Professional Documents
Culture Documents
Bülent ÇEVİK *
Öz
İnsan hayatında doğum, evlenme ve ölüm önemli geçiş dönemleridir. Hayatın başlangıcıyla
yaşatılmaya başlanan inanç ve uygulamalar diğer geçiş dönemleri ile devam ettirilir.
Konya merkezine uzaklığı ve dağlık bir alanda yerleşimin olması sebebiyle yöresine has özellikleri
olan Bozkır, pek çok kültür unsurunu barındırmakta ve yaşatmaktadır. Bozkır’da doğum öncesinden
itibaren gerçekleştirilmeye çalışılan gelenekler, doğumla ilgili inançlar, çocuğun doğumu ile büyüklerin
dikkat etmesi gereken kurallar uygulanmaya başlanır. Anneyi ve bebeği korumak için yapılması;
çocuğun gelişimi sürecinde uygulanması gereken gelenekler, bilinen inançlar büyüklerin
yönlendirmesiyle gerçekleştirilir.
Bozkır’da doğum öncesi, doğumda ve doğum sonrası yaşatılan uygulama ve inançlar, büyükten
küçüğe aktarılarak; benzer süreçte büyüklerden öğrenilenler gerçekleştirilerek varlığını sürdürmeye
devam etmektedir.
•
Anahtar Kelimeler
Bozkır, Bozkır Ağzı, Ses bilgisi
•
* Türk Halk Bilimi Uzmanı. Selçuklu-Osman Nuri Hekimoğlu Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni.
E.posta: cevikbulent@gmail.com.
862 BOZKIR’DA DOĞUMLA İLGİLİ İNANÇ VE UYGULAMALAR
GİRİŞ
İnsan hayatında doğum, evlenme ve ölüm önemli geçiş dönemleridir. Hayatın
başlangıcıyla yaşatılmaya başlanan inanç ve uygulamalar diğer geçiş dönemleri ile devam
ettirilir.
Doğum öncesi, esnası ve sonrasında var olan inançlar; bebek ve annesi için
yapılan uygulamalar Bozkır’da şu şekildedir:
İnsan hayatında doğum, soyun devamı için en önemli unsurdur. Çocuk doğmadan
önce Bozkır’da pek çok gelenek ve inanış varlığını sürdürmektedir. Çocuğun
doğumundan önce bu uygulamalar dikkatle yapılmalıdır ki doğum, sorunsuz olarak
gerçekleştirilebilsin.
Her aile çocuğunun olmasını, soyunun devam etmesini ister Bozkırda çocuk
özlemi arttıkça yapılanları maddi, manevi, her iki (maddi-manevi) uygulama olarak üç
şekilde görmekteyiz.
1. 1. 1. Maddi Uygulamalar
Saman buğusu yapılır. Saman buğusunun üzerine katran dökülür. Onun üzerine
sele konur ve kadın selenin üzerine oturtulur. Kadının üzeri battaniye ya da çarşafla
örtülür bir saat kadar bekletilir.
Uşşak eşiği (ana rahmine yakın bir bölge) eğri ise köyün ebesi (bu kişiler yaşlı,
güngörmüş ve birikim sahibidir, kendi büyüklerinden el almış kişilerdir) uşşak eşiği
eğrisini doğrultur ve kuşakla sarar. Bel açıklığı varsa (köyün ebesi bel açıklığını bilir)
çocuğu olmayan kadın sırt üstü yatırılır ve tam belinin ortasından çekilir (A. Erol 2016).
Çocuğu olmayan kadın için üç İhlâs süresi ile bir Fatiha okunur ve yüz buğday tanesi
yedirilir (Ülker 2003: 78).
1. 1. 2. Manevi Uygulamalar
Ocaklara gidilir. Ocağa gittiği zaman önce yatır ziyareti yapılır sonra ocak yerinde
bir hocaya okutulur ve hocaya muska yazdırılır. Ocak yerinde bir gece kalmaya dikkat
edilir. Genellikle adak kurbanı kesilir. Bozkır’da çocuğu olmayan kadınlar için aile içinde
adı Mehmet olan yedi evden bıçak toplanıp bıçak üzerine alınan evin adı yazılır. Bıçak
suyun içine bırakır, hangisi pas (küf) olursa o evden ekmek istenir ve o ekmek, çocuğa
olmayan kadına yedirilir (Uncu 2016).
1
Bozkır efsaneleri için bakınız: Aziz Ayva (2003) Bozkır (Konya) Efsanelerinden Örnekler.
Folklor/Edebiyat, 2003/4, 36: 333-337; (2007) Efsanelerin Kol Gezdiği Şehir: Bozkır. Erciyes, Nisan, 30
(352): 31-33; (2007) Bozkır Halk Edebiyatından Örnekler: Efsaneler. Dünden Bugüne Bozkır
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Konya: 279-284.
Eskiden Bozkır’a şimdi ise Ahırlı’ya bağlı Erdoğan Köyü Tekkesi’ne giderlerdi,
çocuğu olmayanlar uğrayıp sonuç almaya çalışırlar (Konyalı 1997: 1118).
Eski Türk inanç sisteminde “dağ, ata ve su kültünde” yüksek yerlerde yaşadığı ve
yattığı düşünülen kişilerin Gök Tanrı’ya yakın olduğu ve o yerin koruyucuları olduğuna;
arındırıcı ve hayat kaynağı özelliği olan suyun ilk yaratılan olduğuna, su iyelerinin
varlığına ve onlara kurban verilmesi gerektiğine, yaşama gücü olduğuna inanılırdı.
