You are on page 1of 14

KANGAL’DA KUTSAL MEKANLAR

HÜSEYİN CILGA
Anadolu’nun her köşesinde yatır, türbe, ziyaret, ocak, düşek ve şifalı pınar gibi halkımızın
saygı duyduğu birçok kutsal mekânlar vardır. Kangal’da da hemen hemen her köyde bir veya
birkaç kutsal mekân bulunmaktadır. Bu kutsal mekânların içinde en önemli bir yere sahip olan
‘’yatır’’ diye tabir edilen türbe ve ziyaretlerdir.
Bugün hala Anadolu’da varlığını sürdüren evliya, dede, baba inanışlarının kökenini atalar
kültüne bağlamak mümkündür. Atalar kültü, eski Türklerden bize intikal eden Gök- Tanrı
inancının bir uzantısıdır (Kafesoğlu, 1998: 306). Kült, yüce ve kutsal olarak bilinen varlıklara
karşı gösterilen saygı ve tapınmadır (Tezcan, 1996: 120). Atalar kültü, ataların ruhuna saygı
gösterme kültüdür. Bu daha ziyade eren ve evliya ziyaretlerinde görülür (Kaya, 2012: 35).
Bazı durumlarda atalar kültü ile su kültü tepe kültü ve taş kültü birleşir (Artun, 2002: 37-40).
Ziyaretlerde yatan evliya, halkın gönlünde veli olarak kabul görmüştür. Veli, benliğini tanrıda
yok etmek suretiyle bir takım üstün vasıflar kazanarak büyük insan manasını almıştır (Ocak,
2010: 1). Veli kabirleri veya makamları, halkın daima saygı duyduğu, ziyaret ettiği, orada
bulunan zatın ruhaniyetlerinden istifade ettiği yerler olmuştur. İnsanlar, yatırları dileklerinin
Allah tarafından kabul edilmesi ve çeşitli hastalıklardan kurtulmak maksadıyla ziyaret ederler.
Bir kısım ziyaretlerde halk hekimliğinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Özellikle ruh ve sinir
hastalıkları burada tedavi edilmeye çalışılır. Yatırlar o yörenin bir bakıma manevi bekçileridir.
Halk o yöredeki evliyaların, insanları doğal afetlerden salgın hastalıklardan korunduğuna
inanmaktadır. Ziyaret yerlerinde yapılan toplu törenler köylülerin birbiriyle kaynaşmasını
sağlar. Ziyaretlerle ilgili yüzlerce menkıbe ve efsane ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle de milletin
kültürel kimliğinin bir parçası olmuştur (Kaya, 2012: 27). Kangal’da da yatırlarla ilgili
anlattığımız inançlar varlığını canlı bir şekilde korumaktadır.
Birçok yatır yüksek tepelerde inşa edilmiştir. Dağlar ve tepeler, tarihin bilinen en eski
dönemlerinden beri, yüksekleriyle gökyüzüne yakınlıkları dolayısıyla insan gözünde ululuk,
yücelik ve ilahilik sembolü kabul edilmiştir(Ocak,1983: 70). Bu yatırların yanında mutlaka
bulunan ağaçlar kutsal sayılır. Ağaç, daima hayatın ve ebediliğinin timsali olarak
benimsenmiştir (Artun, 2002: 31). Yatırların çoğunun yanında birde doğal kaynak pınar
vardır. Su, Türk kültüründe bolluk, bereket, hayat ve mutluluk geleceğine sembolize eder
(Kaya, 2012: 35). Ziyaretçiler bu sudan içerler, evlerine bir miktar götürüp banyo suyuna
katarak kendilerine şifa getirileceğine inanılır. Sonuç olarak kutsal mekânlar çevresinde bir
yığın inanç ve kültür değeri oluşmuştur. Bu ritüellerin birçoğu İslam’la çelişiyor gibi görünse
de temelinde eski Türk kültürünün birçok izlerini taşır. Toplumlar, tarihte eski dinlerini
değiştirip yeni bir dine geçtikleri zaman, eski inanışların izlerini tamamen bir gecede silip
atmamışlardır. Yaşamları ile çelişen inançları kabul etmemişlerdir (Gümüşoğlu, 2004: 51).
Kutsal mekânlarımızın varlığı, yüzyıllardan beri günümüze kadar halkımızın gönlünde hep
yaşaya gelmiştir. Bu süreç içinde de toplumun inanç ritüellerinin uygulandığı bir alan
olmuştur. Bu ritüellerin yapılması da toplumun kaynaşmasını sağlamıştır. Dün olduğu gibi
bugünde bu misyonlarını devam ettirmektedir. Bu vesileyle kutsal mekânlarda yatan veliler,
yaşadıkları çağa ve günümüze de katkıda bulunmaktadır.
HACI BEKTAŞ VELİ
Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu söylenen mezar Bektaş köyündedir. Mezar köy caminin
güneyindedir. Mezarın başucunda bir taş bulunmaktadır (Kaya, 2012: 333). Bektaş köyü adını
da Hacı Bektaş Veli’ye izafeten almıştır (Mozaik, 2012: 53).
Bilindiği üzere Hacı Bektaş Veli’nin mezarı Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesindedir. Bu köyde
olan mezarın Hacı Bektaş Veli’nin makamı olma ihtimali vardır (Özen, 2001: 157).
Bektaş köyü halkının anlattığı menkıbeye göre Hacı Bektaş bu köyde çobanlık yapmış. Hacı
Bektaş Veli, Bektaş köyünün ineklerini güdermiş. Sığırların içinde dul bir kadının da ineği
varmış. Bu ineğin sütü her gün azalmaya başlamış. Bu duruma tahammül edemeyen kadın,
ineği her akşam sağarken sütü olmadığı için dövermiş. Olacak bu ya, kadının ineği bir gün
eve gelmemiş. Kadın, Hacı Bektaş’ın evine giderek “Sen nasıl çobansın, hem ineğimi
sağıyorsun, hem de kaybediyorsun. Eğer ineğimi bulamazsan ben sana yapacağımı bilirim.”
demiş. Hemen ineği aramaya çıkan çoban ineği otlarken bulmuş. İnekle konuşmaya başlamış.
“ey inek, niçin eve gitmedin? Neden burada otluyorsun? Niçin bana hakaret ettirdin?” demiş.
İnek de dile gelerek “ Ey çoban, sen bir defa azar işittin, ben bu hakareti her gün duyuyorum.
Üstelik de dayak yiyorum. Benim yüzümden bu gün sana da laf gelmesin düşüncesiyle,
sütümün olması için biraz daha otlamak gereğini duydum.” demiş. İnekle Hacı Bektaş
arasında geçen bu konuşmayı, civardan geçenler duymuşlar. Şaşkınlıklarını gizlemeyerek
“Allah Allah, ne günlere kaldık, demek ki adam kafayı üşüttü, inekle konuşuyor. Kısa
zamanda bu olay tüm köylülerce duyulur. Çocuklar da Hacı Bektaş’ı taşlayarak köyden
uzaklaşmasını sağlarlar. Kendisini savunmaya bile geçemeyen Hacı Bektaş köyden ayrılmaya
mecbur kalır ve şu şekilde veda eder: “Köyünüz yokluk görmesin ama ölülerinizin de sağ
tarafı kara olsun.” der. O günden bu güne kadar Bektaş köylülerinin ölülerinin sağ tarafında
kara bir leke oluşmaktadır. Bir başka söylencede ise; Hacı Bektaş’ın bu inekle konuşması tüm
köyde duyulunca “ Benim sırrım dışarı çıktı, artık ben bu köyde duramam” diyerek köyden
ayrılır (Doymuş, 1999: 154).
