Professional Documents
Culture Documents
Hazırlayan
Ahmet Faruk Güney
MANTIK:
Düşüncenin Grameri
[Mizanu’l-Ulûm]
Sözlük anlamı:
«Mantık/ »منطقkelimesi ikinci babdan( ينطِ ق- )ن َطقmimli mastar olup “Nutk/konuşmak/ses çıkarmak”
anlamına gelir. “Nutk/ ”نطقkelimesi Yunanca’da hem akıl hem konuşma/söz anlamına gelen `logos`un
Arapça’daki karşılığıdır. «Nutk» üç anlama gelir: [Farabî (ö.339/950)]
1. İnsanî nefs(nefs-i nâtıka/akledebilme gücü)
2. İç konuşma(nutk-i dahilî/insanın içinde oluşan makuller)
3. Dış konuşma (nutk-i hâricî/içinde olanın seslendirilmesi)
Mantık ilmine bu ismin verilmesi kuvve-i nutkiye(insanî nefs) ancak nutk(konuşma/düşünme) sebebiyle var
olabildiği içindir.
Mantık İlminin Tanımı:
Her ilmin mesaili/problem alanı/bilgi öbeği vardır. Bu bilgi öbeğinin diğer mesailden ayrılıp bir bilgi haline
gelmesi “cihet-i vahdet/birlik yönü” itibariyledir.
Cihet-i vahdet : Mesailin(problem alanının/bilgi öbeğinin) tek bir şey olmasına sebep olan şey/yön
(aralarında birlik sağlayan yön) demektir. Dolayısıyla bir bilgi öbeğini diğerlerinden ayırt edip aralarında bir açıdan
da olsa birlik sağlayan özelliğe cihet-i vahde denir. / Başka bir tabirle “Nev’an müttehid(türsel bakımından bir) olan
mesaili birbirine bağlayan rabıtaya” denir.
[Var olan her şeyde bir birlik vardır. Var ise bir açıdan onun mutlak birliği vardır.]
Cihet-i Vahdet ikiye ayrılır:
Cihet-i vahdet-i zâtiye (Zât bakmından birlik sağlayan yön): İlmin konusu/mevzuudur
Cihet-i vahdet-i araziye(Araz olması bakımından birlik sağlayan yön): İlmin gayesidir.
İlmin mevzuu/konusu: O ilimde kendisinden (ahval-i zâtiyesinden) bahsedilen şeydir.
İlmin gayesi: O şeyi bilmekle ortaya çıkan faydadır(faide-i mürettebesi).
Mantık İlmi’nin Konusu: Malumat-ı tasavvuriye(bilinen tasavvurlar/kavramlar) ve malumat-ı
tasdikiyye’dir(bilinen tasdikler/yargılar).
Tasavvur: Bir mahiyeti/şeyi/özü, hakkında olumlu veya olumsuz bir yargıda bulunmaksızın idrak etmek
demektir. (إثبات
ٍ ٍ غير أن يُحْ َك َم عليها ِب
نفي أو ِ ْ )إدرا ُك الماهي ِة ِمن: Ali, Elma, Ağaç, Kırmızı, Uzun…
Tasdik: Zihninde var olan tasavvurlarlarla ilgili olumlu veya olumsuz yargıda bulunmaktır. İki tasavvuru bir
hükümle birleştirmektir. Hüküm içeren bilgi demektir.
Gayesine göre: Kurallarına uyulduğu takdirde düşünürken (fikr u nazarda) zihni hataya düşmekten koruyan bir
Onun mevzûu kavramlar ve tanımlardan (tasavvurât), maksadı ise önermeler ve kıyastan (tasdikât) ibaret
olduğundan, kavramlardan tanımlara, tanımlardan önermelere, önermelerden kıyas’a giden veya aksine kıyastan
kavramlara gelen yolun nasıl katedilebileceğini göstermekle kalmaz, bu sürecin adım adım denetlenebilmesinin
imkânlarını da sunar.
Mantık: Aklın bu hareketinin usul ve keyfiyetini, nasıl olması gerektiğini, nasıl olursa doğru sonuçlara
ulaşılacağını öğreten ilimdir.
Yani doğru ve tutarlı düşünmenin kural ve yasalarını öğreten ilimdir Mantık.
