Professional Documents
Culture Documents
Fulya İBANOĞLU
Editör
Bu sayıda...
TDV-İSTANBUL MÜFTÜLÜĞÜ DERGİSİ 4 Boğaziçi’nde Tecelli Eden
ISSN: 1308-9595
YIL: 15 SAYI: 45 Yaz 2022/1444
Cemâl’i İdrak Edebilmek
Dosya Konusu: Boğaziçi Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ
TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSTANBUL
ŞUBESİ ADINA İMTİYAZ SAHİBİ VE
YAYIN YÖNETMENİ (SORUMLU)
Prof. Dr. SAFİ ARPAGUŞ 6 Şehir Kuran İnsandan İnsan
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ve YAYIN Kuran Şehre
KOORDİNATÖRÜ
Halime YILDIZ Prof. Dr. Ali Karataş
EDİTÖR
Fulya İbanoğlu
fulyaibanoglu@gmail.com
YAYIN KURULU
10 “Belde-i Tayyibe”yi İnşa
Dr. Aliye ÖTEN Edebilmek
Büşra Nur GÜLER
F. Hilâl FERŞATOĞLU Dr. Esma Çetin
Mehmet YÜKSEL
Muhammet Gündoğdu
Dr. Şeyma KÖMÜRCÜOĞLU
Şule DÜNDAR 14 İmar ve Islah Medeniyeti
TASHİH Doç. Dr. Ayşe Esra Şahyar
F. Hilâl FERŞATOĞLU
MALİ İŞLER SORUMLUSU
M. Fatih SÖNMEZ
TDV İstanbul Şubesi 18 Boğaziçi’nde Birlikte Yaşama
GÖRSEL TASARIM Kültürünün Fıkhî Temelleri
Fotografika
KAPAK RESMİ Prof. Dr. Ahmet YAMAN
İstanbul Atatürk Kitaplığı,
Krt. 028708.01
GRAFİK UYGULAMA
ademsenel.com 22 Boğaziçi’nde Gayrimüslimler
Basım Tarihi: Temmuz 2022 Dr. Elif Tokay
WEB
28
istanbulmuftulugu.gov.tr
YAYIN TÜRÜ Boğaziçi Dergâhları
Yerel-Süreli
BASIM YERİ ve TARİHİ
Mehmet Cemal Öztürk
TDV Yay. Matbaası
35
Serhat Mah. 1256. Sokak No: 11
Ostim-Yenimahalle / ANKARA “Kandilli... hülya tepeler,
Tel: 0312 354 91 31
İDARE YERİ hayal ağaçlar... durgun
İstanbul Müftülüğü Ek Binası
Molla Fenari Mah. Vezirhan Cad.
suda dinlenen yamaçlar”da
Çemberlitaş-Fatih/İSTANBUL
0212 526 16 80
gerçekleşen bir söyleşi
Yayınlanan yazıların hukuki-bilimsel
sorumluluğu yazarlara aittir. Kaynak
gösterilmeden alıntı yapılamaz. 44 Boğaziçi Sahil/Yalı Camileri
Ücretsizdir. Dr. Öğr. Üyesi Zeynep DEMİRCAN
50 Boğaziçi’nin Ebedî 93 Kitâbu’l-Ayn’da ‘A-m-r
İstirahatgâhları (ر-م- )عKökü
M. Burak Çetintaş Hûd Sûresi 61. Ayet
Bağlamında استعمر
58 Bizans Devrindeki Boğaziçi (İste’mera) Kelimesinin
Hakkında Bazı Görüşler Etimolojisi
Prof. Dr. Semavi Eyice İclal ARSLAN
63 Osmanlı Döneminde
97 Klasik Türk Edebiyatında
Boğaziçi’nin Sanayi Boğaziçi
Mekânına Dönüşümü ve Doç. Dr. Ümran Ay
Sonuçları
Prof. Dr. Hamdi GENÇ 101 Yeni Türk Edebiyatında
Boğaziçi
68 Şirket-i Hayriye’nin Prof. Dr. Murat Koç
Gayrimüslim Çımacıları
Dr. Murat Koraltürk 106 Boğaziçi’nde Mûsikî
İncilâ Bertuğ
75 XIX. Yüzyıl Başlarında
Boğaziçi’nde Kimler 112 Kültür, Hafıza ve Mekân
Nerelerde Yaşardı? İlişkisi Bağlamında Türk
Hülya Arslan Sinemasında Boğaziçi
Havva Yılmaz
81 Boğaziçi’ne Dair
Haluk Y. Şahsuvaroğlu 117 Boğaziçi Kitaplığı
Büşra Nur GÜLER
84 Cevdet Paşa’nın
Sahilhanesinde Bir İftar
Hazırlayan: Fulya İbanoğlu
Edebilmek
İstanbul Boğaz’ının, kültür ve sanat hayatımızda
Asya ile Rumeli kıyılarındaki yerleşimin ifadesi
için kullanılan Boğaziçi’ni arzedecek. Kur’an-ı
Kerim’de şehir ve onun imarı meselesinin
nasıl anlatıldığı, Peygamberimiz Efendimiz
(a.s.)’ın bir “medine” inşasında öne çıkarttığı
Prof. Dr. Safi ARPAGUŞ prensipleri ifade ettikten sonra, bu düsturlar
İstanbul Müftüsü doğrultusunda “Müslümanca bir şehir nasıl
kurulur?” sorusunun cevabı olarak Boğaziçi’nin
örnekliğine müracaat edilecek. Boğaziçi’ni kuran
müslüman idrak midir? Soru büyük elbette.
Bu nedenle mesele, kategorik gözle bakmadan
Bismillahirrahmanirrahim anlamaya çalışılacak. Tarihte ve sanatın
farklı dallarında Boğaziçi’nin yansımalarına
İstanbul gibi ruhaniyetli ve muazzez bir şehri değinilecek. Boğaz’ı Boğaz yapan bazı
bizlere lütfeden yüce Allah’a hamd ü senalar hususiyetlerine dikkat çekilecek.
olsun. Boğaz’ın sularında, yeşilinde, mavisinde,
erguvanında O’nun cemâl sıfatının elvan elvan İstanbul’un fethinden önce müslüman Türkler
tecellisini seyredebilme bahtiyarlığını bizlere Boğaziçi’nin ehemmiyetini farketmişler, oraya
cömertce ihsan eylediği için şükrümüzde doğru sevkolmuşlardır. Efendimiz (a.s.)’ın
acziyetimizden yine O’na sığınırız. “Konstantiniyye’nin fethi” tavsiyesini de bir
şiar bilerek İslam’la müşerref olduklarından
“İstanbul (Konstantiniyye) muhakkak itibaren fetih rüyaları görmüşler, bunun için
fethedilecektir. Onu fetheden emîr ne güzel çalışmışlardır. İstanbul’un fethinden sonra da
emîrdir. Onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” bu şehrin ve elbette bir müslümanın şanına
buyuran Rasül-i Kibriyâ Efendimize, onun âl ve yaraşır şekilde onun hizmetinde bulunmuşlardır.
ashabına sonsuz salât ve selâm olsun! Şehrin imarının yanı sıra burada her milletten
Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın ölümsüz insanın huzur ve esenlik içinde yaşayabilmesinin
dizelerinde aziz İstanbul ve tüm semtleri bir kez zeminini hazırlamışlar, prensiplerini ortaya
daha doğar sanki: koymuşlardır.
İnsan Kuran
için- yaptıkları şeylerin bir kısmını onlara
tattırmaktadır.”2
İnsan, ihtiyaçları için mekân ve şehir inşa eder.
Bağlamında Bir olsa şehre fail rolü verildiği görülür: “Nice şehir/
karye var ki Rabbinin ve elçilerinin buyruğuna
İnşa
tek hakikî ve meşru amacı vardır: Salih olan
amelin tâlibi ve fâili olmak.
Hz. Dâvûd’dan sonra oğlu Hz. Süleyman
Edebilmek anlatılır surede. Onun emrine verilenler daha
da hayranlık uyandırıcıdır. Ona sadece bakıra
hükmetmek değil; ayrıca doğa olaylarını kontrol
etme ve kullanma yetkisi de bahşolunmuştur.
Hatta cinler bile onun hizmetindedir. Bu cinler
Dr. Esma Çetin1 ilginç bir şekilde kaleler, heykeller, havuzlar,
çanaklar vb. yaparak akla zenginlik, lüks ve
şatafatı çağrıştıracak ürünler ortaya koymaları
için çalıştırılmış, tabiri caizse bir şehri şehir
yapan unsurlar onların elinden çıkmıştır.
