. Bunda da haklı idi. Tek başına müca­
dele ettiği sıralarda bile kuvvetini ispat etmişti. Şimdi dalıa
da kuvvetli olarak gireceği mücadeleleri elbette kazanacaktı.
Artık Rockfellerden hiç bir korkusu kalmamıştı. İşte bu nok­
tadan hareket eden Deterding, RockfeUer grubu ile amansız
bir mücadeleye girdi. Uzak-şarîdtan uzaklaştırdığı Standard
ile Orta-şark’ta sonıa da Avrupa pazarlarında rekabete ve
mücadeleye başladı. Bu sahalarda da mücadeleyi kazandı.
Onun hedefi bizzat Amerika kıpası idi.
Avrupa mücadelesini kazandıktan sonra, kendisini Ame­
rika’da görüyoruz, Geniş ve çok zengüı petrol sâhalannda Dc-
lerding ile RockfeUer bazan yan yana ve çoğu zaman karşı
karşıya ve kıyasıya mücadele ettiler. Neticede Deterding Ame­
rika kıt’asma yerleşmeğe muvaffak oldu. Arlık Deterding’in
de Teksas’ta petrol sabaları vardı. Ve her geçen gün bu saha­
ların hududları genişliyordu,
Deterding Amerika’ya yerleşirken, bir taraftan da Lâtin
Amerika’yı daha sağlam bir şekilde kendi menfaatlerine bağ­
lamağa çalışıyordu. Henry Deterding her girdiği yerde Hock-
feller ile karşılaşıyor ve kıyasıya mücadelelerden sonra, Ruck-
Feller’ın evvelce kurmuş olduğu hâkimiyeti yıkıyor yerine
kendi hâkimiyetini kuruyordu.
Mücadele adamakıllı kızışmıştı. Deterding, Amerika krt’-
asında bütün muvaffakiyetini, Rockfeller’in, Amerika’da hâ­
kimiyetini kurmak için mahvettiği A m erikaiı petrolculara
medyundur,
Deterding, ince ve kıvrak yahudi zekâsı ile RockfeUer’in
imha etmeğe çalıştığı petrolcularla iş adamlarına elini uzattı.
Bu, zahirde bir dost eli idi. Aslında Deterding, Dünya Petrol
imparatorluğunu kurmak istiyordu. Bu dost(!) el, Amerikan
iş adamlarını fevkalâde mütehassis elti. . Deterdıng’e aşırı
dostlukla bağlanmalarına vesile oldu. Deterding onlara ser­
maye yardımında bulundu ve böylece RockfeHer’e karşı m ü­
cadelesini devam ettirdi.

D ETERD İN G ’İN ORTA DOCUYA EL ATMASI

Deterding, Amerika’daki petrol mücadelesini yaptığı sı­


ralarda Orta-doğu ve Avrupa'da da durmadan petrol arıyor­
du. Bu memleketi erden bilhassa Orta-dogu’da, İran’da petrol
imtiyazları elde etmeğe çalışıyordu. Bir başka Ingiliz petrol
fjii'kcti olan Burmah Oil, Delerdin g’in bu faaliyetinin mihrakı
nlarsık Orta-doğuda geniş bir faaliyet gösteriyordu,
On dokuzuncu asrın sonlarında, bütün Avrupa devletleri
Ortii-doğu’da Osmanlı İmparatorluğu hudutları içerisinde bu­
lunan paha biçilmez yeraltı servetleri ile, keza İran’daki çok
m ıg in petrol rezervlerine göz dikmişlerdi.
On dokuzuncu asrın sonlarında, dünyanın dört büyük
devleti, İngiltere* Almanya, Rusya ve Fransa bu tabiî kaynak­
lar için aralarında korkunç bir mücadeleye atılmışlardı. Tarih
kitaplarının «Şark Siyasetb adını verdikleri bu mücadelenin
ııı ilira kını petrol teşkil ediyordu. 1854 Yılında ilk önce Galiç-
\a'(la bulunan petrnldan sonra, Avrupamn gözleri bu yeni ve
kirli renkli toprak altı servetine takılı vermişti. İptidaî vasıta­
larla açılmak istenen petrol kuyuları için büyük mücadeleler
^«■reyan etmekteydi. Bu dört devlet yeraltından fışkıran pet­
rolün değerini biliyor ve onu elde etmek için durmadan din­
lenmeden birebirleriyle mücadele edıyoriardı. İngiltere, Hol­
landa Hindistan’ında (Endonezya) bir Hollanda şirketi ile
müştereken petrol aram alarma başlamıştı. Bunun yanında
ufak, ufak birtakım şirketler de Orta-şark’da aynı gaye için
gayret göster iyotlardı. Ingiüzlerin TJzak-şark’ta bizzat kurduk­
ları veya iştirak halinde bulundukları iki mühim şirketleri var­
dı. Bunlardan birisi, Kessler adında bir şahsın İdare Meclisi
uüsîîğini yaptığı petrol şirketi (ki bu şirket Ingiliz sermayesi
ile birleştikten sonra RoyahEKüch adını alacaktır) İkincisi ise,
llıırmah Oil adlı İngiliz şirKetidir,
Bu şirketin sermayesinin ise, İngiliz Entellijans Servisi ile
Bahriye Birinci hord'luğuna aîd olduğu yolunda gayet yay­
gın kanaatler vardır, Burmah Oil münhasıran Osmanlı İm­
paratorluğunun hudutları dahilinde bulunan Irak ve Arabis­
tan petrolleri ile İran petTol sâhalarmda çalışıyor ve bütün
faaliyetini bu mıntıkada topluyordu, Bu sıralarda, Osmanlı
İmparatorluğu ile Almanya arasında ticarî bazı anlaşmalar
imza edildi. 1886 Yjimdan itibaren de Almanlar Deutsche
Orient Bank ile birlikte, Almanya ve Avrupa'nın birçok mem­
leketlerinde Orta-şark’Lû Mısır, îran ve Osmanlı İmparator­
luğu hudutları dahilinde muhtelif şubeler açmış olan Pales-
tina Bank vasıtasıyle bu mıntıkalara ve bilhassa Osmanlı Dev­
letine sermayelerini sokmağa başladılar Bu bankalardan D e­
utsche Orient Bank, inşasmı deruhte ettiği Anadolu ve Bnğ-
dad demiryolları ile Osmanh İmparatorluğunda büyük ser­
maye yatınım yaptı, Böylece de Bağdad battrmn inşası baş­
lamış oldu. Aslmda Almanlar bu battı, Musul Petrollerini el­
de etmek için inşa ediyorlardı.
İşte Almanlar bu battı inşa ederlerken, İran'da Kanada’lı
bir mühendis sessiz sedasız çalışmalara başlıyor ve Ateş Me­
likesi Hürmüz’ün mabedini bulmak için lüzumlu müsaadeyi
istihsal etmiş bulunuyordu.

ÎRAN PETROLLERİNİN ELDEN ÇIKMASI

William Knot D ’Arcy adındaki bu Kan adalı mühendis,


Londra sitesinin malî müzaheretine mazhar olmuş ve Şah Na-
siruddm’den İran'da arkeolojik araştırmalar yapmak müsaa­
desini almıştı.
\Villiam Knot D’Arcy taribte «Ateş Melikesi» olarak bili­
nen Hürmüz’ün, kuvvet ve kudretini petrolden aldığını bili­
yordu. Bu zathn, arkeolojik tetkikler adı altındaki faaliyetinin
esas gayesi, İran’da petrolü aramaktı. Aslmda arkeolojik tot-
kikler onu zerrece alâkadar etmiyordu.
Kanadah mühendis William Knot D ’Arey, İran’da petrol
aradığı sıralarda, îran için için kaynıyordu. Ateş Melikesi’nin
yurdu olan İran’da, gerek îngilizler gerekse Huşlar ve Alman­
lar, kıymeti her gün biraz daha artan petrolü bulmak ve bu
yağlı maddenin imtiyazını almak için amansız bir mücadele
içindeydiler.
Şalı Nasinıddin’in mutlak hâkimiyetini devam ettirdiği
İran’da ise Fransa’nın da katılması ile dörde yükselmiş olan
dünyanın büyük devletleri arasındaki mücadele, her gün av­
lan bir hızla gelişiyor ve bu talihsiz memleket bir cihan m ü­
cadelesinin mihrakım teşkil ediyordu,

Huşların «Çeka»sı, İran'da çok kuvvetli ve kudretli bir


Icşkilât kurmuş, bu teşkilât vasıtasıyle Rus hükümetinin.,
İran’da birçok imtiyazlar elde etmesini temin etmişti,
İran vezir-i âzam ’j Em ın-El-Sultan Ali E&fer Han Uma-
men Rusların elinde idi* Rus!ar, Ali Esfer Han sayesinde,
Imn’a askerî heyetler sokmuşlar; İran, ordusunun tâlim ve
terbiyesini Rus zabitlerine vermişti. Bu Rus zabit heyeti için­
de bilhassa b a n Kazaklarını yetiştirmek vazifesini üzerine
uUm Albay Liyakoff, îran tarihinde meş’um bir rol oynaya­
caktı.
İra n d a mevcudiyeti sâbit olan Petrol, daha yeryüzüne
çıkarılmadan bu memlekette meg'um TOİünü oynamağa baş­
lamıştı...

Şah Nasiruddin ve Ah Esfer H an’ın, Rus taraftarlığı gün­


den güne halkın husumetini celbediyor ve her geçen gün ar­
lan tazyiklerle bu husumet artıyordu,
Irau'da büyük menfaatleri olan İngiliz!eri bir taraftan
Ruslar diğer taraftan Şab ile Vezîr-i âzam’ı, âdeta zorla mü­
cadeleye sevkediyorlavch. Esasen tngilizlerin de aradığı bu
idi. Onlar için bundan daha müsait bir zemin bulunamazdı.
Ingiliz Entellrjans Servisi ve petrolcülerin ajanları, derhal fa­
aliyete geçtiler, her vasıtaya m üracaat ederek Şah ve Vezir-i
âzam*ı aleyhine kesif bir propagandaya giriştiler. Ve bunda
tlıı muvaffak oldular.
Şah ve Vezir-i Azami aleyhine yapılan propagandayı bil-
lıassa İngiltere'de tahsil görmüş veya görmekte olan tnünev-
verler idare ediyorlar; geniş halk kitlelerini her gün artan bir
tazyikle Şah'a karşı körüklüyorlardı. Devrin en büyük âlim­
lerinden olan Şeyh Cemaleddin-i Efganî de bu hareketi terviç
ve tasvip edenler arasındaydı. H attâ, hareketin bir nevi lideri
durumunda bulunuyordu. Vezir-i Âzam Ali Esfer Han'ın, bü­
tün bu propagandalar ve her geçen giin haile atasında artan
husumet karşısında şaşkına döndüğünü ve sert tedbirlere te­
vessül ettiğini Ingilızler, memnun bir şekilde takıp ediyorlardı.
Ali Esfer H an’ın aldığı eu şiddetli tedbir, İran'da halkın çok
sevdiği, ilmine hürmet ettiği Şeyh Cemaleddin-i Efgani'yi hu­
dut dışı etmek olmuştu. Fakat b u tedbir de fayda vermemişti,
hattâ Şeyhin hudut dışı edilmesi, halkın husumetini daha da
arttırmıştı. İran'da hükümet tam mânasıyla acz içinde kalmış,
tı. Halk, için için kaynıyordu. Şeyh% sürgün hâdisesi, zaten
şiddetli bir hal alan halkın kinini açığa vurmasına vesile verdi
ve bu sürgün bardağı taşıran son damla oldu. İran'da her ân
bir ihtilâl patlak verebilirdi.
Hükümet bütün bunları biliyor» görüyor fakat halkın üze­
rine daha fazla gitmekten kaçmıyordu. Zira.. Ali ^ f e r Han
biliyordu, ki daha ileriye gider ve esasen çok sert olan tedbir­
lerini daha da sertleştirirse ihtilâl kaçınılmaz olurdu. Onun
için, Ali Esfer Han, bir başka yofu, halkı yatışhm ıak yolunu
denemeği kararlaştırdı.
Iran Hüküm eti, 18E& yıh Mayıs aymd^ yapılacak olan
□Ö. cülûs yıldönümünde halkı oyalıyaeak muhteşem şenlikle­
rin hazırlığını yapıyordu. Vezir-i Âzam, halkm bu şenliklerle
yumuşayacağını, hiç olmazsa bir müddet için halkı böylece
oyalıyacağmı ümid ediyordu, Şah Nasiruddin de, bu merasi­
min bilhassa parlak olmasını arzu ediyordu. Bu yüzden de
Şah, hazırlıkların her safhası de bizzat meşgul oluyordu. Ar­
tık her şey, bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Şah Nasiruddin
de, Vezir-i Azami Âİİ Esfer Han da neticeden ve noksansız
yapılan hazırlıklardan çok memnundur ve cülûs gününün gel­
mesini bekliyorlardı.
Cülûs gününe tesadüf eden Pazar g ü n ü n d e n evvelki Cu­
ma günü, Şah mutad merasimle Cııma namazını edâ etmek
üzere Abdülâzim cârmine gitmişti. Tanında devlet ileri gelen­
leri, maiyeti ve her zamankinden fazla sayıda muhafız vardı.
Hülün yollar kesilmiş, fevkalâde tedbirler alınmıştı. Şah da,
Vezİr-i Azam da bir suikasddan korkuyorlardı. Şah, Ctımu na­
mazını işte bu hava ve tedbirler arasmda edâ etmiş ve cami­
den çıkıp Saraya gidiyordu. Şah Nasiruddin’i görmek için câ-
111 iin ödünde toplanan halk arasından biç beklenmedik bir an­
da bir adam fırlayıp, Şah’m üzerine saldırdı. Bu çıkış o kadar
ani olmuştu, ki muhafızlar yerlerinden bile kıpırdayamamış-
lardı. Adam şiddetle Şah’m üzerine abandı ve elinde tuttuğu
bir saldırmayı rastgele vurmağa başladı. Şah, bu beklenmedik
tecavüzün sonunda hemen orada can verdi. N asını d din öl­
müş. Böylece, Türk Kaçar hanedanında bir şah d alı a sııikasde
kurban olmuştu. KaatfI, ilk şaşkınlık devresinden sonra kaç­
mağa fırsat bulamadan derhal tevkif edildi.
Molla Rıza adındaki kaatil, böylece îran tarihine ismini
yazdırmıştı. Zira Molla Rıza’m n işlediği cinayet, modern îran
lurihinde, Petrol İçin işlenmiş îlk Suikasd olarak tesbit edile­
cekti. Ve dolayısıyle tarihe de böyle geçecekti.
Evet... Şah Nasiruddin, İran’ın petrol için verdiği ilk
kurbandı. Fakat, ilerde görüleceği gibi asla sonuncusu olma­
yacaktı .,.

İRAN’DA RUSLARIN OYNADIĞI OYUNLAR

Şah Naşiruddüı’in şahsında İran’a indirilen bu menfur ve


vahşi darbeden sonra, hiikûmet ürkmüş ve şiddetli tedbirler
almağa mecbur kalmıştı. Esasen bir hükümet darbesi bekle­
yen Vezir-i Âzam Ali Esfer Han, buna imkan vermemek için
derhal örfî idare ilân etti. İran'da bulunan Rus askerî heyetin­
den Albay LiyakofPu da geniş salâhiyetlerle Tahran’da âsa-
yişi temine memur etti. Albay Liyakoff da bu işi kendi metod-
Ları ile bihakkın başardı. Livakoff. geniş tevkifler yaptı ve du­
ruma bu şiddet tedbirleri sâyesinde kısa zamanda hâkim oldu.
Vezir-i Azam Ab Ester Han ise, İıan devletinin başkenti Tah­
ra n’da Liyakoffun akıttığı kanlar dalıa kurumadan, uzun se­
neler İran As^rbayçatımda valilik yapmakta olan maktul Şali’-
m vâtîsl olarak MuzşŞifferuddm H an’ı îraıı Şah’ı ilân etti. Mak­
tul Şah Nasiruddm’in cenazesi daha kaldırılmadan MuZûffö-
rutldin ilan Tahran’a geldi,
Huşlar İran’ın kaderine o derece hâkim olmuşlar, bu h â­
kimiyeti o derece sağlam temellere imtina d ettirmişlerdi, ki ye­
ni şah, Rusların bu durumundan ürktü ve bir müddet sonra
o da selefi Nasiruddm Şah gibi Rusların avucuna girdi, Huş­
lar, Şalı Muzafferuddin’e, Fransa'nın İran'a 19U1 yılında
ile verdiği istikrazın yerine, faizle daiıa geniş krediler
verdiler. Böylece İran'da yeni birtakım imtiyazlar elde etti­
ler, Rusların Şah Muzafferli d d inMen aldıkları yeni imtiyazlar­
dan en mühimini, İran’ın şimalindeki bütün petrol sâhaian
idi. Ruslar, bu devrede fngîlizlerden daha ağır basmağa mu­
vaffak olmuş ve İran’ın şimal bölgelerini tamamen kendi hü­
kümleri alhna almışlardı,
istikraz anlaşmasının yapıldığı tarihten bir yıl kadar son­
ra. yâni 1902 yılı sonlarında, ilk istikraz anlaşm alına ek ola­
rak, Huşlar 35 milyon ruble daha verdiler. Böylece İran, Rus­
lar ile 1901 yılı sonlarında akdettiği 50 milyon rublelik istikra­
zı 95 milyon rubleye yükseltmiş oluyor; fakat buna karşılık
Rusya 'ya büyük imtiyazlar veriyordu.
İran ile Rusya arasındaki bu anlaşmalar ve Rusların ik­
raz yolu de İran’a yerleşmeleri, İngi]tereyi dehşetli surette ra­
hatsız elti. Yılla# boyunca İran içlerinde açık veya gizli yap­
tığı pierol araştırmalarının bir neticeye ulaşamaması bu hu­
zursuzluğu daha da arttırıyordu. Bu sebeple Ingiîizler, petrolü
bir ân evvet bulmak için geniş birtakım tedbirler aldılar. Bu
tedbirler tabiî gözle görülür elle tutulur cinsten değildi* D e­
fe ıdmg’in adamları, muhtelif isim ve meslekler ve bilhassa
«arkeoloji mütehassısı» olarak İran’a sızmağa haşladı. Bıı
adamlar, İran’ın her taraf mı didik didik ettiler; takat petrol
ti ulamadılar. Bu netice Deterding’i adeta deli etti. O, İran’da
petrol olduğunu kendi eli ile koymuş gibi biliyordu. Zira al­
dığı raporlar bu merkezde idi. Ayrıca Ateş Melikesi Hürmüz'­
ün tarilü varlığı da buna inzimam edince «petrola rastlıyama-
dık sözü» elindeki gerçek vesikalara da uymuyordu* İşte bıı
sebeple Deterdhıg, İran’da vazifeli adamlarına aralıksız ola­
rak petrol araştırmalarına devam etmelerini ve behemehal
petrolü bulmalarım emretti. D eterding’in adam lan bir taraf­
la» bütün İran’ı tararken; beri tarafta, tek başına bir adam
\Villiam Knot D ’Arcy de, İngiliz bankerlerinin, yâni I.ondia
.sitesinin bir kısım bankerlerini temsilen İran’ı bir baştan bir
başa dolaşıyor o da Ateş Melikesi Hürmüz’ün kudret aldığı
petrolü arıyordu. Wiltian) Knot D’Aıcy gerçi birçok yerlerde
W fte tesadüf etti; fakat bu neft» toprakla karışmış kirli ve
kıymet itibarı ile bir şey ifade etmeyen çamurdan ibaretti,
iVArcy’nin uzun müddet devam ettirdiği bu araştırmalar ken­
disini yıldırmadı. Bilâkis hırsım ve inadını kamçıladı,

VVÎLLİM KNOT D’ARCY’NÎN MACERASI

D’Arcy, İraıı’m her tarafında durmadan petrol aradı,


<Jruı bu araştırmalarında tngilizlerin kurduğu ve o sıralarda Or­
ta-şark’m en mühimlerinden birisi olan Burmah O il destekli­
yordu. Her türlü maddî fedakârlıktan kaçınmayan şirketin
tek isteği yalnız petrol bulmaktı. D ’Arcy de durmadan, din­
lenmeden İran’ın derinliklerinde petrol arıyordu. Bu araştır­
malar ıızım müddet devam etti; fakat hiç bir netice ahnama-
i 11 Burmah Oil şirketinin idarecileri artık İran’dan ümitlerini
kestiler. Şirket bıı kanaate vardıktan sonra D ’Arcy’ye verdiği
krediyi kesmeğe karat verdi. D ’Arcy ise* buna rağmen ümi­
dini kesmedi. O, İran’da petrol bulacağına sarsılmaz bîr inanç­
la bağlı id i D’Arcy, Burmah Oil krediyi kestikten sonra solu­
ğu doğruca Londra’da aldı. Şirket idarecileri ile görüştü.
Londra sitesinin karanlık .ve loş odalarında İngiliz bankerle­
rin den âdeta para dilendi ve sonunda da bu parayı aldı. Böy-
lecc Londra ile İran arasında birkaç defa gitti geldi. Her
Londra seyahatmdan dönüşünde daha büyük bir azim ve
inalla İran’daki petrol araştırmalarına devam etti. Fakat nafi­
le! D’Arcy her ne yaptı ise boş bir gayretten ileriye geçemedi.
Petrol sanki İran’da kaybolmuş; Ateş Melikesinin memleketim
nur’a garkeden kudret sırra kadem basmıştı.
D’Arcy, tarihî bilgilerin ışığı altında* İran’da petrol bu­
lunduğunu biliyordu. Bu tarihî bilgiye ilâveten, Jeolojik tet­
kikler ve raporlar da bu mı teyid ediyordu. İran’daki h e r şey
bu memlekette mebzul miktarda petrol bulunduğunu gösteri­
yordu. Fakat bu petrol nerede idi? işte buna cevab verilemi­
yordu. Böyfece İVilliam Knot D'Arcy’öin bütün emekleri boşa
gitti. Londradaki bankerler de artık kendisine p^fa vermek
istemedi vc krediyi kesti.
Bu suretle Burmah Oil de îran petrollerinden ümidini kes­
miş oluyordu. Burmah Oil İran’da petrol bulmak için tam alu
milyon sterlin harcamış ve bu para böylece heba olup git­
mişti,
William Knot D ’Arcy Londra’ya yaptığı son seyahattan
adelâ kovulureasma İran ’a geri döndii, İran’da çalıştığı sıra­
larda bir mühendis olaıak önceleri Şah Nasiruddin’e scuıra da
Şah M uzafferuddin’e hizmet etti. Bu iş münasebetleri kendisi
ile her iki Şah a ra sm da, sağlam bir dostluğun kurulmasına âmil
oldu, işte bu dostluk Münasebetlerinden dolayı da Iran Sara­
yına Intisabetti. îran Sarayında teknik müşavir olarak iyi bir
mevki sahibi oldu. Lontlradan İran’a döndüğü vakii beş para­
sız, bütün ümitleri kırılmış, moralman çökmüş bir insandı. Fa­
kat İran sarayındaki teknik müşavirlik vazifesine tekrar baş­
layınca iş değişti* Artık D ’Arey servetle oynuyordu- İşte bu
sıralarda îdi, ki Şah Muzafferuddin, İran'da yaptırmağa karar
verdiği demiryolu inşaatında kendisine mühim bir mevki ver­
di. Hattın bir kısmının inşaatını D ’Arcy yapacaktı* Yaşı bir
hayli ilerlemiş olan D ’Arcy, bu inşaattan çok para kazandı.
Ümidini bitirmiş bir insan olarak petrol onu artık alâkadar et­
miyordu. Çok parası olmasına rağmen bu işe tekrar dönmedi.
Onun hayattan alacağı bir şey kalmamıştı. Artık bir kenara çe­
kilip, elindeki bol para ile rahat bir hayat sürebilirdi. D’Arcv
artık bunu düşünüyordu. Kendisi koyu bir Iiınstiyandı; ken­
disini tamamen rîin’e terk etmeğe ve tsa dinine tamamen bı­
rakmağa vo bir tarik-i dünya olmağa karar verdi. D’Arey bu
karan verdikten sonra tam bir misyoner gibi, dünyevî lıer işi
bıraktı, uhreviyete daldı. Böylece aylar geçti. Günlerden bir
gün Şah M uzaîfem ddm 'e gelen raporlar arasından bir tanesi
Şalı’m fevkalâde memnuniyetini mucip oldıı. Rapor, İran'ın
cenubunda Kuzistan Eyaletinde açıkta akan ve ateşle derhal
parlayan ham petrolün mevcudiyetinden bahsediyordu. Şalı
Muzafferuddin derhal durumu tetkike D ’Aıcy’yi memur etti.
İrıın'da Petrol bulunmuştu. Fakat D’AıeyYıin petrol a kaışı
lıırsı kalmamıştı. Lâkin gıtmezlik edemezdi; verilen emre uy­
mağa mecburdu. Petrolün bulunduğu Kuzistan eyaletine git-
li; petrdjğ^yakından gördü; tetkiklerini bitirdi. Hazırladığı ra­
poru Şalı'a takdim etti. Bu raporda, Kuzistan eyaletinde m eb­
zul bulunduğunu ve bu petrolün açıktan aktığı zikrediliyordu.
Şalı, bu raporun getirdiği müjdeye memnun oldu ve D'Arcy'yı
birçok hediyeler ve para ile taltif etti. Buna rağmen, petrolü
işletmek veya oııdan istifade etmek yoluna gitmedi. Fakat ln-
gi tizler, Kuzistan eyaletinde petrolün bulunduğunu hemen
]ı:ıbcr almışlar ve ona göre de bir takım hazırlıklara girişmiş­
lerdi. îngilizlerın meseleyi bildiklerinden habersiz olan Şah,
meseleyi böylece uyuttuğunu zannetti ve hakikaten uzun bir
müddet petrolden hiç bahsedilmedi.
ihtiyar D’Arcy ise, bu son vazifeden sonra kendisini ta­
mamen dine terkettı. H attâ çağrılmadıkça Şah’m huzuruna
dahi çıkmadı. Böyle hareket etmekle kendisini unutturacağını
zannediyordu. Artık iyiden iyiye de ihtiyarlayan D ’Arcy, âni-
den memleketine gitmeğe karar verdi. Bu arzusunu Şah11a ar-
zettiği vakit, Şah Muzafferuddiu cidden müteessir oldu. Ken­
disini İran'da alıkoymak için ne mümkünse yaptı; fakat ihti­
yar D ’Arcy,'yaşının ilerlediğini, memleketine gitmek ve orada
ölmek istediğini söyleyince, gitmesine müsaade edildi.
Şah M uzaffeıuddin, çok sevdiği D ’Arey’yi memnun et­
mek, ona ihsanda bulunmak istedi. D ’Arcy servette gözü ol­
madığını bildirdi ise de, bazı mühim noktalar üzerinde dur­
duğu sonradan anlaşıldı. Zira D ’Arcy> para ve mücevherat gi­
bi zikıymet şeyleri reddederken, Şah’tan İran'da toprak altı
ve toprak üstü araştırmalar için müsaade vermesini taiebettl.
Ve, bu müsaadeyi aldı.
Şah Muzafferuddiu Sevgili Hususî Müşavirinin bu arzu­
sunu nasıl kırabilirdi. Esasen bu müsaadeyi vermekte herhan­
gi bir mahzur da görmüyordu. İşte boy) ece Kana dalı mühen­
dis Wi11iam Knot D ’Arcy, bugün dahi etrafında korkunç m ü­
cadelelerin cereyan ettiği Iran petrolünün imtiyazını eldo el­
ti. Şah Muzafferuddîn’in kendisine verdiği fermanda aynen
şunlar yazılı idi:
«Kanada Hükümeti kaviyyesi ilâ İran Şehitişahhğt aratan­
daki payidar olan çok samimî münasebetlere dayamlarak, Kö-
ımdrt Hükümeti kaviyyesi tebaasından W illiam Knot D’Arcj/’-
ye, akrabalarına dostlarına ve yakınlarına 60 yıl m üddetle îran
Şehinşahımn hükmettiği topraklarının derinliklerinde istedik­
leri şekilde taharriyat ve hafriyatta bulunmak üzere salâhiyeti
tamme ile tahdit edilmeyen serbest çalışma müsaadesi bahşe­
dilmiştir. işb u setâhiyet t>e bahşedilen serbestiye binaen Ka­
nada H ükümeti kaviyye&i tebaasından W illiam Knot D’Arcy7-
nin veya akrabaları ve yakınlan ile dostlarının tesbit ederek
işleyeçekleri bilumum toprak altı ve toprak üstü servetleri
'kvndi mal-ı megrutit oiorokttr,»

Şah Muzafferli d din, D ’Arey’ye bu geniş imtiyaz vesika­


nı m verdikten beş yıl sonra, 12 yıllık bir saltanat sonunda 1D06
yılında vefat etli, Yerine oğlu Mehmet Ali Mirza îran Şahı ol-
(İn. Ve îran için asıl felâketli devre bu tarihten sonra bağladı.

3FETKOL VESİKASI NASIL ÇALINDI

Petrol, Rusya ile İngiltere arasında 1906 yılından itibaren


İran’da akim almayacağı iç mücadelelere ve katliâmlara se­
bep oldu.

D'Arcy bu mııhtegeıtı ve paha biçilmez vesikayı aldıktan


sonra derhal yol hazırlıklarına başladı. Artık serbestli; ilk va­
sıla ile Mısır’a gittin Kanudah mühendisin niyeti Kahîre’de bir
müddet kalmak, dinlenmek ve oradan Londra yolu ile mem­
leketine gitmekti.
William Knot D ’Aroy hayatından memnun elindeki vesi­
kaya sahip olmaktan mağrur, Kahire’nin görülecek yerlerini
gır/i yor, sonra da günün yorgııuluğunu geçirmek için oteline
dönüyor; kimse ile temas etmeden odasma kapanıyor ve tam
bir istirahat ve ibadete dalıyordu.
Yine bir gün böyle Kahire’uin görülmeğe değer yerlerini
görmek üzere gezmeğe çıkmıştı, O teline dondüğii vakit, oda­
sının araştırılmış olduğunu gördü. Odasını arayanların, Şab
Mtrzafferuddin’den aldığı vesikayı elde etmek isteyenlerin ola­
lı! leceğini düşündü. Halbuki bu vesikanın kendisinde oldu-
Kuıııı, Şah’dan başka hiç kimse bilmiyordu. Ru düşünce ile
hadisenin Ü2erinde fazla duruladı. H attâ olel müdüriyetine
bile haber vermek lüzumunu duymadı. Fakat bir ân evvel Ka­
hire’den ayrılmak için de hazırlıklara başladı.
Otel odasının araştırılması hâdisesinin üzerinden İki giin
geçmiş idi, ki kendisini ziyarete gelen iki şahıs, 28 Mayıs 1901*
tarihli ve İran Şaln Muzafferuddin imzasını taşıyan ve ken­
disine İran hudutları içerisinde hudutsuz imtiyazlar bahşeden
vesikayı satm almak istediklerini söylediler. JSu iki şahıs açık­
ça pazarlığa giriyorlardı* Fakat D ’Arey, değil böyle bir teklifi
kabul, hattâ sözünü bile etmek istemiyordu. Vesikayı veremi-
yeceğini, hattâ vesikanın yanında bile olmadığını bu iki şahsa
söyledi ve tekliflerini kabul edem iye eeğini gayet sarih bir şe­
kilde bildirdi* İki şahıs, bu sözlere ehemmiyet bile vermediler.
Onlar, her itirazda vesikanm fiatını biraz daha arttırdılar. Bu
iki şahsm tutum larından anlaşılıyordu, ki vesikayı satm al­
makta kararlı idiler. Onun için vesikanm fiatını mütemadiyen
arttırdılar... Nihayet ihtiyar Kanadalı’ya bir servet teklif et­
tiler. Bu servetin miktarı altı mİyon Sterling idi. Fakat ihtiyar
knrt satmamakta kararh idi. Ve böylcee ilci meçhul şahıs elleri
boş D ’Arcy’nin yanından ayrıldılar.
D ’Arcy’ain, otelinde meçhul iki şahıs ile yaptığı görüşme­
nin üzerinden iki gün geçti. Kendisini Londra’ya götürecek
olan vapurun geç kalması dolayısiyle, Kahire’de gezmeğe çık­
tı* Araba ile yaptığı bu gezintiden oteline dönerken, bindiği
arabaya bomba atılmış; fakat mucize kabilinden kendisine bir
şey olmamıştı. D ’Arcy, suikasttan kurtuluşunda* ibadetlerinin
âmil olduğuna inanıyordu. Bu düşünce kafasına yerleştikten
sonra da hareket hattını buna göre tekrar tayin etti. Bundan
sonraki hayatı kiliseye yardımla geçecek ve hayatının geri ka*
lan kısmı ibadetle sona erecekti. Bu düşünce ile oteline döner
dönmez, Londra’ya gidecek ilk gemi ile hareket etmek üzere
hazırlıklarını tamamladı. Ertesi günü Port Said’den geçen bir
Ingiliz şilebi ile hareket etti.
William Knot D ’Arcy, gemiye girdiği atıdan itibaren ken­
disine ayrılan ufacık kamarasına kapandı ve günlerini tama­
men ibadetle geçirdi. Nadiren odasından çıktığı vakit* tıpkı
kendisi gibi elinde Incil, mütemadiyen okuyan, kendisi gibi,
hiç kimse ile, hiç bir şeyle meşgul olmayan* her yerde elinde
İncil İle dolaşan* güvertede, yemek salonunda daima İncil
okuyan bir Kaîıip de vardı. Geminin seyir jum ahnda bu Ra­
hibin İngiliz Somaîisi’ndcn bindiği yazılıydı.
D ’Arçy, bu genç Anglikan Rahibine alâka duymaya baş­
ladı. Onda, kendisine yardımcı olacak birtakım şeyler keşfet­
miş gibiydi. Onunla dostluk kurmakta kendince fayda mülâ­
haza etti. Ve genç Anglikan Rahibi ile dostluk kurdu.
Artık dindar iki insan, D’Arey ve Anglikan Rahibi her ân
beraber bulunuyorlardı. Birlikte yaptıkları güverte dolaşma­
ları sırasında genç Rahip* mütemadiyen Hz. İsa’dan, Hıristi­
yanlığın gelişmesi için sarfedilen gayretlerden* katlanılan me­
şakkatlerden, bu meşakkatleri yenmek için in sanla nn göster­
dikleri gayretlerden bahsetmekle ve bir nevi vaazlar vermekte
idi, D ’Arcy, büyük bir dikkatle dinlediği bu vaazlardan sonra
esasen kendisini adadığı Hıristiyanlıkta sanki kalbine yeni bir
ışık doldu. Bu yeni ümid ışığı D’Arcy’yi buzu ra kavuşurmakta
gecikmedi. Ve bir gün genç Rahibe hayatının en biiyük sır­
rını verdi.
Evçt, tam altı milyon Sterling’e, hayatmı yok etmek için
girişilen suikastlere rağmen vermediği imtiyaz işini bu imanlı
genç Rahibe anlattı, Başından geçenleri bir, bir anlatmakla
kalmadı* aynı zamanda vesikayı da Rahip’e veriverdi.
D’Arcy, büyük bir safiyetle, vesikayı kilise emrine verdiğini,
bu vesikanın bahşettiği hakla İran’da çalışacak olan misyo­
nerlerin İran halkını sür’atle Hır isti yanlaştır acağını ümid et­
tiğini, kendisinin de bu uğurda çalışmaktan geri kalmak iste­
mediğini söylerken, genç Rtıhip de onu tasdik, ve Allah, Ruh­
ili Kudüs-İsa adına D’Arcy’yi takdis ediyordu,
William Knot D'Arcy artık mesut ve müsterihti. Vesikayı
genç Rahip’e verdikten sonra birlikte gemmin kilisesine indi-
Peîrol FirEirtası

ler* ibadetlerini yaptılar ve D ’Arcy, orada, kilisede genç Ra-


lıip’e bütün hayat hikâyesini nakletti. Bilerek veya bilmeyerek
işlediği günahlarından dolayı affedilmesi için Allah’a yalvardı
ve günah çıkarttı. Böylece zavallı D ’Arcy,, bütiin günahların­
dan temizlendiğine inanmış insanların iç hnzııru. ile ilk defa
rahat bir nefes aldı,
Genç Rahip D ’Aıcy’nin vasıkayı kendisine verdiği sıra­
da, ona, bu vesikanın Anglikan Kilisesi emrine verileceğini,
Londra’ya iner inmez bu kudsi vazifeyi ifâ edeceğini bildir­
mişti. Genç Rahiple D ’Aıcy, birhkte Anglikan kilisesine gide­
cekler ve bu paha biçilmez vesikayı yine birlikte kiliseye tes­
lim edeceklerdi.
Günler böylece geçti. Yolculuk son merhalesine gelmiş­
ti... D ’Arcy rıhtıma yanaşan vapurdan elinde valizleri olduğu
halde rıhtıma inerken, gözleri İîe genç Rahibi aradı. Onu gö­
remedi. Bekledi.,. «Belki bulurum» diye düşündü. Fakat bu,
neticesiz bir bekleyiş oldu... Genç Rahip sanki yer yarılmış
da içine girm işti... Böylece D ’Aıcy için genç Rahip de, paha
biçilmez vesika da kaybolup gitmişti,,. Zavallı adam, saf bir
düşünce ile muazzam bir serveti elinden kaçırmıştı...
Kimdi bu genç Rahip?...
Bu paha biçilmez vesikayı Anglikan Kilisesine teslim, e t­
mek için D ’Arcy’nîn elinden alan Rahip aslında neyin nesi
idî?,.. Şimdi biliyoruz, ki bu genç Rahip, İngiliz Entellijans
Servisinin en çok güvendiği elemaJanndan birisiydi. Asıl adı
Roznblum olan Yahudi asıllı ve 1921 yılında Petrograd’a (Şim­
diki Leningrad) Bolşevik lideri Lenin’e bir Fransız ajanı ile
birlikte muvaffak olamayan bir suikast tertiplediği için yaka­
lanıp kurşuna dizilen Sydney Reyi idi.
En tellijans Servis böylece, Mısır’da uğruna D ’Arcy’yi Öl­
dürmeğe teşebbüs ettiği, büyük bir servet verip alamadığı ve­
sikayı Sidney Reyi vasıtasiyle hem de bir santim bile ödeme­
den ele geçirmiş bulunuyordu...
Entellijarıs Servis, bu vesika ile eline müthiş bir imtiyaz
geçirmiş oluyordu. Mazanderan, Horasan ve Astarabad dışın­
da kalan bütün Iran toprak altı ve toprak üstü servetleri ve
kaynaklan bilâkayd-ü şart bu servisin eline geçmiş oluyordu.

ALMANLARIN İRANDA FAALİYETLERİ

Eaıtellijan servis bu vesikayı eline geçirmeden çok evvel,


1664 yılında, tıpkı D Aıcy gibi İıanM a Seba Melikesi H ür­
müz’ün kudretini temsil eden petrolü bulmak için A, Holtz
adlı bir Alman da imtiyaz almıştL Fakat araştırmaları bir ne­
tice vermemişti. O da petrolü bulamamıştı. Bu tarihten beş
yıl sonra yine bir başka Alman, Baron Julius D. Reuter de bü­
tün İran’da, bilûmum maden ve petrol araştırma ve işletme
İmtiyazı almıştı. Baron Julius D, Reuter bu imtiyaza dayana­
rak gayet geniş faaliyetlerde bulundu ve İmperial Bank Of
PûTâiayı kurdu. İki yıl m üddetle İran'ın her tarafında, petrol
aradı. Fakat bütün araştırmaları boşa gitti. Ümitsizlik ve yeis
İçinde kalan Baron Reuter, nihayet İran’a daha fazla para ya­
tırmamak için kendi rızası ve İran Hükümetinin de m uvafa­
kati ile IÖ01 yılında akdettiği anlaşmayı feshetti. Böylece de
bütün imtiyazlarım terk etmiş oldu. Bir m üddet sonra ise as­
lında demiryolu mühendisi olan William Knot D ’Arcy, bir te ­
sadüf neticesi İran’da petrolün mevcudiyetine muttali oldu ve
yu kanda bahsi geçen imtiyazı aldı,

KADERİN İRAN’A Ç ÎZ D lC Î YOL

Kader, İran tarihine de İran milletine de çileli devreler


nasib etm işti... Entellijans Servis bu vesikayı eline geçirdik­
ten sonra İran’ın kaderinde büyük değişiklikler oldu. Memle­
ket ihtilâller, kıtaller ve anarşi içine yuvarlandı. Fakat ne der­
siniz, ki İran’ın kaderi bu idî ve petrol cihanşümul bir kud­
rete yükseldiği anda, İngiliz Entellijans Servisinin eline geç­
m işi. Ellerindeki bu imtiyaz vesikası ile İngilizler derhal faa­
liyete geçtiler. Artık İran'ın h er tarafında petrol aranıyor, bu­
lunuyor ve işletmeye açılıyordu. İran topraklan derinliğince
petrol sondaj kuleleri mü Lem a diyeıı yükseliyor ve her geçen
gün bunların adedi büyük bir hızla artıyordu. Her gün art­
makta olan istihsal Ingilizleri, araştırma ve istihsal mevzuunda
ciddi bir organizasyona mecbur etti. Bu maksatla ilk defa
1905 yılında Conseasieııs adı altında bir teşkilât kurdular. As-
lmda sendika adını alan Consensieus 1909 yılına kadar faali­
yetine devam etti ve hakikaten İran'daki petrol işletmesini
tam ve ran tabi bir işletme haline soktu. Bu tarihte, yânı 1909
tarihinde teşkilâtını tamamladığına hükmederek kendi kendi­
sini feshetti. Consensicus'un fesiri ile birlikte İran'da iki mil­
yon steriing sermayeli Anglo-Persian Oil Co. kuruldu.
Yeni şirketin kurulması ile birlikte bisse senetleri yüzde
yüz üzerinden Ingiliz Bahriye Birinci Lordluğu ile İngiliz En-
tellijans Servis tarafından satın alındı. Bu şu demekti; İran
Petrolleri Ingilizlerin inhisarı altına giriyordu. Anglo-Persîan
Oil Co. İran'da faaliyete geçtiği sıralarda ise, Rus gizli istihba­
ratı olan Ohıana, İran'daki faaliyetlerini hızlandırdı. Çünkü.
İran'daki petrol sâhaîan ile Huşlar da en az îngiüzler kadar
alâkalı idiler. Kaldı ki Huşlar, Iran Şah’larm ın da tasvibi ile
İran’ın içişlerinde birçok mütehassıs müşavir elemanlarını ça­
lıştırıyorlar ve bu elemanlar sâyesiııde İran’ı ellerinde tutu­
yorlardı.
Huşlar ayrıca başka ve mühim bir avantaja sahiptiler. Bu
avantaj İran ordusunu tensik etmek maksadı île mühim mik­
tarda Rus subayının, tren ordusunu ellerin e geçirmiş olm aları
idi. Huşlar bu avautajlan nazarı dikkate alarak îngilizlerden
daha avantajlı bir durumda olduklar mı ve İran'da istedikleri­
ni ellerine geçirebileceklerini zannediyorlardı. îşte bu üstün­
lüklerine ve avantajlarına güvenerek, mücadeleyi kendi lehle­
rine çevirmek için, açık gizli bütün mekanizmayı harekete ge­
çirdiler. Rusların bu faaliyeti kısa zamanda semere verdi.
İran’ın her tarafında IngiJizler aleyhine nümayişler başladı.
I lükûınet bu nümayişleri adetâ destekledi, önceleri nümayiş
halinde başlayan hareket sonraları kısmi bir ayaklanma şekli-
ııe döndü. Hükümet artık dizginleri ellerinden kaçırmıştı. Kıs­
mi ayaklanmalar, bütün İran’a yayı İme a* İran, kendisini bir
ihtilâlin kucağmda buluverdi. Evet... İran’da ihtilâl patlak
vermişti ve bu ihtilâl petrol yüzünden, petrol etrafında Rus­
larla Ingİİizler arasında cereyan eden kıyasıya bir mücadele­
den doğmuştu. İran, bir baştan bir başa ayaklanmıştı,.,

İtiraf etmek lâzımdır, kİ Rus gizli teşkilâtı Ohrana, İran’­


da Îngîlîzler aleyhine giriştiği harekette ilk plânda muvaffak
oldu. Şah Muzafferuddin’in yerine İran tahtına oturan Şah
Mehmet Ali, îngilizlere verilen imtiyazların tamamını bir
irâde ile feshettiğini ilân etti. Şah Mehmed Ali’nin bu irâde­
si, îngi] izi erin, İran’daki bütün İktisadî menfaatlerinin sonu
demekti. Böyle bir son isç> İngiliz politikasının her bakımdan
zıddı idi. jngilizlerin hemen hemen bir buçuk asırdanberi ta-
kibettikleri politika, imparatorluğa İktisadî veçheden hâkim
olması esasına dayanıyordu ve asrm başından beri de bn si­
yaset rotasını petrol istikametine çevirmişti, Binanaleylı, İn-
gilizier böyle bir sona aslâ rıza gösteremezlerdi. İngiltere, ga­
yet Iran Şahı’nm bu irâdesine boyun eğerse, asırlık siyaseti ve
bu siyasetin meydana getirdiği büyük İktisadî krizle Ingiliz
imparatorluğunun kaderi tehlikeye girerdi, Bu sebeple, Tah-
ran’daki İngiliz elçisi, Hükümetinden aldığı bir talimatla Şah
ile görüştü. Sefirin bu ziyaretinde yapılan görüşme belki do
îran tarihinde bir eşine rastlanamayacak kadar sert bir görüş­
me oldu. Ingilızler resmen İran’ı tehdit ettiler. Fakat arkasını
Ruslara yaslamış olan Şah Mehmed Ali, Ingılizlerin bu teh­
didine kulak asmadı. Ingilizlerin giriştikleri biitün diplomatik
teşebbüsler neticesiz kaldı. îşte kızılcg kıyamet o vakit koptu.
Bunun üzerine Ingiltere, İran’daki petrol menfaatlerini koru­
mağa azmettiğini gösteren gayet sert tedbirler aldı.
Bir Ingiliz donanması Basra körfezine dayandı. Ve Aba­
dan tesislerinin kıyısındaki körfeze demir attı. Irgilizler ka-
rarh olduklarım her hareketleri ile isbat etmeğe tevessül etti­
ler. Donanmadan karaya asker çıkardılar ve bütün stratejik
noktaları işgal ettiler. Kuvvetli birlikler bütün petrol sâlıalan-
nı ,emniyet altına almak maksadı ile Kuzistan eyaleti içlerine
doğru aktılar, Ve İran’ın bu kısmım ffilen işgal ettiler S02
artık geride kalmış iş kuvvete ve zorbalığa dayanmıştı, D o­
nanmalar, ordular ve her türlü gizli açık servisler petrol için
harekete geçirilmişti...
Zavallı İran! Topraklarının derinliklerinde bulunan ve
kıymetini takdir edemediği kirli ve pis kokulu bir mayi yüzün­
den, Avrupa'nın iki dev imparatorluğuna mücadele sahnesi
oluyor ve topraklan ikisi tarafından istilâ ediliyordu. Bu hare­
ket düpedüz zorbalıktı. Ve maalesef bu zorbalığa devletler­
arası petrol mücadelesi sebep oluyordu.
Ingiliz askerlerinin, İran’ın bir kısmmı İstilâ etmeleri üze­
rine Ruslar da, İraıı ile Eusya arasında aktedilen 31 Ağustos
1907 tarihli anlaşmaya dayanarak şimalden cenuba doğru
İran topraklarım işgale başladı. Iran ile Rusya arasındaki bu
anlaşmaya göre^ Iran bir başka devlet tarafından işgal edilir
veya tecavüze uğrarsa, Rusya’ya, Iraıı topraklarım işgal hak­
kı tanınıyordu, işte Ruslar da bu anlaşmaya dayanarak İran’ın
Ingilizler tarafından işgal edilmeyen bütün şimal kısmmı ele
geçirdiler.
Iran birkaç gün içerisinde Şimalden Ruslar, Cenuptan da
bütün petrol sâhaları dahil îngilM er tarafından istilâ edilerek
taksim edildi. Şüphesiz bu taksim hareketi, İran’a çok pahalı­
ya mal oldu. Ruslar girdikleri yerlerden koiay kolay çıkmak
niyetinde değillerdi ve maalesef Ruslar’ı Iranü istilâya Şah
Mehmed Ali adetâ zorlamıştı.
İtan'm bu felâketli devresi için İngiliz Profesörlerinden
llıuwn şunları yazıyordu:
«1909 Yih I-Iaziran ayında maiyetindeki Iran Kazak Alayı
ile Tahran'a giren albay Liyakoff, bu şehirde korkunç hir yağ­
ma ve tahribat yapmıştır,» dedikten sonra şunları ilâve edi­
yordu;
«Tahrant Albay L iya ko fftm kazaklarının demir ökçelî çiz­
meleri altında zir-u~zeber olmuştur,»
19ÛÖ İhtilâli Iran tarihinde müstesna ve korkunç bir yeı
işgal etmektedir. Zira bu ihtilâl, Iran tarihinde ilk petrol ihti­
lâli îdi ve İran'da yaptığı ağır tahribat dolayısıyle memlekete
çok pahalıya malolmuştu, Böylece İran, ilk petrol kurbanları­
nı bu ihtilâl ile veriyordu.
Tarih göstermiştir, ki bu ihtilâlden, sonra da Irau’da pet­
rol için insanlar ölecek ve ihtilâller bir birlerini takibodeeek,
tahtlar yıkılacak asırların gerisinden gelen sülâleler yok ola­
cak, hudut dışı edilecek ve bunların yerine îngılizlerin arzu­
luna uygun politika takibedecek yeni hânedân aileleri m eyda­
na getirilecekti.

İran’ın iki m uazzam devlet ara&mda taksim ve işgali uzun


müddet devam etmedi. Dünyanın iki dev imparatorluğu, yine
kendi menfaatleri iktizası olarak aralarında anlaşmak zorunda
kaldılar ve İran'ı tahliye ettiler.
tngilizler ile Ruslar arastada başlayan diplomatik temas­
lar sonunda gerçekleşen bu tahliye neticesinde Ingilizler, elle­
rinde bulundurduktan, vç İran Şahı Mehmed Alı Şah tarafm-
drın feshedilen bütün imtiyazlarını tekrar elde etmişler, Rus­
lar ise Şimali îraıı'da yeni birtakım imtiyazlar ve menfaatler
sağlamışlardır. Ve böylece Iran bu ilk taksimden, Şimalî İran'­
da Ruslara terk ettiği küçük bir arazi parçası ile birlikte bah­
şettiği yeni birtakım İmtiyazlar mukabilinde kurtulabilmişti.
Ohraiiü Rus Gizli Teşkilâtı Rus diplomasisine İran’da
mükemmel bîr menfaat sağlamış ve cidden çok İyi bir iş ba­
şarmıştı. îngilizler ise, üzerine titredikleri petrollerine tekrar
kavuşmuşlardı.
Sidney Reyi (Yahudi Rozoblum)un İngiliz Entellijans
Servisi ve İngiliz Bahriye Birinci Lordluğuna hediye ettiği İran
petrollerinin vesikasını eline geçirdiği tarihten sonra, Orta-
şark’m petrol sahalarında ve bilhassa Osmanh İmparatorluğu
topraklarında geniş faaliyetlerde bulundu. 19İI Yılında Rus­
ya ve Romanya'da vazifelendirilen bu iblis zekâlı adam, 1921
yılma kadar Rusya'da çalıştı ve bu tarihte yukarıda da belirt­
tiğimiz gibi Lcnin’e Petrograd’da bir suikast tertibinden son­
ra yakalanıp kurguna dizilineeye kadar vazife gördü. Ancak
Sidney Reyi, Rusya'ya gitmeden Önce, vazife sahası içine gi­
ren Romanya'da vazife aldı ve burada Îngîlizlerm petrol men­
faatlerini baltalamak ve imtiyaz almak için mücadele eden
Ruslar ve Almanlarla çetin bir boğuşma devresine girdi. Bu
mücadeleyi îngilizler lehine hallettikten sonra da Rusya’ya
geçti ve orada meslek hayatının da, kendi hayatının da sonunu
getirdi.
Romanya Petrolleri

Yirminci asrın başından itibaren Avrupa kıt asının petrol


sahalarına sahip olan memleketlerden Avusturya, Macaris­
tan, Polonya, Çekoslovakya ve Romanya'da, Alman-lngiliz-
Hus-Amerika vo Fransa sermayeleri ve gizli teşkilâtlan büyük
lıir mücadeleye başladılar. Fakat Fransa ile Amerika da bu
mücadeleye girmiş olmalarına rağmen, esas mücadele Ingil­
tere-Almanya-Rusy a üçlüsü etrafında cereyan etmiştir. Dün­
yanın o zaman büyük devletleri olan bu üç devlet arasındaki
mücadelenin ilk raundunu Ingilizler ve Almanlar kazanarak
Ihisya’yı tasfiye ettiler. Böylece Avrupa petrol mücadelesin­
de Almanya ile İngiltere baş başa kaldılar.
Alman ordularının azameti ve her geçen gün kudreti ar­
lım donanması sâyesinde bu devlet, 1390 yılından itibaren her
yerde ve her sâhada İngilizlerle rekabet halinde bulunuyordu.
Fakat Romanya'ya nisbetîe çok zayıf petrol rezervlerine malik
ulan diğer Avrupa devletlerindeki mücadeleyi terk eden Al-
ııiiinliir, bütün kuvvetleri ile Avrupanın, hattâ dünyanın sayılı
petrol rezervlerine sahip olan Romanya'ya yüklendiler. Tabiî
bu yükleniş ve mücadele ta m perde arkasında kalıyor ve m ü­
cadele Bankalar ve gizli ajanlar vasıtasıyle yürütülüyordu.
ile r iki büyük devleti Romanya'da karşı karşıya geti­
ren unsur, her seferinde olduğu gibi yine petrolculardı.
Alınanlar bu mücadeleye Deutsche Orient Bank5m finanse el­
liği Union Pterolifere Europenne petrol şirketi ile girdiler. Al­
manlar'a kargılık Îngilizler ise, Royal Deutch-Shell grubu
ile mücadeleye katıldılar. Böylece Deterding, Dünya Petrol
İmparatoru Romanya'da da sahneye çıktı.
Almanların kurduğu paravan petrol şirketi Union Petrü-
lilere Europenne, Alman Deutsche Orient Bank’m da desteği
ile Romanya'da kısa zamanda muvaffakiyet sağladı. Alman­
ların hu muvaffakiyetlerinde Romanya'daki Kralî müessese-
nm başındaki şahsın Cermen oluşundan geniş şekilde istifade
etmişler ve Ingilizlerin bazan sert» hazarı yumuşak fakat dai­
ma hedefe ulaşan politikalarına rağmen, geçici de olsa bir
muvaffakiyet sağladılar. Bu muvaffakiyet Romanya petrol
sahalarında Almanların aldıkları imtiyazla tezahür etmiş oldu.
Deutsche Orient Bank, Romanya'da, İngiliz ajanlarının
ve Deterding’in adamlarının bütün g a y r e tle r in e rağmen fev­
kalâde kıymetli birer ajan oldukları aldıkları netice ile tebel­
lür etmiş olan üç şahsa medyundur. Bu üç adam, bilhassa Bal­
kanlarda Alman iktisadi menfaatlerinin garantisi için çalışan
Francke-Preuser ve Erasmus’ttı. Bu üç kudretli a ja n ın büyiik
gayretleri neticesjndedir, ki Almanlar uzun yıllar Romanya
petrollerinden istifade ettikleri gibi Balkan politikasında d a
muvaffak bir yol takip etmek imkânlarını elde edebilmişlerdir.
Fakat îngilizler de bu mücadelede boş durmadılar. Baş­
ta Sidney Reyi olmak üzere Entellijans Servisin ve Deter-
ding'in kendi ajan ordusunun en güzide elemanların] sefer­
ber ettiler. Bu ajanların hazırladıkları fırsatları değerlendiren
Deterding de İngiliz Hükümetinin geniş y ard ım ı‘ile Roman­
ya petrolleri üzerinde Alınanlardan hiç de aşağı olmayan bir
muvaffakiyet elde etti. Ve Romanya petrollerinde imtiyaz sa­
hibi oldu. îngilizlerin Romanya petrol sâhalarına girdiklerini
've imtiyaz aldıklarını görünce, Deutsche Orient Bank, bir ta­
raftan, Almaıı ordusunu bir ejder gibi Romen Hükümetinin
karşısına diken Alman Hükümeti, diğer taraftan yaptıklar:
müşterek tazyik sonunda îngilizler 1907 ile 1918 yıllan arasın­
daki 11 yılbk devre içerisinde hemen tama men denilebilecek
bir şcldîde Romanya’dan ellerini çektiler,
Almanya, bir dünya hâkimiyeti yolunda harbi, kaçınıl­
maz bir v ah a olarak kabul etmiş ve mücadelelerinin mihrakı­
nı bu fikir üzerine kurmuştu. Müstakbel harpte petrolün kıy­
metini katiyetle takdir ve tesbit etmiş bulunuyordu. Esasen
Alman fabrikaları ile gemi tezgâhlan lıanl harıl harp malze­
mesi imâl ederken, müstakbel harpte petrol İle imleyecek uçak
ve yep yeni bir silâh olan tankları da gizli silâh olarak yine
seri halde imâl ediyorlardı. Tanklar da, uçaklar da petrol ile
işledilderıne göre, Alman yüksek kumanda lıeyeli için petrol
vazgeçilemez bir madde oluyordu. Almanların, Romanya'da,
Orta-doğu’da yaptıkları mücadelenin esas sebebi hu idi. Bu ba­
kımdan îngilizlerin Romanya’ya girmelerini aslâ hoş karşıla­
mamış ve onları Romen petrollerinden Jıiç olmazsa bir m üd­
det için uzaklaştırmağa muvaffak olmuştu,
1907 Yıhnda Romanya’da mağlup olacaklarını unlayan
Ingilizler, aynı yıl Rusya-tngiltere-Fransa arasında bir anlaş­
ma akdine teşebbüs ettiler. Sonradan birinci dünya harbinin
galip devletleri olarak bu ittifaka «itilâf-ı Müselles» {Üçlü
anlaşma) adını verecekler ve Almanj'a’yı mağlûp ve perişıuı
edeceklerdi. Böylece» Romanya ve Orta-doğu'da îngiliz-lUıs*
Alman-Fransız petrol mücadelesi bir dünya harbinin ilk to-
luımlannı atıyor ve insanlık tarihine korkunç bir sahife ilâve
etmek için -zaman kollııyordu,
İngiltere, İtilâf-ı M üsellesti kurduktan sonra, Almanya’­
ya karşı dulıa ciddî ve tesirli bir siyaset takibine başladı.
Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm, Ingilterenin tahrik vc
ısrarı ile aktedilen itilâf-ı Müsellessin Almanya'ya m ütevec­
cih bir pakt ve ittifak olduğunu gayet iyi biliyordu. İngilızleri
gayet yakından tanıdığı için de gafil avlanmak istemiyor ve
mütemadiyen silâhlanıyordu. Bu silâhlanma ise Alman ordu*
farını yeııifmez bir kudret haline getiriyor ve her geçen gün
bu kudret artıyordu, Kaiser Wilhelm, Alman diplomasisini
ÎUifak-ı Müselles üzerine harekete geçirdi ve bu ittifaka karşı
bir ittifak olan İttifak-ı Müselles’i kurdu. îttifak-ı Müselles
(üçlü ittifak) Almanya-Avusturya Macaristan İmparatorluğu
ve İtalya arasında kurulmuştur.

Dünya bu iki ittifak muvacehesinde sü ratle bir harbe,


doğrıı gidiyordu. Alman im paratoru Kaiser AtfiLhelm, bu neti­
ceyi herkesten daha net olarak müşahede ediyor, bunun için
de bütün imkânlarım seferber ederek gafil avlanmamak için
harbe hazırlanıyordu.

Bu hazırlık, kaçınılması imkânsız bir cihan harbinde Al­


man ordu ve donanmasının hareket gücünü arttırmağa daya­
nıyordu. Münhasıran, bu hareketin gücünü arttırmak için de
Petrola ihtiyacı olduğunu Almanya gayet iyi biliyordu. Bu se­
beple Almanlar, Romanya petrollerini ele geçirdikten sonra
hummalı bir faaliyete girdiler. Vakit geçirmeden sondajlara
başladılar ve dört yerde petrol buldular. Kuyular verimli idi.
Alman lıarp mekanizmasının ise her gün artan ihtiyacı karşı­
sında daha çok petrole ihtiyacı vardı. Bunun için petrol bul­
dukları saha i arı, istihsali arttırmak için dört ayn mıntıkaya
ayırdılar. Birinci mıntıka; Prahova îdi. Bu mıntıkanın başlıca
petrol sahaları da Pleeşti, Bustenavî, Camina, Baiconi, More-
ni ve Tinteıı idi.

İkinci mıntıka; DamboviUza idi, Bu mıntıkanın başlıca


petrol sahası Targorista idi.
Üçüncü mıntıka; Buzao ve belli başlı petrol sâhasi Poii-
ciori ile Sar ala idi.
Dördüncü mıntıkayı teşkil eden Bucau ise; başlıca iki pet­
rol sahasına ayrılmıştı. Bu petrol sikaları da Semes ile Mol-
nestî idi.
Almanlar Romanya petrol sahalarım böylece clcirt mıalı-
kaya ayırdıktan sotıra derlıal ve en geniş şekilde istihsale baş­
ladılar, H er geçen gün istihsali arttırdılar ve Avrupa’nın her
tarafına şevkettiler. Tabii bu arada istikbalin harbi için lü­
zumlu stoklarım da ihmal etmediler* Almanların Romanya
petrollerindeki parolası şu idi: «Çok... dah çok petrol istihsal
etm ek... Durmadan, dinlenmeden çalışm ak ve kudretli Al­
ınan harb mekanizmasının hareket kabiliyetini arUırmak..,»
Ancak böylesıne bir çalışma sonundadır* ki korkunç Al­
ınan mekanizması hareket edebilir ve Almam devletinin tesbit
ettiği dünya hâkimiyeti politikası tahakkuk safhasın a çıkabil­
di. 1910 Yılma kadar hakikaten bu tempo ile çalışan Alman­
lar* muhtemel dünya harbi için büyük stoklar yaptılar.
Birinci Dünya Harbî başlamadan evvel Romanya petrol­
leri üzerindeki hisseler şu şekilde tesbit edilmiş bulunuyordu:
Almanya 120 milyon ley ile başta, ontı 95 milyon ley ile de İn­
giltere takip ediyordu. Diğer hisseler ise şu şekilde tesbit edil­
miş bulunuyordu: Hollanda 60 milyon ley, Fransa 30 milyon
ley+ Amerika Birleşik Devletleri 25 milyon ley, Romanya 17
milyon ley, Belçika 15 milyon ley, İtalya 6 milyon ley ve
Avustarlya 5 milyon ley. #

Romanya petrolleri üzerindeki hisseler Birinci Dünya


Harbinin başlangıcına kadar aynen muhafaza edilmiştir, O
tarihten sonra ve Türkiye’nin Birinci Dünya Harbine iştiraki
ile Romanyamn işgaline kadar. Romanya petrollerini Romen-
Icr işlettiler, D jş görünüş bu olmakla birlikte, Îngilizler oraya
da ellerini atmışlar ve Romanya Hükümeti ile gizlice anlaşa­
rak Romanya petrollerine müttefiklerinden habersiz sahip ol­
muşlardı,
Birinci Dünya Harbi Almanya ve müttefikleri olan Os-
manlr İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu
tarafından kaybedilince, Romanya petrolleri de yeni bir sta­
tüye tâbi tutuldu.
Hisseler ortaya çıktığı zaman, butiin dünya' harbi müd­
detine© İngilizlerin, dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi,
Rom anya petrollerine de hâkim olduğu hakikati ani aşılmış
oldu.
Birinci Dünya H arbi «onunda İmza edilen ve Almanya'
nm mağlûbiyetini ortaya koyan «Versaiiîes Muahedesi», bü­
tün Avrupa ve Orta-şaık petrol sahalarında olduğu gibi Ro­
manya'dan da Deutsche Orient Bankü tasfiye ederken, bu
baukanm Romanya petrolleri üzerindeki hisselerini de îngi-
lizlere veriyordu. Nitekim 1923 yılında neşredilen resmî ista­
tistikler, Romanya petrolleri üzerindeki yabancı hisselerini
dünya umumî efkârına şn nispetlerde ilân ediyordu:
Bir milyar 250 milyon ley üe İngiltere başta, €70 milyon
ley ile Fransa ve Romanya ikinci durumda idiler. Onları taki­
ben 380 milyon ley ile Hollanda, 120 milyon ley ile İtalya, 30
milyon ley ile Amerika, 20 milyon ley ile Belçika hisse sahihi
oluyorlardı.
Dikkat edilirse, Birinci Dünya Harbi başlangıcında Ro­
manya petrollerinde hissesi en çok olan Devlet Almanya idi.
Bu petrol sâhalarma yatırdığı sermaye ise, 120 milyon ley
idi, Halbuki ilk dünya harbinden sonra ilan edilen hisseler
birinciye nisbetle tam on misli aitmiş bulunuyordu. Bu artışın
ise, petrolün Birinci Cihan Savaşında yeniden icad edilen ve
petrolle müteharrik vasıtaların büyük bir sür’atle artmasından
meydana geldiği aşikârdır. Ordular, artık uçak, tank ve m a­
zotla işleyen dev harp gemilerine sahiptiler. Ayrıca harbi ka­
zanmak pahasma girişilen teknik çalışmalar, bu vâdide akim
almıyacağı kadar ilerlemiş bulunuyordu. Otomobiller harcı­
âlem olmağa namzetti ve bütün bu vasıtalar, şehirlerin elek­
triklerini temin eden jeneratörler ve santraller, petrolle çalışı­
yordu, Filvaki petrol bugünkü kadar ilmin ihtira ettiği her
yerde kullanılmıyordu. Fakat ilk büyük dünya harbi petrolü
cihanşümul bir kudret olarak ortaya çıkarmış bulunuyordu.
Romanya’da İngiliz petrolcularmın bitmek bilmez hırslan
ve İngiliz diplomasisinin de yardımı ile elde edilen bu netice,
büyük olmakla birlikte Ingüizled aslâ tatmin etmiş değildi,
Zira Birinci Dünya Harbinin galibi, Fransa, devrinin en kud­
retli ordusunun sahibi Fransa, Rom an yada Jhgilizleri mem­
nun etmeyen bir hisseye sahip olmuştu, Îngilizler bu hisseyi
ımletâ istemeyerek zorla vermişlerdi. Çünkü Fransa bu hisse
üzerinde dayatmış ve ağır basmıştı, Fransa'nın bu nispette
hisseye sahip olması, istikbalin hâdiseleri için İngiltere bakı­
mından mahzurlu idî. Ve kat iyen arzu edilmiyordu. Fakat or­
tada bîr vakıa vardı ve Fransa ister baskı isterse başka yollar­
dan olsun, kendisine lâzım cian petrolü şimdilik elde etmişti.
Artık insanları İstırap veren harp hUauş, sulh imza ediU
mişti. Herkes Romanya petrollerinden hisselerini almış, huzur
iade edilmiş gibiydi. Herkes memnun, yeni bir dünya düzeni
kurmak gayreti içerisinde istikbale emniyetle bakıyordu. Fa­
kat, aslında insanlık için huzur İsrarla aranan ve aslâ buluna­
mayan bir nesne idi. Filhakika harp bitmişti. Lâkin insanlar
lı uzu ra kavuşmuş muydu? Hâdiseler göstermiştir ki; huzur,
insanlık için seraptan başka bîr şey değildir. Nitekim bu hâ­
disede de böyle oldu. Devletlerin idarecileri rahat ve huzur
içerisinde yaşayacaklarına, milletlerinin ilerlemesi için çalış­
ma imkânlarım elde ettiklerine inandıkları bu devrede, işler
yeniden kızıştı. Sulhun akdi de birlikte Ingiliz Entellijans Ser­
visi ajanları ile Deterding'in ajanları elele verdiler. Aslında
böyle bir tefrik yapmak da doğru değildir. Zira bu mücadele­
de bütün bu ajan ordusu yalnızca petrolü IcgİltZİere vermek
için mücadele etmişlerdi.
Romanya'da faaliyete geçen ajan ordusu, bu memlekette
yeni birtakım hâdiseler hazırladı. Muhtelif kanallardan yürü­
yerek önce Romen basınını ele geçirdiler, Ondan sonra da
petrolün mil Iileşin esi fikri etrafında kendileri ile mutabık kal­
dılar ve Romen matbuatının, Romen petrollerinin millileşti-
rikîiesi hususun da en geniş şekilde propaganda yapmasını
sağladılar, Gayet miitekâsif bir şekilde devam eden bu propa­
ganda sonunda halk efkârı, matbuatın bu fikri etrafında top­
landı. Beterding islediği neticeye varmıştı. Halk hazırdı ve
millileşme fikrini benimsemişti, Geriye Romen Hükümetine
bu lmsusu ilân ettirmek kalıyordu,
Sir YVillianı Augustus Deterding, hiç bir meseleyi tesa­
düflere terk etmiş bîr insan değildi. Romanya bahsinde de
Romen haJknu hazırlarken el beti e Romen Hükümetini de ih­
mal edemezdi. Hu hususu temin etmek için biiyiik gayretler
sarfına lüzum kalmadı, Romen Hükümeti istediğini yapmağa
hazırdı, Böylece in gil izler, istedikleri hedefe varmış oldular,
1921 Yılında Romen Hükümeti yeni bir petrol kanunu çı­
kardı. Bıı kamına göre, Romanya’da petrol imtiyazı ve işlet­
me hakkı alacak olan şirketler sermayelerinin lâakal % 6 0 ı
Romen sermayesi olacaktı.
İngiliz! er m Romanya’da uzun yıllardan beri çabşan şir­
ketleri vardı. Aynca Lıgil izler Romenlerle de ortaklıklar kur­
muşlar ve bu ortaklıkları millî şirketler mey anma kabul ettir­
mişlerdi. Bu kaııunnn çıktığı gün, Romanya’da petrol imti­
yazı almış bulunan devletlerin merkezlerinde bir bomba te­
siri yaparken, bundan müteessir olmayan tek merkez Londra
idi. Kansızlar; HoJkmdiihlar re diğerleri bu kanunu sert bir
şekilde protesto ettiler. Tabiî ki İngiliz Hükümeti de bu tem ­
poya ayak uydurdu, 2ira protesto etmezse, diğer hissedar dev­
letlerin nazarı dikkatini eelbedeceğini biliyordu. Buna mey­
dan vermemek için de protestoya diğerlerinden daha evvel
tevessül etti. Fakat bütün bu protestolara Romen Hükümeti­
nin kulakları adetâ tıkalı idi. Verdiği sııdaıı cevaplarla, bu
protestolara ehemmiyet vermediğini ve kendi hudutları dahi­
linde dilediği gibi hareket edebileceğini İma ve ilân etti.
Bu kanunu protesto etmeyen ve kanunun çıkarılması sı-
rasında herhangi bir tepki göstermeyen tek insan, tek mües­
sese, Romanya petrollerine hemen hemen yarıdan fazlası ile
sahip olan Royal Deutcb-Shell grubu ile bu grubun İdare
Meclisi Reisi Sir Henry D eterding idi. O, bütün bu telâşlı çı­
kışlara, devletlerin, protestolarına seyirci kalmış ve sadece
gülmüştü. Sir Henry Deterding, insanların nelerden hoşlan­
dığım, onları yola getirmenin nasıl mümkün olduğunu, hangi
vasıtalara m üracaat edileceğini herkesten daha iyi biliyordu.
Bunca senenin tecrübesi, Lâtin Ameri kasında, Amerika Bir­
leşik Devletlerinin dünya çapuldaki büyük petrol tröstü Stan­
dard Oil'i bertaraf etmek için takip ettiği usul ve metodlar,
kendisine bu hususta çok geniş tecrübeler kazandırmıştı. Şim­
di ise, o tecrübelerden istifade etmenin tam zamanı idi. O da
bunu yaptı. Romanya'da yeni petrol kanununun kabulü ile
birlikte kesenin ağzım açtı. Romanya petrollerindeki hâkimi­
yetini devam ettirmek için kimlere ve nerelere neler verdiği bi­
linemez; fakat İngiliz altmlacmm da cazibesi bir tarafa atıla­
nı azdr, Nitekim, diğer devletlere tatbik edilen kanun, Roman­
ya'daki Jngiliz-Romen iş adamları ortaklığı sebebi ileriye sü­
rülerek DeterdingÜn başında bulunduğu tröste tatbik edil­
medi ve istifade edilmek için bir açık kapı bırakıldı,
işte bu tarihten itibaren, Deterdingün sarnıçlı vagonları
ile petrol gemileri Orta A v r u p a 'n ı n ve Akdeniz memleketleri­
nin her tarafına petrol taşımağa başladı. Bundan ayrı olarak
İngiliz bandıralı sarnıçlı gemiler, Akdenizi de aştı ve uzak de­
nizler ötesindeki memleketlere petrol nakletmeğe başladı. Ne­
ticede Steaua Romana petrolü hemen, hemen bütün Avrupa'
pazarlarına hâkim oldu.
De ter d in g % Romanya petrolleri üzerindeki hâkimiyeti
1924 yılından İkinci Dünya Harbinin başladığı tarihe kadar
bütün haşmeti ile devam etti. Ancak İkinci Dünya Harbidir
ki; Ingilizlerin Romanya petrolleri üzerindeki hâkimiyetine
ünce Almanlar, sonra da Komünist blok tarafından sou verildi.
Petrol ve Osmanlı
imparatorluğunun kaderi

Ingîiizler büyük imparatorluklarını genişletmek, Akdenize


de hâkim olmak projelerini, 19 nen asrın ilk yarısından sonra
sür’atle tatbik safhasına çıkardılar.

Amiral Nelson’un TrafaJgarMa elde ettiği büyük deniz


zaferinin kendilerine sağladığı, denizlerin mutlak hâkimi ger­
çeğinden sonra, dünyanın en kudretli deniz devleti haline ge­
len Ingiltere, bü kudretine ve bu üştürdüğüne muvazi olarak
dünya denizleri hâkimiyetine doğru büyük adımlarla ilerleme­
ye başladı. Bu arada, Akdeniz’de yeni ve sağlam üs’ler elde
ettiler. Bu üslere dayanarak da Akdenizi bir Ingiliz iç denizi
haline getirdiler. IngîlizJer, dünya denizlerine ve bu arada
medeniyetin beşiği olan Akdeniz e de k a ti üstünlüklerini yer­
leştirdikten sonra, tüccar devlet zihniyetinin hâkim bulunduğu
siyasetlerinin ışığı altında, Yakın ve Orta-doğunun zengin top­
rak aitı ve toprak üstü servetleri île yaktnen alâkadar olmağa
başladılar.
tııglîizlerin alâkadar oldukları bu topraklara, dünya poli­
tikası üzerinde biiyük tesirleri gürülen Osmanlı im paratorluğu
hâkimdi. Ve îngilizlerin göz diktikleri tabiî zenginliklerin he­
men hepsi, bu imparatorluğun hudutları dâhilinde bulunuyor­
du. Osmanlı im paratorlu tahtında ise, 1877 yılından beri im­
paratorluk tarihinin en kudretli şahsiyetlerinden asrmuı en bü-
yük siyasîlerin den olan İkinci Sultan Abdülhamid Han otur­
makta idi. Ve şüphesiz, O’nun toprakları üzerinde kolay kolay
ve rahatlıkla at oynatılam azdı...
Sultan Abdülhamid Han, Ingİlizlerin OsmanL İmparator­
luğu hudutları dahilindeki toprak altı ve toprak iistü servet­
lere hâkini olmak için yaptıkları bütün teşebbüsleri, o engin
siyasî görüşü ile reddedebilmiş ve onlar için sürpriz mahiye­
tinde birtakım kat“ neticeler tevlid etmişti.
Ingİlizlerin hal’ ve katlettirin eğe muvaffak oldukları Sul­
tan Abdülâziz Han’dan boşalan Osmanlı İmparatorluğu tah-
tma. Sultan Beşinci Muradhn geçeceğini ve bu tahtı Ölünce­
ye kadar muhafaza edeceğini ümid ettiler. Fakat netice Ingi-
lizlerin beklediği gibi olmadı.
Sultan Murad, taht’a çıktığı ilk günden itibaren karşılaş­
tığı birtakım iç siyasî hâdiseler sonunda rahatsızlandı ve bir
müddet sonra da imparatorluk tahtını Sultan ikinci Abdülha­
mid H an'a terketti.

Sultan Abdülhamid H an taht'a cülûs etliği zaman, hattâ


ondan da evvel, Osmanlı im paratorluğu hudutları dahilinde
ciddi birtakım mücadeleler cereyan ediyordu. Bu mücadele­
ler, daha ziyade İktisadî sâhada îdi, Devlet toprakları, tngi-
liz-Alman ve Rus kısmen de Fransızların iklisaden mücadele
etlikleri t i r bütündü. Bu topraklar üzerindeki mücadele, hu
devletlerin, dünyanın diğer bölgelerinde yaptıkları kıyasıya
mücadeleden daha büyük birtakım mücadelelere sahne olu­
yordu. Sultan Abdülhamid Han, büyük devletlerin petrol et­
rafında mücadeleye başlama hazırlıkları içerisinde bulunduk­
ları bir sırada Osmanlı Tahtma çıkıyor ve devletin kaderine
el koyuyordu.
Kendisinin taht’a çıkışmdan 20 yıl kadar evvel, Galiçya’-
da petrol bulunmuş; önceleri Ingiliz-Fransız, sonraları ise, In­
giliz- A İman- Fransız ve Kus mücadelesi başlamıştı. Sultan Ab-
dülhîunid Han zamanında ise petrol, birçok sahalarda bir kıy­
met olmuştu, Petrolün her geçen gün artan kıymeti ve bıı kıy­
met mefhumu arasında daha da ehemmiyet kesbeden kudre­
ti, Avrupa'ya daha doğru tâbiri ile dünyaya hükmetmek İddi­
asını da ispat eden İngiM eri, çok ciddi ve kıyasıya bir mü­
cadeleye şevketti, Birliğini yeni tamamlayan, BismarVın çe­
lik gibi iradesi altında dünya politikasına kudretli bir devlet
olarak giren Almanya da, büyük devlet olmanm şartlarının
başında bulunan ham madde kaynaklarına sahip olmak keyfi­
yetini bir an gözden uzak tutmadı, Ve bu maddelerin ehem­
miyetini hakikaten bildiğini, takip ettiği siyaseti ile ortaya
koymuş oldu.
Ham maddelerin ehemmiyetini idrak keyfiyetidir, ki Or-
ta-şark ve büyük ticaret yollan üzerinde Almanya’ ile tngilte-
reyi karşı karşıya getirdi. Orta-doğu’daki mücadele münhası­
ran Osmanh İmparatorluğu topraklan üzerinde cereyan etti.
Bu mücadelenin merkez sıkletini de, Osmanlı imparatorluğu
dağıldıktan sonra, birtakım küçük ve sun’ı devletler halinde
dünya haritasında yer alan Arap devletlerinin işgal ettikleri
Arap Yarımadası üzerindeki topraklar teşkil etti,
îngilizler, Tıirklere sureîâ hoş görünmek için? önce Ada-
na-Mersin demiryolu ınşaatmın ruhsatını aldılar. Bu hattı inşa
ederlerken, Almanlar da tslanbuhda Sultan ikinci Abdülhamit
Han île Bağdat demiryolunun inşası hususunda anlaşmaya
vardılar. Böylece de IngUîzlerin karşısında sağlam bir imtiyaz
elde ettiler,
Gerek Ingiliz!er, gerekse Almanlar, Osmanh İm parator­
luğunun geniş Inıdutlarj dahilindeki başka herhangi bir ke­
simle niçin meşgul olmuyorlardı da, münhasıran İrak vc Su­
riye civarmda İmtiyazlar elde otınek istiyorlardı? Bu sualin
cevabı gayet açıktır. Zira sonraki mücadeleler, Osmanlı İm­
paratorluğunun adetâ zorla Almanlar safma itilerek Birinci
Düuya Savaşma katılması vc nihayet Petrolün ortaya çıkan
Petrol ve Osmanlı İmparatorluğunun Kaderi 55

cihanşümul ehemmiyeti, haklı olarak petrol denen ham


m adde üzerinde durmağa sevk etmektedir. Evet, Osmanlı İm­
paratorluğunun üç kıt1aya dağılan vüs'atı gozönüne getiri­
lirse, her iki devletin de Mezopotamya’da imtiyazlar almak
istemelerini petrolden başka bir sebebe bağlamak mnmkiin
değildir. Zira bu saha, dünyanın sayılı ve en büyük petrol re­
zervlerine sahiptir. Bu her iki devlet, Osmanlı İmparatorluğu­
na dost görünüşlerine ve asla temas etmek İstememelerine rağ­
men, petrol yafcaidari olan Musul’u kendilerine lıedef almış­
lardı. Her iki devlet de biliyordu ki; Petrol denen bu ham
maddeyi hangisi daha evvel elde edebilirse, Avrupa’ya* dola-
yısıyle müstakbel dünyaya o hâkim olacaktı!
Petrol daha ondokuzuncu asrın ikinci yarısında mücade­
le mevzuu olmuş, devletler o zamandan beri biribirlerine kar­
şı bu pis kokulu mayi için mücadele bayraklarını açmışlardı.
Lâkin Almanlar, Ingîlizleıe nazaran Osmanlı İmparatoru Sul­
tan İkinci Abdülhamid Han nezdinde daha fazla şansa sahip
idiler. Musul’u da güzergâhına alan Bağdat demiryolu imti­
yazım almaları bunun en sarih delilidir. Yalnız, her iki rakip
Devletin verdikleri kararda unuttukları bir laraf vardı. Bu da,
Müdebbir vc büyük bir siyaset adamı olduğu dünyaca teslim
edilmiş olan ve bu sıfatıyle tarihe geçen Sultan ikinci Abdül­
hamid Iiazı’m mevcudiyeti idi.
Sultan İkinci Abdühamid Han pher iki devletin Mezopo- „
lamyadaki asıl ve daima gizlemek istedikleri maksatlarını, ra­
hatlıkla tespit etmişti. Gerek Almanların Bağdat demiryolu
projeleri, gerekse Ingİlizlerin demiryolu imtiyazları, hedefi
Sultan Abdülhamid tarafından bilinen iki petrol imtiyazından
başka bir şey değildi. Zira, Sultan Abdülhamid Han, Bağdat
Demiryolu iıntiyazmm destekçisi Deustsche Oricnt Bank ile
Deutsche Orient Paleslina Bankın, Osmanlı topraklarına m eb­
zul miktarda sermaye yatırımlarına sebep teşkil eden demir­
yolu anlaşması tarihi olan 1886 yılından dört vıl sonra, yani
1890 yılında tehlikeyi önlıyecek tedbiri aldı. Sultan İkinci Âb-
dülhamid Han, bu tarihte bir irâde-i seniye ile Musul petrol
sâhasını «Memalik-i Şâhane» (Padişahın Mülkü - arazisi) ola­
rak ilân etti. Sultan Abdülhamidin bu karan, gerek Almanları
gerekse îngilizleri fena halde sarsmıştı. Sultan Abdülhamid
Han, her iki Devletin, her çareye tevessül ederek, büyük yatı­
rımları göze almak suretiyle giriştikleri endir ek t hareketlerle
elde etmek istedikleri neticeyi bu irâde-i seniye ile tarihe ka­
rıştırıyordu. Fakat ellerinde yapabilecekleri, daha doğru tâ­
biri ile diplomatik yollardan yapabilecekleri bir şey yoktu, Fa­
kat hakikatte yapacakları çok şeyler vardı ve Osmanlı İmpa­
ratorluğu bu çok şeyden dolayı bir baştan bir başa; Bosna Her-
sek'in karh dağjarmdan Arabistanm yakıcı çöllerine kadar
kanlı bir harp meydanına dönecek, yanacak, yıkılacak, mem­
leketin güzide evtâdları Balkanlarda, Yemende, Arabistan çö­
lünde eriyip gidecekti...
Musul Petrolleri Memalik-i Şahane ilân edilmişti. Artık
bu irâdeyi değiştirmek, şu veya bu şeîcie sokmak mümkün de­
ğildi. Bu yüzden de Musul'da petrol imtiyazı almak istiyen
devletler hayal kırıklığına uğradılar...
İşte Ingilizlerin Uzak-şark petrolleri İle alâkadar olmağa
başladıkları ve Amerikalılarla çetin bir harbi yaptıkları tarih,
bu tarihe rastlıyordu. Deterding de o sıralarda Çin’de Ameri­
kalıları vurmuş ve Çin pazarlarım d in e geçirmişti. Çin’de
Amerikalılarla yaptığı çetin mücadeleyi kazanan Deterding,
yeni bîr hamle ve bütün gücüyle, 1890 yılında Orta-şark’a
yüklendi. En mâhir ajanlarım Osmanh İmparatorluğu toprak­
larında vazifelendirdi, İngiltere İmparatorluğu Hükümetinin
en gözde diplomatları da kendisini İstanbul’da destekledi ve
durmadan İkinci Abdülhamid Han üzerinde tazyik yaptı. F a­
kat diplomatik kanallarla yapılan bütün bu tazyikler fayda
vermedi, Sultan Abdülhamid Han dayattı ve bütün diploma­
tik çıkışları büyük bir maharetle savuşturabildi. 1S9Ö yılında
Deterding, İstanbuldaki İngiliz Sefiri Sir Philip Currie vasıta-
Petrol v e Osmanlı İmparatorluğunun Kaderi 57

siyle Babıâliyi ve Sultan ikinci Abdülhamid'i bir daha sıkış­


tırdı. İngilizleş Babıâli ve Padişah üzerinde bu tazyiki icra
ederlerden, Almanlar da îstanbuldaki Sefirleri Von Wangen-
heim vasıtası ile daha mutedil bir tarzda imtiyazı ellerine ge­
çirmek üzere teşebbüse geçti. Bu her iki teşebbüs de netice
sermedi. Fakat, Sultan ikinci Abdülhamid Han, bu tazyikler
üzerine daha ciddî birtakım tedbirler almakta gecikmedi.
Aldığı tedbirler, Akabe meselesi ile ilgiliydi. İngilizleş
İstedikleri petrol îmtiyazmı elde edemeyince, basil bir hudut
hâdisesi halinde Mısır ile Osmanh im paratorluğu arasında de­
vam eden hudut meselesini bir Mısır - Ingiliz ve Osmanlı m e­
selesi haline getirmekte gecikmemişlerdi. Ingiltere, T ürk tari­
hine «Akabe Meselesi» olarak geçen bu hudut ihtilâfı ile alâ­
kalı olarak Osmanlı Devletine sert bir nota verdi. Akabe me­
selesinin başlangıcı olan bu nota üzerine Sultan İkinci AbdiıL-
hamit Han, İngiliz Diplomasisine gerekli cevabı vermekle bir­
likte, Almanların imtiyazlarını genişletti. Böylece, Avrupa’nın
en kuvvetli kara ordusuna ve kudretli donanmaya sahip olan
Almanları tamamen kendisine bağladı. İngilizleş karşdarm-
da Alman kudretini görünce Akabo önlerindeki donanma nü­
mayişlerinden vazgeçtikleri gibi, Mısır askerlerinin ihtilaflı
mıntıkadan çekilmelerini de temin ettiler.
Sultan Abdülhamid Han'ın verdiği yeni imtiyazda; De-
utsehe Orient Bank a Hicaz demiryolunu da içine alan geniş
haklar vardı. Sultan Abdülhamid H an’ın saltanatı boyunca tat­
bik etmiş olduğu, Avrupa'nın büyük Devletlerini bm birlerine
düşürme siyasetinin devamı olarak, Deutsche Orient Bank’a
verilen imtiyaz, bu siyasetin tipik bir misaliydi. Bu imtiyazla
birlikte Ingiltere ile Almanya dünya hâkimiyeti yolundaki mü­
cadele merkezlerini Arabistan yarımadasıyla îstanbula nak­
letti.
Petrol bir kere daha gizli servislerle, büyük sermayelerin
çarpışmasına ve oluk gibi kan akmasına sebep oluyordu. Ve..*
Esefle söylemek lâzım gelir İd; bu mücadelenin yapıldığı top­
raklar Osmanh împaratorluğunun hudutları içersinde idi ve
akan kan Türk kanıydı*.*
H er iki devletin yeni politikaları Babıâlfyi ve Padişah'i
tazyik esasına dayanıyordu. Gerçi Almanlar, bil çok imtiyaz­
lar almışlardı. Ki bu imtiyazlar tamamen, devletin demiryolu
siyasetine müteveccihti. Fakat bu imtiyazlar onları tatmin et­
miyordu. Onların hedefi Musul’du ve Musul petrollerini isti­
yorlardı. îngilizler ise, Osmanh Devleti nezdİnde ikinci dev­
let durumuna diişmek İstemiyor, Alman*!ardan ileriye geçmek,
böylece ellerinde bulundurdukları dünya hâkimiyetine gölge
düşürmeyi arzulamıyordu. Bu bakımdan, her iki devlet, gerek
Padişah, gerekse Eabıâli nezdinde teşebbüs ve tazyiklerini
durmadan arttırdılar. Çoğu zaman iki devletin sefirleri, sanki
ağız birliği etmişçesine tehditler savurdular. Fakat; dünya si­
yasetine bihakkın vakıf olan Sultan tkinci Abdülhamid Han,
bütün bu tazyik ve tehditlerin bir blÖfden ileriye geçemiyece-
ğini biliyordu. O, yine biliyordu, ki İmparatorluk, İngiltere ta ­
rafından tecavüze uğradığı takdirde Almanyanın* Almanya
tarafından istiklâli tehdit edildiği takdirde dc Ingilizlerin yar­
dımlarına mazhar olacaktı. Kaldı, ki Sultan Abdülhamid Haıı
Almanlara vermiş olduğu Hicaz demiryolu imtiyazını, D e­
utsche Oriem Bank iahaddütleriııi zamanında ifa etmediği
için kısa bir müddet sonra feshetmişti. Hâkin bu feshin asıl
sebebi ise bambaşka îdi. Sultan Abdülhamid Han, Akabe m e­
selesinden dolayı, İngilizlerle Almanları karşı karşıya getir­
mek maksadıyle verdiği imtiyazı, Akabe meselesi Devleti Aliy-
ye lehine halledilince bir bahane bularak feshetmişti. Padi­
şah, Akabe meselesinde Almanları bir vasıta olarak kullan­
mış; Devletin başına bîr gaile açmak istidadı gösteren Akabe
meselesini de böylece savmıştı.
Almanlar, Osmanh fmpa ra torluğuna yatırdıkları büyük
sermayenin Hicaz demiryolu imtiyazının feshi ile tehlikeye
Petrol ve Osmanlı İmparatorluğunun Kaderi 59

girdiğini görünce, Sultan İkinci Abdülhamid Han nezdinde


şiddetli protestoda hulundular. Zat-ı Şahane ile görüşen Al­
man Sefiri, baklayı ağzından çıkardı. Alman sermayesinin, Al­
man siyasetinin Osmanlı Devletinin yarımda bulunmak rizi­
kosun ç niçin kabul ettiğini itiraf etti. Almanyanm İstanbul-
dakı sefir-İ kebiri Sultan İkinci Abdülhamid Han’a tehditkâr
bâr lisanla şöyle diyordu.
«— Almanya İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ile
akdettiği bütün anlaşmaları harfiyen tatbik etmek kararında­
dır. Fakat, Alman İmparatorluğunun bu kararını tatbik etmek
için ileri sürdüğü talepleri vardır bu taleplerden birisi Musul
petrol sâlıası içinde imtiyaz almaktır.»
Sultan Abdülhamid Han bu teklifi esasen bekliyordu. Al­
man Sefiri Von W angenheim:a 1890 tarihli İrade-i Seniyeyi
hatırlatmakla iktifa etti. Musul ve havalisindeki petrol sâhala-
rımn Memalik-i Şâhane’den olduğunu, burada aharia herhangi
hır şekilde imtiyaz vermek hakkının kendisine ait olmadığım
hildirdi.
Yıldız Sarayı ile Babıâli arasında cereyan eden Ingiliz ve
Alman sefirlerinin sinir bozucu çekişmelerinin sıklet merkezi­
ni münhasıran Musul petrolleri teşkil etti ve bu ihtilâf Sultan
ikinci Abdülhamid Hanın ittihat ve Terakki tarafından tah­
tından indirildiği 1909 yıhmn başına kadar devam etti...
I

Sultan ikinci Abdiilhamid Han, tahtından, indirildiği yıla


kadar 1890 tarihli irade-i seni yenin nıhıma büyük bir sada­
kada vc titizlikle sadık kaldı. Hiçbir devlete, Musul ve hava­
lisinde, yapılan bütün diplomatik tazyiklere rağmen petrol
imtiyazı vermedi.
1908 yılı Osmanlı im paratorluğunun gerek kaderi, gerek­
se tamamiyeti için en kritik ve nazik bir devredir. Bu devre
ile birlikte iç ve dış tavizler başladı. Ve böylece ittihat ve Te­
rakki Partisinin 24 Temmuz inkılâbı îa’viz verme devrinin
başlangıcı oldu. Bu talihte «Hareket Ordusu» adı altında Is-
tanbuiu işgal ve yağma eden Rum-Bulgar-Sırp H ırvat ve Ar­
navut çetelerinin de kadrosu içinde bulunduğu Üçüncü Ordu,
bütün memlekete hâkimdi. Mahmut Şevket Paşa ve ittihat ve
Terakki Fırkası, ilhamım nereden aldığı bilinuıiyen bir ta'viz
siyesetine girivermişti.
Sultan ikinci Abdiilhamîdin bütün tazyik ve tehditler
karşısında titizlikle muhafaza etmesini bildiği petrol havza­
sı da ittihat ve Terakki haydutlarının kurbanı oldu-.. Sultan
Abdülhaınid’in hal’ine kadar Memalik-i Şâhane olarak ilân
edilmiş bulunan petrol sâhaları, 1324 yılmın 24 Temmuzunda
ilân edilen Meşrutiyetle birlikte Ticaret ve Ziraat Nezaretine
intikal ediyordu.

YAKIN-ŞAHK PETROLLERİ tÇ tN MÜCADELE


Iraktaki zengin petrol sahaları, Trablusgarb’ı, Balkan'ları
ateşe verdi ve insanlık tarihine korkunç bir leke olarak geçe­
cek olan Balkan katliâmım hırs ve kinle körükledi. Yalnız Bal­
kan katliâmında yüz binden fazla Türk öldürüldü. Birkaç yüz­
lün Türk de yersiz yuTtsnz bırakıldı. Ve büHin bu canavarlık­
tık, bu vahşet, petrol için yapıldı. Evet.,. Yalnız petrol için...
Bütün bu hâdiseler karşısında adetâ şaşkına dönen Al­
man politikacıları ise> Orta-şark’ta hâkimiyetlerini tarsin e t­
mek üzere giriştikleri bir teşebbüsten, Akdeniz'de bulundura­
cağı donanması için üs elde etmek üzere giriştiği teşebbüsler­
den dönüyor, Akdenizi muvakkaten kudretli İngiliz donanma’
sının hâkimiyetine bırakıyordu.
îngilizler, Balkanlarda, Trablusgarb'da ve Osmaniı im pa­
ratorluğunun diğer mıntıkalarında körükledikleri unsurlarla
ortalığı kana boğarken demek istiyorlardı ki; Orta-şark’a mü­
teveccih bütün teşebbüsler ve sızmalar mutlaka durdurulacak
ve bu mıntıka, toprak altı serveti 3e yâni petrolü ile Ingilizle-
rin malı olacaktır.
Hâdiselerin gelişme geldi göstermiştir; ki İngilizler bu
noktada kararlı idiler. Bu sâhaya, yâni Orta-şark’a doğru yö­
nelecek ber tehlikeyi bertaraf edecekler ve hâdiselerin kendi
aleyhlerine bir gelişme tâkıp etmesine müsaade etmiyeeekler-
di. İngjlizlerin bu coktai nazarlarını daha etraflı anlıyabilmck
İçin biraz geriye, 1903 yılına kadar dönmeye mecburuz.
İngiliz Avam Kamarasında 1903 yılı bütçe müzakereleri
yapılmaktadır. Müzakereler sırasında Hindistan bütçesi görü­
şülürken söz alan Lord Gürzon, diyordu ki:
«J357 tarihinde Hindistan* gerek deniz, gerek kara tara­
fından Avrupa Devletlerinin nüfuzundan tamamen mâsundu.
O tarihte, henüz şarka ve cemtba doğru büyük ileri hareketi­
ne başlamamış olan Rusya'nın en uzak hududu ile Hindistan
hududu arösmdû yüzlerce m il mesafe bulunuyordu; o tarihte,
henüz İran*m şimal hududuna bile inmemiş olan Rusya, Hin-
distantîU îran - Afganistan - Pamir dağlan ile ve Çin etekleri
ile ayrılmış bulunuyordu. 1337 tarihinde Fransa, henüz Hindi
Çiniye yerleşmemiş olduğu gibi> Almanya, birliğim kuramamış
küçük hükümetler halinde yaşıyordu.
Bugün İse, biitün şimalî İran, İran'ın payitahtı ve Basra
körfezi Rusya hududuna ö kadar yakındır, ki Rusya buralarım
birkaç gün içinde istilâ etmeğe muktedirdir. Zaten m ezkûr
havali şimdiden Rusyanm nüfuzuna tabi bulunuyor. Afganis­
tan ile birlikte hareket eden Rusya, Mançuryayı zaptettiği gi­
bi; Çm Türkİstamm ve Moğolistam da emin ve süratli bir şe­
klîde «affedecektir.
Hindi Çinide büyiik bir müstemleke tesis etmiş ve hudut-
lartm Birmanyaya kadar uzatm ış olan Fransa, şimdi, şimalden
Çin ülkesinin içeri taraflarına sızmağa çalışıyor ve bunun için
büyük bir sebat ve metanet gösteriyor. Şimdiye kadar Orta-
şarKa yerleşmemiş olan Almanya, îktisadî gayelerle Elcezire
(Mezopotamya) ve Irak kıt*alarma sokulmağa gayret ediyort
Almanya, çat nâçar siyasi neticeler tevlid edecek olan bu
İktisadî hulul politikasında, kendisine yardımcı olfnakhğtmızt
talehediyoT. O, Türkiye ve îrem Hükümetlerit îngilterenin m ü­
samaha ve lâkaydîst veya basiretsizlik ve jetanetsizliği saye­
sinde Basra körfezi havalisinde nüfuz sahibi olmağa m uvaf­
fak oldu. Bu iki devlet, Basra havalisindeki nüfuzlarım, $im*
di, îngilterenin zararına kullanıyorlar; bu hareketleri de arka­
larında gizlenmiş olan Îngilterenin rakiplerine aleyhimizde
fırıldaklar çevirmek için iyi bir vesile hazırlıyorlar,
Ingiltere, eFân, şarkın en büyük tüccar milletidir. Fakat
onun yarım asır evvel haiz olduğu inhisar arlık m evcut değil­
dir. Eski hâkimiyetini kaybetmiş olan Ingiltere, tiacerti, eskisi
gibi ecnebi tüccarın namtıskârâne rekabeti ile değil, belki zî-
kudret hükümetlerin alenî veya gizli teşvikleri ile tehdit edi­
liyor.»