Ziyaret yerlerinde ve Damlacık İni’nde yaşatıldığı gibi, Eski Türk inanç ve uygulamaları
yaşanılan coğrafya ile değişerek, “abdest alıp namaz kılma” gibi yer yer İslami motifler
eklenerek varlığını sürdürmektedir. Günümüzde, yüksek yerlerde bulunan ziyaret
yerlerine yine gidilmektedir; halk tarafından Allah’ın sevgili kulu olduğu düşünülen
mübarek kişilere hürmet gösterilmekte ve duaların etkili olması için yardımcı olacağı
umulmaktadır.
1. 1. 3. Maddi-Manevi Uygulamalar
olduğu düşünülen maddi bir unsur olan yağmurun içilmesi ile manevi olan Hıdırellez’de
dua ve niyet etme ile çocuk isteme karma bir uygulama olarak dikkati çekmektedir.
Hamile kadın yılan, köpek gibi hayvanlar görürse çocuğunun düşebileceği inancı
vardır (Ülker 2003: 77).
Hamile kadının düşük yapmaması için, yedi evden hayvan yünü toplanıp kuşak
yapılarak hamile kadının beline sarılır; hamile mezarlığa götürülmez. Yedi tane Mehmet
ismini bulunduran evden bıçak toplanır. Bıçaklara isimler yazdırılır, bir çömleğe su
doldurulup akşamleyin dama konur, sabah namazından sonra çömlek indirilir.
İçerisindeki hangi bıçak paslanmamışsa o evden okunmuş ekmek getirilip kadına
yedirilir. O evin düşük yapan kadının ocağı olduğu inanılır (Ülker 2003: 78, 79). Bozkır
merkezde bu uygulamanın çocuğu olmayan kadınlar için ailesi veya komşuları tarafından
da yapıldığı söylenmektedir.
Hamilenin eline bit konup zıplarsa bebeğin erkek, öylece kalırsa kız olacağına
inanılır. Hamile kadının kalça bölümü genişlerse çocuğu kız olacak demektir, çocuk karın
bölgesinin üstündeyse erkek, aşağısındaysa kız olur. Hamile kadının yüzünde çillenme
varsa kızı, yüzü parlak olursa da oğlu olur.
Hamile bir kadın, doğacak olan çocuğuna elbise biçip elbiseyi minderin altına
koyar. O anda, dışardan erkek gelirse çocuk erkek olur, eğer kadın gelirse çocuk kız olur.
Hamile kadın rüyasında bir erkek görürse çocuğun kız olacağına, bir kız görürse çocuğun
erkek olacağına inanılır (Ülker 2003: 78).
Kiraz, karadut, nar, ciğer, et gibi kırmızı olan yiyecekler hamilere yedirtilmez
çünkü doğacak olan çocuğun yüzünde ben olarak izleri kalacağı inancı hâkimdir. Hamile
kadın herhangi bir yiyeceği yedikten sonra, yiyecek yediği aynı elle vücudunun herhangi
bir yerini kaşırsa, doğacak olan çocuğun vücudunun orasında da bir şey çıkacağı; hamile
kadın kime çok bakarsa (Küçükdağ 1996: 192) veya bir şeye çok dikkatli bakarsa çocuğun
bakılana benzeyeceği inancı vardır (Ülker 2003: 77).
1. 5. Doğum Hazırlıkları
Eskiden maddi imkânlar yeterli olmadığı için bebek ölür de elbisesi kalır
düşüncesiyle büyükler “Doğmadık çocuğa don, göynek biçilmez. Doğmayan çocuğa sırt
dikilmez.” diyerek doğumdan önce giyecekler hazırlatmazsa (Duman 2005: 53) da bebek
için pamuklu kumaşlardan zıbın hazırlanır; elde beyaz kumaşlardan iç gömleği,
basmadan elbise dikilirdi. Beşiklerde bebeği sarmak için kundak, ara bezi ve bağırtlak
bezi dikilir, bunlar boncuklarla süslenir, beşiğe de nazar boncuğu takılırdı.
Bir kadının hamileliği anlaşıldıktan sonra kadının kendi annesi ve kayın validesi
hemen hazırlığa başlarlar ve gerekli olan eşyalar, kıyafetler alınır (Ülker 2003: 78).
Çocuk doğmasına yakın beşik hazırlığı yapılır. Yaş ardıç ağacından beşik yapılır.
Eskiden çocuğun beşik döşeği, kurumuş yapraktan (gazelden) yapılırdı. Bozkır
pazarından “silbiç” adı verilen toprak kap alınır. Beşiğin ortası delinir ve bu deliğin altına
silbiç konur (E. Erol 2016).
Bozkır’da doğumu ebeler veya genellikle bu işlerden anlayan köy ebesi de denilen
yaşlı kadınlar gerçekleştirmektedir.