Farklı gözlerin ve gönüllerin muhtelif şekillerde Kur’ân-ı Kerim’deki bu anlatı yerilen değil
tarif ettiği güzel/güzellik, bir toplumda ortak bir bilakis bir peygamberin haşmet ve azametini
ruha kavuşabilir ve bu ortak ruh, bir güzellik hissettirecek şekilde tarihin esrarengiz bir
kültürü oluşturabilir mi? İnsanların, aynı cemâli kesiti olarak bizlere sunulmuştur. İlgili ayetin
temâşâ ederken aynı manevî hazzı yaşayacağı bir devamında bu maddî refah ve seçkinliğin
formda, benzer üslupları kullanarak sanatlarını, hakikî merciine işaret edilmiş; “Ey Dâvûd ailesi!
zanaatlarını ve bütün imar faaliyetlerini o O (büyük) şükür için çalışın.” diyerek bütün
dünyevî imkânâtın aslî gayesine yani “nimetleri,
güzelin/güzelliğin izharı için sarf edecekleri bir
hakikî sahibine isnat ve her birini yerinde sarf
şehir/medeniyet inşa edilebilir mi?
ederek, atalet ve sefahate dalmadan Rabb’e
İnsanlık tarihi, bizi, bunun ne denli mümkün şükür vazifesini ifaya”3 işaret edilmiştir. Ama
olduğuna defalarca şahit kıldı aslında. bir gerçeği daha vurgulayarak: “Kullarımdan
Muhtemelen bu ortak güzellik ruhu arayışıdır şükredenler pek azdır.”4
ki toplumları tarih boyu aynı estetik zevk ve
İmanın, hikayelerinde haşmet ve azamet
mimarî üslup ile şehirlerini inşaya sevk etmişti.
suretinde vücud bulduğu Dâvûd ve Süleyman
Onlar yaşadıkları mekanı en cezbedici surette
peygamberlerin kıssalarından sonra bir başka
güzelleştirmeye çalışmışlardı. Mukaddes
görkemli sahneye geçilir sûrenin devamında:
kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, bizlere bu arayış
Beldetun tayyibe… Ne hoş ne güzel şehir! İki
hikayelerinden bazı kesitler sunar ve estetik-
yanını eşsiz güzellikteki bahçelerin sardığı,
iman ilişkisi üzerinden ontolojik bir hakikate
tarihte büyük üne sahip olmuş, harikulade
işaret eder.
barajlar ve sulama şebekeleri inşa etmiş, mutedil
Kur’ân-ı Kerim’de Sebe suresinde şehirlerin bir iklim ve verimli topraklara sahip Sebe kavmi.
kurulmasının olmazsa olmazı demirin Davud Cenab-ı Hakk, sadece gözleri ve gönülleri
peygamberin elinde nasıl eriyip şekilden şekle cezbeden güzellikte bir ülke bahşetmemişti
büründüğüne işaret edilir. Cenâb-ı Hakk’ın Hz. onlara; kontrolleri altındaki ticaret yollarında
Dâvûd’a (r.a.) bahşettiği2, muhteşem zırhlar -ister seyahat ister ticaret için olsun- güvenli
10 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
bir şekilde intikallerini de sağlamıştı. Yollar ve oldukları şöhretleri ile övünürlerdi. Zira kendi
yolculuk, hem maddî açıdan rahat ve konforlu dönemlerinde onlardan daha güçlüsü yoktu.
hem de manen güvenli idi. Onlara da aynı emir Bu kavim, evlerini direkler ve sütunlar üzerine
gelmişti: “Şükredin.” inşa etmiş9; tarihin tozlu sahifelerine “İrem” adı
Fakat onlar yüz çevirdiler. Nimeti vereni görüp ile kazınmış bir şehir imar etmişlerdi. Burası
nimetten gâib olmaları gerekirken, onlar evleri, bağları, bahçeleri, görkemli sarayları
nimetin önce cemaline, sonra da o nimetin ve sularıyla dillere destan olmuştu. Güzeldi…
sahibi sandıkları nefislerinin çirkinliklerine dalıp Öyle ki kendisi için o güne kadar eşi benzeri
gittiler. Allah’a kulluktan, nimete şükürden uzak görülmemiş bir ihtişam abidesi denecek kadar.10
durdular. Sebe halkı için, hiç yok olmayacağını Hz. Salih’in kendilerine peygamber olarak
sandıkları o güzel beldeleri, kendilerinden gönderildiği Semûd ise yeryüzünün geniş
sonrakilere bile kalmayacak şekilde Arim seli ile imkanlarına mazhar olmuş ve Âd kavminin
yok olup gitti. Onların o muhteşem meyveler ardından yeryüzünde halife kılınmışlardı. Onlar,
veren bahçeleri ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın yerin düzlüklerine saraylar kuruyorlar, dağları
ve biraz da sedir ağacı olan basit iki bahçeye da yontarak evler inşa ediyorlardı. Bu kavim
dönüştü. Zira onlar, kendilerine gönderilen hakkında Şuarâ suresinde: “Şımarık kimseler
peygamberlerin uyarılarını dinlemeyip olarak dağlardan büyük bir ustalıkla görkemli
nimetlere nankörlük ettiler ve bu sebeple evler yontuyorsunuz.”11 buyrulur.
de cezalandırıldılar.5 Tıpkı ayet-i kerimede
buyrulduğu gibi: “Nankörlük etmelerinden Şehircilik konusunda fevkalade ileri bir seviyeye
ötürü onları işte böyle cezalandırdık. Biz, ulaşmış olan Âd ve Semûd kavimleri kendilerine
sadece nankörlük edenleri cezalandırırız.”6 zulmettiler yani Allah’ın kendilerine verdiği
Aslında cezalandırılma sebepleri zikri geçen bol imkanlarla, şımarıklık içerisinde günahlara
nimetlerin destansı varlığı yahut o nimetlere dalmaları ve Rablerine karşı isyan etmeleri,
olan sevgi dolu bağlılıkları değildi. Gerçek onları kaçınılmaz son olan hiçliğin/değersizliğin
sebep, o nimetlerin geldiği yeri unutup, eşyayı uçurumlarına sürükledi ve taraf-ı ilâhîden gelen
hakikî sahibine ircâ edecek haddini bilişten uzak bir ceza ile darmadağın edildiler. Yarım kalmış
olmaları, kibrin ve şirkin batağına bulaşmaları hikayeleri, kâm alamadıkları dünya serüvenleri
idi. Belki de bu nedenle sure-i celîlede iki farklı ise kendilerinden sonraki nesiller için bir ibret
portre üzerinden insanın, güzeli arayışı ve imar kıssasına çevrildi.12
edişi anlatılır; hakikatinden koparmayarak Bu örnekleri çoğaltabiliriz.13 Firavun’un,
dünyevî güzelliklerle zinetlenmiş iki peygamber, Nemrud’un veya Kur’ân’da bahsi geçen
Davud (a.s.) ve Süleyman (a.s.) övülürken, iki bahçe sahibinin hikayeleri de bize
geçici dünya metaına dalarak haddini aşmak aynı duyguları hissettirir. Kendini eşyaya
yerilmektedir. Bu inceliğe işaret için olmalıdır dokunacak ve onu şekillendirecek kadar
ki sure, yerde ve gökte olan her şeyin Allah’a güçlü hissetmenin; muvakkat ve mahdud bir
ait olduğunu ifade ederek söze başlamakta ve hakimiyet duygusunun, insana Rabb’ini nasıl
hamdın mutlak olarak Allah’a olması gerektiğini unutturduğunu anlatır bütün bu kıssalar. Bu
bizlere öğretmektedir.7 hikayelerin her birinin ortak noktası maddeyi
Bir başka kaybediş hikayesi de Hûd (a.s.)’ın imar, inşa ve tezyinin onların gözlerini nasıl
peygamber olarak gönderildiği Âd kavmine büyülediği, gönüllerinde nasıl bir kibir ve
aittir.8 Onlar, fiziksel yapıları itibariyle güçlü yoldan çıkmışlığa neden olduğudur. Onlara
kuvvetli, uzun boylu, iri cüsseli kimselerden amelleri öyle süslü gösterilmiştir ki artık suretin
oluşan bir kavimdi. Kuvvetleri ve sahip ardındaki “asl”ı göremez hale gelmişler; o suret
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 11
ve sureti kendisine isnat ettikleri benliklerine doğru yolculuğunun surete bürünmesidir. İlahî
saplanıp kalmışlardır. isimlerin terbiyesi altında eşyayı kullanan hatta
ona hükmeden insan, ahiret tarlası olan dünyaya
Zikrettiğimiz örneklerin her biri aslında
bu gaye ile değer verdikçe hem muhteşem
dünyada cenneti arayan insanı anlatır bize. Zira
medeniyetler inşa eder hem de Allah’ın rızasını
ellerindeki dünya nimetleri insan için belki
kazanır. Zira dünya ve içindekiler Allah’ın
de cennetin iz düşümü gibidir. Haz ve lezzet
kudretini gösteren birer ayettir.14 Madde insana
dairesinin bütün sınırlarını tatma arzularının
emanet olarak verilmiştir ve emanetin iyi
nesneleri. Ama insan bu nimetlerin değerli
kullanılması emanet sahibine ihanet etmemekle
ve anlamlı olduğu kadar geçici olduğunu
mümkündür.