Lor d Çürzon’un Ingiliz Avam Kamarasında söylediği bu


sözlerde çok büyük bir hakikat payı vardır. Zira İngiltere Or-
ta-şaık’îa artık tok başma hareket serbestisine sahip değildi.
Almanya, Fransa, Rusya ve Amerika kendisine ciddî rakipler
olarak o n ay a çıkmışlardı. Bn rekabetin siklet merkezini de bu
sözlerin söylendiği tarihte Orta-gark petrolleri teşkil ediyordu.
Lord Gürzon’un Avam Kamarasında verdiği bu beyâna-
tın üzerinden çok zaman geçmeden, aynı 1903 yılında, îngil­
terenin Uzak-şark’ta çevirdiği siyasî bir dolap, Rusyayı ciddi
surette meşgul etmekle kalmamış, onım kolunu kanadını kır­
mış, bir m üddet için de olsa Rusya'yı safdışı bırakmıştı.
Bu siyasî manevra* 1904-1905 E us-Japon harbine yol açtı.
Rusya bu harbte büyük bir mağlûbiyete uğrayınca, İngiltere-
nin düşmanlarından birisi Orta-şarfc’lan muvakkat bir zaman
için de olsa uzakla ştınlmış oldu. Böylece İngiltere diğer düş­
m anlan ile Orla-şark*ta daha rahat mücadele imkânı elde etti.
Rusya, 1907 İngiliz - Rus müzakerelerinde, îngilterenin
lehine tecelli eden ve İran’ı iki nüfuz m mtıkasına ayıran anlat­
mayı da Rusyanın Uzak-şarktaki meşguliyet ve mağlûbiyetin­
den istifade ederek temin etti.
Petrol nelere muktedir değildi... H er şey, ama lıer şey,
bu pis kofcıîlu kara renkli m ay iin ardından geliyordu. İngiltere
eline geçirdiği istikbalin bu eıı büyük muharrik kuvvet kay­
naklarını elden çıkarmamak için cidden büyük bîr siyaset ta­
kip ediyordu. Esasen Ingiliz İmparatorluğunun kuruluş şekli
do bu büyük politikaya dayanıyordu. Onun içindir, ki Ingil-
terenin büyük ham madde kaynaklarını hedef tutan dünyayı
ihata siyaseti, diğer büyük devletler tarafından büyük bir ti­
tizlik ve dikkatle takip ediliyordu. Devler mücadelesinde, dün­
ya hâkimiyeti için çarpışan bu devlerden bilhassa Almanlar,
t ııgi İt er enin bu siyasetini adım adım takip ediyorlardı. 19 ncu
yüzyılın en büyük iktisat âlimlerinden birisi olan Alman Kre-
İdrich List bu siyaseti şöyle İzah ediyordu:
«Ingiliz İmparatorluğunun büyük ham madde kaynakları-
n t hedef tutan ihata politikası, Cebelitank-Malta-Girit ve Kıb­
rıs üzerinden geçip Süveyş ve Kahireye ve oradan Şam ve
Bağdata kadar uzayacak muazzam köprünün İngiltere tara­
fından ne zaman inşa olunacağım halen yaşıyan imanlardan
hiç biri bilmez, Mamafih şurasını söyliyebilinz, kî dünya günün
birinde hu muhteşem ta&avvurttn mevkii fi*İle çıkarıldığını gö­
recektir, Dünyanın Öbür ucuna kadar uzanacak hu cesim in*
giltz Köprüsünün Avrupa tarafındaki kemerleri çoktanberi ku-
rulmuştîtr. Bu Kemerler, 1704 tarihinde elde edilen Cebelita­
rık ve 1814 yıhnda işgal edilen Malta adasıdır. Bu köprünün
A f likadaki kemerleri 1876 ve 1881 tarihlerinde inşa edilmiştir,
ki bunlardan ilki Süveyş ve İkincisi ise Kahiredir, Köprünün
Asya htastndaki istinatgahlarının Şom ve Bağdaita tesisi m u­
tasavver, daha doğrusu mukarrerdir. Aynen İngiliz hâkimi­
yeti Skuttıro Adası üzerinde 1831 ve A den üzerinde 1835 de
te m edilmiştir, İngiltere, Suriye tarafından M m n tehdit eden
Osmanlı tehlikesine karşı bir set çekmek için Turisina Y artma'
dasmdaki Akabe kalesini de hâkimiyeti altına almıştı. Cihanı
kuşatan bu m uazzam kemerin tam ortasında ve Iran ile Mısır
arasında bir mıntıka vardır, ki henüz îngilterenin hâkimiyeti­
ne girmemiştir. Bu mıntıka Osmanh Hâkimiyeti altmda bu­
lunan Arabistan Suriye ve Iraktan ibarettir.»
Bu yazının yazıldığı tarihte, İngiltere buralara henüz sa­
hip olamamıştı. Fakat İrandaki Petrol sâhalarmın mutlak h â­
kimi idi. Ve bu petrol sahasına muvazi olarak bütün Arap
Yarımadasına şâmil olan isyanlar silsilesinin manivelesint ha­
rekete geçirmiş bulunuyordu.
Harekete geçen bu korkunç çarkm arkasında ise; Dünya
Petrol Nâzımı Sir Augustus Henry Deterding'ir» yüzünü gör­
memek mümkün değildi. Zira bu isyânlann, ihtilâllerin ve kı­
tallerin devam ettiği yerler, dünyanın en büyiik petrol saha­
ları olarak çoktanberi tespit edilmişti. Ve İngiltere bir Petrol
İmparatorluğu olmak için bütiin kuvvetlerini bu sâha üzerinde
seferber ediyordu. Nitekim Osmanh imparatorluğu hudutları
dahilindeki bu isyan ve ihtilâller mıntıkasına daha yakm ol­
mak, darbeyi tam zamanında vurabilmek için İngiltere, bütün
kuvvetlerini bu noktaya teksif etti, Arabistan yarımadasına
hemhudut olan Mısın Orta-şark siyasetinin merkezi haline ge­
tirdi, Mısır, aynı zamanda İngilizlerin Akdeniz Kuvvetleri
Başkumandanlığı karargâhı oldu. Bu maksatla, İ S li yılının
Temmuz ayında, sonraları Ingiliz imparatorluğu Harbiye Na­
zırlığı yapacak olan Lord Kitchner, seleflerinin hiçbirisinin
haiz olamadıkları geniş sel âhj yeti er] e Ingiltere Hükümetinin
Mısır Fevkalâde Komiserliğine tayin edildi. Bu tayin ile bir­
likte, Ingilterenin Akdcnizdeki Umum Kuvvetler Kumandan­
lığı karargâhı da Kahireye nakledildi.
Bilhassa, Akdeniz muvazenesinde mühim bir rol oynıya-
cak olan bu Kuvvetler Kumandanlığının Kahireye nakli de
gösteriyor, ki Ingiltere, Anadolu ve O ıta-şark’ta A lm anya-
Rusya ve Fransa ile giriştiği İktisadî, daha doğrusu petrol mü­
cadelesinde daha sür’atli ve daha şiddetli hareket etmeye ka­
rarlıydı.
Lord Kitehner, Mısırda henüz izleri silinmemiş olan ve
Sultan îkmci Abdülhamid in, Midillinin dört harp gemisi ile
işgaline mukabele olarak tertip ettiği İskenderiye ayaklanma­
sından ders almış ve Mısır'da yepyeni bir politikanın temelle­
rini atmak için harekete geçmişti. Bu siyaset, İskenderiye
ayaklanmasında da müşahade edildiği gibi, Sultan Abdülha­
mid Han’m hilâfet mü esse sesinden faydalanmasına mani ola­
cak olan «Mısır Milliyetçiliği» siyaseti idi. Yâni bir başka ta ­
birle «Büyük Mısır» siyaseti.
Lord Kitehner, 1908 hareketini yapan İttihatçıların anL-
yamadıklan bir noktayı görmüştü. Bıı nokta, milletlerin milli­
yetçilik fikri idi.
Osmanh İmparatorluğunda hürriyet - uhuvvet - a d a le t-
müsavat adı altında girişilen 1908 hareketi, gayri İslâmî unsur­
ların şiddet ve cebir ile başhyan millî hareketleri, Londranm
istediği vasatın doğmasına imkân verdi. Esasen Londra, Sir
Boxtou’a Balkanlarda boşuna vazife vermemişti. Onun Bal­
kanlarda elde etmek istediği şey, işte şimdi Lord Kitchner’in
elde ettiği serbesti idi. Artık Îngilterenin aradığı vasat mey­
dana gelmişti,
Lord Kitehner bu vasattan tam manası ile faydalanması­
nı bildi. İn gil tereyi Orta-şark petrollerine, yâni Musul Petrol­
lerine götürecek olan yol, Kahireden geçiyordu, Kitehner, Mı­
sırdaki (Panislâmizm) hareketini ustaca bir propaganda iîe
(Pan Egiptien) hareketi haline getirdi. Böylece Mısır ile İs­
lâm Halifesi arasuıda kapatılması çok giiç bir uçurum açtı. Bu
siyaseti ile Lord Kitehner Mısır Milliyetçilerinin, dahili istik­
lâl parolasını, Büyük Mısır projesine fedâ ettirmeğe muvaffak
oldu. Böylece İngiltere, Orta-şark'ta, yâni dünyanın en büyük
petrol sah alarmdan biriude tam bir serbestiye sahip oldu.
İngilizleş Mısırı, Akdeniz Kuvvetlerinin merkezi haline ge­
tirirken, Almanya, Akdeniz meselesini artık kat’ı olarak hallet­
mek lüzumunu duydu. Hergün biraz daha kuvvetlenen donan­
ması için Akdenizde bir üs elde etmek, Almanya için kaçınıl­
maz bir zaruret haline geldi. Fakat bu üs elde edilinceye kadar
daha başka ciddi tedbirler ahtıafc icap etti. Ferlindeki Alman
siyasîleri, Alman Hükümcii; Akdenizde bir üs elde etmek için
mezbulıane gayretler sarfederken, Alman Donanma Kuman­
danlığının talebi karşısında Akdenize bir Alman Filosu gön­
dermek kararı aldı. 11u filo, Almanyanın münhasıran Orta-şark­
taki İktisadî menfaatleriyle, Musul petrolünü elde etmek için
inşasına başladığı Bağdat hattı imtiyazım korumakla vazife­
lendirildi.
Böylece de petrol bir k en e daha hükmünü icra etti. Ve,
Akdenizde İngiliz ve Alman Donanmalarım karşı karşıya ge­
tirdi,
6 Kasım 1912 tarihinde Almanyanın Akdeniz Filosu, ken­
disine tevdi edilen vazifeyi ifa etmek üzere Akdenize hareket
etti. Ertesi gün 7 Kasım 1912 tarihinde bu haber, Ajans VolP-
un verdiği yan resmî bir haberle teyıd edildi. Ajans Volf’un
verdiği haberde, Koııtr Amiral Tromleriin kumandası altında
bir Alman Akdeniz Filosunun kurulduğu bildiriliyordu.
Tabiî Alman Hükümetinin bu kararı, Bütün Avrupa hü­
kümet merkezlerini allak bnliak etti. Almanların bu hareke­
tinden ve Akdenize bir filo göndermesinden en çok Fransız-
lar endişe ettiler, Fransız m atbuatı Almanların bu hareketini
ağır bir lisanla tenkit ediyor, sulhu tehdit edici bu hareketin
vahim neticeler tevlid edebileceğinden bahsediyordu. Ingiliz"
terden henüz hîçbı'T ses çıkmıyordu. Fransız gazeteleri ise, İn­
gilterelin bu soğukkanlılığının aksine,* Akdenizde bir Alman
donanmasının kuruluğuna ateş püskürüy oil ardı*
Alman Donanmasının Akdenize girişinden biT gün sonra
15 Kasım tarihli Paris’te çıkan (Le Temps) gazetesi* Alman Ak­
deniz Filosu hakkında §u mâlftmatı veriyordu:

«Almanya, Akdeniz FÜosu adî altında Kontr Amiral Trom-


terfin kumandasında bir filo kurmuştur. Bu donanmanın
amiral forsu Goben (sonradan Yavuz olan Kruvazör) zırhlı
kruvazöründe bulunacaktır. Bu zırhlı kruvazör Breslau (sonra­
dan Midilli) adındaki küçük bir kruvazörle birlikte Alman su-
lanndan hareket etmişlerdir. Bunlar doğu sularında Artat Y't-
neta ve Vejeer adlarındaki küçük kruvazörlerle birleşecekler,
Dresden, Sttetin muavin kruvazörleri de onlara iltihak ede-
teklerdir.'»

1 Aralık 1912 tarihinde* bu filonun esas vazifesi hakkın­


da Alman basınında daha vazıh ve teyid edici tafsilât neşre­
dildi* (Berliner Borsen Kurier) meselenin iç yüzünü şu yazısı
jle daha açık ve tekzibine imkân olmıyacak şekilde ortaya
koydu:

«Akâentzin doğu havzasmdaki Alman İktisadî menfaatle­


rinin ne kadar mühim olduğuna, Aimanyamn Akdenize yolla­
dığı filonunf sulhun akdinden sonra (Balkan Sulhu) orada ida­
me ettirileceği ile de anlaşılabilir. Eğer büyük devletler, sulh
muknrreratmdan (kararlarından) hariç olmak üzere, orada, bii-
iün bîtaraflık kaidelerini tatbik etmedikleri takdirde, Alman-
t/a, Âkâenizde bir bahri üsse malık olmak arzusunu izhar ede­
cektir. Bu hareket üssü, ihtimalki, bir şube hatU ile bağh olan
İskenderun limanı olabilire

Bu makale açıkça gösteriyor, ki Almanya, Ingilizlerin pet­


role daha yalcın olmak için Kahirede kurdukları genel karar­
gahlarına, Akdeniz donanmasını kurmakla mukabele ediyor­
du, Almanlar* Kahiıeye karşılık Musul ve Basra körfezine bir­
kaç yüz kilometre mesafedeki İskenderun limanına yerleşmek
İstiyorlardı,
ÎN G tU Z - ALMAN REKABETİ

Almanya'nın, Akdenize kuvvetli bir filo göndermek sureti


ile aldığı mukabil tedbir, Londrada da havayı bulandırmağa,
âsabî ve gergin bir atmosferin doğmasına sebep olmağa başla­
dı, Londrada Orta-şark petrol sâlıalarma büyük paralar yatı­
ran müsseseler (ki bunların basında Ingiliz Bahriye Birinci
Lordluğu ile İngiliz Entellijans Servis bulunmaktadır,) susu­
yorlardı, Fakat bu sessizlik, bir firtmanm başlangıcına delalet
eden sıkıntılı bir sessizlikti. Acaba İngiliz Birinci Bahriye
Lordluğu ile EnteJijans Servis ne yapacaklardı? Bu sualin ce­
vabını Balkan Harbi ve sebepleri üzerinde aramak lâzımdır.
İngilizler, Almanların bu hareketine şimdilik cevap vermiye-
çeklerdi. OnIfir susmasını becerebiliyorlardı; fakat bu sessiz­
lik ne zamana kadar devam edecekti?
1912 yılının 11 Temmuzundayız. Avam Kamarasında în-
gilterenin Akdeniz siyaseti ve Almanya'nın Akdenize soktuğu
donanma île alâkalı müzakereler cereyan ediyor, O gün, Avam
Kamarasında bir konuşma yapan Ingiltere Hariciye Nazırı Sır
Edvar Grey bu donanma ile alâkab olarak şunları söylüyordu:
«Bizitn Akdenizdeki bütün filolara karşı duracak kuvvetli
filolar toplamakhğtmıza ihtiyaam tz yokfu. Eğer Akdenizden
tamamen sarfınazar edersek, ehemmiyetsiz bir devlet duru­
muna düşecek, siyasî noktai nazardan vaziyetimiz, pek m üş­
kül olacaktır. Siz, kuvvetli bir Akdeniz devleti addolunmak
için orada kâfi bir bahrî kuvvet bulundurmak mecbuHyetm-
deyiz,y>
Sir Edvar Grey’in bu konuşması da gösteriyor, ki İngil­
tere Orta-şarktaki büyük İktisadî men fa ati arını terk etmek ni­
yetinde değildir. Sadece bu sularda kuvvetli bir donanma bu­
lundurmayı zarurî görmekte idi, Bu zaruretin ardmda, îngil-
terenin, kendisini Orta-şark - Hindistan yolu üzerindeki bu
büyük iç-denız devletlerinden birisi olarak telâkki ettiği fikrî
hâkimdi, Sir Edvar Grey’în Avam Kamarasındaki konuşması­
nı 22/Tem m uz/l& l2 tarihinde Ingiltere Bahriye Birinci Lordu
Sir VVinston Churchîirin konuşması takip etti. Churchill Avam
Kamarasında, Hariciye Nazırını teyid ediyor ve şöyle diyordu:
^Maltaâa demirli olan aitt tane eski harp gemisi yerinet
tnensayhl sisteminde dört adet zırhlı kruvazör göndermiye
karar verdik. Bu gemiler, faşın üslerine gideceklerdir. M ezkûr
kruvazörler vazife mahalline gidinceye kadar şimdilik, Akde-
nizde ihtiyaten kuvvetli bir kruvazör filosu bulunacaktır,
Bundan başka, bugün orada bulunan dört geminin yeri­
ne, son sistem ve daha kuvvetli silâhlara malik dört harp ge­
misi göndererek M d ta yı hareket üssü ittihaz edecek olan kru­
vazör filosunu arttırmak ve takviye etmek fikrindeyiz. Böyle
bir bahrî kuvvet ticaretimizi himaye için kâfidir. Ve bu kuv­
vetin Fransız donanması üe müşterek hareket etme&i, Akele­
nizde m uhtem el bütün teşebbüs ve tasavvurlara faik bir bahtı
kuvvet tem in edecektir.»
Görülüyor, ki Ingiltere, hiçbir hâdiseyi tesadüflere terk
etmiyordu. Kaldı ki Akdenizdeki kuvvetli Ingiliz Filosunu
Fransız Filosu da destekliyordu. Alman tehlikesine karşı Fran­
sa; İngiltere ile muallâkta olan meselelerini bir tarafa atmış,
Ingiliz diplomasisinin mahirâne bir manevra ile, Fıansaya,
Suriye müstemlekesini teklif etmesini ganimet bilmiş, ve în-
gilterenin yanında Almanyaya cephe almıştı.
Halbuki aslında mesele şu idi: îngiltereyi Avam Kamara­
sında Akdenizdeki Alman donanmasının durumunu müzakere­
ye sevk eden sebep, Ingiliz Bahriye Birinci Lordluğu ile En-
telijans Servisin Orta-şark petrol sâbalanna yatırdıkları mu­
azzam sermayeyi ve petrolü garantiye almak istemekten iba­
retti. Büyük armadalar, her seferinde olduğu gibi harekete ge­
çiyor, petrole çevrilmesi mukadder Alman topJannı böylece
bertaraf etmek İstiyordu. Fakat gariptirf ki Uzak-şark hâdise­
lerinde korkunç bir hezimete uğrayan, Japonyanın önünde
1904-1905 mağlûbiyeti ve donanmasının mühim bîr kısmı ile
büyük kayıplar veren Rusya da boş durmuyordu.
Ingiliz ve Alman donanmaları Akdenizde katşî karşıya
geldikleri sıralarda Ruslar bunu fırsat bildiler. Osmanb împa-
ra torluğunun doğu vilâyetlerini bir nevi bayat sâlıaları içine
soktuklarını biiyiîk devletlere birer nota ile ve resmen bildir­
diler. Ruslar, büyük petrol sah alan ihtiva eden, ve petrolcü­
lere kapalı tutulan İmparatorluğun şark vilâyetleri üzerinde
hak iddia etmeğe kalktılar, Ruslar, Şarki Anadolu’yu katede-
rek İskenderun’a inen müfrez bir hatlın doğusundaki sâhalar-
da statükoyu muhafaza etmeleri icap ettiğini bildiren bir İkinci
notayı da bu arada büyük devletlere verdiler. Gayet sert bir
ibare taşıyan bu her iki notada, büyük devletlerin, bu hattın
doğusundaki sahalarda her ne suretle olursa olsun statükoya
riayetkâr kalmalarım, eğer statüko bu devletler tarafından bo­
zulur ise, Rusyanm mukabil bazı tedbirler alacağı da bildi­
rildi.
Rusların Ermenistan projesi İse, Erzurum’u da içine alan
ve İskenderun’a inen müfrez hattın doğu kısmı idi. Bu hattın
doğusunda kalan sâha, bugün Türk Petrolünün istihsal edil­
diği yerlerdir.., Ruslar, büyük devletlere verdikleri notalarla
bildirdikleri tekliflerini, Almanların Bağdat demiryolu imtiya­
zını almış olmalarından dolayı yapıyorlardı Zira Bağdat D e­
miryolu tamamen petrol sâh alarmı içine alan bir güzergâh
takip etmekteydi. Gerek Rtıslar, gerekse îngilizler bundan Fe­
na halde en di gelenmiş] erdi, Ruslar, bu sert notaların faydası­
nı gördüler. Almanlar, İngilizlerle karşı karşıya kaldıkları Or-
ta-şark petrollerinde bir de Rusya’yı başlarına musallat etmek
istemediklerinden Bağdat hattınm güzergâhını değiştirdiler.
Rus Hâriciyesi, devrin en kudretli devleti olan Almanya’ya
boyun eğdirdikten sonra, ezelî ve ebedî Rus hayali olan sıcak
denizlere inmek* Boğazlar üzerinde hak iddia etmek, Bismark’-
m dediği gibî, «Akdenizin anahtarım» ellerine geçirmek için
akti£ bir siyaset takibine başladılar. Rusların bu siyasetlerini,
Pariste İntişar eden (Petıt Journal) gazetesinin İstanbul Muha­
biri Ojen Osvani, Petersburg {şimdiki Lenıngrat) telgraf ajan­
sının İstanbul Muhabiri Dokotovsky ile; İngiliz - Alman do­
nanmalarının Akdenizde kargılıktı toplanmaları ve Boğazlar
hakkında yaptığı mülakatta, Dokotovsky’nin kendisine söyle­
diklerini 25 Ocak 1912 tarihinde şöyle bildiriyordu:

«Rusya, htanbulun —bittabi gerişinde bir kîstm sevkül-


ceyşi arazi de olmak şartt ile Karadeniz Boğazmm— Türkte-
rin ellerinde haîmasmt veya Rusyanm eline geçmesini iste-
mektedîr. *Lira menfaatlerini korumak hususunda Rusya, Türk-
ter Uç daima uyuyabilecektir, Rusya, diğer bîr hal suretini
reddedecek ve İstanhulun beynelmilel bir şehit haline gelme­
sini katiyen, kabul etmiyeçektir.

Ordusu ve Bahrîyesi her ne vaziyette bulunursa bulun­


sun> Rusya, bu noktai nazarı müdafaa için bir harbi dahi göze
alacaktır, Bu, kendisi için bir hayatî meseledir. Ve ancak Rus­
ya, tamamen mahvolduğu zaman bu arzusu hilâfma hareket
edebilir. Mevkii iktidarda hangi hükümet bulunursa bulunsun,
Rusyanm bu karan kafidir. Çünkü bu mesele bir parti fikrin­
den doğmamakta, fakat tamamen millî bir arzuya istin ad et­
mektedir.»

Bu sözler açıkça gösteriyor ki Rusya, kendisini emniyet


altma almak istemekten ayrı olarak, Boğazlardan çıkış temin
etmek sureti ile, icabında Akdeniz meselesine müdahale et­
mek ve İran meselesinde de söz sahibi olmak arzusundadır.
İranda söz sahibi olmak demek ise Akdenize Rusyanm inmesi
petrole müdahale etmesi, petrol mevzuunda söz sahibi olma­
sı demektir, Kusya bu suretle, 1907 İngiliz - Rus anlaşmasını
da ta’dil ve kendisini Iran petrol sâlıalarmdan uzak tutan acı­
laşmayı feshetmek suretiyle bertaraf etmek niyetindeydi*
Rusya, Dokotovsky’nin bu beyânatı vermesinden kısa bit
müddet evvel, Ö Ocak 1912 tarihinde Boğazlar meselesi hak­
kında Osm anlı İmparatorluğuna bir nota vermişti. (Le Tenıps)
gazetesinin İstanbul Muhabiri nota hakkında gazetesine İstan­
bul’dan gönderdiği telgrafta:
«Rusya H ükümeti, Türkiyeye verdiği bir notada Karade­
niz ve Çanakkale Boğazlarmtn Rus Karadeniz filosuna açûma-
smt ve aynî boğazların diğer devletlerin harp gemilei'ine ka-
pah tutulmasmt talep etmiştir. Rusyamn bu teşebbüsünün
Kars hududunda geniş mikyasta yapılan tahşidat şâyialart ile
alâkalı olduğu zannedilmektedir. Fakat her ne olursa olsum
hiçbir Osmanh Hükümetinin, Türkiyeyi Rus himayesi altında
basit bir vilâyet derecesine indiren böyle bir teklifi kabul ei-
miyeceğini soyleynek herhalde kehanet değildir>
Bu haberden de anlaşılacağı üzere, Rusya, Akdenizdeki
İngiliz, Alman donanmalarının birbirlerine karşı giriştikleri
hasmane nümayişlerden ürkmekte, fakat bu korkusunu izhar
ederken, kendisinin de Akdenize icabında çıkışını temin ede­
cek olan Boğazlar üzerinde çıkış hakkı istemektedir,
(Le Temps) gazetesinde bu haber çıktıktan 11 gün soma,
17 Ocak 1912 tarihinde Petersbnrg şehrinde intişar eden (Le
Gazette Petersburg) Orta-doğu meselesinin hallinde Rusyanm
da, kendi menfaatlarmı nazarı dikkate alacağını bildiriyor ve
Karadeniz ile Akdenizin harp üslerinden tecrit edilmesini ta ­
lep ediyordu.
Rnsların ileriye sürdükleri Orta-şark meselesi ne idi? Bu
mesele Rusyamn emniyeti meselesi mi idi? Yoksa Rusya Akde­
nizin Ingiliz ve Alman armadaları tarafından tutulmasını ken­
disi için ciddi bir tehlike olarak nu kabul ediyordu? Bu nok­
ta! nazar siyaset bakımından bir dereceye kadar doğru idi: fa ­
kat aslında meselenin İç yÜ2 Ü; Ingilizleri de Almanları da b i­
rinci derecede alâkalar eden Orta-şarkm işlenmemiş ve etra-
fmda binbir mücadele cereyan eden petrol sâlıaları idi. Ve bu
sâhaîar Türkiyenin elinde bulunuyordu. O petrol sâhalan, ki
dünyanın sayılı petrol rezervlerinden en ehemmiyetlileriydi.
Petrolün, cihanşümul değeri takdir edildiği günden beri Os­
man! i İmparatorluğuna çok pahalıya mal olmuştu.
İşte* Rusyanm bütün hedefleri, bütün siyasî manevraları
bu tek nokta üzerinde toplanıyordu. H attâ Ruslar, daha da
ileri bir düşünce ile Doğu Akdeniz ve Orta-doğuya hâkim ol­
dukları takdirde., IngilizJeri Iran petrol sâlıaîarından da uzak’
îaçtırabilecekler di. Esasen Rusyanm da, Ermenistan hududun­
dan itibaren tskenderuna kadar uzanan bir lıayâl! haltın doğu
tarafmı istemesi bu hususu tejüd etmektedir. Bu saha tamamen
petrol sahasıdır. Rusyanm bü hayâl! projesi tahakkuk ettiği
gün, Musul ve havalisi kendisinin olacaktır. Bu sahalar ise yal­
nız ve yalnız petrol demektir.
Rusya isliyordu.., Fakat İngİlizler de, Almanlar da bu sâ-
balara talip idiler. Bu uğurda donanmalarım, ordularını hare­
kete geçirmekten bile çekinmiyorlardı. Aslında Orta-doğuda­
ki mücadele de buradan doğuyordu. Umumî manzara Rıısyâ -
nm lehine herhangi bir inkişaf göstermiyordu. Diğer iki dev­
let İngiltere ile Almanya, Rusya'ya nisbetle d aba şanslı idiler.
İngİlizler Abadan ve Basra körfezine tamamen hâkim olmuş­
lardı. DüUyısıyle Musul’a birkaç adım mesafede idiler. Al­
manlar ise Bağdat demiryolu imtiyazL ile bu geniş petrol sâ*
balarına bilfiil girmiş telâkki edilebilirlerdi. Bu duruma göre
Rusya üçüncü devlet olarak gözüküyordu. Kaldı ki Türldyede
iktidarda bulunan İttihat ve Terakki, Alınanlara ayrıca sem­
pati besliyordu. Onlara müttefik ve kardeş devlet muamelesi
gösteriyordu. Almanların bu imtiyazla neticeye süratle giden
durumları karşısında Ingiltere zaman zaman Osmanlı İm para­
torluğu nezdinde veya İmparatorluğa mücavir hudutlarda cid­
dî ataklar yapıyordu. Ingilizlcr, Almanların jeoloji mütehas­
sıslarından meydana gelen heyetlerine mukabil Suriye ve
Irakh çok yakından bilen, tanıyan jeologlar yanında Arap li­
sanının her lehçesini gayet iyi konuşan sosyolog ve iktisatçı­
lardan meydana gelen heyetler gönderiyorlar ve Mezopotam-
yada yepyeni bir metod takip ediyorlardı. Bu yeni metod, biz­
zat Suriye ve Irak halkınm m etbu5 devlet Osmanlı İm para­
torluğu yerine, Ingiliz himayesini istemeye dayanıyordu. Böy­
le bir duruma başta Fransa olmak üzere, Almanya da Rusya
da karşı idiler. Bilhassa Fransa, Suriye’de asırlardır takındığı
hâmj rolıinii feda edemezdi. Kaldı ki Fransa* yalnız katolik
mezhebinin hâmisi durumunda da değildi. Fransa, siyasetinin
dinî cephesini takibetmekle beraber, bunu 20 nei asrın petrol
politikasının arkasına bırakı vermişti. Şimdi onlar da kendi
kudretleri nisbetinde, başta petrol olmak üzere Orta-doğunun
ham madde kaynaklan ile alâkadar olmaya başlamışlar ve bu
iktisadi harbe gîrmiye karar vermişlerdi. Fransayı, yalnız pet­
rol değil, Anadoluuun diğer zenginlikleri de alâkadar ediyor­
du. Bunlar, Diyarıbakır havalisindeki çok zengin bakır m aden­
leri idi. Bu iki sebepten, Fransa, îngj] terenin Orta-şarktakİ
hareketlerini bilhassa Suriyedeki son çalışmaların^ adım adım
takip ediyor ve ciddî bir surette, kontrol altm a almış bulunu­
yordu. Çünkü Fransa Hariciye Nezareti biliyordu, ki îngilte-
renin Suriyedeki küçük bir muvaffakiyeti, Fransayı Orta-do­
ğudan tamamen silebilirdi. Bıı, aynı zamanda Fransanm Uzak-
şark müstemleke politikasının da sonu olurdu, İşte Fransa bu­
na tahammül edemezdi. Bu hususta bir misal verebilmek için
Ocak 1912 tarihinde Balkan Harbi dolayısıyle Fransız H ari­
ciye Nezaretine Suriyedeki Servislerinden gönderilen aşağıda­
ki şâyam dikkat rapora bakmak kâfidir. Raporda denilmekte­
dir ki:
«Suriye ahalisini, İngiltere’nin Suriye’yi işgalini istemeye
ikna ne teşvik etmek i£><n gayret sarf eden iki komite, Şam ve
Beyrut’da çoktanberi m evcut bulunmaktadır, Bu iki komite
ahiren Beyrutta birleş&rek galiba haili hareketleri hakkında
talimat almak üzere Mtstra bazı murahhaslar (delegeler) gön­
dermişlerdir. İngiltere lehine propaganda çoktanberi açıktan
açığa yapılıyor. 10 Ocak 1912 günü İngiliz Burham kruvazörü
Trablusşam limantna demir attı. Kruvazörün süvarisif Muta­
sarrıfı ziyaret ederek şehirde âsayişi iade etm ekte muzlar ka­
tacağını ve hu maksatla karaya çıkarılacak bahriye efradının
ancak muntazam Ingiliz birliklerinin gelmesi halinde yerlerini
onlara terk etm ek üzere geriye alınacaklarım söylüyordu. Bu
esnada Bçyrutla hiçbir Fransız harp gemisinin bvlunmnmash
İngiltere tarafından Suriye'yi işgalin takarrür ettiği yolundaki
rivayet ve zannı bir kat daha kuvvetlendirmiştir. İşgal lehin­
deki pı-opagandalara Cezayir Müslümanları arasında da de­
vam edilmektedir. Yerlüert işgal fikrine kazanmağa çalışan
komiteler tarafmdan 10 bin kadar Cezayirli Şam1a sevkolun-
dulaf, Lord Kitchneriîi bir mahremi Beyrut’a geldi. Mumm-
layhin huzurunda bazı, toplantılar yapıldı. Bu içtimalara işti­
rak edenlerin hepsi Müdümandt. Her tarafta muayyen bir
plân dahilinde 'hareket ediliyordu. Bu plânda, şurada-burada
isyanlar meydana getirmek ve bu suretle İngiliz işgali lehinde
m emlekette fcuuuefii bir havamn doğmasma sebebiyet vermek­
ten ibaretti, Suriy&dehi Fransız tebaası ile onlan himaye eden­
ler bu küstahça propagandadan dolayı büyük bir galeyan halin­
de btdunuyorlarf ve bunu akim bırakmak için ellerinden gel­
diği kadar çalışıyorlar. Onlar uzun asırlar Suriye'de mevcut
olan hal ve vaziyetin tebeddüle uğratümasma Fransa tarafın­
dan cevaz verilmiyeceği ümidini besliyorlar.'»
Evet, Fransız diplomatları bunu ümid ediyorlardı, Fakat,
gerçeklerin ışığı altında Fransanın bu ümidi tahakkuk edecek
m iydi?... İngiltere mutlak olarak Orta-şark petrollerine tek
başına sahi olmak istiyordu. Bu nteiceyi tahakkuk safhasma
çıkarmak için de her çareye başvuruyordu. Raporda da belir­
tildiği gibî İngiltere, muhtemel bir Fransız demarşmı (ataği'
m) da hesaba katmıştı. Bunu önlemek İçin de onu ean-evınden
Cezayirden vurmak istiyordu. Bu maksatla Cezayirden, Suri­
ye'ye onbiııi aşkın bir kitle getirmişti. Bövlece Ingiltere, Fran-
sanın Orla-şark işlerine aktif olarak müdahalesini hoş karşıla­
madığını açıkça ortaya koyuyordu. Yine raporda da belirtil­
diği gibi* Ingiltere* bir defa dalıa* hem de sonuncu olmamak
şartiyle Ingiliz harp gemilerini petrol sahalarına giden yol
üzerindeki bir limana gönderiyordu. Hem de bn liman, Os-
maıilı imparatorluğunun elinde bulunduğu halde...

TÜRKLERÎN PETROL TJCRUNA FEDA


EDİLM ELERİ

Petrol* her tiirlü diplomatik kaidelerin dışındadır. Petrol


îçtn kuvvetli olmak lâzımdır. İşte kaba Ja m ret bir kere daha
petrolcülerin elinde hareket haline gelmiş, koskoca bir im pa­
ratorluğu bir korvet kap tan m m ağzı île tehdit ediyordu. P et­
rol, öyle sihirli bir madde haline gelmişti, ki bıına sahip ola­
bilmek için dost ve müttefik bildiğimiz Almanya dahil, Rusya*
Ingiltere ve Fransa birleşçrek* 600 senelik bir imparatorluğu
idilm a mahkûm etmişlerdi. Cirit - Tarablusgarb ve Balkan
Harbleri bu siyasetin, petrol siyasetinin köprü-başlanydı...
Türkter Giritten - Trablusgarbden ve Balkanlardan korkunç
ve utanç verici katliâmlarla çıkarılmışlardı. Bunlar öylesine
korkunç, vahşi ve hunhar katliâmlardı, ki bütün bir husumet
dünyası bir milletin üzerine savlet ediyordu. Ve itiraf etmek
lâzundır, ki dünya medeniyetinin mümessilleri olan Garp dev­
letleri, bu iş için kiliseyi gayet kolaylıkla emellerine hizmet et­
tirmişler ve bu hareketlerini polilika lisanında bir kilise mese­
lesi haline sokmasını bilmişlerdi.
Petrol, sadece bir im paratorluğu değil, fakat tarihlerin
içine sığmayan âdil, civanmert ve asü bir milleti de yok etmek
pahasına harekete geçirilmişti. Mahvına karar verilen ve tat­
bikatını Girit - Balkanlar ve imparatorluğun diğer kısımların­
da müşahade ettiğimiz bu millet, Türk Milleti idi...
600 Senelik İmparatorluğun dört bir yam neft ile adetâ
tutuşturuldu, Hergün, bu koca im paratorluğun bir başka nok­
tasında, kâh Ingiliz altunlarına kendilerini salmış Araplaı-, kâh
İngiliz Entelîjans Servisin Balkanlardald bütün insanlık dışı
vahşetten mes’ul şefi Sir Eoxter*in enirindeki Balkan komita­
cıları, petrol yüzünden tarihin yüz karası katliâmlarını yapı­
yorlardı.,.
Garp devletleri, kelimenin tam manası ile Türk teri ve
Türkiyeyi mahvetmek istiyorlardı. Ve bunu aleniyete vurmak­
tan da çekinmiyorlardı,
Pariste çıkan (Echo de Paris) gazetesinin Berlin Muha­
biri bu hususu gazetesinin IS Ocak 1912 tarihli nüshasında.
Derlinden çektiği bir telgrafla şöyle belirtiyordu;
«\faxim ilyen Har den, Küçük Asyaya üt ilan Türkiye'nin,
hayat bulacağım Cumartesi günü tekrar ediyordu Hakikatte
herkes bilirr ki hayli zamandan beri garplılaşan Türkler Kü­
çük Asya’da, ya en müstehidâne bir vahşete doğru avdete ve­
ya tamamiyle mahva mahkûm olacaklardır,»
Bütün insanlığı dehşete düşürmesi lâzım gelen bıı İ’ikirin
gerçek dayanak noktası maalesef petroldür. Petrolcüler, Tür­
kiyeyi hakikaten mahvetmeye karar verdiler. Plânlarım da ak­
satmadan tahakkuk safhasına çıkardılar. Büyük Osmanlı İm­
paratorluğunun param parça olması ise bu karar ve tatbikatın
en beliğ ve elim neticesidir...
Bütün bu açık, elle tutulur derecede vazıh tehlikelere
rağmen maalesef Devleti ellerinin içinde tutan İttihat ve Te­
rakki, gaflet, hattâ ihanet içersinde hükümet ediyordu, Alman­
larla kurdukları çok dostâne münasebetlere rağmen, Alman­
lar Türkiyeden daha geniş imtiyazlar elde etmek için her ted­
bire tevessül ettiler. Bu tedbirler arasında sabotajlardan tutun
da, en yüksek kademedeki siyasi toplantılara ve anlaşmalara
kadar herşey vardı.., Almanya Orta-şarkta siyasî ve bilhassa
iktisadi menfaatlerine set çeken devlet olarak yalnız îngilte­
reyi kabul ediyordu. Gerçi Rusya, Orta-şarkta iddialı idi; lâ­
kin, Almanya oun pek ehemmiyet vermiyor, siyasî tansiyonun
ibresini daima Ingiltereye doğru tutmağa azâmi itina göste­
riyordu. Zira Alman diplomasisi biliyordu, ki Rusya ile İngil­
tere arasında iki noktada lıad safhada biı husumet vardı. Bu
iki noktadan biri, zengin petrol rezervlerine sahip olan İran,
diğeri ise, Boğazlar meselesi idh Rusyanm gerek İrana yerleş­
mesine ve geniş petrol kaynaklarına sahip İrandan bu sâhada
istifade etmesine, gerekse deli Fetrodan itibaren millî bir si­
yaset halinde Rus hâriciyesinin göklerini diktiği Boğazlara in­
mesine ve böylelikle sıcak denizlere çıkmasına mani olan dev­
let İngiltere idî,
Rusya, beynelmilel siyasette Îngilterenin muhalefetine
uğramıştı. Alman hâriciyesi bu hususu gayet iyi biliyor, ve
Rusyayı Orta-şarkta kendisine büyük bir rakip olarak kabul
etmek istemiyordu. İngiltere, tarihin her s a fh a n d a Rusyanm
sıcak denizlere inmesine, böylece de genişlemesine ve ham
madcle kaynaklarının yollan üzerine çıkmasına daima karşı
durmuş ve mani olmuştu.
Ingiltere 1856 Paris Muahedesi ile Rusyayı Karadenize
bağlamış, onu adetâ orada hapsetmişti. Gerçi bu durum 1871
de Londrada aktedilen Boğazlar Konferansında, Almanyanm
yardımı ile Rusya lehine tâ’dil edilmişti. Lâkin, Londra Kon­
feransı akabinde, aynı yıl akdolunan Boğazlar Mukavelesi üe
Rusya, Akdenizde serbestçe dolaşmak hakkından yine aynı
Ingiltere tarafından m en’ edilmişti*
Bütün bu siyasî komplolar ve Beynelmilel dalavereler
Orta-şarkta mevcut zengin ham madde kaynaklan yüzünden
meydana geliyordu. Şimdi devletler bu maddelere sahip ol­
mak için mücadele ediyorlar, türlü komplikasyonlarla birbir­
lerini saf dışı etmeye ve ezmiye çalışıyorlardı.
Bu mücadele içinde Almanya kendi yolunu çizmişti. Al­
man hâriciyesine göre, Almanyanm menfaatleri Prens Bîs-
m ark’m çizdiği yoldaydı, Bismark, (Çanakkale Boğazı, Basya­
nın güney sahillerinin ev anahtarıdır) demişti. Binaenaleyh,
bu yolda yürümek, Rusyadan yana görünmek, bu suretle Rus-
yanın müzaharetini temin ederek Orta-şarktaki Alman emel­
lerine ve iktisadi menfaatlerine erişmek, böylece Îngiltereyî
safdışı etmek, Alman siyasîleri için tek çıkar yoldu.
İşte Kayser Wilhelm de bu yolu ihtiyar etti ve gayet mah­
rem bir şekilde Rus Çarı ile bir görüşme hususunda m utaba­
kata vardı. 1910 yılında Alman İm paratoru ile Rus Çarı Pots-
dam ’da buluştular. Bu görüşmede Alman İmparatoru, Rusya-
nıu Bağdat demiryolu inşaatına karşı muhalefetini kırmağa.
Iran ve Osmanh İmparatorluğu hususunda bir anlaşmaya var-
mıya muvaffak oldu. Bu anlaşmaya göre: Almanya, Rusya'nın
da muvafakati ile Osmanlı hudutları içersinde her türlü ikti­
sadi menfaat temininde serbest kalacak; buna mukabil Rusya
ise 1907 tarihli Rus - İngiliz anlaşması ile nüfuz edemediği
Iranın güney mıntıkalarına, zengin petrol rezervleri ihtiva
eden Kuzistan eyaleti ile Basra körfezine yerleşecekti. Pet­
rol, bn anlaşmanın da ağırlık merkezini teşkil ediyordu.
Dikkat edilirse gerek Almanyamn gerekse Rusyanm siyasi
nüfuzlarını kullanmak suretiyle ve birbirlerine göz yumarak
yerleşmek istedikleri mıntıkaları, İranda petrolün su gibi ak­
tığı cenup eyaletleri, Basra Körfezi ûe Osmanlı İm paratorlu­
ğunun Musul - Kerkük - Süleymaniye ve havalisi idî. Alman-
yanm Bağdat demiryolu hikâyesinin esas hedefi Musul ve ha­
valisindeki zengin petrol sâhalarım ele geçirmekti. Bu iki dev­
let, Fotsdam anlaşmasındaki hedeflerine rahatça varabilirler­
di, Ancak, karşılarında uzak görüşlü bir politikayı dış siyase­
tine mesnet yapan İngiltere olmasaydı.
Rusya ile Almanya, Postdam anlaşmasının bir an evvel
tatbiki için büyük bir gayret sarfettıler. iki im parator arasın­
daki ilk görüşmeden sonra, 1911 yılının yaz aylarında Rusya-
iuh Fortbalhk Limanında ikinci bir mülakat yapıldı. Bu mü-
lâkatta Potsdam Anlaşmasının esasını teşkil eden İktisadî cep­
hesinin kritiği yapıldığı bıı buluşmada iki imparator arasındaki
göriiş birliğini tam ve noksansız olarak ortaya koydu. Bunuıı
üzerine iki imparator, varılan anlaşmayı teknik elemanların
müzakerelerine terk edilmek üzere hükümetlerine havale etti­
ler. Bu suretle 1911 yılının yaz aylarında Berlin ve Petersburg
dipiomatiarma karşılıklı bir anlayış ve ıtimad havası hâkim
oldu.

Bu anlaşma, adetâ bir aile anlaşmazlığı şeklinde tezahür


etti. Zaten, aslmda aynı aileden gelen üç kuzen dünyaya hâ­
kim olmak iddiasındaki üç büyük imparatorluğun başında bu­
lunuyorlardı, Bunlardan iki kuzen Rus Çarı ve Almanya İm­
paratoru, üçüncü kuzen İngiltere İmparatoruna karşı birlemi­
yor ve müşterek bir cephe kuruyorlardı. Petrol, böylece üç
büyük devletin başında aynı aüoden üç imparatoru bir aile
düşmanlığının içine sürüklüyor d 11.
Alman imparatoru, Musul ve havalisinin çok zengin pet­
rol sâhalarınııi hayâli içinde Port Bal tık* tan Berlkıe dönerken,
Rus Çarı da 1907 İngiliz-R us anlaşması ile İran'da Ingiliz
politikacılarından yediği darbenin intikamını almanın ve İran’­
da sahip olacağı petrol sâhalarımn sarhoşluğu içinde Peters-
burgun yolunu tutuyordu.
Çar, ayrıcs, Almanları bu anlaşma ile Osmanlı - Rus hu­
dudundan uzaklaştırdığı ve böylece bir kâbus haline gelen
Alman tehlikesini şimdilik de olsa bertaraf ettiği için de mem­
nundu, Fakat Çar’ı sevinçten adetâ çıldırtacak hale getiren
asıl sebep, Kayser \VtfhelnVh sevgili kuzenini, Bismark’m va­
siyetine sadık kalarak, Boğazlar üzerindeki üç asırlık Rus
emellerinin tahakkuku için ikna edebilmesi idi.
İşin asıl fecî tarafı, ise, Rnsyaya Boğazlar üzerindeki üç
asırlık emellerini tahakkuk safhasına çıkarmak için söz veren
Almanya, İttihat ve Terakki Cemiyetinin hâmisi, «Büyük Türk
dostux(!) idi, Almanya, Osmanh İmparatorluğunun müstakbel
müttefiki, İttihat ve Terakki Cemiyetinin hayran olduğu W
para torluk, işte boy] esine iki yüzlü bir siyaset takip ediyor,
sırf petrole sahip olabilmek için büyük bir İmparatorluğu giz­
lioe parçalıyor, hayatına, bekasına kastediyor ve arkadan han­
çerliyordu.
Almanya, Orta-şark petrollerine salnp olmak için hiçbir
fırsatı kaçırmıyor hiçbir hâdiseyi tesadüfe bırakmıyordu. N i­
tekim İngiliz donanması ile At-başı bir seviyeye ulaşan Alman
donanmasının, Potsdam Anlaşmasından sonra derhal hareke­
te geçtiğini görüyoruz.
Abnan donanması, Almanya'nın Rus Çarlığının da hima­
yesi ile Orta-şarkta elde ettiğini zannettiği «Petrol im parator­
luğusun desteklemek için hareket haline geliyordu. Alman
Donanması, artık sadece Bal tık ve Şimal Denizi donanması
olmak durumundan sıyrılmış, Almanyanın Akdeniz ve Orta-
garktaki menfaatlerini desteklemek, icap ederse kuvvet göste­
rilerinde bulunmak üzere Akdenize inmiş ve oralarda üslene­
cek kadar kudretli bir donanma haline gelmişti. Almanya, ar­
tık Akdenize yerleşmek kararındaydı. Bu emelini de tahakkuk
ettirebilecek güce saipti, Nitekim Alman Hükümeti, Alman
Donanması için Akdenizde bir iis aramağa başladı. Orta-şark-
taki İktisadî menfaatlerini,' bilhassa petrol menfaatlerini ancak
bu şekilde gerçekleştirebilecekti, 1911 yılmda Alman im para­
toru bir emirle Trablusgarba kalabalık bir heyet gönderdi. Bu
lıeyetin içinde bulunan mütehassısların ekseriyetini askerler
ve jeologlar teşkil ediyordu. Demek oluyordu İd Almanya, Or-
ta-doğudan başka, Kuzey Afrika'da da petrol aramağa karar­
lıydı, Bu heyet Trablusgarb’da tetkikler ve iktisadı menfaatler
için teşebbüslerde bulunurken diğer taraftan da Babıâlı ile,
yani İttihat ve Terakki ile Ticareti Bahriye filosu (fakat aslın­
da Akdeniz Alman Deniz Harp Filosu) için bir kömür istas­
yonu, yâni bir üs elde edebilmenin müzakereleri yapılıyordu...
19Ûâ yılında Alman Hükümeti, had safhaya girmiş oktn
ve bir buhrana yol. açması mukadder bulunan Doğu Akdeniz
üzerinde ve bilhassa Girit Adasında üslenmek istemişti. Bıı
maksatla İngiltere Fransa ve Rusyaya birer nota vererek Giril
meselesinin halli için kendi aralarında vardıkları anlaşmanın
bu meseleyi halletmeğe kifayet etmiyeceğini, Almanya ve
Avusturya/M acaristan İmparatorluklarının da meselenin hal­
linde reylerinin ahum a sı icap ettiğini sert bir lisanla bildirdi.
Almanya bu nota ile ihsas etti, ki Girit’în Suda veya herhan­
gi bÎT başka limanında mutlaka üs sahibi olmak istiyordu. Zi­
ra bir müddet sonra Alman Akdeniz Filosu, bu denize gire­
cekti.

Durum aşikârdı. Almanya, Bağdat demiryolu imtiyazı ile


elde ettiğini zannettiği Musul petrol sahalarını garanti altına
almak istiyordu. Nitekim sonraki hâdiseler göstermiştir, ki Al­
manya, bu donanmayı sadece bu maksat için Akdenize sok­
muş ve donanmaya Akdeniz ve Orta-doğudaki Alman iktisadi
men faallerinin müdafaasını vermişti.

Büyük devletler arasında Osmanlı İmparatorluğunun İkti­


sadî kaynaklarını ellerine geçirmek için girişilen bıı siyası teşeb­
büslerin ve kuvvet gösterilerinin devam ettiği yıllar ve hâdi­
şeler, Türkiye için meşhım ve telâfisi imkânsız kayıplara yol
açmıştır. Bu serinin ilk kayıpları Trablusgarb - Girit ve Bal­
kanlardı. ..

Kayıplarımız acaba yalnız bunlar mıydı? Hayır!.. Biz,


Osmanlı Türkleri olarak daha büyük kayıplar verij^orduk.
Trablusgarp, Girit ve Balkanlar sadece görebildiğimiz maddi
kayıplanmızdı. Aslında b iî T iîrk le r, bİT imparatorluğun çökü­
şünü seyrediyor, bilmeden, farkına varmadan onun batışına
şahit oluyorduk. Hem de bu batışı başta petrol olmak üzere,
ham madde kaynaklarımız üzerinde cereyan eden bir iktisadı
harp yüzünden temaşa ediyorduk.
Ve hasbelkader, Osmanlı imparatorluğunu İdare eden
İttihat ve Terakki kör ve cebin bir taassup ve hissi sebeplere
dayanan bu çöküşü çabuklaştırmak için ne mümkünse yapı­
yordu ...

İktisadî kaynaklarım başkalarına kaptırmamak ve kurdu­


ğu Cihanşümul «Ticaret Tmparatorluğu»nu zaafa uğratm a­
mak için İngiltere, zaman zaman Osmanlı İmparatorluğuna
müzahir birçok roller öynanuftt. Lâkin şimdi durum mazide-
kmin aynı değildi. İngiltere* Osmanlı im paratorluğuna husu­
met besliyordu ve bu husumet iki sebebe dayanıyordu. Bun­
lardan birisi Hilâfet müessesesiytli Diğeri de; İmparatorluk
hudtftl arı içerisindeki geniş peirol sâhaları ve büyük rezerv­
lerdin Bu faktörlerden her İkisi de İngiltere yi şiddetle alâka­
dar ediyordu.
Ve İngiltere, bunlardan birisini, diğerine tercih ede­
miyordu, Fakat petrol, görimüşde de tatbikatta da Hilâ­
fetten daha ağır basıyordu, Zira, İngiltere bir «Petrol im ­
paratorluğum un temel lerini çoktan atmıştı. Bu temelleri, da­
lla doğru tâbiriyle, İngiliz İmparatorluğunu tehlikeye atmak,
Ingİlizlerin işlerine gelmiyordu. Almanyamn Osmanlı İmpa­
ratorluğu ile yakıtı münasebetleri ve dostluğu, lugîUereyi eid-
t! t şekilde telâşa düşürüyordu. Ingiltere telâş etmekle haklıy­
dı. Zira, karşısında, kendisi gibi bir «Cihan İmparatorluğu»
kurmak İsteyen pervasız, kudretli bir rakip vardı. Çerçi Ingil­
tere, daha önce böyle bir düşmanla karşı karşıya gelmiş ve
onu sabdişı edebitmişti. Rusya, Ingiltere için artık tehlike
olamazdı. 3i Ağustos 1907 tarihli Rus - Ingiliz anlaşması ile
Ingilizler, Rusyayı İranın şimalinde ve petrol sâhalaTmdaıı
çok uzakta durdurmuştu. Fakat, AJmanyayı nasıl dur d ur abile­
cekti? Üstelik Almanya, Türk im paratorluğunu idare eden
iktidar ile de dosttu* Ingiltere için tehlike cidden büyüktü,
işte böyle bir zamanda ve Ortada hiçbir sebep mevcut değil-
kesn, İtalyan Donanması âniden Trabhısgarb önlerinde görül­
dü, Trablusgarb, dolayısıyle Osmanlı İmparatorluğu bir nevi
istilâya uğraraişti, Bu bas km, İngiliz diplomasisinin, muvaffa­
kiyet hâilesine geçirilecek, bir vakıa idi. Zira Italyanlar,
Afrika da, Kızıldeniz sahillerinde müstemleke talebetmişlerdi,
İtalyanların istedikleri müstemleke ise Mısır’ı tehdit ediyordu.
Halbuki Trablusgarb öyle değildi. Orada Türkler vardı; hem
İtalyan diplomatları kendilerine yakın bir Afrika toprağı olan
Tratdusgarbı raptetm ek hususunda Londradan tam bir ser­
besti elde etmişler v® bu hususta garanti almışlardı, İngiltere,
Italyantti Trablusgarb üzerinde yapacağı operasyona ses çı-
karmıyacaktı. Fakat gerek Roma, gerekse Londra hesapların­
da aldandılar. Kolay bir zafer kazanacaklarını düşünen Avru-
panm bu ild hükümet merkezimdeki diplomatlar, ilk anda
Trablusgarb’da çetin bîr mukavemetle karşılaşıldığın; görünce
şaşkına döndüler. Bilhassa Londra, Trablusgarb’a Almanların
yerleşmelerini görmektense, İtalyanların o topraklara sahip
olmasını, îtalyanm oraları zaptedip yerleşmesini istiyordu. İşi
kolaylaştırmak için de derhal tedbir aldı ve yeni bir atak yap­
tı. Bunun için en müsait zemin Balkanlardı, İngiltere Trab-
lusgarVda İtalyanların karşılaştığı Türk mukavemetini kırmak
için Osmanlı im paratorluğunda yeni bir cephe açmaya karar
verdi.
Ingiliz Entelijans Servisinin, Balkan komitacılarının ru ­
hu, dimağı olan bir Sır BosterÜ vardı. Bu adam, derhal hare­
kete geçti. Onun direktifi ve Ingiliz altından ile Osmanlı im ­
paratorluğunun kuzey batı toprakları yâni Balkanlar ateşe ve­
rildi, Bu manevralar gerek Almanyanın, gerekse Rusyanm gö­
zünü dünyanın en zengin petrol sâhalarmdan biri olan Orta-
ş arktan, dol ay isiyle Irak’tan başka istikamete çevirmek için
yapılıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun önce Trablusgarb, sonra Bal­
kanlarda başı derde sokulduğu tarihlerden sonra da Londra
Hükümeti, Royal D eutch - Shell grubunun resmi mümessili
Osmanlı İmparatorluğunun Petrole Kurban Edilişi 85

sıfatı ile, Londradaki Osmanlı Sefir-i Kebirini sıkıştırmağa


başladı. Londra, dolayısıyle Sir Henry Deterding, Musul pet­
rollerinin imtiyazını istiyordu. Londradaki Osmanlı Sefiri, pet­
rol mevzuunda tazyiklere mâruz kalırken, İstanbul’daki Alman
sefiri Baron Von Vangenhçim de Sadrâzamı çiğnemek sureti
ile Ticaret ve Ziraat Nezaretine müracaat ediyor ve ültimatom
mahiyetinde tehditler savurarak Musul’da petrol imtiyazlan
istiyordu,
1903 yılından beri D eterding’in parası ile ihtilâller ve kı­
taller bölgesi haline geieıı Arabistan Yarımadasındaki korkunç
mücadeleler, yeni rejimi müşkül durumda bırakıyordu. Akıl­
sızca yapılan bir bal ve taht değişikliği, Osmaıılı İm parator­
luğunun kaderi üzerinde çok menfi ve yıkıcı tesirler meyda­
na getirmişti. Ve bu ihtilâli yapanlar, 6 asırlık bir İm parator­
luğu kendi elleri ile parçalamak durumuna düşmüşlerdi. Çün­
kü hadiselere bakim değillerdi ve ipin ucunu ellerinden kaçır­
mışlardı.
Bilhassa Arap Yarımadasında Suudîlerin Şeyhi Suud bin
Abdülâziz’iu Ingilizlere yaslanmak suretiyle 1913-1914 yıllan
arasında çıkardığı kanlı ihtilâller, iLLihat ve Terakki Hüküme­
tini, Alman sefirinin vermiş olduğu ültimatomu kabule mec­
bur etmişti. Osmanlı imparatorluğu Ticaret ve Ziraat Neza­
reti, 1914 senesi 19 M art tarihinde Musul civarındaki Gayya-
re’nin takriben 2 kilometre kadar batısında bulunan Aynıgazel
mevkiîndeki petrol sâhasmda Almanlara ve bu arada muhte­
lif eşhasa birer seneyi geçmemek üzere ve biner lira yıllık kira
mukabili imtiyazlar vermeğe başladı.

OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN PETROLE


KURBAN EDÎLİŞI

Birinci Dünya Harbinin başladığı 1914 yılına kadar dün­


ya siyasetinde söz sahibi iki hâkim ve kudretli devlet vardı.
Ingiltere ve Almanya... Her iki Devlet de «Dünya Hâkimi­
yeti» uğrunda bilhassa Avrupa da şiddetle mücadele ediyor­
lardı- Petrolün büyük kudretini Almanya da en az îtigfltere
kadar anlamış bulunuyordu. Bu bakımdan Kaiser Wilhelm
kendisine «Dünya hâkim iyetbnm garantisini veren muazzam
Alman Orâuhtnm ve hakikaten çok kudretli bir seviyeye yük­
selmiş olan Alman Donanmasını tahrik edecek olan muharrik
kuvvete, yâni petrole şiddetle ihtiyaç hissediyordu. Bu mak­
satla Birinci Dünya Harbinden çok evvel de harekete geçmiş­
ti. (Doyçe Bank)m da iştirak ettiği ve yüzde yüz Alman ser*
mayesi ile Oropeişe Petroleum Union adı altında bir petrol
tröstünün temellerini attı. Bu tröst, Sır Henry D eterdin g ile
Rockfelîer'in mücadelesinde mutavassıt rol oynuyor, Almari­
yanın ihtiyacı olan petrolün mühim bir kısmını dev Tröstler
arasında cereyan eden mücadelelerden bilistifade elde ettiği
basit ve küçük imtiyazlarla temin ediyordu. Bu imüyazlarm en
mühimmi ise Romanya petrolleri idi.
Deterding, Oropeişe Petroleum Union’nun oynamak iste­
diği oyunu ve ondan gelebilecek tehlikeyi zamanında sezdi ve
tedbir aldı, Deterdîng, dünyanın her tarafında olduğu gibi,
borsalarda da adamları vasıtasiyle istediği ân, dilediği spe­
külasyonu yapabilecek dutum da idi, İşte Oropeişe Petroleum
Union*dan gelmesi muhtemel tehlike kargısında, binbir dalave­
reli süpekülâtif oyundan sonra Deterding, bu tröstün hisse se­
netlerinden mühimce bir kısımnı eline geçirmeğe muvaffak
oldu. Bu hisse senetlerini ehne geçirdiği andan itibaren de,
Rockfellere karşı daha emin bir şekilde mücadele imkânlarına
kavuşmuş oldu. Deterding’in Oropeişe Petroleum Unİon’da
elde ettiği hisseler Kaîser Wilhe3mi çileden çıkardı ve bir gün
aldığı bir kararla Alman Devlet Bankasını bu işi tasfiyeye m e­
mur etti.
Alman Devlet Bankası Rayh Bank, D eterding’in Orope­
işe Petroleum Union ile olan alâkasının kesildiğini ve elinde
bulundurduğu hisse senetlerinin bedelinin derhal tasfiye edı-
leceğini ilân etti. Rayh Banksın bu kararı adetâ bir barp ilâm
mahiyetindeydi, Alman İmparatoru Kaiser Willıelnı Deter-
dingün elinden yakasım sıyırmak için bir harbi dahi göze ala­
bileceğini tek taraflı bir kararla, mezkûr petrol tröstünü tas­
fiye ettiğini ilân etmekle göstermiş oluyordu.
Bu karar Londrada sinirli bir bavanın meydana gelmesine
sebep oldu. Londra ateş püsküniyordu, Bu bareket «gangs­
terlik» olarak vasıflan dirildi. Fakat, hiç bir netice alınamadı.
Almanların karan kat’iydi. İş işten geçmişti. Londranın reak­
siyonuna, Ordularının m anevraları. ve Donanmasının Baltık
limanlarından Şimal Denizine açılması şeklinde cevap veren
Almanlar, bu emrivakiide böylece kaba kuvvete dayanan bir
gösteri île Örtbas edebildiler.
Londra, d olay isiyle Deterding, bu kuvvet gösterisi karşı­
sında fazla direnemedi. Alman emrivaki! kabul edihnişti. Bir
petrol şirketinin hisse senetleri için bir devletin bütün ordu­
ları, bütün bahrî kuvveti adetâ seferber edilmişti. îngilizler
boyun eğmişti. Zira Alman İmparatoru Kaiser \Vilbelm açıkça
tehdit ediyordu. İmparator, bu gerginlik günlerine rastlattığı
nutuklarından birinde şöyle diyordu:
«Gök kubbesi yere düşse, onu iki milyon Alman süngüsü­
nün ucunda durdumb ilirim,»
îşte Londrayı da, D eterdi ngi de Rayh Bankın emri v aki­
me boyun eğmeye mecbur eden kuvvet bu idi...
Bu tarihten sonra esasen çalıştığı Avrupa Petrol sâhalarma
daha da rahat bir şekilde yerleşen Oropeişe Petroleum Union,
kendi petrol sâhalarmda dilediği şekilde çalışmağa başladı.
Orta-şark petrol, sâhalarında ise İngilizlerle amansız bir mü­
cadeleye gjrdi.
Berimde, Wilhelm Strase’dekı Alman diplomatları, yeni
petrol imtiyazları elde etmek için Alman bankerlerine en ge­
niş yardımları yapacaklarım vaad ettiler ve bu vaadlerini de
yerine getirdiler, Rayh Bank, petrolü elde etmek için adetâ
bankerlerin ve jeologların emrine girdi. Bilhassa Doyçe Ori-
ent Bank bu vâdide en çok çalışan bir müessese haline geldi.
Alman Devlet Bankasının açık kredi ile giriştiği müca­
delede Avrnpamn hemen bütün petrol sâhalarısıda imtiyazlar
ve hisseler elde etti. Doyçe Orien Bank, Osmanlı İm paratorlu­
ğundan Bağdat, demiryolu imtiyazını aldıktan sonra İngiltere
ile Osmanlı im paratorluğu toprakları üzerinde mücadeleye
girişti ve mühim mikyasta da bu mücadelesinde muvaffak
oldu.
Almanların bu muvaffakiyetinin neticesi olarak İngiltere-
ye tefevvukları Birinci Cihan Harbinin başlangıcına kadar de­
vam etti. Birinci Cihan Harbinin başlaması üe Deterding,,
dünya petrol sanayimde yine dünyanın nâzımı oldu,
Standard Oil ile harp müddetinçe yürürlükte olmak üze­
re iki tröst arasmda bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma ile
Standart Oil ve Royal Deutch - Shell grubu her türlü müca­
deleyi bir tavafa bıraktılar ve müşterek düşmana karşı müca­
deleye başladılar. Birinci Dünya Harbinin şartlarına göre kor­
kunç derecede artan ve münhasıran harbin kazanılmasında
kullanılan petrol istihsalinin bir kısmını Deterding temin edi­
yordu, O tarihte, yâni Birinci Dünya Harbinin başladığı ta ­
rihten takriben 30 yıl kadar önce, Hollanda Hindistanında ay­
da 50 frank civarmda kazanan adam* harbin masraflarına ta­
hammül edemiyen Fransaya petrol satm alabilmesi için üç-
yüz milyon altun frank İkraz ediyordu, Bu adam, Royal D e­
utch - Shell grubunun mutlak hâkimi, dünya petrollerinin üç­
te ikisine sahip ve Ingiltere ve Britanya İmparatorluğunu, pet­
rol varilleri üzerinde dünya haritasını değiştirmeğe muktediı
bir imparatorluk haline getiren Siv WiUiam Augustus Henr>
D eterding idi...
Birinci Cihan H arbine iştirak eden devletlerin genel kur
maylan, harp makinelerini harekete geçirebilmek için, meşru
veya gayri meşrû yollarla DeterdingMen petrol satın alıyor­
lardı. Harp bütün şiddetiyle devam ederken, Deterding sade­
ce bir şeyi düşünüyordu; Orta-şark petrollerini...
Deterding, Orta-şark petrol sâh alarmı elde edebilmek
için de o toprakların sahibi Türkleri, petrol mıntıkalarından
atmanm lüzumuna inanıyordu. Tiirkler Arap Yarımadasından
mutlaka çıkarılmalı idi. İngiliz Ordularının Arap Yarımadasın­
da yaptıkları bütün muharebelerin hedefi, dünyan m sayılı
petrol sâhalarma ve rezervlerine sahip Irak topraklarıydı.
Petrol için çöller kana bulanıyor. Nesiller kırılıyordu. İn­
giliz Genel Kurmayı, neye mal olursa olsun, Irak’ı mutlaka
zaptetmek, hergün artan petrol ihtiyacına cevap vermek için
bu pâhalan eline geçirmek istiyordu. Aslında bu sâhaları al­
mak istiyen Deterding idi. Ingiliz kummyları, bu işi gerçek­
leştirmek için geceli gündüzlü çalışmalardan sonra bir hare­
kât plânı yaptılar; bir seferi kuvvet hazırladılar ve başına
mümtaz bir kumandan tayin ettiler.
Türk tarihinin General Townsend olarak tanıdığı bu ku­
mandanın elinde modern silâhlarla mücehhez 45 bin kişilik
bir ordu vardı. Bu ordu ile çok şeyler yapacaklarını ümid eden
İngiltere, Arabistan cephesinden taarruza geçti. Ingiliz ordu­
su, başlangıçta kurmaylarının tahminlerine uygun olarak,
Irak sahralarında rahatça ilerliyordu. Onlara göre, Musul p e t­
rol sâhalarmm işgali, gün meselesi idi. Fakat İngiliz Erkânı
Harbiyesinin de General T o^nsend’in de, hattâ Deterding'in
de akıllarına gelmiyen bir hâdise vuku buldu. General Town-
send’in Musul petrol sâhalarma doğru süratle ilerhyen ordusu,
Kütülammare’de bîr kayaya çarptı. Henüz kırk yaşına girme­
miş, mağlûbiyet nedir bilmeyen, Freliklerin «Aleksan») Türk
Tarihinin ve Türk Ordusunun Ali İhsan Paşa olarak tanıdığı
asker, süriatle ilerliyen îngiîiz Ordusunun ileri harekâtım dur­
durdu. Yapılan muharebeler sonunda da Townsend’in ve İn-
gilizlerin bel bağladıkları b u OrduT Kütülammare'de kuman-
(1anları ile birlikte bu genç Türk Pahasına esir oldu...
Devrin en modern silâhlarıyla teçhiz edilmiş 45 bin kişi­
lik ordunun mağlûp olması ve kumandanının esir edilmesi,
Deterdîng'in gözlerini açmağa kâfi geldi. Bu mağlûbiyet, ona,
Türkler mağlûp edilmedikçe Musul petrollerini unutması icap
ettiğini anlatmağa kâfi geldi. Ve hakikaten mütarekenin ilân
edildiği güne kadar da Musul'u unuttu. Fakat buna rağmen
bazı tedbirler almaktan da geri kalmadı. En mâhir ajan­
larım Türk Ordusu ile Türk Devletinin çökertilmesi için sefer­
iler etti. Bu ajan ordusunun içinde bütün dimyatım çok yakın­
dan tanıdığı La w ren s de vardı. 1916 yılından itibaren Arap
farım adasın da vazifeye başlayan bu adam, hiçbir zaman klâ­
sik mânada bir casus olmamış ve hayatı boyunca petrolcüle­
rin hizmetinde ve emrinde çalışmıştır. Bu ajanlardan bir di­
ğeri de Türk umumî efkârının çok j'akradan tanıdığı, Kıbrıs
Umumî Valiliği yapmış olan Sir Food idi.
Fakat, bu ajanların aralarında bir tanesi vardı, ki son de­
rece sayam dikkat bir insandı. Bu, Arap Yarımadası üzerinde­
ki bütün petrol haklarım Ingiltereye tek başına kazandıran
Miss. Gcrtrud Bell idi. Ve bu müthiş kadm Lawrensin emri­
ne verddığf âna kadar, Laıvrens, Arabistan Yanmadasjnda
herhangi bir muvaffakiyet kazanmış değildi.
G ertrud Bell, La\vrense Kahiredeki bürosunda mülâki ol­
duğu zaman, sorduğu bir sual üzerine Lawreııs ona şu cevabı
veriyordu;
«— İngiltere'nin, 1913 Ekiminde Quin Elizabeth zırhlısı­
nı denize indirdiğini biliyorum. Mazot yakan ilk zırhlılarımız­
dan birincisi olan bu zırhlı için şimdi ağır yağlar meselesini
halletmek lâzımdır!»
LawronsTın Kahire’de, yardımcısı Miss Gertrud Belle
söylediği bu sözler, İngiltere’nin Birinci Dünya H arbine niçin
Osmanlı İmparatorluğunun Petrole Kurban Edilişi £11

sebebiyet yerdiğini ifade elmek bakımından çok dikkate şa­


yandır. Bu tarihten çok seneler sonra, bir başka Ingiliz, Mr,
Churcbill, îngiliz Avam Karamasında şöyle haykıracaktı:
«Efendiler, şunu iyi biliniz, ki bir damla petrol bir damla
handan daha ktyrtveilidirh
Lawrens ve Gertrud Bell İngiltere için cn mühim mesele
olan ağır yağlar meselesini halletmek üzere vakit geçirmeden
harekete geçtiler, Lawrensin Osmanb İmparatorluğuna sadık
şeyhleri kandırmak için giriştiği teşebbüs- akamete uğradı.
Lawrens, Arapçayı çok iyi bildiği halde, neden muvaffak ola­
mamıştı? Bunun sebebi kat1! olarak bilinmemektedir. Lâkın
kendisinin muvaffak olamadığı, bundan sonra da Miss Gert-
rud BelÜin kendisine yardımcı olarak gönderildiği de bir va­
kıadır. Ancak, Lawrens'in muvaffak olamamasının sebeplerin­
den biri olarak, Emir Faysalı, kurmayı tasavvur ettiği Suriye
Devletinin başına getirmek istemesine, Vahabilerin Reisi Snud
Bin Abdülâzizin şiddetli muhalefeti olduğu söylenebilir,
Lavvrens’in muvaffakiyetsizlikle neticelenen teşebbüsü
üzerine Miss GeTtrud Bell harekete geçti, Gertrud Bell Oxfovd
üniversitesinin Doğu ilimleri bölümünden mezundu. Bütürı
Arap lehçelerini çok iyi biliyordu.
Deve sırtında, bir delil ve yanından eksik etmediği maden
sodası şişeleri yüklü bir deve kervanı ile çöllerde aylarca do»
laştı. Bir kadın için bu çok ağır bir işti. Çölün bir tarafında
askerler ,birbirlerini boğazlarlarken, öbür tarafında da Miss
Gertrud Bell «İngiliz Petrol împaratorluğıı»nun haşmetine
Irak ve Hicaz petrollerini de ilâve etmek için sinsi bir müca­
dele yapıyordu, Miss G ertrnd Bell, aylarca devam eden bu
çöl yolculuğunun sonunda, Emir Faysalın büyük Suriye Kral­
lığına isyan eden, kırk kadar kabile şeyhini gtinün birinde, bir
vdbada toplamaya muvaffak oldu. Ve böylece de Ijînvren&’in
plânını tatbik etti* Bunlara ayrı ayrı ve bol miktarda İngi-
1iz altıınu dağıttı. Bu kırk adamı. Emir Faysalın Suriye Kıral*
lığım tanımağa ikna etti. Artık Suud Bin Abdülâziz’in muhale*
feti bir tarafa atılabilirdi ve dâva kazanılmış sayılabilirdi, Os^
manii İmparatorluğunun Mekke Şerifi, Hüseyin’in oğhı Faysal,
bu toplantıdan sonra 1920 senesinde aktedilen San Remo kon­
feransının akdine kadar Büyük Suriye Kralı Birinci Faysal un­
vanını iktisap ederken, İraktaki zengin petrol sâhalarmm im ti­
yazını da îngiliziere veriyordu.
Birinci Cihan H arbini müteakip, Osmanh İm paratorlu­
ğundan koparılıp alınmış olan Arap Yarımadasında bir sürii
devlet türedi. Bu yeni ve âfizL devletlerin hudutları Deter-
ding’in mütehassıs elemanları tarafından tespit edildi. Ve bu
hudutlar Cemiyet-i Akvam’da resmî İngiliz delegasyonu tara­
fından dünya devletlerine âdeta zorla tasdik ettirildi. D eter­
ding’in ad a mİ a n yeni teşekkül eden hu devletçiklerle şeyh­
liklerde perde arkalarında olmalarına rağmen en mümtaz mu­
ameleyi görmekte ve en mühim müşavirlik vazifelerini ifa e t­
mekte idiler. Lawren&, Gertrud Bell, Sidney Beyi (Roznblum)
Fransanm, «Büyük Suriye» projesine şiddetle muhalefeti üze­
rine sadece İrak Kralı Birinci Faysal ünvanmı alan Kral F ay ­
salın mahrem-i esrarı oldular. Filbi (Abdullah) ise*, Suudi Ara­
bistan Em in Snud Bin Abdülâziz’in hususî müşaviri oldu.
Ancnk bütün bu hâdiselerin arkasında bazı gerçekler sak­
lıydı: Bu devletler nasıl teşekkül etmişti? îngilizler; bn dev­
letlerin teşekkülünde hangi gayeyi esas olarak kabul etmişler­
di? Bunun cevabı bugüne kadar birçok noktadan verilmeğe
çalışıldığı halde henüz meselenin hakikî cephesine vuzuh ve­
rilememiştir. Biz burada bu hususda bazı misaller vermek su­
reti ile, îngilizlerin petrol bahsindeki titizliklerine temas ede­
ceğiz, Böylece, Arap Yarımadasında kurulmuş olan devletçik­
lerin petrol yatakları üzerindeki Ingiliz niyetlerinin, dünyaya
kaça mal olduğunu da izah etmiş olacağız.

* Moskova'ya kaçan meşhur Kilm Filbi’tıin babası.


Birinci Cihan H arbi henüz başlamamıştı. İngiliz Hükü­
meti* Istanbuldaki sefiri vasıtasıyle İttihat ve Terakki Hükü­
metini tehdit etmiş, Musul petrol sâbalarmm imtiyazım iste-
inişti. İngilizler, aynı zamanda Londradaki sefirimizi de bu
imtiyazı elde etmek için sıkıştırmaya ve tedhide başlamışlar­
dı. Nihayet ittihat ve Terakki Hükümeti bu tazyikler karşısın­
da boyun eğmeye ve İngilizlerle müzakerelere girişmeğe karar
verdi.

CAVÎD BEYİN LONDRA SEHAYATI VE ELDEN


ÇIKAN PETROLLER
Ingilizler, Osmanh Hükümeti nezdinde tazyik de bulu­
nurken, İngiliz tezgâhlarında^ Osmanlı imparatorluğu hesabı­
na yapılmakta olan ve bedelleri tamamen tediye edilmiş bu­
lunan Sultan Osman, Reşadiye ve Fatih Zırhlılarını da koz
olarak kullandılar. Ingilizler. Musul üzerinde petrol imtiyazı
verilmediği takdirde milyonlar değerindeki harp gemilerimizi
vermiyeceklerini söylüyorlardı. H attâ bu gemileri almak üzere
Rauf Orbay’m başkanlığı altında giden bir Türk heyetini de
geri çevirmişlerdi, işte bu ve buna benzer tehditler sonunda
Türkiye îngiltereye boyun eğmek zorunda kalıyor ve Cavid
Beyin Londra seyahati takarrür ediyordu.
1914 yılı M art ayımn 10 na takaddüm eden günlerde,
Londra’da hummalı bir faaliyet vardı. Bu faaliyet, Doyçe Ori-
enL Bank mümessilleri ve Royal Dcutch - Shell grubu mümes­
silleri arasında imza edilecek bir anlaşma ile alâkalıydı, Bu
anlaşmayı hazırltyan sebepler arasmda Osmanlı Maliye Nazın
Cavid Beyin Londra7da giriştiği bîr takım faaliyetler başhea
âmil olmuştu.
Birinci Cihan H arbi patladıktan fakat Osmanlı im para­
torluğu bu harbe iştirak etmeden kısa bir m üddet önce, petrol
müzakerelerinde bulunmak üzere Cavid Bey Londra'ya git­
mişti. Yanında Düyûn-u Umumiyede mühim bîr mçvkiî olan
ve kendisine Ermeni lıânedanına mensup bulunduğu süsünü
vererek kendi kendine prens diyen KaJust Gülbenkyan vardı.
Birlikle yaptıkları bu seyahatten sonra Londra’da dethal m ü­
zakereler başladı. Cavid Bey İngiliz Hâriciyesi ile müzakere­
ler yaparken, İstanbul'dan, Sadrâzam Sait Halim Paşadan al­
dığı acele bir dâvçt üzerine derhal İstanbul’a döndü. Kabine
fevkalâde bir toplantı için kendisini dâvet ediyordu. Cavid
Bey Londra’dan ayrılırken Osmanlı İmparatorluğunun başla­
mış olan Birinci Cihan Harbine katılacağını, daha doğru ta ­
biri ile Devletin Enver Paşa ve Alman Amirali Şuson’un emri
vakileri ile harbe gireceğini düşünemedi. Beraberinde Londra -
ya götürmüş olduğu Cıilbenkyan,ı müzakerelere Osmanlı Dev­
leti adma devam etmek üzere orada bıraktı. Cavid Bey, kısa
bir müddet sonra Londra’ya tekrar döneceğini ve petrol mü­
zakerelerine yeniden devam edeceğini ümit ediyordu. Fakat
düşündüğü olmadı ve Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya
Harbine girdi. Artık yapacak birgey yoktu. Gülbenkyan Ltm-
dradaydı ve Osmanlı Devletinin mümessili olarak petrol mü­
zakerelerine devam ediyordu, Ingİlizlerin ellerine muazzam
bir fırsat geçmiş oluyordu. Bunu mükemmel bir şekilde de­
ğerlendirdiler ve Gülbenkyan ile bir anlaşma imzadılar. Bu
anlaşma ile de îngilizler, sonradan zorla girdikleri Musul’dan
bir daha çıkraıyacaklar ve Orta-şark petrollerini diledikleri
gibi kullanacaklardı. Bu anlaşma, bir eski Türk vatandaşım
«Mister Yüzde Beş» olarak dünyanın en büyük zenginleri ara­
şma soktu. îngilizler aynen İranda olduğu gibi, Irak petrolle­
rini cîe akla gelmedik bir yolla ellerine geçirdiler,
\ Yukarıda izah ettiğimiz 19 M art 1914 tarihine tekaddüm
eden günlerde Londra’da devam ettiğini işaret etliğimiz Dey-
çe Orient Bank ile Royal D eu teh-Shell grubu arasında m ü­
zakereler, işte Cavid Beyin bu idraksizliğinin bir neticesi ola­
rak meydana gelmiş ve h e r iki müessese arasında akdedilen
anlaşmada, en büyük rolü îngilizler tarafında bulunan Kahıst
Gülbenkyan ile Sır E- Cassel oynamıştır, Bu tarihte, Londra-
Cavid Beyin Londra Seyahati ve Elden Çıkan Petroller 95

da İngiliz Hariciye Nezaterinin bir odasında Almfcn Bankası


mümessilleri ile Sir E. CasseTm hazırladığı anlaşmayı imza e t­
liler, ve {The Turkish Petroleum Company Limited) teşekkül
etti. IJu anlaşmaya göre yeni şirketin hisseleri şöyle teshil
edildi. Hisselerin yüzde ellisi İran petrollerinin hâkimi olan
İngiliz Bahriye Birinci Lordluğp ve Entelijans Sertisin hâkim
bulunduğu D ’Arcy grubu adı ile faaliyet gösteren gruba, yüz­
de yirmi beşi İngiliz petrol tröstünün kollarından biri olan
Anglo Saxon Petrolenm'a ve geri kalan yüzde yirmi beşi de
Doyçe Orient Bank5a aitti,
Almanlar Türkiye ile ittifak halinde bulundukları bir
devrede dahi kader birliği ettikleri müttefiklerini petrol yü­
zünden arkadan hançerlemek gibi izahı mümkün olmayan biı-
ihanetle karşı karşıya bırakmış ve petrole ancak bu sayede sa­
hip olabileceklerini zannetmişlerdi.
The Turkish Petroleum Company Limited, Londrada im­
za edilen anlaşmanın üzerinden 11 gün geçtikten sonra, 30
M art 1914 de Osmanlı İmparatorluğu Ticaret ve Ziraat Neza­
retine m üracaat ederek bütün Irakla şamil olmak üzere petrol
imtiyazı talebinde bulundu. Cavid Beyin hatâsı yüzünden
meydana gelen bu emrivaki karşısında, İttihat ve Terakki is­
ter istemez bu imtiyazı verdi ve böylece îngilİ 2 İer Irak petrol
sâhalarına yerleşiverdiler*
Gerek Ingilizler gerek Almanlar Musul’da elde ettikleri
petrol hisse ve işletme imtiyazların], Osmanh İmparatorluğu
fiilen harbe girinceye kadar ellerinde ancak tutabildiler* Os­
manh İmparatorluğu, harbe girdiği andan itibaren, gerek im­
tiyaz gerekse işletme haklan işlemez oldu* Fakat îngilizlerin
elinde Osmanh İmparatorluğu adma, Musul'da kendilerine
petrol imtiyazı veren Gülbenkyan'ın imtiyaz anlaşması m ev­
cutlu. Ve bu anlaşmadan harp sonrası, Türkiye Cumhuriyeti­
ne çok pahalıya mal olan bir takım neticeler meydana gelmişti.
Bu neticelerin başında Musul'un Türkiye hudutları dışında
bırakılması yer alır, Böylece Musul, bir daha Türkiye^e dön­
memek üzere elimizden çıkmış oldu. Filvaki harp miiddetince
işlemiyeıî Irak petrolleri imtiyazı anlaşması, harbin sonunda
ve Irak, Osmanlı Jmp ara torluğun d an ayrılıp, müstakil bîr dev­
let haline geldikten sonra tahakkuk etti,
îngilizlerin, Almanlarla birlikte ve Gülbenkyan’m aracılı­
ğı ile elde ettiği imtiyazdan sonra, Henry Deterding ile Doyçe
Orient Bank arasında imzalanan anlaşma, îtilâf-ı Müselles (üç­
lü ittifak İngîliz-Ru s-Fransız) devletlerinden Rusya île Fran-
sayı rahatsız etti. Bir kader birliğine girmiş olan bu üç dev­
letten ikisi, Fransa ve Rusya, Almanlarla devam eden harbin
sonuna kadar susmayı ve ondan soma harekete geçmeyi ka­
rarlaştırdılar. Fakat hâdiseler sür’atle ilerliyordu. Gerek Rusya
gerek Fransa, harp sonunda Almanların Doyçe Banldın elinde­
ki hisseleri almak üzere gizliden gizliye Ingiltere ile temasa
geçtiler. ,H er iki devletin yaptığı sondajlar su yüzüne çıktı.
Harbin ilk aylarında Musul petrolleri üzerindeki Alman hak­
larının harp sonunda bir karara bağlanması şeklînde netice­
lendirilen bir konferans aktedildı. Ve böylece Musul petrolleri
meselesi muvakkaten feshedilmiş oldu,
1917 yıhnın Ekim ayında, Rusyadaki «sosyal demokrat
harekâtı» şeklinde Kerensky tarafından organize edilen karı­
şıklıklar, sonradan bolşevik ihtilâli şeklinde tezahür edip Rus­
ya komünisdeşince, Ingiliz petrolcüleri ve tabiî başta D eter­
ding olmak üzere, geniş bir nefes aldılar. Şimdi karşılarında
kendilerinden Musul petrolleri üzerinde hak iddiasmda bulu­
nan yalnız Fransa vardı. Fransayı ise yola getirmek Deterding
için mühim değildi. Zira, daima Ingiliz menfaatleri istikame­
tinde gelişen bir faaliyet göstermiş olıuı Rotchıld ailesinin bir
kolu Fransa'da idi. Ve bu ailenin o kolu, Fransanm bir nevi
bankeri durumundaydı, Fransa, Ingiltere - Rusya ve Fransa
arasında harbin başlamasından kısa bir m üddet sonraki Musul
petrolleri anlaşması ile tatmin edilmiş değildi. İngilizlerle giz­
lice bir aolagma zemini aradı ve buldu. İngilizlerle 1918 yılın­
da başlıyan müzakerelerde Fransa, Doyçe Bankku Musul pet­
rolleri üzerindeki hisselerine talip olduğunu resmen ortaya
koydu. Fransa artık rahattı. Zira harp sonrası zengin petrol
sâhalarma hissedar olarak iştirak edecek ve Fransanın muh­
taç bulunduğu petrolü elde etmiş olacaktı. Fakat, itiraf etmek
lâzım dır, "ki Fransa, bu hakkı elde etmek için bazı fedakârlık­
larda bulunmak mecburiyetinde kaldı. Fransızlar, imtiyaz hu­
susunda bir neticeye ulaşabilmek için Ingİlizlerin petrol men­
faatlerini on plânda tuttukları «Büyük Irak Projesine» itiraz
ettiler, Îngilizler ise, bu hususta herhangi bir tâvize yanaşmak
istemediler. Çetin müzakereler sonunda, Fransanın, «kadim
hûklartmiz m evzuu bahistir» dedikleri Suriye üzerinde bir an­
laşmaya vardılar. Bu anlaşmaya göre: «Büyük I r a k Projesi»
bir tarafa bırakılıyor ve onun yerine «Irak ve Suriye Projesi»
ikame ediliyordu. îngilizler, petrolün bulunduğu topraklan bu
anlaşma ile kendilerine akkoydular, Fransaya, asırlar boyun­
ca Katolik kilisesi île girdikleri Suriye üzerinde hak tanıdılar,
fîu anlaşmaya varmak pek kolay olmadı; müzakereler bir kaç
defa inkıtaa uğradı.
Bir aralık müzakerelerden ümidini kesen Fransa, araya
bizzat Reisicumhur Poiııcarâ’yi soktu. (Puunkare)niıı m üdaha­
lesi ve ağır basmasıdır, kî îngihzleri, Fransa’nın Suriye üze­
rindeki haklarım tanımağa mecbur etti.
Petrol beynelmilel siyasette bir defa daha rol oynamış ve
Orta-şarkta bir yerine, iki devleti dünya haritasına oturtmuştu.
Yukarıda izah ettiğimiz ve Kahıst Gülbenkyan’ın sayesin­
de Ingİlizlerin eline geçiveren Musul petrolleri üzerinde ku­
rulmuş olan (The Turkish Petroleum Company) pek fazla
ömürlü olmamış ve San Remo anlaşması ile feshedilmiştir.
Böylece bu şirketin yerine (The Irak Petroleum Company) ku­
rulmuştur. Bu anlaşmaya göre, yeni petrol şirketinin hıssedar-
liii'L ve aldıkları hisseler şöyle tesbit edilmiştir:
Near E ast Development C, % 23,75 (Ingiliz)
Ray al Deutch Grubu % 23,75 (Ingiliz - Hollanda)
Arıglü îm nian % 23,75 (Ingiliz)
Compangnie Francaise % 23,75 (Fransız)
Kalust Gülbenkyatı % 05,00

The Irak Petroleum Company teşekkül ettiği sıralarda


Sevr muahedesi hükümlerini kabul etmeyen Türk Milleti, Ana­
dolu’da çok şiddetli bir mücadeleye başlıyordu. Bu mücadele,
bir milletin haksızlığa karşı ayaklanmasıydı. Bu mücadelenin
başında bulunanlar, o sıralarda Irak petrolleriyle meşgul ola­
bilecek durumda değildi. Nitekim D etetdm g de bunu biliyor
ve İrak petrol sâhalannda rahatça işlerini yürütüyordu.
San Remö anlaşması ile Orta-şarkta ortaya çıkardan Âri-
zî iki devletin hudutları tesbit edilmişti. Bu bakımdan Ingiliz-
ler için çekinilecek herhangi bir nokta kalmamıştı. Rahatça
petrole eğilebilirlerdi. Vakit geçirmeden hazırlıklara başhyan
Ingılızler, yeni İrak devletinin petrol sahasını 75 bin kilomet­
rekare üzerinde dört bölgeye ayırdılar. Bu taksimat şbyle idi;
A — Kerkük mıntıkası: Karadağ'dan şimal batıya kadar
olan kısım, (cem’an yüz yirmi kilometre genişlik),
B — Fırat nehrinin batısından başiıyarak, Kuveyte kadar
uzanan sftha,
C — Bağdacfriî cenubundaki D ıd e ile Fırat arasında bu­
lunan ve Basraya kadar uzanan sâha,
D — Şimaldeki Jıbs tabakalarından meydana gelen kum­
luk sâba,

YUNAN ORDUSUNUN ANADOLUYU İSTİLASI


The İrak Petroleum, bu sahalarda petrol ararken, siyasî
reaksiyonu çok geniş, mühim bir hareket oldu.
Bütün dünya matbuatı, esrarengiz ve efsanevî servetinin
menbaları hilinımyecek kadar karanlık bir adamdan bahset­
meğe başladı. Bu karanlık işler çeviren adam, Türkiye'de
Muğla'da doğmuş; çocukluk devreleri ilö ilk gençlik yıllarını
memleketimizde geçirmiş, sonra da talihini yabancı diyarlar­
da aramış ve değerlendirmiş olan Zaharyas Vasileos Zaharof-
tu, Bu adam, dünyayı harbe sokan petrolcülerin ve silâh fab­
rikatörlerinin ortağı idi. Hakikatte petrolcülerin ortağı mıydı?
Rıı suale cevap vermek çok güçtür. Yalnız, bilinen bir şey var­
sa, o da, bu adamm, D eterding’in emrinde oluşu idi. Bu adam,
efsânevi servetini petrol nehirleri ve silâh yığınlarından kazan­
mıştı. Bu serveti kendisine kazandıranları onun dizginlerini
hiçbir vakit boş bırakmamışlar ve daima bir ajan, bir piyon
gibi kullanım şiardır. îgte bu sefer de aynı adam tekrar ortaya
çıkarılmış bulunuyordu,
Dünya petrolüne hâkim olan Royal Deutch - Shell GnıjV
un başı, dolayısıyle dünya siyasetinin kendi menfaati İsti­
kam elitıde nâzımı olan Henry Deterding, Osmanlı im para­
torluğunu yeşil çuhalı masalar etrafında ilk Cihan Harbi so­
nunda diplomatlara tasfiye ettirdikten sonra bile Orta-şark-
ta kendisini emniyette hissetmiyordu.'Zira, Anglo-tranian P et­
rol Şirketi, Rusya ve Amerikalıların İranda giriştikleri muka­
bil hareketlerle müşkül durumda idi. Bir takım yeni işler çe­
virmek, dünyanm gözünü bir başka hâdiseye döndürmekten
başka çıkar ve kurtuluş yolu olmadığını anhyan Deterding,
daima bu tip karanlık işlerde kullandığı Vasıl ZaharoPu Iran­
daki durumu düzeltecek tedbîrleri almak üzere harekete ge­
çireli. Deterding, aynı zamanda Ingiliz Başvekili hloyd Ge-
org’u da bu iblisçe plânına ortak etti. Bu plân, onlar için gayet
hasitti. Ve ellerinde bu işi yaptırabilecekleri bir adam vardı,
lılsason hayâlperest bir ırk olan Yunanlılar, bu adam vasıta­
sıyla «Büyük Yunanistan» projesini kabul edebilirler ve silâh­
sız bir millet halinde Anadolu'da yaşıyan Türk Milleti üzerine
bir askerî harekâta şevke debi]ırlerdi.
Lloyd Georg, bu plânı Venizelos*a açtığı zaman, sabık
Osmanlı vatandaşı ve Galatasaray Sultanisi (Lisesi) mezunu
Yunan Başvekili Venizelos kulaklarına inanamadı.
Tardı sahnesine çıktığı 1821 tarihinden bu yana Megalİ-
idea siyaseti ile «Büyük Yunanistan» hülyası peşinde koşuşan
bu şımarık milletin Başvekili Venizelos, Lloyd Georg*un tek­
lifi karşısında adetâ şaşkına döndü. Ve İngılterenin yaptığı bu
teklife sonunu düşünmeden «EVET» dedi.
İngiltere, Yun anlıları Anadolu’ya sevkederken, ona m ad­
di ve manevî her türlü müzahereti göstereceği teahhüdünde
bulundu. Ayrıca, Yunanistana Anadolu'da girişeceği istilâ h a­
rekâtı için lüzumlu büüin harp malzemesini de verecekti. Yu­
nanistan^ vaadedilen menfaatler arasında bu husus da mev­
cuttu, Venizelos, Lloyd Georg'ıın teklif1erini havi çantası ik
adetâ bir kuş gibi Atmaya döndü ve Kral Konstantüı/i bu bü­
yük hayâle inandırdı.
fngılızler Yun an ıs tanı «Anadolu Macerasına» sürüklerken
iki noktayı hedeflerine ulaşmak bakımından esas kabul etmiş­
lerdi, Orta-şarkta ki petrol menfaatlerini böyle bir siyasî ve as­
kerî harekâtla emniyete almak, hergün biraz daha şımaran ve
arkası gelmem tekliflerle baş ağrıtan Yunanistan'ı, kolu kanadı
kırılmış bir kuş haline d Öndürü ver m ek.
Zavallı dünya, zavallı Medenî A vrupa...
Petrol, bir kere daha bigünah, şerefli bir milletin toprak­
larım çiğnetecek, yiizbinlerce inşam katlettirecek, bir memle­
keti baştan başa yıktıracaktı... Ve Medenî(l) Avrupa bütün
bu vahşet karşısında kulakları sağır, gözleri kör, hâdiselere se­
yirci kalacaktı.
Yunan Ordusu, îngilizler tarafından kendisine verilen va­
zifeyi yerine getirdi. Anadolu’da yüzbinlçri katletti. İşgal et­
tiği her yeri yaktı, yıktı... Bu korkunç harekâtı Haşmetlû İn-
Yunan Ordusunun Anadolu'yu İstilâsı 101

giltere İmparatorunun Sir unvanını muhafaza eden Varil Za-


lıaroPun, parası ve D eterding’in petrolü ile yaptı, Ve böylece
petrolcüler, Anadolu faciası muvacehesinde Medenî{!) Avru-
panm yüz-karasını tarihe, insanlığa, ve medeniyete miras ola­
rak bıraktı,