Bu menkıbenin bir benzerine Hacı Bektaş Veli’nin Velâyetname’sinde geçer. Hacı Bektaş
Veli, Kara Fakıh adında bir imama “Yanı kara olası” der. Kara Fakıh’ın soyundan gelenler
başka ne türlü hastalığa yakalansa asla ölmezler. Yalnız ölecekleri zaman yanları kararırlar ve
o şekilde ölürler (Gümüşoğlu, Duran, 2010:139).
Aşıkpaşazade tarihinde, Hacı Bektaş Veli Horasan’dan kalktı, kardeşi Menteş ile birlikte
Sivas’a geldiler (Refik, 1933: 45). Gerek Bektaş köyünde anlatılan menkıbe ile Hacı Bektaş
Veli Velâyetname’sinde ki “Yanıkara motifinin” aynı oluşu ve Aşıkpaşazade tarihinde de
Hacı Bektaş Veli’nin Sivas’a geldiği bilgileri bize Bektaş köyündeki mezarın Hacı Bektaş
Veli’nin bir makamı olma ihtimalini doğrular niteliktedir.
SAMUT BABA TÜRBESİ
Samut Baba türbesi, Kangal’a 12 kilometre uzaklıktaki Tekke köyündedir. Adını da bu
türbeden almıştır. Türbe köyün üst kısmındaki yamacın üzerine yapılmıştır. Kesme taşlarla
altıgen şeklinde örülü ve üzeride piramit külah biçimindedir. Mimari yapısı kümbet
tarzındadır.
Türbenin giriş taç kapı üzerinde bir mermer kitabe de bulunmaktadır. Bu kitabeler Samut
Baba’nın vefat tarihi 1573 olarak yazılıdır. Girişin sol duvar üzerine “Hatayi” denilen
Türkistan’dan kaynaklanmış gül motifi bulunmaktadır.
Türbenin içindeki lahit sanduka semboliktir. Asıl mezar türbenin alt kısmındaki cenaze
odasına defnedilmiştir. Sandukanın üzeri yeşil kumaşla örtülüdür. Yanında da 12 İmamları
simgeleyen 12 dilimli dut ağacından yapılmış tokmak vardır. Bir dilimi boştur. Hz. İmam
Mehdi’yi simgeler. Sandukanın ayak kısmında 30×40 çapında küçük bir kuyucuk vardır.
İçinde de cevher denilen killi toprak bulunur.
Halk arasında Samut Baba’nın bir evliya olduğu görüşü hakimdir. Samut Baba’nın evliya
kimliğinin yanında Hakkaşıklığı da vardır. Tekke şairi olarak bilinmektedir. Ayrıca Samut
Ocağı’nın da Pir’idir.
Bu konuda şu menkıbeler anlatılmaktadır. Hacı Bektaş Veli dervişlerine icazet vermek
istemiş. Samut Baba’da “Ben de istiyorum” deyince, Hacı Bektaş Veli de “Sen samut ol
bakalım. Kime vereceğimi ben bilirim.” demiş. Ocakta yanan bir köseveyi fırlatıp atar. “Git
nereye düşer ve orada yeşerirse, tekkeni aç ve halkı irşada başla” der. Samut Baba da, Hacı
Bektaşı Veli’nin attığı köseveyi Tekke köyünde bulur ve dergâhını burada açar.
Bir diğer anlatımda ise Sultan IV. Murat Bağdat seferine giderken yolu Tekke köyüne uğrar.
Samut Baba da keramet göstererek küçük bir kazanla pilav pişirerek tüm askerlerini doyurur
ve padişaha bir ibrik armağan eder. Sultan IV. Murat, sefer için Bağdat’a geldiğinde, akşam
ibriğin üzerindeki şu yazıyı okur: “Akşamın işini, sabaha bırakma.” Bu yazıdan etkilenen
padişah IV. Murat, ordularına sabahı beklemeden hücum emri verir ve Bağdat’ı zapt eder.
Dönüşte Tekke köyüne uğrar ve Hakk’a yürümüş olan Samut Baba’nın türbesini yaptırır.
Yöre halkı Samut Baba türbesini şu sebeple ziyaret eder. Türbeyi ziyarete gelenler önce eşiğe
niyaz olurlar ve üzerine basmadan içeri girer ve dualarını okuyarak ziyaret ederler.
Ziyaretçilerin sırtlarına Samut Baba’nın 12 dilimli tokmağını “Allah, Muhammet, Ya Ali”
diyerek üç kez hafif bir şekilde sıvazlanarak vurulur. Sandukanın ayakucundaki
kuyucuktakicöher toprağı lokma niyetine yenilir. Sandukanın üzerindeki yeşil örtüden bir
parça kesilerek üzerlerinde uğur getirsin diye taşınır. Türbenin yanında ve 50 metre ilerdeki
dut ağacına dilek için bez bağlanır. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece mum yakılır.
Yağmurun yağmadığı ilkbahar aylarında dede önderliğinde dua edilir. Oradakilerden birisini
karga tulumba türbenin altındaki havuza atarak ıslansın da yağmur yağsın diye. Yeni evlenen
çiftler düğünlerinin son gününde mutluluk ve sağlık temennisiyle türbede dua ederler.
İstekleri gerçekleşenler, askerden dönenler, hastalıktan kurtulanlar topluca kurban keserek, o
kurban herkes tarafından yenilir (Cılga, 2006: 30).
TEK KAVAK ÇEŞMESİ
Tek Kavak Çeşmesi Tekke köyünün girişindedir. Bu çeşmenin oluşumu ile ilgili söylenceyi
Elife Cılga söyle anlatır: “IV. Murat Bağdat Seferine giderken Tekke köyüne uğrar. Atını
bağlamak için çayıra çaktığı kazık, zamanla filizlenir ve ulu bir kavak ağacı olur. Bulunduğu
yerden de kaynak su çıkar ve çeşme yapılır. Bu ağacın çapı takriben üç kulaca kadar ulaşır.
1940’lı yıllarda bu ağaç yaşlılıktan dolayı Samut Baba Türbesine doğru inleyerek devrilir.
Hatta Zerk–Çaltepe ve Tekke köylüleri, Karatepe ve Güngörmez mevkiinde ekin biçerken bu
inlemeyi duyduklarını anlatmışlardır. Ulu kavak ağacının türbe yönüne devrilmesi, köylüler
tarafından ‘Türbeye niyaz’ olarak yorumlanır. Hiç kimse bu kavak ağacını uğursuzluk getirir
düşüncesiyle evinde yakmak istemez. Yalnız Samut Baba türbesinde kesilen kurbanların
pişirilmesinde yakılır.”
2006 yılında Samut Baba Türbesi yenileme sırasında mescidin taşlarıyla yeniden köylüler
tarafından onarılır. Köy halkı bu çeşmeye saygı göstererek, Cuma akşamları mum yakarlar.
İBO BABA DÜŞEĞİ
İbo Baba düşeği, Kangal’a 8 km mesafedeki Zerk-Çaltepe köyündedir. Malatya, Yazıhan
ilçesinden Hacı Bektaş Veli dergâhına ziyarete gitmekte olan İbo Baba (Gündoğdu,1991: 40)
bu köyden geçerken, yolda birden bağırarak “O dervişi Hasbahçe’ye gömmeyin. Çünkü o,
orayı hak etmiyor.’’ der. Sonradan anlaşır ki, o anda dergahda görev yapan dervişlerden birisi
vefat etmiştir. Defin için hasbahçeye hazırlıkların yapıldığı sırada bu olay İbo Baba’ya ayan
olmuştur.
