You are on page 1of 120

İ

stanbul Müftülüğü’nün bir yayını olarak kapısındaymışçasına ona


İstanbul’un her semti, her hususiyeti için bekçiler, gözeticiler koy;
müstakil sayı hazırlasak dahi bunun sadece gevşeyip oynadığı zaman
“bir şehir olarak İstanbul” namına yapılmış bir demir kemerlerle perçinleyip
iş olmayacağı idraki ve iddiasındayız. Zira mânâ pekiştir; çökme tehlikesi
ile maddenin asırlar içinde kıvam bulduğu, karşısında payandalar dik;
İslâm’ın belki de en naif, en zarif biçimde tebellür bu şefkatle, saygıyla, sürekli
ettiği bir ayna sayıyoruz İstanbul’u. İstanbul’u olarak yap ki, gelecek bir
gözümüzde, gönlümüzde öyle büyütüyor ve evet, çok kuşak onu görüp gölgesi
ona çok mânâ yüklüyoruz. O mânânın, İstanbul’a altından yürüyüp geçsin!” Ne
layık olabilmek, orada yaşamayı hakedebilmek, kadar özlü, ne kadar yerinde
İstanbullu olmak gibi dertlerin altında eziliyor, bir çağrı! Ruskin sadece bir
küçülüyoruz. Öyleyse ne yapmalı?! “yapı”nın muhafazasını mı
kastediyor bu satırlarda?!
En iyisi Boğaz’ın kimi zaman hırçın kimi zaman
Belki. Ama biz buradan bir şehri, İstanbul içre
nazlı akışı ve rüzgarın getirdiği denizin kokusuyla
Boğaziçi’ni muhafazayı da anlayamaz mıyız?
karışan baygın çiçeklerin rayihasında mest
Asırlar içinde binlerce hadise, binlerce insan
olarak bir kez daha düşünelim: Boğaziçi nedir?
tarafından inşa edilmiş, ilahî kelâmın ilhamıyla
Paşalarla ağaların yalılarda bazen çatışan bazen
hallihamur olmuş bir coğrafyayı?.. Renk renk,
yakınlaşan serencamı mı? Yoksa balıkçının,
desen desen, ses ses, taş taş, çizgi çizgi, ışık
dervişin, aşığın, annenin, haminninenin kimileyin
ışık serpilen, yayılan, her darbeye, her ihmale
sevinçle, kimileyin iç geçirerek hayatını idame
rağmen güzelliği hatırlatmaya devam eden, serâpâ
ettiği suyun iki yakası mı? Asude bir hayal ülkesi
gönül olmuş bir coğrafyayı?.. Ki zamanın imbiği
mi, fakirle zenginin ayrıştığı bir acı hayat mı?
süzmüş süzmüş de sanki, ev sahipliği yaptıkları
Sazla sözün, rindâne sermestliğin hayattan
ve bağrında sakladıklarıyla hepsinin birden adı
kaçtığı bir inzivagâh mı, tefekkür ve teemmülün
olmuş nihayet: Cemâl’in aynasında bir efsunlu
harmanlandığı bir uzletgâh mı? Bizans havası mı,
Boğaziçi…
müslüman Türk’ün rüyası mı? Tarihte yaşanan ve
orada kalan hatıralar yumağı mı yoksa dünden Ezcümle, Kitab-ı Kadim’den Efendimiz’in
bugüne, bugünden yarına söyleyecek çok sözü sözlerine, tarihten edebiyata Boğaziçi’ni nasıl
olan ulu bir kitap mı? Boğaziçi’ni Boğaziçi yapan, anlatabilir ve anlayabiliriz diye düşündük bu
ona ruhunu üfleyen ne, kim? Her cevap bir sayıda. Kimler gelmiş, kimler geçmiş… Hepsini
başkasının önünü açarken, bir diğerini kapatacak. anmak ne mümkün?! Boğaziçi’nin tüm güzellikleri
O zaman cevapları değil, soruları çoğaltalım. olmasa da camileri, tekkeleri, yalıları, mezarları,
gemileri, ağaçları ve şarkılarını yâd ettik.
Yusuf Mardin ailesinin Sarıyer’deki Kocataş
Kandilli’de doğmuş büyümüş üç hanımefendinin
Yalısı’ndaki hikayelerini anlattığı Kocataş Yalısı
hayatlarına misafir olup bir parça da onların
Anılarım isimli kitabına Ruskin’den şöyle bir
pencerelerinden baktık Boğaz’a.
iktibasla başlar: “Eski bir yapıya özenle bak, onun
üstüne titre; elinden geldiği kadar ve ne pahasına Konuştuk, dinledik, okuduk… Bir tatlı huzur
olursa olsun onu bakımsızlığın, yıkkınlığın bulduk. Bakalım sizler neler bulacaksınız?
etkilerinden koru. Bir tacın mücevherlerini sayar
46. sayıda görüşmek dileğiyle…
gibi onun taşlarını say! Kuşatılmış bir kentin

Fulya İBANOĞLU
Editör
Bu sayıda...
TDV-İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ DERGİSİ 4 Boğaziçi’nde Tecelli Eden
ISSN: 1308-9595
YIL: 15 SAYI: 45 Yaz 2022/1444
Cemâl’i İdrak Edebilmek
Dosya Konusu: Boğaziçi Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL
ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE
YAYIN YÖNETMENİ (SORUMLU)
Prof. Dr. SAFİ ARPAGUŞ 6 Şehir Kuran İnsandan İnsan
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ve YAYIN Kuran Şehre
KOORDİNATÖRÜ
Halime YILDIZ Prof. Dr. Ali Karataş
EDİTÖR
Fulya İbanoğlu
fulyaibanoglu@gmail.com
YAYIN KURULU
10 “Belde-i Tayyibe”yi İnşa
Dr. Aliye ÖTEN Edebilmek
Büşra Nur GÜLER
F. Hilâl FERŞATOĞLU Dr. Esma Çetin
Mehmet YÜKSEL
Muhammet Gündoğdu
Dr. Şeyma KÖMÜRCÜOĞLU
Şule DÜNDAR 14 İmar ve Islah Medeniyeti
TASHİH Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar
F. Hilâl FERŞATOĞLU
MALİ İŞLER SORUMLUSU
M. Fatih SÖNMEZ
TDV İstanbul Şubesi 18 Boğaziçi’nde Birlikte Yaşama
GÖRSEL TASARIM Kültürünün Fıkhî Temelleri
Fotografika
KAPAK RESMİ Prof. Dr. Ahmet YAMAN
İstanbul Atatürk Kitaplığı,
Krt. 028708.01
GRAFİK UYGULAMA
ademsenel.com 22 Boğaziçi’nde Gayrimüslimler
Basım Tarihi: Temmuz 2022 Dr. Elif Tokay
WEB

28
istanbulmuftulugu.gov.tr
YAYIN TÜRÜ Boğaziçi Dergâhları
Yerel-Süreli
BASIM YERİ ve TARİHİ
Mehmet Cemal Öztürk
TDV Yay. Matbaası

35
Serhat Mah. 1256. Sokak No: 11
Ostim-Yenimahalle / ANKARA “Kandilli... hülya tepeler,
Tel: 0312 354 91 31
İDARE YERİ hayal ağaçlar... durgun
İstanbul Müftülüğü Ek Binası
Molla Fenari Mah. Vezirhan Cad.
suda dinlenen yamaçlar”da
Çemberlitaş-Fatih/İSTANBUL
0212 526 16 80
gerçekleşen bir söyleşi
Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel
sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak
gösterilmeden alıntı yapılamaz. 44 Boğaziçi Sahil/Yalı Camileri
Ücretsizdir. Dr. Öğr. Üyesi Zeynep DEMİRCAN
50 Boğaziçi’nin Ebedî 93 Kitâbu’l-Ayn’da ‘A-m-r
İstirahatgâhları (‫ر‬-‫م‬-‫ )ع‬Kökü
M. Burak Çetintaş Hûd Sûresi 61. Ayet
Bağlamında ‫استعمر‬
58 Bizans Devrindeki Boğaziçi (İste’mera) Kelimesinin
Hakkında Bazı Görüşler Etimolojisi
Prof. Dr. Semavi Eyice İclal ARSLAN

63 Osmanlı Döneminde
97 Klasik Türk Edebiyatında
Boğaziçi’nin Sanayi Boğaziçi
Mekânına Dönüşümü ve Doç. Dr. Ümran Ay
Sonuçları
Prof. Dr. Hamdi GENÇ 101 Yeni Türk Edebiyatında
Boğaziçi
68 Şirket-i Hayriye’nin Prof. Dr. Murat Koç
Gayrimüslim Çımacıları
Dr. Murat Koraltürk 106 Boğaziçi’nde Mûsikî
İncilâ Bertuğ
75 XIX. Yüzyıl Başlarında
Boğaziçi’nde Kimler 112 Kültür, Hafıza ve Mekân
Nerelerde Yaşardı? İlişkisi Bağlamında Türk
Hülya Arslan Sinemasında Boğaziçi
Havva Yılmaz
81 Boğaziçi’ne Dair
Haluk Y. Şahsuvaroğlu 117 Boğaziçi Kitaplığı
Büşra Nur GÜLER
84 Cevdet Paşa’nın
Sahilhanesinde Bir İftar
Hazırlayan: Fulya İbanoğlu

86 Boğaziçi’nin Anıt Ağaçları


Volkan YALAZAY
Boğaziçi’nde Yaşamıştır derim en hoş ve en uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.

Tecelli Eden Bu güzel beldeye sahip çıkabilmek, onun taşına


toprağına, suyuna, çiçeğine hizmet edebilmek

Cemâl’i İdrak ne büyük şeref. Din ve Hayat dergimiz bu


sayıda sizlere Karadeniz’i Marmara’ya bağlayan

Edebilmek
İstanbul Boğaz’ının, kültür ve sanat hayatımızda
Asya ile Rumeli kıyılarındaki yerleşimin ifadesi
için kullanılan Boğaziçi’ni arzedecek. Kur’an-ı
Kerim’de şehir ve onun imarı meselesinin
nasıl anlatıldığı, Peygamberimiz Efendimiz
(a.s.)’ın bir “medine” inşasında öne çıkarttığı
Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ prensipleri ifade ettikten sonra, bu düsturlar
İstanbul Müftüsü doğrultusunda “Müslümanca bir şehir nasıl
kurulur?” sorusunun cevabı olarak Boğaziçi’nin
örnekliğine müracaat edilecek. Boğaziçi’ni kuran
müslüman idrak midir? Soru büyük elbette.
Bu nedenle mesele, kategorik gözle bakmadan
Bismillahirrahmanirrahim anlamaya çalışılacak. Tarihte ve sanatın
farklı dallarında Boğaziçi’nin yansımalarına
İstanbul gibi ruhaniyetli ve muazzez bir şehri değinilecek. Boğaz’ı Boğaz yapan bazı
bizlere lütfeden yüce Allah’a hamd ü senalar hususiyetlerine dikkat çekilecek.
olsun. Boğaz’ın sularında, yeşilinde, mavisinde,
erguvanında O’nun cemâl sıfatının elvan elvan İstanbul’un fethinden önce müslüman Türkler
tecellisini seyredebilme bahtiyarlığını bizlere Boğaziçi’nin ehemmiyetini farketmişler, oraya
cömertce ihsan eylediği için şükrümüzde doğru sevkolmuşlardır. Efendimiz (a.s.)’ın
acziyetimizden yine O’na sığınırız. “Konstantiniyye’nin fethi” tavsiyesini de bir
şiar bilerek İslam’la müşerref olduklarından
“İstanbul (Konstantiniyye) muhakkak itibaren fetih rüyaları görmüşler, bunun için
fethedilecektir. Onu fetheden emîr ne güzel çalışmışlardır. İstanbul’un fethinden sonra da
emîrdir. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” bu şehrin ve elbette bir müslümanın şanına
buyuran Rasül-i Kibriyâ Efendimize, onun âl ve yaraşır şekilde onun hizmetinde bulunmuşlardır.
ashabına sonsuz salât ve selâm olsun! Şehrin imarının yanı sıra burada her milletten
Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümsüz insanın huzur ve esenlik içinde yaşayabilmesinin
dizelerinde aziz İstanbul ve tüm semtleri bir kez zeminini hazırlamışlar, prensiplerini ortaya
daha doğar sanki: koymuşlardır.

Önceleri suriçinde şekillenen hayat zamanla


Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.
bir yandan Karadeniz’e bir yandan Marmara’ya
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer
uzanan kıyıların etrafında canlanmaya
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul!
başlamıştır. Öyleki Bizans devrinde nispeten
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
uzak ve ıssız bir köy mesabesinde olan Boğaz’ın
Nice revnaklı şehirler görünür dünyada iki yakasında 15. yüzyıldan itibaren tabiri
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan caizse yeni bir dünya kurulmuştur. Başlangıçta
4 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
“Muhakkak ki
Allah güzeldir
üst düzey devlet erkanının yaptırdığı saraylar, Bu tasavvur ve hissiyat içinde Boğaziçi’nde
güzel olanı
yalılar, köşkler ve bunların etrafındaki camiler, de suya yaslanmış evler, bahçeler, çatıları ve sever” hadis-i
tekkeler, çeşmeler, bahçelerle hareketlenen minareleriyle Boğaz’la ahenk içinde bütünleşmiş şerifinin
zırnık
Boğaz, zamanla buralarda çalışanların, akraba camiler, tekkeler yapmıştır. Komşusunun
mürekkebiyle
ve dostların da mülk sahibi olmaları, kimileyin göz ve ruh zevkini bozmayı ayıp addeden bir yazılmış celî
yazları gelip yerleşmeyi tercih etmeleriyle yaklaşımla mahalleler kurmaya gayret etmiştir. talik yazı
kalıbı.
Boğaziçi’nin mezarlıkları dahi bir ulu çınar ya da
kıyılardan tepelere doğru genişlemeye başlamış, (A. Kişi arşivi)
servinin gölgesinde insanı sarıp sarmalayan bir
mahalleler teşekkül etmiş, kendine mahsus bir
huzur ülkesi olmuştur.
hayat ortaya çıkmıştır.
Şairin “Bu şehr-i İstanbul ki bî misl ü behâdır/
Oryantalistler tarafından İslâm’a yöneltilen “çöl
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır”
medeniyeti” iddiasına bir cevap niteliğindedir
diye vasfettiği bu şehir ve dünya kurulalı beri
adeta Boğaziçi’nde şekillenen bu hayat. Çölde akıp giden Boğaz’ın serin suları bizlere daha
çölün hakkını vermek kadar denizin kıyısında, neler neler söyler? Kulak vermeye bir davet
suyun etrafında da bu nimeti en güzel bir olsun bu sayımız. Hayırlara vesile olmasını
biçimde istifadeye mevzu etmek müslümanın Cenab-ı Hakk’dan niyaz eder, madde ve mânâ
Cenab-ı Hakk’a verdiği sözün, kendisine ve dünyamızda tesirlerini halk eylemesini lütf u
kainata olan hürmetinin neticesidir. Nitekim kereminden dileniriz.
çöl medeniyeti kadar su medeniyeti kurucusu
olarak da müslümanlar tarihte anılagelmiş,
köprüler, çeşmeler yapmış, suyun kenarında
nice güzel evler inşa ederek suyu daha da
güzelleştirmişlerdir adeta.

“Allah güzeldir güzeli sever” hadis-i


şerifi misdakınca kendisini, yaptığı işi
güzelleştirmek gayretinin yanı sıra bulunduğu
yeri güzelleştirmek de müslümanın dünya
tasavvurunun vazgeçilmez ilkesidir. Yüce Allah
gibi güzele meftundur müslüman. Kainatın
yaratıcısının kainata koyduğu ahengin, nizamın
benzerini kendi işlerinde, kendi eserlerinde de
arar. Alâyişten uzak, sadeliğin dinginliğinde
zaafetin peşindedir.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 5
Şehir Kuran şekilde inşası önemlidir. Ayette de buyrulduğu
üzere insanın eliyle yaptığı şeyler yine insana
dönmektedir: “İnsanların kendi elleriyle

İnsandan yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde


düzen bozuldu. Böylece Allah -dönmeleri

İnsan Kuran
için- yaptıkları şeylerin bir kısmını onlara
tattırmaktadır.”2
İnsan, ihtiyaçları için mekân ve şehir inşa eder.

Şehre İhtiyaçlar sadece dünyevî arzu ve isteklere


yönelik ise mekânlar bunlara göre şekillenir.
Dolayısıyla mekân ve insanın inşasında döngüsel

-Kur’ân-ı Kerim’de bir durum söz konusudur. İnsan şehir kurarken


dünyasını ve ahiretini kazandıracak unsurları

Şehirle Alakalı dikkate almadığında yaptıklarının sonucu yine


kendisine dönecektir. İnsan mekânda yaşamakta

Kelimeler ve zamanını mekânla inşa etmektedir.


Kur’ân penceresinden bakıldığında mecazen de

Bağlamında Bir olsa şehre fail rolü verildiği görülür: “Nice şehir/
karye var ki Rabbinin ve elçilerinin buyruğuna

İnceleme- başkaldırdı.”3 ayeti buna bir örnektir. Ayette


şehir ile içindeki halkı kastedilmiş olsa da, bu
ikisinin birbirinden ayrı düşünülemeyeceği
dikkate alındığında, şehirlerin ruhlarından ve bir
tavır alış biçimlerinin varlığından söz edilebilir.
Şöyle ki insan kendi inancını, kültürünü ve
Prof. Dr. Ali Karataş1 değerlerini şehirler üzerinden görünür kılar.
Bu bakımdan şehirler toplumların aynası ve
medeniyetlerin hafızası gibidir. İnsanın inancı,
fazileti ya da rezileti mekândan bağımsız
olmayıp belli bir mekânda ortaya çıkar. Bu
İnsan kendisine verilen çeşitli yetiler sayesinde
bakımdan insan ile şehir arasında canlı bir ilişki
varlıkla ilişki kuran, kişiliğini ve kimliğini inşa
vardır. Bundan olsa gerek Kur’ân şehri bir fail
eden bir varlıktır. Ancak bu inşa süreci boşlukta
olarak takdim eder, insana verilen nitelikleri
gerçekleşmemekte, bilakis birçok faktör kişilik
şehre yükler. Bu bağlamda zikredilen ayetlere
ve kimlik inşasını etkilemektedir. Bireyin kimlik
bakıldığında Kur’ân’dan hareketle şehre yönelik
ve kişilik inşasını belirleyen bu faktörlerden bazı sonuçlara ulaşılabilir.
birisi de şehirdir. Şehrin inşa edilmesi insana
bağlı olduğu halde yani şehir bir fail değil meful Kur’ân’da Şehirle İlişkili Kelimeler
iken nasıl oluyor da bir fail olarak şehrin, insanı Kökü Farsça “il, kent” anlamındaki şahr olan
inşa ettiği sorulabilir. Aslında burada tek bir fail şehir sözcüğü TDK sözlüğünde “nüfusunun
var, o da insan. Şehre bu rolün verilmesi belki çoğu ticaret, sanayi, hizmet veya yönetimle ilgili
mecazen olabilir. Çünkü insan nasıl isterse şehri işlerle uğraşan, genellikle tarımsal etkinliklerin
öyle inşa eder, sonrasında inşa ettiği bu şehrin olmadığı yerleşim alanı, kent, site” şeklinde
etkisi ile kendisini şekillendirir. Bu nedenle tanımlanmıştır. Şehrin Arapça karşılığı ise
insanın inşa edilmesi için şehrin doğru bir medînedir. Kur’ân’da karye, dâr ve beled-
6 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
belde medîne ile anlamsal açıdan ilişkili olan temin edecek şeylerin buraya çokça gelmesidir.
sözcüklerdendir. Konumuza katkısı açısından bu Rızkın bol olması bir yerin halkının refahını
kelimelere kısaca değinelim. artırmaktadır. Ancak refah ve bolluk şımarmaya
da sebep olabilir. Bu nedenle karyenin halkı
Kur’ân’da on yedi defa geçen medîne4 “bir
şımarıp Allah’ı inkâr ettiğinde güven ve huzur
yere yerleşmek” anlamındaki m-d-n filinden
ortamı kaybolmuş böylece Allah onları açlık ve
gelmekte olup “yerleşilen yer” demektir. Başka
korku ile imtihan etmiştir.
bir görüşe göre ise “hükmetmek” anlamındaki
dâne kelimesinden türemiş olup “sultan “Binaları bir araya getiren mahal, duvarın
tarafından idare edilen yer” manasındadır. kendisini kuşattığı ev” anlamındaki dâr sözcüğü
Bu yerlerin üçünde özel olarak Medine şehri Kur’ân’da türevleriyle 55 defa geçmektedir.
ifade edilmektedir. Kur’ân’daki kullanımlarına Geçtiği yerlerde ev, şehir anlamlarının yanı
bakıldığında kelime, herhangi bir vasıfla sıra cennet ve cehennem anlamlarına da
olumlu veya olumsuz bir değerle nitelenmeden gelmektedir.7 Ayetlerde bir şehir gibi özel olarak
insanların kendisinde ikamet ettiği bir yeri/ yerleşim yerine işaret etmekten ziyade mesken
mekânı anlatmaktadır. edinme ve yerleşme bağlamında insanların
bulunduğu yerleri, bazılarının bu yerlerden zorla
“Toplanmak” anlamındaki k-r-y kökünden
çıkarılmalarını ve bazı toplumların yurtlarında
gelen karye insanların kendisinde bir araya
helak edilmesini anlatmaktadır. Allah, insanların
geldiği yerdir.5 Daha çok “suyun toplanması”
yurtlarından edilmelerini yasaklamış ve bu
şeklinde bir muhtevaya sahip olan k-r-y fiilini
konuda İsrailoğulları’ndan söz almıştır.8 Yurttan
bu bağlamda düşündüğümüzde karyede
çıkarma o derece kötü bir davranış ki insan ile
insanların bir araya gelme sebebinin suya
Allah arasında özel bir misaka konu olmuştur.
dayandığı söylenebilir. Su hayattır ve hayatın
kaynağı sudur. Bu nedenle medeniyetler su Diğer bir kelime olan belde, çeşitli manalara
havzalarında şekillenmiştir. Karye, Kur’ân’da elli gelse de temelde “merkez” demektir. Kök
yedi yerde geçmektedir. Bu yerlerin çoğunda itibariyle “devenin bir yere çökmesi ve
geçmiş toplumların helak edilmesiyle ilişkili oturması” anlamındaki b-l-d fiil olarak “bir
bir muhtevaya sahiptir. “Allah şöyle bir şehri/ yeri yurt tutmak, devamlı kalmak üzere bir
karyeyi örnek veriyor: Bu şehir güvenlikli ve yere yerleşmek”; isim olarak ise “yerleşenler
huzurluydu. Her yerden oraya bolca rızık tarafından yaşanabilir bir hale getirilen ve
geliyordu. Derken bu karyenin/şehrin ahalisi sınırları belirli geniş yer” manasındadır.
Allah’ın nimetlerine nankörlük etti. Allah Vahşi hayvanlar için büyük çöl, ölüler içinde
da onlara yapıp ettikleri yüzünden açlık ve de mezar vatan olduğu için belde diye
korkuyu tattırdı.”6 ayetinde öncelikle karye isimlendirilmiştir. Buna göre belde gerek
güzel bir vasıfla zikredilmiş ancak halkının yerleşilen gerekse yerleşilmeyen boş her türlü
yaptıkları yüzünden bu karyenin çeşitli yer için kullanılan bir kelimedir.9 Bu kökten
musibetlere maruz bırakıldığı bildirilmiştir. Söz türeyen kelimeler Kur’ân’da beled, belde ve
konusu karye bu ayete göre güvenilir, insanı çoğul olarak da bilâd şeklinde toplamda on
tedirginliğe sürükleyen unsurlardan uzak bir dokuz defa geçmektedir. Beldenin, beledin
yerdir. Bu karyenin/yerin rızkı her taraftan kısımları olduğu söylenir. Beled bazı ayetlerde
bolca gelmektedir. Zikri geçen karye âmine özelde Mekke’ye işaret etmekle birlikte cins
özelliğine sahiptir yani korku, tedirginlik, isim olarak da genel bir mânâ içeriğine sahiptir.
endişe, açlık, öldürülme vb. kötü unsurlardan Geçtiği ayetlerde âmin, tayyip, meyyit; belde
uzaktır. Karyenin mutmain olması ise endişeye ise meyte ve tayyib sıfatları ile nitelenmiştir.
sevk eden durumların ortadan kaybolmasıyla Şimdi beled ve belde kelimelerini bu sıfatlarıyla
gelen huzurdur. Üçüncü özelliği ise rızkını birlikte inceleyelim.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 7
Kur’ân Bağlamında Beled ve Beldenin bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden
Özellikleri bir kavim için ayetleri böyle açıklıyoruz.”15
a) Güvenli ve Korkudan Uzaklık/Âmin ayetinde beled, tayyib ve habis sözcükleri ile
nitelenmiştir. Bu ayet mümin ve kafiri anlatan
“Korkunun zıttı, kalp huzuru” anlamına10 gelen
bir darbı mesel olarak alınabilir. Bununla
el-emn ile aynı kökten olan âmin olma yani
birlikte burada verilen misalin hakiki mânâda
güvenlik ‫اج َع ْل ٰه َذا َب َلد ًا ٰا ِمن ًا‬
ْ ‫ٖيم َر ِّب‬ ‫“ و ِاذ قال ِابره‬Hani
ُ ْٰ َ َ ْ َ da değerlendirilmesi mümkündür. Bu çerçevede
İbrahim ‘Rabbim! Bu şehri güvenli bir yer eyle.”
tayyip yani hoş olan toprağın ve şehrin bitkisi de
demişti”11 ayetinde bir beldenin niteliği olarak
zikredilmiştir. Bu belde Mekke’dir. Hz. İbrahim, güzel çıkar. Bu şehir güzel ürünler verir. Burada
Mekke’nin güvenilir bir şehir kılınması için mümin güzel bir şehre benzetilerek şehir ve
Allah’a dua etmiş ve Allah da onun duasını kabul insan arasında bir ilişki kurulmuştur. Müminin
buyurmuştur. Normal durumlarda ve savaş davranışları nasıl iyi bir niteliğe sahipse şehrin
esnasında başka yerlerde yasak olan davranışlar ortaya çıkardığı ürünler de benzer nitelikte
buraya gelenlerin korkudan emin olması için olacaktır. Allah, Kur’ân’ı gönderdiğinde ona
haram kılınmıştır. Bu bağlamda bu şehirde inanan ve onun gereklerini yerine getiren
kuşların avlanması, ağaçların kesilmesi ve insan güzel davranışlarda bulunur. Toprağı
öldürme gibi davranışlar men edilmiştir. Allah, bereketli olan bir şehre yağmur yağdığında da
emin bir şehir olarak “Şu emin beldeye yemin o şehrin bitkisi güzel olarak ortaya çıkar. Bu
ederim ki!”12 şeklinde Mekke’ye yemin ederek nedenle insan kendisini inşa etmesi gerektiği
ona özel bir önem vermiş ve böylece onun gibi yaşadığı şehri de inşa etmelidir. Çorak
insanlara güven veren bir yer olmasına dikkat bir yere yağmur yağsa da bu yerden ürün elde
çekmiştir. “Yemin ederim bu beldeye!”13 ayetinde etmek zor olacaktır. Bu nedenle şehrin bereketli
de kendisine yemin etmek sureti ile Mekke’ye topraklarda kurulması oradaki bereketi artıracak
değer atfetmiştir. bir unsurdur.
Mekke daha önce çöl halinde, dağlar arasında Toprağı kirli olan bir yere gelince, oraya
susuz, bitkisiz bir vadi iken Hz. İbrahim yağmur yağsa da o yer faydasız ürün verir. Bu
hanımıyla kundaktaki çocuğu Hz. İsmail’i getirip
durum kafiri niteler. Kafir ürün vermeyen veya
buraya bırakmıştı. Burası daha sonra Kâbe’nin
faydasız ürün veren toprağa benzer. Nasıl ki
burada inşa edilmesiyle insanların akın ettiği
bu toprağa yağmur yağdığında bu yağmur ona
bir yer haline geldi. Cana dokunulmayan bir
fayda vermiyorsa kafir kendisine fayda veren
yer olarak insanların korkudan emin olduğu
şeyleri duysa da ondan öğüt olmaz. Toprak ürün
şehir niteliğini kazandı. Fakat kafirlerin zalimce
tutumları ile bu niteliğini bir süre de olsa verecek nitelikte olmalı, şehir de bu şekilde. Bir
kaybetti. İnsanlar inançlarından dolayı zulme insan kendisini gerçeklere kapatırsa ona öğüt
uğradı. Neticede bu belde kendisine akın edilen etki etmez. İnşa ettiği şehri de faydalı ürünler
merkez değil kendisinden kaçılan bir yere ortaya çıkaracak bir halde inşa ederse o şehir
dönüştü. güzel ürünler verir. İnsanlar o şehirde yaşamak
ister, oradan kaçmaz. Bazı mekânlar ferahlık
b) Sevimli ve Hoş/Tayyib Olmak verirken bazıları da iç bunaltısına sebep olur.
“İğrenç ve kötü” anlamındaki habis kelimesinin Suyun içine konulduğu kabın suyun temizliğini
zıttı olan tayyip “sevimli, güzel ve hoşa giden” etkilemesi gibi insanın içinde yaşadığı şehrin
şey demektir.14 ‫ات ُه ب ِِا ْذ ِن َر ّب ۪ ِۚه‬
ُ ‫ِب َي ْخر ُج َنب‬
ُ ‫َوا ْلب َل ُد ال َّطي‬
tayyip veya habis olması onun ruhunu da
ِ ‫الي‬
‫ات‬ ِ ِ َِ ُ ّ َ
َ ‫َوا َّل ۪ذي َخ ُب‬
َ ٰ ْ ‫ث َل َي ْخ ُر ُج ا َّل َنك ًداۜ َك ٰذل َك نُ َص ِّر ٍ ُف‬
etkileyecektir. Zira insan tabiat olarak güzelden
َ ‫“ ِل َق ْوم َي ْش ُك ُر‬Rabbinin izniyle güzel memleketin
۟‫ون‬ hoşlanmaya ve çirkinden de nefret etmeye
bitkisi (güzel) çıkar; kötü olandan ise faydasız meyillidir.
8 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
“Andolsun, Sebe’ kavmi için oturduğu yerlerde kazandıran şey” olarak tanımlanabilir. Şehrin
büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki ruhu bir şehirden sökülüp alındığında o şehir
bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından taş yığınından öte bir şey değildir. Bu ruh,
yiyin ve O’na şükredin. İşte güzel bir memleket şehre insan tarafından verilir. Şehir ile insan
ve çok bağışlayan bir Rab!”16 ayetinde hoş bir arasındaki ilişki iki sevgilinin birbiriyle olan
beldeye değinilmiştir. Bu ayette bahsedilen Sebe, münasebeti gibidir. İnsan şehri var eder ve şehir
Yemen’e yerleşmiş, kurdukları medeniyet dillere de insanı ayakta tutar.18 Eğer bir şehirde insanı
destan olmuş bir kavimdi. Halkı zenginlik, sağ ayakta tutan ve insanı o şehre ait kılan, aidiyeti
ve sollarından uzayıp giden bağ ve bahçelerin güçlendiren unsurlar yok ise tıpkı birbirini seven
ortasında bir vadide huzur içinde yaşamaktaydı. iki insan arasındaki bağın kopması gibi şehirle
Güvenli ticaret yolları tesis etmişler ve kârlı insan arasındaki bağ da kopar. Bu nedenle
ticaretler yapmışlardı. Hz. Süleyman’ın davetiyle insan ailesi, yakınları ve dostları ile bağını
müslüman olan kraliçe Belkıs zamanında güçlendirecek unsurları çoğaltması gerektiği gibi
manevî olarak da yükselmişlerdi. Öyle ki şehirle bağını kuracak etkenleri de inşa etmeli
Allah, bu beldeyi “İşte güzel bir memleket.” ve oluşturmalıdır. Bu yapılmadığında şehirle
diye takdim eder. Ancak Sebeliler daha sonra arasındaki bağların kopması kaçınılmazdır.
şirk ve tefrikaya düşmüş, Allah’ın nimetlerine
nankörlük etmişlerdi. Nitekim bir felaketle bu NOTLAR
imkânlarını kaybetmiş, tayyip vasfını yitirmiş ve 1 Sakarya Üniversitesi Seyyid el-’Ehl, Dāru’l-’İlm
buradan göç etmek zorunda kalmışlardı. İlahiyat Fakültesi, Temel li’l-Melāyīn, Beyrūt, 1983,
İslâm Bilimleri Bölümü 177.
c) Ölü/Meyyit Olmak 2 Rûm, 30/41. 8 Bakara, 2/84.
3 Talak, 65/8. 9 İbn Fâris, Mu’cemu
Beled ve belde kelimeleri meyte ve meyyit 4 Ebû Nasr İsmail b. Mekâyîsi’l-Luğa, 1/298.
kelimeleriyle de nitelenmiştir. Bu ayetlerde Hammad el-Cevherî, 10 Cevherî, es-Sıhâh,
ürün bitirme özelliğini yitirmiş ancak Allah’ın es-Sıhâh, thk. Ahmed 5/2701.
11
Abdülğafur Attar (Dâru’l- Bakara, 2/126.
kendisini yağmur ve suyla dirilttiği ölü şehir ve
12
İlm Li’l-Melâyîn, Beyrut, Tîn, 95/3.
toprağa dikkat çekilmiştir. Allah’ın yağmurla 1987), 6/2201. 13 Beled, 90/1.
dirilttiği belde imanla hayat bulan ve Allah’ın 5 İbn Fâris, Mu’cemu 14 Cevherî, es-Sıhâh, 3/453.
imanla dirilttiği şehre benzer ki şu ayet böyle bir Mekâyîsi’l-Luğa, tahk. 15 Araf, 7/58.
bağlamda anlaşılabilir: “Rüzgârları rahmetinin Abdüsselam Muhammed 16 Sebe, 54/15.
önünde müjdeleyici olarak gönderen O’dur. Hârun (Dâru’l-Fikr, 17 Furkan, 25/49.
Beyrut, 1979), 5/78.
Biz, gökyüzünden tertemiz bir su indiririz. 18 Mehmet Mahfuz
6 Nahl, 16/112. Söylemez, “Şehirlerin
O suyla ölmüş topraklara hayat bahşederiz, 7 ‘Ebū ‘Abdillāh el-Huseyn Ruhu Üzerine”, Yakın
yarattığımız nice hayvan ve insanın su ihtiyacını b. Muhammed ed- Doğu Üniversitesi İlahiyat
onunla karşılarız.”17 . Peygamber’in sunduğu Dāmeġānī, Kāmūsu’l- Fakültesi Dergisi, 2018, c.
ilke ve esasları kendisine rehber edinmeyen bir Kur’ān, thk. ‘Abdul’azīz IV, S. 2, s. 383.
şehir ölü bir toprak ve şehirdir. Peygamberler
Allah’ın gönderdiği adeta tertemiz bir su gibidir.
Bu su, insan ve canlılara hayat verdiği gibi
peygamberler de hem insana hem de insanın
inşa ettiği şehre hayat verir. Şehirler, vahyin
ilkeleri ile meyte/ölü olmaktan kurtulur ve
içinde yaşayanlar da ruhsuzluktan, cansızlıktan
imanla azat olurlar.
Şehrin ruhu “insanlar tarafından oluşturulan
ve var kılınan, bir mekâna kimlik ve kişilik
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 9
“Belde-i yapmasını sağlayacak demiri şekillendirme
yeteneği anlatılır ve akabinde kendisine “Salih
amel işleyin, çünkü ben sizin yaptıklarınızı

Tayyibe”yi görürüm.” diye vahyedildiği söylenir. Zira tabiata


dokunma, onu imar etme ve şekillendirmenin

İnşa
tek hakikî ve meşru amacı vardır: Salih olan
amelin tâlibi ve fâili olmak.
Hz. Dâvûd’dan sonra oğlu Hz. Süleyman
Edebilmek anlatılır surede. Onun emrine verilenler daha
da hayranlık uyandırıcıdır. Ona sadece bakıra
hükmetmek değil; ayrıca doğa olaylarını kontrol
etme ve kullanma yetkisi de bahşolunmuştur.
Hatta cinler bile onun hizmetindedir. Bu cinler
Dr. Esma Çetin1 ilginç bir şekilde kaleler, heykeller, havuzlar,
çanaklar vb. yaparak akla zenginlik, lüks ve
şatafatı çağrıştıracak ürünler ortaya koymaları
için çalıştırılmış, tabiri caizse bir şehri şehir
yapan unsurlar onların elinden çıkmıştır.
Farklı gözlerin ve gönüllerin muhtelif şekillerde Kur’ân-ı Kerim’deki bu anlatı yerilen değil
tarif ettiği güzel/güzellik, bir toplumda ortak bir bilakis bir peygamberin haşmet ve azametini
ruha kavuşabilir ve bu ortak ruh, bir güzellik hissettirecek şekilde tarihin esrarengiz bir
kültürü oluşturabilir mi? İnsanların, aynı cemâli kesiti olarak bizlere sunulmuştur. İlgili ayetin
temâşâ ederken aynı manevî hazzı yaşayacağı bir devamında bu maddî refah ve seçkinliğin
formda, benzer üslupları kullanarak sanatlarını, hakikî merciine işaret edilmiş; “Ey Dâvûd ailesi!
zanaatlarını ve bütün imar faaliyetlerini o O (büyük) şükür için çalışın.” diyerek bütün
dünyevî imkânâtın aslî gayesine yani “nimetleri,
güzelin/güzelliğin izharı için sarf edecekleri bir
hakikî sahibine isnat ve her birini yerinde sarf
şehir/medeniyet inşa edilebilir mi?
ederek, atalet ve sefahate dalmadan Rabb’e
İnsanlık tarihi, bizi, bunun ne denli mümkün şükür vazifesini ifaya”3 işaret edilmiştir. Ama
olduğuna defalarca şahit kıldı aslında. bir gerçeği daha vurgulayarak: “Kullarımdan
Muhtemelen bu ortak güzellik ruhu arayışıdır şükredenler pek azdır.”4
ki toplumları tarih boyu aynı estetik zevk ve
İmanın, hikayelerinde haşmet ve azamet
mimarî üslup ile şehirlerini inşaya sevk etmişti.
suretinde vücud bulduğu Dâvûd ve Süleyman
Onlar yaşadıkları mekanı en cezbedici surette
peygamberlerin kıssalarından sonra bir başka
güzelleştirmeye çalışmışlardı. Mukaddes
görkemli sahneye geçilir sûrenin devamında:
kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, bizlere bu arayış
Beldetun tayyibe… Ne hoş ne güzel şehir! İki
hikayelerinden bazı kesitler sunar ve estetik-
yanını eşsiz güzellikteki bahçelerin sardığı,
iman ilişkisi üzerinden ontolojik bir hakikate
tarihte büyük üne sahip olmuş, harikulade
işaret eder.
barajlar ve sulama şebekeleri inşa etmiş, mutedil
Kur’ân-ı Kerim’de Sebe suresinde şehirlerin bir iklim ve verimli topraklara sahip Sebe kavmi.
kurulmasının olmazsa olmazı demirin Davud Cenab-ı Hakk, sadece gözleri ve gönülleri
peygamberin elinde nasıl eriyip şekilden şekle cezbeden güzellikte bir ülke bahşetmemişti
büründüğüne işaret edilir. Cenâb-ı Hakk’ın Hz. onlara; kontrolleri altındaki ticaret yollarında
Dâvûd’a (r.a.) bahşettiği2, muhteşem zırhlar -ister seyahat ister ticaret için olsun- güvenli
10 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
bir şekilde intikallerini de sağlamıştı. Yollar ve oldukları şöhretleri ile övünürlerdi. Zira kendi
yolculuk, hem maddî açıdan rahat ve konforlu dönemlerinde onlardan daha güçlüsü yoktu.
hem de manen güvenli idi. Onlara da aynı emir Bu kavim, evlerini direkler ve sütunlar üzerine
gelmişti: “Şükredin.” inşa etmiş9; tarihin tozlu sahifelerine “İrem” adı
Fakat onlar yüz çevirdiler. Nimeti vereni görüp ile kazınmış bir şehir imar etmişlerdi. Burası
nimetten gâib olmaları gerekirken, onlar evleri, bağları, bahçeleri, görkemli sarayları
nimetin önce cemaline, sonra da o nimetin ve sularıyla dillere destan olmuştu. Güzeldi…
sahibi sandıkları nefislerinin çirkinliklerine dalıp Öyle ki kendisi için o güne kadar eşi benzeri
gittiler. Allah’a kulluktan, nimete şükürden uzak görülmemiş bir ihtişam abidesi denecek kadar.10
durdular. Sebe halkı için, hiç yok olmayacağını Hz. Salih’in kendilerine peygamber olarak
sandıkları o güzel beldeleri, kendilerinden gönderildiği Semûd ise yeryüzünün geniş
sonrakilere bile kalmayacak şekilde Arim seli ile imkanlarına mazhar olmuş ve Âd kavminin
yok olup gitti. Onların o muhteşem meyveler ardından yeryüzünde halife kılınmışlardı. Onlar,
veren bahçeleri ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın yerin düzlüklerine saraylar kuruyorlar, dağları
ve biraz da sedir ağacı olan basit iki bahçeye da yontarak evler inşa ediyorlardı. Bu kavim
dönüştü. Zira onlar, kendilerine gönderilen hakkında Şuarâ suresinde: “Şımarık kimseler
peygamberlerin uyarılarını dinlemeyip olarak dağlardan büyük bir ustalıkla görkemli
nimetlere nankörlük ettiler ve bu sebeple evler yontuyorsunuz.”11 buyrulur.
de cezalandırıldılar.5 Tıpkı ayet-i kerimede
buyrulduğu gibi: “Nankörlük etmelerinden Şehircilik konusunda fevkalade ileri bir seviyeye
ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Biz, ulaşmış olan Âd ve Semûd kavimleri kendilerine
sadece nankörlük edenleri cezalandırırız.”6 zulmettiler yani Allah’ın kendilerine verdiği
Aslında cezalandırılma sebepleri zikri geçen bol imkanlarla, şımarıklık içerisinde günahlara
nimetlerin destansı varlığı yahut o nimetlere dalmaları ve Rablerine karşı isyan etmeleri,
olan sevgi dolu bağlılıkları değildi. Gerçek onları kaçınılmaz son olan hiçliğin/değersizliğin
sebep, o nimetlerin geldiği yeri unutup, eşyayı uçurumlarına sürükledi ve taraf-ı ilâhîden gelen
hakikî sahibine ircâ edecek haddini bilişten uzak bir ceza ile darmadağın edildiler. Yarım kalmış
olmaları, kibrin ve şirkin batağına bulaşmaları hikayeleri, kâm alamadıkları dünya serüvenleri
idi. Belki de bu nedenle sure-i celîlede iki farklı ise kendilerinden sonraki nesiller için bir ibret
portre üzerinden insanın, güzeli arayışı ve imar kıssasına çevrildi.12
edişi anlatılır; hakikatinden koparmayarak Bu örnekleri çoğaltabiliriz.13 Firavun’un,
dünyevî güzelliklerle zinetlenmiş iki peygamber, Nemrud’un veya Kur’ân’da bahsi geçen
Davud (a.s.) ve Süleyman (a.s.) övülürken, iki bahçe sahibinin hikayeleri de bize
geçici dünya metaına dalarak haddini aşmak aynı duyguları hissettirir. Kendini eşyaya
yerilmektedir. Bu inceliğe işaret için olmalıdır dokunacak ve onu şekillendirecek kadar
ki sure, yerde ve gökte olan her şeyin Allah’a güçlü hissetmenin; muvakkat ve mahdud bir
ait olduğunu ifade ederek söze başlamakta ve hakimiyet duygusunun, insana Rabb’ini nasıl
hamdın mutlak olarak Allah’a olması gerektiğini unutturduğunu anlatır bütün bu kıssalar. Bu
bizlere öğretmektedir.7 hikayelerin her birinin ortak noktası maddeyi
Bir başka kaybediş hikayesi de Hûd (a.s.)’ın imar, inşa ve tezyinin onların gözlerini nasıl
peygamber olarak gönderildiği Âd kavmine büyülediği, gönüllerinde nasıl bir kibir ve
aittir.8 Onlar, fiziksel yapıları itibariyle güçlü yoldan çıkmışlığa neden olduğudur. Onlara
kuvvetli, uzun boylu, iri cüsseli kimselerden amelleri öyle süslü gösterilmiştir ki artık suretin
oluşan bir kavimdi. Kuvvetleri ve sahip ardındaki “asl”ı göremez hale gelmişler; o suret
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 11
ve sureti kendisine isnat ettikleri benliklerine doğru yolculuğunun surete bürünmesidir. İlahî
saplanıp kalmışlardır. isimlerin terbiyesi altında eşyayı kullanan hatta
ona hükmeden insan, ahiret tarlası olan dünyaya
Zikrettiğimiz örneklerin her biri aslında
bu gaye ile değer verdikçe hem muhteşem
dünyada cenneti arayan insanı anlatır bize. Zira
medeniyetler inşa eder hem de Allah’ın rızasını
ellerindeki dünya nimetleri insan için belki
kazanır. Zira dünya ve içindekiler Allah’ın
de cennetin iz düşümü gibidir. Haz ve lezzet
kudretini gösteren birer ayettir.14 Madde insana
dairesinin bütün sınırlarını tatma arzularının
emanet olarak verilmiştir ve emanetin iyi
nesneleri. Ama insan bu nimetlerin değerli
kullanılması emanet sahibine ihanet etmemekle
ve anlamlı olduğu kadar geçici olduğunu
mümkündür.
unuttuğunda, her bir nimetin işaret ettiği
hakikati ve bu hakikatin cemâlini görebilme Bize emanet edilen bütün eşya hatta enfüsten
imkanını kaybediyor ne yazık. Aynadaki suretine âfâka iç içe geçmiş bütün âlemler, şekilleri
âşık olan prens gibi suretin ötesindeki Zât’ı renkleri, desenleri ve sesleri ile bir “güzel”i
aramayı unutuyor, kendisine ariyet verilen anlatır bize. Zât-ı Bârî’nin eşsiz kemalini,
elleriyle yaptığı eserine duyduğu hayranlığın mevcudatı nakış nakış dokuyarak bizim
şımarıklığına düşüyor. temaşamıza sunduğu hudutsuz cemalini, bütün
tecellîlerinde tekrar tekrar hissettirdiği denge,
Bununla beraber şayet tek başına bolluk ve
ölçü, hüsn, hikmet ve lütfunu; hasılı, dalabilenler
servet bu şımarıklığın nedeni olsa idi bize
için bahr-ı Zât’ın nihayetsiz sahillerini anlatır;
Dâvûd ve Süleyman (a.s.) gibi zenginliğe
zira “O yaratanların en güzelidir.”15 Yarattığı
hükmeden peygamberin haşmetinden
her şeyden sonsuz kere daha güzeldir. İlahî
bahsedilmez, Rablerine karşı fakr u zaruret
güzelliğin rayihasını kendi hissesince taşıyan
hali ile acziyetlerini itiraf eden iman abideleri
her bir mevcut, insandaki güzeli arama, daha da
örnek gösterilmezdi. Bu örneklerle belki de
öte bir güzelle tanışma şevkini artırır ve gözlere
ümmetlerin en büyük fitnesinin mal olduğu
aydınlık, gönüllere sürur olur. Akl-ı selim,
ve ancak Rablerini hakkıyla zikredenlerin bu
kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi olmanın zahir
fitneden muhafaza edileceği anlatılmak istenir.
sebepleridir onlar. Tevhit, edep, ihsan, ihlas
Dolayısıyla Kur’ân’ın anlatımı bizi güzeli terk
olmaksızın hiçbir güzelliğe erişilemeyeceğini
etmeye yahut güzeli aramayı bırakmaya değil,
yani manevî kemale varılamayacağını
güzeli, hakikî sahibine irca etmeye sevk eder.
anlatmıyor mu Kur’ân? Peki, bu manevî kemâle
Ondan gelip ona dönecek olan her şey, hem
ermenin bir usulü olarak estetik bir terbiyeden
mebdei hem de zahiri itibariyle güzel olduğu
geçme, kulun zarafetine yaraşır bir varoluş ile
kadar, varlığı itibariyle de O’nun bir tecellîsi,
O’ndan kendine yansıyan güzellikleri izhar etme,
eşsiz sanatının birer örneğidir. Güzelliğin verdiği
kulluğun en zarif, en naif şekli değil midir? Bu
hazza tapınmayıp, bencillikten uzak, imanî her
nedenle ister tabiattaki cemâlin kendisi ister
bir temaşa, zahirden batına giden bir yolculuğun
o cemâli anlatmaya çalışan sanatkarın elinden
vesilesi olacaktır. Gözlerini güzel ile buluşturan
çıkan bir nakışın lahûtî ilmekleri, hakikî güzeli
yolcu, güzelin suretini değil mânâsını temaşaya
arayan kulu tek bir şeye sevk edecektir: Eşsiz
başlayacak ve onun yolu, suretten asla, cemalden
güzellikte yaratan Bedii’e, Cemâl ile perdelenmiş
Cemîl’e varacaktır.
Kemâl’e yani O Zât’a, iman, teslimiyet ve şükür
Dolayısıyla İslâm medeniyeti müslümanın hem duygularıyla yönelmeye... Bu iman, tefekkür
şahsiyetini inşa ve hem de dokunduğu tüm ve gayretin neticesinde kurulan şehirler ise
yaşam alanlarını ilahî bir ruhla imar etmesinin işte o vakit, gerçek “beldetun tayyibe” vasfını
adıdır. Bir diğer tabir ile beşeriyetten insaniyete kazanacak, tesirli ve kalıcı olacaklardır.
12 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
NOTLAR
1 Vaiz, Diyanet İşleri tasladılar ve: ‘Bizden Boğaziçi Müzesi
Başkanlığı. daha güçlü kim varmış?’
Rumelihisarı’nda oturduğum yalıdan birkaç yalı ötede,
2 Ayet-i kerimede dediler. Kendilerini
Sultan Hamit’in son tophane-i amire müşiri Zeki Paşa
(Sebe, 34/10) “bizden” yaratan Allah’ın, onlardan
tarafından ve dört katına ve kârgir yapısına rağmen
tabirinin gelmesi, asıl daha güçlü olduğunu
Boğaziçi’nin nazlı kıyılarına ezer gibi yüklenmeyecek
merciye işaret edilmesi görmüyorlar mıydı?
bir tarzda yaptırılmış olan büyük bina, o paşadan sonra
bakımından aynı Doğrusu onlar, bizim bilmiyorum kaç kalabalık ve zengin ailenin debdebesini
ontolojik bağı ortaya ayetlerimizi bile bile inkâr barındırdı. Cumhuriyete kadar da son padişahın bir
koyar. Zira bu nimetler ediyorlardı.” (Fussilet, kızıyla, son halifenin oğlu orada oturmuşlardı. Hayli
alelade değil, Allah’ın 41/15) zamandır boş ve bakımsız olsa gerek: Deniz ve kara
has kullarına bahşettiği 11 Şuarâ, 26/149. cihetlerindeki bahçe duvarlarının hali ve camları sakat
ve O’nun azametini 12 Kur’ân-ı Kerîm’de bu pencerelerinin uzaktan manzaraları, bir tamir ihtiyarını
gösteren birer lütuftur. iki kavim hakkında ciddiyetle haber vermektedir. Ve asıl hazin olan şey,
Bkz. Razi, Fahrettin, şöyle buyrulur: “Âd ve mesken buhranına rağmen, bu büyük güzel yalının, bir
Mefâtihu’l-Gayb, Daru’l- Semûd’u da helâk ettik. tütün deposu olmadığı takdirde böyle bomboş kalmasına
Fikr, Beyrut, 1981, Onların başına nelerin ve harap olmağa mahkum bulunduğudur. Bugünkü hayat
geldiği, harap olmuş şartlarına göre, böyle bir yalıda oturmak için bir insanın
25/246.
hem çok, pek çok zengin olması, hem de apartmanın
3 Bkz. Elmalılı Hamdi meskenlerinden size
çepeçevre kuşatmış hasut gözlere şirretini her an teşhir
Yazır, Hak Dini Kur’ân açıkça belli olmaktadır.
etmeğe tenezzül etmez bir mizahta bulunması lazım.
Dili, Matbaa-i Ebuzziya, Şeytan onlara amellerini
Büyük zengini bulsak dahi onun inziva sevenini bulmak
İstanbul, 1935, 5/3953. süsleyip püsledi de
çetin dava! Kaldı ki ben, bugünkü sahibinin adını dahi
4 Kıssa için bkz. Sebe, böylece onları doğru bilmediğim bu yalıdan, ona kiracı veya alıcı aramak
34/10-13. yolu tutmaktan alıkoydu. maksadıyla değil, fakat Boğaziçi’ne mahsus bir müze
Halbuki onlar gerçeği olmağa büyüklüğü, kârgirliği, etrafının oldukça açıklığı,
5 Kıssa için bkz. Sebe,
görebilecek kadar zeki vapur iskelesine gayetle yakın ve bir tramvay durağına da
34/15-21.
ve uyanık kimselerdi.” nihayet yirmi dakika mesafede bulunuşuyla pek münasip
6 Sebe, 34/17. (Ankebût, 29/38) olduğu için bahsediyorum.
7 Ayet-i kerimede şöyle 13 Kur’ân-ı Kerîm’de
buyrulur: “Hamd Evet, Boğaziçi’ne mahsus ve içindeki her şeyi onun
şöyle buyrulur: “Biz bu mazisini ve bugününü gösterip anlatan bir müze.
göklerde ve yerde ne topluluk ve kişilerden İstanbul’un camileri ile beraber, en büyük ziynetini ve
varsa hepsinin sahibi her birini günahları dünyanın, tekmil dünyanın en müstesna güzelliklerinden
olan Allah’a mahsustur; yüzünden kıskıvrak biri olan Boğaziçi’nin kendini mahsus ve münhasır bir
Ahirette de hamd yalnız yakalayıverdik: Kiminin müzeye sahip bulunması, elbette ki fazla olur şey değildir.
O’na özgüdür. Hikmetle üzerine taş yağdıran Kimsenin bunu fazla addetmeğe kalkışamayacağına
yöneten, her şeyden bir kasırga gönderdik. o derece emniyetim var ki, kurulması fikrini müdafaa
haberdar olan O’dur.” Kimini o korkunç çığlık etmeği lüzumlu bir şey sayıyor ve nerede kurulabileceği
(Sebe, 34/1) yakaladı. Kimini yerin hakkındaki fikrimi söyledikten sonra, yeni müzenin
8 Bkz. Araf, 74. dibine geçirdik. Kimini salonlarını nelerle dolduracağımız bahsine geçiyorum.
9 Bu kavim Fecr suresi de suda boğduk. Allah, Bu müze tabiidir ki, evvela Boğaz’ın ilham ettiği ve
7. ayette “zâtu’l-‘ımâd” böyle yapmakla kesinlikle edeceği bütün tablolara, desenlere, eski Boğaziçi’ne ait
(sütunlar sahibi) adı ile onlara zulmetmedi; lâkin Garp resimlerinin röprodüksiyonlarına ve eski Boğaziçi’ni
de zikredilmektedir. onlar kendi kendilerine pek çoğu yıkılmış yalılarıyla gösteren fotoğraflara ait
10 Kur’ân-ı Kerîm’de zulmettiler.” (Ankebût, bir kısmı ihtiva edecek; ikinci bir kısım, eski binaların
haklarında şöyle 29/40) mahvolmaktan kurtulmuş ve kurtulacak tavan ve kapı gibi
buyrulur: “Âd kavmine 14 Örnek olarak bkz. Zariyat, ziynetli parçalarına ve bütün bir medeniyeti canlandıran
gelince, yeryüzünde 51/20-21; Ra’d, 13/3. türlü kıymetli eşyasına -bu meyanda eski Boğaz
haksız yere büyüklük 15 Müminun, 23/14. kayıklarına- ait olacak; üçüncü bir kısım da, Boğaziçi’nin
Türkçede ve her lisanda -vehleten tahmin edilemeyecek
kadar çok miktarda- muharrire ilham etmiş bulunduğu
eserleri toplayacaktır. Bilhassa bu son kısmında, bir gün
daha fazla durmak üzere bu yazıyı, Boğaziçi Müzesi’nin
yakın bir istikbalde, bir hakikat olmasını dilemekle
bitireceğim.
Kaynak: Nahit Sırrı Örik, “Boğaziçi Müzesi”, Tanin, nr.
847, 8 Ocak 1946, s. 2’den naklen, İstanbul Yazıları, TTK
Yayınları, Ankara, 2011.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 13


İmar ve Islah pek çok adım atmıştı. İmar adımlarının en
önemlisi Mescid-i Nebevî’yi inşa etmesiydi.
Mescid bir ibadet ve tebliğ mekânı olduğu kadar

Medeniyeti etrafında inşa edilen suffa ile bir eğitim öğretim


kurumu; avlusu ve çevresi ile hastaneden,
kültürel ve sportif aktivitelere, kimsesizlere
barınak olmaya kadar pek çok fonksiyon icra
eden bir müessese olmuştu. Medine modelini
benimsemiş İslâm şehirlerinden biri olan
Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar1 İstanbul’da da fetihle birlikte şehrin muhtelif
semtleri birer külliye etrafında teşekkül etmiştir.
Medreseleri, hanları, hamamları, şifahaneleri,
vakıfları, kimsesizlere yurt olan tekkeleri
ile İstanbul, Medine ruhunu XV. yüzyıl ve
Tarih boyunca müslümanlar, hâkim oldukları sonrasında yeniden vücuda getirmiş gibidir.
şehirlerin her birinde Peygamber eliyle kurulan Nitekim müslümanlar tarafından fethedilmeden
ilk İslâm şehri olan Medine-i Münevvere’yi evvel de İstanbul, büyük bir imparatorluğa
model almaya çalışmışlar, Şam’da, Bağdat’ta, ve devasa bir medeniyete sahip bir şehirdi.
İstanbul’da adeta bir Medine inşa etme gayreti Resûlullah tarafından müslümanlara bir ideal
içinde olmuşlardır. Peygamber Efendimizin olarak gösterilmiş ve “Allah’ın, Kayser’in
Medine şehrini kurması, yeryüzünü imar şehrine (Bizans’a/İstanbul’a) sefere çıkacak
ve ıslah gayesinin gereği idi. Zira Allah orduyu bağışlayacağı”5 müjdesi verilmişti.
Teâlâ’nın insanı “yeryüzünde bir halife” olarak Aslında bu teşvik, Medine’ye hicretle birlikte
var etmesi2 insana yeryüzünü imar ve ıslah başlayan temeddün faaliyetinin yayılması
etmek misyonu yüklemiştir. Yeryüzünün ve tamamlanması için müslümanların Arap
imarı, orada medeniyetler inşa etmek, yarımadası dışına çıkması gerektiğini de ima
muhtelif müesseseleriyle, insanın ihtiyaçlarını etmekteydi.
karşılayabileceği şehirler kurmak ancak bu
Kayser’in şehrinin kurulduğu Boğaziçi, iki kıtayı
esnada doğayla, bitkilerle ve hayvanlarla uyum
bağlayan zarif bir köprü olarak bağrında ilme,
içinde olmak ve her bir canlıyı muhafaza
hikmete ve medeniyete dair nice hazineler
etmektir. Islah ise yeryüzünde adalet ve
taşıyordu. Üstelik eşsiz güzelliği ve zarafetiyle
hakkaniyeti tesis etmek, ilim, hikmet ve güzel
her çağda “Allah güzeldir, güzel olanı sever.”6
ahlâk sahibi muvahhid nesiller yetiştirmek,
hadisinin müşahhas haliydi. İki yakasına
bir İslâm toplumu tesis etmektir. İmar ve ıslah
serpilmiş kilise ve sinagoglardan sonra Allah’ın
edilmiş bir bölge temeddün etmiş, o bölgenin
birliğini ve Muhammed’in (s.a.s.) son elçi
insanları yaratılış gayelerini ifa etmişlerdir.
olduğunu ilan edecek camilere hasretti. İlk İslâm
Nitekim Resûlullah’ın, hicret ettiği Yesrib
şehri olan Medine’nin faziletlerine bürünmeyi
şehrinin adını “Medine” olarak değiştirmesi de
hak eden şehirlerin başında geliyordu. Yeni
temeddün gayesinin bir tezahürüydü.3 Yesrib
İslâm şehirleri kurmak anlamına gelen fetihler
karışıklık, bozukluk, zarar anlamlarına gelen
hem tevhid inancını ve ilâhî daveti insanlığa
bir kelimeydi. Oysa Resûlullah Medine’yi tüm
ulaştırma çabasının hem de ilim ve hikmet
bu olumsuz sıfatlardan arınmış bir şehir olarak
arayışının ürünüydü. Müslümanlar “Hikmet
kurmuş, Medine de güzellik ve hoşluğun bir
müminin yitiğidir.”7 düsturunu benimseyerek
ifadesi olarak “Taybe” sıfatı ile tanınmıştır.4
yeryüzünde ilim, imar, ıslah ve temeddüne dair
İlk İslâm şehri olarak kurulan Medine’de ne varsa peşine düşmüşlerdi. İstanbul ise M.Ö.
Peygamber Efendimiz şehri imar ve ıslah için 3000’lere dayanan tarihi ile bir ilim ve medeniyet
14 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
(Kaynak:
merkeziydi. Müslümanların İstanbul’a gelişi, halkını bağrına basmıştı. Artık müslümanlara İstanbul
Atatürk
hem dünyanın en güzel şehirlerinden birine son düşen, İstanbul’a erişmek, İstanbul halkına Kitaplığı,
peygamberin çağrısını getirmek ve zaten pek İslâm’ı duyurmak, Boğaz’ın iki yakasına ve Krt.026580)
çok yönden güzellikler barındıran şehri, manevî şehrin yedi tepesine kelime-i tevhidi haykıran
güzelliklerle taçlandırmak hem de bu şehrin camiler, Kur’ân ve hadis öğreten medreseler
bin yıllara dayanan ilim ve kültüründen istifade inşa etmek olmuştu. Ta ki “ni‘me’l-ceyş” sıfatını
etmek olacaktı. almış Fatih’in ordusu şehre girene kadar
Konstantinopolis bir İslâm şehri olma hasreti
Şehre gelen ilk İslâm ordusu Boğaz’ın altın
çekti ve nihayet 1453 yılı Mayıs ayında İstanbul
boynuzuna, mihmandar-ı Resûl Ebû Eyyub’u
için hasret bitti. Asırlarca, kubbesi altında
defnetmiş, Ebû Eyyub’un kabri sonraki sekiz asır
Allah’a ibadet edilen Ayasofya son peygambere
boyunca Bizans halkının ziyaretgâhı olmuştu.8
de şahitlik edince kemale erdi. Yıllar içinde
Ebû Eyyub, Tekfur Sarayı’nın karşı kıyısında,
Boğaz’ın iki yakası irili ufaklı zarif camilerle
şehrin surları dibindeki istirahatgâhında adeta
bezendi. Minareler ve kubbeler Boğaziçi’nin
“Ey Ehl-i kitab, aramızdaki ortak kelimeye
güzelliğine güzellik kattı.
gelin!”9 davetini yinelerken şehir özlemle
İslâm’a kavuşmayı beklemiştir. Keza Allah’ın Resûl-i Zîşan, Medine’de cahiliye barbarlığı
son elçisi, Bizans İmparatoru Heraklios’a ve Arap bedevîliğinin izlerini silip yepyeni
yazdığı mektupta “Müslüman ol, selamete eriş!” bir medeniyet inşa etmişti. Peygamberimiz
çağrısını yapmanın yanı sıra “İnkâr edersen Medine’nin, müslümanların, hıristiyan ve
Erîsîlerin/Bizanslı fakir çiftçi tebaanın, günahı yahudilerin tek ümmet olarak barış içinde
boynuna!”10 diyerek asırlar öncesinden Bizans yaşayacakları, adalet ve iyiliğin egemen olduğu
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 15
bir şehir olmasını arzu ediyordu. Hicretten yapan kişinin fâsık olarak nitelenmiş olması ise
hemen sonra gerçekleştirdiği Medine Sözleşmesi oldukça düşündürücüdür.17 Dolayısıyla İslâm
şehrin tüm unsurlarını bir ümmet çatısı altında medeniyetinde bina yapmak ihtiyaç ölçüsünde,
birleştirmeyi hedefliyordu. Bu sözleşme İslâm israfa gidilmeden olmak zorundadır. İçinde
şehrinde farklı din ve kültürlerin bir arada barış bulunduğumuz son yüzyıla kadar İstanbul şehri
içinde yaşayabilmesi idealini simgelemekteydi. de mimarî sükûnetini muhafaza etmiş, isimleri
Keza şehrin sakinleri arasında adaletin, güvenin, bağ, bahçe ve köy ekleri barındıran nezih
edeb ve ahlâk ilkelerinin, nezaket ve saygının semtleri ile adeta bir masal şehri olagelmiştir.
tesis edilmesi Medine’yi değerli ve yaşanabilir Bu köklü ve zarif tarihine rağmen İstanbul’un
kılan en mühim öğe idi. Nitekim İstanbul şehri bugün salt kalabalığı, karmaşası ve düzensizliği
de asırlarca camileri, kiliseleri, sinagogları ile anılması, çirkin bir beton şehre dönüşmüş
muhtelif dinlerden halkları ile hep beraber olması çok acı ve hazindir.
barış içinde yaşamayı başardı. Müslümanlar
Resûlullah ilk İslâm şehrinde, ihtiyaç olmadıkça
Bizans izlerini silmeden bir İslâm şehri kurdular.
bina yapmayı kerih addetmesine karşılık ağaç
Bu saygı, Peygamber müjdesinde yer alan
dikilmesini teşvik etmiş, ağacın makbul bir
“ni‘me’l-emîr” olmanın gereğiydi. Müslüman
sadaka olduğunu belirtmiştir.18 Hatta kıyamet
toplum Konstantiniye halkının hukukunu bir
peygamber emaneti addetmişti. Öte yandan saatinde dahi elinde fidan olan kişinin vakit
İstanbul, tarih boyunca “İstanbul lehçesi”, bulursa o fidanı dikmesini istemiştir.19 Etrafı
“İstanbul beyefendisi”, “İstanbul hanımefendisi” çöller, volkanik arazilerle kaplı Medine’de
ve “İstanbul kültürü” ifadelerini doğuracak Nakî bölgesi gibi ağaçlıklı vadileri koruma
ölçüde saygı, nezaket ve zarafetin simgesi bir (hima) altına almıştır.20 Resûl-i Ekrem’in
şehir olmuştur. iklimsel koşullar ne olursa olsun yeşil bir şehir
kurma çabası, “Allah güzeldir, güzel olanı
Peygamber Efendimiz Medine’yi, sakinlerinin sever.” düşüncesinin bir tezahürüdür. Nitekim
nefes alabildiği ve huzur içinde yaşayabileceği İstanbul şehri de asırlar boyunca ormanlık
güzel bir şehir olarak kurmayı arzulamıştı. alanları, mesire yerleri, su kaynakları, bahçe ve
Peygamberimizin, şehrin kuruluş aşamasındaki bostanları ile var olmaya devam etmiştir. Ancak
çeşitli uygulamaları, Medine’nin büyüyüp gün geçtikçe nüfusu artan bu güzel şehir son
gelişmesini kontrol altında tutmaya çalıştığını yüzyılda bağ ve bahçelerini kaybetmiştir. Her
göstermektedir. Mescit etrafında yapılaşmaya
geçen gün ormanları azalan, nefes alınamaz bir
mâni olması, uzak mahallelerde ikamet
şehre dönüşmektedir.
edenlerin mescide yakın taşınma taleplerini
reddetmesi11, bedevîlerin Medine’ye hicret Asırlarca Medine-i Münevvere’nin izinde
etmesine müsaade etmemesi12 onun bu bir hilafet merkezi olarak varlık gösteren
itinasının başlıca göstergeleri arasında İstanbul’un doğasının, mimarîsinin, şehir
sayılabilir. Şehir halkına, komşularının rüzgarını yapısının korunması, sakinlerinin huzur
engelleyecek yükseklikte bina yapmayı13, duyacağı bir mimarî yapıya, bol yeşil alanlara
yolları işgal etmeyi yasaklaması14 düzenli kavuşup güzelleşmesi, farklı kültürlerle bir arada
bir imar çabasının göstergeleri arasındadır. yaşama tecrübesinin canlı tutulması, pek çok
Keza Peygamber Efendimizin yüksek binalar yönden elzemdir. Her şeyden evvel İstanbul,
yapılmasını bir kıyamet alameti olarak zikretmiş Peygamber’in idealleştirdiği, sahabenin ayak
olması da dikkat çekicidir.15 Hatta “Yapılan her bastığı bir şehirdir. İrili ufaklı yüzlerce cami,
bina sahibi için bir vebaldir.”16 hadisi ihtiyaç medrese, vakıf, tekke ve çeşmeye ev sahipliği
olmadan bina yapmanın İslâm şehrinde hoş yapmıştır. İslâmî şuur, İstanbul’u korumayı ve
görülmediğini açıkça gösterir. Zayıf da olsa yeniden güzelleştirmeyi gerektirir. Gereksiz
bazı hadislerde, yedi arşından yüksek bina ve çirkin yapılaşmanın önüne geçmek, şehrin
16 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
ormanlarını korumak, bağ ve bahçelerini ihya
Amcazade
etmek, tarihî yapılarını gün yüzüne çıkarmak, Yalısı’nın
şehrin sakinleri arasında saygı dilinin, nezaketin bugüne
yeniden teşekkül etmesi için çaba sarf etmek de ulaşmayan
harem kısmı.
bu kadim şehrin sakinlerinin ideali olmalıdır.
(Kaynak: Kons-
tantiniyye’den
İstanbul’a: XIX.
NOTLAR Yüzyıl Ortaların-
1 Marmara Üniversitesi 12 Buhârî, “Zekât”, 36; dan XX. Yüzyıla
İlahiyat Fakültesi Hadis Müslim, “İmâre”, 87. Boğaziçi’nin
Ana Bilim Dalı 13 Heysemî, Ebü’l-Hasen Rumeli Yakası
2 Bakara, 2/30. Nûruddin Ali b. Ebî Bekr, Fotoğrafları,
3 Resûlullah’ın Medine’yi Mecma‘uz-zevâid ve Amcazede Yalısı haz. M. Sinan
imar faaliyetleri menbe‘u’l-fevâid, thk. Genim, c. 3,
ile ilgili olarak bk. Hüsamüddin el-Kudsî, Boğaz’ın en eski yalısı olan Amcazade Hüseyin Suna ve İnan
Mustafa Karataş, “Hz. I-X, Mektebetü’l-Kudsî, Paşa Yalısı, Köprülü Yalısı olarak da bilinir. Yalı Kıraç Vakfı
Peygamber’in Yerleşim 1697-1702 yılları arasında Sultan II. Mustafa’nın İstanbul Araş-
Kâhire, 1414/1994, VIII,
ve Şehirleşmeye Yönelik sadrazamı Amcazade Hüseyin Paşa taraafından tırmaları Ensti-
165.
Çabaları: Medine Örneği”, yaptırılmıştır. 93 Harbi’nde göçmenler bu yalıya tüsü, İstanbul
14 Ebû Dâvud, “Cihad”, 97. 2006, s. 347.)
İstanbul Üniversitesi yerleştirildiklerinden büyük ölçüde tahrip olur. 19.
15 Buhârî, “İman”, 37;
İlahiyat Fakültesi Dergisi, yüzyılda da büyük bir yangın geçirir. Bir harem,
Müslim, “İman”, 1.
(2013), XXVIII, s. 59-84. bir selamlık ve ortada bir bahçe şeklinde yapılan
16 Ebû Dâvud, “Edeb”, 169;
4 İbnü’l-Esir, Mecdüddin 300 küsür yaşındaki yalıdan sadece selamlık
Ebü’s-Seâdât el-Mübarek İbn Mâce, “Zühd”, 13.
17 Bûsırî, Ebü’l-Abbas
kısmından, T şeklinde tek bir odası kalmıştır.
b. Muhammed el-Cezerî.
Şihâbüddin Ahmed
Bugüne kalabilen bu tek odası denize uzanan
en-Nihâye fî garîbi’l-hadis,
b. Ebî Bekr, İthâfü’l- çıkma halindeki divanhânesidir. Divanhanenin
thk. Tâhir Ahmed ez-Zâvî
ve Mahmud Muhammed hıyerati’l-mehera bi üç tarafı manzaralıdır. Arka duvarları hariç her
et-Tanâhi, I-V, el- zevâidi’l-mesânîdi’l-aşera, cephesi kâmilen penceredir. Mimarisi çok sade
Mektebetü’l-İlmiyye, thk. Ahmed Mabed olan bu divanhanenin dışarıdan dikkat çeken
Beyrut, 1399/1979, V, Abdülkerim, I-IX, Dâru’l- hiçbir tezyinatı yoktur. Buna mukabil içi oldukça
292. Vatan, Riyad, 1420/1999, müzeyyendir. Bu tezyinat Avrupa sanatının ağır
5 Buhârî,” Cihad”, 93. VII, 456. baskısının başlamasından önceki Türk sanatına
6 Müslim, “İman”, 147; 18 Müslim, “Müsâkât”, 7. mahsustur. Ortadaki kubbe ile bütün duvarlar ve
Ahmed b. Hanbel, 19 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, çıkıntıların tavanları, altın yaldızın hâkim olduğu
Müsned, I, 399. thk. Muhammed Fuad nakışlarla bezenmiştir. Dip duvardaki dolap
7 Tirmizî, “İlim” 19; İbn Abdülbâki, Dâru’l- kapakları fildişi ve sedef kakmalarla süslenmiştir.
Mâce, “Zühd”, 15. Beşâiri’l-İslâmiyye, Duvarların üst tabakasında sıra halinde panolar
8 Hüseyin Algül, “Ebû Beyrut, 1409/1989, s. mevcuttur. Bu panoların her birinin içinde çeşit
Eyyûb el-Ensârî”, DİA, X, 168. çeşit çiçekler bulunan birer testi resmi vardır.
124. 20 Yâkut el-Hamevî, Havuzlu orta mekana açılan üç eyvanın her biri
9 Âl-i İmran, 3/64. Şihâbüddin Ebû Abdillah döşemeden bir kademe yükseltilerek üç tarafı
10 Buhârî, “Bed’u’l-vahy” 6; er-Rûmî, Mu‘cemü’l- sedirler ve pencerelerle çevrilidir.
Müslim, “Cihad”, 74. büldân, I-VII, Dâru Sadr,
11 Buhari, “Ezan”, 33; Beyrut, 1995, II, 307-308, Yalı, Türk mimarisinde Orta Asya menşeli ve
Müslim, “Mesâcid”, 280. V, 301. Anadolu’dan girip Bursa’dan geçerek Boğaziçi’ne
ulaşan eyvanlı planın eşsiz bir misali olarak henüz
kalabilen kısmıyla istikbale ışık tutmaya devam
ediyor. Dışındaki sadelik nispetinde içindeki
renkler, desenler ve detaylar ise hâlen bambaşka bir
iklimin hatırasını, tefekkür dünyasını çağrıştırıyor.
Kaynak: Orhan Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri,
Anadolu Yakası, c. 1, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, 2006, s. 133-141.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 17


Boğaziçi’nde fetihten önce şahitlik ettiği Roma, Bizans
ve Latin dönemlerinde asla göremediği bir
çoğulculuğa ev sahipliği yapmıştır.