Anadolu’daki mücadele çok şiddetli oldu. Türk Milleti


yedisinden yetmişine kadar ayaklandı. Ve tarihin «Şımarık
Çocuğuna* tarihi boyunca yemediği istikbalde de unutması
aslâ mümkün olmiyan korkunç bîr şamar attı. Ve Yunanistan’ın
300,000 kişilik ordusu petrolcülerin ve «Medenî Avrupa»mn
haşmetli devletlerinin dehşetten açılmış gözleri önünde Ana­
dolu’nun bozkırlarında mahvoldu* ■.
Yunan Ordusunun mahvına rağmen Deterding hedefine
ulaşmış, Anglo Iranîan durumunu düzeltmiş, Yunan Ordusu­
nun beli kırılmış, Vasil Zaharof’un milyonlarca Sterlini uç­
muştu. Fakat Jngilizlerin asıl kazancı Lozan’da olmuştu. On­
ların büyük bir inatla ellerinde tutmak istedikleri ve sahip ol­
mak için her çareye baş vurdukları Irak Petrolleri, Lozan Sul­
hunu müteakip ellerinde kalmıştı. Osmanlı fmparotrluğumm
topraklan üzerindeki mücadele bir türlü bitmek bilmiyor ve bu
topraklar üzerindeki milletlerin arasındaki çekişme hergün
biraz daha genişliyordu. Türkleri alâkadar eden bu çekişme­
nin ve mücadelenin muhtelif safhaları vardı. Bu safhalar, da­
ha çok beynelmilel konferanslarda tezahür ediyor; fakat perde
arkası oyunlar bilip tükenmek bilmiyordu. Bu anlaşmalar
içinde bilhassa San Reme, Ra pah o, Cenova ve Lozan ehem­
miyetli bir mevki işgal ediyorlardı. Lozan’da Cenup hudut­
larımız askıda bırakılmıştı. Sulh imzalanmış* fakat cenup hu­
dutlarımız tesbit edilmemişti, lngilizler Lozan’da bu neticeyi
istihsal etmek için b er türlü siyasî tazyikte bulunmuş, Bozan­
da Türkiyeyi temsil eden heyetin politikadaki acemiliği ve ba­
siretsizliği yüzünden de muvaffak olmuşlardı: Türkiye’nin ce­
nup hudutları Cemiyet-i Akvam’m kararma bırakılmıştı Bu
nedendi? Niçin bu yola gidilmişti? Aşikârdır, ki Îngilizler
Irakla olan müşterek hududum uzun tesbitinde petrolü daima
gözönİİnde tutmuşlar ve to z a n Sullı Konferansı boyunca h a­
zan tehdit, hattâ bazan daha ileri gitmek suretiyle Türk He­
yetine göz-dağı vermek istemişlerdi. İngiliz Hariciye Nazırı ve
Lozan Sulh Konferansının Başkanı Lord Gürzon’un, konferan­
sın Reisi sıfatiyle giriştiği bu taktiği muvaffak olmuş ve kurt
politikacılar önünde, cepheden yeni çıkmış, siyasetin acemisi
İsmet Paşanın riyaset ettiği esasen zayıf Türk Heyeti ta’viz
üzerine taViz vermek durumunda kalmıştı.
Nihayet, Lord Giîrzon’un istediği olmuş vc cenup hudut­
larımızın tesbiti işi üç kişilik bîr Cemiyet-i Akvam heyetine
tevdi edilmişti. Türk Hükümeti adma Cevad Paşanın iştirak
etliği bu heyet, uzun çalışmalar, bizzat yerinde müşahadeler,
IngilizLerin Irak Fevkalâde Komiserinin haksız baskılarına is­
yanla dolu bir çalışma devresinden ve heyetin hazırladığı ni­
hai raporun son kısmında aTiirk H ükümeti hukuM hakların­
dan vazgeçmedikçe Musul ve havaim hiçbir devlete verile*
mez,y> mütalâasına rağmen, Musul Sancağı petrolü ile birlikte
Türk milletinin elinden çıkmış, Türk Devletinin hudutları dı­
şına atılmıştı. Böylece, Musul’da yaşıyan Türkler de Anava­
tandan uzak kalmışlardı.
Denilebilir, ki Türk Hükümeti bu neticeyi adetâ istihsal
etmek istemiştir. Zira, Sultan Abdülhamid H an tarafından
«Memaliki Şâhane» olarak ilân edilen, bu topraklar üzerinde­
ki her türlii beynelmilel politik mücadeleyi bütün baskılara,
bütün tehditlere rağmen devlet lehine çeviren Irade-i seniyye,
İttihatçıların güzüne adetâ batmıştı. Bunu iptal ederek Musul
Petrol sahaları üzerindeki Sultan Abdülhamid H an’ın aile hak­
lan ın bütün Osmanh Hânedânı lehine değiştirmişti.
Birinci Dünya Harbinden mağlûp çıkan imparatorluk,
işte böyle bir kararla tarihe intikal etmişti. Ve bu kararm ne­
ticesi ise şüphe yok, kî Türk Milletinin aleyhine olmuştu. M u­
sul Petrollerinin, Türk Milletinin elinden çıkmasında en mü­
him rolü oynıyan sebeplerden biri de Saltanatın lâğvından ve
Ilânedânm Türk Devleti hudutları dışına çıkarılmasından
sonra, bizzat bu Hânedana ait olan Musul Petrollerini talep
edecek bir müessesenin mevcut olmayışı idi. Saltanatın lâğvı-
na karar veren ve Ati Osman Hânedâmm hudut-dışı eden H ü­
kümet, bu aileyi vatandaşlıktan İskat etmeseydi, şüphesiz ne­
tice böyle olmayacaktı... Ve Musul Petrolleri meselesi zama­
na terke dilebilir, ve bir gün halli imkânları ara m tabii ird i..-

SUUDÎ ARABİSTAN PETROLLERİ


Ingilizler, İran'da tarihte misli görülmemiş bir imtiyaz
elde ettikten sonra, «Petrol im paratorluklarının hudutlarını
genişletmek için sarfettikleri gayreti, Osmanh İmparatorluğu
hudutları içerisinde teksif ettiler, İngiliz Petrol İmparatorluğu­
nu kuran Sir Heury Deterding, Osmanlı İmparatorluğu hudut­
ları içerisinde mevcut olan petrolü de ele geçirmek istiyor, bu
suretle bütün Orta-şark petrollerini Ingılİzlerin inhisarına aJ-
mak için mücadele ediyordu. Henry Deterding, İngiliz İmpa­
ratorluğunun bütün siyasilerini, bütün kuvvetlerini kendi
ajanları yanında seferber etmişti, Türk imparatorluğu hudut­
ları içerisinde korkunç bir mücadelenin, petrol mücadelesinin
başlaması m ukadderdi.., Bu mücadeleyi, açık veya gizli dip­
lomasisini seferber eden İngiliz İmparatorluğu ile Sir Ilenry
D eterdin gün ajanları müştereken, son asrın en büyük Hüküm­
darı ve siyaset adamı Sultan İkinci Abdülbamid’e karşı aça­
caklar ve durmadan dinlenmeden, bu büyük adamın 53 yıl
devam eden saltanatı boyunca korkunç bir mücadeleye giri­
şeceklerdi.
Şayanı şükrandır, ki bu iki dev kudret, Sultan Îkînci Ab-
dülhamid’in önünde mağlûp olacak ve saltanatı müddetince
istedikleri muvaffakiyeti elde edemiyeceklerdî, Sultan îkiııci
Abdülhamid mücadelenin, münhasıran petrol mücadelesi ol-
dugu hususunda kat’l bir kanaate varm ış Osmanlı im parator­
luğu hudutları içerisinde olduğu gibi, İm paratorluğun hudut­
ları dışında da birbirleri ile şiddetli mücadeleler yapan İngil­
tere ile Alman ya Ynu bu mücadelesinden istifade etmiş ve Türk
İmparatorluğunu her türlü tehlikeden uzak tutmuştu. Sultan
Abdülhamid bu mücadeleden asrın ilk ve en mükemmel ca­
sus teşkilâtım kullanmak suretiyle muvaffakiyetle çıkabilmiş­
ti. Tarihi erimizin «Hafiye Ordusu# adım verdikleri Fakat as­
lmda devletin iç ve dış emniyetini muhafaza ile mükellef ve
dünyanın dört bir tarafına yayılmış, içlerinde yabancı sefirler,
hattâ yabancı hükümet adamlarının da bulunduğu ikibiu beş-
yüz kişilik bu kadro ile rahatça düşm anlan ile mücadele im­
kânını bulabilmiş ve bu mücadeleden de yüzünün akı ile çık­
mıştı. Ne yazıktır, ki İttihatçılar 24 Temmuz 1324 (1903) in­
kılâbından sonra her sahada olduğu gibi, bu vâdide de bir
nevi ihanet telâkki edilen adımlarım atmışlar ve ikibin beş-
yüz kişilik dünyannı en mükemmel bu casus teşkilâtını «Ha­
fiye» adı altında lânetlemişler ve dağıtmışlardır,

VAHABİ İSYANLARI
Petrol mücadelesinin ağırlık merkezini Arap Yarımadası
teşkil etmekteydi. Bilhassa Hicaz, Yemen, bu mücadelenin
mihrakını teşkil ediyordu, Fakat asıl maksat Musul petrolle­
riydi.
Hicaz - Kuveyt - Uman - Katar ve diğer yerlerdeki p et­
roller bu mücadelenin yapıldığı tarihte henüz bilinmiyordu.
Fakat Îngilizler, mücadeleye Hicazdan başlamış olmakla, Os­
manlı İmparatorluğunun nazarı dikkatini bu havaliye çekmek
politikasını takip ederek, Musul ve havalisini boş bırakmaya
düşünmüşler ve bütün entrikalarını, Vahabileri, Osmanlı İm ­
paratorluğuna isyûn ettirmek maksadı etrafında toplamı şlâı-
■ dı. îngilizler bu isyanları çıkarttırmak ve devam ettirebilmek
için, Sidney Reyi (yahudi Roznblum) ile Filbi adlı iki ^lema-
mm buralarda, bilhassa Abdülâziz bin Suudhın yanında ça­
lışmak üzere vazifelendirdiler. Vallahilerin Reisi Abdülâziz
bin Suud’un yanmda vazife alan bu iki adam, İngiliz Enteli-
jans Servisinin de en dişlîlerindendi.
Sidney Reyi, 1901 yılmda D ’Arcy nın elinden İran petrol­
leri imtiyazını aldıktan sonra, 1902 yılmdan itibaren Arap ya­
rımadasında çalışmağa başladı. Fakat işi çok ağırdı. Osmanlı
im paratorluğuna fevkalâde bağlı bazı şeyhlerin mevcudiyeti
ise işlerini sarpa sardırıyordu.
Sultan Abdülhamid,, Abdüiâziz Bin Suud’un yavaş yavaş
kuvvetlendiğini görüyordu. Bu adam ileride Osmanlı İm para­
torluğu için bir çıban başı olabilirdi. Nitekim devletin başına
sonradan büyük gaileler açan bu adam, hakikaten bir çıban*
başı oldu. Sultan İkinci Abdülhamid, İngîlizlerin planlarım
daha evvelden öğrendiği için Hicaz ve Yemenide bir takım
İslâhat yapmak üzere plânlar hazırladı. Fakat tatbike fırsat
bulamadan, Abdüiâziz Bin Suud büyük bir isyan hareketine
haşladı. İsyancılar İngiliz malı silâhlar kullanmışlardı. Sarfet-
Ukleri para da İngiliz altunu... Sidney Reyi vazifesini yapmış,
Abdüiâziz Bin Suud'u İngiliz altunları ile yola getirmiş ve dev*
lot aleyhine ayaklandırmıştı.
Sultan Abdülhamid b u isyan hareketi üzerine derhal h a­
rekete geçmişti. Almanların inşa ettikleri Bağdat demiryolu
ile Irak ve Basra üzerinde esasen nüfuzunu daha da kuvvet­
lendiren padişah, daha cenuba, Yemen’e doğru yürüdü. Abdü-
îâziz Bin Sııtıd’un isyanı devam ediyordu. Suttan Abdülhamid
Kuveyt şeyhi Mübarek îbnüssabah ile anlaştı. Bu suretle Ah-
dülâziz Bin Suud en büyük rnahmilerinden birisini kaybetmiş
uluyordu. Esasen Mübarek Îbnüssabah için yapılacak başka
bîr şey de yoktu. Ya Sultan Abdülhamid ile anlaşacak veya
Abdüiâziz Bin Sııud’a boyun eğecekti. Mübarek Îbnüssabah
Sııltıtn Abdülhamid’i tercih etti ve İngiliz aîtunları ile başlatıl­
mış olan Vah abı! erin isyanı bastırıldı.
Necid geliri artık bir entrikalar merkezi olmuştu. İn galiz­
lerin namlı ajanları ellerinde Deterding’in ahunlar!, aşiretler
ve şeyhler arasında mekik dokuyorlar* onları Osmanlı İm pa­
ratorluğuna karşı isyana teşvik ediyorlardı. Lâkin Sultan Ab-
dülhamid Han ağır basıyordu. Abdülâzız Bin Suud Osmanlı
Ordusundan yediği darbe ile perişan olmuş ve boyun eğmişti.
Diğer şeyhler ve aşiret reislerinin ise büyük bir kısmı Türkler
tarafında idi,
Mekke şerifi Hüseyin, Abdülhamıd’ın sağ kolu mesabe­
sinde bulunuyordu. Mekke şerifine verilen paşalık unvanı ve
gönderilen ihsanlar onu devlet saflarında tutmağa kâfi gel­
mişti, Sulta a Abdülhamid IngiJizleri, kullandıkları silâhın aynı
ile mukabele ederek mağlûp ediyordu. Şerif Hüseyin rütbeye,
mansıba ve atiyye'ye karşı duramıyordu. Yüklüce bir ihsanı
şâhane onu; Araif kabilesini Abdülâziz Bin Suud'a karşı ha­
rekete getirmeğe kâfi gelmişti. Sultan Abdülhamid ince zekâsı
ve ım k görüşü ile Arabi Araba kırdırıyordu. Bu politika,
onun tahta çıktığı günden beri takip ettiği politika idi. Araif-
ler ile Vahabiler arasında cereyan eden mücadeleler sırasında
Araifler* İbnisuud'un kardeşini kaçırmışlar ve Şerif Hüseyin'e
teslim etmişleT idi. Abdülâzız Bin Suud bunun üzerine müea-
d d e jı bırakmış, Gasmi de Türk Hâkimiyetini tanımak ve se­
nede muayyen bir vergi vermek şartı ile kardeşini alarak m ü­
cadeleden çekilmişti.
Deterding ve ortakları, İngiliz Bahriye Birinci Lordluğu
ve Entelijaas Servis bu ilk denemelerinde ağır bîr darbe ye­
miş oluyorlardı.
Fakat yedikleri bu darbe mücadeleden vaz geçmelerine
yetmedi. îngilizler işi, yanı mücadeleyi başka bir zaviyeden
el© aldılar Vahabiler ile Mekke Şerifi Hüseyin’in arasını kor­
kunç derecede açtılar. Bu öylesine sinsi bir plân idi ki; D üş­
manlığın seneler senesi sürmesine sebep oldu ve hâlâ da bu
hınç ve kin dinmedi. Vallahilerle Şerif Hüseyin arasmda baş-
lıyan bu mücadele, şerif Hüseyin esrarengiz şekilde öldükten
sonra, şerifin oğulları ile Suud Bin Abdülâziz arasmda devam
edecektir.
Bütün bu mücadeleler, sadece petrol için yapılıyordu, is ­
tiklâl, hürriyet lâftan ibaretti. Nitekim Birinci Dünya H arbin­
den sonra teşekkül etmiş olan devletlerin istiklâllerini değil,
sadece zengin petrol sâhalarım ellerine geçirdikleri görüldü,
istiklâl, onlar için bir seraptı artık. Ve dün de böyle idî, bu­
gün de boyledir. Ve petrolün yerine, başka herhangi bir mu­
harrik kuvvet konmadıkça böyle devam edecektir.
Petrol, petrol, petrol... Evet, her yerde ve her zaman
petrol...
Suud Bin Abdülâziz, 1902 yılında giriştiği isyan hareke­
tinde mağlûp olunca istikbale muzaf plânlar yapmağa başladı.
Sultan ikinci A bdülham idın tahtta bulunduğu 190S yılma ka­
dar da bir daha baş kaldıramadı. Bu arada Ingilizler de yeni
bir tecrübeye girişmekten kaçındılar.
Entelijans Servisçe Abdülâziz Bin Suud’un yanına m ü­
şavir olarak verilen meşhur Ingiliz petrol ajanı, Vallahilerin
reisini kuvvetlerini çoğaltmaya ikna etti, Filbi, kuvvetlerin ço­
ğalması ile de neticenin alınacağına kani değildi. O, bu kuv­
vetleri dcmİT gibi bir elin altında birleştirmeyi ve toplamayı
muvafık buldu, Abdülâziz Bin Suud da bu fikri beğenmişti.
Vakit geçirmeden harekete geçtiler. Fakat bu plânlarını tahak­
kuk sahasına çıkarmak o kadar kolay değildi. Bedcvî yaşama­
ğa alışmış olan Araplar kanun ve nizam tanımıyorlardı. H al­
buki yeni kuvvetlerin bir kanun ve nizam altına alınması şart­
tı, Filbi, bunun da çaresini buldu. Dini taassuba dayanan bir
politika takip edilecek, Ingiliz akımları ile de bu politika des­
teklenecekti.
Filbi ve Suud Bin Abdülâziz tam on sene uğraştılar ve
istedikleri kuvveti meydana getirdiler, İhvan adı altında 1912
yılında resmen kurulmuş olan bu kuvvetin umumî karargâhı
Aravya*da bulunuyordu. Ingiliz zabitlerinin talim ve terbiye­
sini üzerlerine aldıkları bu kuvvet 1913 yılında birdenbire ha­
reke geçmiş ve HassaJyı zaptetmişti. Suud Bin Abdülâzîz Dev­
lete karşı bir daha baş kaldırmıştı. Suud Bin Abdülâziz artık
Hindıstandaki Ingiliz a ja n k n ve İngiliz kuvvetleri ile iltisak
peyda etmişti, Deterding 10 senelik mücadele sonunda hede­
fine varmıştı. H icabın kapılan kendisine tamamen açılmış
Vaha bilerin toprakları ve Ab dül azizin hâkim bulunduğu her
yer İngilizlere serbest bırakılmıştı, îngilizler bu topraklarda
her türlü imtiyazı bir anda avuçlarının içinde gördüler. İngi­
liz ajanları Suud Bin Abdülâziz’i durmada» dinlenmeden Türk-
İçr ve Mekke şerifi Hüseyin ile Türk dostu olarak bilinen Ali
Reşit’e karşı isyana tahrik ediyorlardı. Bu tahrikler sonunda ve
Birinci Dünya Harbine tekaddüm eden günlerde Suud Bin
Abdülâziz İngilizlerle bir anlaşma yapıyordu. İstikbalde ken­
disine verilecek istiklâl ve bu anlaşma ile beraber D e ter dingin
muntazaman tediye edeceği aylık 5000 İngiliz lirası idi.
Böylece Suud Bin Abdülâziz Ingıbzlerin maaşlı adamı oluyor­
du. Fakat Suud Bin Abdülâziz bu anlaşmaya rağmen, aynı se­
nenin Mayıs ayında Osmanlı imparatorluğu ile de pazarlığa
girişiyor, Sabah-ud-devle fahri tmvam altında Necit kayma­
kamı oluyordu. Yani bu demekti ki; Vallahilerin Reisi Os~
manii im paratoru adına N ecitte icrayı nüfuz edecekti. Ve bu
sıfat kendisinde Osmanlı im paratorluğu harbe girdiği ana ka­
dar devam etti, Osmanlı İmparatorluğu harbe girdikten sonra
Osmanlı Hükümetinin Suud Bin Abdülâzia’e itimat edemeyişi
ve onun can düşmanı Ali RcşicPi desteklemesi üzerine Abdü-
lâziz yavaş yavaş tngilizlere doğru kaymıya başladı. Ve 1915
senesinde Britanya İmparatorluğu ile yaptığı bir himaye an­
laşması ile mezkûr im paratorluğun himayesine girdi.
1915 Senesi Birinci Kânununda (Aralık) imza edilen bu
anlaşma ile Ingiltere, Osmanh imparatorluğu hudutları içinde
bulunan Arap Yarımadasının merkezinde kuvvetli bir dosta
sahip oluyordu. Abdülâziz Bin Suud İngiliz himayesi ve İngi­
liz altunları ile 1916 senesinde İngilizler safında Osmanlı Dev­
leti aleyhine lıarbe katıldı. Bu savaş kendisinin de bulunduğu
mıntıkada Osmanlı Devletinin menfaatlerini ve bölgenin asa­
yişini korumakla vazifeli olan can düşmanı Ali Reşid'e karşL
idi. Ali Reşid ise Osmanh Devletine bağlı idi. Cerrah'da Ali
Reşid ve Suud Bin Abdülâziz kuvvetleri arasında vuku bulan
çarpışmalarda Suud Bin Abdülâziz’m büyük bir ihtimamla ve
İngilizler in yardımı ile yetiştirdiği İhvan kuvvetleri bozguna
uğradılar. Bu bozgun sonundadır, ki; Deterdm g ve ajanları
Mekke Şerifi Hüseyin ile anlaşma zemini aradılar ve bunu
bulmakta da güçlük çekmediler.
İngilizler petrolden kazandıklau milyon!an istikbalde el­
de edecekleri yeni petrol sâhaları uğrunda Mekke Şerifi Hü­
seyin’in hazînelerine aktardılar. İşte bu sıralarda da dünyanın
sûydı petrol casuslarından Lâvnrens Arabistan topraklarında
faaliyete geçmiş bulunuyordu. İngiliz petrol kıra)]arı Arabis­
tan’da vazifelendirdikleri ajanlarının çalışmaları ile yavaş ya­
vaş kuzeye, Irak petrol sâhalarma doğru yayılmağa başladı­
lar. Bu yayılış sırasında petrol bölgelerindeki şeyhlere m uaz­
zam servetler verdiler. Ve onlarm müzaheretini temin ettiler.
i Jawrens,in elinde kuvvetli bir koz vardı. Bu koz Mekke şerifi
Hüseyin'in büyük oğlu Emir Faysal idi. 1916 yılında müstak­
bel Suriye ve Irak kıralı olarak Lawrens tarafmdan ortaya çı­
karıldığı zaman, Ibni Suud, Emir FaysaPa kargı cephe aldı.
Akabinde de, İngilizlerle arasında mevcut himaye anlaşması
na rağmen, Osmanlı İmparatorluğu ile anlaşmaya çalıştı. Ama,
Cemal Paşadan re d cevabı alınca tekrar îngilizlere dolayısıyle
S İt Henry De terdi ng’e el uzatmaktan çekinmedi. İngilizler den
en geniş müzahereti gören, İngiliz altunlan ve babasının adı
dolayısiyle Arap şeyhleri üzerinde geniş bir nüfuza malik d a n
Emir Faysal bir devlet kurmak hayali içinde Osmanlı O rdu­
larına karşı şiddetli bir mücadele açtı. Bu mücadelede ken­
disine yardımcı olan unsurlar İngilizler tarafından daha ev-
vclae hazırlanmış bulunuj'ordu. Gerek İstanbul, gerekse Bey­
rut - Şam ve Mısır'da kurulmuş olan mulıtelif cemiyetler Arap
istiklâli için lüzumlu elemanları yetiştirmiş ve maalesef Bu un­
surlar, Birinci Dünya Harbi müddetince Osmanlı Ordusunu
içinden yıkmak için lıer türlü casusluk faaliyetlerini deruhte
etmişti. Bu comiyetlerden billıassa İlci Merkeziye’ye mensup
olanlar bu casusluğu organize etmekte büyük başan göstermiş­
lerdi. Mekke şerifi Emir Hüseyin'in büyük oğlu Emir Faysal
organize edilmiş bu teşkilâta dayanarak Osmanlı Ordusunu
arkadan vurma teşebbüslerine girişti. Kendisine bu ışde en
büyük yardımcı müstakbel Irak devletinin başvekilliğini ala­
cak olan Nuri Sait Paşa idi. Faysalın mahrem-i esrarı olan bu
adam, Türk ordusunda yüzbaşı rütbesi ile vazife görürken Del
Merkeatiye’nin teşebbüs ettiği ihtilâl hareketinin meydana çık­
ması üzerine Cemal Paşanın Âliye Divan-ı Harbinin yağlı ke­
mendinden ancak Ingilizlere sığınmak suretiyle kurtulabil­
mişti.
Em ir FaysaJm bu muvaffakiyetleri Suud Bin Abdülâziz’i
çileden çıkartmaya yetti. Kader Faysala müstakbel tahtım ha­
zırlıyordu. Zira FaysaJm isminin her tarafta duyulması sadece
bir tesadüfe, harbin Mekke Şerifi Hüseyin’in geniş nüfuza sa­
hip bulunduğu topraklar üzerinde cereyan etmesinden ileri
geliyordu. Artık Faysal He Suud Bin Abdülâziz arasında bir
çatışmanın çıkması an meselesiydi, îngilizler, ciddî bir tehlike
arzeden durumu bertaraf etmek üzere bir takım tedbirler al­
makta gecikmediler. En t d ij an s Servisin en kudretli elemanları
bu işi daha doğrusu bu ihtilâfı halle memur edildiler. Bu ele­
manlar Lawrens-Gcrtrud-’Bell-Sidney Reyi ve Filbi idi. Suud
Bin Abdiilâzi^i Filbi yola getirecek, Gertrud Bell Arap şeyh­
leri arasında çalışacak, Sidney Rey’i ile Lawrens iki arap şey­
hi arasındaki mücadeleyi durdurmak hususunda Emir Faysah
ikna edeceklerdi. ı.

Ajanlar kendilerine tevdi edilen vazifeleri yaptılar ve iki


Arap emiri arasmdaki anlaşmazlığı hallederek iki emiri barış­
tırdılar. Böylece ingilizler için bir tehlike teşkil eden bu du­
rum bertaraf edilmiş oluyordu. Vanlan anlaşmaya göre: Suud
Bin Abdülâziz Arap Yarıma da sinin Necit - Riya d - Necef ha­
valisine, emir Faysal ise Suriye ve Irak müşterek topraklarına
salıip olaeak, istikbalde doğacak iki devletin topraklan arasın­
da kalan saha da emir Faysahn kardeşi Abdullah a verilecekti.
Ve böylece burada Mevrai Ürdim adı ile yeni bir devletçik da­
ha teessüs edecekti.
Görülüyor kî; ingilizler boş durmuyorlardı. Daha Birinci
D ünya Harbi bitmeden müstakbel Arap Yarıma da sı nm siyasî
haritası çizilmiş* Yanma dada üç yeni kıtallik meydana getiril­
mişti.
Bu anlaşma ile Suud Bin Abdülâziz, kendisi için tayiıı
edilmiş d a n hudutlar içerisinde ve civarındaki Arap emir ve
şeyhleri ile, hudutlarını tarsin etmek için müzakerelere girişi­
yordu. Bu müazekerelerden netice alamayan Suud Bin Abüîi-
Iâziz kendisini daima tebdid etmiş olan Türk dostu Ali lieşid’e
hücuma karar verdi. Zira harp bitmişti. Devletler İngilterenin
himayesi altında Arabistan da resmen teşekkül etmişti. İşte bıı
sıralarda Ali Reşid’ı bertaraf eden Suud Bin Abdülâziz tngil-
terenin himayesi altında bulunan Ürdün topraklarına doğru
süriatîe ilerlemeye başladı, Ü rdün’ün, yeni kurulmuş bu küçük
devletçiğin istiklâli tehlikeye giriyordu. İngilizler Vaha bile­
rin reisi Suud Bin Abdülâziz’ı ikaz ettiler. Fakat bıı çöl bede­
visine lâf anlatmak kabil değildi. Bunun üzerine daima yapa-
g el dikleri bir usule, kuvvet kullanma usulüne müracaat etti­
ler. Süratle Ürdüne doğru ilerlemekte olan Vahabi ordusuna
karşı İngiliz Tayyareleri taarruza geçti. Ve Ürdün hudutlarına
akan tbnisuııd’on kuvvetlerini şiddetle bombaladı. İngilizler
açıkça emir FaysaPm tarafını tutuyorlardı. Vahabi ordusu­
nun ileri harekâtını İngilizler ancak kuvvete müracaat ederek
durdutabildiler. 1922 yılında taraflar arasında yapılan bir an­
laşma ile Irak - Ürdün ve Hicaz'ın hudutları kat’l olarak les*
bit edildi; bu mıntıkadaki anlaşmazlık da bu suretle ortadan
kalktı.
Suud Bin Abdülâziz bu anlaşmadan dört sene soma İngî-
lizlerin himayesi altında kendisini Hicaz ve Necid kıralı ilân
etti.
Bu sırada Türkiye'de bir Milli Mücadele yapılmış sonum
da yetil bir rejime gidilmişti. Cumhuriyet ilân edilmiş ve aka*
binde hilâfet müessese» ilga edilmiş bulunuyordu, Bu mües*
sesenin ilgası Mekke şerifi Hüseyin*! Kuveytte Araplar arası
bir konferans toplamağa sevk etti. Şerif Hüseyin bu konferans­
ta garip bir fikir ortaya atıyordu ve lâğvedilmiş olan hilâfeti
talep ediyordu. Suud Bin Abdülâziz, Mekke şerifi Hüseyin'in
bu teklifini biraz mübalâğalı ve küstahça buldu. Şerif Hüse­
yin’in bu fikrine ve talebine şiddetle muhalefet etti. İngiliz-
ierin yeni kurdukları bu devletler Türkiyede lâğvedilen hilâ­
fet miiessesesi yüzünden birbirlerine düştüler. îngilizlerin
Arap Yarımadasında herhangi bir karışıldık arzu etmediklerini
ilân etmelerine ve bütün Arap şeyhlerine bu hususu açıkça
söylemiş olmalarına rağmen îbni Suud ayak diremekte ısrarla
devam etti, îngilizler petrol yüzünden meydana getirdikleri
devletler arasında talıaddüs eden bu üıtilâf karşısında, bütün
ikazlarına rağmen, îb n i Suud’un bu tavsiyleri dinlememiş ol-
ma-çım vesile ittihaz ederek o tarihe kadar kendisine ödedik­
leri 5000 Sterlin ayhğı kestiler. Yine bu sıralardadır ki; Stan­
dard Oil nam ına Suriyede Jeolojik tetkikler yapan ve petrol
arayan Mt. Crain Suriyede Fransızlar aleyhine fakat Ameri­
kalılar lebine propagandalara başlamıştı. Mr. Crain Suriyede
faaliyette bulunurken bir başka Arkeoloji Mütehassısı Tv/itc-
hell, Kimideniz sahillerinde tetkikler yapıyor, ve eski eserlef
araştmyordu. Twitchell bu tetkikleri sırasında toprak üstünde
petrol emarelerine rastladı. Bütün hareketleri İngiliz Ajanları
tarafından adım adım takip edilen Tıvitchell petrol bulduğunu
Londradaki arkeoloji cemiyetine bildirdiği zaman yer yerin­
den oynadı. İngiliz petrol mütehassısları süratle bu mıntıkayı
taramağa başladılar. Bir arkeoloji mütehassısının tesadüfen
bulduğu petrol Kızıldeniz sahillerini, petrol mücadelesinin
mihrakı lıalLne getirdi. Bu andan itibaren Ingiliz ve Amerikan
Sermayesi Suudi Arabistana akmağa başlamıştı.
Standard Oil ile Royal Dutch-Shell grubu Suudi Arfibis-
tamu altmı üstüne getirdi. Kızıl çölün her karışı ayrı ayrı ta*
randı ve birçok mıntıkalarda zengin petrol yatakları bulundu,
îki dev tröst petrolün bulunduğu andan itibaren de birbirle­
rini Suııdi Arabistandan uzaklaştırmak için Suudi Arabistan
toprakları üzerinde korkunç bir mücadeleye başlamışlardı. In-
gilizler, yani Henry Deterding, Standard Oil’e göre daha avan­
tajlı durumda idi. Nihayet düne kadar bir bedevi olan Suud
Bin Abdülâzîzi kıral yapan kendisi idi. Bu adam kıralbğmı
ilân ettiği güne kadar da D eterding’irı kasalarından lıer ay
beşerbin sterlin maaş almakta devam etmişti. Suud Bin Abdü-
lâziz zeki bir insandı. Memleketinde çıkan yeni servetin imti­
yazım tamamen Deterding’in eline teslim ettiği vakit îngiliz-
lerin lıer emrini yerine getirmeye memur bir insan durumuna
düşeceğini biliyordu. Buna mahal vermemek için dokuz M a­
yıs 1933 de Standart Oil Company of Califomia ile altmış se­
nelik bir petrol mukavelesi imza etti. Standart Oil Company
uf Califomia bu imtiyazla Suudi Arabistan’ın doğu bölgesiu-
de zengin petrol menbalanna sahip oldu. îngilizler de boş dur­
mam ışiardı. Twitclıell, merkezi Londrada bulunan bir şirke­
tin mümessili olarak Suudi Arabistan’ın birçok yerlerinde m a­
den imtiyazları sağlıyor ve Suudi Arabistana yerleşiyordu.
1933 yılı Mayısında, Standard Oil Company Of Califomia
bu imtiyazı aldıktan kısa bir m üddet sonra Irak Petroleum
Company ve Suud Bin Abdülâziz’den Kızıldeniz sahillerinde
ve çok sağlam esaslara bağladığı 60 yıllık bir imtiyaz elde edi­
yordu. îngilizler aynca TwitchelPin başında bulunduğu mü-
cssesenin de yardımı ile Suudi Arabistan’da bulunan altun ve
bakır madenlerinin de imtiyazlarını almışlardı.
İmtiyazların alınışından bir kaç yıl önce idi. Irak ile Suudi
Arabistanın arası yine açılmıştı. ingilizler bu iki devlet ara­
sındaki anlaşmazlıktan bıkmışlardı. B ü ihtilâfı bdzzat Deter-
dlng halletmeğe karar verdi. Iraktaki fevkalâde îngiliz Komi­
seri de bıı işde rol oynadı ve her iki kıralm Detcrding'in aya­
ğına gitmelerini temin etti. Fevkalâde komiser bu vazifeyi ba­
şarmakta güçlük çekmemişti, Yalnız Suud Bin Abdülâzizi ikna
etmek biraz güç oldu. Hepsi o kadar. Fevkalâde komiserin
Filbi marifeti ile yola getirdiği Suud Bin Abdülâziz de ttıgi-
lizlere peki demeye kendini bir nevi mecbur addetti. Ve gö­
rüşmeyi kabul etti.

Basra Körfezinde ve bir kablo gemisinde cereyan eden


bu müzakereler sonunda iki kıral D eterding’iu huzurunda ba­
rıştılar ve aralarındaki mücadeleyi unutacaklarına dair soz
verdiler. Emir FaysaTın uysal hareketlerine mukabil Suud Bin
Abdülâziz anlaşmaya varmak hususunda daima engeller çıkar­
dı. Sonunda Sir Henry Deterdıng'ın îbni Sııud'a uzattığı se-
kizytlz bin sterlinlik bir çek aradaki sojı anlaşmazlığı da berta­
raf etti. Bu çek aynı zamanda îngilızlere bülün Suudi Aıabis-
tanda diledikleri gibi hareket serbestisinî de kazandırmış olu*
yordu.

Suud Bin Abdülâziz bir dalıa ve kaH olarak dünya petrol


kıralı ve haşmetli İngiltere İm paıa torluğun un diz bağı nişa-
mm havi, Royal Duteh’Shell grubunun idare meclisi reisi
Sir Henry Delerdin g’in adatın olmuştu. Petrol Cihanşumûl
ehemmiyetini bir kere daha ilân etmiş oluyordu.

Deterdîng Orta-şark petrollerine hâkim olduktan sonra


mücadeleyi bırakmışmıydı? Hayır, bırakmamıştı ve böyle bir
niyeti de yoktu. O, İngiltere İmparatorluğunun kudretini art­
tırmak için yeni petrol sahaları arıyordu. Mücadele durmamış,
sadece yer değiştirmişti, Mücadele sıklet merkezini çoktan Ve­
nezüella'ya nakletmişti.
V E N E Z U E L L Â D A ’BU m ücadele

Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip olan dev­


letlerinden birisi şüphesiz ki Venezuellâ’dır, 0 Venezuellâ ki;
aynı ismi taşıyan körfezin tam kargısında mercan kayalıkların­
dan teşekkül etmiş olan ve düne kadar insanların uğramadığı
küçük bir ad aya, Kütazao adasına, akacak İngiliz altunlarmm
Önünde boyun eğecek ve müstebit bir adamın, albay Gomez'in
bir hükümet darbesiyle bu memleketteki bütün petrol İmtiyaz­
ları İngilizlerin eline geçecekti. Gariptir ki bu adacık kendisi
gibi küçük, fakat müstemlekecilikte büyük bir devletin, Hol-
landanın malı idi. Yerli lisanında (papaz kızartması) manasına
g d en Kürazao, bugün dünya Üzerindeki İngiliz petrol hâki­
miyetinin en mühim merkezlerinden biridir. Ve Amerika'nın
lıayati menfaatlerle bağlı bulunduğu Panama kanalından ise
bir kaç yüz mil mesafededir. Bu adanın çok büyük ve beynel­
milel bir kudreti vardır. Ve bu kudreti de senelerden beri mu­
hafaza etmektedir.
Takriben Birinci Dünya Harbinin haşlamasından üç beş
yıl önce gemilerin dahi uğramadığı bu adada, hummalı bir
faaliyet başladı. Gemiler gidip geliyor, Esrarengiz hamulele­
rini boşaltıyor, ve siyah renkli insanları* adanın ilk sakinlerini
adaya bırakıyorlardı. Takriben 12 bin civarında olan bu siyahi
renk]i İnsanlar hummalı bir faaliyet içerisinde evler inşa edi­
yor, yollar, rıhtım lar yapıyorlardı. Ada üzerinde devam eden
bıı faaliyet kısa zamanda dünyanın her tarafından duyuldu*
Amerika da bu adanın meskûn hale getirilişini alâka ve cid­
diyetle takip ediyordu. Herkesin merakını mucip olan* düne ka­
dar insanların yaşıyaınadığı btı adacıkda, bu faaliyetin hangi
maksada dayandığı idi. Sonradan anlaşıldı ki, ada, Sir Henry
Deterding tarafından satm almmıştı. îşte bu haberin duyul­
ması ile birlikte bilhassa Amerika’da kızılca kıyamet koptu.
Dünyanın diğer büyük petrol tröstü Standart Oil derhal hare­
kete geçti, Amerika, Hollandayı* adada bu inşaata müsaade
ettiği vc petrol rafinerileri kurduğu için resmen protesto etti
fakat bu protestosundan dolayı herhangi bir m enfaat sağlıya-
madiği gibi herhangi bir netice de elde edemedi. Hollanda,
Amerikanın protestosunu reddetmişti. Ve yalnız reddetmekte
kalmamış, Amerîkayı, Hollandamn içişlerine müdahale ile de
su çland irmiş ti. Hollanda Hükümeti adanın Hollandaya ait ol­
duğunu ve Kürazao üzerinde dilediği gibi tasarruf hakkını
kullanabileceğini bildiriyordu. Hollanda’nın adayı iskân et­
mesine hiç kimse karışamazdı. Ve hiçbir devletin de buna mü­
dahaleye hakkı olamazdı,
13u sert cevap Amerikayı şaşkına çevirdi ve Amerikanın
şaşkın bakışları arasında ise Deterding, dünyanın en büyük
tasfiyehanesini burada kurdu. Çok kısa zamanda yüderce sar- „
nıç inşa edildi. Ada bir anda insanla doldu. Büyük kısmı Af­
rikalı olan ada halkı, Afrikamn Atlas denizi sahillerinden top­
landı* ve bu küçük adada çalışmağa sevk edildi. Hollanda H ü­
kümeti adaya bir de vali taynı etti. Böylece Mizansen tamam­
lanmış oldu. Adada bütün bu faaliyetler devam ederken De-
lerding’in adamları da Venezuellâ’da harekete geçtiler; Deter­
ding kesenin ağzını en usta adamlarının eline teslim etti ve ne­
ticeyi beklemeye koyuldu. Deterding’kı ajanlarından istediği
tek şey, Venezuellâ petrol imtiyazları idi. Onlara kat'i talimat
vermişti. H er Çareye başvuracaklar ve bu imtiyazları elde ede­
ceklerdi.
Bütün Latin Amerikasmda cari olan usul burada da tesi­
rini gösterdi. Para cenubî Amerikada bütün kapılan açmak hü­
nerine sahip idi.
Rojral Dutch-Shell grubunun elemanları b u usule m ü­
racaat ederek kısa zamanda hedeflerine vardılar. Onlar para
İle bir ihtilâl yapacaklardı. VenezueM’da aradıkları tek şey
bu İhtilâle ve ihtilâl sonunda da Ingİlizlerin arzusu dahilinde
Venezuellâ'ya lider olabilecek bir zat idi. Uzun temaslardan
sonra bu adamı da buldular. Bu adam Venezuellâ ordusu Al»
baylarından Gomez adlı bir subaydı. Deterding’in teşkilâtı
derhal faaliyete geçti. Gomez'in kendilerinden talep ettiği on-
binlerce silâh ve tonlarca cephaneyi kısa zamanda ihtilâlci Al­
bayın emrine tahsis ettiler. Ve bir sabah ihtilâl patlak verdi.
Petrol dünyanın sakin bir kölesinde yeniden faaliyete
geçiyordu. Silâhlar patlamış insanlar Ölmüş ve bir memleketin
kaderine para hırsına mağlûp bir albayın müdahalesi ile hâ­
kim olmuştu.
Bir sabah silâh sesleri ile uykusundan uyanan halk Vene-
zuellâıım Hükümet merkezi Karakaz’da hüküm et darbesi ya­
pıldığım gördü. Albay G om ezln Hükümet darbesi muvaffak
olmuş ve kendisi VenezueM tarihinin en korkunç müslebidi
olarak iktidara oturmuştu.
Gonıez’in ilk işi daha evvel bir çok vesilelerle Amerikalı­
lara verilmiş olan bütün imtiyazları ve salâhiyetleri iptal et­
mek oldu, Amerika bu durum karşısında Venezüella'yı şiddet­
le protesto etti. Amerikan donanması Venezuellâ kara suları­
nın dışında hasmane nümayişlerde bulundu. Fakat Amerika*-
nm ne protestosuna ne de Amerikan donanmasının hasmane
nümayişlerine aldıran olmadı. Gomez kendisini iktidara geti­
renin kim olduğunu biliyor ve bu yüzden de Amerikaya ehem­
miyet vermiyordu.
Deterdîng, Venezuellâ petrollerinin de üzerine oturm uş­
tu. Derhal küçük bazı şirketler teessüs etti ve Venezuellânuı
her tarafında yeniden petrol araştırmağa başlandı. Bunlar
araştırma şirketleri idî. Bu şirketler çok zengin petrol sâhaları
buldular. Ondan sonra da Deterding bütün kudretiyle Vene-
zuellâ'da faaliyete geçti, tik iş olarak yavaş yavaş giriştiği,
dünya üzerindeki İngiliz petrol şirketlerini birleştirmek ve
Röyal Deııtch-Shell grubunun etrafında toplamak projesini
tatbik etti. Venezuellâ'daki küçük İngiliz petrol şirketlerinin,
kendisi tarafından Gomez vasıtası ile Venezuellâ’da ihtilâl
yaptırılmadan evvel ele geçirmiş oldukları imtiyazları haşmetli
Ingiltere im paratorluğunun büyük tröstü’nün etrafında top­
ladı.
Bu iş için de haşmetli İngiltere Kralı ve Britanya İmpara­
toru Beşinci Georg’un binbaşı üniformasını iâbîs James Rot-
childh gönderdi...
James Rotchıld, vazifesini bihakkın yaptı. O, yalnız Ingi­
liz sermayesini değil hususî bazı şahısların ellerindeki imtiyaz­
ları da aldı. Ve dünya Ölçüsünde devam eden İngiliz petrol
şirketlerinin birleşmesi safhasma büyük hizmeti dokundu. Ar­
tık Venezuellâ1da elde edilen her damla petrol, Sir Hery D e­
terding ile İngiliz Bahriye Birinci Lardluğu ve Cihanşümul
korkunç bir teşkilât olan Entelijans Servisin kabalarını sterliıı-
lo doldurmağa başladı, .
Venezuellânm her tarafında açılmış olan yeni kuyular­
dan istihsal edilen petrol Pipelinclarla sdPatle sahile indiri­
liyor ve oradan yüzlerce yelkenli ve buharlı gemi ile Kürazao’-
ya taşmıyordu, Venezuellâ körfezi, petrol bulunduğu andan
beri dünyanın en işlek körfezi olmuştu. Günde yüzlerce tekne
Kürazao’ya ham petrol götürüyor ve orada tasfiye edilen pet­
rol büyük tankerlerden müteşekkil filolarla Amerikan kıtası
ile dünyanın diğer taraflarına sevkediliyordu,
îngilizler Venezüella petrolleri sayesinde milyonlar ka­
zanıyorlardı, Ne gariptir ki; lngilizlere dünya hâkimiyetini
temin eden petrolün bol miktar da bulunduğu Kürazao ada­
sının vali konağı üzerinde kırmızı beyaz vb mavi renklerin
şekillendirdiği Hollanda bayrağı sallanıyordu. Yine gariptir
ki; bir Hollanda müstemlekesi olan bu adacıkda geçer akçe
olmıyan tek şey de Hollanda parası idi. Royal Dutch-Shell
grubunun Venezuellâ’da yaptırdığı hükümet darbesinden
sonra Amerikalıların elindeki imtiyazların tasfiye edilmesi
Standart Oil'in idarecilerini adetâ serseme çevirmişti. Ame­
rika Reisicumhuru Hardingin Staııdard’m tazyiki ile harekete
geçtiği İse bir vakıa idi ve Amerika bütün kudreti ile ve dip­
lomatik yollarla harekete geçiyor ve Veûezuollâ’yı tehdid edi­
yordu. Amerika, Hükümet olarak işe müdahaleye karar ver­
mişti. Venezuellâ’mn yeni diktatörü Albay Gomez'e nota üae-
riııe nota gönderdi. Fakat hiçbir netice alamadı. Amerikan
Standart Oil şirketinin en usta ajanları Venczuellâ’da toplan­
dı. Buniarm vazifesi mukabil bir ihtilâl hazırlamak ve Albay
Gomez'i alaşağı etmekti. Fakat bütün gayretlerine rağmen
Standard'm adamları bu memlekette böyle bir isyanı çıkart­
mağa muvaffak olamadılar* H er seferinde isyan harekeline baş­
lamadan, Gomez bu hareketleri önlemeye muvaffak oldu. Go-
mez çok kısa bir zamanda Venezüella'da öyle bir teşkilât kur­
muştu ki, Karakaz'dakı binlerce ajan, birbirlerini kontrol
ederlerken Gomez’in ajanları da bunların hepsini birden göz
hapsinde tutuyorlardı. Bu bakımdan bunlardan herhangi bi­
risinin attığı adımlarının hesabı dahi tutulmakta ve hergün
Gömene yüklüce raporlar verilmekte idi,
Amerikahlar ihtilâl tasavvurlarında muvaffak olamayınca
başka bir plân düşündüler ve Sterline karşı dolar harbi açmı-
ya karar verdiler* Bir tarafdan dolar Sterlin mücadelesini de­
vam ettirirlerken bir taraftan da ellerini Kürazao adasına
uzattılar.
Amerikalılar talihlerini bir defa da Kürazao adasında de­
nemeye karar vermişlerde Yavaş yavaş adanın siyahî sakinle­
ri arasına soktukları ajanları ile ve bol miktarda dolar dağıta­
rak Kürazao adasında bir istiklâl havası estirmiye başladılar*
Amerikalılar bu propagandayı adanın esas sahibi Hollanda­
lIlara karşı tevcih etmek sureti ile politik bir incelik göster­
meye gayret sarfetmişlerdî. Çünkü onlar için başka çıkar yol
yoktu. Adanın sakini olan siyahiler, aym zamanda işçi olan bu
adamlar Îngilizler den fa d a tngjlizcl idi ve Ingilîderden ay­
rılmayı akıllarına bile getirmiyorlardı*
S tandardın açmış olduğu dolar harbî muvaffak oîma-
ınışb. Amerikanın elindeki son koz Kürazao adası idi. Elbette
talihini burada denemeye teşebbüs edecekti* Lâkin bu yol o
kadar İmkânsız idi ki. Venezuellâ’da ihtilâl yapmak için lii'
zumlu olan silâhları değil, basit bir bıçak dahi bulmak veya
Gomez’in ajanlarından izinsiz veya malûmatları olmadan
edinmek imkânsızdı.
Bu bakımdan Amerikalılar Küıazao’da yapmayı düşün­
dükleri hareket için lüzumlu silâhları Venezuellâ’nm diam­
dan, bizzat Amerika'dan sevk etmek mecburiyetinde kaldılar.
Gomez ise hom Venezuellâ'yı hem Kürazao'yu daimî olarak
tarassut ediyordu. Gomez’den habersiz herhangi bir hareke­
tin yapılması katiyen mümkün değildi, Onun için Amerikalı­
ların bu hazırlıkları çabuk öğrenildi, Venezüella'nın hükümet
merkezi Karakazdır, Fakat aslında bu memleket Küîazao’dan
idare edilir, Gomez ihtişamlı elbisesi içinde istediği kadar
«ben bir diktatörüm» desin, istediği kadar övünsün fakat ken­
disinin esas efendisi Ktirazao'daki büyük petrol tasfiyehane­
lerinin umum müdürüdür. Dolay ısı ile Venezuellâ ile alâkalı
bütün kararlar Ruyal Dutcb-SJıell grubunun adamları tara­
fından Kürazao’da alınır ve Gomez*e tebliğ edilirdi, Gomez,
hiçbir zaman esas hükümet merkezi olan Karakazda oturma­
mış, yeni baştan inşa ettiği Marafeay şehrini kendisine merkez
ittihaz etmişti. Bu şehirdeki berşey, herkes' Gomez'in malıdır,
Gomez’in ajanıdır. Gomez ise bütün saltanatma rağmen Ingi­
liz petrol tröstünün esiridir.
Bu sebeplerden dolayı da Venezuellâ’da bir ihtilâl yap­
mak mümkün değildir. Hariçten VenezueM 'ya sokulacak si­
lâhlara karşı çok kuvvetli bir karakol sistemi kurmağa muvaf­
fak olmuş bir Hollanda sahil muhafaza filosu karşı koymakla
idi. Lâkin bütün bıı tedbirlere rağmen Standart Oil muazzam
paralar sarfederek bir ihtilâl sevdasına düşmüş ve Rafaele
Urbına adlı bir adamla anlaşmıştı. Standard’m adamlar? Kü-
razao'da Hollandaya karşı bir ihtilâlin zeminini hazırlamış­
lardı. Kürazao’da ihtilâl için bol bol Amerikan dolan sarfedil-
mişti. Bu ada sakinlerinin hemen hepsinin ceplerinde bol mik­
tarda dolar mevcuttu. Urbina bir gün bîr Amerikan gemisi ile
ve gizlice Kürazao’ya geldi. Oradaki Amerikan ajanları ile te­
masa geçti ve esasen hazır olan bir miktar işçinin başına ge­
çerde adanın merkezi olan W illeınstafı ele geçirerek adanın
valisini esir etti. Bu arada biraz kan aktı. Üç polis memuru
öldürüldü, Ingiliz petrol sanayinin merkezinde silâhlar patla­
dı. Ve ilk günü takip eden günlerde pek çok insan öldü. Pet­
rol yeniden canlara kıymıştı. Bu ölenler petrol için ölmüş ve­
ya katledilmiş insanların ne ilki ne sonuncuları olacaklardı.
Petrol için nehirler gibi kan akmakta devam edecekti. Artık
petrol ile kan birbirlerinden ayrılması mümkün olmıyan yapı­
şık iki kardeşti. Birinin mevcut olduğu yerde öbürü mutlaka
olacaktı, Kürazao’daki muvaffakiyet haberi Standart Oil ge­
nel merkezine vardığı zaman Standardın idarecileri peşin bir
hükme varmışlar ve VenezueRâ*ya karşı yapacakları, ihtilâlin
muvaffak olacağını zannetmişlerdi.
Rafa el e Urbina Amerikan silâhlan İle beraber, adanın
müdafaası için depo edilen Hollanda ve İngiliz silâhlarını da
eline geçirdikten sonra adadaki bütün tasfiyehaneleri ele ge­
çirdi ve ShelPin buradaki adamlarım hapsetti, Rafaele Urbina
için artık Venezuellâ yolu açılmıştı. Venezuellâ’ya geçebilirdi.
Kendisini Venezuellâ’ya götürecek Amerikan Red-Line kum­
panyasını n gemisine binerken, kendini, yeni Venezuellâ hü­
kümetinin reisi olarak görüyordu, öyle bir kor gururun içinde
idi ki, Rafaele Urbina etrafındaki adamlarına mansıplar da­
ğıtmağa başladı, kimini general kimisini vali nasbetti, Rafaele
Urbina Amerikan R e d -L in e kumpanyasının gemisi ile gerçi
VenezuellâVa çıktı. Fakat Deterding’in altunları ile gırtlak­
larına kadar dolu olan Venezuellâ’lı generaller, bu başı bozuk
ihtilâlciye icap eden dersi verdiler ve Amerikalıların büyük
ümidler bağladıldan Urbina ihtilâli de böylece sona erdi. Ma­
mafih Rafaele Urbinahnn şansı vardı. Gomez’in elinden kur­
tul abil di. Fakat bu sefer kendisini Hollandalılar yakaladı.
Böylece Hollanda hapisanelerim boyladı. Fakat Standardın
idamları, Urbina’ya arkadaşlık eden ajanlar, Ktirazao’daki
sarnıçları ve tasfiyehaneyi uçuracakları tehdidini savurunca
Hollanda Hükümeti beynelmilel bir serseri ve maceraperest
olan Urbina'yı serbest bırakmak zorunda kaldı.
Ilollandalılar U rbina’mn petrol kadar kıymetli olmadığı­
nı İliliyorlardı.
Bü mücadele, Standart Oil Tröstünün Venezüella’da gi­
riştiği son mücadele oldu. O günden beri bu memleketten çı­
kan petrol, Kürazao adasına gidiyor, tasfiyehanelerde tasfiye
edildikten sonra en m odem tankerlerle Kanada hatta Ameri­
ka Birleşik Devletleri ile Güney Amer ikasına sevkedilîyor, Bu
mayi ile Koyal Dutch-Shell grubunun kasalarını dolduruyordu.
Standart Oil Venezüella'da, tıpkı diğer Lâtin Amerika
memleketlerinde olduğu gibi m uvaffakiy etsizi iğe uğramıştı.
Bu nedendi? Kockfeller, büyük maJî imkanlarına rağmen ni­
çin muvaffak olamamıştı? Bunu anlıyabilmek için biraz geri­
ye gitmek zorundayız* Rockfeller, Amerika dakİ mutlak hâki­
miyetini sadece zekâsına ve talibine borçlu değildir. Kendisi
gibi dünyaya hükmetmek sevdasına kapılan bir bankacının
ve bîr çelik kiralının da bu muvaffakiyette büyük hisseleri
vardır. Bunlar Çelik Kıralı Andrew Carnegie ile sayısız ban­
kalara hükmeden Morgan idi. Rockfellere dünya hâkimiyeti
kapılarını açan işte bu İkincisi yani banker Morgan idi.

ROCKFELLER - J. P. MORGAN MÜCADELESİ


Rockfeller Standart Oil şirketini kurduktan takriben on
sene sonra Amerikan bankacılığının babası; dev banker Mor­
gan ile bir ortaklık kurmuştu. Ortaklık bin dokuz yüz on üç
yılma, Morgan’ın Öldüğü tarihe kadar devam etmişti. Bu ta­
rihten sonra Morgan bankasının işleri Morganhn oğju John
Pıerpont Morgan’m omuzlarına kaldı. Fierpont tab’an çok ha­
ris bir insandı. Ve paradan çok, elindeki imkânlarla dünyada
bir bankacılık hegemonyası kurmak istiyordu. Pierpont M gt-
Rockfefler - J, P, Mücâdelesi 123

ganhn gerçekleşmesine imkân olmayan bu fikirleri Rockfelier


ile arasının açılmasına sebep oldu, Rockfelier - Morgan ortak­
lığı bozulduğu zaman John Pierpont Morgan’m kontrolü al­
tında takriben 1500 milyar frank vardı. Bu astronomik raka­
ma rağmen, Rockfelier Morgan'ın oğluna lıarb açmaktan,
onunla mücadele etmekten sakınmadı. Amerikada bn iki dev
müessese arasında korkunç bir mücadele başladı. Her iki m ü­
essese de birbirlerini mahvetmek için tertipler yapıyor, karşı­
lıklı çok para kaybediyorlardı. Ama Morgan daha şanslı idi.
İktidarda Vilson vardı ve Amerika Reisicumhuru olan bu zat
kendisinin şahsî dostu idî. Bir aralık bu iki dev adam arasın­
daki mücadele o kadar hızlandı ki, Rockfelier az daha mah­
volacaktı. Detcrding de bu mücadeleden geri kalmıyor elin­
deki geniş imkânlarla basınının hasmı olan Morgan‘m oğlunu
bilvasıta destekliyordu, işte hu sıralarda idi ki Amerikan ga­
zeteleri bütün dünyayı hayrette bırakan manşetlerle Rockfel-
ler ile Standart Oil petrol tröstü ileri gelenlerinden bazılarının
tevkif edildiklerini yazdılar, Bundan ayn olarak bir Tederal
bakim de Standart Oil tröstünü gayri insani yollardan ve Ame­
rikan vatandaşı aleyhine büyük kârlar sağladığı gerekçesi ile
kapatma kararı verdi.
Bu karar tatbik edilebildi mi? Hayır ne Rockfelier ve ar­
kadaşları verilmiş olan tevkif emrine rağmen tevkif edilebil­
miş, ne de dünyanın en büyük tröstü Standard Oil kapatıla-
bilmişti. Çünkü Amerika harb içersinde idi ve yıl 1917 idi. Bu
vaziyetle dünya petrolünün mühim bir kısmına hakim, Ame­
rikan halk gücünün muharrik kudretine sahip bir şirketin ne
idarecileri tevkif edilebilirlerdi ne de temsil ettikleri tröst ka­
patılabilirdi, Rockfelier ve arkadaşları ile dev tröstü; Birinci
Dünya Harbinin yüzü suyu hürmetine büyük bir badireden
kurtulmuşlardı; Bu mücadele Amerikada 1920 seçimlerinden
sonra 1923 yılma kadar Rockfelier lehine cereyan etmiş ise de
1923 tarihinden sonra tekrar aleyhlerine dönmüştü. Amerika
ReLsicumlmm Harding zehirlenmiş ve iktidara Houver geç-
inişti, Hoover ise, Birinci Dünya Harbinin başkanı Vilson gi­
bi John PierponE Morganün şahsî dostu idi,
RockfeUer yine çıkmaza girmişti, Morgan temsil ettiği
büyük bankacılık tröstü sayesinde Standard OiPe istediği yer­
de darbeler vuruyor ve bu iki Amerikan tröstü arasındaki mü­
cadeleden sadece Deterding istifadeli çıkıyordu, Rockfellerin
bu çok kritik durumu 1933 yılına kadar devam etti. Fakat bu
yıl, Standard Oil için fevkalâde hadiselerin başlangıcı oldu.
Talih birdenbire Rockfellerin yÜ2 Üne gülmüş Roosvelt Reisi­
cumhur seçilmişti. Artık RockfeUer Amerikada rahat bir nefes
alabilirdi. Mücadele John Pierpont Morgan’m aleyhine dön­
müştü. Roosvelt açıkça Standard OiPi destekliyor ona her ha­
reketinde müzaheret ediyordu. Bu durum karşısmda Morgan
mücadeleden vazgeçmiş ve Rockfeller ile birleşmeyi uygun
bulmuştu. Standard yeni bir kuvvet kazanmıştı.
Amerikada Standard ile MorgarTın mücadelesi Morgan’a
da Standarda da bu arada Amerikan hükümetine de çok şey
kaybettirmişti. Venezüella bu kayıplardan sadece bir tanesi
idi.
RockfeUer bütün bunların acısını çıkarmağa karar ver­
mişti. Diînün iki hasmı Morgan ile RockfeUer birleşmeye ka­
rar verdiler, İkisinin birleşmesinden soma da Amerikan dola­
rının kıymetini düşürme işini ele aldılar. Bu kararın arkasın­
daki hakikat şu idi, Standard istihsal ettiği petrolü dolar üze­
rinden satıyor, Deterding ise dünyanın her tarafından istih­
sal ettiği petrolünü florin ile dünya piyasalarına intikal ettiri­
yordu. Dolar fiatı düşürüldüğü takdirde Standard Oil petrolü,
florin ile satılan İngiliz petrolüne nisbetle dünya piyasalarına
daha ucuza sevk edilebilecek bu sayede dünya piyasalarının*
Standard Oil'in istihsal ettiği petrolü istihlâk etmesi teinin edi­
lecekti. Bu mücadele tarzı hakikaten çok iblisçe idi. Çünkü
iki petrolcü arasmdakî çekişme birçok memleketlerin İktisadî
durumlarım berbat etmiş ve milyonlarca insanın çok kısa bir
zamanda fakirleşmesine ve sefalete düşmelerine sebep ol­
muştu.

Doların değeri düşürüldükten soma Standard Oıfin pet­


rolü dünya piyasalarına durmadan akıyor fakat her tanker,
Standard Oil aleyhine yeni zararlar taşıyordu. Gerçi Rockfeb
lerin bu mücadele tarzından sonra H enri Deterding çok para
kaybetmişti. Fakat Rockfeller- K eıpont Morgan birliği de bü­
yük zararlar görmüştü. Dolar - Florin mücadelesi bu zararlara
rağmen devam ediyordu. Çünkü D eterding dayattyordu. D a­
yatmakta da kendince birçok haldi sebepler vardı. O, bu mü­
cadeleyi kaybettiği takdirde bu kaybın arkasından Britanya
fmparatorl uğun un çöküşünü görüyordu. Bu hakikati sadece
kendisi görmemişti, Britanya İmparatorluğunu dünyanın en
büyük İmparatorluğu haline getiren kuvvetler de biliyorlardı
bu hakikati. Dolar - Florin mücadelesi bu şekilde devam eder­
se felâket her iki taraf için de mukadderdi. İşte burada dün­
yanın saydı petrol sahalarına sahip efsanevî İngiliz Entelijans
Servis işe karıştı, Entelijans Servisin yaptığı basitti. Morgan
ile Bockfellerin arasını açmak. Evet bütün plân bu idi. Ve cn
ınahir ajanlar; iktisatçı, devlet adamı ve alimler bu işle tavzif
edildi ve kısa zamanda da bunda muvaffak olundu. İlk hedef
John Pierpont Morgan’ın temsil ettiği milyarderlerdi. Bu mil­
yarderler Morgan’ı sıkıştırmağa ve Rockfeller ile olatı ortaklı­
ğım bozmağa zorladılar.

John Pİerpont Morgan bu tazyiklere boyun eğmek mecbu­


riyetinde kaldı. John Pİerpont Morgan Rockfellerdcn ayrıl­
mak sureti ılç onu D eterdingle mücadelesinde yalmz bu aktı.

Bu suretle 1953 dünya krizi adı ile andan büyük İktisadî


kriz kısa bir zamanda önlenmiş oldu. Bir petrolcü de bir ban­
kacının diğer bir petrolcüyü mahvetmek için verdikleri müş­
terek karar, bankacının ortaklarının tazyiki ile akamete uğra­
mış ve dünya rahat bir nefes alabilmişti.
Standard Oil fiat mücadelesinde yalnız kalınca bu yolda
daha fazla ısıar etmemiş o da mücadeleyi terk etmişti, Bu mu­
vaffakiyet sizlik Röckfelleri sındirmişmi idi? Hayır, Bilâkis
Amerika’da Roosvelt’ten aldığı kuvvetle o, yeni bir tecrübeye
tevessül edecek* tıpkı 1920 yılında olduğu gibi, Rusya'ya dö­
necek ve onunla işbirliği yapacaktı. Standard Oil bu karan
verdikten sonpa derhal harekete geçti. Buslarla yeni bir işbir­
liği anlaşması imza edildi. Rusya adma bu anlaşmayı imza
eden Sulinof yoldaş, Rockfelier den geniş krediler temin etti.
Bu kredilerle de Bakü petrol sahaları tanzim edildikten baş­
ka Batumda yüzlerce sarnıç ve kilometrelerce demiryolu inşa
ettiler. Artık Rus petrolü dünya piyasalarında üçüncülüğünü
ilân etmişti, Standard Oil’in bu yardımı, istikbalde Rusya’yı
dünyanın başma belâ edecek ve bundan en büyük zararı biz­
zat Amerika görecekti, Standard Oil Rusya ile birleşir ve Dc-
terding’e karşı müşterek mücadeleye girerken Amerika da
boş durmamıştı. Roosvdt, Standardın adamlarından birisi
olan Svansson’u deniz müsteşarlığına getirmişti. Tarih teker­
rür ediyordu, Panam a kanah etrafmda petrol için yapılan m ü­
cadele sıralarında Amerikan donanmasını kuvvetlendirmeyi
gaye edinmiş olan Standard, yeniden bu sâhada teşebbüse
geçiyor ve dünyanın en büyük bahri programım tatbik mev­
kiine koyuyordu. ’
Svansson’un hazırladığı ve senatodan geçirdiği bu pro­
grama göre Amerika irili ufakb otuz yedi parça harp gemisini
tezgâha koymuştu. Svansson bahri program m kabul edildiği
gün senatoda verdiği nutkunda «ümıd ederim ki bu gemiler
dünyada bir eşi daha bulunmayan bir donanmanın başlangı­
cım teşkil edecek ve Amerika denizlere hâkim olacaktır,»
Svansson açıkça itiraf ediyordu. Hedef denizler hâkimiyeti
idi. Yanı İngiliz!erde olan hâkimiyetin ele geçirilmesine çalı­
şacaktı, Bu sefer Standard muvaffak olabilecekmivdi? H âdi­
seler Standardın ümidinin boş çıkmadığım göstermiştir.
Amerika hakikaten dünyanın en büyük armadasına sahip
olmuş, İngilizleri geride bırakarak ikinci plâna düşürmüştü.
RockfeUer bu sefer galip gelmişti. Fakat bu dev armada dün­
ya petrol hâkimiyetini de elde edebiie çekimiydi? Hayır. Son­
raki yazılarımızda da izah edeceğimiz gibi, dev armada inşa­
sında muvaffak olan Am erikalılar D eterding’in elinde bulu­
nan dünya petrolüne asla el sürememişlerdi. ■
Bu sâhada sadece maziye karışan bir misal vermekle ik­
tifa edeceğiz,
1920 senesinde Amerikalılar D eterding’i dünya petrol h â­
kimiyetinden uzaklaştırmak için Ruslarla birleşirlerken aynı
tarihlerde Deterding ile mücadele eden başka bir adam daha
vardı. Dünyanın en büyük sahtekârlarından Harry Sinclair
idi bu adam.

Harry birkaç defa milyonlar kazanmış, her seferinde de


iflâs etmişti. Rus - Amerikan işbirliği başladığı sene elinde bü­
yük imtiyazlar vardı. Amerikalılar bu adamla da anlaştılar.
Deterding'in karşısına üç kuvvet halinde dikildiler. îranü al­
lak bullak ettiler. Fakat hiçbir netice alamadılar. Harry Sinc­
lair Amerikalıların, daha doğrusu, Rockfellerin tanıdığı bir
adamdı ve bir defasında Rockfellerin tavsiyesi ve Amerikalım
desteği ile Amavutiuk tahtm a geçmesine ramak kalmıştı.
Standard OH Hamey Shıclair’i Arnavutluk tahtm a oturtmak su­
reti ile bu memleket petrollerinin sahibi yapmak istemiş fakat
Deterding’in sillesi ile buna muvaffak oLamamıştı. H atta bü
aralık bu adam Baku’da sahip olduğu petrol sâhalarımn 1918
den sonra Ruslar tarafından zaptı üzerine 1920 senelerinde
İstanbul’a da gelmişti. Gelişi delice bir plânı tatbik etmek
içindi.
Harry Sinclair İstanbul’a sığınmış d a n Çar taraftarı Ge­
neral VrangeTin İstanbul’a iltica eden ordusunun artıkların­
dan bîr seferi kuvvet yapmak ve Bakii’ye geçmek istiyordu.
lla tta sekizbin kişiyi de bu maksatla etrafında tophyan bu
çdgm adam, Rusya'nın elinden Baku petrol sâbasmı almak
istiyordu. Bereket hem aklına uyan olmadı, hem de İstan­
bul’daki Osmanlı Hükümeti kendisine bu imkânı vermedi ve
gerisin geriye Avmpaya döndü.

işte Amerika ile Busya ve Hanry SinclaîPin müşterek mü­


cadelesinin dahi yıkamadığı Henry Deterding, Rus Amerikan
mücadelesinden de yakasım sıyırmasını bilecek ve îngılizlerin
dünya petrol hâkimiyetini devam ettirecekti.

PANAMA KANALI ETRAFINDAKİ


M ÜCADELE ve PETROL

Dünyanın her tarafına dal budak salmış olan İngiliz pet­


rol tröstü Royal Dutch-Sbeil Panama kanalı etrafındaki pet­
rol sahalarına da el atıyordu. Sermayesinin yüzde yüzü Ente*
lijans Servis ve İngiliz Bahriye Birinci Lordiuğuna ait olan
Anglo Fer si an petrol şirketi, Boy al Dutch- Shell grubunun bir
kolu olarak Panama etrafındaki petrol sâhaları ile alâkadar
olmağa başladı.

1926 yılından itibaren ciddî bir şekilde Panama kanalı


etrafında çalışmağa başlayan Henry D eterding’în ajanları ve
jeologları, Orta Amerikadaki Kolombiya devletinde karar kıl­
dılar. Zira, bu ajanlar ve mütehassıslar yaptıkları tetkik ve in ­
celemelerde Kolombiya’nın her türlü toprak altı ve toprak
üstü servetleri bakımından eşsiz bir memleket olduğunu tes­
bit etmişlerdi. Bundan ayrı olarak stratejik ehemmiyeti de
büyüktü. Kolombiya, Amerikalıların açtıkları ve iki okyanusu
birleştiren, fevkalâde ehemmiyetli bir deniz yolu olan P ana­
ma kanalını güneyden her an kontrol ve tehdit edebilecek bir
ehemmiyet taşıyordu. Kolombiya’nın bu ehemmiyeti ise, în-
grlizler için ihmal edilemiyecek bir keyfiyetti.
Memleketin her bakımdan ehemmiyetli durumuna rağ­
men, Delerding’i K olom biyalIn sadece petrolü alâkadar edi­
yordu. Bu kirli, yağla maddenin etrafında aşağı yukarı bir
asırdır devam eden korkunç mücadele, ikisi de Anglo Saxon
olan İngiltere ile Amerika'yı birbirlerine düşürmüş, birbirle­
rini mahvetmeğe azmetmiş İki amansız düşman haline getir­
miştir. Standard Oil ile Royal Dutch-Shell grupları ar asm da
devam eden mücadeleyi, Standard Oil kaybetmek üzere idi.
Petrol mücadelesi basit bir mücadele değildir ve petrol-
cular mağlûp olacaklarını hissettikleri anda, her çareye baş­
vurmaktan', hatta devletleri, Birinci ve İkinci Dünya H arbin­
de olduğu gibi topyekûn bir harbin içine sokmaktan da te­
vakki etmemişlerdi.
Kolombiya'daki mücadele de aynı metodlarla ele alındı.
Yalnız bir farkla, bu seferki basit bir iç mücadele oluyordu.
Standard Oil, Amerika'da elinde bulundurduğu büyük
mail İmkânlara ve gayet geniş nüfuza dayanarak Amerika
Reisicumhuru nezdînde rahatça sözünü geçiriyordu.
Rockfelier, D eteıding’in karşısında asnn haşmdanberi
devam edegelen mağlûbiyetlerinin sebeplerini biliyordu. O,
1865 yılmdanberi pasıfik ve Asya'da genişlemekte olan Ame­
rikanın, kudretli bir donanmaya sahip olması icabetUğîni müd­
rikti ve bu hususta elinden, gelen her şeyi yapmağa hazırdı-
O, sağ Itıın birtakım dostluklar, hatta menfaat birlikleri
kurmuştu, Amerikan Çelik Kralı Andrew Carnegte» yakın dos­
tu aynı zamanda bhçok işlerde iş arkadaşı idi. Denilebilir ki;
Amerikayı üç adam idare ediyordu. Bunlar sırası ile Rockfel-
ler, Johu Pierpont Moîgan ve Ajıdrew Carnegie idi. Fakat bu
trionun en güçlüsü şüphe yok ki; Rockfelier idh O, 1904 yılın­
da neşredilen devlet istatistiklerine göre Amerikan iç ticareti­
nin yüzde 85 ini» dış ticaretin ise yüzde doksanını elinde bu-
1undu ruy ordu.
tşle bu korkunç sermaye ve imkânlarını seferber eden
RoekfeJler kudretli bîr donanmanın yaratılması için Harekete
geçti. Eski ticareti bahriye kaptanlarından Mahan adlı birisi­
ni, bu mücadelesinin mihrakı haline getirdi ve ikna edici ve
şiddetli bir kampanya açtı. Kaptan Mahan durmadan bu fikri
yayıyOT, dergilerde yazdığı yazılarla bu fikir üzerinde ısrar
ediyordu. Q, «Kudretli bir harp filosu kurulmadıkça, Ameri­
kanın Pasifikteki müstemlekelerinin tehlikeye gireceğini, hat­
ta bizzat Amerikanın da bunda zarar göreceğini» söylüyordu.
Kaptan M ahan’m yaptığı mücadele sonunda semeresini
verdi, RockfeUer her türlü tedbirini almış bulunuyordu. Se­
natoya sevkedilecet haie gelmiş oian bu bahri programı, se­
natodan rahatça geçirebilmek maksadı ile orada ekseriyeti
elinde bulundurmak lüzumunu takdir ettiği için, bu ekseriyeti
de elde etmişti.
Amerikan senatosu içtim alarm d an birisinde, senatörler­
den biri bir takrir vermiş ve takriri kabul edilmişti. Bu takri­
re göre; Amerikan donanması, Ametikanm menfaatlarım ko­
ruyamayacak kadar azdı ve kifayetsizdi. Binaenaleyh yeni bir
bahri programın derhal kabulü lâzımdı. Senatör rakamlar da
veriyordu.
Senatonun o günkü toplantısında verdiği rakamlara göre:
Amerikanın elinde bulunan İS tanesi birinci sımf sadece 51
harp gemisine karşılık, Ingilterenin 80 ni birinci sınıf 581 harp
gemisi, Fransanın 50 sİ birinci sınıf 403 harp gemisi, Rusya­
nm 40 l birinci sınıf 286 harp gemisi, AJmanyanın ise 28 i bi­
rinci sınıf olmak üzere 216 harp gemisi vardı,
Bu rakamlar karşısında senato söyleyecek kelime bulam a­
dı ve yeni bir bahrî programın sür'atle tahakkuk safhasına çı­
karılmasına karar verdi. Bu karar üzerine bütün tersaneler ge­
celi gündüzlü çalışmağa ve harıl harıl muhrip, kruvazör ve
saffı harp gemileri yapmağa başladılar. Rocfefeller'in bütün
giyesi, keadi menfaatlerini, bu arada Amerikanın da menfa­
nı lerini koruyacak güce sahip olmaktı.
Amerikan tersanelerinin inşa halindeki harp gemileri ile
dolu bulunduğu 1928 senesinde, Standard ö il ile Anglo Per-
riuıPıu orta Amerikadaki mücadelesi de zirveye ulaşmış bulu-
j i uy ordu. Bu mücadelenin birinci safhasını Îngilizler kazan­
mış, Kolombiyamn zengin toprak altı ve toprak Üstü servet­
leri ile petrolün imtiyazını almıştı.
Anglo Persianhn Kolombiya’da petrol İmtiyazları aldığı
ıöğrenildiği günden itibaren de Amerikan basmı İngiltere'ye
karşı hiç de dostane olmayan gayet sert bir kampanya açı­
yordu.
New York Times gazetesi Amerikan milletini ikaz edi­
yordu. Gazete diyordu ki:
«İngiltere denizlere hâkimiyetine dayanarak Amerikayı
muhasara etmektedir. Eugün Kolombiya'ya yerleşen İngiliz-
İn-, yarın Panamaya, öbür gün ise Amerikaya yerleşeceklerdir.
Amerikan milletinin yeni bir Washingtorv>a ihtiyacı var­
illi1,» .

Avnerikada herkes endişe ve şüphe içerisinde idi. Halkın


hu endişelerini dile getiren birtakım beyanlm da vardı. H at­
la hu beyanlar bir tehdit mahiyetini haizdi.
Standard Oil petrol tröstünün idare meclisi azalanndan
ve hu tröstün en mühim adam larından birisi olan Ludvel
Ihüiny Amerikada bahrî programın tahakkuk safhasına çıka-
ıılınak üzere çalışıldığını bildiriyor ve yazdığı yazıda şöyle
diyordu:
«Anglo Persian'ın Panam a kanalım yandan vuracak bir
iıniîyaz koparmak maksadı ile Kolombiya’da giriştiği gayret-
Iit , milletlerarası bir çatışmaya sebep olacaktır.*
New York Times, Amerikan halkının düşüncelerini akset­
tiriyor, Ludvel Denny ise, petrol yüzünden kopması m uhte­
mel bir fırtınadan, milletlerarası bir çatışmadan bahsederek
dünya efkârı umıımiyesiımı nazan dikkatini petrol üzerine
çekiyordu. Durum, hakikaten, Amerikalıların endişe duyacak­
ları kadar kritikti. Çünkü, Sir Henıy Deterding, bu kabil teh­
ditlere ve çıkışlara pabuç bırakacak bir insan değildi. Sonra
o» bu tip tehditleri ta 1890 dan beri biliyordu. Ve biliyordu ki;
bu tehditlerin arkasından hiç bir gey çıkmıyordu.
Ve yine o, Kolombiya’da Anglo Persian adına mücadele­
yi idare eden zatın dirayetine de tam manası ile güveniyordu.
Zira kendisini daha birçok ker© bu tip işlerde kullanmış ve bu
tehlikeli işlerin hepsinden daima yüzünün akı ile çıkmıştı, JBu
zat, sadece Pearson diye bilinen kurt bir petrolcü idi. Bu za­
tın aynca bir hususiyeti daha vardı kî; kendisine izafe edilen
ehemmiyeti işte o vasfı ile kazanıyordu. Bu zat, korkunç bir
ihtilâl tatbikçisi idi. Pearson her nereye gitmiş ise orada be-
hcmahal bir ihtilâl çıkmış ve petrol yüzünden çıkan bu ihti­
lâlde pek çok kan dökülmüştür,
îşte Kolombiya’daki organizasyonu bu zat yapmıştı. Ve-
İhtilâlin plânları, Deterding’İn de yardımı ile meydana getiril^
inişti. Onun için Deterdıng’in olsun, Pearson’un olsun, Ameri*
kalıların tehditlerine kulak asacak vakitleri yoktu.
Amerikan m tehditlerine rağmen, Deterding plânında her-’
hangi bir değişiklik yapmadı ve Kolombiya’da ihtilâl oldıı,
Kolombiya’nın yeni efendileri ile Pearson derhal müzakereler^
başladılar ve bu1 müzakereler sonunda Îngilizler petrol imti*^
yazlarını elde eltiler. FearsmYun Bogota hükümetinden ko*
pardığı imtiyaz on binlerce kilometre kare saha içerisinde ve1
66 yıl müddetli araştırma ve istihsal imtiyazı oldu.
Deterding, Amerikalıların bu tehditlerine cevap mahiye*
tinde, bizzat kendisinin desteklediği Lâtin Amerikası basınını
iıilırik etti ve bütün bu basın, Yankee tabirini sık sık kullan­
ımıma başladı. Bu tabir Lâtin Amerika halkının A. B. Devlet-
it lini tezyif için ortaya attığı bir slogandı ve bütün Lâtin
Amerika basınının bu slogana sarılması, Amerikayı, sa vurdu-
Kiı tehdidi yerine getirmekten alıkoymuştu, Amerikanın teb­
dillerini yerine getirememesinin bir başka sebebi daha vardı.
-Adetâ ağız birliği etmişçesine, bütün devletler, Kolombiya'yı
fU'sleklediklerini, Amerikanın tutumunun bu devletin İçişleri­
ne müdahale sayıldığım bildirdiler, Amerika yelkenleri suya
indirmiş, Deterding de bu tehlikeyi böylece tereyağından kıl
çeker gibi atlatmıştı.
Gerçi Deterding’e bu kampanya pahalıya malolmuştu fa-
b ut istediği neticeyi de istihsal etmişti. Devlet adamlarına ise,
"mm verdiği yüklü çekler, uzun müddet Amerikan m atbuatı­
nın ağzına sakız olmuştu.
Standard OiVin bütün mücadelesi, Amerikan hükümeti­
nin sert protesto notaları ve harp tehditleri, DeterdİngSn bu
mukabil tedbirleri sayesinde savuşturulmuş ve Anglo Persian
Itugota hükümetinden bu imtiyazları rahatlıkla almıştı.
Kolombiya hezimeti bardağı taşıran son damla olmuş!u.
Amerikanın ntihtzn zedelenmişti. Rockfelier bu hezimeti dile­
diği gibi kullandı ve Amerikan senatosuna getirilmiş olan
İldir! program aynen kabul edildi.
Standard Oil yüzündeki maskeyi indirmişti. Bu tröstün
iı İnrecileri artık mücadeleyi gizlemek lüzumunu duymuyor­
lardı. Mücadelelerini açığa vurmuşlar ve Amerikan halkına
mnietmişlerdi. Ayrıca Standardım İdarecileri tehdit ediyorlar-
■ İ l Standard Oil tröstünü idare edenler açıktan açığa «Tatbik

1 dilecek olan bahrî programla denizlerde üstünlüğü Ingiliz-


lı rtlcn aldığımız gün, Standard Oil dünya petrol hâkimiyetini
<îıuc geçirmeyi bilecektir.» diyorlardı.
Bu tehditler açıktan açığa Ingiltere’ye müteveccihli, tn-
gilizler akla durgunluk veren bir umursamazlıkla karşıladık­
ları bu tehditlere kulak asmadılar ve bu tehditlere, yeni bir
bahri İslâhat programı ile cevap verdiler. Îngilizler in bu İslâ­
hat programı ile, yakın tarihin en büyük deniz teslihat müca­
delesi başladı. Amerikan - Ingiltere donanma rekabeti adını
verdiğimiz bu mücadele, İkinci Dünya Harbinin dev armada­
larını meydana getirdi*
Pearsonkm Bogota’daki hükümet erkânından aldığı geniş
imtiyaz çerçevesi içerisinde, Panama kanalım takibeden hu­
dut bölgesi de vardı. îngilizler her işlerini olduğu gibi bu im­
tiyazı da çok sağlam esaslara bağlamışlardı. Ve bu imtiyazda,
Panam a kanalma muvazi yeni bir kanal açmak hakkı da vardı,
îngilizler, bilhassa Panam a kanalına muvazi yeni bîr ka­
nal açmak hakkı ile, dünya üzerinde hâkimiyetleri altında bu­
lunmayan pek nadir su yollarından birisini de vurmak veya
imdan Amerikalılarla müsavi şekilde istifade etmek m aksadım .
gütmüşlerdi.
Yeni bir kanal açılmadığına göre de îngilizler, Panama?,
kanalı mevzuunda da muvaffakiyete ulaşmış sayılabilirler.
Amerikalı idareciler ve Standard Oil ileri gelenlerini en
çok korkutan husus bu yeni kanal imtiyazı idi. Şayet Îngilizler,
ellerine geçirdikleri bu yeni imtiyazdan faydalanmak ve ka~
nah açmak için teşebbüse girerlerse, îngilizlerin bu hareketi
belki de vahim neticeler tevlid edecekti. Amerikan hükümet
adamları bu hususu açıktan açığa söylemekten çekinmediler.
Standard Panama kanalı işinde yine sahneye çıkmış oluyordu.
Standard’ın bu çıkışı çok sert oldu. Amerika Reisicumhu­
ru YVilson’u Panama kanalı ile alâkalı Ingiliz projesinin aley­
hine imale etmeğe çalıştı ve bunda da muvaffak oldu.
Amerika Reisicumhuru WiIson verdiği bir beyanatta^
«Şayet îngilizler Kolomhiya’da elde ettikleri bilcümle imti-
yazlarından vaz geçmezlerse^ Panam a kanalından geçecek bü­
tün. Amerika Birleşik Devletleri gemilerinden alınmakta olan
mÜTuriye resminin kaldırılacağım ve bunun için de bir kanu­
nu senatoya getireceğini» bildirdi.
Petrol artık iki tröstün mücadelesi olmaktan çıkmış, iki
devletin mücadelesi haline gelmişti. Öyle iki devlet ki; Birinci
Dünya Harbinin galibi ve dünya haritasını değiştirebilecek
kudrete sahip ve kadirdi. Amerikalılar Reisicumhurlarmış ağ­
zı ile açıkça tehdit ediyorlardı. Bu tehdide Îngilizler sert re­
aksiyonlar gösterdi. İngiliz hükümeti de, dünyanın her yerin­
de Amer ika blarla aralarında akte dilmiş anlaşmaların verdiği
hiitün hakları tanımayacaklarını ilân etti.
İki devlet arasındaki .mücadele had safhaya çıkmıştı.
Standard Ingilizleri gafil avlamıştı. O, Ingİlizlerin, gerek
Sevr muahedesinin en mes’ul devleti, gerekse Lloyd Georg’un
ahmakça politikası ile en yakın müttefikleri ile bile arasının
açık olduğunu biliyordu. O, yine biliyordu ki; Haksız bir şe­
kilde ve sırf Lloyd Georgkın İsrarı ile Ana d ol uya çıkarılmış
müstevli Yunan ordusunun Anadolu harekâtı yüzünden Avam
Kamarasında ve İngiliz efkârı umumiyesindeki prestiji de sar­
sılmıştı, Bunun için dayattıkça dayattı ve İngiliz siyasileri,
muvakkaten Bogota’daki adamları Pearson’u himaye etmek­
ten vazgeçtiler.
Ingİlizlerin, Bogota’daki adamları Peaıson’u himaye e t­
mekten vazgeçmeleri ve Panam a kanalı yanında yeni bir
kanal açma projelerini yine muvakkaten durdurmaları, Stan­
dard Oil ile Royal Duteh-SheU arasındaki mücadeleye tesir
edebilmiş miydi? Bu suale rahatça hayır diyebiliriz. Zira De-
terding, d in e bir defa geçirdiği imtiyazları hiç bir zaman fes­
hetmemişim O, S tandard^ da? Amerikan hükümetine de yeni
bir oyun oynamak iâzere harekete geçti,
D eterding’in emri ile Enteîijans Servis ile Royal D utdı-
Shell grubunun en mahir ajanları, Meksika ve Nikaragua’da
toplanmağa başladılar.

Ateşli kanları ve sınır tanımayan paTa düşkünlükleri ba­


kımından her an ihtilâl yapmağa müsait olan bu memleket­
lerde Deterding’in altunlan, bu kurt adamın arzu ettiği ihti­
lâlleri meydana getirmekte gecikmedi. Bu iki memlekette ih­
tilâller patladı. Hemen Amerika Birleşik Devletlerinin hııdııdu
yanmda patlak veren bu ihtilâllere Amerika seyirci kalamaz­
dı. Diplomatik kanallarla yapılan bütün te ş e b b ü s le r netice­
siz kaldı ve Amerika harekete gegti. Bu kaba kuvvetin petrol­
d ü arın emrine girmesi demekti. Amerikan bombardıman tay­
yareleri Nikaragua’da halkı mitralyozlerle biçmeğe başla­
dı. Amerikanın bu hareketi, bütün Lâtin Amerikası tarafm dan
takbih edildi ve bütün kıtada Yankee sloganı gözetlerin man­
şetlerine geçti. Gazeteler Amerika Birleşik Devletlerine ver­
yansın ediyorlardı. Fakat bütün bu hücumlar herhangi bir ne­
tice vermekten de çok uzaktı. Amerika bombardımanlara de­
vam etti. Bir taraftan da Meksika hükümetine nota üstüne no­
ta vermeğe başladı. Fakat ihtilâlcilere lâf anlatamadı. İhtilâl
liderleri Nuh diyor, Peygamber demiyorlardı.

Washington* Nikaragua’yı bombordıman eder, Meksika-


ya nota üstüne nota verirken, Ingiliz ordusunun mümtaz şah­
siyetlerinden birisi, Albay Henry Irving elinde diplomatik p a­
saportu ile Bogota’daki Ingiliz elçiliğinde Kolombiya’nın ih­
tilâl sonunda iktidara gelmiş liderleri ve nazırları ile tanışıyor,
onlarla eskisinden ayn olarak ve 50 yıllık yeni bir imtiyaz an­
laşmasının müzakerelerine başlıyordu,

Henry Deterding, Albay trving’den aldığı bir haber üze­


rine kendisine yardımcı olarak yine Britanya ordusu albayla­
rından Yates ve petrol mütehassıslarından ve birinci sımf bir
müzakereci ollan Sır Arnold T. W ilson\ı acele Bogota’ya gön­
deriyordu.
Rockfeller’iu tazyiki ile Nikaragua’yı bombardıman eden
Amerika Standard ile birlikte çok zor bir duruma düşmüştü.
Deterding bundan süı'atle faydalanmak istiyordu. İşte bu se­
bepledir ki; Kolombiya’da teşebbüse geçmiş ve ikinci bir im-
liyaz İçm de müzakerelere girişmişti. Deterding hiç bir şeyi
icsadiife bırakmak istemiyordu. Eline geçen bu fırsatı kolay­
lıkla değerlendirdi,
Amerikalılar Nikaragua halkım mîtralyöz ateşine tutmuş
olmakla büyük bir hata işlemiş oldu ve Deterding’e Latin
Amer ikasın da Amerika ve Standard Oil aleyhine geniş propa­
ganda yapmak imkânlarım verdi. Bütün Lâtin Amerika dev­
letlerinde çıkan gazeteler ile Amerikan menfaati ar mm bulun­
duğu diğer dünya devletlerindeki gazeteler, Amerika aleyhin­
de çok şiddetli bir kampanya açtılar. Deterding neticeden
memnundu, Bu kampanya hemen dünyanın her yerinde Ame­
rika aleyhtarlığına yol açtı. Bu atmosfer içerisinde Deterding
Bogota'da istediği imtiyazları aldı,
Amerika gerek Nikaragua gerek Meksika hadiselerinde
oyuna gelmiş, fakat asıl darbeyi Standard Oil yemişti.
Albay îrving, albay Yates ve Sir Aznold T. 'VVilsondan
müteşekkil Bogota'daki İngiliz heyeti, bütün yolları denemiş
im aların a rağmen Kolombiya’h liderlerden istedikleri imti­
yazı diledikleri gibi elde edemiyorlardı. Orada müşkülât ile
kurşıl aşmışlardı. Bogota’daki liderler, İngiltere ile Amerika
lirasındaki mücadeleden kendi leblerine birtakım neticeler
i'lde etmek istiyorlar ve müzakereleri çıkmazsa sokuyorlardı,
Deterding ise, bıı hale sinirleniyordu. Neticede Sir Henry De-
tei'dmg, her seferinde olduğu gibi kesenin ağzını biraz daha
açtı, Bogota'Iı nazırlar, dünyanın en zengin altı adamından
birisi olan Alüminyum kralı, eski nazırlardan Andrev MeUoıT-
ıın büyük hissesine sahip olduğu Gulf Oü şirketine de bir im­
tiyaz vermek istiyorlardı. Uzun çekişmelerden sonra İngilizler
İnına rıza gösterdiler. Gulf Oil şirketine verdikleri bu imtiyaz­
la Bogota’]ı nazırlar bir m üddet için petrollerinin bîr kısırımı
işlettiler fakat netice değişmedi,
İki dev tröst arasındaki mücadeleden istifade eden nazır­
lar birkaç yıl için petrollerinden istifade ettiler sonunda îngi­
lizler ile olan münasebetlerini daha da kuvvetlendirdiler ve
Deterding’in istediği imtiyazı dilediği şekilde kendisine ver­
diler.
Ve böylece Deterding, Amerikanm burnu dibinde yeni
bir imtiyaz daha almış oldu,

MEKSİKA PETROLLERİ

Birinci Dünya H arbi sonu, dünya* Standard Oil ile Royal


Dutch-Shell petrol tröstleri arasında cereyan eden korkunç
mücadelelere şahit olmuştur. H arbi galib olarak bitiren İngil­
tere, birliğini kurduğu gündenberi kendisine rakip olan Al­
man imparatorluğunu tasfiye ettikten, Çarlık Rusyası yıkıl­
dıktan sonra rahat bir nefes almıştı.
Cihan Harbinin galibi Ingiltere, kudret ve kuvvetine da­
yanarak dünyanın her tarafında olduğu gibi, Orta Amerikada
da petrol imtiyazları elde etmeğe karar vermişti. Bu hususta­
ki kararı, İngiltereye bir petrol imparatorluğu kazandırmış
olan iki adam, Sir Wilhelm Augustus Henry Deterding de di­
ğer ortağı Sir Samue! Marküs, Londra’da yaptıkları bir görüş­
me sonunda vermişlerdi.
Bu iki zatııı Londra’da yaptıkları toplantıda hedef de ta ­
yin edilmiş bulunuyordu Meksika,
H er ne bahasına olursa olsun Meksika petrollerini ele ge­
çireceklerdi.
Dünya petrolünün hâkimi ve nazımı olan bu iki zat, ara­
larında verdikleri kaTarı derhal tatbike başladılar.
Bockfdler de Orta Amerika petrolleri ile meşgul olmayı
düşünmüş, fakat îngilizler daha atik davranmak sureti ile
Standard ÖiPe tefevvuk etmişlerdi,
Deterding ile Samuel Marküs, Meksika’daki çahşma şekli
üzerinde bir plân yaptılar, Deterding bu sefer ortaya çıkmak
istemiyor ve perde arkasında kalmayı daha münasip buluyor­
du. Onun için kendisi, petrollerin ele geçirilmesi için lüzumlu
organizasyonu yapacak, Samuel Marküs de, teşebbüsü finanse
edecekti.
Deterding ile Samuel Marküs, daha Birinci Dünya Harbi
içerisinde iken Meksika'ya atlamayı düşünmüşler ve bu hu­
susun gerçekleşmesini harbin sonuna bırakmışlardı. Ancak bu
memleketlette petrolü ele geçirmek için yapacakları atağı des­
tekleyecek on çalışmaları da daha harp içerisinde iken yap­
mışlardı. Deterding’in adamları, Meksika'da çalışmağa başla­
dıkları 1915 yılından itibaren darbeyi vurdukları ve petrol
imtiyazım aldıkları ana kadar bu memlekette satılık bir sürü
adam bulmuşlardı. Bu adamlar arasında her sınıftan olanlar
vardı, Fakat asıl mühim olanları, Meksika ordusunun aza­
metli generalleri idi. Para Lâtin Amerikasında her şeyi yaptı-
rabiliyordu,
Deterding ile Samuel Marküs Londradaki kararlarından
hemen sonra Meksika'da, Meksika Eagle şirketini kurdular-
13u şirketin başına, Henry Deterdîng’în en îtiına dettiği adam ­
ların dnn biri olan ve sonradan Kolombiya’yı da eline geçire­
cek olan Fearson’u getirdiler,
İstikbalde Lord Ccwdry adını alacak olan Peaıson, niş-
vet vermekte, ihtilâller çıkartmakta hakikaten büyük ihtisası
olan bir insandı.
Fcarson kısa zamanda Mexiko şehrinde, her tabakadan
birçok insan ile dostluklar kurdu. Bu dostları arasında birçok
devlet adamı* birçok general, gazeteciler ve her zümreden în-
sanlar vardı.
Pearson’un taktiğine ve çalışma metoduna göre; bir fliti-
lal için lüzumlu elemanlardı bunlar. Pearson bu insanları elde
edebilmek için bîr hayli para sarfetmişti. Standard Od de boş
durmuyor, MexikoJda o da çok para sarfediyor ve dostlar edin­
meğe çalışıyordu.
Standard bütün çalışmalarına rağmen Meısiko şehrinde
istediği dostları bulamıyordu. Bütün Lâtin Amerikasinı bir
sar’a nöbeti gibi saran Yankee sıfatı onlan burada da takibet-
miş ve nefret ifade eden bu kelimenin ardındaki Amerika Bir­
leşik Devletleri düşmanlığı, bütün heybeti ile sırıtmıştı.
Neticenin böyle olmasında Pearson’ıuı da biiyük rolü var­
dı. Zira, Pearson, Mexiko?ya ayak attığı andan itibaren basım
harekete geçirmişti. Mexiko5da çıkan bütün gazeteler, Ameri­
ka ve Standard aleyhine yazılar yazıyorlar, Meksika umumî
efkârını Amerika aleyhine tahrik ediyorlardı. Esasen bu mem­
lekette mevcut olan Amerikan aleyhtarlığı bu yazılarla daha
da ağırlaşıyordu. Gazeteler sanki batarya île ateş eder gibi bir
ağızdan Yankce tehlikesinden bahsediyorlar ve devlet adam ­
ları ile o memlekette her şey demek olan generalleri ikaz edi­
yorlardı. Pearson Standard^ karşı mücadeleyi muvaffakiyetle
idare ediyordu. Bu onun her gittiği yerde tatbikini asla ih­
mal etmediği bir metodu idi.
Esasen Amerika ile hem hudut bir memleket olarak, Mek­
sika balkı daima bir Amerikan istilâsından ürkmüş ve Ameri­
kan düşmanlığını bu hissin verdiği bir alışkanlıkla daima uya­
nık bulundurmuştur. MeksikaJıların böyle düşünmekte haklı
oldukiân bir takım faktörler ise, daima tekerrür etmekte idi.
Sık, sık Amerika tarafından ihdas edilen hudut ihtılâfllan,
Meksika halkı ile Meksikah devlet adamlarını daima uyanık
olmağa m ecbur ediyordu.
Pearson bu neşriyatı tam zamanında yapmıştı. Umumî
efkâr Amerika aleyhine hazırlanmıştı. Devlet adamları ile Ge-
nerailer, Pearson’un istediği kıvama gelmişlerdi. Gizliden giz­
liye ve teker* teker yapılan müzakereler Peaıson’u sür*ati e ne­
ticeye götürüyordu. Ve bîr gün habar alındı ki; Meksika’daki
devlet adamları ile Peaıson bir masanın etrafına toplandılar
ve bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma petrol anlaşması idi
ve anlaşma bükümlerine göre de Meksika’daki bütün petrol
sâhaları uzun vadeli imtiyazlarla Ingilizlere verilmişti,
Ingİlizlerin Meksika’da petrol imtiyazları elde ettikleri
sıralarda Amerika Reisicumhuru Harding, Rockfellerin dayat’
ması sonunda bir beyanat veriyor ve:
«Biz* vaktimizi dünyaya insanlık dersi vermekle geçirir­
ken, Ingiltere, diinya iktisadiyatının anahtarı, ve istikbalin en
kuvvetli teminatı olan petrolü ele geçirmekle meşguldür», di­
yordu,
Amerika Reisicumhuru Harding*in bu beyanatı da gös­
teriyor ki; Standard Oil mücadeleyi kaybetmiştir. Ve tedbir­
ler almak lâzımdır. Standard Oil tehlike işaretini vermişti.
Amerika, eğer dünya petrolüne sahip olamazsa, Amerika ol­
maktan çıkardı. Ve işte bu ikaz, Amerikan makamlarını hare­
kete geçirdi.
Amerika hükümeti, Ingİlizlerin Meksika’da petrol imti­
yazı alışlarım M eriko nezdmde sert bir nota ile protesto etti.
Notanın arkasından MexikoTdakİ Amerika sefiri, Mmtiko kabi­
nesini sıkıştırmağa başladı. Amerikalılar, Ingilizlere verilen
imtiyazların feshedilmesini resmen taleb ediyorlardı. Ameri­
kanın Mexiko kabinesi n ezdin deki tazyikleri o kadar arttı kj
tahammül etmek güçleşti,
Fakat ne olursa olsuns M eriko’daki kabine yine dayattı,
Meksikalı bakanlar, İngîlizlere verilen imtiyazları feshetmek
cihetine asla yanaşmadılar. Onların bu hareketlerini basm da
destekliyordu. Zaten Amerikan kudretine dayatma gücünü
basından ve halktan alıyorlardı. Halk galeyan içinde idî, Mexı-
ko şehri bir mitingler şehri olmuştu. Her tarafta Amerika
aleyhtarı mitingler tertip ediliyor, hatipler Ameri kaya veryan­
sın ediyorlardı. BüLîm bunlara rağmen Amerikan sefiri de da­
yatıyordu. Onun istediği tek şey Ingiiizİerm im t ıyazlarının
Feshi idi. Nihayet bir hal çaresi bulundu. Bakanlar, dolaşan
tehlikeyi açık bir şekilde Amerika sefirine bildirdiler. Îngilîz-
lere verilen imtiyazlar feshedilirse, Meksika’da ihtilâl patlak
verebilirdi. Bu hale göre, Amerikalılara da imtiyazlar veril­
mesi teklifi resmen Amerikan sefirine bildirildi. Ve Amerika,
bu imtiyaz anlaşması sonunda Meksika’ya yaptığı baskıya son
verdi. Meriko’dakı nazırlar rahat bir nefes aldılar.
İngiliz petrolculan, yani Deterding, bu durum karşısında
derhal harekete geçtiler. Deterding, bilhassa Meksika petrol­
lerinde iştirak kabul etmiyordu. Bu memleketin petrolünün
tamamı ya kendisinin olacak, yahut... Evet yahut b u imtiyaz­
ları kendisine verebilecek bir iktidar iş başına gelinceye kadar
Meksika’da ihtilâller devam edecekti.
Pearson patronundan aldığı bîr direktif ile kat’î bir şe­
kilde harekete geçti. Meadko’yu adetâ altım’a boğdu. Para hır­
sına her vakit mağlûp olan Lâtin Amerikalı generaller gibi,
onlar da İngiliz altunlarmm cazibesinden kendilerini kurtara­
madılar ve ilk ihtilâli yaptılar. Pearson, satm alınmış general­
lerle Meksika’da ihtilâl yapmıştı. Ve bu ihtilâl muvaffak ol­
muştu,
Meksika’da iktidarı ellerine geçirmiş olan generaller ilk
iş olarak Amerikalılara verilmiş olan petrol imtiyazım feshet­
tiler. Ve böylece, Royal Dutcb-Shell grubunun bir kolu olan
Meksikan Eagle tekrar Meksika’ya hâkim oldu.
Bu darbe Amerikalılara çok pahalıya oturmuştu, Ameri­
ka Reisicumhuru dahil, Amerikadaki bütün siyasîler adetâ
şoke olmuşlardı. Rockfeller ise, adetâ sersemlemiş, sarsılmış
ne yapacağını bilmez hale gelmişti.
Amerikan m atbuatı ateş püskürü yordu. Amerika sanki bir
barut fıçısı olmuştu ve nerede ise patlayacaktı, Biitiin Ameri-
Icaya şamil bir infial vardı.
Rockfelier yediği bu darbeden sonra hemen toparlanmış
vc Reisicumhur H arding'i sıkıştırmağa başlamıştı. Rockfelier,
Amerikanın harekete geçmesini isliyordu. Amerikanın hare­
kete geçmesi ise, güney hududundaki bâr devleti donanma vc
ordu ile yola getirmesi demekti. Amerikanın böyle bir davra­
nışın arkasından birçok rizikoları da birlikte kabul etmesi lâ­
zım geldiğini bilen Harding neticesiz kalacak bir diplomatik
laarruza geçmeğe karar verdi. _.s
Standard Oil şirketi idare meclisi azalığmdan hariciye
müsteşarlığına getirilmiş olan Hughes, Meksika ihtilâlcilerini
Irlıdit eder mahiyette beyanatlar verdi. Amerika, açıkça teh­
dit yoluna gitti. Fakat generallerin kulakları tıkanmıştı. Ame­
rikanın tehditlerine ehemmiyet vermediler. Hughes be sefeı
lisanını değiştirmeğe mecbur oldu. Ağzından harbe benzeyen
birtakım sözler çıkıyordu. Lâkin Meksikalı generaller oralı
bile değildi. Amerikan tehdit politikası da netice vermedi.
Mühim olan nokta ise, oe Amerikalı senatörün tehditleri
ıın de Amerikan m atbuatının hücumlarının îngilizlere tesir et­
meyişi idi. Onlar işlerini sağlama bağlamışlar ve petrole gir­
mişlerdi. '
Meksika ihtilâlinden dolayı Amerikada infialin had saf­
haya çıktığı günlerde, bir senatör, senatoda şöyle bağırıyordu:
«îngilterenin hedefi müstakbel bir harpte bütün muvaffa­
kiyet ihtimallerini petrol sayesinde kendi taıafm a toplamak­
sın ibaret değil, belki de aynı zamanda bu muvaffakiyet ihti­
mallerini rakiplerinin elinden almaktır.
Ingiltere, Amerika Birleşik Devletlerinin kaynaklarım
azaltmak için hesaplı bir şekilde hareket etmektedir.»
Meksika ihtilâli dolay ısı ile söylenen bu sözler, İngüizle-
rin petrol politikası hakkında söylenebilmiş sözlerin en dik-.,
kate şayan olanı idi. İngiltere, hakikaten müstakbel bir harbi
kaçınılmaz kabul etmiş ve b u harbi kazanmak için elindeki
bütün kozlarını oynamağa karar vermişti. Petrol bu kozlarm
bîr numaralısı idi.
Îngilizler müstakbel bir harpte petrole hâkim olan devle­
tin dünyaya da hâkim olacağım biliyorlardı ve hesaplı bir şe­
kilde bu yol üzerinde yürüyorlar, Meksika ihtilâlini yaptırdık­
ları una kadar ellerinde bulundurdukları dünya petrol hâki­
miyetini kaçırmamak için azamî gayret sarf ediyorlardı,
. <•
îngilizler Meksika ihtilâlini yaptırdılar fakat bu ihtilâl
kendilerine çok pahalıya mal oldu. Zira Ingİlizlerin Meksika
ihtilâli içiıı harcadıkları para takriben iki milyar lira civarın­
da idî.
Meksikalı generalleri Amerikanın tehditlerine kulaklarını
tıkamağa sevkeden kudret işte bu para idi.
Îngilizler Mek sikadaki hâkimiyetlerini kurduktan sonra
Standard Oil tröstüne de bir miktar hak tanıdılar. Generaller­
le Standard arasında yapılan müzakereler müspet netice verdi
ve Meksika'da Standard petrol sahalarına kısmen girebildi.
Ingİlizlerin böyle hareket etmelerinde ciddî sebepler mev­
cuttu. Zira AlmanyaMa bir hareket başlıyor ve istikbali teh­
dit edecek bir istikamette gelişiyordu. Almanya Sevr m uahe­
desinin hükümlerini, en mükemmel kontrol sistemi kurulmuş
olmasına rağmen tanımadığım gizliden gizliye silâhlanmakla
ispat etmişti. 1918 yılında yere serilen Avrupamn dev’i, yeni­
den canlanıyordu, Ingilizleri ürküten bu hadisedir ki; Stan­
dard Oil petrol tröstüne Meksika'da hisseler almak hakkını
vermiş oldu.
Ingİlizlerin korktukları başlarına geldi, 1933 yılında. Hit­
ler Almanyada mevkii iktidara geldi.
. Almanya artık Sevr muahedesinin zebunu değildi. Hitler
açıkça Sevr arılaşmasını tanımadığım ilân ediyordu. Almanya
sür'atle silâhlanıyordu. Bu silâhlan mayı destekleyecek iıam
maddeler işi ise plânlanmıştı, Almanyamn en çok muhtaç ol­
duğu şey Petroldü ve bu madde Almanya’da mevcut değildi.
Mitlerin kafasına koyduğu motorize ordular için petrol hayati
clıeftumycti haiz bir m adde idi. Ordular, hava kuvvetleri do­
nanmalar yalnız petrol ile işliyorlardı. Petrol olmazsa demir
uğınlarr hiç bir mana ifade etmezlerdi, Hitler, dehal harekete
geçti. Alman casusluk ve mukabil casusluk teşkilâtını organize
etmiş olan Albay Nikolai’niu ajanları muhtelif isimler ve mes­
lekler temsilcileri olarak dünyanın petrol sâhalarma dağıldı­
lar. Artık petrol mücadelesi içinde Almanları da hesaba kat­
mak itabediyordu. Nitekim,, dünyanın diğer petrol bölgelerine
daldıkları gibi bu ajanlar Meksika’ya da daldılar.