Zerk-Çaltepe köyünün halkı da, İbo Baba’ya olan saygılarından dolayı, seslendiği yerde
küçük bir taş yığını yaparak “İbo Baba Düşeği” haline getirirler. Yoldan her geçenler bu
düşekten bir taş alarak niyaz olur ve İbo Baba’nın ruhuna Fatiha okurlar.
AL OCAĞI
Al Ocağı, Zerk-Çaltepe köyünde Narinoğulları’nın evidir. Alkarısı, yeni doğan çocukların
ciğerini yiyen bir cin olduğuna inanılır. Şaman kaynaklı bir inanç olmakla birlikte,
Anadolu’nun tüm bölgelerinde olduğu gibi Kangal’da da yaygın bir şekilde “Albastı” olarak
adlandırılır. Alkarısı, uzun boylu, parmakları, kolları ve memeleri uzun olarak tasvir edilir.
Görüntü olarak, simasının istediği kişinin şekline büründüğü söylenir. Alkarısı’nın yakalama
biçimi, çalıştırılması, serbest kaldığı zaman ki görünümü, Anadolu’nun tüm bölgelerinde
birbirine yakın anlatımlar içerir.
Bu ocaktan Kaya Durgun’un anlatımları söyledir; “Dedemler kayıptan, ağlayan bir çocuk sesi
duyarlar. Beraberinde de aralarına geçen bir konuşmada ‘Ağlamayın şimdi size ciğer
getireceğim. Yemeklerinde kıl olur, içlerine girer ciğerini alırım.’ diye duyunca o an evde
loğusa olan hanımı aklına gelir. Koşarak eve geldiğinde haşıl yemeğinin içinde uzunca bir kıl
görür. Hemen onu yemekten çıkararak bir iğneye dolar. Daha sonra o kıl Alkarısı şekline
bürünür. Alkarısı, artık evin tutsağıdır. Evin tüm işleri ona yaptırılır. Yaptığı işler bereketli
olur. Ekmek pişirince dağlar gibi yığılır, hamurdan bir parça böler teknenin içine atınca
ekmek bitermiş. Tüm işleri ne söylersen tersini yaparmış. Tam yedi yıl çalıştırmışlar. Bu yılın
sonunda çayın kenarındaki oynayan çocuklara yakasındaki iğneyi çıkarmalarını söylermiş.
Çocuklar da iğneyi çıkarınca, oradaki göle atlamış. Göl o an kıpkızıl kan olmuş. Diğer
arkadaşları onu yakalandığı için hemen boğmuşlar.
Alkarısı evden çıkarken ‘Kabınız hiç kalay tutmaya’ diye beddua etmiş. O yüzden olsa gerek
kabımız asla kalay tutmaz. Daha sonraları bizim evde bir loğusa olduğu zaman, Alkarısı
pencereden içeriye ‘Tövbeliyim onun için giremiyorum’ dermiş.
O günden sonra köyde loğusa olduğu zaman, evimizden genellikle bir başörtüsü veya
herhangi bir eşya götürürler, loğusa hastanın yatağına koyarlar. Ondan dolayı Alkarısı o eve
hiç gelmez.”
SULTAN MELEK ZİYARETİ
Sultan Melek ziyareti, 2599 metre yükseklikteki Yılanlı Dağı’nın en uç tepesinde ve taş yığını
şeklindedir (Baran, 2011: 24,185), (Çiltaş, 2000: 33). Yılanlı Dağı’nın eteklerindeki Dağönü-
Şako, Gençali-Kellah ve Dereköy halkı tarafından bu ziyaret kutsal sayılmaktadır. Bu
ziyarette mezar olmasıyla ilgili hiçbir söylenti bulunmamaktadır. Zaten normalde bile zor
çıkılan bu dağa, kaldı ki cenazeyi çıkarmak olası değildir. Yılanlı Dağı’nın ululuğuna binaen
bu makam yöre halkı tarafından oluşturulmuştur.
Çevre köylülerce de belirli günlerde Yılanlı Dağı’nın zirvesinde ışık yandığı hep
anlatılmaktadır. Sultan Melek adı da bu anlatımlardan dolayı konmuş olma ihtimali vardır.
Sultan Melek ziyareti diğer ziyaretler gibi bulunduğu yer konumundan dolayı halk tarafından
topluca ziyaret edilme olanağı yoktur. Böylelikle adak adama, kurban kesme gibi ritüeller de
uygulanamamaktadır. Yalnızca halkın gönlünde bir kutsal mekân olarak kabul edilmektedir.
KIZLAR TEPESİ
Kızlar tepesi, Soğukpınar-Mamaş köyünün kuzeyindedir. Bu köyden Hasan Soğuk’un
anlatımları: “Senem Palancı adındaki bir kadın rüyasında Kızlar Tepesi’nden bir kızın
kendisine ‘Neden hep Fehlan Baba’ya ziyarete gidiyorsunuz da bana gelmiyorsunuz? Bir
horoz alıp bana da adak adayın’ diye söylediğini anlatır. Köylüler de topluca bir horoz alarak
o tepede adak olarak keserler. Köye dönerlerken yolda şiddetli bir yağmur yağar. Bu rahmetin
ziyaret tarafından gerçekleştiğine inanılır. Bundan sonra Kızlar Tepesi’nin ziyaretçileri eksik
olmaz. Evlenecek geç kızlar bu tepeye mutlu bir evlilik temennisiyle ziyaret ederler.”
Bir diğer anlatılan efsaneye göre “o yörede bir adamın yedi tane kızı varmış. Hiç erkek
çocuğu olmamış. Yaz gelince adam, eşi ve yedi kızıyla yaylaya çıkarmış. Gel zaman, git
zaman kızlar evlenme çağına gelmişler. Adam ne zaman yaylaya çıksa, gelinlik kızlardan
birisi evlenirmiş. Bu böyle sürüp gitmiş. Adamın en son küçük kızı kalmış.
Yaz yine gelip yaylaya çıkma vakti gelince adam, bu kızının da evleneceği korkusuna kapılıp,
o yaz kızını yaylaya çıkarmamış. Koyunları yayma işini her zaman kızı yaparmış. Ancak bu
sefer bu işi adam karısına vermiş.
Bir rivayete göre koyunlar yayladan dönmüş ve kızı da tekrar yaylaya gelmişler. Bu arada kız
yaylada genç bir çobanla evlenmiş.
Bu sebepten dolayı o yaylaya “Yedi kızlar tepesi” denilmiş. O kızlar öldükten sonra da o
tepeye gömmüşler.”Evlenecek çağa gelen kızlar da o yaylaya gider ve yayladaki küçük tepeye
dilek dilerler (Özen, 2001:168).
ARABOĞLU ZİYARETİ
Araboğlu ziyareti, Mescit köyünün üzerindeki mezarlığın içindedir. Aynı zamanda bu köyü de
kuran Şeyh Süleyman ve kardeşi Veyis’in Hakk’a yürümelerinden sonra, yan yana yapılan
mezarları ziyaret haline dönüşmüştür.
Mescit köyünden, aynı zamanda da bu yatırdaki kardeşlerin torunlarından olan Süleyman
Metin’in anlatımları şöyledir: “Şeyh Süleyman’la kardeşi Veyis Tunceli’nin Mazgirt ilçesinin
Muhado köyünden önce Kelkit’e, oradan Zara’ya, oradan da Kangal’a gelirler. Kangal
ağalarından, aynı zamanda da yaylalık olarak kullandıkları araziyi satın alarak Mescit köyünü
kurarlar. Baba Mansur Ocağı’ndan olan bu dedeler, Alevilik- Bektaşilik felsefesinin temeli
olan ‘Dört Kapı, Kırk Makam’ın Hakikat Kapısı’nın şartlarını uygulamaya koyulurlar.