Çocuğun su gibi akıp gitmesi için, (doğumun kolay gerçekleşebilmesi için) doğum
yapacak kadın köyün çeşmesinden atlattırılır. Doğum yapacak olan kadın ağrıları sıkışsın
diye battaniye içinde sallanır (Yavuzer 1998: 145). Doğum başlayacağı sırada odada
sadece doğum yaptıracak ebe ve ona yardımcı olacak bir kişi ile gelinin kayın validesi
bulunur diğer insanlar dışarı çıkarılır. Eğer bunlardan başka birileri odada bulunursa
doğum olayının zor gerçekleşeceği inanışı vardır. Doğum esnasında çocuğun kolay
gelmesi için tavana ip asılır ve bu ip doğum yapacak kadına tutturulur (Ülker 2003: 79).
Ebe Fatma (Saygı) hemşire diplomalı olup 1948’den itibaren 1995’e kadar bütün
Bozkır ve 76 köye ona gelirdi. İbiş’in Hatice Teyze (1940- 1950), Ümüş Hala (1960-
1980’li yıllar), Güllü Abla; Fart (Yolören) köyünde Kilci karısı; Höke isimli ebeler vardı
ve doğuma yardım ederlerdi. Eskiden Bozkır’a bağlı Yalıhüyük’te Ahırlı ve köylerinin
de gittiği Şükran olarak bilinen Ebe Fatma (Sezer) 1961’de sağlık ocağında başladığı işi
1983’e kadar sürdürmüştür (Yılmaz 2016).
Ebeye havlu, sabun verilirdi; evinde yiyecek olarak ne varsa hediye olarak
verilirdi.
Baba doğum anında eve alınmaz. Evin önünde bekler. Doğum yaptıran ebe
çocuğu olunca babaya muştular ve muştular ister. Babaya oğlu olursa müjde verilir.
“Oğlunulan ordu, gızınılan gomşu olasın. Kızınla komşu, oğlunla ordu ol.” denir. Ev
halkından birisi çocuk erkek olmuşsa “ Bir çocuğumuz oldu.” diye tüm köye ilan eder.
3.1. Ad Verme
Çocuğun adını vermek önceliği evin en yaşlı erkeği olan dedenindir. Dede, bebeği
kucağına alır. Bebeğin sağ kulağına ezan okur, “Guzum adını ben verdim.” der. Bebeğe
ne ad verdiyse söyler. “Adını ben verdim, ömrünü Allah versin. Allah’ım hayırlı bir evlat
versin. Seni, hayrın yoksa alsın gitsin.” der (Duman 2005: 53).
Baba, dede yoksa bebeğin kulağına ezan okur, adını üç kere söyler. Bu uygulama
çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okumak, ismini üç kez kulaklarına
bağırarak söylemek şeklinde de yapılmaktadır.
Bir ailenin erkek çocuğu olmuyorsa daha sonra olacak çocuklarının erkek olması
için en son olmuş kız çocuklarının ismini Döner, Döndü veya Durdu koyarlar (Ülker
2003: 79).
Sütü gelmeyen anneye yedi evden buğday toplanıp pişirilip yedirilir (Ülker 2003:
84).
Doğumdan sonra sabırlı olsun diye bebek iki (Yavuzer 1998: 147) ya da üç ezan
duyuluncaya kadar emzirilmez. Emzirilmeden önce de bal verilir. Dindar olması için yeni
doğan çocuğun kulağına ezan okunduktan sonra çocuk emzirilir (Küçükdağ 1996: 193).
Emzikli kadının aklına bir yiyecek gelir, görür veya burnuna kokar da o şey
yedirilmezse, sütünün çekileceğine inanılır. Bu duruma “umma olmak” denir. İstediği
bulunup yedirilir ve sütünün çekilmesi önlenir (Küçükdağ 1996: 194).
Bebeğin ağzı annesini emmeden önce, güzel ahlaklı bir kadına açtırılır. Huyunun
onun gibi güzel olacağına inanılır (Küçükdağ 1996: 193).
Anneye sütü çoğalsın diye pekmezli, tatlı şeyler yedirilir. Çocuk görmeye gelenler
doğum yapan kadına vermek için pekmez bulamacı yaparlar.
Çocuk doğduğu gün pekmez ılıklaştırılır ve içine tuz atılarak bebeğe sürülür ve
bebek kundaklanarak sabaha kadar bekletilir. Bebek iyi tuzlanır ve pekmezlenir ise bebek
pişik olmaz (A. Erol 2016).
Bebeğin ileride omuzları düşük olmasın, ayakları, bacakları düzgün olsun diye
kundak yapılır; üşümesin diye başı sarılır. Bebek günde iki ya da üç kez beşikten çıkarılır
daha sonra tekrar beşiğe belenir. Erkek çocuklara söğüt ağacından yapılan “sübek”
çocuğun pipisine takılır. Çocuğun çişi sübekten silbice akar (E. Erol 2016).
Çocuğun çok ağlaması iyi değildir. Çok ağlayan ve yaramaz olan çocukların
yüzüne cuma günü sala veya ezan okunurken babasının ayakkabısı ile “üç yol ayrımında
(Yavuzer 1998: 150) ağzı çevrilir (dövülür)” üç defa vurulursa çocuğun ağlamasının
kesileceğine ve akıllanacağına inanılır (Küçükdağ 1996: 192).
Çocuğun bir tarafında çıban çıktığında halkın türbe dediği, üç dört büyük çam
ağacının olduğu “Kara Çalı” denilen dağa götürülür. O ağaçların her bir dalına salkım
saçak çaputlar bağlanmıştır. Evde pişirilen yumurta, soğan, patates orada soyulup yenir.