Hitler işlerini' mükemmel bir şekilde ayarlamıştı. Ona,


Komünist tehlikesine karşı iktidarın kapısını açan şahsm biz­
zat Petrol İm paratoru Henry Deterding Ue meşhur Alman sa­
nayicisi Thyssen olduğu söylenmektedir. H atta bu bit rivayet
d]maktan da çıkarılmış ve Henry D eterding’in Hitler’e hatta
İkinci Dünya Harbinin devam ettiği ve Frausanm saf dışı
edildiği 1941 yılına kadar yardım ettiği ve Almanyayı finanse
ettiği artık bilinen bir gerçektir,

Hitler’in elinde sihirbaz bir maliyeci vardı. Dr, Sacht


($uht), Bu adam, Almanyanın muhtaç olduğu ham maddele­
rin temini için lüzumlu faaliyetleri göstermeğe memur edildi.
Fakat aslında Dr. Şaht’ın vazifesi Almanya’ya petrol bulmak»
petrol kaynaklan elde etmekti.

Dr. Şaht en mahrem adamlarından birisi olarak Dük


Adolf Friedriczu Meklenburg’u bu ige memur etti. Bu zat da
dünyanın her tarafına ve bilhassa petrol sâlıalan bulunan
memleketlere seyahatlar tertip etti. Bu seyahatlara gayesi, ti­
carî işlerini düzeltmek olarak gösterilmekte idi. Lâkin asıl
maksad petroldü.
Dük Adolf Meklenburg tabiî gittiği her yerde ekonomik
dostluklar kurdu. Bu arada siyasîlerle de dostluklar kurmak­
tan geri durmadı. Fakat bütün bu ekonomik temaslar, anlaş­
malar daima ikinci plânda kalıyordu. Bu oyunda cn mühim
rol petrolde idi .
Petrol her şeye kadirdi. Daha Birinci Dünya Harbi pat­
lamadan 1913 yılında Birleşik Amerikanın Londradaki sefiri
Fage, * ■
«Birleşik devletler ile Büyük Britanya arasındaki sıkı
do sduğun yanında, Meksika petrollerinin ne değeri olabilir»,
diyordu.
Fakat, bu sefir, açıkça yalan söylüyordu ve yalanına ken­
disi de inanmıyordu. Zira, o tarihlerde Amerika, ile İngiltere,
petrol meselesi yüzünden had derecede gergin bir siyasî at­
mosfer içinde idiler.
Sefir, bu sözleri ile zevahiri kurtarmağa çalışıyor ve Stan­
dard Oİİ iîo Royal Dutch-Shell arasındaki ihtilâfın, iki mem­
leket arasındaki siyasi duruma, tesir etmemesi fâzım geldiği­
ni anlatmak istiyordu. ,
Amerikanın Londra sefiri Page bu sözleri s a r/e ttiğ i sıra­
larda ise, Amerika Reisicumhuru Woodrow WiIson, Britanya
sefiri Sir Lionel Carden ile, o sıralarda Meksika petrollerinin
yüzde 58 ine sahip olan eski adı İle Pearson yeni sıfat! ile
Lord Cowdray arasındaki sıkı işbirliği ve beraberliğin kendi­
sini rahatsız ettiğini söylüyor ve kızgınlığım açığa vuruyordu.
îşte Amerika ile İngiltere bu idi. Bu iki memleketi idare
edenler de, kendi hükümetlerinin harici siyasetini yürütmek­
ten çok, büyük sanayicilerin ve bu arada bilhassa petrolcula-
nıı harici siyasetini yürütmeğe memuT birer vasıta olduklarım
kabul ediyorlar ve bu istikamette her gayreti gösteriyorlardı.
Şimdi ise, aym gayelerle hareket eden Almanya da orta­
ya çıkmış bu memleket de aynı yola girmişti.
Dr, Şaht, her tıekadar Almanyanın ekonomik ve finans­
man bakanı ise de, bu zatın asıl vazifesi Berlinde Taubenst-
rasse 37 numaralı binada idi ve kendisi Almanyanm topyekun
casusluk fikrine göre ayarlanmış bütün teşkilâtları ile elele
çalışıyordu.
Buradan idare edilen Alman petrol mücadelesi merkezi
sıkletini güney Amerikadaki petrol sâhalarma teksif etmişti.
Kont Acloif Meklenburg’ım bu vadideki mücadelesi, asker
millet Almanlara besi edikler i sempati, Almanların Meksika'da
kısa zamanda muvaffakiyete doğru gitmelerinde birinci dere-
t'ede rol oynamıştır.
Alman tehlikesini zam anında gören İngilizler, Meksika'­
da kesenin ağzını tekrar açtılar ve Reisicumhur Ç ar d en as ı
petrolü millileştirmeğe ikna ettiler. 1936 yılında Cardenas bir
kararname ile Meksika petrolünü millileştirdi,
Beklenmedik bir zamanda, yapılan bu millileştirme, Stan­
dard Oil ile birlikte Amerika hariciye bakanı Hızîl’i deliye çe­
virdi. Hııll ateş püskürüyordu, Meksika’ya arka arkaya pro­
testo notaları sevkediyordu.
Fakat Meksika Reisicumhuru Cardenas kararından don­
muyordu. Amerika iktisadi tedbirler almak mecburiyetinde
kaldı. Bu tedbirler arasında Meksika*dan aldığı Gümüş’ü, al-
uuyacağırn İlân etti.
Standard Oil ise, Meksika Âli Divamnm alacağı petrol
ile alâkah her türlü karan tanımayacağını resmen ilân etti.
Deterding, kendisinin finanse ettiği, Fransa, Belçika ve
Hollanda petrol şirketleri Meksika petrollerine boykot ilân
H tiler. Deterding zevahiri kurtarmağa çalıştı ve muvaffak
tıldu.
Bir müddet itin petrol şirketleri Meksika'dan petrol al­
madılar. Hiç bir zaman Faşist olmamış olan Cardenas, zor
durumda kaldı, Mecburen güney Amerika memleketlerine pet*
rol satmak istedi. Yaptığı bütün teşebbüsler neticesiz kaldı.
Ve boşubogrma zaman kaybetti.
Almanlar, Meksika'da petrolün millileşmesinden evvel,
Cardenas’a birtakım ticari mukaveleler teklif etmişler fakat
bıi mukavelelerin akdine muvaffak olamamışlardı. Şimdi tam
zamam idi. Yeni baştan Cardenas’a müracaat ettiler. Alman*
Ur muvaffak olmuşlardı. Meksika, Alman makinalan, İtalyan
tankları ve Japonya’dan aldığı ticarî emtea karşılığında, bu
devletlere petrol sattı.
Dr. Şaht, muvaffak olmuş, Almanya'ya kan ta d a r lâzım
olan petrolü elde etmişti. Derhal mütehassıslarım ve en bece­
rikli ajanlarını Meksika’ya yolladı. Tabiî bu mütehassıs ajan­
lar, sadece petrol işini tanzim etmeyecekler fakat o memle­
kette cereyan eden hadiselerle de yakından alâkadar olacak­
lar ve Cardenas'm aleyhine girişilecek her türlü hareketi ber­
taraf edeceklerdi.
Dr. Şaht petrol işinde fevkalâde becerikli bir adam kul­
lanıyordu. Bu adamın adı Helmuth Wohltat>tı.
Helmutb Wohltat pek tanınmış bir adam değildi. Adı
dünya basınında ilk defa Şaht m Romanya petrollerini ele ge­
çirmek için giriştiği manevranın muvaffak olduğu ve Alman­
ya ile Romanya arasında bir anlaşma imza edildiği vakit du­
yuldu. Tarih 1938 di.
Kendisi Alman subayı idi. Birinci Dünya Harbinde, son­
radan IVazileriD Millî Müdafaa Vekâletine getirilecek olan
Von Blomberg'in emir subaylığını yaptı.
Aradan seneler geçti bu adam Maliye Vekâletinde bir
müdür olarak çalışırken, Von Blomberg kendisini Dr, Şaht’a
tavsiye etti ve işte b u andan itîb&Ten bu adamın adı Alman
petrol ajanlan içinde birinci sırayı tuttu. O, 193S yılında Ro­
manya ile Almanya arasındaki anlaşmayı imza etmeden ev­
vel* Bükreşte de bulundu. O rada bir Romen petrol zengininin
misafiri oldu. Fakat petrol hususundaki ihtisasım o, Birinci
Dünya Harbinden sonra gidip yerleştiği Amerikada yapu.
Amerika’da Petrol sanayimde çalışmak istedi, muvaffak ola­
madı. Amerika'da kaldığı müddetçe, daha evvelce Berlin'de
ahbaplık kurduğu bir Yahudi bankerin kendisine gönderdiği
para ile geçindi. Bu arada petrolü en ince teferruatına kadar
tetkik etti. Ve bu vadide hakikaten tam manası ile bir müte­
hassıs oldu.
Birkaç yıl ikamet ettiği Amerikadan Almanya’ya dondu.
Ve o tarihten yani 1927 yılından itibaren her yıl bir veya iki
defa Orta Amerika ile Meksika'ya seyahatlar yaptı.
Bu seyahatlar kendisine çok para kazandırdı. Ve sonun­
da Amerikaya yerleşmiş bir Alman öğretmeni ile evlendi.
Bu seyahatlar HitJer iktidara geçinceye kadar devam etti.
Almanya'da Hitler iktidara geçince Vou Blomherg Müdafaa
Bakanı oldu ve derhal W ohltat’a Berline avdet etmesini bil­
diren bir mektup yolladı. Von Blomberg, açıkça yazıyordu.
Kendisine ihtiyaçları vardı.
VVcfoltat mektubu alır almaz soluğu Berlin'de aldı ve M ü­
dafaa Bakanlığı ile Dr. Şabt’m Maliye Bakanlığı arasında ade­
tâ mekik dokuyan bir vazifeye yani irtibat subaylığına tayin
edildi. Kısa bir müddet sonra Alman kambiyosunun başına
getirildi. Buradaki vazifelerinden birisi de dışarıdan ithal
edilen ham maddeler için ayrılan dövizi kontrol etmekti. Bu
adamın işgal ettiği mevki o kadar uıühim idi ki; o, adetâ im­
tiyazlı bir insan durumunda idi.
VYohltat bu arada daha da mühim bir vazife yüklendi. Al­
manya’dan kaçan Yahudilerle temas kurmak onlarla dost ol­
mak gtbi birtakım çok mühim imtiyazlara sahip oldu. Ve bu
imtiyazın gerisinde kendisi daima petrol ile meşgul oldu.
19SS Yılının sonunda W ohltat Amerikaya gitmek istedi.
Amerikan hükümeti kendisine vize vermedi ve bu seyahat ip­
tal edildi.
Onu Berlinde şimdi Amerika ile Almanya arasında yapı­
lan ve benzin mubayaasına dayanan müzakereleri idare eder­
ken görüyoruz. Bu sıralarda «Oil Purchasing Company» şir­
ketinin kurucusu oldu. Berlin ve Hamburg’da derhal şubeler
açtı. Böylece W ohltat petrol şirketi ve onun binlerce ajanı sa­
yesinde Amerika Birleşik Devletleri, yani Standard Oil ve
Meksika petroi çevreleri ile temaslarını idameye hatta daha
da kuvvetlendirmeğe muvafFak oldu.
Bu tarihten sonra da os Alman hükümetinin ve sanayii­
nin en büyük petrol mütehassısı oldu. O kadar kuvvetlendi ki;
Onunla veyahut onun tensib edeceği herhangi bir adamı ile
görüşmeden Almanya’ya bir gram petrol satmak mümkün de­
ğildi.
îşte Wohltat*ın başma geçtiği petrol şirketinin kurulduğu
1938 yılı M art ayında Meksika’da petrol millileştirilmiş ve
W ohltat da bundan istifade etmişti.
işte tam bu sıralarda, ortaya Devies adlı bir Yahudi çıktı.
Bu zat, Wohltat ile birkaç kere görüştü ve neticede Devies,
Meksika petrolünün yüzde altmışını Almanya’ya sattı.
Pek esrarengiz bir şekilde ortaya çıkan Yahudi Devies’in,
sonradan Deterding5in adamı olduğu meydana çıktı. D eter­
ding, bir taraftan Meksika’ya Standard Oil ile birlikte ambar­
go tatbik ederken, diğer taraftan ve el alından bu memleketin
petrolünü, yani kendi petrolünü Almanlara satıyordu. D eter­
ding usta bİT manevra ile 500 milyon sterlin semıaye yatırdığı
Meksika petrollerini rahatça ve Standardı kızdırmadan sat-
masım bildi. Gariptir ki, Deterding bu oyununa sonuna kadar
devam edecek ve İkinci Dünya Harbi içinde bile Alman denı-
zaltıtan ile Atman korsan gemilerine yine el altından Meksi­
ka'dan ve Venezuellâ’dan petrol satacaktır,
Almanların Meksika'ya hulül etmelerine Deterding aldır­
mıyor, batta Alman ajanlarının mütehassıs adı altında bu
memlekete girmelerine yardım ediyordu. Devleş, bu iş için
biçilmiş kaftandı, Temmuz 1938 de Meksika petrolünü Alman­
ya’ya satmak kiyasetini gösterince yanma bir Alman petrol
mütehassısı almış ve bunları daima lâzım insanlar olarak İâu-
se etmiştir. Anti Faşist bir insan olan Meksika Reisicumhuru
Cardenas her nasılsa bu hususu öğrendiği vakit fevaklâde
müteessir olmuştu,
Devies’in yanında bulunan bu ajanlar, her seferinde Al­
manya’ya sevkedilen petrol partileri ile Almanya’ya gidiyor­
lar, geride kalajnlar ise, yine Alman ajanlarından olan ve Mek­
sika’daki organizasyonu yapan Dr, H erstlett’iu emri ile mem­
leketin içerilerine kayıyorlar ve izlerini kaybettiriyorlardı.
Dr* Hersüett, Meksika'ya bir ekonomi mütehassısı olarak
girmişti. Lâkin yaptığı iş, temsil ettiği ekonomistbkle alâkalı
değildi. O, mukabil ihtilâl lideri olarak sürülmüş olan Nicolas
Rodriguez’in adamları iîe temas halinde idi. Bu temaslar müs­
pet netice verdi v e Rodriguez, Alman ayanlan ile yapılacak
bir ihtilâl hususunda görüşmek üzere müzakereleri kabul etti.
Dr. H erstlett bu teması sağlamak ve müzakerelerde bu­
lunmak üzere Hermann Sohvvinn adlı bir ajam memur etti.
Almanlar Meksika'da bir ihtilâl hazırladıktan sıralarda, Hum-
berto Tirade adh bir Meksikalı da petrol tröstlerine müracaat
ediyor ve kendisine silâh ve para yardımı yaptıkları takdirde,
Cardenas tarafından istimlâk edilmiş olan petrol sâhalarmı
kendilerine iade edeceğini bildiriyordu. Tabiî petrol şirketleri,
bu teklifi reddettiler. Red etmelerinin sebebi ise, Humberto
Tirado’ya itimad etmemelerinden ileriye gelmişti. Fakat D e­
terding, bu teklifleri reddederken, Standard Oil gibi düşünme­
miş, adama itimadsızhktan hayır dememiş bilâkis Meksika’da
bu halin devammm kendi menfaatleri noktasından daha elve­
rişli olduğunu bildiği için vaki tekliflere hayır demiştir.

Almanların bir manevrası olan bu tekliflerin reddinden


sonra Almanlar ortaya yeni ve çok esrarengiz bir adam çıkar­
dılar. Bu zat 1934 yılmda Almanya'nın Viyana sefirliğini yap­
mış, Avusturya Başvekili Dolfuss’un katledilmesi hadisesinde
birinci plânda rol almış olan bu satın adı Kurt Heinrich ftîeth
idî. Bu zat da Meksika'da karanlık birtakım işler çevirdi.

Kısa bir m üddet sonra da 3 Mart 1943 de, AJmanyanın


hususî sefiri sıfatı ile Amerika Birleşik Devletinde boy göster­
di. Birkaç günlük ikametten sonra tekrar Meksika’ya döndü
ve bu sefer 21 Mart 1941 de Meksika'dan Birleşik Devletleri
hududunu geçti. Doğruca muhaceret dairesine gitti ve kendi­
sinin Standard Oil Of New JetseyCom pany’nin reisi bulunan
W alter C, Teagle'in yakın ve samimî dostu olduğunu söyledi.

Tabii foyası çabuk meydana çıktı Teagle, kendisini tanı­


madığını söyledi. Tevkif edildi ve sonra da hudut harici edildi.
Eğer Rieth Amerika’da rahat dursa idi, ne Amerikan hü­
kümeti ne de Standard hareket geçmeyecekti. Fakat o, orada
rahat durmadı, Standard OiFin Orta-doğuda-ki petrol sahala­
rını Almanya'ya satıp satmıyacakları hususunda sondajlar
yaptı, büyük paralar verdi ve bu faaliyeti tesbit edilince Ame-
rikadan dışarıya çıkarıîıverdi.
Almanların dünya petrol sâhalarmda giriştikleri bu hum­
malı faaliyetler yanında bilhassa Meksika'daki dikkati çeke­
cek kadar mühimdi. Lâkin iddia edilebilir ki; eğer Deterding
müsamaha göstermese idi, Almanlar Meksika’da asla muvaf­
fak olamazlardı.
Almanlar Meksika'da çalışırken Rockfelier d© Deterding
de işlerini yürütmekte devanı ettiler. Yani el altından bu za­
vallı memlekette pek çok şeyler yaptılar. Deterding bn husus­
ta çok ileri adımlar attı, onun hedefi Standard İdi. Onu göz­
den düşürmek için ne mümkün ise yapmaktan geri kalına^-
Meksika’daki Yankee düşmanlığı D eterding’in parası ile bes­
lenen gazeteler vasıtası 3e aldı yürüdü ve böylcce hu kurt
adam, Meksika'da petrollerin devletleştirilmesine rağmen ara­
ya soktuğu bir yalıudi olan Devies aracılığı ile bu memleke­
tin petrolünün tamamına sahip oldu ve dilediği şekilde sattı.

BAKÛ PETROLLERİ ve TASFİYE EDÎLEN


b îr t ü r k d e v l e t î

Birinci Dünya Harbi bütün şiddeti ile devam ediyordu,


Osmanh İm paratorluğu dört c&plıe üzerinde ölüm kalım sa­
vaşı yapmakta idi. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ve Avus­
turya - Macaristan İmparatorluğunun müttefiki idi, Osmanlı
orduları, Galiçya, Romanya, Balkanlar, Kafkasya ve Arabis­
tan da tarihin belki de en çetin ımıharebelerini verirken, Rus­
ya’da. Keresnsky’nin başladığı Sosyal Demokrat ihtilâli, kısa
bir zaman sonra Lenin’irt Petrograd’a gelmesi ile Bolşevik
(Komünist) ihtilâli şeklinde gelişmiş ve Rusya’ya Komünistler
hâkim olmuştu. Çarlık idaresi yıkılmış, yerine, Kari Marx’m
fikirlerini gerçekleştirmek maksadı ile. Proleter bir idare ku­
rulmuştu. Almanlar, yeni Rus idarecileri ile Erest Lilovsk mu­
ahedesini yapmışlardı,
Almanlar Brest Litovsk muahedesinin kendi lehlerine ha­
zırlanmış maddelerine dayanarak ve Rusya’nın da müzahe­
reti ile 1918 yılı Mayıs ayında Von Kress, kumandasındaki
3.000 kişilik bir birlikle kader birliği yaptıkları müttefikleri
Türklerden habersiz, Karadenizdeki Potı limanına ihraç edil­
miş ve şehir Alman kuvvetlerinin eline geçmişti. Bu birliğin
vazifesi, Rusyanm saf dışı kalması ile birlikte, siir’atle B&tum
şehrine ileri yürüyüşe geçmiş olan Türk ordusundan evvel
Vatuma varmak ve bu liman şehrini ele geçirmekti. H atta Al­
manlar, sadece Batum şehrinde de kalmayacaklar ve Baku
şehrine doğru ileri yürüyüşlerine devam edeceklerdi.
Ne olnyoru?... O rtada mühim bir şey mi vardı ki; Alman
ordusuna mensup bir birlik, dünya o r d u l a r ı n ı n ve donanma­
larının korkunç savletlerine mukavemet eden müttefik Türk-
lerden evvel bu müttefikine haber vermeden harekete geçi­
yordu-
Evet mühim, hem de çok mühim bir sebep vardı. Alman
genel kurmayı Von Kress*e verdiği emirde, derhal harekete
geçerek Bakû’ytı tutmasım istiyordu. Bakû ise, dünyanın m u­
inin petrol sâhalarmdan birisi idi ve petrol elde edildiği tak­
dirde harbin kaderini ve seyrini değiştirebilirdi.
Almanlar, bu ileri harekâtma Brest Litovsk anlaşmasına
zeyl olarak imzaladıkları bir protokol dan, hem de gizli bir
pıotokoldan istifade edeıek girişmişlerdi. Bu protokola göre:
Almanlar, bir ihtilâl ile rejim değiştirmiş, iç savaşları ile meş­
gul Rusyayı rahat bırakmak şartı de Ruslar, Almanlann Kaf-
kaslar üzerindeki ileri harekâtlarına müdahale etmeyecekler­
di. Almanlar bu gizli protokol] a yalnız Kafkaslar üzerinde ileri
harekâta geçmekle de iktifa etmiyorlardı, Ruslar, Almanların
askeri işgal altına alacakları bu topraklar üzerinde herhangi
bir hak iddiasında d b u lu n m ay acak lard ı. Ruslar, içinde bu­
lundukları güç şartları gözönüne getirerek Almanların ileriye
sürdükleri bütün bu tekliflerini aynen kabul etmişlerdi. H atta
Ruslar, Al m anlar m Bakûyu da ellerine geçirmelerine ses çı­
karım ya c aklardı.
Yalnız Ruslar, Almanlar Bakûyu. al diki an takdirde, petrol
sahalarından hisse istiyorlardı ve Almanlar Rusların bu istek­
lerini memnuniyetle kabıd ediyorlardı.
Ne oluyordu? Bu nasıl işti? Batum, Bakû ve havalisi Türk
toprağı idi ve Buslar kısa bir m üddet cince bu toprakları Türk-
îerden almışlardı. Almanlar nasıl olur da müttefiklerinden ha­
bersiz böyle bir anlaşmaya girişebiliyorlardı. Almanlar kader
birliği ettikleri bir müttefiklerini Türkleri arkadan vu ru y o r­
lardı ve bunıı yalnız Bakû Tetrolleri için yapıyorlardı.
Petrol, müşterek kader birliği yapmış olan müttefikler
araşma girmişti.

1917 Yılını takıbeden yıl Almanlar vç müttefikleri için


biç de iyi gitmemişti. Almanlar Garp Cephesinde daıBe üstü­
ne darbe yiyiyorlardı. Türk orduları, Arap Yarımadasında ver­
dikleri aaudane muharebelerden sonra ric’at etmeye başla­
mışlardı.
Bu tablo içinde bile Almanlar, müttefikleri Türkleri arka­
dan vurmağa çalışıyorlardı.
Von Kress’in kumandasındaki birliklerin Batum istikame­
tinde gelişmekte olan ileri harekâtı Türk başkumandanlığı ta­
rafından dikkatle takip edilmiş ve bu ileri harekât için Alman
başkumandanlığının nazarı dikkati çekilmişti. Fakat buna
rağmen Von Kress birlikleri ileri harekâtlarına devam ettiler
ve Önce Batum’u sonra da BakıYytı işgal ettiler. Fakat, Yakub
Şevki Paşanın sert müdahalesi sonunda Von Kress kumanda­
sındaki birlikler her iki şehri tahliyeye mecbur oldular.
Bütün cephelerde Türkler ve müttefikleri çözülmeğe baş­
lamıştı. işte bu sıralarda yani 1918 yılı Şubat aymda, İran’da
bulunan Ingiliz birlikler inden bir kuvvet Yarbay Destervill’in
kumandasında olarak 40 vasıta ile İran’dan hareket ediyor ve
süPatle Bakû’ya ilerliyordu. Deterding^ İngiliz ordusunu em­
rinde tutuyor vee dünyanm sayılı petrol sâh alan nd an birisi
olan Bakû’yu işgal etmek üzere ilk fırsattan istifade ederek
harekete geçiriyordu. Aitık Bakü îngilizler larafm dan işgal
edilmişti, Buslar ise, ne İngilizlerle ne de petrollerle meşgul
olacak durumda değillerdi.
Deterding ve Ingiliz Entelijans Servisi mükemmel çalışı­
yordu. Petrol her İlcisi için de çok mühimdi, Rusları meşgul
etmek lâzımdı. Ve Ruslar bu meşguliyet içinde iken de pet­
rollerle meşgul olmamalı idi.
Çarlığın yıkılması ve yerine Proleter iktidara geçmesi*
asırların getirdiği bir düzen içerisinde teessüs etmiş olan Rus
aristokrasisini ve ordu ileri gelenlerini infiale sevketmişti.
Gerçi Rusya kaynıyordu. Gerçi Rusya’da günde binlerce in­
san öldürülüyor, Rus aristokratlarının malikâneleri çiftlikleri
ve sarayları ile konakları yağma ediliyordu. Fakat» buna rağ­
men Rus aristokratlan da mukavemete Iıazırlauıyorlardı. Yer
yer Çar taraftan Rus kuvvetleri ile Proleter kızıl ordu birlik­
leri arasında çok çetin harpler cerayn ediyordu.
Deterding için mükemmel bir fırsat çıkmıştı. Kızıl ordu
birliklerine karşı çarlık müessesesini m üdafaa eden kuvvetleri
her bakımdan beslemeğe karar verdi.
Mücadelenin mihrakı Amiral Kolçakoff, General Denikin
ve General Vrangel kuvvetlerini her bakımdan teçhiz etti.
Silâh, cephane ve yiyecek ikmal kolları bu üç generalin
karargâhlar ma durmadan malzeme taşıdılar. Ve Kızı lord uya
mukavemetlerini azami derecede arttırmak imkânlarım bul-
dılar,
Deterding, bu üç genarahn giriştiği harekâtın netice ver­
meyeceğini hiliyordu. O, zaman kazanmak ve büyük hissele­
rine sahip bulunduğu Baku petrol sâhalarma fiilen vaziyet
etmek istiyordu.
Yarbay DestervilVin ileri harekâtı işte bu maksatla yapıl­
mış ve Bakû. îngihz birlikleri tarafından işgal edilmişti. De-
terdıng, Bakûda, Amerikalılardan yine daha atik davranmış
ve S tan dar d5m da hissedar bulunduğu Baku petrol sâh alarmı
işgal ediverin işti.
Yarbay Destervill Enzeli yolu ile BakiYya gelmiş ve der­
hal petrol sâhalarmı kontrol altına almıştı. Şehir Destervill için
mühim değildi. Onun aldığı talimat sarihti. Deterding, veya
Ingiliz hükümeti petrolü kontrol altına almak istiyordu.
Birinci D ünya H arbi bitmiş Almanya ile müttefikleri olan
Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya - Macaristan İm para­
torluğu mağlûp olmuştu.
îngilizler bir taraftau sulh müzakerelerine hazırlarınken,
diğer taraftan beynelmilel Petrol Konferansını toplamak için
hazırlıklara başlamışlardı. Îngilizler, Ruslar yeni rejimlerini
oturtmadan petrol meselesini halletmek İstiyorlardı.
Îngilîzler ayrıca, kırk yıl dan beri dünya petrol hâkimiyeti
için Amerika ile giriştiği mücadeleyi, herhangi bir fire ver­
meden ve Amerikanın aleyhine neticelendirmek hususunda
da azam i gayret satfediyorlardı.
Birinci Cihan Harbinin, petrol nehirleri üzerinde kaza­
nıldığım bilen ve ağır yağlarla işleyen harp gemileri inşa ede­
rek hizmete sokmuş bulunan İngiltere, Birinci Dünya Harbine
kadar devam ettirdiği dünya petrol hâkimiyetini elinden ka­
çırmak istemiyordu ve bunu kaçırmamak için de ne mümkün­
se yapıyordu.
1918 Yılı Kasım ayının 21 nci günü toplanan konFeransta,
konferans üyelerine verdiği bir ziyafette, müteveffak İngiliz
Hariciye Nazın Lord Gürzon şöyle diyordu;
«Ağır yağlar, uçak ve motorlara, mahsus benzinler vesaire
gibi Neft müştakı olan maddeler aym derecede mühim şey­
lerdir. Mübalâğasız söylemek doğru olur ki; Müttefikler nihai
zafere Petrol Dalgaları üzerinde geldiler.»
Bu sözler açık bir hakikatin ifadesi idi* Ingiliz İmpara­
torluğu Hariciye Nazırının ağzından çıkan bu sözler, petrolün
hakiki değerini ortaya koyuyordu. Müttefikler hakikaten za­
fere petrol dalgalan üzerinde gelmişlerdi. Ziıa, muharrik kuv­
vet olarak petrol tahtına oturmuş, cihanşümul bir ehemmiyet
iktisab etmişti.
Bunun misalleri sayılmakla tükenemezdi. Fransız ordula­
rının, Alman ordusuna mukabil daıbeder indirmeğe başladık­
ları büyiik taarruzlardan evvel, benzin stokları sadece 28 biıı
tondu. Birinci Glıan Harbinin en kudretli ordusunu harekete
getirmek İçin Fransa Başvekili Klemanso 21 Ekim 1917 de çok
sıkıntılı günler yaşamıştır. Zira büyük kısmı ile motorize edil­
miş olan Fransız ordusu, eğer derhal benzin temin edilmezse,
muattal kalmağa mahkûmdu. Böyle bir durum ise, müttefik­
lere harbi kaybettirmek için yeten ve artan bir sebepti.
Fransa korkunç bir akar yakıt sıkıntısı içinde idi. Ve bun­
dan dolayı da kıvranıp duruyordu. Müttefikleri ise, Kleman-
sonun istediği benzini bir türlü vermek istemiyor gibi bir ta­
vır takınıyordu. İhtiyar Kurt adetâ sinir buhranları geçiriyordu.
Böyle sıkıntılı günlerinden birisinde İhtiyar Klemanso
hiç bir vasıtaya veya resmî protokol a m üracaat etmeden Ame­
rika Reisicumhuru \VilsonMan 100 bin ton civarında benzin
talebinde bulunuyor, talebinin vakit geçirmeden yerine geti­
rilmesini istiyordu.
Fransa Başvekili Klemanso, Amerika Reisicumhuru Wil-
son*a gönderdiği telgrafında:
«Müttefikler harbi kaybetmek istemiyorlarsa, Almanya
darbesinin en kat’î bir zamanında Fransa’nın, Kan’a olduğu
kadar PctroPe da muhtaç olduğunu bilmelidirler.» diyordu.
Bir nevi ültimatom mahiyeti taşıyan ve hiç bir nezaket
kaidesi tanımayan bu telgraf üzerine, Akdeniz ve Atlas Okya­
nusunda bulunan ve Alman denizaltı tehlikesinden dolay) Pa­
sifik Okyanusuna nakledilen bütün Amerikan tankerleri, biz­
zat Amerika Reisicumhurunun emri ile seFerber ediliyor ve
Fransaya petrol nakline tahsis ediliyorlardı.
Bu tarihten itibaren İngiliz ve Amerikan tankerleri dur­
madan Fransaya petrol taşıdılar ve bu sayede de müttefikle­
rin nihaî zaferini temin ettiler. Eğer müttefikler Fram anın ta-
lebettiği petrolü vermese idi veya istediği miktardan daha azı­
nı göndermiş olsa idi, lıarbin kaderi mutlaka değişir ve dimiin
galibi devletler, mağlûp ve perişan olurlardı.
Petrolün ehemmiyeti hakkında Birinci Dünya Harbinde
Alman ordularına büyük galibiyetler hediye etmiş olan meş­
hur Hındenburg’un erkânı harbiye reisi General Lülendorf,
Birinci Dünya H arbinden sonra neşrettiği hatvatında harbin
safhalarını tahlil ederken İsrarla petrol üzerinde duruyordu.
General, müttefiklerin nihai zaferi, malik bulundukları geniş
petrol kaynaklan sayesinde elde ettiklerini İsrarla belirtiyordu.
Îngilizler kadar petrolün ehemmiyetini müdrik herhangi
bir devlet daba göstermek mümkün değildir ve bunun için de
Îngilizler, her şeylerini ortaya koyarak bu yağlı maddenin
mutlak hâkimi olmak istiyorlardı.
Birinci Dünya H arbinden hemen sonra, İngiliz Avam Ka­
marasında petrol müzakereleri yapılıyordu, Deterding, yapı­
lan mücadelenin kısmen de olsa ehemmiyeti hakkında Avam
Kamarasını tenvir etmek istiyordu. Bu maksatla kamaranın
müzakerelerinde bulunmak ve kamara azalanna izahat ver­
mek maksadı ile o günkü müzakerelere Royal Dutch-Shell
grubu idare meclisi azalanndan ve dünyanın sayılı petrol m ü­
tehassisi arın dan Eg. Prettymanıı adındaki zatı göndermişti.
Eg. FreUymann, kendisinden malûmat talep eden kama­
ra azalanna petrol hakkında geniş tafsilât ve malûmat ver­
miş ve sözleri arasında şunları söylemişti: ,
«Merkezî Avrupa hükümetleri ile imza olunan mütareke­
nin (Almanya, Avusturya - Macaristan İmparatorlukları üe
Osmanlı İmparatorluğu) bütün dünyada istihsal olunan petro­
lün hemen f% 50 sini bilfiil tngilizlere vermiş olduğunu ve Bü­
yük Britanya’nın bir petrol im paratorluğu haline inkılâp etti­
ğini müftehiren arzetmek isterim.»
Evet, bu zatın Ingiliz Avam Kamarasında iftihar ederek
belirttiği gibi Ingiltere ve Büyük Britanya İmparatorluğu ar­
tık Petrol İmparatorluğu îdi.
Siyasî hâdiseler, îngiLizlerin, dolayısı ile D eterding’in arzu
ettiği jekildc ilerlemiş, inkişaf etmiş ve yeni bir dünya hari­
tası çizmiş oîarına rağmen, fîusya’da devam eden ve Ingıliz-
lerin tahrik ettikleri dahili harp yüzünden bazı tadilâtı İcap
Ingilizlerin ve bir dereceye kadar Amerikalıların teslih
ve iaşe ettikleri Denlkin, Kolçakof ve Vrangel orduları, kızıl
ordu birlikhleri karşısında mağlûp olmuşlardı. Esasen müca­
delenin de onlar için bir mânası kalmamıştı. Zira Çar Alek-
sandr komünistler tarafından bütün ailesi ile birlikte katledil­
mişti.
Bu sebeple mücadeleye devam imkânların kaybettikleri
anda, kızılordunun son darbesini yemişler mağlûp ve perişan
olmuşlar harp sahnesini terkederek Rusyayı kızılordu birlik­
lerine terketmişlerdi.
Bu galibiyetten sonra derin bir nefes alaıı Komünist Rus­
ya, daha başlangıçtan beri İngiliz ve Amerikalıların ihtilâl
sırasında ve kendilerine mukavemet eden gruplara karşı ta ­
kındıkları \avri ve onlara yaptıkları yardımı bildiği için, İn­
giltere ve Amerikanın Moskovadaki temsilcilerine sert bir
nota verdi,
Ruslar bıı her iki devletin temsilcilerine verdikleri nota­
da, her iki devletten, Rusya çarlığının hudutlarını ihtiva eden
yerlerden resmi veya gayri resmî bütün tebalarmm ve Rusya
içlerinde bulunan askerî kuvvetlerinin derhal ayrılmalarını ve
çetecilere yaptıkları her türlü yardımın da en kısa zamanda
kesilmesini talebediyorlardı.
Îngilizler de Amerihahlar da, Rusyanm bu notası üzeri­
ne, Rusyanm içişlerine bilvasıta yaptıkları müdahaleleri dur­
durdular ve bütün tebaaları Rusya dan çektiler. Yalnız İngiliz­
le ş Yarbay DesterviİlÜn hâlâ işgali altında bulundurduğu fîa-
kû’dan, yani petrol sabalarından daha bir müddot çıkmak is­
temediler.
İngilizleş sadece Bakû üzerinde mi askerî idare kurmuş-
lavdı? Hayır İngilizler daha mütarekeden çok evvel, Rusyada
Komünist ihtilâli başlar başlamaz Türkistan Maki zengin pet­
rol sahalarım da işgalleri altına almışlardı. İngilizler için bil­
hassa. Türkistan bölgesi ayrı bir ehemmiyet taşıyordu. Onlar,
Komünizme karşı harp eden Rus generallerini de buradan tes-
lih etmişler ve her türlü yardımı buradan yapmışlardı.
İngilizleş bolşevildere karşı çıkan Çar generallerine işte
Ihl sebepten yani petrole sahip olmak için yardım ediyorlardı
ve onlar için Türkistan da Bakû da vazgeçilmez birer bölge
idi.
Fakat hadiseler tngtlîzlerin tahm in ettikleri, istikametten
bir müddet sonra uzaklaştı ve gerek Türkistan'ı gerek Bakû'yu
icrke mecbur oldu,
İngilizler Rusyadakı petrol bölgelerinden çekilmekle b e­
raber bu bölgeler üzerindeki haklarından vazgeçmediler. Ye­
ni Rus idaresi yani Komünist devletle, Rusya’da kalmış petrol
haklarım garanti altına almak için pazarlığa giriştiler ve bu
Ilaklarını elde etmek için de Huşlarla petrol müzakerelerinde
bulunmak üzere beynelmilel b ir konferans mevzuunda antant
kadılar.
Ingiliz birliklerinin BakÛ ve Türkistan’dan çekilmiş ol­
maları keyfiyeti, Ruslarla beynemilel bir konferans mevzuun­
da anlaşmış olmaları da gösteriyor ki; İngiliz petrolculan,
Rusya'da kalmış olan ve temaman devle deştirilen petrollerin­
den öyle kolay kolay vazgeçmek istemiyorlardı. Nitekim, în-
gılizler Bakû ve Türkistan'dan çekildikleri şuada* Ingjliz müs-
ıibriklerinden ve Times gazetesinin dünyaca tanınmış m uhar­
riklerinden Aıtbur Mooıe 1 Temmuz 1922 tarihînde Times ga­
zetesinde şu makaleyi neşrediyordu:
«Mütarekeden sonra bir kısmı Türk ve Müslüman ahali
ile meskûn olan Kafkasya’yı biz İngilizler işgal altına aJdık.
Bizim oralarda, hatta Ha zer denizinin yanındaki meşhur ve
tarihi Merv şehrinde bile kâfi miktarda askeri birliklerimiz
vardı. Bidayette bu ordu, oranm vaziyetine istikrar verecek
şekilde icra-i tesir etti. Ve biz, artık Bolşevikleri uzakta dur­
durmağa muvaffak olduğumuzu dünyaya ilân edebildik. Fakat
kısa bir zaman sonra Bolşevizm karşısında oralarım terke
mecbur kaldık. Şüphesiz ki; Bakû’deki petrol arazisine sahip
olmak için gitmiştik. Fakat bu uğurda bir harbi göze almak
için henüz hazır değildik,»

Bu yazı bir bakıma doğru idi. îngilizler hakikaten bîr


harbi göze alamıyacak durumda bulunuyorlardı. Fakat iş pet­
role dayanınca her şey değişebilirdi, îugilizlerin bu yolu niçin
tercih etmediklerini ileride izah edeceğiz. Fakat gerçek olan
şudur ki; îngilizler, petrol için bir muhafız bulrauşalrdı ve
Amerikan petrol tröstü Standard5!, petrol sahalarından böyle-
ce uz aklaştırınışlardı.

İşın hakiki tarafı bu olmakla beraber, İngiliz halk efkâ­


rıma tutumunu nazarı dikkatten uzak tutmamak lâzımdır. İn­
giliz umumî efkârı henüz çıktığı bir büyük harpten sonra, bir
yenisine haşlamak niyetinde değildi. Ve İngiliz hükümeti ile
petrolü elinde bulunduranlar bu hakikati biliyorlardı. Birinci
Cihan Harbinin bittiği tarih olan 1918 île 1922 arasında sade­
ce dört yıl vardı ve Anadolu’da îngilizler, yine petroleularm
oyuncağı oLan Lloyd Georg’un teşviki ve Zaharofkm para­
sı ile bir milletin istiklâline kasdetmek istiyordu. Aynı tarihler­
de ise îngilizler Irak ve Suriye’de ziyadesi ile meşgul bulu­
nuyorlardı. Bütün hu meşguliyetlerin bir tek sebebi vardı. Bu
sebep de Petroldü.

Bütün hu sebeplerden dolayıdır ki îngilizler, petrol yü­


zünden yeni bir badire ve ihtilâfla karşılaşmamak için Rusya
ile mutabık kalmış ve petrol mevzuunu halletmek hususunda
bir beynelmilel konferansı daha uygun bulmuşlardı.
Bu maksad ile 10 Nisan 1S22 tarihinde Cenova'da bey-
ııelmile petrol konferansını topladılar. îngilizler silâhla halle­
demedikleri petrol ihtilâfını politik oyunlarla halletmeğe ça­
lıştılar.

Konferansın dünya halk efkârına ûân edilen zahiri sebebi


politikti, lâkin konferansın asıl maksadı yalnız ve yalnızca Pet~
rol'dü. Hem de Bakû Petrolü.
Nitekim bu hususun doğruluğunu îsbat eden şu haber
şayanı dikkattir. Rheinicg West£aliche Zehung gazetesinin
Paris hususi muhabiri gazetesine konferansın açılışından altı
gün sonra gönderdiği bir haberinde:
«Bugünlerde Paris'te toplanan mühim bir kaç siyaset ada­
mı, Cenova konferansının siyasî tarihinin Bakû nefiri ile yazı­
lacağı ve bu konferanstaki müzakerelerin dahi, Royal Butch-
Shell ile Standard Oil tröstlerinin mücadeleleri ile nıhayetle-
neceği hususunda müşterek bir görüş birliğine varmışlardır.»
Demek sureti ûe Cenova konferansının asû maksadım açıklı­
yordu.
Gerçi bu iki dev tröst arasındaki dünya petrol mücade­
lesi Birinci Cihan Savaşma tekaddüm eden yıllarda başlamış
ise de, asıl büyük meydan muharebesi Cenova konferansı
müzakerelerinde vukubulacaktı. Konferansın resmen ilân edi­
len maksadı, harpten yeni çıkmış ve iktisadı durumu berbad
ulan Avrupa milletlerini kalkındırmak olarak gösterilmiş ise
tle, asıl müzakereler madalyonun ters tarafında olan Bakû
petrolleri imtiyazı işi idi. Ve bu husus son derece gizli tutu­
luyordu.
Nitekim bu hususu teyid eden hadiselerden birisi de kon­
feransa tekaddüm eden günlerde, Azerbaycan milliyetçilerinin
konferansı tertip eden devletlere ve bu arada bilhassa Ingiliz
devletinin delegasyonuna çektikleri protesto mesajları ile tel­
grafları göstermek yerinde olur. Bu protesto mesajları ile tel-
gr aflardan dolayı İngiliz Başvekili U oydf Georg ile Rus Dışiş­
leri Bakanı ve konferansa iştirak eden Bolşevik heyeti reisi
Giçsrin asabileşiyor ve asabiyetlerini her vesile İle izhar etmek­
ten kendilerini ahkoyamıyordu. Fakat asıl tedirgin olanlar, Bol­
şevik hükümetinin kendisine verdiği fevkalâde selâhiyetlerle,
Londra’da petrol müzakerelerini doğrudan doğruya Deter-
ding’in adamları ile yapmağa memur Bolşevik Rusya Londra
sefiri Krasin Yoldaş ile Sir Henry Deterding idi.
Milliyetçi Azeriler, bu protesto mesaj ve telgrafları ile ta­
rihî baba yurdlanm n müdafaasını yapıyorlardı. Gel gelelim ki;
bu tarihî topraklar üzerinde yurdlaıım kurmuş olan Azeriler,
Allah’ın memleketlerine verdiği ve Azeriler için korkunç olan
yeraltı serveti, en azından petrol nehirleri cesametinde kan
nehirleri meydana getiriyor, bu neft nehirleri, Azerileritı is ­
tiklâl ve Hürriyetlerini yok ediyordu.
İşte Cenova şehrinde toplanan konferansın asıl gayesi bu
idi ve bu şehirde topraklarında petrol olduğu, için ıstıraplar
çeken bir milletin istiklâline halime çekiliyordu.
Bu şehirde uzun asırlar Moskof boyunduruğunda kaldık­
tan sonra Birinci Cihan Savaşını müteakip istiklâlini kazanmış
bir ırkın, Azeri Türklerinin yurdlanum mukadderatı müzakere
ediliyordu. Fa kât bu müzakerelerin esasım Azerilere istiklâl
vermek fikri değil, büyük petrol tröstlerini arkalarında gizle­
yen devletlerin, bu topraklan taksim fikri hareket noktası olu­
yordu,
Cenova şehrinin caddelerinde ve otellerinde îngiltereyi
zafere ulaştıran Başvekil Lloyd Georg'a, abus çehrelı Fransız
Barthou’ya, İtalyan heyetinden Fakta’ya, Alman heyetinden
Ratnaw ile yine Almanya’nın mühim siyasî şahsiyetlerinden
W iret’e, fevkalâde şık giyinen Rus Hariciye Nazın ÇiçeriıFe,
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti adma konferansa işti­
rak eden Celâleddin Arif bey ile Gürcistan mümessili Çen-
geli’ye tesadüf etmek mümkün idî. Bundan ayn olarak, Sof-
şevik bir cumhuriyet haline getirilmiş olan Azerbaycan dev-
k tin in Bolşevik lideri Neriman Neriman of’da bu devletin m ü'
mesaili olarak Rus heyetinden ayn olarak konferansa iştirak
ediyordu.
Konferans salonundaki müzakere masasında İngiltere
Başvekili Lloyd Georg’un hemen arkasında Royal Dutch-Shell
idare meclisi reisi Sir Henry Deterding ve Amerikan heyeti­
nin reisi olan Amerikanın Roma sefirinin arkasmda ise, Stan­
dard Oil umum müdürü A. S. Bedford oturmakta idiler.
CenoVa konferansı, hırslı delegelerin, petrolü ellerinden
kaçırmamak için kat’ı talimat’ almış bulunan iusaalann giriş­
tikleri çetin hır mücadele içerisinde geçti.
Konferansın çetin müzakerelere, yol açan oturumlarındaki
havanın neden dolayı bulandığını anlamak için biraz geriye
gitmek icabetm ektedir.
Birinci Cihan Savaşı başlamadan evvel, Îngilizler Bakû
petrollerinde büyük hisselere sahip olmuştu. Royal Dutch-
Shell şirketinin idare meclisi reisi Sır Henry Deterding’in doy­
mak bilmeyen iştihası, elini Bakû petrol ’sâhalarma uzatması­
na sebep oldu. Bu iş içinde Avrupanm bir kaç memleketinin
bankeri durumunda olan Rotchild’i ileriye sürdü. Rotclıild
kısa zamanda Bakû petrollerinden mühim hır hisseyi satm
aldı. Halbuki bu hisse aslında Deterdingün idi. Böyle olma­
sına rağmen 1912 yılma kadar Rotclıild Bakû petrollerindeki
hissesini elinde bulundurdu. Bu tarihtedir ki; Kotchıld elin­
deki bütün petrol hisselerini Royal Dutch-Shell tröstüne dev­
retti. Gerçi Deterding hisse senetlerini almıştı, fakat Rotchild’i
de tamamen uzaklaştırmamış kendisini bir nevi ortak duru­
m unda bırakmıştı.
Henry Deterding böylece Bakû petrollerine fiilen dahil
oluyordu. Bundan sonra genişleme ve daha fazla hisse satm
alma yoluna giren Deterding, Bakû’da büyük hisselere sahip
olan Rus şirketlerinden Korunlijke’e de elini uzatıyor ve bu
şirketi de tasfiye ederek hedefine bir adını dalıa yaklaşıyordu.
Onun hedefi bütün Bakû petrollerini ele geçirmekti. Zira o,
bu mevzuda asla tatmin edilemeyen bir hırsın mümessili idi.
Birinci Dünya H arbini müteakip Yarbay D estem izin
birlikleri Bakû’yu işgal ettikleri vakit, Bol şev iki erden ürkmüş
‘ olan petrol hisseleri sahipleri, istikbal endişesi içerisinde bu
sâhalardaki petrol hisselerini hemen yok pahasına ellerinden
çıkarıyorlar v© Deterding’in adamları bunları Jtopluyorlardı.
Sir Henry Deterding hemen Baku petrollerinin jen mühim
hisselerine sahip olmuştu. Fakat hırsı tükenmiyordu. O, karşı­
sında hiç bİT rakip kabul etmiyordu. Bu sebeple de Bakû’da
mühim hisselere sahip M antaşeff ve Ii^anozof şirketlerinin
elinde bulunan hisse senetlerinin büyük bir kısmmı, yine de­
ğerinden aşağı bir fiatla satın alıyordu.
Aynı yıl içinde Deterding, sadece Shell adım kullanarak
Royal Dutch'nin diğer ortağı Shell şirketini ileriye sürüyor ve
Kuzey Kafkasya'daki Nikopol-Morinpol petrol sâhalarmı da
satın alıyordu. Bu suretle Bakû petrol sâhasmı Kuzeyden G ü­
neye ve Doğudan Batıya içine alan bir daire çizİyoT ve bu
petrollerin hemen hemen % 9 0 m a sahip oluyordu.
Deterding için artık petrolü Bat um a akıtmak endişesin­
den başka herhangi bir endişe yoktu. Bakû petrol sahaları
içinde kurulacak Pipe-Line tesisatı, petrolü petrol sâhalarm­
dan nakledecek ve bu şebekeye bağlanacak bîr Pipe-Line h a t­
tı ile de Batıım’a ulaştırılacaktı.
D eterding’in biiyük bir gizlilik içerisinde yapmağa çalış­
tığı bu alım işi Standard OiZin nazarı dikkatini celbetmişti.
Fakat bunu öğrenmek hususunda çok geç kalmıştı.. Elinde ya­
pabileceği herhangi bir şey yoktu. Belki daha evvel malûmat
sahibi olsa idi bir şeyler yapabilir, hiç olmazsa Bolşevik idare­
cileri ile daha iyi münasebetler kurar ve îngilizlerin Bakû Va
yerleşmelerine mani olmasa bile büyük müşkülât çıkarabilirdi.
RockfeUer henüz iğin bitmediğini zannediyordu, Onun
için de Amerika Reisicumhuru H ardiug’i sıkıştırmağa başladı,
0> Amerikanın* Rusya ve İngiltere tarafından talep edilen
AzerbaycanlIn tanınması keyfiyetine iştirak etmemesini ve bu
hususta İsrar etmesini H arding’ten talep ediyordu. O düşünü­
yordu ki; Amerika dayatırsa, İngiltere ve Rusya ile birlikte
Ingiltere’nin tarafını tutması kuvvetle muhtemel Avrupa dev­
letlerinin A m e rik a 'd e s te k olacağım umuyordu.
Amerika harekete geçti. Harding5in bizzat verdiği bir
emirle, Rusya’da Bolşevik kuvvetleri ile mücadele eden G ene­
ral Denikin nezdindeki Amerikan mümessili Amiral M. Cully,
General Denikin’e tevdi ettiği bir muhtıra ile Amerikan hükû-
1metinin, Kafkasya’da yeni kurulmuş olan Azerbaycan devle­
tini tanımayacağını kat’i bir ifade ile bildirdi.
Standard’m ısran ile verilmiş olan bu muhtıra neticeye
tesir etmeyecek kadar zayıftı. Zira, Amerika, Çar generali De-
nıkin’in yanında bulunan fevkalâde mümessili M. Cully vası­
tası ile 23 Kasım 1920 tarihinde verdiği muhtıradan kısa bir
müddet evvel, fırsatı ganimet bilmiş olan Lloyd Georg’un ıs-
ran ile 9 ay evvel yani Şubat 1920 tarihinde Müttefik devlet­
ler Ali Divanmm kararı ile Azerbaycan ve Gürcistan müsta­
kil devletlerini tanımış bulunuyordu.
İngiliz diplomasi û ve Deterding, bir el çabukluğu ile ve
Rusya iç bünyesinde korkunç katliâmlar ve mücadeleler ya­
parken petrole sahip Azerbaycan devletinin istiklâlini kabul
ettiriyor ve Rusya ile bu devlet arasına Gürcistan’ı da tampon
devlet olarak diriltiyordu.
Deterding petrolü mutlaka emniyete almak istiyordu.
Buna mukabil, Standard Oil tröstünün baskısı altında bu­
lunan Amerika Reisicumhuru Harding ise, ne Azerbaycan’ın
ne de Gürcistan’ın istiklâlini kabul ediyor, Ingİlizlerin eline
geçen petroller yüzünden Rus zulmundeıı kurtulmak ve müs~
taki] bir devlet olmak isteyen bu iki mazlum milletin istiklal
arzusunu boğuyordu.
Bakû petrolü etrafında genç Azerbaycan'ın istiklâli baha­
sına Standard Oil ile Royal Dutch-Shell mücadelesi devam
ederken, Cenova konferansının açılışından iki gün soııra, bu
konferansa iştirak eden Amerikan delegasyonu azasmdan ve
Standard Oil umum m üdürü A. S. Bedford 12 Nisan 1922 ta ­
rihlî New York H erald Tribün gazetesinde neşrettiği bir ra­
porda, mümessili bulunduğu Standard Oil şirketi ile Nobel kar­
deşler arasında bazı ticarî mevzularda tam bir anlaşmaya va­
rıldığı bildiriliyor ve 1920 senesi yaz aylarında bir mukave­
lenin imzalandığını ilân ediyordu.
Bu şu demekti ki; Amerikalılar da boş durmuyorlardı.
Bakû petrollerinde 1920 yılında aldıkları "hisselerle mücadele­
ye devam etmeğe kararlı idiler.
A. S. Bedford'un neşrettiği mezkûr raporda şunlar da yer
alıyordu. Nobel kardeşlerin ellerinde bulunan aksiyonların
% 51 i Standard Oil petrol tröstüne aittir.
Bundan anlaşılıyordu ki; Nobel kardeşlerin ellerinde bu­
lunan Bakû petrolleri hisselerinin yandan fazlası Standardındı
ve Standard mücadeleye kararlı idi.
Standard OıTun umum müdürü A. S. Bedford, bu malû­
matı açıklamakla da kalmamış ve mukabil taarruza geçmişti.
A. S. Bedford, New York Herald Tribün gazetesinde bu
raporu neşrettiği aynı 12 Nisan 1922 de Times gazetesine bir
de beyanat veriyor ve Boy al Dutch-Shell Grubuna şiddetle ça­
tıyordu, Bu beyanat adetâ, bir harp ilânı idi. Bedford, Ame­
rikan hükümetinin, Sovyetler ile diğer herhangi bir hükümet
veya şirketin aralarında ak te d ec ekleri herhangi bir mukave­
leyi asla tanımayacağını da ilân ediyordu,
Bedford, Amerika hükümeti adına beyanat veriyordu. Bu
ne demekti?
Bedford Amerikan hükümeti adına nasıl konuşabilirdi?
Kendisi herhangi bir resmî sıfatı haiz değildi, Demek oluyor­
du ki; Standard Amerikamn gerek siyasî gerekse İktisadî po­
litikasının nazımı idi. Bundan anlaşılan bu idi. Bu hadise pet­
rolün devletlerin politikalarındaki tesirlerini gayet açık bir
surette göstermekte idi.
A. S. Bedford'ım 1 Nisan 1922 tarihindeki bu her iki beya­
natı da Cenova Konferansına, katılan delegasyonlar üzerinde
soğuk bir duş tesiri yaptı ve konferansın m üspet yolda, neti­
celere varmasına engel oldu. Gerçi bu tesir nihaî bir tesir de­
ğildi. Fakat bîr hakikat vardı ki; Bedford'un bu beyanab yeni
doğmuş iki devletin G ürcistan iİe Azerbaycanın istiklâllerini
kaybetmelerinin ilk habercisi idi.

Yine Bedford’un beyanatı ile Amerika şunu ifade etmek


istiyordu ki; Bakû petrolleri üzerinde hakka müstenid ve kon­
feransa iştirak eden 160 şirketin mümessilleri olarak karşı kar­
şıya gelen Standard Oil ile Royal Dutch-Shell arasında bir
taksim yapılmadıkça, bu petrollerden, Sir Henry Deterding’in
başında bulunduğu şirketler manzumesine istifade kapılarını
kapatmak için her no mümkün ise yapacaktır.
Standard Oil bu kuvvet ve kıfdreti nereden buluyordu?
Bunun cevabı gayet basittir. Standardın eline bu kuvvet biz­
zat Amerika Reisicumhurundan geliyordu. Zira Amerikan si­
yasetini elinde bulunduran ona istediği istikameti veren Reisi­
cumhur Harding, Rockfellerim adamı idi. H ardiug’in en ya­
kın arkadaşı ve dostu olan Hughs ise, Amerika hariciye müs­
teşarı idi ve kendisi bu vazifeye gelmeden evvel Standard Oil
petrol tröstünün idare mecîlsi azası ve aynı zamanda müdür-
îerindon birisi idi. İşte bu adam sayesinde Standard Amerikan
d\ş politikasının iplerini elinde bulunduruyor ve bütün kuv­
vetini buradan alıyordu.
Cenova konferansı m üddetinee Mr. Bedford’un bütün
endişesini ,Nobel kardeşlerle Standard Oil arasında yapılan
anlaşmaya ve Amerikan hükümetinin Azerbaycan ve Gürcis­
tan'ın istiklâlini tanımayacağına ve Bolşeviklerle diğer her­
hangi bir devlet arasında aktedilecek bütün anlaşmaları hü­
kümsüz sayacağına dair aldığı karaı ve verdiği beyanlara rağ­
men, Henry D eterding ile Bolşevikler arasında varjacak bir
anlaşma teşkil ediyordu. Mr, A. S. Bedford'u endişeye şevke-
den hususa Sır Henry Deterding île Bolşeviklerin Londra se­
firi Krasin arasında Bakû petrolleri hu susunda, Cenova kon­
feransına rağmen cereyan eden müzakereler ve b u müzakere­
lerin Konferans sırasında dahi devam etmiş olması ve buna
zamimeten, Deterding’in en çok güvendiği adamlarından bi­
risi olan Albay Boyle’u Bakû petrol sâhalanna göndermiş ol­
masıdır. Baku petrolleri mevzuunda Koy al Dutch-Shell şiı- I
ketinin menfaatlerini îngiîiz hükümetinin ne kadar yakından
takip ve bizzat petrol işlerinin içine girerek D eterding’e nasıl
yardım ettiğini isbat bakımından Mr. Boyle’un bütün hare­
ketlerinde Majeste kraPm harici işler kâtibi (Hariciye Nazın)
ile doğrudan doğruya temas ettiğini ve talimat aldığını aşa­
ğıda tam tercümesi konmuş olan şu telgraf ile izah etmek
mümkündür;
«İngiltere Hariciye Nezareti
Teşrini evvel (Ekim) 19Ö1
Mr. Kıasin'e.
Efendim,
Albay J, W Boyle’un Marki G em in Dukedlston’a verdiği
malûmata gore; Royal Dutch-Shell şirketi Cenubi Rusya ve
Kafkasya’da kendilerine ait arazı üzerinde petrol istihsal et­
mek maksadı ile Sovyet hükümetinden imtiyaz taleb etmek
niyetindedirler.
Albay J, W, Böyle tarafından bu hususta size vukubulan
müracaatların, Kral Hazretleri Hükümetinin tasvib ve hima-
yesi ile yapılmış olduğunu haber vermeğe memurum. Kral
hazretleri hükümeti bu miizakeratın pek yabnda iyi neticeye
iktiran edeceğini ümid eyler. Baki ihtiramatımm kabulünü
rica ederim.» İmza: Esınoud Ovey
Bolşevik Rusyanm Londra sefiri Krasin 11 Nisan 1922
tarihinde Konferansın ikinci gününde Information gazetesine
verdiği bir beyanatla; Sovyet Hükümetinin, büyük devletlere
Bakû petrol arazisi üzerinde üçer bin hektarlık bir petrol im­
tiyazı vermeğe hazır olduğunu bildiriyordu. Halbuki, yine aynı
Cenova konferansında müzakere edilmekte o k n ve müttefik­
ler adına Lloyd Georg ve Barthoiı (1934 Yılında Marsilya’da
Yugoslavya krali ile birlikte b ir suikastla kurban giden o yı­
lın Fransız Hariciye Nazırı.) tarafından Çarlık Rusyasuım
borçlarının ve tngiltere-Fransa ve diğer memleketlerin Rus-
yadaki emlâklerini tasfiye sadedinde ileriye sürdükleri 99 yıl­
lık imtiyaz teklifine, Sovyet heyeti asalarından Litvinof, Eol-
şeviklerin hiç bir zaman ve hiç bir veçhile bu yerlerin eski sa-
lüpLeriae iade edilmeyeceklerine dair verdiği bayana!, Cem ova
konferansında adetâ bir bomba- tesiri yapmıştı. Her iki Sov­
yet delegesi tarafından verilen beyanatlardaki mübayenet
cidden dikkate şayandır. Ve b u beyanlar, iki yüzlü bir politi­
kanın Sovvetlerce makbul telâkki edildiğinin en şayanı dikkat
misalidir.

Rusya bu sıysfset yolu ile «Ne koparabilirsem kârdır» düs­


turuna sadık kahyor ve birtakım menfaatler elde etmek isti­
yordu.
Litvinof, Sovyetlerin seLâhiyetli bir adamı olan Krasin’in
fikirlerini ve Sovyet hükümetine daha yakın olan beyanlaruıı
cerh ve reddeden beyanatını verirken, acaba hangi tesirlerin
ve nasıl bir düşüncenin tesiri altmda bulunuyordu?
Sovyetlerin iki ayn mümessilinin birbirlerini nakzeden
bu iki beyanatından da açıkça anlaşılıyor ki; Ruslstr, Ameri­
ka ile İngiltere arasındaki rekabeti ustalıkla kullanmasını bil­
mişler ve Lloyd Georg'un karşısma umulduğundan da hazır­
lıklı çıkmışlardı.
Bolşeviklerin Lloyd Georg’un teklifini reddetmeleri üze­
rine, Lloyd Georg, gayet sert bir ifade ile, Sovyet hükümeti­
nin ya 99 yıllık imtiyaz anlaşmasını kabule veya buna tekabül
eden iki milyar altı yibt milyon sterlin tutarındaki tazminatı
vermeğe, mecbur olduğunu sinirli bir lisanla talep etmek mec­
buriyetinde kaldı.
Sovyet delegasyonundan Litviııof, İngiliz Başvekili Lloyd
Georg'un bir bomba tesiri yapan yeni teklifi karşısında Ceno­
va konferansına yepyeni bir Rııs teklifi ile geldi. Sovyet dele­
gesi Litvınof, mukabil teklif olarak çok ağır birtakım şartlar
ileriye sürmekle kalmıyor, Rus resmî görüşü olarak da Ingilte-
reyi Rusyanm içişlerine müdahale etmekle suçluyordu. Lit-
vinof diyordu ki: ,
, «Ingiltere, Rusyayt birtakım vecibeleri yerine getirmeğe
ve dolayı sı ile Bakû petrolleri Üzerinde birtakım imtiyazlar
almağa, fıiç olmazsa eski mtiyazlarını devam ettirmeğe mec­
bur etmek istemektedir.
T

İngiltere hükümetinin yeni teklifleri, kabul edilecek gibi


değildir. Fakat şurasını da söylemek isterim kî; Ingil teren in,
Rusya'da bağlayan halk hareketinin Proleter iktidara yol açan
gelişmesi sırasında Rusya'nın içişlerine müdahalesi, Rusya ta­
rafı e dan her zaman nazarı dikkate alınacaktır. Binaenaleyh,
lngil teren in, yurdumuzun her taraf m dan hudutlarımızı rahat­
ça geçerek halk düşmanı Çar taraftan generalleri silâhlandır­
ması ve beslemesi sonunda, Sovyetlerin uğradığı zarar beş
milyar sterlindir. Sovyet hükümeti, logilterenin konferansa
getirdiği yeni teklifleri üzerine, uğradığı maddî zararı talep
etmeğe karar vermiştir. Bu hususu Ingiliz delegasyonu reisine
ve konferansa resmen bildirmek isterim.»
Liîvinof’un konferansa getirdiği bû yeni ve beklenmedik
teklif, îngilterenin teklifinden daha da ağır basmış, îngiliz
Başvekili Lloyd Georg adetâ deliye dönmüştü. Lıtvinof, In-
giltereyi faka bastırmıştı.
Konferans m üddetinoe Rus ve Ingiliz delegeleri arasında
cereyan eder gibi görünen çalışmaların altında, Rus delegas­
yonunu Ingiltereye karşı tahrik ve teşvik eden Amerikan tesi­
rini, daha doğru tabiri ile Standard Oil tröstünün tesirini ara­
mak daha doğru olur. Zira, konferans miiddetince Litvmof
çok meraklı olduğn ve ikamet ettiği otel veya devam ettiği h>-
kantalarda daima masasında bulundurduğu kadınların büyük
ekseriyetini Amerikalı kadınlar teşkil etmekte İdi ve bu kadro­
lar, Lıtvinof?u ustalıkla İngiliz!erin üzerine şevkedebiliyorlardı.
Litvinofun bu zaafı, konferansa devamlı olarak katılan
basının da nazarı dikkatim celbetmiş ve bu hususta birtakım
fıkralarm ve espirilerin yayılmasına vesile vermiştir.
îngilizler, Rusların getirdikleri ve kendilerini beklenme­
dik bir anda ve adetâ suç üstü yakalayan teklifi karşısında,
her no suretle olursa olsun müzakerelerin neticesini lehine çe­
virmek için Fransa-Belçika ve İtalyan heyetlerinin yardımını
ve müzaheretini temin etmeğe çalıştı.
Fakat öyle beklenmedik bir hadise vukubuldu ki; Bahsi
geçen devletlerin delegasyonları îngiltereyi desteklemek için
bir hayli düşünmek mecburiyetinde kaldılar.
Bu hadise, Almanya ile Bolşevik Rusya arasmda Rapallo’
da imza edilen bir anlaşma İdi, U oyd Georg ile müttefikleri
üzerinde çok sert bir reaksiyon yaratan Rapailo muahedesinin
reddini mutazammm, hazırlanan mazbatayı imzalamış olma­
larına rağmen, Fransız ve Belçika delegasyonu, aralarmda
yaptık!an toplantılardan sonra bir görüş birliğine varmışlar
ve bu şartlar altında Cenova konferansında herhangi müspet
bir netice İstihsalinin mümkün olmayacağını tesbit etmişlerdi.
Gerek Belçika gerek Fransa, bu müşterek görüş birliğin­
den sonra da Cenova konferansını baltalamağa başladılar.
Belçika ve Franstının birdenbire îngiliz politikasından
sıyrılarak konferansı akam ete uğratmak için girişlikleri teşeb­
büsler elbette sebepsiz değildi. Bu her iki devletin de kendi
siyasetleri bakımından dikkate almaları zaruri olan birtakım
girift meseleleri vardı. Ve bu girift meselelerin başında harp
dol ayısı ile bozulmuş İktisadî durumları gelmekle idi. Ame­
rika Birinci Dünya Harbinin finansör devleti olarak bu
hususu gayet iyi biliyordu. Çünkü, Avrupanm lıarbe iştirak
etmiş devletlerine krediyi veren kendisi idi.
Cenova konferansının İngiltere lehine bir inkişaf takibet-
ligini görünce* Standard Oil derhal ayaklanmış, esasen elinde
bulundurduğu Amerikan ihracatının çok büyük kısmının hi­
mayesini vç Fransa-Belçika ve diğer Avrupa memleketlerine
verdiği kredilerin tasfiyesini talebetmişti.
Standard Oil Amerika Reisicumhurunu tam bîr tazyik al­
tına almıştı. Onun hedefi, konferans boyunca İngiltereyı des­
tekleyen bu borçlu iki devleti îngiltereden koparmak ve ken­
di tarafına aktarmaktı. Fransa ile Belçika îııgiltereyi tutm ak­
tan vazgeçebilirlerdi, fakat Amerikayı tutamazlardı. Çünkü
her iki devlet, birbirine girift birçok hayati meselelerden do­
layı îngiltereye dolayısı ile Avrupa siyasetine bağlı idiler, Ve
bu her iki devlet de müstemlekeci devletti ve îngiîtereye
muhtaçtı.
Durumu böylece m ütalâa eden her iki devletin delegas­
yonu, o andan itibaren İngiltereyı bir nisbet dahilînde yalnız
bırakmağa ve konferansı çıkmaza sokmağa karar verdiler.
Konferans çıkmaza girmişti. Standard Oil idarecileri mem­
nundu, zira onlar, İngiltere ile Bolşevik Rusya arasında gerek
Cenova konferansı sırasında gerek konferanstan ayrı olarak
Bakû petrolleri ile alâkalı birtakım gizli görüşmelerin yapıldı-
ğuıı biliyorlardı ve Fransa ile Belçikaya baskıyı da bunun için
yapmışlardı,
Amerika Dışişleri M üsteşan Hugbs açıkça her iki devletî
tehdit etmişti. O, ısrar ediyordu. Eğer Fransa ile Belçika In-
giltereyi desteklemekte ısrar ederlerse, Amerika verdiği borç­
ların tasfiyesini derhal taiebedecekti. ITalbuki ne Fransa ne
Belçika o giin için Amerikaya olan borçlarım tasfiye edebile­
cek mail güce sahip değillerdi. Ve naçnr, Amerikanın istediği
yola girdiler ve İngilizlerin konferansa getirdikleri her teklife
sırt çevirdiler.
Fransa ile Belçikamn Cenova konferansını akamete uğrat­
mak için giriştikleri müşterek mesaiye temas eden Alman ga-
ze tecil erin den Lakal Aukz yazdığı bir yazıda şöyle diyordu:
«Fransız ve Belçikalıların Kapallo muahedesi ve Cenova
konferansına muhalefet göstermelerine sebep Standard Oil
şirketidir. Ve bu da, Slandard'm, Rusyadaki istismarın şu ve­
ya bu şekilde olmasına muhalif olmalarından neş'et etmiyor.
Bilâkis, Standard OiFun, Sovyet hükümetinin m alt buhranın­
dan istifade ederek dünyanın en zengin petrol m enabiini elde
etmeğe muvaffak olacağını ümtd etmekten ileri geliyor.
Amerikanın bu düşünce ile vardığı netice ve himayesi ol­
masa idi* Fratfsa, bu kadar açık ve cesaretle Ingiltere aleyhi­
ne cephe alamazdı,»
Yukarıdaki yazı da gösteriyor ki; artık Cenova konferan­
sımda konuşulan tek şey petroldü. Bu hususu takviye eden bir
misal de Times gazetesinin Paris muhabiri tarafından gazete­
sine 7 Mayıs 1922 tarihînde gönderdiği aşağıdaki telgrafıdır.
Times muhabiri bu telgrafında;
«Bugün Avrupa m atbuatı Neft ile doludur». Demektedir.
işte Times gazetesi muhabirinin gazetesine çektiği bu tek
türaleli telgrafı Rapallo ve Cenova konferanslarının hangi is­
ti kamette inkişaf ettiğini göstermek bakımından cidden şaya­
nı dikkat it.
Dev petrol tröstleri Standard Oil ile D eterding’in grubu
Royal Dntch-Shell, kendi menfaatleri uğruna harpten yeni
çıkmış perişan Avrapayı ezmeğe devam ediyorlardı.

Cenova konferansının muvaffakiyetsizliğe doğru gitmesi,


bu muvaffakiyetsizliğe Fransanm ve Belçikanın sebep olma­
ları Avrupa basınında geniş yankılar yapmış ve Fransa ile
Belçikaya adetâ ilânı harp edilmişti. Bu ağır hücumlar karşı­
sında Fransız heyetinden Mösyö Barthou, Fransa Reisicum­
huru Mösyö Fııankare ile şahsen görüşmek ve izahat vermek
üzere acele Paris’e döndü. Barthou Paris’e hareket ederken,
Fransız hava nazarı Loran Epnak, Cenova’da gayri resmî ola­
rak devam etmekte olan petrol müzakerelerini takibetmek
üzere ve alelacele Paris’ten Cenova’ya hareket ediyordu.

Fransa S tandardın oyununa gelmişti. Buna sebep var mı


idi? Zannetmiyoruz. Zira bizzat Fransa Bakû petrolleri üze­
rinde Standard Oil petrol tröstünden daha büyük hisselere sa­
hip bulunuyordu ve son hareketi ile bu hisselerini tehlikeye
atıyordu. .
Bakû’dakî petrol hisselerinin durumunu tahlil eden Dr.
W. M autner’in 28 M art 1925 tarihinde ve her şey bittikten
sonra Times gazetesinde yazdığı bir yazıda belirttiğine göre;
Cenova konferansından önce Fransanm Bakû’da işlettiği pet­
rol sâhalarına yatırdığı sermayenin yekûnu 70, Belçikanın 21,
îngilterenin ise 172 milyon sterlin olarak gösterilmiştir.

Dr. W. Maııtner’in verdiği bu rakamlar da gösteriyor ki;


Îngilizler, Baku’da ciiz’i bir hisseye sahip olan Amerikan Stan­
dard Oil petrol tröstü de dahil olduğu halde, mevcut yabancı
sermayenin hepsinden daha çok bir sermaye ile petrol sâha*
Larını işletmekte id i
îngilizlerir Bakû petrollerine münhasıran hâkim olmak
plânlarına karşı Standard OiFun açık kredi bonoları, Fıansa-
Belçika ve Amerikalıları îngiltereye karşı mücadelelerinde bir­
birlerine yaklaştıran tek unsur olmuştur, İşte bu sebeple her
üç devlet arasında meydana gelen yakmhk ve işbirliği zarure­
tidir ki; îngiltereyi karşılarına almağa bu devletleri zorlamış
ve mücadele bayrağını açmışlardır,
Ingiltereye karşı mücadeleyi Fransa-Belçika koalisyon
yapacak Amerika ise bu koalisyonu gerek maddî gerekse ma­
nevî bütün imkânları ile destekliyecekti.
Nitekim, Fuankare ile görüşmek üzere Paris'e giden Cc-
nova’daki Fransız Delegasyonu Reisi Barthounuîi yerine ge­
çen Fransa Hava Nazırı Loran Epnak, Cenova’da Standard
OiPun teşviki Ve yardım vadi üzerine Fransa ve Belçika pet­
rol anlaşmasını imza etti. Lor an Epnak, anlaşmanın imzası
münasebeti ile verdiği beyanatta aynen şöyle diyordu;
«iLk evvelâ biz, Fransız ile Belçika gruplan arasmda bir
ittifak vücuda getirmek hususunda bir plân hazırladık. Bu it­
tifakın maksadı; .
1 — Harpten evvel hasıl olan hukukun müdafaası olduğu
£ibı? 1918 senesinden sonra sabık arazi sahiplerinden satm
alınmış hukukun himayesi,
2 — Bu iki millete mensup vatandaşlara ait petrol arazi­
sinin müştereken işi et ibnesidir.»
Bu beyanat ve ittifak, Tngİltereye, îngilterenin petrol
menfaatlerine açıkça karşı gelmekti, Ingiltere birçok hataları
affedebilirdik Fakat petrol bahsinde taviz vermeğe asla niyet­
li görünmüyordu, ihtiyar Lloyd Georg Fransa ve Belçikanm
Siandard'ın himayesinde Ingiltere'ye karşı cephe almaların­
dan sonra, IJaris nezdinde ciddî birtakım teşebbüslere girişti.
I jâkin bn teşebbüslerin biç birisinden müspet netice alamadı.
Fransa, petrol bahsinde Birinci Dünya Harbinin mukadderat
arkadaşı ve müttefiki Ingilizlere, Standard'dan aldığı kuvvetle
resmen karşı koyuyordu,
Fransaıuıı bu tutumu Lloyd Georg ipin bir hezimetti, Ama
yapacak başka bir şey de yoktu, ihtiyar Lloyd Georg, Fran-
sanın bu azimli tutum u karşısında boynunu büktü ve hadise­
leri kendi seyrine terketti.
Ingiltere boyun eğmişti. Lâkin bu, Deterding'in de boyun
eğdiği manasım tazammun etmezdi. Nitekim Deterding hiç
bîr vakit boyun eğmediğini kısa bir m üddet sonra, da isbat
edecekti.
istikbalin, D eterding'in plânları ile Fransaya neler hazır­
ladığı elbette bilinemezdi, fakat hadiseler, Fransanm bu ka­
rarının kendisi için hiç de iyi bir karar olmadığını aradan çey­
rek asır geçmeden gösterdi.
Fransa ile Belçika arasındaki müşterek karardan sonra
her iki devletin mümessillerinin iştiraki ile yapılan müzakere­
ler sonunda, b u iki devlet arasındaki petTOİ anlaşmasına daya­
nılarak yeni bir şirket kuruldu ve şirketin başına da, o sıralar­
da Fransız ticaret nezaretinde petTol işleri müdürü bulunan
Mösyö Pineau (Fino) getirildi.
Bütün bu hadiseler cereyan ederken Rusya bir taıaftan
Royal Dutch-Shell île gizliden gizliye müzakerelerde bulunu­
yordu. Ruslar bir taraftan Ingiltere ile gizli müzakereler ya­
parlarken, diğer taraftan Cenova konferansına iştirak eden
resmî delegasyonu vasıtası ile dört devlet arasındaki rekabeti
körüklemekten de geri kalmıyordu. Ve Ruslar bu işte usta ol­
duklarını da ispat ediyorlardı.
Cenova konferansında iktisadi müzakereleri idare eden
Bolşevik heyeti azasından Rusyanm Londra sefiri Krasin, son­
radan, S Mayıs 1923 tarihinde Moskova'da intişar eden îzves-
Uya gazetesinde çıkan bir beyanatında hulâsaten şu fikirleri
m üdafa ediyordu;
«Sovyet hükümeti Azerbaycan'daki petrol sahalarının
dörtte birine kayıtsız şartsız sahip olmalı idi. Bu sâhaların ge­
riye kalan dÖrtt üçü ise, dörde bölünmek sureti ile Ingiltere-
Fransa-Amerlka ve Belçika'ya müsavi surette verilmeli idi.
Bu arada ecnebi tebaası olan mülk sahipleri de gözden uzak
tutulmamalı idi. H attâ Krasin, büyük mülk sahiplerinin, Sov-
yeti er hükümetince teşkili düşünül en Konsorsioma alınma sim
ve kendilerini temsil ettirmelerini, Sovyet hükümetinin hatır­
dan uzak tutm adığını da ilâve ediyordu. Krasin mülk sahip­
lerini kastederken, Bolşevizmin Rusya'da hâkim olmağa baş­
ladığı 1918 yılma kadar mülk edinenleri kasdettiğini de açık­
ça ifade ediyordu.»
Görülüyor ki; yoldaş Kıasin bu beyanatı 3e, Stnadard
Oil’un hırsım tahrik ediyor, Royal Dutch-Shell Grubunu ise
Bilinci Dünya H arbinden evvel Rusya’da emlâk sahihi olmuş
bir müessese olarak okşuyor ve kendisine daha yakın hissetti­
ğini ilân ediyordu.
Standard Oil ıdarecderi, Sovyetlerin Londra sefiri Kra-
sin’in bu beyanatının altındaki manayı anladıkları ıçm, bu
beyanatı çok soğuk karşıladılar. Çünkü, Bakû petrol sâhası
üzerindeki hisselerini Krasin tarafından ilân edilen 1918 yı­
lından dalıa sonra elde etmişlerdi. Krasin'İn beyanatından an­
laşıldığına göre de; Staudard’uı satm aldığı hisselerin eski sa­
hipleri olan NobeL kardeşlerin kadim haklan nazarı itibara
alınmıyordu.

Standard Oil, Nobel kardeşlere ait olan ve Çarlık zama­


nında elde ettikleri imtiyazları, Çarlık idaresi yıkıldıktan ve
Rusya’da Bolşevik idaresi kurulduktan takriben üç yıl sonra,
yani 1920 senesinde elde etmişti. Eğer Kusya, Krasin’irı ilân
ettiği karanm tatbik ederse. Amerikalılar Azerbaycan'da tees­
süs edecek Konsorsiyum idaresinde yer alamıyac aklan gibi,
söz sahibi de oiamıyacaklardı.
KrasinÜn bu beyanatı açıkça gösteriyor ki; İngiltere hü­
kümeti, bilhassa Lloyd Georg ile Sir Henry Deterding, Kra-
sin'in ortaya attığı bu projeden haberdardı. Çünkü 2 Mayıs
1922 tarihinde Cenova konferansın m idarecileri tarafından
kaleme alınmış ve ilân edilmiş bulunan memorandum, Sov-
yetlerin kabul edebilecekleri bir ifade ve yumuşak bir lisanla
yazılmıştı. Ve bunda mülk sahiplerinden de balı sedil iyordu.
Bu memorandumda, mülk sahipleri ile alâkalı kısımda şöyle
deniliyordu;
«Malikler ise, Bolşevik'lerin nasyonalizmi ilân etanol erin­
den evvel Rusya’da emval sahipleri olan fertler veya fertler­
den müteşekkil gruplardı.»
Boy al Dutch-Sheirin idarecileri Standard Oil ile m ütte­
fiklerine böylece mükemmel bir oyun oynamışlardı. Bu oyun
sayesinde, Azerbaycan’da petrol sahalarından sadece îngiliz-
ler faydalanacak fakat diğerleri dünyanın en zengin petrol
sâhalarm dan birisi olan Bakû petrol sahalarından istifade
edemeyeceklerdi,
İtiraf etmek lâzımdır ki; İngilizler bu memorandumu ilân
ettikleri vakit, bir beynelmilel konferansta o tarihe kadar elde
ettikleri muvaffakiyetlerin en büyüğünü elde etmiş oluyorlar­
dı. Küçücük bir eÜmle, Azerbaycan petrolleri üzerindeki diğer
deviet haklarını tasfiye ediyordu. Tabii bu hususa diğer dev­
letler ses çıkarmamış olsalardı..,
Ingiltere bütün mizanseni en iyi şekilde hazırlamış olma­
sına rağmen bir noktayı ihmal etmişti, İstikbalde, aynen ken­
disinin müttefiklerini atlattığı gibi, Rusyanm da bir gün ge­
lip kendisini atlatabileceğini asla aklına getirmemişti ve buna
karşı tedbirler almamıştı. Halbuki istikbal, Rusların, İngilte-
reye böyle bir oyun oynayacağının belirtilerini daha şimdiden
beîli ediyor ve Rus idarecileri bu oyunlarını mükemmel bir
surette oynuyorlardı.
Amerikalılar gibi Fransudar da Belçikalılar da imza edi­
len bu memorandum muvacehesinde berbat bir duruma düg-
müşlerdi. Bu devletlerin de tebaaları Bakû petrol sahaların­
daki hisselerini 1918 yılından sonra elde etmişlerdi. Şu hale
göre gerek FransızJar gerek Belçikalılar kurulacak olan kon-
sorsiuma iştirak hakkım kaybediyorlardı.
Bu memorandumun ilâm, Bakû petrol sahalarında hakları
bulunduğunu iddia eden ve hakikaten bu sâhalarda hakları
olan devletlerde bir bomba tesiri yatattı. Fransa Reisicumhu­
ru Mösyö Puankare, Faris’ten Cenova’ya avdet etmiş olan
Fransız delegasyonu reisi Barthotfya vakit geçirmeden b ir
telgraf gönderdi. Puankare bu telgrafmda; Memorandumu
imza etmemesini ve Fransız tebaalarının Rusya’da malik b u ­
lundukları hukukun kayıtsız şartsız iade edilmesini talebetm e­
sini bildirdi.
İşler kızışıyordu. İngiltere bunları hesaba katmamıştı.
Onlar memorandumu bir el çabukluğu ile ve itiraza mahal b ı­
rakmadan akid devletlere kabul ve imza ettirebileceklerini
tahmin etmişlerdi. Halbuki hiç bir devlet Azerbaycan petrol
sâhalarmdaki baklam ı dan vazgeçmek niyetinde değildi.
Kaldı kİ; gerek Fransa gerek Belçika gerekse konferansa
iştirak eden diğer devletler, arkalarında kudretli bir ham i bu­
lunduruyorlardı, Bu devletleri, Cenova konferansından bir an
evvel çıkarmak istediği memorandum ile tasfiye etmek iste­
yen İngiltere'ye karşı himaye ve sevkeden devlet Amerika idî
ve Amerika devletinin politikasını yürütenlerin arkasında da
Standard Oil petrol tröstü vardı. ,
Cenova konferansında hazırlanan memorandumun Ame­
rika'daki tepkisi Fransadakîoden de Belçikadakinden de daha
şiddetli oldu. Standard Oil Amerikan Beisicumhuru Harding
nezdinde bütün ağırlığı ile teşebbüse geçti. Ve Amerika hari­
ciye müsteşarı olan eski müdürlerinden Huğhs’a şu karar su­
retini çıkarttırdı;
«M atbuatta yapılan münakaşaların, belkide izam ettik­
leri petrol meselesine gelmce: Amerika hak ve vazifesi icabı
olarak hukuk ve mallarının himaye edilmesi lâzım gelen Ame­
rika tebaalarının bu haklarını Avrupa vesair yerlerde himaye
edecektir. Fakat Amerika Birleşik Devletleri, herkese karşı
açık kapı prensibini nazarı itibara almayan ve herkese müsavi
lıukuk vermeyen, ister millî, ister beynelmilel olsun, herhangi
bir plânm ın tatbikine asla rıza göstermiyecektir.»
Amerika açıkça ilân ediyordu. Amerikan vatandaşlarının
hak ve hukuklarını dünyanın her neresinde olursa olsun mü­
dafaa edecek ve buna aykırı hiç bir prensibi asla kabul etme­
yecekti.
Standard Oil petrol tröstünün sabık m üdürü ve Amerika
Birleşik Devletleri Hariciye Müsteşarı Hughs, patronu Rock-
feller’in petrol menfaatleri için Amerikan hükümetini bir kere
daha harekete getirmiş ve bunda cidden muvaffak olmuştu.
Amerika hükümeti açıkça tehdid ediyordu.
Amerika bu karar suretini ilân edince Cenova konfe-
ram ı bir anda allak bullak oldu. Bu hadiseye sebep olan İn ­
giltere ve Rusya delegasyonu şaşkınlık içinde kaldı ve konfe­
ransın havası bir anda değişti. Artık herkes îngilterenin ve
Rusyanm fakat bilhassa îngilterenin aleyhine dönmüştü. Lloyd
Georg ise şaşkına dönmüş, bu darbe ile esasen daha evvelce
sarsılmış bulunan prestiji hemen hemen tamamen kaybol­
muştu.
Cenova konferansında, bu hadise, U oyd Georg*a indiri­
len birinci darbe değildi, O, konferansın devam ettiği tarih­
lerde, Orta Şarkta, yani Ira k la petrol menfaatleri elde etmek
için giriştiği şiddetli mücadele sırasında saf dışı bırakmağa
çabgtığı ve yardakçısı ve cinayetlerinin ortağı Sir Vasil 2a-
harof ile müştereken hazırladı klan Anadolu seferinde de der­
sini alıyordu.
Yalnız petrol işinde rahatça çalışmaları için yaratılan ve
Yunan O rdusu ile işgal ettirilerek tarihin en korkunç cinayet­
lerinin işlenmesine sebep oldukları Anadolu'da, ayaklanan bir
milletten, Türk Milletinden aklından çıkar amıy a cağı bir ders
almış, yüzüne acısını unutmasına imkan olmayan bir şamar
indirilmişti. Bu şamar, hem kendisine hem de şımarık oğlanı
Yunanistana birden indirilmişti.
Türk milletinin kendisine verdiği bu deısin nihaî safhası,
Cenova konferansının kapanmasından dört ay sonra kapana­
cak ve Lloyd Georg münhezim ve perişan olarak bu darbenin
altında ezilecek ve siyasi hay atm a son verecekti.
Amerika hükümeti adına neşredilen bu beyandan sonra,
bilhassa Londra5da sinirli bir hava esmeğe başladı. Avam Ka­
marasında Lloyd Georg aleyhine açılan müzakerelerde gayet
sert tenkitler yapıldı. Avam Kamarası böylesine sert ve acı
tenkitlere belki de ilk defa şahit oluyordu. Fakat Lloyd Georg
hu fırtınayı kendilerine yaslandığı Sir H enry D eterding ve
Entelijans Servis sayesinde atlatabildi.