Birlikte İslâm’ın dünya görüşüne bakıldığında, onun


ana kaynağı ve kutsal metni olan Kur’ân’ın,

Yaşama dinsel ve dolayısıyla kültürel çoğulculuğun Yüce


Yaratıcı’nın bizzat kendisinin muradı olduğunu
açıkça vurguladığı görülür:

Kültürünün “Sizden her biriniz için bir sistem ve bir hayat


tarzı belirledik. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi

Fıkhî tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde


sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle
ise hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü

Temelleri1 Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş


olduğunuz şeyleri size bildirecektir.”3 ile “Eğer
Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi
toplu hâlde mutlaka iman ederlerdi. Böyle
iken, sen mi mü’min olsunlar diye, insanları
zorlayacaksın?”4 ayetleri, aynı içerikteki birçok
Prof. Dr. Ahmet YAMAN2
mesajın ana temasını yansıtmaktadır.
Dinsel ve kültürel farklılıkların bir yaratılış
gerçeği olduğu belirtilip ardından İslâm’ın
dışındaki diğer dinlere ve mensuplarına hayat
Dünyanın incisi Boğaziçi, İstanbul’un fethi ile hakkı tanınmaması, açık bir tutarsızlık olurdu.
birlikte tarihinde ilk defa dinsel ve kültürel Bu sebepledir ki, gerek Kur’ân-ı Kerim gerek
çoğulculuğun da simgelerinden biri haline onu tebliğ edip açıklayan Hz. Peygamber (s.a.v.)
gelmiştir. Bir başka ifadeyle, müslüman din ve düşünce hürriyetini teminat altına
toplumlarda “öteki” ile birlikte huzur içinde alacak hükümler koymuştur.5 Daha açık bir
dille söylersek, dinde zorlama olmayacağını ve
yaşayabilmenin mümkün ve sürdürülebilir
herkesin özgür iradesiyle dinini seçebileceğini
olduğunu somut bir biçimde gösteren bir
öngören İslâm, seçilen dinin gereklerinin
mekandır Boğaziçi. Ona bu özelliği kazandıran
rahatça yerine getirilmesini de garanti altına
husus, hiç kuşkusuz İslâm’ın sunduğu dünya
alacak ilkeler ve hükümler koymuştur.
görüşü ile bu görüşe dayanan fıkıh mirası ve
Osmanlı tarih tecrübesidir. Kamu yönetimi ve inançla ilgili istisnalar
dışında genel kural, müslüman toplumun bir
“Millet sistemi” esasına göre şekillenen Osmanlı üyesi olarak yaşayan gayrimüslimin (zimmî), o
toplumunda, bu toplumu oluşturan milletlerin, toplumun kurucu unsuru olan müslümanlarla
yani farklı din mensupları ve zümrelerinin din ve aynı hak ve sorumluluklara sahip olmasıdır.
düşünce hürriyetleri garanti altına alınmış; buna Bu kural Hz. Peygamber’in, “Eğer İslâm
ilaveten verilen kimi özerklikler doğrultusunda, egemenliğini tanıyıp vatandaşlığı kabul ederlerse
özel hukuk alanına giren hukukî işlemler ya da onlara bildir ki müslümanların lehine olan
olaylar, her milletin kendi hukukuna ve örfüne haklar onların da lehine, müslümanların
göre çözümlenmiştir. Böylece Osmanlı payitahtı omuzlarında olan yükümlülükler onların da
İstanbul ve İstanbul’un gözbebeği Boğaziçi, omuzlarında olacaktır.” gibi sözleri6 başta olmak
18 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
üzere yahudi, hıristiyan ve mecûsîlerle bizzat
yaptığı pek çok zimmet antlaşmasındaki yazılı
hükümlere dayanmaktadır.
İslâm toplumunda yaşayan gayrimüslimlerin
can, mal, inanç ve değerlerinin müslümanların
sorumluluğunda olduğunun ifadesi olan zimmet,
söz konusu ilke ve hükümlerin hukukî ve siyasî
çerçevesini çizmektedir. Osmanlı uygulaması
da¸ esasen kendisinin ana referans çerçevesini
oluşturan İslâm’ın bu zimmet anlayışına
dayanmaktadır.
Müslümanların hâkim oldukları coğrafyalarda
gayrimüslimlerin vatandaş sıfatıyla, üstelik hayli
geniş bir hukukî-kazâî özerklikten istifadeyle
yaşamaları imkânını veren zimmet müessesesini,
Muhammed (a.s.) da gerek şahsî uygulamaları
gerek verdiği birçok talimat ile somutlaştırmıştır.
Hukuk tarihinin bilinen ilk yazılı anayasası
olan Medine Sahîfesi’ndeki “Yahudilerden
bize tabi olanlara, haksızlık yapılmaksızın ve Mustafa Halim
aleyhlerindekilere de destek olmaksızın yardım Resûl-i Ekrem, bir zimmîyi öldüren kimsenin, Özyazıcı hat-
edilecek ve iyi muamelede bulunulacaktır.” ile kırk yıllık mesafeden duyulan cennet kokusunu tıyla İstan-
bul’un fethini
“Avf yahudileri müminlerle beraber bir ümmet alamayacağını da belirtmiştir.9 müjdeleyen
oluştururlar. Yahudilerin dinleri kendilerine, Bütün bu dinî yönlendirmeleri esas alan hadis-i şerif:
müminlerin dinleri kendilerinedir. Bu hükme, “Kostantiniy-
müslüman hukukçular “Onlar da tıpkı ye muhakkak
haksızlık yapmadıkça ve suç işlemedikçe gerek müslümanlar gibi hak ve yükümlülüklere fetholunacak-
mevlâları gerek bizzat kendileri dahildirler. sahiptirler.” genel kuralı çerçevesinde tır. Ne müba-
Haksızlık yapıp suç işleyen, ancak kendisine ve rek emirdir o
gayrimüslimlerin “inançlarıyla baş başa emir ve o ne
ailesine zarar verir.”7 gibi taahhütler bir yana, bırakılması gerektiğini” vurgulamışlardır.10 mübarek bir
Hz. Peygamber, kendi otoritesinin uzağında ordudur.” Y.
Öyle ki İslâm’ın kesinlikle cevaz vermediği
kalan yerlerdeki gayrimüslimlerin haklarını Çağlar arşivi.
işlem veya tasarruflara dahi, kendi değerlerince (Kaynak: Bir
da koruyacak adımlar atmıştır. Mesela Güney
meşru olması ve kendi aralarında uygulanması Fotoğrafın
Arabistan’daki Hımyer kralına gönderdiği Aynasında
şartıyla ilişilmemiştir. Bu tavrın somut bir
bir mesajda, yahudi ve hıristiyan olarak eski İstanbul’un
göstergesi olarak Hasen Basrî (ö. 110/728) Meşhur Hattat-
dinlerinde kalmak isteyenlere herhangi bir
zimmîlerin İslâm hukuku bakımından geçersiz ları, edt. Yusuf
müdahalede bulunulmamasını şart koşmuş; Çağlar, İstanbul
sayılması gereken nikâhlarına devletin karışıp
Necran hıristiyanlarına verdiği emannamede, Büyükşehir Be-
karışamayacağını soran Emevî halifesi Ömer lediyesi Kültür
onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve
b. Abdilazîz’e (ö. 101/720) “Onlar kendi Yay., 2010, s.
uygulamalarına, ailelerine ve mabetlerine 110)
inançlarına göre yaşayabilmek için bize cizye
bizzat kendisinin kefil olduğunu bildirmiştir.8
ödüyorlar.” diyerek, karışılmaması gerektiğini
Zimmîye haksızlık yapan, gücünün üstünde
belirtmiştir.11
malî sorumluluk yükleyen ve rızası dışında
ondan bir şeyler alan kimsenin karşısına hesap Çok dikkat çeken bir ayetinde Kur’ân, içinde
gününde bizzat kendisinin çıkacağını ifade eden yapılan ayinleri onaylamasa da hangi dine
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 19
ait olursa olsun mabetlerin koruma altında ve tarihsel arka planın ürünüdür. Yazıyı, sadece
olduğunu söylemektedir: “…Eğer Allah’ın, Boğaziçi’nin değil, geneli itibariyle İstanbul’un
insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi çoğulcu yönünü sergileyen bazı örneklerle
olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve tamamlayacağım:
içlerinde Allah’ın adı çok anılan mescidler
Bizans İstanbul’unda baskı altında yaşayan
muhakkak yerle bir edilirdi…”12 Böyle olduğu
yahudiler, müslüman İstanbul’da rahata
içindir ki, Hayber’i fetheden Hz. Peygamber
kavuşmuşlardı. Bunun bir göstergesi olarak
yahudilerin mabetlerini olduğu gibi bırakmıştı.
Fatih Sultan Mehmed, Bizans’ta çok zor şartlar
Özellikle İmam Mâlik (ö. 179/795) ve altında hahamlık görevini yürütmeye çalışan
öğrencisi İbnü’l-Kasım (ö. 191/806) olmak Rabbi Moses Capsali’yi (Moşe Kapsali) yahudi
üzere kimi fakihler muhtemelen bu verilere tâifesinin yetkili hahamı olarak tayin etmişti.17
dayanarak, yarar görmesi halinde ve anlaşma Ardından, mabetlerine dokunulmayacağı,
şartları muvacehesinde devletin, gayrimüslim
Tevrat eğitimine karışılmayacağı ve dinlerinin
vatandaşlarına mabet açma izni verebileceğini
gereklerini serbestçe yerine getirebilecekleri
söylemişlerdir.13 Bu kanaat, İbn Abbas’a ait
teminatını vermişti. Nitekim aynı teminat
olduğu söylenen şu yaklaşım ile de uyum arz
1011/1602 yılında “ellerindeki fetva-yı şerife
etmektedir: “Yabancıların kurup da Allah’ın bize
ve ecdâd-ı ızâmın verdikleri evâmir-i münîfe
fethini müyesser kıldığı şehirlere müslümanlar
muktezasınca” tekrarlanmıştır.18
yerleşirlerse, yabancılar kendileriyle yapılan
anlaşma şartlarından istifade ederler. Sadece kendi aralarında olmak kaydıyla,
Müslümanlara ahde vefa göstermek düşer…”14 dinlerince yasaklanmayan alkollü içki imal
etmek ve içmek, domuz beslemek ve yemek,
Tarihî uygulamalara bakıldığında adı
geçen fetvanın sadece kitaplarda kalmadığı mahremlerle evlenmek gibi uygulamalarda,
görülmektedir. Söz gelişi Muâviye’nin İstanbul gayrimüslimleri özgür bırakılmışlardı.
iktidarında sahâbî Amr b. el-Âs’ın Mısır Osmanlı merkezî yönetimi, kuruluşundan
valiliğini yürüttüğü bir sırada Ya’kûbî patriği sona ermesine kadar, aileyi ilgilendiren
Enmânû tarafından İskenderiye’de Mâr Kıs hukuk alanını gayrimüslimlerin kendi cemaat
(Markos-Macarius) Kilisesi inşa edilmiş; önderlerine bırakmakla kalmamış, bu alana
Mesleme b. Mahled’in görev döneminde (47- dışarıdan hatta müslümanlardan gelebilecek
62/667-681) Fustât’ta (Kahire) bir manastır müdahalelere de fırsat vermemiştir. Kâdılara
inşasına izin verilmişti. Hatta daha ilginci, ve imamlara buyruklar gönderilerek,
buralarda çan çalma yasağının sadece ezan gayrimüslimlerin nikâh işlerine karışmamaları
vakitlerine münhasır olduğunu, onun dışında istenmiş; kâdılara kendi yargı çevrelerinde
herhangi bir kısıtlamanın bulunmadığını duyarlı olmaları talebiyle, mahalle imamlarının
tarihçiler kaydetmektedirler.15 Nitekim cengâver yetkilerini aşarak gayrimüslimlerin nikâhlarını
sahâbî Hâlid b. Velîd’in Ânât ahalisiyle; bir başka kıyıp kıymadıklarını denetlemeleri emri
sahâbî Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın Şam Bölgesi verilmiştir.19 Dahası gayrimüslimlerin nikâh-
sakinleriyle yaptığı anlaşmalarda, çanlarını, talâk işlemlerini kendi dinlerine, belgelerdeki
ezan-namaz vakitleri dışında günün diledikleri özgün ifadeyle “kendi âyinlerine göre” yapıp
her saatinde çalabilecekleri, yortularında yapmadıkları bile denetlenmiş, bu denetlemeyi
haçlarını açıkça taşıyabilecekleri hükmü yer yapan Ehl-i Örf ’e, söz konusu olan hangi dinî
almaktaydı.16 zümre ise onların hukuk ve telakkilerine göre
Müslüman İstanbul’un asırlar boyu ev sahipliği caiz sayılmayacak işlemlerin iptali yetkisi
yaptığı dinî ve kültürel çoğulculuk, işte bu teorik verilmiştir. Bunun yanında Ehl-i Örf ’ün, rüşvet
20 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
alarak gayrimeşru evlilikleri onaylamaları bk. İbnü’l-Kayyım, 3992’den nakleden
Ahkâmu Ehli’z-Zimme, M. Macit Kenanoğlu,
için rûhânî önderlere baskı yapmaları da
Beyrut, 1994, 2/667. Osmanlı Millet Sistemi:
engellenmeye çalışılmıştır.20 13 Sahnûn, el- Mit ve Gerçek, İstanbul,
Müdevvenetü’l-Kübrâ, 2004, s. 246.
Gayrimüslimlerin İslâm’ı kabule zorlanmalarını
Beyrut, ty. (Dâru 20 Külliyyât-ı Kavanîn, c.
bertaraf etmek için, mühtedînin, kimseden baskı Sâdır), 4/424; bk. 3, No: 3993; c. 4, No:
görmeden kendi isteğiyle müslüman olduğunu Abdülkerim Zeydân, 3994’den nakleden
Ahkâmu’z-Zimmiyyîn Kenanoğlu, a.g.e., s.
mahkemede şahitler veya son dönemlerde
ve’l-Müste’menîn fî Dâri’l- 246-247; Yavuz Ercan,
konsolosluk tercümanı huzurunda beyan etmesi İslâm, Beyrut, 1986, s. Osmanlı Yönetiminde
usûlü benimsenmişti.21 97-99. Gayri Müslimler:
14 Ebû Yûsuf, a.g.e., s. 149; Kuruluştan Tanzimata
Son olarak şunu kaydedelim ki, İstanbul’un Ebû Ubeyd, Kitâbu’l- Kadar Sosyal, Ekonomik
fethinden sonra Boğaziçi’nin sunduğu ve Emvâl, Kahire, 1968, s. ve Hukukî Durumları,
141. Ankara, 2001., s. 204.
sürdürdüğü bu birlikte yaşama kültürü, Kur’ân
15 Bu bilgilerin ayrıntı Ayrıca bk. Ahmet
ve Sünnet temeline dayalı olan fıkıh mirasının ve kaynakları için bk. Yaman, “Yahudilerin
sağladığı hukukî garantilere dayanmaktadır. Levent Öztürk, İslâm Osmanlı Millet Sistemi
Bu garantinin fıkıh ilmindeki terimsel karşılığı Toplumunda Birarada İçindeki Yeri ve Hukukî
Yaşama Tecrübesi, Konumları: Aile
olan “zimmet” kelimesi, müslüman toplumlarda İstanbul, 1995, s. 95 vd. Hukuku Özelinde Bir
yaşayan gayrimüslimlerin temel insan haklarının 16 Ebû Yûsuf, a.g.e., s. Değerlendirme”, Diyanet
bulunduğunu ve sadece bulunmakla kalmayıp 138,146. İlmî Dergi, 2015, c. LI, sy.
17 Aryeh Shmuelevitz, The 2, s. 11-35.
bu hakların müslüman idareler tarafından
Jews of the Ottoman 21 Gülnihal Bozkurt,
korunacağını da ifade etmektedir.22 Empire in the Late 15th Gayrimüslim Osmanlı
NOTLAR and 16th Centuries, Leiden Vatandaşlarının Hukukî
1984, s. 20-21; Naim Durumu (1839-1914),
1 Bu yazı daha önce 8 Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc,
Güleryüz, Türk Yahudileri Ankara, 1996, s. 134.
sunduğumuz ve Dinsel Kahire, 1382, s. 72;
Tarihi I, İstanbul, 1993, s. 22 Ayrıntılar için bk. Ahmet
ve Kültürel Farklılıkların Hamîdullah, a.g.e., s. 175,
51-52. Yaman, “Zimmî”, TDV
Birarada Yaşaması: 220.
18 Ahmet Refik, On İkinci İslâm Ansiklopedisi (DİA),
İstanbul Tecrübesi 9 Buhârî, “Cizye”, 5; Ebû
Asr-ı Hicrî’de İstanbul c. 44, İstanbul, 2013,
Sempozyumu kitabında Dâvûd, “Cihâd”, 153; Hayatı (1689-1785), s. 434-438. Elektronik
(İstanbul, 2010, s. Tirmizî, “Diyât”, 11. İstanbul, 1988, s. 11-13. yayımı: https://
169-174) yayımlanmış 10 Serahsî, el-Mebsût,
olan bir bildiriye 19 Külliyyât-ı Kavanîn, c. islamansiklopedisi.org.tr/
İstanbul, 1983, 13/137; 2, No: 3991; c. 3, No: zimmi#2-fikih
dayanmaktadır. Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâi,
2 Necmettin Erbakan Beyrut, 1982, 6/280.
Üniversitesi İlahiyat 11 Antoine Fattal, le
Fakültesi Temel İslam Statut Legal des Non-
Bilimleri Bölümü. İslam Musulmans en Pays
Hukuku Anabilim Dalı
d’Islam, Beyrut, 1958,
3 Mâide, 5/48. s. 128’den nakleden
4 Yûnus, 10/99. Mehmet Akif Aydın,
5 Bakara, 2/26; Kehf, 18/29; “Osmanlıda Hukuk”,
Ğâşiye, 88/21-22. Osmanlı Devleti Tarihi
6 Şâfiî, Müsned, Beyrut, ts. I-III (ed. Ekmeleddin
Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, s. İhsanoğlu), İstanbul,
170. 1999, 2/420.
7 Sahîfe’nin bütünü için bk. 12 Hac, 22/40. Hasen el-
Muhammed Hamîdullah, Basrî’nin ayete getirdiği
Mecmû‘atü’l-Vesâikı’s- yoruma göre İslâm
Siyasiyye li’l-Ahdi’n- ülkesinde yaşayan
Nebevî ve’l-Hılâfeti’r- gayrimüslimlerin
Râşide, Beyrut, 1987, s. mabetleri müslümanlar
59-62. sayesinde korunmuştur.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 21


Boğaziçi’nde arasında geçen konuşma sonrasında teşekkül
eden Ermeni mezarlığı ile başlatılır. Anlatıya
göre dileği sorulan işçi başını ebediyen hisar
Gayrimüslimler civarındaki topraklara yaslamaktan başka bir şey
istememiştir.2
Kaynaklarda, daha çok bilinen Osmanlı
sultanlarının Ermeni amiralar ve Fenerli beyler
ile yakın ilişkileri dışında, Boğaziçi sakini
Dr. Elif Tokay1 gayrimüslimlerle irtibatına dair bazı olumlu
ve olumsuz anekdotlar da aktarılır: Sultan III.
Selim Beylerbeyi Sarayı’ndaki ikameti sırasında
bir gece karşı yakada, Kuruçeşme’de, ışıklar
görür ve oradaki hıristiyanların yıkık dökük
Boğaziçi kültürü ya da medeniyeti Türk kiliselerinde İsa’nın cenazesini anmak için
döneminde neşv ü neva bulmuş olmasına toplandıklarını öğrenir. Sultan hıristiyanların
rağmen gayrimüslimler çok uzun bir süre ayinlerinin sonunda kendisi için dua ettiklerini
bu müstesna yaşam biçiminin vazgeçilmez de öğrenince, Vezir Yusuf Mehmet Paşa’ya
unsurları olmuştur. Bugüne kadar Boğaziçi’nin Kuruçeşme’de eskisinin yerine yeni bir kilise
yalılarından, mesire yerlerinden, şifalı inşa edilmesi emrini verir.3 Arnavutköy’de
sularından çokça söz edildi ancak yerel tarih yalısı bulunan İstefenaki ve Aleko Bey hem
ya da anı yazımındaki eksikliğimiz pek çok II. Mahmut’un hem Sultan Abdülmecid’in
kıymetli hatıranın kaybolmasına neden ziyaretine ve hediyesine mazhar olmuştu.4
oldu. Osmanlı dönemi mahkeme sicilleri, Sultan Abdülaziz Beylerbeyi Sarayı inşaatına
Bostancıbaşı defterleri, Şirket-i Hayriye geç kalan Balyan Kalfa’nın sabah ibadetini
salnameleri, İstanbul’u ziyaret eden ya da Bağlarbaşı’ndaki kilisede yaptığını öğrendiğinde
payitahtta görev yapan yabancıların gözlemleri Kuzguncuk’ta bir kilise inşa etmesi emrini
ve edebî eserlerdeki Boğaziçi tasvirlerinde vermişti.5 II. Abdülhamid ise sefarethanelerin
müslim-gayrimüslim ilişkileri konusuna dair bulunduğu Tarabya’da millî günlere has
bilgi bulabilmek mümkün olsa da bu araştırma kutlamaların yapılmasına izin vermişti. Buna
ciddi bir emek gerektirmektedir ve çoğu kere mukabil XIX. yüzyılda bazı Rumların Osmanlı
umulandan daha az veri sunmaktadır. Devleti aleyhine çalışması nedeniyle III. Selim’in
Boğaziçi’nde Bizans döneminde inşa edilen İpsilantilerin Tarabya’daki yalılarını müsadere
-bugün birçoğunun yeri tam olarak tespit ettirdiği bilinmektedir.6 II. Mahmut da Boğaziçi
edilemeyen- bazı saray yapıları, kiliseler sakini Düzyanlardan iki kişiyi yalılarında idam
ve manastırlar dışında yerleşim yerine pek ettirmişti. Ancak daha sonra hata ettiğini fark
rastlanmazdı. Yerleşimin giderek yoğunlaştığı edince aileden bazı kişilere yüksek mevkide
Boğaziçi semtleri bilhassa sayfiye ve mesire görevler vermişti.7
yerlerine ilaveten tepelik kısımlarından dolayı Gayrimüslim beyler ya da elçiliklerde ve
Türk döneminde de köy olarak anılmaya Robert Kolej’de çalışan yabancılar ile Lazarist
devam etmişti. Avrupa yakasındaki bazı ve Assompsiyonist rahipler dışındaki Boğaziçi
sahil semtlerine gayrimüslimlerin yerleşmesi sakinlerinin hayatı da tıpkı Boğaz’da akan su
epey geç olmuştur. Türk döneminde meskûn gibi çoğunlukla durgun fakat bazen oldukça
gayrimüslim varlığı, Fatih Sultan Mehmet ile dalgalı idi. Osmanlı İstanbulu’nun ticaret hayatı
Rumeli Hisarı inşaatında çalışan Ermeni bir işçi her ne kadar Galata’daki gayrimüslim çevrede
22 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
yoğunlaşmış idiyse de Boğaziçi semtlerinde
çeşitli meslek erbabı pek çok Ermeni’ye, Rum’a
ve Yahudi’ye rastlamak mümkündür. Mahkeme
kayıtları arasında şikayetçi, sanık ya da şahit
olarak karşımıza çıkan hepsi birbirinden
renkli gayrimüslimlerle ilgili en dikkat çekici
konulardan biri ihtida edenlerin ya da ailelerinin
durumudur.8 Hatta Sarıyer’le ilgili toplu bir
ihtida hikayesinden bahsedilse de burada söz
konusu olan gönüllü bir ihtida değildir. XVII.
yüzyılda Rumeli Kavağı mevkiindeki Otuz Bir
Suyu denilen yerde yeniçeriler ile bir Ermeni
Robert
esnaf arasında çıkan çatışma sonucunda yeniçeri Kayıkçıların ekseriyetle Rum olduğu ve Kolej’in
ölünce, ahali yeniçeri ağasının topluca ihtida Türkçeyi kendilerine has bir şekilde “dişlerini çevresini
gösterir bir
etmeleri şartıyla kendilerini koruma sözünü gıcırdatarak” en yüksek perdeden “ciğeri
kart. (Kaynak:
kabul etmek durumunda kalmıştır. O sırada sağlam” ve hiç susmadan “geveze” konuştukları İstanbul Atatürk
orada bulunmayan ve sonradan Sarıyer’e yabancıların ve Türklerin aktarmayı ihmal Kitaplığı, Krt.
000422)
dönen Surp Hagop Kilisesi rahibi Sarıyan etmediği bir husustur.12 Çoğu kere Boğaziçi’nin
Vartabed’in ölümü sonrasında mevkiin Sarı bir parçası saydığımız Haliç’te, Balatlı, Hasköylü
Baba Tekkesi adı ile bilinen bir ziyaret yerine ve Ayvansaraylı sandalcıların 1862’de Mıgırdıç
dönüştüğünü düşünenler vardır.9 Ermenilerin Amira Cezayirliyan tarafından Ayvansaray
ve Rumların mühtedilerle bağlarını tam olarak ve Piripaşa arasına yaptırılan paralı geçişli
koparmadıklarını da hatırlatmak gerekir.10 ahşap köprüyü topluca yakıp yıktıkları ilginç
bir tarihî anekdot olarak unutulmamalıdır.13
Boğaziçi’nin orta halli gayrimüslimlerinin
Boğaziçi seferlerini başlatmasıyla Boğaziçi’ni
meslekleri arasında fırıncılık, balıkçılık,
daha ulaşılabilir kılan Şirket-i Hayriye’nin
kayıkçılık, basmacılık ve meyhanecilik gelmiştir.
Ömer Kaptan’dan önceki bütün kaptanları
Bilhassa fırıncılığı Ermenilerin başlattığı ve daha
Macaroviç’te olduğu gibi yabancı ya da
sonra Türklere devrettiği görülmektedir. Hagop
gayrimüslim idi.14
Mintzuri’nin İstanbul Anıları 1897-194011 isimli
eseri çocuk yaşta doğudan gelip Galata’daki Hasköy, Ortaköy ve Kuzguncuk gibi Boğaziçi
Ermeni okullarından sonra Robert Kolej’e kadar semtlerindeki bostanların İspanya’dan gelen
uzanan bir fırıncı çırağının, daha doğrusu yahudiler tarafından oluşturulduğu hatta
ekmek dağıtıcısının hayatını anlatmaktadır. enginarın Avrupa’dan gelmesinin de aynı
Mintzuri 1897-1940 İstanbul’unda geçen yahudiler eliyle gerçekleştiği bilinmektedir.15
hayatının neredeyse tamamını boğazın Avrupa Yalı sakinleri kayıklarla sebze meyve ve deniz
yakası sahilini boylu boyunca yürüyerek ürünleri satan satıcılardan taze yiyecekleri
katetmekle geçirmiştir. Mintzuri’nin Rumeli uygun fiyata almaktan gayet memnundu.16
Kavağı’ndan Eminönü’ne kadar olan kısımda Pierre de Tchihatchef17 Boğaziçi boyunca farklı
tanıştığı beyler, hanımlar, memurlar, din üzüm türlerinin yetiştirildiğini ve bu güzel
adamları ve şehre göç etmiş çeşitli mesleklerle üzümlerin sadece hıristiyanlar tarafından şarap
hayata tutunmaya çalışan Anadolu insanına yapılmak üzere değerlendirildiğini belirtir.
dair anlatıları kadar Üsküdar’la ilgili anıları ve 1840’lar Osmanlı payitahtında şarap üretimi,
gözlemleri de önemlidir. kullanımı ve satımı konusunda Rumların
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 23
cesaretinin arttığı da aktarılmaktadır. Mezelerin gayrimüslim evlerinin daha çok kurşunî
en güzelini yapanlar da Rum barbalardır. renkte olduğu bilinmektedir. Pardoe Ermeni
Miss Julia Pardoe18 İstinye’deki korulukta, evlerinin temizliğinden bahsetmeden edemez.
Türk ve Rum kadınların piknik yaptıklarından Ermenileri önemli şeylerle ilgilenmeyen,
söz eder. İffet Evin’in19 hatırında da Vaniköylü kendilerini geliştirmemiş insanlar olarak
İbrahim Reis’le Yorgo Usta’nın arkadaşlıkları ve tanımlarken objektif olmadığı açıktır. Oysa İffet
bu iki balıkçının birbirleriyle kardeşçe geçinen Evin24 “Anadolu kıyısındaki yalılara […] elinde
hanımlarının birlikte ağ tamir edişleri önemli şemsiyesi eksik olmayan, tertemiz giyinen yaşlı
bir yer edinmiştir. Türk-Rum birlikteliğinin en bir Ermeni öğretmen[in] hem alafranga hem de
güzel örneklerinden birini de Çengelköylüler meraklılarına alaturka piyano çalmayı öğretmek
sergilemiştir. Kuzguncuk esnafından kasap için yalılara gelirdi.” demeyi ihmal etmemiştir.
Ahmet Efendi’nin bakkal Evro için “Onun
İngiliz konsolosluğu çevresinden Dorina L.
Allah’ı var” demesi20 ya da Darüssaade-i şerife
Neave,25 bahar temizliği döneminde herkes
haremağalarından Abdülgani Ağa’nın çok
tarafından yana yakıla aranan Karabet
sevdiği bir genç olan Hagop Mintzuri’ye “Olan
Efendi’nin maharetinden bahsederken halıların
Agop, yazık ki Armenisin, müslüman olaydın
seni sarayın Kur’ân hafızı [ya da mabeyine ve kilimlerin Boğaz suyunda yıkandığını ve
kâtip] yapardım” sözleri21 müslüman Türklerin Boğaziçi kıyısında kurumaya bırakıldığını
gayrimüslim yakınları için kalben hissettiklerini aktarır. Neave deniz hamamlarından, kadın-
ya da dileklerini açığa çıkarmaktadır. erkek birlikte denize girilmeye başlandığında
yaşanan gerginlikten (kadınlara has sahillerin
Şirket-i Hayriye çalışanlarından Ömer
olduğu bilinmektedir), Kandilli’deki tenis
Kaptan’dan çokça aktarılan şu söz özellikle
kortlarından ve polo oyunlarını izlemeye gelen
Boğaziçili gayrimüslimleri tasvir etmek
şık Rum kadınlarından da söz eder. Bir İngiliz’in
açısından çok önemlidir: “Çengelköy’ün
Boğaziçi kışlarının dondurucu soğuğundan
sebzevatı, Beylerbeyi’nin teşrifatı, Kuzguncuk’un
haşeratı nedeniyle iskelelere vaktinde varmak bahsetmesi boğazın ta XVII. yüzyılda donduğu
olanaksızdır”. Çengelköy’den yüklenen sebze bilgisini akla getirmektedir. Tifo ile mücadele
kasaları ya da çuvalları, Beylerbeyi eşrafının ettikleri günlerde vapurların kendilerini rahatsız
aşırı nezaketinden dolayı vapura binmekte etmemek için yalılarının önünden geçerken
gecikmeleri ve Kuzguncuk ahalisi yahudilerin düdüklerini çalmadıklarını aktarması da
çok çocuklu olması çok dakik olan Ömer ilginçtir. Evlerden söz ederken Robert Walsh’ın26
Kaptan’ı bile çaresiz bırakmıştır. Boğaziçi dikkat çektiği şu hususu zikretmemek olmaz:
anılarını aktaran yazarlar yahudi kadınları “Din adamlarının evleri [de] bu neşeden
genelde bembeyaz tenli, çilli ve kızıl saçlı mahrum değildir. Manastıra bağlı olmayan Rum
olarak tasvir etmiştir. Hıristiyan gözlemciler papazlar evlenebilirler, dinleri neşeyi yasaklamaz
yahudilerin kel olduğunu, eski kıyafetler ama bir hayli perhiz gerektirir. Aileleri genelde
giydiklerini, pis olduklarını ve azizlerinin kalabalıktır. Buradaki “papaz evinde” bekarlık
olmadığını belirtmeden geçmezler. 22 kaidesinin Latin Kilisesi’ne getirdiği o dünya
Osmanlı döneminde Türklerin ahşap evler nimetlerinden kendini çekmiş, ciddi ve disiplinli
inşa ettiği fakat Rumların kâgir evleri tercih hava yoktur.” Tarabya’daki Andon Hovsep
ettikleri bilinmektedir. Miss Pardoe23 Bebek’ten Tıngıryan’ın yazlığının bahçesine yaptırdığı
ilerisindeki evleri tasvir ederken hıristiyanların şapel zengin ailelerin aile şapelleri ve rahipleri
evlerinin dışarıdan büyük görünmesi için olduğunu ve buralarda pazar ve bayram
iki renge boyandığını belirtir. Esasında ayinlerinin yapıldığını göstermektedir.27
24 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Kandilli Surp
Yergodasan
Arakelots
Ermeni
Kilisesi’nde
bulunan
Kütahya
çinileri
Ermeni
ustalar
tarafından
yapılmıştır.
Oldukça canlı
renkleriyle
dikkat çeken
çinilerden
birindeki
Aya Yorgi
tasviri Ermeni
özellikleri
taşımasından
dolayı nevi
Boğaziçi semtleri ya da köylerinde bazıları hâlâ Dinî yaşam açısından adeta Aynaroz’a benzetilen şahsına
aktif olarak kullanılan Rum ve Ermeni kiliseleri Boğaziçi’nde31 Hıristiyan dindarlığına damgasını münhasırdır.
ile sinagoglara rastlamak mümkündür. Bizans vuran en önemli unsurlardan biri ayazmalardır.
döneminde Tophane, Fındıklı, Dolmabahçe, Ayazmalar genellikle taş merdivenlerle
Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek, inilen ikonların (bazen ikonostasisin), yağ
Rumeli Kavağı, Altınkum, Umuryeri, Çubuklu, kandillerinin, şamdanların, avizelerin, aziz
Kanlıca, Beylerbeyi, Kuzguncuk ve Üsküdar tasvirlerinin, kuyuların, tulumbaların, çeşitli
gibi sahil bölgelerinde kilise ve manastırların
su kaplarının ve çeşitli taşlardan yapılmış su
olduğu düşünülmektedir. Ancak bu yapılara
teknelerinin bulunduğu küçük mekanlardır.
ve işlevlerine dair bilgimiz oldukça kısıtlıdır.
Göksu’daki Aziz Panagia ve Çengelköy’deki
Türk döneminde hıristiyanların dinî bayram
Aziz Pandeleimon ayazmalarına gelen çeşit
kutlamaları yabancı gözlemcilerin oldukça
çeşit dinden insanın renkli tasvirlerine
ilgisini çekmiştir. Batılı yabancılar Ortodoksların
festival şeklindeki Paskalya kutlamalarını ve romanlarda dahi rastlamak mümkündür.
düğünlerini beğenirken cenaze törenlerinden Kimilerinin yeri bazı kişilere rüyalar yoluyla
ürkmüştür. Rum cenazelerinde tabutta taşınan bildirilen, azizlik ve şifa ilişkisini birleştirerek
cenazenin yüzünün açıkta bırakılması ve çok güçlü bir çekim gücü oluşturan ayazmalar
Ermeni vaftiz töreninde bebeklerin sert ve hızlı Boğaziçi kültüründe o kadar abartılmıştır ki E.
hareketlerle suya daldırılması korkutucu ve Dutemple32 “müslümanların [yakında] dinlerine
vahşice bulunmuştur.28 karşı gelmeksizin içecek su bulamayacakları”
tahmininde bulunmakta haklı görünmektedir.
Boğaziçi’ndeki Rum Ortodoks kiliselerinin
sahil kısmında olanlarının Aziz Nikola’ya Yine suyla ilgili olan vaftiz ayininin yapıldığı
adandığı ve Rum gemicilerin içlerinde gemi vaftizhanelerin en ilginçlerinden birine Kandilli
maketleri bulunan bu kiliseleri sefere çıkmadan Surp Yergodasan Arakelots Ermeni Kilisesi’nde
önce ziyaret ettiği bilinmektedir.29 XIX. asra rastlamak mümkündür. Burada bulunan
gelindiğinde sayıları artan Aziz Paraskevi Kütahya çinileri Ermeni ustalar tarafından
takipçiliğinin Bizans’tan bu yana bu kültü yapılmıştır. Oldukça canlı renkleriyle dikkat
yaşatan Hasköy’den geçtiği düşünülmektedir.30 çeken çinilerden birindeki Aya Yorgi tasviri
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 25
Ermeni özellikleri taşımasından dolayı nevi köfteci) ve Madam Raşel (kasap) gibi kadın
şahsına münhasırdır. esnaflara rastlamak da mümkündür. Madam
Raşel gibi Kuzguncukluların genelde argo
Ayazma kültüründen daha güçlü başka bir
konuşmayı tercih ettiği aktarılmaktadır.
su düşkünlüğüne Boğaziçi’nin şifalı suları
Şifacı Cabir Amca’nın müdavimleri arasında
çerçevesinde rastlanmaktadır. Başta Sarıyer
yahudiler ve hıristiyanlar da bulunmaktaydı.
olmak üzere Arnavutköy, Beykoz ve Vaniköy
Doktor Minasyan öldüğünde camide onun için
şifalı suları meşhurdur. Bazı yazarları
salâ verilmişti. Ramazan davulculuğu işini bir
gayrimüslim sâzendelerin, hânendelerin ve
musevî üstlenmişti. İsrail’in kurucularından
tiyatrocuların icrada bulundukları mesire
Davit Angel’in ve yazar Kevork Pamukçiyan’nın
yerlerine dönüşen şifalı su merkezlerindeki
Kuzguncuklu olması dikkate değerdir. Genel
hizmeti ve ziyaretçileri karşılaştırırken ve bu
havasına çoğu kez huzurun hâkim olduğu bu
eğlence kültürünün zamanla bozulduğundan
semtte farklı dinden insanların birbirlerine
yakınırken buluruz.
şaka yollu takılması çok normal bir şeydi.
Şimdi Boğaziçi’nde üç dinin temsilcilerinin Müştak isimli şahsın haham kılığına bürünmek
ilişkileri açısından incelenecek en güzel suretiyle bir cenaze kaldırıyormuş gibi yaparak
yerlerden biri olan Kuzguncuk ile devam gerçek hahamı şaşırtması ya da Rum-Ermeni
edelim. G. V. İnciciyan’ı referans alan kaynaklar atışmasının veyahut da müslümanların Paskalya
Kuzguncuk Maşatlığı’na gömülmenin musevîler ayinine giden Rumların sokaklara taşan
için Kudüs’te gömülmek kadar önemli olduğunu sofralarındaki yiyecekleri tüketmesi gibi olaylara
aktarırlar. İnciciyan’ın33 ifadesiyle “Gömülmek rastlamak şaşırtıcı değildi. Kuzguncuk’ta annesi
için buranın toprağı, Kutsal sayılır Yahudilerce, Rum, babası yahudi, eşi müslüman Türk bir
Burada kuruludur tahtı, Kudüs’teki din şahsa rastlamak da normal bir vakıadır. Dişçi
yardımcısının.” Kuzguncuk’ta iki adet sinagogla Hrant gibi, bir Türk’le evlenerek İslâm’ı seçenler
bir mezarlıkları bulunan yahudilerden sonra de olmuştur. 6-7 Eylül olaylarına kadar İcadiye
semte damgasını vuranlar iki adet kiliseleri Caddesi’nin trafiğe kapatılarak Paskalya için
ile Rumlar olmuştur. Bağlarbaşı’ndaki Rum süslenmesi ve burada laternalar eşliğinde üç gün
ve musevî mezarlıkları bunların devamı ve gece boyunca eğlenilmesi gayet normaldi.35
niteliğindedir. Ermenilerin çoğunlukta olduğu
Boğaziçili gayrimüslimlerin hukukî
Bağlarbaşı’nın Yenimahalle’si de Kuzguncuk’un
meselelerde müslümanları kendilerine vekil
devamı gibi kabul edilir. Kuzguncuk sahilindeki
olarak tayin etmesi gibi olayların çokça
Surp Kirkor Lusavoriç Kilisesi’nin yanına 1952
yaşandığı bilinmektedir. Ancak hamamların
yılında Kuzguncuk Camii inşa edilmiştir. Hatta
farklı günlerde kullanılması gibi bazı
kilisenin cami yapımına 500 TL yardımda
ayrışmaların yapıldığı da görülmektedir. Farklı
bulunduğu bilinmektedir. Semtte bu kilisenin
dinden komşuların kimi zaman düştükleri
ilkokuluna ilaveten bir Rum ilkokulu ve Alliance
anlaşmazlıklar yerini ciddi çatışmalara
Israelite okulları hizmet vermiştir.34
bırakmıştır. 1808 yılında, Şeyhülislam Esseyyid
Kuzguncuk esnafının büyük çoğunluğu Mehmed Ataullah Efendi’nin, “Karadeniz
gayrimüslim idi. Yahudilerin balıkçılık ve Boğazı fenerindeki bir kilisede” bir asker
zerzevatçılıkla; Rumların kahvecilik, berberlik tarafından ezan okunmasının ardından,
ve meyhanecilikle; Ermenilerin de kuyumculuk oranın cami yapılması gerektiği iddiasına karşı
ve tuhafiyecilikle uğraştığı bilinmektedir. çıktığı görülmektedir.36 Mesela Evliya Çelebi,
Kuzguncuk basmasını ilk üreten kişi hassa Yeniköy’de yahudi bulunmadığını bildirdikten
mimarı Sarkis Kalfa’nın (ö. 1737) oğlu Kevork sonra aksi olsaydı Rumların yahudileri öldürmek
Usta olmuştur. Madam Marika (gazinoda isteyeceğini söyler.37
26 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
1821 Mora İsyanı’nın ardından evlerini Yunan 11 Çev. Silva Kuyumcuyan, 26 Robert Walsh, İstanbul
haz. Necdet Sakaoğlu, Manzaraları: Rumeli’de
bayrakları ile donatan, yüksek sesle şarkılar
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, ve Batı Anadolu’da
söyleyen bilhassa “Küçük Atina” diye anılan 4. basım, 2002. Gezintilerle, Türkiye İş
Arnavutköy gibi yerlerde daha önce kapanan 12 Helmut von Moltke, Bankası Kültür Yay., 2013,
pencere kepenklerini açarak mutlu bir “Türkiye Mektupları s. 160.
(Boğaziçi’nde Gezinti)”, 27 Hançer, a.g.m., s. 361.
şekilde konuşan Rum kadınları Türkleri hayli haz. Necati Güngör,
üzmüştür.38 Tarabya’da ve çevresinde Giritli 28 Neave, a.g.e., s. 23, 91,
Boğaziçi Büyüsü, İnkılap
126, 127.
Andon’un ve çetesinin insanları bıktırması, Yay., 1999, s. 149-151,
150. 29 Haluk Dursun,
Yenimahalleli Rumların iskele direğine çıkarak Boğaziçi’nde Kırk Yılım,
13 Ünal Kurtçu, Boğaziçi
Yunan bayrağını dikmesi gibi olaylar ise Türkleri Tiryakiliği, Elips Yay.,
Heyamola Yay., 2009, s.
derinden etkilemiştir. Fakat Kurtuluş Savaşı 2007, s. 381. 157.

sırasında, millî mücadelede yer alan Büyükdereli 14 Abdürrahim Cabir Vada, 30 Meropi Anastassiadou,
Boğaziçi Konuşuyor “İstanbul’da Yaşayan
Karabet Bey ve Davit Sehakkuli gibi kişiler takdir Rumların Sosyal
ve Kanlıca Tarihçesi,
edilmiştir.39 Hagop Mintzuri’nin anılarında Kitabevi, Yay., 2004, s. Hayatında Din”, Antik
karşımıza çıkan Mustafa Ağa’nın fırının önünde 35-36, 70. Çağdan XXXI. Yüzyıla
kendini siper edip Ermeni dostlarını koruması 15 Mina Rozen, A History of Büyük İstanbul Tarihi,
the Jewish Community in İSAM&İBB Kültür, 2015, s.
da önemli bir anekdottur.40 90-119, 117.
Istanbul: The Formative
Musevî Tanburî İsak Efendi’nin (1745-1814), Years 1453, 1566, Brill, 31 Semavi Eyice, Bizans
2010, s. 228-229. Devrinde Boğaziçi,
müzikolog Ermeni Gomidas Vartabed’in (1869-
16 Dorina L. Neave, Yeditepe Yay., 3. basım,
1935) ve şair Rum Konstantinos Kavafis’in Twenty-Six Years 2017, s. 130.
(1863-1933) geçtiği bir Boğaziçi’nin sadece on the Bosphorus, 32 E. Dutemple, En Turquie
hatıralarda kalması ne acı… Grayson&Grayson, 1933, d’Asie, Notes de voyage en
s. 217. Anatolie, Paris, 1883, s.
17 İstanbul ve Boğaziçi, çev. 45-46.
Ali Berktay, Türkiye İş
NOTLAR 33 G. V. İnciciyan, Boğaziçi
Bankası, Kültür Yay. 2018,
Sayfiyeleri, Eren Yay.,
1 İstanbul Üniversitesi 6 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, s. 167.
İlahiyat Fakültesi Felsefe a.g.e., s. 78, 79. 2000, 152.
18 Miss Julia Pardoe, The
ve Din Bilimleri Bölümü 7 Boğos Levon Zekiyan, 34 Ebcim, a.g.e., s. 27, 71.
Beauties of the Bosphorus,
Dinler Tarihi Anabilim Kayıp Kentten Manevi 1838, s. 132. 35 Ebcim, a.g.e., s. 21, 61,
Dalı Vatana: Ermeni Tarihine 127, 139, 144, 145,
19 İffet Evin, Yaşadığım
2 Elmon Hançer, Toplu bir Bakış Denemesi, Boğaziçi: Anılar, Öyküler, 154-155, 174, 194. John
“Boğaziçi’nde Ermeni çev. Sema Postacıoğlu, İletişim Yay., 1999, s. 39. Freely, The Bosphorus,
Mezarlıkları”, ed. Haluk Aras Yayıncılık, İstanbul, Redhouse, 1993, s. 141.
20 Nedret Ebcim, Üç Dinin
Sezgin, Geçmişten 2018, s. 225-226. 36 Eyice, a.g.e., s. 130.
ve Ünlülerin Buluştuğu
Günümüze Boğaziçi, c. 1, 8 Timur Kuran, ed., 37 Kurtçu, a.g.e., s. 374.
Semt: Kuzguncuk, İleri
387-397, 388. Mahkeme Kayıtları Yay., 2005, s. 137. 38 İffet Evin, Eski Boğaziçi
3 Dimitri Demirci, “Boğaziçi Işığında 17. Yüzyıl
21 Mintzuri, a.g.e., s. 13. İnsanları, İstanbul, 1992,
Rum Kiliseleri”, ed. İstanbul’unda Sosyo-
22 Mintzuri, a.g.e., s. 65. s. 39-40.
Haluk Sezgin, Geçmişten Ekonomik Yaşam, c. 1,
Günümüze Boğaziçi, c. 1, Türkiye İş Bankası Kültür 23 Pardoe, a.g.e., s. 42, 214, 39 İbrahim Balcı, Milli
s. 261-266, 261. Yayınları, 2010, s. 433- 215. Mücadelede Boğaziçi,
4 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, 764. 24 Evin, a.g.e., s. 18. Diğer Yayınevi, 2004, s.
Boğaziçi’ne Dair, Türkiye 9 Elmon Hançer, a.g.m., s. 25 Neave, a.g.e., s. 133-134, 39-40, 50, 89, 169.
Turing ve Otomobil 275-276. 141, 147, 148. 40 Mintzuri, a.g.e., s. 7.
Kurumu, 1986, s. 67. 10 Nevzat Erkan, Osmanlı
5 Elmon Hançer, “Boğaziçi Üsküdar’ında Toplumsal
Ermeni Cemaati ve Hayat (18. Asır Üsküdar’da
Kiliseleri”, ed. Haluk Müslim-Gayrimüslim
Sezgin, Geçmişten İlişkileri), Üsküdar
Günümüze Boğaziçi, c. 1., Belediyesi Yayınları, 2015,
s. 267-367, 327. s. 167.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 27


Boğaziçi kaplanmıştı. Camiin hünkâr mahfeli ve yanında
bir sıbyan mektebi, zaviyesi ve imareti vardı. Bu
manzume altı defa yangın felâketi geçirmiştir.

Dergâhları Sadece cami ve türbe günümüze ulaşmıştır.