Soğan kabuğunun, çocuğun çıbanı olduğuna inanılır. İki rekât namaz kılınır, Fatiha
okunur; oradan arkaya bakmadan gelinir. Aradan iki-üç gün geçmeden çocuğun hiçbir
şeyi kalmaz (Durkun 1998: 39).
Bebeğin sarılık olmaması için bebeğe sarı giysiler giydirilir, kırk içindeyken
annesi bebeğe sırtını dönmez. Bebeğin üstüne sürekli sarı bez örtülür.
Sarılık olan çocuğun üstüne annenin yüzüğü takılır, burnuna acı düğlek suyu
çektirilir (Yavuzer 1998: 145).
Çocuğun göbeği ilerde olunması istenen meslekle ilgili olan binaya atılır (Yavuzer
1998: 147) ya da göbek bağı beze katıp ulu bir ağaç dibine ya da “bahtı güzel su gibi
temiz olsun, diye” Çarşamba çayına atılır (Yılmaz 2016). Köylerde bebeğin ileride ev
veya tarla işlerinde başarılı olması düşüncesiyle farklı uygulamalar yapılmaktadır.
Bebeğin göbeği düşünce, kızsa süpürgeye bağlanır. Bu durumda evine bağlı olacağına
inanılır. Oğlansa, pulluğa bağlanır veya tarlaya götürülüp atılır. Böylece çalışkan bir çiftçi
olacağına inanılır (Küçükdağ 1996: 193).
3. 6. İkramlar
Çocuk olduktan sonra honça dağıtılır. Çocuğun babası ya da dedesi “honça” adı
verilen (nohut, leblebi, lokum, bisküvi gibi) yiyecekler alır bebeğin kırkı çıkıncaya kadar
gelenlere “çocuğun honçası” ikram edilir veya nohudun dövülmesiyle hazırlanan kavut
yenilir (Duman 2005: 53; E. Erol 2016).
Çocuğun uyuması için kısık bir ses tonu ve yavaş bir ritimle ninniler söylenir.
Nennilerin nesdenesi,
Böyüyüp de uslanası,
Emmisine seslenesi,
Gendi gülüm nenni
Güccük dalım nenni.
Bebeğin doğumundan yirmi gün sonra (yirmi kırkı denir) banyo yaptırılır, yirmi
kaşık su bir kaba sayılarak konur ve daha sonra bu su çoğaltılarak çocuğa banyo yaptırılır
(Ülker 2003: 81).
Kırk gün anne ve bebeği dışarı çıkarılmaz. Kırkıncı gün çocuk, ıslak bezlerle
silinir; kokmasın hastalık kapmasın diye tuzlu suyla-bezle, sonra normal suyla-bezle
silinir. Delikli süzgeçten su geçirilir ve bu su bir kapta toplanır. Dam oluklarının önünden
toplanan kırk adet taş bu suya atılır. Sonrasında çocuk leğen içinde güzelce kırklanır,
banyo yaptırılır. Çocuğun hayatı boyunca gümüş gibi parlak ve temiz olması için
kırklama, içine gümüş yüzük atılan bir suyla da yapılabilir. Yaptırılan banyonun suları da
ayak altına dökülmez, tenha bir yere dökülür. Ayrıca bu banyo sularına altın atılır. Tüm
bu uygulamalar çocuğun kırkının rahat geçmesi için yapılır. Bundan sonra çocuğun kırkı
çıkar. “Kırkı çıktı, korku gitti” denir. (Ülker 2003: 81).
Bebek banyo yaptırılırken fındık büyüklüğündeki kırk tane taş, banyo suyuna üç
İhlas suresi okunarak atılır ve dua edilerek banyosu yaptırılır. Başka bir uygulamada ise
çocuk, tepesi delinip içi boşaltılan bir yumurtanın kabuğu ile kırk ölçü alınan veya içine
kırk anahtar atılan suyla yıkanır. Beşik takımlarının hepsi yıkanır.
Kırk çıkınca ziyafette bişi yapılır, helva verilir, konu koşuya dağıtılır. Üzerlikten
tütsü yapılır. Yakılan üzerlik kokusunun yayılması için kürekle bütün odalarda
dolaştırılır.
sonra su ile maddî bir temizlik sağlanmış ayrıca duman ile büyüsel bir korunma
gerçekleştirilmiştir. Ateş ve dumanla ilgili uygulama İslamiyet öncesinde kamların
hastalıkları iyileştirmek yaptığı ayinleri hatırlatmaktadır (Çevik 2008: 210-211).
Küçük yaştaki sürekli ağlayan, uyumayan, hastalıklı, zayıf düşmüş “cılız kalmış”
çocuklara aydaş denir. Aydaşlık, Bozkır’da en önemli çocuk hastalıklarından birisidir
(Petekçi 1962: 2743).
Kırk gün içinde bir komşunun çocuğu veya köyde bir çocuk doğarsa, (kırkı
karışan çocukların anneleri kalplerini bozmazlarsa hiçbir rahatsızlık olmadığı ifade edilse
de) bunlardan biri için kırk karıştığı ve aydaş olduğu düşünülmektedir (E. Erol 2016).