unuttuğunda, her bir nimetin işaret ettiği
hakikati ve bu hakikatin cemâlini görebilme Bize emanet edilen bütün eşya hatta enfüsten
imkanını kaybediyor ne yazık. Aynadaki suretine âfâka iç içe geçmiş bütün âlemler, şekilleri
âşık olan prens gibi suretin ötesindeki Zât’ı renkleri, desenleri ve sesleri ile bir “güzel”i
aramayı unutuyor, kendisine ariyet verilen anlatır bize. Zât-ı Bârî’nin eşsiz kemalini,
elleriyle yaptığı eserine duyduğu hayranlığın mevcudatı nakış nakış dokuyarak bizim
şımarıklığına düşüyor. temaşamıza sunduğu hudutsuz cemalini, bütün
tecellîlerinde tekrar tekrar hissettirdiği denge,
Bununla beraber şayet tek başına bolluk ve
ölçü, hüsn, hikmet ve lütfunu; hasılı, dalabilenler
servet bu şımarıklığın nedeni olsa idi bize
için bahr-ı Zât’ın nihayetsiz sahillerini anlatır;
Dâvûd ve Süleyman (a.s.) gibi zenginliğe
zira “O yaratanların en güzelidir.”15 Yarattığı
hükmeden peygamberin haşmetinden
her şeyden sonsuz kere daha güzeldir. İlahî
bahsedilmez, Rablerine karşı fakr u zaruret
güzelliğin rayihasını kendi hissesince taşıyan
hali ile acziyetlerini itiraf eden iman abideleri
her bir mevcut, insandaki güzeli arama, daha da
örnek gösterilmezdi. Bu örneklerle belki de
öte bir güzelle tanışma şevkini artırır ve gözlere
ümmetlerin en büyük fitnesinin mal olduğu
aydınlık, gönüllere sürur olur. Akl-ı selim,
ve ancak Rablerini hakkıyla zikredenlerin bu
kalb-i selim ve zevk-i selim sahibi olmanın zahir
fitneden muhafaza edileceği anlatılmak istenir.
sebepleridir onlar. Tevhit, edep, ihsan, ihlas
Dolayısıyla Kur’ân’ın anlatımı bizi güzeli terk
olmaksızın hiçbir güzelliğe erişilemeyeceğini
etmeye yahut güzeli aramayı bırakmaya değil,
yani manevî kemale varılamayacağını
güzeli, hakikî sahibine irca etmeye sevk eder.
anlatmıyor mu Kur’ân? Peki, bu manevî kemâle
Ondan gelip ona dönecek olan her şey, hem
ermenin bir usulü olarak estetik bir terbiyeden
mebdei hem de zahiri itibariyle güzel olduğu
geçme, kulun zarafetine yaraşır bir varoluş ile
kadar, varlığı itibariyle de O’nun bir tecellîsi,
O’ndan kendine yansıyan güzellikleri izhar etme,
eşsiz sanatının birer örneğidir. Güzelliğin verdiği
kulluğun en zarif, en naif şekli değil midir? Bu
hazza tapınmayıp, bencillikten uzak, imanî her
nedenle ister tabiattaki cemâlin kendisi ister
bir temaşa, zahirden batına giden bir yolculuğun
o cemâli anlatmaya çalışan sanatkarın elinden
vesilesi olacaktır. Gözlerini güzel ile buluşturan
çıkan bir nakışın lahûtî ilmekleri, hakikî güzeli
yolcu, güzelin suretini değil mânâsını temaşaya
arayan kulu tek bir şeye sevk edecektir: Eşsiz
başlayacak ve onun yolu, suretten asla, cemalden
güzellikte yaratan Bedii’e, Cemâl ile perdelenmiş
Cemîl’e varacaktır.
Kemâl’e yani O Zât’a, iman, teslimiyet ve şükür
Dolayısıyla İslâm medeniyeti müslümanın hem duygularıyla yönelmeye... Bu iman, tefekkür
şahsiyetini inşa ve hem de dokunduğu tüm ve gayretin neticesinde kurulan şehirler ise
yaşam alanlarını ilahî bir ruhla imar etmesinin işte o vakit, gerçek “beldetun tayyibe” vasfını
adıdır. Bir diğer tabir ile beşeriyetten insaniyete kazanacak, tesirli ve kalıcı olacaklardır.
12 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
NOTLAR
1 Vaiz, Diyanet İşleri tasladılar ve: ‘Bizden Boğaziçi Müzesi
Başkanlığı. daha güçlü kim varmış?’
Rumelihisarı’nda oturduğum yalıdan birkaç yalı ötede,
2 Ayet-i kerimede dediler. Kendilerini
Sultan Hamit’in son tophane-i amire müşiri Zeki Paşa
(Sebe, 34/10) “bizden” yaratan Allah’ın, onlardan
tarafından ve dört katına ve kârgir yapısına rağmen
tabirinin gelmesi, asıl daha güçlü olduğunu
Boğaziçi’nin nazlı kıyılarına ezer gibi yüklenmeyecek
merciye işaret edilmesi görmüyorlar mıydı?
bir tarzda yaptırılmış olan büyük bina, o paşadan sonra
bakımından aynı Doğrusu onlar, bizim bilmiyorum kaç kalabalık ve zengin ailenin debdebesini
ontolojik bağı ortaya ayetlerimizi bile bile inkâr barındırdı. Cumhuriyete kadar da son padişahın bir
koyar. Zira bu nimetler ediyorlardı.” (Fussilet, kızıyla, son halifenin oğlu orada oturmuşlardı. Hayli
alelade değil, Allah’ın 41/15) zamandır boş ve bakımsız olsa gerek: Deniz ve kara
has kullarına bahşettiği 11 Şuarâ, 26/149. cihetlerindeki bahçe duvarlarının hali ve camları sakat
ve O’nun azametini 12 Kur’ân-ı Kerîm’de bu pencerelerinin uzaktan manzaraları, bir tamir ihtiyarını
gösteren birer lütuftur. iki kavim hakkında ciddiyetle haber vermektedir. Ve asıl hazin olan şey,
Bkz. Razi, Fahrettin, şöyle buyrulur: “Âd ve mesken buhranına rağmen, bu büyük güzel yalının, bir
Mefâtihu’l-Gayb, Daru’l- Semûd’u da helâk ettik. tütün deposu olmadığı takdirde böyle bomboş kalmasına
Fikr, Beyrut, 1981, Onların başına nelerin ve harap olmağa mahkum bulunduğudur. Bugünkü hayat
geldiği, harap olmuş şartlarına göre, böyle bir yalıda oturmak için bir insanın
25/246.
hem çok, pek çok zengin olması, hem de apartmanın
3 Bkz. Elmalılı Hamdi meskenlerinden size
çepeçevre kuşatmış hasut gözlere şirretini her an teşhir
Yazır, Hak Dini Kur’ân açıkça belli olmaktadır.
etmeğe tenezzül etmez bir mizahta bulunması lazım.
Dili, Matbaa-i Ebuzziya, Şeytan onlara amellerini
Büyük zengini bulsak dahi onun inziva sevenini bulmak
İstanbul, 1935, 5/3953. süsleyip püsledi de
çetin dava! Kaldı ki ben, bugünkü sahibinin adını dahi
4 Kıssa için bkz. Sebe, böylece onları doğru bilmediğim bu yalıdan, ona kiracı veya alıcı aramak
34/10-13. yolu tutmaktan alıkoydu. maksadıyla değil, fakat Boğaziçi’ne mahsus bir müze
Halbuki onlar gerçeği olmağa büyüklüğü, kârgirliği, etrafının oldukça açıklığı,
5 Kıssa için bkz. Sebe,
görebilecek kadar zeki vapur iskelesine gayetle yakın ve bir tramvay durağına da
34/15-21.
ve uyanık kimselerdi.” nihayet yirmi dakika mesafede bulunuşuyla pek münasip
6 Sebe, 34/17. (Ankebût, 29/38) olduğu için bahsediyorum.
7 Ayet-i kerimede şöyle 13 Kur’ân-ı Kerîm’de
buyrulur: “Hamd Evet, Boğaziçi’ne mahsus ve içindeki her şeyi onun
şöyle buyrulur: “Biz bu mazisini ve bugününü gösterip anlatan bir müze.
göklerde ve yerde ne topluluk ve kişilerden İstanbul’un camileri ile beraber, en büyük ziynetini ve
varsa hepsinin sahibi her birini günahları dünyanın, tekmil dünyanın en müstesna güzelliklerinden
olan Allah’a mahsustur; yüzünden kıskıvrak biri olan Boğaziçi’nin kendini mahsus ve münhasır bir
Ahirette de hamd yalnız yakalayıverdik: Kiminin müzeye sahip bulunması, elbette ki fazla olur şey değildir.