2. Tophane-Karabaş Tekkesi
Babüssaade Ağası Karabaş Mustafa tarafından
XVI. yüzyılda yaptırılmış, müteaddit
zamanlarda tamir görmüştür. 1957 yılında
Mehmet Cemal Öztürk1 temelden yıkılıp, namazgâh, mektep ve zâviyesi
üzerinden yol geçirilmiştir. Bilahare 1962 yılında
cami yeniden inşa edilmiştir. Zaviye bir Halvetî
zâviyesi iken bilahare Kadirî ayinlerinin yapıldığı
Bu yazıda Boğaziçi dergâhlarını tespit bazı kaynaklarda yer alır.
sadedinde Rumeli kıyısını Tophane’den başlatıp
Karadeniz’e, Karadeniz’den de Anadolu kıyısını Haziresinde medfûnîn arasında bânisi ile Kılıç
Kuzguncuk’ta bitirmek şeklinde bir tahdide Ali Paşa Camii yazılarının hattatı Demirci Kulu
gidildi.2 Zira Boğaziçi ilçelerinin tüm dergâhları Yusuf Efendi de vardır. Demircikulu Yusuf
ele alındığı takdirde elli civarında bir sayıya Efendi, Hattat Ahmed Karahisarî ekolünün son
ulaşılacaktır ki bu, yazının hacmini oldukça temsilcisidir. Demircikulu, Topçu ocağında/
zorlayacaktır.3 Tophane-i Amire’de “Ulufeli Duacılık”
hizmetinde bulunmuştur. Top dökümü
Bilindiği üzere “tekke” ve “dergâh” aynı esnasında, ateş yakılmadan evvel ocak başında
mânâya gelse de “âsitâne” merkez tekkeyi ifade dua eden kimselere “Ulufeli Duacı” denilirmiş.
etmektedir ve daha müştemilatlıdır. Bir de Bu vazife daha sonra burada bulunan Karabaş
“zâviye” tabiri kullanılır ki bu da küçük tekkeleri Zaviyesi şeyhliğine tahsis olunmuş.
ifade eder. Ayrıca tekkeler müstakil yapılar
olduğu gibi bir kısmı ev-tekke denen türde 3. Fındıklı-Keşf î Cafer Tekkesi
olup, şeyhin evinin bir kısmını tekke haline
Fındıklı’da Kânûnî devri Kıbrıs Beylerbeyi
getirmesiyle oluşmuş veyahut da camilere vaz‘-ı
meşihat denilen uygulama ile camileri-mescitleri Ahmed Paşa’nın eşi Perizat Hatun tarafından
aynı zamanda tekke olarak kullanmak söz 1575’te Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Mescit-
konusu olmuştur.4 zaviye, türbe, çeşme ve mektepten oluşmaktaydı.
Ahmed Paşa’nın yalısının bahçe kısmına
Boğaziçi Rumeli Yakası Dergâhları yapılmıştır. Zakir Şükrü’nün Mecmua-i
Tekâyâ’sında “bina-yı tekke 1008/1600” olarak
1. Cihangir Âsitânesi gösterilmektedir. Tekke, Halvetî-Sünbülî
Aynı adla anılan cami ile bir bütün teşkil tekkesidir. İlk şeyhi Yemenî Hasan Efendi
eden tekkenin bânisi, Halvetiyye tarikatının halifesi Hasan Efendi’dir. Bu zatlar hakkında
Cihangîriyye şubesinin kurucusu Şeyh Hasan bilgi bulunmamaktadır. Tekkeye adını veren
Burhâneddin Cihangîrî’dir (v.1663). Bu camii ikinci şeyhi Keşf î Cafer Efendi’dir. Koca Mustafa
ilk defa 1559 yılında Kânûnî Sultan Süleyman; Paşa Sünbülî tekkesi şeyhlerinden Hasan Adli
1552 yılında Halep’te ölen oğlu Cihangir adına Efendi’nin halifelerinden olan Keşf î Cafer
Mimar Sinan’a yaptırmıştır. Mimar Sinan Efendi (v. 1643) İstanbullu’dur. “Keşf î” mahlası
eserlerini yaparken yerin hususiyetini göz ile söylediği bir hayli ilahileri bulunmakta ise
önünde tuttuğu için camii kârgir kubbe ile değil, de pek azı günümüze ulaşmıştır. Hatuniye adı
“çarpuşta” denilen ahşap kubbe ile örtmüştür. da verilen bu yapı topluluğu 1956’da istimlak
Bu kubbe Ramazan Efendi Camii gibi kurşunla edilerek tarihe karışmıştır.5
28 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Beykoz’da
Raûfî Tekkesi
diye de
bilinen Hafız
Mehmed
Efendi
Dergâh-ı
Şerif’inin
şeyhi Ahmed
Cemaleddin
Efendi’nin
el yazısıyla
tarikatlerin
silsilelerine
dair bir kâğıt.
Sonunda da
kendi mührü
bulunuyor.
(M. C. Öztürk
arşivi)

4. Kabataş-Çizmeciler Tekkesi Ağası Emin Ağa Sebil ve çeşmesi bitişiğinde


Beyoğlu İlçesi, Kabataş’ta, Ömer Avni Mahallesi, yer alan mescit Çakır Dede adlı bir hayır
Meclis-i Mebusan Caddesi’nde, Hekimoğlu Ali sahibi tarafından 1688’den önceki bir tarihte
Paşa çeşmesinin6 önündeki büyük çınar ağacının yaptırılmıştır. Zamanla harap olan mescit
yanında medfun olan Fatih Sultan Mehmed’in Tersane Emini Hacı Hüseyin Ağa (v. 1753)
Çizmecibaşısı Mahmud Bedreddin Ağa, tarafından fevkânî (iki katlı) olarak ihya edilmiş,
tarafından 1498’de inşa ettirilmiştir. Tarihinde ayrıca bir minber eklenmek suretiyle camiye
geçirdiği tamirler tesbit edilememektedir. 1865’te dönüştürülmüştür.
basılmış olan Hadikâtü’l-Cevâmi, fevkânî olan Neccarzade Rıza Efendi’nin halifelerinden
bu mescidin yıkılmış olduğunu kaydeder. Yerine
ve Güzelce Kasımpaşa Camii’nin cuma vaizi
bilahare Sürre Emini Denizlili Hüseyin Efendi
olan Attarzade Şeyh Mustafa Efendi (v.
vakfından Halvetî tekkesi kurulmuştu. Evliya
1790) mescidin alt katına Halvetî/Sünbülî ve
Çelebi bu tekkenin deniz kenarında olduğunu
Nakşibendiyye meşihati vaz’ etmiştir. Mektep
kaydettikten sonra, semtin bir mesiresi olduğunu
binası ise XIX. yüzyıl sonlarında eve dönüşmüş,
da yazıyor.7 Yanındaki namazgâh ve karakol da
1950’li yıllarda yol açılırken ortadan kaldırılmıştır. mektebin alt katı dükkân olarak kullanılmıştır.
II. Mahmud ve II. Abdülhamid dönemlerinde de
5. Dolmabahçe-Çakır Dede/Karaabalı Tekkesi tamir görmüştür.
Beyoğlu ilçesi, Kabataş-Ömer Avni Mahallesi Harem ve meşihat meşrutası bölümü 1930’lu
Meclis-i Mebusan Caddesi’nde, Sipahiler yıllarda yıkılmıştır. Diğer bölümler ile mektep ve
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 29
sebil 1958’e kadar ayakta kalabilmiş. Bu tarihte Mahmud aynı sarayı 1836-1838 arasında
mektep ve tekke binası yıktırılmış, sebil binası ve büyütmek istediğinde Hanım Kadın Mescidi ve
hazîresi ise sökülerek daha geriye taşınmıştır.8 Eğribozlu Hacı Ahmed Ağa Mektebi gibi diğer
bazı hayır eserleriyle beraber mevlevîhâneyi de
6. Beşiktaş-Neccarzâde Rıza Efendi Tekkesi yıktırarak arsasını saray arazisine katmıştır. Bu
Neccarzâde Rıza Efendi (v. 1746) 1679’da arada Mevlevîhâne bitişikteki Musâhib Abdi
doğmuştur. Üsküdar’da başladığı tahsilini Bey Yalısı’na nakledilmiştir. Sultan Abdülaziz,
Beşiktaş’ta Sinan Paşa Medresesi’nde sürdürdü. ağabeyi Sultan Abdülmecid’in 1860’da yıktırdığı
Bir yandan da hat dersleri alarak bu alanda Çırağan Sahilsarayı’nın yerine eskisinden
kendini yetiştirdi. Hüdâyî Âsitanesi şeyhi Yâkub daha büyük olan bugünkü sarayını yaptırırken
Afvî’nin tavsiyesiyle Celvetî şeyhi Mustafa 1868’te mevlevîhâne olarak kullanılan yalıyı
Fenâyî’ye intisap ederek hilâfet aldı. 1710’da da yıktırınca Beşiktaş Mevlevîhânesi ikinci
Ruslara karşı ilan edilen gazâya katılmak üzere defa zarar görmüştür. Bu defa Mevlevîhâne
Edirne’ye gitti. Burada Nakşibendî-Müceddidî önce geçici olarak Fındıklı’daki Karacehennem
şeyhi Arapzâde Mehmed İlmî Efendi’nin İbrahim Paşa Konağı’na, 1870’te de Maçka
müridi oldu ve 1711’de hilâfet alarak ertesi yıl sırtlarında inşa ettirilen yeni binaya taşınmıştır.
İstanbul’a döndü. Bir süre Beşiktaş’taki Sinan Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin devamı niteliğindeki
Paşa Camii’nde imamlık yaptı. Caminin yanında Maçka Mevlevîhânesi de ancak dört yıl
bulunan ve daha sonra kendi adıyla anılacak ayakta kalabilmiş ve 1874’te halen İstanbul
olan tekkeyi inşa ederek irşatta bulundu. Tekke Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi olarak
daha ziyade Nakşibendîliğe bağlı olmuştur. kullanılan kışlaya yer açmak için ortadan
kaldırılmıştır. O tarihteki postnişin Hüseyin
1958’de tarihe karışmıştır.
Fahreddin Dede Efendi, ailesi ve dedegânı
7. Beşiktaş Mevlevîhânesi ile beraber Eyüp Bahariye’de, bahçelerinde
aynı yıl Bahariye Mevlevîhânesi’nin yapımına
İstanbul’daki Mevlevî âsitânelerinden olan
başlanan Hatab Emini Mustafa ve Hüseyin
tekke, Vezîriâzam Damad Ohrili Hüseyin Paşa efendilerin yalılarına taşınmıştır. Bu arada
tarafından 1622’de halen Çırağan Sarayı’nın Hasan Nazif Dede’nin naaşı önce Beşiktaş’tan
bulunduğu yerde kurulmuştur. Gelibolu Maçka’ya, sonra Maçka’dan Bahariye’ye,
Mevlevîhânesi’nin bânisi ve ilk postnişini Mehmed Said Dede’ninki ise Beşiktaş’tan
Ağazâde (Yeniçeriağasızâde) Şeyh Mehmed Bahariye’ye nakledilmiş, diğer kabirler Çırağan
Hakîkî Dede Efendi, kendi mensuplarından Sarayı’nın bodrumunda kalmıştır. 1987 yılında
olan Hüseyin Paşa’nın ricası üzerine Beşiktaş otel olarak kullanılmak üzere restorasyonuna
Mevlevîhânesi’nin meşihatını da üstlenmiştir. başlanan sarayın bodrumunda bulunan kabir ve
Kaynaklarda belirtildiğine göre Ağazâde mezar taşları Galata Mevlevîhânesi hazîresine
Mehmed Efendi her iki meşihatı birlikte nakledilmiştir.9
sürdürmüş, küçük bir yelkenliyle Gelibolu-
İstanbul arasında gidip gelerek mukabele günü 8. Beşiktaş-Yahyâ Efendi Dergâhı
olan çarşambaları bir hafta Gelibolu’da, bir
Yahyâ Efendi (v. 1571) 1495 yılında Trabzon’da
hafta Beşiktaş’ta geçirmiştir. Bu yelkenlinin
doğdu. Babası Şâmî Ömer Efendi Trabzon
bir maketinin tekkenin son günlerine
kadısı iken Şehzade Selim Efendi de Trabzon
kadar semâhânenin tavanında asılı olduğu
Sancak Beyi idi. Yahyâ Efendi doğduğu sıralarda
söylenmektedir.
Selim Efendi’nin oğlu Süleyman da dünyaya
III. Selim, Çırağan Sahilsarayı’nı tamir ettirip gelmiş ve bilvesile ikisi sütkardeş olmuşlardır.
genişlettiği sırada 1804 yılında Beşiktaş Bilahare İstanbul’a gelerek tahsilini tamamlamış
Mevlevîhânesi’ni yeniden inşa ettirmiş, II. ve medreselerde müderrislik yapmış.
30 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Müderrislikten ayrıldıktan sonra bugünkü faaliyet göstermiştir. Rivayete göre Sultan I.
dergâhının bulunduğu yeri alarak oraya ve Ahmet döneminde bu tekkede postnişin olan
bilahare Anadolu Kavağı’nda mescit-medrese- Akkirmanlı Ali Baba’nın hemşehrisi Durmuş
hamam yaptırmıştır. Beşiktaş’taki tekke, Dede, kaptan ve gemicileri arasında şöhret
medrese ve türbesini Mimar Sinan yapmıştır. kazanmış, bu sebeple tekke o zamandan itibaren
Üveysî olarak tanınan Yahyâ Efendi dergâhında onun adıyla anılmıştır.
Kadirî ve Nakşî şeyhleri irşatta bulunmuştur.
Son şeyhi Abdülhay (Öztoprak) Efendi (v. Tekke XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Cerrahî
1961)’dir. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarikatına intikal etmiştir. 1894’te bu tekkenin
dergâhın civarında oluşan kabristana birçok idaresi kendisine tevdî edilen Şeyh Eşref Efendi
tarikat ehli, devlet ricali, ulema, hanedan ve burada uzun yıllar şeyhlik yapmıştır. Durmuş
saray mensubu gömülmüş ve türbenin çevresi, Dede Tekkesi, 1938 sonrası Bebek-Rumelihisarı
XIX. yüzyılın ikinci yarısında önce Osmanlı kara yolunun genişletilmesi sırasında yıktırılarak
üst tabakasının mezarlığına, daha sonra da tamamen ortadan kaldırılmıştır.10
padişahın aile mezarlığına dönüşmüştür.
Türbesinde son dönem Nakşibendî şeyhlerinden 11. Rumelihisarı-Karabaş Tekkesi
ve Miftâhü’l-Kulûb isimli eserin müellifi Sarıyer, Rumelihisarı Mahallesi Ali Pertek
Mehmet Nuri Şemseddin Efendi (v. 1886) de Sokak yanındaki Torlak Fırını Sokak’ta idi.
medfundur. Mir’at-ı İstanbul’da Fatih’in hocalarından
Karabaş Velî’nin mescidi ve türbesi olduğu
9. Rumelihisarı-Kayalar Mescidi Tekkesi
nakledilmektedir.11 Halvetiyye’den Üsküdarî
Mescidin bânîsi, daha önce reisü’l-küttablık da Rauf î Seyyid Ahmed Efendi’nin halifelerinden
yapmış olan Sultan IV. Mehmet dönemi (1648- Karabaş Ahmet Efendi (v. 1735) buradaki
1687) Nişancıbaşısı Sıdkı Ahmet Paşa’dır. Kabri tekkenin ilk şeyhidir. Tabi eski mescit mevcut
Eyüp Sultan’dadır. XVII. yüzyılda inşa edilmiş da oraya mı vaz‘-ı meşihat etmiş yoksa yeni
bu yapı tahribata uğrayınca, 1877 yılında Kadirî bir tekke mi inşa etmiş şimdilik bilemiyoruz.
şeyhlerinden Niyazi Efendi tarafından yeniden Tekke bilahare Cerrahîliğe intikal etmiştir. XIX.
restore edildi. “Kayalar Mescidi”, “Şeyh Mehmet yüzyılda tekke yenilenmiştir. Tekkenin son
Efendi Tekkesi”, “Ahmet Sıdkı Efendi Tekkesi”
şeyhi Halil Muhlis Efendi (v. 1942) ise Üsküdar
olarak da geçen bu mescid-tekke, 1925’te
Nasuhî Âsitânesi postnişini Ahmed Kerameddin
tekkelerin seddinden sonra terk edildiğinden
Efendi’den Halvetî-Şâbanî icazeti almıştır. 1925
ve kadro harici bırakıldığından 62 sene kapalı
sonrasında kendi haline terk edilen yapılar
kalmış, çürümüş, harap olmuştur. 1987’de bir
1947 yılında yıkılmış olup yeri günümüzde arsa
hayırseverin yardımı ile ihya edilmiştir. Aksaray-
Olanlar Tekkesi Şeyhi İsmail Maşukî’nin kabri halindedir.12
haziresindedir.
12. Rumelihisarı-Nâfi Baba Bektâşî Tekkesi
10. Rumelihisarı-Durmuş Dede Tekkesi Rumelihisarı Şehitlik Kabristanı’nı muhafaza
Durmuş Dede Tekkesi, Osmanlı tarihi sürecinde ile görevlendirilen dergâhın kurucusu Seyyid
Galata’ya tâbî, Rumelihisarı’nda Bebek Mahallesi Bedreddin Efendi, Hacı Bayram-ı Velî’nin dervişi
Kayalar Mezarlığı’nın sonunda, deniz kenarında, olup İstanbul’un Fethi’ne iştirak etmiştir. Tekke
iki katlı bir yapıydı. Tekke, Hasan Zarif î Efendi haziresinde 1451 ve 1455 tarihlerine ait mezar
(v. 1569) tarafından 1528’de inşa ettirilmiştir. taşları bulunmaktadır. Tekkenin kurucusu
Bu zat Hac yolculuğu sırasında Kahire’de olan Şeyh Bedreddin, İstanbul’un fethi öncesi
İbrahim-i Gülşenî (v. 1533)’ye bağlandığından Akşemseddin ile birlikte buraya gelmiş ve
bu tekke uzun yıllar Gülşenî tekkesi olarak İstanbul’un fethi hazırlıklarına iştirak etmiştir.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 31
Bayramîliğe bağlı olarak kurulan tekkenin yaptırılmıştır. Şeyh İsmail Efendi, 1771’de vefat
zamanla Bektaşîliğe geçtiği anlaşılmaktadır. etmiş ve tekkenin haziresine defnedilmiştir.
Beykoz Hafız Efendi Tekkesi şeyhi Tevfik Efendi
Şehitlik Tekkesi İstanbul’da açılan ilk Bektaşî
tekkelerinden biridir. Tekkenin bilinen en eski (v. 1887)’nin oğlu Ahmed Rauf î Efendi (v. 1898),
şeyhi Ali Baba’dır. 1826 yılında Bektaşîliğin 1958’de hamamı ile birlikte yıktırılıp yeri park
yapılan Molla Çelebi Camii’nin imamlığını
ilgâsıyla birlikte Şehitlik Tekkesi yıktırılmıştır.
yapmıştır.14 Son vekil şeyhlerinden biri Hacı Arif
1832’de affedilen Mahmud Baba İstanbul’a
Bey’in talebelerinden Mustafa Servet Efendi (v.
dönmüş ve tekkeyi yeniden inşa ettirmiştir. Oğlu
1918)’dir. Tevhidhânesi yıkılan tekkenin hazîre
Nafi Baba (1860-1912) döneminde tekke en faal
ve meşrutası günümüze intikal etmiştir.15
dönemini yaşamıştır. Nâfi Baba, 1870 yılında
Robert College’in kuruluşuna ön ayak olmuş, Anadolu Yakası Dergâhları
tekkenin bazı arazilerini buraya devrederek
okulun kurucu heyetinde yer almıştır. Daha 1. Anadolu Kavağı-Yuşa Tepesi Dergâhı
sonra Mahmud Bey Baba ve Nüzhet Baba’nın Anadolu Kavağı’nda yer alır. Bölge daha önce
şeyhlik yaptıkları tekke, 1947’de yıkılmıştır. Zeus tapınağına ve Hagios Michael kilisesine
2015’te restore edilerek, “Boğaziçi Üniversitesi de ev sahipliği yapmış fakat bu yapılar
Nâfi Baba Tarih, Kültürel Miras ve Arşiv deprem esnasında yıkılarak günümüze kadar
Merkezi” haline getirilmiştir. ulaşamamışlardır. Sultan Süleyman Vakfı’na
bağlı olan bu yerde 1755 yılında bir mescit
13. Emirgân-Haffâf Hüseyin Efendi Tekkesi
yaptırılmış ve Yûşa (a.s.)’a ait olduğuna inanılan
Haffâf Hüseyin Efendi Tekkesi, İstanbul’un mezarın etrafına koruma amaçlı bir duvar
Emirgân semtinde Muvakkithane Caddesi, örülmüştür. Sonraki yıllarda Hz. Yûşa Camisi
Emirgân Çeşmesi Sokağı’nda yer almakta idi. bir yangın geçirmiş fakat Sultan Abdülaziz
Ziba Hanım vakfına bağlı olup, 1700 tarihinden döneminde ilk haline uygun olarak yenilenmiş
sonra kurulduğu tahmin edilebilir. Tekke, Kadirî, ve gerekli bakımı sağlamıştır.16 Son döneme
Haffâf Hüseyin Efendi tarafından kurulmuştur. kadar Nakşî şeyh ve türbedarlar görev yapmıştır.
Son şeyh, Ahmed Muhyiddin Efendi (Eriçok) Mescit ve haziresi mevcuttur.
(v. 1953)’nin Derviş Hediyyesi ve Gülzâr-ı-
Kâdîrîyye’den Bir Yaprak isimli iki matbu eseri 2. Macar Kalesi Câmii ve Zâviyesi
günümüze ulaşmıştır. Tuhfe-i Rumi adlı eserde, Tokat Köşkü’nün yanında Mâ-i Cârî denilen
Ahmed Muhyiddin Efendi’nin, Kadirîhâne mesire zamanla Macar Bahçesi adını almış, Yûşa
postnişini Ahmed Muhyiddin Efendi ile aynı adı Tepesi’nin sahile indiği buruna Macar Burnu,
taşımasından dolayı karıştırılmaması için farklı hatta Yûşa Tabyası’na Macar Tabyası veya Macar
bir zat olduğu, Emirgân dergâhının hizmetçisi Kalesi denilmiştir. Boğaz’daki diğer kale ve
olduğu belirtilmiştir.13 tabyalarda olduğu gibi Macar Kalesi’nde de bir
cami bulunmakta ve bu caminin görevlilerinin
14. Yeniköy İsmail Efendi Tekkesi maaşları Hamidiye Vakfı’ndan karşılanmakta idi.
Tekke, Yeniköy’ün iç kesiminde, Molla Çelebi Cerrâhîye’den Moralı Mehmed Efendi’ye
Mahallesi’nde, Köybaşı Caddesi, Molla Çelebi intisab eden Mehmet Şakir Efendi (v. 1849)
Camii’nin yakınındaki Tekke Sokağı’nda, Macar Kalesi kitâbeti vazifesinde bulunmuş
Arpacı Ali Sokak’ta bulunmakta idi. Tekkenin ayrıca bu civardaki askerlerin kitâbet görevi
vâkıfı, Şeyh İsmail Efendi’nin müntesiplerinden de kendisine verilmiştir. Bu sebeple kendisine
Anadolu Kazaskeri Mehmed Emin Âtıf Kavaklı Şakir Efendi denmiştir. Fransızlara
Efendi’dir (v. 1770). Tekke, Seyyid Ahmed karşı savaşmak üzere Mısır’a giden askerler
Raûf î’nin halîfesi Şeyh İsmail Efendi için arasında yer almış, dönüşünde Macar Kalesi
32 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Camii imamlığına atanmıştır. Bu arada vefat
eden şeyhinin yerine gelen Sirkeci şeyhi Hâfız
Ahmed Efendi’den 1807’de hilafet almıştır.
İmamı olduğu Macar Kalesi Camii’ni aynı
zamanda bir zâviye haline getirmiştir. Sonradan
Fatih’te Kumrulu Mescid’deki Sertarîkzâde Salı
Tekkesi’nin şeyhliğine getirilmiş ancak Anadolu
Kavağı’ndaki vazifesine devam ettiğinden
dolayı yerine vekil atamıştır. 1240/1824-25
yılında yeniçeriliğin kaldırılmasıyla birlikte
Bostancıyân askerinin lağvedilmesi üzerine
Macar Kalesi’ndeki görevinden ayrılarak Fatih
Kumrulu Mescid Tekkesi yanına taşınmıştır.
Kendisinden sonra halifesi Hasan Birrî (v.
1852), bir iki zatın şeyhlik yaptığı kaynaklarda
kaydedilmiştir. Mescidin günümüzde bulunduğu
tespit edilememiştir.
Hisar’ın
3. Beykoz-Hâfız Mehmet Efendi Tekkesi 4. Atâullah Efendi Tekkesi/Ubeydullah Efendi önündeki
iki katlı
Tekkesi
Beykoz, Merkez Mahallesi Karacaburun Caddesi yapı bugün
Mihrâbâd Korusu yakınında, Kanlıca bulunmayan
(günümüzde Kelle İbrahim Caddesi), 43 numara Durmuş Dede
üzerinde kurulan tekke, 377 ada 27 parselde Mahallesi, Fıstıklı Bayır Yokuşu’ndadır. Tekke, Tekkesi’dir.
bulunmaktadır. Halvetîliğin Ramazâniyye Nakşî- Kâsânî şeyhi Mehmed Atâullah Efendi (Kaynak: Kons-
şubesinin bir kolu olan Üsküdar’daki Raûf î tarafından kurulmuştur. Atâullah Efendi 1789 tantiniyye’den
senesinde vefat ettiğine göre yapı, XVIII. İstanbul’a :
Âsitânesi’nin bir şubesi olmak üzere Şeyh Hâfız XIX. Yüzyıl
Mehmed Aziz Efendi tarafından kurulmuştur. asrın ortalarında inşa edilmiştir. İkinci şeyh Ortalarından XX.
1918 tarihinde İstanbul tekkeleri Meclis-i Amasyalı Ubeydullah Efendi, bâninin damadı Yüzyıla Boğa-

Meşâyih tarafından merkezlere ayrılmıştır.17 olup tekke ile alakalı bir vakfiye tanzim ziçi’nin Rumeli
Yakası Fotoğ-
Beykoz tekkelerinin Meclis-i Meşâyih’e karşı etmiştir. Tekkede 1870’e kadar Nakşî, 1870-
rafları., haz. M.
sorumlu oldukları merkez tekke Hâfız Mehmed 1910’lu yıllar arası Halvetî-Şa’bânî sonra tekrar Sinan Genim, c.
Efendi Tekkesi olmuştur. Bağlı tekkeler, şeyhleri Nakşibendî şeyhler görev yapmıştır. 1925’ten 2, Suna ve İnan
sonra harap olan tekke, 2010 senesinde Vakıflar Kıraç Vakfı İstan-
ve bağlı bulundukları tarikat ise şöyledir: Şeyh bul Araştırmaları
Süleyman Efendi Tekkesi, Halvetiyye; Şeyh Çayır Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş, Enstitüsü, İs-
Tekkesi, Rifâiyye; Yûşa Tekkesi, Nakşibendiyye; camii 2012’de ibadete açılmış, 2013 tarihinde tanbul 2006, s.

Emin Efendi Tekkesi, Atâullah Efendi Tekkesi ve Vakıflar tarafından Beykoz Belediyesi’ne tahsis 451)

Rûmî Mehmed Efendi Tekkesi, Nakşibendiyye. edilmiştir. Günümüzde ise Bilim Kültür ve
Sanat Derneği’nin (Biksad) Kanlıca Şubesi
Tekkelerin seddinden sonra, 1930’lu yıllarda yol ve Efe Hazretleri Vakfı’nın merkezi olarak
genişletilmesi sebebiyle sağlam haldeki kârgir kullanılmaktadır.
tekke binası yıktırılmıştır. Arsası iki parsel
haline getirilerek, hazirenin bulunduğu parsel 5. Rûmî Mehmed Efendi Tekkesi/Nazif Dede
vakıflarda kalmak suretiyle, harem kısmının da Tekkesi
yer aldığı parsel satılmıştır.
Anadoluhisarı’nda, Otağtepe Ayazma Caddesi,
Tekke binası son dönemde rekonstrüksiyon Setüstü Sokağı’nda bulunmaktadır. Tekkenin
çalışması tamamlanarak 2021’de kültür merkezi bânisi Mehmed b. Ali b. Abdullah’dır. Kendi
olarak ihya edilmiştir. evini tekkeye çevirmiş ve 1797 tarihinde bir
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 33
vakfiye düzenlemiştir. Rûmî Tekkesi’nden İstanbul’un 100 Veli Araştırma Dergisi,
günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Yapının Tekkesi kitaplarından Bahar 2011, S. 101, s.
derlenmiştir. 269-310.
üzerinde yer aldığı 54 ada 78 parsel, İstanbul
4 Cami ve mescitlere 11 M. Raif, Mir’at-ı İstanbul,
Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Su ve vaz‘-ı meşihat bir vakıa İstanbul, 1896, s. 274.
Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) malı olarak olsa da ne sebeple 12 M. Akif Köseoğlu,
gözükmektedir. Aynı adada Mihrişâh Valide ve nasıl uygulandığı İstanbul’da Faaliyet
Sultan’ın Otağtepe namazgâhı bulunmaktadır. pek tartışılmamıştır. Göstermiş Halvetî-
Tekke açmanın bir Şabânî Tekkelerinin
fonksiyonu da it’âmu’t- Günümüzdeki Durumu, I.
6. Çengelköy Şeyh Nevrûz Mescit Tekkesi taâm yani fukarayı Uluslararası Şeyh Şa’bân-ı
Üsküdar Çengelköy’de Havuzbaşı Sokak ile doyurmaktır. Buna Velî Sempozyumu,
imkanı olmayan hulefa Kastamonu, 2012, II, 363-
Mehmet Gümüşay Sokak’ın arasındadır. Hacı
tekke açmaya teşebbüs 378.
Kâmil Efendi tarafından 1855’te Orta Asya’dan etmişlerse de sabit bir 13 CSR Arşivi, Dosya
gelen dervişlerin ikameti amacıyla yaptırılan geliri-vakfı olmayan no: 192; Revnakoğlu,
Havuzbaşı (Şeyh Nevruz) Tekkesi, kaynaklarda tekkeler bu sefer sürekli Cemâleddin Server,
evkaf nezaretinden
Afganî Kalenderhânesi, Özbekler Tekkesi ve “Tarîkatlerin Tarihine
yardım talebinde Toplu Bir Bakış,
Havuzbaşı Tekkesi olarak da anılır. 1884 tarihli bulunmuşlardır. Arşiv Kadîrîliğin İstanbul’a
bir belgede Nakşibendiyye’ye, 1890 tarihli belgeleri incelenerek Gelişi ve Yayılışı”, Yeni
Mecmûa-i Tekâyâ’da ise Kâdiriyye’ye bağlı hangi tekkelerin ihtiyaç Tarih Dünyası Dergisi,
olduğu kaydedilmiştir. Sultan Vahidüddin’in arzettikleri tesbit 26 Kasım 1953, I, 6; M.
edilebilir. Cemal Öztürk, “Haffâf
Hazinedar Ağası Mukbil Ağa tarafından
5 İ. Fazıl Ayanoğlu, Hüseyin Efendi Tekkesi
1920’lerde yenilenmiştir. Tekkenin son şeyhi “İstanbul’da Yola Şeyhi Mirgunlu Ahmed
Mehmet Nureddin Artam (v. 1958)’dır. Mehmet Kalbedilen Cami Vesaire”, Muhyiddin Efendi ve
Akif Ersoy, bazı kaynaklara göre İstiklâl Vakıflar Dergisi, 1969, VIII, İki Eseri”, İznikli Gönül
Marşı’nın bir bölümünü bu camide yazmıştır. 330-332. Adamı Eşrefoğlu Rumi
6 1732 yılında sadrazam Sempozyumu-Bildiriler,
Cami 1985 yılında Çizmeci Ailesi tarafından
Hekimoğlu Ali Paşa İznik Belediyesi Yay.,
restore edilmiştir. tarafından yaptırılan, Bursa, 2010, ss. 65-74.
suyu Taksim suyu 14 1534 yılında yaptırılan
7. Beylerbeyi Bedevî Tekkesi tesislerinden gelen camiinin banisi
çeşme Kabataş set Şeyhülislam Zembilli
Beylerbeyi, Istavroz deresi, Abdullah Ağa üstünden, 1958 yılında Ali Efendi’nin oğlu Fâzıl
Mahallesi, Bedevî Tekkesi Sokağı’ndadır. bugünkü yerine Efendi’dir.
Tevhidhâne, haremlik, selâmlık, mutfak, türbe taşınmıştır. 15 M. Cemal Öztürk,
ve sarnıç bölümlerinden günümüze pek azı 7 https://kulturenvanteri. Cerrâhîlik, İstanbul, 2018,
kalmıştır. Dergâhı Seyyid Hüseyin Hıfzı Efendi com/yer/cizmecibasi- s. 341.
bedreddin-mahmud- 16 Yûşâ (a.s.) Hz. Musa
1855’te kurmuş ve dergâhın ilk şeyhi olmuştur. aga -kabri/#16/41. zamanında yaşamış ve
Son şeyhi Seyyid Mahmud Said (Gülman) 033429/28.991814 Kudüs’ü fethetmiştir.
Efendi (v. 1963)’dir. Restore edilen tekke 1987’de 8 M. Baha Tanman, Mezarı da Kudüs
İstanbul Eğitim Vakfı’na tahsis edilmiştir. “Karaabalı Tekkesi”, civarında olsa gerektir.
Dünden Bugüne İstanbul İstanbul dışında, Halep
Ansiklopedisi, IV, 438-439. veya Nablus yakınlarında
NOTLAR 9 M. Baha Tanman, Maara Şehrinde, Ürdün/
“Beşiktaş Mevlevîhânesi”, Salt’ta ve Gaziantep’te
1 Araştırmacı, yazar. maddelerinden, Necdet
DİA, İstanbul, 1992, V, Hz. Yuşa (a.s.) makamı
2 M. Tayyip Gökbilgin, Yılmaz’ın hazırladığı
Beykoz Tekkeleri, Salim 553-554,. vardır.
“Boğaziçi/Tarih”, DİA, VI,
Yorgancıoğlu’nun 10 Fahri Maden, “Arşiv 17 Bu durum sadece Beykoz
251. Belgeleri ve Vakıf için değil, diğer ilçeler
Üsküdar Dergâhları,
3 Bu çalışmada, bahsedilen Mustafa Özdamar’ın Kayıtları Işığında Durmuş için de söz konusudur.
dergâhlarla ilgili bilgiler Dersaâdet Dergâhları, Dede Tekkesi”, Türk Bkz. Albayrak, Son Devir
hususen, DİA’nın ilgili M. Akif Köseoğlu’nun Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Osmanlı Uleması, V, 27.

34 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz


SÖYLEŞİ

“Kandilli... hülya (Soldan


sağa) Gülçin
Engin, Selma

tepeler, hayal Aydoğmuş,


Fatma Hanım
ve Yüksel
ağaçlar... durgun suda Sarıdeniz.

dinlenen yamaçlar”da
gerçekleşen bir söyleşi

Fulya İbanoğlu

Çok şükür, İstanbul’un asude kalabilmiş -Maşallah. Anne baba onlar da Kandillili
nadir sokaklarından birinde, baharın henüz mi?
tüm renk ve kokularının Boğaz’ın üstünü -Yok, babam Ayvalıklıdır. 12 yaşında
bir tül gibi sardığı bir ikindileyin ağaçların, Talimhane’ye gelmiş. Annem Bandırma’dan
sarmaşıkların koynunda şirin mi şirin bir evin buraya gelin gelmiş. Ben doğmuşum sonra
bahçesinde üç Kandillili hanımefendiyle sohbet
kardeşim dünyaya gelmiş.
etme fırsatı bulduk. Boğaziçi’ni kitaplardan
okumak mümkün elbette. Hakkında satırlarda - Anneniz babanız ne vesileyle gelmişler
ve sadırlarda pek çok şey var... Ya onların buraya acaba? Hatırlıyor musunuz?
hayatında?! Anlatacak çok şeyleri vardı. Hepsini - Dayım buralarda oturuyormuş. Annem de
bir dergi sayfasına sığdırabilmek ne mümkün! sonra gelin olarak gelmiş. Babam çok küçük
- Bulunduğumuz bu mahallenin adı nedir? yaşta halasıyla beraber Talimhane’ye gelmiş.
-Kandilli Bahçe Sokak. Ama eskiden sadece Anne baba yok, Ayvalık’ta vefat etmişler. Sonra
Bahçe sokakmış. Kandilli köydür esasında. halası da ölünce oranın ahalisi sahip çıkmış.
Eskiden beri babam hep Kandilli köy derdi. Burada annemle evlenmek nasip olmuş.
Kandilli şimdi mahalle olmuş. - Babanız ne iş yapardı?
- Bahçe sokak denilmesinin sebebi -Babam inşaat ustasıydı. Annem ev hanımıydı.
Hasbahçe’den dolayı mı? Sonra dikiş okuluna gitti. Terzilik yapıyordu.
- Muhtemelen. Kandilli’nin diğer adı da
- Babanız Kandilli civarındaki inşaatlarda
Hasbahçe’ymiş zaten.
mı çalışıyordu?
-Yüksel Hanım siz de burada mı doğdunuz? -Tabi Kandilli öyle zaten. Herkes kendi
-Tabi, bu Bahçe sokak 27 numaraya kayıtlıyım. muhitinde. Tamirat, yeni inşaat, mezarlık, ne iş
46 doğumluyum. olursa olsun bu işleri yapardı.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 35
-Mezarlıklarda ne yapıyor? ev bu yolun aşağısında. Hallaç Hüseyin Sokak,
-Mezarlık, kabirler. Kenarlıklarını yapıyor. 3 numara, orada oturduk. Orası şimdi satıldı
Özellikle taş olarak yapardı. Sonra üzerini da doğduğum ev diye hep orayı anıyorum.
mermerle kaparlardı. Ahşap bir ev. Büyük çınar ağaçlarının altında
25 yıl oturduk orada. Ahşap ev, zamanla iyice
- Büyükleriniz Kandilli ve Boğaz civarıyla bel verdi. Annem üstümüze yıkılacak falan
alakalı neler anlatırdı? derken, Kandilli’de ev aramaya başladık. Şimdi
- Eskiden bir arka sokakta iki büyük ev vardır. oturduğumuz bu evin de bir arsasını satın
Biri Rasathane Müdürü Fatin Hoca’nın evidir. almıştık, aşağıda mebus beylerin bitişiğinde
Biri de yan tarafında bir Fransız madama ait bir hanım var onun evine gitmiş annem
taş ev. Şimdi Nevmekan Kandilli diye yeniden kiralayacağım diye. Hocanın hanımı anneme
restore ediliyor. Annem bu Fatin Hoca’nın “Senin orada arsan yok mu niye oraya ev
evinin bir odasına gelin gelmiş. yapmıyorsun? Annem de “Paramız yok, arsayı
ancak aldık.” “Biz bu evi yaptığımızda 10 bin lira
-Oda oda mı kiralıyorlarmış?
borcumuz vardı. Siz girişin Allah yapar.” demiş.
- Koskoca ev boş zaten Fatin Hoca tek başına hakikaten de Allah yardım ediyor.
oturuyor. Annem anlatırdı: Evin alt katı taş
kömür dolu. Almışlar yığmışlar. Fatin Hoca, “Gel - Dedenizin evi, sizin de büyüdüğünüz ev
Recep yak istediğin kadar, otur burada.” demiş. dolayısıyla...
Bir odayı vermiş. Belki de kira da vermiyordur. -Evet dedemin evi. Onun bir üstünde muhtar Ali
Bahçesine falan bakıyordur Fatin Hoca’nın. Bey vardı. Ben o eve de gitmiştim. O zamanlar
muhtar değişti, geçici olarak yine muhtar Ali
- O zamanlar Fatin Hoca’nın da yaşlılık
Bey oldu, bizim bazı evrak imzalatmalarımız
dönemleridir muhtemelen.
oluyordu, onun evine kadar giderdim. O da
-Tabi tabi. Annem diyor, “Bir oda vardı. Yerler büyük ahşap bir evdi. Büyükbabamlar esasında
kitap dolu. Oturur orda soğuk havada da. O Âşiyan’da Tevfik Fikret’le komşuymuş. Orada
kitapların başında. Artık ne yaparsa. Çocukları oturuyorlarmış ilk.
da Sitare Hanım ve Tarık Bey. Biz tanışmıyoruz.
Babam tanırdı, bizim isimlerini duymuşluğumuz - Tevfik Fikret hayattayken?
var sadece. -Evet orada oturuyorlarmış. Kandilli’de
kıyıda Edip Efendi Yalısı var köşede. Ev
- Fatin Hoca’nın evi vefatından sonra ne
sahibiyle büyükbabam görüşüp biliştikleri için
oldu? Siz vefatına yetiştiniz mi?
büyükbabamla babaannemi oraya yemeğe davet
-Yok. Ben ona yetiştim belki ama henüz buraya etmişler. Kandilli’de oturan ismi Gelin olan bir
taşındığımızda bir yaşındaymışım. Sonradan teyzemiz vardı. Bu yalıda yemek yapıyormuş
evin odalarını kısım kısım kiraya veriyorlardı; üç o vakitler. Annem de 16 yaşında fakir bir
dört aile barınıyordu. ailenin kızı. Fıstıklı’da bekçilik yapıyormuş
anneannem ve dedem. Beş oğlanın bir kızı
- Kitapları ne olmuş acaba Fatin Hoca’nın?
annem, fakir insanlar zaten, sebzecilikle falan
- Kim bilir artık çoluğu çocuğu ne yaptılar,
uğraşıyorlar. Büyükbabam öyle, dedem de bu
bilmiyorum. Onlar da aydın insanlardı.
şekilde bahçecilik yapıyor, sebze satıyor. Gelin
- Benim adım Gülçin Engin. 14 Şubat 1945 Teyze demiş ki anneanneme “Emine Hanım,
doğumluyum. Kandilli’de doğdum büyüdüm. ben yemek yapıyorum, ne olur Ayşe’yi bana ver
Babam Suriye hududunda görevliydi. Askerdi. de sofra hazırlasın yalıda.” demiş. Annem de
Orada okul olmadığı için beni babaannemle çok güzel bir kadın. Gelin teyzenin bu talebi
büyükbabamın yanına bırakırlardı. Doğduğum üzerine annem geliyor yalıya, servis yapıyor.
36 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Büyükbabam “Allah’ım ben bu kızı oğluma
alacağım.” diyor, Edip Efendi’ye de meseleyi Gülçin Engin, Yüksel Sarıdeniz,
açıyor. Edip Efendi de “Ben girerim araya Selma Aydoğmuş
isterim” diyor. Annemi iki yaş büyütüyorlar, Ayşe Hanım’la Emin Bey’in kızı olan Gülçin Engin, 1945’te
18 yaşına getiriyorlar. Dedem diyor ki -babam Kandilli’de doğdu. Üsküdar Mithatpaşa Kız Lisesi’nden mezun oldu.
biraz sinirliydi- “Bizim Deli Emin’i bu kız Bir kız, bir erkek evlat annesi. Ev hanımı.
akıllandırır.” Edip Efendi “Ben bu kızın nişanını
Yüksel Sarıdeniz, Fehime Hanım’la Recep Bey’in kızları olarak 26
düğününü bu yalıda yapacağım.” diyor. Hemen
Kasım 1947’de Kandilli’de doğdu. İlk ve orta okulu Kandilli’de okudu.
ev alıyorlar Kandilli’de dedemlere. Benim de
Kandilli Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi
büyüdüğüm bahsettiğim o üç katlı ev Edip Kimya Fakültesi’nde tahsil gördü. Mezun olduktan sonra Liba ve
Efendi’nin ikramıdır. Annem ilk çocuğunu Fako İlaç fabrikalarında çalıştı. 2002’de Paşabahçe SSK Hastanesi
Âşiyan’daki evde doğurmuş. Abim boğmaca Biokimya laboratuvarından emekli oldu.
olmuş, her gün bebek arabasına koyup onu
Selma Aydoğmuş, Ayşe Hanım’la Halit Özgülen’in kızı olarak 1953’te
deniz kenarına getiriyormuş, boğmacaya
Kandilli’de doğdu. İlk ve orta okulu Kandilli İlkokulu’nda, liseyi
deniz havası çok iyiymiş. Sonra Arnavutköy’e
Kandilli Kız Lisesi’nde okudu. 25 yıl MEB’de çalışıp 1998’de emekli
taşınmışlar. Arnavutköy’de de kapının önünden
oldu. İki kız, bir erkek evlat annesi.
tramvay geçermiş, ev sallanıyormuş böyle, abim
de camdan durmadan oyuncakları atıyormuş
tramvay yoluna, filan... Sonra Kandilli’ye
gelmişler. Yani annem Edip Efendi’nin yalısında çekerdik. Herkes bir şeyini atar küpün içine,
evlenmiş ondan sonra abim doğmuş, iki üç düğmesini, anahtarlığını, çakmağını. Ağzı
yaşındaymış demek ki, Kandilli’de ev bulup kapanır küpün, konur gülün dibine. Ertesi gün
buraya taşınmışlar. toplanılır yemekler hazırlanır, birisi elini sokar,
mesela düğme çıktı, “Bu kimin?” der, sen dersin
- Büyükbabanızdan bahseder misiniz biraz. “Benim!” Sonra bir mani çeker, o mani senin
- Çok şiir okurdu büyükbabam, çok güzel şarkı olur, açar, sana okur.
söylerdi. Çok da neşeliydi. Hıdırellez’de burada
sesi güzel bir komşumuz vardı Leyla Hanım - Ne kadar güzel, ne kadar zaman devam
diye, akşamdan babaannem çömlek koyardı ettirdiniz bunları?
güllerin dibine, niyet yazarlardı içine koyarlardı. - İşte benim çocukluğumda vardı, hatırlıyorum.
Büyükbabam derdi ki, Leyla Hanım’a hemen Herkes bir şey yapıp getiriyordu. Annemden
haber verin. Leyla Hanım gelir, bizim bahçede bulgur pilavı isterlerdi, bulgur pilavını güzel
şarkılar söylerlerdi. Neyi söylerdi biliyor musun, yapıyor diye.
“Telgrafın tellerine kuşlar mı konar?” Biz bir
- Hayattan zevk alıyormuş eskiler, fakiri
hıdrellez yapardık, oooo... Babaannem falan çok
de zengini de. Siz dedeniz ve babanenizle
süslüydü.
büyümüşsünüz Gülçin Hanım, onlar da
- Selma Hanım siz de hatırlar mısınız öyleydi değil mi?
hıdrellezde neler yaptığınızı? -Şimdi hayat çok tatsız. Maddiyatla ilgisi yok
- Hıdrellez sabahı güneş doğmadan erkenden bunun. Büyükbabamın gözleri sonradan kör
büyük bir ateş yakılırdı bizim kapının önündeki oldu. Öyle olduğu için çok şarkı söylerdi.
meydanda. Yaşlı teyzeler bütün kapıları çalıp Ben çok memnunum hayatımdan, derdi.
herkesi kaldırırlardı. Ateşin üzerinden atlardık. İki tane çocuğu üst üste ölmüş ondan sonra
Sonra keçilerden sağdıkları sütleri o ateşin gözleri kapanmış. Taşlıkta otururdu. Hiçbir
üstünde pişirirlerdi hep birlikte içerdik. Akşam şeye kızmazdı. Kim geçiyor diye hep kulağı
üstü de kırda bir küpe doldurdukları manileri sesteydi. Tabii tanıdık herkes... Çağırır, “Hadi
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 37
git mutfaktan büyük kazanda mısır kaynattılar ediyorlar. 15-20 gün bizde kalırlardı, en üstte
kendine de bana da al gel” derdi. Yemeyi çok üç oda var. Bir odanın her tarafı sedir. 2 kişi
severdi, çok yaşadı büyükbabacım. yan yana yatabilir, ayak ayağa yatar birbirine
değmez. O kadar çok yatacak yerimiz vardı yani.
- Babanenizden de bahseder misiniz?
Rahmetli anneciğim hiç kimseden iğrenmez,
- Babannem ocak. Bunlar okurlarmış, yüksünmez. Birinin ayağı tren yolunda kesilmiş.
okudukları şifa bulurmuş. Babannemin Zeki Her sene gelir İstanbul’dan ayak yaptırırdı. Tabii
Müren’e okuduğunu duymuş muydunuz? tahta ayak… Bir ay, iki ay kalırdı. Ayak olana
300 lira vermişler. Kandilli’de Abutların Yalısı kadar. Bir keresinde abisi de hanımıyla geliyor
meşhurdur. Babaannem Abutların Yalısı’na her o da kalıyor. Annem diyor ki “Tevfik abi ver şu
zaman gider okurdu. Gelir araba ile alırlardı ve çoraplarını yıkayayım, kokuyor!” Yani karısı da
Avrupa’ya gittikleri zaman babaanneme, kıyafet
yanında, kocalarının hizmetlerini yapmazlardı.
yoktu o zamanlar, üç dört metre kumaş, çeşit
Ama annem hepsini yapardı.
çeşit parfüm getirirlerdi.
- Çocukluğunuzda camiye gidip gelir
- Peki ocak olduğunu nasıl anlıyorsunuz.
miydiniz Gülçin Hanım? Ramazanlarda
Kimden el aldı acaba?
mesela teravihe gider miydiniz?
- Onu bilmiyorum. Balıkesir’den muhtemelen.
- Çok nadir. Uzak diye herhalde, bazen
Ama okuduğu an... Mesela bir gün Ahmet
giderdik. 55 senesindeki imamı hatırlıyorum.
Dayım İtalya’dan geliyor işte buraya yukarıya
On yaşlarındayım. Biz ona Hoca Dede
anneannemin elini öpmeye geliyor, tam Gelin
derdik. Lojmanda altlı üstlü otururlardı
Teyze’nin -gelin gelmiş buraya. “Gelin” demişler
abisiyle. Burnuna enfiye çekerdi. Arada bir
bir daha da adını kullanmamışlar. Gelin kalmış
büyükbabamın gözleri görmediği için ona
adı. 106 yaşında vefat etti- orada burasına bir
saygıdan yanına gelirlerdi. Ama bizim ödümüz
sancı giriyor, hemen dönüyor Nesibe Hanım
Teyze aman diyor ve babaannemin okumasıyla kopardı karşılarına çıkmaya. Böyle, arkadan
geçiyor. Çok güzel kurşun dökerdi. Her yerden arkadan bakardık. Ama hiç gıkımız çıkmazdı
gelirlerdi. Yalnız para almazdı. “Anahtar verin” çok korkardık. Amcanın adını hatırlayamadım
derdi. Böyle kocaman kapı anahtarları olurdu. ama cilt yaptıklarını hatırlıyorum. Hacı teyzem
Ya da “Çekiç verin, ama bir şey verin.” derdi. onlara çok giderdi Arapça öğretmeye çalıştılar
Beş kuruş da olsa sadakanız olacak ki o sizin ona ama yapamadılar. Şimdi diyorum kendi
duanız kabul olsun. Bir keresinde okumuş. kendime, ben on yaşındaydım, niye bana
Bir şey vermemişler. Babaannemin okuduktan öğretmemişler?!
sonra üzerinde bir şey kaldı, midesi bulanıyor.
- O zamanlar çok rahat değildi herhalde...
“N’oldu?!” dedik. “Okumaktan, ben de unuttum
- Amcaya her zaman gidiyorlardı öğretselerdi
bir şey istemeyi.” dedi. Evin kapısının kocaman
bir anahtarı vardı hep “Bana anahtarı verin kim duyacaktı ki! 69 ya da 70’di vefat ettiğinde
tamam.” derdi. Babaannem anneme elini vermek hoca. Bembeyaz sakallı. Kardeşim askerde
istedi. Ben yapamam dedi annem ve almadı. vefat etti 68’de. Annem o dedeye gidip nasihat
alırdı, her gün. Annem o şekilde teskin oldu.
- Anneniz burada doğdu burada gelin Pamuk gibi bir insandı, sakin, bembeyaz.
oldu. Kandilli’de bir ev hanımı olarak onun Ellerinin kemikleri görülürdü sanki şeffaflıktan.
hayatı nasıl geçerdi? Kayseriliydi bunlar. Entari giyerdi, yakadan üç
- Annem çok hamarat bir kadındı, Balıkesir’den tane düğmeli. Evin içinde. Ben dışarı çıktığını
babaannemin bütün akrabaları gelirdi ve onlarla pek hatırlamıyorum. Camiye giderken de
annem ilgilenirdi. Mesela birisi evlenecek... başında küçük sarık gibi bir şey vardı. Zaten
Balıkesir’de İstanbul’a geliyorlar, alışveriş camiyle ev çok yakındı.
38 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
- Yüksel Hanım siz küçüklüğünüzde camiye teyzem... Tek dedikodu yapmamıştır, yanında
gittiğinizi hatırlıyor musunuz? yapılmasına da müsaade etmezdi.
- Yok. Uzak diye herhalde götürmezlerdi. - Yüksel Hanım o zamanlar buralar daha
Benim halam lojman olarak kullanılan o evin da ıssızdır. Ev dışında nasıl vakit geçirirdi
alt katında ilkokulu okumuş, rahlelerde. Sonra Kandilli halkı?
Kandilli ilkokulu açılınca oraya geçmişler.
- Yazlık sinemalara Küçüksu’ya giderdik mesela.
Müezzin çıplak sesle okurdu ezanı. Bizim
Küçüksu’da mısır kazanları, mesire yerleri vardı.
buralarda hiç duyulmazdı aşağılarda okunduğu
için. - Siz mesire geleneğine yetiştiniz öyleyse?
- İftarı nasıl anlıyordunuz? - Tabi tabi çok mısır yedik, çok atlı karıncaya,
dönme dolaba bindik. Küçüksu’da piknik
- Top atılırdı İstanbul’da. Kapıda beklerdik top
yapılırdı. Göksu’ya, Ayazma’ya gidildiği
atılışını. Veya karşıda kandiller yanar, “Kandiller
zamanlara büyükbabam yetişmiş. Göksu
yandı.” diye çocuklar seslenir herkes besmeleyi
deresindeki kayıklara binerlermiş hanımlar.
çeker başlardı.
Şemsiyeler başlarında, ondan sonra, erkekler
- Kandillerde neler yapılırdı? Mesela helva fesli...
dağıtılır mıydı Gülçin Hanım?
-Bunları herkes rahatlıkla yapabilirdi değil
- Hamur yapılır dağıtılırdı. Bir Nadire Kalfa mi? Orta halli bir İstanbullu da?
vardı. Saraylarda yetişmiş. Ama sonra kocası - Tabi tabi. Orada pişen mısırlar da zaten
onu bırakıp başka bir hanımla evlenince bostanlarda yetişirdi, ne lezzetli oluyordu.
Nadire Kalfa üzüntüden meczup olmuş. Yolun Şimdi ata tohumu deniyor. Ben epey büyüktüm
kenarında oturur kendi kendine konuşurdu, o zaman liseye gidiyordum. Okuldan gelirdik.
kimseye zararı olmazdı. Öldüğü vakit, Ahbaplarımız vardı orada oturan. Onların
komşumuz Ahmet eline büyük bir sepet aldı yukarıdaki bahçelerinde tenekelerde mısır
bütün Kandilli’ye Nadire Kalfa’nın ruhuna kaynatılırdı. Şehnaz ablalar, yukarıda Aysel
diye dağıttı. Aşağıda kulübe gibi bir yerde üstü ablamız, onun abisi Osman abinin ailesi...
başı berbat yatar kalkardı. Bir Hanife Hanım Onların bahçelerinde büyük tenekelerde
teyzemiz vardı, kulübenin içindeki pislikleri haşlarlardı mısırları. Sonra altına köz sürerlerdi.
temizler, temiz eşya bırakırdı… Onları güzelce yerdik. Ayrıca satın alır
çantalarımıza koyar eve taşırdık. Ama lezzetleri
- Çocuklar pek gitmiyordu anladığım
unutulmaz….
kadarıyla; hanımlar da gitmez miydi
camiye Gülçin Hanım? Babaneniz mesela - Siz neler hatırlarsınız Gülçin Hanım?
gider miydi bir vesileyle? Kandilli’de hanımlar nasıl vakit geçirirlerdi
- Hanımlar vaaza giderlerdi. Bir gün Beykoz’da, eskiden?
Hisar’da, bir gün Sarıyer’de, bir gün Üsküdar’da. - Babaannem Nesibe Hanım, gezmeyi tozmayı
Mesela Gönenli Mehmet Efendi gelince oraya çok seven bir kadındı. Çok da güzel giyinirdi.
giderlerdi. Babaannemin kızkardeşi Hacı teyzem Hatta annem evlendiği vakit babaannemlerin
özellikle hepsini gezerdi. Beni de götürürdü evine geldiği vakit şaşırmış: Camların önünde
yanında. Bir keresinde Kandilli’deki camiye ojeler, asetonlar… Sürmesiz, kalemsiz asla
gelince beni de çağırmıştı, çantamla okuldan dışarı çıkmazmış. Annem de fakir bir ailede
çıkar çıkmaz oraya gittim. Onlar vaazı dinlerken büyüdüğü için görmemiş öyle şeyler. Annemi
bize karton vermişlerdi, ben de kartondan ev almışlar evirmişler çevirmişler, kadife elbiseler
yapmıştım. Tabii vaaz uzun sürüyor, ikindiyi giydirmişler. Ondan sonra kolunda bilezikler
kılar, arkasından kaza kılar. Uçar uçar hacı gümüşten... Annemi bebek gibi süslerlermiş.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 39
Zaten çok güzel bir kadındı. Demişler ki - [Yüksel Hanım] Şu üst tarafta, Şükriye
Kandilli’den otobüs geçecek. Bunlar giyiniyorlar, Abla’nın orada Rum komşularımız vardı. Yazlığa
kuşanıyorlar Kandilli’ye iniyorlar, otobüs gelirlerdi. Annem beni onlarla denize yollardı.
geçecek diye. Ama öyle bir hazırlanma ki sanki Türklerle yollamazdı. Niye?
vali geliyor oraya. Babaannem hep anlatırdı,
- Onlar yüzme biliyordur diye mi?
“Burada fırın yok, biz börekleri yapıyoruz taa
- Hayır hayır. Türk komşularımızla saatlerimiz
Yeni Mahalle’ye fırına götürüyoruz, fırından
uymazdı. Annem 12’de evde olacaksınız
börekleri alıyoruz Küçüksu’da yiyoruz eve
derdi. Madam Aleksendra vardı. Öğlen 10’ da
tepsileri boş getiriyoruz” derdi.
gideceğiz, 12’de evde olacağız. Gelir yemeğimizi
- [Yüksel Hanım] Gitmesi çok güzeldi Gülçin yer yatakta olurduk saat 1’e kadar öğlen uykusu
abla. Güle oynaya giderdik. Ama akşam oldu mu uyuyacağız.
dönerken uykumuz gelirdi. Yolumuz uzun. Bir
- Oo sıkı yönetim.
de Kandilli’nin yokuşu…
-Öyle, çok disiplin vardı.
- [Gülçin Hanım] Ama nasıl güzel gidiyoruz
biliyor musunuz? On beş yirmi kişi, belki otuz - Selma Hanım bize Kandilli’deki
kişi. Araba geçmiyor yoldan. Araba yok ki bayramlardan bahseder misiniz biraz...
geçsin. Çok az. Yani hep caddenin ortasından - Mahalledeki bütün evleri gezerdik. Mutlaka
yürürdük. mendilin içinde harçlık şeker verirlerdi. Yüksel
Abla’nın annesi en güzel mendilleri verirdi.
- Selma Hanım Kandilli deyince aklınıza
neler gelir? -Gülçin hanım burada çarşı pazar yok,
alışveriş nasıl yaparlardı?
- Kandilli’nin yazmaları meşhur, bilirsiniz.
Kandilli’de yaparlarmış, deniz kenarında - Eminönü’ne gidilirdi. Bir de kapıya mesela
kuruturlarmış. Şöyle; deniz suyuna batırıp karpuzcu gelirdi. Büyükbabam sorardı, bir
daha ne zaman geleceksin? Ooo ta ne zaman!
çıkarırlarmış, oyaların desenlerin rengi birbirine
O vakit, taşlık vardı evin önünde, bir sürü
akmasın diye. Sonra da çubuklar hazırlarlar
karpuz oraya yığılırdı. Basmacı gelirdi taşlığın
yazmaları çamaşır asar gibi asarlar, deniz
içine açardı basmaları. Üç metre sen üç metre
kenarında kuruturlarmış. Beşir Hamamı’nın
ben... Bizim yanımızda Madam Augustina
orada asıldığını, sallanan tülbentleri
vardı. Fahire Hanım teyze, Safiye Hanım teyze.
hatırlıyorum. Onlar da gelir bakarlardı basmalara. Bizim
- Beşir Hamamı deniz hamamı değil mi taşlık herkesin toplanma yeri. Madam Agustina
Gülçin Hanım? baklasını, Fahire Hanım teyze bezelyesini alır
gelir. Büyük bir taşlık, malta taşları kehribar
- Evet deniz hamamı. Orada öğrendik yüzmeyi.
rengi. Kimisinin nişanı orda yapılırdı. Yerde
Annem Beşir Hamamı’na halıları yıkamaya
gömülü küplerimiz vardı. Limonata, su koyardı
inerdi. 12 yaşına kadar orada denize girerdim. annem. Üzerini beyaz tülbentle kapatırdı,
On iki yaşımdan sonra babam yasak etti buzdolabı yok o zaman. Cezveyle küplerden
yüzmeyi. Kandilli kıyısında yüzdük. Ama alırdık. Sabah kahveleri bu taşlıkta içilirdi.
yüzmeyi de bir türlü öğrenemedik. Kandilli’de Yanımızda oturan Zekiyecik’le Alicik var. Alicik
çocuklar önce kendilerini iskeleden atarlar. Zekiyeci’ği kaçırmış, yanımızdaki küçüçük
Ondan sonra vapur yanaşır vapurun en üstüne kulübeye yerleşmişlerdi. Hatta Zekiyecik
çıkar yine atlarlar, vapur gider. En büyük zevki anlatırdı, “Alicik beni kaçırıp getirdiğinin ertesi
budur Kandillili gençlerin. Hanımlar yapmaz. günü annen elinde bohçayla geldi içinde havlu
Kızlar da Beşir Hamamı’nda yüzmeyi öğrenirdi. gecelik ne ararsan var.” Annesiyle babasını
40 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
öldürmüşler, Zekiyecik divanın altına saklanıp -Öğretmeniniz mi tavsiye etmişti?
kurtulmuş. Hürrem Hanım’ın yanına almışlar, - Kendim almış okumuştum. Ama kim tavsiye
iş görsün diye. Oğulları da kızcağızı sahipsiz etmişti orasını hiç hatırlamıyorum.
diye kullanmış. Aile de onu cezalandırmak için
saçını sıfıra vurmuş. Alicik bunu kaçırmış da - Selma Hanım büyükleriniz Kandilli’ye ne
kurtarmış işte. zaman gelmiş?
- Rus işgalinde Anadolu’dan kaçan muhacirleri,
- [Yüksel Hanım] Ben de tanıdım Zekiyecik’i.
İstanbul’a gelenleri sarayın önündeki çilek
Çok hamarat biriydi, her şeye yetişirdi. Evin
bahçelerine yerleştirmişler. Adile Sultan
önünden geçerken kapıyı çalardık su verirdi
Sarayı’nın önünde dört tane set var, orası sarayın
bize.
çilek bahçesiymiş. İlk birinci sıradaki set benim
- [Gülçin Hanım] Bizim taşlık çok büyük ve yola babaannemin annesine verilmiş. Babaannem
yakındı, kapıdan girince hemen sağda musluk Münire Hanım çocukmuş geldiğinde.
vardı. Büyükbabam herkese kapıdan o sudan
verirdi. Kapıyı açın istediğiniz kadar oradan su - Onlar nereden göç edip geliyorlar?
alın, derdi. Bu Zekiyecik hep oradan su taşırdı. -Giresun’dan kaçıyorlar geliyorlar, arazilerini
Kuyumuzdan da su alırdı. Çok güzel bahçe mallarını bırakıp. Şebinkarahisarlılar. Oradan
yapardı. geliyorlar savaş zamanı. Erkekler savaşa gidiyor,
hanımlar gelip buraya yerleşiyor. Gecekondu
- [Selma Hanım] Gülçin Abla iki tane sucumuz yapıyorlar, orada yaşamaya çalışıyorlar.
vardı hatırlar mısın? Biri Ahmet biri de Dimitri. Babaannem, teyzem evleniyorlar, bebekleri
Sakalarımızdı onlar. Omuzlarında iki tane oluyor. O zaman İstanbul işgal altında.
tenekeyle aşağıdan çeşmeden her eve su taşırlar, İngilizler var mahallede, Fransızlar var, onların
kapının kenarına kurşun kalemle bir çizik atar da çocukları olmuş, onlara gidip sütannelik
giderlerdi. yapıyorlar. Babaannem anlatırdı -bak tüylerim
- Kandilli Kız Lisesi, Adile Sultan Sarayı buraya diken diken oldu- “Çok kıtlık var, fakirlik var,
çok yakın... Orasına dair hatıralarınız var mı? savaştayız, her şeyi bulup yiyemiyoruz, ben
giderdim emzirmeye o İngilizlerin çocuklarını,
- [Selma Hanım] Adile Sultan’ın Sarayı Kandilli
önüme bir masa kurarlardı, envai çeşit
Kız Lisesi. Sarayın içinde okuduk biz. Eski
yiyecekler. Bol bol beni beslerlerdi ki sütüm bol
binada, eski sarayda okuduk. O yangına kadar…
olsun onları güzel emzireyim.” Bunları ağlayarak
Yangında pencereye çıkıp seyredip ağladım.
anlatırlardı.
Yapacağım hiçbir şey yoktu. Koskoca bina
yanıyor ne yaparsın? Seyrettim ve ağladım. - Gülçin Hanım siz hiç böyle bir şey
Çünkü çok güzel hatıralarımız vardı. hatırlıyor musunuz babaannenizin böyle
bir hikaye anlattığını, sütannelik yapmak
-Kandilli Lisesi’nin kütüphanesini hatırlıyor vs?
musunuz? Nasıldı kütüphane? Mesela
-Benim babaannem de asker çamaşırı yıkamış.
kitap alır mıydınız kütüphaneden. Neler
Babaannem anlatmadı da babaannemin
alırdınız? Nasıldı uygulama?
görümcesinin torunu anlattı. Kardeş
– [Yüksek Hanım] Alırdık tabii. Kütüphane çocuklarının çocukları oluyoruz biz. Biliyor
memuru aldığımız kitapların isimlerini yazardı. musun Gülçin dedi, babaannemle yengem
Aldığım iki kitabı hiç unutmam: Boğaziçi yabancı askerlerin çamaşırlarını yıkamışlar.
Mehtapları ve Boğaziçi Yalıları. Okuduğumun
ancak üçte birini anlıyordum o zamanlar. Çünkü - Ne acı...
çoğunluğu Arapça idi. Ama bir o kadar da - [Gülçin Hanım] Onların yanında büyüdüğüm
zevkle okumuştum o iki kitabı. için büyükbabamdan çok şey duydum tabii.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 41
Mesela Atatürk’ün sınıf arkadaşı olduğunu çok - Eskiden mezarlığa hanımlar gider miydi?
çok sonradan karşılaştıkları vakit, muhafızların Mezarlık ziyareti yapar mıydınız?
yanında Atatürk’ün “Muammer’i bırakın” - [Yüksel Hanım] Benim gittiğim yer Rum
dediğini ve elini uzattığını büyükbabam hep mezarlığıydı. Oraya herkes girerdi, küçük
anlatırdı. büyük herkes girerdi. Ama yakında müslüman
mezarlığı olmadığı için hafızamda yetişkinlerin
- Harbiyeden mi sınıf arkadaşı?
gidip gitmediğine dair bir şey yok.
- Evet büyükbabam kurmaydı. Muammer
Çelenk. Çelenk soyadını da Atatürk vermiş. - Selma Hanım siz hatırlıyor musunuz,
O zamanlar Rasathane Müdürü’yle gelip mezarlık ziyaretine kadınlar gider miydi?
gittiklerini büyükbabam anlatırdı. Ben tabi -Hayır gitmezdi, cenazelerde de gitmezlerdi.
bilmiyorum, yetişmedim o vakitlere. Kandilli Cenazelerde kadınlar aşağıya camiye bile
çok güzel bir köy o zamanlar. Herkes birbirini inmezdi, evde dururlardı. Şimdi gidiliyor ya, o
tanır. Hatta ben bir ara kirada oturdum zaman kesinlikle gidilmezdi.
Beyoğlu’nda beyimin işi sebebiyle. Ev sahibim - Gülçin Hanım siz ilkokulu nerde
Kandilli’ye misafirim olarak geldiği vakit, okudunuz?
“Gülçin burada kimin evinde ne pişiyor herkes
- Babamın görevi sebebiyle Suriye hududunda
onu biliyor!” demişti. Çok hoşuna gitti. Kapımız
idim dokuz yaşıma kadar. Okumam için
açık. Kapının üzerinde bir ip vardı. O ipi babam beni babaannemlerin yanına Kandilli’ye
dışarıdan çekince, dışarıda bir çan vardı. Çan gönderdi. Babaannem ve dedem ben
şıkır şıkır ederdi, birinin geldiğini anlardınız. üzülmeyeyim diye çok üzerime titremişlerdir.
Sonra Rum komşularımız vardı. Bizim burası O yaşta Kandilli’de kıyıda balık tutar, Vita
zaten Rum mahallesiydi. Bir tane Ermeni vardı kutusuna koyar eve getirirdim. Babaannem de
hepsi Rum’du. Bir de, kilisenin arkasında Rum kızartır, yerdik. Demek becerikli çocukmuşum.
okulu vardı. Babam Rum okulunda Rumlarla Üç sene Kandilli İlkokulu’nda okudum.
beraber okuduğunu söylerdi. Bütün çocuklar Şaduman ve Şehriban öğretmenler... Babamın
arkadaşmış, kimse kimseye sen şusun busun da öğretmeniydiler. Zaten ilk onlar açıyor
gözüyle bakmazmış. Bahçe Sokak civarında okulu, bütün çocukları, çocukların annelerini,
Rumlar, Sıra Mahalle’de Fransızlar, aşağıdaki babalarını, hepsini onlar okutuyorlar, herhalde
mahallede Ermeniler otururmuş. Hatta üç nesli okuttular. Babamı, beni, benim
hatırlıyorum ben de Arnavutköy’den Rum kızlar çocuklarımı. Muhtarımızı bile onlar okutmuş.
gelirdi buraya bu Rum okuluna vapurla. Şehriban Eryürek ve Şadıman Baysal. Babam
ben üçüncü sınıftayken beni görmek için
- Yüksel Hanım Rum komşularla ilgili sizin Urfa’dan trenle gelmiş. Kandilli’ye geldiğinde
hatırınızda neler var? annesiyle babasını görmeye gitmeden bizim
- Mesela hiç unutmam kilisede yapılan Rum sınıfa geliyor. Kapıya vurup içeri giriyor,
düğününü. Biz gelirdik kilisenin kapısına, hocasının elini öpüyor. Ben heyecanlıyım
düğün mü cenaze mi var anlardık sesten. Arka tabi, bir senedir görmemişim babamı. Hocam
kapı zaten hep aralıktı, oradan girer çıkardık. Şehriban Hanım “Emincim, al kızını hemen
Giderdik papazın yanına ne var ne yok izlerdik. evet git, o izinli.” diyor. Biz bu hocalarımızla hiç
Anneme derdik, “Anne biz kiliseye gidiyoruz.” irtibatı koparmadık. Hiçbirimiz. Çok muhterem
Oradan da mezarlığa mesela, arka taraftaki Rum insanlardı.
mezarlığına. Şu direğin hemen yanında Rum - [Yüksel Hanım] Hepimizin öğretmenleriydi
mezarlığı bitişiğinde de Ermeni mezarlığı vardır. onlar. Her şeyi o kadar iyi öğretmişlerdi ki ne
Çocuğuz dolaşırdık oralarda, çekinmezdik. ortaokulda ne lisede zorlanmadık. Nerdeyse her
42 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
şeyi ilkokulda halletmiştik. Dayak filan yoktu,
ama kendilerine mahsus bir disiplinleri vardı.
Yüzümüze şöyle bir baktıklarında önümüze
bakardık.
- [Selma Hanım] Okul tam gün olduğu için
okulda yemek yerdik. Yemeğimizle de alakadar
olurlardı. Zengin veliler sırayla yemek yapar,
talebelere öğlenleyin o yemekler dağıtılırdı.
Mesela Avukat Arif Beyler tencerelerle
yemek getirirler, okulun alt katındaki mutfağa
bırakırlardı. Bir keresinde etli yaprak sarması
getirmişlerdi, elli sene oldu hâlâ unutamam.
- [Gülçin Hanım] Selmacım sen benden
küçüksün, bizim zamanımızda öyle değildi.
Benim sefer tasım vardı. Babaannem yemeğimi
Kandilli ile
koyar, okulda maşinga gibi bir soba vardı,
Çengelköy
öğlenleyin ben onu orada ısıtır yerdim. O - Ne hediye etmişlerdi acaba? arasında-
zamanlar Kandilli’de havagazı vardı. - Sünnete geldiklerini hatırlıyorum, ağlamıştım ki yer, IV.
Mehmed tara-
- [Yüksel Hanım] Rahmetli Hatice Hanım teyze bana niye hediye getirmediniz diye. Tüllerin fından hocası
okulun hademesi, öğlen olunca, sefertaslarını içinde paralar, pırıl pırıl. Ama tül böyle, renkli Vânî Mehmed
pembe tüller, kırmızı kurdelelerle. Büyükbabam Efendi’ye
açar bizler sınıftan çıkmadan herkesin yemeğini verilince onun
ayrı ayrı ısıtır. Biz zil çalınca aşağı ineriz, ama da eğlence olarak hokkabaz getirmişti. Sefer
adına nisbetle
hiç çıt yok. dayım küplerde limonata yapmıştı Kolunda Vaniköy diye
kaç tane tabakla servis yaptı, bak çocukluğumu anılmıştır.
- [Gülçin Hanım] Türkan Saylan da bu ilkokulda hiç unutmuyorum. İşte Şehriban’la Şaduman Vânî Mehmed
okumuş. Kız kardeşi Turhan da. Efendi burada
hocam, nurlarda yatsın, bütün Kandilli’yi evvelce yapıl-
okutmuşlar, dayılarımı, babamı, amcamı... mış mescidi
- Öğretmenlerinizden bahsediyordunuz,
Onların oturduğu eve Başöğretmenlerin genişletmiş-
onlar da Kandillili miydi? tir. Bugün
evi derlerdi. Kıyıdan biraz yukarıda. Sonra
- [Selma Hanım] Vaniköy’de yalıda caminin
Vaniköy’e taşındılar. Üç katlı bir yalıda oturdular fotoğraftaki
oturuyorlardı. Çok asillerdi. Çok güzel kapalı, ama, yalılar şimdiki gibi pahalı değildi. Onlar halinden yel-
uzun kollu siyah önlükleri vardı, hiç böyle da çok mütevazı insanlardı. Başöğretmenin ler esiyor...
sıradan elbiseyle karşımıza gelmedi hocalarımız. 2020’de bü-
Şehriban Hanım’ın çocuğu yoktu, birkaç nesil
yük bir yan-
Ama gayri resmi değillerdi bize karşı, çok yakın evlatlık alıp büyütmüş, en son bizimle birlikte gın geçirdi.
insanlardı. okuyan Ümit diye bir kız vardı, Ümit Eryürek,
aynı annesine benzerdi mavi gözlü. Ondan sonra
- Onu nasıl sağlıyorlardı?! Eski nesilde bu
okutur evlendirirmiş.
var...
- Mesela korktuğunuz, çok saydığınız insanlara - Rahmet olsun ne güzel insanlarmış.
görüşmek için gidersiniz de yanlarına girerken -Diyorum ya, elleri değil ayakları öpülecek
titrersiniz, işte öyle insanlardı. Ama bir o kadar insanlar.
da samimilerdi. Biz ailecek gider gelirdik.
Abimle kardeşim sünnet oldukları vakit
gelmişler tebriğe, babamın düğününe gelmişler,
onların hediyeleri duruyordu hâlâ.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 43
Boğaziçi önemle birlikte saray, yalı, kasır gibi çok sayıdaki
yapı, sultan ve saray mensupları tarafından
inşa edilmiştir. XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla

Sahil/Yalı kadar gerek Anadolu gerekse Rumeli yakasının


güneyinden başlayıp bitiş hattına doğru

Camileri
yönelindiğinde farklı dönem ve özelliklere sahip
çok sayıda caminin inşa edilmiş olduğu görülür.
Bir kısmı sahil boyunca bazıları ise kıyının biraz
gerisinde set üzerinde kurulmuş olan camiler,
Boğaziçi’nin dinî karaktere sahip olmasını
sağlamıştır.2
Dr. Öğr. Üyesi Zeynep DEMİRCAN1 Boğaziçi sahil camilerini Anadolu ve Rumeli
yakalarının Marmara giriş hattından başlayıp
Karadeniz kıyılarına kadar sıralamak, bunları
sanat ve mimarlık tarihi açısından irdelemek
oldukça geniş çalışmanın konusu olacağından,
Osmanlı döneminden itibaren Rumeli ve söz konusu camileri niteliklerine ve kronolojiye
Anadolu olarak isimlendirilen Boğaziçi’nin göre belli başlı hatlarıyla incelemek daha uygun
iki yakasındaki köyler, arazinin sağlamış olacaktır.
olduğu imkânlara göre küçük veya biraz daha
İstanbul Boğazı’nın en erken tarihli camiinin
büyük olacak şekilde kuruluş göstermektedir.
hangisi olduğunu kaynak yetersizliği nedeniyle
Salacak’tan başlayan Anadolu yakasındaki
tam olarak tespit etmek kolay değildir. Fetihten
yerleşim hattı Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi,
önce Anadoluhisarı’nda askerî birlik için bir
Çengelköy, Vaniköy, Kandilli, Anadoluhisarı,
mescidin ve Fatih Vakfı’ndan bir namazgâhın
Kanlıca, Paşabahçe, Çubuklu, Beykoz ve
yapıldığı bilinir. Günümüze ulaşmış olan bu
Anadolu Kavağı şeklinde sıralanır. Rumeli yakası
namazgâhın geç döneme ait olduğu da ileri
ise Karaköy-Tophane hattından başlayarak
sürülür.3
Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme,
Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı, Baltalimanı, Salacak’ta inşa edilmiş olan Fatih Camii,
Emirgan, İstinye, Yeniköy, Tarabya, Kireçburnu, Hadîka’ya göre Fatih dönemine aittir. Kare
Büyükdere, Sarıyer ve Rumeli Kavağı’ndan planlı ve ahşap çatılı küçük ölçekli bir mescid
oluşur. olarak inşa edilen yapıya Sadrazam Hekimoğlu
Ali Paşa tarafından bir minber ilave edilmiştir4.
Boğaziçi, Bizans döneminde Sarayburnu
Yarımadası’na yayılmış olan Konstantinopolis XVI. yüzyılda Tophane-Beşiktaş hattı ile
şehrinin bir dış mahallesi konumundadır. Üsküdar-Kanlıca hattı üzerinde farklı plan
Yerleşim alanlarının sınırlı tutulduğu bu tiplerine sahip çok sayıda cami inşa edilmiştir.
alanlarda manastır veya kale gibi dinî ve askerî Üsküdar Meydanı’nda yer alan Selman Ağa
mimarlık örnekleri yer almıştır. Osmanlıların Camii (1506) bu eserlerden ilki olup kare
ise Fetih’ten önce Anadolu ve Rumeli hisarlarını planı, almaşık duvar tekniği, çatı örtüsü ve tek
inşa ederek yapılanma faaliyetlerine gittikleri minaresiyle dikkat çeker. Yapı II. Bayezid’in
ve bu yapıları askerî üs olarak kullandıkları Babüssaade ağası Selman Ağa tarafından inşa
aşikârdır. XVI. yüzyıldan itibaren pek çok ettirilmiştir.5
Boğaziçi köyünde yerleşmeye bağlı olarak XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mimar
imar faaliyetleri artmıştır. Osmanlıların geç Sinan’ın Boğaziçi’ndeki sahil camilerine
döneminde ise Boğaziçi kıyılarına verilen damgasını vurduğu görülür. 1547 yılında
44 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Beşiktaş’ta
Sinan Paşa
Camii,
gökdelenlerin
ve trafik
keşmekeşinin
ortasında
yine de asude
bir hayatı
müjdeler
gibi dimdik
duruyor.