* Bu dokuz bölüme İslam mantıkçıları bir giriş olarak “Elfaz/Delalet” bahislerini eklemişlerdir. Böylece Mantık
İlmi’nde incelenen konular 10 bölüm olmaktadır. Çünkü, ifade, istifade; talim ve teallüm lafza bağlıdır.
* Batı’da Mantık üç bölümde incelenir: Kavramlar(tasavvurat), Kazaya(Önermeler), Kıyas
“Bu mukaddimede medâriku'l-ukûl (aklın işleyişi/akılların idrak biçimi) ve bunların had (tarif) ve burhân'a
münhasır olduğundan bahsedeceğiz. Ayrıca hakiki tanımın şartı ile hakiki burhanın şartını ve bunların
kısımlarını, Mihakku'n-Nazar veMi'yâru'l-ilm adlı kitaplarımızda olduğundan daha özlü ve kısa olarak anlatacağız.
Bu mukaddime, usûl ilmi cümlesinden olmadığı gibi, ona özel bir mukaddime de değildir. Aslında bu
mukaddime, bütün ilimlerin bir mukaddimesidir ve bu mukaddimeyi tam olarak kavrayamamış
kimselerin ilimlerine kesinlikle güven olmaz. Bütün nazarî ilimlerin bu mukaddimeye ihtiyacı ne kadar ise, fıkıh
usulünün ihtiyacı da o kadardır.” (Gazzalî, el-Mustasfa min İlmi’l-Usul, s. 30)
Gazâlî (ö.505/1111):
Aristo’nun kurduğu Mantık dilinde yer alan kategoriler, üzerinde konuşulması mümkün olan şeyler
hakkında söyleyeceğimiz şeylerin en temel ilkeleridir. Aristo’nun sisteminde maddi âlemden Tanrı’ya kadar her şeyi
izah edebilmekte idi. Onun için bu dil İslam dünyasına girdiğinde bir “dil sorunu” ortaya çıkmıştır:
Bu çatışma “Men tementaka tezandaka/ Mantıkla uğraşan zındıklaşır” anlayışını ortay çıkarmıştır. Daha
sonra bu durum aşılmıştır. Bunu aşmak için İslam düyasında ne yapılıyor?
İlk önce nahivcilerle- mantıkçılar arasında bir çatışma çıkıyor. [Mantıklı düşünmek için Yunan
mantığı/diline ihtiyacımız yok. Gramer bu işi görür deniliyor]. Önce dil ile hesaplaşılıyor.
Sonra ise Aristotalesci bu sistemin cisim tasavvuruna karşı başka bir cisim tasavvuru geliştiriyorlar: Atomcu
cisim tasavvuru. [Aristocu evrende cisimler geometrik formda var olurlar.]
Atomlar Tanrı’nın iradesi ve devamlı yaratmasıyla var olurlar. Cisim mahiyeti itibariyle atomik heyeti
itibariyle geometriktir. Duyu organlarıyla muhatap olunca niteliklerini kazanır.
1
Dücane Cündioğlu, Yeni Şafak, 11 Ekim 2003.
Sevda sahipleri için engellerin ne önemi var, yola devam etmeli, hedefime varamasam da bari bir karınca gibi yolda ölmeyi göze
almalıydım.
Yıllar geçti. Ben kendi halimde mesafe katetmeye çalışırken mühim bir hususu ihmal ettiğimi farkettim: Dilbilim, Mantık ve
Usûl'den müteşekkil bu üst-dil, aşağıdan yukarıya doğru değil, bilakis yukarıdan aşağıya doğru inşa edilmişti. Yani bu üst-dilin
Arapça, Farsça ve Osmanlıca'nın üzerinde yer aldığı doğruydu, lâkin benim yolun başındayken göremediğim, belki de
gördüğüm halde önemsemediğim veya önemsediğim durumlarda da yönelebilecek tâkatı kendimde bulamadığım cihet, bu
üst-dilin üzerinde yer alan yapının kendisiydi.
Üç ayrı bölmeden oluşan bu yapının bölmelerini tek tek dolaşmak yetmiyordu, bölmelerden birine dahil olmak için, ister
istemez diğer bölmelere de vâkıf olmak gerekiyordu. Üç bölmesi de ziyaret edilmedikçe yapının bütününe nüfuz etmek
neredeyse imkânsızdı. Üstelik, bu yapıyı nazar-ı itibara almadan, talibi olduğum üst-dil de kendini kasıyor, çabalarım hep sonu
gelmez daireler çizmekten ibaret kalıyordu.