Kangal’daki kadıya ‘Devlet-i Âliye’ye karşı bir devlet kurmaya kalkışıyorlar. Tarlalarındaki
sınırı bile kaldırıyorlar’ diye şikâyet edilir. Kadı da tutuklama emri verir ve köye asker
gönderir. Askerler, Şeyh Süleyman ve kardeşi Veyis’e kelepçe vuramazlar. Her seferinde
kelepçenin kilidi tutmaz. Kangal’a geldiklerinde kadı kızar, neden kelepçe vurmadıklarını
sorar. Askerler de kelepçenin kilidinin tutmadığını söylerler. Bu kez de kadı dener, fakat o da
tutturamaz. Hemen bu iki kardeş hapse atılır. O gün Temmuz ayı olmasına rağmen, çok
kuvvetli bir dolu yağar. Kangal Ağası bu iki kardeşi ziyarete gelir. Yine hücrenin kapısı
açıktır. Arkalarında siyah başlıklı bir Arap durmaktadır. Bu olayın duyulmasından sonra, halk
bu iki kardeşin bu Arap tarafından korunduğuna inanır ve iki kardeş ‘Araboğlu’ ismiyle anılır.
Sivas’taki idamla yargılanma sonucunda, Kayseri’nin, Sarız İlçesi’nin Küçük Söbeçimen
köyüne yedi yıllığına sürgüne gönderilir.”
Yedi yıl sonra sürgünden dönen Şeyh Süleyman ve kardeşi Veyis’e tüm çevre köylüleri ve bu
ocağa mensup talipleri tarafından yaşanan olaylardan dolayı saygı ve sevgileri daha da artar.
Hakk’a yürüdükten sonra mezarları ziyarete dönüşür. İki kardeşin vasiyeti üzerine diğer
köylülerinki gibi sade ve taştan yapılmış mezarlardır. Ziyaretçiler bu mezarları ziyaret ederek
kurban keserler ve dileklerinin gerçekleşmesi için dua ederler. FEHLAN BABA
Fehlan Baba türbesi, Kangal merkeze bağlı Örencik-Halburveran köyünün, 15 kilometre
doğusundaki Fehlan dağının tepesindedir (Özen, 2001:157). Türbenin etrafında Fehlan
Baba’nın askerleri olduğuna inanılan 100-150 kadar taş vardır (Kaya, 2012:331). Türbenin
1840’lı yıllarda Divriği müftüsü Ziya Bey’in önderliğinde bölge insanı tarafından yapıldığı
rivayet edilmektedir. Dikdörtgen şeklinde olan türbe, kesme taşlardan ve Horasan harcı
kullanılarak yapılmıştır. Çatısı ahşaptır. İçerisindeki mezar taşlarla yapılmıştır. Burada yatan
zatın nereden, ne zaman geldiği ve hangi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir. Hacı Bektaş
Veli’nin müridi olduğuna dair söylentiler yaygındır.
Örencik ve çevre köylülerin Fehlan Baba’yı ziyaret etme amaçlarını şu şekilde sıralanabilir:
Çocuğu olmayan, çocuğu yaşamayan kadınlar ile sütü az olan lohusa kadınlar Fehlan Baba’ya
gelirler. Orada mum yakıp çaput bağlarlar. Sonra mezarın toprağından bir miktar alarak geri
dönerler. Alınan toprak, çevredeki farklı yedi ziyaret yerinden alınan toprağa katılır. Bu
toprağın karıştırıldığı su ile 3 ile 21 gün arasında sessiz bir ortamda banyo yapılır.
İlkbahar aylarında civar köylüler Fehlan Baba’ya gelerek dua ve niyazda bulunduktan sonra
kurban keserler. Bu ziyaretin asıl amacı bölgenin ekili arazilerinin yangın ve haşarat gibi
tabiat afetlerinden korunmasıdır. Havalar kurak gittiği zaman yağmur yağması için topluca
Fehlan Baba’ya çıkılır. Dua ve niyazlar yapıldıktan sonra kurbanlar kesilir (Doymuş, 1999:
139).
ETYEMEZ BABA
Etyemez Baba’nın mezarı, Etyemez köyünün mezarlığındadır. Bu mezar demirden yapılıp
üzerine ismi yazdırılmıştır.
Horasan erenlerinden olduğuna inanılan Etyemez Baba’nın nerede doğup ne zaman öldüğü
hakkında hiçbir bilgi yoktur. Anlatıldığına göre asıl adı Etyemez olmayıp bu isim ona daha
sonra verilmiştir. Sağlığında, ipek yolundan geçen kervan yolcularına sürekli et ikram edip,
kendisi yemediği için bu sıfatla anılır olmuştur (Kaya, 2012:331). Köylülere göre, Etyemez
Baba, Kıbrıs ve Kore savaşlarında Etyemez dağının tepesinden düşmana karşı sürekli top
gülleleri atarmış. Bu zatın himmetinden dolayı, Etyemez köyü hiçbir zaman ekonomik sıkıntı
çekmemiş ve tabii afet görmemiştir. Köylüler Etyemez Baba’nın köyün bekçisi olduğuna,
onun manevî korumasını ve duasını her zaman üzerlerinde hissettiklerini, perşembe akşamları
ise kabrinin üzerine nur yağdığını bildirmektedirler. Kötü rüya görenler, evlenmek isteyip de
evlenemeyenler veya herhangi bir kaza geçirenler Etyemez Baba’nın mezarına giderek ondan
yardım isterler. Nazardan korunmak için, babanın mezarından alınan toprak muska şekline
getirilerek evin ve ahırın giriş kapısının üzerine asılır. Ayrıca diğer ziyaret yerlerine gidildiği
gibi, yağmur duası için de Etyemez Baba’ya toplu olarak çıkılıp dua ve niyazda bulunulur
(Doymuş, 1999:155).
ÇOBAN BABA
Çoban Baba’nın mezarı, Alacahan beldesinde, belediye binasının arkasındadır. Mezarın
yüksekliği bir metre civarındadır. Mezarın yanında bir kuşburnu ağacı vardır. Mezarın üzeri
açıktır.
Bölge halkından alınan bilgiye göre Çoban Baba; Horasan’dan gelerek önce Darende’ye daha
sonra da Alacahan’a yerleşmiştir. Asıl mesleği çobanlıktır. Aynı zamanda iyi bir de köpek
eğiticisidir. Daha önceleri Kangal köpeği ve Kangal koyunu, Çoban Baba’nın köpeği ve
koyunu şeklinde isimlendirilmiş. Menkıbeye göre Çoban Baba, çobanlık yaparken beyaz
sakallı, nur yüzlü ve sarıklı ihtiyar bir dervişle karşılaşır. Bu Çoban Baba’dan karnını
doyurmak için bir şeyler ister. Çoban Baba’dan belindeki ekmekten biraz vermesini talep
eder. Çoban Baba da belindekinin ekmek değil tuzluk olduğunu söyleyince ihtiyar ısrar eder.