Amerikan hükümetinin aldığı sert karar kendisini göster­


di, Bu kararın ilânından kısa bir m üddet sonra Ruslar, Bakû
petrollerini millileştirdiklerini Üân ettiler. BÖylece Avrupa
devletleri gibi bizzat Amerika da bu petrollerden mahrum
kaldı.
Amerikanın sert reaksiyonu sonunda îngdtere bir çok
şeyler kaybeder gibi olmuş, Cenova konferansından da m ağ­
lûp çıkmıştı. Evet, konferansın dış görünüşü ile İngiltere m ağ­
lûp olmuş, istediklerini yapamamıştı. Cenova konferansı fi­
yasko ile neticelenmişti. Ve bu konferanstan, dünya petrol hâ­
kimiyeti uğruna giriştikleri mücadele sonunda Standard Oil
da Royal Dutch-Shell de çok şeyler kaybederek çıkmışlar, so­
nunda da yalnız Huşlar istifade etmişlerdi,
B vet... Konferans dış görünüşü ile fiyasko ile neticelen­
mişti, Fakat istikbalde gelişecek olan hadiseler, D eterding’in
başında bulunduğu Royal Dutch-Shell grubunun bu mağlû­
biyeti kolay kolay kabul etmediğini gösterecektir.
Sir Henry Deterding, Cenova konferansmm dağılmasın­
dan sonra, Amerikalıların kendisine Cenova5da vurdukları dar­
benin intikamını almak maksadı ile petrol mücadelesin in sık­
let merkezini bizzat Amerika Birleşik Devletlerine intikal e t­
tirdi. O, Standard OiPun Baku petrolleri işinde kendisine oy­
nadığı oyunu misli ile ödetmeğe karar vermişti. Bu sebeple su~
yu baştan kesmeğe karar verir vermez de bütün kudreti ile
Amerika İÇ pazarlarında Standard5m hâkimiyetini kırmak için
tedbirlerini almağa karar verdi.
Entelîjans Servis, D eterding'in ajanları ve İngiliz diplo­
m atları bu mücadelede elele verdiler, Stratejileri gayet basitli.
Standard Oü’un parası ve çalışması sonunda iktidara gcletı
HardingM, Standardını politikasını takibeden bir makine ol­
maktan çıkarmak ve Standard5dan ayırmak.
Stratejiyi böylece tesbit edçn Deterding ve ajanları, hum­
malı bir faaliyete giriştiler ve sonunda muvaffak oldular,
Cenova konferausmın dağ/İmasından sonra geçen aylar
D eterding’i hergün biraz daha neticeye yaklaştırdı ve konfe­
ransın dağılmasından takriben bir yıl sonra da neticeye ulaş­
tı, Harding, Standard1'dan sıyrdımş, hatta sıyrılmakla da kal­
mamış Standard‘a karşı çıkmış ve hiç de normal olmadığı ıs­
rarla iddia edilen ölümünü davet etmişti.
Hardın, esrarlı bir şekilde hayata gözlerini yummuş, karı­
sı, müteveffa Amerika Reisicumhuru kocasının Standard Oil
tarafından öldürüldüğünü iddia etmişti. Ve Standard Oil De-
terding mücadelesi petrol için ölenler listesine bir yenisini ilâ'
vc etmişti,
Cenova konferansının Royal Dutch-Sheli aleyhine teza­
hür eden ve Bakû petrollerinin kaybı gibi görünen neticesin­
den sonra, Sir Henry Deterding, zaman kaybetmeden Fran-
sızlar ve Belçikalılarla müzakerelere başladı. Uzun süren bu
müzakereler ve pazarlıklar gayet sert bir Kava içerisinde ve
çok çetin geçti. Fransıziar da Belçikalılar da taviz vermek is­
temediler, Böylece bu müzakereler neticesiz kaldı. Yeniden
yapılan müzakere tekliflerini de reddettiler. Zira Fransıziar
da Belçikalılar da D eterding'in adamları ile yeniden müzake­
relere girişmekten çekindiler.
Bu iki devlet, kendilerine yapılan yeni bir konferansın
toplanması teklifine uzun m üddet karşı koydular, ama sonun­
da bu teîdife «pekb demek mecburiyetinde kaldılar. Deler-
ding, yeni bir konferansın toplanması için bu iki devlet nez-
dindeki muvaffakiyetini, gerek Fransa’da gerek Belçika'da bü­
yük iktisadi ve ticari menfaatleri bulunan ve bir kolu Fran­
sa'da olan RotchıJd ailesinden son derece istifade etmiş ve
müspet neticeyi ancak b u sayede elde edebilmişti,
Deterding'in bu iş için kullandığı Rotchıld ailesine m en­
sup olan zat, Fransa’daki ailenin en nüfuzlu insanı idi ve bu
zatm bilhassa Fransa'da büyük bir nüfuzu vardı,
Petrol kralı Deterding'in hazırladığı bu konferans hava­
sından sonra Ingiltere Başvekili Lloyd Georg derhal harekete
geçti ve U ûıey’de toplanmasını arzu ettiği b u konferans için
resmen devletler arası temaslara başladı. îngilizler her ne pa­
hasına olursa olsun, Bakû petrol imtiyazlarını bir neticeye
bağlamak istiyorlar* Bolgevikler kuvvetlenmeden işi halletme­
ye çalışıyorlardı,
U oyd Georg bu konferans için Versay muahedesini im­
za etmiş olan devletleri davet etmeyi kafasına koymuştu, Bu
devletler arasında mağlup olmasına rağmen Almanya da var­
dı. İngiliz diplomasisi ayrıca, Rusyadaki yeni Bolşevik rejimi­
ni de konferansa davet edecekti.
Bütün bu devletler nezdinde yapılan İngiliz çalışmaları­
nın bîr hedefi dava vardı. Rus yeni rejimini Avrupa devletle­
rine tanıtmak. Ingiliz diplomasisinin bu vadide yaptığı son­
dajlar müspet netice vermişti. Devletler yeni Rus rejimini ta­
nımağa kararlı idiler. Bu andan itibaren ingilizler Ruslarla te­
masa geçtiler. Kendilerine, devletler tarafından tanınmak için
birtakım şartlara dayanan bir teklifte bulundular. Huşlar, İn-
gilizlerîn tekliflerini müspet karşılamakla beraber, İngilizler
tarafından yapılacak tekliflerin ne olduğunu anlamak istediler
İngilizler açık konuştular. Rus yeni rejimini tanımaları
için Avrupa devletleri nezdinde nüfuzunu kullanmak için*
Bakû petrollerini şart olarak ileriye sürdüler. Lloyd Georg ga­
yet sarih olarak şu sözleri sarfettk
«Ingiltere Rus Bolşevik rejiminin tanıtılmasına gayret
sarfedecektir. Ancak Rus Bolşevfy idaresi de Bakû petrolleri
üzerinde imtiyaz sahibi olan herkese haklarını teslim etm e­
lidir.» *
Açıkça görülüyor ki; İngilizler Rus yeni Bolşevik rejimi­
ni tanımağa ve devletlere tanıtmağa karar vermişler, fakat
buna mukabil Bakû petrollerindeki haklarını da garanti altı­
na almayı peşin şart olarak ileriye sürmüşlerdi.
Rotchdd’in tavassutu île Lahey’de açılmasına karar ve­
rilen Lâhey Konferansının 15 Haziran 1922 tarihinde toplan­
masına karar verildi. Konferansın kazıdıkları sür’atle ikmal
edildi. Artık her şey hazırdı. *
Konferansın toplanmasına tekaddüm eden günlerde, Ce-
nova konferansı sırasında kurulmuş olan Frausız-Belçika p e t­
rol kartelinin mümessilleri de Lahey*e gelmeğe başladılar. Bu
mütehassıs mümessiller Lâhey şehrine vardıkları gün derhal
bir basın toplantısı yaptılar ve açılacak olan, Lâhey konferan­
sına iştirak edeceklerini resmen açıkladılar.
15 H aziran 1922 tarihinde açılan konferansa Sevr m uahe­
desini imzalamış olan devletlerin hem en hepsi İştirak ettüer.
Devletler, konferansa ikinci hattâ üçüncü derecede ehemmi­
yeti haiz delegelerle iştirak k aran almış olmalarına rağmen;
Huşlar bu kaidenin dışma çıktılar.
Konferans ilk günlerinde gayet rahat çalıştı. Fakat mülki­
yetlerin iadesi hususu müzakere mevzuu olmağa başlayınca
Lâhey şehrine bir Persona G rata geldi. Bıı Persona Grata Bol­
şevik rejiminin İstikbalde Dışişleri Vekili olacak olan Maksim
Maksimoviç LitvinoPtu,
26 Haziran 1922 tarihinde Lâhey’e gelen L itviaof un çan­
tasında konferansa tevdi edilmek üzere birtakım yeni teklifler
getirdiği aşikârdı. Petrob Lâhey1‘de kat’i bir pazarlık mevzuu
olmuştu. Yeni kurulmuş olan Bolşevik Rus devleti korkunç
bir malî sıkmtı içerisinde idi. îşte LüvinoPun çantasında Lâ­
hey konferansına getirdiği teklifler, Bolşevik Rusya’yı mail
sıkıntıdan ve buhrandan kurtarması muhtemel tekliflerdi.
Litvinof, Batı devletlerinin ve bilhassa Ingiltere’nin, Rus­
ya’ya yapacakla» malî yardıma karşılık, kendilerine, Bakû p e t­
rolleri üzerinde bir hak tanınacağını ilân ediyordu. Fakat, Ba­
kû petrol sahalarında, konferansa dahil delegasyonun talep
ettiği, hakları bulunan bütün mülk sahiplerine bu imtiyazla­
rının tanınması ve iadesi prensibini Litvinof kat’iyen tasvip
etmiyordu. LitvinoPuu teklifi sarihti, O devletleri tanıyordu.
Bunun dışında herhangi bir şahsı m uhatab kabul etmiyordu,
Boîşevikler bununla da iktifa etmiyor, eşhasa ait petrol imti­
yazlarını da taıumıyacaklarmı kat’i bir ifade ile tekrar edi­
yorlardı,
LitvinoPun ısrarla ileriye sürdüğü bu Sovyet tezinin m a­
nası açıktı. Eşhas m elindeki imtiyazlar tasfiye edilecek ve bu
eşhasın h ak lan Sovyet devletinin eline geçecektir.
13u teklif, S tandardın Nobel kardeşlerden salın aldığı
büyük hisselere de şamildi ve Standard yeni Sovyet teklifi ile
Bakû’dan ister istemez tasfiyeye uğruyordu,
Ruslar, eşhasm imtiyazla rrn d an adetâ tevahhuş ediyor­
lardı. Onlar Bakû petrolleri üzerinde birden fazla imtiyaz ta ­
nımaktan da ayrıca şiddetle kaçmıyorlardı. Rus yapın yeni
Bolşevik rejiminin ileri gelenlerini en çok korkutan husus
ise, birçok sermayedar ile karşı karşıya gelmekti.
Litvinof, Bakû petrol sâhası üzerinde imtiyazlardan bah­
sederken birçok malik adına konuşabilecek veya onların his­
selerine de tesahüb edecek bir şirket veya tröstten bahsedi­
yordu. Litvinof ilâve ediyordu. Bu şirket veya tröst 1918 yı­
lından evvel imtiyaz almış ise kendilerine m uhatab olabile­
cekti,
LitvinoPun teklifi Standard OiTu çileden çıkanrken,
Henry D eterding5i memnun ediyordu.
Sanki konuşan Bolşevik temsilcisi değil de, Ingiliz pet­
rollerinin müdafaasını yapan Deterding’in adam larından bi­
risi idî, Litvinof’un tezini Deterding5in adamları ancak bu ka­
dar m üdafaa edebilirler ve Royal Dutch-ShelRin menfaatle­
rini ancak bu kadar koruyabilirlerdi. Amerikalılar şaşkına
dönmüştü. Konuşan D eterding’in bir adamı mı idi, yoksa Rus­
yanm selâhiyetli bir mümessili mi idi?
Bakû petrol sâhalarında, Sovy eti erin ilân ettikleri ve 1918
yılma kadar bu sâhalarda mülkiyet veya imtiyaz edinmiş olan­
ların ancak bu şartlardan istifade edeceğine dair teklifi mu­
vacehesinde Standard Oil derhal cephe aldı ve sert bir reak­
siyon gösterdi, Buna mecburdu zira bir iki yıl evvel milyon­
lar vermek sureti ile Nobel kardeşlerin hisselerini satm almış
ve bu hususu da bütün dünyaya ilân etmişti.
Lâhey konferansında mülkiyet prensipleri müzakereleri
yapıbrken, konferansa iştirak eden Rus delegasyonu, Litvi-
nof'ıra mülkiyet bahsinde ortalığı birbirine katan beyanatının
tam aksine hareket ediyor ve konferansa bir karar sureti tevdi
ediyordu. Basma da verilmiş olan bu karar sureti, Sovyet hü­
kümetinin, Bakû petrol sâhalannda hangi bölgelerin Litvİ-
nofhın beyanatının çerçevesi içine girebileceğini bütün açıklı­
ğı ile gösteren sarih ifadeler tadıyordu. Rus heyeti ayrıca bu
hususu daha vasıf hale getuen birtakım haritalar da neşredi­
yordu.

Rus lıeyeli taralından neşredilen bu haritalar, Lâhey kon­


feransını bir anda allak bullak etmeğe kâfi geldi. Konferans
tehlike geçiriyordu. Birçok delege, konferansa, Rus delegasyo­
nunun takdim ettiği karar sureti ve haritalardan sonra deva­
mın m anası kalmadığını açıkça söylüyorlardı. Delegeler daha
da ileriye gidiyorlar ve yeni Rus Bolşevik rejimine İnanmanın
bu devlete itim at etmenin mümkün olamıyacağım adetâ ba­
ğıra bağıra ileriye sürüyorlardı,

Rus heyeti Lâhey’e pek mükemmel şekilde hazırlanarak


gelmişti. Konferansı çıkmaza sokan ilk karar suretlerinden
sonra yepyeni bir teklifi daha konferansa getirdiler, Ruslar di­
yorlardı ki: Rusya’ya vaki olacak imtiyaz talepleri önceden
Moskova’da tetkik edilecek ve ancak bundan sonradır ki, mu­
vafık görülecek şirket veya tröstlere imtiyaz verilecektir.

Konferansa kaülan delegeler hu son demarş karşısında


adetâ şaşkına döndüler ve bizzat bu delegasyon arasında bu
yeni Rus teklifi karşısında adetâ panik başladı, ve kapanması
pek güç fikir ayrılıkları meydana geldi.

Rusların yeni teklifleri konferansı ikiye ayırmıştı. Bir ta­


rafta Bolşevik Rusya, diğer tarafta dev petrol tröstleri ile bıı
tröstlerin oyuncağı haline gelen Fransa-Belçika, Hollanda-
ftalya-Almanya ve diğer Avrupa memleketleri yerlerini aldı­
lar.
Lâhey konferansı böylece Huşların yeni teklifleri ile çık­
maza girdiği bir sırada ve Ruslarla Avrupa devletleri ve Stan­
dard OÜ arasında Bakû petrolleri yüzünden çetin m ücadele­
ler yapılırken, Londra’da İngiliz Hariciye Nezaretinin evrak
mahzenlerinin bulunduğu yeraltı kısmının loş koridorlarında,
Avrupamn h attâ bütün dünyanın gayet iyi tanıdığı bir siyaset
adamı sert adımlarla yürüyor ve iki devlet arasında askıda ka­
lan petrol meselelerini halletmek için almdığı loş bir odada,
kendisi ile görüşecek olan İngiliz Hariciye Nezaretinin ikinci
sırnf bir memurunun gelmesine intizar ediyordu. Bu diplomat,
Cçnova konferansı sıralarında verdiği beyanatlarla petrol
tröstlerini resmi masaların başında birbirlerine düşüren, böy­
lece bütün bir Avrupa diplomasîsi ile alay eden Sovyetlerin
Londra Sefiri Yoldaş Krasin idi.
Bolşeviklerin Londra sefiri yoldaş Krasin, sabahın bu er­
ken saatlerinde Ingiliz Hariciye Nezaretinin evrak mahzenle­
rinde herhalde daha fazla heklemiyecekti. Zira Îngilizler de
en az Kuşlar kadar bir an Önce neticeye varmak istiyorlardı,
Onun için de Krasin1! fazla bekletmediler, İleride de görüle­
ceği gibi Krasin bu mahzendeki odaların birisinde dünyanın
gözünden ve kulağından uzak, Deterding ile bir anlaşma im ­
zalayacak ve üç yıl müddetle, Baku petrollerinin alıcısı olmak
şarb yanında Rusyayı içinde bulunduğu malî krizden kurta­
racak krediyi almak şartı ile Ingillereye petrol imtiyazı vere­
cekti.
Bu pazarlıktan her iki taraf da memnundu. Kuşlar malî
krizlerini atlatacaklar, ayrıca Bakû petrollerinin üç yıl müd­
detle de îngilizler tarafından satm alınmasını tem in edecek­
lerdi,
D eterding ise, Kuşlara bir miktar kredi verecek ve esa­
sen satıcılığmı yaptığı Bakû petrollerini üç yıl müddetle sa~
tın alacaktı. Bu ahş veriş her iki tarafı da cidden memnun et~
miş, Standard Oil, Bakû işinde tamamen saf dışı edilmişti.
Lâhey konferansının, Boişeviklerİn beyanları ve neşret­
tikleri haritalar dolayısı ile elektrikli bir hava içinde müzake­
relere devam ettiği günlerde hiç beklenmedik bir hadise bir
değişiklik husule geldi. Lâhey konferansındaki Ingiliz heyeti
reisi ve aynı zamanda konferansın hususi mülkiyet komisyonu
reisi olan Sir Philip U oyd Briatn, komisyon huzurunda 12
Temmuz 1902 tarihinde aktedilen celsede aynen şöyle diyordu:
«Burası aşikârdır ki; müsadere edilmiş emlâke karşılık
olarak Sovyet hükümetinin yapabileceği yegâne şey, her defa­
sında mümkün olduğu halde, mevzuubahis miilkün iadesinden
ibarettir. Bizim buraya gelmekten maksadımız ise, iade edi­
lecek şeylerin nelerden ibaret olduğunu anlamaktır.»
Lâhey konferansına iştirak eden Ingiliz delegasyonu,
Londra’da Hariciye Nezaretinin evrak mahzenlerinde JRusya
île Ingiltere arasında imzalanan anlaşm adan habersiz, boyle­
rine bir mütalâa serdediyor ve Bakû petrol sâhalarında mülkü
olanlarla diğer Avrupa devletlerinin gönlünü alıyordu, Ingiliz
diplomasisi her zamanki gibi yine çifte bahis oynamış ve çift
kazanmıştı.
Krasftl Yoldaş’m Londra’da Ingiliz Hariciye Nezaretinin
evrak mahzenlerindeki bir odasmda dünyanın petrol nazımı
Deterding ile anlaşmağa çalıştığı sıralarda, Lâhey konferan­
sında Ingiliz delegasyonu reisi Sir Philip U oyd BrianYm sar-
fettiğ'i bu sözlere rağmen, anlaşmanın Londra’da imzalanma­
sı, Rusya ile Ingiltere arasında Lâhey konferansında da devanı
eden gizli bir mutabakatüı mevcuyetini göstermektedir.
Nitekim Ingiliz müsteşriklerinden Mr. Cook, «Petrol
tröstleri ve İngiliz Amerikan münasobatı» adlı eserinde Lâhey
konferansım incelerken şöyle demektedir;
«Şunu da nazarı dikkate almalıdır ki; Sovyetlerle Royal
Dutch-Shell petrol grubu arasında imzalandığı iddia edilen
bîr anlaşma tehlikesine karşı, Cenovada Fransızlarla Belçika-
iılar arasında vücuda gelen petrol anlaşması* daha sonraları,
Fransız hükümetinin teklifi üzerine bir Fransiz-Eelçika karteli
haline geldi ki; bu -kartelin gayesi Kafkasya petrol s a n a y im ­
deki Fransız-Belçlka petrol menfaatlerini müdafaa etmekti.
Bu kartel kendi mümessillerini de I^ h ey 'e göndermiş, orada
gayri resmî de olsa Henry Deterding ve onun mümessilleri He
müzakerelerde bulunmuştu. Bizim tahmin ve tasavvurumuza
göre; hakikî Lâhey konferansı işte bunlardan ibarettir,»
Mr, Cook’un da mütalâası gösteriyor ki; Lâhey konferan­
sına katılmış olan bütün heyeüer sadece tek şeyi düşünüyor­
lardı, Bakû petrollerindeki mülkiyet hakları ile hisselerini tek­
rar ele geçirmeyi, ■
Îngilizler, Londra’da Krasin ile cereyan eden müzakere­
lerden bit an önce netice almak için her çareye başvuruyor­
lardı. Her hareket, her vasıta petrolü elde edebilmek için m u­
bahtı. Onun için Lâhey konferansındaki İngiliz heyeti azasın­
dan Sir Philip Lloyd Briam’ın 12 Temmuz 1922 tarihli beyan),
ustaca hazırlanmış bir manevra idi ve yeni Rus hükümeti üze­
rinde bir nevi baskı âmili idi. Nitekim Ingilîzlerin bu beyan­
dan bekledikleri netice tahassül etti, Bu beyanat Moskova’da
panik îıavası yarattı, Bolşevik liderler ayrıca Polonya ile de
tehdit edildiler. İngiliz diplomasisi ister açık ister kapalı, Mos-
kovadaki liderlere, Krasinin petrol anlaşmasını bir an evvel
imza etmesini telkin ediyorlar aksı halde, Polonya ile devam
eden savaşta, henüz doğmuş yeni Rus rejimini yıkmak için
bilfiil müdahaleye mecbur kalacaklarım fısıldıyordu,
Rus liderleri yeni rejimin, milyonlarca insanın katli b a­
hasına oturtulmağa çalışılan rejimin tehlikeye girdiğini görü­
yorlardı. İngilizlerle anlaşmaktan başka çareleri kalmamıştı,
Litvinof yoldaş, bu beyanatın arkasında Royal Dutch-Shell
grubu idare meclisi reisi Sir Wilhelm Augustus Henry D eter­
ding’in Rusyaya, bin bir zahmetle ayakta tutm ağa çalıştıkları
körpe rejimlerine yeni yeni darbeler hazırladığını görür gibi
oluyor ve soğuk terler döküyordu.
Litvinof da, Moskova'daki yeni rejimin zimamdarları da
şu hususu çok iyi biliyorlardı ki; eğer Krasin'e, Jngİltereye
13akü petrolleri üzerindeki haklarını tanıyan anlaşmayı imza
selâhiyeti verm ezlerse îngiheienin indireceği darbe pek şıd-
şetli olacaktı ve belki de yeni rejim daha doğmadan mahvola­
caktı. Ve yine Moskova'daki liderler halen içerisinde yaşadık­
ları bir hadiseyi de biliyorlar ve bunun ağırlığını omuzlarında
taşıyorlardı,
Asırlar boyunca Rus Çarlarının boyunduruğu altında in ­
leyen Polonyalılar fVusyadaki Bolşevik ihtilâli île birlikte ayak­
lanmışlar ve istiklâllerini zorla elde etmişlerdi. Komünist li-
derleJ, Polonyalıların baş kaldırdıkları sırada, tıpkı kendile­
rinden evvelki Çar ve politikacıları gibi, Polonlayıîann üzer­
lerine yürümüşler ve onu tarihin esir milletleri safına yeniden
atmak içhı bir harbi göze almışlardı.
Polonya istiklâlinin mümessili, büyük vatanperver M are­
şal Pilsudsky'nin kumandası altında bulunan Polonya ordu­
ları, asırların birikmiş kini ve en mükemmel îngiliz silâhları
ile Bolşevik ordularına ilk ve müthiş darbesini indirmişti. Bu
darbe pek yamandı. Polonyalıların indirdikleri bu darbeden
sonra Bolşevik ordusu diye bir şey kalmamıştı.
M areşal Pilsudsky bir vuruşta çökerttiği Bolşevik ordula­
rın artıklarını takiben korkunç bir kinle ve süratle Mosokvaya
yürüyordu.
Bolşevizm Polonya ordularının bîr darbesi ile doğmadan
ölüyor, mağlûbiyet, yeni Rus Bolşevik rejimini al aşağı edi­
yordu.
Igte M areşal Pilsudsky'nin kumandasındaki kahraman Po-*
lonya orduları sür’atle Mosokva üzerine yürüdükleri bir sıra­
da bir mucize, evet Huşlar için bir mucize vukua geldi. İngi­
liz hükümeti Bolşevik kuvvetleri ile Polonya arasmda cereyan
eden harbi, Rus ordularının daha ilk darbede perişan olan
bolşevık ordusunun durumunu dikkatle takı bed iyordu. BoJşe-
viklerîn k a fi mağlûbiyeti üzerine duruma müdahaleye ve P o­
lonya Ordu sim un d en harekâtına mani olmağa karar verdi.
İngiliz. Hariciye N azın Lord Gürzon duruma resmen m ü­
dahale etti ve İngiliz hükümetinin kararım bir nota ile m u­
zaffer bir surette Moskova’ya yürüyen Polonya orduları baş­
kumandanı Mareşal Fihudsky’y0 bildirdi ve bizzat İngiliz h â­
riciyesinin tesbit ettiği bir hat üzerinde durmasını ve Polonya
ordularının ileri harekâtım durdurmasını talebetti.

Polonyalılar için cidden güç bir işti. Fakat Îngilizler ıs­


rar ediyorlardı. Mareşal Pilsudsky ile ligdiz diplomatları ara­
sında çetin birtakım müzakereler cereyan etti. Mareşal dur­
mak istemiyor, tarihin derinliklerinden gelen bir kin ile sal­
dırmak ve ileri lıerekâtma devam etmek istiyor, Rusyayı ade­
tâ yok etmek fırsatını eline geçirdiği şu anda bu fırsatı kul­
lanmak İstiyordu.
Lord Gürzon ise ısrar ediyordu. H attâ tehdid ediyordu.
İleri harekât durdurulmazsa. Polon yalılara yapılan silâh yar­
dımının derhal durdurulacağını söylüyordu. Zavallı Polonya,
tngillzlerin bu tehditleri karşısmda durmağa ve Gürzon hatlı
diye tarihe geçecek haltın batısında ordularının ileri harekâ­
tına son vermeğe mecbur oldu.
Îngilizler, Bakû petrolleri üzerinde, bugün de devam e t­
liği ısrarla ileri sürülen İmtiyazlar elde etmek, Standard Oil
ve diğer petrol müttefiklerini bertaraf etmek bahasına Bolşe-
vizmi himaye etmiş ve Komünist rejimin, daha doğmadan m e­
zarım kazmağa kararlı PolonyalIları bu işi yapmaktan menet-
mişti.
Bugünün beliyyesi, insanlık haysiyetinin yüz karası Ko­
münizmin daha o zaman tavsiyesi demek olan Polonya ordu­
sunun hareketine Îngilizler niçin mani olmuşlardı? Bunun ce­
vabı, bugün cereyan eden siyası hadiselerin içinde mündemiç­
tir. Ingiltere, Bolşevik rejimine son verecek Polonya ordula­
rının ileri harekâtım durdurmakla acaba yalnız Bakû petrol­
leri imtiyazım mı düşünmüştü? Zannetmiyoruz. Bizce, Polon­
ya ordularınm durdurulmasının manası çok daha şümullüdür
ve İngilizler semirttikleri Komünist Rusyası ile dünya petrol
hakimiyetini gerçekleştirmek ve garanti altına almak için m ü­
cadele ettiği Amerikayı istikbalde karşı karşıya bırakmak is­
temek gibi bir fikrin veya politikanın zebunu olmuşlardır. Bu­
günkü Amerikan-Rus mücadelesinin er veya geç korkunç bir
dünya harbine müncer olacağı hakikati karşısında ister iste­
mez bu düşünce insan kafasmda hakim unsur olmaktadır.
t tirat etmek lâzımdır ki; Polonya ordularının Bolşevik
ordularına vuracağı son darbenin indirilmesine mani olan ve
Lord Gürztm tarafından M areşal Pilsııdsky’ye verilen İngiliz
notasını hazırlayan Ingiliz hükümetidir fakat kendilerine bu
notayı vermek fikrini telkin eden de Sir Henry D eterding’tir,
Evet, Litvinof Yoldaş bütün bunları biliyordu. Litvinof’uıı
ayrıca gördüğü bir şey daha vardı, Lâhey'de ortaya attıkları
tekliflerin yeni Rus Bolşevik rejiminin aleyhine tecelli ettiği
idi.
Moskova'daki Bolşevik liderler LiivinoPun gördüğü bıı
telılîkeyi görmüşlerdi ve derlıal bir tedbîr almak durum unda
olduklarını da anlamışlardı. Binaenaleyh vakit geçirmeden
yelli Lal imal almak lâzımdı, Moskova'dan aldığı yeni talimat
ise, kendisinin de düşündüğü tedbirleri ihtiva ediyordu
Moskova, her çareye başvurarak yeni Rus rejimi aleyhinde
gelişen Avrupamn siyasî ufkunu temizlemesi ve infiali yatış­
tırması isteniyordu. Litvinof derhal harekete geçti ve İS Tem­
muz 1922 tarihinde Lâhcy'de bulunan Daily Teiegraph gaze­
tesi muhabirine, Absorbtion Monopol (Amme inhisarı) for­
mülü üzerinde bir haber uçurmak ricasında bulundu. Litvi-
nof Daily Teiegraph gazetesi m uhabirine b u ricayı yaparken,
hu haberin herhangi bir Sovyet murahhasına da izafe edil­
memesini söylemeyi de ihmal etmedi.
LitvinoPun ısrarla tekrar ettiği ricasına rağmen Daily
Telegraph muhabiri gazetesine gönderdiği telgrafında şöyle
diyordu;
«Sovyet hükümeti adına konuşmağa selâhiyetli bir zat,
Sovyetlerin muhtelif petrol arazisini eski sahiplerine iade ede­
ceği yerde, her nevi işletmeyi yapabilecek bir şirketi umumi­
ye (Tröst) teşkil etm ek n iyetinde olduklarını söylemektedir.
Bütün petrol arazisi üzerinde geniş bir imtiyaz elde edecek
olan petrol şirketi, bu saba üzerinde hakları bulunan eşhası
dahi memnun etmekle muvazzaf (vazifeli) olacaktır.»
Sovyetier adına DitvmoPun yaptığı yeni teklif gayet sa­
rihti. Kuşlar, yeni teklifleri ile, ingiltereden korktuklarını
imaen ifade ediyorlar ve kasdettikleri tek tröst’ün ancak Koyaî
Dutch-Shell olabileceğini ihsas ediyorlardı.
Kuşlar aynı zamanda kendilerini Polonya ordularının
Çizmelerinden kurtaran îngıltereye böylece minnet borçlarını
da ödemiş oluyorlardı. Fakat Huşlar sadece zaman kazanmak
istiyorlardı,
İşte Sovyetlerin bir gazete ile ve endirekt olarak, gayri
resmî şekilde ortaya attıkları bu teklif Sir Henry Deterdıng’i,
Huşların ric’at ettiklerine ve Bakû petrol sâhalarmdaki imti­
yazlarını temsil etliği ve başında bulunduğu tröst hesabına
eline geçirebileceği zehabına şevketti.
İnkişaf eden hadiselerin ışığı altında D eterding’in başka
şekilde düşünmesi mümkün değildi. Zira o, Bolşevik rejimi­
nin atlattığı tehlikeleri ve kendisinin bu tehlikeleri bertaraf
etmek için nasıl bir gayret sarf ettiğini herkesten daha iyi b i­
liyordu ve o, biliyordu ki; eğer Ingiliz diplomasisi, Ingiltere
menfaatleri istikametinde telkin ettiği fikirlere sahip çıkarak
Rusya’yı yıkılmaktan kurtarırınsa idğ yeni Rus rejimi Bolşe-
vizm daha doğmadan ölürdü. Yine Deterding inanıyordu ki:
Rus yeni rejiminin liderleri de bu hususun farkında idileT ve
kendisine sırt çevirmek imkânlarından mahrum idiler. Fakat
hadiseler D eterding'in düşündüğünün aksini ispat etmiş ve
Rusya dünyanın başına belâ olmuştur.

Sir Henry Deterding Rusların yeni teklifleri ve kendisini


aldatan düşünceleri istikametinde derhal faaliyete geçti ve
Fransıziar ve Belçikalılarla müzakerelere girişti. Deterding’in
Fransa ve Belçikaya yaptığı teklif şu id i1.

ö n c e aramızda anlaşalım, Boslar yeni teklifleri ile Bakû


petrol sâhalantıda birçok eşhas ve şirkete değil, bir tek tröst'e
imtiyaz tanımayı kabul etmektedir. Binaenaleyh, gerek istih­
sal, gerek rafine ve nakliye bakımından Royal Dutch-SheLL
grubu en geniş imkânlara sahiptir. Bakû petrol sahalarındaki
haklarınız baki kalmak şartz île müşterek bir siyaset takibede-
Um ve aramızda bir Konsorsiyum kuralım. Elbette siz de bu
konsorsiyumun içinde bulunacak ve bütün petrol haklarınızı
kontrol edebileceksiniz.

D eterding’in Fransa ve Belçikaya yaptığı teklif gayet m ü­


saitti ve bu iki devletin menfaatlerini gözetiyordu. Binaen­
aleyh Fransıziar ve Belçikalılar bu teklife «Peki» diyebilirler­
di. Diyemediler çünkü Amerikanm mali baskısı altuıda bulu­
nuyorlardı.
Amerikalılar Birinci Dünya H arbine girmeden evvel de
girdikten sonra da aynen bugünkü gibi, Avrupaya geniş kre­
diler açmış bulunuyordu. Birinci Dünya Harbî sonunda muh­
taç milletlere açtığı kredilerin yekûnu 21 milyar dolan bulu­
yordu. Bu yekûnun içine Fransa da Belçika da dahildi. Ame­
rika'nın 191S yılmdan sonra açtığı kredi ve yaptığı yardı­
mın ehemmiyetini anlayabilmek için o sıralarda Ne w York'da
İntişar eden Korent History adlı aylık dergide Core Viler’iu
vazdığı yazıdan şu cümleyi ayııen alıyoruz.
«Bu yekûn Kanada’nm bütün millî servetine muadil ve
Belçika millî servetinin iki misline ve Amerika Birleşik Dev­
letleri millî servetinin on’da birine muadildir*»
Gore Viler'in yazdığı gibi hakikaten Fransızlar da Belçi­
kalılar da gerek harp içerisinde gerek harp sonrası Amerika-
dan büyük krediler temin etmişlerdi. Amerikalılar ise, her iki
devleti îngiltereden ayıran mükemmel bir silâha sahip idiler
ve bu silâhı rahatça kullanabiliyorlardı. H er iki devletin D e­
terding ile müzakerelere başlamalarından evvel, yine Stan­
d a rd ın tazyiki ile Fransa ve Belçikaya baskı yapıldı ve her iki
devlet, DeterdingMn çok müsait tekliflerini bu baskı altında
reddetmeğe mecbur kaldılar. .
Esasen, Cenova konferansında da Lâhey konferansında
da kurtulamadıkları bu baskıma ağırlığıdır ki; Deterding ta­
rafından gelen son teklifin de reddinde birinci plânda rol oy­
nadı ve her iki devlet Standard OiTun kudretine boyun eğ­
mek mecburiyetini hissetti.
t Amerika Birleşik Devletleri gerçi resmçn Lâhey konfe­
ransına davet edilmemişti, fakat, Amerika hu konferans ile,
en az konferansa katılan devletler kadar alâkalı idi. Nitekim
Amerikanın konferans ile nasıl alâkadar olduğu, konferansın
neticesinden sarih olarak anlaşılmaktadır.
Konferansın neticesi Amerikanın, Ingiltere hariç IJh e y
konferansına iştirak eden diğer bütün devletlerin kararlarına
tesir ettiğini açıkça ortaya koymuştur. Çünkü, ortada hiçbir
sebep yokken ve Sovyet mıııahhaslarının anlaşma zemini bul­
mak için gayri resmî de olsat yeni teklifler ileriye sürdükleri
bir sırada, 20 Temmuz 1922 tarihinde Mülkiyeti Şahsiye İkin­
ci Komisyonunun taleb ve teklifi üzerine konferansın nihayete
erdiği ilân edilmişti. HaJbııki Sovyet murahhası Litvinof,
konferansa 19 Temmuz 1922 tarihinde bir karar suret^ tevdi
etmiş ve hükümetinden talimat almak Üzere üç günlük mehil
taleb etmişti. Sovyetlcrin tekliflerini beklemeden ve hattâ
Sovyet murahhasının dahi bulunmadığı bir celsede konferan­
sın hitama ermesi ne demekti? Standard Oil? Cenova Konfe­
ransında olduğu gibi bu sefer de Lâhey Konferansında, kon­
feransa dahil devletlerin delegasyonu üzerinde ağırlığını his­
settirmiş ve Deterding’in eline geçmesine ramak kalan Bakû
petrollerinden bir beynelmilel konferansta istifade etmesine
mani olmuştu. Rockfeller, bu sefer de Henry Deterdtng*e mü­
kemmel bir ders vermişti.

Petrol kudretli idi, petrol kudretini ortaya koyuyordu.


Nihayet petrol beynelmilel iki konferansı akamete uğratacak
kadar kudretli olduğunu bir kere daha isbat etmişti.
Lâhey konferansının da Cenova konferansı gibi akamete
uğraması bilhassa Deterding üzerinde tesirini göstermişti. De­
terding, Boişeviklerin Londra sefiri Krasin ile yaptığı anlaş­
ma ile miihim birtakım imtiyazlar elde etmişti. Fakat bu imtiyaz
ve haklar kendisini tatm in etmekten uzaktı. O, bütün Bakû
petrol sâhalarına hâkim olmak istiyordu. Yoksa Sovyetlerin
petrolünü satm almak sureti ile elde edeceği hisselere ehem ­
miyet vermiyordu.
Lâhey konferansının netice almadan dağılmış olmasının
manası şu idi ki; artık Batı devletleri de Royal Dutch-Shell de
Standard Oil de Jiakû petrol s â h a la rm d a k i imtiyazlarını unut­
mağa mecburdu. Zira Lâhey konferansının akamete uğrama­
sı, konferansa iştirak cdeıı devletler arasında belki dc en zi­
yade Bolşevikleri müteessir etmişti ve onlar bıı darbeyi kolay
kolay ıınntamıyacaklard]. *
Ruslar da, Deterding de Amerikalılara ateş *püskürüyor -
dıı. Bir emri vaki olmasına rağmen Deterding, Lâhey konfe­
ransının böyle bir şekilde sona ermesine peki diyemiyordu.
O, petrol İçin mücadele etmek üzere yaratıldığına kani idi.
Binaenaleyh mücadele edecekti.
Deterding bu karan verdiği sıralarda da Standard Oil,
Amerika hükümetini sıkıştırıyor ve Rusyadan her ne suretle„
olursa olsun petrol almamak hususunda bir karar sm etı çıkar­
tıyor ve hu karan derhal tatbik mevkiine koyuyordu.
Standard Oil böylece Rusyanm Bakû5dan istihsal edece­
ği petrolü satacak pazar bulamıyacağını biliyordu. Fakat ya­
nıldığı nokta, Standardım bilmediği gerçek, Rusya ile îngiU
terenin Bakû petrolleri hususunda Londra’da Hariciye N eza­
retinin loş bir odasında imzalanan anlaşma ile Deterding’in
Bakû petrollerini üç yıl müddetle satacağı keyfiyeti idi.
Deterding bu anlaşma ile bağlanmıştı ve bağlandığı bu
anlaşma kendisine Bakû petrol sahalarında birtakım imtiyaz­
lar ve haklar vermişti. Binaenaleyh Deterding Bakû petrolü­
nü satacak bir yandan da mücadelesine devam edecekti.
Royal Dutch-Shell grubunun verdiği bu karar üzerine
derhal tatbikata geçildi ve Orta-şark ile Uzak-şarVtan Avru­
pa pazarlarına yapılan petrol sevkıyatı, Baku’nun istibsaiı nis-
betinde azaltıldı. Deterding Avrupa petrol piyasasını Bakû
petrolleri ile doyurmağa başlamıştı.
Baku’da Neft Sendikat'ın (Rus petrol kumpanyası) istih­
sal ettiği petrolün artık en iyi müşterileri Ingiltere, Fransa,
İtalya, Belçika ve diğer Avrupa devletleri idi.
1924-1925 Yıllarında Rusların Bakû'dan istihsal ettikleri
petrolün tonaj yekûnu 80 milyondu ve bunun 34 milyon to­
nunu İngiltere, 14 milyon tonunu İtalya, 8.5 milyon tonunu
Fransa ve geri kalan m iktardan 5 milyon tonunu da diğer Av­
rupa memleketleri satın almışlardı. 1
Rusların Fransa ve Italya’yo petrol satmaları D eterding5in
yeni bir oyunu idi. Rusların Avrupa piyasalarına girmeleri
işine geliyordu. Ruslar Avrupa piyasalarına, Standard Oil’un
aleyhine olarak giımişler ve Rockfeller’in bu dev tröstüne bir
hayli pahalıya malolmuşiardı.
Rusların Avrupa piyasalarına girmesi ile birlikte bilin­
mesi lâzım gelen bir hususu da açıklamak zarureti vardır.
İtilâların Neft Sendika t marifeti ile bu piyasalara soktuğu p e t­
rolde Deterding’in de hissesi vardı. Evet gerçek bu îdi, C*er-
çekten, Deterding muvakkaten Avrupa piyasalarından çekilir
gı'bî olmuş, hakikatte bu piyasalarda satılan Bakû petrolleri
ile de kârım almağa devam etmişti.
îngilizlerin bu mücadelesi ve beyle bir oyunla piyasayı
IUıslara bırakır gibi olmaları Standard OıTa çok pahalıya
nıaloldu. Milyonlar zarar etti ve bir piyasada ehemmiyetli bir
darbe yedi. Deterding iki konferansı akamete uğratan Rock­
feller1den intikamını da böylece aldı.
Jtngîlizlerin, Bakû Rus petrollerinin Avrupa piyasalarında
satılmasına müsamaha ve m enfaatleri 1926 yılma kadar de*
sam etli.
Ruslar, bu tarihten itibaren, D eterding’e verdikleri hisseyi
odemiyeceklerini bildirdiler. Rusya artık Polonya’dan ve her­
hangi bir beynelmilel hadiseden korkmuyordu. Kâfi miktarda
kuvvetlenmişti ve kendisini çok ciddi şekilde tebdil eden da­
hilî harplerden yakasım sıyırmıştı. Yeni rejimin Rusya’da ta­
kı bettiği korkunç terör de halkm ayaklanması ihtimalini tam a­
men ortadan kaldırmıştı,
Rusların kararı Delerdin g’in kafasına adetâ bîr balyoz
gibi indi. Standard Oil da Rusyayı bu mücadelesinde destek­
liyordu. Ruslar, daima çekingen davrandıkları D eterdîng'e
karşı bir müttefik bulmuşlardı. Bu müttefik Rockfeller3dr.
Deterding, Rusların bu kararı üzerine harekete geçti.
Dünyanın her tarafındaki ajanları ve kendisine bağlı m enfaat
grupları bu mücadele İçin seferber edildi.
1926-1927 senelerinde Royal Dutch-Shell grubunun elin­
de bulunan dünyanın dert bir tarafındaki yüzlerce gazete ve
bir o kadar malî müessese ile Sovyetler aleyhine çok geniş ve
amansız bir mücadele açıldı, Ruslar adetâ şarkına dönmüşler­
di. Bütün bir 19SG yılı ile 1927 yılımn Nisan ayına kadar de­
vam eden bu mücadelede Ruslar çok şeyler kaybettiler. Esa­
sen itimad edilmeyen bir rejim halinde bulunduğu bu yıllar,
Dctcrdiııg'in açtığı mücadele sonunda daha da itimadsız hir
rejim haline geldi. Fakat Ruslar kararlı idiler, dayatacaklardı-
ve rejimlerini her halükârda müdafaa edeceklerdi.
Onların mücadeleye kararlı bulundukları ve dünya umu­
mî efkârının aleyhlerine döndüğü, beynelmilel politikada iti­
barlarının hemen hemen sıfıra m üncer olduğu 1927 ydt Nisa­
nında adetâ bîr mucize oldu. Bu mucize bunalmış olan Rus
diplomatlarına ve yeni rejimin efendilerine rahat bir nefes al­
dırdı, DeterdingMn işareti ile 15 ay kadar devam eden basının
yaylım ateşi birdenbire durdıı. Dünya pettnl imparatoru D e­
terding mücadeleyi durdurmuş ve Ruslar rahat bir nefes al­
mışlardı.
Deterding Ruslara karşı giriştiği kampanyayı neden dur­
durmuştu? Bu kampanyanın birdenbire durdurulması basit
sebeplere îstfnad etmiyor, bunun akından Standard’a vurula­
cak darbenin belirtileri sırıtıyordu. Bundan ayrı olarak D eter­
ding, Musul meselesini henüz halletmiş, Mıısu?ıj bin bir da­
lavere ile Türkiye'nin elinden koparmış ve Irak'a vermişti.
Trak'ta Ingilterenın büyük menfaatleri vardı. Petrol, bu ülke­
de talimini er den de fazla îdi. Deterding'i Ruslara kargı açtığı
kampanyayı durdurmağa sevkeden sebeplerden birisi Irak pet­
rolü idi vç Deterding 1927 yılında yeni frak devleti ile 75 se­
nelik bir imtiyaz anlaşması im/.a ediyordu.
Deterding, Baku petrol sdh alarmda kaybettiği imtiyaz­
dan çok daha sağlamım ve çok daha değerlisini Irak’tan te­
min etmişti. İngillereyi daha doğrusu D eterding'î Ruslara
karşı açtığı kampanyayı durdurm ağa sevk eden sebeplerin
başında muhakkak ki Musul petrolü ile Arap Yarımadasının
her tarafında varlığını bildiği petroldü. İngiltere bu petrolü
tamamen kendi eline geçirmek gayretleri içerisinde İdi*
İkinci sebep ise, daha enteresandı. Deterding, Rusları
kendisine karşı Standard Oil ile bir ittifaka ve müşterek bir
harekete sevketmek istiyordu. Mücadeleyi de bunun için dur­
duruyordu. M ücadelenin durması, bu mücadelenin ebediyen
durması manasına alınmadığını da birkaç ay sonra Ruslar da
Standard Oil da anlıyacaktı.

Royal Dutch-Shell grubunun Ruslarla yaptığı mücadele­


den çekilmesi tarihinden dört ay geçmişti. Bıı dört aylık m üd­
det Standard OU ile Neft Sendikath, yani Rusyayı yakınlaş­
tırmağa yetmiş ve aralarında 1927 yılı 22 Nisanmda bir anlaş­
ma imza edilmişti.
Standard Oil of New York ile Neft Sendikat arasında im­
za edilen işbu anlaşma 5 yıllıktı. Sovyetler dostluğunu kaybet­
tikleri Royal Dutch-Shell grubundan boşalan yere yeni dost­
larını bulmuşlar ve onu oturtmuşlardı.
Standard Oil Of New York iie Neft Sendikat arasında ak-
tedilen anlaşmaya göre: Ruslar, Standard Oil of New York’a
senevi 100 bin ton petrol vermeyi taahhüt etmişlerdi. Ayrıca
bu anlaşmaya göre Ruslar, Amerikalılara sattıkları petrolü
kendi vasıtaları ile nakledecekler ve petrolü İstanbul, Forlsaid
ve Kolombo limanlarında teslim edeceklerdi.
Anlaşma hükümleri derhal tatbik edildi ve Ruslar ilk p ar­
ti mallarını İstanbul limanına şevketti. Anlaşmadan Ruslar da
Amerikalılar da memnundu. Fakat Deterding hesaba katılm a­
mıştı. Ruslar ilk parti petrolü sevkettikleri andan itibaren D e­
terding derhal harekete geçti. Ve birdenbire mücadelenin içi­
ne giriverdi.
D eterding’in kontroln altındaki gazeteler Standard Oİl of
New York aleyhine karşı durulamaz bir kampanya açtılar.
Bütün bu gazeteler bir noktadan şu iddiayı ortaya atıyorlardı;
«Sovyetlerin sattıkları petrol Avrupalılardaıı gaspedilmiş, B a­
kû petro] sâhalarından elde edilmektedir. G&yti meşru olarak
gaspediJmiş Bakû petrolünü istihsal etmek ve piyasaya arzeî-
mek, başkasına ait mala tesahüb etmek demektir. Binaenaleyh
bir başkasının malını rızası hilâfına almak ise, düpe düz h ır­
sızlıktır,»
Deterding, Baka petrolleri meselesini esaslı bir noktadan
ele almıştı. .Rusya hırsız ve Standard Oil of Ne\v York hırsız­
lık mah alıp satan bir şirket durumuna düşürülmüştü.
Bakû'da hisseleri ve imtiyazları bulunan Avrupanm bü­
yük iş adamları da bu kampanyaya katıldılar ve cehennemi
bir hücum başladı. Bu ağır hücum karşısında Standard Oil of
New York müşkül durumda kaldı, Zira Bakû petrol sâhalan
Üzerinde mülkiyeti Bulunan bütün şahıs ve şirketler Amerika
aleyhinde birleştiler.
W ashîngton'a bir biri peşi sıra şiddetli protestolar yağma­
ğa başladı. Bu şahıs ve şirketler bütün Avrupa ve dünya p a­
zarlarında Amerikaya cephe aldılar. Bu sebeple gerek Stan­
dard Oil gerek diğer Amerikan sermayesi dünyanın her Lara-
frada darbe üzerine darbe yedi ve milyonlarca dolar zarar etti,
Netice ne oldu? Rusya, İngiltere ve Amerika arasında
Baku petrolleri meselesinden çıkan ihtilâf yüzünden, yüzyjî-
dan daha fazla bir m üddet Rus Çarlığının çizmeleri altında
inleyen bir Türk Kavmi, petrol uğruna harcandı. Bu müca­
delenin ortaya koyduğu hakikî veçhesi evet yalnız Azerbay­
can Devletinin doğmadan katledilmesi oldu.
Bu mücadeleyi yapanlar, bir milleti esarete atanlar ise,
yeni petrol sâhalan etrafında mücadelelerine devam etmek
üzere zaman ve imkân aramağa başladılar.
Gerçi Sir Henry Deterding, Bakû petrol imtiyazı m üca­
delesin de milyonlar değerinde hisseler kaybetmişti. Fakat
Amerika’ya da istediği darbeyi indirmişlerdi. Ameri kanm Bakû
petrol mücadelesinde D eterding'den yediği darbe ne ilkti ve
ne de son olacaktı. Deterding, istediği darbeyi indirdikten son-
Ta adetâ pusuya yatmıştı.
Bakû petrol mücadelesinin üzerinden geçeıı yıllar, Royal
Dutch-Shell ile Standard gruplanm daima karşı karşıya getir­
miş ve aralarındaki mücadele devam edegelmiştir.
Medeni âlem 1922 Nisanından itibaren Cenova ve L â­
hey’de istiklâl, istiklâl diye feryad eden Azerbaycan Türkleri­
nin kulakları sağır eden feryadlarm a aldırış etmedi. Azerbay­
canlıların protestoları, petrblculaıı ve onların ön safında b u ­
lunan devlet adamlarını sadece öfkelendirdi. Zavallı Azerbay­
can Türkleri bütün didinmelerine, bağırmalarına ve m ücade­
lelerine rağmen istiklâllerinin ellerinden gitmelerine mani ola­
madılar. Bakû petrol mevzuu da şimdilik bu şekilde sona erer
gibi oldu, Hakikatta bu dava hiç bir vakit durmadı. Kafkas-
yamn kahraman evlâtları, açık veya gizli olarak mücadelele­
rine devam ettiler. Fakat bugüne kadar yaptıkları bütün bu
mücadelelerden ellerinde ve gönüllerinde yanan vatan hasre­
tinden başka biç bir şey elde edemediler. Onların bu müca­
deleleri tek kelime ile ifade edilirse Hüsran ûe bitti.
Azerbaycanın istiklâlini kaybetmesi, petrolcularm m îllet­
lere vurdukları ne ilk ve ne de son darbedir, Petrocular, petrol
m enfaatleri için dünya haritasını birkaç defa değiştirmişler,
birkaç imparatorluğun yıkılmasında birinci plânda rol oyna­
mışlardır.
Petrolcular için düşiinülebileıı tek şey vardır o da Petrol-
düT, Bu yağlı m adde içîu oıılar, her çareye tevessül ederler.
Ellerindeki korkunç imkânları bir anda harekete geçirmek ve
istedikleri şeyleri elde etmek petrolcular için basit işler hük­
mündedir. Bunun namütenahi misalleri vardır. Bu misaller­
den bir tanesi de talihsiz ispanyadır.
ispanyaya Petrolcuların Verdiği
Ders

Fettolcuiar gayeye varmak hususunda girişlikleri müca­


delelerde muvaffak olmak için lıer çareye tevessül etmekte ve
her vasıtayı mubah, görmektediıler. Onların, petrol im para­
torluklarını ayakta tutmak için sarf et tikleri mesai sadece dü­
şünmekten ibarettir- Çünkii, düşündüklerini yaptırabilecekleri
insanlar ve vasıtalar* insan hayatının günlük safhalarına her
arı nüfuz edebilmektedirler. .
Mamafih petrolculaım ne olduğunu, neler yapabileçekle­
rini, kudretlerinin nelerden ibaret bulunduğunu en iyi tesbit
ve izah edebilen insanların bağında muhakkak ki; mösyö
Hanry Beıanje bulunmaktadır, Fransız Ayan Meclisi azala-
rm dan olan Mösyö Beranje, Fransız Ayan Meclisi riyasetine
verdiği gizli bir raporunda, Royal Dutch-Shell grubundan
şöyle bahsetmektedir;
«Royal Dutch-Shell başlı başma tam bir kuvvettir. O,
bankacılık, ticareti bahriye, vesaiti nakliye, satış* sınai ve is­
tihsali bir uzviyet olduğundan, bundan sonra da kür re-i arzın
hayatı bütün noktaları üzerinde bulunan şubeleri ile kuvvet
ve kudretini genişletir ve hâkimiyetini devam ettirmekle b e­
raber rabıtalarını çoğaltabilir. Çünkü o, yalnız başına, muh­
teri ve hâkim bîr kuvvetin muntazam bütün vesile ve imkân­
larına sahiptir,»
Bıı tarifin içine insan hayatına lıâkim unsurların hepsi
girmektedir. Basit mahaJle bakkalından en büyük bankaya,
küçük bir kasaba gazetesinden dün yan m en büyük tirajlı dev
gazetelerine kadar her §ey.
Fakat şunu da işaret etmek yerinde olur ki; Standard O'd
da cihanşümul bir kudrettir ve Koyal Dutch-Shell grubundan
asla aşağı bir kudrette değildir,
Standard OU, sadece dünya üzerindeki petrolü çıkarmak
ve onu dünyanın dört bir tarafına sevkederek satmakla m eş­
gul değildir. Standard Oil aynı zamanda Amerika Birleşik
Devletlerinin sahip olduğu ticaret filolarının hemen tam fimma
dilediği zaman hükmedebileceği gibi, dünyada mevcut büyük
bankaların bir çoğu üzerinde de büyük kudretine dayanarak
ticari işlerine devam edebilir.
Bunlardan başka, istihsal ettiği petrolü bir yerden bir
başka yere nakletmek için elzem olan Pipe-Line^lann yapıl­
ması için lüzumlu sınaî tesislerden olarak Demir ve Çelik fab ­
rikalarına, demir madenlerine, demiryolları şebekelerine ve
diğer nakliye vasıtalarına maliktir.
Standard Oil bu kudreti ile Amerikan dış ticaretinin % 80
inden daba fazlasını elinde bulundurmaktadır,
Standard Öil’ıın bu iktisadi ve sınaî kudreti, Amerikan
<1ış ticaretini elin d e bulun durın a sı, on as Amerika Birle şık D e v-
letlerinde siyasî sâhada korkunç bir kuvvet ve kudret vermek­
ledir.
Standard Oil, bu kudretine dayanarak dilediği herhangi
bir şahsı Amerika'da politik sâhada dilediği yere çıkarabildiği
gibi, dilediği insanı da yerinden etmeğe de kadirdir.
Ve ayrıca, eski ve yeni dünyada intişar eden birçok bü­
yük gazeteler bu tröstün malî baskısı altındadır Rockfeb
Icr’in hizmetindedir. Bütün bunlardan ayrı olarak Standard
Oil, elindeki geııîg imkânlara dayanarak Birinci ve İkinci
Dünya Harpleri sonunda iktisadeıı zayıflamış devletlere kre­
diler vermek sureti ile onları baskı altında tutmakta ve bu
devletlerin İktisadî bayatlarında esaslı tesirler icra etmektedir.
Petrol tröstleri böylece korkunç bir organizasyona daya­
nan müthiş bir teşkilâta sahiptirler. Onlar yalmz mensup ol­
dukları devletlerin değil, diğer büyük ve küçük devletleri» de
siyasetlerine nüfuz edebilmekte ve diledikleri siyasetin tatbi­
kini imkân dahiline sokmaktadırlar.
Bıı sebeplerden dolayıdır ki; basiret sahibi insanların
idare ettikleri hükümetler, petrolcularla dost geçinmenin za­
ruretine İnanmaktadırlar. Ve dünyaya hâkim olan para bir
nevi pctrocularm inhisarı ndadır!
Meselâ btı iki dev tröst, Standard Oil ile Royal D utcb-
Slıell grubundan herhangi birisinin sermayesi, Almanya-Fran-
sa ve İtalya devletlerinin bütçelerinden çok daha fazla tahmin
edilmektedir. Ellerindeki bıı kudretle onlar, istedikleri yerde
diledikleri zaman malî buhranlar yaratabilirler. Borsa oyun­
ları ile hükümetleri dize getirebilirler ve milyonlarca insanı
bir anda fakru zarurete düşürebilirler. Onların bu kudretle­
rinden tegafüî eden ve karşı koymağa teşebbüs eden nice dev­
letin, rahat ve huzur görmediğinin misalleri bir çoktur. Bu
takdirde petrolcularm yapLıklan yegâne şey, kendilerine kar­
şı gelen, kudretlerine boyun eğmeyen memleketlerde ihtilâl­
ler çıkartmak ve ister meşru ister gayri meşru olsun hükümet­
leri alaşağı etmekten ibarettir. Ve bu iş, petroleular için üze­
rinde durulmayacak kadar basit bir hadisedir.
Misal mi istiyorsunuz? İspanyaya bunun en mükemmel
bir delili olarak göstermek mümkündür.

İSPANYA PkTROLCULARA KAFA TUTUYOR


Ispanya’da 1920 yılından sonra hadiseler sur'atie geliş­
miş ve Ispanyol tahtında oturan 13. ncü Alphons taht ve ta-
çından oirmış, iktidarı bütün kudreti ile elinde tutan Primo
de Bivera Başvekil olmuştu*
1927 Yılında bu kudret ve kuvveti tam manası Üe elinde
tutan bu zat, Ispanyol balkı tarafından delicesine bir sevgi ile
seviliyordu* ispanyanın kadim ailelerinden birisine mensup
olan bu zatın tam adı şu idi. Marki Estellas Primo de Rivera.
Bu zat halkının da sevgisi ile Ispanya’da olmadık işler
başarmağa çalıştı. Sadece İspanya, sadece Ispanyol vatandaşı
için çalıştı* Aldığı bütün tedbirler, giriştiği bütün teşebbüsler
memleketinin menfaatleri istikametinde idi. Ve yalnız Ispan­
ya için çalışıyordu. Kendisi iktidara çıktığı sıralarda Ispan­
ya’da komünistler ayaklanmış ve bu ciddi bir hareket olmak
İstidadında bulunduğu halde, Primo de Hiveranm müsamaha
tanımayan müdalialeai ve zam anında aldığı tedbirlerle bastı­
rılmıştı* O, sadece bu ayaklanmayı bertaraf etmemiş, aynı za­
m anda Komünistleri İspanya'da baTHidurmamışb.
Kendisi maliyeci olmamakla beraber, malî iğlere fevka­
lade vukufu vardı. Bıı sebeple de Ispanya’da çok kuvvetli bir
maliye kurmuş, Ispanya’nın mail gücü kısa bir zam anda a rt­
mıştı, Ispanya refah ve saadet içerisinde idi. Primo de Rivera
İspanyol halkının taabbiid edercesine sevdiği bir inSrim ol­
muştu. Marki EsteUds Primo de Riveramn ispanyasından her
gün hareket eden sayısız gemiler dünyanın her İ staf ma İs­
panyol meyvaJan ile birlikte diğer Ispanyol ihraç maddelerini
taşıyordu, Ispanya kendisini kurtarmıştı* Zira doîıı giden ge­
milerin Ispanya’ya her dönüşlerinde kasalar altnn ile dolu olu­
yordu. Fakat zavallı Ispanya talihsiz bîr memleket idi. Allah
bu memlekete lıer şeyi vermiş, ancak petrolden mahrum bı­
rakmıştı. Ispanya’da bir damla petrol yoktu. Bu sebeple de
Ispanya’nın zenginliklerinin mühim bir kısmı petrole gidiyor­
du. Bu durum İse, Ispanya'nın sevgilisi diktatör Primo de Rı-
verayı ziyadesi île müteessir ediyordu. Başvekil memleketi
için üzülüyordu. Buna bir tedbir bulmak lâzımdı. Kafasını ay-
larca bu tedbiri bulmağa yordu* Aklına gelen tedbirlerin biç
birisine itibar etmedi. O* esaslı tedbîr ûnyendu, Fetrolcularm
ne olduklarının farkında idi* daha fazla üstlerine gitmek iste­
miyordu. Lâkin İspanyamın da buna tahammülü kalmayabi­
lirdi* Vakit geçirmeden tedbir almak lâzımdı* ,
Uzun m üddet akima gelen bir tedbir kendisini rahatsız
etti. Ama elinde yapacak başka bir şey yoktu. Karar verdi,
petrolcuiarla İspanyanın durumunu açıkça konuşacaktı.
Primo de Rivera, petrolcuiarla yaptığı müzakerelerde,
para yerine takas sureti ile bir tediye imkânı olup olmadığını
araştırdı. Fakat biç bir netice alamadı. PetrolcuîaT, para diyor
başka bir şey demiyorlardı, Peşin para ise onu rahatsız edi­
yordu.
Müzakereler herhangi bir anlaşma zemini bulunmadan
sona erdi, Primo de Rıvera, bu durumdan sonra son çare ola­
rak zorbalığa karar verdi. Bu zorbalığa karar verirken, ken­
disi, Ispanya’da komünistleri temizlerken dünya umumî efkâ­
rında temin etmiş olduğu büyük sempatiye, güveniyordu, H a­
kikaten bu büyük temizlik sırasında dünya basın t kendisin­
den daima sitayişle bahsetmiş, diplomatlar memnuniyetlerini
açıkça izhar etmişlerdi. Bu hayranlık hâlâ devam etmekte idi.
Bu hususu bir koz olarak kuflana bilirdi. Zavaih Primo de Rı-
vera, zavallı talihsiz Ispanya,
Prim o de Rivera, büyük bir devlet adamı olmasına rağ­
men bir taraftan açık verecekti. O, petmlcuları tanıdığını id­
dia etmiş olmasına rağmen giriştiği hareketle petrolcuları ta-
nunadığtnı ortaya koymuştu. Hiç olmazsa, petrolculan bir de­
receye kadar tanımış, fakat onların hakiki çehrelerini ve p et­
rol için neler yapabileceklerini hesaplayamamıştı.
Primo de Rivera, petrole uların bu kudretlerini lâyıkı ile
anlayamadığı için de her şoyinl kaybetmek zorunda kaldı ve
bu hatasına kurban gitti.
Prim o de Bivera, ispanyanın kudretli adamı felâketini
davet eden tasarlamış olduğu plânı dertıal tatbik mevkine
koydu.
Çıkardığı bir kanunla Royal Dutch-Shell grubu ile Stan­
dard Oil tröstüne ait Ispanya'da mevcut biitün tesislere el
koydu. Sadece bununla da iktifa etmedi. Bu dev İki tröstün
Ispanya'da bulunan büyük stoklarma da el attı.
Frim o de Rîveranm bu hareketi, bütün dünyada bir bom­
ba tesiri yaptı, Londra, W ashingtoıı ve New Yoık birden k a­
rıştı. Bu iki gruba mensup gazeteler İspanyaca ateş püskür­
meye başladılar. Diplomatlar ayaklandı. Primo dc Riveramn
ispanyası, sanki bir ateş çenberi içine alınmıştı, Londra ve
VVashington Ispanya'ya nota üstüne nota 3rağdırdılar. Fakat
netice alamadılar. Primo de Rıvera, yumuşamadı. Bilâkis da­
ha da dikleşti.
Petrolcular, gizli veya açık bütün kuvvetleri ile ispanya­
ya çullandılar, lâkin neticeyi değiştirmeğe muvaffak olama­
dılar.
Petrolcular İçin Avrııpamn bir ucunda tehlike haşgöster­
mişti. Bu tip hadiseler karşısında daima yapageldikleri gibi,
Deterding de RockfeUer de aralarındaki mücadeleyi durdur­
dular. İki amansız rakip İspanyamda müşterek tehlikeye karşı
birleştiler.
Ispanya’da korkunç bir mücadele başladı. Ispanya’nın
lıer tarafında lıergün adamlar ötüyor* devletin bütün gayret­
lerine rağmen bu ölenlerin ne failleri ne da niçin öldürüldük*
lerî meydana çıkmıyordu, Ispanya adetâ bir harp meydanına
dönmüştü. Tam bu sıralarda, Ispanyol Fas'ında ayaklanma­
lar başladı, Frimo de Rivera sür’atle bu ayaklanmayı bastırdı.
Fakat, arkasını kesemedi. Kısa bir m üddet sonra Fas’da ayak­
lanma yeniden patlak verdi. Artık hükümet acz içinde idi. Al­
ıl uğu tedbirlerin hiç birisi para etmiyordu, Primo de Rivera,
ispanyanın kudretli adam ı ne yapacağım bilemez bir bale gel­
mişti, Primo de Rivera, ispanyayı karıştıran hadiselerin pet-
rolcular tarafından tertip edildiğini anladığı zaman da iş iş*
ten geçli. Şimdi o, İspanyolların meşhur gururu ile ve anuda-
ne bir şekilde mücadele ediyordu. Bu gurur ric'at etmesine
ıtıarti idi. ■
Verdiği bir beyanat ile, Standard Oil ve Boya! Rutch-Shell
tröstlerine ait tesisat ve stok edilmiş akar yakıt için koyduğu
75 milyon fe z e ta ’yı derhal tediyeye lıazır olduğunu bütün
dünyaya ilân etti, Petrolculan tekrar tazminat mevzuunda gö­
rüşmek üzere davet etti. Fakat ojılaj davete cevap dahi ver­
mediler ve parayı almağa yanaşmadılar,
Felrolcular mücadelede kararlı idiler. Onlar biliyorlardı
ki; bu mücadele lehlerine neticelenecek ve Primo de Kivera
devrilecekti, ■
İki dev petrol trötü, faili meçhul cinayetlerden başka
tedbirlere de müracaat ettiler. Onlar İspanyayı ekonomik ted­
birlerle dize getirecekler ve Primo do Riverayı alaşağı ede­
ceklerdi.
1Ü27 Yıl mm bir günü, gazel derin i açan dünya okuyucu­
ları, petrolün, Ispanya hariç, dun yan m diğer bütün memle­
ketlerinde ucuzladığım gördüler. Bu haber halk için
memnuniyet verici idi. Fakat okuyucu bilmiyordu ki, bu ucuz­
luk bir devletî dipten yıkacak ve İspanyanın bir zamanlaT
halkı tarafından delice sevilen diktatör Başvekili Marki Estel-
lâs Prim o de Rivera’yı rüzgâr önünde bir yaprak gibi savura­
caklar. Petrolcü!arın petrolü ucuzlatmasına rağmen Primo de
Rivera dayatmakta devam ediyordu. Fakat elindeki stoklar da
hergün biraz daha azalıyordu. Nihayet Öyle bir an geldi ki,
stoklan tükeniverdi. Tam bu sıralarda da Standard Oil sade­
ce kendi tesisleri ve el konan petrolü için İspanyamdan 300
milyon pezeta tazminat taleb etti.
Ispanya’nın mali gücü bu parayı vermeğe kifayet edem ez­
di. Tabiî Standard OiTım teklifi reddedildi. S tandardın taleb
ettiği tazm inat hakikaten büyüktü, Bir de D eterding vardı
işin içinde. O ne isteyecekti, daha belli değildi. Fetrolcular,
Primo de Rivera'nm şahsında Ispanya'yı meteliksiz bırakma­
ğa karar vermişlerdi. Primo de Rivera, tröstler makul bir fiat
taleb ederlerse* bunu kabul edebileceğini bildirdi. Ama pet-
rolcular bu teklife cebap bile vermediler.

Primo de Riveıa, petrolcuların taleb ettiği tazminatı ver­


se dahi bozulmuş olan İspanya iktisadı bünyesini artık kurta­
ramazdı, Bundan ayrı olarak Ispanya’da boşalan petrol tank­
larını doldurmak için paraya İhtiyaç vardı. Asıl mühim olanı
Ispanya'nın petrola ihtiyacı vardı ve bunu en kısa zamanda
bulamazsa Ispanya'da hayat felce uğrayacaktı. Zavallı Primo
de Rivera adetâ şaşkına dönmüştü. O petrolcuların kendisine
petrol vermeyeceklerini iyiden iyiye biliyordu, memleketin ise
sür’atle petrole ihtiyacı vardı. İspanya için çok lüzumlu olan
bu maddeyi Sovyetlerden temin edebilirdi, lâkin onlar da ve­
recekleri petrol karşılığı para isteyeceklerdi. Paraya her za­
mandan çok muhtaç olduğu bu günlerde Standard’m talep
ettiği 3GG milyon dolarlık tazminatı kabul ettiğini bildirdi.
Fakat tek şart] vardı. .İspanya bu tazminatı taksitle ödeyecekti.
Standard Oil Primo de Rivera'nm teklifini incelemeğe lü­
zum bile görmeden reddetti ve Ispanya’yı mukadderatı ile
baş başa bıraktı.

Ispanya'da petrol buhranı korkunç bir hal almıştı. P e t­


rol olmadığı için birçok şehir vc kasaba karanlıkta kalmışlar­
dı, Petrol sözlükten birçok fabrika kapandı, nakil vasıtaları ise
işlemez oldu. Ispanya'da bütün münakale hemen hemen dur­
muştu.
Ispanya’da şirketlerin istedikleri vasat meydana gelmişti.
Bu anda iki dev tröstün adamları ortaya çıktılar ve misli gö-
rülmedik yıkıcı bir propagandaya başladılar. Hedef tabiî Baş­
vekil Primo de Hivera idi. O nu yıkmak için akla gelen veya
gelmeyen her çareye başvurdular ve halkı tahrik ettiler.
Primo de Rivera petrolculaıU tazminat bahsinde müza­
kere imkânları aradığı sıralarda bir taraftan da Ruslarla pet­
rol müzakerelerine girişti. Çok kısa süren bu müzakereler so­
nunda, Ruslar, Ispanya’ya petrol vermeğe karar verdiler. Ar­
tık Ispanya’da Rus petrolü satılıyor dm H ayat normale döndü,
fakat lıalk teskin edilemedi. Fetrolcular, şimdi de halkı, Ko­
münistlerin Ispanya’yı içinden yıkmak ve komünist bir devlet
haline getirmek için petrol verdiklerini söyleyerek tahrik etti­
ler. Esasen komünizme düşman bir millet olan Ispanyollar bu
propagandanın tesiri altında Primo de Rivera’mn idaresine
sırt çevirmeğe başladılar.
Fetrolcular, Rus petrolünün Ispanya’ya aktığı andan iti­
baren ellerindeki gazetelerle aleyhte geniş bir neşriyata baş­
ladılar. Ayrıca İngiliz gazeteleri, İspanyol mallarına boykot
yapdmasf için geniş bir neşriyata başladı. Bu neşriyat netice
vermişti. Ingiltere Ispanya'dan gelen mallara rağbet etmedi.
Halk, Ispanyol menşeli hiç bir şeyi satm almak istemiyordu,
Amerika da bu kampanyaya bir başka istikametten iştirak et­
ti, Amerika hükümeti aldığı bir kararla, İspanyol mallarına
çok ağır gümrük tarifeleri tatbik etti. Tabiî bu vaziyette de
Amerikalı tüccar Ispanyol mallarını almadı.
İspanya her taraftan abluka allma alınmıştı. Ispanyol
malları satılamıyordu. İhraç mallan bilhassa yaş meyva ve
sebzeler, gemilerde çürüdü, Bu korkunç bir intikamdı. İspan-'
ya iflas etmek üzere idi. Fetrolcular petrol içüı bir memleketi
mahvetmeğe karar verdiklerini her hareketleri ile ortaya koy­
muşlardı.
Fetrolcular, ispanyayı mahkum etmişi er, mahkûmiyet ka­
rarını da Amerika ve Ingiltere diplomatlarına tasdik ettirmiş­
lerdi.
Ispanya’da arhk her şey, bir ayaklanmaya müsait duruma
gelmişti. Primo de JRivera'nm son günleri gelmişti, iktidarı­
nın koltuğu çoktan sallanmağa başlamıştı ve nerede İse dev­
rilecekti.

Dir memlekette hükümet darbesi yapmakta, Standard


Oil’a nispetle daha ıısta olan D eterding’in ajanları çalışmala­
rım bu nokta üzeriude teksif ettiler ve sonunda muvaffak ol­
dular. Ispanya’da ayaklanma olmuş ve hükümet darbesi ya­
pılmıştı. Zavallı Primo de Rivera devrilmişti.
Halkın intikamından ancak Fransa'ya sığınarak kurtula­
bilen bir zamanların İsp an y asın d a eıı çok sevilen Primo de
Rivera bu darbeye dayanam adı ve sığındığı Fransa'da sefa­
let içerisinde ve felçli olarak hayata gözlerini kapadı. BÖylece
İspanyol dramı da nîhayeüenmiş oldu.
Acaba dram sona ermiş mî idi? Gerçi Cumhuriyet ku­
rulmuştu, fakat bu cumhuriyet Ömürsüz oJmuş ve Fostan ve
Balear adalarından gelen general Frauco 1936 dan 1938 yılı­
na kadar süren bir kardeş kavgasına sebep olmuş, komünist­
ler imha edilmiş ve Falan\ dikta rejimi kurulmuştu.
Bir Hain Devlet Adamı Oluyor

Kadim Niııva şehrinin tarihî harabeleri üzerinde bugün


peîrpl ve İtan ile yoğrulmuş yeni bir şehir meydana gelmiştir,
Bu şehrin adı Musul’dur, On dokuzuncu asırdan bu yana bu
şehirde dolaşanlar, bu şehirde yaşayanlar, bu şehrin heT ta-
şmda, her sokağında toprağının her zerresinde Kan ve Petrol
kokusunu hissetmektedirler,
Bu şehir, Osmanlı İnip a ra torluğun dan, mütarekeye rağ­
men, ellerindeki silâhla miı mütarekenin ahkâm m a uygun Şe­
kilde kullanmaktan imtina etmiş bir Türk birliğinin kahbeee
katliâmından sonra koparılmış, ekseriyeti Türk oğlu Türk olan
bir şehirdir.
Fetrolcular, Kahbeee girdikleri, katliâmla elde ettikleri
bu şehri Lozan’da yeni Türk devletinden ayırmışlar, sonra da
Cemiyeti Akvam kararı ve bir oldu bittiye getirilen plebisit
ile bu şehrin üzerine oturmuşlardı.
Şehrin talihsizliği, topraklarının derinliklerinde bulunan
petrolden ileri gelmiştir ve büyük ekseriyeti Türk olan halkı
ile birlikte Anavatandan ayn kalmıştır.
Anavatanla hem hudut olan bu şehir bir oldu bitti ile
Türkiye’den almmış yad ellere terk edilmişti.
Ve bu şehir; Birinci Dünya H arbinden sonra İngilizlerin
meydana getirdikleri petrol devleti Irak tarafından yutuhnuş-
tur. Ve Irak, devletin hudutlarını teşkli eden çizgiler içerisin-
de kalan diğer topraklar gibi buralının da hakikî lıâkimi ol­
duğunu vehmetmektedir.
Musul nasıl elden gitmişti? Bu iş nasıl olmuştu? Halkının
yiizde sekseni Türk olan bu şehirlerin incisi nasıl elimizden
çıkmıştı?. -. .
Bütün bım laıa cevap verebilmek için, Birinci Dünya H ar­
bi içi hadiseleri, mütareke devresi ve Lozan sulh anlaşması
İle Cemiyeti Akvamın 1926 yılma kadar ki celselerine bir göz
atmak lâzımdır.

E vet... yukarıda söylediğimiz gibi bu hadiselere bir göz


atmak lâzımdır, fakat bu lâzimeye rağmen, asıl sebebi de In­
giliz altunlarm da aramak lâzımdır,

Osmanlı imparatorluğu, petrolcuların bu şehri ele geçir­


mek için giriştikleri m ezbuhane ve gaddarca mücadele yüzün­
den, bizzat tebaası tarafından hem de arkadan hançerlenerek
tasfiye edilmişti.
ingilizler, Birinci Dünya H arbînde Musul ve havalisini
elde etm ek için, sonradan Irak’m başına getirdikleri ve kem
dişine Kral dedikleri Emir Faysal’a ve diğer Arap şeyhlerine
hesabı binlemiyhcek kadar çok aitun. vermişlerdi. Bu alturda-
nn sayesinde de, medenî değil, bedevî olan bu adamların iha­
netim temin etmişlerdi.
Bu ihanet, asırlar boyunca kendilerini müdafaa ve muha­
faza etmiş olan metbu devletlerine, her türlü nim etini gördük­
leri Osmanh İmparatorluğuna karşı işlenmişti. I
. i

Türk ordusu arkadan hançcrlenm işti.,, Ve bu ordunun


hançerlenmesin de, bilinci Faysal adı altında Irak tahtm a otu­
ran bedeviye en çok hizmet eden, en çok yardım eden bir
adam vardı, bunu her Türkün bilmesinde fayda vardır.
Bu adamm hayatı bir melodramdır ve Allah, ihanet etti­
ği Türfc milletinin, ihanetinin cezasını gördüğü zaman kendi­
sine en çok acıyan millet olduğunun da şahididir.
Bu adam, Türk ordusunun yüzbaşı üniformasını taşır ve
Türk ordusunda vazife gotürkeu, İngiliz ajanları ile temas
kurmuş ve Müslüman olduğu için bizzat kendisinin vatanmı
koruyan* ırz ve namusunu düşmandan vikaye eden Türk ordu­
suna ihanetlerin en büyüğünü ■ yapmaktan asla çekinmemiş
bir haindir.
Bu yüzbaşı, ekmeğini yediği, sırtında şerefli üniformasını
taşıdığı memleketine ihanet etmişti. Ve bu ihanetini de uzun
müddet devam ettirebilmişti,
Türk ordusu, A rab istan cephesinde kahram anca mücade­
le ederken en mahrem karar ve stratejisinin düşmana sızdığı­
nı tesbit eden Türk istihbaratı* bu hainin ihanetini meydana
çıkarabilmek için bir hayli uğraşmak mecbur iy elin de kalmış­
tı. Fakat sonunda haini tesbit etmiş, lâkin hain elden sıyrıl­
masını becermişti,
Sırtında Türk ordusunun yüzbaşı üniforması ile Türk hat­
larını geçmiş ve îngiliz hatlarm a sığınmıştı,
Türk ordusunu arkadan vurmak isteyen ve İngilizlere sa­
tılmış iki kardeş daha vardı. Bu iki kardeş kaçamamış ve ce­
zalarını bir m anga askerin kurşunlarına hedef olarak çekmiş­
lerdi, Bu iki kardeş Ahmet ve Cevad Robenson kardeşlerdi
ve hadiseden takriben bir asır evvel ihtida elmiş bir İngiliz
ailesinin son fertleri idiler.
îngiliz hatlarına sığınmış olan yüzbaşı, ihanet şebekesini
muhakeme eden Âliye Dîvan ıhar binde asılan birçok Arap li­
deri gibi idama mahkûm edilmiş, ancak Ingiliz hatları geri­
sine sığındığı için Cemal Paşanın yağlı kemendinden boynunu
kurtarmıştı.
Bu hususta Âliye Divanıharbının hükmünde şöyle denil­
mektedir.
«îngilizler lehine ve Osmanlı İmparatorluğu aleyhine ca­
susluk yapmaktan suçlu olarak, gıyaben muhakeme ve idama
mahkûm edilen Yüzbaşı Nuri hakkındaki hüküm, firari oldu­
ğu İçin yerine getirilememiştir.» „

İdamdan kurtulan bu yüzbaşı Nuri, Lâvrens’io en çok


güvendiği, Irak Kralı Fay sakın sağ kolu ve Irak’m bir zam an­
lar tek hâkimi otan Nuri Said Pasa idi,
O Nuri Said ki; Irak’ta yıllar yıh Başvekil eskisi ve Ente-
lijans Servisin en kudretli ajanlarından birisi ve İngiliz p et­
rolünün müdafii olarak vazife görecekti. Ve yine bu adam bir
yeni efendi bulduğu anda, tıpkı Osmanh İmparatorluğuna
yaptığı gibi, Ingilizleri de arkadan vurmak isteyecek, petrol
meselelerinden doğan bir ihtilâf sonunda Amerikalılara yas­
lanacak ve bir gece yarısı Orta-doğıımın en korkunç ihtilâlin­
de öldürüldükten sonra cesedi köpeklere yedirilecektı.
Allah bir milletin icükam m ı yerde bırakm ıyordu,.. İlâhi
adalet tecelli ediyordu...
V3... efendilerine ihaneti meslek haline getirmiş bir
adam, hayatının şahikasında iken bir anda yok oluyor, cese­
dinden geriye, toprağa konabilecek bir parçası dahi kalmı­
yordu.
Petrol nelere kadir değildi, 13u hadise de gösteriyor ki;
petrol hiç bir şeyi tesadüflere bırakmıyor, daima neticeyi ken­
di lehine istihsal ediyordu.

MUSUL'A GÎBEN ORDU


Îngilizler Irak'ta arızi bir petrol devleti olan Irak’ıu te ­
mellerini atarken, Anadolu'da da Türk milleti çetin bir ibtilâl
yapıyordu. Bin bir mahrumiyet içerisinde yapılan bu müca­
dele, Allah'ın inayeti ile ve muvaffakiyetle neticelenmiş, yeni
bir Türk devleti kurulmak hazırlıklarına başlanmıştı.
Yeni Törk devletinin kurulduğu bu sıralarda ise İngiliz­
le ş petrol yüzünden bir hayli belâlı işlere dalmışlardı.
İngiltere, Bakû petrolleri yüzünden Ruslar ve Standard
Oil ile mücadele ediyor, Fransa-Belçika ve İtalya ile çekişi­
yordu.
Musul meselesi ise hâlâ askıda idi. Gerçi Cemiyet-i Ak-
vamrn tayin ettiği bir heyet hakem vazifesini yapıyordu, ama
mesel e hail edil emiyordu.
İngilizleş Musul’da bir an otıce. netice almak istiyorlardı.
Bu sebeple de Irakt’la, bilhassa Musul vilâyetinde ve Musul'a
bağlı kasabalarda insan havsalasının almıyacağı tertiplere gi­
riyordu.
Biiyük ekseriyeti ile Türk olan bu vilâyette halkın Türki­
ye'ye bağlanmak istemesine karşı girişilen tertipler arasmda,
tedhişten, meydan dayaklarına, tehditlere hattâ sürülmelere
ve hapsedilmelere kadar her şey vardı.
Fetrolcular, Musul meselesinde, İngiliz diplomasisini, İn­
giliz ordusunu ve îngiliz donanmasını kullanıyorlardı. Bir în ­
giliz filosu her an harekele hazır vaziyette Basra’da, Musul’un
hemen kapısında bekliyordu.
Donanma ve ordu petrolcü!ann hedeflerine varmaları
için emre amade idi.
Cemiyet-i Akvam tarafından teşkil edilen heyet ise, sa­
dece oyalamaktan İleri gitmeyecek bir rolün mümessili idi.
Gerçi heyet hüsnüniyetle hareket etmişti, lâkin Irak’ta bulu­
nan îngiliz fevkalâde komiseri Sir Hanry Davıes onların bu
hüsnüniyetini suiistimal etmişti.
Kont Teleki (eski Macaristan Başbakanlarından), İsveç
sefiri Auf Wirsen ve Belçikalı Albay Folis’ten müteşekkil olan
tahkik heyeti îngiliz fevkalâde komiserinin bu tek taraflı ha-
Tekelinden ve şiddet politikasından dolayı bizar olmuşlar ve
Türk lıeyeti başkanı ordu kumandan]arından Cevad Paşa’ya
fevkalâde yakınlık göstermişlerdir.
İngiliz fevkalâde komiserinin şiddet politikasının mana-
i

sim anlamak için, Cevad Paşa ile Kont Telekfnin birlikte gez­
dikleri bir gün Musul’da cereyan eden ve bizzat Kont Tcle-
kfyi çileden çıkaran şu hadiseyi nakletmek yerinde olacaktır.
Kont Teleki tarafından Cemiyet-ı Akvam Genel Sekrete­
rine gönderden bir raporda şöyle denilmektedir:
«Komisyonun M usul’a vardığı 27 Ocak ayında Mösyö
Ruddulo m M . Şatrer refakatinde şehirde gezm ek arzu ettim -
Evim izden çtkarkerı> rem ? elbisesini giyinmiş bulunan Cevad
Paşa bana refakat etmeği teklif e tti Bu resmî elbisenin halk
üzerinde icra edeceği tesiri görmek istediğimden paşanın bu
teklifini büyük bir m emnuniyetle kabul ettim. Sokağa çıkmış
ve polis memuru bizi takibe başlamıştı ki; Arap olduklm-mt
zannettiğim otuz kadar şahıs Paşanın etraftın alarak ellerini
öptüler ve bir taraftan «Yaşasın Türkiye» diye bağırdılar ve
tezahürat yaptılar. Arkamızda kalabalık artth iki yü z kişi ka­
dar olmuşlardı ve bağınşmalar da artıyordu. Kışla önünden
geçerken birkaç polis memuru müdahale edip halkı dağıtina-
çatıştılar.
Çarşının Önüne geldiğimiz zamans biri Ingiliz olan üç po­
lis zabiti (subayı) bize mülâki oldular. Etrafımızdaki kalaba­
lık, çarşı Önünde bulunanların da iltihakı ile daha çoğaldı.
Paşa yeniden birçok aİktş Bedâlarma ve muhabhetkârane mi-
mayişl&re hedef oldu. Bu kalabalık oldukça m uhtelif unsur­
dan m üteşekkil gibi görünüyordu. Bir ktsmı tem iz giyinmişti.
Bir fefc&nu da içlerine çocuk/or kanşımş dilencilere benziyor­
lardı. Polis m emur lart halkı dağıtmak için tekrar gayret ser-
fettiler. Hafk da bunların emrine uyar gibi oldu. Tam o sıra-

0 Orgeneral Cevad Çobanlı.


da arkamızda iki polis m em urunun baston ile işe müdahale
elliğini ve bunlardan birinin çarşıdaki dükkânlardan birine
Ulica eden arta yttşh bir adamın üzerine hücum ederek doğ-
düğünü gözümüzle gördük, Şiddetle müdahale etmek istiyor­
dum, Bir zabit çağırttım ve kendisine; dedim ki: «Cemiyet-i
A ktm n Meclisi âzatmdan birinin önünde adam düğmekten
sizi menedelim.» 1
İngilizlcrm, dünyanın sayılı petrol sahalarından birisi
olan Musul'u ellerinde hnlundurmak için giriştikleri muhtelif
çarelerden birisi olarak ibretle okunmağa değer bu lıâdise ya-
muda, Cemiyet-i Akvam Musul Tahkik Komisyonu nezdinde-
kt mütehassıs Türk delegelerine yaptıkları muamele daha da
ağır beynelmilel bir vak’adır.
Ingiliz fevkalâde komiseri Sir Henry Davies, Tahkik Ko­
misyonuna verdiği bir nota ile, Türk mütehassıs âzalarının
Musul’dan derhal uzaklaştırılmalarım talep etmişti. Fakat ko­
misyon, teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine zorbahğa geçen
Ingiliz fevkalâde komiseri, Cevad Paşanın yaveri dahil, Türk
mütehassıs âzalarmı tevkif etmiş ve onlan şehrin dışındaki
tel örgü ile çevrili müstahkem bir ordugâha hapsetmişti. Ta­
biî işe derhal müdahale eden Komisyon, Ingiltere fevkalâde
komiseri nezdinde yaptığı gayet sert bir ihtardan sonra, Türk
mütehassıs azalan ile Paga’mn yaverini serbest bıraktırrmştı.
Görülüyor, ki îngilizler, Musul'u ele geçirmek için hiç bir
tedbîri ihmal etmiyordu. Onlar için sadece petrol mevzutıba­
histi, Onlar, petrolü elde etmek için diplomatik masuniyeti
lıaiz olmasına rağmen bir devletin resmî mütehassıslarım da­
hi hapsedebiliyorlar ve her çareye başvuruyorlardı. Hattâ, bu
işte o kadar ileriye gidebiliyorlardı, ki Türk Hey’eti Reisinin
resmî elbise ile şehirde dolaşmamasını dahi ihtar edebiliyor?
lar ve bir milletin menfaatlerini beynelmilel bir komisyon
önünde m üdafaaya memur bir şalısın şahsi hürriyeti ile bir­
likte, beynelmilel bütün teamülllere ve devletlerarası hukuka
da tecavüz edebiliyorlardı. Bütün bunları yapabiliyorlardı;
zira istedikleri* ele gçirmek, gasbetmek için mücadele ettik­
leri m adde petrol idi.
İngiliz petrolcuları bunlarla da iktifa etmiyorlardı. Onlar
için takikedüecek daba başka yollar da vardı.
Bu yollardan eu müessiri ise, mahkûm etmek istedikleri
devletin hudvulan içerisinde çıkardıkları isyânlardı. Denilebi­
lir* ki bu bakımdan Türkiye cidden talihsiz bir memleket ve
Türk balkı cefakâr bir millettir, Türk tarihine Şeyh Saıd İs­
yanı olarak geçen hâdise de, işte bu Musul Petrolü için Ingi-
lizler tarafından çıkartılmış bir isyandı. Ve Türkiye bu isyan
hareketini bastırmak için var kuvvetini ortaya koyarken* İngi-
lizlerin petrol menfaatlerini korumakla vazifeli diplom adan
da bu hâdiseyi kendi zaviyelerinden istismar ediyorlar ve dün­
yaya* Türkiye'nin güney doğu hudutlarında meskûn insanların
Türk olmadıklarını* bım lann Kürt olduklarım ilân ediyorlar
ve Musul’u elde etmek için kendilerine taraftar topluyorlar-
dı. H attâ îngilizler bununla da iktifa etmeyecekler* on bin­
lerin kanlarını* Musul Tahkik Komisyonunun vazifede bulun­
duğu bir devrede, Türk-Irak hududundaki kabileleri ayaklan­
dırarak akıtacaklar ve bütün bu isyanları kendileri çıkartmış
obualarına rağm en, bu isyanlardan petrolü elde etmek bahsin­
de rahatlıkla istifade edeceklerdi,
Musul’un kaderi* İngiliz petrolcuları tarafından tayin edil­
mişti, CemiyeL-i Akvam Musul Tahkik Hey’eti’nin hazırladığı
müdellel rapora rağmen* maalesef Türk Hükümeti Musul m e­
selesinde îcabeden enerjik hareketi gösterememiş, Cevad Pa-
şa’nın bütiin gayretine, Musul Tahkik Hcy’eti raporunun so­
nunda «Türkiye Musul üzerindeki hukukî haklarından vazgeç­
medikçe, Musul'un bir başka devlete verilmesi imkânsızdır»
demiş olmasına rağmen, Musul elden çıkmıştı,..

Türk Hükümetinin yanlış ve Musul’u terketmemizde bazce


birinci plânda rol oynayan kararlarından biri de, Saltanata
mensup zevatın Türk tabiiyetinden işkatı keyfiyetidir.