Üsküdar’da inşa ettirilen Mihrimah Sultan ve aynı isimle anılan cami Mimar Sinan’ın çatılı
Külliyesi, cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, camiler grubu içerisinde yer alır. Cami enine
tabhâne ve han yanında suyolları, çeşme, hazne dikdörtgen planlı, kâgir bir harimle sonradan
ve helâ gibi tesislerden oluşmaktaydı. Külliyenin ahşapla kapatılmış bir son cemaat yerine
ana yapısı olan cami, Sinan’ın merkezi planlı sahiptir.8
yapılarından olup, ana kubbenin üç yönde üç
Mimar Sinan’ın bulunduğu semte ismini veren
yarım kubbe ile desteklenmesinden oluşan bir
bir diğer eseri, cami, medrese (dârülhadis)
kuruluşa sahiptir.6 Üsküdar Meydanı’nı asırlar
ve türbeden meydana gelen Şemsi Paşa
boyu şekillendiren yapı, şiirsel görünümüyle pek
Külliyesi’dir (1580). Üsküdar sahilinde mütevazı
çok ressamın da esin kaynağıdır.
ölçüleriyle dikkat çeken cami, kare planlı kubbeli
Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı ile Beşiktaş ana mekanı, harime bitişik türbesi ve L planlı
Caddesi’nin birleştiği noktada yer alan 1555 medresesiyle Boğaziçi’nin önemli bir eseridir.9
tarihli Sinan Paşa Külliyesi, cami, medrese,
Bir diğer Sinan yapısı Tophane Kılıç Ali Paşa
mektep ve çifte hamamdan meydana gelmiştir.
Külliyesi olup, cami, medrese ve hamamdan
Dikdörtgen planlı ve almaşık yapı kuruluşuyla
meydana gelmiştir. Sinan’ın dört destekli
dikkat çeken Mimar Sinan imzalı yapı, altı
camilerinden olan yapı 1580 tarihlidir. Yapının
destek üzerine oturan ana kubbe ile yanlardaki
dikdörtgen biçimdeki harimini üç yanda
dört kubbeden oluşan tasarımıyla Edirne Üç
çevreleyen galeri kısmı ile dışa taşkın mihrap
Şerefli Camii’nin planının yeni bir yorumu
çıkıntısı Ayasofya’nın planına benzemektedir.
olarak değerlendirilir7.
Ayrıca ana kubbenin iki yönde birer yarım
Mağusa fatihi olarak bilinen Gazi İskender Paşa kubbe ile desteklenmesi ve kasnak kısmının
tarafından Kanlıca’da 1560 tarihinde yaptırılan destek payandalarına sahip olmasıyla da
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 45
çatı örtülü bir eserdir. XIX. yüzyılın ortaları
ve sonlarında onarım gören yapı, yakın tarihte
tekrar restorasyon kapsamına alınmış, özellikle
yıpranan ahşap kısımları yenilenmiştir.13
Vanî Mehmet Efendi tarafından 1665 yılında
yaptırılan Vaniköy Camii, kâgir zemin üzerine
ahşap karkas olarak inşa edilmiştir.14 2020
yılında elektrik tesisatından çıkan yangın
nedeniyle yapı büyük zarar görmüştür. Yapının
restorasyonu devam etmektedir.
Sadrazam Kethüdası (yardımcısı) Ali Efendi
tarafından 1695 yılında Sarıyer’de inşa ettirilen
Ali Kethüda Camii, dikdörtgen planlı, kırma
Kuruçeşme çatılı ve tek minareli bir eserdir. XVIII. yüzyılda
Defterdar Ayasofya ile örtüşür. Sinan, Ayasofya’daki statik Maktul Mehmet Ağa tarafından yapı onarım
İbrahim Paşa
Camii, kırma sorununu çözerek daha sorunsuz bir anlayışıyla görmüştür.15 Zaman içerisinde yıpranan ve
çatısı ve Kılıç Ali Paşa Camii’nde uygulamış ve bu açıdan deprem nedeniyle hasar gören yapı günümüzde
eliböğründele- daha güvenli bir kuruluş ortaya koymuştur.10 restorasyon kapsamına alınmıştır.
rin taşıdığı
ahşap çıkması XVI. yüzyıl Boğaziçi sahil camileri içerisinde XVII. yüzyıla tarihlendirilen başka bir eser
ile yapıldığı son Sinan yapısı 1589 tarihli Fındıklı Molla de Beykoz İncirköy bölgesinde yer alan ve
devirde
etrafındaki Çelebi Camii’dir. Sinan’ın altı destekli camiler Bostancıbaşı Sinan Ağa tarafından yaptırılan
yalılarla grubundan olan yapının ana kubbesi, doğu ve camidir. Ne yazık ki bu yapı özgünlüğünü
ahenkli bir batıda ikişer ve güneyde bir tane olmak üzere koruyamamıştır.
manzara
arzediyordu. beş yarım kubbe ile desteklenmiştir.11 Dışa XVIII ve XIX. yüzyıllar Boğaziçi köylerinin daha
Şimdilerde taşkın olan mihrap, harimin daha ferah olmasını ilgi gördüğü ve yapılanmanın daha da arttığı
önünden akan sağlamıştır. Beş bölümlü son cemaat yeri ve tek
deniz de dönemlerdir. Nüfusun artışına paralel olarak bu
olmasa epey
şerefeli minaresiyle yapı Boğaziçi’nin küçük dönemde farklı plan ve büyüklüklerde yirmiyi
yalnız. incilerinden biridir. geçen cami inşa edilmiştir. 1710 tarihli Üsküdar
XVII. yüzyılda Boğaziçi’nde inşa edilen sahil Gülnûş Emetullah Valide Sultan Külliyesi bu
camilerinin bölgenin kuzeyine doğru kaydığı yapıların en erkeni olup, cami, hünkâr kasrı,
gözlenir. 1613 tarihli Çubuklu Halil Ağa Camii türbe, imaret, sıbyan mektebi, sebil, ceşme
bunlardan ilki olup ne yazık ki özgünlüğünü ve dükkânlardan oluşmaktadır. III. Ahmed’in
koruyamamıştır. annesi olan Gülnûş Valide Sultan, Venedik
kökenli bir aileye mensup olup güzelliği ile IV.
İstinye Osman Reis (Yalılar) Camii, Boğaziçi’nin
Mehmed’in başkadını olmuş ve Harem’deki
en mütevazı ölçekteki camilerinden biridir. 1631
üstünlüğünü uzun yıllar muhafaza etmiştir.16
yılında inşa edilen eserin, XX. yüzyılın başında
Hayırseverliği ile de tanınan Gülnûş Sultan’ın
Ahmet Vefik Paşa tarafından yeniden yaptırıldığı
Üsküdar Meydanı’ndaki külliyesinin ana yapısı
bilinir.12 Kare planlı ve çatı örtülü cami 1999
olan cami, dört büyük taşıyıcı ayak ile beden
depreminde zarar görmüş, ardından onarım
duvarlarına gömülü dört paye ile sekiz destekli
görerek ibadete açılmıştır.
plan özelliğine sahiptir. Bilindiği üzere Sinan
Ortaköy-Kuruçeşme arasında deniz kıyısında sekiz destekli cami planının en ideal formunu
yol seviyesinin alt kısmında kalan Defterdar Edirne Selimiye Camii’nde yakalamış ve
İbrahim Paşa Camii (1661) de kare planlı ve böylelikle ana mekân ile yan mekânlar arasında
46 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Boğaz
kıyısındaki
ihtişamlı
selatin
camilerden
biri Nusretiye
Camii. Eski
saltanatlı
günlerin
hatırasına
“uzaklardan”
selam ediyor.

tam bir bütünlük sağlanmıştır. Üsküdar Yeni Ancak yapı 1834 yılında II. Mahmud tarafından
Valide Camii, Lale Devri’nde inşa edilmiş ampir üslupta yeniden inşa ettirilmiş. Geç
olmasına karşın klasik dönem özelliklerini dönem Osmanlı selâtin camilerinin kuzey
yansıtması bakımından önemlidir. Bânisinin açık cephelerine eklenen hünkâr kasrının bu yapıda
türbesini barındıran eser maden ve taş işçiliği doğu cephede yer alması, kasrın hem deniz
açısından oldukça zarif detaylara sahiptir.17 ile bağlantısını kurmuş hem de yapının ilk
döneminden kalan asırlık çınar ağaçlarının
XVIII. yüzyıl camilerinden Rumelihisarı’ndaki
altındaki meydan çeşmesiyle bütünleşmesini
Ali Pertek Camii (1712), Kuleli Kaymak Mustafa
sağlamıştır.18 Emirgân Meydanı’nın pek çok
Paşa Camii (1720), Kuruçeşme Tezkereci resme konu olan bu sokak dokusu, huzurlu
Osman Efendi Camii (1740), Rumelihisarı Hacı ve dingin ortamıyla İstanbulluların rağbet
Kemaleddin Camii (1751), Paşalimanı Silahdar ettiği yerlerden biri olarak kent belleğini
Abdurrahman Ağa Camii (1766), Emirgân yansıtmaktadır.
Hamid-i Evvel Camii (1781), Sarıyer Çayırbaşı
Kaptanıderya Cezayirli Hasan Paşa Camii (1785) XIX. yüzyılda da Boğaziçi camilerinin bir
kısmı daha öncekiler gibi dikdörtgen harim
ve Büyükdere Kara Mehmet Kethüda Camii
ve çatı örtüsüyle benzer tasarıma sahiptir.
(1785) dikdörtgen planlı olup harimi çatıyla
Beykoz Serbostanî Mustafa Ağa Camii (1809),
örtülüdür.
Çengelköy Hamdullah Paşa Camii (1823),
Bu yapılar içerisinde Neoklasik cephe tasarımı Baltalimanı Serhazin Süleyman Ağa Camii
ve zarif iç dekorasyonuyla Emirgân Camii dikkat (1826), Harem Defterdar Mehmet Tahir (İskele)
çeker. Yapı I. Abdülhamid tarafından genç Camii (1826), Arnavutköy Tevfikiye Camii
yaşta kaybettiği şehzadesi Mehmed ve onun (1838), Kuzguncuk Üryanizade Ahmed Esad
annesi Humâşah Kadın adına yaptırılmıştır. Efendi Camii (1862/ 1889), Bebek Kayalar
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 47
gidilmiş ve yapıya bir muvakkithane eklenmiştir.
Yapının kareye yakın dikdörtgen planlı
hariminin üstü kubbe ile örtülmüş olup, kuzey
cephe boyunca uzanan hünkâr kasrı ile dikey
ve yatay hatlar arasında denge sağlanmıştır.
Kasrın iki kenarına eklenen minareler ile görsel
bütünlük tamamlanmıştır.19
Sultan II. Mahmud tarafından 1826 yılında
Mimar Krikor Amira Kalfa’ya yaptırılan
Tophane’deki Nusretiye Camii, Tophane-i
Âmire ve Tophane Kışlası’nın bir parçasıdır.
Dönemine ait görsellerden bir avlu duvarıyla
çevrili olduğu anlaşılan yapının zamanla hem
etrafındaki doku kaybolmuş hem de sahil
Rumelihisarı
dolgusunun eklenmesiyle pek çok resme konu
Hacı Mescidi (1877) ve Çengelköy Hacı Ömer
Kemaleddin olan görüntüsünden uzaklaşılmıştır. Karaköy-
Camii (1894) bu plan tipine göre inşa edilmiş
Camii “eski Beşiktaş sahil yolunun kenarında yüksekçe bir
Boğaz” camilerdir.
platformda yer alan cami, kare planlı kubbeli
dokusuna
mütenasip
Beylerbeyi Camii (1778), Dolmabahçe Camii harim kısmı ile bunun kuzeyindeki hünkâr
ahşap çatısı (1853), Ortaköy Camii ve Nusretiye Camii kasrından oluşmaktadır. Yapıda Barok ve Ampir
ile tipik yalı mimarî estetiğin denizle buluştuğu yapılar üslupları birlikte kullanılmış, gerek iç mekânda
camilerinden. gerekse yapının dış cephesindeki taş işçiliğinde
olarak Boğaziçi’nin adeta ışıldayan pırlantaları
gibidirler. Klasik dönemin anıtsal formundan bu üslupların karakteristik motiflerine yer
uzaklaşılmış olmasına karşın her bir yapıda verilmiştir. Mustafa Rakım Efendi, Mehmed
süsleme detaylarında görülen estetik, yapıların Hâşim ve Recâi Şakir Efendi’ye ait hatlar ise
mütevazı boyutlarının sağlamış olduğu dinginlik yapıya ayrı bir değer kazandırmaktadır.20
ve huzur geç dönem Boğaziçi sahil camilerinin Dolmabahçe Sarayı’nın yakınında olması
ortak yönleri olarak görülebilir. nedeniyle Dolmabahçe Camii olarak anılan eser,
I. Abdülhamid tarafından annesi Rabia Sultan hayırsever bir kişi olarak tanınan Bezmialem
adına Mimar Tahir Ağa’ya yaptırılan Beylerbeyi Valide Sultan tarafından yapımına başlatılmış,
Camii denizle bütünleşmiş formuyla yalı Sultan’ın ölümüyle oğlu Abdülmecid tarafından
camilerinin en göz alıcılarından biridir. Esasında 1853 yılında tamamlatılmıştır. Yapının mimarı
yapı, medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, Nikoğos Balyan olup, Barok, Rokoko ve Ampir
aşhane, sebil ve türbeden oluşan külliyenin bir üsluplarını Osmanlı zevkine göre yorumlamıştır.
parçasıdır. Ancak söz konusu I. Abdülhamid Dört büyük kemer üzerine oturan kubbe harim
vakfına bu yapılar Bahçekapısı’ndayken caminin kısmını örterken, kuzey cepheyi kaplayıp
yeri için Boğaziçi’nin en güzel konumlarından yanlardan taşan hünkâr kasrıyla yapı döneme
biri olan Beylerbeyi tercih edilmiştir. Külliye bu özgü bir görünüm sergiler. Oldukça aydınlık
yönüyle erken dönem Osmanlı mimarlığında bir harime sahip caminin, Barok bezeme
sıklıkla görülen dağınık külliye kuruluşunun geç unsurlarına sahip mihrap, minber ve vaaz
dönemdeki bir uygulamasıdır. Beylerbeyi Camii, kürsüsü aynı anlayıştaki kalem işi süslemelerle
Batılılaşma döneminin karakteristik özelliklerine bütünlük oluşturmaktadır.21
sahip olmakla birlikte, II. Mahmud döneminde Boğaziçi’nin simge yapılarından bir tanesi olan
yeniden ele alınarak son cemaat yerinde Ortaköy Camii 1854 yılında Sultan Abdülmecid
değişikler yapılmış, çifte minare uygulamasına tarafından Dolmabahçe Camii’nde olduğu gibi
48 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
mimar Nikoğos Balyan’a yaptırılmıştır. Büyük tezi, İstanbul, 2004, s. 13 Nazire Papatya Seçkin,
18-26. “Defterdar İbrahim Paşa
Mecidiye olarak da bilinen Barok üsluptaki yapı,
3 Semavi Eyice, Camisi Ahşap Malzeme
kare planlı kubbeli harim ile buna bitişik çift “Anadoluhisarı”, TDV Analizi”, Restorasyon ve
kanatlı hünkâr kasrından oluşmaktadır. Batıdaki İslam Ansiklopedisi, Konservasyon Çalışmaları
hünkâr kasrının girişi dışında simetrik bir İstanbul, 1991, III, 148. Dergisi, 2011, S. 6, s. 3.
kuruluş gösteren yapı, statik sorunu veya yangın 4 Tarkan Okçuoğlu, “Fatih 14 Esra Dişören, “Vaniköy
Mescidi”, Dünden Bugüne Camii”, Dünden Bugüne
gibi nedenlerle pek çok defa onarım geçirmiş İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul Ansiklopedisi,
olmasına karşın günümüze ulaşan şekli ve sahip İstanbul, 1994, III, 270. İstanbul, 1994, c. 7, s.
olduğu konumuyla son derece estetik bir duruş 5 Nesrin Aydoğan İşler, II. 368.
sergilemektedir. Bol ışık alan harim kısmı iç Bayezid Dönemi İstanbul 15 Tarkan Okçuoğlu,
Camilerinde Mihrap, “Ali Kethüda Camii”,
bükey büyük pencerelere sahip olup, mihrap,
Ankara Hacı Bayram Veli Dünden Bugüne İstanbul
minber ve vaaz kürsüsündeki taş işçiliği devrin Üniversitesi, Edebiyat Ansiklopedisi, İstanbul,
sanat zevkini yansıtacak biçimde zarif görünüme Fakültesi Dergisi, (1), s. 70. 1993, c. 1, s. 193.
sahiptir.22 6 Oktay Aslanapa, Osmanlı 16 Mehmet İpşirli, “Gülnûş
Mimarlığı, İstanbul, 1986, Emetullah Sultan”, TDV
Boğaziçi sahil camilerinin son örneğini Bebek s. 191. İslam Ansiklopedisi,
Camii oluşturur. Yapı aslında 1725 yılında Bebek 7 Doğan Kuban, Osmanlı İstanbul, 1996, c. 25, s.
mahallesinin kurulduğu yıllarda, alt katının Mimarisi, İstanbul, 2007, 248-249.
s. 336. 17 Oktay Aslanapa, Osmanlı
mektep olarak kullanıldığı fevkânî bir plana
8 Baha Tanman, “İskender Devri Mimarisi, İstanbul,
göre inşa edilmiştir. Çeşitli yıllara ait kayıtlardan Paşa Külliyesi”, Dünden 1985, s. 367-369.
pek çok defa tamir edildiği anlaşılan bu ilk yapı Bugüne İstanbul
18 Belgin Demirsar,
yıktırılarak 1912 yılında Mimar Kemalettin’e Ansiklopedisi, İstanbul,
“Emirgân Camii”,
1994, IV, 206-2007.
günümüze gelen cami yaptırılmıştır. I. Ulusal Dünden Bugüne İstanbul
9 Ebru Karakaya, “Şemsi Ansiklopedisi, İstanbul,
Mimarlık Akımının simge ismi olan Kemalettin, Paşa Külliyesi”, TDV İslam 1994, III, 169-170.
yapıyı kare planlı kubbeli, üç bölümlü son Ansiklopedisi, İstanbul,
19 Selçuk Mülayim,
cemaat revağı ve tek minaresiyle oldukça 2010, c. 38, s. 529-530.
“Beylerbeyi Camii ve
10 Semavi Eyice, TDV İslam
mütevazı ölçekte ele almıştır. Yapının mihrap, Külliyesi”, TDV İslam
Ansiklopedisi, Ankara,
minber gibi pek çok detayında Osmanlı klasik Ansiklopedisi, İstanbul,
2002, c. 25, s. 412-414;
1992, VI, 75-76.
dönem üslup özellikleri dikkat çeker.23 Oktay Aslanapa, Türk
20 Semavi Eyice, “Nusretiye
Sanatı, İstanbul, 1997, s.
Sanatın ve aşkın esin kaynağı İstanbul… 267-268. Camii”, TDV İslam
Koca bir nehir gibi Boğaziçi’nin serin suları… Ansiklopedisi, İstanbul,
11 Baha Tanman, “Molla
2007, c. 33, s. 274-276.
Şairin hiçbir yere benzetemediği bir tutkudur Çelebi Camii”, Dünden
Bugüne İstanbul 21 Tahsin Öz, İstanbul
İstanbul’u sevmek. Eşi bulunmayan elmas Camileri, Ankara, 1965, II,
Ansiklopedisi, İstanbul,
bir kolye gibi ona değer katan her yapısıyla 1994, IV, 483-484. 20.
kutsallığı ve güzelliği korunmalı… Bir lütuf 12 Ahmet Vefa Çobanoğlu, 22 Afife Batur, “Ortaköy
olduğu unutulmadan… “Boğaziçi Camileri”, Camii,” Dünden Bugüne
Geçmişten Günümüze İstanbul Ansiklopedisi,
Boğaziçi, (ed. Haluk İstanbul, 1994, VI, 143-
Sezgin) İstanbul 2008, s. 144.
NOTLAR
153. 23 Çobanoğlu, a.g.e., s. 147.
1 Muğla Sıtkı Koçman Avcı ve Tayyibe Nur
Üniversitesi Edebiyat Kurt’a teşekkürlerimle.
Fakültesi Sanat Tarihi 2 Yıldız Salman, Boğaziçi
Bölümü. Tarihi Sit Alanının Yok
Katkıları için değerli Olma Süreci ve Kalan
arkadaşım Haluk Sınırlı Değerlerin Korunma
Çorbacıoğlu’na Olasılıkları, İstanbul
ve yüksek lisans Teknik Üniversitesi,
öğrencilerim Çağdaş Fen Bilimleri Ens.,
yayımlanmamış doktora

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 49


Boğaziçi’nin onlarca gözyaşı şişesi saçılıvermişti. Boğaziçi
sahilinde yapılan bir inşaat sırasında bile böylesi
tecrübelerle karşı karşıya kalınca, insan ister

Ebedî istemez “Civarda kim bilir daha neler var?” diye


düşünmeden edemiyor.

İstirahatgâhları Boğaziçi’ndeki yerleşim bugün de tıpkı


dünkü Boğaziçi gibi tarif edilebilir: Sahil
boyunca görülen ve geçmiş yüzyıllarda
“sahili süsleyen”; bugün ise belki de daha çok
“dolduran” kelimeleri ile tanımlanabilecek
yapılar varlıklıların yuvasıdır. Bu yapıların
M. Burak Çetintaş1 arasından seyrek de olsa zaman zaman Boğaz’a
göz kırpan tipik köyler ise bugün artık yok.
Bu birkaç on haneli Boğaz köyleri şimdi artık
büyüdü, kalabalıklaştı. Binalar tek yahut iki katlı
“İçinden deniz geçen şehir” diye tarif edilen mütevazı evlerken artık “Boğaz Öngörünüm
İstanbul’un denizi, bu şehirde yaşayanların Yasası”nı da hiçe sayarak beş, altı hatta yedi
ısrarlı tahrip uğraşısına rağmen tam anlamıyla kata kadar apartmanlar oldu. Boğazı yüksek
bir türlü çirkinleştiremedikleri Boğaziçi’dir. Bu yamaçlardan, uzaklardan seyreden geniş arsalı
su kanalı Karadeniz ile Marmara’yı birbirine köşkler, yalı koruları da -bir ikisi hariç- alındı,
bağlayan 30 küsur kilometrelik bir hat boyunca satıldı, parsellendi ve yerlerini lüks sitelere terk
uzanır. etti.

Her ne kadar “Boğaziçi Medeniyeti” diye Bugün Boğaziçi’nin her iki yakasında, yapıldığı
yıllardan beri tarif edilen “şehirli estetiği algısı” günden kalmış ve iyi korunabilmiş yalıların
kimilerinin “Lale Devri” adıyla tanımladığı III. sayısı 40’ı geçmiyor. Kamunun mülkiyetindeki
Ahmed’in saltanat yıllarında şekillenmişse de, bu tarihî saraylarla hisarları da hesaba katınca hâlâ
su yolunun her iki yakasındaki hayatiyet -eldeki asırlar öncesinden bugüne Boğaziçi’ni seyreden
kalıntılar, izler ve belgeler öyle gösteriyor ki- çok ve değişmeyen son izin mezarlıklar olduğunu
daha eski tarihlerde başlamıştır. Manastırlar, söylemek yanlış olmayacaktır.
inzivagâhlar, tarassut noktaları da denebilecek Boğaziçi’nde en az varlıkla yoksulluk kadar
kuleler, hisarlar ve kaleler ile birkaç tenha tezat teşkil eden ikinci başlık mezarlıklardır.
balıkçı köyünün yanında antik devirden kalma Dünyanın bu en güzel köşesinde, eşsiz
nekropoller de Boğaziçi’nin ilk sakinlerinin manzaraya sahip pek çok yamaç -bir zamanlar
geride bıraktıkları izlerdir, şüphesiz... bu beldenin her köşesi bomboş olduğundan
Yıllar önce Vaniköyü’nde yapılan bir inşaatın olmalı- mezarlıklara tahsis edilmiştir. Dünyada,
hafriyatında dev ölçekli mermer lahitler bir böylesi eşsiz bir manzarayı seyreden başkaca kaç
anda kazılan topraktan çıkmış, bunun üzerine mezaristan vardır? Bakmalı…
inşaat sahipleri yapının tamamlanmasına izin Boğaz’ın başlangıcını Rumeli yakasında
verilmeyeceği endişesiyle lahitlerin üstünü -en Dolmabahçe-Beşiktaş, Anadolu sahilinde
azından- yeniden örtmüş, bir anlamda onları ise Üsküdar diye kabul edersek, Kavaklara
korumuştu. Yine aynı inşaatta bir başka tuhaf kadar uzanan bu delişmen su yolunun her
olay yaşanmış, bu defa inşaatta kullanılacak iki yanında yüz kadar mezarlık alanından
kumu şantiyeye çeken kamyon, damperini bahsedilebilir. Bunların bir kısmının, vaktiyle
devirdiğinde Çubuklu tarafından getirilen İstanbul kültürünü meydana getiren ekalliyete
kumla birlikte ortaya değişik boyutlarda mensup Rum, Ermeni gömütlükleri ve yahudi
50 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
meşatlıkları olduğunu hatırlatmalı. Elbette Boğaziçi’nde,
hâkim unsur müslüman kabristanlarıdır. tıpkı
İstanbul’daki
Kuzguncuk sırtlarındaki İcadiye, Kuruçeşme’ye diğer umumî
mezarlıklar
dek uzanan Arnavutköy ve Boğaziçi’ni yüksek gibi yoğun
bir vadi yamacından seyreden Ortaköy tahribe
meşatlıkları yahudi mezarlıklarının şehirdeki en uğrayan
kabristan-
gösterişli ve büyük örnekleridir, XVI. yüzyıldan
larda
kalma birkaç taş örneği hesaba katıldığında kalabilmiş en
ise bu belge-taşların bölgedeki demografik eski tarihli
şekillenme ve değişim hakkında verebilecekleri taşlardan biri:
Sâkine Hatun
ipuçları daha da değer kazanır. binti Hıdır
Ağa’nın 1554
Rum mezarlıkları, müslüman kabristanlarının
tarihli mezar
ardından Boğaz’da en çok rastlanan taşı. (M. B.
gömütlüklerdir. Neredeyse her Boğaz köyünde Çetintaş arşivi)
bir Rum mezarlığı bulunur. Bunlardan kimisi
Ortaköy, Kuruçeşme, Bebek ve Çengelköy
gibi genel mezarlık olarak şekillenmiş; bazıları
ise mahalle kilisesinin etrafında, cami,
mescid, tekke, medrese gibi İslâm yapılarının

çevresinde rastlanabilecek “hazîre” denen küçük


mezarlıkların benzerleri gibi zaman içinde
oluşmuştur. Kiliseler çoğunlukla XVIII. ve XIX.
yüzyıllarda yenilenmiş yahut baştan yapılmış
olsa da bahçelerindeki eski mezar taşları çok
daha eski tarihlere işaret eder...
İslâm mezarlıkları, müslüman kabristanları
ise ne yazık ki zaman içinde en bakımsız ve
sahipsiz kalmış, ilk elde gözden çıkartılmış
hatıralar olmalı, zira geçmişi neredeyse altı asra
yaklaşan “Türk İstanbul”un Boğaziçi’nin iki
yakasında ebedî uykularında istirahat eden eski
Türk sakinlerinin somut emareleri bugün hayli
azalmış...
Yıllardan beri gezdiğimiz bu mezarlıklar
içinde, Boğaziçi’nin her iki kıyısında bulunan
müslüman mezarlıkları içinde rastladığımız en
eski tarihli taş, Sâkine Hatun binti Hıdır Ağa’nın
1554 tarihli mezarından geriye kalan mermer
Tıpkı diğer Türk kaleleri gibi Anadolu ve Rumelihisarı’nın parçasıdır. “Mermer parçasıdır...” diyoruz zira
da birer “meyyit kapısı” vardı. kale ahalisinden vefat
bu 50-60 santim uzunluğundaki neredeyse 500
edenler, her zaman kullanılmayan diğerlerine göre hayli
gösterişsiz bu hisar kapılarından çıkartılır ve yakındaki yıllık taş bir mezarın üzerinde değil, yeri çoktan
mezarlığa defnedilirdi. (M. B. Çetintaş arşivi) satıldığı için bir kenara atılmış halde duruyor.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 51
Boğaz köyü - Plastik sanatlar, taş formu, hammadde menşei
mezarlıkla- ve imalâtı hakkında ipuçları barındırır.
rında en çok
rastlanan taş- - Nesep bağının ifade edilişinin yüzyıllar içinde
lar arasında gösterdiği değişime atıfta bulunur.
Boğaz'ın serin
sularına düşüp - Süsleme/bezeme detayları barındırır.
boğulanların
içli metinler - Bulunduğu Âşiyan Mezarlığı’nın geçmişini
yazılmış me- somut olarak delillendirir.
zar taşları
bulunur. Yah- Tıpkı İstanbul’dakiler gibi Boğaziçi’ndeki
yaefendi'den pek çok kabristan; yol açmak, mevcut yolu
bir örnek:
genişletmek, semtin çehresini değiştirmek
"Ortaköy'de
deryada gark gibi sebeplerle ya kısmen yahut tamamen
olan Nuri ortadan kaldırılır. Bu değişim mahalle dokusu
Efendizâde ve yerleşim bölgesinin tarihçesine ışık tutacak
merhûm Mus-
veriler barındıran bu izlerin sonsuza dek yok
tafa Ağa"nın
mahmudî fesli olması demektir.
1849 tarihli
köfeki mezar
Peki, Boğaziçi’nin her iki kıyısında sıralanmış
taşı. (M. B. eski mezarlıkları hızlıca ziyaret etmek istesek?
Çetintaş arşivi) İlk bakışta ziyaretçisine ne der bu ebedî
istirahatgâhlar?

Halbuki mesela sadece bu taş üzerinden


dönemsel çıkarımlarda bulunmayı denesek bile
ne çok veriye ulaşabileceğimizi görebiliriz:
- Bu ufak taş bugün için umumî Boğaz
mezarlıklarında bulunan en eski tarihli Osmanlı
mezar taşıdır. Cami yahut tekke hazirelerinde,
mesela Kayalar Mescidi’nin bahçesindeki
İsmail Maşûkî’nin 1528 tarihli taşı bir yapının
gölgesinde bulunduğu için korunabilmiştir, ne
var ki o bile “muahhar” bir örnektir. Yine Hisar
sırtlarındaki Nâfi Baba Dergâhı’nın etrafında
oluşan Şehitlik Kabristanı’nda bulunan birkaç
erken Fatih devri mezar taşı da yerel tarihe ışık
tutar.
- Bu taş Bursa taş tipolojisinin İstanbul’daki
bugüne ulaşmış ender bir örneğidir. Mezarlık kedileri de tıpkı diğer İstanbullu kediler gibi
cambazlıklarıyla mahirdir. Tek farkla, onlar taştan taşa
- “Kaligrafi” yani yazı sanatı bakımından Kanunî maharetle atlar, ziyaretçileri hiç ummadıkları yerlerden
devrinin zevki hakkında fikir verir. seyrederler... (M. B. Çetintaş arşivi)

52 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz


Anadolu yakasından başlayalım, Şile, Ağva,
Riva ve civarındaki Karadeniz köylerinin
mezarlıklarını gidip görün. Bunlar hâlâ
dağınıktır. Kuzeye bakan kabukları yeşilli,
mavili, grili yosunla kaplı genç-yaşlı meşelerin
gölgesindeki bu mezarlıklarda yeni taşa pek
rastlanmaz. Eski taşların ekserisi denizcilerindir.
Ağırlıklı XVIII. yüzyıldan kalmadırlar. Bugün
artık yerlisi pek kalmamış bu köylerin bir de
eskisini bulursanız, sizi çalıların içine kaybolmuş
ve çoktan unutulmuş bu eski mezarlıkları
elleriyle koymuş gibi gösterir, gezdirirler.
Anadolu Feneri ve Anadolu Kavağı
mezarlıklarında ise bir taraftan Boğaz’ın
girişini, başınızı hafifçe sağa çevirdiğinizde
ise Karadeniz’in engin sonsuzluğunu
Boğaz’ın Ka-
seyredebilirsiniz. Bu seyirde size hiç dinmeyen
radeniz ağ-
sert poyraz kimi zaman soğuk rüzgârı, bazen kenarında kaldığı için hayli ufalmış, parça parça zında, yalçın
de ferahlatıcı esintisiyle eşlik edecektir. Dik istimlâk edilmiş olsa da şehrin nadide belge/ kayalıklara
yamaçlara serpiştirilmiş gibi gözüken taşlar sert taşlarına ev sahipliği ediyor. I. Dünya Savaşı’nın yaslanmış
tipik bir köy
rüzgârın etkisinden olsa gerek, bembeyazdır, efsanevî hizmetleriyle adından sıklıkla söz edilen
mezarlığı...
taşların kitâbeleri ise artık hayli silikleşmiştir. “amele taburları”na mensup bir-iki merhûm Rumelifene-
Anadolu Kavağı Mezarlığı’nın üst bölümü, vatanperveri işte bu mezarlıkta, kapıdan ri’nin dikenli
kesif maki, meşe ve çalıların arasına adeta girince 50-60 metre ötede arz-ı endam ediyor. böğürtlenler,
yaban meşele-
saklanmıştır ve “Şehitlik” köyün eskileri arasında Paşabahçe’de, yamaca yayılan eski mezarlık ise ri ve taflanlar
ismiyle anılır. Ne yazık ki 10-15 yıl evveline dek artık yok hükmünde. Eski namına 10 taş bile arasında kay-
300-400 yıllık dokusunu olduğu gibi koruyan yok... Ünlü bahriyeli ressamımız İsmail Hakkı bolmuş 500
bu tarihî mezarlık şimdilerde alacalı-bulacalı, senelik Os-
Bey de burada ama onun bile mezarı çoktan manlı mezar-
yeşilli-siyahlı yepyeni mezar yapıları ile dolu, kayıplara karışmış. lığı şimdilerde
eski taşlar arada kaybolmuş halde. Karadeniz’i
Kanlıca Mezarlığı, kitaplara konu olacak böyle seyre-
Beykoz’un üç büyük mezarlığı, sahil yolundaki
hikâyeler barındıran bir eski zaman kabristanı. diyor. (M. B.
Yalıköy, Beykoz Kasrı’nın bahçe duvarlarına Çetintaş arşivi)
Kanunî devrinden mezarların bile bir zamanlar
yaslanmış Selviburnu ve tepelerdeki
var olduğu bu eski mezarlık da 2010 yılından
Şahinkaya’dır. Bunların ilkinde sadece eski
itibaren yeni definlerle eski dokusunu tamamen
taşlar bulunur. Yakın geçmişe dek yerlerinden
kaybetti. En dik yamaçlar bile set set yeni
sökülmüş halde ve üst üste istif edilmiş
vaziyette duruyorken geniş mezarlık alanına mezarlarla doldu. Eski mezarlar toprak altında
yeniden dikildiler. Selviburnu Mezarlığı’nda kaldı, yerlerinden sökülerek istif edildi, çoğu da
eski taşlar neredeyse yok denecek kadar kayboldu.
azalmış, elbette yine yeni definlerden dolayı. Anadoluhisarı Mezarlığı, Göksu Deresi boyunca
Şahinkaya Mezarlığı ise hâlâ eski taşlara meraklı uzanan ince-uzun bir kabristan. Pek çok ünlü
ziyaretçilerinin kulağına bilinmedik detaylar simanın buraya defnedildiği bilinse de bir
fısıldayan taşları bağrında saklıyor. zamanlar mezarlarının üzerinde yükselen taşları
Çubuklu ve Paşabahçe mezarlıkları da zamanın meydanda yok. Türk edebiyat tarihinin ünlü
ve insanoğlunun tahribinden doyasıya (!) siması, divan ve tezkire sahibi Fatin Efendi’nin
nasiplenmiş mezarlıklardan. Çubuklu, yol mezarı da kırklara karışanlardan.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 53
Tarihî Boğaz
mezarlıkların-
da, yüzlerce
yıllık eski
mezar taşları
sökülüyor,
kırılıyor,
yok ediliyor
ve yerlerini
şehrin yeni
sakinlerinin
mezarlarına
terk ediyor-
lar... (M. B.
Çetintaş arşivi)

Derenin öte yamacında bu defa Kandilli


yahut Küçüksu Mezarlığı, sarp yamaca doğru
uzanıyor. Bu ufak mezarlığın misafirleri ise hayli
ünlü kimseler: İlk ayan meclisi reislerinden
Sırkâtibi Mustafa Nuri Paşa, Recaizade Mahmud
Ekrem Bey, Mollacıkzâde Mahmud Nedim Paşa,
Samipaşazâde Sezai Bey, İttihatçı Ahmed Rıza
ile “hemşiresi” ilk kadın romancı ve gazetecimiz
Selma Rıza Hanımefendi, Sevda Tepesi’ne ismini
veren “müntehir” Belkıs ile Vâhid, rasatçı Fatin
Gökmen Hoca hep burada ziyaretçilerini istikbâl
ediyorlar.
Üsküdar’a doğru az ötede, dağa yaslanmış
eski Adile Sultan Sarayı’nın önündeki yamaca
sığınmış eski Kandilli mezarlığı ise henüz
düzenlenmiş haliyle biraz daha bakımlı, bir de
otları temizlense, eski taşları meydana çıksa, İstanbul Boğazı'nın Marmara girişinde, artık olmayan
bir mezarlık: Bir ucu Taksim'e dayanan Ayaspaşa
daha bir görünür olsa? Bu ufak mezaristan Kabristanı'nın Kabataş ve Fındıklı ucunda, setüstünden
da Kandilli semtinin tarihçesine ışık tutacak Boğaziçi'ni seyreden Çakırdede Mezarlığı... Bu
denli eski taşı bağrına saklamış, yoldan gelip mezaristan, yol genişletme çalışmaları sırasında ve
birkaç seferde peyderpey izi kalmamacasına kaldırılmıştı.
geçenlerin ilgisini bekler gibi... (M. B. Çetintaş arşivi)
54 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
"Küçüksu'da
gördüm seni,
gözlerinden
bildim seni..."
şarkısı
sandalla
Göksu
mesiresine
şu manzarayı
seyrede
seyrede
gelen çapkın
bir beyin
ağzından
dökülmüş
olsa gerek...
Tıpkı Kuşdili
gibi, Küçüksu
ve Göksu
mesireleri de
mezarlıkların
çevrelediği
gezinti
yerleriydi.
İstanbul
kültüründe
ölüm hiçbir
zaman
korkulacak,
Vaniköy’den bahsettik, Osmanlı devri mezarlığı Zaten Boğaziçi’ni, hele de şimdilerin “özel mülk” kaçılacak,
yok ama antik dönemden kalma lahitlerin istilasında tek bir bahçe, düzlük hatta aralık yok sayılacak
sıralandığı gömütlüğü, kimi zaman inşaat bile bırakılmamışken seyredebileceğimiz son bir mefhum
olmamıştı.
hafriyatları sırasında topraktan çıkıveriyor. yerler mezarlıklar... Nakkaştepe Kabristanı da
(M. B. Çetintaş
Çengelköyü Mezarlığı da köyün yukarısında, eski taşların sahaya yayıldığı tarihî bir mezarlık, arşivi)
geniş bir sahada, eski ve yeni taşlar iç içe geçmiş, pek çok meşhur simânın yanı sıra eski taşlar
yine ve elbette eskiler azınlıkta, yenilerin baskın da hâlâ ayakta. Üsküdar’ın ve İstanbul’un gizli
çokluğunun gölgesinde var olma mücadelesi hazinesi Karacaahmet Mezarlığı’ndan önceki
vermede. son iki durak Sultantepesi’ndeki Özbekler
Tekkesi’nin yanındaki yamaca yayılan mezarlık
Teşrifatı ile meşhur Beylerbeyi sakinlerinin
ile Üsküdar’ın merkezinden Bağlarbaşı’na
büyüklerini, sevdiklerini emanet ettikleri iki
kıvrıla büküle uzanan yolun sağında kalan
eski mezarlık var. Biri Küplüce, diğeri Baba
Bülbülderesi Kabristanı olmalı herhalde.
Nakkaş. Küplüce Kabristanı tepede, içinden
İlkinde devlet ricâlinden pek çok kimse ve tekke
geçen sokaklardan dolayı üç parça halinde
muhipleri, dervişleri, bacıları ile kimi şeyhlerin
yokuşun üzerinde uzanıyor. Yokuştan çıkarken
tâclı şâhideleri sıra sıra dizilmiş, ikincisinin ise
iki parçası solda, üçüncü adası ise yolun sağında.
İstanbul tarihi bakımından ayırt edici özelliği
Eski taşlar, hattat ketebeli taşlar, meşhurlara
Selaniklilerin tercih ettiği bir gömü alanı olması.
ait taşlar meşceresi. Haldun Taner, Âsaf Hâlet
Yola bakan dik yamaç artık büsbütün terkedilmiş
Çelebi, Ali Rânâ Tarhan, fotoğrafçı Selahattin
olsa da Selanikli ailelerin kullanımında.
Giz hep buradalar. Bilebildiğimiz tek “hattat”
Macid Efendi (Ayral) ketebeli mezar taşı da bu Şimdi, Üsküdar’dan motorla Beşiktaş’a
mezaristanda. Nakkaş’a geçelim, bu mezarlık geçtiğimizi varsayarak Beşiktaş’tan bu defa
da Boğaz’ın eşsiz manzarasından bir başka eşsiz Karadeniz’e doğru uzanıp Boğaz’ın Rumeli
köşeyi seyrettiriyor, gözlere ziyafet çektiriyor. yakasındaki mezarlıklara uğrayalım.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 55
uzanan eski Ermeni Mezarlığı, az ötede
Balmumcu’da ise bir kaç yüzyıllık geçmişe
sahip yahudi meşatlığı... Beşiktaş ve Ortaköy’ün
demografisi hakkında bu üç mezar alanı
yeterinden fazla bilgi barındırıyor olmalı.
Çırağan Caddesi’nin iki ağır misafiri:
Sağda, deniz kenarında bir zamanlar saray
binasının yerinde yükselen ahşap Beşiktaş
Mevlevîhânesi’nin haziresi, bugün artık burada
değil. Yapı otele dönüşürken mevlevîhâneden
geriye kalan son iz olan mezarlar toprağın
bağrından sökülüp Galata Mevlevihânesi’nin
“hamuşân”ına götürülmüş. Şimdilerde taşları
Tarık Zafer Kültür Merkezi’nin duvarına
yaslı halde, efendilerin kemiklerinin nereye
gömüldüğünü ise en azından ben bilmiyorum.
Boğaziçi'nde
çoğu mezarlık
Çırağan Caddesi’nin solundaki dik yamaç
-tıpkı Aşiyân Beşiktaş’ın merkezindeki Köprübaşı boyunca 12 dönümlük geniş sahada uzanan
Mezarlığı Kabristanı’ndan geriye, Akaretler’in girişindeki Yahya Efendi Mezarlığı ise nisbeten şanslı.
gibi- Safiye Sultanzâdeler haziresi (yahut “sofa”sı) Her ne kadar yeni definler yapılmışsa da tarihî
yamaçlarda
kalmış. Yokuşun sonunda sağda, neredeyse taşların meydana getirdiği eski dokusu olanca
başlar ve bir
ucu mutlaka yarısı yollara gitmiş Maçka Mezarlığı, diğer ihtişamıyla bugün de seyredilebilir. İstanbul’un
denizle, adıyla Şeyhler Kabristanı... Burası da şimdilerde muhakkak ziyaret edilmesi gereken eski
dereyle, suyla kaderine terkedilmiş halde, kapısında kocaman mezarlıklarından biri burası.
buluşur. (M. B.
bir asma kilit, ne gelen ne de giden var. Ortaköy’ün sakini müslüman ahalinin kullandığı
Çetintaş arşivi)
Cemaleddin Efgânî, romancı Mehmed Rauf, bir diğer mezarlık ise Portakal Yokuşu’nun
ulusalcı Müftüoğlu Ahmed Hikmet Bey ve üzerinde imiş. II. Abdülhamid devrinde sarayın
daha nicesi burada gömülmüş. İstanbul’da ilk güvenliği bahane edilerek bu bir kaç yüzyıllık
otomobil kazasında ölen “otomobil şehidi” de bu mezarlık defne kapattırılmış, etrafı duvarla
mezarlıkta ebedî uykusunda. çevrilmiş ve sahası saray hasbahçesine katılmış;
Yolun, yani şimdiki adıyla Süleyman Seba taşlar ise yerinde kalmış ama sökülüp yere
Caddesi’nin sağında yükselen İstanbul yatırılarak ve üzerleri kalın toprakla örtülerek...
Teknik Üniversitesi binalarının arkasındaki Bu mezarlığın taşları bugün de sarayın
vadi boyunca uzanan tarihî Şenlikdede bahçesinde duruyor, yaklaşık sayısı 400 kadar,
Kabristanı’ndan ise eser yok. Vakfiyesine kimi şiddetli yağmurda akıp giden toprağın
bakılırsa Sultan Bayezid-i Velî devrinden kalma altından çıkıveriyor, birkaç gün sonra yeniden
mezarlıktan geriye kalan üç beş mezar vadinin toprakla örtülüyor.
içindeki otoparkla rezidansın ortasında bir Kuruçeşme’nin biri sahilde, Tezkireci Camii’nin
kuyuda gün ışığına hasret halde! yanında, diğeri Ulus’a çıkan yokuşun sağında
Beşiktaş’ın köy mezarlığının yerinde bugün olmak üzere iki eski mezarlığı var. İlki lebâleb
Abbasağa Parkı var, vali ve belediye reisi Dr. eski Kuruçeşmelilerin taşlarıyla dolu, ufak bir
Lütfi Kırdar devrinin uygulamalarından. Halka yer. Diğeri çınar ve meşe ağaçlarının gölgesinde
nefes alacak yer açabilmek pahasına eski hayli büyük bir mezarlık, ne var ki orada da eski
mezarlık düzlenmiş, yerine bu park açılmış. taş nâmına bir şey kalmamış.
Barbaros Bulvarı’nın solunda kalan Abbasağa Arnavutköy’ün tek-tük taş dışında neredeyse
Mezarlığı, sağında ise Yıldız Sarayı’na doğru tamamen yok olmuş yahudi meşatlığını
56 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Şehrin
içinden geçen
su yolunu
sadece islâm
mezarlıkları
seyretmez,
Boğaz
köylerinin
yamaçlarında
Ermeni
ve Rum
mezarlıkları
ile Yahudi
meşatlıkları
da, tıpkı
Ortaköy
Yahudi
Meşatlığı
gibi tepelerin
manzaralı
ve hâkim
noktalarında
unutmadan Bebek’in ötesindeki mezarlığa doğru hayli eski tarihli “üstüvânî” taşlarla dolu bulunur. (M. B.
devam edelim: Kayalar ve Âşiyan mezarlıkları. diğer mezarlığı, Kefeliköy’ün ardındaki eski Çetintaş arşivi)
Kayalar Mezarlığı, şimdilerde Orhan Veli’nin kabristan...
heykelinin bulunduğu setli parkın yerindeymiş, Sarıyer’in Ortaçeşme Mezarlığı, o da tıpkı
kaldırılmış. Âşiyan Mezarlığı ise adını Tevfik Küplüce Mezarlığı gibi üç parça, içinden
Fikret’in “Âşiyan” adını verdiği ve şimdilerde sokaklar geçiyor. En ünlü misafiri, Mekteb-i
müze olan evinden alıyor. Hisar Kabristanı Harbiye’de 40 küsur sene boyunca “fenn-i
bugün de eski taşlara rastlanabilecek büyük menâzır” yani perspektif ve resim dersleri veren
bir mezarlık. Burayı her ziyaretimde aklıma ressam Süleyman Seyyid Bey... Hüseyin Rahmi
düşen en acı hatıra, ced-be-ced doğma-büyüme Gürpınar’ın ünlü eseri Gulyabani’yi civarda
Hisarlı olan “İstanbul insanı” Abdülhâk misafir kaldığı ahşap bir evin pencerelerinden
Şinasi Hisar’ın vefatında, vasiyetine rağmen bu karanlık mezarlığı seyrederek aldığı ilhamla
“Mezarlığımızda maalesef yer kalmamıştır.” yazdığını da anımsatalım.
denilerek defnedileceği iki metrekarelik bir
yer bulunamaması. Abdülhak Şinasi bugün Rumeli Kavağı ve Rumeli Feneri mezarlıkları,
Merkezefendi’de, yazarın öldüğü 1963 yılında tıpkı Anadolu yakasının Karadeniz’e bakan köy
“Doldu...” denen Âşiyan’da ise 2022’de hâlâ mezarlıkları gibi daha tenha, tabiatla daha iç-
mezar yeri satılıyor. içe, daha bâkir. Eski taşlar seyrek de olsa hâlâ
yerli yerinde. Çoklukla denizcilerin taşı var, bir
Devam edelim... Hisarın tepesindeki Nâfi de askerlerin. Eski kısımlar kullanılmadığından
Baba Tekkesi’nin ardındaki 20 dönüme yayılan olsa gerek dikenli makiler, çalılar kaplamış
Şehitlik Kabristanı, şehrin 1450’lerden kalma en mezarlıkları, aradan tek-tük gözüken beyaz
nadide birkaç taşının da bulunduğu bir pırlanta. mermer serpuşlar da olmasa buraların eskiden
Üzerine kitaplar yazıldı. Yarısı istimlâk edildi ve hep mezarlık olduğunu nereden anlayacağız?
yok oldu ise de kalan kısmı yine de çok önemli.
Boyacıköy ve Emirgân mezarlıkları, Yeniköy
Mezarlığı ile bu köylerdeki Ermeni ve Rum NOT
mezarlıkları... Ardından Tarabya, Alman ve 1 Araştırmacı, Yazar.
Fransız yazlık sefaret köşklerinin bahçelerindeki
yabancı misyon mezarlıkları, Kireçburnu’nun
kaldırılan sahildeki eski mezarlığı ile yamaçtaki
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 57
Bizans muhakkaktır. İlk haritasının ise ne vakit
çizildiğini şimdilik bilmiyoruz. Bu eski
haritaların bugün en büyük faydası, topografyası

Devrindeki son yıllarda çok değişen Boğaziçi kıyılarının, eski


devirlerdeki gerçek biçimini velev ki nispetsiz

Boğaziçi
de olsa göstermesi, böylece kaynaklardan
derlenen bilgi kırıntılarını yerleştirme imkânını
sağlamasıdır. İlkçağ ve Ortaçağ denizcilerinin

Hakkında Bazı tecrübeleri, ustalıkları ve hatta insiyaklarıyla ve


tabiat kuvvetleri karşısında mücadele edercesine
içinden geçtikleri Boğaziçi’nin akıntı ve