Çoban Baba belindeki sargıyı açınca bir de ne görsün tandırdan yeni çıkmış bir ekmek. Bu
olaya bir anlam veremeyen Çoban Baba “Bunda da bir hayır vardır” diyerek kuzulu
koyunlardan birini tutup biraz süt sağmak ister. İhtiyar adam buna da karşı çıkarak; “O
koyunu bırak, şu koyunu sağ” der. Çoban Baba: “Sizin gösterdiğiniz koyun kısır, sağmal
değildir” diye cevap verir. İhtiyar söylediği koyunda ısrar edince Çoban Baba onun gösterdiği
koyunu sağmaya başlar. Bir de ne görsün memelerinden bolca süt geliyor. Bunun üzerine
Çoban Baba bu ihtiyarın “Hızır” olduğunu anlar, ancak herhangi bir şey söylemez. Bütün
bunlardan sonra ihtiyar nur yüzlü adam Çoban Baba’ya dönerek: “Oğlum Allah seni velî
kullarından etsin, Peygamberlere komşu eylesin” der ve oradan ayrılır (Kaya, 2012:328).
Belirtildiğine göre Çoban Baba’nın Hızır’la karşılaşmasından sonra kendisinde bir takım
değişiklikler olur ve bazı kerametler göstermeye başlar.
Zamanla, Çoban Baba ile Hızır’ın karşılaştığı yerde bulunan “Karaoğlu Çeşmesi”
kutsallaştırılmış ve her perşembe bu çeşmeden Zemzem aktığına inanılır hale gelinmiştir.
Ayrıca bu bölgeden hacca gidenlerin Çoban Baba’yı orada gördükleri ve onun velî bir insan
olduğunu belirttikleri rivayet olunmaktadır (Özen, 2001:152).
Çoban Baba, Alacahan ve Kangal’ın diğer köylerinde tanındığı gibi komşu ilçe ve illerde de
tanınmakta ve ziyaret edilmektedir. Çoban Baba; genellikle şu amaçlar için ziyaret edilir.
Bölge insanı yağmur duasına çıkmak istediği zaman önce Çoban Baba’nın mezarına uğrayıp
üç ihlas bir fatiha okur. Koyunlarda çiçek hastalığı görüldüğü vakit Çoban Baba’nın mezarına
gelinerek bir miktar toprak alınıp tuza katılarak hayvanlara yalattırılır. Vücudunun herhangi
bir yerinde cilt hastalığı bulunanlar, önce Çoban Baba’nın mezarını ziyaret ederler, daha sonra
Karaoğlu Çeşmesinde abdest alarak bir miktar su içerler. Nazardan korunmak ve eve, ekine,
bostana bolluk gelmesi için Çoban Baba’nın mezarı ziyaret edilir, oradan bir miktar toprak
alınarak evin, bahçenin veya ekinin etrafına serpilir. Askere gidecekler işlerinin rast gelmesi,
kısmet ve bahtlarının bağlandığına inanan gençlerin bundan kurtulup bir an önce kısmetlerinin
açılması için Çoban Baba’ya giderek dua ve niyazda bulunurlar (Doymuş,1999:146).
ZİYARET
Bu ziyaret Beko-Akgedik köyü ile Oğlaklı-Zobular köyü arasında küçük bir tepenin
yamacındadır. Ziyaret olarak adlandırılan bu yerde taş yığını şeklinde bir yapı
oluşturulmuştur. Çevresinde de 6-7 tane ardıç ağacı vardır. Bu ağaçlarda kutsal olarak kabul
edildiğinden kesilmemiştir. Çevre köyü halkı tarafından bu ziyaret senenin belirli günlerinde
ziyaret edilerek kurbanlar kesilmekte toplu olarak yenilmektedir. Ziyaretin yanındaki ağacın
dallarına da isteklerinin gerçekleşmesi için bez parçası bağlanmaktadır.
ALİ BABA
Ali Baba ziyareti, Yeşilkale Köyü’nün yaklaşık 45 km kuzeyindedir. Küçük bir tepenin
üzerinde olan bu ziyaret yerinde herhangi bir mezar yoktur. Bölge insanı buradaki mezarın
bakımsızlıktan dolayı kaybolduğu görüşündedir (Özen, 2001:151).
Keramet sahibi olan Ali Baba, Bakır Baba ve Çiçekli Baba’nın üç kardeş oldukları rivayet
olunur. Önce Çorum’un Alaca ilçesine giderler. İki üç yıl gibi kısa bir müddet burada
kaldıktan sonra Sivas’ın Kangal ilçesine gelirler ve üç farklı bölgeye yerleşirler (Kaya,
2012:325).
Ali Baba ziyareti, bölge insanı tarafından şu amaçlar doğrultusunda ziyaret edilmektedir.
Havalar kurak gittiği zaman yağmur duası için buraya topluca çıkılıp kurbanlar kesilir ve
dualar edilir. Kurban ve duadan sonra bir sürü koyun ile kuzunun karıştırılarak hayvanların
karşılıklı olarak melemeleri sağlanır. Hıdırellez ve koç katımının olduğu günlerde kısmetleri
kapalı olan genç kızlar köyün çobanına birer mendil verirler. Verilen bu mendillerin yedi gün,
yedi defa bu tepenin etrafında dolandırılmasını ve daha sonra bir erkek çocuğu vasıtasıyla
kendilerine ulaştırılmasını isterler. İlkbaharda ağrısı ve sızısı olanlar ilk gök gürlediği zaman
adı geçen ziyarete çıkarak orada yuvarlanırlar (Doymuş, 1999:152).
YEL (SIZI) OCAĞI)
Yel Ocağı, Davulbaz köyündedir. Bu ocak mensupları, KızıldeliSeyid Ali Sultan
evlatlarındandır. Bu nedenle halk bu ocağa inanır ve saygı duyar.
Yürüyemeyen, dizi tutulan ve ağır romatizmalı olan hastalar bu ocağa tedavi (şifa) için
gelirler. Yakında olanlar hayvan sırtlarında, uzakta olanlar ise, at ve kağnı arabalarıyla
gelirler. Eğer uzak yerden gelmişlerse o evde bir gece misafir kalırlar Hastanın ağrıyan dizleri
Ocakzadeler tarafından bir müddet ovalanır. Dualar okunur ve “El benden, sebep Allah’tan”
denilir. Gelen hastaların birçokları bu ocakta şifa bulduklarını söylerler.
TEZVEREN BABA
Tezveren Baba türbesi, Kangal ilçe merkezinin kuzey batısında bulunan mezarlığın yukarı
kısmında yer almaktadır. Mezarın çevresi kerpiç ve taşla çevrili olup üzerinde çaprazlama
atılmış tahtalar vardır (Kaya, 2012: 342).
Halk arasında, burada yatan kişinin XVII. asırda Horasan’dan gelip Samut Baba ile yakın
ilişki içinde olan bir velî olduğuna inanılmaktadır. Yaşlı insanlardan edinilen bilgiye göre bu
velinin mezarı, daha önceleri küçük kubbeli bir yapı halinde imiş. Daha sonra buradaki
taşların bir kısmı sökülerek diğer mezarlar için kullanılmış ve günümüzdeki şekle gelmiştir.
Yatırın baş ucunda bulunan ve kutsal olarak kabul edilen çam ağacına yöre halkı yıllarca dilek
ve isteklerinin kabul edilmesi için çaput bağlamışlardır. Ancak son yıllarda bu yapılanların
hurafe ve günah olduğu düşüncesiyle ağaç ortadan kaldırılmıştır.