O’na özgüdür. Hikmetle üzerine taş yağdıran Kimsenin bunu fazla addetmeğe kalkışamayacağına
yöneten, her şeyden bir kasırga gönderdik. o derece emniyetim var ki, kurulması fikrini müdafaa
haberdar olan O’dur.” Kimini o korkunç çığlık etmeği lüzumlu bir şey sayıyor ve nerede kurulabileceği
(Sebe, 34/1) yakaladı. Kimini yerin hakkındaki fikrimi söyledikten sonra, yeni müzenin
8 Bkz. Araf, 74. dibine geçirdik. Kimini salonlarını nelerle dolduracağımız bahsine geçiyorum.
9 Bu kavim Fecr suresi de suda boğduk. Allah, Bu müze tabiidir ki, evvela Boğaz’ın ilham ettiği ve
7. ayette “zâtu’l-‘ımâd” böyle yapmakla kesinlikle edeceği bütün tablolara, desenlere, eski Boğaziçi’ne ait
(sütunlar sahibi) adı ile onlara zulmetmedi; lâkin Garp resimlerinin röprodüksiyonlarına ve eski Boğaziçi’ni
de zikredilmektedir. onlar kendi kendilerine pek çoğu yıkılmış yalılarıyla gösteren fotoğraflara ait
10 Kur’ân-ı Kerîm’de zulmettiler.” (Ankebût, bir kısmı ihtiva edecek; ikinci bir kısım, eski binaların
haklarında şöyle 29/40) mahvolmaktan kurtulmuş ve kurtulacak tavan ve kapı gibi
buyrulur: “Âd kavmine 14 Örnek olarak bkz. Zariyat, ziynetli parçalarına ve bütün bir medeniyeti canlandıran
gelince, yeryüzünde 51/20-21; Ra’d, 13/3. türlü kıymetli eşyasına -bu meyanda eski Boğaz
haksız yere büyüklük 15 Müminun, 23/14. kayıklarına- ait olacak; üçüncü bir kısım da, Boğaziçi’nin
Türkçede ve her lisanda -vehleten tahmin edilemeyecek
kadar çok miktarda- muharrire ilham etmiş bulunduğu
eserleri toplayacaktır. Bilhassa bu son kısmında, bir gün
daha fazla durmak üzere bu yazıyı, Boğaziçi Müzesi’nin
yakın bir istikbalde, bir hakikat olmasını dilemekle
bitireceğim.
Kaynak: Nahit Sırrı Örik, “Boğaziçi Müzesi”, Tanin, nr.
847, 8 Ocak 1946, s. 2’den naklen, İstanbul Yazıları, TTK
Yayınları, Ankara, 2011.
sırasında, millî mücadelede yer alan Büyükdereli 14 Abdürrahim Cabir Vada, 30 Meropi Anastassiadou,
Boğaziçi Konuşuyor “İstanbul’da Yaşayan
Karabet Bey ve Davit Sehakkuli gibi kişiler takdir Rumların Sosyal
ve Kanlıca Tarihçesi,
edilmiştir.39 Hagop Mintzuri’nin anılarında Kitabevi, Yay., 2004, s. Hayatında Din”, Antik
karşımıza çıkan Mustafa Ağa’nın fırının önünde 35-36, 70. Çağdan XXXI. Yüzyıla
kendini siper edip Ermeni dostlarını koruması 15 Mina Rozen, A History of Büyük İstanbul Tarihi,
the Jewish Community in İSAM&İBB Kültür, 2015, s.
da önemli bir anekdottur.40 90-119, 117.
Istanbul: The Formative
Musevî Tanburî İsak Efendi’nin (1745-1814), Years 1453, 1566, Brill, 31 Semavi Eyice, Bizans
2010, s. 228-229. Devrinde Boğaziçi,
müzikolog Ermeni Gomidas Vartabed’in (1869-
16 Dorina L. Neave, Yeditepe Yay., 3. basım,
1935) ve şair Rum Konstantinos Kavafis’in Twenty-Six Years 2017, s. 130.
(1863-1933) geçtiği bir Boğaziçi’nin sadece on the Bosphorus, 32 E. Dutemple, En Turquie
hatıralarda kalması ne acı… Grayson&Grayson, 1933, d’Asie, Notes de voyage en
s. 217. Anatolie, Paris, 1883, s.
17 İstanbul ve Boğaziçi, çev. 45-46.
Ali Berktay, Türkiye İş
NOTLAR 33 G. V. İnciciyan, Boğaziçi
Bankası, Kültür Yay. 2018,
Sayfiyeleri, Eren Yay.,
1 İstanbul Üniversitesi 6 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, s. 167.
İlahiyat Fakültesi Felsefe a.g.e., s. 78, 79. 2000, 152.
18 Miss Julia Pardoe, The
ve Din Bilimleri Bölümü 7 Boğos Levon Zekiyan, 34 Ebcim, a.g.e., s. 27, 71.
Beauties of the Bosphorus,
Dinler Tarihi Anabilim Kayıp Kentten Manevi 1838, s. 132. 35 Ebcim, a.g.e., s. 21, 61,
Dalı Vatana: Ermeni Tarihine 127, 139, 144, 145,
19 İffet Evin, Yaşadığım
2 Elmon Hançer, Toplu bir Bakış Denemesi, Boğaziçi: Anılar, Öyküler, 154-155, 174, 194. John
“Boğaziçi’nde Ermeni çev. Sema Postacıoğlu, İletişim Yay., 1999, s. 39. Freely, The Bosphorus,
Mezarlıkları”, ed. Haluk Aras Yayıncılık, İstanbul, Redhouse, 1993, s. 141.
20 Nedret Ebcim, Üç Dinin
Sezgin, Geçmişten 2018, s. 225-226. 36 Eyice, a.g.e., s. 130.
ve Ünlülerin Buluştuğu
Günümüze Boğaziçi, c. 1, 8 Timur Kuran, ed., 37 Kurtçu, a.g.e., s. 374.
Semt: Kuzguncuk, İleri
387-397, 388. Mahkeme Kayıtları Yay., 2005, s. 137. 38 İffet Evin, Eski Boğaziçi
3 Dimitri Demirci, “Boğaziçi Işığında 17. Yüzyıl
21 Mintzuri, a.g.e., s. 13. İnsanları, İstanbul, 1992,
Rum Kiliseleri”, ed. İstanbul’unda Sosyo-
22 Mintzuri, a.g.e., s. 65. s. 39-40.
Haluk Sezgin, Geçmişten Ekonomik Yaşam, c. 1,
Günümüze Boğaziçi, c. 1, Türkiye İş Bankası Kültür 23 Pardoe, a.g.e., s. 42, 214, 39 İbrahim Balcı, Milli
s. 261-266, 261. Yayınları, 2010, s. 433- 215. Mücadelede Boğaziçi,
4 Haluk Y. Şehsuvaroğlu, 764. 24 Evin, a.g.e., s. 18. Diğer Yayınevi, 2004, s.
Boğaziçi’ne Dair, Türkiye 9 Elmon Hançer, a.g.m., s. 25 Neave, a.g.e., s. 133-134, 39-40, 50, 89, 169.
Turing ve Otomobil 275-276. 141, 147, 148. 40 Mintzuri, a.g.e., s. 7.
Kurumu, 1986, s. 67. 10 Nevzat Erkan, Osmanlı
5 Elmon Hançer, “Boğaziçi Üsküdar’ında Toplumsal
Ermeni Cemaati ve Hayat (18. Asır Üsküdar’da
Kiliseleri”, ed. Haluk Müslim-Gayrimüslim
Sezgin, Geçmişten İlişkileri), Üsküdar
Günümüze Boğaziçi, c. 1., Belediyesi Yayınları, 2015,
s. 267-367, 327. s. 167.
2. Tophane-Karabaş Tekkesi
Babüssaade Ağası Karabaş Mustafa tarafından
XVI. yüzyılda yaptırılmış, müteaddit
zamanlarda tamir görmüştür. 1957 yılında
Mehmet Cemal Öztürk1 temelden yıkılıp, namazgâh, mektep ve zâviyesi
üzerinden yol geçirilmiştir. Bilahare 1962 yılında
cami yeniden inşa edilmiştir. Zaviye bir Halvetî
zâviyesi iken bilahare Kadirî ayinlerinin yapıldığı
Bu yazıda Boğaziçi dergâhlarını tespit bazı kaynaklarda yer alır.
sadedinde Rumeli kıyısını Tophane’den başlatıp
Karadeniz’e, Karadeniz’den de Anadolu kıyısını Haziresinde medfûnîn arasında bânisi ile Kılıç
Kuzguncuk’ta bitirmek şeklinde bir tahdide Ali Paşa Camii yazılarının hattatı Demirci Kulu
gidildi.2 Zira Boğaziçi ilçelerinin tüm dergâhları Yusuf Efendi de vardır. Demircikulu Yusuf
ele alındığı takdirde elli civarında bir sayıya Efendi, Hattat Ahmed Karahisarî ekolünün son
ulaşılacaktır ki bu, yazının hacmini oldukça temsilcisidir. Demircikulu, Topçu ocağında/
zorlayacaktır.3 Tophane-i Amire’de “Ulufeli Duacılık”
hizmetinde bulunmuştur. Top dökümü
Bilindiği üzere “tekke” ve “dergâh” aynı esnasında, ateş yakılmadan evvel ocak başında
mânâya gelse de “âsitâne” merkez tekkeyi ifade dua eden kimselere “Ulufeli Duacı” denilirmiş.
etmektedir ve daha müştemilatlıdır. Bir de Bu vazife daha sonra burada bulunan Karabaş
“zâviye” tabiri kullanılır ki bu da küçük tekkeleri Zaviyesi şeyhliğine tahsis olunmuş.
ifade eder. Ayrıca tekkeler müstakil yapılar
olduğu gibi bir kısmı ev-tekke denen türde 3. Fındıklı-Keşf î Cafer Tekkesi
olup, şeyhin evinin bir kısmını tekke haline
Fındıklı’da Kânûnî devri Kıbrıs Beylerbeyi
getirmesiyle oluşmuş veyahut da camilere vaz‘-ı
meşihat denilen uygulama ile camileri-mescitleri Ahmed Paşa’nın eşi Perizat Hatun tarafından
aynı zamanda tekke olarak kullanmak söz 1575’te Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Mescit-
konusu olmuştur.4 zaviye, türbe, çeşme ve mektepten oluşmaktaydı.