Aynı ay içinde doğan bir çocuk eve getirilirse, çocuklardan biri iyi; diğeri hasta
(yemez, içmez, süt alamadığından, ağladığından) olur ise çocukların kırkları karıştığına,
hasta çocuğun aydaş olduğuna inanılır. Kırkı karışan çocuklar hassas olur. Kırkı karışan
çocuğun annesinin kendi evinin önünden geçtiği, duvarından toprak aldığı düşünülür
(Duman 2005: 53-54). Kırkı karışan çocuklardan bir tanesi daha gürbüz, diğeri zayıf ve
hastalıklı ise, gürbüz çocuk zayıfı bastırmış olur (Petekçi 1962: 2743). Lohusa kadınlar
bir araya gelip oturursa, ikisinin kırkı karışır ve çocuklarının öleceğine inanılır (Küçükdağ
1996: 192).
Aydaşlığın kırk karışması “yaşıt aydaşı”, nazar “dil değmesi-dil aydaşı” (Petekçi
1953: 756, E. Erol 2016) veya ölüm kaynaklı olduğuna inanılmaktadır. Bozkır’da aydaş
çocuğun iyileşmesi (onu tedavi etmek) için çeşitli yöntemler uygulanmaktadır.
Kırkı karışan bebeğin evinden birine bir ekmek çaldırılarak yenir. Böyle yapınca
aydaş olan bebek iyi olsa da diğer bebeğin hasta olacağına inanılır. Çaldıramazsa akşam
kırkı karışan çocuğun bulunduğu evi, ev dâhil mahalleyi, camiyi, köyü dolaştırırlar veya
kırkı karışan çocuğun herhangi bir giyeceğini, bezini bulup giydirirler, nazar boncuğunu
çalıp kendi çocuğuna takarlar (Yavuzer 1998: 146). Durumu düzelmeyen çocuğu,
Yazdamı’ndaki aydaş ocağına götürüp oradaki delik taştan geçirirler (Petekçi 1953: 756;
Duman 2005: 54-55). Akçapınar köyündeki türbeye götürülür, orada bulunan Roma,
Bizans döneminden kaldığı söylenen, eskiden hayvanların bağlandığı delikli taşın içinden
geçirilir. Çocukların iyileştiği rivayet edilir (Doğan 2011: 19).
Yine iyileşmeyecek olursa zayıf çocuğun annesi, onu gürbüz çocuğun evine
götürür. Beraberce yemek yenir, anneler birbirlerinin çocuğunu emzirir (Petekçi 1962:
2743) Armutlu’da ise bir araya gelip yemek yiyen anneler birbirlerinin çocuğunu yıkar
böylece çocuğun hastalığının iyileşeceğine inanılır (Küçükdağ 1996: 192).
Aydaş çocuklar delik taştan, gilik (ağacın toprak dışında kalan) köklerinden
geçirilir. Mezarlığa çaput bağlanır, mezarlık gezdirilir, tabuttan geçirilir, tabutun üstüne
soğan konur bu şekilde aydaşlığın geçeceğine inanılır (Yavuzer 1998: 146).
Yaşıt aydaşı olan çocuğu annesi, cuma namazı esnasında caminin ya da mezarlığın
etrafında dolaştırır veya kuzu ciğeri kopartılmadan halka şeklinde kesilir; bebek, üç İhlas
suresi okunarak ve dua edilerek ciğerin içinden üç kez geçirilir sonra banyo yaptırılır.
Banyo suyu ve ciğer üç yol ayrımı olan bir yere gömülür ve ardına bakılmadan eve geri
dönülür (A. Erol 2016).
Şimdi Sarıoğlan kasabasının bir mahallesi olan Koçaş’ta aydaşı kestiği bilinen
(tekke denilen) ocak evine götürülür. Ocaktaki kadın tarafından çocuk yıkanmış; arkaya
bakılmadan eve gelinince ekmek yemeyen, su içmeyen çocuk ekmek istemiştir (Durkun
1998: 39).
Nazar değmesi ile “dil aydaşı” olan çocuk zayıflar, yemeden içmeden kesilir,
sürekli burnuyla oynar, huysuzlaşır, sürekli ağlar, mızmızlaşır. Nazar değdiği düşünülen
çocukla mahalleyi, köyü dolaşırlar, çocuğu “aydaşlık türbelerine götürürler, mezarlıklara
yatırırlar (Petekçi 1953: 756)”. Aydaş olan çocuk Bahatlar köyündeki aydaş ocağına
götürülür. Su dolu şişe ya da su testisi kırılır. Köydeki yatır ziyaret edilir. İki rekât namaz
kılınır. Yatırın yanındaki ağaca çocuğun elbisesinden yırtılan bir parça bağlanır. Ayrıca
bazı köy mezarlıklarında büyük ve ortası delik olan kayalardan aydaş olan çocuklar
geçirilir (Petekçi 1962: 2743). Çocuğu olmayanların da ziyaret ettiği Yolören (Fart)
köyündeki Şeyh Bedrettin’in türbesine gidilir, mezarın yanına kundaklı çocuk beşikle
bırakılır, anne kendisine ve çocuğuna okur; bir süre sonra çocuk alınarak eve dönülür (A.
Erol 2016).