Yöre halkı, “TezverenBaba”yı şu sebeplerden dolayı ziyaret etmektedir: Çocuğu olmayan
kadınlar, perşembe akşamı yatsı namazından sonra bir bez bebek yapıp hazırlarlar. Ertesi gün
erkeklerin cuma namazına gittikleri sırada, akşamdan hazırladıkları bezden yapılmış oyuncak
bebeği yanlarına alarak Tezveren Baba’nın mezarına giderler. Sembolik olarak hazırlanmış bu
bebeği Tezveren Baba’ya bağışlayıp mezarın üzerine bırakırlar ve gerçek bebek vermesini
dilerler. Kısmeti açılmayıp evlenemeyen kızlar, perşembe günleri burayı ziyaret edip,
“Kabrine geldim isteyerek atıldım, evime gittim ki satıldım.” şeklinde söyleyerek mezarın
üzerine kapanıp toprağı yalarlar. Çeşitli sıkıntıları ve hastalıkları olanlar bu yatırın başına
gelir dua eder, dilek ve isteklerini belirterek adak adarlar. Dileği gerçekleşenler adaklarını
mezarın başında veya evde keserek pişirip dağıtırlar. Sütü gelmeyen lohusa kadınlar,
“TezverenBaba”ya giderek önce mum yakarlar, mezarın üzerindeki toprağı öptükten sonra bir
miktar toprak alarak eve dönerler. Mezardan getirdikleri bu toprağı banyo suyuna katarak
bununla yedi gün banyo yaparlar. Ayrıca asker ve gurbetçi yolu bekleyenler, yatırın başına
gelerek dua ve niyazda bulunurlar. Yatırın çevresindeki kuşlara yem atarak
“TezverenBaba”ya hitaben, “onları bize tez kavuştur”, kuşlara hitaben de “selam götürün”
derler (Doymuş, 1999: 134,135).
BAKIRTEPE
Bakırtepe ziyareti, Çetinkaya ve Divriği sınırları içerisindedir. Pınargözü, Elkondu, Eğricek,
Bulak ve Dışlık köylerinin arazisi içerisinde yüksek bir tepededir. Bu ziyaret ile ilgili Hasan
Kızıler dedenin anlatımları şöyledir; “Bizler hep ata ecdadımızdan beri Bakırtepe’yi kutsal bir
ziyaret yeri olarak biliriz. Ziyaret için bu tepeye çıkarken çoğu kez dileklerimizin
gerçekleşmesi için yalın ayakla çıkarız. Yağmur duası için çıktığımızda büyüklerimiz bize
‘kuru gidesiniz yaş gelesiniz’ derlerdi. Ziyaret sonrası mutlaka yağmur yağardı. Bu tepede
kutsal bir kuyu vardır. İçerisinden ne kadar su alırsan al, tekrar dolar. Bu mübareğin suyu
eksik olmaz. Kuyunun başındaki çam ağacına ziyaretçiler iplik bağlarlar. Bu tepede cemevi
ve kurban kesip pişirmek için aş evimiz vardır. Tüm çevre köylüler tarafından bu tepenin
ziyaretçisi hiç eksik olmaz.”
BALIKLI ÇERMİK
Balıklı çermik, Kangal’ın doğu istikametinde 15 kilometre uzaklıkta bulunan bir vadinin
içindedir. Bu çermiğin suyunun sıcaklığı ve içinde insanlara şifa veren balıkların yaşaması
Tanrı’nın bir lütfü olarak görüldüğünden, halk tarafından kutsal mekan olarak kabul
görülmüştür. Halk arasında suyunun sıcaklığından dolayı “hamam” ismiyle bilinir. Hatta
çermiğe komşu olan köylüler de “Hamam yolu” gibi mevki isimleri vardır. Kaplıcadaki
havuzlarda bulunan yılanların, yılancık hastalığını tedavi ettiği için civar köylerde “Yılanlı
Çermik” olarak bilinirdi. Yılan, adının insanlar üzerinde olumsuz etki yaratmasından dolayı,
Balıklı Kaplıca olarak değiştirilmiştir. Önceleri harman sonu köylüler, bu kaplıcayı toplu
olarak ziyaret eder, kurbanlar kesilir, topluca yenilir ve havuzlarda yıkanılarak köylerine
dönülürdü. İl Özel İdaresi tarafından bu kaplıca üzerinde bir tesis inşa edilmesinden sonra,
artık bu ritüellerde yapılmaz olmuştur.
YILANCIK OCAĞI
Yılancık ocağı, Gençali-Kellah köyünde Balo kahyaların evidir. Bu Ocak’tan Hasan Dede’nin
anlatımları şöyledir, “Ocağımız yılancık ve mumbar (ağız kokusu) hastalıklarını iyileştiren bir
ocaktır. Yılancık hastalığı bir nevi iltihaplanmadır. Kıl kalınlığında üç veya dört tane yılancık,
gövdenin herhangi bir yerinde etin içine girer ve hareket ettikçe eti bıçak gibi keser. Bu
kesilen yerler zamanla iltihaplaşır ve ileri bir aşamada kemiği de zedeler, hatta birbirinden
ayırır. Doktorlar bu hastalığa çare bulamıyorlar. Hastalığı olanlar, buraya kurbanlarını alarak
gelirler. Kurban ya kesilip köylüye dağıtılır, ya da pişirilerek herkesçe yenir. Biz hasta olan
bölgeyi elimizi gezdirerek efsunlarız. Bu esnada, var olan yılancık ayetlerini okuruz. ‘El
bizden, itikat sizden, inayet Cenab-ı Hakk’tan’ dedikten sonra misafiri evlerine geri
göndeririz. İtikatlı olan insanlar mutlaka iyileşirler (Baran, 2011:187). Bu ocağa gelenler,
yılancık hastalığından kurtulduğu gibi, afsunlanmış kili evlerinin etrafına serperek, eve yılan
ve akrep girmeyeceğine inanır.
HOŞİRİK PINARI
Hoşirik Pınarı, Paşamçayırı- Abdaloğlu ile Tatlıpınar-Gavurharaba köylerinin arasındaki
Çelebi deresinin yatağındadır. Bu pınar ile ilgili İlyas Karadağ’ın anlatımları şöyledir:
“Hoşirik, aslında bir nevi cilt hastalığının adıdır. Deride küçük küçük sivilcelerin çıkması
sonrası, kaşıntıyla beraber derinin kabuklanıp dökülmesi şeklindedir. Bu pınar da bu hastalığı
tedavi ettiğinden dolayı ‘Hoşirik Pınarı’ adıyla söylenir. Hoşirik hastalığı olanlar bu pınara
gelerek bir miktar suyundan içtikten sonra, normalde bu pınarın suyu acı olduğundan içilmez,
pınarın içindeki çamurla yaralarının üzerine elleriyle sürülür. Bir müddet çamurla kaldıktan
sonra yine bu pınarın suyuyla çamurlar temizlenir ve pansuman yapılır. Bu tedaviden sonra bu
hastalıktan eser kalmaz.” Hoşirik hastalığından kurtulanlar, bu pınara kurban adarlar. Burada
tüm köylülerin katılımıyla dualar edilerek kurban yenilir. Bu pınar suyunun şifalı oluşu ve bu
hastalığı tedavi etmesi nedeniyle kutsal mekan olarak halk tarafından saygı görülür. Pınarın
yanındaki çalılara gelen ziyaretçiler tarafından dileklerinin gerçekleşmesi için bez parçaları
veya iplik bağlanır.
RUHSATİ BABA
Ruhsati Baba’nın mezarı, Deliktaş köyü mezarlığının ortasındadır. Mezarı mermerle
yaptırılmıştır. Deliktaş bucağında 1835 yılında doğan aşıkRuhsatî’nin asıl ismi Mustafa’dır.
Ruhsatî’nin dedesi Tonus’tan gelmedir. Tonus’un şimdiki adı Altınyayla’dır. Anadolu’nun
çeşitli yörelerini gezen Ruhsatî 1911 yılında (Diğer bir rivayete göre 1912) kendi köyünde
ölmüştür. Küçük yaştan itibaren yoksulluğu nedeniyle çobanlık yapan Ruhsatî, içli ve duyarlı
bir âşıktır.