Ahmed Paşa’nın yalısının bahçe kısmına
Boğaziçi Rumeli Yakası Dergâhları yapılmıştır. Zakir Şükrü’nün Mecmua-i
Tekâyâ’sında “bina-yı tekke 1008/1600” olarak
1. Cihangir Âsitânesi gösterilmektedir. Tekke, Halvetî-Sünbülî
Aynı adla anılan cami ile bir bütün teşkil tekkesidir. İlk şeyhi Yemenî Hasan Efendi
eden tekkenin bânisi, Halvetiyye tarikatının halifesi Hasan Efendi’dir. Bu zatlar hakkında
Cihangîriyye şubesinin kurucusu Şeyh Hasan bilgi bulunmamaktadır. Tekkeye adını veren
Burhâneddin Cihangîrî’dir (v.1663). Bu camii ikinci şeyhi Keşf î Cafer Efendi’dir. Koca Mustafa
ilk defa 1559 yılında Kânûnî Sultan Süleyman; Paşa Sünbülî tekkesi şeyhlerinden Hasan Adli
1552 yılında Halep’te ölen oğlu Cihangir adına Efendi’nin halifelerinden olan Keşf î Cafer
Mimar Sinan’a yaptırmıştır. Mimar Sinan Efendi (v. 1643) İstanbullu’dur. “Keşf î” mahlası
eserlerini yaparken yerin hususiyetini göz ile söylediği bir hayli ilahileri bulunmakta ise
önünde tuttuğu için camii kârgir kubbe ile değil, de pek azı günümüze ulaşmıştır. Hatuniye adı
“çarpuşta” denilen ahşap kubbe ile örtmüştür. da verilen bu yapı topluluğu 1956’da istimlak
Bu kubbe Ramazan Efendi Camii gibi kurşunla edilerek tarihe karışmıştır.5
28 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Beykoz’da
Raûfî Tekkesi
diye de
bilinen Hafız
Mehmed
Efendi
Dergâh-ı
Şerif’inin
şeyhi Ahmed
Cemaleddin
Efendi’nin
el yazısıyla
tarikatlerin
silsilelerine
dair bir kâğıt.
Sonunda da
kendi mührü
bulunuyor.
(M. C. Öztürk
arşivi)
Meşâyih tarafından merkezlere ayrılmıştır.17 olup tekke ile alakalı bir vakfiye tanzim ziçi’nin Rumeli
Yakası Fotoğ-
Beykoz tekkelerinin Meclis-i Meşâyih’e karşı etmiştir. Tekkede 1870’e kadar Nakşî, 1870-
rafları., haz. M.
sorumlu oldukları merkez tekke Hâfız Mehmed 1910’lu yıllar arası Halvetî-Şa’bânî sonra tekrar Sinan Genim, c.
Efendi Tekkesi olmuştur. Bağlı tekkeler, şeyhleri Nakşibendî şeyhler görev yapmıştır. 1925’ten 2, Suna ve İnan
sonra harap olan tekke, 2010 senesinde Vakıflar Kıraç Vakfı İstan-
ve bağlı bulundukları tarikat ise şöyledir: Şeyh bul Araştırmaları
Süleyman Efendi Tekkesi, Halvetiyye; Şeyh Çayır Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş, Enstitüsü, İs-
Tekkesi, Rifâiyye; Yûşa Tekkesi, Nakşibendiyye; camii 2012’de ibadete açılmış, 2013 tarihinde tanbul 2006, s.
Emin Efendi Tekkesi, Atâullah Efendi Tekkesi ve Vakıflar tarafından Beykoz Belediyesi’ne tahsis 451)
Rûmî Mehmed Efendi Tekkesi, Nakşibendiyye. edilmiştir. Günümüzde ise Bilim Kültür ve
Sanat Derneği’nin (Biksad) Kanlıca Şubesi
Tekkelerin seddinden sonra, 1930’lu yıllarda yol ve Efe Hazretleri Vakfı’nın merkezi olarak
genişletilmesi sebebiyle sağlam haldeki kârgir kullanılmaktadır.
tekke binası yıktırılmıştır. Arsası iki parsel
haline getirilerek, hazirenin bulunduğu parsel 5. Rûmî Mehmed Efendi Tekkesi/Nazif Dede
vakıflarda kalmak suretiyle, harem kısmının da Tekkesi
yer aldığı parsel satılmıştır.
Anadoluhisarı’nda, Otağtepe Ayazma Caddesi,
Tekke binası son dönemde rekonstrüksiyon Setüstü Sokağı’nda bulunmaktadır. Tekkenin
çalışması tamamlanarak 2021’de kültür merkezi bânisi Mehmed b. Ali b. Abdullah’dır. Kendi
olarak ihya edilmiştir. evini tekkeye çevirmiş ve 1797 tarihinde bir
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 33
vakfiye düzenlemiştir. Rûmî Tekkesi’nden İstanbul’un 100 Veli Araştırma Dergisi,
günümüze hiçbir şey kalmamıştır. Yapının Tekkesi kitaplarından Bahar 2011, S. 101, s.
derlenmiştir. 269-310.
üzerinde yer aldığı 54 ada 78 parsel, İstanbul
4 Cami ve mescitlere 11 M. Raif, Mir’at-ı İstanbul,
Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Su ve vaz‘-ı meşihat bir vakıa İstanbul, 1896, s. 274.
Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) malı olarak olsa da ne sebeple 12 M. Akif Köseoğlu,
gözükmektedir. Aynı adada Mihrişâh Valide ve nasıl uygulandığı İstanbul’da Faaliyet
Sultan’ın Otağtepe namazgâhı bulunmaktadır. pek tartışılmamıştır. Göstermiş Halvetî-
Tekke açmanın bir Şabânî Tekkelerinin
fonksiyonu da it’âmu’t- Günümüzdeki Durumu, I.
6. Çengelköy Şeyh Nevrûz Mescit Tekkesi taâm yani fukarayı Uluslararası Şeyh Şa’bân-ı
Üsküdar Çengelköy’de Havuzbaşı Sokak ile doyurmaktır. Buna Velî Sempozyumu,
imkanı olmayan hulefa Kastamonu, 2012, II, 363-
Mehmet Gümüşay Sokak’ın arasındadır. Hacı
tekke açmaya teşebbüs 378.
Kâmil Efendi tarafından 1855’te Orta Asya’dan etmişlerse de sabit bir 13 CSR Arşivi, Dosya
gelen dervişlerin ikameti amacıyla yaptırılan geliri-vakfı olmayan no: 192; Revnakoğlu,
Havuzbaşı (Şeyh Nevruz) Tekkesi, kaynaklarda tekkeler bu sefer sürekli Cemâleddin Server,
evkaf nezaretinden
Afganî Kalenderhânesi, Özbekler Tekkesi ve “Tarîkatlerin Tarihine
yardım talebinde Toplu Bir Bakış,
Havuzbaşı Tekkesi olarak da anılır. 1884 tarihli bulunmuşlardır. Arşiv Kadîrîliğin İstanbul’a
bir belgede Nakşibendiyye’ye, 1890 tarihli belgeleri incelenerek Gelişi ve Yayılışı”, Yeni
Mecmûa-i Tekâyâ’da ise Kâdiriyye’ye bağlı hangi tekkelerin ihtiyaç Tarih Dünyası Dergisi,
olduğu kaydedilmiştir. Sultan Vahidüddin’in arzettikleri tesbit 26 Kasım 1953, I, 6; M.
edilebilir. Cemal Öztürk, “Haffâf
Hazinedar Ağası Mukbil Ağa tarafından
5 İ. Fazıl Ayanoğlu, Hüseyin Efendi Tekkesi
1920’lerde yenilenmiştir. Tekkenin son şeyhi “İstanbul’da Yola Şeyhi Mirgunlu Ahmed
Mehmet Nureddin Artam (v. 1958)’dır. Mehmet Kalbedilen Cami Vesaire”, Muhyiddin Efendi ve
Akif Ersoy, bazı kaynaklara göre İstiklâl Vakıflar Dergisi, 1969, VIII, İki Eseri”, İznikli Gönül
Marşı’nın bir bölümünü bu camide yazmıştır. 330-332. Adamı Eşrefoğlu Rumi
6 1732 yılında sadrazam Sempozyumu-Bildiriler,
Cami 1985 yılında Çizmeci Ailesi tarafından
Hekimoğlu Ali Paşa İznik Belediyesi Yay.,
restore edilmiştir. tarafından yaptırılan, Bursa, 2010, ss. 65-74.
suyu Taksim suyu 14 1534 yılında yaptırılan
7. Beylerbeyi Bedevî Tekkesi tesislerinden gelen camiinin banisi
çeşme Kabataş set Şeyhülislam Zembilli
Beylerbeyi, Istavroz deresi, Abdullah Ağa üstünden, 1958 yılında Ali Efendi’nin oğlu Fâzıl
Mahallesi, Bedevî Tekkesi Sokağı’ndadır. bugünkü yerine Efendi’dir.