Nazar (dil aydaşı) nedeniyle durmayan, çok bağıran, kararıp moraran, ağzından
köpük gelen çocuklar Bozkır’ın 5 km. güneyindeki Koz Ağaç Dağı’nın başındaki (başka
ağaçlardan fazla olsa da tek bulunan, yaşlanmış/kurumuş olan) ‘Ceviz Ağacı’na
götürülür. Evde yumurta, patates pişirilir, yanına içmek için su alınır. Kesilip on-oniki
taşın üstüne köprü gibi duracak şekilde atılan cevizin altından çocuk geçirilir. Çocuğun
hastalığından kurtulması için dilek dilenir, ceviz ağacına çaput bağlanır. Getirilen
yumurtalar kabuğundan soyulur, yenilir. Kabuğu oraya atılır. Sonrasında iki rekât namaz
kılınır; çocuk kucağa alınır, arkaya dönüp bakılmadan gelinir. Çocukla köyüne
döndükten, evine girdikten sonra anında iyileşir. Oraya giderken ve gelirken çocuk
durmadan ağlarsa kurtulacağına ağlamazsa da yolda öleceğine inanılır (Durkun 1998: 37-
38).
Nazar değdiğine inanılan cılız çocuk için hocalara muska yaptırılır ve muska
çocuğun elbisesine takılır. İğde dalı, mavi boncuk takılır. Dil aydaşı için kurumuş köpek
kafasının üzerinde bebeğe banyo yaptırılır. Banyo suyu üç yol ayrımına dökülür ve arkaya
bakılmadan eve geri dönülür.
Nazar değmiş çocuk, Cuma günü üç kere İhlâs suresi okunduktan sonra musalla
taşının altından geçirilir; buradan köyün (Armutlu) kabristanına götürülerek, bir defa
çevresi dolaştırılır. Bu sırada İhlâs süresi okunur. Nazardan böylece kurtulacağına inanılır
(Küçükdağ 1996: 192).
Nazarın bertaraf edilmesi için üzerlik yakılır, külü tastaki suya atılır. Bir miktarı
çocuğa içirilir. Kalanı ile banyo yapılır. Nazar değmiş çocuğun bundan kurtulması için
İmamlar Sülalesi’ne bir tas su okutulur. Okunmuş sudan kırk gün içirilir ve banyo
yaptırılır (Küçükdağ 1996: 192).
Her iki aydaşlık da köpek kafatasının üzerine sıcak su döküp bu kafatasının altında
bebeği yıkarlar. Bu kafatasının domuz başı olduğu, Çarşamba Çayı üstünde yıkanıldığı
örnekler de vardır. Yaşlı nineler (Dudu Ustaoğlu isimli teyze ocaktı ve hastalara okurdu)
bahçede leğen içinde çocukları yıkardı (Yılmaz 2016).
Gelen ve gelecek nazar tehlikesine karşı güçlü (veya kutsal) olduğu kabul edilen
hayvan kafatasının, üzerlik bitkisinin kullanımı ile çocuğun korunduğuna inanılmaktadır.
Kırklı çocuğun ölen insanla aydaş olduğuna inanılır. Bebek kırk içinde iken
köyden birisi öldüğü gün “kırk basar” (Yavuzer 1998: 146), “cenazenin ağırlığı bebeğe
geçmesin” diye cenaze yıkanılan sudan bebeğe de banyo yaptırılır. Ölen kişinin yıkama
suyundan bir bardak su alınıp bir kovanın içine dökülerek çoğaltılır. Bu suyla kırklı çocuk
yıkanır (Duman 2005: 55).
Ayrıca köye yeni gelin gelirse “al basmasın” denir ve yeni gelin, bebeğin olduğu
eve getirilmez.
Çocuk doğduğunda ağzına kim tükürürse çocuk ona çeker. Nazar değmemesi için
çocuğun yüzüne tükürülür. Üç aylarda bebek mamadan kesilmez (Yavuzer 1998: 147).
Bebeklerin kırkı çıkıncaya kadar tırnağı kesilmez (Yavuzer 1998: 147); tırnakları
kesilirse, büyüyünce hırsız olacağına inanılır (Küçükdağ 1996: 193).
Çocuğun kırkı çıkmadan bir komşuya gidilirse “saçı sakalı ağarsın diye” ev sahibi
çocuğun yüzüne un sürer (Yavuzer 1998: 147, 149). Sonrasında “çocuğun ömrü uzun
olsun diye” çocuk gezmeye götürülür. Gidilen her evde çocuğa hediye verilir, yüzüne un
sürülür. Unun sürülmesi çocuğun ilerde saçının ağarmaması içindir (Ülker 2003: 81).
Eskiden çocuk hasta olduğu zaman Bozkır’da yeynilik dökmek (hastalıkla ilgili
uygulamayı tespit etme) denilen bir uygulama yapılmaktaydı:
Yeynilik dökecek olan kimse, 3-7 evden (3-7 sayıları iyi karşılandığı içindir) çivi,
mil ve çakı gibi pas tutacak olan araçları alır ve bunlara hocaların, türbelerin ve tekkelerin
ismini vererek su dolu bir kabın içine kor. Bu kap bir gece dışarıda kalır ve yıldızları
görür. Sabahleyin bu kaptan çıkarılan çivi, mil ve çakılardan hangisi daha fazla pas
tutmuşsa “yeynilik oraya düşmüş” denir. O yerin ekmeği yenirse ekmeğini yerler, suyu
içilirse suyunu içerler, okurlarsa okutulur ve türbe-tekke ise ziyaret ederler. Şayet hastalık
bir şifa bulmazsa “Yeynilik iyi düşmemiş.” diyerek tekrar yeynilik dökerler (Petekçi
1952: 622). Altmış dört yıl önce Petekçi’nin “büyük bir safsata” dediği hastanın yıldızları
ile barışması olarak adlandırılabilecek bu uygulama, bugün de Bozkır’da ve Konya
merkezde yaşlı kadınlar ve ocaklarca adı Mehmet olan yedi kişinin evinden bıçak alma
sonrasında bıçak üzerine alınan kişilerin adını yazma, suda bekleterek en fazla paslanan
bıçağın alındığı eve gitme, oranın ekmeğinden yeme, suyundan içme şeklinde
yaşamaktadır. Fark edileceği üzere farklı şekillerde olsa da aynı uygulama, (hastalık ve
çocuk isteğiyle) farklı amaç için de günümüzde sürdürülmektedir.