Rivayete göre, Kertme (Ulaş’a bağlı) mezrasında uykuya dalan Ruhsatî’ye pirler tarafından
“bade” verilir. Bade içtiğini de bir çok şiirinde dile getirmiştir. Bu hadiseden sonra çevrede
Ruhsatî’ye “Hoca, Ruhsâtî, Aşık, Cehdî” denilmiş, hatta “deli ve serseri” diyenler de
olmuştur. Şeyhinin Şakir Efendi olduğu şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Yöre halkı Ruhsâtî Baba’yı veli bir zat olarak kabul etmektedir. Anlatıldığına göre, Turnalar,
Kurmaç tepesinden gelip kavis alırlar. Kale mevkiinden geri dönerek Ruhsâtî Baba’nın
mezarı üzerinde kanat çırptıktan sonra Darende tarafına doğru, Somuncu Baba’ya giderlermiş
(Kaya, 2010:15).
SÜT PINARI
Süt Pınarı ziyareti Pınargözü köyünün üst tarafındadır. Bu pınarla ilgili Hanım Canbaz’ın
anlatımları şöyledir; “Burası kaynak bir sudur. Buradan çıkan su iki tane değirmen
döndürürdü. Sütü olmayan hanımlar kaynatmış oldukları hedikleri yanında getirerek, bir avuç
doldurarak sağ omzundan arka tarafa saçar, birde sol omzundan arka tarafa saçar, bir kez de
ağzına atar. Bu şekilde pınarın etrafında üç kez dolanarak ziyaretini tamamlar. Böylelikle sütü
gelmeyen hanımların sütü gelir. Bu sebeple bu pınara halkımız arasında süt pınarı denmiştir.”
TATARMIŞ BABA
Tatarmış Baba’nın mezarı Deliktaş köyü içerisindedir. Mezarın bulunduğu yer eski bir kale
kalıntısının yeri olarak bilinir. Burada yatan zatın bu kalenin komutanı olduğu görüşü
yaygındır. Mezar dört köşeli olup taş ve kerpiçten yapılmıştır. Daha önceleri üzeri açıkken
mezara en yakın evin sahibinin rüyasına girmesiyle, o kişi tarafından üzeri kapatılmıştır. Yöre
halkının inancına göre, perşembe akşamları, kandil geceleri ve mübarek aylarda zaman zaman
burada mum ışığına benzer bir ışık yanmaktadır.
Köylüler Tatarmış Baba’yı bir bereket kaynağı olarak görmektedirler.
 
İnsanlar, peynir, yağ ve ekmek gibi bütün yiyeceklerinin bereketli olması için, Tatarmış
Baba’nın mezarından aldıkları toprağı evlerinin kilerlerine serperler. Hatta peynir ve yağ
tenekelerini (bidonlarını) bizzat türbeye götürerek belirli bir süre orada bırakırlar (Doymuş,
1999: 144), (Kaya, 2012:341).
ŞERİFLER TEKKESİ
Şerifler Tekkesi, Deliktaş’a 5 kilometre, Başçayırı’na 3 kilometre uzaklıkta 1750 rakımlı
yüksek bir tepenin üzerindedir. Bu tepe civar köylüler tarafından Şeriflerin Tekkesi veya
Kızlar Ziyareti olarak bilinir. Burası üç metre uzunluğunda, iki metre genişliğinde etrafı
çevrili ve üzeri demirle örtülü bir ziyaret yeridir. Demirlerin dört köşesinde kuşların su
içmeleri için suluklar yapılmıştır (Özen, 2001:163).
Mezarın başında bir çam ağacı vardır. Bu ağaca hiç kimse zarar vermez. Burası Deliktaş
köyünde Şeriflerin Tekkesi olarak bilinir. Ancak bazı civar köylerde “Kızlar Ziyareti” veya
“Kızlar Tekkesi” şeklinde isimlendirenlere de rastlanmıştır. Kızlar denilmesinin nedeni de
burada bir değil birden fazla kız evliyanın var olduğu inancıdır.
Bu ziyaret yerine de çocuğu olmayan veya olup da yaşamayan kadınlar gelerek dilek ve
isteklerini belirtirler. Mümkünse kurban keserek niyazda bulunurlar. Ayrıca yağmur duası için
gidildiği de rivayetler arasındadır (Doymuş, 1999:145).
ÇİÇEKLİ BABA
Çiçekli Baba ziyareti, Alacahan’a yaklaşık sekiz-dokuz kilometre uzaklıktaki bir kayalıktır.
Ali ve Bakır Baba’nın kardeşi olarak bilinen Çiçekli Baba’nın adı geçen kayalıklarda
yaşadığı, hazinesini de buralarda bir yere gömerek öldüğü, ancak kabrinin yerinin belli
olmadığı rivayet edilmektedir. Halk arasında Çiçekli Baba’nın keramet ehli birisi olduğu ve
kendisini Allah’a adadığı inancı yaygındır. Çiçekli Baba; bölge insanı tarafından eskiden
olduğu kadar çok fazla ziyaret edilmez.
Genellikle bu ziyaret yerini, düşük yapan kadınlar ile doğumu zor olan hamileler ziyaret
ederek dua ve niyazda bulunup dilek ve isteklerini belirtirler. Az da olsa yağmur duası için
ziyaret edildiği de söylenmektedir (Kaya, 2012:328), (Doymuş, 1999:152).
PARPI OCAĞI
Zerk-Çaltepe’deKöseahmetler’in evi “Parpı Ocağı” olarak kabul edilirdi. Erkek ve dişi olan
iki adet parpı taşının şiş olan yerlerde ağrıları giderdiğine inanılır. Parpı taşı 2 cm boyunda,
0,5 cm enindedir. Erkek olan parpı taşı gri, dişi olan ise beyaz renklidir.
Genelde “albüm” denilen hastalıklar da bu iki parpı taşı ağrıyan ve şiş olan bölgelere konulur.
Adeta mıknatıs gibi vücuda yapışan bu iki parpı taşı, devamlı kendiliğinden hareket eder. Bir
saate yakın bir zaman sonra yapışkanlık özelliğini yitirerek vücuttan düşer. Böylelikle tedavi
tamamlanmış olur.
Bu parpı taşları 30’lu yılların sonlarına doğru, dişi olanı kendiliğinden parçalanır. Erkek olanı
ise ocağa bağlı olan köylüler tarafından götürülür ve kaybolur. Kaybolan parpı taşlarıyla
birlikte ocak da işlevini yitirir.
ZİYARET MAĞARASI
Ziyaret Mağarası, Mancılık köyünün takriben yedi-sekiz yüz metre doğu tarafına
düşmektedir. Mağaranın içerisinde üç bölme vardır. Bölge insanı, Rum kilisesinin yıktırılıp
harabe haline gelmesiyle “ŞemmazPir”’in ruhunun o kiliseyi terk edip bu mağaraya geldiğine
inanmaktadır. Bu inanç çevre köylüler tarafından kutsallaştırılmasına sebep olmuştur. Bu
mağara eskiden daha çok Ermeni kökenli vatandaşlar tarafından ziyaret edilirmiş. Ancak
Müslümanların da ziyaret ettikleri olurmuş. Cumhuriyet döneminde bölgede Ermeni nüfusun
gittikçe azalması sonucu, bu mağara sadece Müslümanların gidip geldiği bir ziyaret yeri
haline gelmiştir.