Tevhidhâne, haremlik, selâmlık, mutfak, türbe taşınmıştır. 15 M. Cemal Öztürk,
ve sarnıç bölümlerinden günümüze pek azı 7 https://kulturenvanteri. Cerrâhîlik, İstanbul, 2018,
kalmıştır. Dergâhı Seyyid Hüseyin Hıfzı Efendi com/yer/cizmecibasi- s. 341.
bedreddin-mahmud- 16 Yûşâ (a.s.) Hz. Musa
1855’te kurmuş ve dergâhın ilk şeyhi olmuştur. aga -kabri/#16/41. zamanında yaşamış ve
Son şeyhi Seyyid Mahmud Said (Gülman) 033429/28.991814 Kudüs’ü fethetmiştir.
Efendi (v. 1963)’dir. Restore edilen tekke 1987’de 8 M. Baha Tanman, Mezarı da Kudüs
İstanbul Eğitim Vakfı’na tahsis edilmiştir. “Karaabalı Tekkesi”, civarında olsa gerektir.
Dünden Bugüne İstanbul İstanbul dışında, Halep
Ansiklopedisi, IV, 438-439. veya Nablus yakınlarında
NOTLAR 9 M. Baha Tanman, Maara Şehrinde, Ürdün/
“Beşiktaş Mevlevîhânesi”, Salt’ta ve Gaziantep’te
1 Araştırmacı, yazar. maddelerinden, Necdet
DİA, İstanbul, 1992, V, Hz. Yuşa (a.s.) makamı
2 M. Tayyip Gökbilgin, Yılmaz’ın hazırladığı
Beykoz Tekkeleri, Salim 553-554,. vardır.
“Boğaziçi/Tarih”, DİA, VI,
Yorgancıoğlu’nun 10 Fahri Maden, “Arşiv 17 Bu durum sadece Beykoz
251. Belgeleri ve Vakıf için değil, diğer ilçeler
Üsküdar Dergâhları,
3 Bu çalışmada, bahsedilen Mustafa Özdamar’ın Kayıtları Işığında Durmuş için de söz konusudur.
dergâhlarla ilgili bilgiler Dersaâdet Dergâhları, Dede Tekkesi”, Türk Bkz. Albayrak, Son Devir
hususen, DİA’nın ilgili M. Akif Köseoğlu’nun Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Osmanlı Uleması, V, 27.
dinlenen yamaçlar”da
gerçekleşen bir söyleşi
Fulya İbanoğlu
Çok şükür, İstanbul’un asude kalabilmiş -Maşallah. Anne baba onlar da Kandillili
nadir sokaklarından birinde, baharın henüz mi?
tüm renk ve kokularının Boğaz’ın üstünü -Yok, babam Ayvalıklıdır. 12 yaşında
bir tül gibi sardığı bir ikindileyin ağaçların, Talimhane’ye gelmiş. Annem Bandırma’dan
sarmaşıkların koynunda şirin mi şirin bir evin buraya gelin gelmiş. Ben doğmuşum sonra
bahçesinde üç Kandillili hanımefendiyle sohbet
kardeşim dünyaya gelmiş.
etme fırsatı bulduk. Boğaziçi’ni kitaplardan
okumak mümkün elbette. Hakkında satırlarda - Anneniz babanız ne vesileyle gelmişler
ve sadırlarda pek çok şey var... Ya onların buraya acaba? Hatırlıyor musunuz?
hayatında?! Anlatacak çok şeyleri vardı. Hepsini - Dayım buralarda oturuyormuş. Annem de
bir dergi sayfasına sığdırabilmek ne mümkün! sonra gelin olarak gelmiş. Babam çok küçük
- Bulunduğumuz bu mahallenin adı nedir? yaşta halasıyla beraber Talimhane’ye gelmiş.
-Kandilli Bahçe Sokak. Ama eskiden sadece Anne baba yok, Ayvalık’ta vefat etmişler. Sonra
Bahçe sokakmış. Kandilli köydür esasında. halası da ölünce oranın ahalisi sahip çıkmış.
Eskiden beri babam hep Kandilli köy derdi. Burada annemle evlenmek nasip olmuş.
Kandilli şimdi mahalle olmuş. - Babanız ne iş yapardı?
- Bahçe sokak denilmesinin sebebi -Babam inşaat ustasıydı. Annem ev hanımıydı.
Hasbahçe’den dolayı mı? Sonra dikiş okuluna gitti. Terzilik yapıyordu.
- Muhtemelen. Kandilli’nin diğer adı da
- Babanız Kandilli civarındaki inşaatlarda
Hasbahçe’ymiş zaten.
mı çalışıyordu?
-Yüksel Hanım siz de burada mı doğdunuz? -Tabi Kandilli öyle zaten. Herkes kendi
-Tabi, bu Bahçe sokak 27 numaraya kayıtlıyım. muhitinde. Tamirat, yeni inşaat, mezarlık, ne iş
46 doğumluyum. olursa olsun bu işleri yapardı.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 35
-Mezarlıklarda ne yapıyor? ev bu yolun aşağısında. Hallaç Hüseyin Sokak,
-Mezarlık, kabirler. Kenarlıklarını yapıyor. 3 numara, orada oturduk. Orası şimdi satıldı
Özellikle taş olarak yapardı. Sonra üzerini da doğduğum ev diye hep orayı anıyorum.
mermerle kaparlardı. Ahşap bir ev. Büyük çınar ağaçlarının altında
25 yıl oturduk orada. Ahşap ev, zamanla iyice
- Büyükleriniz Kandilli ve Boğaz civarıyla bel verdi. Annem üstümüze yıkılacak falan
alakalı neler anlatırdı? derken, Kandilli’de ev aramaya başladık. Şimdi
- Eskiden bir arka sokakta iki büyük ev vardır. oturduğumuz bu evin de bir arsasını satın
Biri Rasathane Müdürü Fatin Hoca’nın evidir. almıştık, aşağıda mebus beylerin bitişiğinde
Biri de yan tarafında bir Fransız madama ait bir hanım var onun evine gitmiş annem
taş ev. Şimdi Nevmekan Kandilli diye yeniden kiralayacağım diye. Hocanın hanımı anneme
restore ediliyor. Annem bu Fatin Hoca’nın “Senin orada arsan yok mu niye oraya ev
evinin bir odasına gelin gelmiş. yapmıyorsun? Annem de “Paramız yok, arsayı
ancak aldık.” “Biz bu evi yaptığımızda 10 bin lira
-Oda oda mı kiralıyorlarmış?
borcumuz vardı. Siz girişin Allah yapar.” demiş.
- Koskoca ev boş zaten Fatin Hoca tek başına hakikaten de Allah yardım ediyor.
oturuyor. Annem anlatırdı: Evin alt katı taş
kömür dolu. Almışlar yığmışlar. Fatin Hoca, “Gel - Dedenizin evi, sizin de büyüdüğünüz ev
Recep yak istediğin kadar, otur burada.” demiş. dolayısıyla...
Bir odayı vermiş. Belki de kira da vermiyordur. -Evet dedemin evi. Onun bir üstünde muhtar Ali
Bahçesine falan bakıyordur Fatin Hoca’nın. Bey vardı. Ben o eve de gitmiştim. O zamanlar
muhtar değişti, geçici olarak yine muhtar Ali
- O zamanlar Fatin Hoca’nın da yaşlılık
Bey oldu, bizim bazı evrak imzalatmalarımız
dönemleridir muhtemelen.
oluyordu, onun evine kadar giderdim. O da
-Tabi tabi. Annem diyor, “Bir oda vardı. Yerler büyük ahşap bir evdi. Büyükbabamlar esasında
kitap dolu. Oturur orda soğuk havada da. O Âşiyan’da Tevfik Fikret’le komşuymuş. Orada
kitapların başında. Artık ne yaparsa. Çocukları oturuyorlarmış ilk.
da Sitare Hanım ve Tarık Bey. Biz tanışmıyoruz.