Kurşun, nazar yani dil değmişler bilhassa çocuklar için dökülür. Bir eleğe, bir
demir kaşık, bir makas ve biraz da üzerlik konur. Kurşun herhangi bir kapta eritilir, içinde
su bulunan bir leğenin içine elek de onun üstüne konur. Eleğin içindekiler dökülmeyecek
şekilde leğenin üstüne üzeri beyaz çarşafla örtülen çocuk oturtulur. Bu iş üç defa tekrar
edilir. Son defasında oluşan küçük delikli bir kurşun parçası alınarak çocuğun bir yerine
dikilir. Su ve eleğin içindekiler bir çeşmenin ayağına dökülür ve leğen de üzerine
kapatılır. Bu halde 24 saat durur (Petekçi 1953: 756). Bu işlem kurşunun aldığı şekle göre
kimin nazarının değdiğini öğrenmek için de yapılabilir.
Kurşun altını ıslatan çocuklar için de dökülür. Kurşun göz göz olursa çocuk
nazardan dolayı altını ıslatıyordur. Kalem gibi düz ise doktara gitmesi gerekir, şekilsiz
bir şekilde ise ocağa gitmesi gerekir. Ocağa gidilir, altını ıslatan çocuk için muska
yaptırılır.
Bir köyde bir yıl içinde doğan erkek çocukları (isteyen kızına) için kütük atma
(dökme) “yaylaya göçtüklerinde kestikleri kütüklerle” yapılmaktadır.
Erkek çocukların evlerinin kapılarına evden, bağdan getirilen kütük atılır. Kütük
atılan evin sahibi bir küçükbaş hayvan keser. Duruma göre olan evinin önüne kütük atılan
dana keser. Kesilen keçi ve koyunlar köy meydanında toplanır ve pişirilir. Pilav, kavurma
yapılır. Tüm köy halkı ve yakın köyler davet edilerek ziyafet verilir. Pişirilen etlerden
birer tepsi hazırlanarak kütük atılan evlere götürülür. Kütük atma günümüzde Soğucak,
Baybağan, Hacı Yunuslar, Hisarlık ve Üçpınar’da genelde yapılmaktadır (Yılmaz 2016).
Günümüzde uygulanmasa da altmış dört yıl önce doğum sonrası adetlerden biri
de “beşik kertme ve söz verme”dir. Halk arasında söz vermeye “sözlü” denir. Birbirine
yakın veya biri birini çok seven aileler, evlatları daha beşikte iken birbirlerine alıvermeye
-almaları- için söz verirler. Beşiği bu sözlerin şahidi yaparlar. Bunun için beşiğe üç kertik
yaparlar (köylü beşikleri tahtadandır). Eğer beşik kertmezlerse söz verirler. Bu söz verme
şu şekilde olur “Allah şahit olsun ki büyüdüğü zaman oğluma (kızıma) … kızını
alacağım”… Bu yemin diyebileceğimiz sözlerden sonra her iki taraf da yere tükürür
(Petekçi 1952: 622-623). Beşik kertme olanları, söz verilenleri Bozkır’da bilirlerdi. Vakti
gelince yere tükürenler, tükürdüğümü yalamam dercesine çocuklarını evlendirirlerdi.
Dişi çıktığında eşya seçimine bağlı olarak yapılan meslek tahmini, çocuk ayağa
kalktığı zaman da yapılabilir Çocuk ayağa kalkınca önüne makas (terzi), kalem
(öğretmen), cetvel (mühendis-mimar), ekmek (ailesine bakacak, ekmeğini eline alacak)
“akla ne gelirse” konur; çocuk hangisini eline alırsa ilerde o mesleği seçeceğine inanılırdı
(Yılmaz 2016).
Dişleri düştüğünde çocukların düşen dişi eline verilip çocuktan “Eğri bitme dişim,
doğru bit.” demesi istenir. Ardından çocuğun dişi dama atılır (Duman 2005: 25) veya
çıkan diş bacanın dibine gömülür (Yavuzer 1998: 149). Bu uygulamalardaki amaç
çocuğun dişinin düzgün çıkmasını istediğini ispatlamak veya ocağının tütmesini istemek
olabilir.
Yeni yürümeye başlayan çocukların ayakları birbirine dolaşıp sık sık düşerse,
yürüme güçlüğü çekerse köstek kesilir. Kösteği kesilecek çocuğun iki ayak bileği kıl iple
bağlanır ve ayakta bekletilir. Köyde hızlı koşan altı yaşlarında iki çocuk seçilir.