Görüşler1 rüzgârları o sırada yirmi iki-yirmi üç yaşlarında


olan Comte de Marsigli (1658-1730) tarafından
incelenerek İsveç Kraliçesi Kristina’ya (1626-
1689) sunulan 108 sayfalık bir kitap halinde ilk
defa olarak 1681’de yayımlanmıştır. Bundan
sonra Boğaziçi’ne dair başlangıçta çok yanlış,
Prof. Dr. Semavi Eyice fakat gitgide gerçeğe daha uygun ve bugün artık
tarihî bir vesika sayılabilecek haritalar meydana
getirilmiştir.
Boğaziçi’nin İlkçağ’daki topografyası hakkında
Byzantionlu Dionysios tarafından ve bazılarının
Boğaziçi’nin İlkçağ’ındaki tarihi ve buradaki
görüşüne göre çok eski denizcilik kılavuzlarının
yer adları şimdiye kadar derlenmiş, bunların kopyası olarak rehber mahiyetinde bir risale
nerelere karşılık oldukları tespite çalışılmış ve meydana getirildiği bilinmekte ise de II. yüzyılın
böylece Boğaziçi’nin hiç değilse kaynaklara sonlarına doğru yazılan Anaplus Bosporu
göre tarihçesi ortaya konulmuştur. Halbuki bu başlıklı bu küçük kitap kaybolmuştur. Fransız
bilgileri daha müspet şekle sokması beklenen tabiat bilgini Pierre Gylli (veya Gyllius) bunun
arkeolojik buluntular ise hemen hemen hiç yok tamam bir nüshasına sahip olmuş ve Boğaziçi
denecek kadar azdır. Bu da İlkçağ’da Boğaziçi hakkında 1561’de basılan kitabında bunu geniş
kıyılarının geniş çapta bir yerleşmeye sahne ölçüde kullanmıştı. Anaplus Bosporu’nun üç
olmadığının delili sayılabilir. Ufak yerleşmelerin sayfadan ibaret eksik bir elyazma nüshası ise
ise rüzgârlardan korunmuş yamaçlarda ve 1841’de Aynaroz’da bulunmuş ve önce 1874’te
Boğaziçi’ne dökülen sayıları pek çok olan ve Wescher, sonra 1927’de R. Güngerich eliyle
içlerine ufak teknelerin girebildiği akarsuların yayımlanmıştır. Bütün eksikliğine rağmen
vadilerinin diplerinde bulunduğuna ihtimal Dionysios’un eseri, Boğaziçi’nin İlkçağ’daki
vermek herhalde yanlış olmaz. İlkçağ Boğaziçisi topografyasını tespitte yardımcı olmaktadır.
ile ilgili bilgilerde mitologyaya dayanan efsane Fakat Bizans çağı için böyle bir kaynağa sahip
ve hikâyelerin çokluğu, bunları müspet esaslara bulunmamakta, dağınık bilgilerin yardımına
bağlamayı, bilhassa kıyılar tabii özelliklerini başvurmak gerekmektedir.
kaybettikten sonra, çok zorlanmış hatta pek çok
Bizans devrinde Boğaziçi’nin önemli bir geçit
halde imkânsızlaşmıştır.
yeri olarak birtakım tarihî olaylara sahne
Gemicilerin korku verici bir deniz olan olduğu bilinmekle beraber kıyılarındaki iskân
Karadeniz’de çıkarken bu tabii kanalın bütün yerlerinin tarihçeleri hakkında pek fazla
özelliklerini tecrübeleriyle öğrendikleri bir bilgi edinmek mümkün olmamaktadır.
58 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Bizans devrinde de İlkçağ’da olduğu gibi Boğaziçi’nde büyük bir deniz çarpışmasına
Boğaziçi’nin iki hususta sağladığı imkânlardan yol açmıştır. Paganino Doria idaresindeki
faydalanılmıştır. Bunlardan birincisi balıkçılık, Cenovalılar Osmanlılar’dan yardım görmüşler,
ikincisi de buradan geçmek zorunda olan her buna karşılık Nicola Pisani idaresindeki
çeşit gemiden ve yüklerinden alınan gümrük Venedik donanması ise, Bizans ve Katalanlar
ve geçiş harçlarıdır. VI. yüzyılda I. Iustinianos tarafından desteklenmiştir. Çarpışma bütün bir
(527-565) zamanında, Boğaziçi’nden geçen gece sürmüş ve her iki taraf da ağır kayıplara
bütün gemilerden gümrük ve vergi alınıyordu. uğradıktan sonra, Venedikliler çekildiklerinden,
Boğaziçi’nin İstanbul’u koruyan geniş ve tabii Bizans çok ağır şartları olan bir barış imzalamak
bir su hendeği teşkil ettiğini de, Bizans’ı tehdit zorunda kalmıştır. 1377’de Boğaziçi’nde Cenova
eden birçok akının başarısızlığa uğraması ve Venedik filoları arasındaki bir çarpışma
ispat eder. Herakleios (610-641) zamanında, daha olmuştur. XIV. yüzyıl sonlarına doğru
626’da şehrbârâz idaresindeki bir Sâsânî Boğaziçi’nin Anadolu yakası Osmanlılar’ın eline
ordusu Khalkedon’u (Kadıköy) ele geçirerek, geçmiştir. Burada Yıldırım Bayezid tarafından
Boğaziçi’nin Anadolu kıyısında ordugâh Güzelcehisar (Anadoluhisarı) yapıldıktan
kurmuş, 717’de kuvvetli bir Arap donanması başka, yukarı Boğaziçi’ndeki Yoros Kalesi de
yine burada üslenmiştir. 813’te Bulgarlar işgal edilerek bir garnizonla takviye edilmişti.
Boğaziçi’nin Rumeli yakasının sahiline kadar Halbuki bu esnada karşı kıyıdaki yegâne Bizans
inerek buradaki meskûn yerleri tahrip etmişler, kalesi harap ve metruk bulunuyordu. Fâtih
860’a doğru Güney Rusya’dan yola çıkan Rhôs Sultan Mehmed 1452’de Boğazkesen Hisarı’nı
denen Vikingler kalabalık bir filo halinde (Rumelihisarı) yaptırtarak Boğaziçi’ni sıkı
Boğaziçi kıyılarını tahrip ederek geçmiş ve bir kontrol altına almış ve böylece iki yaka
Bizans başşehrine korkulu günler yaşatmışlardır. arasındaki irtibatı da sağlamıştır. İstanbul’un
Bu korsanların akınları X ve XI. yüzyıllarda da muhasarası esnasında 1453’te Baltaoğlu
tekrarlanmıştır. 1096-1097 yıllarında İmparator Süleyman Bey idaresinde kuvvetli bir Osmanlı
I. Aleksios Komnenos’un (1081-1118) yardımıyla donanması Boğaziçi’nde Baltalimanı’nda
I. Haçlı Seferi ordusu birlikleri Boğaziçi’ni üslenmiştir.
geçmiştir. IV. Haçlı Seferi kuvvetlerinin İstanbul Boğaziçi’nin Bizans devrinde bazı çok şiddetli
önüne gelip şehri ele geçirmesi sonunda 1204’te kışlarda buzlarla kaplandığı da bilinir. Bunlardan
Latin Krallığı kurulduğunda Boğaziçi İstanbul 401 ve 739 kışlarında, Boğaziçi’nin buzlandığı
Latin kralı olan I. Baudouin’in (1204-1206) hakkında kaynaklar bilgi vermektedir. 753-755
idaresine bırakılmıştır. Bizans İmparatorluğu yıllarında ise üst üste iki kış, Theophanes’e
son devrinde Boğaziçi, Bizans-Osmanlı- göre çok şiddetli olmuş ve her iki boğaz da
Cenova-Venedik arasındaki mücadelelere buzlarla örtülmüştür. Patrik Nikephoros’un
sahne olmuştur. Bu devirde Boğaziçi üzerinde etraflı surette anlattığı 762 (bazı kaynaklarda
Bizans’ın hiçbir hükmü olmadığını, 1328’de 763, hatta 764) yılı kışında ise, İmparator V.
Cenovalılar’a ait olan Galata’yı zor durumda Konstantin’in hükümdarlığının yirmi üçüncü
bırakmak için Venedikliler’in haftalarca yılında sonbaharda büyük soğuklarla Karadeniz
Boğaziçi’ni abluka etmeleri olayı açıkca gösterir. kıyıları donmaya başlamış ve arkasından
1347’de Bizans İmparatorluğu Boğaziçi gümrük başlayan kar yağışı metrelerce kalınlığında
gelirinin % 87’sinin Cenovalılar’a geçmesine bir örtü halinde bu buzun üstünü kaplamıştır.
son vermek gayesiyle birtakım tedbirler almak Şubata doğru çatlayan buz kitleleri Boğaziçi’ne
istemişse de, bu teşebbüsünde muvaffak inerek, iki yakadan birbirine yaya geçmek
olamadıktan başka, 1349’da Bizans donanması imkânını sağlamıştır. 1011 ve 1232 yıllarında
Boğaziçi’nde Cenovalılar’ı yenmiştir. Bu da Boğaziçi’nde buz kitleleri görülmüştür.
mücadele daha da genişleyerek 13 Şubat 1352’de Karadeniz Boğazı’nın yine aynı devrede
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 59
üzerinde bir defaya mahsus olmak üzere bir Fındıklı civarında kıyıya yakın bir yerde denize
köprü kurulduğu da bilinmektedir. Bizans düşmüş ve su yüzündeki bir parçası uzun süre
tarihçilerinden IX. yüzyılda yaşamış ve 806-815 burada bir işaret gibi görünmüştür. Bizans
yılları arasında patrik olmuş Nikephoros’un devrindeki Boğaziçi’nin tarihi ile buradaki çeşitli
(ö. 829) 602-769 yılları arasındaki olayları tesisler hakkında kaynaklarda rastlanan dağınık
bildiren tarihinde yazdığına göre hayatının bilgiler ve sadece anmalar pek çok olmakla
son günlerinde bir ruh hastalığının tesiriyle beraber, bunları araziye yerleştirmek son
sudan ürken İmparator I. Herakleios’un (610- derece de zor ve birçok halde de imkânsızdır.
641) Suriye’ye bir seferden dönüşünde, denizi Gylli’den bu yana yapılan bütün yerleştirmeler
görmeden karşıya geçebilmesi için kayıklar birtakım tahminler, yakıştırmalar ve boşlukta
üzerine bir köprü yapılmış ve bu köprünün kalan yaklaştırmalardan ileri gitmemektedir.
iki yanı ağaç dallarıyla duvar halinde örülmüş Pargoire’in yetmiş-seksen yıl önceleri yaptığı
böylece imparator at üstünde karşı yakaya teşhislerle yazarın inandırıcı yazış gücünün
ulaşmıştır. desteği ile ortaya konulmuş hipotezlerdir.
Pargoire’in İstanbul’un varoşlarıyla ilgili büyük
Boğaziçi’nin iki yakasının Bizans devrindeki
araştırmaları, kullanılan kaynakların çeşitliliği
tarihçileri hakkında müspet bilgilerin hiç yok
ve çokluğu bakımından erişmesi güç bir
denecek kadar az olduğu anlaşılmaktadır.
zenginliktedir. Bu rahip araştırmacının konuyu
Kaynaklarda adları geçen yer ve tesislerin
işleyişi ve meseleleri sunuşu ise başka hiçbir
bugünkü mevkilerini bulmak âdeta imkânsızdır.
tarihî topoğrafya uzmanında rastlanmayacak bir
Boğaziçi’ndeki Bizans devrine ait yer adlarından
metoda sahiptir. Fakat ne olursa olsun bunlar
ancak birkaç tanesi günümüze kadar gelmiştir:
yine de hipotezlerdir. Pargoire otuz beş yaşında
İstinye, Tarabya, Yoros dışında kalanlar ancak
iken ölmeyip İstanbul’un dış semt ve mahalleleri
birtakım yakıştırmalarla Bizans devri yer
hakkında çalışmalarını sürdürseydi Bizans
adlarına bağlanmak istenmektedir. Mesela
devrindeki Boğaziçi de belki daha iyi tanınmış
Rumeli yakasının kuzey ucundaki Garipçe koyu
olurdu. Fakat şurası da bir gerçek ki, onun da
adının Homeros’taki Kharybdis’ten geldiği
vereceği bilgiler birtakım kilise ve manastırların
yolundaki hipotez bu hususta bir misal teşkil
yerlerini tespitten ileri gitmeyecekti. Sonuç
eder. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde İstanbul
olarak Bizans devri Boğaziçi’sindeki yapılarla -ki
topografyası hakkında araştırmalar yapan P.
bunlar kilise, manastır ve nadir hallerde yazlık
Gylli’nin Rumlar’dan öğrendiği ve eski Bizans
köşklerdir- ilgili adların hemen hepsi boşlukta
devri adlarının değişmiş, bozulmuş şekilleri gibi
kalmaktadır.
gözüken yer adları da bu arada kaybolmuştur.
Nihayet Bizans’ın çifte taş anlamına gelen Bizans devrinde Boğaziçi’nin geniş ölçüde
Diplokion’unun içindeki taş kelimesinden iskân edilmediği de açık bir gerçektir. Çoğu
dolayı Beşiktaş adına bağlamak kanaatimizce ancak denizden erişebilen ve belki karada bazı
inandırıcı olmaktan uzak kalmaktadır. Yine patikalarla gerilere bağlanan pek az sayıdaki köy
içinde taş kelimesi olduğu için Kabataş yer ile birkaç sayfiye ve av köşkü veya villa ile sayıları
adına, Diplokion ile ilgili görmek ve buradaki hayli yüksek olan manastırlar, kiliseler bilhassa
çifte sütunun kaidelerine bu adın verildiğini ileri Bizans tarihinin ilk yüzyıllarında kurulmuştur.
sürmek yanlıştır. Çünkü Kabataş adı ya burada Hatta bu villa veya köşklerin Bizans devri
su içindeki tabii bir kaya kitlesi olduğundan ilerledikçe ilk görevlerinden uzaklaştırılarak dinî
veya Türk devrinde cereyan etmiş bir olayla tesis, genellikle manastır ve dinî sosyal müessese
ilgilidir. Sultanahmet semtinde Baruthane olarak haline getirildikleri görülmektedir. Bizans devri
kullanılan Güngörmez Kilisesi 1490’da şiddetli içerilerinde Boğaziçi’nde gerçek mânasıyla
bir fırtınada bir yıldırımın düşmesi sonunda imparatorluk köşkü olarak kullanılmaya devam
barutun ateş almasıyla havaya uçmuş, kubbesi eden bina kalmamış gibidir. Tam olarak nerede
60 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
olduğu bilinmeyen Meludion Av Köşkü’nde sosyal yardım tesisleri sıralanıyordu. Denizden
1185’te I. Andronikos Komnenos, bir Fransız erişilen bu manastırlar yamaçlarda kurulmuştu
prensesi olan on beş yaşındaki karısı Anna ve ve herhalde yeşilliklerin arasına gömülmüştü.
metresi ile gönül eğlendirirken, şehirde aleyhine Boğaziçi’nin Bizans çağında genel görünüşünün
bir ayaklanmanın başladığını haber aldığına hemen hemen Aynaroz yarımadasını andırdığını
göre, bu köşk Latin istilasına kadar durmuştur. tahmin etmek yerinde olacaktır. İlkçağ’a ait
P.J. Pargoire, Bizans hükümdarlarının sayfiyede Boğaziçi yer adlarının hangilerinin Bizans
yaşamayı sevmekle beraber Boğaziçi’ne pek devrinde de yaşadığını tespit etmek ayrıca bir
ilgi göstermediklerini açık surette belirtmiştir. araştırma konusu olabilir. Fakat bunlardan pek
Bizans idaresinin zayıflaması ve dış tehlikelerin fazla bir şeyin kalmadığı tahmin edilir. Bizans
büyümesiyle boşalarak, oradaki manastır ve devrinde Boğaziçi’nde yer adları, bazı arazi
dinî tesisler de ortadan silinmiştir. 1403’te özelliklerinden doğmuş adlar ile manastırların
Boğaziçi’nden geçen İspanyol elçisi Clavijo, adlarıdır. Bu manastırların da İlkçağ’ın çiftlik
Anadolu yakasının tamamen Türkler’in elinde veya villalarının yerlerini aldıkları bir dereceye
olduğunu ve her iki yakada da hepsi de harap kadar anlaşılıyor. Böylece bazı hallerde bu
bir halde pek çok kilise ile kötü durumda sayfiye evlerinin eski sahiplerinin adları az veya
başka yapılar da görüldüğünü belirtmektedir. çok değişerek yer adı olarak kalmıştır. Diğer
Boğaziçi’nden geçen gemilerden vergi ve taraftan üzerinde durulması gerekli çok önemli
gümrük almak, gerekince de geçidi kapatmak bir nokta da, kaynaklarda adlarına rastlanan
gayesiyle yukarı Boğaz bölgesinde, Bizans manastır ve dinî tesislerden ne kadarının
devrinde yaptırılan karşılıklı Kavaklar kaleleri geç devirlere kadar kullanılmakta olarak
de büyük bir tarihî rol oynamamıştır. Bütçesinin kalabildikleridir. Bunlardan çoğunun çok erken
önemli bir gelir kaynağını Bizans İmparatorluğu bir devirde kurulmaları ve sonraları adlarının
1348’de Cenovalılar’a kaptırmış ve geçit resmini, ortadan kaybolması, boşalarak yıkılmaya
Bizans’ın burnunun dibinde Cenovalılar alır bırakıldıklarına veya başka bir ad altında bir
olmuştur. Hatta gümrük tesislerinin Rumeli süre daha kullanıldıkları şeklinde anlaşılmalıdır.
yakasındaki kalenin dibinde olduğu bilinir. Bu surette sayıları ilk bakışta çok gibi gözüken
Philippe le Bon adına Mısır ve Anadolu’da uzun kiliselerin ve manastırların da belki sayılarının
bir yolculuk yapan Bertrandon de la Broquière sanıldığından daha da az olabileceğini
1432’de Escutary dediği Üsküdar’a geldiğinde, düşünmek yerinde olacaktır. Bizans devrindeki
henüz Bizans idaresinde olan İstanbul’a geçmek Boğaziçi’nin tarihî topoğrafyası meçhuller
için buradaki Türkler’e geçiş haracı vermek içindedir. Bu da herhalde kesin adları belli
zorunda olduğunu bildirir. yerleşmelerin olmayışındandır. Tarihte en fazla
Boğaziçi kıyılarının Rumeli yakasının bazı adı geçen Mikhaelion veya Mikhaelionlar’ın
kısımları istisna edilecek olursa, Bizans durumu Bizans devri Boğaziçi’sinin ne kadar
zamanında tam iskân edilmemiş olduğunun bir çözümlenmesi zor meselelerle dolu olduğunun
delili de rastlanan kalıntıların azlığıdır. Bizans bir misalidir. R. Janin, 1954’te yayımlanan,
devrinde Boğaziçi’nin sadece Rumeli yakasında Boğaziçi’nin Anadolu yakasındaki Bizans
Beşiktaş-Dolmabahçe dolaylarında Hagios kiliseleri hakkındaki uzun makalesine şu
Mamas adındaki önemli bir yerleşim yerinin bir cümleler ile başlamıştır: “Boğaziçi’nin iki
“emporion”un bulunduğu kabul edilmekte ise yakasının İlkçağ’da Byzantionlu Dionysios’un
de, yukarıda işaret edildiği gibi bu yerleştirme milattan sonra II. yüzyılın ikinci yarısında
de kesinlikle aydınlığa kavuşmuş değildir. Bunun yazdığı Anaplus tu Bosporu sayesinde oldukça
dışında her iki yakada da nispeten şehre yakın iyi tanımlamakta olmasına karşılık doğrudan
kısımlarda, birkaç saray, daha doğrusu av ve doğruya Bizans çağı hakkında sadece dağınık
sayfiye köşkünden başka sadece manastırlar, bilgiler bulunmaktadır. Sistematik bir tasviri
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 61
olmadıktan başka, Byzantionlu Dionysios’tan en uygun şekli ile kullanan, onun her türlü tabii
sonra bazı yerlerin de adları değişmiştir. Çeşitli güzellik ve kaynaklarından faydalanan Türk
yazarların (vekayinameci, tarihçi, aziz yortuları medeniyeti olmuştur. Ne yazık ki, onun yok
ve aziz hayatları yazarları gibi) verdikleri edilmesi de günümüzde yine kendi elimizle
dağınık parçalar halindeki bilgiler genellikle cereyan etmektedir.
o derecede bulanıktır ki Bizans devrindeki
yerlerin bir haritasını meydana getirmek fiilen
NOT
imkânsızdır. Halbuki bu yerlerden birçoğunun
1 Çevre Koruma devrinden kalan izlerin
bir vakitler çok şöhretli oldukları anlaşılıyor. ve Yeşillendirme plan ve fotoğrafları ile
Fakat haklarında bilinenler o kadar eksiktir ki, Derneği’nin 12-15 ayrı bir kitap olarak
bunları kesin bir şekilde göstermek mümkün Kasım 1973 tarihleri 1976’da Bizans Devrinde
olmamaktadır. Bu durum, büyük bir ihtimalle arasında düzenlediği Boğaziçi başlığı ile
İstanbul Boğazı ve İstanbul Üniversitesi
böylece sürüp gidecektir. Her şeyden evvel bu Çevresi Sorunları Edebiyat Fakültesi
konuyu daha çok aydınlatıcı yeni kaynakların Sempozyumu’nda Prof. Yayınları arasında
meydana çıkarılması gereklidir. Ancak bu Dr. Semavi Eyice’nin yayımlanmıştır. Kitap
dokuzuncu olarak 2007 yılında gözden
yoldaki ümidin de oldukça zayıf oluşundan
sunduğu bu bildiri geçirilmiş ve ilaveleri
kuşku duyulur.” Diğer taraftan ise Boğaziçi’nin metni, vaktiyle Türk ile Yeditepe Yayınları
kıyılarının yüzyıllar boyunca biçimlerinin Ansiklopedisi’ne yazdığı arasında ikinci baskısını,
değişmiş olması da dikkate değer. Osmanlı “Bosphorus” maddesinin 2017’de de üçüncü
Bizans bölümünün daha baskısını yapmıştır. Bu
devrinin ortalarına gelinceye kadar arazinin da genişletilip, arkeolojik bildiri metni Din ve Hayat
içine giren bir koy halinde olan Dolmabahçe, kalıntılarla birlikte dergisinin “Boğaziçi Özel
XVII. yüzyılda dolmuş ve burada kıyı düzgün oldukça etraflı ve resimli Sayısı” için Sema Doğan
hazırlanan çalışmanın tarafından kısaltılarak
bir şekil almıştır. İnciciyan’ın bildirdiğine göre
giriş ve son söz yayıma hazırlanmıştır
Anadolu yakasında Beykoz yakınında Sultaniye bölümlerinden bir araya (İstanbul Boğazı ve
adı verilen yerde de buna benzer bir durum getirilerek hazırlanmıştır. Çevresi Sorunları
olmuştur. Aslında burada kıyıda çok geniş ve Çalışmanın tam Sempozyumu : 12-15.
metni, bibliyografya XI.1973 [derleyen: Besalet
kısmen bataklık bir koy varken, ortasında bir
ve açıklama notları, Pamay], İstanbul 1975, s.
de adacık yükselen bu girinti Kanûnî Sultan Boğaziçi’nde Bizans 118-127).
Süleyman’ın (1520-1566) emriyle doldurulmuş
ve burada kıyı düzeltilmiştir. Daha bunlar gibi
başka yerler de vardır. Boğaziçi’nin Türk devri
içinde her iki yakada da ufak birer kült yeri
halinde yaratılan ayazmalar ise Bizans devrine
kadar inmemektedir. Belki bunlardan bir ikisinin
eski bir tarihi olabilir. Fakat başka taraftakiler
gibi bunların hemen hepsi Osmanlı Devleti’nin
geç yüzyıllarında ortaya çıkmıştır. Zaten
bunların içinde mimari bakımdan üzerinde
durulmaya değecek bir özelliği olanlar da yoktur.
Bütün bu araştırmaların ulaştığı netice şudur
ki, Boğaziçi Bizans devrinde manastırların
sıralandığı iki kıyıdan ibaret kalmıştır. Bu su
şeridinin iki yakasında küçük köyler ve bunların
aralarında sıralanan sahilsaraylar, yalılar,
saraylarla göze zevk veren görünüşünü alması
ancak Türk devri içinde olmuştur. Boğaziçi’ni
62 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Osmanlı Bizans döneminde Boğaziçi’nde manastır gibi
dinî yapılar, Karadeniz tarafından yapılacak
askerî saldırıları önlemeye yönelik kaleler ile

Döneminde korunaklı koyların güney yamaçlarında tarım ve


balıkçılıkla geçinen küçük köyler vardı. Bizans
İmparatorluğu’nun iktisadî ve siyasî olarak güçlü

Boğaziçi’nin olduğu dönemlerde bunların yanına bazı köylere


misafirhaneler, yazlık saraylar, hapishaneler,

Sanayi
bakım evleri ve bazı hastalıkların tedavi
edilmesine yönelik hastaneler inşa edildi.2
Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında

Mekânına Boğaziçi Osmanlı’nın da dahil olduğu çeşitli


devletlerle Bizans arasında yaşanan bir
dizi mücadelenin mekânı oldu. Osmanlılar

Dönüşümü ve bütün bölgeyi fethederek bu mücadelelerden


galibiyetle çıktı. Türklerin İstanbul’u fethinden

Sonuçları
sonra Boğaziçi XV. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren savunma amaçlı yerleşme yanında
dinlenme/sayfiye alanı olarak da kullanılmaya
başlandı ve böylece bir “Boğaziçi medeniyeti”
ortaya çıktı. Elbette Osmanlılar döneminde
Boğaziçi’nin de dahil olduğu sur dışı
İstanbul’daki yerleşim yerlerinin gelişimini
Prof. Dr. Hamdi GENÇ1 etkileyen başlıca faktör devletin savaş ve barış
halinde olma veya olmama durumları ile devleti
yönetenlerin karar ve karakterleriydi. Ayrıca
buna ulaşım imkânlarındaki gelişmeleri de
dahil etmek gerekir. İstanbul’un fethinden sonra
Boğaziçi’nin Sayfiye Yerinden Konut
şehrin imarı ve iskânı sadece suriçi ile sınırlı
Mekânına Dönüşümü
kalmadı. Yapılan imar ve iskândan Boğaziçi de
Boğaziçi ilkçağlardan itibaren Asya’dan kendi hissesine düşen payı aldı ve Boğaziçi’nin
Avrupa’ya Avrupa’dan Asya’ya geçişte bir köprü vadileri ve kıyılarında da yerleşimler oldu. Fatih
vazifesi görmüştür. Sahip olduğu bu özelliği döneminde Boğaziçi’nin Avrupa yakasında
nedeniyle Boğaziçi her dönem -değişen şartlar Salıpazarı, Fındıklı, Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy,
içerisinde bugün de- stratejik önemi olan bir Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı, Baltalimanı,
bölge olmuştur. Bizans öncesi dönemde Boğaziçi Kuruçeşme, Kefeliköy ve Büyükdere gibi yerlere
bir yerleşim yeri olmaktan daha ziyade önemli iskânlar gerçekleşti. Buralardaki köylerde
bir geçiş yeriydi. Roma İmparatorluğu’nun ikiye Osmanlı tebaasından Müslüman, Rum ve
ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu’nun diğer milletler yaşamaya başladı. XV. yüzyılın
merkezi İstanbul oldu. Ancak sürekli yaşanan ikinci yarısında Boğaziçi’ndeki yerleşim yerleri
kuşatma ve saldırılar nedeniyle Doğu Roma genellikle tarım ve balıkçılık ile geçimini
suriçi İstanbul’una sıkışıp kaldığından sur sağlayan köylerden oluşuyordu. Ayrıca yerleşim
dışında kalan Boğaziçi’ne yerleşim olmadı. yerleri içinde saray mensuplarının günü birlik
Boğaziçi’nde en eski yerleşim yerleri doğu kullanım için yaptırdıkları az sayıda köşk ve has
kısmında Göksu ve Küçüksu derelerinin bahçe de yer alıyordu.
vadilerinde, batı kısmında ise bugünkü Boğaziçi’ne yapılan yerleşimler XVI. yüzyılda
Belgrad ormanlarının içinde kaldığı alandı. deniz ulaşımındaki nisbî gelişmeler sayesinde
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 63
artmaya başladı. Deniz ulaşımında kullanılan yüzyılda Boğaziçi’nde daha önceki yüzyıllarda
kayık ve peremelerin sayısında bir artış yaşanmış olduğu gibi güçlü bir savunma organizasyonu
ve bunlara sahip olanlar Boğaziçi köylerinde olmadığından saldırılar oldu. Özellikle 1624
kendilerine ait iskeleler ve kayıkhaneler inşa yılında Rus Kazaklar tarafından yapılan saldırı
etmişlerdir. Yaşanan bu gelişmeler sayesinde toplum hafızasında önemli yer etmiştir. Saldırı
Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Beykoz, sonucunda Boğaziçi’ndeki köylerin bir kısmı
Üsküdar ve Anadoluhisarı önceki dönemlere zarar gördü. Yaşanan saldırının tekrarlanmaması
göre daha yoğun yerleşimin olduğu yerler haline için Osmanlı Devleti eski kaleleri onarmış ve
geldiler. Yerleşim yerinin artmasına karşın Boğaziçi’nde Kilyos, Anadolu Feneri, Rumeli
Boğaziçi’ndeki bazı yerler eskiden olduğu gibi Feneri, Rumeli Kavağı ve Garipçe gibi yeni
askerî amaçla kullanılmaya devam ediyordu.3 köyler kurulmuştur.7
Çünkü bunun ihmali telafisi güç saldırıların
XVIII. yüzyıla doğru Boğaziçi köylerine
gerçekleşmesiyle sonuçlanabilirdi.
yerleşimin genel çizgilerini belirleyen unsur
Boğaziçi, Osmanlı Devleti’nin iktisadî, siyasî, ise Osmanlı Devleti’nin yaşadığı değişimdir.
sosyal ve toplumsal yapısında meydana Bu yüzyılda da İstanbul’a yapılan göçlerden
gelen değişimlere paralellik arz eden değişim Boğaziçi kendi hissesine düşen payı almaya
süreçlerini yaşıyor, dönüşümün izlerini devam etti. Boğaziçi’nin göç dışında gelen bir
bünyesinde taşıyor, bu değişim gâh hayat başka misafiri de bazı yabancı büyükelçiliklerdi.
tarzında, gâh mimarîde gâh nakliye vasıtalarında Bunlar genelde yazlıklarını Büyükdere ve
kendini gösteriyordu. XVII. yüzyılda Yeniköy gibi yerlerde inşa ettiler.8 Başlangıçta
Boğaziçi’nde saray ve devlet ricali daha görünür Osmanlı Devleti’ne gelen yabancı elçiler,
hale geldi. Aslında bu görünürlük iki şekilde suriçi İstanbul’un merkezinde yer alan Elçi
tezahür ediyordu. İlki kendileri için yaptırdıkları Hanı’nda ikamet ediyorlardı. Bir süre sonra
yalılar ve köşkler yoluyla olurken, ikincisi daha buradan Galata’ya taşındılar. Ancak çok zaman
çok dinî ve sosyal amaçlı yapılarla oluyordu.4 Bu geçmeden XVI. yüzyıl ortalarında Fransız
yüzyılın sonlarında Osmanlı saray halkı/devlet elçiliği Pera’ya doğru tekrar taşındı ve onu da
ricali arasında yeni bir eğilim ortaya çıkmıştır: diğer elçilikler takip ettiler. XVIII. yüzyılda
Sur dışı bölgelerinde, ikinci derecedeki saltanat yabancı elçilikler ve maiyetleri de Boğaz’ın
konutlarının yapılması. Bu konutların yapıldığı kuzey kıyılarına -Büyükdere, Tarabya ve Belgrat
bölgelerin başında Haliç kıyıları, Boğaziçi, Ormanları’na doğru taşındılar.9 Boğaziçi, ifade
Üsküdar ve Salacak geliyordu. Padişahın şehir edilen faktörler nedeniyle bir önceki yüzyıla
merkezinden uzağa doğru hareketini taklit eden göre daha fazla yerleşime açılmıştı ancak nüfus
saray halkının üyeleri -özellikle Padişahın kızları yoğunluğu kent merkezi ile karşılaştırıldığında
ve kız kardeşleri- ile bürokrasinin başında yer daha düşük seviyelerde seyrediyordu. Nüfus ve
alanlar Boğaz kıyıları boyunca ikincil ikametgâh imar bakımından görülen nisbî artış Boğaziçi
kompleksleri kurdular.5 Boğaziçi’nin bir başka köylerindeki yerleşimin birbirinden uzakta ve
konuğu ise Anadolu’dan yapılan göçlerle kopuk biçimde gerçekleşmesi sebebiyle nüfus
İstanbul’a gelenlerdi. Şehrin yeni sakinlerinin yoğunluğuna yansımıyordu.
ilk hedefleri suriçine yerleşmekti. Ancak suriçi
İstanbul’unun dolması nedeniyle dar gelirli XIX. yüzyılda İstanbul’un geçirdiği değişim ve
göçmenler Eyüp ve Boğaziçi’nde yer alan köylere dönüşümden Boğaziçi de bütün boyutlarıyla
yerleşmeye başlamışlardır. Bu gibi sebeplerle etkilendi. Bu değişim sadece İstanbul’un
Boğaziçi dahilinde yer alan köylere saray erkanı, mekânsal tasarımından ibaret değildi, sosyal,
devlet ricali yanında sıradan ahali de yerleşmeye kültürel, toplumsal ve zihinsel büyük bir
başlamış ve buralar toplumun her kesiminden dönüşüme tekabül ediyordu. Bu yüzyılda
insanın yaşadığı bir yer haline dönüşmüştür.6 Boğaziçi’ne yerleşenlerin dinî ve ekonomik
Bu gibi olumlu gelişmelere karşı XVII. kompozisyonunda ciddi değişikler olmaya
64 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
başladı. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi önceki Boğaziçi’nde Sanayileşme ve Çevre Sorunları
yüzyılda Boğaziçi köylerine yerleşenlerin önemli Osmanlı Devleti çağdaşı olan Avrupalı
bir kısmını farklı nedenlerle İstanbul’a göç devletlere göre sanayileşme aşamasını daha geç
edenler oluşturuyordu. Şehrin yeni sakinlerinin yaşadı. Bunun doğal bir sonucu olarak da XIX.
sahip oldukları iktisadî imkânlar suriçine yüzyılın başından itibaren sanayileşmiş Avrupa
yerleşmelerine imkân vermediğinden gönüllü/ ülkelerinin ürettiği mallar kısa süre içerisinde
zorunlu olarak Boğaziçi’ne yerleşiyorlardı. Osmanlı pazarlarında görünür hale gelmeye
Bu dönemde ise Boğaziçi saray erkânı, devlet başladı.15 Avrupa mallarının Osmanlı piyasasını
ricali ve yabancı elçiliklerin yazlıkları yanında kaplaması devletin tepkisine neden oldu.
İstanbul’un zenginlerinin de oturmak için Tepki de ithal edilen malları üretecek sanayi
tercih ettikleri bir mekân haline geldi. Boğaziçi tesislerinin kurulması şekilde oldu. İthal edilen
kimileri için yazlık ve kışlık yaşanılan bir yer malların yerine yerli üretimi yapacak fabrikalar
olurken kimileri için ise sadece mevsimlik ya devlet ya da özel kesim tarafından tesis
sayfiye yeri konumunu sürdürüyordu. 10 XIX. edildi. Bu dönem ve sonraki yıllarda Osmanlı’da
yüzyılda gayrimüslim Osmanlı vatandaşları kurulan sanayi tesislerinin/fabrikaların büyük
için Boğaziçi dahilindeki bir köye yerleşmek bir kısmı başkent İstanbul ve çevresinde yer
sadece buranın sahip olduğu güzelliklerden aldı.16 İstanbul’da inşa edilen fabrikalar da
yararlanmak anlamına gelmiyordu. Onlar genelde şehrin üç bölgesinde yoğunlaştı. Buralar
için burayı anlamlı kılan başka bir neden de Haliç ve çevresi, Boğaziçi’nde özellikle Beykoz
gözetimden ve kontrolden uzak kalmalarına ve Paşabahçe kıyıları ile Marmara kıyılarında da
imkan sunmasıydı. Özellikle varlıklı Yedikule-Küçükçekmece arasındaki bölgeydi. Bu
gayrimüslimler için Boğaziçi’nin herhangi bir bölgelerde sanayi tesislerinin yoğunlaşmasının
yeri onların hareketlerine yönelik devlet/cemaat gerisindeki sebep büyük oranda kara ve deniz
engellemelerinden kaçma fırsatı veriyordu. Bu ulaşımı açısından sundukları imkânlardı.17
da onların İstanbul Boğazı kıyıları boyunca İstanbul’da sanayileşme XIX. yüzyıl öncesi ve
yerleşmelerine yol açtı.11 Boğaziçi köyleri sonrası uzun dönem hep bu aks üzerinde devam
etti. İfade edilen aks üzerinde fabrika/sanayi
ise XIX. yüzyıl boyunca hem büyümüşler
tesislerinin inşa süreci 1804’te Boğaziçi’ndeki
hem izole yerleşmeler olmaktan çıkıp kentle
Hünkâr İskelesi’nde kâğıt fabrikası, yünlü
bütünleşmişlerdi. Yalı boyu yerleşmeleri büyük
kumaş dokuma fabrikası, Eyüp’te iplik fabrikası
ölçüde yıl boyunca sürekli yaşanan yerler haline
ve Feshane, Beykoz’da tabakhane ve ayakkabı
geldi.12 Bu da daha çok İstanbul kent merkezi ile
fabrikası, Tophane yakınında kereste ve bakır
Boğaziçi köyleri arasında deniz ulaşım ağının
levha fabrikasıyla başladığı söylenebilir.18
gelişimi ve XIX. yüzyılın ikinci yarısından
Boğaziçi köylerinde kurulan sanayi tesisleri ilk
itibaren buraların kara ulaşım ağına dahil başlarda yoğun olmadıklarından onların ortaya
edilmesiyle ilgilidir. 1851’de kurulan Şirket-i çıkaracağı sorunlar gündeme gelmemiştir.
Hayriyye deniz ulaşım ağının gelişmesine büyük Ancak süreç içerisinde sayılarının artması
bir ivme kazandırmıştır. Şirketin kuruluş gayesi Osmanlıların sanayileşmenin nimetleri yanında
Boğaziçi’nde oturanların şehre geliş gidişlerini külfetleri ile de yüz yüze gelmesine neden
daha da kolaylaştırmak olarak açıklanmıştır.13 oldu. Bu külfetlerin başında sanayileşme
Bu şirket işlettiği vapurlarla seyrüseferi ve uğruna Boğaziçi’nin tabii güzelliklerinin göz
Boğaziçi’ne rağbeti arttırmıştır.14 Boğaziçi’nin ardı edilip edilmeyeceği ve yerleşim yerleri ile
XIX. yüzyılın başında tanıştığı yeni bir olgu da sanayi tesislerinin yan yana olmasının getirdiği
sanayileşmeydi. Sanayileşme Boğaziçi köylerinin sorunlar geldi. Sanayi tesisleri kurulduğu ilk
mekânsal kullanımını genişletmiş, burayı yıllarda çevre sorunlarına kaynaklık edecek
fabrika/sanayi tesislerinin inşa alanı haline bir unsur olarak görülmüyorlardı. Hatta bir
getirmiştir. nevi modernleşmenin imgesi olarak kabul
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 65
ediliyorlardı.19 Ancak Boğaziçi’nde sanayi Meabir tarafından tanzim olunan layihanın 17
tesislerinin yoğunlaşmasıyla birlikte ortaya maddesine riayet etmeleri talep ediliyordu.24
çıkan sorunlar zamanla buralarda oturanların Boğaziçi ve İstanbul’un diğer kıyı bölgelerinde
gündemine girdi ve resmi yazışmalarda yer fabrika inşasını yasaklayan düzenlemeler XX.
etmeye başladı. yüzyılın başında iptal edildi. Neredeyse elli
1853 tarihine ait bir arşiv belgesinde Boğaziçi yıl devam eden yasağın kalkmasıyla beraber
ve sair yerlerdeki kireç fırınlarında yakılan Boğaziçi ve İstanbul’un Marmara kıyılarında
kömürün çevre ve hava kirliliğine neden çok sayıda fabrika yapıldı. Yapılan fabrikaların
olduğu, bundan dolayı kömür yerine eskiden Boğaziçi’nde özellikle yerleşim yerleri ile iç içe
olduğu gibi çalı yakılması talep ediliyordu. olması kirlilik ve çevre sorunları yanında başka
Kömür yakılmasından dolayı özellikle kireç problemleri de gündeme getirdi. Bu bölgelerde
fırını yakınında bulunan hastane, askeriye ve ikamet edenler fabrikaların ortaya çıkardığı
hanelerde yaşayanların bundan rahatsızlığı dile sorunları ve buralara yeni fabrika yapımı için
getiriliyordu.20 1859 tarihli bir başka belgede ruhsat verilmemesi doğrultusundaki taleplerini
ise Galata’da yapılması istenen fabrikaya gündeme getirmeye başladılar. Bunlardan biri de
izin verilmesi halinde hem orada yangın 1921’de Balta Limanı’na yapılmak istenen sabun
çıkma ihtimalinin artacağı hem de kirliliğe fabrikasıyla ilgiliydi. Mirgün ve Boyacıköy halkı
yol açacağından endişe ediliyordu. Bölge verdikleri dilekçelerinde: Şûrâ-yı Devlet kararına
ahalisi endişelerini içeren dilekçeyi ilgi yerlere göre Boğaziçi’nin havasının muhafaza edilmesini
vermişler ve bu soruna bir an önce çözüm sağlamak için buralara fabrika yapımına
getirilmesini istemişlerdi.21 Devletin resmî müsaade edilmemesi gerektiği halde buna
yazışmalarına konu olan 1860 tarihli başka izin verildiğini ancak Boğaziçi’nin havasının
bir belgede de Osmanlı tebaasından tüccar koruması için fabrikanın açılmasına müsaade
Davidoğlu Karabet’in İçerigöksu’da inşa edeceği edilmemesini talep etmişlerdi. Verdikleri dilekçe
değirmene hava kirliliğine neden olmaması Meclis-i Vâlâ’da görüşülmüş ve sonunda çeşitli
şartıyla ruhsat verilmesi isteniyordu. Bunun nezaret temsilcilerinin olduğu bir komisyon
sağlanması için Karabet’in değirmeninde kurulmasına karar verilmiştir.25 Boğaziçi ve
kullanacağı makinelerin duman çıkarmayan çevresinde fabrika yapımına karşı çıkan ve buna
makineler olmasını sağlamaya yönelik denetim yönelik gerek resmî makamlar gerekse de halk
yapılması talep ediliyordu.22 nezdinde kamuoyu oluşturmaya çalışanların
bazı gerekçeleri vardı. Bunlar şu şekilde
Devlet başta Boğaziçi olmak üzere şehrin
sıralanabilir: Boğaziçi’nin İstanbul’un sayfiye
değişik bölgelerinde faaliyet gösteren
yeri olduğundan temiz havasının muhafazasının
fabrikaların neden olduğu hava kirliği ve
gerektiği, inşa edilecek fabrikalarda çalışan
çevre sorunlarını önlemek için çeşitli yasal
işçilerin büyük bir kısmının bekar olması
düzenlemeler yürürlüğe koymuştur. Boğaziçi
nedeniyle fabrika çevresinde yaşayan ailelere
ve İstanbul’un diğer yerlerinde yaşayan insanlar
rahatsızlık verecekleri ve fabrikaların yapıldığı
çevre sorunları çıktığında veya gündeme
alanlarda yeterince konut arzı olmadığında
geldiğinde bunlara atıf yaparak meselenin
fabrikalarda çalışmak için gelenlerin kiraların
bir an önce çözülmesini istiyorlardı. Devlet
yükselmesine neden olacaklarıydı.26 Bu gibi
yetkilileri XIX. yüzyılın ortalarında İstanbul’da
gerekçeler öne sürülse de uzun dönem bunlar
Boğaziçi’nin de dahil olduğu Marmara
göz ardı edilmiş ve Boğaziçi köyleri fabrikalarla
kıyılarında fabrikaları çevreyi kirletecek bir
konutların içe içe olduğu bir yapıyı devam
unsur olarak gördüklerinden bunların yapımını
ettirmiştir.
yasaklamaya yönelik düzenlemeler yapmışlardı.
23
1861 tarihli bir belgede kirliliğin ve yaşanan Görüldüğü üzere ilkçağlardan itibaren başta
çevre sorunlarının önlenmesi için vapurların güvenlik ve istihkam mekânı olan Boğaziçi
ve deniz kenarındaki fabrikaların Meclis-i zamanla imara açılmış bu mamuriyet, sayfiye
66 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
sefaları yapan Boğaziçi mehtaplarını seyreden
varlıklı kimselerden balıkçılık, bahçecilik,
kayıkçılık gibi gündelik iaşelerini temine çalışan
göçmenler ile fabrika işçilerine kadar uzanan
müslim ve gayrimüslim birçok Osmanlı’yı içine
almış; boğaza Şirket-i Hayriye vapur bacaları
ile eş zamanlı sayılabilecek bir dönemde fabrika
bacalarının eklenmesine kadar sürmüştür.

NOTLAR
1 İstanbul Medeniyet Yayınevi, Ankara, 2006, s.
Üniversitesi Siyasal 372. Fotoğraf: Fulya İbanoğlu
Bilgiler Fakültesi 13 Ali Akyıldız, “Şirket-i
2 Mehmet Çabuk, Hayriyye”, DİA, c. 39, s.
“Boğaziçi”, Dünden 201.
Bugüne İstanbul 14 M. Tayyip Gökbilgin, Dünyada içinde türbe olan
Ansiklopedisi, Kültür a.g.m., s. 260. tek fener: Rumelifeneri
Bakanlığı ve Tarih Vakfı, c. 15 Edward C. Clark,
2, s. 271. “Osmanlı Sanayi Devrimi”, İstanbul’un en eski feneri, karanlık gecelerde
3 Mehmet Çabuk, a.g.m., s. Tanzimat Değişim Karadeniz’in hırçın dalgalarını aydınlatan
272. Sürecinde Osmanlı Rumelifeneri’dir. Rumelifeneri yaklaşık
4 “Boğaziçi”, MEB İslâm İmparatorluğu, editör: 1600 senelik bir yerleşim yeridir. Buradaki
Ansiklopedisi, c. 2, s. 672. Mehmet Seyitdanlıoğlu-
fenerin ise tam olarak ne zaman inşa edildiği
5 Edhem Eldem, Halil İnalcık, Phoenix
“İstanbul: İmparatorluk Yayınevi, Ankara, 2006, s.
bilinmemektedir. Bununla birlikte 1555’te
Payitahtından 467. burayı ziyaret eden Avusturya Sefiri Busbeque
Periferileşmiş Bir Başkent”, 16 Doğan Kuban, İstanbul hatıralarında buradan bahsetmektedir. Şimdilik
Doğu ile Batı Arasında Bir Kent Tarihi, Tarih Vakfı hakkında kayıtlarda bulunan en eski tarih de
Osmanlı Kenti: Halep, Yurt Yayınları, İstanbul, budur. 1839’da Tersane-i Amire eliyle işletilen
İzmir ve İstanbul, editör: 2000, s. 350. fener, 1855’teki Kırım Savaşı sırasında İngiliz-
Edhem Eldem vd., Tarih
17 Mustafa Cezar, Osmanlı Fransız-Osmanlı müttefik donanmasının güvenli
Vakfı Yayınları, İstanbul, s.
Başkenti İstanbul, Erol seyri için 1856’da şimdiki haliyle hizmete
176.
Kerim Aksoy Kültür, girmiştir.
6 Mehmet Çabuk, a.g.m., s. Eğitim, Spor ve Sağlık
272. Vakfı Yayınları, İstanbul, s. Fenere kemer şeklinde bir kapıdan girilerek
7 M. Tayyip Gökbilgin, 517-520. zemin kata ulaşılır. Zemin katın bir bölümü
“Boğaziçi”, DİA, c. 6, s.
18 Edward C. Clark, a.g.m., s. Sarı Saltuk türbesi olarak düzenlenmiştir. Fakat
260-261.
467-468. buradaki yatırın, Hoca Ahmet Yesevi’nin dervişi
8 Mehmet Çabuk, a.g.m., s.
19 Doğan Kuban, a.g.e., s. olan Türkmen babası Sarı Saltuk’la irtibatına
272.
350.
9 Edhem Eldem, a.g.m., s. dair kaynaklarda bir malumat yoktur. Fenerin
20 BOA. A.MKT.NZD., 65-29.
176. hemen girişinde ayrıca Saltuk Dede isimli bir de
21 BOA.A.MKT.NZD., 285-37. çeşme vardır. Türbedeki mezar taşında şunlar
10 Mehmet Çabuk, a.g.m., s.
22 BOA. A.MKT.NZD., 298- yazmaktadır:
272
45.
11 Edhem Eldem, a.g.m., s.
175. 23 Hamdi Genç, “İstanbul “Hüve’l-baki kutbu’l-arifîn gavsu’l-vasilîn
Boğaziçi Sahillerinde Hazreti Hacı Bayram Veli kuddise sırruhu evlad-ı
12 İlhan Tekeli, “19. Yüzyılda
Sanayileşmeye Gösterilen kiramlarından Sarı Saltuk Hazretlerinin merkadi
İstanbul Metropol
Tepkiler”, Toplumsal Tarih,
Alanının Dönüşümü”, şerifine sene 1204”.
S. 169, Ocak 2008, s. 57
Tanzimat Değişim
Sürecinde Osmanlı 24 BOA.A.MKT.MHM., 206- Kaynak: Ali Soysal, Kara Deniz Beyaz Işık,
İmparatorluğu, editör: 13 Denizler Kitabevi, İstanbul 2004, s. 52.
Mehmet Seyitdanlıoğlu- 25 BOA.MV., 221/254
Halil İnalcık, Phoenix 26 Hamdi Genç, a.g.m., s. 58.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 67


Şirket-i Eser-i Hayr adlı buharlı gemiler yolcu taşımaya
başladılar. Bu gemilerden biri İstanbul’da, diğeri
ise Marmara Denizi’nde İstanbul ile Bandırma,

Hayriye’nin İzmit ve Tekirdağ arasında yolcu taşıdı.4


Bu ilk girişimi diğerleri izledi ve Boğaziçi’nde

Gayrimüslim yolcu taşımak üzere 1850’de Şirket-i Hayriye


kuruldu.5 Şehrin Anadolu yakasında Kadıköy
ve Pendik, Rumeli yakasında ise Ayastefanos’a

Çımacıları1 (Yeşilköy) kadar kıyı şeridi yerleşmeleri ve


Adalar’a yolcu taşımacılığı işini bir devlet
girişimi olarak 1847’de kurulan Hazine-i Hassa
Vapurları İdaresi üstlendi.6 Haliç’te buharlı
gemilerle yolcu taşımak üzere ilk imtiyaz ise
1856’da verildi.7
Dr. Murat Koraltürk2
1850’de henüz “paşa” unvanı almamış olan
Cevdet ve Fuat Efendilerin girişimleri ile
kurulan Şirket-i Hayriye, 1945’te hükümet
İstanbul’da Şehir İçi Ulaşımı ve Şirket-i tarafından satın alınıncaya kadar İstanbul
Hayriye ve Boğaziçi arasında buharlı gemiler ile
yolcu taşımacılığı yaptı. Şirket-i Hayriye,
Osmanlı İmparatorluğu’nda XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulmuş ilk
yaşanan modernleşme süreci ve İstanbul’da anonim şirkettir. Kuruluşunda iki temel
şehir içi ulaşım talebinin artışı arasında yakın bir amaç güdülür. Bu amaçlardan biri İstanbul
ilişki bulunmaktadır. Şehrin büyümesi, yaşam ve Boğaziçi iskeleleri arasında daha önce
biçimindeki ve tüketim alışkanlıklarındaki kayıklar ile gerçekleştirilen ulaşımı kayıklara
değişim ulaşım talebini artırdı. Bir yandan artan göre daha konforlu ve güvenli olan buharlı
ulaşım talebi, diğer yandan teknolojik gelişmeler, gemilerle sağlamaktır. Diğeri ise bu ilk amacı
yani buharlı gemiciliğin gelişimi İstanbul’da gerçekleştirmek için kurulacak anonim şirketin,
vapurların kullanımını gündeme getirdi.3 Osmanlı ekonomisinde şirketleşme sürecini
Osmanlı toplumsal ve ekonomik yapısında XIX. başlatacak bir örnek oluşturması beklentisidir.
yüzyılda tüketim toplumuna doğru yönelişin bir Ancak bu beklentinin tam olarak gerçekleştiği
yansıması olarak sayfiye alışkanlığının gelişmesi söylenemez. Zira Osmanlı İmparatorluğu’nda
ve yaygınlaşması, özellikle İstanbul ile hemen şirketleşme hareketi beklenen ilgiyi II.
yanı başında bulunan Boğaziçi arasındaki Meşrutiyet dönemine kadar görmez. Şirket-i
ulaşım gereksiniminin de artmasına yol açtı. Hayriye ise kuruluşunda amaçlandığı gibi
Seyir güvenliği bulunmayan, toplu taşıma aracı Boğaziçi’nin gelişiminde önemli rol oynar.
niteliğine de sahip olmayan kayıklar giderek Boğaziçi ve İstanbul arasında düzenli ulaşım
artan şehir içi ulaşım talebini karşılayamaz imkânı sağlar. Bu imkân, bundan önce daha
hale geldiler. Bu talebi karşılamak üzere önce ziyade sayfiye olarak nitelendirilen Boğaziçi’nde
yabancılar buharlı gemi işletmeye başladılar. daimî ikametin ve imarın yaygınlaşmasına
1837’de biri İngiliz, diğeri Rus bandıralı bu neden olur.8
gemiler ile yapılan taşımacılık kısa bir süre I. Dünya Savaşı sırasında filosundaki birçok
sonra yasaklandı. Ancak artan gereksinimi gemiyi asker ve mühimmat taşınması amacıyla
gidermek üzere devlet harekete geçti. 1838’de ordunun hizmetine veren Şirket-i Hayriye, bu
Tersâne-i Âmire’ye ait olan Mesir-i Bahri ve gemilerin önemli bir bölümünün yitirilmesinden
68 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
38 baca
numaralı
Şükran.

dolayı kayba uğradı. Mütareke dönemi ve Arnavutköy


ardından Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllarda İskelesi’nde
Çımacı Yanko.
İstanbul’un başta nüfusta yaşanan gerilemeye
bağlı olarak Şirket-i Hayriye’nin taşıdığı yolcu
sayısında da gerileme kaydedildi. Başlayan bu
sıkıntılı dönem, Şirket-i Hayriye’nin 1945’te
hükümetçe TBMM’de büyük tartışmalara yol
açan bir satış sözleşmesi ile satın alınarak Devlet
Denizyolları İşletmesi bünyesine katılmasıyla
sona erdi.9
Yolcu taşımak amacıyla kurulan bir buharlı gemi
işletmesi olan Şirket-i Hayriye, hemen bütün
ihtiyaçlarını kendi çatısı altında gidereceği bir
organizasyon olarak örgütlenir. Şirket idare
merkezinde gemilerin hareket tarifelerini
hazırlayan birimden muhasebe birimine kadar
çeşitli birimler ve buralarda çalışan memurlar
bulunur. Şirket, gemilerinin bakım ve onarımını
kendine ait olan Hasköy Tersanesi’nde yapar.
Burada da bir tersane çatısı altında çalışan
tesviyeciden, tornacıya, marangoza ve tenteciye
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 69
42 baca de istihdam ettiği anlaşılmaktadır. Bugüne
numaralı
kadar Şirket-i Hayriye’nin çalıştırdığı yabancı
Resanet.
ve gayrimüslimler söz konusu olduğunda
önce kaptan ve makinistler akla gelirdi. Ancak
daha az miktarda olmakla birlikte kaptan
ve makinistlerin yanı sıra hemen her iş ve
meslekten yabancı ve gayrimüslimlerin de
Şirket-i Hayriye’de çalıştığı görülmektedir.
Bunlar arasında Osmanlı tebaası gayrimüslim
kökenli çımacılar10 da vardır.
Türkiye Denizcilik İşletmeleri (TDİ) Genel
Arşivi’nde bulunan sicil defterlerinde kayıtlı
kadar çeşitli meslek mensupları ve zanaatkarlar 129 gayrimüslim ve yabancı Şirket-i Hayriye
çalışır. Şirketin kuruluş gerekçesini yerine çalışanı içinde 27 çımacı yer alır. Aşağıda bu 27
getirmek üzere işlettiği gemilerde kaptan, kişiden 10’unun kısa hâl tercümeleri bulunur.
makinist, lostromo, kömürcü, ateşçi, kamarot Hâl tercümelerinde baba adı, dinî kimlik, doğum
ve tayfalara kadar çeşitli iş ve mesleklerden yeri, medenî durum, ikamet adresi, çalışmaya
kişiler çalışır. İskelelerde ise iskele memurundan, başlanılan yıl, ilk ücret miktarı, alınan ücret
kamarot, çımacı ve biletçiye kadar çeşitli zamları, ceza ve mükafatlar gibi bilgiler yer alır.
işleri gören kişiler görev alır. Çalışanlarının Arnavutköy İskelesi’nde Çımacı Yanko:11
büyük bir bölümü Osmanlı tebaası 1879’da İstanbul’da doğdu. Babasının adı
müslümanlardan oluşan Şirket-i Hayriye’nin Pavli’dir. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde
yabancı ve Osmanlı tebaası gayrimüslimleri belirtilmemekle birlikte isminden Rum olduğu
sanılmaktadır. Arnavutköy’de Yenimahalle
Emirgan
İskelesi’nde
Sokağı 7 numaralı evde ikamet ediyordu. 1 Eylül
Çımacı Ardaş. 1917’de yani 38 yaşındayken 200 kuruş maaşla
Şirket-i Hayriye’nin Arnavutköy İskelesi’nde
çımacı olarak çalışmaya başladı. Evli olan
Yanko’nun Anastasya adında bir eşi üç de
çocuğu vardı. 6 Ocak 1920’de iskele salonunun
kapısını açık bırakıp yolcuların biletsiz
geçmesine neden olduğu için bir yevmiyesinin
kesilmesine karar verildi.
Bebek İskelesi’nde Çımacı Tanaş:12 1872’de
İstanbul’da doğdu. Rum’dur ve babasının
adı Dimitri’dir. 1896’da yani 24 yaşındayken
Şirket-i Hayriye’nin Bebek İskelesi’nde çımacı
olarak çalışmaya başladı. 22 Aralık 1909’da
iskelede görevinin başında bulunmadığından iki
yevmiyesi kesildi. 8 Ağustos 1911’de iki kadın
yolcuya uygunsuz davranışlarda bulunduğu için
süresiz açığa alındı. Şirket-i Hayriye meclis-i
idaresinin 16 Ağustos 1911 tarih ve 27 numaralı
kararıyla şirketle bütün ilişiği kesildi. 25 Ağustos
70 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
1911 tarihinden itibaren ise yerine Kâmil Ağa
tayin edildi.
Büyükdere İskelesi’nde Çımacı Panayot:13
1848’da İstanbul’da doğdu. Rum’dur ve babasının
adı Enron’dur. 1866 yılında yani 18 yaşında
merhum müdür Ali Efendi’nin referansıyla 150
kuruş maaşla Şirket-i Hayriye’nin Büyükdere
İskelesi’nde çımacı olarak çalışmaya başladı. 14
Eylül 1908’de yapılan 50 kuruş zamla maaşı 200
kuruş oldu. İçkici ve işe yaramaz olduğunun
müfettiş tarafından bildirilmesi üzerine açığa
alındı ve yerine 28 Ağustos 1910’da uzun süredir
Hisarburnu İskelesi’nde çımacı yamaklığı yapan
Şükrü gönderildi. 59 baca
olduğu sanılmaktadır. Kandilli’de Dolaparkası numaralı
Emirgan İskelesi’nde Çımacı Ardaş:14 1875 Kamer.
Sokağı’nda 5 numaralı evde ikamet ediyordu.
doğumludur. Babasının adı Boğos’dur. Uyruğu
1897’de yani 19 yaşındayken 150 kuruş maaşla
ve dinî kimliği ilgili defterde belirtilmemekle
Şirket-i Hayriye’nin Kandilli İskelesi’nde çımacı
birlikte isminden Ermeni olduğu sanılmaktadır.
olarak çalışmaya başladı. Faaliyetlerinden dolayı
Eşi 1895 doğumlu Srpuhi’tir. Rumelihisarı’nda
1926’da beş lira ikramiye ile ödüllendirildi.
Ali Pertek Mahallesi’nde ikamet ediyordu. 1
23 Ağustos 1928 gecesi ve 7 Eylül 1928
Aralık 1925’te yani 50 yaşındayken 200 kuruş
gecesi görevi başında bulunmadığından birer
maaşla Şirket-i Hayriye’nin Emirgan İskelesi’nde
yevmiyesi kesildi. 16-17 Mayıs 1936 gecesi ise
çımacı olarak çalışmaya başladı. 7 Ağustos
görev başında bulunmadığından gece yevmiyesi
1934’te iskelede kırılan camın bedeli olarak 68
ödenmediği gibi yarım yevmiyesi de kesintiye
kuruş ve 7 Kasım 1935’de ise yolcu salonunda
uğradı. 7 Mayıs 1939’da vefat etti.
elektrik fanusunun kırılması nedeniyle 105
kuruş maaşından kesildi. Kuruçeşme İskelesi’nde Çımacı Dimitri:16
1880’de İstanbul’da doğdu. Rum’dur ve
Kandilli İskelesi’nde Çımacı Renika:15 babasının adı Yanko’dur. Çımacı yamağıyken
1878’de İstanbul’da doğdu. Babasının adı Ağustos 1905’te yani 25 yaşında Başkatip Ali
Anasti’dir. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde Bey’in referansıyla 100 kuruş maaşla Şirket-i
belirtilmemekle birlikte isminden Rum Hayriye’nin Kuruçeşme İskelesi’nde çımacı
olarak çalışmaya başladı. 20 kuruş zamla 14
Haziran 1908’den itibaren maaşı 130 kuruşa,
20 kuruş zamla 14 Eylül 1908’den itibaren ise
150 kuruşa çıktı. Geceleri kadınların iskeleye
çıkmalarına ve orada işret etmelerine müsaade
ettiği için 1 Temmuz 1910’da on gün süreyle
açığa alındı. 6 Kasım 1911’de iskelede bağlı
bulunan 34 numaralı vapurun sandalını alıp 58
numaralı vapurun ezmesine neden olduğundan
sandal bedelinin üçte biri olan 200 kuruş
maaşından kesildi.
Ortaköy İskelesi’nde Çımacı Rafael:17
50 baca numaralı Seyyale. 1896’da İstanbul’da doğdu. Babasının adı
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 71
39 baca
numaralı
Neveser.

Vaniköy Yasef ’dir. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde


İskelesi’nde
belirtilmemekle birlikte isminden Yahudi
Çımacı Nesim.
olduğu sanılmaktadır. Ortaköy’de Portakal
Yokuşu’nda 4 numarada ikamet ediyordu. 9
Ağustos 1926’da yani 30 yaşındayken 1.500
kuruş maaşla Şirket-i Hayriye’nin Ortaköy
İskelesi’nde çımacı olarak çalışmaya başladı.
1 Haziran 1928 tarihinden itibaren 200 kuruş
zamla maaşı 1.700 kuruş oldu. 18 Ekim 1932’de
Ortaköy İskelesi’nde kırılan bir camdan dolayı
maaşından 136 kuruş kesinti yapıldı. 4 Nisan
1936’da Ortaköy İskelesi’nin teftişinde yolcuların
bekleme yerlerini temizlememiş olduğundan
bir yevmiyesi kesildi. 27 Nisan 1940’ta Ortaköy
İskelesi’nin alay sancaklarının çalınmasına
sebebiyet verdiğinden eskime bedeli düşülerek
860 kuruşun maaşından taksitle kesilmesine
karar verildi. 7 Mayıs 1941’de ihtiyat olarak
askere alındığından üç ay tam, üç ay yarım maaş
aldı.
72 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
33 baca
numaralı
Nusret.

Tarabya İskelesi’nde Çımacı Pavel:18 yerine birini bırakıp İstinye İskelesi’ndeki işine
İstanbul doğumludur. Rum’dur ve babasının gelmediğinden iki buçuk yevmiyesi kesildi. Kısa
adı Yani’dir. Çımacı yamağı olarak 1902’de bir süre sonra 27 Kasım 1927’de ise 51 numaralı
Tarabya İskelesi’nde çalışmaya başladı. İşine vapur süvarisi Hacı Hüseyin Kaptan’a İstinye
devamsızlık eylediğinden 21 Temmuz 1909 iskelesine yanaşırken halatın çabuk alınması
tarihinden itibaren açığa alındı. İçki düşkünü ve uyarısına ters cevap verdiğinden 11 Aralık
işini yapamaz durumda olduğu için 22 Ağustos 1927’den itibaren şirketle ilişiği kesildi.
1910’da işine son verildi. Yerine 23 Ağustos Yeniköy İskelesi’nde Çımacı Koço:20 1877’de
1910’da 150 kuruş maaşla Hasan çalışmaya İstanbul’da doğdu. Babasının adı Dimitri’dir.
başladı. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde
Vaniköy İskelesi’nde Çımacı Nesim:19 belirtilmemekle birlikte isminden Rum olduğu
1903’te İstanbul’da doğdu. Babasının adı sanılmaktadır. Yeniköy’de ikamet ediyordu.
Avram’dır. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde 1919’de yani 42 yaşındayken 1000 kuruş maaşla
belirtilmemekle birlikte isminden Yahudi olduğu Şirket-i Hayriye’nin Yeniköy İskelesi’nde çımacı
sanılmaktadır. Ortaköy’de Mecidiye Mahallesi olarak çalışmaya başladı. Evli olan Koço’nun
Kayıkçı Sokağı 12 numaralı evde ikamet Poliksani adında bir eşi ve bir de çocuğu
ediyordu. 10 Nisan 1927’de yani 24 yaşındayken vardı. 6 Ekim 1927’de Yeniköy İskelesi’nde
150 kuruş maaşla Şirket-i Hayriye’nin Vaniköy kapılar kapanmadan önce 52 numaralı vapur
İskelesi’nde ihtiyat çımacısı olarak çalışmaya hareket eylediği sırada yolculardan bir kadının
başladı. Çalışmaya başladıktan yaklaşık altı telaş ile açık kapılardan girip vapura atlarken
ay sonra 14 Kasım 1927’de izinsiz olarak yaralanmasına neden olduğu için bir yevmiyesi
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 73
kesildi. 19 Eylül 1933’te ilk postada görev yeri Şirket-i Hayriye (1851- 10 Çımacı: İskeleye ya
1945), İDO Yay., İstanbul, da rıhtıma yanaşan,
olan Yeniköy İskelesi’nde bulunmadığından
2007. Ali Akyıldız, avara eden gemilerin
dolayı yarım yevmiyesi kesildi. 31 Mayıs 1934 Osmanlıda Ulaşımın halatlarını alıp volta ya
günü akşam 23.45 postasında vazifesi başında Modernleşmesi, Timaş da mola eden gemici.
bulunmadığı için yarım yevmiyesi kesildi. 9 Yay., İstanbul, 2019. bkz. Ulaştırma Denizcilik
Ekim 1934 gecesi Yeniköy İskelesi’nde işaret 6 Abdulahâd Nuri, Türkiye ve Haberleşme Terimleri
Seyr-i Sefâin İdâresi Sözlüğü, Ulaştırma
feneri yanmadığından ve vazifesi başında Denizcilik ve Haberleşme
Tarihçesi, Ahmet İhsan
bulunmadığından gece yevmiyesi verilmemekle Matbaası, İstanbul, Bakanlığı Yay., Ankara,
beraber başkaca bir yevmiyesi de kesildi. 2 1926; “İdare-i Aziziye”, 2012, s. 297. https://
Mayıs 1936 gecesi 73 numaralı vapur iskeleye Dünden Bugüne İstanbul www.uab.gov.tr/uploads/
Ansiklopedisi, c. 4, s. 136; pages/kutuphane/
yanaşırken görevinin başında olmadığı a9ed7795d6e394d-
Zafer Toprak, “Akay”,
anlaşıldığından gece yevmiyesi kesildi. 5 Ocak Dünden Bugüne İstanbul 5ea04166a902a.pdf
1939’da 48 numaralı vapur Yeniköy İskelesi’ne Ansiklopedisi, c. 1, s. 152; Erişim Tarihi: 09.05.2022.
yaklaştığı sırada yük taşımak amacıyla Zafer Toprak, “Fevaid-i 11 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Osmaniye İdaresi”, Hayriye’nin Tekaüt Dışı
iskeleden ayrılması ve sorumlu olmayan bir
Dünden Bugüne İstanbul Tayfa-Mavnacı Defteri No.
kişinin onun yerine halatı vapura atarken kıç Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 307; 2, s. 94.
salon camlarından birini kırmasından dolayı Eser Tutel, “Seyr-i Sefain 12 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
cam bedeli olarak 165 kuruş maaşından kesildi. İdaresi”, Dünden Bugüne Hayriye’nin Makinist-
İstanbul Ansiklopedisi, c. Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
19 Aralık 1940’ta Yeniköy İskelesi’nin demirbaş
6, s. 541-542; Eser Tutel, Tayfa Defteri No. 14, s. 234.
eşyasından olan bayrağın çalınmasından Seyr-i Sefain, Öncesi ve
13 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
sorumlu tutularak bayrak bedeli olan 137,5 Sonrası, 3. bsk., İletişim
Hayriye’nin Makinist-
kuruşun iki taksitle maaşından kesilmesine Yay., İstanbul, 2006; Arzu
Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
Terzi, “Hazine-i Hassa
karar verildi. 29 Nisam 1943’te Yeniköy Tayfa Defteri No. 14, s. 238.
Vapur Kumpanyası”,
İskelesi’nde kırılan iki camın bedeli olarak Tarih Boyunca Dünyada
14 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Hayriye’nin Tekaüt Dışı
maaşından 135 kuruş kesinti yapıldı. 8 Nisan ve Türklerde ve Denizcilik
Tayfa-Mavnacı Defteri No.
1944’te vefatından sonra eşinin yardım talebi Semineri 17-18 Mayıs
2, s. 21.
2004 Bildiriler, İÜEF Tarih
üzerine Şirket-i Hayriye’den kırk yıldan 15 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Araştırma Merkezi Yay.,
uzun bir süre şirkette çalıştığı için eşi ve iki İstanbul, 2005, s. 147-154. Hayriye’nin Makinist-
çocuğuna maaş bağlandı. Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
7 Eser Tutel, “Halic-i
Tayfa Defteri No. 14, s. 248.
Dersaadet Şirket-i
Hayriyesi”, Dünden 16 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
NOTLAR Bugüne İstanbul Hayriye’nin Makinist-
1 Bu makale, çımacılar 2 Marmara Üniversitesi Ansiklopedisi, c. 3, s. Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
dahil olmak üzere Şirket-i İktisat Fakültesi 500-501; Eser Tutel, Tayfa Defteri No. 14, s. 232.
Hayriye’nin yabancı ve 3 Murat Koraltürk, Buharlı Gemiler... Süvariler... 17 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
gayrimüslim çalışanları Vapurlardan Deniz İskeleler..., 2. bsk., İletişim Hayriye’nin Tekaüt Dışı
hakkında yayınlanmış Otobüslerine İstanbul’da Yay., İstanbul, 2006, s. Tayfa-Mavnacı Defteri No.
olan şu çalışmadan Deniz Ulaşımı, Varlık Yay., 199-228; Murat Koraltürk, 2, s. 120.
kısaltılarak hazırlanmıştır. İstanbul, 2010, s. 18. Haliç’te Ulaşım ve Haliç 18 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Bkz. Murat Koraltürk, 4 Koraltürk, 2010, aynı yer. Vapurları Şirketi (1909- Hayriye’nin Makinist-
“Şirket-i Hayriye’nin 5 Boğaziçi, Şirket-i Hayriye, 1941), İstanbul, 2005; Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
Gayrimüslim ve Yabancı Tarihçe, Salnâme, Ali Akyıldız, Haliç’te Tayfa Defteri No. 14, s. 261.
Çalışanlarının Sicil İstanbul, 1330/1914; M. Seyrüsefer Haliç Vapurları 19 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Kayıtları Hakkında Bir Orhan Kızıldemir, Şirket-i Şirketi ve Faaliyetleri, Hayriye’nin Tekaüt Dışı
Araştırma”, Osmanlı’dan Hayriye İdaresi, Türkiye Türkiye İş Bankası Kültür Tayfa-Mavnacı Defteri No.
Cumhuriyet’e Süreklilik Denizciler Sendikası
Yay., İstanbul, 2007. 2, s. 125.
ve Değişim: Zafer Toprak Yay., İstanbul (basım yılı
Armağanı, ed. Mehmet belirtilmemiştir.); Eser 8 Koraltürk, a.g.e., 2007, s. 20 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Ö. Alkan, Tarih Vakfı Yurt Tutel, Şirket-i Hayriye, 92-100. Hayriye’nin Tekaüt Dışı
Yay., İstanbul, 2022, s. İletişim Yay., İstanbul, 9 Koraltürk, a.g.e., 2007, s. Tayfa-Mavnacı Defteri No.
145-226. 1994; Murat Koraltürk, 29-31. 2, s. 85.

74 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz


XIX. Yüzyıl ve kültürel değişim-dönüşümü, nüfusu ve
demografik yapısı, üretim-tüketim tarzları,
ulaşım yöntemleri ve dönemin siyasî, askerî

Başlarında konjonktürlerine dair verilere, belgelere bakılır.


Çalışılan spesifik konuya göre bu verilerden biri
veya birkaçı nokta-i istinat olarak seçilebilir.
Boğaziçi’nde Bostancıbaşılar tarafından tutulan bostancıbaşı
defterleri ise dönemin Osmanlı İstanbul’u

Kimler
bilhassa Boğaziçi ve Haliç sahillerine dair
nerdeyse bahsettiğimiz tüm alanlarda veriler
elde edebileceğimiz çok önemli yazılı belgelerdir.

Nerelerde Boğaziçi ve Haliç kıyılarının her yönüyle adeta


röntgenini çeken bu defterler, bir tarafıyla çok
hacimli bir tarafıyla çok yalın ve sade belgelerdir.