Babam tanırdı, bizim isimlerini duymuşluğumuz - Tevfik Fikret hayattayken?
var sadece. -Evet orada oturuyorlarmış. Kandilli’de
kıyıda Edip Efendi Yalısı var köşede. Ev
- Fatin Hoca’nın evi vefatından sonra ne
sahibiyle büyükbabam görüşüp biliştikleri için
oldu? Siz vefatına yetiştiniz mi?
büyükbabamla babaannemi oraya yemeğe davet
-Yok. Ben ona yetiştim belki ama henüz buraya etmişler. Kandilli’de oturan ismi Gelin olan bir
taşındığımızda bir yaşındaymışım. Sonradan teyzemiz vardı. Bu yalıda yemek yapıyormuş
evin odalarını kısım kısım kiraya veriyorlardı; üç o vakitler. Annem de 16 yaşında fakir bir
dört aile barınıyordu. ailenin kızı. Fıstıklı’da bekçilik yapıyormuş
anneannem ve dedem. Beş oğlanın bir kızı
- Kitapları ne olmuş acaba Fatin Hoca’nın?
annem, fakir insanlar zaten, sebzecilikle falan
- Kim bilir artık çoluğu çocuğu ne yaptılar,
uğraşıyorlar. Büyükbabam öyle, dedem de bu
bilmiyorum. Onlar da aydın insanlardı.
şekilde bahçecilik yapıyor, sebze satıyor. Gelin
- Benim adım Gülçin Engin. 14 Şubat 1945 Teyze demiş ki anneanneme “Emine Hanım,
doğumluyum. Kandilli’de doğdum büyüdüm. ben yemek yapıyorum, ne olur Ayşe’yi bana ver
Babam Suriye hududunda görevliydi. Askerdi. de sofra hazırlasın yalıda.” demiş. Annem de
Orada okul olmadığı için beni babaannemle çok güzel bir kadın. Gelin teyzenin bu talebi
büyükbabamın yanına bırakırlardı. Doğduğum üzerine annem geliyor yalıya, servis yapıyor.
36 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Büyükbabam “Allah’ım ben bu kızı oğluma
alacağım.” diyor, Edip Efendi’ye de meseleyi Gülçin Engin, Yüksel Sarıdeniz,
açıyor. Edip Efendi de “Ben girerim araya Selma Aydoğmuş
isterim” diyor. Annemi iki yaş büyütüyorlar, Ayşe Hanım’la Emin Bey’in kızı olan Gülçin Engin, 1945’te
18 yaşına getiriyorlar. Dedem diyor ki -babam Kandilli’de doğdu. Üsküdar Mithatpaşa Kız Lisesi’nden mezun oldu.
biraz sinirliydi- “Bizim Deli Emin’i bu kız Bir kız, bir erkek evlat annesi. Ev hanımı.
akıllandırır.” Edip Efendi “Ben bu kızın nişanını
Yüksel Sarıdeniz, Fehime Hanım’la Recep Bey’in kızları olarak 26
düğününü bu yalıda yapacağım.” diyor. Hemen
Kasım 1947’de Kandilli’de doğdu. İlk ve orta okulu Kandilli’de okudu.
ev alıyorlar Kandilli’de dedemlere. Benim de
Kandilli Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi
büyüdüğüm bahsettiğim o üç katlı ev Edip Kimya Fakültesi’nde tahsil gördü. Mezun olduktan sonra Liba ve
Efendi’nin ikramıdır. Annem ilk çocuğunu Fako İlaç fabrikalarında çalıştı. 2002’de Paşabahçe SSK Hastanesi
Âşiyan’daki evde doğurmuş. Abim boğmaca Biokimya laboratuvarından emekli oldu.
olmuş, her gün bebek arabasına koyup onu
Selma Aydoğmuş, Ayşe Hanım’la Halit Özgülen’in kızı olarak 1953’te
deniz kenarına getiriyormuş, boğmacaya
Kandilli’de doğdu. İlk ve orta okulu Kandilli İlkokulu’nda, liseyi
deniz havası çok iyiymiş. Sonra Arnavutköy’e
Kandilli Kız Lisesi’nde okudu. 25 yıl MEB’de çalışıp 1998’de emekli
taşınmışlar. Arnavutköy’de de kapının önünden
oldu. İki kız, bir erkek evlat annesi.
tramvay geçermiş, ev sallanıyormuş böyle, abim
de camdan durmadan oyuncakları atıyormuş
tramvay yoluna, filan... Sonra Kandilli’ye
gelmişler. Yani annem Edip Efendi’nin yalısında çekerdik. Herkes bir şeyini atar küpün içine,
evlenmiş ondan sonra abim doğmuş, iki üç düğmesini, anahtarlığını, çakmağını. Ağzı
yaşındaymış demek ki, Kandilli’de ev bulup kapanır küpün, konur gülün dibine. Ertesi gün
buraya taşınmışlar. toplanılır yemekler hazırlanır, birisi elini sokar,
mesela düğme çıktı, “Bu kimin?” der, sen dersin
- Büyükbabanızdan bahseder misiniz biraz. “Benim!” Sonra bir mani çeker, o mani senin
- Çok şiir okurdu büyükbabam, çok güzel şarkı olur, açar, sana okur.
söylerdi. Çok da neşeliydi. Hıdırellez’de burada
sesi güzel bir komşumuz vardı Leyla Hanım - Ne kadar güzel, ne kadar zaman devam
diye, akşamdan babaannem çömlek koyardı ettirdiniz bunları?
güllerin dibine, niyet yazarlardı içine koyarlardı. - İşte benim çocukluğumda vardı, hatırlıyorum.
Büyükbabam derdi ki, Leyla Hanım’a hemen Herkes bir şey yapıp getiriyordu. Annemden
haber verin. Leyla Hanım gelir, bizim bahçede bulgur pilavı isterlerdi, bulgur pilavını güzel
şarkılar söylerlerdi. Neyi söylerdi biliyor musun, yapıyor diye.
“Telgrafın tellerine kuşlar mı konar?” Biz bir
- Hayattan zevk alıyormuş eskiler, fakiri
hıdrellez yapardık, oooo... Babaannem falan çok
de zengini de. Siz dedeniz ve babanenizle
süslüydü.
büyümüşsünüz Gülçin Hanım, onlar da
- Selma Hanım siz de hatırlar mısınız öyleydi değil mi?
hıdrellezde neler yaptığınızı? -Şimdi hayat çok tatsız. Maddiyatla ilgisi yok
- Hıdrellez sabahı güneş doğmadan erkenden bunun. Büyükbabamın gözleri sonradan kör
büyük bir ateş yakılırdı bizim kapının önündeki oldu. Öyle olduğu için çok şarkı söylerdi.
meydanda. Yaşlı teyzeler bütün kapıları çalıp Ben çok memnunum hayatımdan, derdi.
herkesi kaldırırlardı. Ateşin üzerinden atlardık. İki tane çocuğu üst üste ölmüş ondan sonra
Sonra keçilerden sağdıkları sütleri o ateşin gözleri kapanmış. Taşlıkta otururdu. Hiçbir
üstünde pişirirlerdi hep birlikte içerdik. Akşam şeye kızmazdı. Kim geçiyor diye hep kulağı
üstü de kırda bir küpe doldurdukları manileri sesteydi. Tabii tanıdık herkes... Çağırır, “Hadi
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 37
git mutfaktan büyük kazanda mısır kaynattılar ediyorlar. 15-20 gün bizde kalırlardı, en üstte
kendine de bana da al gel” derdi. Yemeyi çok üç oda var. Bir odanın her tarafı sedir. 2 kişi
severdi, çok yaşadı büyükbabacım. yan yana yatabilir, ayak ayağa yatar birbirine
değmez. O kadar çok yatacak yerimiz vardı yani.
- Babanenizden de bahseder misiniz?
Rahmetli anneciğim hiç kimseden iğrenmez,
- Babannem ocak. Bunlar okurlarmış, yüksünmez. Birinin ayağı tren yolunda kesilmiş.
okudukları şifa bulurmuş. Babannemin Zeki Her sene gelir İstanbul’dan ayak yaptırırdı. Tabii
Müren’e okuduğunu duymuş muydunuz? tahta ayak… Bir ay, iki ay kalırdı. Ayak olana
300 lira vermişler. Kandilli’de Abutların Yalısı kadar. Bir keresinde abisi de hanımıyla geliyor
meşhurdur. Babaannem Abutların Yalısı’na her o da kalıyor. Annem diyor ki “Tevfik abi ver şu
zaman gider okurdu. Gelir araba ile alırlardı ve çoraplarını yıkayayım, kokuyor!” Yani karısı da
Avrupa’ya gittikleri zaman babaanneme, kıyafet
yanında, kocalarının hizmetlerini yapmazlardı.
yoktu o zamanlar, üç dört metre kumaş, çeşit
Ama annem hepsini yapardı.
çeşit parfüm getirirlerdi.
- Çocukluğunuzda camiye gidip gelir
- Peki ocak olduğunu nasıl anlıyorsunuz.
miydiniz Gülçin Hanım? Ramazanlarda
Kimden el aldı acaba?
mesela teravihe gider miydiniz?
- Onu bilmiyorum. Balıkesir’den muhtemelen.