Osmanlı Hanedâm na mensup olanların vatandaşlıktan


İskatı, bizzat Musul petrol arazisinin maliki olan bu aileyi,
kendj haklarım almaktan menettiği gibi* Türk Milletinin çok
büyiik iktisadi menfaatlerini de haleldar etmişti. Eğer Osmanlı
ffanedân m ensuplan sadece Türkiye hudutları dışına çıkarıl­
mış olsalardı vc bu aile vatandaşlıktan atılmadaydı, onların
Musııl Petrolleri mevzuunda yapacakları talepler, Türk Dev­
leti tarafından da desteklenebilir ve dolayısıyle Klusul Petrol­
leri üzerinde Türk Devletinin ilelebed söz hakkı olabilirdi,
ESu tedbirin neden düşünüfmediğmin münakaşası bize
düşmez; ontı tarihçiler elbette tetkik edecekler ve bir hükme
bağlayacaklardır,
Ankara Hükümetinin Musul hakkında beslediği niyetler
vardı, Türkiye'yi İdare edenler, hakiki niyetlerini bir isyan
emr-i vikisintn arkasında tatbik sabasına çıkardılar.
Yeni Devletin güney hudutları civarında, 1927 yılında çı­
kan bir NusUuî îsyam, o bölgede geniş bir harekâtı lüzumlu
kılmıştı. İsyanı bastırmak maksadı ile Ordu Kumandam Ce~
vad Çobanlı’nm emrindeki Yedinci Kolordu, Diyarbakır’daki
birliklerle de takviye edilerek, hemen hemen tam mevcutlu
bir urdu haline getirildi. Bu kuvvet, Yedinci Kolordu Kuman­
danı General Cafer Tayyar Eğilmedin emrine verildi. Bu ha­
rekât MusııPa bir em r1*! vâki için mükemmel bir fırsat ver­
mişti. Mustafa Kemal Paşa, Mareşal Çakmak ve Cafer Tayyar
Paşa arasında bu cınr-i vâki i gerçdd eştirecek müzakereler
yapıldı ve tam bir m utabakata da varıldı. Yedinci Kolordu,
N astuıi harekâtını büyük bir sür?atJe tamamladı. C afer Tay­
yar Eğilmez paşanın kumandasındaki birlikler bir anda Mu­
sul’a iniverdi.
1927 Yılında cereyan eden bu işgal üzerine Îngilizler der­
hal harekete geçtiler. Ingiltere şiddetli bir aksiil&mel göster­
mişti, Ingiltere, Ankara'ya, Musul’un derhal tahliye edilmesi
hususunda sert bir nota verdi,
îngilterenin bu notasını diğerleri takip etti ve bir an gel­
di, ki Ankara, MusuPu tahliyeye karar verdi. Bu karar, Kolor­
du Kumandam sıfatı île Cafer Tayyar Paşa’ya bildirildiği va­
kit O» adetâ şaşırdı® şoke oldu. O, hiç M usul'dan çık­
mak istemiyor, Ankara'ya gönderdiği cevabi telgraflarında,
Ingiltere’nin beynelmilel siyasette karşı karşıya kaldığı mese­
lelerden dolayı içinde bulunduğu müşkülâtı bildiriyor,
Ingiliz notalarının «blöf» olduğunu tekrarlayıp duruyordu,
Cafer Tayyar Paşa iddialarında haklı idi. tngilîrier haki­
katen blöf yapıyorlardı. Ve yalnız Musııl için yeni bir harbi
göze alabilecekleri de çok şüpheli idî.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, telgrafla anlaşmanın müşkü­
lâtını anlayınca, Cafer Tayyar Paşa'yı Ankara'ya çağırmıştı.
Hükümet Merkezinde yapılan üzün müzakerelerden sonra
Musul'daki Türk Ordusunun geri çekilmesine karar verilmişti.
Fakat çekilme kararı öyle kolay olmamıştı. Cafer Tayyar Faşa
ile Mustafa Kemal Faşa arasında çok ciddî münkaşalar ol­
muştu. Cafer Tayyar Paşa, Musul’un Türk'olduğunda ısrar
ediyor ve tahliye yoluna gitmek İstemiyordu. Genç Türk D ev­
letinin mukadderatım elinde tutan Reisicumhur Gazf M usta­
fa Kemal Paşa ise, Yeni Devletin Ingiltere ile arasının açılma­
ması ve yeni bâdirelere sürüklenmemesi için Paşa’yı tabiiye
hususundu tazyik ediyordu. İşle böyle çekişmeli müzakereler
sonunda tahliyeye karar veriliyor ve Cafer Tayyar Faşa Ye­
dinci Kolordu Kumandanlığından almıyor. Böylece de geçi
çekilme ancak tahakkuk ettirilebıliyorda
Siyasî şartlatın böyle bir tahliyeyi ıcabettirip ettirmediği­
nin münakaşasına girecek değiliz. Yalnız, bu emr-i vâkiden

e Rahmetli Paşan m bizzat ağzından dinlediklerim. R. K-


faydalanabilmemiz içiıı, birçok siyasî hâdiselerin de lehimize
devam ettiğini biliyoruz. Bunlardan birisi, Cenova ve Lâhey
konferansları dolay ısı ile aralan açık olan Rusya-Amerika be­
raberliğine karşı, tngillerenin başının der ite oluşudur. İngil­
tere, o tarihlerde, henüz resmen üzerine oturamadığı Musul
'için, Bakû petrol ihtilâfı muvacehesinde bîr harbi göze aiamı-
yacak kadar meşguldü. Ayrıca, R u s - Amerikan beraberliğin­
den başka, Jngilterenin Fransa, Belçika ve İtalya ile de arası
açıktı. Ve petrol yüzünden de daimî bir çekişme halinde bu­
lunuyordu.
Bütün huniardan ayrı olarak, bir harbe, İngiltere'nin ve;-
ya diğer hükümetlerin değil, harbe hazırlanmış, tam manasiy-
le umumî efkâra dayanan hükümetlerin karar verebileceği ha­
kikati idi. Kaldı ki, Lloyd Georg, bilhassa Cenova ve Lâhey
konferansları dol ayı sı ile, o tarihlerde itibarını bir hayli sars­
mış bulunuyordu. Ve İngiliz efkâr -1 um um iyesi yeni bîr harbe
aslâ taraftar görünmüyordu.
Bu hususta bir fikir verebilmek için, tneşhıır İngiliz müs­
teşriklerinden Arthur Moor’ıın 1 Temmuz 1922 tarihli Times
gazetesinde Bakû petrollerini ııiçin terke mecbur kaldıkları
hakkında yazdığı bir yazısını aynen aşağıya alıyoruz. Arthur
Moor bu yazısında diyordu ki:
«Mütarekeden sonra büyük bir h sm t Türk ve Müslüman
ahali ile meskûn olan K afkasydyı zapt&tmiştik. Bizim oralar­
da > hattâ R azer D enizinin Öbür tarafındaki meşhur m tarihî
Merv şehrinde bile kâfi miktarda ordumuz mevcuttu. Ö nce­
leri bu ordu, oralarda İstikran muhafaza edecek kudreti haiz
îdi* Ve biz, artık Bolşemkleri uzakta durdurmağa m uvaffak
olduğumuzu âleme karşı ilân etmiştik. Fakat biraz sonra Bol-
şecizm karşısında bütün hur atarım tahliye etm ekten başka
çaremiz kalmadı. O halde neden oralara gittik? Şüphesiz, kİ
Baku’daki petm l arazisini ele geçirmek için. Fakat bu uğurda
harbetmek için kem iz hazır değildik.»
M u s u l'a G ire n Oırdu 227

Bu makale açıkça göstermektedir, ki büyük sermaye yatı­


rımları yapmış olmasına rağmen, Ingiltere, Bakû İçin bile bir
harbi göze alamamış ve oraları tamamen tahliye etmişti.
Türk Milleti için talihsizlikler daha Lozan sulh konferan­
sında başlamıştı. Lozan'da yeni bir sulh elde etmeğe çalışı­
yorduk. Orada Türkiye'yi, Garp Cephesi Kumandam İsmet
Paşa temsil etmekte idi. Fakat bu hey'et, eldeki bütün deliller
muvacehesinde iddia edilebilir, ki Petrolün ehemmiyetini
müdrik değildi. Eğer petrolün kıymeti idrâk edilseydi 1690
yılında bir irâde-i seniyye ile «Memaliki Şâhâne Arazisi» ola­
rak iîâıı edilmiş olan Musul petrol arazisinden daha başka şe­
kilde istifade eder ve daha çok hisseye sahip olurduk.
Lozan*daki heybetimizin bütün muvaffakiyeti, H e /e tin
İkinci Reisi olan Dr. Rıza Nur Bey’in ısran ile ve Ingİlizlerin
bir lütfü olarak, Iraldm, bu petrollerden aldığı yüzde yitmi
beş hisseden bize de sadece ytizde on bir hak tanınmış olma­
sıdır kî; bu hisse de, anlaşma icabı bize sadece 25 yıl öden­
miştir.
Hakikaten Lozan’da, Türkiye’ye Irak hissesinden verilen
% 10 hisse, bir hisse olmaktan çok uzaktı ve bu hareket bir
lütuf mahiyetinde idi. Zira, düne kadar bir vatandaşımız olan
Kalust Gülbenkyan'dan bile daha az bîr istifade temin etmiş
ve buna mukabil topyekûn Musul'u kaybetmiştik,
Lozan’daki sulh müzakereleri ve bu arada Musul mese­
lesi, bir oldu-bitti ile nihayetlenirken, Türk hey’etinin bütün
muvaffakiyeti İşte sadece bu hisseden ibaretti. Şayet bunu bir
muvaffakiyet saymak icabederse.
Türk Devleli yeni kurulmuştu. Fakat pelrolcular, Türki­
ye’yi rahat bırakmıyorlardı. Bu vadide yeni yeni teşebbüslere
giriyorlar; yeniden birtakım im tiyazlar eJde etmek istiyorlardı.
Nitekim 1923 yfh M art ayında Amiral Chester adında birisi,
Türk Hükümetine resmen m üracaat ediyordu. Bu zat, Muspl’a
kadar im tidad edecek demiryolunun iki tarafında 20 kilomet­
re derinliğinde bir arazi şeridinin imtiyazım istiyordu. Amiral
Chester, bu im tiy a z mukabil, Birinci Dünya Harbi ve onu
takip eden Anadolu İhtilâli dolayısıyle yarıda kalmış olan Is­
tan bul-Bağdad haltının Musul’a kadar inşasını deruhte edi­
yordu. Ankara Hükümeti Amiral Chester’in talep ettiği bu im ­
tiyazı vermekte herhangi bir mahzur görmedi. Kendisi ile 99
yıllık bir imtiyaz mukavelesi akdetti. Bu mukavelenin aktedü-
diği tarih J9S3tür. Bu tarihte Amerika’da Standard Oil ile
Amerika Reisicumhuru Harding’în arası korkunç derecede açık­
tı. Standard Oil ile Reisicumhur arasındaki bu ihtilâf, sonra­
dan Reisicumhurun hayatına mal olacak kadar derindi. Fakat
buna rağmen Standard’m başı Rockfeller, yeni yeni petrol im ­
tiyazları elde etmek için büyük gayretler sarfediyor ve müca­
deleler yapıyordu,
Türkiye Hükümeti ile 99 yıllık bir imtiyaz anlaşması im­
zalamağa muvaffak olan Amiral Chester de, Standard Oi? peU
rol tröstünün adamı idi, Dolayısıyle imtiyaz, adında Standard
OıFa verilmiş oluyordu, Buna mukabil Foyal Dulciı-Sheü gru­
bu da Standard Oil ile bizzat Amerika kıt’asmda ve Birleşik
Amerika Devletlerinde mücadele ediyor, onu yerden yere vu­
ruyordu.
Standard Oil .un bu mağlûbiyet serisi 1932 yılma, yani
Roosvelt’in iktidara geçtiği tarihe kadar devam edecektir.
Amiral Chester, Türkiye’den 99 yıllık imtiya.2 i aldıktan
sonra Amerika’ya gitti. Standard idarecileri ile yaptığı görüş­
meler sırasında Türkiye Devletine taahhüt ettiği demiryolu
inşasına karşılık aldığı imtiy&zı değerlendirmek için para ta-,
lebetti. Lâkin Standard Oil, para verecek durumda değildi.
Çünkü, hem RoyaJ Dutch-Shell grubu, hem de Amerika Rei­
sicumhuru Harding ile başı belâda idi. Bittabi Amiral Ches-
ter'in talebettiği parayı veremedi ve bu imtiyaz da böylece
iptâl edilmiş oldu. .
Yıllar sü ratle geçiyordu. 1925 yılındayız. Mîlletler Cemi­
yetinin H udutlar Komisyonu fevkalâde bir şekilde çalışmak­
tadır. Türkiye-Irak hududu tesbit edilecektir. Gerek Türkiye'­
nin gerek Irak’m mümessilleri komisyonda hazırdır. Fakat bu­
na rağmen son söz bu hey'ederin olmayacak. Milletler Cemi­
yetine tamamen hâkim olan Ingiltere, burada da Türkiye'ye
cephe alacak ve hudutlar, petrol sâhaları Türkiye hudutları
dışında bırakılarak tesbit edilecekti. Böylece yeni kurulmuş
olan Türkiye Devleti de bu hudutları kabule mecbur bırakı­
lacaktı.
Evet, Türkiye-Irak hudutları tesbit edilmişti. Fakat er ve­
ya geç tashihe muhtaç olarak.
Irak artık resmen bir devlet olmuştu. Ingiltere, böylece
bir «Petrol Devleti» kurmuş ve bu Devletçiği himayesine al­
mıştı.
îngilizler. Birinci Dünya H arbi Mütarekesi ile birlikte
vabşiyâne bir surette girdikleri Musul’da çoktan faaliyete geç­
mişlerdi. Türk-Irak hudutları tesbit edildiği IÖ25 yılında İse..
Musul çoktan petrol istihsaline başlamıştı, Buradan çıkarı pet­
rol de, îngilterenm ve Irak’m kasalarını aitun ile dolduruyor­
du, Dünün bedevisi Faysal, Kral Birinci Faysal adım almış
ve bu unvanla tah t’a oturmuştu. Ve onun en yakın adamı, aynı
zamanda îngiliz Enteljjaus Servisin O rta-doğu'da m enfaatle­
rini koruyan, bu arada metbııu Kiralına da gardiyanlık yapan
Nuri Said Paşa idi*
Nuri Said Paşa Irak Başvekili olmuştu, İngdizlerden al­
dığı emre uygun olarak civardaki yeni devletçikler ve Arap
şeyhlikleri ile dostâne münasebetler kurmuştu. Îngilizler, bil­
hassa Arap şeyhliklerinin birbirleri ile dost geçinmelerine âza­
mi itina göstermişlerdir. Zira, bu şeyhlikler arasında meydana
gelecek anlaşmazlıklar, her şeyden evvel Ingilterenin O rta­
doğu3daki petrol menfaatlerini haleldar edebilirdi.
Irak'm devlet olarak herhangi bir endişesi yoktu. Zira
Irak’j, Ingiliz donanması ile Ejıtehjans Servis himayesine almış­
tı. Aslında Entelijans Servis İle Ingiliz donanmasının himaye
ettiği şey yeni Irak devleti değildi, Bu kuvvetler, sadece ve
sadece petrolü muhafaza ediyorlardı,
Ve bu himaye ve Orta-doğu’daki durum 1963 yılımı ka­
dar devam edecekti* Fakat o 1933 yılı, hir felâketler yılı ola­
caktı ...
Irak Kıralı Faysal’ın Esrarlı Ölümü

Petrol sayesinde Irak Krallığına getirilen Faysal, daha


idarenin başına geçmeden karşılaştığı bir çok güçlükler ya­
nında, hâlâ Osmanlı İm paratorluğunun hasreti içerisinde bo­
calayan halk tabakaları tarafından hoş karşılanmamış ve yer
yer bir takım isyan hareketleri ile yüz-yiize gelmiştir. Bilhassa,
Musul ve Kerkük Türlderi arasında beliren memnuniyetsizlik,
her geçen gün biraz daha artmıştı. İrak Devletinin yeni ida­
recileri olarak, gerek Faysal, gerek Başvekil Nuri Said Paşa,
buna bir çare bulmak lüzumuna kani oldular. Bir çok hal şekli
üzerinde duruldu. Fakat bunlardan hiç birisi Musul ve Ker­
kük Türklerini tatmin etmedi. Onlar, zorla hudutları içerisin­
de bırakıldıkları İrak Devletini tanımak ve metbu devlet ola­
rak knbul elınek istemiyorlardı,
İşle bu sıralarda, Irak Kralı, İngiltere’yi resmen ziyaret
etmek üzere, İngiltere Kıah ve Britanya im paratoru 5. Georg
tarafından dâvet edildi. Faysal’m, Irak’m bu iç durumu karşı­
sında İngiltere'yi ziyareti mahzurlu olabilirdi. Zira Kralm ay­
rılması ile birlikte Musul ve Kerkükte ayaklanmalar olabilir­
di. H attâ olabilirdi değil, bu ayaklanmalar mutlaka olacaktı.
Binaenaleyh ayaklanmaları bastırmak için bir askeri harekâta
tevessül etmek gerekiyordu. Bu fikri Faysal’a Nuri Said Paşa
lelkin etmişti.
Faysal, Nuri Said Faşa’nm telkin etliği bu Fikri beğendi
ve 1933 yılında, esrarengiz bir şekilde Ölümünden kısa bir
m üddet evvel Musul ve Kerkük’te askerî harekâtla birlikte
korkunç bir katliama girişti. On binlerce Türk sebepsiz yere
katledildi.
Musul ve Kerkük’te akıtılan kan, bu iki şehirde mevcut
ve dünyanın sayılı petrol rezervlerine sahip petrol sahalarının
emniyeti ipin dökülmüştü. Ve akıtılan bu kan, haksız bir ikti-
sab olarak ve yüzbinlerin isürabı pahasına petrolcularm tesbit
ettiği bir coğrafi hat’tan meydana geliyordu. Bu kan yâdeller-
de bırakılan yüzbinlerce Türkten sadece bir kısmının Anava­
tan hasreti ile yanan duygularının kefareti idi ve maalesef,
Ankara Hükümeti, bu korkunç katl-i’âm karşısında kulaklarım
tıkamış bir vaziyette susmayı tercih ediyordu...
Irak Kralı, Musul ve Kerkük’te işlediği bu cinayetlerden
sonra, etlerini buladığı Türk kam daha kurumadan, vaki res­
mî davete icabet etmek üzere Londra’ya gitti.
Irak Kiralına yapılan bu dâvet, aslında Ingiliz Hükümeti­
nin ve Ingiltere Kıralı ve Britanya im paratoru Beşinei Georg’un
değildi. Bu dâvet, Irak petrolleri ile birlikte Orta-doğu’daki
bütün petrol sâhalarının mutlak hâkimi Sir Henry Deterding
tarafından vaki olmuştu ve İngiltere Kıralı sadece bir para­
vandı.
1933 yıl mm tatlı bir Haziran günü idi, Londra şehri nâ­
dir iyi günlerinden birini yaşıyordu, O gün Londra sanki bir
bayram havası İçerisinde idî. Her taraf Irak ve İngiliz bayrak­
ları ile donatılmıştı.
Londra’nın Viktorıa garı fevkalâde şekilde donatılmakla
beraber, en sıkı emniyet tedbîrlerinin alınmasına da sahne
oluyordu, Londra halkı bugün İngiltere Kıralı ve Britanya İm­
paratoru Beşinci Georg’un «mümtaz misafiri» Irak Kırah Bi­
rinci Faysal’ı karşılamağa hazırlanmıştı.
Viktoria garı, en muhteşem günlerinden birini yaşıyordu.
İngiltere Kıralı ve Britanya im paratoru Beşinci Georg, sırtın­
da Süvari Tuğgeneral üniforması, ile Viktoria garında yerini
almıştı. Ingiltere’nin «mümtaz mi safir» ini getiren tren gar’a
girdi ve durdu.
Irak Kıralı Faysal, içi kırmızı, dışı beyaz ipek harmanisi­
nin eteklerini toplayarak trenden indi ve kendisini ev sahibi­
nin açılan kollan arasına bırakıverdi.
Bir İm parator ve bir bedevi, Londra’nm Viktoria garında
kucaklaşıyorlardı. Kiralın yanında ve Faysala karşılayanlar
arasında İngiliz devlet adamlarının en büyükleri, bütün Ki rai
uilesi ile birlikte yer almışlardı. Bu, belki de Ingiliz tarikinde
bir misli görülmemiş bir karşılama merasimiydi.
Bir bedevi şeyhine, o günkü dünyanın en büyük im para­
toru karşılayıcı çıkmıştı, İngiltere Başvekili ile Hariciye Nazır)
Mc Donald ve Sir Con Sim on, bu «mümtaz misafiri» karşıla­
mak için, Ingiltere Kıralı ve Britanya İm paratoru Beşinci Ge-
org’un hemen yanm da idiler.
Bu merasim* bir başka merasimdi. İngiltere’nin hemen
bütün âsilzâdeleri, dükler, prensler, kontlar, Icrdlar merasime
iştirake resmen dâvet edilmişlerdi.
Viktoria G ar1), İngilİ2 âsilzâdelerinin hemen hepsini belki
de ilk defa bir arada gÖTÜyoıdıı..,
Bütün bunları bir araya getiren, âdeta İngiltere İm para­
torluğunu ayaidantlıran ve basit bir çöl bedevisini karşılamağa
mecbur eden şey, yalnız ve sadece petroPdü.
Petrol, haşmçtld Ingiltere Kıralı ve Britanya İm paratoru­
nu bir şeyhin önünde eğilmeğe mecbur etmişti.
Evet, Ingiltere Kralı Beşinci Georg, Irak Kralı Birinci
Faysal fın Önünde eğilmişti, fakat eğilen baş, petrol yüzünden
dünyayı idare eden bir imparatorluğun başı olduğunu da hiç
bir zaman unutmuyordu.
Irak Kıralı Faysal, Londra’da bir m üddet kaldı. Bu şehir­
de kaldığı her gününü petrolculaıla^ yâni Sir Henry Deler*
ding’in adamları ve bizzat Deterding ile yaptığı müzakerelerle
geçirdi.
Kıra i müzakerelerden çok memnundu. Zira istediği yüz-
deyi almak hususundaki ısran netice vermiş, bizzat Deterding,
petrollerden aldığı yüzde 25 hisseyi yüzde 40 a çıkaracağını
vaadetmişti.
Müzakereler miispet şekilde neticelenince, bir kaç güıı
daha Londra’da kalan Kıral Faysal, «The Irak Petroleum Com*
pany» nin dâvetlisi olarak bir m üddet istirahat etmek üzere
Cenevre’ye gitti.
Faysal. Londra'da iyi netice almıştı, gerçi istediği Şc 50
hisseyi alamadı; ama, *%40 üzerinde bir anlaşmaya vardı. O,
ileride 50 hisseyi nasıl olsa alacağına kani idi. Petrolcular,
kendisine âzami hüsnüniyet göstermişlerdi.
Kral FaysaFın petrolcuiarla vardığım zannettiği anlaşma
yalnız bir vaad idi. Yazılı herhangi bir belgeye dayanmıyor­
du. Fakat, kendisini 1 ^ 0 in verileceğine ikna etmişlerdi.
Faysal, Cenevre'ye vardığı zaman, orada kendisini Deter-
ding’in hediye ettiği son model bir otomobil bekliyordu. Bu
hediyeye ve D eterding’in ^inceliğine» Kırai hayrân kalmıştı.
Uzunca bir m üddet orada kalan Faysal, her gün bu otomobille
şehrin görülecek yerlerini geziyor, binbir gece masallarındaki
prensler gibi yaşıyordu...
1933 Yılı Eylül ayının 7 ncı giiııünc kadar bu hayatı böy­
lece devam etti. Eylül’ün yedinci günü Kıral Faysal, hediye
otomobille Cenevre’de bir hayli dolaştıktan sonra kaldığı otele
döndü ve hususî dairesine çekildi. Kalabalık maiyetine ve otel
idaresine istirahat edeceğini ve kendisini her ne suretle olursa
olsun kimsenin rahatsız etmemesini emretti.
Kıraim istirahaLi m utad zamanından fazla uzadı ve Otel M ü­
dürü Eggymann, «mümtaz misafir»inin hiç bir zaman bu ka­
dar uzun istirahat etmediğini düşündü. Eggymann, bu m era­
kını gidermek için FaysaFm hususî dairesine telefon etmişti.
Gariptir, EggymanrFm bu telefonuna Kral hazretleri cevap
vermemişti!
Eggymann’ıo sonradan anlattıklarına göre, Ki rai H azret­
leri telefona cevap vermeyince merakı büsbütün artm ış ve
«Mümtaz Misafîr»in hususî dairesine uğramıştı. İşte felâket
o zaman anlaşılmıştı. Irak Kıralı Birinci Faysal, yerde cansız
yatıyordu -..
Zavallı Eggymafm’m o anda aklı başından çıkmış ve der­
hal durumdan mahallî hükümet makamlarım haberdar etm iş­
ti. Ortalık bir anda karışmış, Federal Devlet Beisi vaziyetten
haberdar edilmiş, doktorlar gelmiş; ilk tahkikat başlamış ve
Kralm ölümü ile alâkalı rapor ertesi günü tanzim edilmişti.

Resmî makamların yaptığı tahkikat, verilen resmî rapora


göre; Kıral Faysal sür’atlı araba kullanmaktan mütevellit kal­
binde meydana gelen tazyikten ölmüştü.

İrak K'ıruh Birinci Faysal rapora göre; resmen, evet böyle


ölmüştü. Fakat bu rapora da İsviçre resmî makamlarının ver­
dikleri beyanlara da inanmak caiz mi?

Eğer Irak Kıralı Faysal’m ölümünden sonra bir başka


ölüm olmasaydı, bu hâdiseye böylece bir perde indirilir ve
mesele kapanırdı, Fakat, bir başka şahsın ölümü, bütün dik­
katleri tekrar ve zaruri olarak Kralm Ölümüne çevirmişti.
KıraJm hemen arkasından bu fâni dünyadan göç eden zât, Kıral
FaysaFm kaldığı otelin Miidürü ve Kırali ilk defa ölmüş ola­
rak gören Eggymann îdi. Garip bir tesadüf neticesi* Kıralı ilk
defa ölü olarak bulan Otel Müdürü Eggyman da aynı gün olu­
vermiş ve boy 1ece Kiralın ölümü esrarlı bir duruma girm işti...
Kıral Faysal ile Otel Müdürü Eggymann’ın ölümü acaba
bir tesadüf mü idi? Belki bir tesadüftü, belki de değil, Zira
Kralın ölümü etrafında dolaşan rivayetler, bizi bir cinayet ih­
timali üzerinde durmağa mecbur etm ektedir Ve yine iddia
edilebilir kî, petrolcuların çalışma usullerini bilenler bir Kra­
lın ve arkasından bir O tel M üdürünün ölümünü öyle kolay
kolay tesadüflere bağJıyamazlar.
İşin açıkçası şu idi ki; Kıral Faysal, tabii bir şekilde Ölme­
miş, öldürülmüştü. Keza Otel Müdürü Eggymann da petrol­
cü ların kurbanlarından birisi olmuştu,
Peki asıl katil kimdi? Asıl katil, şüphesiz bizzat Otel Mü­
dürü Eggyuıan’d]. Bu hususu aydınlatacak elimizdeki tek de­
lil, petrolcular m insan hayatına değer vermedikleri hususun­
daki binlerce, on binlerce misaldir. Zira, petrolcular bir insanı
ortadan kaldırmak istedikleri vakit, ona en yakın olan insanı
bulurlar ve işlerini gördürürler, ondan sonra da, işlerini gör­
dürdükleri insanı da bu dünyadan yolcu ederler. Onlar için bu
tip in sanla rı bulmak ve herhangi bir cinayete zorlamak işten
bile değildir.
Zavallı Faysal, henüz KıralLığının tadma bile yaramadan
bu dünyadan göç etmişti ve böylece petrolcular, listelerindeki
adam lardan birisini daha yollarından kaldırmağa muvaffak
olmuşlardı.
Irak Kırahnm ölümü, bütün Irak’ta günlerce devam eden
bir matem havasının esmesine yol açmıştı. Fakat devlet dev­
letti. Kıral ölmüştü, yeni Kıral yaşayacaktı.
Kıral Öldü, yaşasın yeni K ıral...
Evet yeni Kıral tahta geçmişti ve yaşayacaktı. Fakat han­
gi tarihe kadar? îşte bunu kimse bilemezdi,
ö le n Kıral Faysal’m oğlu Gazi, babasından boşalan tahta
Irak Kıralı Birinci Gazi ünvanı ile oturmuştu. Fakat zavallı
Gazi’nin de şansı yaver gitmemiş, babasının ölümünden Lam
beş yıl sonra, dünyanın bir yeni Cihan Harbine bütün güçleri
ile hazırlandığı bir devrede, Aİmanlara mütemayil siyasetinin
İrtirbam olarak ölmüştü.

Irak Kıralı haşmetlû Birinci Gazi de, tıpkı babası gibi,


petrolcuların kendisine hediye ettikleri bir otomobil ile Bağ'
dad civarında gezerken bir direğe çarparak bayata veda et­
mişti.
Nuri Said Paşa hükümetinin resmî raporu bu idi. Kral bir
otomobil kazasında hayata gözlerini yummuştu. Fakat işin
aslı hiç de Nuri Said Faşa hükümetinin Irak halkına bildirdiği
gibi değildi. Çiinkü Irak Kırah Birinci Gazi, arkadan vurulan
sert bir cisimle ve kafası parçalanarak Öldürülmüştü.

Gazi*nin ölümünün bir cinayet olduğu hususu bütün İrak


halkının ağzında idi, fakat biç kimse Nuri Said Paşa’nın de*
diğinin aksini söyleyecek kudreti kendisinde bulamıyordu.
Nasıl bulsundu ki; Irak Nuri Said PaşaYım sert yumruğu ab
tuıda âdeta bir üsera kampına dönmüştü.
Bu ölümdeki esrar perdesinin aslı şu idi.
\
Osmanlı İmparatorluğunda tahsil yapmış olan Nuri Said,
tahsilini ikmal edince teğmen olarak Türk ordusuna rntisab
etmiş ve ihanetini işlediği 1915 yılına kadar Türk ordusunda
vazife görmüştü. Yüzbaşılığına kadar devam eden bu devre
içinde tam bir Alman disiplini altında yaşamıştır. Ve kendi­
sini Alman disiplininden ayıramamakla birlikte, Almanların
müttefikleri olmasına rağmen Tüıklere nasıl muamele ettikle­
rini yakinen biliyor ve onlardan nefret ediyordu. Buna muka­
bil Gazi, Almanya’nın haşmetine ve Hitlerin şahsiyetine bü­
yülenmiş bir haleti ruhiye içerisinde olduğunu saklamıyor, Al-
manyanm Avrupada giriştiği ilhak hareketlerini tssvib ediyor­
du. Bundan ayn olarak da, Kııa\ Ga 2 İ sonradan bir hiikûmel
darbesi île Ira k ta fiil en idareyi eline alan fteşid Âti 'E l Cey-
lâni’ye de sempati besliyordu,
Nuri Said PaşaYıııı korkunç hırsı, kendisinin Öldürüldüğü,
tarihe kadar sadakatle hizmet ettiği Entelijans Servis ile Ingi­
liz Bahriye Birinci Lordluğunun petrol menfaatleri. Kiralın bu
siyaseti ile tehlikeye giriyordu. Buna meydan vermek, pet­
rolün bir gün Almanların eline geçmesi demekti, işte bu ola­
mazdı. Belki her şey olabilir, fakat petroller Ingilizlerden gay­
ri bir devlete verilemezdi,
Nuri Said Paşa, bu emri aldıktan sonra, kendi lorsun da
bu emre ilâve edince, derhal harekete geçmiş ve Kıral ile bir
kaç defa çok ağır m ünakaşalarda bulunmuştu. Kıral diretiyor­
du. O, siyasetinde musirdi. H attâ Nuri Said Paşa’yı tehdid
biîe etmişti.
Zavallı Gazi bilmiyordu ki; bu hareketi Ölümünü ıntac
edecekti. Nitekim de öyle olmuştu ve Gazi ortadan kaldırdı-
vermişti. Şimdi rahatlıkla iddia edilir ki; Irak Kıralı Birinçi
Gazi, takibettiği siyasetinin kurbanı olmuş ve bizzat Nuri Said
Paşa’mn hazırladığı bir s"uika s de kurban gitmişti.
Böylece, îngilizler tarafından Önce Versay’da sonra Lo­
zan’da varlığını ortaya koyduğu bir petrol devleti olan Irak’ın
iki Kıralı, baba oğul beş jul ara ije Öbür dünyaya gönderilmiş
oluyordu, ■

ORTA DOÖU’DA BUHRANLI YILLAR


VE
ÎRAN PETROLLERİ ETRAFINDAKİ MÜCADELE
İkinci Dünya Harbi sona erdikten sonra Orta-doğu dev­
letleri petrolün nibayetlenen harpteki korkunç kudretini gör­
dükten sonra kıymetini anladılar ve bu husustaki siyasetlerini ■
ona göre tesbit ettiler.
Orta-şark’ta, İran’da 1901 ve îrak’da aşağı yukarı 1905
tarihlerinde bağlayan petrol mücadelesinden sonra patlak ve­
ren 1914 Birinci D ünya H aıbi sonunda dağılan Osmanlı im ­
paratorluğunun eski toprakları üzerinde m eydana gelen dev­
letçiklerin hemen mühim bir kısmı petrol devleti idi.
Bu devletler Arap Yarımadasını kaplayan topraklar üze­
rinde meydana gelen devletler He şeyhliklerdi.
Suudi Arabistan devleti, 1950 yılında Aramco Petrol Şir­
keti ile yaptığı bir anlaşma sonunda, bu şirketin Süudi Ara­
bistan topraklarından elde ettiği petrolden evvelce bu devlete
verdiği 25 hisseyi % 50 ye çıkarmıştı. Ve Suud Bin Abdülâziz
bu işi tereyağından kü çeker gibi başarmıştı. Tabii Suud Bin
Abdülâziz’in bu muvaffakiyeti diğer petrol devletleri tarafın­
dan alâka ile takibedümiş ve onlar da, hudutları içerisinde
faaliyet gösteren petrol şirketlerinden, j kendilerine verdikleri
hisse mikdaritıı arttırm alarını taleb etmişlerdi.
Hudutları içerisinde faaliyet gösteren petrol şirket)erin­
den kendilerine ayrılan hisse mikdanmn arttırılmasını taleb
eden bu devletler arasında Irak da vardı,
Nuri Saıd Paşa, Gazi ortadan kaldırıldıktan sonra,. Irak’a
tamamen hâkim olmuştu, Naib Prens Abdiiltllâh, avucunun
içinde idi. Naibin kadınlara düşkünlüğü, israfı Nuri Said Pa-
şa’yı Irakü demir pençesi arasına almağa âdeta zorlamıştı.
Sonra Nııri Said Paşa bir şeye daha dikkat etmişti. Amerika-
ya. Evet, Nuri Said Paşa Amerika’ya dikkat etmiş ve ikinci
Dünya Harbin den sonra Ingiltere’nin cihanşümul bir im para­
torluk olmaktan çıktığma ve yerini Amerika’ya * terkettiğine
inanmıştı.
Nuri Said Paşa dünya bankeri Amerika’ya sırtım daya­
dığı takdirde Ingiltere'ye pekâlâ bir takım teklifler yapabile­
ceğine de kat’î olarak inanmıştı. Nitekim 1948 tarihinden son­
ra, îngiîizlerin bu eski adamı yavaş, yavaş istikametini Ame-
rikû’ya doğru çevirmeğe başlam ış fakat bu arada tngilizleri
de ihmal etmemişti. Filvaki Nuri Said Paşa’nm bu yeui poli­
tikası Îngilizler tarafından büyük bir dikkat ile takibedilmiş
ise de, Îngilizler bu politikama değiştirilmesi hususuuda h er­
hangi bir dem arş yapmamışlardı, İngiliz petrolcuları için Nuri
Said Paşa arlık eskimiş bir insandı, onun yerine bir yenisini
koymak lüzumlu idi. Fakat bu yeni adamı da oriaya çıkarmak
istemiyorlardı. Onlar, yani İngiliz petrolcuları, O rta-doğü’nun
karışmasında kendileri için büyük menfaatler mülâhaza e t­
mekte idiler. Nitekim istikbalde cereyan edecek olan hâdise­
ler, İngilizlerin bu görüşlerinde ne kadar lıakh olduklarını or­
taya koyacaktı. ,
Nuri Said Paşahun bu yeni Amerikanofîl siyaseti başla­
dıktan üç yıl kadar sonra, yani 1951 de İngilizlerle ilk petrol
müzakereleri başladı, Nuri Said Paşa, İngil izi erden Aramco
Şirketi İle Suudi Arabistan Krallığı arasında akfcedilen yeni
petrol anlaşmasındaki hükümlere müşabih bir imtiyaz taleb
etti. Yani Nuri Said Paşa Irıg dizlerden, «The Irak Petroleum»
şirketinden frak devletine verilen % 25 hissenin % 50 ye çıka­
rılmasını istedi.
îngjlizler, Nuri Said Paşa’nın bu teklifine ne «Evet» ne
«Hayır» dediler. Yalnız, ciddî olarak kendisini ikaz ettiler. Irak
Başveziri Nuri Said Paşa da teklifi üzerinde ısrar cesaretini
gösteremedi. Nuri Said Paşa îngilizleri çok fena bir zamanda
yakalamıştı, yakalamıştı ama bu fırsatı değerlendirmesini bile­
memişti. îngilizler, Nuri Said Paşa'nm petrol hissesini arttır­
mayı taleb etlikleri anda, İran'da, Ruslar ve Amerikalılarla so­
nu aleyhlerine nihayeti ene cek bir mücadelenin içerisinde idi.
Fakat, aym Nuri Said Paşa, Orta-doğıTda Entelijans Servis
ile petrolcuların ne kadar kuvvetli oldukların: biliyor ve on­
lardan korkuyordu. Teklifinde ısrar edememesinin sebebi bu
idi. Kaldı ki; «The Irak Petroleum Company» açık olarak
Irak’ta herhangi bir değişiklik arzu etmediğini de bildirmişti.
Bu ikaz bir nevi tehditti ve Nuri Said Paşa bunun farkında ıdL
İkinci Cihan Harbinin nihayete erdiği tarihten b e j yıl
geçmiş olmasına rağmen dünya hâlâ sulha kavuş mam işti. 1945
tarihinde kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı ile dün­
ya iki ayrı kampla ayrılmıştı.
Kamplardan birisi Dem irperde adını almış diğeri de Hüc
milletler sıfatım iktisab etmişti. Dem irperde memleketleri
Rusyanm etrafında* H ür milletler de Ingiltere, Amerika ve
Fransanın temsil ettiği bloklun etrafında toplanmışlardı. Dün­
yanın siyasi durumu bu idi. Fakat hakikatte, yani hür millet­
leri ikinci Dünya H arbinde zafere ulaştıran petrol mücadele­
sinde ise bu cepheler değişik bir mahiyet arzediyordu.
Rusya-Amerika birliği, tekrar fngîltereye yüklenmeğe ça­
lışmış ve petrol etrafında korkunç bir mücadele başlamıştı.
Yalnız, Standard Od, îngilteneye karşı yaptığı bu mücadelede
Amerikan hükümetini ortak edememişti. Roosvelt zamanmd-ı
inkişaf ve kemal noktasına varan Rus-Amerikan dostluk ve iş­
birliği, onun ölümü İle yerine geçen Trumanbn yeni politikası
ile âdeta iflâs etmişti. Standard, îngiltereye karşı yalnız kal­
mıştı. Amerika hükümeti kendisini desteklemem işti,
Ruslar, S tandardın kendileri ile olan gizli münasebetle­
rinden faydalanarak O rta-doğu’da yeni ve tehlikeli bîr takım
hareketlere girişmişlerdi, Sovyet ajanları, Îran-Irak-Tiirkiye ve
Suudi Arabistan ile Mısır'da çok ciddî bir şekilde çalışıyor­
lardı.
ikinci Cihan Harbinin nihaî safhası olan Japonya'nm m ağ­
lûbiyetinden bir yıl geçmeden, Rusya'nın O rta-doğu'da ve bu
arada Türkiye'deki ajanları, Moskova'ya verdikleri raporlarda
durum un Sovyetler lehinde inkişaf ettiğini bildiriyorlar ve
Rusyayı bir takım hareketlere girişmeğe mecbur ediyorlardı.
Rusya, ikinci Dünya Harbinin galibi bir devlet olarak
adamakıllı kuvvetlenmiş t i. Onun, Orta-doğu5da, bu arada bil­
hassa sıcak denizlerde gözü vardı, Rus Çarbğmm mirasçısı
olarak Rusyayt Akdenize, yani sıcak denize inmekten mene­
den tek devlet Türkiye îdi. Binaenaleyh, ilk denemeyi burada
yapmak itabediyordu. Rusya düşünüyordu ki, Türkiye işbu
.1947 yılında âdeta tek başına bir devlettir. Binaenaleyh bu
devlete yüklenmiş olmakla neticeyi istihsal etmek mümkün
olacaktır. Böylece Rusya, Orta-doğu petrol sâhasını Akdeniz­
den de tehdit edebilecek duruma girerdi.
Bu görüş çerçevesi içerisinde Rusya, 1947 yılında Türfci-
yeye verdiği bir nota ile, Kars-Ardahan ve havalisinin kendi­
sine verilmesin i taleb etmişti. Rusyanm bu talebi beynelmilel
siyaseti biranda allak bullak etti. Bu taleb, dünya politikacı­
ları için beklenmeyen bir talebti. Bu taleb karşısında şaşırma­
yan, şoke olmayan yalnız Türk lıükûmeti olımış ve Rusyaya
anladığı manadaki cevabmı vermişti.
Türkiyenîn cevabı gayet sarihti, Rusya taleb etmişti, eğer
kuvveti varsa, Türkiye hudut memleketi idi gelip alabilirdi.
Evet, Türkiye Rusya ya bir defa daha rest çekmişti.
Ve böylece Rusyamn sıcak denizlere, dolayısı ile petrol
sâhalarmı ihata politikasına Türkiye sed çekiyordu.
Türkiyenin, en zayıf bulunduğu bir devrede, Stalin Rus-
y asının kudret ve kuvvetine aldırmadan Test çekebilmesi, dün­
ya politikacıları için birincisinden daha büyük bir sürpriz ol­
muş, diinya âdeta donup kalmıştı. Rusya ise, bütün kuvvet ve
kudretine rağmen, Türk hükümetinin ağır bir lisan ile kaleme
alınmış cevabî notasını sineye çekmeğe mecbur olmuştu.
Rusya, Türkiyeden bu dersi aldıktan sonra, dahilî işlerine
müdahaleden hiç bir vakit geri kalmadığı İran ’a döndü. Irau
Rusya için müsait bir memleketli. Ruslar ayrıca İran’ı kolay
yutulur bir lokma telâkki ediyorladı, Evet, İran, Rnsya için
kolay yutulur bir lokma olabilirdi, eğer orada İngilizler, daha
doğrusu, İngiliz Entelijans Servisi ile Deterding olmasa idi.
Rusların bu kararı, İran için cidden büyük biı talihsizlikti.
Zira petrol üçüncü defadır ki, İran'ın başına büyük gaileler
açacaktı.
İran devleti, 1907 ihtilâlinden soma taksime uğramış ve
bu taksimden güç belâ kurtulmuştu.
İran için ikinci gaile 1925 yılında meydana gelmiş, İran
ordusu zabitlerinden, şimdiki Şalım babası olan Binbaşı Rıza
Fehlevî, îran tahtım işgal eden Kaçar lıânedânma isyan etmiş,
bu Türk hânedânını tahtından etmişti. Binbaşı Rıza Pehtevî-
nin., tran Şah’ı olarak sahneye çıkmasından soma İran’da ee^
reyan eden hâdiseler, îran İçin hakikaten arzu edilmeyen şey­
lerdi.
İran'ın başına gelen bütün bu felâketler, bu musibetler
hep petroldendi.
Iran için üçüncü felâket, İkinci Dünya H arbi içerisinde
vukubulmnştu, Bedbaht İran, Îngiliz-Rus anlaşmasına uygun
olarak ikiye ayrılmış ve memleketin kuzeyini Ruslar, Güneyini
de îngilizler fiilen işgal etmişlerdi. İkinci Dünya H arbinin za­
rureti olarak kabul edilen bu fiili işgal, harb biter bitmez son
bulacaktı. İşgalcilerden birisi olan İngiltere, anlaşmanın bu
hükmüne sadık kalnuş, fakat Rusya işgal ettiği bölgelerden bir
tiirlü çıkmak istememiş, hattâ bu hususta ayak dnemişti.
İran için çok üzücü, uzun müzakereler sonunda Ruslar
İran'ı terk etmiş, fakat geride, kendilerine bağlı çok kuvvetli
bir teşkilât bırakmışlardı. Ruslar, her ne suretle olursa olsun,
İran'da yerleşmek, lıîç olmazsa, kuvvetli bir şekilde bit mem­
leketi baskı altında tutmak, îngiliziere verilmiş olan petrol
imtiyazlarını feshettirmek ve bu petrollere sahip olmak niye­
tini besliyordu, İşin ve sözün açıkçası, R uslar îranü rahat b ı­
rakmamayı prensip kabul etmişlerdi.
Ruslar İran'ı terk ettikten sonra geride bıraktıkları yerli
teşkilâtla birlikte kendilerine bağlı ajanlar, hummalı bir faali­
yete giriştiler. Bu faaliyetlerin neticesi olarak da İran'da 1950
yılında ileride patlak verecek olan hâdiselere başlangıç mahi­
yetindeki ufak tefek hâdiseler m eydana geldi. Bu hâdiseler,
İran’ın iç bünyesi bakımından hiç de iyiye yorulacak cinsten
değildi,
Fetrol yükünden Iran açıkça tehdit ediliyordu. Bu tehdit­
ler ise, İran'da, devamlı olarak hükümet buhranları tevlid edi­
yordu.
Iranlılar, Amerikan politikasının ve Rusyanm tazyiki ile
İngilizlerle, kendilerine verilmiş olan imtiyaz anlaşmalarını
yeniden gözden geçirmek ve zamanın icaplarına uygun ola­
rak yeni baştan tanzim etmek için petrol müzakerelerine baş­
lamışlardı.
1950 Yılmda başlayan bu müzakereler maalesef ümid ve­
rici değildi. Müzakereler uzadıkça uzuyor ve en ufak bir an­
laşma olmuyordu, Müzakerelerin sürüncemede kalmasından
birinci derecede mes’ul olanlar Ruslardı. Gerçi Ruslar ortada
gözükmüyordu, lâkin İran’daki Rus ajanları ile Tudeh Parti­
sinde teşkilâtlanmış olan Komünistler, İran hükümetlerini akla
durgunluk verecek bir baskı altında tutuyorlardı. Ruslar deni­
lebilir ki; İran’da dilediklerini rahatça yapabiliyorlardı,
Petrolcularla, îran hükümeti arasında bir anlaşmaya va­
rılacağı ümid edildiği anda* hiç umulmadık bir takım hâdise­
ler meydana geliyor ve müspet yolda ilerleyen müzakereler
bir anda duru veriyordu, ö y le anlaşılıyordu ki, Ruslar İran’da
müstakar bir hükümet istemiyorlardı, Bütün bu huzursuzluk­
ları da Kuzistan eyaletinde ve A badan'da bulunan petrol için
yapıyorlardı.
Ruslar îran’ı huzursuz eden tertiplerin yaratıcısı ajanları
maalesef İran hükümetleri ile muhtelif tarihlerde yaptıkları
anlaşmalarla bu memlekete sokmuşlar vc kendilerine bir de
kanunî sıfat bulmuşlardı. Bu ajanlar sözde Mütehassıs idi. T a­
bii bu sıfat altvnda da rahatça çalışmak imkânlarını buluyor­
lardı.
İşte bu ajanlardı kî, İran ile İngiltere arasında cereyan
etmekte olan petrol müzakerelerinin müsbet bir neticeye ulaş­
masına mani oluyorlardı,
1951 Yılmda İran'da General Razmara Başvekildi. Ken-
rlisi diiriistj namuslu ve batıya yakınlığı nisbetinde Ruslaıdan
nefret eden bir insandı. Petrol müzakereleri akamete uğradık­
tan sonra Başvekil olan Generalin şahsında İngilizler, petrol
meselesinde bir anlaşmaya varabileceklerini ümid elliler ve
bir kere daha müzakere kapılarını yokladılar. General her ne
olursa olsun İngilizlerle anlaşmaya taraftardı. Omni için ln-
gltizlerin yaptıkları, müzakerelere tekrar başlama teklifini
memnuniyetle kabul etti.
G eneral Razmara şuna inanıyordu ki; Petrol tehlikeli bir
madde idi. Ayrıca general, petrolün küçük devletler tarafın'
dan istihsal edilebileceğine de inanmıyordu. O, petrolün an ­
cak beynelmilel tröstler tarafından çıkarılabileceğine inanmış­
tı, Bu sebeple de İngilizlerle anlaşmak üzere vaki teklifi kabul
etmişti,
Anglo Persian ile İran hükümeti arasındaki petrol müza­
kereleri dostane bir hava içinde başladı, İran da, Anglo Por-
sian da uzunca suren müzakereler sırasında birbirlerine say­
gılı davrandılar ve karşılıklı bir anlayış gösterdiler. Müzake­
reler müspet b ir yolda ilerledi ve nihaî safhaya geldi. Taraflar
her hususta anlaşmışlardı. Sadece ufak bir iki mesele kalmıştı.
İran'ın istediği olmuş, Anglo Persian istihsal edilen pet-
rolüu 50 sini İran'a vermeği kabul etmişti. Bu netice İran
için fevkalâde bir netice idi. Esasen bugüne kadar petroJcu-
îarla İran hükümetleri arasında cereyan eden müzakerelerde
İranlilar bundan daha büyük bir hisse taleb etmemişlerdi. G e­
ne rai Razmara, petrolcü! arla olan ihtilâfın halle dilmesinden
dolayı memnuniyetini izhar ediyor, anlaşmanın imzasına h a­
zırlanıyordu. Fakat Ruslar rahat durmuyorlardı.

BİR BAŞVEKİL ÖLDÜRÜLÜYOR

Anglo PeTsiao ile h a n lıü kümelinin petrol müzakerelerine


haşladıkları sıralarda Ruslar da harekete geçmişlerdi. Sözde
mütehassıslar her tüîlü tahrik yoluna m üracaat ediyor ve İran
ile pctrolûiılar arasında cereyan etmekte olan müzakereleri
baltalamağa çalışıyorlardı.
Ruslar gayet mükemmel çalışıyorlardı. Tabiî bu çabşma
metodunun gerisinde de Rus altunlan, her yerde ve her za­
man görüldüğü gibi büyük rol oy otıyordu,
Tııcîehçı'İer ceplerindeki Rus af tunları ile memleketi âdeta
hallaç pamuğu gibi atıyorlardı. General Razmara ile Anglo
Perişan arasmda yapılan ve İran'ın lelıiııde neticelenmek üze­
re bulunan miizakerelerden önce, Rusların teşvik Ye tahrikleri
ile Tudeb Partisi ile Fedaiyanı Islâm teşkilâtı İran’a verilen
petrol hissesinin azlığından şikâyet eden bir propagandanın
tahrikçileri idiler. Onlar, Anglo Persian tarafından İran'a ve-
Fiien !%20 hissenin arttırılmasını istiyorlar ve bu hususta el­
lerindeki bütiin organlardan faydalanıyorlardı.
Onlar, Ingİlizlerin, İran'ın taleb ettiği petrol hissesinin
arttırılması teklifini kabul edeceklerini bir an dahi akıllarına
getirmemişlerdi. Vaktaki müzakereler müsbet yolda ilerleyip
neticeye varmak ümidi belirince Ruslar, Tudeh Partisi ve Fe-
daiyanı İslâm teşkilâtını harekete geçirdiler,
I

İran’da yeni bir propaganda başlamıştı. Petrol devletleş-


tirilmeli idi. Evet Tudebçîlerin de Fedaiyanı îslâmcılarm da
yeni Rus modası teklifleri bunlardı.
Rusların yeni petrol siyasetlerini ifade eden «Devletleş­
tirme» parolası bütün İran’da misli görülmemiş bir propagan­
da kasırgası halinde esti. Tabiî neticeleri de o nîsbelte kafi
oldu. Halk, yeni teklifleri benimsedi ve hükümetin Anglo Per-
sian ile anlaşmak üzere bulunduğu o günlerde bütün tran’a
şamil nümayişler başladı. Halk sanki bîr ağızdan konuşur gibi
petrolün devletleştirilmesini taleb ediyordu.
Huşlar, bu nümayişlerle de iktifa etmediler ve yine mem­
leketin h er tarafında İngiltere ve Anglo Persian petrol şirketi
aleyhinde nümayişler tertib ettiler.
Halk, kitle psikolojisinin tipik bir misali halinde her gün
her yerde İngiltere aleyhinde yeni, yeni nümayişler tertipliyor
ve aleyhte en ağır konuşmaları yapıyordu,
îran sanki yerinden oynamıştı. Halk heyecan içerisinde
idi. Rus ajanlan da halkın heyecanını daha fazla tahrik etmek
için ellerinden geleni yapıyorlar, bütün İmkânlarını ©rtaya ko­
yuyorlardı.
Halkm aleyhteki nümayişleri o hale geldi ki; hükümet, îıı-
gilizler ile yapılan müzakereleri Anglo Persiaıı’m da tasvibi
ile ve halkm yumuşamasına kadar tehir etti,
Ruslar, talihsiz İran’ı, çok müsaid şartlarla imzalamağa
muvaffak olacağı bir anlaşmadan ve m enfaatten mahrum et­
mekle kalmıyor, fakat bu memleketin başma yeni, yeni gaile­
ler açmağa hazırlanıyordu.
Petrol müzakereleri lıer iki tarafın da arzusu ve halkın
yatışması ve ondan sonra tekrar müzakerelere başlamak kaydı
ile durmuş olmasma rağmen, İran’da hâdiseler durmamış, uü-
mayigler ve halk hareketleri lıer gün artan bir hızla devam et­
mişti. ■
Tudeh Partisi ile Fedaiyanı İslâm cemiyeti açıkça mey­
dan okuyorlar, hükümeti ve Şah’ı tehdit ediyorlardı. Başvekil
General Razmara, bu iki teşekkülün baş düşmanı idi.
İran'da Huşların istedikleri vasat meydana gelmişti. En-
telijans Servis ile D eterding ilk defa İran'da bocalamağa baş­
lamıştı. Hâdiselere hâkim olamıyor gibi bir durum içinde idi.
Fakat hakikatte Deterding, bütün kuvvet ve kudreti ile İran'da
bulunuyordu. Deterding için son darbeyi indirmek güç değil­
di. Fakat bıı darbeyi indirmek için zaman çok erken di. Zavallı
İran* topraklarındaki petrol yüzünden birbirine girmişti. Ve
hiç kimse bunun farkında değildi.
İran’da durum çok gerginleşmiş t L Her an bir harekete in ­
tizar ediliyordu, fş bu şekle girince, Başvekil General Hazma-
ra, bir takım sert tedbirle almağa m ecbur kaldı, Tndebçılerden
ve Fedaîyam İslâm İleri gelenlerinden bir çok tevkifat yaptı.
Buna rağmen nümayişlerin arkasını akm adı. B ir taraftan tev­
kifler devam ederken, öbür taraftan bu iki teşekkül yeni, yeni
nümayişler tertipliyor, General Eazm ara'nın aldığı tedbirleri
protesto ediyor, kendisini açıktan açığa tehdit ediyorlardı*
Iran, petrol yüzünden bir defa daha kana bulanm ak isti­
dadını gösteriyordu. Bu memlekette kan akması m ukadderdi,
zira topraklarında petrol vardı. Nitekim, petrol yüzünden bu
kan akmakta gecikmedi,
7 Mart 195] tarihinde patlayan bir tabanca bu kanm ak­
masına sebep oldu. Talihsiz İran'ın, talihsiz ve vatanperver
Başvekili General Razmara kanlar içinde yere yıkıldı.
General Hazırlara derhal öldü, ve petrol, ölüler listesine
bîr Başvekil daiıa ilâve etti.
General Razmara’nın katili derhal yakalandı. Katil, 25 ya­
şında bri gençti ve Fedaiyanı İslâm cemiyetinin azası idi.
Katil. Abdullah Rastoşar adında birisi idi. Bütün îran m at­
buatı ile birlikte dünya m atbuatı bu menfur ve iğrenç cinayet­
ten bahseden yazılar yazdı, cinayeti protesto etti, fakat netice
değişmedi. Petrol bir devlet adamının daha başım yedi ve ar­
kasında gözleri yaşlı bir cemiyet bıraktı.
Petrol kralları cihanşümul hale getirdikleri petrol yüzün­
den durmadan cinayetler işliyorlar, devletlerin i<f İşlerine mü­
dahale ediyorlar ve hazan da**, kendilerine boyutı eğmeyen
devletlerde ve diledikleri anda ihtilâller, hükümet darbeleri
yapıyorlardı.
İran’daki son hâdise de bunlardan birisi idi ve İran Dramı
yeni başlıyordu.
Şah, Razmara’nm katlinden sonra, Baş vezirliğe İran'ın
çok değerli devlet adam larından birisi olan Hüseyin Âlâ’yı ge­
tirdi. Yeni Başvezir, derhal cinayetle alâkalı bir çok tevkifat
yaptı.
Yeni hükümet, işe sert bir tempo ile başladı. Buna rağ­
men İran'ın her tarafında başlamış olan ve bir Başvekilin katli
ile neticelenen nümayişlere mani olamadı.
Halk durmadan nümayişler yapıyordu. Bilhassa Tahran
tahammül edilmez bir şehir manzarası almıştı. Şehrin her ye­
rinde nümayişler oluyor, Ilüseyin Alâ hüküm eti ve Îngilizler
aleyhine yeni yeni hareketlerde bulunuluyordu.
Tahran'daki İngiliz elçiliği ise hâdiseleri, kendilerine has
bir soğukkanlılıkla takib ediyordu. Lâkin İngiltere aleyhinde­
ki nümayişler o hale geldi ki; duruma m üdahale mecburiyeti
doğdu.
Tahran’daki İngiliz büyük elçisi îran hükümetine sert bîr
nota verdi,
Îngilizler Tahran hükümetine verdikleri notada; îngilte-
reye müteveccih olan halk hareketlerinin derhal durdurulm a­
sını taleb ediyorlardı. İran hükümeti âdeta acz içinde îdi. De­
vam eden hâdiseleri durdurm ağa kudreti yetmiyordu* Buna
rağmen İngiliz notasına yumuşak bîr lisanla kaleme alınmış
bir cevap verildi, tran bu cevabında; hâdiselerin anormal ol­
makla beraber yatışacağı teminatım veriyor, fakat’ nümayiş­
leri de durdurm ağa muktedir olamıyordu.
Gerçi memleketin her tarafına yayılmış olan nümayişler
büyük mikyasta durmuştu, am a Tahran için için kaynıyordu
ve nümayişlerin arkası almamıyordu.
Tahran hariç, İran ’ın diğer şehirlerinde nümayişler* bir
ay kadar durmuştu.
Bu bir aylık nisbl sükûn 11/12 Nisan 1951 tarihinde yeri­
n i çok şiddetli bir fırtmaya terk etmişti. İran'da durum, mem­
leketin her tarafında başlayan çok ağır nümayişlerden sonra
birden bire nezaket kesbetti. Tudeh Partisi He Fedaiyanı İs­
lâm cemiyetinin tahrik ettiği nümayişler İran’ı bir baştan bir
başa sarmıştı.
11/12 Nisan tarihlerinde başlayan nümayişler, bilhassa
ideolojik niyetlerini açığa vurmak bakımından mühimdi. O
tarihe kadar yapılan nümayişlerde rengini belli etmemiş olan
Komünistler son nümayişlerle birlikte ortaya çıkmışlar ve baş­
layan hareketi bir Komünist hareketi haline getirmişlerdi.
Hükümet bunalmıştı. Hükümetin elinde, başlayan komü­
nist hareketin müşevvik ve tertipçisi olarak Tudeh Partisi ol­
duğunu gösteren bir çok raporlar vardı. Buna rağmen, Tudeh
Partisi aleyhine herhangi bir takibata girişemedi. Zira, b ö y le
bir harekete tevessül ettiği takdirde, İran'da iç harbin kaçınıl­
maz olduğunu Başvekil Hüseyin Âlâ herkesten daha iyi bili­
yordu,
Komünist hareketinin başladığı tarihten iki gün sonra, 13
Nisan tarihi Iran için felâketli bir taıih oldu. O tarihe kadar
her türlü nümayiş ve protestonun dışında kalan A badan’da da
komünist hareketi başladı. Abadan’daki nümayişler, bir anda
tipik bir komünist taktiği olan sokak arbedelerine döndü. Halk
ile polis arasında vuku bulan kıyasıya mücadelelerde iki Ingi­
liz teknisyeni ile bîr Italyan teknisyeni ve altı ir anlı işçi oldu.
Petrol Asyamn bu bölgesinde yeni cinayetlerin işlenme­
sine, bigünah zavallıların, hattâ niçin öldüklerini bilemeden
hu dünyadan göç etmelerine sebep oluyor ve petrol uğrunda
bilerek veya bilmeyerek ölen sayısı belli olmayacak kadar çok
insanın yanma yenilerini ilâve ediyordu.
13 Nisan 1951 tarihinde yani komünist nümayişlerin İran
petrol tasfiyehanesinin merkezi A badan’a sirayet ettiği gün,
İngiltere ciddî bir takım tedbirler almağa başladı.

İngiltere Bahriye Birinci Lordluğu, münhasıran kendisine


ve Entelijan Servise ait olan petrol mıntıkasını korumak hu­
susunda alm an tedbirleri dünya umumi efkârına ilân etti,

Ingiliz Bahriye Birinci Lordluğunun ilân etliği tedbirler,


bugüne kadar emsalinde görülen tedbirlerdi.

Bahriye Birinci Lordluğu, petrolü m uhafaza etmek için,


harp gemilerini bir kere daha petrolctıknn emrine tahsis edi­
yordu, O petrolcular ki, m enfaatleri icab ettirdiği zaman dün­
yayı ateşe atmaktan, donanmaları, orduları ve binlerce uçak-
dan meydana gelen uçak filolarım harekete getirmekten çe­
kinmezler.
îşte İran meselesinde de böyle oluyordu. H arp gemileri
harekete geç irili yordu, Çünkü, tehdit edilen petroldü. Tarih
bîr dofa daha tekerrür etmekte idi.
1921 yılmda da İngilizler, Kostarika Petrolleri yüzünden
Amerika ile çatıştığı zaman, yine donanmalarını seferber et­
mişler, Amerikayı o yılların korkunç armadası île telıdit etmiş­
ler, Amerika da bu tehdide boyun eğmek zorunda kalmıştı,
Şimdi yine öyle oluyor, donanmalar harekete geçiyor ve
petrolü korumak için Abadan'a rotasını çeviriyor ve tam yolla
Basra Körfezine gidiyordu. İngiliz Bahriye Birinci Lordluğun-
dan tedbirler hakkında verilen bügiye göre; A badan’daki
tngfliz menfaatlerini korumak maksadı ile İngiliz donanmasın­
dan bir kaç gemi tahrik edilmiş ve gemiler A badan’a gitmek
emrini almışlardı.
Abadan’a gitmek üzere acele üslerinden ayrılan gemiler
şunlardı: Wild Goose, Flâmengo, Gambia, Mauritiııs ve Eur-
yalus.
Harp gemilerinin Abadan’a hareket ettikleri aynı gün İn ­
giliz Haricîye Nazın Avam. Kamarasına son İran hâdiseleri ile
alâkalı izahat vermek lüzumuna ve zaruretini hissetmiş ve
Avam Kamarası toplantısında geniş açıklama yapmıştı. Her-
hcrt Morrison, İran hâdiselerinin bir kronolojisini yapmış ve
Îngilterenin sonuna kadar «sabrettiğini, ancak durumun veha-
m et kesbetmesinden sonra harekete geçmeğe mecbur kaldı­
ğım Avam Kamarasına hildirmiştt. İngiliz Hariciye Nazırı Mr.
H erbert Morrison sözleri arasında bilhassa şunları söylemek
lüzumunu hissetmişti.
«Iran hâdiselerine seyirci kalamayız. Bu sebeple, Aba-
dankı gitmek emrini almış İngiliz donanmasına mensup gemi*
lerden ayrı olarak, icab ettiği takdirde yeni harp gemileri de
yollayacağız.
İngiltere hükümeti, A badan’daki İngiliz menfaatlerini ko­
rumak için, İran hükümetinin kabil olan her şeyi yapacağı ka­
naatindedir. Ve Ingiliz tebaalarının uğrayacağı zarar ve ziyan­
dan îran hükümetini mes'ııl tutmaktadır.»
İngiltere harekete geçmişti. K orum ağı azimli olduğu
madde ise petroldü, tngiliz Hariciye Nazırı M. Herbert Mor­
rison ne demek istiyordu? Yollanan harp gemilerine yenilerini
de ilâve edeceğiz derken kimi tehdit ediyordu? Iranı mı? İran
bu ağır tehdide değer mi idi? O küçük ve zayıf bir devletti, O
halde bu sözler kime, hangi devlete müteveccihti?
İşin açıkçası, İngilterelim tehdit ettiği devlet Rusya ve
bir dereceye kadar Amerika ve onun arkasındaki Standard Oil
petrol tröstü idi. Tehdit hakikaten ağırdı. Fakat açık konuş­
mak icab ederse, îngilterenio aldığı karar sertti ve himayeye
karar verdiği İran'daki petrol m enfaatleri için değerdi. Çünkü,
elden gitmesi muhtemel madde, petrol’dü. İşte İngiltere btma
rıza gösteremezdi,
İngiliz petrol kaynaklarını tetkik edenler, îngilterenin
haşm et ve kudretini bu ham maddeye, yani petrole medyun
olduğunu müşahede ederler. Ye onun içindir ki; İngiltere, p e t­
rol sayesinde dünyanın istediği herhangi bîr yerinde dilediği
şeyleri açık veya kapalı yapabilmekte, arzu ettiği tedbîrleri
almakta kendisini yani Ingiltereyi haklı bulduğunu da görürdü.
İngiltere hükümeti; Hariciye Nazırının ağzı ile öyle bir
lisanla konuşuyordu kî; Bu hitap şeklinde ve tedbirlerin açık­
lanmasında âdeta bir meydan okuma., bir harp edası vardı.
İngiltere, haıkatcn, Iran petrolleri yüzünden bîr harbi gö­
ze alabilir mi idî? Buna tereddütsüz olarak verilecek cevap
sadece Hayır’dan ibarettir. Zira, Ingiltere için, elzem olduğu­
na inandığımız Üçiincü Cihan Harbinin henüz zamanı gelme­
mişti,
İngiltere;, korkunç bir kudret haline gelen Amerikanın is­
tediği derecede yorgun düşmediğini biliyordu. Gerçi Amerika
Kore’de yoruluyordu, fakat sadece Kore Amerikayı yormağa
kifayet etmezdi.
Amerikanın yorulması için yeni yeni iz’ac edici cephelere
ihtiyaç vardı, Ve, bundan ayrı olarak, İngiltere, denizlerdeki
üstünlüğü Amerikaya kaptırmış olmanın ıstırabını duyuyor,
dünyanın sevgilisi halindeki Amerikayı milletlerin kalbinde
kurduğu tahttan alaşağı etmenin sırasını bekliyordu. Ingiltere-
yi, İran'da bir harbi göze almaktan meneden sebeplerden bi­
rincisi bu idi. Ingiltereyi bağlayan ikinci sebep ise, Rusya-İran
ve Ingiltere arasında 19Ö7 yılında akteddeaı anlaşma idi. In ­
giltere bu hıısusu dikkate almamazlık edemezdi. Çünkü» Rus­
ya*mn derhal bu anlaşma hükümlerine dayanarak İran'ın ya­
nsını işgal etmesi işten bile değildi* O takdirde de, İn g iltere-
Kusya harbi kaçınılmaz bir zaruret olurdu. Ve böyle bir harp
ise, Iran petrollerinin daimi olarak elden çıkması demek
olurdu.
İngiltere pekâlâ bilyordu ki; İran'a yapacağı herhangi bir
müdahale Rusyayı harekete getirecek ve İran'ın mühim bir
kısmım işgal edecekti. 1907 Rus-Iran-İngiliz anlaşması bu hu­
susu derpiş ediyordu. Bu sebeple de İngiltere, sadece bir kuv­
vet gösterisinde bulunuyordu.
İngiltere, petrolünü himaye için Abadan'a harp gemileri
gönderirken Standard Oil tröstü de Iran petrol ihtilâfı için ha­
rekete geçiyor ve dünyanın say ıh iktisatçılarından Max Thom-
bourgh’un ağzı ile, tngilizlerin, Iran ile olan petrol ihtilâfında
takındıkları tavrm akılsızca olduğunu söylüyordu.
Bir başkası böyle bir beyanat verse üzerinde durmak için
herhaigi bir sebep mevcut olmazdı. Fakat bu sözleri söyleyen
zat, Standard Oil Of California’nm iktisat mütehassısı ve sa­
yılı idarecilerinden birisi olursa iş değişiyordu.
Thornbourgh’uu beyanatı açıkça Standard*in Rusya ile
birlikte olduğunu İma ediyordu. Standard Oil acaba İran p e t­
rollerinde Royal Dutch-Shell grubu ile karşı karşıya mı geli­
yordu? Maalesef evet. Amerika, ileride görüleceği gibi, îran
petrollerine el almağa kararlı idi ve bıı hususu gerçekleştir­
mek içiıı en ehven şartları d in e geçirmiş oluyordu. Fakat açık
bir şekilde mücadeleye girişmek mümkün değildir. Standard
açıkça miidabalo edemiyor, fakat her hâdiseden kendi lehine
bir takım imkânlar sağlamağa çalışıyordu. Standard açıkça
mücadele edemiyordu, zira İngilizler ile Amerikalılar arasım
da 1Ö43 yılmda ve harp içinde imza edilen bir aulagma vardı.
Bu anlaşma ile her iki petrol tröstü on senelik bir anlaşma
yapmışlardı. Bu mütarekenin bitmesine ise iki yıl vardı. Bu
sebeple Tlıornbourgh'un sözleri zamansız, fakat Amerikalıla­
rın niyetlerini ortaya koyau bir belge vasfmı taşıyordu.
İran'daki petrol ihtilâli bütün Û rta-doğu’yu teli dit edi­
yordu, İran hükümeti şaşkınlık içinde idi, Ne yapacağını bile­
mez bir duruma girmişti. Fakat buna rağmen bir takım tedbir-
lor alıyor, Komünist nümayişleri haline inkılâp eden halk ha­
reketlerini bastırmak için var kuvveti ile çalışıyordu, h a n hü­
kümeti her çareye tevessül etmişti. Nümayişler alman bütün
tedbirlere rağmen durmuyordu. Bu durum karşısında Hüseyin
Alâ 14 Nisan 1951 tarihinde İran'da fevkalâde hal ilân etti.
13 Nisan tarihinde Abadan a sıçrayan hareket 14 Nisanda
daha da genişledi ve bütün Abadan tasfiyehanelerine sıçradı.
Bu tasfiyehanelerde çalışan 12,000 işçiden 9,000 kişisi anide
işlerini bıraktı. A badan'da umumî ve kanunsuz grev başlamış­
tı. işçilerin sadece 3.000 i işlerinin başına gelmişlerdi. Umumi
grev tasfiyehaneleri durdurmuş ve istihsal birdenbire düş­
müştü.
Abadan tasfiyehanelerinin günlük İS milyon galonluk is­
tihsali grevler yüzünden 10 milyon galona düşmüştü ve bıı
miktar lıer geçen gün düşmekte devam ediyordu.
A badan’da grev bütün şiddeti ile devam ediyor, bu aıa-
da sokak nümayişleri aralıksız bir şekilde şiddetini arttırıyor­
du. Abadan’da hayat felce uğramış, sokaklarda nümayişçiler ve
işçilerle polis arasında sık sık çarpışm alar başlamıştı. Iran felâ­
ketli günler içerisinde bocalıyordu, îşte hükümeti fevkalâde
tedbirler almağa mecbur eden tablo bu idi.
1917 ydındanberi ilk defa meydana gelen bu ciddî du­
rum, Iran hükümetini yeni yeni tedbîrler almağa şevketti, H ü '
şeyin Alâ’mu aldığı yeni tedbirler, Abadan5a asker sevk etmek­
ten başka bir şey değildi. Memleketin muhtelif noktalarından
kırk tren katarı tahrik edildi ve Abadan’a sevkedildi. Asker
yüklü katarların gelmesi de neticeyi değiştirmedi. Iran asker­
lerinin A badan’a vardıkları 15 Nisan tarihînde İse* hükümet
daha evvel aldığı tedbirler mey tınında zırhlı vasıtalarla yollan
tutmuş bulunuyordu. Petrol, nelere muktedir değildi. Bu yağlı
ve pis madde talihsiz bir memleketin başına dert olmuş, mem­
leket tehlikeli bir girdaba sürüklenmişti. Ve şimdi bu maddeyi
korumak için askerler seferber edilmişti.
Petrol bıitün bir memleketi ayağa kaldırmıştı. Sadece bir
memleketi mi? Hayır, aidi başında herkesi ayağa kaldırmış*
milletlerin huzurunu bozmuştu.
tran petrol ihtilâfı beynelmilel politikada tehlike işareti
vermişti, Bilhassa Orta-doğu memleketlerinde tehlike çanı her
zamankinden daha acı bir şekilde çalmağa başlamıştı.
14/15 Nisan tarihlerinde Abadan sokaklarında polis ile
nümayişçiler arasında vuku bulan çarpışm alarda iki kişi daha
Ölmüştü, Ah a dan1d a artık ne can ne de m al emniyeti kalma­
mıştı. Tasfiyehanelerde mütehassıs olarak çalışan 30 kadar
Amerikalı teknisyen ve mühendis, Tahran1d akı sefaretlerinden
aldıkları talimatla acele olarak Abadan'ı terk etmişler ve Bas­
ra'ya gitmişlerdi.
İran'da Kazmara’nın katline tekaddiîm eden günlerde ön­
celeri kulaktan kulağa, sonraları ise açıktan açığa b ir isim atıl­
dı ortaya. Halk bir efsane insanından bahseder gibi bahsedi­
yordu bu isimden. Kimdi bu zat? Jeaeok neyin nesi idi? İngi­
liz! er, bu şahsın bir Tudebçi lider olduğunu ileri sürerken, Fe-
daiyanı İslâm cemiyeti ileri gelenleri ise aksini iddia ediyor­
lardı. Onlar bu adam ın bir İngiliz casusu olduğunu iddia edi­
yorlar ve İran'ın içine düştüğü bu elim durumdan onu, dola-
yısı ile Ingibzlerr mes’td tutuyorlardı .
Fedaiyanı. İslâm Cemiyeti iddia ediyor ve diyordu kî;
«Îngilizler bu grevleri bilhassa çıkartıyorlar, onların ni­
yetleri İran'ı istilâ etmektir.»
Fedaiyanı İslâm Cemiyetinin iddiası mümkün olabilir mi
idi? Kim bilir, belki mümkün olabilirdi. Zira petrol o kadar
çetrefil işlerin içindedir ki; bu iddiayı da ciddiye almak şıkkı
düşünülebilirdi. Fakat, biz, Ingilizlerin böyle fevkalâde nazik
bir zamanda bu işi yapabileceklerine, yani İran'daki grevleri
bizzat kendilerinin çıkarabileceklerine ve bu grevlerden fay­
da mülâhaza edeceklerine kani değiliz,
ingilizler, Standard Oil temsilcisi 'Oıornbourgh’un sarfet-
tiği sözlere cevap vermedüer. Filvaki İngilizler, susmuştu*
ama bir başka yerde Standard’a şiddetli bir şamar atacaklar
ve diinyanm sayılı askerlerinden birisini, bîr cumhuriyetçiyi
saf dışı edeceklerdi,
îşler a rap saçına dönmüştü, î t an hükümeti Abadan'a as­
ker yüklü tren katarlarını ve zırhlı vasıtaları sevk ettiği gün,
İran'a komşu bir memlekette, Türkiye’de Türkiye Hariciye
Vekili Profesör Fuad KöprülüTn ü n ' riyasetinde Türkiye’nin
Londra-Paris ve Roma Büyük Elçileri Ankara’da çok mahrem
bîr toplantı yapıyorlardı,
Tüıkiye> Ingiliz-îran petrol ihtilâfından meydana gelen
ve İran'ın bir barut fıçısı gibi dünyayı tehdit ettiği günlerde,
bu toplantıya şiddetle ihtiyaç hissetmişti.
Türkiye, doğu’da hem hudut olduğu bîr memlekette Rus-
yaııın çevirdiği dolaplara bigâne kalamazdı. Bu sebeple dc
durumu en ciddi şekilde takıbetmek ve politikasını ona göre
ayarlamak m ecburiyetinde idi.
Ayrıca Türkiye, İran hâdiseleri muvacehesinde dünyanm
sayılı merkezlerindeki sıyas! tansiyonu anlamak, bilmek isti­
yordu. Bu arzu, dünyadaki devletlerin hemen hepsinden daha
çok hakkı idi, işte, Türkiye Hariciye Vekilinin riyasetinde ve
Ankara’da gayet mahrem bir şekilde cereyan eden elçiler top­
lantısı bu sebeple yapılıyordu, Türkiye İran'daki durumun ve-
ham etini idrak etmişti,
Ankara'da bu toplantının yapıldığının ertesi günü de
îran Başveziri Hüseyin Alâ İngiltere Hariciye Vekili Mr. Her­
bert Morrisem"un Avam Kamarasnıda verdiği beyanatına ce­
vap veriyordu.
İran Bajveziri İngiliz Hâriciyesini ikaz ediyor ve;
«îngilizler bir askerî müdahale yaparlarsa, kendi m enfaat­
leri bakımından bu hareket, ağır bir darbe olur. Mamafih, İn­
giliz hükümetine itimadım vardır. Zira îngilterenin, Millet­
lerarası sulhu vahim bir şekilde tehlikeye düşürecek her türlü
tedbiri bertaraf edeceğine inanıyorum» diyordu.
İran Başvezirt bu beyanatı tam zam anında vermişti. H ü­
seyin Alâ îngilterenin bit takrnı nümayişler dışında olarak
zoria tevessül etmeyeceğini biliyordu. O, bu beyanatı ile în-
g İlizi erin gururlarını okşuyor ve kendilerine müstakbel tehli­
keyi haber veriyordu*
İran hükümet reisinin bu sözleri de, Amerikanın petrol
ihtilâfının halli için attığı ad mı da İran'da durum u değiştir­
miyor ve gerginlik bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bu be­
yanatın tek müspet tarafı, îngilizîerm hakîkaten zora tevessül
etmemeleri olmuştu.
İran'da petrol ihtilâfı en had safhada iken, Deterding ve*
ya Enîelijans, İran’daki ihtilâf yüzünden Amerikadan yükse­
len vc Standard Oil patenti taşıyan tenkidlcre füli şekilde ce­
vap veriyor ve Uzak-doğu’da bir mühim hâdisenin cereyan et­
mesine sebep oluyordu. Bu hâdise, sonraları Amerikayı yerin­
den oynatacak ve Trnnicin’i çok müşkül bir mevkie düşüre­
cekti.
Kore'de, Birleşmiş Milletlerde iki bloka ayrılmış kuvvet­
ler, yani komünistlerle hür batıla devletler cephesi karşı kar­
şıya gelmişti. Kore'de korkunç bir htırp devam ediyordu. Bir­
leşmiş Milletler ordusu âdı âUında komünistlerle harp eden
birliklerin kumandam ise, İkinci Cihan Savaşının unutulmaz
siması ve Amerikan ordusunun en yüksek rütbesi olan Beş
Yıldızlı Generali, General M e Arthur’du, Büyük ve uzağı gö­
ren bir asker olarak o, Kore’deki bu mücadeleye bir an önce
son vermek istiyordu, General, Şimalî KorelîJerin ikmal m er­
kezlerinin Komünist Çin topraklan ve Han nehri vadisi oldu­
ğunu biliyordu. O yine biliyordu ki; eğer bu ikmal merkezleri
bombardıman edilir ve Kuzey Korelilerin ikmal almalar mm
önüne geçilirse, Kore'de devam etmekte olan harp derhal du­
racaktır.
Beş yıldızlı general bu hususu bir kaç de£a Washingt<m a
bildirmiş, lâkin her seferinde teklifi reddedilmişti. Fakat ge­
neral dayatıyordu ve im a ediyordu ki; bir em ri vaki yapacaktı.
Beş yıldızlı general Mc ArthurYm bu niyeti taşıdığı bu
sırada Amerikada Demokrat Parti iktidarda idi ve Amerika
Reisicumhuru Trum an’dı. Demokrat Parti, Standard O il trös­
tünün düşman olduğu parti idi ve Amerikada iktidarda bulu­
nuyordu.
Standard’ııı demokrat partiye karşı husumeti yeni değil­
di. Çok eski tarihlere, yarım asır evvelisine dayanıyordu. M a­
zide Standard Oil ile Demokratlar en şiddetli mücadeleleri
yapmışlar, hattâ muhtelif tarihlerde Federal Mahkemelerden
aldıkları kararlarla Standard Oil'u kanun dışı ilân etmişler
John Rockfeller’i hapse mahkûm etmişlerdi,
îşte bu partinin iktidarda bulunduğu 1951 yılmın 11 Ni­
sanında bütün dünyada şok tesiri yapan bir karar ilân edildi
ve dünya efkârı umumiyesım allak bullak etti. Bizzat Tru-
ınan’m imzaladığı ve derhal tatbik ettiği bu kararla Amerika­
nın en yüksek rütbeli, beş yıldızlı generali Mc. AıLhur azledi­
liyor, rütbeleri almıyor ve ordudan uzaklaştırılıyordu.
Trum an’ın bu karan, dünyanın büyük siyasî merkezlerin­
de, bilhassa Birleşmiş Milletlerde derin bir hayal kınkhğı ya­
ratmıştı. Büyük merkezler şaşkınlık içinde idi. Durup durur­
ken Truman bu kadar ağır bir riski neden omuzlamipti .
Dünyayı hayretler içinde bırakan bu karardan sadece tek
bîr insan hayret etmemişti. Deterding. Evet Deterding hayret
etmemişti. Zira a, M t. Arthur’un yapmak istediği hareketin
vehametini biliyordu ve İngiliz diplomasisi kanalı fle genera­
lin yapmak istediği çıkışın bir dünya harbine sebep olabile­
ceğini, muhtemelen Amerika Reisicumhuru T nım an’a iletmiş
ve kendisini ikaz etmişti. Belki de generalin bu hareketinin a r­
kasındaki hakiki sebebin Standard Oil olduğunu da söyle­
mişti.
Nitekim, Amerikada da, dünyanın daha başka memleket­
lerinde de generalin Standard Oilhın bir tuzağına düştüğü de
açıkça yazılmış ve iddia edilmişti.
Beş yıldızlı generalin Cumhuriyetçi Partiye sempatisi ol­
duğu ise, Amerikada herkesin bildiği bir hakikatti.
Amerika Reisicumhuru Trum an’ın, «İfşa ederim» deyip
de bir türlü ifşa edemediği Mc, Arthuriun azlindeki hakiki se­
bep bu idi. Trum an itbam ediyordu. Evet beş yıldızlı Ameri­
kan generalini Amerika Reisicumhuru harp kundakçılığı ile
itham ediyordu.
Standard plânında muvaffak olamamış ve İngiltereyi ga­
fil avlayamamıştı. Zira, generalin azlı ile kopması çok m uhte­
mel Üçüncü Dünya Fırlması bertaraf edilmişti.
Mc. A rthurun azli sırasında, Uzak-şark memleketlerinde
hâkim olan yaygın kanaat, îngiJjzlerin, bir defa daha Ameri­
kalıları kündeye getirdiği merkezinde İdi.
Generalin azledildiği sıralarda Uzak-doğu*da Kore harbi
ile alâkalı tetkiklerde bulunan Cumhuriyetçi Senatörlerden
birisinin m atbuata verdiği beyanat çok manidardır. Bu sena­
tör; generalin azli ile alâkalı olarak gazetecilerin suallerine
verdiği cevapta;
«Uzak-doğtı’da daha çok işim vardı. Fakat derhal Washing-
ton'a dönmek mecburiyetindeyim* Üçüncü Dünya H arbi şu
anda YVashîngton’da patladı. Orada harp etmeğe gidiyorum.
T ruınanla harp etmeğe gidiyorum» demek sureti ile azlin ve­
li »metine işaret ediyordu.
18 Nisan 1951 tarihinde verilen bıı beyanat cidden çok
manidardır. Bu senatörü, Truman *la lıarp etmeğe mecbıır kı­
lan sebep sadece beş yıldızlı generalin azli mi idi? Hayır. Bu
lıarp karanum altında başka sebepler yatıyordu ve bu sebep­
lerin başında da sonunda da Standard Oîl’u müşahede etm e­
mek mümkün değildir.
Amerikada da dünyanın her tarafında da çok sevilen Mı*.
Arthıır’ıın azli kendi memleketi olan Amerika’da çok şiddetli
reaksiyonlara sebebiyet verdi. Amerikan umumî efkârı ve ga­
zeteler ateş pus kürü yordu. General âdeta Amerikanın sembo­
lü haline gelmişti. Fakat Trııman da dayatıyordu. Reisicum­
hur için geri dönüş olamazdı.

Uzak-doğu’da Cumhuriyetçi Senatörün verdiği beyanatın


hemen arkasından Trum an aleyhtarı nümayişler başladı. Bu
nümayişlerin en mühimini Amerikan otomobil sanayiinin mer­
kezi sayılan D etroid'de yapıldı. Petrol ile çok sıkı rabıtaları
olan otomobil sanayiinde böyle bir nümayişin yapılması ise,
ayrıca ve üzerinde durulacak kadar mühim manalar taşıyordn.

DetroiıTdeki nümayişlere katılan insanlar Truman aleyh­


tarı muhtelif dövizler taşıdılar. Bilhassa kadınların şemsiye­
lerinde görülen ve Amerikan senatosuna lıltab eden «Trıımanı
azlediniz» ibaresi çok dikkate şayandır. Amerikada halk efkârı
galeyan içerisinde îdi.

Truman aleyhtarı hareket o kadar ilerlemiş, o kadar geliş­


mişti kİ; Amerikanda herkes birbirine sanki sözleşmiş gibi,
«Amerikayı Trum an mı yoksa Mr, Atlee mi idare ediyor» sua­
lini soruyorlardı.
İran hâdiselerinin en kritik bir devresinde patlak veren
Tjumüj) Mc* Arthur ihtilâfının içyüzü kaba taslak ve bir cep­
hesi ile biliniyor ise de hâdise bütün detayları ile hâlâ ifşa
edilmiş değildir ve sırrının bir kısırımı muhafaza etmektedir.
Boş yıldızlı general Mr. Arthur meselesi, dünyayı tehdit
eden hâdiselerden sadece bir tanesi idi* Aslında dünya dört
bir taraftan tehlike işareti vermişti ve siyasî ufuklar kara bu­
lutlarla kaplanmağa başlamıştı. Uzak-doğu’da Kore, Hindiçi-
nide Ho ShbM inh yani Vietkong, Orta-doğuMa ise İran. Bun­
lar değil hepsi bir arada, fakat teker teker bile dünya sulhunu
LelıdiL edici tehlike sâhaları idi. Bütün bu mıntıkalar ise, dün­
yanın nazımı, siyasetçileri emrinde tutan petrol sâhalannm ya
pek yakınında veya ta içindedirler.
Vietnam, Royal Dutch-Shell grubunun büyük petrol sa­
halarının hemen burnu dibindedir. îran ise^ herkesin m alû­
mudur.

Tü r k i y e îr a n î ş In e m ü d a h a l e e d î y o r

Dünyanın sayılı tehlike mıntıkalarından birisi olan İran’­


daki hâdiseler, Türkiye’den en büyük bir dikkatle takip edi­
liyordu, İran’daki elim hâdiselerin en kritik bir anm da Türki­
ye’ye beklenmedik bir misafir geldi* Bu zat, ikinci Dünya
H arbinde Ingilterenin kaderini omuzlarına yüklenmiş olan
Churclıill’in riyasetindeki büyük harp kabinesinin Harbiye
Nazırı idi. Bu zat aynı zam anda İkinci Dünya Harbine tekad-
düm eden yıllarda, Bald'vvm’în Başvekilliği zamanında S.Î.S*
diye adlandırılan «Special Intelligence Seciion» casusluk ve
mukabil casusluk servisinin esrarengiz şefi Sir Georg Cocke-
riIL’in de en yakın dostu idi. îşte hu zat, Türkiye’ye beklenme­
dik anda gelen misafir, harp kabinesi Harbiye Nazırı Sir Sa-
muel Hoare BeÜsha idi*
Sir Samuel Hoare Belisha biitiin Arap Yarımadası, Yuna­
nistan seyahatini ikmal ettikten sonra memleketimizi ziyaret
ediyordu. Kendisinin m atbuata verdiği beyanata göre; Türki­
ye’ye iıtfsusl mahiyette gelmişti ve gelişinin resmî hiç bir işle
alâkası yoktu.
Sir Samııel Hoare Belisha’nm bu beyana tma rağmen o,
ilâve ediyordu. Türkiye'ye gelmiş olmaktan faydalanarak
Türk hiikûmet erkânı ile de görüşmeler yapacaktı. Nitekim
İngiliz eski H arbiye Nazırı Türkiye’de bulunduğu müddetçe,
Türk devlet erkânı ile gerekli temaslarım yaptı ve onlarla ta ­
nıştı.
Türk hükümet erkânı ile yapılan görüşmeler hakkmda
herhangi bir açıklama yapılmadı. Fakat bu müzakerelerin m a­
hiyeti de gözden kaçmadı. İran’ın perişan bulunduğu, İngiliz
petrolünün kaderi bahis mevzuu olduğu bir devrede, İran’a
lıudut Türkiye’ye bir İngiliz sabık Harbiye Nazırı herhalde
gönül eğlendirmeğe veya istilıarat etmeğe gelmezdi.
îngiliz sabık H arbiye N azm Sir Samuel Hoare Belisha’nm
Ankara’da Türk devlet adamları ile yaptığı müzakerelerin ne
olduğu bugün dahi bilinmemektedir. Fakat katiyetle ifade e t­
mek yerinde olur ki; Bu görüşmeler İran hâdiseleri ile alâkalı
idi ve bazı tedbirler üzerinde de İngiltere ile Türkiye arasın­
da mutabakata varılmıştı,
Ankara’da bu müzakereler yapılırken İran’da da Rus ajan­
ları ve Tu deli PaTtisi ile birlikte Fedaiyanı îslâm Cemiyeti
gemi azıya almış, hâdise üzerine hâdise çıkarıyorlardı. Rııs
ajanları bilhassa halkın din t inançlarına tercüman olduğunu
ileri süren Fedaiyanı îslâm Cemiyetini tahrik ediyor, büyük
nümayişleri ve hâdiseleri bu ecmiyete tertip ettiriyordu.
Sir Samuel Hoare Belisha’nm Ankara’ya muvasalat ettiği
21 Nisan 1951 tarihinde Fedaiyanı İslâm Cemiyeti Talıran’da.
N ah Camii önünde büyiifc bir nümayiş tertiplemişti. On bin­
lerse insanın katıldığı bu nümayişte, Fedaiyanı îslâm Cemi-
yelinin lideri erin den Seyyit Muhammet Nagavî çok ağır bir
konuşma yapmıştı. Nagavî bu konuşması sırasında Iran Baş-
veziri Hüseyin Alâ’yı sadece tenkid etmekle kalmamış, onu
açıkça tehdit etmişti. Evet Nagavî İran Başvekilini tehdit edi­
yor ve şöyle bağırıyordu;
«Hüseyin Alâ, Hüseyin A lâ... Din ve İmandan ayrılma*
mağa gayret et. Yoksa senin de akıbetin Ötekilerınki gibi olur.»
Bu tehdit açık olarak devlete ve onun otoritelerine karşı
gelmekti. Fakat, bu tehdit bir gerçek olmasına rağmen hükü­
met hiç bir şey yapamıyor sadece susuyordu. H üküm et acz
içerisinde idi. Ruslar İran’a mütehassıs adı altında soktukları
ajanları ile rahatça çalışabiliyor, teşkilâtlandırdıkları Tudelı
Partisi ve Fedaiyam İslâm Cemiyeti marifeti ile her istediğini
ya pli ra biliyor d ıı.
Petrol artık beynelmilel bir ihtilâf mevzuu olmuştu.
İran Başvekili Hüseyin Alâ, Fedaiyam İslâm Cemiyeti
lidelerinden Muhammed Nagavî tarafından tehdit edilirken,
Türkiye’de geniş siyasî faaliyetler cereyan etmekte idi,
Ankara, sanki İran petrol buhranının kalbi haline gelmişti.
Türkiye’deki îngiJiz - Amerikan ~ Fransız - İran ve Pakis­
tan büyük elçileri sırası ile Hariciye Vekâletinin m erdivenle­
rinden tırmanıyor ve Türkiye Hariciye Vekili Profesör Fuad
Köprülü’yü ziyaret ediyorlardı. Bıı ziyaretler, genişlemek, h a t­
tâ bir dünya buhranı haline girmek istidadını gösteren İran’da
zorla meydana getirilmiş bıılıran île alâkalı idi, Orta-doğu’yu
kıpkızıl bulutlar istilâ etmek üzere idi. Durum o kadar gergin,
Öylesine ciddî îdi ki; taraflardan herhangi birisinin atacağı bir
yanlış adım belki de Üçüncü Cihan Harbinin patlamasına se­
bebiyet verebilirdi. Türkiye bu bakımdan cihetteki müteyak­
kız olmağa, siyasî lıudiseîeri büyük bir dikkat ve itina ile takip
etmeğe mecburdu.
Ankara’da İngiliz - Amerika - Fransız - İran vc Pakistan
büyük elçileri Türkiye H ariciye Vekili ile görüşmelerden çı­
karlarken, ellerine birer davetiye sıkıştırılmıştı. Bu davetiye
ile elçiler, 21 Nisan tarihini takip eden ilk Pazartesi günü H a­
riciye Vekâletinde yapılacak mühim bir toplantıya çağırılıyor-
lardı,
Davetin sebebi ise davet mektubunda bildirilmişti. 0 top­
lantıda îran hâdiseleri ve muhtemel neticeleri görüşülecekti.
Beynelmilel siyasî tansiyon adamakıllı yükselmiş* siyaset ufku­
nu tehlikeli bulutlar kaplamışb. H er an bir harp beklenebilirdi.
İran’daki buhranın yanı sıra* Rusya, îrarfı ağır bir askeri
baskı altına almıştı. Ruslar durmadan Îran-Rus hududuna as­
ker sevkedîyor* ağır silâhlar yığıyor ve motorize Rus birlikleri
durmadan Rtıs-îran hududuna doğru akıyordu,

Ankara’daki mühim toplantının sebebi de bu idi. Devlet­


ler, Rusyanm İran’a müdahalesinden korkuyorlardı.

Petrol bir defa daha dünyayı kan ve ateş çemberi içine


atm ak istidadında idî, Ingiliz Harbiye Nazırı, bir harp tehli­
kesinden bahsediyor ve dünyayı ikaz ediyordu, Ingiliz H arbi­
ye N azın Emmanucl Slıinwel;

«Koro harbine İran'daki karışıklıklar tempo tutmaktadır.


İran’da patlak veren bu karışıklıklar önlenemezse, hiç şüphe
yoktur ki; Orta-şark’a da sirayet edecektir» diyordu.
Ingiltere, dolayısı ile Deterding hakikaten bunalmıştı.
Iran hâdiseleri onLır için ciddet kritik bir mahiyet İfade edi­
yordu. .
Ingiltere Harbiye Nazırı Emmanuel Shinwel’in bu beya­
natından üç gün sonra, İstanbul’da bulunan Samuel Hoare
Belisha gazetecilerle yaptığı görüşmede «eski andlaşmalar en
iyi andlaşmalatdır» diyordu.
Sir Samuel Hoare Belishahun bu beyanatı, İran’ı da, İran
işlerine burnunu sokan Standard'ı da ikaz eden bir mana ta ­
şıyordu, Bu beyanat gerek İran’a, gerek Amerika’ya daha doğ­
rusu, Standard Oil’a andlaşmalara sadık kalmalarını ilıtar eden
bir m ana taşıyordu.

İRAN’IM FELÂKETTİ DEVRESİ


MUSADD1K BAŞVEZIR
İran’da hâdiseler her gün biraz daha kötüye gidiyordu.
Arlık herkes, her yerde petrolün devletleştirilmesi icabet ligin­
den bahseriyordu, Rusların, petrolü ele geçirmek için ilk mer­
hale olarak ileriye sürdükleri «Devletleştirme» propagaudası
tutm uş ve bu fikir lıalka malolmuştıı. İran’ın her tarafm da ya­
pılan ve tertiplileri Fedaiyanı İslâm ile Tııdelı Partisi olan
nümayişlerin devamlı sloganı bıı olmuştu, Ruslar, İran’da pet­
rolü devletleştirdikten sonra, nasıl olsa ele geçirebileceklerine
inanıyorlardı. Bu bakım dan 1951 yılının Nisan ayı, İran için
talihsiz ve felâketler serisi ayların başlangıcı olmuştu.

Başvekilliğe çıktığı gündenberî Hüseyin Âlâ devamlı


olarak Rus elçisinin baskısı altında bulunuyordu, Rtıs büyük
elçisi, Tudeh ve Fedaiyanı İslâm Cemiyetinin paralelindeki
devletleştirme fikrîni müdaafa ediyor başveztri petrolü devlet­
leştirmek hususunda ikna etmeğe çalışıyordu. Rus elçisi, Rus­
yanm îran hududu boyunca tehdişat yaptığı sıralarda bu tel­
kininin dozunu kaçırmış, hattâ İran’ı imâ yollu tehdit etmiş­
t i Petrolün devletleştirilmesi, Rusyanm menfaatleri bakımın­
dan elzemdir, diyen Rus elçisit ilâve ediyor, «Rusya, Orla-do-
ğu’da hem hudut bir memlekette emperyalist emeller besleyen
batıkların bulunmasından memnun değildir»- diyordu.

İran Baş veziri Hüseyin Alâ Rus elçisinin, Tudeh Partisi­


nin, Fedaiyanı İslâm Cemiyetinin ikaz ve hattâ tehditlerine
rağm en petrolü devletleştirmeğe yanaşmıyordu, O da katledi­
len talihsiz Başveziı Razmara gibi düşünüyor ve bütün bu
tazyik ve tehditlere omuz silkiyordu.
Kuşlar petrolün devletleştirilmesi için ne mümkün ise ya­
pıyorlardı, Şimdi ellerini Millî Meclise de atmışlar, orada da
taraftar bulmuşlardı. Hüseyin Alâ'yı Milli Meclis azalan da
petrolün devletleştirilmesi hususunda sıkıştırıyorlardı. Tazyik
bu noktaya geldiği anda îran Başveziri başka çare kalm adı­
ğını anlayınca son çare olarak istifayı tercih etti ve istifasını
Şah*a verdi.
Talihsiz İra n ... Hüseyin Alâ’nm istifası ile çok karanlık bir
devreye girdiğinin farkında değildi.
Hüseyin Alâ’nm istifası ile îran hükümetsiz kalmıştı.
İran’da had safhada bir kabine buhranı başlıyordu. Şah’m
yaptığı bütün istimzaçlar hiç bîr netice vermiyor, Başvezİrliğı
hiç kimse almıyordu.
Tudeh Partisi ile Fedaiyam îslâm Cemiyeti bu buhranın
devamında birinci derecede amildi, Şah’ın istimzaç ettiği dev­
let adam ları, bu iki teşekkülün tehditleri yüzünden kabineyi
kurmayı kabullenmiyorlardı. Zira öldürülmekten korkuyor­
lardı. .
Bu her iki teşkilât bir isim üzerinde m utabakata varcıış-
lardr. Şah’a açıkça rest çeken bıı teşekküller kendilerinin iste­
dikleri insan kabineyi kurmağa memur edilmezse, İran’ı d e­
vamlı bir kabine buhranı ile karşı karşıya bırakmağa kaıarlı
idiler. Onların istedikleri zat M usaddık’tı. Kabineyi ya Mu-
saddık kuracak, veyahut îran kahiuesiz kalacaktı.
İran Şafrj, MusaddıVı h er ne olursa olsun Başvezirliğe
getirmek istemiyordu. Ru lıususta yapılan bütün m üracaatları
reddetmişti. Fakat öyle bir an geldi kî; mukavemeti kırıldı ve
M usaddıVm Başvezirliğini kabul etti. M usaddık Başvezir ol­
muştu.
Musaddık çok şeylere kararlı idi. Nitekim Başvekil olur
olmaz, lıattâ Şah’ın kararname sini beklemeden icraata başla­
ması, Musaddık tarafından ilk hedefin Şah olduğunu gösteri­
yordu. Şah nasıl Musaddık’tan nefret ediyorsa, Musaddık da
Şah1Lan öylesine nefret ediyordu. Musaddık ayrıca Şalı’a kin
de besliyordu,
Musaddık Başvezir olduğu zaman, petrol ihtilâfı husu­
sunda Anglo Persian tarafından Iran hükümetine verilen bir
takım yeni teklifleri de masasında bulmuştu. Fakat o kararlı
idi. Ingilizleri İran’dan kovacak ve petrolü devletleştirecekU.
Bu kararını tatbikten hiç bîr kuvvetin kendisini menedemiye-
ceğini de alenen ilân ediyordu.
İran ’da kabine buhranına yol açan Hüseyin Alâ’nın istifa­
sının ertesi gıinıi Anglo Persian tarafından İran’a yapılan tek­
liflere dair Ingiltere Hariciye Nazırı H erbert Morrison bir
açıklama yapmıştı, h e rb e rt Morrison verdiği bu beyanatında
diyordu ki:
«istifa eden İran Baş veziri Hüseyin Alâ kabinesine pet­
rol ihtilâfının Iıallî için yeni teklifler yapılmıştı.
«Anglo İranı an* petrol şirketinin elde ettiği kâr yarı yarıya
paylaşılacak, şirkette daha fazla tnırı’h işçi çalıştırılacaktı,
Fakal Hüseyin Alâ hükümeti bıı teklifleri cevaplandıranla daıı
çekilmek mecburiyetinde kalmıştır, İngiltere, petrol sâhalan-
mmn devletleştirilmesi teklifinin münhasıran Iran ile Anglo
Iram an kumpanyasını alâkadar eden bir mesele olduğuna dâir
İran’ın ileriye sürdüğü iddiayı kabul edem iye c ektir.»
İngiltere hükümeti aduıa bu beyanatı veren Hariciye Na­
zırı Mr. Herbert Morrison haklı idi- İran’daki petrol ihtilâfı
hakikaten Anglo Iraniaıı ile Iran arasında halîcdileeek bîr m e­
sele değildi, îran petrolleri Ingiltere’nin can damarı îdi ve İn-

4 Anglo Iraman - Anglo Porsûıiı, uym Ingiliz şirketinin birbirini takib-


eden isimleridir.
gilız Bahriye Birinci Lordhığn ile Entclijans Servisin malı idi.
Bu sebeple İngiltere noktai nazarında haklı idi. Ne petroller­
den vazgeçebilir ne de Anglo Iranian’ı yalnız başına bırakabi­
lirdi. Bu beyanat sarih olarak ortaya koyuyordu ki; Ingiltere
hükümetinin noktai nazarrm dan gayri bir nokta i nazar kabııi
edilmîyecektir.
İngiltere hükümeti her zaman olduğu gibi yine petrolcu-
ların yanında idi ve onları sonuna kadar him aye edecekti.
Petrol bir kere daha cihan politikasına giriyor ve bu hu­
sus İngiltere Hariciye Nazırının ağzı ile bütün dünyaya ilân
ediliyordu,
İngiliz Hariciye Nazırı Mr, H erbert Morrison’a bu beya­
natı verdiren hâdise, Musaddık’ın, Şah'm kendisini Baş vezir­
liğe getiren kararnamesini beklemeden Gülistan Sarayındaki
Başvezarete ait daireden petrolü devletleştirdiğini ilân eden
ilk hükümet kararnamesi idi,
Ruslar hedeflerine varmışlardı. Petrol İran’da devletleş­
tirdin işti. İngiltere Musaddık’m bu kararına ateş püskürüyor-
dıı, İngiliz gazeteleri, İran’ın aldığı karan gasp olarak vasıf­
landırıyor ve İngiltere’nin bu kararı tammayacağmı yazıyor­
lardı
Musaddık Baş vezir olur olmaz İran’daki Rus büyük elçisi
İvan Sadchikov derhal Başvezarete gitmiş ve Musaddık ile 30
dakika süren bir miilkâkatta bulunmuştu, Rus sefirinin mem­
nuniyeti her halinden belil oluyordu. Yerli yabancı basının,
Rus sefirine, Musaddık ile neler görüştüklerine dair vaki su­
allerine sefir sadece gülmekle cevap vermişti. Fakat, İvan
Sadchikov’un Musaddık ile neler görüştüğü de ertesi günü
belli olmuştu.
İran’da Tudehçilerle Fedaiyanı Islâm Cemiyetinin gemi
azıya aldıkları sıralarda, halkı isyana teşvik eden Tudeh Par­
tisinin organı durumunda olan Merdom ile yine Tudehçi işçi­
lerin gazetesi olan Zafer gazeteleri kapatılmış ve mes’ulleri
tevkif edilmişti.
Rus büyük elçisi tvan Sadchikov’un Musaddık île mülâ-
katı bu gazetelerin tekrar neşir hayatına atılmaları ile belli ol­
muştu. Bm sefiri, bu iki gazetenin tekrar neşriyattı başlam a­
larım ve m esullerinin serbest bırakılmalarını taleb etmişti, Mu-
şaddık da bu teklifi derhal yerine getirmişti.
İran’da yeni bir devir başlıyordu. Bu devrin adına da Rus
devri demek asla yanlış olmaz.
MıısaddıkTîiî iktidara geçmesi ile her şeyin halledileceğini
zannedenler hayal kırıklığına uğradılar. Zira ne nümayişler
durmuş, ne de İran’da müstakar bir idare kurulabilmişti. Iran
tam manası ile bir ihtilâl memleketi manzarasına bürünmüştü.
İran bu sefer komünistlerin elinde oyuncak olmuştu. Bey­
nelmilel komünist bayramı bir Mayıs, İran’ın her yerinde taş­
kın, h attâ mütecaviz bir hava içerisinde kutlanıyordu.
Tudehçiler ile Fedaiyam İslâm Cemiyetine mensup olan­
lar, anarşist hareketlerle kutladıkları bîr Mayıs bayramında
halka büyük rai tatsızlıklar vermişler, polis bu taşkın hareket­
lere m ani olmak için zor kullanmıştı. T abiî neticesinde de bir
çok yerde poJU ile komünistler arasında çarpışm alar vukubui-
muştu.
Zavallı İTau, Petrol yüzünden bir gün dahi rahat ve hu­
zur görmemiş, memleket her an patlamağa hazır bir barut fı­
çısı haline gelmişti.
Komünistler şimdi yeni bir metod kullanmağa başlamış­
lardı, İran’ın her tarafında sabotaj hareketleri başlamıştı. Sa­
botaj haTeketleri İran’ı bir baştan bir başa tutmuştu. Fakat
Komünistlerin organize ettikleri bu sabotajlar asıl Abadan’da
tesirini gösteriyordu. Komünist sabotaj gruplan Abadan’da
b ir çok yangınlar çıkarmışlar, fakat istediklerini yapamamış­
lardı. Onlar, petrol tasfiyehanelerinde ve petrol kuyularında
yangınlar çıkarmak istemişler, lâkin muvaffak olamamışlardı.
Zira ingilizler gerek tasfiyehaneleri gerekse petrol kuyularını
çok kısL hir muhafaza altına almışlardı, Ayrıca Iran askerleri
de A badan’ın muhafazasında büyük ölçüde vazife almışlardı.
Komünistler bu sabotaj hareketlerinden sadece bir tane*
sinde muvaffak olmuşlardı. Abadanhn takriben 150 kilometre
şimalinde bulunan Net Sufit petrol mm lıkasm da bir yangın
çıkartmışlardı. Kuyu cehennemi hir şekilde yanıyordu.
Musaddık ise, bu sabotajlar muvacehesinde yavuz hırsız
rolünde idî. Çocukların bile bildiği, komünistlerin bu taktik­
lerini kendi lehinde bir koz olarak kullanmak isteyen Musad-
dık, Tahran radyosu ile neşrettirdiği bir beyanatında; bizzat
kendisinin malûmatı tahtm da yapılan her türlü sabotaj hare­
ketlerinden İngilizleri mesful tuLuyordu. Musaddık ilâıı edi­
yordu ve diyordu ki; Petrol kuyularında meydana gelen her
türlü tahribat ve yangından dolayı İngilizleri mes'ul tutm ak­
tayım. ingilizler, İran'ı mes’ul duruma, düşürmek maksadı ile
bu sabotajları bilhassa çıkartmaktadırlar. Ve Musaddık ayrıca
ilâve ediyordu, tngilizîerden tazm inat talep edecekti.
Musaddık gerçi Gülistan sarayında baş vezirliğinin daha
ilk ânında petrolü devletleştirdiğini ilân etmişti. Fakat iş bu­
nunla kalmıyordu. Nihayet petrolün devlet eline geçebilmesi
için M usaddık’m karanm n Şah tarafından tasdiki icap edi­
yordu ve Şah, bu kanunu hâlâ imzalamış değildi, işte İran '­
daki komünist sabotajlarıma sırrı burada idi. Bizzat M usa d-
dık'm idare ettiği söylenen sabotaj hareketleri ile O, Şahh
tazyik etmek ve petrolün devletleştirilmesi hususunda aldığı
karan tasdik ettirm ek isliyordu. Şah ise, ayak diriyordu. K a­
nunu bİT türlü imzalamak istemiyor, bu imzan m altından b a ­
şına gelecek felâketi Şah, sanki görüyordu.
Filvaki Şah dayatıyordu, amma bu dayatm anın da bir hu­
dudu olduğu muhakkaktı. Nitekim Şah, İran'da en büyük ko­
münist nümayiş ve sabotajlarının had safhaya çıktığı 1 M a­
yıs 1951 tarihine kadar m ukavemet etti ve bu tarihte muka­
vemeti kırıldı* Şah, 2 Mayıs 1951 tarihinde petrolün devlet­
leştirilmesine dair olan Musnddık’m kararını tasdik etti.
İran Şaiıı Rıza Pehlevi Petrol Kanununu imza ederken,
İngiliz ve Amerikan büyükelçileri Musaddık’t resmen ziyaret
etmişler ve petrolün devletleştirilmesini şiddetle protesto e t­
mişlerdi.
Petrol için ne yapılsa azdır* Nitekim her iki devletin el­
çilerinin protestosu, petrol işine devletlerin verdikleri ehem­
miyeti göstermektedir. Devletler, siyasî demarşlarla petrol
tröstlerini himaye ettiklerini bir kere daha ortaya koymuşlardı.
Amerika, gerçi Ingiltere ıie müştereken hareket etmişti.
Lâkin bu işin arkasında daima kendi m enfaatlarm ı gözetmiş
ve istikbal© muzaf yatırım lar yapmıştı. Standard Oil, Royal
Dutch-Shell grubunun malı olan İran petrolUrm dan hisse al­
mağa kararlı idi. Bu sebebi© de, perde arkasında Ruslarla giz­
li oyunlar oynuyor, Ingillere’yi dize getirmeğe çalışıyordu.
Standard’m niyeti, hattâ, sadece hisse almak da değildi. O»
Iran hâdiselerinin arkasında, Ingiltere’yi Orta D oğu’dan uzak­
laştırmak isteyen bir politikanın takipçisi idi. Lâkin, Stan­
d ard ın , Royal D utdı-Shell grubu ile 1943 de imzaladığı on
yıllık bîr m ütareke vardı ve bu anlaşma Standard’ın resmen
ortaya çıkmasına mani olmakta îdi, İşte bu anlaşmalım mev­
cudiyetidir ki; Standard Oil’u, İran hâdiselerinde İngiltere ile
açıktan açığa bir mücadeleden menediyordu. Amerikalılar ay­
rıca, Batı blokunım karşısında bulunan Komünist blok a da
fazla güvenemiyor, Ingiltere’yi tedricî olarak Orta Doğu’dan
uzaldaştırmanın imkânlarını arıyordu.
Petrol iki ezelî petrol tröstünü İran'da zahiren de olsa
birbirine yaklaştırmış ve müşterek kararlara vardırmıştı.
Truraan’ın şahsî bir politika takıbederek, IngUizlerle müş­
terek hareket- etmesi, Amerika’da Cumhuriyetçilerle Demûk-
ratlan tekrar karşı karşıya getirmişti. Daima Cumhuriyetçi
Partiyi destekleyen Standard Qil> Demokrat iktidara tekrar
harb ilân etm işti Bu iş için elinde mükemmel bir de koz var­
dı. Bu koz, Kore'den uzaklaştırılan ve rütbeleri alınan Ame­
rika'nın en kıdemli ve en popüler askeri beş yıldızlı General
Mc. Arthur'du, -
İran'da petrolün devletleştirilmesinden tam beş gün son­
ra 7 Mayıs 1951 tarihinde beş yıldızlı General M a A rthur D e ­
mokratlara karşı taarruza geçmişti. General Mc. A rthur hedef
olarak Amerika Milli M üdafaa Bakanı General MarshallT seç­
mişti. General, onu acz ile itham ediyordu.
General Mc. Art hur'un, General Marsh ali aleyhinde ağır
ithamlarda, bulunduğu gün Trumun da Amerikan sivü m üda­
faa komisyonu huzurunda konuşmuş ve ağzındaki baklayı çı­
karmıştı. Tmınan, Amerikan siyasetinin anahatlarm ı İlân edi­
yor ve b u siyasetin istinatgâhlattnı ortaya koyuyordu. T i uman
ilân ediyordu:
«Ben Sovyet tehlikesi kargısında memleketimi müttefikle­
rinden mahrum edecek bîr harekete gırişemem» diyordu.
Trum an'ııı beyanatı gayet sarihti, O* Amerikan siyasetini
tesbit ederken İma yollu Standard OiFun siyasetine m üdaha­
lesini de kabul etmediğini anlatmak istiyordu.
Tnım an'm beyanatını verdiği günlerde ise dünya karışı­
yor* bilhassa Orta-doğu ve Balkanlar âdeta barut fıçısı haline
gelmiş bulunuyordu. Bu fıçımn ateşlenmesi için ise* sadece
bir kıvılcım kâfi gelecekti, Ruslar Truman'm beyanatım ver­
diği ve müttefikleri ile arasmı açmak niyetinde olmadığını
söylediği gün, Bulgaristan! tazyik etmişler ve Bulgaristan d a
kısmi seferberlik yapmışlardı. İkinci Dünya Harbinin Rus ku­
mandanlarından Mareşal Koniev ise Çekoslovakya'ya gitmişti.
Rusya boş durmuyordu. Romanyamn petrol bölgesinde örfî
idare ilân edilmiş, Rus orduları stir'atle Balkanlar ve Rus-İran
hududunda geniş tahşidat yapmıştı.
Dünyanın; alınan bu askerî tedbirler karşısında her an
bir harbe gitmesi ihtimaline ve bu gerginliğin İran petrolleri
yüzünden meydana gelmiş olmasına rağmen, Türkiye, sulhu
kurtarmak hususunda giriştiği gayretlerini gevşetmek şöyle
dursun bilâkis daha da arttırıyordu. Denilebilir ki; Türkiye,
İİnın petrol ihtilâfında birinci derecede rol almıştı.