Kısacası Dilcilere, Mantıkçılara, Usûlcülere göre... demeyi lüzumsuz addeden kimselerdi karşıma çıkan bu yeni yüzler. Farklı
terimler kullanmaya başlamışlardı, farklı göndermeler yapıyorlardı ve ben de tabiatıyla onların her gönderdiği yeri kolaylıkla
ziyaret edemiyor, ziyaret etmeyi başarsam bile oradan bir daha geri dönmek hayli vaktimi alıyordu.
Artık söylenen şuydu: Hukema'ya göre, Mütekellimîn'e göre, Mutasavvıfa'ya göre.
Birbirlerine karşıt olan ve fakat farklı tanımlara dayalı ortak bir dil kullanan üç büyük bölme!
Evet, birinin ne dediğini anlamadıkça, diğerinin ne dediğini anlamanın neredeyse imkânsız olduğu üç büyük bölme!
Hepsinden önemlisi, kullandıkları ortak dil aracılığıyla inşa ettikleri devâsa bir yapı: Filozoflara, Kelâmcılara ve Mutasavvıflara
göre. (Batılıların tam da aslına mutabık olmayan tabirleriyle Felsefe, Teoloji ve Mistisizm.)
Bu sefer söylemesi öncekinden daha zordu, lâkin yine de muhteşemdi. Varlığın, düşüncenin ve dilin birbiriyle yakından alâkalı
üç farklı yorumu! Karşımda nüfuz etmeyi, anlamayı, kavramayı şiddetle arzuladığım büyük bir yapı duruyordu: Şimdilerde
İslam Düşünce Mirası dediğimiz büyük bir yapı.
Yani, İslâm Düşüncesi denen alanın içerisinde bu üç konuya dair söylenenleri anlamak için Dilcilerin, Mantıkçıların ve
Usûlcülerin ne dediklerini değil sadece, Filozofların, Kelâmcıların ve Mutasavvıfların da ne dediğini anlamak gerekiyordu.
Öyle ki ilk basamak Dilcilere, Mantıkçılara ve Usûlcülere, ikinci ve son basamak da Filozoflara, Kelâmcılara ve Mutasavvıflara
ait idi.
Hakikat onların elindeydi; hakikate ulaşmak onlara ulaşmaktı. Ben de öyle yaptım. Hakikati almak için ellerini öpmek amacıyla
tek tek dizlerinin dibine çöktüm. Elimi uzattım. Fakat her defasında hepsi de mübarek ellerini önce dudaklarına, ardından
alınlarına değdirdiler, sonra da işaret parmaklarını göğe doğru uzattılar. Anladım ki hakikatonların ellerinde değildi, O onların
da yukarısındaydı
İsagoci/Eisagoge: el-Medhal
İsagoci(Eisagoge) «giriş» anlamına gelir. Bu adla anılan ilk eser yeni Eflatuncu filozof
Porphyrios(Furfiryus) (ö. 304) tarafından Aristo’nun Mantık külliyatının ilki olan Kategoriler’e giriş olarak
yazılmıştır. Porphyrios’un bu eseri kendisinin beş ses/beş lafız dediği beş küllî’yi konu edinir. [Mantık’ın bütün
konularını ele almaz.] Porphyrios’un üzerinde üzerinde durduğu konular daha önceki filozofları özellikle de
Aristo’nun Topikada tartışdığı konulardır. Onun katkısı bunları derli-toplu ve daha çık bir üslübla ortaya koymaktan
ibarettir.
Bu eser 6. yüzyılda Latince’ye 7. yüzyılda Süryanice’ye, İbnu’l-Mukaffa tarafından 8. yüzyılda Farsça’dan
Arapçaya, 9. yüzyılda ise Süryanice’den Arapça’ya çevrilmiştir. Arapça’ya çevrilmesinden İslam dünyasında
«isagoci» olarak anılmış bu eser üzerine ve bu minvalde yazılmış eserlerin genel adı olarak kullanılmıştır. Ayrıca
«isagoci» ismiyle birlikte Arapça karşılığı olan «el-medhal» de kullanılmıştır.
İslam Mantık geleneğinde İsagoci ve onu içeriği hakkında pek çok çalışma yapılmış olmakla birlikte,
İsagoci/el-Medhal adı altında anılan eserler Porphyrios’un eserinden içerik olarak farklıdırlar. Bu eserler özet halinde
de olsa klasik mantığın bütün konularını ele alırlar.