Yaşardı? Boğaziçi’nin Muhafızları: Bostancıbaşılar


Boğaziçi ve Haliç sahillerinin kayıtlarını tutan

Bostancıbaşı bostancıbaşıların Osmanlı Devlet teşkilatı


içindeki yerini, vazifelerini bilmek bostancıbaşı
defterlerini daha iyi değerlendirmemizi
Defterleri sağlayacaktır. Kadim Osmanlı müesseseleri
içinde çok önemli bir yeri olan bostancı ocağı,
Üzerine Kısa Bir İstanbul’un fethinden sonra Yeni Saray’ın
inşasını müteakiben 1478 yılında Fatih Sultan

İnceleme Mehmet tarafından kurulmuştur.3 Fatih


Kanunnamesi’nde “Bahçeye bir bostancıbaşının
konulduğundan” bahsedilir.4 Saray bahçesinin
bakım ve düzenini sağlamak maksadıyla
kurulmuş olmasına rağmen bostancı ocağının
daha sonra görev yetki ve alanları genişlemiştir.
Hülya Arslan1 İstanbul’daki 20’den fazla bostancı bölüğünün
başındaki tek yetkili amir olan bostancıbaşı ise
padişahın en yakınlarından ve sarayın en güçlü
görevlilerindendir. Öyle ki; Yalı Köşkü’nde
ikamet eden bostancıbaşı, sarayda padişahtan
Selim-i Sâlis Boğaziçi’nde ve Haliç’te dolaşırken sonra sakal bırakma yetkisine sahip tek kişidir.5
bazı yerleri sorarmış. Bostancıbaşı daima İstanbul’un asayişi yeniçeriliğin ilgasına kadar
arkasında oturduğundan o cevap vermek dört idarî bölgeye ayrılmış ve dört farklı askerî
zorunda kalırmış. O da bunları esâmi halinde birime emanet edilmiştir. Üsküdar, Eyüp,
yazdırmış ve müzehhep bir defter yapmış ve Kâğıthane, Boğaziçi’nin iki kıyısı, Kadıköy,
bu civarlara yaklaşıldıkça o sahifeyi açar, Adalar, Yeşilköy tarafları da bostancıbaşının
soruldukça cevap verirmiş.2 sorumluluğu altındadır.6 Sarayburnu çevresinin
güvenliği ve liman reisliğinden sorumlu
Giriş
olan bostancıbaşı, Marmara’dan Boğaz’a ve
Şehir tarihi çalışmalarında o şehrin coğraf î limanlara girişleri denetlerken, Boğaz sularının
yapısı, topoğrafyası, mimarîsi, sosyo-ekonomik ve köylerinin güvenliğini de sağlamaktadır.7
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 75
Ayrıca İstanbul etrafındaki orman ve mîrî yeşil bilgilerin hacmi ve önemi göz önüne alınırsa
alanların, kara ve hava avcılığının da denetimini bu defterlerin sadece padişahın özel merakını
yapmak, Boğaziçi’ndeki yangınları söndürmek, gidermekten daha başka maksatları olduğu
mîrî malını tahsil etmek de bostancıbaşıların açıkça görülmektedir.
görevleri arasındadır. Padişahların Biniş-i
Bostancıbaşı sicilleri de denilen bu defterlerde
Hümayun denilen seyahatlerinde at veya
genellikle Topkapı Sarayı sahilindeki Yalı
sandalla bir yere gitmeleri için gerekli olan
Köşkü’nden başlayarak Haliç’in kuzey ve
tüm malzemelerin kayık, iskele, yol, köprü
güney, Boğaziçi’nin de Anadolu ve Avrupa
gibi şeylerin tamir, tadilatını yapan, yaptıran
yakalarındaki sahile sıfır konumda bulunan
ve bu seyahatler esnasında güvenliği sağlayan
saray, yalı, hane, dükkân, kahvehane, kayıkhane,
da yine bostancılar ve bostancıbaşılardır.8
arsa gibi özel yapı ve mülkler, mülk sahiplerinin
Birçok askerî ve beledî hizmetleri olan
isimleri, unvanları ve aidiyetleriyle birlikte
bostancıbaşıların en önemli görevlerinden biri
yazılmıştır. Defterlerde söz konusu alanda iskele,
de Boğaziçi’ndeki hane, yalı, iskele, kayıkhane,
çeşme, cami, bahçe, askerî mekânlar gibi daha
dükkân veya kahvehane gibi yapıların inşa ve
birçok vakıf ve kamusal yapılar da sistematik,
faaliyet izinlerini vermektir. Hatta Evliya Çelebi sıralı ve ardışık olarak tek tek kaydedilmiştir.
Seyahatname’sinde “Deryâya bir kazık kakılsa
bostancıbaşı izni olmayınca kakılmaz ve her Söz konusu defterler şekil şartları itibariyle
kazık başına bostancıbaşına bir altun verirler, okunaklı, nesih veya ta’lik usulle kaleme
kanundur.” demektedir.9 Bostancıbaşının diğer alınmıştır. Defterler hattatlar tarafından yazılmış
bir vazifesi de padişahların saltanat kayıklarıyla olmasına rağmen hiçbir defterde hattat imzası
tenezzühe çıktıklarında kayığın dümenini veya ketebe kaydı, tarih yoktur. Fasıl başları özel
tutmaktır.10 Çünkü Fatih Kanunnamesi’ne göre tezhipli, sayfalardaki kayıtlar ise dama tahtası
de “kayuğa girildikte bostancı kürek çekip şeklinde genelde 3x4’e bölünmüş kutucuklara
ol dümen tutmak”tadır.11 Hükümdar kayığa yazılmıştır. Her bir kutucuğa yerin veya binanın
binerken yardım ve hürmet maksadıyla elini sahibi yahut kiracısının adı, unvanı, memuriyeti,
uzatabilen tek kişi de bostancıbaşıdır.12 işi, aidiyeti ve yapının türü yazılmıştır. Sahiller
defterlerde üç veya dört bölgeye ayrılmıştır.
Bostancıbaşı Defterleri ve Boğaziçi’ne Dair
Örneğin üç fasıla ayrılmış 1822-1823 yıllarına
Söyledikleri
tarihlenen bostancıbaşı defterinde ilk bölüm
Bostancıbaşı defterlerinin, İstanbul’un Topkapı Sarayı sahilindeki Yalı Kasrı’ndan başlar,
özellikle de Boğaziçi ve Haliç sahillerinin her Haliç’in Eyüp yakasında Bahariye Kasrı’na kadar
türlü asayiş, beledî hizmet, imar faaliyetleri devam eder. İkinci bölümde ise Haliç’in karşı
ve denetimlerinden sorumlu olan, padişahın yakasında Karaağaç Kasr-ı Hümayunu’ndan
güvenine her zaman liyakat gösteren başlar, Karaköy’den devamla Boğaziçi’ne girer
bostancıbaşılar tarafından bu hizmetleri ve ve Rumeli Hisarı ötesinde son bulur. Son
denetimleri daha iyi yapabilmek için tutulmaya bölümde ise Anadolu Kavağı’nda başlayan
başlandığı düşünülmektedir. Bu defterlerin Boğaziçi kayıtları Harem İskelesi ve Haydarpaşa
yazılma sebebi yaygın diğer bir kanaate göre
Ocağı’nda nihayete erer. Bu sınırlar ve
de padişahın saltanat kayığı ile Boğaziçi ve
bölünmeler defterler arasında farklılık gösterse
Haliç’te gezintiye çıktığı sırada merak edip
de genelde bu minval üzere yazılmışlardır.
binaları ve kimlere ait olduğunu sorması
üzerine dümendeki bostancıbaşı tarafından İstanbul sahillerinin mimarî yapıları, kıyıların
derhal cevap vermek üzere hazırlanan kayıtlar tasarruf şekilleri ve demografik bilgilerine
olduğudur.13 Fakat bostancıbaşıların yetki ve ulaşmak için çok önemli kaynaklar olan
görev alanlarının genişliği ve defterlerde kayıtlı bostancıbaşı defterleri şimdilik tespit edilebildiği
76 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
kadarıyla kütüphane ve özel koleksiyonlarda
olmak üzere müstakil on bir nüshadır. Bilinen
bostancıbaşı defterleri arasında en erken
tarihlisi 1791 yılına, muhtemel son defter de
1822-1823 yıllarına aittir. Sultan III. Selim ve II.
Mahmut dönemlerinde tutulan bu defterlerin
tespit edilen tarihlerine bakıldığında genellikle
yıllık periyotlarla yenilendiği görülmektedir.
Sadece son iki defter olduğu düşünülen
defterler yazıldıkları tarihten sonra da kendi
içlerinde yapılan güncellemeler ve değişimlerle
yazıldıkları yıllardan daha fazla dönemin
kayıtlarını göstermektedir.
Bostancıbaşı defterlerindeki kayıtları tasnif
ve tahlil ettiğimizde İstanbul’un bütün sahil
şeridinin mimarî, ticarî, ekonomik, sosyal ve
siyasî tarihini, değişim ve dönüşümlerini, şehrin
mekânsal çerçevesini takip edebiliriz. Örneğin
1822-1823 yıllarına ait defter üzerinden yapılan
bir çalışmanın sonuçlarını özetleyecek olursak,
Boğaziçi ve Haliç kıyı şeridinde toplam 956
tane yalı vardır ve bunların yarısından çoğu
müslüman Osmanlılara aittir. Müslüman
yalılarının en yoğun olduğu bölge Boğaz’ın
Anadolu yakasıdır. Boğazın Rumeli yakasında ise
Beşiktaş, Fındıklı, Ortaköy ve Rumelihisarı’nda
müslüman yalıları yoğunlaşmıştır. Zimmî
Osmanlı yalılarının daha çok olduğu semtler
Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy, Tarabya,
iken gayrimüslim tebaanın ise en çok hekimlik,
Sarıyer’dir. Bu yakada Yenimahalle, Kefeliköy’de
ise daha çok elçi, konsolos ve tercüman gibi sarraflık, tüccarlık, kerestecilik, bezirgânlık,
diğer gayrimüslimlerin yalıları bulunmaktadır. kürkçülük, kuyumculuk gibi Osmanlı
Yahudi yalıları da sıklıkla Cibali, Balat ekonomisini elinde tutan mesleklerle iştigal
Hasköy, Karaköy, Tophane, Arnavutköy ettiğini görüyoruz. Tercümanlık, hekimlik ve
ve Kuzguncuk’tadır. Aynı istatistiksel şerbetçilik de uğraştıkları işlerdendir. Farklı
değerlendirmeler haneler, arsalar, menziller, dinlere mensup mülk sahipleri Boğaz ve
kayıkhaneler için de yapılabilir. Haliç’te belli bölgelerde yoğunlaşmış olsalar
Defterdeki kayıtlarda mülk sahiplerinin bile genellikle homojen bir yerleşim mevcuttur.
kimlikleri, aidiyetleri, unvanları, meslekleri Sahil şeridinde mülk sahiplerinden neredeyse
ve cinsiyetleri üzerine yoğunlaştığımızda sadece yüzde onu kadın iken bu kadınların
da çok farklı okumalar yapmak mümkün içerisinde müslüman ve zimmî diye belirtilen
olmaktadır. Mesela sahil şeridinde mülk sahibi hıristiyan kadınlar olsa da hiç yahudi kadın
olan müslümanların büyük çoğunluğu saray bulunmamaktadır. Haliç ve Boğaziçi kıyılarında
erkânı, devlet memuru veya ilmiye mensubu kayıtlı dükkânlara baktığımızda tüm sahil
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 77
Bostancıbaşı
defterin-
den iki örnek
sayfa

şeridi boyunca çok fazla üretim ve ticaret elde edebileceğimiz, çeşitli mukayeseler ve
alanlarına yer verilmemiştir. 108 tane olan değerlendirilmeler yapılacak türden bilgilerdir.
kahvehaneler hariç tutulduğunda sadece 72 Bostancıbaşı defterleri, bahsi geçen türden
tane dükkân bulunmaktadır. Boğaziçi ve Haliç bilgilerin yanında Boğaziçi’ndeki pek çok
semtlerini tanıyıp, sınırlarını ve tarihini tespit özel ve kamusal yapının ve mülk sahiplerinin
edebilmek için en önemli mihenk taşlarından mevcudiyeti, değişimi-dönüşümü veya
olan camilerin sayısı 60’tır. Buna karşı sadece sürekliliğini takip edebileceğimiz daha birçok
bir kilise bir de sinagog arsası vardır. Ayrıca nitel ve nicel bilgiler vermektedirler. Hatta
şehrin ulaşım, ticarî ve lojistik ihtiyaçlarını bostancıbaşı defterlerinde, siyasî ve askerî
karşılamak için de beş tane büyük birkaç tane de gelişmelere göre zaman zaman bazı mekânların
küçük liman, 121 tane de iskele bulunmaktadır. kullanım amacının değiştiğini, mülklerin el
Askerî yapılara ocaklara, kışlalara da yenileri değişimiyle de siyasî olarak kimlerin ikbalinin
eklenmiştir. Yönetim merkezinin giderek parladığının veya yıldızının söndüğünün izlerini
Topkapı Sarayı’ndan sahile kaymasıyla padişah bile bulabiliriz.
kızlarına ve çeşitli devlet ricalinden kişilere hatta Örneğin Boğaziçi sahillerinde mülkü bulunan
bizzat padişahlara ait saray, kasır ve bunların gayrimüslim reaya, on yıllar boyunca,
etrafında oluşan yeni sosyalleşme ortamları nesilden nesile mallarına malik olmaya devam
olan bahçeler, defterin yazıldığı dönemde artış etmişlerdir. Fakat 1818 yılları ve sonrası
göstermiştir.14 Bunlar elbette bostancıbaşı İmparatorluk’ta Rum İsyanı’nın ayak izleri
defterlerinden sadece istatistiksel olarak ve isyanın bütün yansımaları bostancıbaşı
78 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
defterlerinde de karşımıza çıkmaktadır. 1818- Bostancıbaşı defterlerine göre Boğaziçi sahil
1821 yıllarına ait defterde birçok zimmî reayanın şeridindeki toplam mülklerin yarısından fazlası
ismi başında “selb olunan, menfi, maktul, firarî” müslüman reayaya aittir. Yine defterlerde kayıtlı
sıfatları bulunmaktadır. Bir sonraki defterde ise Boğaziçi kıyılarında yaşayan müslüman tebaanın
Rum tercüman, voyvoda, tüccar, patrik ve daha isimlerine, unvanlarına, mesleklerine, mülk
birçok kişinin mülküne isyana dahli olduğu sahibi oldukları senelere bakınca neredeyse
gerekçesiyle devlet tarafından el konulduğu arşivlerde ve kroniklerde yer alan vakaları,
yazılmıştır. Mülklerine “canib-i mîrîde” kaydı Osmanlı devlet yapısı ve siyasî olaylarını
düşülen bu kişiler ya katledilmişler ya da sürgün takip etmek mümkün görünmektedir. Mesela
edilmişlerdir. Bazılarının yalılarına ise Boğaz’ın ilmiye mensubu çoğu müderris, şeyhülislam,
giriş çıkışını kontrol altında tutmak, deniz ve vakanüvis gibi Boğaziçi sakinleri hemen
civarının güvenliğini sağlamak maksadıyla hemen gayrimüslimler kadar bu kıyılarda
Osmanlı askerî birlikleri yerleştirilmiştir. kalıcı ve daimî olmuşlardır. Yalıları, haneleri
Evlerinden silahlar çıkan, isyana medhalleri kendilerinden sonra eşlerine, evlatlarına intikal
sonradan sabit olan bazı zimmî kişilerin etmiştir. İlk defterde gördüğümüz sabık bir
yalılarının yerlerine de 1830’lu yıllarda karakol, şeyhülislamın yalısı son defterde de yazılıdır.
cami gibi yeni bambaşka binaların yapıldığı veya Osmanlı ilmiyesinde önemli bir yeri olan, birçok
devlet ricalinden bazı kişilere îtâ kılındığı da şeyhülislam ve müderris yetiştiren Dürrizade
bostancıbaşı defterlerinden görülebilir. Bunlara ailesinin Bebek’teki yalısı bunlardan biridir. Yine
örnek olarak “hanesinde dört top zuhur eden 1803’te “müderrisîn-i kiramdan Tarakçızade
Hekim Desil”15in Arnavutköy’deki yalısının Atâ Efendi’nin” Ortaköy’deki yalısı16 1823
yerine Sultan II. Mahmut’un 1832-1838 yılları tarihli bostancıbaşı defterinde “Mevâlîden hâlâ
arasında oğlu Şehzade Tevfik adına Tevfikiye vakanüvis Tarakçızade (Şanizade) Ataullah
Efendi kullarının yalısı” olarak varlığını
Camii ve Kebir Karakolhane’yi yaptırdığı
korumaktadır. Ancak 1826’da Bektaşî olabileceği
da bostancıbaşı defterinde tarihi tarihine
şüphesiyle Tire’ye sürgünü sırasında Sultan
yazılmıştır.
II. Mahmut’un af fermanını getiren kavasın
Birçok yahudi reayanın mülkleri bostancıbaşı telaşla “Şanizade’nin itlafına ferman getirdim.”
defterlerinde 1800’lerin başında hane olarak demesi üzerine Şanizade’nin yığılıp kalması
kayıtlıyken 1820’li yıllarda aynı yahudi isimlerin ve 1826’da vefat etmesinden17sonra olsa
meskenlerinin yalıya dönüştüğü görülmektedir. gerek Atâullah Efendi’nin ve zevcesinin yalısı,
Yine aynı yıllar arasında yahudi nüfusun Mabeyn-i Hümayun kâtibi Osman Kâmil Bey
ikamet ettikleri yerleri, mahiyetini ve sayılarını ve Mabeyn-i Hümayun Kâtibi Tevfik Bey’e
mukayese ettiğimizde ilk defterlerde sayıca çok intikal etmiştir. Öte yandan devlet ricalinden
daha fazla olan, ayrı odalar ama ortak mutfak paşalar, sadrazamlar, valiler gibi kişiler için
ve banyonun kullanıldığı, alt gelir grubuna Boğaziçi sakini olabilmek ve kalabilmek pek
ait yahudilerin toplu olarak yaşadıkları ve kolay olmamıştır. Özellikle XIX. yüzyılda
sahiplerinin nerdeyse tamamının müslüman Osmanlı Devleti içinde yaşanan siyasî
olduğu yahudi hanelerinin son defterlerde hayli bunalımların sonucu olarak çok sık bürokrat
azaldığı dikkat çekmektedir. Buradan Boğaziçi değişimi yaşanmıştır. Görevden alınmalar,
ve Haliç kıyılarında mukîm yahudi nüfusun sürgünler, idamlar sonucu Osmanlı mülkiyet
ekonomik kalkınması ve buna bağlı olarak kuralları gereği bu kişilerin malları müsadere
yahudi tebaanın Boğaziçi’nin başka semtlerinde edilmiştir. Bu değişimler, Osmanlı elitinin
daha büyük evlere yöneldiği tespit edilebilir. rezidansı haline gelen Boğaziçi ve Haliç’in
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 79
demografisine de yansımıştır. Elbette tüm bunlar NOTLAR
Boğaziçi’nin asayişi ve imarından sorumlu 1 İstanbul Fatih Sultan 8 Yıldız, a.g.e., s. 97-189.
olan bostancıbaşılar tarafından düzenli olarak Mehmet Vakıf 9 Evliya Çelebi, Evliya
defterlere kaydedilmiştir. Buna örnek olarak Üniversitesi Yüksek Çelebi Seyahatnamesi, c.
Sultan III. Selim ve II. Mahmut döneminde Lisans 1, s. 53.
siyasete yön veren önemli kişiler arasında 2 Süheyl Ünver 10 İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
(Süleymaniye Osmanlı Devleti’nin
yer alan, birçok kişinin siyaseten ayağını
Kütüphanesi’nde Saray Teşkilatı, Türk
kaydıran, devletin kâhyası olarak anılan Hâlet bulunan ve kendisinin Tarih Kurumu Yayınları,
Efendi’nin Beşiktaş’taki yalısıdır. İlk kez 1815 1930 da istinsah ettiği Ankara, 1984, s. 475.
tarihli bostancıbaşı defterinde18 gördüğümüz defterin 1.b’deki notu) 11 Fatih Sultan Mehmet,
bu yalı Hâlet Efendi’nin 1822 yılında idamının 3 Murat Yıldız, Kanunname-i Âl-i Osman,
ardından müsadere edilmiş, 1822-1823 tarihli Bahçıvanlıktan Saray s.16.
Muhafızlığına Bostancı 12 P.G. İnciciyan, “XVIII.
deftere göre 1834 yılında II. Mahmut’un kız
Ocağı, Yitik Hazine Asrın Sonunda Osmanlı
kardeşi Hibetullah Sultan sahil sarayı olmuştur.19
Yayınları, İstanbul, 2011, Devleti. İkinci Ocak:
Birçok bürokratın siyaset ve hayat sahnesinden s. 18. Bostancıbaşılar”, Hayat
çekilmesiyle, Boğaziçi sakinlerinin de çehresi sık 4 Fatih Sultan Mehmet, Tarih Mecmuası, S. 11,
sık değişmiştir ve bostancıbaşılar bütün bunların Kanunnname-i Âl-i Aralık 1965, s. 89.
kaydını tutmuşlardır. Osman, haz. Abdülkadir 13 Samiha Ayverdi,
Özcan, Kitabevi, İstanbul, Boğaziçi’nde Tarih, Baha
Bu türden müsaderelerin ardından 2003, s.16. Matbaası, İstanbul, 1968,
Boğaziçi’ndeki birçok yalı padişah kızları veya 5 Necdet Sakaoğlu, s. 55.
kız kardeşlerine tahsis edilmiştir. Bostancıbaşı “Bostancı Ocağı”, 14 Hülya Arslan, Son
defterlerine göre sultan yalıları çeşitli yıllarda Dünden Bugüne İstanbul Bostancıbaşı Defterine
farklılık gösterse de şunlardır: Şah Sultan Ansiklopedisi 2, Kültür Göre Boğaziçi ve
Bakanlığı ve Tarih Vakfı Haliç Sahilleri”, Yüksek
yalısı, Fatıma Sultan yalısı, Beyhan Sultan
Yayınları, 1994, s. 305- Lisans Tezi, Fatih
Hazretlerinin sahil sarayı, Esma Sultan Sultan Mehmet Vakıf
307.
Hazretlerinin sahil sarayı, Hadice Sultan 6 Yekta Özgüven,” 19. Üniversitesi Tarih
Hazretlerinin sahil sarayı, Hatice Sultan Yüzyıl Başlarında Anabilim Dalı, Tarih
Neşatâbâd sahil sarayı, Hatice Sultan Tırnakçı İstanbul’da Değişen Kent Bölümü, 2019.
sahil sarayı, Hibetullah Sultan Hazretlerinin Yönetimi Mekanizmaları”, 15 BOA., HAT, 1316/ 51291.
sahil sarayı, Beşiktaş sahil sarayı, Çırağan Saray-ı Yıldız Teknik Üniversitesi, 16 Murat Bardakçı, Üçüncü
Fen Bilimleri Enstitüsü Selim Dönemine Ait Bir
Hümayun, Beyhan Sultan sahil sarayı.
Doktora Tezlerinden Bostancıbaşı Defteri, Pan
Boğaziçi sahillerinde neredeyse hiç değişmeyen Üretilmiş Yayınlar, Sigma Yayıncılık, İstanbul, 2013,
yapı türünün kimi gösterişli kimi mütevazı 3, 2011, s. 286. s. 60.
7 Abdülkadir Özcan, 17 Ziya Yılmazer, “Şanizade
cami-i şerifler olduğunu da bostancıbaşı
“Bostancıbaşıların Mehmed Atâullah
defterlerinden öğrenebiliyoruz. Onlar
Beledi Hizmetleri Efendi”, DİA, 2010, c.
varlıklarıyla Boğaziçi’nin mekânsal bekçiliğini ve Bostancıbaşı XXXVIII, s. 334.
yapmaya, kıyıları semt semt takip etmemizi Defterlerinin İstanbul’un 18 R. Ekrem Koçu,
sağlayan mihenk noktaları ve maddî manevî Toponomisi Bakımından “Bostancıbaşı Defterleri”,
kutupları olmaya devam ediyorlar. Değeri”, Tarih Boyunca İstanbul Enstitüsü
İstanbul Semineri, 29 Mecmuası, 1958, s. 68.
Ezcümle, yaşadıkları zamanda İstanbul ve Mayıs-1 Haziran 1988 19 Süheyla Yenidünya
kıyılarının asayişini sağlayan, koruyan tek yetkili Bildirileri, İstanbul Gürgen, Devletin
inzibat amiri olan bostancıbaşılar yazdıkları Üniversitesi Edebiyat Kahyası, Sultanın Efendisi:
defterlerle de dönemin Osmanlı Boğaziçi’ni Fakültesi Tarih Araştırma Mehmed Said Hâlet
Merkezi, Edebiyat Efendi, Dergâh Yayınları,
bizler için muhafaza etmişler, görünür bilinir
Fakültesi Basımevi, İstanbul, 2018, s. 349-
hale getirmişlerdir. İstanbul, 1998, s. 31-38. 355.
80 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Boğaziçi’ne (...) Hükümdarlar da Boğaz tepelerinde
kendilerine ait korularda avlanmaya çıkıyorlar
ve buralarda bazı küçük istirahat köşkleri inşa

Dair1 ettiriyorlardı. Padişahların kıyılarda ve bahçeler


içinde biniş kasırları da bulunuyordu (...) 18.
asırda Türk mimarisi su ile yapının birbirile olan
bütün imtizacını keşfetmiş, denizi kah içeri alan,
binayı kah denize taşıran bir hendeseyle yalılara
en ince ve en güzel uslubunu vermişti. Lebiderya
Haluk Y. Şahsuvaroğlu yalılarında denizin mavisine açılan kapılar ve
pencereler bu benzersiz su güzelliğini evin içine
aksettiriyor, dalgalara dökülen güneş ışıkları,
büyük salonların altın yaldızlı tavanlarında,
Bizans devrinde Boğaziçi’nde bazı küçük kubbelerinde oynaşıyordu. Bu yalıların arka kapı
balıkçı köyleriyle birkaç manastır ve ayazma ve pencereleri de aynı cömertlikle koruların
bulunuyordu. İstanbul’un Türkler tarafından yeşil alemine bakıyordu. Evin, suya taşmış
fethinden sonra Boğaziçi meskûn olmuş, yeni alçak pencereli odalarını baştan başa çevirmiş
ve kalabalık köyler kurulmuş ve edebiyatiyle, sedirlere en ince nakışlarla işlenmiş Türk
musikisiyle, muaşeretiyle, seyrüseferleriyle kumaşları örtülüyor, duvarlar ve tavanlar lale
bir Boğaziçi medeniyeti başlamıştı (...) Bu ve karanfil resimlerile edebi bir bahar bahçesini
kıyıların güzelliğini duyan ve Boğaz’ı yer yer andırıyordu (...) Yalılar ekseriya yayvan bir
yalılar, kasırlarla süsleyen Türkler olmuştur üslûbda olur ve ekseriya deniz üstünde inşa
(...) Boğaziçi’nin ilk Türk yapıları hisarlardır. edilirdi. Saçaklar geniş olur ve pencerelerde,
Mimarimiz bu güzel kıyılarda kale burçları üstünde çiçekler, nakışlarla süslenmiş kapaklar
halinde görünmüş, sonra yavaş yavaş bulunurdu. 18. asrın başlarında rokoko üslûb,
karakollarımız, camilerimiz, mescitlerimiz binalarımızın dekoru üzerine tesir etmeye
ve yalılarımızla bir Türk Boğaziçi meydana başlamıştı. Yalılarda bazı süslemelere rastlanırdı.
gelmiştir (...) İlk asırlarda şehre yakın köylerde Asrın sonlarına doğrı duvarlarda sıva üzerine
imar faaliyetleri sonraları uzak kıyılara birtakım manzaralar, çiçek ve meyve resimleri
kadar uzanmış ve bu suretle 18’inci, 19’uncu nakşolunuyor, tavanlar iç açıcı renklerle tezyin
yüzyıllar içinde Boğaziçi en zevkli ve en ediliyordu (...)
mamur devirlerine girmiştir (...) Halk 16. ve Rumlarla, Ermenilerin sakin oldukları Ortaköy’e
17. asırlarda Boğaz’ın şehre yakın köylerine 1640’ta Avrupa’dan İstanbul’a hicret eden
daha ziyade rağbet ediyor, uzaklara tatil Yahudiler oturtulmuş ve bu suretle bazı saraylar,
günlerinde eğlenebilmek ve dinlenmek üzere yalılar ve Türk mahalleleri dışındaki çoğunluğu
gidiliyordu (...) Boğaz’da vapurların işlemesine Yahudiler teşkil etmişti (...) 18. asır sonlarında
kadar kıyılar ve şehirle köyler arasındaki Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme sahillerinde
irtibatı peremelerle sonraları pazar kayıkları ekseriyetle sultanların ve vezirlerin yalıları
ve piyadelerle yapılmaktaydı. Çamlıca, Yuşa vardı. Arnavutköyü’nde gayrimüslimler oturur,
Tepesi gibi mesirelere de evvelleri öküz arabaları Bebek’te Babıali, Rumelihisarı’nda ilmiye
daha sonraları hentolarla gidilirdi. Boğaziçi’nde ricallerinin yalıları bulunurdu. Emirgan ve
şehirden itibaren kıyılara gösterilen rağbet İstinye yüksek sınıftan Türklerin bulundukları
tepelere gösterilmemiş ve Boğaziçi daha ziyade semtlerdi. Yeniköy, Tarabya ve Büyükdere daha
“lebiderya” yalılarile kendisine mahsus bir ziyade “frenk sahilhanelerinin” inşa edildiği
mimari ve yaşama tarzını uzun zaman muhafaza köylerdi. Büyükdere ve Tarabya’da güzel binalar
etmiştir. 1730 senesinden sonra yapılmaya başlamıştı.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 81
Beykoz’la
Anadolukava-
Tarabya ile Yeniköy arasında ticaretle uğraşan mutfaklarında, balık makbul yemekler arasına
ğı arasında
Sütlüce zengin Rumlar oturuyorlardı. Kireçburnu, geçmiş bulunuyordu (...) En meşhur balık
yamaçlarında Büyükdere arasında da sefaret tercümanlarının avcılığı lüferdir. Paşabahçe, Çubuklu, Küçüksu,
müslüman ve bazı Rum bazerganlarının yalıları vardı. Kireçburnu, Büyükdere ve Bebek’te avlanırdı.
hanımlar
tenezzühte. Sarıyer orta halli Türklerin oturduğu bir Fakat asıl meşhur av yeri Kanlıca Körfezi’dir.
Sene 1890... semtti. Sarıyer’den sonra gelen Yenimahalle’de Ağustosun on beşinde başlayan lüfer avı ekim
(Kaynak: Kons- de orta halli Rum aileleri ikamet ediyorlardı ayına kadar devam ederdi. Boğaziçi’nin fazla
tantiniyye’den
İstanbul’a : XIX.
(...) Anadolu kıyısında Beylerbeyi semtinde çıkan ve her sınıf halkın yiyebildiği balıklardan
Yüzyıl Ortaların- Hıristiyanlar oturtulmaz, burada din adamları, biri de uskumrulardır. Uskumrular kasımın
dan XX. Yüzyıla ilmiye ricali ikamet ederlerdi. Hıristiyan yalıları otuzuna doğru Karadeniz’den Akdeniz’e
Boğaziçi’nin Ru-
meli Yakası Fo-
ekseriyetle gri renge boyanır, aşı boya, beyaz, gitmeye başlarlar. Boğaz’ın daha ziyade Mirgun,
toğrafları., haz. yeşil Türk yalılarına ait olurdu (...) Devlet ricali Salıpazarı ve Bebek koyunda tutulur (...)
M. Sinan Genim, yalıları kırmızı, yeşil ve beyaz renkte olurlar,
c. III, Suna ve Ferdlerin hayatları gibi, milletlerin tarihinde de
gayrimüslimler binalarında kurşuni boya
İnan Kıraç Vakfı gamlı ve neşeli devirler oluyor. Uzun harbler,
İstanbul Araştır- kullanırlardı (...)
birbirini kovalayan dahili karışıklıklara rastlayan
maları Enstitüsü,
İstanbul 2006)
Boğaziçi’nde sularıyla meşhur mesireler, zamanlarda Boğaziçi şevkini kaybetmiş,
köyler ve buraların hayır sahipleri tarafından mesirelere rağbet azalmıştı. 17. asırda Evliya
yaptırılmış çeşmeler vardır. Büyükdere Kocataş Çelebi’nin anlattığı kalabalık Boğaziçi kıyıları
Suyu, Beykoz Karakulak Menba Suyu ile ve meşhur sahilsaraylar sonraları viran olmaya
meşhurdu. Sarıyer denilince de sular hatıra başlamıştı.
gelirdi: Fındık Suyu, Fıstık Suyu, Otuz Bir Suyu,
Pasarofça Sulhu’ndan sonra, III. Ahmet devri
Kızılcık Suyu, Çırçır, Hünkar suyu (...)
Boğaziçi’nde yeni bir zevkin, yeni bir mimarinin
Boğaziçi’nin ilk sakinleri balıkçılardır. Eski başlangıç tarihi oldu, servet sahibi vezirler
Boğaziçi halkının mühim bir kısmı balıkçılıkla Boğaz’ın muhtelif semtlerinde beyaz, yeşil,
geçinirdi. Zenginlerin de balık avına çıkmak, kırmızı renkte sahilsaraylar inşa ettirdiler.
yalıların havuzlarında her mevsimin balıklarını Bu devirde Boğaziçi edebiyat ve musikimize
bulundurmak merakları vardı (...) Boğaziçi’nde de çok sanatkarane bir şekilde girmiş oldu
oturan rical ve zenginlerin bilhassa 19. asırda (...) Zevk ve sefahatin hududu yoktu. Helva
82 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Sırtlarda
ahşap evler,
fıstık çamları
ve Boğaz’a
yayılmış
muhteşem
bir yalı...
Kayıkhanesi,
kiremitli
çatısı,
çıkmaları,
ahşap
cephesiyle
bir Boğaziçi
klasiği.
(Kaynak: Bel.
Mtf. 003827)

sohbetleri, lale alemleri, kayık safaları arasında taraflarile Boğaziçi yalılarına geniş ölçüde girmiş
Patrona İhtilali’nin nereden çıktığı, nasıl bulunuyordu (...)
geldiği bile farkedilemedi (...) Lale devrinin
II. Abdülhamit devriyle beraber Boğaziçi eski
en şöhretli semti olan Kağıthane bu ihtilalle
ahengini kaybetmiş oldu. Denizden tehlikeler
darmadağın edilmiş, kasırlar yıktırılmış,
geleceğine inanan Padişah sahilsarayları,
bahçeler dağıtılmıştı. I. Mahmud bu uğursuz
kayıkları ve gemileri sevmiyordu (...) Tazyikler,
semt yerine Boğaziçi’ni tercih eder oldu (...) I.
tenezzüh yasakları sebebiyle Boğaziçi eski
Mahmut devriyle halk yavaş yavaş eski günleri
hayatını kaybetmiş, Birinci Cihan Harbi
unutmuş, Patrona İhtilali’nin huzursuzluğu
sonunda ve Cumhuriyeti takibeden yıllarda
dağılıp gitmişti. Boğaziçi kıyılarında tekrar o
eski yalılar, yeni hayat şartlariyle idame
eski renkli hayat başladı (...) 18. asrın benzersiz
edilmediğinden birer birer ortadan kalkmaya
devri III. Selim’le beraber başladı. Boğaziçi bir
başlamıştı (...)
kat daha imar edildi. Avrupa tesiri daha kuvvetli
olarak kendini hissettirmeye başladı ve yeniden Beş yüz senedir Boğaziçi’nde kurulup yıkılmış
servet edinenler, hudutsuz bir israfa, zevk ve yanmış yalıların isimleri saymakla bitip, tükenir
debdebeye düşenler görüldü (...) gibi değildir. Fakat ne yazık ki bugün eski
yalılarımızdan kalan örnekler de ancak geçen
Bütün bu güzel günlerin üstünden Kabakçı
asra ait yapılardır. Bir ikisi 18. asır sonundan
Mustafa İhtilali kızılca bir kıyamet halinde gelip
kalmadır.
geçti (...) 19. asır başından itibaren eski Boğaziçi
değişmeye başlamıştı. II. Mahmud devrinin
ampir üslubu Boğaz’a yeni bir yalı zevki getirdi. NOT
Daha sonraları alafranga tanzimatçılar Fransız 1 Metin, Haluk Y. aslına sadık kalarak
ve İtalyan mimarlarına Boğaz’da çok büyük Şehsuvaroğlu’nun özetlenmiş, bu sebeple
Boğaziçi’ne Dair (Türkiye imlasına müdahale
muhteşem yalılar kurdurdular (...) 19. asrın
Turing ve Otomobil edilmemiş, sayfa
ikinci yarısında Avrupalılık mimarisile, resmi, Kurumu, İstanbul, geçişleri (...) işaretiyle
musikisi, ev eşyası ve adetlerini hatta lüzumsuz 1986) isimli kitabından belirtilmiştir.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 83


Cevdet de pencerelerden görünen manzara fevkalade
dilrubadır. Bülbüller ötüyorlar idi. Bu sırada
gurûb-ı şems olmakla her mütedeyyin

Paşa’nın müslümanın hanesine avdetle iftar etmesini


ihtar eylemekte idi. Cevdet Paşa beni harem
dairesine götürdü. Ben bu gizli mahallin
Sahilhanesinde kapusuna takarrub ettikçe yüreğim çarpıyor idi.
Ancak Avrupalı kıyafetinde bir Rum mürebbiye

Bir İftar1
bizi alıp içeriye götürdü. Hareme duhulümüzde
me hilafında şeyler gördüğümü itiraf etmeliyim.
Rayiha-i tayyibe ile mücevherat ve gergef
ile işlenen nakışlar göreceğimi tahayyül ve
şark sergisinde görüldüğü vechile odalıkların
ipek yastıklara dayanıp cariyelerin yelpaze
Hazırlayan: Fulya İbanoğlu urmalarını göreceğimi zan ediyor idim. Cevdet
Paşa’nın haremi böyle değil idi. Sonradan
anladığıma göre mevcut olan kadınlar paşanın
hemşireleriyle mütellakatından ibaret idi.
Zamanımızın Osmanlıları resmen bir zevceden
“Bu akşam nöbetçi olan Bogos Kulları ziyadesine malik değildirler. Diğer taraftan
[tarafından] Londra’da neşrolunan St. James mütellakatlarından olan kadınları kayırırlar.
gazetesinin 10 Temmuz tarihli nüshasından İbtida bu kadınları Cevdet Paşa’nın zevceleri
tercüme olunmuştur. Temple Par risale-i şehrîde zan ederek içlerinde bir güzel bulunmadığına
bir Osmanlı hareminde iftar edilmesine dair taaccüb ediyor idim. Gördüm ki o da
“Tasma” imzasıyla görülen mektuptur: selamlıktaki odanın heman aynı gibi idi. Yani
Nisan ayında İstanbul’da bulunduğumuz zaman onun gibi büyücek ve çıplak bir oda idi. Yerlere
hep hasır serilip ipekli kanapeler var idi. Pek
sâbık adliye nazırı Cevdet Paşa’nın haremi
yüksek olmayan tavan da çiçekle nakş olunup
tarafında iftara davet olunduk. Cevdet Paşa
duvarlara adi kâğıt urulmuş idi. Cevdet Paşa’nın
sahilhanede2 ikamet etmekte idi. Osmanlı
oldukça Fransızca tekellüm eden bir kerimesi
adliye nazırının sahilhanesi Bebek’tedir. Latif
en evvel bizi istikbal etti. Muma ileyha yirmi
bir bahar akşamı alafranga saat altıya doğru
üç yaşında olup yaverân-ı hazret-i padişahîden
oraya muvasalat ettik. Arabamız kapıda
birinin zevcesidir. 3 Oldukça dahi (?) güzeldir.
durdukta iki uşak gelip bizi istikbal ettiler.
Kendisinin sayesinde haremde bulunan
Büyücek bir havluya girup hasır ile örtülü olan hanımların kimler olduklarını öğrendim.
nerdübanlardan çıktık. Her taraf çıplak ve Since ve büyücek olup tebessüm eden ve
temizdir. İngiltere’de bir hastahaneye girmekte Arap usulü üzre bol esvap giymiş olan kadın
olduğumuzu hatırlıyoruz. Nerdübanlardan Cevdet Paşa’nın zevcesidir. Türkçeden başka
çıktıkta mefruşatı kezalik az olan büyük bir lisan bilmediğinden gözlerimiz yekdiğerine
odaya girmişizdir. Duvarlara doğru kanapeler tesadüf ettikte tebessüm ile iktifa ediyoruz.
konulup yerler dahi hep hasır idi. Her Ondan sonra şişmanca genç bir kadına dikkat
kanapenin önünde küçek Osmanlı kaliçeleri ettim. Birkaç sene evvelki Fransız modasından
konmuştur. Odada mevcut olan eşya adi esvap giymiş idi. Sair Osmanlı nisvanı gibi asla
bir bürüden ibarettir. Bir çok zarif eşya ile korse giymediği belliydi. Paşa’nın kerimesi
mefruş olan odalara alışmış bulunan Avrupalı tarafından beyan olunduğuna göre muma ileyha
gözlerine bu oda pek çıplak görünüyor idi ise Çerkestan’dan alınmış bir cariye olduğu halde
84 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Bebek’teki
Paşa’nın mahdumu tarafından tezvic olunup tevzi olunduktan sonra yine hanımlar diğer Hekimbaşı
hürriyetin Osmanlıca mânâsıyla âzâd edilmiştir. odaya gittiler. Cariyeler dahi başka bir odada Yalısı.
(Kaynak:
Paşa’nın kerimesi adeta tahkir-âmiz surette iftar ediyorlar idi. Ben dahi Paşa’nın kerimesinin Sedad Hakkı
muma ileyhanın tercüme-i halini söylemiş taht-ı himayesinde kahve ve sigara içmekte Eldem, Boğaziçi
yahud kendisinin yalnız iki kızı bulunduğu halde idim.” Yalıları: Rumeli
Yakası, Vehbi
muma ileyhanın dokuz on yaşında bir mahdumu Mütercimi Koç Vakfı, c. I,
odada oynamakta olduğundan kıskançlık ile Bogos Kulları İstanbul 1994,
idare-i lisan etmiştir. s. 146-147)
6 Temmuz 1307
Paşa’nın taallükatı olan diğer dokuz on kadının
tercüme-i hallerini dinlemeye vakit olmadı. NOTLAR
Top atıldığından derhal civardaki odaya gittik. 1 Hicri 03.12.1308 padişahın hemen bütün
Bu odada dahi pek çok eşya bulunmayıp bir tarihli, Y.PRK. gezilerine katıldığı gibi,
TKM.00021.00032.001 onu birkaç defa da
tepsinin etrafından oturduk. Kadehler ile su BOA’da mevcut yalısında ağırlamıştır.
ve şurub ve küçük tabaklarda reçel ve havyar bir vesikanın Sultan Abdülmecid de
ve sardila var idi. Ben Paşa’nın kerimesinin transkripsiyonu olan bu yalıda iki kez misafir
bu yazının esasında bir olmuştur. Sanat tarihine
yanında oturuyor idim. Beyaz ve siyah cariyeler başlığı ve notları yoktur. Hekimbaşılar Yalısı
hizmet ediyorlar idi. Çorbadan sonra külbastı Notlar tarafımıza aittir. adıyla geçen bu yalıda
geldi. Benim adetime hürmeten ayrı bir tabak 2 Cevdet Paşa XIX. asrın 1830’da Yunanistan’ın
meşhur Hekimbaşıların bağımsızlığını elde
konmuş ise de ben Osmanlıların adetine tatbik-i
Bebek’teki yalılar etmesi üzerine kurulan
hareket etmek efkarı ile gitmiş idim. Harem manzumesinin bir Hudut Komisyonu
kadınlarının önlerine de başka başka tabaklar kısmında oturmuştur. toplanmıştır. İlk sahibi
konmuş ise de bu sırf bir resimden ibaret olup Bkz. Haluk Şahsuvaroğlu, Hekimbaşı Behçet
Boğaziçi’ne Dair, s. 228. Efendi burada bir
cümlesi çatallarını ortadaki tabağa götürerek botanik bahçesi
Yalı II. Abdülhamit’in
yemek yiyorlar idi. Bazen de parmakları çataldan kızı Ayşe Sultan’a bir kurmuş, Mahmud Baba
pek çok evvel icat olunmuş olduğunu andıran yalı yaptırmak üzere Dergâhı’na kadar uzanan
satın alınıp yıktırılmış bahçede yetiştirilen
eski kaide üzere yemek yeniyor idi. Benaberin
fakat yerine bir yalı meyve ve çiçekler o
benim adetime hürmet edilmesinden müteessif yapılamamıştır. Esasen dönemde meşhur
olmadım. Külbastıdan sonra yumurta ve soğan bu yalı Abdülhak Hamid olmuştur. bkz. “Abdühak
ile başka bir yemek geldi. Yine o manzara Tarhan’ın da doğduğu, Molla”, Ayşegül Demirhan
dedesi Hekimbaşı Erdemir, DİA, I, 210.
görüldü. Ba‘dehu börek ve enginar getirildi. Abdülhak Molla’ya aittir. 3 Bahis mevzu kerime,
Çatal ve parmak ile bunlar da heman tenavül Tabip, âlim, şair bir kimse Fatma Aliye Hanım’dır.
edildi. Bu kere etli börek geldi. Tavuk göğsü olan Abdülhak Molla bu Çok iyi Fransızca bilen
meziyetleri sebebiyle, Fatma Aliye Hanım
geldikte başka tabakta yemek yediğime yine
henüz hekimbaşı II. Abdülhamid’in
teessüf edemedim. Nihayet kuzu ve pilav geldi. olmadan II. Mahmud’un yâverlerinden Kolağası
Oruç ile acıkmanın da bir sonu var. Portakal yakın çevresine girmiş, Fâik Bey’le evlidir.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 85


Boğaziçi’nin başvurulan yaşlı ağaçlar içlerinin sağlamlığı ve
yaşlarının uzunluğu oranında çoğunlukla birkaç
yüzyıllık, kimi zaman da birkaç bin yıllık veri

Anıt Ağaçları1 sağlarlar.


İstanbul’da veya Boğaziçi’nde, Osmanlı’nın son
devirlerinden itibaren eskisi gibi ilgi görmeyen
bu yaşlı, heybetli ve çeşitli hikâyelere sahip olan
anıt ağaçlar özellikle de 50’li yıllardan sonra
Volkan YALAZAY şehrin sanayileşmesi, büyümesi ve aşırı nüfus
artışıyla pek çok kayıp vermiştir. Son yıllarda
bu ağaçlara olan ilgi artmış, tescil çalışmaları
yaygınlaşmıştır. Dolayısıyla pek çok anıt ağaç
doğal ve doğal olmayan, insan etkili sebeplerle
Anıt Ağaçlar Üzerine Birkaç Söz yok olmuşsa da gelecek dönemlere sağ salim
Anıt ağaçlar, çoğunlukla, kendi türlerine erişebilecek ağaçlar halen vardır.
nispeten alışılmış yaş, boy ve/veya gövde Boğaziçi ve Anıt Ağaçlar Nerede Buluşur?
çaplarının üzerine çıkan ağaçlardır. Bu fiziksel
özellikler haricinde topluma mâl olan olay, Boğaziçi, kuşkusuz anıt ağaçların hemen
tören veya anı gibi kültürel durumlarla birlikte her kriterini karşılayacak çok sayıda
anılmış, adı geçmiş ağaçlar da o günün veya ağacı barındırması bakımından öne çıkar.
olayın canlı bir hatırası olarak anıt ağaç kabul İstanbul’daki anıt ağaçların yoğunlaştığı
edilir ki esasen bu ağaçlar da tarihî kimlikleriyle semtlerin pek çoğu Boğaziçi’ndedir. Bu ağaçlar
beraber yukarıda bahsedilen fiziksel eşikleri Boğaziçi’nin her iki yakasında, Marmara’dan
aşmış olanlardır genellikle. Anıt ağaçlara bu Karadeniz’e kadar peyzaja, günlük hayata ve
açılardan yaklaştığımızda onları yalnızca tarihe eşlik eder.
doğal değil, doğal ve kültürel varlıklar olarak Günümüzde halen görebileceğimiz anıt ağaçları
görür, böyle kabul ederiz. Dolayısıyla, bir anıt türlerine ve bu türlerin doğal olarak yaşadıkları
ağacı yalnızca ölçüleri ve şekli ile sabitlemeye yerlere göre ayırmayı seçmek karşımıza iki
çalışmak uygun olmaz; onları “anıt ağaç” diyerek grup çıkarır: Doğal ve egzotik ağaçlar. Bu iki
diğer ağaçlardan ayırmış olmamızın altında grup aynı zamanda Boğaziçi’nin yeşil tarihini
şüphesiz insan duygu ve düşüncelerine çok açmamıza da yardımcı olur; doğa, insan ve tarih
yönlü etkileri, ayrıca kültürel zenginliğe olan üçgeni Boğaziçi’nin tüm dinamikleriyle birlikte,
katkıları vardır. İnsanlar böyle ağaçlardan her mevcut varlığının da geometrisidir.
daim feyz almışlardır. Dinsel metinlerde çoğu
zaman bir metafor olarak karşımıza çıkarlar. Boğaziçi’nin Gerçek Doğası
Çok uzun ömürler yaşayarak insan ömrünün Boğaziçi’ni İstanbul’dan, İstanbul’u da Anadolu
gerçekte ne kadar kısa, her şeyin geçici oluşuna ve Rumeli’den ayrı düşünemeyiz. Tüm bu
dair düşünceler, saygı ve hayranlık hisleri yerler üç iklim tipinin kesiştiği, dolayısıyla
uyandırırlar. Öte yandan onların uzun ömürleri ortak paydanın büyük bir çeşitlilik ve doğal bir
ve etkileyici heybetleri doğanın kudretinin de zenginlik olduğu yerlerdir. Aynı zamanda, sayılan
sözcüsü gibidir. Doğayı kendimizden ayrı gören tüm bu yerler üç kıta arasında o çok bilindik
ve onu tahrip etmeyi hak gören düşüncelerin “köprü” benzetmesini hakkıyla sahiplenirler.
değişmesine vesile olmaları da mümkündür. Köprü olma hali, mevcut zenginliğin bir diğer
Bilimsel veriler için de değerli bir kaynaktırlar. sebebidir çünkü kıtalar arası bitki, hayvan ve
Geçmişe dönük iklim analizlerinde sıklıkla hatta insan göçlerinin gerçekleştiği güzergâhlar
86 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
farklı yörelerin canlılığını ve kültürünü de
getirmiştir bu yörelere.
Boğaziçi özelinde baktığımızda özellikle
Akdeniz iklimi ve -bizim Karadeniz iklimi de
dediğimiz- Avrupa-Sibirya ikliminin yörede
hâkim olduğunu görürüz. Boğaziçi’nin kabaca
güney yarısı Akdeniz, kuzey yarısı da Karadeniz
etkisi altındadır. Bununla beraber, özellikle
de geçiş sahalarında aynı tepenin kuzey
bakısı Karadeniz, güney bakısı Akdeniz flora
elementleriyle kaplanmıştır. Vadi içleri, sırtlar,
dere boyları, kumullar, taşlık kayalık yerler,
sazlıklar gibi bulundukları yer neresi olursa
olsun su, toprak ve rüzgâr eksikliği ya da tam
tersi olarak fazlalığından etkilenerek şekillenen
habitatlar da vardır ama bunlar dahi iklim
çerçevesinden dışarıya çıkamazlar. Boğaziçi
civarında Akdeniz ve Avrupa-Sibirya flora
bölgelerinin dışında İran-Turan flora elementleri
de görülür ancak bunlar daha çok kendilerine
uygun nişleri doldurmaktan öteye pek gitmezler;
yalnızca Trakya’ya doğru yer yer daha fazla alan

Salacak’ta
yalıyar
kapladıkları olur. Bu denli çeşitliliğe sahip bir yamaçlarına
yörede anıt ağaçların tür çeşitliliği de bir hayli güçlü
fazladır. kökleriyle
tutunmuş bir
Boğaziçi’nin kuzey yarısı yeterli yağışlar sakız ağacı
dolayısıyla daha boylu ve cüsseli ağaç türlerini (Fotoğraf: V.
Yalazay, Eski
barındırırken güney yarıda çoğunlukla makiler İstanbullu
gibi pek boylu olmayan çalı formasyonları Ağaçlar, s.327)
vardır ama biraz kızılçamlar ve özellikle de sakız
ağaçları2 anıt ağaç potansiyellerini Akdeniz iklim
bölgesine de taşır. Sakızlar Boğaziçi’nin güney
yarısında uzun ömürleri ve iri gövdeleriyle pek
çok semte veya sokağa da isim olmuşlardır.
Boğaziçi’nin kuzey veya güneyi fark etmez, dere
boylarında veya taban suyu yüksek, alüvyonlar
bakımından da zengin sahalarda ise çınar,
dişbudak, saplı meşe gibi yaşlanmaya ve heybetli
Beykoz’da Kaymakdonduran mesiresindeki anıt kestane
ağacı; eski ormanların yaşlı ağaçlarından bir hatıra. boyutlara ulaşmaya meyilli türler doğaları gereği
(Fotoğraf: V. Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar, s.274) yerleşmiştir. İstanbul’un doğal yollarla alana
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 87
Paşabahçe’de,
Yeşilçam
filmlerinde
pek çok kez
görüntülenmiş
fıstık
çamlarından
biri
günümüzde
kurumuştur.
(Fotoğraf: V.
Yalazay, Eski
İstanbullu
Ağaçlar, s. 418)

gelmiş ve yaşlanmış anıt ağaçlarının büyük devirlerde su sistemleri ve avlaklar dolayısıyla


bir çoğunluğu böyle yerlerdedir. Genellikle korunmuş, pek çok yaşlı ağacı barındırmıştır.
körfez ve koylarda Boğaziçi akıntılarından pek Seyyahlar Belgrad Ormanı’ndaki yaşlı
etkilenmeden, derelerin getirdiği alüvyonlarla ağaçlardan her fırsatta bahsetmişlerdir. Sonraki
oluşan bu küçük ancak verimli sahalar Osmanlı zamanlarda modern ormancılık metotları takip
devirlerinde mesire yerleri olmuşlar ve özellikle edildiğinden ormanlarda yaşlı ağaçlar tek tük
de “sâyedâr ağaçlar” yani gölge ağaçları -ilk işleri numuneler haricinde kalmamış ve ekonomik
bostanların korunması ve kırsal asayiş olan- ömrünü tamamlayan ağaçlar kesilmiştir.
Bostancı Ocağı neferlerince korunmuşlardır. Dolayısıyla biz Boğaziçi’nin doğal türlerinden
Bağını bahçesini veya otlağını koruyan köylü olan anıt ağaçlara ormanlardan çok eski mesire
veya göçmen bir kavmin şehir uyarlamaları yerlerinde veya korularda rastlıyoruz. İstisnalar
olarak görebiliriz bu organizasyonu. Tam ise daha çok özel orman arazilerinde karşımıza
anlamıyla köy kültüründen ayrılmayan bir çıkıyor; Beykoz’da, zamanında Abraham Paşa
şehirde, şehirlilerin açık havada dinlenme ve mülkü olan Kaymakdonduran mesiresindeki
eğlenme ihtiyaçları önemli olmuştur. Yazları kestane ağacı örneğinde olduğu gibi. Orman
sıcak bir coğrafyada bu ihtiyaçlar giderildiği kıyısındaki veya içerisindeki özel orman
sırada iyi gölge veren ağaçlar aranan bir öğe arazileri ile korular doğal dokunun ne denli
olarak değerlenmiş, koruma altına alınmış görkemli hale gelebileceğinin örneklerini yaşatır
ve geçen zaman içerisinde daha da heybetli ancak, yaklaşık olarak son yirmi yıl içerisinde
ağaçlara dönüşebilmişlerdir. Boğaziçi’nde kamuya açık pek çok koru bir şehir
Boğaziçi’nin üst kesimlerinde varlık gösteren gür parkına dönüştürülmüş, koru özelliğini büyük
ormanlar, özellikle de Belgrad Ormanı yine aynı ölçüde kaybetmiştir. Bu hengâmede farkına
88 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
varılmayan bazı anıt ağaçlar aşırı budamalar
neticesinde kurumuş ve ölmüşler, bu işlemlere
maruz kalan diğerleri ise taçlarından kaynaklı
heybetlerini yitirmişlerdir. Yine aynı zamanlar
içerisinde bu genel ve zararlı yönelimden
farklı olarak Boğaziçi’nde -ve tüm İstanbul’da-
anıt ağaçların büyük bir kısmı bakım
görmüş, restorasyonları başarılı bir şekilde
gerçekleştirilmiştir.

Çınarları Kim Dikti?


Çınar ağaçları Boğaziçi’nde servi ve fıstık
çamı kadar nüfuslu bir ağaçtır. Fıstıkları daha
çok tepelerdeki siluetler olarak, servileri
mezarlıklarda, çınarları ise eski mesire
yerlerinde, cami avlularında, meydanlarda,
çeşme, namazgâh veya ayazma başlarında ve
yol kenarlarında görürüz. Diğer ağaçlara göre
toplumsal ve gündelik hayatın daha içindedir
çınarlar ve illa ki su isterler, en azından rutubetli
toprak ararlar. Sonradan, 1800’lü yıllardan
itibaren dışarıdan getirilen ve dikilen iki türün
(Platanus x acerfolia, P. occidentalis) aksine

Beylerbeyi,
Hasip
Doğu çınarları (Platanus orientalis) Boğaziçi’nin
Paşa Yalısı
doğal bir türüdür ve hem Bizans’ta, hem de bahçesindeki
Osmanlı’da heybetli çınarlardan mevcut olanlar ginkgo ağacı
güz renklerine
korunmuş, yenileri de uygun yerlere dikilmiştir.
bürünmüş
Osmanlı devirlerinde çınarların dikimleriyle halde.
-özellikle de çeşme başlarına dikilenlerle- ilgili (Fotoğraf: V.
epey belge ve doküman vardır ancak tarihi Yalazay, Eski
İstanbullu
bilinmeyen çınarlar yine de daha fazladır. Ağaçlar, s.390)
Boğaziçi, hem geçmişte, hem de günümüzde
çok sayıda ünlü çınar ağacını barındırmış ve
barındırmaktadır. Günümüze yetişemeyen,
1900’lü yılların başlarında yangın, yıldırım ve
insan eliyle parça parça yok olmuş bir çınar ise
Günümüzde kemik hastalıkları hastanesi olarak kullanılan Boğaziçi’nin kuşkusuz gelmiş geçmiş en ünlü
Baltalimanı Sahil Sarayı bahçesinde sarayla yaşıt
olan manolya ağacı İstanbul’un en yaşlı manolyasıdır. ağacıdır. Büyükdere yakınındaki Çayırbaşı
(Fotoğraf: V. Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar, s.386) mevkiinde yaşamış olup Türklerin Yedi
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 89
ünlü ağacı da bir çınardır. Çayırbaşı içlerinde
tarihi Bilezikçi Çiftliği arazisinde3, 800 yıldır4
küçük bir derenin kenarındadır; zamanında
kovuğunun ağıl olarak kullanılmasından dolayı
Ağıl Çınar ismi verilmiştir. İçi bir oda gibi boş
olsa da halen genç sürgünler vermeye devam
eder. Aynı civarda Boğaziçi’nin ve aslında yine
tüm İstanbul’un en ilginç görünüşlü ağacı
yaşar; o da bir çınardır. Çok sayıdaki gövdelerin
çağrışımı ile “Ahtapot Çınar” ismi verilmiş bu
ağacın gövdelerinden biri geçtiğimiz yıllarda
yıkılmış olsa da kalan gövdeleri ilginç şeklini
muhafaza etmeye yeterlidir.
Bunlar dışında Emirgân Çınaraltı veya
Çengelköy Çınaraltı gibi yine “Çınaraltı” ismiyle
anılan çok sayıda mekân vardır Boğaziçi’nde.
Anadolu Kavağı ve Rumeli Kavağı halen
çınarlarıyla anılır. Tarihî Beykoz Çayırı da öyle.
Bu ağaçların eksilmesi veya yokluğu o mekânı da
eksiltir. Anıt ağaçlar her ne kadar mimarî yapılar
değilseler de bazen yüzlerce yıl aynı mekânda
olmaları kuşaklar boyu süregelen bir kalıcılık
hissini besler ve yokluklarını telafi etmek
mümkün olmaz.

Egzotik Merakların Ardından


Doğal türler ve yayılışları haricinde bu şehrin
peyzajında etkili olan yabancı veya daha başka
bir ifade ile egzotik türler farklı zamanlarda
farklı yerlerden getirilmişlerdir. Kimileri uyum
sağlamış, kendiliğinden çoğalmış, hatta istilacı
Sarıyer, olmuş, kimileri de ancak birileri dikerse soyunu
Çayırbaşı Kardeşler veya Büyükdere Çınarı isimleriyle sürdürebilmiş ve hayatta kalabilmek için dahi
içlerindki
andıkları bu ağaç Avrupalılar tarafından ünlü ayrı bir emek ve ilgi istemiştir.
Bilezikçi
Çiftliği’nde bir Haçlı ordusu kumandanının bu ağacın
Bu ağaçlar şehrin içinde, yakın civarında
“Ağıl Çınar” altında karargâh kurduğu rivayeti ile Godefroy veya sayfiyelerde doğal türlerin önüne dahi
isimli
Çınarı olarak bilinir. Aynı kökten çıkmış pek geçmiştir zaman zaman ve dikilip çoğalırlarken
çınar ağacı
günümüzde çok gövdeyle ağaçtan çok bir koru hissi veren şehrin görünüşünü de etkilemişler ve halen de
İstanbul’un bir ağaçtır o. 1800’lü yıllarda, yani bu ağacın etkilemektedirler.
bilinen en
yaşlı ve
en görkemli zamanlarında İstanbul’a gelen
Günümüzde çok sayıda anıtsal örnekleri olan
geniş gövdeli seyyahların büyük çoğunluğu onu ziyaret etmiş
ağacıdır.
fıstık çamı ve serviler Boğaziçi peyzajının
ve az veya çok hakkında bir şeyler yazmışlardır.
(Fotoğraf: V. vazgeçilmezleridir. Bu ağaçlar daha Bizans ve
Yalazay, Eski Boğaziçi’nin ve aslında tüm İstanbul’un Roma dönemlerinde -İstanbul’un doğasında
İstanbullu
günümüzde yaşayan en yaşlı ve -son yıllardaki olmadığı halde- revaçta iken Osmanlı
Ağaçlar, s.124)
bu özelliğine vurgu yapan yayınlarla birlikte- devirlerinde daha da fazla dikildiklerini
90 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Büyükdere
Çınarı,
uzun yıllar
yaşamış ve
özellikle de
seyyahların
ilgisini
üzerine
çekmiş çok
gövdeli bir
ağaçtır.
1900’lerin
başlarında
farklı
zamanlarda
gerçekleşen
yangın,
yıldırım
düşmesi
ve inşaat
nedeniyle
yavaş yavaş
yok olmuştur.
Kaynak: V.
Yalazay Arşivi,
Jose Jouannin,
Jules Van,
söylemek yanlış olmaz. Günümüze ulaşamayan bu şehre de getirmiştir. Bu devir aynı zamanda Turquine, 1840
ve yaşadıkları zamanlarda oldukça gösterişli Boğaziçi’nin sayfiye devridir. Daha önceleri
boyutlara erişen servi ve fıstık çamları olduğu sakin ve çoğunlukla tenha sayılan Boğaziçi
gibi günümüzde de böylelerinin örnekleri vardır. birbiri ardına inşa edilen saray, yalı, köşk ve bu
Öte yandan, Anadolu’da doğal yaşam alanları yapıların bahçeleri ya da geniş korularıyla her
bulunan fıstık çamı ve servilerin Boğaziçi’nde anlamda renklenmeye başlamıştır. Bu bahçeler
de doğallaştığını görürüz. Özellikle de serviler, ve kimi zaman da korular başka coğrafyaların
tohumdan, kendi kendilerine ürer ve uygun ağaçları ve çiçekleriyle de tanışmıştır. Türklerin
koşullarda soylarını yalnızca dikimle değil, çiçek hayranlığından olsa gerek manolya ve
tohumla da sürdürürler. akasya kuşkusuz başı çeken ağaçlar olurken
Bu ağaçların yanı sıra Osmanlı zamanlarında pavlonya da daha o yıllarda yine çiçeklerine
daha başka türler de şehrin görünüşünde boy hürmeten dikilenlere bir örnektir. Bu ağaçlardan
göstermeye başlamışlar. Yine anıtsal örneklerine anıtsal örneklerine rastlananları hemen yukarıda
rastladığımız atkestaneleri Osmanlı’nın anmış olduğumuz atkestanesiyle birlikte
İstanbul’daki ilk yıllarından itibaren dikilmiş manolyalar olmuştur. Atkestanelerini şehrin
ağaçlardır. O ilk zamanlarda saray bahçelerinde pek çok yerinde görmemiz mümkündür ancak
kimi zaman görülen yabancı türler birkaç asır manolyaların hemen hepsi Boğaziçi’ndedir
boyunca ilgi çeken ve merak edilen istisnalar ve İstanbul’un ilk manolyalarından olup
olarak kalmışken heybetli çınar, ıhlamur ve günümüzde halen yaşayan manolya ağacı da
dişbudak gibi yerli türler ise yazları sıcak Baltalimanı Sahil Sarayı bahçesindedir.
olan İstanbul’un gölge ağaçları olarak sıklıkla Gösterişli çiçeklere sahip olmayan egzotik
kullanılmaya devam edilmiştir. ağaçlar da yine aynı dönemlerde dikilmişlerdir.
1800’lü yıllara gelindiğinde ise Avrupa’ya Kimi yaprak renklenmesiyle, kimi gölgesiyle
çevrilen başlar o ülkelerin egzotik bitki merakını sevilmiş veya sırf dışarıdan geldikleri için de
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 91
olabilir, dikilmiş ve yetiştirilmişlerdir. Ginkgo, da moda olmuş ve ilerleyen yıllarda da öyle.
bu ağaçlardan anıtsal özellik kazanmış olanlara Ancak çam türlerinin anıtsal örnekleri yukarıda
bir örnek olarak verilebilir. İstanbul’un ilk anılan fıstık çamlarından başka çam türlerinde
ginkgosu da yine Baltalimanı Sahil Sarayı’nda pek görülmemiştir.
-ana gövdesini kaybetmiş olsa da- halen yaşar.
Günümüzün Boğaziçi peyzajı ve anıt ağaç
Diğer bir anıtsal ginkgo ise Beylerbeyi’nde Hasip
varlığındaki çeşitlilik genel hatlarıyla böyle
Paşa Yalısı bahçesindedir.
bir süreç içinde oluşmuştur. Cumhuriyet
Yine 1800’lü yıllarda dikilmiş olup günümüzde sonrasındaysa daha pek çok tür katılmıştır
anıtsal boyutlara erişmiş sahil sekoyası, dev şehrin motifine. Artık parklarda, özel veya
sekoya veya daha başka kozalaklılar ise -çam ve kamusal alanlarda sayısız türden ağaca
sedir hariç tutulursa- seyrek halde görülürler. rastlamak mümkün. Bu süreç, egzotik ağaçlara
Dev sekoyaların Yıldız Sarayı’nda, Tarabya meraklı insanların taleplerini karşılamaya
Cumhurbaşkanlığı Köşkü bahçesinde ve birkaç çalışan pek çok özel fidanlık ile desteklenmeye,
yerde daha rastlanan örnekleri bu ağaçların ana
İstanbul ve Boğaziçi de uygun veya uygun
vatanları olan Kuzey Amerika’daki örneklerle
olmayanlarla birlikte bitkisel anlamda
kıyaslandığında hiçbir özellik arz etmezler
çeşitlenmeye devam eder. Bu çeşitliliğin
ancak İstanbul’un en yaşlı dev sekoya ağaçları
önümüzdeki yüzyıla çok daha farklı türlerde
olarak değerlidirler. Bu ağaçlar bahsi geçen
anıt ağaçlar şeklinde yansıması kuvvetle
zamanlarda egzotik ağaçlar olarak Boğaziçi’nin
muhtemeldir.
özel köşelerine dikilmeden milyonlarca yıl
öncesinde ise yukarı Boğaziçi ve İstanbul’un
kuzey ormanlarında görülen bir türdür. İklim NOTLAR
değişimleriyle bölgeden, daha doğrusu tüm 1 Bu metin, yazarı Volkan Ormanı vasfındadır
Avrupa ve Asya’dan çekilmeleri, sonra yeniden, Yalazay tarafından, ve içerisindeki tarihî
ancak bu kez insan eliyle gelmeleri hikâyeyi Eski İstanbullu Ağaçlar çiftlik binaları ve anıtsal
-İstanbul’un Anıtsal ağaçlarıyla son derece
tamamlar. Ağaçları-, Kırsal Çevre önemli, değerli bir
ve Ormancılık Sorunları arazidir.
Sedirler de ilginç bir hikâyeye sahiptir. Osmanlı
Araştırma Derneği 4 Yaşlı ağaçlarda yaş
topraklarındaki Toros Dağları’nın baş tacı Yayınları, Ankara, saptamaları tahminidir.
olmalarına rağmen ilk olarak Avrupa’dan 2019 isimli kitaptan Bu ağacın yaşıyla
gelmiş İstanbul’a ve özellikle de Boğaziçi’nde derlenmiştir. ilgili 1200-1500 arası
saray, yalı, köşk bahçelerine, korularına 2 Boğaziçi’nin güney tahminler yapılmaktadır
yarısında anıtsal ancak yıllar içerisinde
dikilmişler. Anadolu coğrafyasında doğal özellikler gösteren sakız tarafımdan yapılan
olmayan daha başka sedir türleri de yine aynı ağaçları Atlas Sakızı çok yönlü incelemeler
zamanlarda bahçe ve korularda kullanılmıştır.5 (Pistacia atlantica)’dır. neticesinde yaşının 800
Hava kirliliğine hassas olan sedirlerin anıtsal İstanbul doğasındaki civarında olduğunu
diğer iki tür (P. lentiscus, öngörmekteyim.
örneklerinin pek çoğu son yıllarda arka arkaya P. terebinthus) heybetli 5 Bahsi geçen yerli tür
ölmüştür. Şehrin artan nüfusu ve motorlu taşıt boyutlara erişemez. Lübnan sediri olarak da
sayısı sedir gibi kirliliğe hassas türler için geri 3 Bilezikçi Çiftliği arazisine bilinen Toros sediridir
sayımı başlattı uzun yıllardır. Boğaziçi’ndeki çiftlik sahibi Abraham (Cedrus libani); bu türden
Paşa iken II. Abdülhamid başka özellikle Atlas
sedirlerin hava akımları sayesinde daha şanslı
devrinde saray sedirleri (C. atlantica)
olduklarını söylemek de mümkün. tarafından el konmuştur; ve sonra da Himalaya
günümüzde Cerrah sedirleri (C. deodora)
Sedirlerle birlikte çam ağaçlarının da değişik
Paşa Üniversitesi Orman sevilerek kullanılan
türlerini yetiştirmek Osmanlı’nın son Fakültesi bünyesinde diğer sedir türlerinden
devirlerinde Boğaziçi gibi Marmara kıyılarında Eğitim-Araştırma olmuştur.