Türkiye hakikaten petrol ihtilâfında enerjik bir siyaset


takip ediyordu. Bu cümleden olarak, Ankara'da Türk Hariciye
Vekili Profesör Fuad Köprülü acele olarak Ankara'ya davet
ettiği Türkiye'nin Roma ■ Londra ve Washington büyük elçi­
leri ile son gelişmeleri müzakere etmişti. Türk hükümeti ayrı­
ca 10 Mayıs 1951 tarihinde Reisicumhur’un riyasetinde top­
lanmış ve durumu müzakere etmişti. Bu hususta Türkiye H a­
riciye Vekilinin verdiği beyanat ise şöyle îdi.

«10 Mayıs’da Reisicumhurdun riyasetinde yapılan toplan­


tıda, 23 Nisan 1951 tarihinden bu yana cereyan eden lıadise:
ler gözden geçirilmiştir.»

Türkiye, İran petrol ihtilâfı karşısındaki durumunu açık­


larken, Ruslar, İran'da harekete geçiyorlardı. Bu sefer Rus­
ların hedefi Amerikalılardı. Türkiye Hariciye Vekilinin beya­
natının gazetelerde intişar ettiği gün, İran’da Amerikalılar
aleyhinde geniş nümayişler başlamıştı. Halk, Tudeh Partisi
ve Fedaiyanı İslâm Cemiyetinin tahrikleri ile Amerika sefa­
retine yürümüş, polis bu yürüyüşü ancak çarpışm alar sonun­
da durdurabilmişti.
Nümayişlerin başladığı gün ise; Amerikanın Tahran bü­
yük elçisi O’Grady de Mus addık'taıı acele mülakat talep e t­
miş ve Amerikalılar aleyhindeki nümayişler hakkında kendi­
sinin nazarı dikkatini celbetmîşti.
Tahran'daki Amerikan aleyhtarı nümayişler, Rusların
Trum an’a verdikleri bir cevap mahiyetinde idi.
Petrol* biitün dünya barışı içitı ciddî bir tehlike olmakta
devam ediyordu. Huşların* bu tecavüzkâr hareketleri, Halkan-
Laıda, Rus-îran hududunda Romanya petrol sâhalannda ilân
ettikleri örfi idare ve diğer askerî tedbirleri, dünya sulhunu
ciddi bir surette tehdit ediyordu. H ür dünya memleketleri
Rusların tedbirleri muvacehesinde acele tedbir almak mecbu­
riyetinde idiler. Bu tedbirler meyamnda Türkiye’nin de stra­
tejik durumu nazarı dikkate alınmıştı.
12 Mayıs 1951 tarihinde Strasburg'da toplanan hur dün­
ya memleketleri delegeleri, Oria-doğtTnon fevkalâde nazik ve
kritik günler yaşadığı bîr sırada Türkiye’nin Batı emniyet sis­
temine almmasmı ısrarla talep ettiler.
Amerika ise, İran petrol ihtilâfında devlet olarak orta bir
yol takibediyor ve İran-lngilfere arasındaki ihtilâfın musliha­
ne yollardan halli için gayret gösteriyordu.
îngilİ7.1er esasen bu muslihane yolu denemişler fakat hiç
bir netice alamamışlardı. İran Başveziri Hüseyin Atâ istifa et­
meden bir gün önce Anglo Perişan (Anglo Iranîan) şirketinin,
petrol istihsalinden elde edilecek kân Iran devleti ile yan ya­
rıya paylaşmak hususunda İran'a yaptığı teklifi* yeni Başve-
zir Mıısaddık cevaplandırmak lüzumunu dahi hissetmeden
reddetmiş ve petrolü devletleştirmekte ısrar etmişti. Mesele
hakikatte bir İran Ingiltere meselesi olmaktan çakımştı. Me­
selenin asit, bir Rus-Standard beraberliğinin îngiltereye kar­
şı çıkması idi. Fakat itiraf etmek lâzımdır ki, hükümet olarak
Amerika, Ingiltere ile beraberdi.
Amerika, İKm-lngiliz ihtilâfının sulhçu yollardan halle­
dilmesine dair gayretler sarfederken* Amerika Hariciye Vekili
Dean Acheson bir beyanat veriyor ve;
«Birleşik Amerika her iki taraf ile devamlı istişareler ha­
lindedir. Ve her iki tarafa da itidal ile hareket etmelerini, if­
rata kaçarak herhangi tek taraflı tedbir almamalarım ısrarla
tavsiye etmiştir.» Demek sureti ile durumun nezaketini bir
kere daha ortaya koymuş bulunuyordu.
Amerikanın ve Ingilterenin bütün gayretlerine ve bilhassa
îngil teren İn petrol, hissesini arttırmak hususunda İran’a yap­
tığı teklife rağmen ayak diremekte devam eden Musaddık yü­
nünden İran’da hâdiseler günden güne daha da kötüleşiyor,
İngiltere ve Amerika aleyhindeki Komünist tahriki sonucu çı­
kan nümayişler durmadan devam ediyordu.
İngiltere İran’da her muslihane yolu takibetmiş, fakat b ü ­
tün bu gayretlerden ve fedakârlıklardan bir netice alamamış­
tı. Bunun üzerine İngiliz hükümeti İran’a sert biı- nota ver­
mek m ecburiyetinde kalmıştı.
İngiltere hükümeti bu notada;
«.Alâkalı tarafları tatmin edecek bir şekilde, m eşelen İd»
müzakere yolu ile halledilebileceğini İngiltere hükümeti eFan
Ümid etmektedir. Yeni bir anlaşmanın şartlarım tesbit etmek
üzere, İngiltere hükümeti, Tahran’a derhal bir heyet yollama­
ğa hazırdır, İran hükümetinin müzakerelere girmekten kaçın­
ması veya yeni yapılan devleti eşti nne kanununun tek taraflı
olarak m eriyete konmasından İran hükümetini mes’ul tuta­
cak, her türlü teşebbüsü, her iki tarafın da idamesini arzula­
dığı dostluk münasebetlerine oldukça vahim darbeler indire­
cek ve çok ciddî neticeler tevlid edecektir» diyordu,
îngilteıenin notası hakikaten ağırdı ve İran’a bir nevi ih­
tardı. Fakat Huşların İran’da başladıkları bir iş vardı. Onlar
istedikleri adamı, Musaddildi iktidara getirmişler ve petrolü
devlet!eştirmiş]erdk Şimdi yalnız bırakamazlardı.
İngiltere’nin notası Tahran’a verildiğinin ertesi günü»
Rus-îran hududunda tahşidat yapmış olûn ve her an İran’a
tecavüze hazır bir durumda olan Rus kuvvetleri alelâcele m a­
nevralara başladılar.
Rus ordusunun Iraa-Rus hududundaki m anevralan açıkça
Rusların MusaddıkT desteklediklerini gösteriyor, Ingilist nota­
sının reddi için kendisine kuvvet veriyordu, Ruslar ayrıca bu
manevralarla, îngilizlere ihtar ediyorlardı ki; petrol için tah­
rik edilen askeri kuvvetler, donanm alar ve emsali kuvvetler
harekete geçerlerse karşılarında Rus ordusunu bulacaklardı,
Musaddık İngiltere'nin bu notasını da diğerleri gibi red ­
detti.
İngiltere bu red keyfiyeti üzerine son bir defa Türkiye'nin
delâlet ve tavassutunu talep etti ve îran ile müzakere kapıla­
rını yokladı. Türk hükümetinin müsbet karşıladığı bu tavas­
sut teklifi Üzerine, Türkiye Hariciye Vekili Fuad Köprülü,
Türkiye’deki îran büyük elçisi ile uzıın süren bir görüşme
yaptı, İran büyük elçisi görüşmelerde hükümetinden aldığı
talimatla, İran petrollerini devletleştirmek hususundaki îran'm
k a ti kararını Türkiye Hariciye Vekiline bildirdi, Türkiye hü­
kümeti, petrol yüzünden îran ile îngiltere arasmdaki ihtilâfın
hallinde omuzlarına tarihi bir vazife almıştı. Fuad Köprülü,
İran büyük elçisinden aldığı red cevabı üzerine derhal İngil­
tere ile temasa geçti,
Türk hükümeti, meselenin sulhen halli için İngiltere nez-
dinde son bir demarşta bulunm ak karan aldı ve İngiltereyc;
İran petrollerinin devletleştirilmesini bazı şartlar dahilinde
kabul etmesini, dünya sulhunu kurtarmak bakımından ısrarla
tavsiye etti.
Türkiye’nin İngiltere nezdüıde yaptığı bu teşebbüs müs-
bet netice vermiş ve îngiltere petrolün devletleştirilmesini
bazı şartlar tahtında kahul edebileceğini Hariciye Nazırı Mr.
H erbert Morrison’un şıı beyanatı ile dünyaya ilân etmişti. İn­
giltere Hariciye Nazın 28 Mayıs 1951 tarihinde, İngilterenin.
Iran petrollerinin bazı şartlar dahilinde devletleştirilmesini
kabul ettiğini, bu hususta İran ile müzakerelere amade oldu­
ğunu bildiriyordu,
T ü rk iy elin tavassutu ile İngiltere’nin kabul ettiği şartlı
devletleştirme teklifi, Musaddık tarafın dan da müsbet karşı­
lanmıştı. Zira bu teklif bizzat kendisi tarafından, Ankara'daki
elçilerine telkin edilmiş, îran sefiri de Türkiye Hariciye Ve­
kili Fuad Köprülü ile yaptığı görüşmede, Musaddık’ın arzu­
sunu, Türkiye hükümetinin aracılığı talebi ile Fuad Köprü­
lü’ye intikal ettirmişti.
Türkiye’nin Orta-doğu’da sulhu kurtarmak için giriştiği
faaliyet sonucu Iran-îngiliz müzakerelerinin kapısı açılmak
iizere ikejı durum a Ruslar tekrar müdahale etmişler ve T ü r­
kiye’nin tavassutu ile açılmak üzere bulunan müzakere kapı­
larını kapatmışlardı.
Ruslar, Musaddık ile îngilizler arasındaki buzların T ür­
kiye’nin tavassutu ile çözülmeğe başladığını görünce, İran'a
daha evvel mütehassıs adı altında soktukları ajanları ve as­
lında birer ajan olan kalabalık Konsolosluk memurları île
halkı Musaddık hükümetine kargı tahrik etmeğe başladılar.
Rus ajanlan bir taraftan halkı kışkırtmağa çalışırlarken diğer
taraftan Tudeh Partisi ile Fedaiyanı İslâm Cemiyetini de faa­
liyete geçirmişler ve sokak hareketlerine başlatmışlardı.
Resmî Rus konsolosluk memurlarının halk arasındaki tah­
rik faalivederine mükemmel bir misal olarak Tebriz'deki Rus
Konsolosluğu gösterilebilir. Bu şehirdeki Rus konsolosluk m e­
murları işi o kadar ileriye götürmüşler, tahriklerini o kadar
aleni yapmışlardı ki; îran polisi işe müdahale etmeğe mecbur
olmuş ve Rus konsolosluk memurlarını tevkif etmişti.
Tevkif edilen Rus konsolosluk m e m u r la r ı dört kişi idi.
Bunlara yapılan muamele; her türlü devletler arası hukuk kai­
delerini çiğneyerek İran’ın dahilî işlerine müdahale etmek,
balkı mevcut nizama karşı ayaklanmağa teşvik etmekti.
Tebriz Rus konsolosluk memurlarından dördünün Mu-
saddık hükümeti tarafından tevkifleri, İran'da olduğu kadar
Londra, Washington, Paris, Roma ve Ankara’da da bir bomba
tesiri yaptı. Fakat dört Rus konsolosluk memurunun tevkifi,
asıl İran’da büyük tepkilere yol açtı. Bu tevkifin ilk aksülâme-
lini Tudeh Partisi gösterdi. Onlar, ısrarla iktidara getirdikleri
Musaddık’ın bu hareketine şiddetle çattılar ve kendisini hafif­
likle vasıflandırdılar. Iraıı hükümeti, bıı adamların tevkifinde
yerden göğe kadar hakb idi. Zira bu memurlar, misafiri bu­
lundukları memleketin dahilî işlerine m üdahale etmişlerdi ve
devletler arası teamüle göre derhal pasaportlarım ellerine v er­
mek lâzımdı. Musaddık hükümeti de bunu yaptı. Tebriz Rus
konsolosluğunun bu dört diplomatik pasaportlu memurunu is­
*
tenmeyen insanlar olarak ilân etti ve hudut dışına çıkardı.
M usaddık’ın hareketi Ruslar için beklenmeyen bîr darbe
idi. Rus büyük elçisi derhal Musaddık ile bîr görüşme talep
etti ve hudut dışı edilen dört Sovyet konsolosluk memuruna
tatbik edilen bu muameleden dolayı hem nazarı dikkatini celb
etti hem de resmen hâdiseyi protesto etti.
Tabran’dâki Rus büyük* elçisi İvan Sadchikov’tm Musad-
dik nezdmde yaptığı bu denuırşm ertesi günü, dört Sovyet
memuru hudut dışı edildi. Mnsadık tehlikeyi anlamıştı. Fakat
iş işten geçmişti. Onun tuttuğu yol, dönüşü olmayan yoldu.
Petrol ihtilâfı hâlâ yerinde sayıyordu. Ne Türkiye’nin ta ­
vassutu, ne îngiUere’nin bazı şartlar altında devletleştirmeyi
kabul edeceğine dair teklifi ne dc Amerikanın muslihane yol­
lardan ihtilâfı halletmek hususundaki müracaatı, Musaddık’ı
yumuşatmağa kifayet etmemişti. Musaddık nezdinde yapılan
bütün teşebbüsler akamete uğramıştı. O, yalnız başma kal­
mıştı ve kendi kaderini bizzat kendisi tâyin etmişti. Bütün
mesele, batıya ve son hâdise ile gücendirdiği ve ilk ihtarı al­
dığı Rııslara karşı ne kadar müddet dayanabileceğinde idi,
Musaddık’m bu amıdanc muhalefetine ve ihtilâfı devanı
ettirmek hususundaki akıl almaz direnmesine rağmen, batılı
devlet adam ları ve bilhassa İngilizlerle Türk devlet adamları*
onu yumuğa t a bil e çeklerin i ve bir anlaşma zemini bulacakla­
rım hâla ümid etmekte idiler. Bu kanaattir ki, batılı devlet
adamlarını her çareye başvurmağa ve petrol ihtilâfını hallet­
mek hususunda son ana kaâar sabretmeğe m ecbur etli.
Bu îınsustaki ilk teşebbüsü bizzat Amerika Reisicumhuru
Trum an yapü. 1 Haziran 1951 tarihinde Amerika Reisicum­
huru Truman bizzat kaleme aldığı iki mesajı, İngiliz Başvekili
Mr. Clement Allee ile îran Başveziri Musaddık’a gönderdi.
Truman bu mesaj lann da her iki devlete de itidal tavsiye
ediyor, İngiltere-îran arasındaki petrol ihtilâfını halletmek hu­
susunda Amerikanın elinden gelen her şeyi yapmağa hazır ol­
duğunu bildiriyor ve bir harbe sebep olabilecek hareketlerden
kaçınılmasını tavsiye ediyordu. Trum an m esajm da şöyle di­
yordu;
«îran-îagiliz petrol ihtilâfı her an infilâk edebilecek du­
rumdadır.»
Trumanhn mesaj ma rağmen, taraflar herhangi bir anlaş­
maya varamamışlardı. Aksine, İran'da hâdiseler daha da ağır­
laşmış bulunuyordu. Bu bakımdan Haziran 1951 ayı İran ’da
büyük hâdiselerin devam ettiği aydır. Ve Ingiliz-Iran petrol
ihtilâfının devam elliği yıllar içinde hususi bir mevki işgal et­
mektedir.
lranlılars betahsis Musaddıkhn ısrarı ile ne İngiliz ne de
Amerikan tekliflerine yanaşmak istemiyorlardı. İran, ilk gün-
denberi petrol ihtilâfında dayattığı noktada duruyor, petrol
ihtilâfının hallinde t ran, İng il tereyi değil, fakat Anglo Per-
sian’ı m uhatab kabul elliğini ve ancak bu şirketle müzakere­
lere oturabileceğini 2 Haziran 1951 tarihînde bir defa daha
bütün dünyaya ilân ediyordu.
Ruslar, Tebriz konsolosluk memurlarının tevkifinden son­
ra Musaddık’a itimad edemiyecelderini anlamışlardı. Bu se­
beple Îran-Rus hududunda yaptıkları askerî yığınağa yeni kuv­
vetler şevkettiler, Rusya kararlı idi. Bu husus t alet karanın da
İran'a ihsas etmişti. Îngilizler den veya herhangi bir batılı dev­
letten gelebilecek teklifler kabul edilir ve anlaşma yoluna gi­
dilirse» Ruslar İran'ı işgal edeceklerdi. Rusya, açıkça tehdit
ediyordu ve zavallı İran petrol yüzünden korkunç bir badire­
nin içine yuvarlanmış bulunuyordu.
Ingiltere ile İran arasındaki her türlü münasebet durmuş­
tu. Musaddık ise Anglo Persian şirketini sıkıştırıyor., kanunun
tatbik edileceğini ihtar ediyordu. 3 H aziran tarihinde İran'da
bütün dünya için büyük bir sürpriz mahiyeti taşıyan bir
hâdise vukubııldu. Mütehassısların, en azmdan bir buçuk
m ilyar İngiliz lirası olarak değerlendirdiği Abadan petrol te­
sislerinin sahibi .Anglo Persiau, İngiliz Entelıjans Servis ile
İngiliz Bahriye Birinci Lordluğunun malı olan İran pelrolii
ile bu memleketteki bilcümle tesislerini, İran hükümetinin
devletleştirme emri vakiinı kabul ederek İran'a terke karar
verdi,
İran hükümeti, Anglo Persian île olan bütün m ünasebet­
lerini kesmeğe kat’İyen kararlı idi. Bu sebeple, Ingİlizlerin ar­
zusu ile İran’ın Paris büyük elçiliğine fahri ticaret ataşesi ola­
rak tâyin edilmiş olan meşhur petroL kırallarından ci Ka-
lust Gülbenkyan’]n da vazifesine son verildi.
îran artık memleketinde çıkan petrollere tamamen sahip­
ti. Hükümet hemen günün her saatinde içtima halinde idi.
Petrol ele geçirilmişti, fakat istihsal edilecek petrol nereye sa­
tılacaktı? Bu belki Musaddsk’ın giriştiği ve ilk ravundu lehine
biten bu mücadelede birinci ravunddan daha güç bir mesele
idi. Haziranın ilk günlerinde İran kabinesi JMusaddık’ın riya­
setinde akdettiği bir içtimada petrolü Yakın-doğu memleket­
leri ile Avrupa pazarlarına ihraç etmeğe karar verdi, Musad-
dıkhn dünya pazarlarına petrol satmak kararı ilân edilmişti ve
hiç bir zaman bitmemiş olan petrol ihtilâfına yeni bir sahife
eklenmişti.
M usaddık’m petrol satmak kararı İngiltere'de gayet m en­
fi karşılanmış ve İran petrollerinin işleticisi olan Anglo Per-
sİan, Iran hükümetine bir muhtıra vermişti. Şirket bu m uhtı­
rasın du* şayet İran zorla işgal ettiği sahalardan istihsal edilen
petrolü satmağa kalkarsa, satacağı petrol bedelinin |% 75 inin
kendisine ait olduğunu bildiriyor ve dikkatini çekiyordu. Mu-
saddık kararlı idi, Icgilizlere hiç bir taviz ı^eımeyecekti. Bina­
enaleyh diğer İngiliz teklifleri gibi, Anglo Perişan tarafından
yapılan bu son m üracaatı da reddetti, Musaddık petrol sat­
mağa karar vermişti ve bıı satıştan İran’ın eline geçecek m eb­
lâğdan hiç kimseye bir santim vermek niyetinde değildi,
Anglo Persîan’ın son teklifi Iran Başveziri Musaddık’ın
eline geçtikten kısa bir m üddet sonra Rusyanm Tahran büyük
eçisi îvan Sadchikov Musaddık’ı evinde ziyaret ediyor ve ara­
larında bir görüşme cereyan ediyordu.
îvan Sadchikov, Mnsaddık’ı petrol satmak hususundaki
kararından dolayı tebrik ediyordu. Sadchikov ayrıca* îngilte­
renin hu satışlara müdahalesi takdirinde Rusyanm* Iranh des­
teklemeğe kararlı olduğunu bildirmek sureti ile Musaddık’ı
teşçi ediyor ve resmen Kusyamn desteğini bildiriyordu.
îran için jçiu kaynıyordu. İran’ı baştan başa kaplamış
olan nümayişler bütün şiddeti ile devam ediyoı\ Tudeh Partisi
başta olmak üzere İran’daki bütün Komünist teşekküller In­
giliz, Amerikan aleyhtarı propaganda hareketlerinde bulunu­
yorlar, halkı bu iki memleket aleyhine tahrik ediyorlardı.
îran, dünyanın bir çok yerinde petrol çıkaran memleket­
lerin başma gelen korkunç bir kargaşalığın içerisinde idi.
İran ’ın manzarası cidden feci idi. Bu memleket, ihtilâller ve
darbeler kıfası olarak bilinen Güney Amerika’ya tıpa tıp ben­
ziyordu. Orada petrol nasıl ihtilâller ve darbeler meydana ge­
tiriyorsa, aynı petrol İran’da da Amcrikadaki hâdiselerin ve
kargaşalıkların benzerî huzursuzluğu meydana getiriyordu.
Esasen bu memleketin kaderinde, petrol bulunduğu andan
itibaren ihtilâller, siyasî cinayetler ve hükümet ve taht dar­
beleri, sık sık görülmeğe alışılmış hâdiselerdi, Igte bugün de
böyle oluyordu, îran âdeta bir ihtilâl memleketi olmuştu. F a­
kat İran’daki ihtilâl Cenub Amerikasmdaki ihtilâllere hiç ben­
zemiyordu. O rada ihtilâller yapılır, iktidarlar devrilir ve yeri*
ne yenileri gelirdi. Bu ihtilâller dünyayı alâkadar etmezdi. F a­
kat İran öyle değildi, îran, Orta-doğu’da en tehlikeli ve kritik
bir noktada bilinmiyordu. Bu memleketteki ihtilâl veya karı­
şıklıklar, dünyayı birinci derecede alâkadar etmekte idi. Bu
bakımdan İran'daki hâdiseler öyle küçümsenemezdi.
İran’da başlamış ok u nümayişler devam ederken, petrol
yüzünden yeni bir cinayet işleniyor ve bir siyaset adam ı daha
bu dünyadan göçüyordu.
Haziran ayınm 16ncı güniî idi. İsfahan’da Komünistler
gayet şiddetli bir nümayiş yapıyorlar, Rusya hariç, Musad-
dık’a ve bütün büyük milletlere dalıa doğru tabiri ile Batıya
en galiz küfürleri savuruyorlardı. Polis komünistlerle baş ede­
miyordu, İşte bu nümayişler sırasında, Amerikanın İsfahan
Visktyısülü, bir komünist nümayişçi tarafm dan bıçak darbe­
leri altm da kanlar içerisinde Isfahan sokaklarında can vermiş­
ti. Komünist katil yapılan bütün araştırmalara rağmen de b u ­
lunamam ıştj,
Bu menfur cinayet üzerine Tahm v’da âdeta panik başgös-
t ermişti, Musaddık derhal kabineyi toplamış ve ciddî tedbîr­
ler alınması hususunda bazı kararlar almıştı. Fakat artık çok
geç kalınmıştı.
İsfahan konsülünün katli üzerine, Amerikanın Tahram da­
ki büyük elçi O’Grady hareket geçmişti. O’Grady derhal Mu­
sa ddik’tan mülâkat talep etmişti. Çok sinirli geçen bir kaç da­
kikalık mülâkat sırasmda Sefir, Amerikan hükümeti adına
İranda çok sert bir ültimatom vermiş ve İran’daki Amerikan
diplomatları ile, Amerikan tebaalılann hayatlarının garanti al-
tma alınmasını ve katilin derhal bulunarak tecziye edilmesini,
ayrıca Viskonsülün katlinden dolayı Amerikaya tazm inat ve­
rilmesini talep etmişti,
Amerikan sefiri O ’G rady dayatıyordu. O, İran’da vazife
gören Amerikan diplomatlarının hayatlarının garanti altına
almmasıııı isterken resmî b h garanti vesikası da talep ediyor­
du. Bumm manası açıktı ve garanti istenen devlete, diploma­
tik lisanda böyle bir vesika vermesini istemek düpedüz bir ha­
karetti Amerika çok ağır basmıştı*
Musaddık bu menfur cinayetle çok müşkül durumda kal­
mıştı. tran hükümeti, Amerikan notasını hemen ertesi günü
cevaplandırmıştı. İran’ın cevabî notasında Amerikaya temi­
nat veriliyor, hükümet olarak Isfahan Viskonsülümin katili­
nin en kısa zamanda yakalanması için h e r tedbire m üracaat
edileceği bildiriliyordu,
Musaddık, Amerikan notasında talep edilen v esi k a p ver­
miyordu. O, hazırladığı cevabî notada, İran’daki Amerikan
diplomatları ile Amerikan tebaalarmm hayatlarının îran hükü­
metinin garantisi al t m da olduğunu bildiriyor ve her hftsusta
tem inat veriyordu. Fakat istenen garanti vesikası verilmiyordu,
İran’da hâdiseler siir’atle inkişaf ediyor ve her geçen gün,
İran, daha vahim istikballere müstait bir vasatın içine itiliyor­
du. işte bu sıralarda, yani Haziran aymm lÖ ncı gününden
sonraki gün Tahrandaki İngiliz büyük elçisi Francis Shepperd
Şah’tan hususî bir mü lâka t talep etmişti. Ingiliz sefiri ile Şah
ar&smda vukubuhu» bn miilâkatUl, Ingiliz sefiri, petrolün dev­
letleştirilmesi emri vakiin i tan rmıyaca kİ arını bir kere daha te-
yid ediyor ve Musaddık*]. şikâyet ediyordu.
İngiltere sefiri ile Şah arasında miilâkatın vukubulduğu
gün Amerika Hariciye Vekili Dean Acheson’ın bir teklifini
Amerika sefiri O ’Grady Musaddık’a veriyordu,
Amerika hükümet olarak bir defa daha Ingiltere’nin ya­
nında olduğunu teyid ediyor ve İran’dan, îngilizlerin Hüseyin
Alâ’ya yaptıkları Ç&5Û hisse teklifini bir dalıa gözden geçir­
mesini istiyordu. Dean Aeheson ayrıca îran hükümeti tarafın­
dan îngiltereye verilen notanın metninin de değiştirilmesini
talep ediyordu,
;
Ingiltere ile Amerika’nm Iran nezdinde yaptıkları demarş-
lar üzerine Ruslar da Îran-Rus hududunda devam eden m a­
nevralarını daha da şümullendirmek sureti ile cevap veriyor­
lar ve Musaddık^a bir nevi kuvvet enjekte ediyorlardı,
Rııslar ayrıca halka m alet tikler i devletleştirme fikrini her
çareye tevessül ederek devam ettirmek ve îngilizlerin ellerini
İran’dan çekmelerine kadar ısrar etmek niyetinde olduğunu
her hareketi ile ortaya koyuyordu. Onun için dc her türlü ted­
hiş hareketine devam ediyordu. Tabiî Rusya bu tedhiş hare­
ketlerinde ortaya çıkmıyor, bu işleri Tudeh Partisi ile Fedei-
yanı İslâm Cemiyetine yaptırıyordu. Nitekim, Amerikalılarla,
Îngilizlerin bu teşebbüslerinden sonra bu iki teşekkülü hare­
kete geçirmiş ve halkı sokaklara dökmüştü. Halk Ingiltere ve
Amerika aleyhinde nümayişler yapmağa başlamış ve Tahran5-
daki Anglo lranian (Persian) şirketinin umumî merkezini tah­
rip etmişti.
16 Haziranda katledilen Amerikanın İsfahan konsolosun­
dan sonra şimdi de Anglo Iraman şirketinin umumî merkezi­
nin tahribi ve yağma edilmesi en az birincisi kadar vahim bîr
hâdise idi. Musaddık iktidar mm tahrik ettiğinde şüphe olma­
yan bu hareketler batılı diplomatları ziyadesi ile sinirlendiri­
yordu. Musaddık yine yavuz hırsız rolüne girmek durumuna
düşmüştü.
Musaddık kendi arzusu ile başlattığı bu nümayişleri dur­
duramıyor bazan böyle çok zor durumlara düşünce de yavıız
hırsız rolüne bürünüyordu. Bu sefer de öyle yaptı ve Anglo
îranian şirketinin tahrip ve yağma hareketini, bizzat îngdiz-
lere yüklemeğe kalktı. Musaddık’m iddiasına göre; Şirket umu­
m î merkezinin tahribinde bizzat Anglo Iramanın umum m ü­
dürü Eric Drake’in* bulunduğunu bildirmiş ve kendisini sabo-
tor olarak itham etmişti* H attâ Musaddık yalnız itham etme­
miş, Anglo Iranîam n umum m üdürü Eric Drake hakkmda sa­
botaj yaptırmak suçundan takibat açmıştı.
Ne oluyordu? Musaddık ne yapmak istiyordu? Bu hususu
hiç kimse kestîremiyordu. O, batılılar aleyhinde bu tip tertip­
lere giriştikçe battığı çukura biraz daha gömülüyor ve feci
olması m ukadder akıbetini bizzat kendisi hazır]ıyordu,
Anglo îranian umumî merkezinin tahribi işinde de öyle
olmuş, şirket umum m üdürü hakkmda sabotajdan takibata ge­
çince İngiltere hükümeti harekete geçmişti. Tahran’daki Ingi­
liz büyük elçisi Francis Shepperd Ingiliz hükümetinden aldğı
talimatla, belkıde İran tarihinin en ağır ültimatomunu Musad-
dık’a vermişti.
Ingiliz elçisinin verdiği bu notada Îngilizler şirket umum
müdürü Eric Drake'e yüklenmek istenen sabotor sıfatını şid­
detle reddetmekte id i îngilizler ayrıca notada, yapılan tahri­
batın ve yağmanın da tazmin edilmesini talep ediyorlardı. No­
tada ayrıca, bugüne kadar cereyan eden hâdiselerde olduğu
gibi, son tahrip ve yağma hareketinden de Iran hükümetinin
mes’ul tutulduğu ısrarla işaret edilmekte idi.
Ingİlizlerin notalarına rağmen, Musaddık iddiasında ıs­
rar ediyor ve hükümeti adına Ingiliz notasına verdiği cevapta
bu hususu bir kore daha hatırlatıyordu,
Musaddık'm durumu cidden çok garipti. O, âdeta ne yap­
mak istediğini bilmiyor ve Rus sefiri tvan Sadchikov ile sık sık
mülakatlar yapıyordu,
İran’daki hâdiseler birbirlerini o kadar sür’atle takip edi­
yordu ki petrol ihtilâfınm hangi noktaya kadar gideceği kesti­
* BP. Londratlaki Genel Merkezine 1080 bağlarında Genel Md. ta­
yin edilen zat.
rilemiyordu. Fakat ortada bir lıakikat vardı ve bu hakikat
petrolün bîr kere daha dünya sultıunıı tehdit ettiği idi.
Batılı hükümet merkezlerinde kesif bir çalışma vardı, Bu
çalışmanın morhezî sıkletini de İran petrol ihtilâfı teşkil edi­
yordu.
Amerikan Viskonsülünün katli, Anglo Iranian şirketi mer­
kezinin la liri p ve yağması, mezkûr şirket umum müdürünün
sabotör olarak takibata maruz bırakılması, gerek W ashington
gerek Londra’da çok sinirli bir hava yaratmıştı,
Ingil iz kabinesi üst üste toplantılar yapıyor ve İran'daki
durumu âdeta saat be saat takip ediyordu, Amerika’da da du­
rum Londradakiuin hemen aynı idi. H er iki merkez de İran'­
daki hâdiselerin her geçen gün artaıı vehameti karşısında bir
dünya harbine yol açması muhtemel hâdiseleri Önleyecek ted­
birler almak hususunda âdeta birbirleri île yarış ediyorlardı.
Amerika, İran’a bir defa daha m üracaat etmek kararını
alıyor ve Hariciye Vekili Dean Adıeson, İran'daki hâdiselerin
gidişini ^Felâketli» bir yol olarak ilân ederken, Londra’da İn­
giliz kabinesi de son çare olarak sert tedbirler almak hususun­
daki kabine kararını veriyordu.
ingilizler sert tedbirler almağa karar vermişlerdi ve bu
kararlarım da derhal tatbik mevkiine koymuşlardı,
I

Ingiltere hükümeti adına Hariciye Nazırı Mr. Herbert


Morrison ilân ediyordu ki;
İngiltere A badan’da bulunan İngiliz bandıralı tankerlerin
derhal bu limandan ayrılmalarım istemiş ve Abadan’da bulu­
nan tankerler de derhal oradan ayrılmışlardı.
Aynı gün ise Bahriye Birinci Lordu tarafından bizzat ve­
rilen bir emirle S bin tonluk Mauritius adlı İngiliz kruvazörü
Abadan'a gelmiş ve limandan iki yüz metre kadar ileride ve
Frak sularında demirlemişti. Donanmalar petrol için fıer vakit
olduğu gibi yine harekete geçirilmişti ve kendilerine petrolü
himaye vazifesi verilmişti.
Bütün bu tedbirler alınırken İngiliz kabinesi de üst üste
toplantılar yapıyordu.
İmparatorluğun kaderi tehlikeye düşüyordu. Petrol Ingi­
liz İmparatorluğunun her şeyi idi. İngilizleı bu madde saye­
sinde haşmet ve kudretlerini iktisab etmişler ve bu kudreti v
devam e ti İtmişlerdi. İngiltere hakikaten m ahataralı günler
içinde idi.
İngiltere'de sanki her şey durmuştu. Bu devleti idare
edenlerin lıiç birisi, İm paratorluğu kendi elleri de çökertmek
mevkiine düşmek istemiyorlardı. İktidarda bulunan İşçi Par­
tisi belki kurulduğu tarihten bu yana böylesine muhataralı ve
tehlikeli bir durumla karşılaşmamıştı. Başvekil d e m e n t Atlee
basiretli bir devlet adam ı olarak İran petrol ihtilâfından do­
layı îngilterenin içine düştüğü elim durum dan kurtarılması
için ciddi tedbirler almak hususunda kat’î kararını verdi ve
derbal harekete geçti.
Başvekil CJement Atlee, ikinci Dünya H arbinde îngiLte-
yi ve bütün hür milletleri zaf.ere ulaştıran kurt politikacın m
yanında Başvekil muavini olarak çalıştığı günleri hatırladı ve
kendisine m üracaata karar verdi. Clement Atlee derhal Chıırc-
hiITi ziyaret etti ve kendisini 26 H aziranda yapılacak kabine
toplantısında bulunm ak üzere davet etti. İngiliz Başvekilinin
bu hareketi pek nadir hallerde dahî vukubulmayacak kadar
realistti ve îngilterenin kurtarılması için bu kurt politikacıya
dehalJet etmiş, onun yardımını istemişti.
Churcliîll, İngiltere Başvekilinin davetine icabet etti. 26
H aziran tarihinde a kt edilen kabine içti mama giden Churchill,
kabinenin, îran petrol ihtilâfı hususunda aldığı eu k a fî karar­
ları üzerinde müessir oldu. Kabinenin 26 Haziran tarihli top-
lantısı saatlerce sürdü ve Chuchill bu uzun m üddet zarf m da
Başbakan Atlee’nnı verdiği izahatı dinledi. Ondan sonra da,
meselenin İm paratorluk lebinde en iyi şekilde nasd halledile­
bileceğine dair fikirlerini bildirdi ve kabine toplantısı son
buldu,
Churchill’in bizzat Başvekil Clement Atlee tarafından
davet edildiği kabine toplantısında neler görüşül düğü hakkında
herhangi bir resmî tebliğ neşredilmedi, yalnız Downing Street’
ten kısa bir tebliğ çıkarıldı ve yapılan kabine toplantısına
eski Başvekillerden Mr* ChurehiITin de katıldığı ve fikir tea­
tisinde bulunulduğu îngiliz milletine bildirildi.
Kabinenin bu fevkalâde mühim toplantısı hakkında her­
hangi bir resmî açıklama yapılmamış olmasına rağmen, bu
toplantının, had safhaya girmiş olan İran petrolleri meselesi
ile alâkalı olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçekti.
İngiltere fevkalâde günler yaşıyordu, İmparatorluğun bü­
tün müesseselerî seferber edilmişti. İngiltere* bir İm parator­
luk kudreti ile ayaklanmış, Iran üzerine yürüyordu,
Churchiirin kabine toplantısına iştiraki bütün dünyada
fevkalâde hâdiselerin başlangıcı olarak kabul edilmişti. Dünya
m atbuatı Ingiliz kabinesinin bu fevkalâde toplantısı hakkında
geniş neşriyata başlamıştı. Herkes Ingilterenin her an hare­
kete geçeceğine muhakkak nazarı ile bakıyordu. Fakat bir
adam, Sir Henry Deterdüıg, bu yürüyüşü istemiyordu. O, tav­
şanı araba ile yakalamağa azmetmişti. Bunun için de zamana
ihtiyacı vardı. Denilebilir ki; Ingiltere hiç bir zaman açık veya
gizli kuvvetlerini böylesine bir noktaya teksif etmiş değildi.
Orta-doğu memleketlerinde yüzlerce ajan seferber hale geti­
rilmişti, Bu en tabiî bir netice idi. Zira petrol elden çıkmıştı.
Petrol dünya için çıban başı olmakta devam ediyor, bey­
nelmilel siyaseti birinci plânda alâkadar ediyordu. Petrol yü­
zünden Orta-doğu’da meydana gelen buhran, dünya siyaseti­
ni ellerinde tuttuklarım zanneden politikacıların uykularını
kaçırtıyor, her an parlamağa ve patlamağa müheyya bir m ad­
de olarak petrol insanlığın kaderine hükmediyordu.
Iran hükümetinin bağında bulunan Musaddık ise, hâla ıs­
rar ediyor, bir türlü yola gelmiyordu.
Ingiltere petrol ihtilâfını son biT defa da beynelmilel ada­
let divanına aksettirmek, davasını orada halletmek kararım
vermişti. Bu sebeple de Lâhey adalet divanına başvurmuştu.
Ingiltere’nin Lâhey adalet divanına m üracaatı Iran Baş-
veziri Musaddık’ı çileden çıkardı, M usaddık ateş püskürüyor-
du. Tabiî Musaddık'ın bu asabiyetinde birinci derecede rol
oynayan da maalesef Ifusyanm Tahran sefiri îvan Sadchi-
kov’du,
Rusyanm beynelmilel meselelerde tutum u açıktı. Rusya,
bütün milletlerarası meselelerde yaptığı gibi, babk devletlere
inanmamakta devanı ediyordu. Bu sebeple, îngilterenin Lâhey
adalet divanına başvurmuş olmasını da hoş karşılara a mı ştı.
Eusya iş t e bu sebeple Musaddık*], Îngilterenin bu karan aley­
hine tahrik ediyordu, Musaddık bu telkinler altında derhal
harekete geçmişti, '
İran Hariciye Nazın, îngilterenin Lâhey adalet divanına
müracaatından bahisle Birleşmiş MiUetler Genel Sekreterine
m üracaat .ediyor ve İran’ın, Lâhey adalet divanmı tanımadı­
ğını resmen bildiriyordu.
îran Hariciye Veziri Kazemî’nin, îran hükümeti adına
yaptığı bu resmî beyanat, eşine siyasî tarihte ender rastlanan
bir hâdise idî. Beynelmilel adalet divanının tanınmaması ne
demekti? Bu tip kararlar, bugüne kadar Batılı ve hür millet­
lerin diplomatları tarafından ihtiyar edilmiş değildi ve siyasî
teamüle de uymuyordu. Böyle kararlar, îkinci Dünya H arbin­
den sonra sadece Demirperde gerisi memleketlerinden, dola*
yısı ile Rusya’dan sadır olmuştu. Nitekim, İran ın son kara­
rında da Rusya’nın birinci derecede rol oynadığı, herkesçe
biliniyordu.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Trygvi Lee İran’ın
resmî m üracaatını aldığı vakit herhangi bir reaksiyon göster­
miş mİ idi? İLayıı. Zira o3 Rusların b u tip m üracaatlarına alış­
mıştı. Bittabi herhangi bir muamele yapamadı. Zira Lâhey
adalet divanı ne Rusyanm, ne de îran 'm tasvibi ile kurulma­
mıştı ve bu teşkilât, bütün dünya devletlerinin tasvibi ve ga­
rantisi altında idi. Binaenaleyh, İran'ın m üracaatı sadece ken­
disini yani İran'ı alâkadar eden bir mahiyet taşıyordu ve bun­
dan Öteye de gidemezdi.
Musaddık kabinesinin Hariciye Veziri Kazemî’nin Birleş­
miş Milletlere bu husustaki m üracaatı pişmiş aş’a su katmıştı.
Petrol etrafında kopmuş olan fırtına İran’ın bu müracaatı ve
Kazemî’nin beyanatı ile biraz daha vehamet kesbetti,
İran’ın hiç bir mesnede dayanmayan bıı müracaatı üze­
rine Amerika Reisicumhuru Truman, çok nazik bir noktaya
gelmiş bulunan petrol ihtilâfına bir defa daha parmak bas­
mak zorunda kaldı. Trum an acele olarak şahsî temsilcisi sıfatı
İle A vereli H am m an'ı Tahran’a gönderdi.
H um m an bir petrolcü idi ve bu sefer Trum an, ister iste­
mez Standard Oil’un arzusuna boyun eğmişti.
Averel Harriman Tahran’a varmıştı ama, vardığına cîa
varacağına da pişman olmuştu. Zira, kendisi Tahran'a ayak
bastığı anda korkunç bir manzara İle karşılaşmıştı. Tudeh
Partisi ile Fedaiyanı İslam Cemiyeti, kendisinin Tahran’a gel­
mesini arzu etmiyorlardı ve hu gelişi protesto etm ek için Tah­
ran şehrini âdeta ayaklandırmışlardı.
Tahran’da yer yerinden oynuyor, Amerika aleyhinde en
ağır itham lar ve hakaretler yağıyordu. Hükümet bu sefer işi
sıkı tutmak zorunda kalmıştı, Musaddık, Trum an’ın şahsi tem ­
silcisine herhangi bir şekilde olursa olsun zarar verebilecek h a­
reketleri peşinen ortadan kaldırmak durum unda olduğunu id ­
rak etmişti. Musaddık, Amerikalım Isfahan Yiskoosülünün
katlinden sonra yeni bir suikasd’dan korkuyordu ve bu sebep­
le de gayet kesif ve şiddetli emniyet tedbirleri almıştı* M mad-
dık nihayet anlamıştı ki, Averel H arrim an'a bir suikasd olur­
sa, îran her şeyini kaybedecekti.
İran polisinin ve ordusunun, aldığı çok kuvvetli emniyet
tedbirlerine rağmen, Harrİman'm Tahran’a, gelmesini isteme­
yen nümayişçiler ile emniyet kuvvetleri arasında kanlı çarpış*
malar olmuştu. Bu kanlı çarpışmaların bilançosu ise İÛ ölü
300 yaralı idi.
İran'da böylece petrol yüzünden bugüne kadar Ölen za­
vallıların listesine bir kaç rakam daha ilâve edilmişti.
Bu Ölülerin hakiki mes’ulu kim ve kimlerdi? O rtada ve
görünürde mes'ul veya mçshüler yoktu. Fakat kabaran ölü ve
yarah listelerinin hakiki m es'ulleti ortada idi ve bu m esttiler
P eti olculardı. Bu mesTıÜer Tahran sokaklarında insanlar ölür­
ken Tahran şehrinden çok uzakta idiler. .
Trum an’ın şahsî temsilcisi feci hâdiselerden dolayı sadece
esef ederek bahsedebilirdi. Fakat kimi öt hesabma? Fetrolcu-
lann mı yoksa niçin öldüklerini bilmeyen zavallı halkın.nn?.*.
Averel H am m an’m gelişi ile alâkalı kanlı nümayişler dur­
m adan devam ediyor, Tahran sokakları kana bulanıyordu.
Nümayişler, ahnaıı bütün emniyet tedbirlerine rağmen dur­
dur ulamıyordu. Musaddık nümayişleri durdurmakta müşkü­
lât çekiyordu, Bu durum karşısında, ve her an vehametim art­
tıran hâdiseler muvacehesinde Musaddık derhal Örfi idare
ilân etmek mecburiyetinde kalmıştı. Gerçi ö rfi İdare ilân edil­
mişti ama iş işten geçtikten ve Tahran sokakları kana bulan­
dıktan sonra.
Trum an’m şahsi temsilcisi ile Musaddık arasındaki petrol
müzakereleri ö rfi idare ilân edilmiş olan T ahraa’da başladı.
Üst üste yapılan b u toplantılardan herhangi bir netice almak
mümkün olmadı. Musaddık Nuh diyor Peygamber demiyordu,
Musaddık lıer ne suretle olursa olsuıı kararından dönmüyordu.
Harriman her türlü teklifi Musaddık’ın Önüne koymuştu. F a ­
kat herhangi bir netice alamamıştı. M üzakerelerde bir arpa
boyu bile ileriye gidilmiş degildL H arrim an yorucu bir müca­
deleden sonra müzakerelere devamda herhangi bir fayda m ü­
lâhaza etmediğini anladı ve müzakereler netice almamadan
kesildi,
Musaddık müzakereler boyunca daima, Ingilizlerden şi­
kâyet etti. Musaddık, İngilizlerin Iranü baskı altında tuttukla­
rını iddia ediyor ve son Lâhey adalet divanına yaptıkları m ü­
racaatı da bu baskıya delil olarak ileriye sürüyordu.
Averel Harriman, M usaddık’m bıı iddialarını sabırla din­
lemiş ve T abı an5dan ayrılırken, İngilizler nezrimde şahsi n ü ­
fuzunu kullanacağını ve İran lehinde bir karar alınmasına
gayret sarf edeceğini söylemiş ve Tahran’a tekrar geleceğini
vaadetmişti,
Standard Oil böylece Averel H arrim an’ın şahsında İran
petrol meselesine giriyor ve bu meselede söz sahibi oluyordu.
Truman'ıtı şahsî mümessili Averel Harriman TahraıTda
Musaddık ile petrol müzakerelerine devam ederken, Amerika
muhtemel bir Rus müdahalesine karşı tedbir alıyor ve kuv­
vetli iki Amerikan filosu da Türk sularında boy gösteriyordu.
Petrol, geçmişte olduğu gibi, kuvvetli armadaları tekrar
harekete getiriyordu. Türk limanlarına gelen filoların birincisi
yedi gemiden müteşekkildi. Bu filoya Amiral B. D. Carcbıer
kum anda ediyordu, ikinci filo ise dokuz gemiden ibaretti. F i­
loların birincisi İstanbul'a İkincisi de İzm ir’e demirlemişti.
Her iki filonun amiralleri basma verdikleri beyanatların­
da, bu ziyaretlerinin dost ve müttefik Türkiye’ye muta d ziva"
retlerinden başka bir m ana taşıma Aıgmı söylemişlerdi. Fakat
amirallerin bu sözlerine rağmen kuvvetli iki filonun aynı anda
Türkiye’ye gelmeleri öyle ımıtad ziyaret çarçevesi içinde mü­
talâa edilemezdi.
Orta-doğu kaynıyordu. Petrol ortalığı allak bullak etmiş,
dünyayı cehennemi bir harbin kenarına kadar itmişti, Rusya
bu buhranın kundakçısı olarak, elinden geldiği kadar hâdise­
leri körüklemişti, Rusya sadece körüklemekle de kalmamıştı*
O, İran ve Türkiye hudutları boyunca askerî tedbirler de al­
mıştı, Rusyanm hudutları boyunca tedbir aldığı her iki m em ­
leket; Türkiye de îran da Batı ittifak sistemi içinde idiler. Bi­
naenaleyh, bu memleketlerin hudutlarındaki tafışidat, batık­
la n şiddetle alâkadar etmekte idi. Türkiye’yi ziyaret eden
Amerikan donanması* aynı zam anda Standard OiTun menfa­
atlerini gözetiyordu, Zira Standard Oil, İngiltere ile araların­
da aktedilen ve iki yıl sonra bitecek olan 10 yıllık anlaşmaya
rağmen Royal Dutch-Shell grubunun bir parçası olan îran
petrol sâhasma girmek niyetinde idi.
Türkiye aynce îngiUere-îran petrol ihtilâfında aracı rolü
oynuyordu ve Rusya Türkiye’ye bu bakımdan da diş bilemek­
te idi, tki Amerikan fıîosıı işte Orla-doğu’da işler böylesine
kızıştığı bir anda gelmiş ve İstanbul ile İzmir’de demirlemişti,
Türkiye’nin, hassaten diînya suîhü için giriştiği bu teşebbüs­
ler, İran’da daimî olarak bir çıban başı yaratmak isteyen Rus-
yanın biç de hoşuna gitmiyordu. Donanmalar bu sefer yalnız
petrolcularm menfaatlerini gözetmek için hareket etmiyorlar­
dı. Filoların b u seferki hareketleri, batı emniyet sistemi ile
kader birliği elmiş, ittifaklar kurmuş, Orta-doğu’nun kilit nok­
tasını kudretli ordusu ile kesmiş ve muhafaza altına almış bu­
lunan bir devlete, Türkiye’ye yardım maksadına dayanıyordu.
iki Amerikan donanmasının Türkiye’yi ziyareti, tam bu
sıralarda da Akdenizdeki Ingiliz donanmasının uçak gemileri*
denizaltılar ve destroyerlerle hem de sür’atle takviye edilmesi,
ciddiyetin de ötesinde bir m ana taşıyordu. Bu bir harbe ha­
zırlıktı. Üçüncü Dünya Harbi, İkincisinin üzerinden henüz beş
yıl geçmeden petrol yüzünden patlamak üzere îdi, Siyasî tan­
siyon son haddini bulmuştu. Petroleular, bîr harbin kaçınıl­
mazlığım ortaya koymuşlardı ve bu harp için de lüzumlu ha­
zırlıklarını vakit geçirmeden yapmışlardı, Akdeniz, kudretli
donanmaların karargâhı haline gelmişti. Şimdi bütün gözler,
IranMa petrol buhranım yaratan ve durmadan da körükleyen
Rıısyaya dikilmişti. Rusyaya dikilmişti, zira Ruslar Türkiye ve
îran hudutlarında normalin üstünde tahşidat yapmışlardı.
Ruslar başladıkları işi sonuna kadar götürmeğe kararh idiler,
Orta-doğu’daki hava buna delâlet ediyordu. Rıısya, İran’a te­
cavüz ederse, beklenilmedik bir anda Üçüncü Cihan Harbi
patlak verecekti. O takdirde de insanların iştiyakla özledikleri
hür ve huzurlu bîr dünya ideali yok olacaktı. Iran petrolleri
yüzünden meydana gelen bütün b u hazırlıklar ve emsali hare­
ketler, dünya sulhünü kurtarmak Rusya’ya, dünyayı felâkete
götürecek soji adımı attırmamak içrn yapılıyordu. Petrol bir
kere daha dünyayı Üçüncü Cihan Harbinin kenarına kadar
getirmişti.
Dünyanın içinde bulunduğu bu vahim duruma rağmen
İngilizler de Amerikalılar da İran île bir anlaşmaya varmak
için en son gayretlerini sarfediyorlardı.
Tabran’dan hiç bir netice alamadım ayrılan Averel Har-
jriman, soluğu Londra’da almıştı, Kendisinin Londra’da kal­
dığı. bîr kaç gün içinde İngiliz devlet adam ları ile yaptığı bü­
tün müzakereler, harbi bertaraf etmeğe m atuf tedbîrlerin gö­
rüşülmesi ve Ingiliz devlet adamîarmı yumuşatıcı sözler söy­
lemekle geçti.
Averel Harriman Londra’daki görüşmelerini ikmal eder
etmez Tahran’a döndü. Derhal Nfusaddık ile müzakerelere
başladı ve Londra görüşmeleri etrafında fikir teatisinde bu­
lundu.
Tnım an'ın $ aW temsilcisi Londra’da İngiliz devlet ricali
ile neler görüştü bilinmiyor. Fakat bilinen bir husus varsa, o
da, îngilizlerin Averel H am m an’ın Londra seyahatinden pek
memnun kalmadıkları id i Zira, îran meselesi dolayısı ile Ave­
rel H arrim an’m Londra seyahati hakkında ağılan müzakere­
ler pek hararetli geçmiş ve kamara mensuplan, Amerika için
hiç de hoş olmayan beyanlarda bulunmuştu.
Avam Kamarasında b u münasebetle konuşan Lord Hails-
ham en iyimser insanları bile bir anda bedbinliğe sürükleyecek
beyanlarda bulunmuştu. Lord Hailsham, Amerikanın İran
petrol anlaşmazlığı mevzuundaki son tutum unu şiddetle te n ­
kit ediyor ve;
«Amerikalılar bizim dostumuzdur, fakat, İngiliz m enfaat­
lerinin nerede olduğunu pek iyi takdir edememektedirler. Şa­
yet Amerikalılar, Mr. Averel H am m an'm , İngiliz İm parator­
luğunu çatladığı yerden takviye ettiğini sanıyorlarsa, bir kere
daha düşünmeleri icab eder» diyordu.
. Lord Hailsham'm Avam Kamarasındaki bu beyanatı, eski
mücadelelerin, Standard Oil ile Royal Dutch-Shell petrol tröst­
lerinin aralarmda cereyan eden ve 1943 anlaşması İle ve 1 0
yıl için durmuş olan mücadelelerin lıem de eskisinden daha
sert bir tempo ile başlıya cağım gösteriyordu. Deterding, Lord
HailshanTm ağzından Amerikaya da Standard Oil tröstüne de
meydan okuyordu. İngilizlerle Amerikalı!arın araları açılıyor­
du, Bu çekişme hür milletler tarafından dikkatle takip edili­
yor ve geleceğe endişe ile bakıyorlardı. İtiraf etm ek lâzjmdır
kî; Lord Hailsham’ın Avam Kamarasındaki beyanatında eıddl
hakikat payları vardı. Hakîkaten Amerikalılar Ingiliz İm para­
torluk menfaatler inin nerede başlayıp nerede bittiğini görmek
istemiyorlardı. îran petrol ihtilâfında Tvumaııün şahsî mü­
messili sıfatı ile hareket eden ve aslında bir petrolcü olan Ave­
rel Harriman bunun tipik misali idi. Zira, Averel Harriman
Londra ile Tahran arasındaki münasebetleri düzeltmek için
ihtiyar ettiği seyahatlerinde ve Londra’da bir takım nahoş
beyanlarda bulunmuştu, O, açıkça İran tarafını tutuyordu.
Yani işin açıkçası müttefikleri ile bozuşmak ve hele Rusya
için bozuşmak istemediğini ilân eden Trnm an’ın şahsî mümes­
sili Standard’ın ezeli politikasını takibeden bir durum takm ı­
yor ve Rusyanm paraleline giriyordu. Bu politika petrolcula­
rın vazgeçemedikleri bir politika idi, Aynca Averel Harrimau,
Thornbtırg'un dediği gibi, Ingiltereyi, İran işinde çok ileri
gitmekle suçluyordu. Amerika Reisicumhuru Trtıman'm şahsî
mümessili Averel H arrim anhn Amerikanın büyük petrolcula-
rından birisi olduğunu düşünürsek, onun İngiliz devlet adam ­
larına söylediği ve basında da teyid ettiği bu sözlerim normal
karşılamak zorundayız.
Îngilizler, Amerikan Reisicumhurunun şahsî mümessili
Averel H arrim an’m, çok ileri giden bu beyanlarından sonra,
onu bir tarafa itmek lüzumunu duydular ve Tahran ile bizzat
müzakerelerde bulunm ak üzere teşebbüse geçtiler, îngiltere-
nin bizzat müzakerelere girişmek teklifi, Türkiye’nin de ara­
cılığı ile Musaddık tarafından kabul edildi. Bu müzakereler
Averel H am m an henüz T ahran’dan ayrılmadan başlamıştı.
îranblarla müzakerelerde bulunmak üzere İngiliz mührü
Mas Lordu Stokes’in riyasetinde bir heyet Tahran’a varmıştı
ve Averel Harriman hâJâ Tahran’da idi. îngilizler, Amerikalı­
ları b u işten tam am en uzaklaştırmak niyetinde idiler. İranlI­
larla son müzakerelerini yapmağa karar vermişlerdi. Eğer bu­
rada muvaffak olamazlarsa, Lâhey Adalet Divanma yaptıkları
müracaatlarım sonuna kadar takip etmeğe de kararlı idiler.
Mührü Has Lordu Stokes riyasetindeki heyet Tahran'a
vardığının ertesi günü Musaddık ile müzakerelere başladı. F a­
kat bütün gayretlere rağmen hiç bir netice alamadı. îngilizle­
rin ünûdteri kırılmıştı. Musaddıkhn ilhamını nereden aldığı
belli idi. O, Ruslara güveniyor, desteğini Ruslardan alıyordu.
Bu hususu da fngîlizler en ince teferruatına kadar biliyor­
lardı. İngilizlerle İm nhlar arasındaki müzakereler bir arpa bo­
yu dalıi ilerlemeden kesildi ve Lord Stokes’in riyasetindeki
heyet Londra'ya döndü.
îngiltere bu durum üzerine petrol ihtilâfını Lâhey Adalet
Divanmda takip etmeğe karar verdi.
İngiliz heyetinin m üz alî e reler ine intizar etmek maksadı
ile 7'ahratrida kalmış olan Averel Harriman da, İngiliz hey&-
tinin Tahran'ı terkeltiğî günden bir gün sonra 24 Ağustos 1951
da terk etti.
İngiliz heyeti Londra'ya hareket ettikten hemen sonra,
Musaddık İlhammı nereden aldığı bilinmeyen bir harekette
bulunuyor ve Ingiliz elçisine m üracaat ederek, akamete uğra­
mış bulunan müzakerelere yeniden başlanın asını teklif edi­
yordu.
Ingiltere Başbakanı Clement Atlee* İran’ın bu teklifini
aldığı zaman öyle zannediyoruz gülümsemiştır. Z üa İngiltere*
mu İran'a bu müracaat üzerine verdiği cevap şayam dikkattir.
îngiltere hükümeti adına İran’a verilen cevapta şöyle de­
niliyordu;
«Iran ile müzakereler talik edilmemiştir. Fakat tamamen
kesilmiştir,»
6 Eylül 1951 tarihinde resmen açıklanmış bulunan îngil-
terenin, İran’a cevabı bütün dünyada hayretle karşılanmıştı.
Fakat bir çok cepheden de Ingiliz kabinesinin İran ’a cevabı
tasvib edilmişti. Çünkii bütün diinya biliyordu ki; İngilizler
petrol ihtilâfının yeni yeni badirelere yol açmaması için sonuna
kadar gayret sarf etmişlerdi. îş şimdi Lâhey Adalet Divanına
kalmıştı,
Ingiliz hükümetinin* İran’a cerdiği cevabî notasının üze­
rinden iki gün geçmişti. Tarih 8 Eylül 1951 idi. Bütün dün­
yada âdeta bir şok tesiri yapan bir beyanat basın ve radyolar­
la neşredildi. Bu beyanat İngiliz Başvekili Clement Atlee’nrn-
di. İngiltere Başvekili dünyanın hayret nazarları arasmda yeni
bir harpten bahseriyor ve dünya milletlerini ikaz ediyordu.
Hakikatte Atlee’nin bu beyanatı ile ikaz ettiği iki devlet var­
dı, Bu iki devlet Rusya ile Amerika idi.
İngiltere Başvekili Clement Atlee diyordu ki:
«Harbin kaçınılmaz olduğuna inanıyorum. Ve halen ah-
nan, yeniden silâhlanma tedbirlerinin harbin çıkmasını emli­
ye ceğ ine kani bulunmuyorum. Ben* şahsen, Sovyet Rusya’nın*
şimdi bir harbe girişmek için hazırlanmakta olduğuna inan­
mıyorum. Bununla beraber yine de iyi hazırlanmış olmamız
lâzımdır. Zira harpler, daim a H itler gibi külhanbeyigt tara­
fından değil, bazan da Kaiser gibi çılgın soytarılar tarafından
da çıkarılabilir.»
îngiliz Başvekilinin bu beyanatında meydan okuma ol­
duğu kadar, yeni bir harbi çıkarmak isteyenlere nasihat payı
da vardı. Fakat asıl mühim olan taraf, İran'da bir nevi harp
kundakçılığı yapan Stalîn'in Hitler gibi külhanbeyi ve Birinci
Dünya Harbinde Almanya'yı harbe sürükleyen im parator
Kaiser VVilhelm gibi çılgın bir soytarıya benzetilmesi hususu
idi.
Ingiliz Başvekilinin bu beyanatında meşhur Ingiliz so­
ğukkanlılığından eser kalmamıştı. O, açıkça tehdit ediyor ve
harbi çıkaracak olanları çılgın ve külhanbeyi olarak vasıflan­
dırıyordu. .
Bu beyanat sarih olarak bir tehditti ve bu tehdit Rusya-
ya müteveccihti, Çünkii İran'da durumun düzelmesine mani
olan, İran'ı bir ihtilâl memleketi haline getiren, orada arka
arkaya siyasi cinayetler işleyen Rusya idi.
Ingiliz Başvekili Clement Atlee'nin nutku dünya basının­
da geniş akisler yapmıştı. Herkes bir felâket olacak olan yeni
bir harbden bahsediyordu.
En kritik anlarda dahi soğukkanlılıklarını, muhafaza etme­
sini bilen îngilizler, açıkça harpten bahsediyorlardı. İngiliz-
lerin bir harpten bahsetmeleri ise dünya için kaçınılmaz bir
felâket demekti.
Bütün bu ağır havaya rağmen Musaddık hâlâ Rus dost­
luğundan, Rusya ile ticaretten bahsedebiliyordu. îran Başve­
kil yardımcısı. Hüseyin Fatımî ise bu hususta verdiği bir b e­
yanatında:
«îran petrolden kaybettiklerini Rusya ile ticareti sayesin­
de elde edecektir» diyordu,
Hüseyin Fatımi'nin beyanatı arkasındaki hakikat ise 511
idi.
Musaddık petrol satmağa karar vermiş ve petrolünü sata­
cak pazarlar aramıştı. Bu arada Rusya'ya da m üracaat etmiş
ve Ruslardan müsbet cevap almıştı. Ruslar, İran petrollerini
almayı kabul etmişlerdi. îran Rusyaya petrol satacaktı.
Rusların İran'dan petrol almağa karar verdikleri sıralar­
da idi ki îngiliz Başvekili Clement Atlee bir harpten bahse­
den beyanatını vermişti. H arp bulutlan dünyayı sarıyor ve
her geçen gün kesafet peyda ediyordu. Ruslar îran ile petrol
almak üzere müzakerelere başlamışlardı. îşte tam bu m üza­
kerelerin cereyan ettiği günlerde de kuvvetli bir İngiliz filosu
İstanbul'a geliyordu. Amiral John Eldeston kumandasındaki
bu filo hakikaten kuvvetli bir filo idi,
îngilizler, IranlılaTİa müzakerelere girişen Ruslaıâ b ir'n e ­
vi ihtarda bulunuyorlardı. Petrol kudretli armadaları geçmişte
olduğu gibi yine harekete getirmişti.
Bütün dünyada diplomatik faaliyet zirve noktasına var­
mıştı, Hür milletlerin başkentleri geceli gündüzlü çalışıyordu.
Tabiî Türkiye de bunlardan birisi idi. Tm m an, İngilizlerle
Iranlıler arasında yapılan ve kesilen son müzakerelerden son­
ra, Ingİlizlerin daha evvelce denedikleri yolu denemeğe ka­
rar vermişti. Bu karar Türkiye’nin ifan petrol ihtilâfında hir
kere daha aracılık yapmasını istemekten ibaretti. Ve Türkiye
sıılluı kurtarmak içiıı bundan evvel olduğu gibi bınıdan sonı-a
da aracılık yapmağa kararlı idî, Amerika Reisicumhuru Tru-
man’ın şahsen, Türkiye Cumhuriyeti Reisicumhuru Celâr Ba-
yarTa gönderdiği m esaj’a, İngiliz donanmasının İstanbul lima­
nına demir attığı gün mîisbet olarak cevap verilmişti.
Türkiye Reisicumhuru Celâl Bayar, sadece aracılık y ap ­
mayı kabul etmekle iktifa etmiyor, cevabı mesajında, Türkiye'­
nin vecibelerini yerine getirmeğe kararlı olduğundan da bah­
sediyordu.
1 'iirkiye dost ve müttefiklerinin daima yanında idi ve dai-
mada öyle kalacaktı. Bu husus Türkiye Reisicumhurunun m e­
sajında açıkça belirtilmişti. Fakat Türkiye bir harbi mecburî
olmadıkça kabul etmeyeceğini de belirtmekten kendisini ala­
mamıştı. Türkiye’nin arzuladığı tek husus, dünya ve bilhassa
Ortn-doğu sulhu idi. Türkiye Reisicumhuru Celû] Bayar bu
hususu bilhassa tebarüz^ettirmişti. Celâl Bayar cevabî mesa­
jında diyordu ki:
«Türkiye bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de
daima müttefiklerinin yanında yer alacak ve üzerine düşen ve­
cibeleri tamamen yerine getirecektir.»
İngiltere, yapısı ve devlet anlayışı bakımından dünyada
hiç bir mîllete benzemeyen hususiyetler taşımakladır. Bu hu­
susiyetlerin başında ise şüphesiz umumî efkâr gelmektedir,
Ingiltere yapısı bakımından diğer devletler gibi ve günü­
müzün icaplarına uygun klâsik bir devlet de değildir. O başh
başına bir muammadır,
İşte, İran hâdiselerinin en had safhaya çıktığı, Atlee’nin
bir harpten bahsettiği bu günlerde de böyle bize garip gele­
cek bir karar vermiş olan İngiliz kabinesi, yeni seçimlere gi­
diyordu. Bir İmparatorluk için en buhranlı bir devrede seçi­
me gitmek, başka milletlerce çılgınlık telâkki edilebilir. F a­
kat Ing&rAer için değil. Ingili 2 iktidar partisi olan İşçi Parti­
sinin de seçimlere gitmesi, onlarca gayet tabiî idi. Ve İşçi P ar­
tisi seçimleri ilân etti. Zira İm paratorlukta tehlike çanları ça­
lıyordu, Atlee, belki de, gelip çatmış olan bu tehlikeyi göğüs­
lemek cesaretini kendisinde bulamamıştı.
İngiltere'de seçimler yapılmış ve m uhafazakârlar iktidara
gelmişti. Artık İngiltere'de, son asrın en büyük ve en soğuk­
kanlı adam larından birisi vardı. Bu adam, İkinci Dünya H ar­
binde İmparatorluk yine böyle muhataralı bir devrede iken
iktidarı eline almak için davet edilen Sir W inston Churçhıll
idi. Bu kurt politikacı, İmparatorluğu, İran petrol ihtilâfı do-
layısı ile içine düştüğü çukurdan çıkarabilecek mi idi? Ingİl-
tereyi kurtarabilirse şüphe yok ki, dünyayı da bir felâketli
harpten kurtarmış olurdu. Churchill buna muvaffak olacak
mı idi?
Kuşlar lngilteredeki iktidar değişikliğinden sonra bariz
şekilde duraklamışlardı. Duraklamak m ecburiyetinde idiler.
Zira ihtiyar kurt, onların bütün hilelerine vakıftı ve kolay ko­
lay atlatılanı azdı. Stalin onu, bütün bir cihan harbi boyunca
yakından görmüştü. O, bilhassa Tahran konferansını unutm a­
mıştı. O konferansta müteveffa Roosvelt ile birlikte cephe al­
dıkları bu kurt politikacının kendileri ile nasıl mücadele etti­
ğini biliyordu. Şimdi Ingilterede Churchill iktidara geldiği
andan beri düşünmek sırası, Stalİn'e gelmişti. Mamafih her ne
olursa olsun, diiuya sulhu ciddi tehlikeler geçirmekte idi,
Iran petrol ihtilâfı bir daha göstermiştir ki; dünyayı asıl
idare edenler diplomatlar değil, petrole ulardı. ,
i

1951 yılı, geride kalmıştı ve petrol ihtilâfında herhangi


bir netice elde edilememişti. Bu ihtilâfa bulanmış devletler
oldukları yerlerde sayıyorlardı, Fakat hepsi de tetikte idi. L â ­
kin Ruslar, bir bakıma İran'da avantajlı sayılırlardı. Musaddık
onlarla beraberdi ve dalıa evvelce mütehassıs adı altında İran’a
sokulmuş olan Hus ajanları dalıa da takviye edilmiş olarak
İran’da idiler. Ruslar bu sözde mütehassıslarla İran halkım
tahrik etmekte devam ediyorlar, M usaddık'ı ise, İngilizlerle
herhangi bir anlaşmaya varmamak için daim a uyanık bulun­
duruyorlardı. Rusların bunu yapmaları lüzumsuzdu. Çünkü
M usaddık’m İngilizlerle anlaşmak niyeti esasında yoktu. O ­
nun lıedcfi başka idî. Esasen Musaddık istese de artık geriye
dönemezdi, Zira, Tudeh Partisi ile Fedaiyanı Islâm Cemiyeti
Demoklesin kılıcı gibi tepesinde dikilmekte idiler. Bu iki te ­
şekkül İran’a tamamen hâkim olmuşlardı, Denilebilir ki; İran’ı
bu iki teşekkül idare etmekte idi.
Ingİlizlerin, eski Başvekili A dee’nin enerjik durumu, yeni
seçimlerin yapılarak Chıırehill’in iktidara gelmesi, İran’da bir
hayli tereddütler yaratmış ve Musaddık’ı ciddî şekilde düşün­
meğe m ecbur etmişti. O, Atlee’nin Mührü. Ilas Lordu Stokes’in
îranldarla yapılan müzakerelerden hiç bir neticeye ulaşm a­
dan Londra’ya dönmesinden sonra söylediği «İran’la müzake­
reler talik edilmemiştir. Fakat kesilmiştir?» cevabına rağmen
petrol müzakerelerine yeniden başlamağa karar verdi ve în-
güizlere müracaat etti, Musaddık 24 Eylül 1951 tarihinde ver­
diği ve müzakerelere tekrar başlamak hususunda tanıdığı 10
gün miihîetli muhtırasına bâlâ bir cevap alamamıştı. İngiliz
hükümetine verilen bu muhtıraya Musaddık 2 Ekim gününe
kadar herhangi bir cevap almadı, Mühletin bitmesine ise iki
gün kalmıştı. Mühlet 4 Ekim Cumartesi günü hitam a eriyordu.
Musaddık iki Ekim tarihinde bir tebliğ neşretti. Bu te b ­
liğde Musatldık, İngiltere, İran’ın vmdiği 24 Eylül tarihli no­
taya cevap vermediği takdirde, İran’ın İngiltere ile olan si­
yası münasebetlerini keseceğini ilân ediyordu, Musaddık aklı
sıra Ingilizleri, siyasî münasebetleri keseceğim demek sureti
île korkutacağını zannediyordu.
Musaddık’m neşrettiği bu tehditkâr tebliğin Londra ve
VVashington’da akisleri çok şiddetli oldu.
Gerek Amerika, gerek Ingiltere Trum an ve C hurcbiirin
im&jJarun taşıyan hemen hem en aynı mealde çok sert İki no­
tayı İran’a verdiler. H er iki devlet de Musaddıkü adamakıllı
hırpalamıştı. Musaddık, son tebliğinin b u kadar sert ve ciddî
bir aksülâmel meydana getireceğini hesaba katmamıştı. İngil­
tere ve Amerikanın notaları T ahran'a tevdi edildikten he­
men sonra Musaddık, Tahran’daki Rus elçisi îvan Sadchi-
kov*u nezdîne davet etti ve b u notaya nasıl bir cevap veril­
mesi hususunu onunla müzakereye girişti.
Musaddık şaşkınlık içerisinde idi. İki devletin notaları
çok hem de çok şiddetli idi. Bu notalar bir harp edası ta şı­
yordu.
M usaddık’m bu şaşkmlık devresi içinde Rusyanm, T ahran­
daki resmî adamı, büyük elçi İvan Sadchikov kendisine temi­
n at veriyor ve İran’ı desteklediğini bildiriyordu, İvan Sadchi­
kov ayrıca, şahsen teminat veriyor ve şayet Iran îngiltere ve­
ya Amerika tarafından herhangi bir şekilde tecavüze uğrarsa
Rusyanm, İran’ın yanında bulunacağmı temin ediyordu.
Iran Şalı’ı Kıza PelîJevt, İngiltere ve Amerikan notalarına
muttali olduğu vakit cidden büyük bir üzüntüye kapılmıştı.
Büyük bir takım tazyikler sonunda Başvezrrliğe getirdiği Mu-
saddık’m, İran’ı sonu ne ile ni hay etleneceği belli olmayan bir
badirenin içine sürüklediğini görüyor ve üzülüyordu. Satıh
iki devletin verdikleri son notalar bu üzüntüsünü son haddine
çıkarmıştı. Mıtsaddıkh derhal nezdine davet etmiş ve meseleyi
bir defa da ondan dinlemek istemişti.
Musaddık, endişe edilecek bir şey olmadığını, Rusyanm
îran ile birlikle hareket etmeğe kararlı olduğunu ve bu husus­
ta TahraıVdaki Rus sefilinin kendisine teminat verdiğini söy­
lüyordu.
Şah bütün bu sözlerden bir mana çıkaramıyorchı. Fakat
ortada bir hakikat vardı ki İran batı dünyasından zorla kopa­
rılmış ve felâketlerin içine itilmişti.
Şah ısrar ediyordu. Başlamış olan ve vahim bir hal alan
iç ve dış hadiselerin inkişafını soruyor, Başvezirinden mukni
cevaplar alamıyordu. Şah’ın daveti île meydana gelmiş olan
bu mülâkat, Şab ile Musaddık arasında öteden beri devam
edegelmekte olan ihtilâfın su yüzüne çıkması ile tûhayetlendk
Şah'm Musaddık’tan, Musaddık’ın da Şah’dan nefret ettiği­
ni İran'da bilmeyen yoktu. Mülâkat işte höyleşine birbirlerin­
den hazzetmeyen h attâ birbirlerinden nefret eden iki insanın
haleti mhiyesi içinde cereyan etti, Şah, M usaddık'tan aldığı
cevapları İran'ın âli m enfaatlerine aykırı bulduğunu kendisi­
ne açıkça söyledi ve istifasını taleb etti.
Musaddık beklemediği bir anda kendisinden istenen isti­
faya red cevabı verdi. O, istifa etmiyor vc Şalı’a, halkm ısrar
ve talebi ile iktidarda bulunduğunu söylüyordu.
Mülâkat bittiği vakit, Şah ile Mıısaddık’ın aralan bir d a­
ha düzelmeyecek kadar açılmış, tran iç in b ir m üddet daha fe­
lâketler içinde bocalama devrinin son perdesi açılmıştı,
İran Şah'mm batılı devletlerle daha muslihane yollardan
hareket ederek anlaşmaya varmasını talep ettiği Musaddık,
Şüh'ın arzusunun tam tersini yaptı.
Musaddık İngiltere ve Amerikanın verdikleri sert notalara
cevap vermelde beraber, îngiitereyi yeni bir emri vaki ile kar­
şı karşıya getirdi. Musaddık 8 Ekim 1952 tarihinde İngiltere-
den 49 milyon sterlin tazm inat talep etti. Musaddık, bn tazm i­
nat ile birlikte Ingütereye daha bazı tekliflerde de bulunm uş­
tu. İran'ın İngiltere’den talep ettiği hususlar şunlardı:
«1 — Îngilterenin bir hafta zarfında İran'a 20 milyon
sterlin Ödemesi,

2 — Anglo Iraman şirketini temsil eden bir heytetin der­


hal İran'a gelm esi ve her iki tarafın tazminat bahsinde ileriye
sürdükleri talepleri bir hal çaresine bağlamak için müzakere­
ler yapılmast ve bu müzakerelerin azami üç haftada netice-
1emmesi*
3 — Bu müzakereler sonunda İngUterenin İran'a 29 mil­
yon ödemesi.»
Musaddjkhn Ingiltereye tevdi ettiği notadaki teklifler, In­
giliz elçisine verilmeden evvel, bu tıotanm muhteviyatı yüzün­
den îran kabinesinde ilk ihtilâf patlak verdi. îran Hariciye Ve­
ziri Hüseyin Navvab, Musaddıkhn ısrarı ile îngilteıeye veril­
mesi talep edilen notaya itiraz etti. Ve Raşvezir ile Hariciye
Veziri arasında sert m ünakaşalar oldu. Hüseyin Navvab hiç
bir esasa dayanmayan taleplerin îngi] tereye verilmesi halinde,
sadece, esasen gergin olan durumu daha da ağırlaştırmaktan
başka bir şeye yaramayacağını söyledi. Fakat bütün ısrarlarına
rağmen Musaddıkhn inadını kıramadı ve sonunda böyle bir
m esuliyeti kabul edom İye^ğini s ö y le y e r e k istifa etti. Bu isti­
fa Musaddık'ın Iranh felâkete sürükleyen hareketlerine karşı
ilk reaksiyondu.
Iran notası İngiliz hükümetine vardığı vakit herhangi bir
tesir husule getirmedi. Ingiltere, notaya cevap vermek lüzu­
munu tahi duymadı. İngiliz kabinesi notayı nazarı itibara al­
mamıştı.
Biitün bu hareketlerin ve notaların menşei Rusya idi ve
bu hususu dünyada herkesten daha iyi bilen bir adam ulan
Chvrchill de Ingiliz Başvekili bulunuyordu. Churchill, bu ve
bundan evvelki Iran taleplerinin, Ingiltere ile Amerikanın ara­
sım açmak üzere lîıısya tarafından M usaddık'a telkin edildi­
ğini biliyordu. Bu sebeple, Iran notasının Londraya varmasın­
dan üç gün sonra, Ruayaya ilk ihtarını çekinişti.
Churchill bu hususta verdiği beyanatında açık konuşmuş
ve Rusyamn tuzağmdan bahsetmişti. İngiltere Başvekili de
mişti ki;
«Rusyanm tuzağına düşmeyeceğiz ve Amerika ile dost­
luğumuza büyük ehemmiyet vereceğiz.»
Bu sözler açıktı. İngiltere Amerikanın dostluğuna değer
veriyordu, Fakat bu, Standard OiTa da aynı değeri verdiği
manasına gelmiyordu. Zira gerek istihbarat teşkilâtlarından
aldığı raporlar, gerekse D eterrîinğin muhtelif kanallarla Baş­
vekile sunduğu malûmat, Standard’uı İran’da ikili oynadığını
gösteriyordu. Churcbül, Amerikan hükümeti i)e Standard
OiVu ayırmasını bilecek kadar politika kurdu idi .
Standard Gil, Churehıilın beyanatının hakiki manasım
biliyor ve buna göre de yeni hamleler yapmağa hazırlanıyor­
du, Standard mutlaka Iran petrolleri üzerinde hisse istiyordu.
Fakat Royal Dutch-Shell grubu iie 1943 yılında imzaladığı on
yıllık mütareke ,ouu açıkça ortaya çıkmaktan menediyordu.
Bu sebeple Orta-doğu’yu biraz daha karıştırmak, İngilizleri
biraz daha bunaltmak yolunu tuttu.
O rta-dogu’da hâdiseler artık birbirlerini takip ediyorlar­
dı. İran petm l ihtilâfı en had noktasmda iken, İngiltere ile
İrak arasında yine petrol yüzünden yeni bir ihtilâF patlak ver­
mek üzere idi.
Irak'ta iktidarı elinde tutan ve bu memleketi» mutlak hâ­
kimi durum unda olan N uri Said Faşa, Ingiltereye resmen m ü­
racaat etmiş ve 1927 tarihli imtiyaz anlaşmasının yeniden
gözden geçirilmesini talep etm işti Nuri Said P aşanın bu ta­
lebi akim havsalan m almayacağı bir iş ti Zira o, Türk ordu­
sunu içinden vurduğu, sırtında bu ordunun yüzbaşı üniforma-
sim taşıdı ğv Birinci Cihan H arbinden beri Ingiliz Entelijans
Servisin en güvenilir adamı idi ve İrak’ta iktidara ancak bu
sayede gelebilmişti.
N uri Said Paşa’ıun, Ingilız-frak anlaşmasının tadilini ta ­
lep etmesi sebepsiz değildi, Nuri Said Paşa artık İngilizlere
güvenemiyor ve üzerinde güneşin batmadığı muhteşem im pa­
ratorluğun sonunun geldiğine inanıyordu. Bu inanca varan
Nuri Said Paşa sırtındaki küfeyi de devirmekten çekinmiyor-
dil, Standard Oil’u» kendisine çengel taktığı muhakkaktı? Ni­
tekim Nuri Said Faşa’nın bu taıihteu sonra lakip edeceği si­
yaset hu teşhisi teyid etmiş ve nihayet kendisinin de zavallı
bir Kralın da Prens Abdülillâh’ın da başını yemiş Orta-doğıı’da
bir krallığın daha yok olmasına yol açmıştı.
Nuri Said Paşa ”11111 bu talebi Londra'da ciddiye alınmış
ve o sıralarda Londra'da bulunan Prens AbdüliUâh’m nazarı
dikkati çekilmişti. AbdiiLiIÜÜı Bağdad'a gönderdiği bîr haberle
de, bu taleplerin kendisi Bağdad'a dönünceye kadar hiç bir
suretle ele alınma masını istemişti.
Fakat sonraki hâdiseler göstermiştir ki; tngilizîçr bu tek­
lifler karşısında soğukkanlılıklarını muhafaza edebilmişler,
lâkin Nuri Said Paşa’nın da dosyasını dürmüşlerdi.
Böylece Standard Oil, İrak ta ilk adımını atmış fakat mu­
vaffak olamamıştı.
İran'da ise hâdiseler siir'atle gelişiyordu. Şah, Musaddık
tarafından reddedilen istifa talebinden sonıa, bazı tedbirler
almak lüzumunu hissetmiş, ba 2 i temaslar yapmıştı. Şah önce
General Zahidî sonra da general Hicazı ile istişarelerde bm
luıuruîştu. Şah’ın kendileri ile İstişarelerde bulunduğu her iki
general de İran'da çok sevilen mümtaz iki askerdh General
Zahidi Ayan âzası idi, General Hicazı ise, İran ’da en mühim
mevkilerde vazife almış vatanperver bir insandı.
8 Ekim tarihinden soııra geçen 5 gün İran’da hâdiselerin
çok süratlendiği bîr zaman mefhumudur. Hu beş gün içinde
çok şeyler olmuştu. ,
Nihayet 13 Ekim 1952 tarihinde bu iki general Musad-
d ık a kargı baş kaldırmışlar ve bir hüküm et darbesi yapmış­
lardı. Bu darbenin muvaffak olmaması için lüç bir sebep yok­
tu. Fakat Rus ajanları İran’da öylesine üslenmişler öylesine
teşkilât kurmuşlardı ki âdeta İran'da kuş uçurtmuyorlardı.
İran’daki hüküm et darbesini» muvaffakıyetsizliği bu ajan­
ların eseri idi, D arbe akamete uğrayınca darbecilerden general
H icazî derhal tevkif edilmiş fakat general Zahidt Ayan azası
olduğu için hakkında hiç bir muamele yapılamamıştı. Zira
îran Anayasası, Ayan Meclisine iltica eden Ayan âzalarının
her ne suçtan olmsa olsun tevkifine mani sarih hükümler ih­
tiva etmekte idi. General Zahidi bu yüzden tevkif edilem e­
mişti.
İran'da bir hüküm et darbesi yapıldığı ve muvaffak olma­
dığı haberi kabineden istifa eden sabık Hariciye Veziri Hüse­
yin Navvabhn yerine gelen yeni Hariciye Veziri Hüseyin F a­
tımî tarafından ilân edilmişti.
Yeni Hariciye Vezirinin ağzından duyulan lıükûmet dar­
besi, dünyan m her tarafında büyük bir ciddiyetle takip edil­
m iş înm ’ıu samimi dostlan ise darbenin m uvaffakıy etsizi iği
karşısında ciddi olarak üzülmüşlerdi.
Darbenin muvaffak olamaması üzerine Jran hükümeti ge­
niş mikyasta tevkif ata başlamıştı, Musaddık iktidardan düş­
memek için en zecrî tedbirlere başvuruyor uzaktan veya ya­
kından darbe ile alâkası olduğundan şüphelendiği herkesi tev­
kif ediyordu, îranhn en köklü aileleri, en m uteber insani an ela
bu tevkiflerden yakalarını kurtarm ıyorlardı. Bu suretle tev­
kif edilenler arasında İran'ın en zengin ve en eski ailesi ohm
Eshadül Fashidîyan da vardı. Eshadül Fashidîyan bütün aile*
si ve akrabaları ile birlikte tevkif edilmişti, Musaddık’m eline
b u darbe müdhış bir koz vermişti. O da bu kozu kullamyoı
ve kendisinden şüphelendiği veya kendisine dost olmayan her­
kesi tevkif ediyordu. Musaddık umumî bir temizlik hareketine
başlamıştı.
îr ıtırda binlerce insan tevkif edilmiş* hüküm et fevkalâde
tedbirler almıştı. Musaddık herhangi bîr ayaklanmayı önle­
mek için de Tahraııh âdeta garnizona benzetmişti. Bu şehrin
sokaklarında tanklar dolaşıyor, her .yol, her köşe başı kuvvetli
müfrezelerle kontrol altında bulunduruluyordu,
Musaddık bir bagka çareye de başvurmuştu. Gerek Fedai-
yam îslâm gerek Tudeh Partisi tahrik edilmiş darbeciler ve
tevkil: edilenler aleyhinde sıkı askerî tedbirlere rağmen nüm a­
yişler bağlamıştı. İngiliz ve Amerikan sefaretleri çok sıkı bir
kordon altına alınmışlardı.
İran'da hâdiseler adamakıllı karışmış arap saçma dön­
müştü, Musaddık büyük bir huzursuzluk içinde idi. Ve istik­
balinden endîşe etmeğe başlamıştı.
îran ’da muvaffakıyetsizîikle neticelenen hükümet darbesi
yüzünden bu darbenin tertipçileri olarak tevkif edilen, ve hak­
larında muamele yapılan generallerin harekete geçtikleri gün
ise, Türkiye Başvekili Adnan M enderes (Rahmetli) ile H ari­
ciye Vekili Fuad Köprülü, Londra'da müzakerelerde bulun­
mak üzere Türkiye’den ayrılmışlardı.
D ünya m atbuatı bir defa daha nazarlarım Orta-doğu'nun
kilit noktasında bulunan Türkiye hükümetinin reisi ile H ari­
ciye Vekilinin seyahatlerine çeviriyor ve bu seyahatin taşıdığı
büyük ehemmiyetten bahsediyordu.
Batılı memleketlerin hükümet merkezlerinde bilaistisna
hüyük bir faaliyet başlamıştı. Bu, balı medeniyetinin korun­
ması ve mütecaviz komünizmin hür milletleri ezmek isteyen
sullasma kaTşı ciddi tedbirler alınması lüzumundan doğmuş­
tu. Dünyanın hiir milletleri hürriyetlerini garanti altına almak
istiyorlardı. Hemen bütün batılı devletler, bütün cepheleri ile
ortaya çıkmış olan insanlık ve medeniyet diişmam komünizme
karşı, sür’atîe bir Avrupa Birliği kımıl ması için harekete geç­
mişlerdi.
Bütün bir batı dünyası milletleri eğer sür’atle bir birlik
kurulamazsa, batılı milletlerin, Rusyanm d ol ayısı ile komüniz­
min tazyikine dayanamıyacaklanm aralamışlardı.
Türkiye Başvekili ile Hariciye Vekilinin Londra seyahat­
leri de kurulacak batı emniyet sistemi ile alâkalı olarak İngi­
liz devlet adamları ile yapacakları müzakereler için İhtiyar
ediliyordu.
Ayrıca, Türkiye Başvekili ve Hariciye Vekilinin, Londra -
da, Ingiliz devlet adamları ile son Orta-doğu buhranını mü­
zakere edecekleri de tabiî idi,
Londra'da iki gün devam eden Türk-İngiliz müzakereleri
sonunda neşredilen resmî tebliğ çok kısa idi ve aynen şöyle idi:
«Türkiye Başvekili, Hariciye Vekili ve Hariciye Vekâleti
Umumi Kâtibi, beraberlerinde müşavirleri olarak* İngiliz Ha­
riciye Nazırı, Müdafaa Nazın ve imparatorluk Erkânı H arbi­
ye Reisi ve müşavirleri ile toplanmış, h e r iki memleketin müş­
terek menfaatleri ile alâkalı umumî meseleler hakkında tam
ve samimî bir görüş teatisinde bulunmuşlardır.»
Evet tebliğ bu idi. Fakat müzakerelere iştirak eden zeval
arasında Ingiliz Erkânı H arbiye Reisi ile Müdafaa Nazırının
bulunması ve tebliğde Orta-doğu ve her iki memleketin m üş­
terek menfaatleri ile alâkalı umumî meselelerin görüşüldüğü­
nün bildirilmesi, Londra müzakerelerine avn bir ehemmiyet
izafe etmekte idi,
Londra'da başlamış ve iki gün devam etmiş olan Türk-
Ingiliz müzakereleri lıakkındaki resm î tebliğin neşrinin ertesi
günü de Iran, Ingiltere ile münasebetlerini kestiğini resmen
bildiriyordu.
îran Ingiltere ile münasebetlerini resmen keserken Ame­
rika Hariciye Nazırı Mr, Dean Acheson, bir sürpriz sayılabi­
lecek bir beyanat veriyor ve, İran’ın Ingiltereden talep ettiği
49 milyon sterlin tazminat hususunda icap ederse İngiltere
nezdinde teşebbüse geçeceğini ve Ingiltereyi, bu tazminatı
Ödemek üzere ikaz edeceğini bildiriyordu.
Amerika Hariciye N azınm n beyanatı tuhaf bir mana ta ­
şıyordu. Bu beyanat, Amerikanın Standard Oil tröstünün p a ­
raleline girdiğini ima etmekte idi. Amerikan dış siyasetinde
dönüş başlıyordu ve bu dönüş, Standard Oil lehine oluyordu.
Dean Aeheson, bu garip beyanatını verirken, Amerikanın
yeni Iran sefiri Loy Henderson da Musaddık’a bir rapor tev­
di ediyordu* Bu raporda, Amerika Hariciye Nezaretinin, İran
tarafından Ingiltereden talep edilen 49 milyon sterlin tazm i­
nat hususunda Amerikanın İran’a yardıma hazır olduğunu bil­
diriyordu.
Amerikanın yeni sefiri Loy Henderson’un Musaddık'a
verdiği rapor da en az Dean Acheson un beyanatı kadar ga­
ripti. Ingiltere tazminatı kabul etmemişti ki tediyesi yoluna
teşebbüs edilsin. Hem, Amerika fugilterenin omuzlarına yük­
letilen bu tazminatı neden ödüyordu? Bütün bu teşebbüs ve
vaadferden de arılaşılıyordu ki, Amerika, M usaddık’a kur ya­
pıyor ve ona hoş ve sempatik görünmeye çalışıyor, istikbale
m uzaî politik yatırım lar yapTyordu. Evet Amerika İran’a sem ­
patik görünmek isliyordu, zira bu memlekette çok mühim mik­
tarda petrol vardı.
Petrol istihsal edildiği memleketin de, dünyanın da huzu­
runu kaçırıyor dünya diplomasisini perişan ediyordu. Petrol
en yakın dostlan da birbirlerine düşürmek istidadım h e r za­
man muhafaza ediyordu.
Ruslar ise pusuda idi. Iran petrollerinin bir vahim ihtilâf
olarak ortaya çıktığı giindenberi sünneti Ruslarla beraberlik
kutmuş olan Standard Oil’un siyasetini Dean Acheson ve
İran ’daki Amerikan sefiri de toyid ediyorlar ve Ruslara îran
ihtilâfında daha aktif bir rol almak hususunda âdeta yardım­
cı oluyorlardı.
Gerek Dean Acheson’un gerek Loy Hendcrson’un aym
mealdeki ve îranhn lugiltereden talep ettiği tazminatla alâkalı
İran'a hak veren tutumları, Rusları, İran’da yeni bir takım te ­
şebbüslere şevketmişti. Bu teşebbüslerin en tehiiketisi ise, Rus-
İran hududundan İran’a Tudehçilere verilmek üzere bol mik­
tarda silâh sevketmeleri idi. Ruslar bu sevkıyatı denilebilir
ki; herkesin gözü önünde yapıyorlardı.
Ruslar dostları sayesinde cidden mükemmel şekilde çalış­
ma imkânlarına kavuşmuşlar dr. İran’da çok iyi çalışıyorlar ve
istikbalde yapmayı düşündükleri hareket için geniş mikyasta
hazırlıklara girişiyorlardı, İran’daki Kus ajanları çok mükem­
mel bir teşkilât kurmuşlardı. Fakat karşılarında onlardan da
Amerikalılardan da daha evvel bu memlekete yerleşmiş ve
teşkilâtlanmış bir g id i servis vardı. Ruslar h e rh a ld e uzun yıl­
ların tecrübesine sahip hu güne kadar hiç bir gizli servisin
kendisi ile boy olçüşemediği ve İran'daki petrol sahalarında
birinci derecede alâkalı olan bu servisi hesaba katmam azlık
edemezlerdi. Rusların mutlaka hesaba katmaları lâzım gelen
bu teşkilât, Îngilizlerin meşhur Entelijans Servisleri idi.
Ruslar, Entelijaııs Servisi İran’da saf dışı etmedikçe, bu
memlekette asla muvaffak olamazlardı, Ruslar General Zahidi
ve General Hicazî’nin yaptıkları hükümet darbesini durdur­
mağa muvaffak olduktan sonra bu servisi felce uğratacakla­
rım hesabe katmışlar M usaddık'a İran’da geniş tevkifal yap­
mak, böylece Entelijaııs Servisi ortadan kaldırmak hususunda
İmkânları dahilindeki her yardımı yapmışlardı. İran’da aka­
mete uğrayan hükümet darbesinden sonra girişilen kitle h a­
lindeki tevkiflerin manası bu idi. '