Çocuklardan biri köstek kesilecek çocuğun sağında elli metre kadar uzakta bekletilir diğer
çocuk da sol tarafta aynı mesafede bekletilir. Kösteği kesilecek çocuğun annesi elinde
bıçak veya makas ile bekler. İşaret verilince çocuklardan ilk gelen çocuğun bacaklarında
bağlı olan kıl ipi keser ve bahşişi alır. Böylece köstek kesilmiş olur (E. Erol 2016).
Çocuk bir yere oturtulur. “Hızlı koşan çocuklar yerine diğer yerlerden farklı
olarak” Armutlu’da iki adam, çocuğun bulunduğu noktadan ters yönde koşarak evi
dolaşır. Hangisi önce gelirse, çocuğun kösteğini keser. Buna “köstek kesildi” denir ve
çocuğun artık yürümesinin düzeleceğine inanılır (Küçükdağ 1996: 192).
Ayaklardaki ipin kesilmesi ile hızlı olan (koşan) kişide var olan yeteneğin yürüme
sorunu olan çocuğa “temas prensibi ile” geçeceğine ve onu iyileştireceğine inanılır.
KAYNAKÇA
ÇAKIR, Nazire (1997) Bozkır Yöresine Ait Halk Edebiyatı Örnekleri. (Yayımlanmamış Lisans Tezi)
Selçuk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Konya.
ÇEVİK, Bülent (2008) Konya’da Halk Hekimliği Uygulamalarının Dünü ve Bugünü. (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi) Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas.
DOĞAN, Tuna (2011) Bozkır ve Köylerinden Derlemeler. (Yayımlanmamış Lisans Tezi) Selçuk
Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Konya.
DUMAN, Rabiye (2005) Dere ve Hisarlık (Bozkır) Kasabaları Folklorundan Örnekler. (Yayımlanmamış
Lisans Tezi) Selçuk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Konya.
DURKUN, Gülay (1998) Anadolu Türk Kültüründe Dağ Kültü. (Yayımlanmamış Lisans Tezi) Selçuk
Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Konya.
EGE, Süleyman (2013) “Halk Hekimleri.” Yeşil Bozkır , Yıl: 3, 7, 76-82.
KIZILCATAM, Ayşe (1997) Konya İli Bozkır İlçesi Çağlayan Kasabası Folklorundan Örnekler.
(Yayımlanmamış Lisans Tezi) Selçuk Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Konya.
KONYALI, İbrahim Hakkı (1997) Konya Tarihi. Enes Kitap Sarayı, Konya.
KÜÇÜKDAĞ, Yusuf (1996) Armutlu. Konya.
PETEKÇİ, Ahmet (1952) “Bozkır Köylerinde Yeynilik, Saç Kesme ve Beşik Kertme.” Türk Folklor
Araştırmaları Dergisi, 2, 39: 622–623.
PETEKÇİ, Ahmet (1953) “Bozkır’da Bazı Halk Tedavileri.” Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 2, 48:
756.
PETEKÇİ, Ahmet (1962) “Bozkır’da Çocuk Hastalıkları Tedavisi.” Türk Folklor Araştırmaları Dergisi,
7, 155: 2743.
ŞAFAKÇI, Hamit (2013) “Bozkırlı Şeyh Bedrettin’in Hayatı, Türbesi ve Vakıfları” Tarihçiliğe Adanmış
Bir Ömür Prof. Dr. Nejat Göyünç’e Armağan, Selçuk Üniversitesi Yay. Konya 2013, 467-486.
YAVUZER, İbrahim (1998) Bozkır Folklorundan Örnekler. (Yayımlanmamış Lisans Tezi) Selçuk
Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Konya.
KAYNAK KİŞİLER
ARICI, Menşure. 1940 Bozkır doğumlu, okur-yazar, ev hanımı ile 05. 05. 2016 tarihinde Öznur Arıcı
tarafından yapılan görüşmenin yazılı kaydı.
ER, Selami. 1970 Bozkır doğumlu, üniversite mezunu, memur ile 22. 06. 2007 tarihinde yapılan
görüşmenin ses kaydı.
EROL, Ayşe. 1954 Bozkır doğumlu, ilkokul mezunu, ev hanımı ile 12. 03. 2016 tarihinde Musa Avcı
tarafından yapılan görüşmenin yazılı kaydı.
EROL, Enver. 1949 Bozkır-Hisarlık kasabası doğumlu, ortaokul mezunu, işçi emeklisi ile 12. 03. 2016
tarihinde Musa Avcı tarafından yapılan görüşmenin yazılı kaydı.
KURNAZ, Halime. 1933 Bozkır-Sorkun köyü doğumlu, okur-yazar, ev hanımı ile 05. 04. 2016 tarihinde
Halime Kurnaz tarafından yapılan görüşmenin yazılı kaydı.
UNCU, Ayşe. 1956 Bozkır-Sorkun köyü doğumlu, ilkokul mezunu, ev hanımı ile 10. 03. 2016 tarihinde
Neşe Hayta tarafından yapılan görüşmenin yazılı kaydı.
YILMAZ, Burhan 1956 Bozkır doğumlu, üniversite mezunu, dernek yöneticisi ile 05. 03. 2016 tarihinde
yapılan görüşmenin yazılı kaydı.