Başta Mancılık köyü olmak üzere bu ziyaret yerini bilen çevre köylüler şu amaçlar için
ziyaret etmektedirler:
ZarukDurna ziyaret sebeplerini şöyle anlatır: “ŞemmazPir”’i ziyaret eden herkes orada şifa
bulmuştur. Öyle ki oraya yürüyerek gelemeyip kağnı ve araba ile getirilen nice hastalar belirli
ölçüde şifa bulup fayda görmüşlerdir. Felç geçiren, dili tutulan ve ağzı eğilen hastalar bu
mağaraya gelerek “ŞemmazPir”in ruhundan yardım isterler.
Çocuğu olmayan veya olup da sütü gelmeyenler bu mağarayı ziyaret ederek mağaranın
içinden bir iki avuç toprak alıp bal ile karıştırırlar. Aç karna olmak üzere yirmi bir gün bu
karışımdan yalarlar. Herhangi bir dilek ve isteği olanlar, dileklerinin yerine gelmesi için bu
mağaraya gelerek mağarada bulunan küçük yassı taşları büyük taşlara tutturmaya çalışırlar.
Bu taşlar yapışırsa dileğin kabul edildiğine inanılır (Doymuş, 1999:166).
KOÇANDAĞI ZİYARETİ
Koçandağı Ziyareti, Kızıldikme köyünün batı tarafında ve köye göre yedi-sekiz yüz metre
yükseklikte bir dağdır. Tam karşısında “küçük ziyaret” diye adlandırılan bir dağ daha vardır.
Köy bu iki dağ arasına yerleşmiştir. Koçandağı ziyaret yeri, “Koçan” adındaki bir şahıstan
kaldığı rivayet edilmektedir. Menkıbeye göre, bu dağın eteğinde evi olan “Koçan”, çobanlık
yaparak geçimini sağlarmış. Dağın eteğindeki çeşmenin adı da buradan gelmektedir.
Köylülere göre bu çeşme çok eskiden beri Koçan pınarı olarak bilinmektedir.
Gerek Koçandağı ziyareti, gerekse karşısındaki küçük ziyaretin bölge insanınca kutsal kabul
edilip ziyaret edilir hale gelmesinin iki nedeni vardır (Özen, 2001:160).
Diğer bir sebep de şu şekilde açıklanmaktadır. Köylülere göre yıllardır bu köyde katillik
olmamıştır. Bunun sebebi de bu iki ziyaret yerinin ortasında bulunmasıdır. Köylüler köyde
büyük kavga olduğu zaman bu ziyaretlerin araya girdiğine inanmaktadırlar. Olmadığına
inananlar varsa da çoğunluğun inancına göre bu ziyaretlerde birer “yatır” bulunmaktadır.
Hatta bu yatırlar kardeştirler. Ancak bu yatırların yerleri belli değildir. Kavga halinde bu
yatırların ruhlarının insanları sakinleştirdiğine ve atılan kurşunlara göğüslerini gerdiklerine
inanılmaktadır. Diğer ziyaret yerlerinde olduğu gibi havalar kurak gittiği zaman yağmur duası
için Koçandağı’na çıkıldığı ve kurbanlar kesilip dualar yapıldığı belirtilmektedir. Ayrıca
çocuğu olmayan kadınların, kısmeti kapalı olan genç kızların önce Koçandağı ziyaretine sonra
da küçük ziyarete gittikleri ve oraya gidenlerin birer mum yakarak taş tutturdukları, taşlar
tutarsa dileklerinin kabul olduğu şeklinde rivayetler vardır (Doymuş, 1999:156).
ŞEMMAZ PİR
Şemmaz Pir Ziyareti, Akçakale köyünün yaklaşık üç yüz metre batı tarafında yer alır.
Burasının mağaradan yapılma bir kilise olduğu hakkındaki rivayetler ağır basmaktadır.
Akçakaleliler burayı “mağara” diye isimlendirirken bazıları da “kale” diye
isimlendirmektedirler.
Yerden yüksekliği 25-30 metre civarında olan ve Şemmaz Pir diye adlandırılan bu mağaranın
doğusunda Battal Gazi’nin zindanı vardır. Normal olarak mağaraya çıkmak çok zordur.
Eskiden (Ermeniler döneminde) katran ağacından yapılma bir merdivenle çıkılırmış (Özen,
2001:163).
Köylülerden alınan bilgiye göre mağaranın içerisinde Hz. İsa ve Hz. Meryem’e ait oyma
resimler varmış. Hz. İsa’nın burada dünyaya geldiğine dair inanç, mağarayı bölge insanı
nezdinde kutsallaştırmıştır. Şemmaz Pir, Battal Gazi’nin silah arkadaşı olarak kabul
edilmektedir. Yine köylüler arasında Şemmaz Pir’in ruhunun bu mağarada sürekli ibadet ve
taatla meşgul olduğu inancı yaygındır. Şemmaz Pir’e çocuğu olmayan kadınlar, çocuk sahibi
olabilmek için giderek dua ederler. Ayrıca herhangi bir yerinde cilt hastalığı olanlar özellikle
bahar aylarının çarşamba günleri bu mağarayı ziyaret ederler. Ziyaret esnasında oradan
aldıkları toprağı rahatsız oldukları uzuvlara sürerler (Doymuş, 1999:156).
KAYNAKÇA
1. ARTUN, Prof. Dr. Erman, Uluslararası Türk Dünyası İnanç Önderleri Kongresi, Türksev
Yayınları, Ankara 2002
2.BARAN, Mamo, Koçgiri, Seresur Yayınları, Ankara, 2011
3.CILGA, Hüseyin, Samut Baba, Kangal Dernekler Federasyonu Yayınları, İstanbul, 2006
4.ÇİLTAŞ, Süleyman, ZöreZöre, Can Yayınları, İstanbul, 2000
5.DOYMUŞ, Ergin, Her Yönüyle Kangal, Dilek Matbaası, Sivas, 1999
6.GÖKBEL, Prof. Dr. Ahmet, Kangal Yöresinde Ziyaret Yerleri ile İlgili İnanışlar, Gazi
Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Sayı: 7, Ankara,
1998
7.GÜMÜŞOĞLU, Dursun, Doç. Dr. Hamiye DURAN, Hacı Bektaş Veli Velayetname, Gazi
Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2010
8. GÜMÜŞOĞLU, Dursun, Anadolu’da Bir Köy Eskikonak, Ardıç Yayınları, Ankara, 2004
9. GÜNDOĞDU, Otman Baba, Bektaşi Menkıbeleri, Ayyıldız Yayınları, Ankara, 1991
10. KAFESOĞLU, Prof. Dr. İbrahim, Türk Milli Kültürü, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1998
11. KAYA, Doç. Dr. Doğan, Sivas’ta Yatırlar ve Ziyaret Yerleri, Cumhuriyet Üniversitesi
Yayınları, Sivas, 2012
12. KAYA, Doç. Dr. Doğan, AşıkRuhsati, Sivas Belediyesi Yayınları, Sivas, 2010
13. MOZAİK Dergisi, Kangal Dernekler Federasyonu Yayınları, İstanbul, 2012
14. OCAK, Prof. Dr. Ahmet Yaşar, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıpnameler, Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2010
15. OCAK, Prof. Dr. Ahmet Yaşar, Bektaşi Menkabelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri,
Enderun Kitabevi, İstanbul,1983
16. OCAK, Prof. Dr. Ahmet Yaşar, Türk Halk Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, Ankara,
1984
17.ÖZEN, Kutlu, Sivas Efsaneleri, Dilek Matbaası, Sivas, 2001
18.REFİK, Ahmet, Aşıkpaşazade Tarihinden Seçmeler, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1933
19.TEZCAN, Mahmut, Kültürel Antropoloji, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Yayınları,
Ankara, 1996

You might also like