92 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz


Kitâbu’l- ‘a-m-r )‫ر‬-‫م‬-‫ (ع‬kökünün etimolojisi Arap dilinin
ilk sözlüğü kabul edilen Halil b. Ahmed’e
(ö. 170/786) ait Kitabu’l-Ayn bağlamında
Ayn’da ‘A-m-r irdelenerek terminolojik bir anlam kazanıp
kazanmadığı sorgulanmaktadır. Bağlamsal

)‫ر‬-‫م‬-‫ (ع‬Kökü
analiz yöntemine göre kelime, içerisinde
bulunduğu sözdiziminin bir parçası olup bu
dizimin içinde bulunmakla anlam kazanmıştır.
İşte bağlamın çeşitlenmesiyle de anlam
Hûd Sûresi çeşitliliği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple “imar
etmek” anlamı üzerinden bu sorgulamanın

61. Ayet
bağlamı Hûd sûresi 61. ayet metni olacaktır.
Yüce Allah, Hûd sûresi 61. ayette şöyle
buyurmaktadır:

Bağlamında ‫الل َما َل ُكم ِم ْن‬


‫وه‬ ِ ْ َ ّٰ ‫اع ُب ُدوا‬
ِ
ِ
ِ
ْ ‫اه ْم َصالح ًۘا َق َال َيا َق ْوم‬
ِ
ُ ‫ود َا َخ‬ َ ‫َوا ٰلى َث ُم‬
ِ
ٍ ِ
ُ ‫اس َت ْغف ُر‬
ْ ‫ٖيها َف‬َ ‫ا ٰله َغ ْي ُر ُؕه ُه َو اَ ْن َش َا ُك ْم م َن ْالَ ْرض َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم ف‬
‫استعمر‬ ﴾٦١﴿ ‫ٖيب‬ ٌ ‫ٖيب ُمج‬
ِ ِ ِ
ٌ ‫وبٓوا ا َل ْيهؕ ا َّن َر ّبٖي َقر‬
“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih’i gönderdik.
ُ ‫ثُ َّم ُت‬

(İste’mera) Dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin


O’ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden

Kelimesinin
var etti ve size orayı mamûr hale getirme görevi
verdi. O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra
O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır,

Etimolojisi duaları kabul eder.”


Bu yazıda etimolojik inceleme amacıyla
Kitâbu’l-‘Ayn’dan bu kökün yalın haliyle fiil
olarak hangi anlamlara geldiği tespit edilmiştir.
Aynı şekilde özellikle “imar etmek”le ilgili
anlamı barındıran isim türevleri de açıklamaya
İclal ARSLAN
dahil edilmiştir.
Çalışmanın birinci aşamasında ‘a-m-r )‫ر‬-‫م‬-‫(ع‬
kökünden gelen türevlerin hangi mânâlarda
kullanıldığı araştırılmıştır.
Anlam değişimi, anlambilimin temel İkinci aşamada Hûd sûresi 61. ayetinde geçen
konularındandır. Bir sözcüğün anlam ِ (isti‘mâr) kelimesinin ilk dönem
‫است ْعمار‬
haritasının belirlenmesi, onun belirli bir zaman tefsirlerinden açıklamasına yer verilmiştir.
aralığında gelişiminin ele alınmasıyla mümkün
Son aşamada Kitâbu’l-‘Ayn’daki anlamlar,
olur. Böylelikle onu kullanan toplumun hangi
Firûzâbâdî’nin (ö. 817/1415) Kâmûsu’l-Muhît
düşünce aşamalarından geçtiği de belirlenebilir. adlı sözlüğünün genişletilmiş Türkçe Tercümesi
Dolayısıyla birçok bilim alanı için bu tür olan Okyanûsu’l-Basît ile mukayese edilmiştir.
anlambilim çalışmalarının önemi büyüktür. Bilindiği gibi bu tercüme Mütercim Âsım
İslâm terminolojisinde sözlük anlamlarının Efendi’ye (ö. 1819) aittir. Burada zamanları
yanı sıra İslâm literatürüyle bağlantılı anlamlar açısından birbirinden uzak olan sözlüklerde
kazanan sözcükler bulunmaktadır. Bu yazıda, anlamların irdelenmesi amaçlanmıştır.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 93
1. Kitâbu’l-Ayn’da ‘A-m-r )‫ر‬-‫م‬-‫ (ع‬Kökü: 2. İlk. Dönem Tefsirlerde Hûd Sûresi 61. Ayet
Taramada kök anlamıyla ilgili şu anlamlara Hûd sûresi, Kur’ân-ı Kerim’in 11. sûresidir. 123
ulaşılmıştır: ayetten oluşmaktadır ve nüzul sırasına göre 52.
Halil b. Ahmed, bu kökten ilk olarak ‫العمر‬ (el- sûredir. 12, 17 ve 114. ayetleri hariç Mekke’de
ُ َْ indirilmiştir. Sûrede peygamber kıssaları,
‘Amru) kelimesi üzerinde durmuş, onun bir tür
uzun hurma ağacı olduğunu belirttikten sonra Allah tarafından indirilen ayetlerin O’na kulluk
tekrar ‫العمر‬ (el-‘Amru) başlığını koymuş ve diş edilmesi ve O’ndan tövbe ve mağfiret dilenmesi
ُ َْ maksadıyla indirildiğinden bahsedilir.2 Bilindiği
etinin görünen kısmı olduğunu söylemiştir. ‘Amr
(‫ ) َعمرو‬isminin bu ikinci mânâdan türediğine gibi Hz. Salih, Semûd kavmine Allah’ın dinini
ٌ ْ tebliğ etmek üzere gönderilmiş, onları Allah’a
işaret etmiştir. Müellifin, aynı kelimenin farklı
anlama geldiğini kelimenin lafzını tekrar ederek kulluk etmeye ve putlara taptıkları için tövbe
açıklaması dikkat çekicidir. etmeye davet etmiştir.

Sonrasında ‫العمر‬ (el-‘Umru)’nun hayat ömrü Ayetin bağlamında “O sizi yerden var etti
ُ ُْ ve size orayı mamûr hale getirme görevi
anlamına geldiğini söyleyerek Arapların
‘‫ ’ َل َعمر َك‬ifadesiyle, ömre yemin edildiğinden verdi.” ifadesiyle Allah’ın Semûd kavmine
ُ ْ
bahsetmiştir. ‫أن َت ْف َع َل َك َذا‬
ْ ‫( َع ْم َر َك اهلل‬Allah’tan nimetlerinden bahsedilmektedir. Tâbiinin önde
sana uzun ömür isterim, böyle yapıyorsun) gelen müfessirlerinden İmam Mücahid (ö.
ِ
ifadesi, ya birisi için Allah adına yemin 103/721) “‫ٖيها‬ َ ‫ ” َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم ف‬ifadesinin “‫”أَ ْع َم َر ُك ْم فيها‬
ettiğinde ya da onun için uzun ömür istediğinde “Yeryüzünü size âbâd/imar ettirdi.” anlamına
söylenmektedir. ‫إنك َعمري‬, “Sen tatlı bir geldiğini belirtmektedir3. Mukâtil b. Süleymân’ın
ْ
hurmasın” diye söylemek zarif, hoş bir ifadedir. (ö. 150/767) tefsirinde ise “‫وعمر ُكم ِفيها‬ ” “Size
ْ ََ َ
orada ömür verdi.” açıklaması bulunmaktadır.4
‫ َع َمر النّاس األرض َي ْع ُمرو َنها ِعمار ًة‬denildiğinde
ُ َ Taberî (ö. 310/923) bahse konu ifadenin “‫وجعلكم‬
insanların yeryüzünü mamûr ettiği anlaşılır.
Burada yeryüzü için ‫عامرة‬ve ‫ معمورة‬kelimeleri ‫“ ” ُع َّماراً فيها‬Sizi yeryüzünde yaşayanlar/mukim
kullanılır. ‫العمران‬ olanlar kıldı.” anlamına geldiğini söyler. Yani
ُ da bu kullanımlar arasındadır.
ْ “Hayatınız boyunca sizi orada meskûn kıldı.”
‫اس لي ْع ُمروها‬ ‫استعمر اهلل الن‬, ifadesiyle Hûd sûresi 61. anlamına gelmektedir. Çünkü “‫أَ ْعمر فال ٌن فالن ًا‬
َ َ ّ ََ
ayetteki duruma açıklama getiriliyor gibidir. ‫داره‬
Müellif, Allah’ın insanlara yeryüzünü imar َ ” “Filan, filana evini ömrü boyunca kalmak
üzere verdi.” denildiğinde, o evin, yaşadığı süre
görevi verdiğini ancak Allah’ın dünyayı zaten boyunca (‫ ) ُعمرى‬ona ait olduğu anlaşılır.5 İşte
tam olarak âbâd ettiğini ve böylece dünyayı َ ْ
ayet-i kerimede de Allah’ın insanoğluna ömrü
mamûr kıldığını sonra da onu yıkıp harap hale süresince yaşamak üzere yeryüzünü bağışladığı
getireceğini belirtmiştir.
sonucu çıkmaktadır. Taberî kendi açıklamasının
ِ ’nın “büyük kabile” ve ‫’العمور‬un Abdu’l-
‫العمارة‬ arkasından Mücâhid’den iki farklı tarikle
ُ ُ
ِ
Kays’da bir bölge adı olduğunu söylemiştir. Bu َ ‫” َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم ف‬nın açıklamasının “‫”أَ ْع َم َر ُك ْم فيها‬
“‫ٖيها‬
açıklamadan sonra aşağıdaki beyti1 şahid olarak ya da “‫ ”أَ ْعمر ُكم‬olduğunu belirtmiştir. İbn Ebû
ْ ََ
getirmiştir: Hâtim’in (ö. 327/938) tefsirinde ise bu ifadenin
ٍ ‫«فلوال كان أسعد عبد‬
»‫قيس أعاديها لعادتني العمور‬ açıklaması farklı olarak “‫“ ”استخلفكم فيها‬Sizi oraya
halife/idareci tayin etti.” şeklindedir.6 Mâturîdî’de
“Eğer Abd-i Kays onun düşmanları mutlu (ö. 333/944) ise ayetteki bu ifadenin açıklaması
etmemiş olsaydı, ‘Umûr’da o beni ziyaret ederdi.” için farklı görüşler tek tek sıralanmıştır: Bazıları
Halil b. Ahmed daha sonra ‫العمر ُة‬ ’nın da küpede “‫“ ”أسكنكم فيها‬Sizi yeryüzüne yerleştirdi, oturttu.”
َ َْ
bulunan uzun kırmızı boncuk olduğunu şeklinde, bazılarının ise “‫ ”استخلفكم فيها‬şeklinde
belirtmiştir. En son açıkladığı ifade de ve bunların dışındakilerin de “‫”جعلكم ُعمار األرض‬
ّ
müflisliğin künyesi olan ‫’أبو َعمرة‬dir. Aşağıda bu “Sizi yeryüzünün sakinleri/oturanları kıldı.”
َ ْ
bilgilerin tamamı tablo halinde gösterilmiştir. anlamında olduğunu savunmuşlardır. Yani
94 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
yeryüzünü dönüp gelecekleri ve yaşayacakları göre “din ve millet” olduğu söylenmiştir.
yer kıldı. Dolayısıyla Allah yeryüzünün imarını Ancak çoğunluk alimin kanaati, bu yemin
kullarına verdi ve onlar da imar ve bina ifadesindeki anlamın “hayat ve bekâ” olduğu
yönündedir. Aynı şekilde ‫ت َك َذا‬ ِ
etmekle yeryüzünden çeşitli şekillerde istifade ُ ‫َع ْم َر اهلل ما َف َع ْل‬
ettiler. Mâturîdî, zikredilen bu görüşlerin aynı denilmesinde “Allahu Teâlâ’dan senin için
anlama geldiğini söylemektedir. Bir kesimin ömür isterim, böyle yapmadım.” anlamı
de “‫ٖيها‬
َ ‫ ” َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم ف‬ifadesini “‫”جعل عمركم طويال‬ mevcuttur. Aslı, ً‫اهلل َت ْع ِميرا‬ َ ‫ َع َّم ْر ُت َك‬şeklinde
“Ömrünüzü uzun eyledi.” şeklinde anladığını “Yüce Allah’tan senin için ömür ve bekâ
dile getirmiştir.7 niyaz ederim.” demektir. Aynı şekilde ‫َعمر َك‬
َ ْ
3. Kitâbu’l-Ayn’daki Anlamların Okyanûsu’l- ‫ت َك َذا‬
ُ ‫اهلل ما َف َع ْل‬
َ şeklinde de söylenmektedir.
Bunun aslı da ‫أن َت ْف َع َل َك َذا‬ ْ ‫اهلل‬ ِ ُ
Basît’le Mukayaesesi: َ ‫ أ َع ّم ُر َك‬ifadesidir.
Muhataba yeminle “Allahu Teâlâ sana uzun
Genel olarak sözlüklerde ‘a-m-r )‫ر‬-‫م‬-‫(ع‬ ömür nasip eylesin, o ömür hakkı için
kökünün oldukça hacimli bir yer tuttuğu sen böyle yapmadın mı yahut böyle yap.”
gözlenmiştir. Geniş anlam yelpazesine sahip anlamındadır. Bu ifadenin aslının ‫اهلل‬ ِ ‫ َلعمر‬,
olması, müştak kelimelerinin çeşitliliği ve aynı ِ ‫ ب َقاء‬olma durumu da söz konusudur. ُ َْ
yani ‫اهلل‬ ُ َ
kelimenin farklı anlamlara gelebilmesinin Bu durumda ‫“ َما أ ُ ْق ِسم ب ِِه‬yemin ettiğim şey”
bu konuda rolü büyüktür. Bu farklı kullanım ُ
takdirindedir. Bazılarına da göre bunun
ve anlamlardan bazıları, Mütercim Âsım aslı ُ‫ َعمر َك اهلل‬şeklindedir ve ً‫اهلل َت ْذ ِكيرا‬ ِ ُ
َ ‫أ َذ ّك ُر َك‬
Efendi’nin Okyanûsu’l-Muhît adlı eserinde şöyle َ َّ
demektir. Hak Teâlâ’nın bekâ ve devamını
sıralanmaktadır8: ikrara kasemdir. Burada şöyle bir beyit
1. ‫العمر‬ kelimesi, üç farklı harekeyle (/‫العمر‬ zikredilmektedir:
ُُُ ُ ُْ
‫الع ُمر‬/ ُ ‫الع ْمر‬
َ ) “Dirilik, hayat ve zindelik” ِ ‫أَيها الم ْن ِكح ال ُّثريا سهيالً عمر َك اهلل َكي َف ي ْل َت ِقي‬
‫ان‬
ُ ُ َ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ُ َّ َ ُ ُ َ ُّ
mânâsına gelmektedir. Çoğulu ‫ار‬ َ
ٌ ‫’أ ْع َم‬dır.
Mesela “‫ال اهللُ ُعمر َك‬
َُ َ َ‫ ”أ‬denildiğinde “Allah
َ ‫ط‬ “Ey Süreyya’yı, Süheyl yıldızına nikahlamak
senin ömrünü uzun eylesin.” şeklinde dua durumunda olan kişi, Allah Teâlâ sana
kastedilmektedir. Bu kelimenin aslı ‫ار ٌة‬ ِ
َ ‫ع َم‬
ömür versin, onlar nasıl kavuşabilirler ki
(imâret)’den gelmektedir ki bunun zıddı (kavuşamazlar).”
“harâb”tır. Bu anlamı ‫( ِعمرا ٌن‬imrân)’dan
َ ْ Burada ‫اهلل‬ َ ‫ َع ْم َر َك‬ile kastedilen anlam ‫اهلل‬
َ ‫ت‬ُ ‫َسأَ ْل‬
kazanmıştır. İmrân, bedenin hayat ile imareti ‫“ ُع ْمر َك‬Allah’tan senin için ömür istiyorum.”
müddetinin ismidir. Diğer mânâlar da َ
şeklindedir. ‫’ َعمر‬ın ilk mânâsı “diş eti” ya
buradan türemiştir. ‫العمر‬ (el-umru) kelimesi ٌ ْ
ُ ُْ da iki dişin arasında uzunca sarkan ya da
aynı zamanda mescit (kilise, manastır vb.) diş köklerinde bulunan ettir. İkinci anlam
anlamına da gelmektedir. Mesela “‫رأيت ُه في‬ ُ olarak “salkım küpe” ifade edilmektedir.
ِ‫الع ْمر‬
ُ ” Onu mescitte gördüm, demektir. Bu Üçüncü anlamı, “uzun hurma ağaçları”dır.
anlam Kitâbu’l-‘Ayn’da bulunmamaktadır. Bu anlamlar, Halil b. Ahmed tarafından da
2. ‫العمرِ ُّي‬ genellikle ilk sırada verilmiştir.9 ‫العمرِ ُّي‬
ْ ُ uzun zamandır bulunan nesne, ْ َ (el-
demektir; eskiliği kastedilmektedir. Bir ‘Amriyyu) ise bir başka hurma çeşididir. Bu
görüşe göre de ِ‫جر‬َ ‫الش‬
َّ ‫ ُع ْمرِ ُّي‬nehirlerin anlam da el-‘Ayn’da bulunmaktadır.
yanında/üstünde yetişen “Sidr Ağacı” 4. ‫العمر‬ (el-‘Ameru)/ ‫العمر‬ (el-‘Amru)/ ‫العمر‬ (el-
demektir. Bu anlam da Kitâbu’l-‘Ayn’da ََُ ُ َْ ُ ُْ
‘Umru)/ ‫ار ُة‬
َ ََ‫م‬‫الع‬ (el-‘A mâretu) kelimeleri, “çok
bulunmamaktadır. zaman yaşayıp kalmak” mânâsınadır. Yani
3. ‫العمر‬ (el-amru): Mesela ‫( َل َعمر َك‬le’amruke) uzun ömürlü, “muammer olmak” demektir.
ُ َْ ُ ْ
“Benim için en değerli olan hayatın üzerine Bu isimler ‫ َع ِمر‬ve ‫ َعمر‬fiillerinden 1., 2. ve 4.
َ ََ
yemin ederim.” demektir. ‫( َل َعمرِ ي‬le’amrî) bablarda gelen fiillerin mastarlarıdır ve “uzun
ْ
ifadesindeki anlam için azınlık bir görüşe ömürlü kılmak” anlamına gelmektedir. Aynı
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 95
zamanda birinin kendisi ya da verdiği kişinin bir yeri âbâd ve mamûr ettirmek, bir yeri
ömrüne kayıtla bir şeyi vermek mânâsı da mamur bulmak, birini zengin kılmak,
mevcuttur. hacda umre yapan kişiye yardım etmek ve
iç güveyiliğe girmek. ‫ار‬
ُ ‫الع َم‬
َ , selam vermek
َ ‫‘( َع َم‬Amâret) ve ٌ‫ورة‬
5. ‫ار ٌة‬ َ ‫‘( ُع ُم‬Umûret) kişinin mânâsına geldiği gibi şair, sanatçı ve ileri
evine ve malına bağlı olması anlamına
gelenlerin toplandığı meclisleri süslemek için
gelmektedir.
kullanılan “kokulu çiçek” de demektir. ‫الت ْع ِمير‬
6. ‫ار ٌة‬ ُ َّ
َ ‫ َع َم‬/‫الع ْم َر ُة‬
َ , başa giyilen takke vb. şapka sırasıyla şu anlamlara gelmektedir: Uzun
demektir. Başa şapka giymek de ‫ار‬ ِ ِ
ُ ‫اال ْعت َم‬ ömürlü kılmak, hayatta kalmak için belirli bir
kelimesiyle ifade edilir. Bu kelimenin “ziyaret miktar tayin etmek, bir yeri mamur etmek
etmek” mânâsı da mevcuttur. ٌ‫ارة‬ َ ‫ َع َم‬kabileden ve bez ya da kumaşın ipini/dokumasını güzel
küçük olan topluluk için de kullanılır. Bu yapmak. Bu anlamların hiçbiri el-Ayn’da
kelimeyle kabileden kollara ayrılmış olan bulunmamaktadır.
“küçük kabile” kastedilmektedir. Ancak ِ bir yeri birine mamûr ettirmek
11. ‫اال ْس ِت ْعمار‬
Halil b. Ahmed, aksine bunun için “büyük َ
(‫ ) ِا ْس َت ْعمر ُفالَ ًنا فيه‬demektir. Hûd sûresinin 61.
kabile” anlamını belirtmiştir. Bir görüşe ََ ِ ’dan kastedilenin
ayetinde zikredilen ‫اال ْس ِت ْعمار‬
göre de “hayy-ı azim” diye adlandırılan َ
“Allah yeri imar etmeniz ve kavminizi o
kabileden küçük, batından büyük olan ve
yerden meydana getirmeniz için size izin
kendi başlarına konup göçer olan çokluk
verdi. Sizi yeryüzünü mamûr edenler eyledi.”
cemaat anlaşılmaktadır. “Boy” diye tabir
şeklinde olduğu ifade edilmiştir.
edilen topluluktur. Ayrıca topluluk liderinin
çadırına asılan süslü ruk’a (yazılı kâğıt/deri) 12. ‫العمر ُة‬ baş için kullanılan giyecektir. Ayrıca
َ َْ
demektir. inci veya tespihte ayırma işi amacıyla
kullanılan boncuk çeşididir. Burada “küpe”
7. ‫العمر‬ hür kadınların başlarını örttüğü mendil
ََُ anlamıyla da bağ kurulabilir. Halil b. Ahmed
ya da tülbente denilmektedir. Bir görüşe
de küpede bulunan boncuk anlamını detaylı
göre de kadınların başını örtmek için de
olarak belirtmiştir.
kullandığı “gömlek yeni” anlamındadır.
Arap gömleklerinin yenleri büyük ve geniş 13. ‫العمر ُة‬ ziyaret mânâsına gelmektedir.
َ ُْ
olduğu için bu şekilde başı örtmek için de Hacda gerçekleştiren “umre” fiili buradan
kullanılabiliyordu. gelmektedir. ‫ ُعمر ٌة‬de, içgüveyilik anlamında
َ ْ
ِ kullanılmaktadır.
8. ‫ار ٌة‬
َ ‫‘( ع َم‬İmâret) kendisiyle bir mekanın mamûr
olacağı şeye denilmektedir. Ayrıca “selam
vermek” mânâsındadır. Aslında “ömrün uzun NOTLAR
olsun” anlamında kullanıldıktan sonra selam 1 Beyti söyleyen, tespit 5 Taberî, Câmi’u’l-beyân,
vermek şeklinde kullanılmıştır. ‫ار‬ ٌ ‫ َع َم‬da aynı edilememiştir. XII, 453.
anlama gelmektedir. 2 Muhammed Eroğlu, 6 İbn Ebû Hatim, Tefsîru’l-
“Hûd Sûresi”, TDV İslâm Kur’âni’l-azîm, VI, 2048.
9. ‫ار ٌة‬
َ ‫ع َم‬/
َ ‫ َع ْم ٌر‬Allah’a ibadet etmek mânâsındadır. 7 Mâturîdî, Te’vilâtu’l-
Ansiklopedisi, XVIII, 281.
Yani imâr-ı din eylemek demektir. Kur’ân, VII, 195.
3 Mücahid, Tefsîru’l-İmâm
8 Mütercim Âsım Efendi,
10. ‫اإل ِْعمار‬/‫العمرى‬ bir şeyi birine “ömrü boyunca”
َ ُْ
Mücâhid. b. Cebr, s. 389.
َ Okyanûsu’l-basît, ‫رمع‬
kaydıyla vermek mânâsına gelmektedir. 4 Mukâtil b. Süleymân, md., III, 2200-2207.
Yani kullanan kişi vefat ettiğinde verilen şey Tefsîru Mukâtil b. 9 Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-
sahibine geri iade edilmiş olacaktır. Mesela Süleymân, II, 288. ‘Ayn, III, 228.
“Ömrüm oldukça ya da ömrün oldukça bu ev
senindir, öldükten sonra benimdir.” diye mülk
vermektir. ‫ اإل ِْعمار‬ise, sırasıyla şu anlamlara
َ
gelebilmektedir: Bir yeri âbâd etmek, birine
96 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Klasik Türk bize engin bir nehrin kıyısındaymışız hissini
vermez mi? Ve o demde Boğaziçi diye de
kendine bir güzelce isim verilen bu eşsiz vadi,

Edebiyatında seyrine doyulmaz bir temaşa yerine dönüşmez


mi?

Boğaziçi Divan şiirinin manzum ve mensur metinlerine


sahil köyleri, kasırları, yalıları, suları ve
çeşmeleri, bağ ve bahçe gezintileri, mehtap
âlemleri, surre alayları, donanmanın sefere
uğurlanması ve karşılanması, Haliç’te şarap
gemilerinin yakılması gibi birçok özelliğiyle
Doç. Dr. Ümran Ay1 konu edilen Boğaziçi’nde Müslüman-Türk
ahalinin ilk yerleşimi Yıldırım Bayezid devrine
kadar gider. Sultanın “Bir Güzelce Hisar yapıla”
emriyle inşa olunan (1395) bugünkü Anadolu
Hisarı etrafında ev, mescid, mektep, yalı ve
-A. Haluk Dursun Hoca’nın aziz hatırasına-
dükkanlar kurulur ve bölge kısa zamanda
bir sahil köyü haline gelir. Yavuz’un Mısır’ı
Fatih döneminden itibaren Cumhuriyet’in fethinden sonra (1517) Boğaziçi’nin her iki
kuruluşuna kadar Osmanlı coğrafyasına tarafında irili ufaklı köyler kurulmaya başlar.
başkentlik yapmış olan bu kadim şehir herhalde Kanunî döneminde İskender Paşa’nın hayratıyla
dünyada üzerine en çok metin üretilen şenlenen Kanlıca, adını IV. Murad’ın Revan
şehirlerden biri, belki de birincisidir. Bir Kalesi kumandanı Emirgûne’den alan Emirgan,
başkent olmanın ona bahşettiği zenginlikle ve Defterdar İbrahim Paşa Camii inşasından sonra
taşıdığı maddî-manevî kültür mirasıyla dünden rağbet gören Ortaköy, İstanbul’un fethinden
bugüne, bugünden yarına yaşayan-köprü şehir sonra donanmanın sefere çıktığı Beşiktaş, XVII.
İstanbul -her yaprağında doyumsuz kokular yüzyılda suları ve mesire yerleriyle ünlenen
taşıyan katmer katmer bir gül gibi tasavvur Beykoz gibi semtler bu cümledendir. Özellikle
ettiğim belde- yaşadığı her anı, her mevsimi, XVII-XIX. yüzyıllarda hanedan üyelerinin
kucak açtığı bütün mimarisi, bağ ve bahçeleri, ve üst kademe devlet görevlilerinin bağ ve
her iklimden ve milliyetten ahalisi, saray bahçeler içinde imar ettirdikleri ve Osmanlı
hayatından kenar semtlerine kadar büyük küçük şehir mimarisine de örneklik etmiş cami-
zengin fakir mukîmleri ile edebiyata zengin bir çeşme-hamam üçlemesi hayır eserleri Boğaziçi
malzeme sunmuştur. Evliya Çelebi’nin on ciltlik siluetinin ilk manzaralarını teşkil etmişlerdir.
Seyahatnâme’sinin birinci cildini İstanbul’a Bu yapıları sahil sarayları ve kasırlar takip
ayırması, daha XVII. yüzyılda dahi İstanbul etmiştir. Üsküdar’da Şerefâbâd Kasrı, Kanlıca’da
üzerine ne çok yazılıp söylenecek söz olduğunun Mihrâbâd Kasrı, Amcazade Hüseyin Paşa
bir nişanesidir. Yalısı, Çubuklu’da Feyzâbâd Kasrı, Bebek’te
Hümâyunâbâd Kasrı, Beşiktaş’ta Asafâbâd Kasrı
Dünyada içinden büyük nehirlerin aktığı suyla
bunlardan sadece birkaçıdır.
hayat bulan şehirler vardır. Paris’te Sen Nehri,
Londra’da Thames, Isfahan’da Zayenderud, Klasik Türk şiirinde Fatih’ten Yahya Kemal’e
Belgrad’da nazlı Tuna gibi. İstanbul’un kadar yolu İstanbul’dan geçmiş bütün şairler bu
Boğaziçi’si elbette bir nehir değildir. Ancak bu âsûde şehre kayıtsız kalmamışlar, bazen müstakil
koca şehri ortadan ikiye bölüp Karadeniz’den eserlerle bazen kaside, gazel ve tarih kıtalarında
Marmara’ya doğru kıvrılarak akıp giden sular şehre dair gözlemlerini, duygu ve düşüncelerini,
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 97
övgü ve sevgilerini dile getirmişlerdir. Fatih bu şehrin kadim tanıklarından biridir. Hac
dönemi şairlerinden Tacizade Cafer Çelebi, kafilelerinin karayoluyla kervanlarla gittiği
İstanbul’da yaşanmış bir aşk macerasını anlattığı dönemde Topkapı Sarayı’ndan yola çıkan
Hevesnâme mesnevisinde Boğaziçi’nin Galata, surre-i Humâyûn kayıklarla Üsküdar sahiline
Kağıthane, Yedikule, Eyüp gibi semtlerini tarihî gelir, Üsküdar sahrasında bulunan Ayrılık
ve tabiî güzellikleriyle işler. XVII. yüzyılda Çeşmesi mevkiinde hacılar toplanır ve kafile
İstanbul’da yetişip büyümüş şairlerden Nevizâde geride kalanlarla vedalaşırdı. Aynı şekilde
Atâyî, Âlemnüma adlı mesnevisinde hisarları, ordunun doğuya seferlerinde ve donanmanın
Göksu, Yuşa tepesi, Akbaba köyü gibi mahalleri uğurlanmasında da bugünkü Üsküdar ve
renkli bir anlatımla eserine taşır. XVIII. Kadıköy arası ordunun toplanma menzili idi.
yüzyılda şair Mustafa Fennî ve İzzet Efendilerin Kanunî dönemi şairlerinden Nidâî, Cerbe
Sahilnamelerinde Galata’dan Rumeli Kavağı’na, kalesinin fethini anlattığı mesnevisinde yüz
Anadolu Kavağı’ndan Fenerbahçesi’ne kadar yirmi kadırgalık donanmanın Eyüp’ten Beşiktaş’a
her iki yakadaki iskeleleri tek tek sıralanır. İzzet kadar sıralandığını, deniz üzerinde iğne atacak
Efendi, yer kalmadığını, İstanbul halkının donanmayı
Âb-ı dîdem tükedüp hep benim ol çeşm-i gazâl temaşa etmek ve uğurlamak üzere sahillere akın
Bir Kurıçeşme’ye döndü gözümüz kalmadı âb ettiğini yazar:

beytinde ceylan gözlü bir güzel için ağlamaktan Gemiler Hazreti Eyyûbden tâ / Beşiktaş’ı geçince
göz yaşlarının kuruyup tükendiğini, gözlerinin encüm-âsâ
Kuruçeşme’ye döndüğünü söylerken hem Dizilmiş şöyle kim deryâ görinmez / Bir iğne
kurumuş bir çeşmeyi hem de Kuruçeşme bıragacak yir bulunmaz
semtini kasteder. Şairlerce Frengistan diye de Deniz yüzinde sandallar yol itdi / Masâlıhlı
anılan ve daha çok gayrimüslim ahalinin yaşadığı kişiler geldi gitdi
Galata semti yangın kulesi, meyhaneleri, Ne denlü var Sitânbul içre âdem / Leb-i deryâya
hıristiyan güzelleri, ayak seyri ve mevlevîhanesi cem oldı hem ol dem
ile her dönem klasik şiirde kendine yer bulan Kadırgalar dakınup perr ü bâlı / Dilerler kim
semtlerdendir. Avnî mahlasıyla şiirler yazan uça ankâ misâli
Fatih, İstanbul’u ve Galata’yı iki ayrı diyar gibi Kalâtâdan dizildi Üsküdâr’a / Çekilmek dilesen
düşündüğü beytinde sevgiliyi de Galata şahı yir yok kenâra
olarak tahayyül eder ve bir şahın başka bir şaha
Lale devrinde Boğaziçi, özellikle mutedil bahar
kul olmayacağını, boyun eğmeyeceğini dile
günleri ve yaz mevsiminde hanedanın ve halkın
getirir:
gündüz bahçe gezintileri, akşam sandal sefaları
Avniyâ kılma gümân kim sana râm ola nigâr ve mehtap seyirleriyle kiminin mehtaba kiminin
Sen Sitânbul şâhısın ol da Kalâtâ şâhıdur. -mehtap bahane güzeller şahane- diyerek
Helâkî de suriçi İstanbul’unu Galata’dan ayıran güzelleri seyre çıktığı bir eğlence güzergâhıdır.
benzer bir söyleyişle buraları dünya gözüyle Avrupa yakasında Kağıthane, Sâdâbâd, Bebek
gören birisinin artık Mısır, Semerkand ve ve Rumelihisarı, İstinye Körfezi; Anadolu
Buhara şehirlerinin adını dahi anmayacağını yakasında Beykoz’dan Fenerbahçesi’ne kadar
belirtir: bütün sahil şeridi bazen karada bazen deniz
üstünde sandallarda kurulan sazlı sözlü
Helâkî bir dahi görsem Sitânbul u Kalâtâyı eğlence meclisleriyle şenlenir. Tabii ki en
Ebed anmaz idüm Mısr u Semerkand u Buhârâyı gözde mekanlar birçok şair tarafından mehtap
Surre alaylarına ev sahipliği yaptığı için Mekke seyirleriyle anılan Göksu-Kandilli-Bebek-
toprağı gibi mübarek sayılan ve tarih boyunca Rumelihisarı hattıdır. Şairler; mehtap etmek,
böyle hürmet gören Üsküdar sahilleri de mehtaba çıkmak, mehtap âlemi gibi ibarelerle
98 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Bugün Aşiyan
Mezarlığı
diye bilinen
Rumelihisar’ı
Kayalar Me-
zarlığı’ndan
bir görünüm
(İstanbul Ata-
türk Kitaplığı,
Krt. 010841.)

okuyucuyu Boğaziçi’nin dolunaylı gecelerine içinde” mısraıyla baş başa Göksu’ya gitmeyi
götürürler. Esrar Dede, ay yüzlü sevgilinin göz teklif eder, bir başka şiirinde Göksu’nun havasını
kamaştıran güzelliğiyle Kandilli’den Göksu’ya nâhoş, Çubuklu’yu pek kalabalık bulur ve
doğru mehtaba çıktığını şöyle anlatır: Sâdâbâd’a gitmek ister. Şimdi iskelede onlar için
hazırlanmış üç çifte kürekliye binip kah şarkı
Gice Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû
kah gazeller okuyarak gezinme vaktidir:
Mâh-tâb eyleyerek eyledi ‘azm-i Göksu
Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i nâşâda
Enderunlu Vâsıf, o güzeli Göksu’daki “âlem-i
Gidelim serv-i revanım yürü Sâdâbâd’a
âb”dan alır ve yine kayığa bindirip Kalender
İşte üç çifte kayık iskelede âmâde
bahçesine götürür ve orada sabaha kadar
Gidelim serv-i revanım yürü Sâdâbâd’a
eğlenmeyi teklif eder:
Şeyhülislam Esad Efendi Çubuklu’yu gülleri,
‘Âlem-i âb eyle Göksu’dan olup zevrak-süvâr
Göksu’yu sümbülleri, Kandilli’yi laleleri, Sarıyer’i
Kıl Kalender Bâgçesin tâ subha dek cây-i karâr
nergisleriyle hatırlar:
Fatin, bu güzele Küçüksu’ya gitmeyi oradan da
Çubuklu gülbüne cây oldı sünbüle Göksu
Fıstıklı’ya, Çamlıca tepelerine çıkmayı teklif
Virildi lâleye Kandilli nergise Sarıyâr
eder:
XVIII. yüzyılın sonunda vefat eden Şeyh Gâlib
Vaktidür şimdi Küçüksu’ya giderseŋ gidelüm
de (ö.1799) III. Selim için yazdığı mehtabiyye
Gâh Fıstıklı’ya geh Çamlıca’ya ‘azm idelüm
kasidelerinde sultanın mehtap gezintilerini
Devrin en meşhur şairi Nedim’in sevgiliyi hep renkli tablolarla anlatır. Beyhan Sultan’ın
tenhaca davet ettiği mekanlar Haliç’te Sâdâbâd yaptırdığı Çırağan sahil sarayı, Hatice Sultan’ın
ve şıngır mıngır Boğaziçi sahilleridir. Salınıp yaptırdığı Neşatâbâd sahil sarayı, bu sarayların
yürüyen bir serviye benzettiği şuh sevgilisine deniz tarafında inşa edilen küçük mehtabiyye
önce “Tenhaca varup Göksu’ya bir işret var köşkleri, kameriyeleri, havuzları, bahçelerindeki
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 99
türlü yemiş ağaçları, sakız gülü, buhur-ı biner. Şaire bu manzara billur bir aynadan
Meryem, lale ve sümbüllerle tarh edilmiş hilâlin görünüp geçtiği hissini verir. Sâdâbâd
bahçeleri bize aynı zamanda Boğaziçi mimarisi halkı iki sahil boyunca dalga dalga toplanmış
ve bahçeleri hakkında zengin detaylar sunar. o sevgilinin gelişine uzaktan alkış tutmakta ve
tabii ki kıyıda onu bekleyen saz heyeti mahurdan
Gâlib, aşağıdaki beytinde; Sultan Selim’in
sazın teline vurmaktadır:
sandalla denize inişini tebrik için o gece
mehtabın apaydınlık ışıklarıyla adeta havai Gördüm ol meh dûşına bir şal atup lâhurdan
fişekler patlattığını söylerken, dönemin sur Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan
adını verdiğimiz hanedan düğünlerinde, …
kutlamalarında havai fişek patlatıldığını da Atladı dâmen tutup üç çifte bir zevrakçeye
haber verir: Geçti sandım mâh-ı nev âyine-i billûrdan
Kudûm-i Hazret-i Sultân Selîme deryâda Halk-ı Sâdâbâd iki sâhil boyunca fevc fevc
Hezâr şevk ile sûr-ı fişenk eder mehtâb Vade-i teşrifine alkış tutarken dûrdan
Klasik şiirin XX. yüzyıldaki son temsilcisi Yahya Tevfik Fikret’e bir cevap olarak yazdığı Siste
Kemal’in Boğaziçi’si sadece eğlencenin adı Söyleniş şiirinde halis bir zümrüt yeşilliğin
değil; Müslüman-Türk milletinin yeryüzüne arasında muzaffer ve hür akıp giden firuze bir
nakşettiği kimliğidir aynı zamanda. Onun nehre benzettiği Boğaziçi’ni, bir zamanlar şen
İstanbul’unda tarih, geçmişle gelecek, ses ve ışık, kahkahaların bülbül seslerine karıştığı Kandilli,
mısra mısra haşrolur. Şair zaman zaman derin Göksu, Kanlıca, İstinye koylarının semalarını
bir tahassürle, zaman zaman coşkun bir ruhla arar.
sokak sokak dolaşır… Yahya Kemal’de Boğaziçi
semalarında donanmayı uğurlarken gürleyen Bir başka şiirinde Mayısın taze rüzgarı etrafı
top sesleri, fethe çıkan yeniçerinin ayak sesine, okşarken karşı sahilde köhne Üsküdar’ın dost
niyaz makamındaki halkın Hakka yalvaran ışıklarını görür. O Üsküdar ki bu sahillerin
sesi, gökteki meleklerin kanat sesine karışır. en bahtlısıdır. Müslüman-Türkün İstanbul’u
Rüzgâr bu seslerden doğan Müslüman-Türkün fethettiği o mehabetli günü gören, elli üç gün
mûsikîsini, İstanbul’un şarkısını söyler. bu büyük hengameyi izleyen bir ulu rüyayı
görenlerin şehridir.
Üsküdar Vasfında Gazel’inde cennete benzettiği
bu mübarek beldenin suları zemzem gibi tatlıdır Ve şimdi artık sandallar çekilmiş, meclisler
ve Sultan III. Selim’in sûz-ı dilârâ bestesiyle dağılmış, körfez dalgın sularıyla geçmiş geceleri
yahut beyâtî faslında akar gider: koynunda saklamakta, Boğaziçi yüzlerce yıllık
rüyasını derinden derine görmeye devam
Firdevs bu şehrin şeb ü rûzında ıyândır etmektedir:
Her çeşmeden âb-ı Şerefâbâd revândır
… Körfez’deki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Her lahzası bir zemzeme-i sûz-ı dilârâ Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden;
Her saati bir fasl-ı beyâtî Arabandır Mehtap… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!
Şair, Mahurdan Gazel’inde Nedim’in Sâdâbâd’a
gezintiye çıkardığı güzeli takip eder gibidir. O
ay gibi sevgili omzuna lâhurdan bir şal atmış, NOT
gül yanaklarının üzerine nurdan bir yaşmak 1 Marmara Üniversitesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Eski
takmıştır. Narin ayaklarıyla merdivenleri adeta Türk Edebiyatı Anabilim Dalı

öper gibi iner. Bin naz ile indiği arabasından


eteklerini tutarak sahilde kendisini bekleyen üç
çifte zevrakçeye (kayığa) yine aynı nazlı edasıyla
100 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Yeni Türk Buradaki hayat, sadece bu coğrafya ve bu
tabiat için geliştirilmiş bir hayattır. Medeniyet,
kendine göre usul vasıtaları meydana getirir.

Edebiyatında Boğaziçi’nde de bu özellikler vardır. Türklerin


buradaki imar faaliyetleri ve hayat tarzı bü­
tünüyle “icat mahsulü”dür ve dünyanın başka

Boğaziçi1 hiçbir yerinde rastlanmayacak şekildedir. İnsan


davranışlarından mimarî yapısına ve mehtap
âlemlerine kadar Boğaziçi, bize bir medeniyet
olduğunu hissettirir. Bu medeniyeti kuran
insan, İstanbul içindeki “şehirli insan tipi”dir.
Fakat Boğaz tabiatı ve Klâsik Türk musikîsi,
Prof. Dr. Murat Koç2 bu insana pek çok eklemelerde bulunmuş, bir
zarafet ve nezaket üslûbu içinde neredeyse
özel bir “Boğaziçi tipi” meydana getirmiştir.
Usul ve teşrifatıyla İstanbul’dakinden tamamen
farklı bir yönde gelişen bir insan tipidir
Dünyanın kimlik sahibi şehirleri arasında özel
bu. Mimarîyi ele alacak olursak, Türklerin
bir yeri olan, geçmişten günümüze tarih, kültür
Boğaziçi’ni imarda hiçbir zaman rastgele
ve medeniyetimizi besleyen İstanbul, fetihten
davrandıklarını söyleyemeyiz. Boğaz tabiatına
itibaren edebiyatımızda yerini almıştır. Divan
uygun bir mimarî geliştirilmiş, kullanılan ahşap
şiirine baktığımız zaman, farklı yüzyıllarda eser
malzeme Boğaziçi’nin göz alıcılığından hiçbir
veren şairlerimizin İstanbul’u eserlerine konu
şey kaybettirmemiştir. Dünya üzerinde, suyu
edindiklerini görürüz.3 Bu şiirlerde tarihî, tabiî
geçmek için icat edilen bütün ulaşım araçları
güzelliği ve sosyal hayatıyla şehrin yer aldığı
aynı mantıkla yapılmıştır. Boğaziçi’ndeki ulaşım
görülür. İstanbul’un bir parçası olan Boğaziçi
araçları da bu mantığın ürünüdür. Fakat saltanat
ve burada kurulan Boğaziçi mede­niyeti de
kayıkları, piyadeler, kikler ancak Boğaziçi’ne
başlangıcından itibaren edebiyatta yerini alır.
has ulaşım araçlarıdır ve Türklerin mevcudu
Özellikle Yeni Türk Edebiyatı döneminde
kendine göre işleme yeteneğinin mahsulüdür.
Boğaziçi önemli yazarların kaleminde en güzel
Dünyanın pek çok yerinde mehtap güzel ve
ifadesini bulur.
farklı görünür. Ancak mehtaba en güzel yaşama
Boğaziçi, Türk milletinin tarihinde uzun ve üslûbunu, onu bir “ay ışığı ibadeti” hâline
önemli bir sayfadır. İstanbul’un fethinden getirmeyi ancak Türkler düşünmüş ve asırlar
önce Boğaziçi’nde yerleşim başlamış ve zaman içinden gelen mûsikîyle tabiatın bu unsuru göz
içinde gelişim göstermiştir. Dikkati çekici en alıcı terkibini Boğaziçi’nde yapmıştır. Dünyanın
önemli nokta Türklerin aynı coğrafya üzerinde, hemen bütün sularında balık avlanır. Ancak bu
birbirinden farklı iki yaşayış tarzı meydana avın bir seremoniye dönüştüğü Boğaziçi’nde
getirmiş olmalarıdır. İstanbul içindeki hayat ile görülmüştür: Lüfer avı... Dünyanın pek çok
Boğaziçi hayatı arasında büyük farklılıklar vardır. yerinde mesireler vardır. İnsanlar dinlenmek
Bu, temelde coğrafyaya bağlı olmakla beraber ve eğlenmek için bu yerlere giderler. Ancak
Türk milletinin mevcudu işleyerek başka şekle Boğaziçi mesirelerindeki gibi bir teşrifat tespit
dönüştürücü bir kabiliyete sahip olduğunun edilmiş değildir. Dünya üzerindeki pek az
açık bir delilidir. İstanbul içindeki hayat, “tarih” coğrafyaya Boğaziçi kadar hususî bir yaşayış
temelinde, Boğaziçi’nde ise “tarih+tabiat” tarzı ve özel bir gelişme imkânı verilmiştir.
temelinde gelişmiştir. Bizanslılardan Bütün bunların yanısıra, Boğaziçi’ne has
işlenmemiş bir şekilde devralınan Boğaziçi, kanunlar da teşekkül etmiştir. Daha pazar
kendi özelliklerine uygun ve “icat mahsulü” bir kayıklarının işlediği sırada bu kayıklara kaç
yerleşime ancak Türk çağında kavuşabilmiştir. kişinin bineceği ve kayık ücretleri konusunda
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 101
nizamnâmeler çıkarılmıştır. Ayrıca, teşrifat Münevver Ayaşlı Dersaâdet adlı eserlerinde
kayıklarının kaç çifte olacağı, yalıların yeri ve fetihten itibaren Boğaziçi hayatının kuruluşu
rengi hususunda da pek çok kanun mevcuttur. ve gelişimini bir değerlendirmeye tâbi tutarlar.
Şehzâdelerin deniz üzerindeki evlerinden Hepsinin ortak görüşü, bu hayatın tarihî süreç
sevgililerini kayıklarla almaları ancak masallarda sonunda ortaya çıktığı ve imparatorluğun
vardır. Fakat Boğaziçi, Türk milletinin bu masal kaderine bağlı olarak geliştiğidir. Fetihten
motifini gerçekleştirdiği bir mekândır. Bütün bu sonra şehir içindeki iskân hareketlerine önem
saydıklarımız, neden “Boğaziçi Medeniyeti”nden verilmiş, Boğaziçi tepelerinde ilk yerleşimlerin
bahsedilebileceğini açıklamaya yeter. temeli atılmıştır. Önceleri küçük ve günübirlik
Boğaziçi’nde yaşanan hayat terkibinin bir gezilerle şehrin hayatına karışan Boğaziçi, tabiî
medeniyet olduğu görüşü Abdülhak Şinasi güzelliğini Türk’ün yaşama ve zevk üslûbuyla
Hisar’a aittir. Hisar, Yahya Kemal Beyatlı ve birleştirerek yeni bir hayatın kurulmasına imkân
Ahmet Hamdi Tanpınar ile beraber hazırlanan vermiştir. Yahya Kemal Beyatlı başta olmak
İstanbul4 adlı esere “Boğaziçi Medeniyeti“5 üzere yukarıda sıraladığımız yazarların üzerinde
başlığıyla bir deneme yazmış ve burada, Boğaziçi ısrarla durdukları nokta Boğaziçi’nin tamamiyle
hayatını neden bir medeniyet olarak kabul Türklerin eseri olduğudur.
ettiğine açıklık getirmiştir. En genel anlamıyla Türk Edebiyatı, başlangıcından günümüze
medeniyet, insanoğlunun tabiat üzerindeki kadar Türk insanının ve Türk kültürünün bir
tasarruflarının ve tabiata ilâve ettiklerinin aynası olma özelliğini devam ettirmiştir. Bu
bütünüdür. Bir medeniyetin meydana kültür içinde beş yüz yıllık bir dönemi kaplayan
gelebilmesi için icad mahsulleri sergilemesi, Boğaziçi -hem mekân hem de yaşanan sosyal
var olanı kendine göre işlemesi ve değiştirmesi, hayatıyla- edebiyatımızda yerini almıştır. Dahası
yeni özelliklerle ortaya koyması gerekmektedir. Boğaziçi edebiyatımızın önemli motiflerinden
Bizans döneminde Boğaziçi’nde küçük biri olmuştur. Edebiyatçılarımız Boğaziçi’ni
yerleşimler olmuş, bu tabiî yapıya uygun geniş bazen bir tem veya aslî mekân, bazen tali bir
bir yerleşim gerçekleştirilmemiştir. Bu yerleşim motif, bazen de bir unsur olarak kullanmışlardır.
ancak Türklerin Boğaziçi’ne hâkim olmasından Yeni Türk Edebiyatı’nın başlangıcından itibaren
sonra başlamıştır. Mimarî tamamen millî ve Boğaziçi edebî türlerin hemen hepsinde yerini
mahallîdir, tezyinî sanatlar yeniden gözden almıştır. Günümüz edebiyatında da Boğaziçi
geçirilerek kullanılmış, yerleşim gelişigüzel -özlenen mazisi mutlaka yâd edilerek- bu
değil, belli nizamlara göre olmuş, giyim-kuşam, önemini korumaya devam etmektedir.
ulaşım araçları, âdetler bu coğrafyaya göre
teşekkül etmiş, millî terbiye ve ahlâk dairesinde Edebiyatımızda Boğaziçi’nin tuttuğu yer şu
Boğaziçi bütün esrarıyla teşekkül etmiştir. Hisar, noktalar etrafında tespit edilebilir:
Boğaziçi’ni “hususî zevk ve âdetleri” olan ve 1-İstanbul’un fethinin anahtarı veya fethi
dünya üzerinde benzeri bulunmayan bir mekân hatırlatan bir mekân olarak Boğaziçi: Bilindiği
olarak değerlendirir. gibi fetih hareketi Boğaz’dan başlamıştır.
Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Önce Anadolu Hisarı, sonra Rumeli Hisarı
Ruşen Eşref Ünaydın, Sâmiha Ayverdi ve inşa edilmiş ve fethin gerçekleşmesine imkân
Münevver Ayaşlı’nın fikirleri de bu hayatın bir sağlamıştır. Bu sebeple Yahya Kemal Beyatlı
medeni­yet olduğu görüşünü desteklemektedir. Rumeli Hisarı’nı, “Fatih’in İstanbul’a girdiği kapı”
Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi Mehtapları, şeklinde vasıflandırır. Anadolu ve Rumeli Hisarı
Boğaziçi Yalıları ve “Boğaziçi Medeniyeti”nde; edebiyatçılarımıza daima fethi hatırlatmış,
Yahya Kemal Beyatlı Aziz İstanbul; Ahmet dinî, tarihî ve mucizevî mânâlar taşıyan bir
Hamdi Tanpınar Beş Şehir; Ruşen Eşref Ünaydın sembol olarak görünmüştür. İmparatorluğun
Boğaziçi Yakından, Boğaziçi Uzaktan; Sâmiha çöküşe doğru yol aldığı zamanlarda ise, bu ağır
Ayverdi Boğaziçi’nde Tarih ve İstanbul Geceleri; havayı unutmak istedikçe hisarların burçlarına
102 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Göksu’da
gezinti.
(Kaynak: Kons-
tantiniyye’den
İstanbul’a : XIX.
Yüzyıl Ortaların-
dan XX. Yüzyıla
Boğaziçi’nin Ru-
meli Yakası Fo-
toğrafları., haz.
M. Sinan Genim,
c. 4, Suna ve
İnan Kıraç Vakfı
İstanbul Araştır-
maları Enstitüsü,
İstanbul 2006, s.
475.)

sığınmışlar, taşlara sinen havada fetih günlerinin hayatındaki sosyal değişimin edebî eserlere nasıl
şevk ve heyecanını aramışlardır. yansıdığını görmek mümkündür. Ancak bazı
2-Roman ve hikâyelerde, kahramanların yazarlarımız, Boğaziçi’nin edebiyatımızdaki
hayatına tesir eden, onları değiştiren bir mekân akislerini az bulmakta bir ölçüde haklıdırlar.
olarak Boğaziçi: Bu mânâda Boğaziçi roman Batılı tarzdaki edebiyat ürünleriyle geç
ve hikâyelerde, bazen sayfiye bazen de sürekli karşılaşmamız edebiyatın insanla buluşmasını
oturulan bir yerdir. Bu da iki şekilde görünür: geciktirmiş, gelenekten gelen ve tüm Ortaçağ
edebiyatları gibi alegorik bir edebiyat olan
a) Egzistansiyel Mekân: Eserde önemli yer Divan edebiyatında -modern edebiyatın anladığı
tutan, kahramanların hayatını, duygu ve mânâda- insanla mekânın buluşması yetersiz
düşüncelerini etkileyen yahut da olaylara tesir kalmıştır. Yine de bu eserler, kültürümüze bir
eden bir mekân olarak Boğaziçi: Bunun en ayna görevi yapmaktadır. Tanzimat Dönemi’nde
güzel örneklerini Eylül, Aşk-ı Memnû, Hep O yeni denenmeye başlayan bir tür olan romanda,
Şarkı ve -Boğaziçi’nin şanına yaraşır bir final mekânın tam olarak yerini almadığını
sayabileceğimiz- Huzur romanında görüyoruz. görüyoruz. Bu devirde mekânlar sadece isim
b) Occassionnelle (Tesadüf î) Mekân: Önemli olarak vardır, kahramanlar ve olaylardaki etkileri
bir yeri olmayan, kahramanlar üzerinde tesiri üzerinde durulmaz.
bulunmayan, dekoratif bir fon yerine geçen Boğaziçi, edebiyatla kucaklaşmada zaferini
mekân. Servet-i Fünûn döneminde idrâk eder. Servet-i
Boğaziçi Şemsettin Sami’den Ahmet Hamdi Fünûn devrinde dikkatlerin dış âleme ve tabiata
Tanpınar’a kadar pek çok yazarın eserinde daha fazla yöneldiğini görüyoruz. Bu dönemdeki
yer almıştır. Roman ve hikâyelerde Boğaziçi tasvirlerin temelinde bir de resim altına şiir
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 103
yazma modası bulunmaktadır. Bu durum zaman şahsî ve hissî bir roman gibidir. Bu romanın
içinde gelişecek, tek bir tablonun tasvirinden kemale erdiği şahıs, Abdülhak Şinasi Hisar’dır.
geniş mekân tasvirine doğru yön değiştirecek Hisar, geçip giden zamanlarının toplandığı
ve Mehmet Rauf ’un Eylül romanı ile tabiat Boğaziçi’ni kendisi için bir “mazi cenneti”
tasvirinin edebiyattaki yeri doruk noktasına olarak kabul etmiş ve eserleriyle bize o cenneti
ulaşacaktır. Bu dönemde Boğaziçi edebiyatçılar tanıma imkânını vermiştir. Ahmet Cevdet
için bir kaçış mekânıdır. Önce Yeni Zelânda’ya, Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa, Abdülhak
sonra da Manisa yakınlarında bir çiftliğe Hâmid Tarhan, Recaizâde Mahmut Ekrem,
yerleşmeyi hayal eden Servet-i Fünûncular bu Ahmet Mithat Efendi, Nabizâde Nazım, Şair
istekleri gerçekleşmeyince Boğaziçi’ni âdeta Nigâr Hanım, Ahmet İhsan Tokgöz, Halit Ziya
bir “O Belde” gibi kabul ederler ve yaşadıkları Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın,
dönemin realitelerinden kurtulmak için Safvetî Ziya, Ali Kemal, Halide Edib Adıvar,
Boğaziçi’ne sığınırlar. Bunun en tipik örneği Yahya Kemal Beyatlı, Ruşen Eşref Ünaydın, Refik
Tevfik Fikret’tir ve Âşiyan onun sığınağıdır. Halit Karay, Ziya Osman Saba Boğaziçi’ne dair
Millî Edebiyat ve Cumhuriyet dönemlerinde hatıralarını anlatan yazarlarımızdır.
de Boğaziçi’nin ve Boğaziçi insanlarının 5-Bir medeniyetin yaşandığı yer olarak Boğaziçi:
önemli bir konu olarak edebiyatta yer aldığı Boğaziçi medeniyetinin bitişini ve hızla
görülür. Yazarlarımız Boğaziçi’nin sosyal aramızdan ayrılışını hisseden yazarlar, ondan
hayatındaki değişimleri gözlemişler ve eserlerine daha sonraki nesillere bir parça tat bıra­kabilmek
aksettirmişlerdir. Bu dönemde yazılan roman ve için burada yaşanan hayatı anlatmışlardır. Başta
hikâyelerde Boğaziçi daha çok yıkılış manzarası Abdülhak Şinasi Hisar olmak üzere, Yahya
ile yansımaktadır. Yazarlarımızın bir kısmı geriye Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar ve
dönüşlerle, romanlarına eski Boğaziçi’nden Ruşen Eşref Ünaydın’ın konuyla ilgili eserleri
mesire gezileri ve mehtap âlemlerini bu noktada toplanabilir. Artık o günlerin mazi
katmışlardır. Devrin şartları düşünülürse buna olduğunu anlayan ve yaşadığı devir içinde
bir nostalji, bir mazi dâüssılası demek hiç de kendisini bir yabancı gibi hisseden Abdülhak
yanlış olmaz. Şinasi Hisar; varlığının mânâsını tarihî atmosfer
3-Güzel bir tabiat parçası olarak şiire ve içinde bulan Yahya Kemal Beyatlı; daima
edebiyata ilham teşkil eden Boğaziçi: Şiirin ve güzele ve güzelliğe meftun, İstanbul’un ve
sanatın ebedî temlerinden biri ve en önemlisi Boğaz’ın mensur şiirini yazan Ahmet Hamdi
tabiattır. Boğaz tabiatı güzelliği, manzaralarının Tanpınar; hayatından güzel şeylerin gitmek
çeşitliliği, bu çeşitlilik içinde hazırladığı hayat üzere olduğunu hisseden Ruşen Eşref Ünaydın
çerçevesi dolayısıyla şairlere ilham kaynağı hemen kaleme sarılmışlar ve geçmişle beraber
olmuştur. Ziya Paşa, Abdülhak Hâmid Tarhan, kendi zamanlarının Boğaziçi’ni ebedîleştirmek
Recaizâde Mahmut Ekrem, Nabizâde Nazım, istemişlerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ve
Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy, Mithat Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserlerinde bugün
Cemal Kuntay, Enis Behiç Koryürek, Yahya aramızdan ayrılıp gitmekte olan kültür ve
Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk medeniyete ait unsurların hasretle yad edildiğini
Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Necip görürüz.
Fazıl Kısakürek, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Boğaziçi’nin edebiyatımıza yansıması
Tarancı, Orhan Veli Kanık şiirde Boğaziçi’nin noktasında beş isim ön plana çıkmaktadır:
sesini duyuran isimlerdir. Yahya Kemal Beyatlı Aziz İstanbul adlı
4-Hatıralar arasından görünen Boğaziçi: Bu eserindeki denemelerinde, Kendi Gök
konuda eser vermiş olan pek çok edebiyatçımız Kubbemiz ve Eski Şiirin Rüzgârıyle adlı şiir
Boğaziçi’nde yaşamıştır. Kiminin çocukluğu, kitaplarında; Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi
kimininse aşk çağları Boğaziçi’nde geçmiştir. Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş
Boğaziçi onların eserlerinde hatıraya dayalı, Zaman Köşkleri adlı eserlerinde ve “Boğaziçi
104 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Edebiyatımız-
da pek çok
şiire, romana,
hikâyeye
ilham veren
Boğaz’a Bey-
lerbeyi sırt-
larından bir
bakış... (Kay-
nak: İstanbul
Atatürk Kitap-
lığı, Krt_026
541_01)

Medeniyeti” adlı denemesinde; Ahmet yapılacak araştırmalar asırlar içinden ruhumuzu


Hamdi Tanpınar Beş Şehir ve Yaşadığım aydınlatmaya devam edecek ve yeni terkiplere
Gibi adlı deneme kitaplarında, Mahur Beste, ulaşmamızı sağlayacak ebedî bir güç olma
Sahnenin Dışındakiler, Huzur romanlarında özelliğini daima koruyacaktır.
ve şiirlerinde; Refik Halit Karay denemelerinde
ve İstanbul’un Bir Yüzü başta olmak üzere
romanlarında; Ruşen Eşref Ünaydın Boğaziçi NOTLAR
Yakından ve Boğaziçi Uzaktan adlı eserlerinde 1 Bu yazı 1998 yılında “Divan Şiirinde Boğaziçi”,
Boğaziçi’ni her yönüyle ele almışlardır. Boğaziçi tamamlanan “Yeni İstanbul Armağanı 2:
de dahil olmak üzere İstanbul’a dair şehir Türk Edebiyatında Boğaziçi Medeniyeti,
edebiyatının en güzel örneklerini bu isimler Boğaziçi Medeniyeti ve İstanbul Büyükşehir
Boğaziçi” adlı doktora Belediyesi Kültür İşleri
vermiştir. İstanbul bugün de kültür, sanat ve
tezimize dayanılarak Daire Başkanlığı Yay.,
edebiyatımızı beslemeye devam etmektedir. Bu hazırlanmıştır. İstanbul 1996, s. 19-38.
bakımdan Ahmet Hamdi Tanpınar haklıdır: 2 Marmara Üniversitesi, 4 Yahya Kemal Beyatlı,
“İstanbul işte budur. Nereye bakarsak bakalım, Fen-Edebiyat Fakültesi, Abdülhak Şinasi Hisar,
Türk Dili ve Edebiyatı Ahmet Hamdi Tanpınar,
hangi ufuklara hasret çekersek çekelim,
Bölümü. muratkoc@ İstanbul, Yapı ve Kredi
biz İstanbul’un arasından ve İstanbul’da ve Bankası Yay., İstanbul,
marmara.edu.tr
İstanbul’la göreceğiz. Bütün tarih boyunca bu 1954.
3 Bu konu için bk. 1-Âsaf
hep böyle oldu. Son beş yüz yılın hikâyesi, bir Hâlet Çelebi, Divan 5 Y. K. Beyatlı-A. Ş. Hisar-A.
şehrin terbiyesi ve tebcilinden başka nedir? Şiirinde İstanbul, İstanbul H. Tanpınar, a.g.e., s. 49-
Şiirden, sanattan, muaşeretten dine kadar her Fethi Derneği Neşriyatı, 57.
şeyde İstanbul’un payı vardır. O bizim hakikî ruh İstanbul 1953. 2-Hasan 6 “İstanbul’un Mevsimleri
mimarımızdır.”6 Akay, Fatih’ten Günümüze ve San’atlarımız”,
Şâirlerin Gözüyle İstanbul Yaşadığım Gibi, hz. B.
Evet, “hakikî ruh mimarımız” İstanbul ve onun I-II, İşaret Yay., İstanbul Emil, Dergâh Yayınları,
önemli bir parçası olan Boğaziçi üzerinde 1996. 3-İskender Pala, İstanbul 1970, s. 132.

Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 105


Boğaziçi’nde inceliklerin ruhlarda bu kadar aksi sadâlar
uyandırabilmesi için kim bilir ne zamanlar ve
terakkîler lâzım gelmişti (...) Bu saz ve hânende

Mûsikî seslerine güya bütün yaz ve bütün Boğaz ve


bütün gece ve bütün mehtap sızmış ve karışmış
ve onlarda toplanmış gibi bu sesler ruhumuz
üstünde -Boğaz’ın akışına benziyerek- akar
geçerken, sanki bütün yazı, Boğazı, geceyi ve
mehtabı sürükleyip taşıyor, onları sanki hep
İncilâ Bertuğ beraber bizim gönlümüzden geçiriyordu.”1
Hisar’ın bu kanaatine Ahmed Hamdi
Tanpınar’da da rastlarız. Beş Şehir yazarı şöyle
tarif eder Boğaziçi’ndeki mûsikîyi:
Boğaz’da Mehtap ve Mehtabiyeler
“Mûsikî bu devirde peyzajın çok tabii bir
Boğaziçi, İstanbul hayatına XVI. yüzyıldan sonra
tamamlayıcısı oldu (...) Bütün bir âdâb ve
girmeye başlar. Sultan III. Ahmed döneminde
teşrifatı bulunan ve her mehtap gecesi bir yalı
Sâdâbâd halen gözde olmakla birlikte, devrin
tarafından yaptırılan bu âlemler mâşerî bir
şairi Nedim Boğaziçi’nin özellikle Göksu ve
opera, bir nevi ay ışığı ibadeti gibi bir şeydi. (...)
Küçüksu’nun güzelliklerini anlatmaya başlar.
Hissî hayatımızda o kadar yeri olan ve bize bir
XIX. yüzyıldan itibaren padişah ve saray
yığın asil içlenmeyi telkin eden Boğaz burada
çevresinin yazlıkları da artık Haliç’ten boğaza
taşınmıştır. Nitekim Ahmed Rasim “Bana en yüksek sanatlarımızdan biri olan mûsikî ile
kalırsa Haliç, yalnız bir Sâdâbâd’ıyla buralara birleşiyordu.”2
karşı övünemez. Göksu manzaraca ondan aşağı Tanpınar’ın böyle biçimlediği bu gecelere
kalır mı? (...) Ayın doğuşu, mehtap töreni ayrı “Mehtabiye” denirdi. Serv-i sîmîn (gümüş
ayrı makamda ötüşlerle icra ediliyor.” diyerek servi) seyri de denilen bu âlemler senede iki
Göksu mehtabının mûsikîsinden söz eder. veya üç kere yapılırdı. Temmuz, Ağustos bazen
4 Haziran 1829 mehtabında Tarabya Kasrı’nda de Eylül aylarının on iki, on üç, on dört ve on
Donizetti’nin askerî bando ile müzik yapması beşinci gecelerinden birinde düzenlenir, aynı
ise, Sultan II. Mahmud’la birlikte değişen müzik gecede birbirlerinin sesini bozmamak için iki saz
anlayışının habercisidir. Buna rağmen mehtap takımı olmamasına dikkat edilirdi. Bu geceleri
âlemlerinde mûsikînin ne zaman başladığını düzenleyen belli başlı insanlar vardı. Geceyi
bilmiyoruz. Ancak mûsikînin şenliklere düzenleyen, en iyi ses ve saz takımını kurar,
katılması müslüman halk ve özellikle saray ve müzisyenler için oturduğu köyün bir pazar
çevresi için herhalde Tanzimat (1839) sonrası kayığını kiralardı. Pazar kayığı mehtabiyeyi
mümkün olabilmiştir. düzenleyen yalıdan müzisyenleri alır denize
açılırdı. Üç-beş kayık ve sandalla başlayan
Boğaziçi’ndeki mûsikîye dair, son mehtabiyeye grubun sayısı sonunda yüzlere ulaşırdı. Sultan
iştirak etmiş ve bunu en ince detaylarıyla Abdülaziz dönemindeki mehtabiyelerde
kitaplaştırmış Abdülhak Şinasi Hisar şunları Boğaz’ın en derin yeri olan Kayalar ile Kandilli
söyler: arasında kayıklardan atlaya atlaya karşıya
“Boğaziçi’nde sulara dökülen mehtapta geçilebilirdi. Fasla, Kalender’in önünden
dinledikleri bir sazdan bu kadar kalabalık bir başlamak bir gelenekti. Sonra Yeniköy’den
halkın, tâ kayıkçılara varıncaya kadar, bunca İstinye’ye gelinerek oradan karşıya geçilir,
his, hayal ve şiir duyabilmeleri ve bu sesler Kanlıca Körfezi’ne girilirdi. Mehtabı ve yankısı
ve imâlelerin erişebildikleri mübalağalarla öylesine meşhurdu ki körfez deyince herkesin
106 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
aklına Kanlıca gelirdi. Burada mutlaka bir-iki Kedilerin ri-
yakâr ve hod-
fasıl çalınırdı. Bu fasla karadan katılanlar da
bîn olduğunu
olur, mûsikîye meraklı olduğu bilinen yalıların söyleyenle-
önünden geçilirken durulur, onlara özel olarak re “Hodbînlik
çalınır, söylenirdi.3 müsamahanın
zıddı olduğu-
Bunlardan biri de muhakkak ki Mahmut na ve eşref-i
mahlukât
Celalettin Paşa’nın Çubuklu’daki yalısıydı. Bu
olmak sıfat
yalının daha sonraları “Boğaziçi Bülbülü” diye ü haysiyeti
anılan bestekâr Lemi Atlı’nın (1869-1945) ile ibrâz-ı
hayatında çok önemli bir rolü vardı. müsamahaya
hayvandan
Mahmut Celâlettin Paşa 1889 yılının bir yaz ziyade mukte-
dir olabilece-
gecesi Çubuklu’daki yalısının balkonunda
ğimize göre,
yardımcısı Nazım Bey’e yeni bir şarkısını kendimize
öğretmektedir. Defalarca tekrarladığı halde daha ziya-
Nazım Bey eserin bazı yerlerini öğrenemez. de yakışan
bir hasleti,
O sırada arkadaşları ile sandal gezintisi yapan hayvân-ı gay-
henüz yirmi yaşında olan Lemi Bey yalının rınatıkdan ta-
önünde durarak eseri dinler ve bir suskunluk leb etmek
hodbînlik de-
anında yüksek sesle baştan sona okur. Paşa Lemi ğil de nedir?”
Bey’i hemen yalıya aldırır. Böylece Lemi Bey’i diye cevap
tanımış olan Celâlettin Paşa ömrünün sonuna veren Tanburî
Cemil Bey,
kadar onun teşvikçisi ve koruyucusu olur. mehtabiyelerine Hânende Nedim Bey (?-1910?) melankolik
Bütün Boğaziçi’ni ayağa kaldıran bu gecelerden Hafız İsmail Efendi ve Kaşıyarık Hüsamettin ruh halinin
Bey yalının meşkhanesinde günlerce çalışarak yüzüne yan-
elbette hoşlanmayanlar, tepki gösterenler de sıdığı bir
vardı. Bunlardan biri batı müziğini sevdiği için, hazırlanırlardı. demde tanbu-
Mısırlı Hilmi Paşa’nın damadı Nusret Sadullah Hıdiv İsmail Paşa, İstanbul’da olduğu zamanlar, ruyla...
(Kaynak:
Bey’di. Tevfik Fikret bulunduğu mevkii ve bu mehtaplı geceler, padişahın doğum ve Mes’ud Ce-
dünya görüşüne katılmadığı için, gazeteci Saffetî cülûsuna (tahta geçme) denk gelirse görkemli mil, Tanburî
Ziya Bey ise çok alaturka bulduğu için zevk mehtabiyeler düzenler, saz takımında Melekzet Cemil’in Hayâtı,
Kubbealtı Neş-
almazdı. Devlet adamları halkla iç içe olmayı Efendi ve Hafız Şaşı Osman (Anadoluhisarlı) da riyâtı, İstanbul
uygun bulmadıkları, din adamlarının bazıları ise bulunur. 2002, s. 184)
hoş karşılamadıkları için katılmazlardı.
Hânende Nedim Bey, Said Halim Paşa’nın kız
Geceyi düzenleyenler, hânende ve sâzendelere kardeşi Prenses Zehra Hanım ile evlidir. Büyük
ayrılan kayıklara asla binmezler davetlileriyle ihtimalle Said Halim Paşa tarafından düzenlenen
birlikte kendi özel kayıklarına biner onları
mehtabiyede Nedim Bey ve Lemi Atlı’nın
takip ederlerdi. Bu kurala uymayanlar da
hânende olarak bulunduğu kayıkta Ali Rıfat Bey
vardı, Bunlardan biri de Kadripaşazade
(1867-1935) Baltalimanı’ndan Emirgan’a doğru
İsmail Bey’di. Kanlıca’daki yalısında yılda
yol alırken, Şevkefza makamında öyle bir taksim
bir kere mehtabiye düzenlenir, hânende ve
yapar ki, Lemi Atlı hatıralarında bu taksimin “bir
sâzendeler için kiralanan pazarcı kayığının
ömre bedel” olduğunu söyler.
dümenine bizzat İsmail Bey geçerdi. Bu
mehtabiyelerin ses ve saz heyetini Kemençeci Hânende Nedim Bey’in ayrı bir grupla
Vasil (1845-1907) yönetirdi. Sait Halim Paşa mehtabiyeye çıktığı bir başka gece ise, başka bir
ise kendi kayığının dümenine geçerdi. Paşa’nın saz takımında da Lemi Atlı vardır. Her ikisi de
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 107
öylesine güzel söyler ki sandal ve kayıklar hangi zaman Cemil Bey’den dinlediğimiz bu peşrevde,
saz takımını takip edeceklerini şaşırırlar. tanburda kabil-i icra olamayacak derecede
müşkil olan bu nağmeleri hiç işitmediğimiz için,
Yalılarda İcra Edilen Mûsikî Fasılları bu harika karşısında kendimizi adeta kaybettik.
XX. yüzyıl başında bazı konak ve yalılarda artık Peşrev biter bitmez bu güzel kadın yerinden
özel saz takımları da vardı. Bu konuda kendisi de fırladı (...) Kadıncağız, adeta kendini kaybetmiş
saraylı bir aileden gelen bestekâr Tanburî Refik bir halde hemen kocasının Paris’te nişan
Fersan’ın (1893-1965) hatıralarına başvuralım: yüzüğüyle birlikte taktığı kıymetli bir yakut
bileziği çıkartarak, Fransızca, “Kocamın bana
“Eskiden, vükelâ konaklarının bazılarında
ilk verdiği en sevdiğim hediyesi bu yüzüktür
istidadlı kalfa ve halayıklardan müteşekkil
fakat bu bana lâyık değil, sizin parmaklarınıza
alafranga ve alaturka mûsikî takımları
lâyıktır” diyerek bu kıymetli yüzüğü Cemil’in
bulunurdu. Bunlar meyanında Masraf Nazırı
parmağına güzel elleriyle takıyor (...)”6
Sadeddin Paşa’nın halayıklarından müteşekkil
bando ve orkestra takımları, çok şöhret bulmuş Eskiden yalılarda mûsikî heyeti için ayrıca
idi. Aynı zamanda, ufak bir de fasıl takımı var mûsikî aletlerinin hazır tutulduğunu, onlara
idi. Bazı vükelânın velîme (düğün) cemiyetlerine, her türlü imkanın hazırlandığını hatıratlardan
Sadeddin Paşa’nın orkestra takımının suret-i öğreniyoruz. Mesela Tanburî Cemil Bey’in yine
mahsusada gönderildiğini hatırlarım. Boğaz’daki bir iki yalıda mûsikî meclislerinde
dinlenip gönülleri fetheden peşrevinin bilahare
Bu takım büyük konakların harem dairelerinin
Sultan Abdülhamit Han’ın huzurunda da icra
bir kısmında alafranga çalarken, konağın başka
fırsatı bulduğunu talebesi Refik Fersan şöyle
salonlarında ayrıca Mabeyinci Faik Bey’in
veyahut yine Sadeddin Paşa’nın alaturka saz naklediyor:
takımı icra-yı âheng ederdi (mûsikî yapardı).”4 “Adile Sultan’ın eski saraylılarından olan
Refik Fersan bir yaşında iken babası ölünce validesi, üstadım Cemil merhumu, henüz
teyzesinin oğlu ve daha sonra kayınpederi çocukluk çağlarında iken, bayram ve kandillerde
olacak olan (kemençevî Fahire Fersan’ın babası) sultanın Kandilli civarındaki yalısına
Mabeyinci Faik Bey’in Bebek’teki yalısına götürürmüş ve Adile Sultan’ın sarayında,
taşınırlar.5 Bu yalıda haftada iki üç gün Tanburî büyük bir cam dolabın içine her türlü garb
Cemil Bey (1871-1916), Leon Hancıyan, Lavtacı âlât-ı mûsikîyesi yerleştirilmiş imiş. Üstüvane
Andon, Rahmi Bey, Lemi Atlı gibi sanatkârlar, şeklinde çivilerle notaları tesbit olunmuş bu
yetenekli kalfa ve cariyelere ders vermeye rulolardan iki tanesi Tahirbuselik Peşrevi’nin
gelirler, geceleri de fasıllar yapılırdı. dört hanesini muhteviymiş. Bunlar yerlerine
konulup bir manivela ile kurulduğu zaman,
Yıl 1905... camekânın içindeki mûsikî aletleri otomatik bir
“Bir akşam yine bu salonda ve yine bu elvanlı surette, Tahirbuselik Peşrevi’ni armonili olarak
ışıklar altında Cemil merhumun idaresindeki çalarmış. Cemil merhum, çok sevdiği bu eseri
hey’et-i mûsikîye konser veriyordu (...) Tanburî dinleye dinleye ezberlemiş, bilâhare tanburunda
Cemil’den kemençe ile bir taksim ve tanburla kendi üslûbuyla çalmaya başlamış. Pederi,
Tahirbuselik Peşrevini rica ediyorlar. Cemil amcası ve büyük biraderi ile Bebek’teki meşhur
merhum, kemençesiyle taksime başlıyor. Tıs Yılanlı Yalı’nın sahibi üstad-ı mûsikî ve neyzen
yok. Herkes mest, hayran, Cemil’in harika Hacı Muhib Remzi Bey’i ziyaret ettikleri zaman
nağmelerini dinliyorlar (...) Cemil taksimi ikmal o mecliste bulunan o devrin mûsikî muhiblerine
ediyor ve alkışlar arasında tanburunu alarak Tahirbuselik Peşrevi’ni ilk defa olarak dinletmiş
Tahirbuselik Peşrevi’ne başlıyor... Dördüncü ve bütün sâmiîni hayran bırakmış. Cemil
haneyi o kadar süslüyor ki hepimiz hemen her bilâhare, Faik Bey’in yalısında davetli bulunan
108 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
vükelâya da ayni peşrevi dinletmiş, birkaç sene Refik Şem-
seddin
sonra Faik Bey’in dalâletiyle Cemil merhum
[Fersan] ile
bâ-irâde-i seniyye saraya davet olunarak, Münir Nured-
padişah huzurunda bu peşrevi çalmıştı. Türk din [Selçuk]
1920’lerde
mûsikîsinden zevk almayan Sultan Hamid de
İstanbul’da...
tebrik ve takdirinden maada ikinci rütbeden (Kaynak: Murat
Osmanî nişanı, mütemayiz rütbesi ve bin seksen Bardakçı, Refik
Bey, Pan Yayın-
kuruş -ki tam on altın lira ederdi- maaşla ayda
cılık 1995, s.
bir defa zahmet edip gidip aylığını almak üzere 140)
Hariciye Nezareti Umur-ı Şehbenderî Kalemi
Başkâtipliği ve ayrıca kırmızı atlastan bir kese
içinde üç yüz altun ile taltif buyurmuştu (...)”7
Mûsikî meclislerine ev sahipliği yapan Yılanlı
Yalı’ya ve bestekar Rahmi Bey’e (1864-1924) dair
bir başka hatırayı Refik Fersan şöyle anlatır:
“Bebek’le Hisar arasında bir “Yılanlı Yalı” vardı.
Bu yalının sahibi Hacı Remzi Beyefendi merhum
gayet asil, necib, şair, mûsikîşinas, nur gibi bir
zattı. Hacı Remzi Beyefendi ile bizim ailenin
hukuku çok eskidir (...) Yılanlı Yalı, Sultan Aziz
zamanından beri bir mûsikî ocağıydı. harika bir şiir yazar ve hemen besteler. Hikâye
Remzi Bey’in oğlu Mahmud Bey -ki 1325 (1909) şöyle:
senesinde vefat etmiştir-, fevkalâde kanun “Rahmi Bey merhumu, bir gün Dârülelhan
çalardı. Vaktiyle Hacı Faik Bey, biraderi Neyzen muallimlerinden Muazzez Hanım’ın Bebek’teki
Salim Bey, Hacı Arif Bey, Medeni Aziz Efendi,
Ârifi Paşa Yalısı’ndaki düğününe davet ediyorlar.
hatta daha evvel Haşim Bey, Zekâi Dede Efendi,
Muazzez, Kanunî Âmâ Nazım’ın değerli bir
Eyyubî Mehmed Bey vesair eski üstadlar bu
talebesiydi. Müsabaka imtihanını kazanmış ve
yalıya gelirlermiş. Bilâhare Tanburî Cemil
Darülelhan’a muallim olmuştu (...) Rahmi Bey
Bey’in ağabeyi Ahmet Bey merhum da Hacı Bey’e
o tarihte tekâüd edilmiş olduğundan, oldukça
son derece hörmeti olduğundan sık sık ziyaret
edermiş. O tarihte henüz çocuk denilecek kadar zaruret içindeydi. Çarşı içindeki kuyumcuların
küçük olan biraderi Cemil’i de ilk defa Hacı Bey’e vitrinlerine bir göz atmış, lâyık görebildiği
dinletmiş. Bu küçük çocuğun istidadı bütün hediyeleri temin edemeyeceğini anlayınca, tehî-
hâzırûnun dikkatini celbetmiş. O meyanda dest olarak davete icabet etmiş. Bütün ailenin
henüz pek genç yaşta Rahmi Bey merhum da Rahmi Bey’e fevkalâde hürmetleri olduğundan
aynı mecliste bulunuyormuş. Cemil’e meftun fevkalâde hüsn-i kabul görmüş, fakat diğer
olmuş. Rahmi Bey o tarihte nisfiye çalarmış. davetlilerin getirdiği hediyelere karşı biraz
Herhalde 1310 (1894) tarihlerinde olacak. müteessir olmuş ve derhal “Ey mutrib-ı zevk-
Rahmi Bey’in nisfiyedeki kudretini Cemil çok âşinâ / Bir şarkı yaptım ben sana / Reftârı
beğenmiş (...)”8 tarzı nev-edâ / Çal söyle eğlen daima” şiirini
Bahsi geçen bestekarımız Rahmi Bey bir gün yazmış, Kürdîlihicazkâr’dan hemen bestelemiş
bir yalıda düğüne davet edilir, fakat layıkıyla bir ve düğün hediyesi olarak takdîm etmiş… zarafet
hediye almaya kudreti yetmez, bunun yerine nümunesi.”9
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 109
Özel saz takımı olmayan yalılarda yapılan Boğaziçi’nde Vapurlar ve Mehtabiyeler
mûsikî toplantılarında ise devrin çok ünlü Boğaziçi’nde vapur seferleri 1851 yılında
müzisyenleri bulunur. Hacı Remzi Bey’in kurulan Şirketi Hayriyye tarafından İngiltere’den
Bebek ve Adliyeli Asım Bey’in Kanlıca’daki ısmarlanan vapurlar geldikten sonra 1854
yalılarında Hafız Osman; Yanyalı Mustafa senesinde başlar. 1853’te gelen bu vapurlara
Paşa’nın Anadoluhisarı’ndaki yalısında Hafız Rumeli, Tarabya, Göksu, Beylerbeyi, Tophane,
Osman, Kemençeci Vasil, Giriftzen Asım Bey, Beşiktaş isimleri verilir. İstanbul Boğazı’nda
Udî Nevres (1873-1937); Mahmud Celâlettin bu vapurların görülmesi ile o güne kadar
Paşa’nın Çubuklu’daki yalısında da Tanburî kullanılan pazar kayıkları, piyadeler, üç çifteler
Cemil, Kemençeci Vasil ve Lemi Atlı mûsikî ve beş çifteler azalmaya ve sonra da yavaş yavaş
toplantılarına katılan ünlü müzisyenler. Deli ortadan kalkmaya başlar.
Fuat Paşa da İstinye’deki yalısında Muzıka-yı
En güzel dönemlerini bahsi edilen kayıklarla
Hümayun Fasıl Heyeti’ni dinler.
Sultan Abdülaziz devrinde yaşayan mehtabiyeler
Yine Muzıka-yı Hümayun Fasıl Heyeti Deli Cumhuriyet döneminde bu vapurlar aracılığıyla
Fuat Paşa’nın İstinye’deki yalısına gideceği Şirket-i Hayriyye yönetim kurulu başkanı olan
bir gün kemanîleri olmadığı için bestekâr, Necmettin Molla tarafından canlandırılmak
Kemanî Cevdet Çağla’ya (1900- 1988) resmî istenir. Bu alemlerin ilki 4 Ağustos 1936 Salı
elbise giydirip götürürler. Heyette Udî Şevki günü gerçekleştirilir. Çiçeklerle süslenmiş
Bey ve Nuri Halil Poyraz da vardır. Bir odaya ve rengarenk ışıklarla aydınlatılmış bir sal
alınırlar, Paşa solonda oturmaktadır. Bir süre hazırlanır. Bu sal üzerinde bir saz heyeti ile
sonra “Nühüft Peşrevi çalınız” diye bir ses gelir, zeybek ekibi sahne alır.10
heyetteki müzisyenler bilmedikleri için makam
1938-1944 arası Şirket-i Hayriyye tatil günleri
olarak Nühüft’e benzer diye Yegâh makamındaki
için özel “Tenezzüh (gezinti)” adı verilen seferler
peşrevi çalmaya başlarlar. Salondan “bu değil” düzenler. Halk bu geceleri sevdi ama o eski
diye güçlü bir ses gelince hepsini bir heyecan gecelerin geri gelmesi mümkün olmadı.
sarar. Paşa’nın mûsikîye bu kadar hâkim
olmasına şaşırırlar ve bir çözüm ararlar. Cevdet Hayatları Boğaziçi’nde Geçen Mûsikîşinaslar
Bey’in dediğine göre, “Tanburî Refik Bey
Santurî Edhem Efendi (1855-1924) hayatının
bir hanesini hatırladı biz de peşine takıldık,
büyük bir kısmını yaşadığı büyük acılarla
böylelikle atlattık.”
birlikte Göksu’daki yalısında geçirdi. 1911’de
İstinye’ye gelmişken Yahya Kemal’in mısralarıyla büyük bir sel felaketine uğradığı yalısında
Boğaziçi’ni belki de en iyi anlatan Münir nota koleksiyonu ve Enderunî Vasıf ’ın çok
Nurettin Selçuk’u (1900- 1988) anmadan değerli elyazması divanı yok oldu. İki yıl sonra
olmaz. İstinye, Kandilli onun melodileriyle sağ tarafına felç geldi. Felçli halinde iken sol
hayat bulur. Münir Nurettin bir gün dinlenmek eliyle kendini eserlerini ve koleksiyonundaki
için her zaman tercih ettiği İstinye’de Sadık’ın eserleri hafızasından yeniden notaya geçirdi.
Kahvesi’nde oturmaktadır. Bir yandan da şarkı Hayatının sonuna kadar felçli olarak yaşadı, ne
mırıldanır. Bunu duyan bir balıkçı uzaktan yazık ki yalıda çıkan bir yangında yanarak öldü.
bağırır: Göksu’da toprağa verildi.

-Münir Nurettin misin be mübarek? Çellist Vecdi Seyhun (1915-1984), Kaptanzâde


Ali Rıza Bey’in öğrencisiydi. Ömrünün
Bunu duyan üstad daha da coşar. Bu defa
tamamını Kanlıca’daki yalısında geçirdi.
balıkçıdan ikinci tebrik gelir.
Evi bir müze gibiydi. Kanunî Vecihe Daryal
-Münir Nurettin halt etsin senin yanında. ile oluşturdukları saz ikilisinin icraları
110 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
olağanüstüdür. Boğaziçi’ni anlatan en güzel Ve nihayet bu eserlerin halk tarafından en çok
eserlerden birini, Yahya Kemal’in “Akşam benimsenen ve söylenenlerinden Sadullah
Mûsikîsi” şiirini Nihavent makamında besteledi: Ağa’nın Hicazkâr şarkısı “Gel seninle yarın ey
serv-i revan/ Olalım mahf îce Göksu’ya revan”,
“Kandilli’de eski bahçelerde/ Akşam kapanınca
Lavtacı Hristo’nun Kürdîlihicazkâr şarkısı
perde perde/ Bir hatıra zevki var kederde.”
“Gidelim Göksu’ya bir âlemi âb eyleyelim”,
Güfte şairi Vecdi Bingöl (1888-1973) Osman Nihat Akın’ın Nihavent şarkısı
Dârülfünun’da Tevfik Fikret’in öğrencisi oldu. “Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin” ve
İlk hocalık yaptığı Emirgan’dan sonra Beylerbeyi Alâeddin Yavaşça’nın Hicaz şarkısı “Boğaziçi
ve çok sevdiği Çengelköy Havuzbaşı İlkokulu’na şen gönüller yatağı”nı hatırlamamak mümkün
öğretmen oldu. Sadettin Kaynak’ın güfte şairiydi. değildir.
Yüzün üzerinde güftesini besteledi. Kaynak’ın Boğaziçi’ni konu alan bu şarkılarda Beşiktaş,
hemen bütün film şarkılarının güftesini yazdı. Bebek, Emirgan, Kalender, Tarabya, Hisar,
Bunlardan biri Kaynak’ın Nihavent makamında Yeniköy, Kanlıca, Kandilli, Çubuklu, Beykoz,
bestelediği “İstanbul biricik dünya güzeli, onun Göksu ve Küçüksu gibi semtleri, geceleri,
gözbebeği mavi boğazdır/ Her yanı cennetten mehtabı, gurubu, eğlenceleri anlatılır. Bütün bu
daha bezeli, Boğazın benzeri cihanda azdır” güfteler ve nağmeler aracılığıyla bir zamanların
şiirini yazdı. Bir başka Boğaziçi şiirini de Kadri Boğaziçi hayatını ve mûsikîsini öğrenir, yad
Şençalar Nihavent makamında besteledi: “Ey eder, onları dinlerken bugünkü Boğaziçi’nin
güzel İstanbul benim sevgili yârim/ Güzelliğin sularında, ufuklarında maziyle halin arasında
aksetmiş Boğaz’ın sularına” dalgalanır dururuz.

Bingöl Boğaziçi’ne özellikle Çengelköy’e


tutkundu. Maviköy, derdi. Burada yazdığı NOTLAR
yazılar ve şiirlere tarih ve imzası ile Çengelköy 1 Abdülhak Şinasi Hisar, 5 Bardakçı, a.g.e., s.101.
Boğaziçi Mehtapları, 6 Bardakçı, a.g.e., s.102.
yerine Maviköy notları koydu. Kendi ifadesiyle İstanbul, 1942, Hilmi 7 Bardakçı, a.g.e., s. 110.
doyamadığı Çengelköy’de öldü ve Kanlıca’da Kitabevi, s. 130-133.
8 Bardakçı, a.g.e., s. 122-
toprağa verildi.11 2 Ahmet Hamdi Tanpınar,
123.
Beş Şehir, Açıklama ve
Notlar: Beşir Ayvazoğlu, 9 Bardakçı, a.g.e., s. 125-
Ve Mûsikîde Boğaziçi 126.
İstanbul, 2016, Dergâh
Mûsikî, XVII. yüzyıldan itibaren giderek Yayınları, s. 277. 10 Murat Koraltürk, Şirket-i
3 Hisar, a.g.e., s. 92-93, 99, Hayriye, 2007, İDO, s. 157.
artan bir coşku ile Boğaziçi hayatında yer
110, 117-119. 11 Hasan Oral Şen, Sadettin
alırken mûsikîye Boğaziçi’nin girişi çok daha 4 Murat Bardakçı, Refik Kaynak, TRT Müzik
sonralarıdır. Bilebildiğimiz ilk örneklerini Sultan Bey, Pan Yayıncılık 1995, Dairesi Başkanlığı, 2003,
III. Selim, Dede Efendi ve Küçük Mehmed s.118. s. 294.

Ağa’nın güftelerinde görürüz. Daha sonraları


pek çok bestekar eserlerinde Boğaziçi’ni anlatma
geleneğini sürdürdüler. Bu şarkılarda en çok
Enderunî Vasıf, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yahya
Kemal’in güfteleri kullanıldı.
Gariptir yıllarca Boğaziçi mehtaplarında şarkı
söyleyen ve çok velût bir bestekâr olan Lemi
Atlı’nın -bir eserinde Hisar’dan bahsetmekle
birlikte- Boğaziçi’ni diğer bestekârlar kadar
biçimleyen eseri yoktur.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 111
Kültür, imkânsızdır. Fakat insanın da milletin de sağlam
temelleri bu tekrar dirilmesine imkân olmayan
geçmiş zamanlarıdır. Milliyetçilik muârızları

Hafıza ve en evvel millî maziyi unutturmak isterler. Bir


millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytanî

Mekân İlişkisi
hücum onun vicdanından mazisini almak,
hafızasında mazisini yok etmektir. Bundan
mahrum edilen bir millet en emin kuvvetini

Bağlamında kaybetmiş olur.”4


Hafıza, mekân ve kültür/kimlik arasındaki

Türk kuvvetli ilişki sosyal bilimlerin de önemli konu


başlıkları arasındadır. Svetlana Boym, nostaljiyi
“bir yitirme ve yer değiştirme duygusu”5

Sinemasında olarak tanımlar örneğin. Mekânsal uzaklığın


zamana dayalı mesafeyle birlikte nostaljiye alan

Boğaziçi1
açtığını öne sürerek, yirminci yüzyılın giderek
hızlanan “ilerleme” olgusuyla ilişkili bir şekilde,
“küresel bir nostalji salgını, kolektif hafızası
olan bir cemaate duyulan dokunaklı bir hasret,
parçalanmış bir dünyada sürekliliğe duyulan bir
özlem”in6 ortaya çıktığından bahseder.
Havva Yılmaz 2 Abdülhak Şinasi Hisar’ın çizdiği kendine has
adetleriyle, özgün bir kültürel birikim üreten
Boğaziçi portresinin, Boym’un nostalji salgınının
ortaya çıktığını öne sürdüğü dönemle kesişmesi,
Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi’ni “sanki bir Boğaziçi nostaljisinin Türk edebiyatında ve bu
göl tarzında kendi üstüne kapanmış ve kendine metnin konu edindiği Türk sinemasında neden
mahsus âdetleri ve zevkleri olan büsbütün kuvvetli bir yere sahip olduğunu büyük ölçüde
hususî bir âlem”3 olarak tanımlar. 1887 açıklar. Esasında, Jennifer M. Groh’un işaret
yılında dünyaya gözlerini açmış, çocukluğunu ettiği üzere, mesele bir yönüyle oldukça basittir:
Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’da geçirmiş “Bellek sistemlerimize depolanmış bilginin
yazarın bu tasviri, şüphesiz bugüne ait olmayan, büyük bir kısmı doğası gereği mekânsaldır. Bir
bugünden peyderpey uzaklaşan bir mekân şeyleri nereye bakmamız gerektiğini hatırlayarak
deneyimine dayanıyor. Çağdaşı pek çok yazar buluruz.”7 Dolayısıyla, geçmişe ilişkin tüm
gibi Abdülhak Şinasi Hisar da hafızasında yer anlatılar, kaçınılmaz bir şekilde mekânsal
tutan güzel anılarla özdeşleştirdiği Boğaziçi’ni olmak zorundadır. Geçmişin tumturaklı
eşsiz bir mekân deneyimi olmanın yanı sıra yaşayışından bahsetmek için sadece tarihin
özgün bir kültür birikimi, hatta bir kimlik ve tozlu sayfalarını karıştırmak yetmez; hâlihazırda
aidiyet meselesi olarak ele alıyor. Boğaziçi’ni fizikî mevcudiyetini yitirmiş olsa bile güçlü bir
konu edinen çalışmalarından biri olan Boğaziçi
dekora, hafızanın objektifini odaklayacağı bir
Mehtapları’nda, konuyu toparlamaya şu sözlerle
sahneye ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, Robert
başlaması, bu açıdan, anlamlıdır:
T. Tally Jr.’ın edebiyat okuru için söylediklerini
“Geçmiş bir zamanı diriltmek, kendi gençlik genellersek,8 her türlü anlatı için anlatıcının
çağımızı tekrar etmek gibi, tamamen ve anlatıya muhatap olan dinleyicinin bir çeşit
112 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
kartograf gibi hareket ettiğini, imgelemini bu
doğrultuda kullandığını öne sürebiliriz.

Stüdyo Olarak Şehir


Türkiye’de sinemanın Hollywood gibi bağımsız
bir endüstriyel saha olarak gelişmemesi ve
büyük ölçüde halkın filmlere gösterdiği rağbet
ve gayretli bireysel girişimler aracılığıyla yol
alması nedeniyle, büyük prodüksiyonlu stüdyo
filmleri çekilememiş; bunun yerine şehir bir
stüdyo gibi kullanılmış, filmlerin (dış) mekânsal
temelini şehir görünümleri oluşturmuştur.
Dolayısıyla, gerek Yeşilçam döneminde,
gerekse öncesinde, Türkiye’de sinemanın kalbi
1931 Muhsin
İstanbul’da attığı için, filmlerin büyük kısmında oluştururken henüz otantik siluetini yitirmemiş Ertuğrul yapı-
sahne İstanbul’dur. Alexandre Promio’nun, 1897 mı “İstanbul
bir haldedir. Böylece, Bebek ve Kuruçeşme
yılında II. Abdülhamit’in izniyle yaptığı çekimler Sokakları”
sırtları, Üsküdar, Çamlıca Tepesi, Arnavutköy filminden bir
ya da Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin I. Dünya
kıyılarının yüzyıl başındaki görünümleri siyah- kare. Boğaz
Savaşı sırasında aldığı görüntüler bir yana, kıyısını henüz
beyaz halleriyle kayıt altına alınmış olur.
sektörün ilk kâr amaçlı özel şirketleri Kemal asfaltın kara
1950’lerde tiyatro etkisinden çıkan Türk alevinin sar-
Film ve İpek Film’in kuruluşundan itibaren
madığı gün-
İstanbul Türk sinemasının doğal dekoru olarak sinemasına, çoğunlukla romanlardan uyarlanan ler...  Ahşap
ön plana çıkmış, böylece hem filmlerin mekânsal melodramlar ve romantik komediler hâkim evler, yalılar
olur. Bu filmlerden İstanbul’da geçenler ve önlerinde
bağlamını inşa ederek anlam bütünlüğüne
vazgeçil-
katkıda bulunmuş, hem de kendi değişim arasında, Boğaziçi yine ön plana çıkan mez yelkenli-
serüvenini kısmen kayıt altına sokmuştur. mekânlar arasındadır. İstanbul’un güzelliğini ler, kayıklar...
yansıtan dekoratif bir unsur olarak görülür. (Kaynak:
Bu çerçevede, Boğaziçi de Haydarpaşa Garı, Tunca Arslan
Allahaısmarladık (1951) filminde olduğu gibi vdgr., Türk
Ayasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye
I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’un işgalini Sinemasında
Camileri, Çamlıca Tepesi, Adalar, Sarayburnu İstanbul, İstan-
konu edinen filmlerde ise Boğaziçi, bir yandan
ve Haliç’le birlikte, şehrin önemli sembolik bul Büyükşehir
vatan toprağının bir parçası olarak korunup- Belediyesi,
mekânları arasında yer almıştır. Türk
sinemasının ilk yıllarına damgasını vuran kollanması gereken, düşmanları kıskandıracak 2021, s. 113.)

Muhsin Ertuğrul’un, erken Cumhuriyet eşsiz bir güzellik olarak tasvir edilirken, diğer
Dönemi’nde çektiği İstanbul’da Bir Facia-i yandan işgal altındaki vatanı düşmana peşkeş
Aşk (1922), Nur Baba - Boğaziçi Esrarı (1922), çeken yozlaşmış saray elitlerinin yalılarına
Kız Kulesi’nde Bir Facia (1923), Karım Beni ev sahipliği yapar. Bununla birlikte, bazı
Aldatırsa (1923), İstanbul Sokaklarında (1931), erken Cumhuriyet dönemi romanlardaki gibi
Kaçakçılar (1932), Allah’ın Cenneti (1939) ve Boğaziçi’nin bu ideolojik eleştirinin sembolik
Şehvet Kurbanı (1940) adlı filmlerde Karaköy, mekânı olarak kötülenmesi söz konusu değildir.
Galata Köprüsü, Moda ve Adalar’la birlikte
Kayıp Medeniyetin Peşinde
Boğaziçi de yerini alır. Bu filmlerde Boğaziçi,
İstanbul’un güzelliğini yansıtan mekânsal 1960’lar, Yeşilçam sinemasının toplumsal bir
bir unsur olarak vurgulanıp, aynı zamanda fenomene dönüştüğü, sinemanın popüler bir
filmin romantik sahneleri için etkileyici bir fon eğlence aracı olarak gündelik hayatta belirgin
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 113
bir yer edindiği, halkın taleplerinin sinemayı Aynı özlem, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ah Güzel
yönlendirdiği, film üretiminin hızlandığı İstanbul (1966) filminde de seyircinin karşısında
bir dönemdir. Bu dönemde, göz dolduran çıkar. Bu defa konu doğrudan bir medeniyet ve
Boğaziçi manzarası, bazen ağaç yaprakları kültür kaybına, ahlâkî yozlaşmaya odaklanır.
arasından süzülen genel bir siluet, bazense Beylerbeyi sahilinde, bir sabahçı kahvesinde
lebiderya yalıların bahçelerinde ışıldayan bir sabahlayan paşazade Haşmet İbriktaroğlu’nun
görünüm olarak perdeye yansır. Genellikle, sınıf (Sadri Alışık) seyirciye terceme-i hâlini
farklılıklarının olay örgüsünde temel gerilim takdimiyle başlar film. Ailesinden kalan malı
hatlarından birini oluşturduğu bu filmlerde, mülkü kaybeden ve eskiden ailesine ait olan
Boğaziçi zenginliğin, geçmişten devralınan yalının bahçesindeki küçük kulübede yaşayan
ekonomik ve kültürel gücün sembolü olarak ön Haşmet, giderek “kozmopolitleşen” İstanbul’da,
plana çıkar. Modern ve seçkin yaşayışın konforla Boğaziçi’nin günden güne değişen mekânsal
birleştiği şık yalılarda oturan zenginlerin, çehresinin işaret ettiği köksüzleşmeyi -bir
yoksul mahallelerden gelen karakterlerle yolları yandan sahilde Boğaziçi’nin Avrupa yakasını
kesişince ortaya çıkan kimlik ve toplumsal temaşa ederken söylediği- şu sözlerle ifade
aidiyet sorgulaması velut bir tartışma zemini eder: “Ah ihtiyar medeniyet, çocuklarına
olarak kullanılır. Üsküdar İskelesi (1960), sağlam, yepyeni bir dünya kurmaktan bunca
İstanbul Kaldırımları (1964), İstanbul’un aciz misin? Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin
Kızları (1964), Biraz Kül Biraz Duman (1966), süslü yalanlarla mı besleyeceksin?” Köyden
Boğaziçi’nde Aşk (1966), Boğaziçi Şarkısı ünlü olmak hayaliyle kaçıp İstanbul’a gelen
(1966), İstanbul Tatili (1968), Sarmaşık Gülleri Ayşe’nin başına gelenlerin sebebi, Boğaziçi’nin
temsil ettiği kültür birikiminin, yaşam tarzının
(1968), Kınalı Yapıncak (1969) gibi filmler buna
yok olması, İstanbul’un bu kültüre aidiyetini
örnektir.
kaybetmesidir.
1960’larda, döneme damgasını vuran iç göç
olgusu, şehrin tüm çehresini değiştirmiş, göçle Değişen İstanbul, Unutulan Boğaziçi
gelenlerin şehir hayatına uyumunda sinema 1960’lar aynı zamanda Türk sinemasında güçlü
önemli bir rol oynamıştır. Bir yandan da hızlı entelektüel arayışların da ön plana çıktığı
gecekondulaşma ve yeni kurulan lüks semtlerin bir dönemdir. Lütfü Akad’ın 1952’de çektiği
sinema perdesine yansımaya başlamasıyla Kanun Namına filmiyle başlayan “Sinemacılar
Boğaziçi’nin nostaljikleştirilmesi de ivme Dönemi”, 1960’larda Metin Erksan, Halit Refiğ,
kazanmıştır. Örneğin, Ertem Göreç’in yönettiği Atıf Yılmaz gibi isimlerin kendi tarzlarını
Otobüs Yolcuları (1961) filminde, derme-çatma ispatlamalarıyla güçlü bir auteur sinema kuşağı
evlerde yaşayan mahalle halkının konut vaadiyle doğurmuştur. Bu gelişme, yönetmenlerin dünya
kandırılması konu edinilir. Samatya-Beyazıt görüşlerinin filmlerine yansıması yönüyle, Türk
hattında otobüs şoförlüğü yapan Kemal (Ayhan sinemasında şehir tahayyüllerinin çeşitlenmesini
Işık), yeni taşındığı mahallede insanların inşaat ve Türk sinemasında İstanbul’un sınırlarının
şirketi tarafından boş vaatlerle kandırıldığını genişlemesini sağlamıştır. Halit Refiğ’in yönettiği
fark edince halkın hak arayışının öncüsü Gurbet Kuşları (1964) filminde köyden kente
haline gelir. Filmde, Boğaziçi sadece yoksulluk göçün hikâyesi Haydarpaşa Garı’nda başlarken
nedeniyle eğitimi yarım kalan Kemal’in şiir Boğaziçi’ne sınırlı bir şekilde yer verilir. Büyük
tutkusu bağlamında yer bulur. Her gün uzaktan hayallerle şehre gelen ailenin pişman olup köye
selamladığı Süleymaniye Camii gibi, Boğaziçi de, geri dönmesine sebep olacak olaylar silsilesi
Kemal için kendisinin yetişemediği geçmiş güzel içerisinde Boğaziçi, ailenin tek kızı Fatma’nın
günlerin hatıralarını sembolize eder. evlilik hayaliyle kandırıldığı yazlığa ev sahipliği
114 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
yapar. Fatma’nın Beyoğlu’nun arka sokaklarında yöneltmiştir. Şehir hayatının taşralaştığı bu yeni
son bulan trajik hikâyesi, kimliğini yitirmiş iklimde Boğaziçi’nin yerini arabesk şarkıların
İstanbul’a uyum sağlayamayan iç göçmenlerin mekânsal karşılığı olan kenar mahalleler
öyküsü gibidir. Şehre tek uyum sağlayan aile almıştır. Komediler, şehrin yalnızlaştırdığı
ferdinin üniversite eğitimine odaklanan Kemal bireyin beyaz perdedeki son sığınağı olurken,
olması, kentlileşmeyi bir yaşam tarzı olarak Ali Özgentürk’ün yönettiği At (1982) ya da Halit
önerirken Boğaziçi’ni bu pratiğin bir parçası Refiğ’in yönettiği Hanım (1989) gibi toplumsal
olarak koyutlamaz. yozlaşmayı geçmişe sırt çevirmekle ilişkilendiren
İstanbul’un kenar mahalleleri ile yeni oluşan lüks ve bu doğrultuda mekân tercihini Boğaziçi’nden
semtleri arasındaki sınıfsal farklılaşmayı konu yana kullanan tek tük filmler bulunsa da, ağırlık
edinen Acı Hayat (1962) filminde ise evlenmek merkezi çoktan dağılmıştır.
üzere olan manikürcü genç kız ile tersane işçisi
Bir Rüyaya Ağıt: Boğaziçi
delikanlının yuva kurma hayalleri sırasında
başlarına gelenler konu edinilir. Filmde, eskinin 1990’lı yıllar ve sonrasında ise Türk sinemasında
köşk ve konakları çok sayıda yoksul ailenin Boğaziçi görünürlüğünü neredeyse tamamen
bir arada kaldığı, tuvalet, banyo ve mutfağın kaybeder. Bir yandan, şehrin modernleşmeye
ortak kullanıldığı mekânlara dönüşürken, kenar karşı koyuşu, diğer yandan taşrada olup-bitenler
mahallelerde yaşayanların payına Levent gibi objektifi Boğaziçi’nden uzaklaştırır. 2000’li
yeni kurulan mahallelerdeki lüks hayatlara yıllarda kentin kalabalığı içinde varoluşsal
özenmek kalır. Boğaziçi artık yeni yapılan sorgulamalara girişen birey iyice ön plana çıkar.
lüks apartmanların penceresinden görülen Şehrin kenar mahallelerinde zor hayat şartları
hoş bir manzaradan ibarettir. Yeni zenginlerin altında yaşarken hayatın acımasızca oradan
duvarlarını süsleyen hat levhaları gibi “bir oraya savurduğu karakterlerin yolu Boğaziçi’ne
zamanlar” sahip olunan kültür ve estetiğin değil Beyoğlu’nun arka sokaklarına düşer
sınıfsal beğeni nesnesine dönüşmüş halidir. sıklıkla. Yalnızlık, kimsesizlik, yersiz-yurtsuzluk,
ötekileştirme gibi meseleleri sorunsallaştıran bu
1970’li yıllarda Arım, Balım, Peteğim (1970),
filmler, kimlik problemini farklı bir mekânsal
Seven Ne Yapmaz (1970), Beklenen Şarkı
bağlama taşırlar. Şehrin mekânsal değişimiyle,
(1971), Bülbül Yuvası (1970), Güller ve Dikenler
Türk sinemasının değişen yönünün ilginç bir
(1970), Beyoğlu Güzeli (1971), Küçük Sevgilim,
kesişimi seyirciyle buluşur bu şekilde.
Gümüş Gerdanlık (1972), Zulüm (1972) gibi
filmler klasik Yeşilçam formunu sürdürürken, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki
1960’larda başlayan etkinin devamıyla toplumsal Demirkubuz, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu
sorunlara duyarlılık ön plana çıkar. İstanbul’un gibi Yeni Türk Sineması’na hayat veren
mekânsal ağırlığı önemini korusa da, toplumcu yönetmenlerin objektiflerini İstanbul’a
gerçekçilik akımının ürettiği şehir tasavvuru çevirdiklerinde gördükleri şey, küreselleşmenin
da mevcudiyetini sürdürmektedir. Daha çok kıskacında giderek anonimleşen, özgün silueti
Yeşilçam melodramlarında kendisine yer bulan gibi zamanla otantik kimliğini de kaybeden
Boğaziçi, 1980’lere yaklaşınca beyaz perdeden yalnızlaşmış bireyler kümesinin mekânsal
uzaklaşmaya başlar. 1960’lardan itibaren izdüşümüdür. Bu tabloda Boğaziçi kendine yer
kalabalıklaşan şehirde, Boğaziçi gibi elit bir bulamazken, nadiren bulabildiğinde de Tabutta
medeniyet tasavvuruna pek yer kalmamış Rövaşata (1996) filminde olduğu gibi her şeye
gibidir. İstanbul’un temsil değeri artık kalabalık rağmen hâlâ güzelliğini korusa da ihtişamını,
yığınlarla özdeşleşmiş, sinema da objektifi bu kimlik ve aidiyet vaadini kaybetmiş bir Boğaziçi
kalabalıkların içinde giderek yalnızlaşan bireye karşılar seyirciyi. Küreselleştikçe sakinlerini
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 115
yalnızlaşmaya ve kent kültüründen kopmaya kullanan yönetmenler de aynı izleği takip
iten şehrin, müzeyle arkeolojik kalıntı arasında ederek, Türk sinemasında Boğaziçi’ni Karaköy,
bir yerde sıkışıp kalmış bir köşesidir artık Galata Köprüsü, Moda ve Adalar’la birlikte
Boğaziçi. İstanbul’un güzelliğini yansıtan mekânsal bir
unsur olarak konumlandırmış henüz otantik
Bunun istisnası olan Büyük Adam Küçük Aşk
siluetini yitirmemiş haliyle güçlü ve romantik
(2001) filminde Ulus’ta yaşayan emekli hakim
aşkların vazgeçilmez dekoru olarak tasvir
ile yakınlarını kaybetmiş küçük Kürt kızın
etmişlerdir. Yitip gitmekte olan bir medeniyetin
yollarının kesişmesi konu edinilir. Yaşlı adamın,
son kalıntılarını Boğaziçi’nin kusursuz
çocuğu akrabalarına teslim etmek üzere gittiği
güzelliğinde aramış, geçmiş güzel günleri
Ayazma Mahallesi, şehrin güncel sınırlarına
Boğaziçi dekorunda yeniden canlandırmaya
göre dahi hayli çeperde bulunduğu için Ulus
çalışmışlardır. Yeşilçam sinemasıyla bu arayış,
ve Boğaziçi’yle tam bir tezatlık içerisindedir.
değişen topluma eskinin reçetelerini takdim
Boğaziçi burada yine klasik İstanbul’un seçkin
etme hamlesine dönüşmüş, kimlik ve toplumsal
yaşayışını temsil eder. Reha Erdem’in Hayat
aidiyet tartışması sınıfsal farkların iyilik ortak
Var (2008) filmi ise Boğaziçi’ne yakın bir dere
paydasında eşitlendiği bir çözülme zemininde
kıyısındaki bir gecekonduda yaşayan yoksul bir karşılık bulmuştur. Zamanla köyden kente
ailenin kızı olan Hayat’a mercek tutar. Filmde göç olgusunun şehrin dokusunu değiştirmeye
Hayat’ın hayatı keşfetme çabasıyla, Boğaziçi’ni başlamasıyla Boğaziçi hatıralarda kalan
tanıma gayreti birbirine paralel ilerler. Babasıyla tatlı bir hülyaya dönüşmüş, Türk sineması
Boğaz’ın sularına açıldıkça hayatı daha yakından objektifi önce kenar mahallelere, sonra taşraya
tanıyan Hayat, eski Boğaziçi’nden tamamen çevirmiş, İstanbul kalabalıkla ve yalnızlıkla
bihaberdir. özdeşleştirilmiştir.

Sonuç Yerine...
NOTLAR
Bütün bu anlatılanlar, Boğaziçi’nin hafıza,
1 Bu araştırmada “Türk 5 Svetlana Boym,
mekân ve kültür/kimlik arasındaki kuvvetli Sineması Araştırmaları Nostaljinin Geleceği,
ilişkinin, İstanbul’un Türk sinemasında temsili Projesi” verilerinden Metis Yayınları, s. 14.
açısından önemini tespit etmemize olanak faydalanılmıştır. 6 Nostaljinin Geleceği, s. 15.
2 *
Marmara Üniversitesi 7 Jennifer M. Groh, Mekân
sağlıyor. Sosyal bilimlerin de önemli konu
İngilizce Sosyoloji Yaratmak – Beyin Neyin
başlıkları arasında yer alan hafıza ile mekan ve doktora öğrencisi Nerede Olduğunu Nasıl
kültür/kimlik inşası ilişkiselliği, günümüzde, 3 Abdülhak Şinasi Hisar, Biliyor?, Metis Yayınları, s.
özellikle mekanın nostaljikleştirilerek kültürel Boğaziçi Mehtapları, YKY, 183-184.
s. 9. 8 Robert T. Tally Jr,
bir temsiliyete dönüştürülmesi konusunda 4 Boğaziçi Mehtapları, s. Mekânsallık, Hece
çarpıcı örnekler sunmaktadır. Geçmişin, 175. Yayınları, s. 113.
mekânsal mesafeyle özdeşleştirilerek
anlamlandırılması çabasının, yirminci yüzyılın
hızlı “ilerleme” serüvenin bir sonucu olduğu
yönündeki açıklamalar, bu doğrultuda,
Boğaziçi’nin Türk sinemasındaki temsiliyetini de
kültür ve kimlik inşası bağlamında incelemeye
imkan tanımaktadır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın
Boğaziçi’ni tasvir etmeden önce, Boğaziçi
kültürünün özgünlüğünün altını çizmesi
bu açıdan anlamlıdır. Şehri bir stüdyo gibi
116 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
K İ TA P L I K

Boğaziçi Kitaplığı
Büşra Nur Güler

Fetihten altmış yıl Boğaziçi, bünyesine ayna haline getirmiştir.


kadar önce Boğaziçi’nin yapılan bir mimarî Bu aynada insan neyse
Anadolu kıyılarına yapı, ya da padişahların Boğaziçi de odur.
yerleşen Türklerin fetihle mesireye gelişi vesilesiyle
birlikte her iki sahili yurt yazılan kudûmiyye ve Boğaziçi Coğrafyası
edinmesi imar faaliyetleri teşrîfiyyelerle, bir hayat I/II. yüzyıl Bizans’ında
ve iskanı beraberinde biçimi ve mekan olarak yaşadığı düşünülen
getirmiş, Bizans’ın ıssız perspektifini oluşturduğu Dionysisos Byzantios,
Boğaziçi’si munis bir oldukça zengin hatırat Boğaziçi’nin ilkçağ
asaletle şenlenmiş, XVII- literatürü, hikaye, roman, topografyası; her iki
XVIII. yüzyılda ise adeta deneme ve şiirlerle yakasındaki kıyıları,
şehrin cazibe merkezi satırlara kazınmış, koyları ve akıntıları,
haline gelmiştir. Fetihle Türk edebiyatında bölge semtlerinin antik
hayat bulan Boğaziçi bir tematik yazımın seçkin dönemdeki isimlerini
bakıma İstanbul’un taştan, ve vazgeçilmez bir mitolojik ve tarihî
ahşaptan ve topraktan odağı olarak kendini detaylarıyla Boğaziçi’nde
hafızasıdır. Onun tabiat göstermiştir. Bu yazın Bir Gezinti adlı eserine
zenginliği sakinlerinde aynı zamanda Osmanlı kaydetmiş, eser Mehmet
ruh zenginliğini modernleşmesinin Fatih Yavuz’un çevirisiyle
doğurmuş, geçen zaman tezahürlerinin zarurî literatüre eklenmiştir.
içerisinde kazandığı çok olarak en çok göründüğü Gugas V. İnciciyan’ın
katmanlı yeni anlam ve Boğaziçi’ni, millî edebiyat, Boğaziçi’nin Bizans’tan III.
görünümlerle, edebiyattaki millî mücadele dönemi Selim’e uzanan kronolojik
izdüşümleriyle zamanın edebiyatı ve toplumcu- tarihi, coğrafyası,
şahitlerinden biri olmuştur. gerçekçi akımı da içine peyzajı, semtleri ile ilgili
Tasvirine Âlemnümâ’sında alan cumhuriyet dönemi söylenceleri de içeren
1561 beyit ayıran edebiyatı dahil olmak Boğaziçi Sayfiyeleri
Nev’izâde Atâî’den üzere, odağında her neslin (1794) adlı eseri, Bizans
(v. 1635), sahilname kendi aksini muhtelif için balıkçı köylerinden
türünün ilk ve yetkin biçimlerde -kimi zaman ibaret olan Boğaziçi’nin
kalemi Fennî’den (v. dört başı mamur, ümitvar, II. Mahmud’un sahil
1745) itibaren asırlarca kimi zaman çaresiz ve sarayını yaptırmasını
edebiyatımıza konu olan karamsar- gördüğü bir takiben saraylar ve yalılar
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 117
mahalline dönüşen hareketle, bölgenin ve mahallî” bir medeniyet
serencamının, Sâdâbâd’dan topografik detaylarıyla, mercii ve mümessili
boğaz sularına taşınan Bizans kaynaklarıyla olarak da satırlarda varlık
mehtap safâlarının arka karşılaştırmalı olarak bulmuştur.
planını oluşturur. Bu kaleme aldığı Bizans
Ruşen Eşref Ünaydın
arka plan Boğaziçi’nin Devrinde Boğaziçi (1976)
Boğaziçi Yakından (1938)
bugünü için dahi o kadar adlı eseri, Boğaziçi’nin
ile Türk edebiyatında
ilgi çekicidir ki, Auguste Bizans dönemi tarihine
Boğaziçi’ni başlı başına
Boppe tarafından XVIII. ilişkin en kapsamlı
konu edinen ilk yazarsa
Yüzyıl Boğaziçi Ressamları çalışma olma özelliğini
da Ercüment Ekrem
(1911) adıyla boğazın korumaktadır. Eyice’nin
Talu’nun da belirttiği
ve İstanbul’un ilham en temel kaynaklarından
üzere, fetihten bu yana
verdiği eserler bir araya birini oluşturan İhtifalci
bütün edebiyatımızda
getirilmiştir. Rus jeolog Mehmed Ziya Bey’in
Boğaziçi’nin tam ve ilk
Pierre De Tchihatchef ’in İstanbul ve Boğaziçi:
hakiki ifadecisi Abdülhak
(v. 1890) Rus elçiliğinde Bizans ve Osmanlı
Şinasi Hisar olmuştur.
ataşelik vazifesiyle geldiği Medeniyetlerinin Âsâr-ı
Ünaydın’ın “Boğaziçi’ni bir
İstanbul’da, detaylı coğraf î Bâkıyesi (I-II, 1336/1928)
görünce bile ona vurgun
gözlem ve tasvirleriyle adlı eseri ise gravür, plan ve düşmemek acaba mümkün
Boğaziçi’ne hususî ilgisini fotoğraflarla desteklenmiş, müdür?” sorusuna tafsilatlı
ibraz eden İstanbul ve bugün artık var olmayan bir cevap veren Hisar,
Boğaziçi’si ile “bir Boğaziçi Osmanlı dönemi Türk çocukluk ve ilk gençlik
çocuğu” olan Abdürrahim eserlerini de hâvî içeriğiyle yılları intibalarıyla teşrifatlı
Cabir Vada’nın (v. 1948) Boğaziçi’nin Bizans’a mehtap âlemlerini ve
Boğaziçi’nin iskâna ve Osmanlı’ya bakan iki mûsikî fasıllarını kaleme
açılmasından başlayarak iki çehresine şahitlik eder. aldığı Boğaziçi Mehtapları
yaka arasındaki mesafeleri, Eserin son neşri İstanbul (1942) ile, kendine mahsus
boğazın balıklarını, ve Boğaziçi: Bizans ve âdet ve zevkleriyle İstanbul
rüzgarlarını, akıntılarını, Osmanlı Medeniyetlerinin medeniyetinden ayrı
deniz fenerlerini, vapurları Ölümsüz Mirası başlığı ile olarak, “Allah’la uyuşmuş”
ve kaptanlarını arka gerçekleştirilmiştir. bir dünya içinde, terkibine
planındaki mimarî yapılar su, mehtap, bülbül sesi
ve hatıralarla kaleme Boğaziçi Medeniyeti
ve sazın karıştığı, ruh
aldığı Boğaziçi Konuşuyor Bizanslı yılların artık ve bedenin bu birleşik
ve Kanlıca Tarihçesi anılmadığı, Boğaziçi’nin âleminde bütün kanaatler
(1943) bu edebiyatın Türklüğünün, bu kimlik köklerini ebediyete saldığı
örneklerinden sayılabilir. dönüşümünün ispatı için yaşanan lezzetlerin
mahiyetinde, bugün faniliğine tevekkül ve
Boğaziçi Tarihi
artık yitirilmiş olsa bile merhametle bakan gözlerin
Semavi Eyice’nin boğazın insan coğrafyası, kültürel inşa ettiği, bu sebeple her
her iki yakasındaki mimarî ve estetik değerleriyle, sınıftan insanın uyum
kalıntılar ve İstanbul İstanbul içre -ancak içerisinde yaşadığı nazik
Arkeoloji Müzesi’ndeki İstanbul’un ne aynısı ne Boğaziçi medeniyetini,
buluntulardan gayrısı- Boğaziçi, “millî sularla ışıkların
118 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
oyunlarının, denizin Mıngır’da (1980) boğazın Yeni Türk Edebiyatı’nda
mırıltılarının, yosun en taze ve en çinli yüzünün Boğaziçi ve Boğaziçi
kokulu kayıkhanelerin, Haziran, Temmuz, Medeniyeti adlı çalışması
erguvanlar içerisinde Ağustos ve Eylül aylarında ise edebî metinlerde bu
refah hissi tamamlanmış, temaşa edileceğini medeniyetin izlerini,
dünyanın bu belki de en söyleyen Salâh Birsel, kurucularını, temsilcilerini
geniş, emsalsiz caddesinin Kandilli’den başlayarak ve görünümlerini arar.
sergüzeştini destansı yeşilin seksen sekiz
tonuna boyanmış ağaç Boğaziçi’nin insan
bir üslupla ölümsüz bir
altlarında soluklandırıp, haritasının farklı
eser olarak bugünlere
Anadoluhisarı’nın şeftali veçheleriyle konu
taşır. Hisar’ın bir diğer
ve karanfillerinden, edinildiği çok sayıda
eseri, çocukluk hatıraları
Çengelköy’ün nar ve hatıratın yanı sıra,
ışığında, içlerinde hâlâ
hatıraları tüten yalıları, kirazından ve Sarıyer’in “tabiatla anlaşmış” ancak
içerisindeki eşyaları, üzümünden, Anadolu kaybolmaya yüz tutan
Boğaziçi tarihinin birer Kavağı’nın incirinden, yalılarının, yazlık elçilik
nişanesi olan mesut Emirgan’ın çileğinden binalarının, boğaza buharlı
insanları kaleme aldığı tattırır. Yazar, yalıların, vapurların henüz girmediği
Boğaziçi Yalıları’nda kasırların, mesire dönemde ulaşımı sağlayan
(1954) ise lirik bir yerlerinin panoramik kayıkların ve hatta saltanat
hassasiyete özlemle dolu tasvirlerinde mekânın kayıklarının, boğazda
bir iç geçiriş eşlik eder. dönüştürücü etkisi ulaşımı sağlamakla birlikte
vurgusunu bir an olsun bir “vapur edebiyatı”nın
Samiha Ayverdi, kaybetmeden, mimarî da doğmasına sebep
Boğaziçi’nde Tarih’iyle unsurları, sosyal, kültürel olan Şirket-i Hayriye
(1966), Bizans döneminde ve politik zeminiyle, vapurlarının, boğazın
“medeniyet ve sanat ironik bir dille ele aldığı yerli ya da mevsimlik
mahalli, safâ ve sayfiye yeri Boğaziçi’ni gizli tarihi ve balıklarının konu edinildiği
olmaktan uzak, itibarsız, insan haritasıyla gözler çok yönlü literatür,
şöhretsiz, solgun, dirliksiz, önüne serer. Ömrünce çözüm merkezli bir özlem
yer yer manastırlar, kurban Boğaziçi’nde yaşamış ve dikkatle Boğaziçi
ve adak yerleri olan balıkçı yazar İffet Evin’in Boğaziçi duyarlığının arayışını
köylerinden ibaret olan” Çocukları (1944), Boğaziçi sürdürür:
Boğaziçi’ni “su cennetine”, Hikâyeleri (1976), Eski
“Nehr-i Azîz”e tebdil eden Boğaziçi İnsanları (1992) - Sadullah Ayaşlı Boğaziçi
fetihten başlayarak, bu ve Yaşadığım Boğaziçi Balıkları, Cumhuriyet
kendine mahsus görgüsü, Anılar, Öyküler (1998) Matbaası, İstanbul 1937.
nizamı ve üslubuyla adlı eserleri “sevgili - Çelik Gülersoy, Korunması
yolunu yordamını bulmuş Boğaziçi”sinin dünü
Gereken Boğaziçi, Türkiye
hayatın ruh iklimini, ve bugünü içerisinde
Turing ve Otomobil Kurumu,
tarihini, kurumlarını, harmanladığı hatıralarıyla
İstanbul 1972.
mimarîsi ve sanatını bölgenin insan haritasının
“Boğaziçi’nin hafızasından bir diğer çizeri olur. - Perihan Balcı, Eski İstanbul
alınmış çizgilerle” bugüne Murat Koç’un doktora Evleri ve Boğaziçi Yalıları,
nakşeder. Boğaziçi Şıngır tezi olarak hazırladığı TÜRKEV, İstanbul 1975.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 119
- Sedad Hakkı Eldem, Boğaziçi - Mehmet Mazak, Boğaziçi “… Mustafa Reşit Paşa (…)
Anıları, Aletaş Alarko Eğitim ve Kayık Kültürü, Yeditepe ondan evvel yer yüzünde
Tesisleri A.Ş, İstanbul 1979. Yayınevi, İstanbul 2010. dünyanın cenneti sayılan
Boğaziçinde oturmağa ve
- M. Celâlettin Atasoy, - Sabahat Palabıyık, bir yalı yapmağa can atan
Kandilli’de Tarih, Türkiye Geçmişten Günümüze binlerce vatandaşlar çok
Turing ve Otomobil Kurumu Minyatürlerle Boğaziçi, fazla zahmetler altında bu
Yayınları, İstanbul 1982. İstanbul 2013. şiir ve tabiat bucağında
- Hayati Tezel, M. Erem - Haluk Dursun, Boğaziçi’nde birleşmeğe koşar ve
Çalıkoğlu, Boğaziçi ve Kırk Yılım, Kapı Yayınları, Boğazın iki sahilinde
Saltanat Kayıkları, Cem bugün artık yerlerinde
İstanbul 2016.
pek az eseri kalan cennet
Yayınevi, İstanbul 1983.
- F. Selim Ramazanoğlu, hayatına dalarlardı; bu
- Ahmet Yakupoğlu’nun Kanlıca Boğaziçi’nde Bir Köy, mes’ut hayatın ruhlarına
Fırçasından Boğaziçi, Türk I-II, İON Mimarlık, İstanbul verdiği sonsuz zevk ve
Petrol Vakfı Kültür Yayınları, 2017. safa içinde kesesi en
İstanbul 1983. dolgun olanlar bile gidip
İlk kez “Boğaziçi” adıy- gelmenin güçlüklerini
- Halûk Y. Şehsuvaroğlu,
la Cumhuriyet devrinde duymuyorlardı, vaktâki
Boğaziçi’ne Dair, Türkiye Tanzimatı Hayriyenin
yayınlanan bir mecmuayı
Turing ve Otomobil Kurumu ilâniyle başlayan inkılâp
da anmadan geçmeye-
Yayınları, İstanbul 1986. hareketi umumun içtimaî
lim. Yazar ve şairleri ara-
- Feryal İrez-Hüsamettin Aksu, sında Selâhattin Güngör, hayatında da tesirini
Boğaziçi Sefarethaneleri, Yapı Mehmet İzzet, Faruk Nafiz gösterince (…) hükümetin
Kredi Yayınları, İstanbul 1992. şekli ve halkın geçinme
Çamlıbel, Yusuf Mardin,
tarzı kısmen değiştikten
- Orhan Erdenen, Boğaziçi Hüseyin Cahit Yalçın, Ro-
sonra İstanbul bir kısım
Sahilhaneleri, I-II, İBB bert Walsh, Mithat Cemal,
halka dar gelmiş ve işte bu
Yayınları, İstanbul 1993. Burhan Cahit Morkaya
tarihlerde şehir haricine ve
gibi devrin mühim sima- bilhassa Boğaziçine akın
- Murat Belge, Boğaziçi’nde ları olan, Boğaziçi üzerine başlamıştır.” (s. 2)
Yalılar, İnsanlar, İletişim yazı, şiir ve araştırmaların
Yayınları, İstanbul 1997. bulunduğu mecmuanın Bu mahdut literatürün
yanı sıra bağımsız olarak
- Ahmet Güleryüz, Hande sahibi Sadi Akant, yazı
semtleriyle de çok sayıda
Yüce, Şirket-i Hayriye’nin işleri müdürü Yusuf Mar-
araştırma, monografi ve
Boğaziçi Vapurları, Denizler din’dir. İlk sayısı 1936’ın
denemelere konu olan,
Kitabevi, İstanbul 2002. 1 İlk Teşrin’inde çıkar,
İstanbul antolojilerinde
1938’de 18. sayıdan sonra
- Heyet, Geçmişten Günümüze hususî yer bulan Boğaziçi,
kapanmıştır. Şirketihay- Refik Halid’in deyimiyle
Boğaziçi, (ed. Haluk Sezgin),
riye’nin bir yayını olarak “hâl içinde daima mâzî”
İBB Yayınları, I-II, İstanbul
çıkan mecmuanın ilk yazısı olarak âtînin de mazisidir,
2008.
da Şirketihayriye’ye dairdir. bu münbit zemin bugün
- Eser Tutel, Şirket-i Hayriye, Bu ilk yazıdaki şu cümleler olduğu gibi yarın da
İletişim Yayınları, İstanbul bir devrin ruhuna ışık tut- satırlarda varlığını
2008. maktadır: sürdürecektir.
120 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz

You might also like