İNGİLİZ - RUS GİZLİ SERVİS MÜCADELESİ

Denilebilir ki; Rus ve İngiliz servisleri, Ehtelijans ve Çek a


veya Ohrana İran’daki kadar birbirleri ile kıyasıya ve şiddetli
bîr mücadeleyi dünyanın başka hiçbir yerinde yapmamışlar­
dır. Rus ve İngiliz gizli servisleri 1885 tarihinden h eri İran’da
çetin bir mücadele içerisindedirler. Ve bu iki servisin ınüca-
delesi sadece petrol yüzünden meydana gelmekte idi. Geçen
bu yıllar içinde pek nadir lıallerde bu iki servis birbirlerine
dokunmamış fakat zamanın geri kalan kısırımda petrol yüzün­
den birbirlerini tasfiye etmek böylece Iran petrolüne hâkim
olmak için kıyasıya ve kanlı bir mücadele yapmışlardır.
İşle İran’da bu sefer de öyle olmakta idi. Fakat bu sefer
ki mücadele evvelkilerle kıyaslanmıyacak kadar çetin geç*
mekte İdi. Dunun iki sebebi vardı. Bundan evvelki mücadele­
lerde olduğu gibi Rusların, Fransanın veya Almanya ve Avus­
turya—Macaristan tm par a torluklarının zaman zaman bir çok
hareketlerine ve siyasî emellerine sed çeken kudretleri yoktu
Duna mukabil Rusya, ikinci Dünya H arbinden galip çıkmıştı
ve Avrııpatıın yarışma hükmederken, dünya siyasetine de isti­
kamet verecek kadar kuvvetli idi. Ve bir tarafa ittikleri Ingılte-
renin mevcudiyetini asla hesaba katmaksızın dünyayı Ame­
rika ile paylaşmak fikrini güdüyordu.
Rusya işte burada aldanıyordu. Zira öldü zannedilen Bri­
tanya İmparatorluğu, dünyadaki ham madde kaynaklarının
mühim bir kısmına hâlâ hâkimdi ve Enteiijans Servis tasfiye
edilememişti, Yakm bir istikbal gerek Amerika, gerek Rusya-
nın küçümsemeye başladıkları Îngilterdnîn nasıl bir enerji ile
ve Entelijans Servisin şahane bîr atağı ile ortaya çıkacağını
gösterecekti, istikbal Rusya'ya İran'da büyük darbeler hazır­
lamakta idi. 13u darbe öyle bir şiddetle indirilecekti ki; liusya,
1953 te indirilmiş olan bu darbenin tesirinden kurtulanı aya-,
cak vç İran’ı yıllar yılı rahat bırakacaktır.
Rusların OGPU'su İle İngiliz Entolijans Servisleri ve B e ­
terdin g’in keııdi ajanları İran'da çetin bir gizli harp yapmakta
idiler, Bu gizli harp öylesine bir mücadele idi ki; 1910 vç 1925
ihtilâllerine asla benzemiyordu.
İran’da Rusya'nın ve İngiltere'nin haiz bulundukları bü­
tün gizli kuvvetleri mücadele ederken beklenmedik bir hâdise
vuku buldu ve Standard Oil birden bire mücadeleye iştirak etti.
Standard Oil5un bu müdahalesi bekleniyordu fakat 1953 yı­
lında. Zira Royal Dutch-Shell grubu île 10 yıllık mütareke o
tarihte bitiyordu. Bu bakım dan S tandardın mücadeleye atıl­
ması kat'iyen beklenmiyordu.
İşte İran’da asd mücadele de S tandardın ortaya çıkma­
sından sonra başladı.
Amerikalıları bu mücadeleye zamansız şevke den sebep
İran petrolleri üzerinde hisse sahibi olabilmek düşüncesi idi,
Amerikalılar Iran petrollerinde hisse istiyorlardı. Bu imtiyaz­
ları da almağa azmetmişlerdi, Standard OîVtın İran hâdisele­
rine iştiraki şöyle olmuştu,
21 Ekim 1952 tarihinde Standard Oil’ujı hissedarlarından
Wiliiam Alton Jones beklenmedik bir anda Tahran’a gitti. Bu
ziyaret hakikaten beklenmiyordu. Wîllîam Alton Jones hava
alanında uçaktan iner inmez etrafını saran ve kendisini sual
yağmuruna tutan gazetecilere gülerek, T ah rad a istirahat mak­
sadı ile geldiğini söyledi.
VVİlliam Alton Jones’ım bu beyam tabiî herkesi güldürdü,
tçin, için kaynayan bir yanardağa benzeyen, sokaklarında her
dakika nümayiş ve arbedelerin eksik olmadığı, insanların ta­
vuk gîbî boğazlandıkları Tahran, tam istirahat edilecek bir
şehirdi.
William Alton Jones asıl maksadım, İran’a gelişinin hakiki
sebebini söylemek istemiyordu. Ama onun hüviyeti meçhul
değildi ve dünyada kendisinin sayılı petrolcuîardan ve Standard
Oil tröstüne bağlı bir insan olduğunu bilmeyen yoktu. Onun
söylemek istemediğini kendisinden başka herkes söylüyordu.
VViİliatn Alton jones T ah rad a petrol için gitmişti. Zira
Standard Oil, Musaddık üe temas kurmuş ve bir müzakere ze­
mini aramıştı. Musaddık ise böyle bir teması canına mhmel
bilmişti. İşle bu /at, Standard’ın hissedarı, biz/at Musaddık
iie Standard arasında yapılması kararlaştırılan müzakerelere,
hissedarı bulunduğu şirketi temsilen başlamak üzere gelmişti.
Musaddık ile Standard Oil arasında başlayacak olan m ü­
zakereleri de, Amerika Reisicumhuru Tnım arfm şahsî m ü­
messili petroleu Averel Harrim an tezgâhlamıştı.
Musaddık ile Alton Jones arasındaki müzakereler vakit
geçirmeden başlamıştı. Standard/ın mümessili, İngiltere’den
alınmış ve devletleştirilmiş petrol sâhalannda hisse talep edi­
yordu. Bu hisseye karşılık olarak Standard Oilhm frankı en
geniş şekilde yardıma hazır olduğunu, bu müzakerelerin vıı~
kubıılduğıı İran Bagveziri Musaddık’ın evinde İran Başvezi-
rine söylemişti.
Wilİiam Alton Jones* Musaddık m izhar ettiği İngiltere’ye
ait endişeleri için de teminat veriyordu. Nihayet petrol İran’a
attı. Ingjjizlerdcn uhnmış ve devletleştirilmişti. Iran bu m e­
selede dilediği gibi hareket edebilirdi ve kimsenin buna mü­
dahaleye hakkı yoktu. Evet William Alton Jones Musaddık’a
böyle söylüyordu, Fakat bütiin bıınlara rağmen Musaddık
hâla tereddüt ediyordu.
Standard Oİİ’un mümessilinin İran Başvezîri ile yaptığı
müzakereler, Amerikalıların, İngilizlerle İkinci Dünya Harbi
içerisinde imzaladıkları 10 yıllık petrol mütarekesinin hitâm ı­
na 6 ay kala Orta-doğıı ve Arabistan petrolleri ile alâkalaıı-
mağa karar verdiklerini ve bunu da kuvveden fiile çıkardıkla­
rını gösteriyordu,
Royal Dııtclı-Shell grubu, îraııMa Rusların OGPU'su ile
birlikte Standard OiVu da hesaba kalmak mecburiyetinde kal­
mıştı.
Standard Oil bütün Orta-dogu İle alâkadar oluyordu. Bıı
maksad ile bütün imkânlarını seferber etmeğe karar vermişti.
Standard Oil, şüpheyi celbetmemek içi tı ilk adımda ilim
adamlarını petrol sâhaları etrafm da seyahatlere gönderdi. Bıı
ilim adam larından ilki dünyanın çok yakından tanıdığı, Ame­
rikanın son asır tarihçilerinden meşhur Harold Lâmb idi.
Harold Lâmb, Orta-doğu’ya gelmiş ve bütün Arabis­
tan'ı bir baştan bir başa dolaşmış, halk ve hükümetler adam ­
ları ile görüşmeler yapmıştı.
Standard Oil7un ilim adamlarım seçmesi nazarı dikkati
cel bölmeyecek insanlar ol mal arın d andı. Dünyaca meşhur bir
Harold Lâmb, her yerde bulunabilir, her türlü tetkikleri yapa­
bilir ve kimseyi şüphelendirmeydi. Ve onun bu seyahati ve
tetkikleri masumane bir manzara arzederdi. Yalnız Standard
Oil'un düşünemediği nokta, bîr ilim adamının ne bir politi­
kacı nc de bir ajan olmadığı idi. Nitekim daha ilk adımda bir
ilim adamı olan H arold Lâmb falso vermişti. Meşhur bir ta ­
rihçi olarak gazetecilerin dikkatinden kaçmayan bu zat her n e­
reye gitmiş ise onları karşısında görmüş ve bazı beyanlarda
bulunmuştu. I-Iarod Lâm b’m basm muhabirlerine verdiği bu
beyanatlarda, kendisinin ilmi diye vasıflandırdığı bu masum!!!
gezinin ulunda başka m aksa d lar m bulunduğunu ihsas edi­
yordu. Meşhur tarihçi Harold Lâmb bu beyanatlarından bi­
risinde şöyle diyordu:
«Türkiye-Lübnan-Ürdüıı ve Irak’da yaptığım geziler es­
nasında oralardaki durumu inceledim. Bu memleketlerde
mevcut buhranlar veya güçlüklerle Amerikalılar çok yakından
alâkalıdırlar. Orta-doğu ile Amerika arasında fikir teatilerinin
artmasını sağlamak için yardımlarda bulunmak istiyordum,
Amerikalılar bugün, Ortu-doğu hakkında eskisine nazaran çok
daha geniş alâka göstermekte ve A raplar hakkında da fikirle­
rini değiştirmekledirler.»
Ünlü tarihçi Haıoid Lâm b’ın ağzından çıkan bu sözlerin
manası ne olabilirdi? Amerikalılar Orta-doğu memleketlerin­
deki buhranlarla alâkadar oluyorlar ve Amerikalılar Arapkir
hakkındaki düşüncelerini değiştirmişlerdir, derken, dünyanın
tanıdığı bu meşhur tarihçi ne söylemek istemiş, neyi kasdet-
mişti?
Harold Lâm b’ın beyanatı gazetelerde çıktığı gün Stan­
dard Oil petrol tröstünün hissedarlarından William Alton Jo­
nes da T ahran’a varmış bulunuyordu.
Tlarold LâmVın bıı beyanatının gazetelerde neşre dildiği
gün William Alton Jones’un T ah rad a gelişi acaba bir tesa­
düf mü idi? Toksa bilhassa böyle bir tesadüf mü yaratılmıştı?
Bu hâdisenin bir Lesadüf olması akla bile gelemez, eğer,
ortada petrol olmasa idi, buna bir tesadüf denilebilirdi. Fakat
petrolün etrafında kıyamet koparken bunlar tesadüflere ham ­
le dilemez,
Kaldı ki, tam bu sıralarda Suud Bin Abdülâziz, Suudi
Arabistandıı, şiddetle takibettiği içki yasağını koymuştu vç bu
yasak, petrol istihsalinde derhal tesirini göstermiş istihsalin
düşmesine sebep ohnuştu. Gariptir ki; bu düşüş İngiliz pet­
rol sâhalarmda idi.
Bütün bu tesadüfler hep Îngilizlerin birinci derecede alâ­
kadar oldukları petrol sâhalarmda veya petrol sahalarına m ü­
cavir yerlerde cereyan ediyordu.
William Alton Jonçs’nn İran temasları müspet netice ver­
memişti. Musaddık belki Îngilizler den korkuyordu. Belki de
Ruslar, Amerikalılar gibi ikili oynuyorlardı. İster öyle, isterse
böyle olsun, Standard Oil talihini denemiş ve ilk adımda mu-
vaffakiyetsidiğe uğramıştı.
Tahraıı’da hâdiseler yine kızışmağa başlamıştı. Iran Şa­
hmın 30 uncu doğum yıldönümü münasebeti ile yepılacak
şenlikler, Tııdelıçilcrin mukabil nümayişleri ile akamete uğra­
mıştı. Musaddık tam fırsatım yakalamış ve îngilizlerin para-
İeliodo olduğuna inandığı Şah’m doğum gününde ona ağır bir
darbe vurmak istemişti. Tabiî Ruslar da yardımcısı îdi.
Şab'ın doğum günü Tudelıçilerin yaptıkları mukabil nü­
mayişler çok kanlı olmuştu. Komünistler hakikaten muvaffak
olmuglar ve ŞalTm doğum yılı şenliklerini kanlı bir şekle sok­
muşlardı. Komünistler tarafından organize edildikleri aşikar
olan halk yığınları sokaklarda «Şah’a ölüm » diye avaz» avaz
bağırıyor, kanh nümayişlerine polisin ve diğer emniyet kuv­
vetlerinin mümanaatına rağmen devam ediyorlardı.
İran lıalkmm çok bağlı bulunduğu Şahlık müessesesi
aleyhine yapılan bu kanh nümayişler, MusaddıVın. bu mües-
sesçyi de tasfiye etmek maksadını güttüğünü açıkça ortaya
koyuyordu. Şahlık müessesi İran'da sallantılı ve tehlikeli gün­
lerin başlangıcına gelmişti.
Nümayişler durmadan devam ediyordu. İran'ın tarihî
başşehri Tahran karanlık günler yaşıyor ve bütün bu hâdise­
ler petrol yüzünden meydana geliyordu. Bu nümayişler polis
kuvvetleri ile öıılenemeyince işe ordu birlikleri de müdahale
ediyorlardı. Halk buna rağmen nümayişlerine devam ediyor
ve polis ve askerî birliklerle kanlı arbedeler yapıyordu.
Zavallı îrau, Petrol yüzünden sonu gelmeyen facialar
karşısında kalıyor, Tahran sokaklarında bu yağh m adde yü­
zünden, milletlerarası çatışmalar yüzünden insanlar Ölüyor,
Tahran sokakları kana bulanıyordu.
İran'da artık huzur kalmamıştı. Hâdiseler ise südatle in­
kişaf ediyor, îran, ne istediği, kimin için çalıştığı sa rahatla
bilinmeyen ihtiyar bir baş vezir yüzünden felâketli bir istik­
bale doğru akıp gidiyordu.
Musaddık’m 24 Eylül 1951 tarihinde îngiltereye verdiği
bîr nota ile, daha evvelce t ran tarafından verilmiş notalara
cevap vermesi i aksi halde İngiltere ile siyasî münasebetlerin
kesileceği hususundaki ihtarı, İngiltere tarafından nazan dik­
kate alınmamış ve İngiltere ile îraıı arasında siyasî m ünase­
betler kısa bir m üddet sonra kesilmişti. îngiliz diplomat lan bu
durum muvacehesinde Tahran'ı terke hazırlandılar ve pasa­
portlarım talep ettiler. İran ile İngiltere arasında artık hiç bir
münasebet kalmamıştı.
Musaddık, Tahran’daki îngiliz diplom adan İran'ı terke-
derken bizzat sefire, İngiltere Başvekili ChurchilTe verilmek
üzere hazırladığı bir mesajı tevdî etmiş, lâkin sefir, Musad-
dikiti bu arzusunu reddetmişti- Musaddıkhn Ingiltereye ulaş­
tırmak istediği son teklifi de böylece imkânsız bir hale gel­
mişti,
îngilizler rest çekmeğe başlamışlardı. Onlar için petrol
etrafında koparılan fırtınalar artık geride kalmağa mahkûm­
du, Îngilizler İran'da petrol mücadelesinde evvelce kullandık­
ları metodlara başvurmuştu. Buna kat'iyen kararlı idiler. Zira
İngiliz diplomatları İran’dan ayrıldıkları andan itibaren bu
memlekette cereyan edecek olan hâdiseler, geride kalmış yıl­
lar boyunca Ingİlizlerin petrol mücadelelerinde kullandıkları
m etodlara dayanıyordu,
İngiliz diplomatlarının Tahran’dan, dolayısı ile İran'dan
ayrıldıkları tarihten bir kaç gün sonra îngilizler ilk adımları­
nı atlılar. Bu ilk adım ortalığı allak bullak etti. Zira îran hal­
kının gözleri önüne serilen tablo korkunçtu.
Bir sabah, gazele terin i alan Iran halkı, solcıı basının dı­
şındaki bütün îran gazetelerinin manşetlerini işgal eden bir
haberle kendilerine geldiler. Bu haber cidden korkunçtu ve
Rusya’nın İran'ı istilâ plânlarını açıklıyordu. Bu haber nasıl
olurda m atbuata aksedebil irdi? Çünkü haber, hakikaten Rus­
ların İran’ı nasıl istilâ edeceklerini bütün açıklığı ile ortaya
koyuyordu. Bu haber nasıl neşrediJebilirdiP Evet nasıl neşre-
dilebîlîrdi? Zira TahranTda örfi idare vardı ve Musaddık, örfi
idaıeye en geniş selâhîyeüeri tanımıştı* Ayrıca halk bir şeyi
merak ediyordu. Bu plânlar nasıl elde edilmişti? Kimin eli île
basma intikal etmişti? Bu hususu hiç kimse bilmiyor ve hiç
kimse bu suallere cevap veremiyordu.
Yalnız plânlar halkın kafasındaki bir çok şüpheyi dağıt­
mıştı ve' akla yakındı. Nihayet İran’daki Bus teşkilâtı bilini­
yordu ve İran’ın Rusya tarafından hangi yollardan istilâ edi­
leceği de aşağı yukarı belli idi.
Gazeteler plân hakkında higi verirlerken» Rusİarm Kaf­
kasya’dan yapacağı askerî müdahale ile birlikte Tudeh Parti­
sinin memleketin her tarafında sabotaj hareketlerine geçecek­
lerini ve bu sabotaj noktalarının nereleri olduğunu bildiriyor­
lardı. Petrol bölgeleri sabotaj hareketlerinin mihrakı halinde
idî. Sonra Şah da bu hareketin dışında bırakılmamıştı * Onun
da hesabı görülecekti. Rus istilâ ordusu yürür» Tudehçîler sa­
botaj yaparken» İran'daki Rus mütehassislan da Tudehçilerle
birlikte harekete geçecekler ve idareye el koyacaklardı.
Musaddık gazetelerin manşetlerini kaplayan bu haberleri
okuduğu vakit beyninden vurulmuş gibi oldu. Nihayet bunun
bir sebebi vardı. Musaddık kendisinin de tasvib ettiği ve Rus­
ların Tahran büyük elçisi îvan Sadchikov’la birlikte plânladığı
söylenen bu plânlar nasıl elde edilebilir? diye düşünmüş olsa
gerektir.
Gazetelerin verdikleri bu korkunç istilâ plânlan îranfı bir
anda allak bullak etti. Şah derhal Başvezir Musaddık7: nezdi-
ııe davet etti, Bu davetin sebebi istilâ plânlan hakkmda Eaş-
Vezirden istimzaçta bulunmaktı.
Musaddık» Şah’ın emrine» İran’ın içinde bulunduğu en
kritik saatlere rağmen hayır dedi ve saraya gitmedi. Musaddık
hastalığını bahane etmiş ve ŞaVm arzusunu reddetmişti.
Rusların istilâ plânlarının halk efkârına açıklanması cid­
den çok mühim bir hâdise idi. Rus la m (bir zaruret tahtında
işgal ettikleri 1942 yılından itibaren İran ’da yaptıkları bütün
çalışmalar bir anda sıfıra müncer oldu. Ruslar partiyi kaybet*
mek üzere idiler ve tahminlere göre İngiliz Bntelijans Servis,
Rusların OGFU’suna ilk darbeyi indirmişti.
İran’da gizli servisler arasındaki ilk ra Yundu Entelijans
kazanmış ve Rus gİ2 lı servislerinin 1942 den beri devam ede-
geien çalışmaları ve kurdukları teşkilât çalışamaz bale geti­
rilmişti. OGFU İran’da ilk ve kuvvetli darbejü yemişti,
Musaddık’m, açıklanan plânlar hakkında ŞahV malûmat
vermekten kaçınması ve Şah’m, izahat vermesi hususundaki
davetini reddetmesi, Şah Rıza Pehievı üzerinde derin bir h a­
yal kırıklığına ve M usaddık'a karşı beslediği nefretin artmasma
yol açtı» Şah memleketinin bir meczubun elinde oyuncak ol­
duğunu ve felâkete sürüklendiğini görüyordu,
İran Şah’ı karar vermişti, Musaddık'ı azledecekti. Şah ile
Musaddık’m arası bir daha düzelmesi mümkün olmayan bir
havaya girmişti.
Şah ile Musaddık arasındaki şiddetli mîinafereti arttıran
hâdiseler zincirine lıcr saat yenileri ekleniyordu.
Nihayet Şah'a imza için gönderilen iki hükümet kararna­
mesi bu anlaşmazlığı isyan’a çeviren son damla oldu. Musad-
dık'm imza için Şah Hazretlerine gönderdiği kararnameler­
den bir tanesi, katledilmiş olan îran Başvezırlerinden Kazma-
ra ’mn katili Abdullah Rasteşar’m serbest bırakılması ile alâ­
kalı idi. Diğer kararname ise, İran’ın büyük devlet adamla­
rından birisi olan eski Başvezirlerden Gavamussaltana’nuı m a­
lının müsaderesine ait idi.
Şah her iki kararnameyi de imzalamaktan şiddetle kaçın­
dı ve her iki kararnameyi hükümete iade etti.
Bu kararnamelerden bir tanesi, Razın ar a’mn katili Abdul­
lah Rasteşar’m serbest bırakılması hususunda olam, Musad-
dık’ın, İran'daki katil ve nümayişlerin baş mes’ulü olduğunu
ortaya koymak bakımından çok mühimdi. Bir Başvezirin ka­
tilinin serbest bırakılması ne demekti? Bu nasıl izah edilebi­
lirdi? Evet bunun hiç bir izah şekli yoktu. Musaddık resmen
katilin ortağı durumunda idL
T ah ıan ’da bu hâdiseler cereyan ederken, Öbür taraftan
Amerikalılar da petrol ihtilâfım halletmek hususunda ciddi
bir takım çıkışlar yapıyorlardı. Amerikanın Tahran sefiri Loy
Henderson, Hariciye N azuı D ean Acheson'dan aldığı bir ta ­
limatla İran Millî Meclis Reisi ile petrol müzakerelerine baş­
lıyordu.
ü ç gün devam eden bu görüşmelerden de müspet h e r­
hangi bir netice ahnmış değildi. Müzakereler üçlü olarak baş­
lamış fakat neticeye ulaşılamamıştı. Millî Meclis Reisi, Mu-
saddık ve Ley Hendersen arasındaki müzakereler de böylece
akamete uğramıştı, Musaddık, son olarak bu müzakerelerde
Amerikamn yeni bir hal yolu olarak ileriye sürdüğü, İran'daki
petrolleri, İran’ın, İngilizlerle birlikte işletmek teklifini de re d ­
detmişti.
Artık belli oluyordu ki; Musaddık dizginlerini Rus sefiri
İvtm Sadchikov’un eline vermişti, Amerikalılar bir anlaşma
zemini bulabileceklerine dair olan son ümitlerini de böyleee
bitirmiş oldular.
Yapılacak başka iş kalmamıştı. Hâdiseleri kendi seyrine
terk etmek en doğru yoldu. Evet belki bu yol en doğru yol
olabilirdi. Fakat bu yolun sonu lıarp’ö.
Rusların desteklediği Musaddık işi son kertesine kadar
götürmeğe kararlı idi. Kuşlar da kendisini bütün güçleri üe
destekliyorlardı. Bu bakımdan, İran üe Amerika arasında Ka­
sım ayında yapılan son görüşmelerin akamete uğraması ile
birlikte Ruslar Orta-doğu*daki tazyiklerini de arttırmışlardı.
Yakın-doğu’da hava Rusların bu tazyikleri yüzünden birden­
bire elektriklenmiş ve ağırlaşmıştı. Her an îran ’a bir Rus mü­
dahalesi beklenebilir ve Ruslar bunu beynelmilel bir ihtilâf yap­
mamak için de Rus ordularını Musaddık3a bizzat davet etti­
rebilirlerdi, Batılı devletler her ihtimali düşünmek zorunda
idiler, Ruslarm Orta-doğu'da yapmaları muhtemel herhangi
bir müdahaleyi ancak kuvvet durdurabilirdi. Batılı devletler
de bu yola başvurdular. Rusların tazyiklerini her an arttırdık­
ları O rta-doğu 1yu kuvvet gösterileri ile korumağa karar verdi­
ler ve bu kararların» derhal tatbik ettiler.
Akdeniz deki AlbncJ Amerikan filosundan kudretli gemi­
lerle seferi hale getirilmiş 15 gemiden mürekkep b ir donanma
aniden İstanbul'a geliverdi. Aralarında dünyam a en kudretli
harp gemilerinden birisi olan Des Moins'uı de dahil bulun­
duğu armada İstanbul limanına demirleyiverdi.
Kudretli armadalar, mütemadiyen petrol ihtilâfının d e­
vam ettiği bölgelerde veya ona mücavir mıntıkalarda dolaşı­
yordu.
Donanmalar petrolcü lam ı menfaatlerini korumak için yi­
ne harekete geçirilmişti. Zira petrol olmadıkça bu harp maki­
nelerinin hareket etmelerine imkân yoktu. Nihayet bu armada­
lar, kendilerinin hareket kabiliyetini sağlayan ve dünyaya ni­
zam veren muharrik kuvvetin bekçiliğini yapıyorlardı. Pet-
roletılar diledikleri anda armadalar harekete geçmeğe mec­
burdu,
Rus tazyikinin İran'da had safhaya geldiği aııdâ dünya­
nın gözleri Ör ta-doğu’dan Orta Avrupaya çevrili ver di.
Üç büyük devletin gizli servisleri amansız bir mücadele
yapıyor, birbirlerini allatmak ve kendi devletlerine en mü­
sait imkânları yaratmak için bitmez tükenmez bir enerji sarfe-
diyo dardı.
Orta Avmpada karışıklıklar çıkmıştı, Çekoslovakya ve
Macaristan, Komünist devletleri için için kaynıyordu. Bu karı-
Şikhkiann gerisinden bu iki memlekette Komünist idareciler
arasm da Rusyamn ısrarı ile büyük bir temizlik başlamıştı.
Ru iki memleketin bir çok ileri gelen idarecisi OGFU’nun
emri ile tevkif edilmişlerdi. Bunlardan Slansky-Clementis ve
Ganimer Çekoslovakya’nın en ileri gelen devlet adamları idi.
M acaristan’da ise kitle halinde tevkifler yapılmakta idi.
O rta Avrupada Macaristan ve Çekoslovakya’da meydana
gelen bu karışıklıklar ve bunu takip eden temizlik ve geniş
kitle tevkif atı acaba bir tesadüf mü idi?
O rta-doğu’da, en nikbin insanların bile kabul ettikleri bir
harp havasının devam ettiği sıralarda Orta Avrupadaki bu
karışıklıkları sadece tesadüf şeklinde mütalâa ötmek çok ha­
talı bir görüştür. Bu karışıklıklarda bir tahrik yok mu idi?
İlerideki hâdiseler göstermiştir ki; bu iki memleketteki karı­
şıklık bir tahrik eseridir ve Rusların OGFU casusluk teşkilât­
ları Orta Avrupa memleketlerinde ağır bir darbe yemiştir.
Macaristan ve Çekoslovakyadaki karışıklıklar, Rusyamn İran
üzerindeki baskısını hafifletmek maksadı ile çıkartılmış ola­
bilirdi. Ve bu karışıklıkları çıkaran gizli servislerin, îngilizle-
rin Entebjans Servisi ile Amerikanm FBI casusluk ve mukabil
casusluk teşkilâtı olduğunu iddia etmek herhalde akılsızca bir
iş değildir,
Çekoslovakya ve M acaristandaki temizlik ve tevkifat h e­
nüz bitmemişti ki; Orta-doğu’da bir başka petrol memleketin­
de hükümet darbesi yapılıyor ve bir general idareyi ele alıyor­
du. Bu memleket Irak’tı, J
Irak’ta, Irak Erkânı Harbiye Reisi General Nureddin
Mahmud Kıral naibi Prens Abdülillâh’m da tasvibini alarak
idareye el koyuyordu. Irak Erkânı Harbiye Reisi General N u­
reddin M ahmud’un idareye yaptığı müdahale tam zamanmda
vukubulmuştu. Ve Entelijans Servis partiyi kazanmıştı. Çün­
kü, ordıınun Irak’ta idareyi eline aldığı gün, Bağdad’da ve
Irak'ın diğer şehirlerinde İngiltere aleylıine nümayişler bağ­
lamıştı.
Hııslar Irak'ta İngiliz gizli servisinden mükemmel bir
ders daha almıştı. General Nureddin M ahmud Irak’ta idareyi
eline aldığı anda ilk i§ olarak partileri kapattı. General Mah­
mut! bunu takiben çok sert tedbirler aldı. İngiliz aleyhtarı
binlerce insanı tevkif etti, h a k sanki seyyar bir hapishaneye
dönmüştü. Irak’ın Kahire büyük elçisi ise memleketinde cere­
yan eden hadiseler hakkında basına geniş bilgi vermiş ve
IraVtaki karışıklıkların Komünistler tarafından tertip edilmiş
olduğunu ilan etmişti. Elçi, General Nureddin M ahmud’un
idareye müdahalesinin, komünistlerin memleketlerini bir iç
harbe sürüklemek istidadmı gösteren vahim tahrikleri sonunda
kararlaştırıldığını da sözlerine eklemişti.
Irak’taki karışıklıkların lek sebebi de yine petroldü. Rus­
lar, İran'ı bir oldu bitti ile ele geçirmek isterlerken, önce Çe­
koslovakya ve Macaristan hâdiseleri jle karşılaşmışlardı. Lâ­
kin O GPU bu memleketlerdeki mağlûbiyetini lıazmedememiş,
talihini Irak’la tecrübe etmek istemişti. Tabii Standard Oil da
frak hâdiselerinde muhtemeldir ki O GFU’yu desteklemişti. İn­
giliz! er bıı faaliyetleri zamanmda öğrenmişler ve Irak Genel
Kurmay Başkanı Nureddin M ahmud'u harekete geçirmişler,
Naib P rensin de bu hususta muvafakatini almışlardı.
İngilizlerle Amerikalıların petrol yüzünden aralan açılı­
yordu. Bu gözle görülen bir hakikatti. Buna rağmen, Ingilte­
re de Amerika da Batı devletleri emniyet sistemini zayıflat-
mamağa azami gayret gösteriyorlardı. Fakat bütün gayretlere
rağmen îngiltere ile Amerika arasındaki anlaşmazlık 2952 yılı
Arahk ayında patlak verdi,
Bu anlaşmazlığa sebep olarak, Amerikalıların Orta-do-
ğu’da ve Avrupada karşılaştıkları petrol sıkmtısı gösterilebi­
lir. Gerek Irari gerek Irak* tan temin edilen Amerikan petrolü
bu iki memleketteki karışıklıklar sebebi ile temin edilemiyor,
daha doğrusu Îngilizler Amerikalılara petrol satmakta müş-
kilât çıkarıyorlardı. Amerika, petrol istiyordu vc bu yüzden de
Ingilizleri bir bakıma tazyik ediyordu.
Îngilizler gözlerini dört açmışlardı. Orta-doğu’da cereyan
eden hâdiselerin ardında, S tandardın Ruslarla birlikte çalış­
tıklarını da tesbit etmişti. Ve bu hususu tesbit ettikten sonra
da tngilîz Hariciye Nazırı Mr. Anthony Eden Amerikaya resti
çekiyordu, Eden bütiin dünyaya ilân ediyor, İngiliz hükümeti­
nin, Anglo tranian şirketinin haklarını koruyacağım ve İran’­
dan Amerikalılara petrol satmayacaklarını bildiriyordu.
Bu ne demekti? Ingiltere ile Amerika arasmda müşterek
düşmana karşı kurulmuş olan birlik ve beraberlik nerede kal­
mıştı? Bu ve bunlara benzer suallerin arka arkaya sıralanması
m üm kündür Fakat bütün bu mümkün olan suallerin de ce­
vapsız kalması mukadderdir. Zira ortada bahis mevzuu olan
Şey petroldür. Eğer bahis konusu olan madde petrol olmasa
idi, zaten iki dost ve müttefik arasmda bir anlaşzmazhk çık­
mazdı.
Petrol, dost ve müttefik iki büyük devletin, hür dünyanın
kendilerine bel bağladığı iki devletin arasmı açıyordu.
İngiliz Hariciye Nazırı Mr. Anthony Eden’in bu sözleri
Amerika'da gereği gibi anlaşılmıştı. Amerika’da iktidar değiş­
miş Truman yerini General Dvright Eisenhcover’e terk et­
mişti. İkinci Dünya H arbini zafere ulaştıran orduların başku­
mandanı, Ingiliz Hariciye Nazırı Mr. E den’in sözlerini Ame-
rika'd a en iyi anlayan insandı.
Nitekim, Mr. E den’in bu beyanatı VVashingtoti’da makes
bulmuş ve bizzat Reisicumhur Dwight Eisenhoover, bu beya­
nı takip eden günler içinde ve 1952 yılı sonunda Amerika’nın,
îngiltereyi destekleyeceğini resmen ilân etmişti.
Amerika Reisicumhurunun bu beyanatına ve îngiltereyi
destekleyeceğine dair söylediği sarih sözlere rağmen, Stan-
dard Oil İran petrolleri için beslediği düşüncelerini değiştir­
me iniş ve mücadeleyi asla bırakmamıştı.
Amerikaya petrol lâzımdı. Bu petrol de îngilizlerde vardı.
Binaenaleyh İngilizlerle müzakereler yapılabilirdi. işte bu
maksada ve Amerika Reisicumhurunun Ingiltereyi destekleye­
ceğini resmen ilân etmesinden evvel teşebbüse geçmişti. 1952
yılı Aralık ayının başlarında Amerika Haticiye Nezareti siyasi
kısım şefi Paul Nitze temaslar yapmak üzere Londra’ya gel­
mişti* Bu geliş başka hiç bir m ana taşımıyordu ve Standrad
Oil İngiliz!erden petrol istiyordu* Amerika Hariciye Nezareti
siyasi kısım şefi Paul Nitze’nin cebinde ise, Standard Oil P et­
rol Tröstünün AbadarPdski bütün petrol tesislerini satm a l­
mak için kendisine verdiği 3 milyar dolarlık bir çek’i vardı.
îngiliz Hariciye Nazırı Mr, Anthony Eden’e* Amerikalı­
lara petrol sat mayaca kİ annı söyleten hâdise bu idi.
Faul Nitze, bu sebepten dolayı Londra’da çok soğuk kar­
şılandı. îngilizler petrolü satmayı akıllarına bile getirmiyor­
lardı. Paul Nitze, bir taraftan İngiliz Haricîye Nezareti İle en-
diıekt temaslar kuruyor, bir taraftan da D eteıding’in adamları
ile anlaşmak istiyordu.
Paul Nitze Londra’daki ikametini mütemadiyen uzatıyor
ve nabız yokluyordu. O, Amerika Hariciye Nazırı Dean Ache-
son'un, İngiliz Hariciye Nazm M. Anthony Eden ile Paris’te
buluşarak petrol mevzuunda yapacakları ikili konferans tari­
hine kadar Londra’da kalmağa karar vermişti.
Paul Nitze Londra'daki ikametini 15 Aralık 1952 tarihine
kadar uzattı ve bu tarihte Paris’te başlayan müzakerelerde
Amerikan heyetine katılmak iizere Paris’e gitti,
Paris’te hür dünyanın iki kudretli devlet adamı arasında
yapılan müzakerelerin gündemi tek maddeli idi ve sadece
Petrol mevzuu görüşülecekti.
Amerikalıların İran petrollerini satın alabilmek maksadı
ile tertip ettikleri bu konferans cidden tipik bir konferanstı.
Amerika hükümeti İran petrolünü kimin hesabına almak isti­
yordu? P aul Nitze'nin cebinde taşıdığı S Milyar dolarlık Stan*
dard’m çeki bu hususu açıkça ortaya koyuyordu. Amerika hü­
kümeti* Rockfelier grubu adına hareket ediyor ve bu tröst
adına petrolü satın almak istiyordu.
Petrol, dünyanın en büyük devleti Amerikayı da kendisi­
ne ram etmiş ve petrolcuların hizmetine sokmuştu.
îran petrolü ise, Paris konferansında pazarlık mevzuu
ediliyor, beynelmilel ihtilâflar yaratan bu madde etrafında
kopan fırtına, ölen insanlar, dolarla satın alınmak isteniyordu.
İngiliz Hariciye Nazırı Mr. Anthony Eden, Paris konfe­
ransına, bu konferansın mznameşindeki tek maddeye yine tek
kelime ile cevap vermek için gitmişti ve bu kelime «Hayır» dan
ibaretti. Evet İngilizler bütün tekliflere lıayır demişler ve P a ­
ris Konferansı da böylece daha başlamadan sona ermişti.
Paris Konferansım takibeden aylar zarfında İran’da hiç
bir değişiklik olmadı. Sarfedilen bütün gayretler beynelmilel
bir mahiyet iktisab etmiş olan Petrol ihtilâfını yatıştıramadı
ve hâdiseler bütün şiddeti ile devam etti.
Ancak, Amerikan pctrolcuları, Paris konferansının akam e­
te uğramış olmasına rağmen îran petrollerini îngilizlerden sa­
tın alabilecekleri hususundaki kanaatlerini değiştirmedikleri
gibi, bunu her zaman mümkün telâkki etmişler ve fırsat kol­
lamağa başlamışlardı. Fakat bu bekleyiş uzun sürmedi. Ame­
rika Reisicumhuru Dwight Eisenhoover, Standard OiPdan al­
dığı şüphesiz olan bir İşaret üzerine îngiliz hükümetine en
yüksek seviyede bir konferansın toplanması teklifinde bulundu.
Churchill, Amerika Reisicumhurunun teklifini herhalde
bir takım m ülâhazada kabul etti. Konferans iki devletin en
yüksek kademesi arasında ve YVashington'da cereyan edecekti.
Amerikan heyetine Dwigiıt Eiseııhoover Ingiliz heyetine dc
Clmrchill riyaset edecekti. İkinci Dünya Savaşının iki m uzaf­
fer ve cn büyük adamı İran petrolünü müzakere etmek üzere
karşı kargıya geliyorlardı.
ClıurchiU ile Eisenhoover’in riyaset ettikleri Ingiliz ve
Amerikan heyetlerinin bu müzakerelerinde bahis mevzuu edi­
len gey, yine îran petrolü idi,
Standard Oil îran petrolünü satm alabilmek için bir defa
da Amerika Reisicumhuru ile teşebbüse geçiyordu.
Amerikalılar, bir dünya harbine yol açması muhtemel
olan İran petrol ihtilâfını, ancak îngilizlerin bu petrolleri
Amerikalılara satmaları halinde halletmenin mümkün oldu­
ğunu ileriye sürüyorlar ve bu fikirlerinde ısrar ediyorlardı.
Churehill ise bütün söylenenleri sabırla dinliyor ve son sözü­
nü, Eden’in Paris’te söylediği son sözünü söylüyordu. «Hayır»
İran petrolleri satılamazdı ve bu hususu İngiliz hükümeti dü­
şünemezdi.
Şüphesiz, gerek Paris gerek VVashington görüşmelerindeki
resmî heyetlerin arkasında petrolcular vardı ve her iki milleti
temsil eden en yüksek kademedeki zevat, petrolcuların istek­
lerini yerine getirmekten başka bir hususu düşünmüyorlardı.
1953 Yılı, Standard Oil ile Royal Dutch-Shell grubunun
mücadelesi ile başlıyordu, 13u iki tröst arasmda îkinei Dünya
Harbi içerisinde 1943 yılında aktedilmiş olan 10 yıllık m üta­
reke nihayete ermek üzere idi. Fakat Standard Oil bu müd­
detin nihayete ermesini beklemeden mücadeleye başlamış
bulunuyordu ve bu başlangıç, \Vashington müzakerelerinin
nihayete ermesi ile birlikte kuvveden fiile çıkıyordu.
Washington müzakereleri bitmişti, tki devlet arasmda
herhangi bir anlaşma da yapılamamış, Îngilizler son sözlerini
kos kocaman bir «hayır» şeklinde söylemişlerdi. Müzakerelerin
sonıında, basın m en supların m bütün ısrarlarına ve konferans­
ta görüşülen mesele hakkında herhangi bir anlaşma olup ol­
madığına dair izahat isteyen sorularına İngiliz Başvekili
Churchill cevap vermemiş ve sadece «Konferans mahrem
mevzular üzerinde çalışmıştır» demiştir.
Clıurchill'in bu sözü* konferansta nelerin konuşulduğunu
sarahatle ortaya koymaktadır. Mahrem olan şey ne idi? D ün­
yanın, 1953 yılmda, başında petrolden başka nasıl bir gailesi
vardı? Elbette başka şey düşünülemezdi ve YVashington kon­
feransının mevzuu petrol olduğu rahatça söylenebilirdi.
İki devlet adamı bu konferansta İran petrollerini ve bu
ihtilâfın muhtem el neticelerini müzakere etmişler, bu tehlike
muvacehesinde ise, Amerika İran petrollerinin St anda d Ö il’a
satılmasını talep etmişti,
1953 yılı îran'ı yeni hadiselere gebe bir durumda bul­
muştu. İran şehirlerinde Komünistlerin tahrik ettikleri halk
yığınları nümayişler yapar, emniyet kuvvetleri ile aralarında
kanlı çarpışlar olurken Şah ile Musaddık'ın arası, her an biraz
daha açılıyordu. Şah ile Musaddık arasındaki bu ihtilâf o lıalc
gelmişti ki* zararı sadece memlekete ve halka dokunuyordu.
Komünistlerin arkast kesilmeyen nümayişlerinden, Rusların
İran’ı istilâ plânlarının örfi idareye rağmen gazetelerle halka
duyurulmasından sonra aklı başına gelen herkes, Komünist­
lere karşı mücadeleye başlamıştı. Iran... Zavallı Iran .., Ko­
münistlerle anti komünistlerin karşı karşıya geldikleri bir harp
meydanına dönmüştü. Çünkü* İran’da Komünistlerle anti
komünistler arasmda çok kanlı çarpışmalar cereyan etmekte
ve bigünah insanlar ölmekte idi.
Musaddık* durumunun nazik bir safhaya geldiğini takdir
ediyor, mukabil nümayişleri Şah’m teşvik ettiğini aulıyor ve
her an patlak vermesi muhtemel bir ihtilâl ile birlikte kendi­
sinin de yok olacağını biliyordu. Bu sebeple, aııti komünist*
leri teşvik ettiğini vehmettiği Şalı a karşı açıktan cephe alm a­
ğa karar veriyordu. Musaddık, artık İran'da hiç bir kuvveti
tanımıyor, hiç kimseye hesap vermiyordu. Musaddık İran
Şah’ım da açıktan açığa itham h attâ tehdit ediyordu. Musad-
dık Şalı'ın nüfuzunu kırmak için öe mümkün ise yapıyordu.
Musaddık artık İran’da gemi azıya almıştı.
Petrol denen bu yağlı madde İran’da Şah ile Başveziri-
ııin arasını açıyor, m atlup hanesine, devana eden nümayişler­
de Ölen zavallıların lıer gün artan sayılarını ilâve ediyordu.
Musaddık’m Şah ve diğer devlet otoritelerine karşı ilham
ve tehdit kampanyasını zirveye ulaştırdığı sırada bütün İran’ı
yerinden oynatan, Musaddık 5m gözlerini yerinden uğratan bir
hâdise vukubuldu.
1953 Yılı Nisanının dördünde Tahran polis müdürü ve
Başvezir M usaddıkhn en güvendiği adamı General Malımud
Afşartus T&lıran’da kayboluverdi, Bu haberin halk arasında
yayılmasından kısa bir müddet sonra da, General Malımud
Afşartus’un kaybolmadığı, fakat kaçırıldığı öğrenildi. Tah­
ran* da intişar eden bütün gazeteler istisnasız olarak kıyameti
kopardılar. Tahran, bu haberle birlikte sanki felce uğramış
hayat durmuştu. Bu iş nasıl olurdu? Tahran polis müdürü
olan bir general nasıl kaçırılabilirdi ve bu ne cüretti? Tah-
ran’da mevcut binlerce polis ve büyük sayıdaki drdtı birlikleri
arasından bir polis müdürü nasıl kaçırılabilirdi? Fakat bütün
bunlara rağmen kaçırılma vukubulnıuştu. Tahran polis mü­
dürü kaçırılmış ve öldürüldükten sonra da cesedi, kaçırılma
hadisesi vukubulduktan dört gün sonra boğulmuş olarak bu­
lunmuştu.
Musaddık deliye dönmüş, ateş püskürüyordu, İran'ın bü­
tün em niyet servisleri harekete geçirilmiş, General Mahmud
Afşartus’un katilini bulmakla vazifelendirümişti. Hâdise ile
alâkalı oldukları zannedilen binlerce Tahranlmın ifadelerine
m üracaat edilmiş büyük çapta tevfikat yapılmış, fakat hiç bir
netice alınamamıştı. Musaddık ise ısrar ediyor, katılın behe­
mehal bulunmasını, tahkikatla meşgul servislerden talep edi­
yordu. Musaddık’ın ısrarı da fayda vermedi. Bundan sonra^
tahkikatı bizzat kendisi üzerine aldı. O da bir netice elde ede­
medi. İşte o vakit içinde bulunduğu aczi anladı, ve Şah’a kar­
şı en ağır hücum unu yapmağa karar verdi. O, katilin bulun­
masında Rus ajanlarından da faydalanmak istedi ise de, onlar
' da herhangi bir netice alamadı.
Musaddık kararlı idi. §ah*ı mutlaka halkm gözünden dü­
şürecek ve tahtından edecekti. Bu hususta derhal teşebbüse
geçti ve Tahran radyosunda îran halkına hitap etti. Musaddık
bu hitabında Iran Ş ahını en ağır bir lisan ile itham etti ve
şunları söyledi;
«Şah, hayatıma kasteden komplolar kurdurmaktadır. Bir
yabancı devlet hesabma yaptırılan bu komplolarda en büyük
rolü, Avrupada bulunan Şah’ın kızkardeşi Prenses Eşref oyna­
maktadır.» '
İran Baş vezir i Musaddık bu beyanatı ile dozu tamamen
kaçırdığını ortaya koyuyor, dolay ısı ile, Ruslarla ortaklığinı
tescil ediyordu.
Demek ki Şah, basit bir komplocu idi? Böyle şey olamaz­
dı ve Musaddık’m bu iddiasına hiç kimse değer veremezdi.
Nitekim, Musaddık’m bu İddiasına herkes gülmüş geçmiş ve
değer vermemişti. Lâkin Musaddık’m ortaya attığı ve gerek
Şah'ı gerek İran'ı batıya bağlayan bağlar hususundaki iddia­
ları bir işe yaramıştı, 0 , bu tip saçma sapan iddiaları ortaya
atarken, İran’ın kurtuluşuna hizmet ettiğini bilmiyor, kendi
felâketini hazırladığını da fa rke d emiyordu. Evet, Musaddık
bu gülünç sözleri ile kendi felâketini hazırladığı nisbette,
İran’ı Rus tesirinden kurtaracak harekete de büyük ölçüde
yardımcı oluyordu.
Ruslar kendi eserleri olan İran hâdiselerinden dolayı
m e rnnuiy etlerini gizliyemiyoriar, Tudehçileri bira'/ daha kış­
kırtmak, iç hâdiseleri biraz daha karıştırmak için mütemadi*
yen tahrik ediyorlardı.
Ruslar ayrıca Musaddık*! da alaşağı etmek istiyorlardı.
Onların İran için düşündükleri başka şeylerdi. Rusların İran’­
daki faaliyetlerinin asıl sebebi, bu memlekette komünist bir
idare kurmaktı. Musaddık ise komünist değil ,sadece ellerinde
bir m aşa idi. Ona istedikleri şeyleri yaptırdıkları müddetçe
koz olarak kullanacaklar, fakat sırası gelince de işini bitirecek­
lerdi. Rusların bütün gayretleri, İran’a tamamen hakim olmak,
İran petrolünü ellerine geçirmek ve Basra Körfezine inmekti.
Ruslar açık denizlere çıkmak istiyorlardı, Tecrübe kendilerine
göstermiştir ki; açık denize çıkmak Türkiye üzerinden müm­
kün değildi. Binaenaleyh bir başka yol bulmak icap ediyordu.
Bu yol ise en kestirme olarak îran üzerinden geçiyordu.
Rusyanm bu hesabı doğru idi. Sıcak denizlere inmek içiıı
en kestirme yol İran ’dı, ama orada da îngilizler vardı. Ingiliz
gizli servisleri, Rusya’nm bu niyetlerine sed çeken en büyük
mania idi.
Denilebilir ki, İngiliz Entelijans Servisinin en kuvvetli
teşkilâta sahip olduğu yer Doğu Akdeniz sâhası ile buna m ü­
cavir memleketler ve bütünü ile Arap Yarımadası idi. ingi-
lizler kendi zaviyelerinden bu teşkilâtı kurmakla haklı İdiler.
Zira îngiliz petrol imparatorluğunun bütün kaynaklarına gi­
den yollar buradan geçiyordu. Bundan ayrı olarak Entelijans
Servis, îran ve Irak petrollerinin sahibi İdi ve bu sâlıaîara gi­
recek bir başka petrol müesses esini her ne şekilde olursa olsun
durdurm ağa kararlı idi.
Bu kararını da her geçen gün biraz daha ağır basmak
sureti ile gerçekleştiriyordu. Çekoslovakya ve M acaristan ka­
rışıklıkları, Irak hükümet darbesi, İran polis müdürünün katli
hâdiseleri hep Rusya’nın îran hakkmdald plânlarını akamete
uğratm ak için tertip edilmişlerdi. Ruslar üst üste darbeler yi-
yiyorlardı. Hele Tahran polis müdürü General Malımud Af-
şartus’ım kaçm hp boğdurulması cidden mühim bir başarı idi.

Gerçi Tahran polis müdürünün katli ile son bıtlan kaçı­


rılma hâdisesi Entelijans Servise pek mal edile m ezdi. Zira bu­
nu tevsik edecek herhangi bir delil mevcut değildir. Fakat
ister böyle isterse başka türlü olsun, Tahran polis m üdürünün
kaçırılıp katledilmesi, dört ay sonra İran’da muvaffakiyetle
neticelenecek olan hükümet darbesinin İlk adımı olmuş ve
Müsaddık’a korkulu günler yaşatmıştır.

İran’da istikbal büyük hâdiselere gebe idi. İran’da cere­


yan eden bütün hâdiseler bunu açıkça göstermekte idi. İran’­
da hemen herkes bir takım büyük hâdiselerin vukuuna intizar
etmekte idi. Bu husufu Başvezir Musaddık da biliyor, onun
için hırçınlaşıyor, Şah’ı hedef alan hücumlarını bu bakımdan
her geçen gün arttırıyordu.

İstikbale muzaf hâdiselerin işaretleri ortada idi. Önce


General Hicazî ile General Zahidî’nin Musaddık’a karşı hü­
kümet darbesi, ondan sonra da M usaddık’ın en çok güvendiği
Tahran polis müdürünün kaçırdıp boğulması.
Bu hâdiseler gösteriyordu kî, İran'da yakm bir gelecekte
büyük bir takım hâdiseler cereyan edecekti. Ve bu hâdiseler
tesadüf değildi.
Musaddık, lıer geçen an artan bir tazyik karşısında idi.
Bu tazyik Kuşlardan geliyordu. Ruslar, millileştirilen petrolün
üzerine bir an evvel oturmak isliyorlar, bu yüzden de Mıısad-
dık'ı, batılı devletlerle müzakerelere, dolayısı ile millileş tir-
meyi kabul ettirebileceği müzakerelere zorlıyorlardı. Rusla­
rın beklediği bu idi. Onlar petrol ihtilâfında batı devletlerinin
millileştirmeyi kabul etmelerini bekliyordu.
Şayet batılı devletler millileştirin ey i kabul ederlerse* Rus
ordusu büyük bir ihtimal ile İranda yürüyecekti. Böyle bir meri
vaki karşısında ise, batılı devletlerin reaksiyonu sert olmaya­
cak ve Ruslar İran’a oturabileceklerdi.
Rusya'nın 7 abran büyük elçisi Îvan Sadchikov âdeta M u­
sa ddık’uı hususi müşaviri olmuştu. îran Baş veziri atacağı her
adımın hesahını Rus sefirine âdeta vermekle mükellefti. O,
Rus sefirinin haberi olmadıkça hiç bir şey yapamıyordu,
Rus elçisi Musaddık'a, istihsal ettiği petrolü satabilmesi
için flallarda düşürme yapmasını durmadan telkin etmiş ve
sonunda muvaffak olmuştu, Musaddık, petrol fiatraı indirme­
yi kabul etmiş ve yeni fiatı, dünya petrol Hatlarının yansına
indirmişti. Yani 50 tenzilât yapılmıştı. Bu, petrol piyasasın­
da korkunç bir dampingli.
Musaddık’ın karan, batılı devletlerde bif bomba tesiri
yaptı. Gerçi böyle bir karar bekleniyordu, fakat bu kararın
% 50 şeklinde tecellî edeceği tahmin edilmiyordu.
Musaddık petrol fiallarında bir damping yapmış olma­
sına rağmen Ruslar, İran petrollerini almak istemediler. Fakat
îran petrolleri de müşterisiz kalmadı. Yeni alıcılar, Japonya
ile Amerika idi.
Standard Oil, 1926 tarihinde Ruslarla birleşerek İngiliz-
îere oynadığı oyunun aynını şimdi 1953 yılında İran'da tek­
rar oynuyordu,
Standard Oil 1926 tarihinde de Ruslar ile anlaşmış ve
Îngilîzlere ait petrol sâh al arından elde edilen petrolü satm
almış ve İngilizlerle bu yüzden arası adamakıllı açılmıştı. T a­
rih tekerrürden ibarettir ve petrol ihtilâfında Amerika ile İn ­
giltere tekerrür eden hâdiseler yüzünden birbirlerine giriyor­
lardı.
İran’da Royal Dutch-Shell grubu ile Standard Oil bir ke­
re daha karşı karşıya gelmişlerdi, Bu 10 yıllık mütarekeden
sonra ilk çatışma nü idi? zannetmiyoruz, Bundan evvel de bir
takım çatışmalar olmuştu, fakat bu çatışmalar mevzu kalmıştı.
Standard ile Ingiliz petrol tröstü arasmda başlayan müca­
dele kızışıyor buna devlet adamları da iştirak ediyorlardı. Bu­
nun en yeni tezahürü de Amerika yeni Hariciye Nazın Poster
DuiLes'm verdiği bir beyanattı,
Foster Dulles bu beyanatında, ihmal edilen bölgelerden
bahsediyor, bu bölgelerle çok yakından alâkadar olacaklarını
açıkça ifade ediyordu, Dulles’in bahsettiği bölgeler ise, Ingi-
tiz petrollerinin bulunduğu bölgelerdi. Foster Dulles bu beya­
natında şöyle diyordu:
«Şimdiye kadar Türkiye’nin cenubuna ve şarkına isabet
eden bölgeler ihmal edilmişti. fa k a t bundan sonra işler düze*
lecektir.*
Amerika Hariciye Nazın John Foster Dulles, bu sözleri
ile neyi kastediyordu? Amerikan noktai nazanna göre düzel­
mesi m atlup olan işler nelerdi? Türkiye’nin güneyinde ve do­
ğusunda kalan bölgelerde D ’Arey grubu île Anglo Persian ve
T he Irak Petroleum Company vardı. Ve bu şirketlerin bura­
larda birinci derecede alâkadar oldukları petrol vardı. Gerek
İran, gerek İrak petrol sâlıaları Ingiliz hükümetinin değildir.
Bu sâhalar Ingiliz Bahriye Birinci Lordluğu ile dünyanın en
esrarengiz teşkilâtı olan Entelijans Servisin malıdır. Ve Türki­
ye'nin doğusunda ve güneyinde başka herhangi bir şey yoktur,
Amerika Hariciye Nazırı John Foster Dulles, 18 Mayıs
1953 tarihinde verdiği bu beyanatından 25 gün kadar sonra
da, beyanatım teyid ve tevsik eden ilk adımını atıyor ve ya­
nında Amerikanın dış yardım misyonu başkanı Haruld Stassen
olduğu halde Ankara’ya geliyordu.
John Foster Dıılles'in Ankara’ya yaptığı bu seyahat cid­
den ehemmiyetli bir başlangıçtı. Amerika Hariciye Nazın
derhal Tiirk hükümet erkânı île müzakerelere başlamıştı.
Bn müzakerelere başlandığı günlerden kına bir m üddet
evvel 30 Mayıs 1Ö53 tarihinde Rusya'nın Türkiye'ye bir nota
verdiğini hemen bilmeyen yoktu. Ve John Koster Dulles, T ür­
kiye’de temas etliği herkeste» bütün hükümet erkânında bıı
notaya rağmen müşahede ettiği soğukhm hhk karşısında hay­
retler içinde kalmış ve bıı hayretini de ifade etm ekten kendi­
sini alamamıştı, Herkesin Türkiye'ye verildiğini bildiği bu no­
tanın muhteviyatı, bilinmeyen bir sebeple hükümet tarafından
açıklanmamıştı.
Bu sıralarda vaki olan ziyaret ve müzakereler Türkiye’de
herkesi bu müzakerelerin son Rus notası ile alâkalı olduğu hu­
susunda âdeta fikir birliğine itmişti. John Foster Oulles'in A n­
kara’ya gelişi acaba bu nota ile alâkalı mı idi? Bu hususta her­
hangi bir şey söylenemez. Ancak bilinen bir nokta varsa, bu
kabil Rus notalarının aıada sırada Türkiye'ye verildiği ve bu
notaların Türk hükümeti ve Türk umumî efkârı tarafından
ciddiye alınmadığı idi- Şu halde Amerika Hariciye Nazırı John
Koster Dulles’İn Ankara’da yaptığı müzakerelerin ayıı bir m a­
nası ve hususiyeti vardı, liu hususiyet* Amerikanın Türkiye'ye
yapacağı yardımlarla alâkalı idi. Amerika, Orta-doğu'da ken­
tlisine sağlam bir müttefik istiyordu.
1953 Yılmın Haziran ayı, Tahran'daki Rus büyük' elçisi
îvan Sadchikov'un Moskova İle Tahtan arasında mekik do­
kuması ile geçti, Rus sefiri, sık sık vaki Moskova seyahatlerin­
de herhalde bir Lakım şeyler hazırlıyordu. Rus sefirinin b u de­
vamlı seyahatleri, İran'ın başına örülecek hâdiseler zincirinin
son halkalarının ikmali ile alâkah idi.
Rusya’nın İran ’da yapmak isledikleri, sadece İtan için
değil, belki de bütün dünya İçin felâketli olması çok m uhte­
mel tedbirler veya müdahaleler olabilirdi, Rusya dünya için
tehlikeli bir yola girmişti,
Orta-doğu’da mühim bir takım hâdiseler beklenmekte
idi. Türkiye'ye verilen Rus notası, bu miihiın hâdiselerin bir
başlangıcı sayılabilirdi. Bu sebeple Türk Hariciye Vekili Fuad
Köprülü, Türkiye'nin Lundra-W ashmgtan ve Paris büyük el­
çilerini istişare etmek ve dünya siyaseti etrafında müdavele-İ
efkârda bulunmak maksadı ile 2 Temmuzda Ankara'ya davet
etmişti.
Rusya’nın Tahran büyük elçisi Îvan Sadchikov Mosko­
va’ya devamlı seyahatler yaptığı, Rusya’nın Türkiye'ye nota
verdiği, Amerika Hariciye Nazırı John Foster Dulles’in Anka­
ra’da müzakereler yaptığj ve nihayet Türkiye Hariciye Veki­
linin dünyanın en büyük merkezlerindeki üç büyük elçisini
Ankara'ya davet ettiği bu zincirleme politik faaliyet devam
ederken, dünyanın gözü bir başka demirperde gerisi memle­
ketine çevrildi.
Bundan evvel de Ruslar İran'da bazı ataklar yapmağa ka­
rar verdikleri vakit, yine başka iki demirperde gerisi memle­
kette ayaklanmalar ölmüş tasfiyeler ve büyük mikyasta tevkı-
fat yapılmış, sanımda da Rusya o hâdiselerle meşgul olurken
İran'ı bîr müddet için geri plâna atmıştı. Şimdi de böyJe olu­
yor ve dünyanın gözü ile birlikte Moskova’nın gözü de Polon­
ya'ya çevriliyordu,
Polonya’da büyük hâdiseler oluyordu. Polonyalı işçiler
Komünist idaresine isyan etmişlerdi. Varşova felce uğramıştı.
İşçiler her tarafta dununa hâkimdi. Onlar Hürriyet istiyorlar,
Rusların boyunduruğuna tahammül edemiyorlardı. Onlar,
Rusları yakından Lanıyorlardı. Nihayet Polonyalılar, yeni bir
devlet kurmuşlar, Rus boyunduruğundan Birinci Cihan H ar­
binin sonunda kurtulmuşlar ve istiklâllerini elde etmişlerdi.
Fakat İkinci Cihan Harbi bir felâket getirmiş, ezeli ve ebedi
düşmanları Rusların tekrar boyunduruğuna itmişti. Kahraman
Polonyalılar işte şimdi yine ayaklanmışlardı, istedikleri şey,
insanca yaşamak, komünizmden kurtulmaktı.
işçilerin Polonya’daki ayaklanması muvaffak olmuştu.
Fakat Rusya müdahale etmişti. Bu muvaffakiyet, Rus tank*
1 arının paletleri altında parçalanm ış işçilerin hürriyet ve is­
tiklâl iimısiK zulmün demir ökçesini ayağına geçirmiş olan
Kus kızıl ordusunun ayakları altında yokedibnişti. Ruslar kö­
peksiz ağda saldıran kurtlar gibi Polonya'ya girmiş, işçilerin
hürriyet ve istiklâl fikrini ağır tankların paletleri altında yok-
utmişti. Zavallı Varşova tank paletlerinin gıcırtıları altında
bir kaıı ve kemik şehri haline getirilmişti.
Ruslar Polonyalı işçilerin arzularını yoketmişler ve ayak­
lanmayı bastırmışlardı. Fakat, İran'a yapmayı düşündükleri
müdahaleyi de yapamamışlardı.
Suih bir defa daha kurtulmuş, fakat onun uğruna masum
insanların kanı Varşova sokaklarını anlamıştı.
İran’da dnrnmun çok kritik bir safhada bulunduğu bir
sırada Polonya’da bir ayaklanmanın başgöstoTmesı bı> tesa­
düf mü idi? Hİç zannetmiyoruz. Zira petrolün bahis mevzuu
edildiği ve bu yüzden bir harbin, an meselesi olduğu sıralar­
da, bu müdahaleyi yapması muhtemel bir devletin birinci de­
recede alâkalı olduğu bir memlekette ayaklanmalar olursa ve
o devlet bu ayaklanmaları en kanlı bir şekilde bastırmağa te ­
vessül ederse, buna tesadüf diyemeyiz. Demek oluyor ki; Rus­
ya, Çekoslovakya ve Macaristan ayaklanmalarında olduğu gi­
bi, Polonya ayaklanmasında da ciddî bir darbe yemiş, kabu­
ğuna çekilmeğe, biç olmazsa bir müddet için petrole ulan ra­
hat bırakmağa mecbur olmuştu. .
Deterding, boş durmuyor, sırası gelince darbeyi vuruyor
ve petrol mevzuunda herhangi bir taviz vermek niyetinde ol­
madığım gösteriyordu,
Rusya Polonya’daki işçi ayaklanmasını henüz bastırmıştı.
Arbk Iran hâdiselerine dönebilirdi. Evet dönebilirdi fakat
eğer rahat bırakılsa idi. Hus tankları Polonyalı işçilerin ceset*
leri üzerinde Polonya’ya Komünist hürriyeti !11 iade ederken,
Rusya’da bir takım ciddî hareketler cereyan ediyordu.
Polonya’daki işçi ayaklanmasından bir kaç gün son m, b ü ­
tün dünyayı âdeta yerinden oynatan bîr haber duyulmuştu,
Rusya’da büyük temizlik başlamıştı. H ür insanların kâbusu
haline gelen St alin ölmüş yerine M alenkov -Bu 1gaıı in -M ikoyan
grubu geçmişti. S taîinm baş kasabı Beria ise, hâla Kus gizi i
servisinin başında idi, Tarihin nadir olarak kaydettiği cana­
varlardan ve insan kasaplarından birisi olan bit adamın Rus­
ya’da bir takım hareketler yapmak üzere harekete geçtiği söy­
leniyordu. İşte temizlik btı noktadan başlamıştı. Önce Beria
temizlenmiş, onu takiben, Stalin’in itimadını kazanmış bir çok
insan bu temizliğe tabi tutulmuşlardı. Rus gizli servisleri ise
bütün Beria taraftarı şeflerinden tamamen ayıklanmış, bu şef­
ler kendilerinin temizlediği bigünah ölü milyonların yanına
gönderilmişlerdi.
Polonya isyanı gibi, Beria’mu da temizlenmesi, Rusya’da
geniş bir tasfiye hareketinin başlara ası tesadüf değildi. Bütün
bu hâdiseler, petrol île sıkı sıkıya alâkalı idi ve İngilizlerin
meşhur EnteÜjans Servisinin eseri olduğu ısrarla .söyleniyordu.
Dikkat edilirse, gerek Rus peyklerinde gerek bizzat Rus­
ya’da çıkan hâdiseler, daima Rusya’nın îran ’a müdahaleye
karar verdiği tahmin edilen günlere rastlıyordu, Bir kuvvet
vardı ki, Rusya’yı rahat bırakmıyor, onu daima meşgul ede­
cek bir takım ciddî hâdiseler hazırlıyordu. Bu kuvvet, petrol
etrafında kopan mücadele kasırgasmı bilenler için bilinmeyen
bir gerçek değildi. Taçsız petrol kifalları her şeye hâkim du­
rumda hu luu uy ot lavdı. Deterding ise, bn taçsız kmdkmn b a­
şında âdeta bir imparator haşmeti ile oturuyordu. Rusları ha­
rekete geçmeğe kararlı bulunduktan her seferde bu hareket­
ten men eden kuvvet EnteUjans Servis mi idi? Belki... Fakat
şu hususu da itiraf etmek lâzımdır İd; Îkînci Dünya Harbinden
sonra İngilizler, dünyayı, Rusya’nın meş’um plânlarından bu
teşkilât sayesinde bir çok defalar kurtarm ıştır denirse, bu hü­
küm hiç bir zaman mübalâğa ifadesi taşımaz*
Rusya’daki büyük temizlik hareketinden soııra, Rus dış si­
yasetinde bir takım değişiklikler oldu. Rusya her şeyden evvel
Türkiye’ye kargı takındığı hasm ane durumunu değiştirmek
lüzumunu hissetti. Bu maksad ile 30 Mayıs tarihinde Rusya
tarafm dan Türkiye’ye verilen notanın metni Moskova'da açık­
landı. Ruslar bu notalarında Türkiye’ye suib taarruzu yapı­
yorlardı.

Moskova’daki Tiirk büyük elçisine tevdi edildiği bildiri­


len 50 Mayıs 1953 tarihli, Rusya tarafından açıklanan nota'da
şunlar vardı.

«Boğaklar meselesinde Sovyet hükümeti, bu mesele hak­


kında eski nokta i nazarını yeniden gözden geçirmiştir ve Sov-
yetler Birliğinin Boğazlar cihetindeki emniyetini Sovyetler
Birliği İçin olduğu gibi, Türkiye için de kabule şayan şartlar
altında temin etmeği mümkün addetmektedir. Bu suretle Sov­
yet hükümeti, Sovyetler Birliğinin Türkiye'ye karşı h iç bir
toprak iddiasmda olmadığım beyan eder.»

Ruslar bu nota ile Türkiye'den toprak talepleri olmadı­


ğım söylerken StaJirt idaresinin Türkiye'ye müteveccih has-
nıane tutumunu da kabul etmediklerini ifade etmek istiyorlar­
dı. Bu. Türkiye'ye, Rusya'nın bir sulh taarruzundan başka bir
mana taşımıyordu. Ruslar, İran petrol ihtilâfında açıkça Batılı
devletleri tutmuş oîan ve bu arada îran iîe Ingiltere arasmda
aracılık yapan Türkiye’yi batılı müttefiklerinden ayırmayı dü­
şündüklerini ortaya koymuş oluyorlardı. Rus idarecilerinin,
veyahut yeni Rus idarecilerinin bilmedikleri bir hakikat var­
dı. Bu nota bu hususu açıkça ortaya koymuştu. Onlar bilmi­
yorlardı ki; Türk hükümeti ile birlikle Türk umumi efkârı,
Rus diplomasisine, dünyada başka hiç hir devletin vakıf ola-
mjyacagı kadar ve derinlemesine vakıftır. Türk milletinin,
Tiirk hükümetlerinin Rus politikasına bu vukufu, 350 yılda 12
defa ölüm kalım mücadelesi yapan bir milletin nefretinden
doğmaktadır. Ve bu nefretin Levlid ettiği kanaattir ki, bütün
bir milleti Rusya’m a politikasına agâh kılmıştır.
Yeni Rus notası, Türkiye’ye verildikten bir kaç gün son­
ra, batılı devletler, İran petrol anlaşmazlığım halletmek hu­
susunda müzakerelerde bulunmak üzere dörtlü bir konferans
akdine karar verdiler. Rusya da bu konferansa davet edilmiş
fakat yeni Pus liderleri Batılı devletlerden gelen bu teklifi
reddetmişti. Rusyanm Bermuda konferansını reddetmiş ol­
ması, bu devletin îran petrol anlaşmazlığını sııllı yolu ile hal­
letmek niyetinde olmadığım göstermişti.
Rusların Bermuda konferansım reddetmelerinden hemen
sonra, İstanbul limanına 9 gemiden müteşekkil kudretli bir
Amerikan donanması geliyor ve Dolmabahçe Sarayı önünde
demirliyordu.
Amiral Cassady’nin kumandasındaki bu donanmanın is-
tanbul’n ziyaretleri ile birlikte îngiliz barp gemilerinin m uh­
telif tarihlerde Türkiye’ye yaptıkları ziyaretler Rusya’yı yeni
teşebbüslere sevkediyordu. Rusya'nın yeni teşebbüsleri T ü r­
kiye’ye müteveccih oluyordu.
Ruslar, donanmaların gelişi ile alâkalı olarak Türkiye’ye
yeni bir nota tevdi etmişlerdi. Bu notada, Türkiye’yi ziyaret
eden îngiliz ve Amerikan donanmalarının ziyaret maksadı sö­
vülüyor ve Türkiye’nin nazarı dikkati çekiliyordu.
Türkiye'yi ziyaret eden Ingiliz ve Amerikan donanmaları
hakkında Türkiye’yi ikaz eden Bus notası Ankara’da Türk hü­
kümetine tevdi edildiği gün, im in zamandır Türkiye’den ayrı
ve Moskova’da bulunan Rusya’nın AnkaTa büyük elçisi Luv-
rışev Türkiye’ye gelmiş, vazifesine başlamıştt.
İstanbul'u kuvvetli bir Amerikan donanmasının ziyareti,
Rusya'nın Türk hükümetine bu donanmalarla alâkalı olarak
verdiği notalar da gösteriyor ki: Rusya, İran petrolleri hakkın-
da beslediği niyetlerinden vazgeçmiş değildir. Her an İran'a
müdahale etmek için fırsat kollayan Rusya, İran petrol ihtilâ-
fmda mühim roller yüklenmiş olan Türkiye’yi, kendisine kor­
kulu anlar yaşatan kudretli arm adaların ziyaretini, kendi siya­
seti bakımından hasmane buluyor ve kendisi için daima bu
ziyaretlerin ardında bir tehlike görüyordu, Türkiye), sanki îran
petrol ihtilâfının yine merkezi haline gelmişti.
Dünya nazik anlar yaşıyordu. îran petrolü yine diinya
sulhunu tehdit etmeğe başlamıştı* Acaba îran petrolü yeni
bir ihtilâfa, silâhlı bir mücadeleye sebep olacak mı idi? Pet­
rolün bulunduğu her yerde, her şey düşünülebilir ve ona göre
de kararlar ahnrrdı. Eğer batdı devletlerin enerpk hareketleri
olmasa idi, Rusya çoktan İran'a inmiş ve yalnız petrolleri de­
ğ il sıcak denizlere inmek ezeli politikasını da tahakkuk saf­
hasına çıkarmış olurdu.
Istan bur» ziyaret eden Amerikan donanması bir kaç gün­
lük misafiretten sonra Türkiye’den ayrılmıştı. Bir m üddet son­
ra da, îngiljz Commenwelth camiasına dahil bir Hindistan fi­
losu Türkiye'yi ziyarete gelmişti. Vis Amiral N. V. Dickinson
kumandasındaki bu filo, Delhi kruvazörü ile birlikte dört m uh­
ripten ibaretti.
BısmaTk'ın tabiri ile Rusya'daki sarayın kapısı olan Bo­
ğazların sahibi Türkiye, müttefikleri tarafından daima hatır­
lanıyor ve Tiirk suları kuvvetli donanmaların daima ziyaret- 1
Jeıine sahne oluyordu.
Donaninalarıu Türkiye’ye yaptıkları bu ziyaretlere rast­
layan günlerde, Standard Oil ile Royal Dutch-Shell grubu ara­
sında bir anlaşmaya varılmış ve petrol fiatlarına zam yapıl­
mıştı, Bu anlaşma Anglo îraııian ile Golf Oil petrol şirketi ara­
smda imza edilmiş ve varil başına 25 Sent bir zam derpiş edil­
mişti. Petrol şirketlerinin petrole yapmayı kararlaştırdıkları
zam Kuweytfden istihsal edilecek petrole şam ildi
Şirketlerin petrole zam yaptıkları vc filoların İstanbul'u
ziyaret ettikleri b u günlerde Kore'de mütareke olmuş tu, Bu
mütareke ile alâkalı olarak Amerika Reisicumhuru Eiscnhoo-
ver bir beyanat veriyor ve,
«Tek bir harp sahasındaki mütareke, dünya sulhu demek
değildir» diyordu. Eisenhoover’in bu beyanatı gayet sarihti.
Bu beyanat Rusya’ya bir nevi ihtar demekti. Zira Kore’de m ü­
tareke yapılmıştı, fakat Orta-doğıı kaynıyordu. İran petrol ih­
tilâfı yüzünden bir harp patlayabilirdi.
İşler adamakıllı kızışmıştı. Ruslar, Çekoslovakya-Macar
ve Polonya ayaklanm alarından şüphe etmişlerdi. Şimdi sıra
onlara gelmişti. Ruslar harekete geçmeğe karar vermişlerdi.
Avrupa komünist partileri ellerinde idi. Onları koz olarak kul­
landılar ve Avrupadaki bütün Komünist partilerini aynı an ­
da harekete geçirmeğe karar verdiler ve bu kararlarını da tat­
bik ettiler, Fransa’da Tborez’in organize ve teşvik ettiği grev­
ler Fransa'yı felce uğrattı. İtalya’da ise, TogliaUi daimi bir
hükümet buhranı yaratm ağa muvaffak oldu. Avrupada komü­
nistler baş kaldırmıştı. Fakat müttefikler de boş durmuyor­
lardı. Onlar, Rusya’nın Avrupadaki komünist partilerin ay ak­
landı t malarım n belki de hakiki sebebini biliyorlardı ve buu a
göre dc tedbir alıyorlardı.
Grevler ve hükümet buhranları Fransa ve İtalya’yı kavu­
rurken İngiltere’nin Akdeniz filosu kumandanı Lord Luis
M ontbatlen kumandasında 22 parçadan müteşekkil çok kuv­
vetli bîr tngil iz filosu da Istanbu’lu ziyaret ediyordu.
İngiliz filosu IsLanbul’a geldikten iki gün sonra filo ku­
mandanı L ub M ontbatten Türk devlet adamları ile görüşme­
lerde bulunmak üzere Ankara’ya gidiyordu, Ingiliz Amirali
Ankara’da Hükümet Reisi Adnaıı Menderes ile ve diğer alâ­
kalılarla görüşmüştü.
İngiliz filosunun İstanbul’a vaki ziyaretini bahane sayan
Rusya derhal harekete geçti ve Moskova’daki Türk büyük el­
çisini Rus Hariciye Komiser Muavini Zorin nezdine davet elti.
Zorin Türkiye’nin Moskova büyük elçisine tngiliz ve Ame­
rikan donanmalarının sık, sık Türk limanlarına vaki ziyaretle­
rinin sebeplerini sordu ve elçimize bir de nota verdi.
Tabiî bu Rus notası da, bundan evvelkiler gibi Türkiye
üzerinde hiç bir tesir yaratmadı ve Rusya’ya, donanmaların
Montreau* mukavelesi hükümlerine göre ve 15 gün evvelin­
den haber vermek şartı ile, Türkiye’ye dostane ziyaretler yap­
tıklarım bildirdi.
Ruslar hiç bir fırsatı kaçırmıyorlardı. TahraıTdaki elçile­
rini değiştirmişler yerine isyan ve ihtilâl çıkarmakta usta bir
ajanlarım büyük elçi olarak tayin etmişlerdi. Bu ajaıı, sonra­
dan Türkiye’ye de büyük elçi olarak gönderilen Lavrcntiev’di.
Bu tayin de gösteriyordu ki; Ruslar yakın bir zamanda îıa u ’da
harekete geçeceklerdi.
Yeni Rus büyük elçisi T ahran’a gelir gelmez derhal faa­
liyete geçmişti.
Tahraıı’da öyle günler oluyordn ki; Rus elçisi Lavrentiev
bazan iki defa Başvezir M usaddık’ı ziyaret ediyor» ona nasıl
hareket edeceğini söylüyordu. Bu ziyaretlerden dc anlaşılıyor­
du ki; Ruslar Musaddık’ı artık bir memur gibi idare ediyorlar,
her istediklerini yaptırıyorlar, her arzularını zaman kaybet­
m eden tahakkuk safhasına çıkarıyorlardı, Böylece Rus nüfu­
zunu Musaddık’ın üzerinden eksik etmiyorlardı,
Ruslar karar vaktinin geldiğine kanaat gtirmişlet ve Mos­
kova’da bîr siyasi manevra çevirmeğe başlamışlardı, Rus yük­
sek şurası toplantıya davet edilmişti. Fakat fran hududundaki
Rus ordusu da her an harekete hazır beklemekte idi.
Rus yüksek şurasının Moskova'da içtimalara başladığı
gün Ege denizinde de Türk-tngiliz müşterek deniz manevra-
lan bağlıyordu. Bütün bu manevralar, bu d onanma lam ı ziya­
retleri, demirperde gerisi memleketlerindeki karışıklıklar lıep
petrol yüzünden meydana geliyordu. Ruslar, gerçi İran’a mü­
dahale etmeğe kararlı idiler, fakat bunu Rus ordusu ile yap­
maktan artık vazgeçmişlerdi, Rusların mükemmel yetiştirilmiş
bir ihtilâlci ajan olan Lavrentiev'i Tahran'a büyük elçi tayin
etmiş olmakla bunu anlatmak istedikleri, hiç olmazsa Rus or­
dusunun harekete geçmiyeceğmin batılı devletlerce anlaşılma­
sını istemiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Ruslar, ihtilâl ya­
pacaklar, ihtilâlciler, yani Tudehçiler iktidarı çile alacaklar
ondan sonra da Rus ordusunu resmen davet edecekler, boyle-
ee dünya bir emri valri karşısında bırakılacaktı.
îran, dolayısı ile dünya, büyük siyasî hâdiselere gebe idi.
Yeni Rus elçisi Lavrentiev, Tahran’a gelir gelmez, Musaddık'a,
Rus-îran görüşmelerine bir diyeceği olup olmadığını sormuş
ve müspet cevap alınca da Moskova’dan aldığı talimat gere­
ğince Iran île müzakerelere başlamıştı,
îran-Rus müzakereleri üç esas üzerinde yapılıyordu. Bil­
hassa gündemde bulunan ü çin cü m adde fevkalâde mühimdi.
Rus-îran müzakerelerinde görüşülmesi derpiş edilen hususlar
şunlardı:

1 - Çarlık zamanmdanberi İran ile Rusya arasmda de­


vam edegelmekte olan hudut ihtilâfının halli,

2 — İkinci Dünya Harbi içinde ve Rus ordusunun İranY


muvakkaten işgal ettiği m üddet zarfında Rus kuvvetlerine ya­
pılan yardımlar için Rusya’nm İran’a vermeği düşündüğü 11
ton altun,

3 — İran’ın bir tecavüz üssü haline geldiğine Rusya ka­


naat getirdiği takdirde, İran’ı Rusya'nın işgal etmesine imkân
veren 1907 de imzalanmış ve 1921 tarihinde tadil edilmiş olan
anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesi.
Rusların niyeti açıktı. İran’a sapı ile verdiğini kaşıkla al­
mak istiyordu, İran’a vermeyi düşündüğünü ifade ettiği .11 ton
al hm, Musaddık’ı ve îran halk efkârım tatmin için bil lı assa
müzakerelere ilâve edilmişti. Yoksa Rusların böyle hir tazmi­
nat vermeleri bahis mevzuu olamazdı. Ayrıca Ruslar, üçüncü
m adde 1 le, 1E>07 ve 1921 tarihlî anlaşmaları daha da kuvvet­
lendirmek böylece ellerindeki bıı kozla diledikleri anda çıka­
racakları bir bahane ile İran'ı istilâ etmek hususundaki niyet­
lerini de ortaya koyuyorlardı,
Tahraırda Ruslarla Musaddık arasmda müzakereler yapı­
lırken, İran'da ikinci bir hükümet darbesi teşebbüsü yapılmış
fakat muvaffak olamamıştı, 1(3 Ağustos tarihinde yapılan bn
darbeyi bizzat Şah’ın muhafızları yapmışlar fakat ııetiee ala­
mamışlardı.
Musaddık âdeta çılgma dönmüştü. Artık ok yaydan fu la­
mış te, Kendisine karşr girişilen bu ikinci hükümet darbesinden
sonra, sıkı, hem de çok sıkı emniyet tedbirleri almış, darbeyi
yapanların ŞaVm muhafızları olduğunu öğrenince derhal Şah
ile görüşmek istemişti. Fakat Musaddık çok geç kalmıştı. Zira
Şah, Musaddık’a karşı hükümet darbesi yapıldığı güniin sa­
bahı yani 16 Ağustos sabahı henüz güneş doğmadan memle-
ti olan İran'dan, yanında Kıraiiçe Süreyya olduğu halde bit
uçakla ayrılmıştı.
Tahran yerinden oyuamişlı. Bir taraftan hükümet darbe­
sinin duyulması, diğer taraftan Şalı’m İran’ı terk etmesi halk
arasmda âdeta bir panik havası meydana getirmişti. Mıışad­
dık Şah’m m ende ketinden aynhşım fırsat bilmiş, derhal Miilî
Meclisi feshetmişti. Musaddık ayrıca Iran halkına hitaben neş­
rettiği bir beyanname ile Şah Rıza Pehlevî’yî vatan haini ilân
etmişti.
Musaddık hükümetinin en kuvvetli adamı, tipik b u ko­
münist olan Hüseyin Fatımî, hükümetin, Şah’] mahkûm eden
kararını yerli ve yabancı biHiin gazetecilere bildirmişti, H ü­
seyin Fatım î ayrıta bir de konuşma yapmıştı. Uzun olan bıı
beyanatının sonunda Hüseyin Fatım î şöyle diyordu:
«Şah, bu komployu biliyordu, Kendisi memleketini terk
etmiş olmakla vatan haini olduğunu ilân etmiştir,»
I mu Ş attı memleketini terk etmişti, Fakat İran’dan ayrıl­
madan evvel bir şahsa, Musaddık’m azledildiğini ve yerine
onun Başve2İrliğe getiriIdiğmi bildiren bir ferman vermişti.
Bu zat, aynca Şattın, İran milletine bir mesajını da h a­
mildi, Şalı Rıza Pehlevî’nin kendisine iti m a d ettiği zat, son
hükümet darbesinden bir evvelki darbeyi yapan ve fakat Ayan
âzası olduğu için Musaddık tarafından tevkif edilemeyen G e­
neral Zalıidî idi.
General Zahidi darbenin yapıldığı 16 Ağustos günü he­
men bir basın toplantısı yapmış ve elindeki İS Ağustos 1953
tarihli fermam gazetecilere göstererek, Şah Hazretlerinin Mu-
şaddık 11 azlettiğini ve kendisini Baş vezir nasbettîğini bildir -
inişti, İran’da garip bir durum meydana gelmişti. İran’da her
ikisi de meşru olduklarını iddia «den iki Bagveüir vardı.
Musaddık artık Şattı, tanımıyor, onun İran’dan kaçmış
olmasını bütün Şattlık haklarından vazgeçtiğini gösteren bir
vakıa olarak kabul ediyordu. Buna karşılık General Zahidi de
elindeki 13 Ağustos tarihli ferman île Şattuı kendisini Baş ve­
zir nasbettiğini, M usaddıttm azledildiğini ve Şattın İran'dan
kaçmadığım» fakat seyahate çıktığım söylüyordu.
İran’da hâdiselere yetişebilmek âdeta icıkânsızlaşmıştı.
Fakat halk galeyan içerisinde idi. Kimi Şattı mes’ul tutuyor,
kimisi de Musaddık'ı, İran’ı felâkete sürüklemekle itham edi­
yordu.
Şah kendisini götüren uçaktan Bağdad hava alanına iner
inmez bir basm toplantısı yapmıştı. Şah; tahtuıda asla vazgeç­
mediğini, memleketinden kaçmadığım fakat İran’ı mahva sü­
rükleyen bir insanın dayandığı kuvvetlerle kendisini öldürt­
mek islediğini ilân etmişti.
İran'ı ıuahva sürükleyen adam Musaddık’tı ve onun d a­
yandığı kuvvetler de Tudehçiler ve onların hamisi Rusya idi.
Şah, açıkça Rusya'yı ağzına almıyordu, fakat konuşması ile
bunu gayet sarih olarak ima ediyordu,
İran böyle bir atmosfer içerisinde bocalarken, o güne ka­
dar Musaddık'ı desteklemiş olan İran’ın en kudretli adamı
Ayetullah Kâşani’nin de sesi çıkmış ve Musaddık'ı açıktan
açığa itilam etmişti. İran’da artık her şey Musaddık’m aley­
hine dönmüştü.
Şah ın Başvezirlik fermanım taşıyan ve resmen Başvezir
olan General Zalıidî'yı Musaddık her tarafta aratıyor fakat
bir türlü eline geçiremiyordu. Sanki yer yarılmış, General Za­
hidi yerin altına girmiş, kaybolmuştu. Ruslar birdenbire mey­
dana gelen son durum üzerine endişeye kapılmışlar ve Tudeh
Partisini tahrik ederek yeni nümayişler hazırlamışlardı. 18
Ağustosta başlayan Tudehçilerin nümayişleri İran'ın her tara­
fına yayılmıştı* Bu nümayişlerde Tudeh Partisinin liderleri
İran’da Şahlığın lâğvedilmesini ve İran Halk Cumhuriyeti'nm
kurulmasını taleb etmişlerdi. İran'da, îran Halk Cumhnriye-
tınin kurulması resmen komünist idaresinin kurulması demekti.
İran’da durum birden bire çok nazikleşmişti. Batılı dev­
letlerin diplom allan durumu endişe içerisinde takibediyor-
lardı.
İran’da Tudehçiler bütün İran’a şamil kanh nümayişler
yaptırır ve Iran Halk Cumhuriyetin in kurulmasını talep eder­
ken, Londra’da hava birden bire değişmiş, sertleşmiş, âdeta
parlam ağa hazır bir durum meydana gelmişti. Uzun zaman­
dır kabine toplantılarına iştirak etmeyen ve yerini Eden’e terk
etmiş olan Kurt ihtiyar, Sir Winston Churehill 18 Ağustosta
resmen vazifeye başlıyor ve kabinenin o gün yaptığı fevkalade
mühim toplan tjsına riyaset ediyordu, Chutchill’in vazifeye
başladığı ise bir resmî tebliğ ile ve radyolarla bütün dünyaya
ilân ediliyordu.
Bütün devletler İran hâdiseleri dolayısı ile tetikle idiler,
İran, bir yeni cihan harbinin çıban başı olabilirdi. Fakat ol­
madı, beklenen çıban harbi patlak vermedi ve dünya bir kere
daha korkulu bir rüyadan uyandı.

İran’da aıtık işler dönmüş, İran'ın talihi değişmişti. İran


için de, dünya milletleri için de daha uzan yıllar devam ede­
cek bir devir, sıılh ve siikûn devri başlamak üzere idi. 13/19
Ağustos gecesi îraoh bir mucize bekliyordu. Ve bu mucize
îran’t dn dünyayı da kurtaracaktı,

Rusya’nın Tahran büyük elçisi Lavrentiev alelacele Mos­


kova’ya Rİbnişti, O, 18/19 Ağustos tarihinde gece yansı T ah ­
ran’a dönecekti? Bu husus İran’da bir çok insan tarafından
biliniyordu. İran’da Komünist teşekküller de, Bus ajanları da,
hattâ Moskova da her şeylerini, bütün muvaffakiyet ihtimal­
lerim büyük elçinin Tahran’a dönüşüne bağlamışlardı. Fakat
ne Kuşların, ne Rusofillerm, ııe de bîr komünist partisi olduğu
su götürmez bir hakikat olan Tuclehçilerin bekledikleri raıi'
vaffukiyet olmayacaktı.
General Z ahidinin sonradan açıkladığına göre, Rushtf
18/19 Ağustos gecesi Rusya’dan dönecek olan Rus elçisi Lav-
retıtîev’iıı direktifi ile bir hükümet darbesi yapacaklar ve İran
Sovyet Maile Cumhuriyetini kuracaklardı.

Rus büyük elçisi Lavrentiev 18/19 Ağustos gecesi geç


vakit Moskova’dan dönmüş ve doğruca Rus sefaretine gitmiş-
lî. O ıada kendisini bekleyenler vardı. Bunlar, İran’da Halk
Cumhuriyetini kurmak isteyen Tudeh Partisinin ileri gelen
bir kaç adamı îdi. O, Moskova’dan yeni talimatla dönmüştü.
ljüivrentîev derlıal Tııdeh liderleri ile müzakereye giriş­
inizi. Bıjs »derelinde yalnız büyük elçi kornişinuş ve gerekli
talimatı vermişti. Takriben bir sata kadar sürdüğü sonradan
tesbit edilen 'bu toplantıda, darbenin bütün teferruatı üzerin­
de durulmuş ve muvaffakı yetsizlik ihtimalleri en asgarî h ad ­
de indirilm işti
İraıı Halk Cumhuriyeti kurulacaktı ve Rusya bu yeni dev­
letin hamisi olacaktı. Bütün plânlar bu esas üzerine bazırlan-
jmştf. Lüzumlu silâhlar pey der pey İran'a sokulmuştu. Bu si­
lâhların en büyük kısmı da Tabran’da idi. Tahran âdeta bir
silâh deposu haline getirilmişti.
Rus elçisinin verdiği talim at gece yarısından sonra takri­
ben saat 1 e kadar sürmüş, Tudehçi liderler en son talim atı
aldıktan sonra darbeyi gerçekleştirmek için işleri başm a dön­
müşlerdi.
Artık gün geçmiş 18 Ağustos geride kalmış 19 Ağustos ta ­
rihi idrak edilmişti. Saatin 19 Ağustos gece yarısından sonra
b ir’i gösterdiği vakit biîtün Tııdehçi liderler vazifelerinin b a­
şma dönmüşlerdi. Saatler bir türiü ilerlemiyordu. Aldıkları
talim at sarihti. Sabaha karşı saat 3 te harekete geçecekler ve
darbeyi kuvveden füle çıkaracaklardı,
İşte tam 19 Ağustos gece yarısından sonra saat bîr’de
İran'da bu mucize olmuş, İran ordu birlikleri ile Polisler, Tu­
deh Partisinin hükümet darbesi yapacak elemanlarının h ep ­
sini barmdıkları ve hareket saatini bekledikleri mahallerde
kıskıvrak yakalamışlar ve tevkif etmişlerdi.
Bu hareket o kadar ani olmuştu ki; hiç kimse mukavemet
edememiş ve o gece lıemen hemen tek silâh sesi duyulmamış­
tı. Tudeh Komünist Partisinin bütiin yer altı teşkilâtı tam a­
men tevkif edilmişti,
tnsan aklının aUmıyaeağı bu hareketi bizzat General Za-
hidî idare etmiş ve Komünistlerden iki saat önce hareket ede­
rek Iran için bir mucize olan hareketi başarıya ulaştırmıştı.
Evet, General Zahidi, Komünistlerden sadece iki saat ev­
vel hareket etmiş ve muvaffak olmuştu,
Rusların bel bağladıkları, uzun zamandır tahakkukuna
çalıştıkları hükümet darbesi akim kalmış, General Zahidi ikti­
dara çıkmıştı.
Ruslar, mukabil hükümet darbesi yüzünden i ran.da çok
şey kaybetmişlerdi. Tudeh Partisi yeni Başvezîr tarafmdan
kanun dışı ilân edilmiş ve belli başlı bütün elemanları tevkif
edilmişti. Hapishaneler Tudehçİlerle dolmuştu.
General Zahidî'nin y&pbğı hakikaten akla gelmedik bir
iştu Fakat hâdisenin cereyan ta ra m tetkik edenler, bu kadar
ince hesapların ve bu kadar soğukkanlılığın ancak Ingilizle-
rin eseri olabileceğinde ittifak etmişlerdir. Evet, iddia ediîebi*
lir ki; îngiliz Entelijans Servisi, dünyanın bir eşini dahi zor
kaydedebileceği bir muvaffakiyet kazanmış, İran’ı felâketten
kurtarmakla kalmamış, dünyayı yeni bir harbin eşiğinden çe­
virdiği gibi, kendi petrol haklarını da garantiye almıştı.
Rusya İran’da çok ağır bir darbe yemişti. Bu Öyle bir
darbe idi ki; bu darbeyi unutm alarına imkân yoktur.
İran’daki durum General Zahidi hükümeti île birlikte
sür’atle düzelmişti. Artık İran’da huzursuzluk yoktu. Faka!
buna rağmen İran’da yeni hükümet belki de Iran tarihindeki
en büyük insan avma başlamıştı. General Zabidî İran’daki b ü ­
tün komünistleri tamamen imha etmeği kafasına koymuştu.
Musaddık tevkif edilmiş, evi halk tarafından yağma ve tahrip
edilmişti.
Petrol lıükmünü icra ediyordu. General Zahidi Roma’da
bulunan Şah Rıza Pehlevî’yi derhal İran’a çağırmış, Şah ile
Kıraliçe Süreyya 22 Ağustos 1953 tarihinde altı günlük bir va­
tan hasrelindeıı sonra Tahran'a dönmüş ve muazzam bir m e­
rasimle karşılanmıştı. Yeni hükümet ile petrol şirketleri ara-
•Kındaki müzakereler derhal başlamış ve süraatle neticelenmişti.

1953 Yılınıu son aylarında bulunan formüle göre dört


memleketin temsilcilerinden meydana gelecek olan bir kon­
sorsiyum idaresi kurulmuştu. Bu konsorsiyumca Ingiltere-
Amerika - Fransa ve Hollanda vardı.
Ingiltere, dolayısı ile Entelijans Servis yine îran petrol­
lerinin lıâkimi idi. Fakat bu sefer Amerikaya % 4 0 hisse kap­
tırmıştı.
Standard Oil, dünya sulhu babasına îngiltereden bu se­
ferlik yüklü bir hisse koparmasını becermişti .

You might also like