- Çok nadir. Uzak diye herhalde, bazen
Ama okuduğu an... Mesela bir gün Ahmet
giderdik. 55 senesindeki imamı hatırlıyorum.
Dayım İtalya’dan geliyor işte buraya yukarıya
On yaşlarındayım. Biz ona Hoca Dede
anneannemin elini öpmeye geliyor, tam Gelin
derdik. Lojmanda altlı üstlü otururlardı
Teyze’nin -gelin gelmiş buraya. “Gelin” demişler
abisiyle. Burnuna enfiye çekerdi. Arada bir
bir daha da adını kullanmamışlar. Gelin kalmış
büyükbabamın gözleri görmediği için ona
adı. 106 yaşında vefat etti- orada burasına bir
saygıdan yanına gelirlerdi. Ama bizim ödümüz
sancı giriyor, hemen dönüyor Nesibe Hanım
Teyze aman diyor ve babaannemin okumasıyla kopardı karşılarına çıkmaya. Böyle, arkadan
geçiyor. Çok güzel kurşun dökerdi. Her yerden arkadan bakardık. Ama hiç gıkımız çıkmazdı
gelirlerdi. Yalnız para almazdı. “Anahtar verin” çok korkardık. Amcanın adını hatırlayamadım
derdi. Böyle kocaman kapı anahtarları olurdu. ama cilt yaptıklarını hatırlıyorum. Hacı teyzem
Ya da “Çekiç verin, ama bir şey verin.” derdi. onlara çok giderdi Arapça öğretmeye çalıştılar
Beş kuruş da olsa sadakanız olacak ki o sizin ona ama yapamadılar. Şimdi diyorum kendi
duanız kabul olsun. Bir keresinde okumuş. kendime, ben on yaşındaydım, niye bana
Bir şey vermemişler. Babaannemin okuduktan öğretmemişler?!
sonra üzerinde bir şey kaldı, midesi bulanıyor.
- O zamanlar çok rahat değildi herhalde...
“N’oldu?!” dedik. “Okumaktan, ben de unuttum
- Amcaya her zaman gidiyorlardı öğretselerdi
bir şey istemeyi.” dedi. Evin kapısının kocaman
bir anahtarı vardı hep “Bana anahtarı verin kim duyacaktı ki! 69 ya da 70’di vefat ettiğinde
tamam.” derdi. Babaannem anneme elini vermek hoca. Bembeyaz sakallı. Kardeşim askerde
istedi. Ben yapamam dedi annem ve almadı. vefat etti 68’de. Annem o dedeye gidip nasihat
alırdı, her gün. Annem o şekilde teskin oldu.
- Anneniz burada doğdu burada gelin Pamuk gibi bir insandı, sakin, bembeyaz.
oldu. Kandilli’de bir ev hanımı olarak onun Ellerinin kemikleri görülürdü sanki şeffaflıktan.
hayatı nasıl geçerdi? Kayseriliydi bunlar. Entari giyerdi, yakadan üç
- Annem çok hamarat bir kadındı, Balıkesir’den tane düğmeli. Evin içinde. Ben dışarı çıktığını
babaannemin bütün akrabaları gelirdi ve onlarla pek hatırlamıyorum. Camiye giderken de
annem ilgilenirdi. Mesela birisi evlenecek... başında küçük sarık gibi bir şey vardı. Zaten
Balıkesir’de İstanbul’a geliyorlar, alışveriş camiyle ev çok yakındı.
38 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
- Yüksel Hanım siz küçüklüğünüzde camiye teyzem... Tek dedikodu yapmamıştır, yanında
gittiğinizi hatırlıyor musunuz? yapılmasına da müsaade etmezdi.
- Yok. Uzak diye herhalde götürmezlerdi. - Yüksel Hanım o zamanlar buralar daha
Benim halam lojman olarak kullanılan o evin da ıssızdır. Ev dışında nasıl vakit geçirirdi
alt katında ilkokulu okumuş, rahlelerde. Sonra Kandilli halkı?
Kandilli ilkokulu açılınca oraya geçmişler.
- Yazlık sinemalara Küçüksu’ya giderdik mesela.
Müezzin çıplak sesle okurdu ezanı. Bizim
Küçüksu’da mısır kazanları, mesire yerleri vardı.
buralarda hiç duyulmazdı aşağılarda okunduğu
için. - Siz mesire geleneğine yetiştiniz öyleyse?
- İftarı nasıl anlıyordunuz? - Tabi tabi çok mısır yedik, çok atlı karıncaya,
dönme dolaba bindik. Küçüksu’da piknik
- Top atılırdı İstanbul’da. Kapıda beklerdik top
yapılırdı. Göksu’ya, Ayazma’ya gidildiği
atılışını. Veya karşıda kandiller yanar, “Kandiller
zamanlara büyükbabam yetişmiş. Göksu
yandı.” diye çocuklar seslenir herkes besmeleyi
deresindeki kayıklara binerlermiş hanımlar.
çeker başlardı.
Şemsiyeler başlarında, ondan sonra, erkekler
- Kandillerde neler yapılırdı? Mesela helva fesli...
dağıtılır mıydı Gülçin Hanım?
-Bunları herkes rahatlıkla yapabilirdi değil
- Hamur yapılır dağıtılırdı. Bir Nadire Kalfa mi? Orta halli bir İstanbullu da?
vardı. Saraylarda yetişmiş. Ama sonra kocası - Tabi tabi. Orada pişen mısırlar da zaten
onu bırakıp başka bir hanımla evlenince bostanlarda yetişirdi, ne lezzetli oluyordu.
Nadire Kalfa üzüntüden meczup olmuş. Yolun Şimdi ata tohumu deniyor. Ben epey büyüktüm
kenarında oturur kendi kendine konuşurdu, o zaman liseye gidiyordum. Okuldan gelirdik.
kimseye zararı olmazdı. Öldüğü vakit, Ahbaplarımız vardı orada oturan. Onların
komşumuz Ahmet eline büyük bir sepet aldı yukarıdaki bahçelerinde tenekelerde mısır
bütün Kandilli’ye Nadire Kalfa’nın ruhuna kaynatılırdı. Şehnaz ablalar, yukarıda Aysel
diye dağıttı. Aşağıda kulübe gibi bir yerde üstü ablamız, onun abisi Osman abinin ailesi...
başı berbat yatar kalkardı. Bir Hanife Hanım Onların bahçelerinde büyük tenekelerde
teyzemiz vardı, kulübenin içindeki pislikleri haşlarlardı mısırları. Sonra altına köz sürerlerdi.
temizler, temiz eşya bırakırdı… Onları güzelce yerdik. Ayrıca satın alır
çantalarımıza koyar eve taşırdık. Ama lezzetleri
- Çocuklar pek gitmiyordu anladığım
unutulmaz….
kadarıyla; hanımlar da gitmez miydi
camiye Gülçin Hanım? Babaneniz mesela - Siz neler hatırlarsınız Gülçin Hanım?
gider miydi bir vesileyle? Kandilli’de hanımlar nasıl vakit geçirirlerdi
- Hanımlar vaaza giderlerdi. Bir gün Beykoz’da, eskiden?
Hisar’da, bir gün Sarıyer’de, bir gün Üsküdar’da. - Babaannem Nesibe Hanım, gezmeyi tozmayı
Mesela Gönenli Mehmet Efendi gelince oraya çok seven bir kadındı. Çok da güzel giyinirdi.
giderlerdi. Babaannemin kızkardeşi Hacı teyzem Hatta annem evlendiği vakit babaannemlerin
özellikle hepsini gezerdi. Beni de götürürdü evine geldiği vakit şaşırmış: Camların önünde
yanında. Bir keresinde Kandilli’deki camiye ojeler, asetonlar… Sürmesiz, kalemsiz asla
gelince beni de çağırmıştı, çantamla okuldan dışarı çıkmazmış. Annem de fakir bir ailede
çıkar çıkmaz oraya gittim. Onlar vaazı dinlerken büyüdüğü için görmemiş öyle şeyler. Annemi
bize karton vermişlerdi, ben de kartondan ev almışlar evirmişler çevirmişler, kadife elbiseler
yapmıştım. Tabii vaaz uzun sürüyor, ikindiyi giydirmişler. Ondan sonra kolunda bilezikler
kılar, arkasından kaza kılar. Uçar uçar hacı gümüşten... Annemi bebek gibi süslerlermiş.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 39
Zaten çok güzel bir kadındı. Demişler ki - [Yüksel Hanım] Şu üst tarafta, Şükriye
Kandilli’den otobüs geçecek. Bunlar giyiniyorlar, Abla’nın orada Rum komşularımız vardı. Yazlığa
kuşanıyorlar Kandilli’ye iniyorlar, otobüs gelirlerdi. Annem beni onlarla denize yollardı.
geçecek diye. Ama öyle bir hazırlanma ki sanki Türklerle yollamazdı. Niye?
vali geliyor oraya. Babaannem hep anlatırdı,
- Onlar yüzme biliyordur diye mi?
“Burada fırın yok, biz börekleri yapıyoruz taa
- Hayır hayır. Türk komşularımızla saatlerimiz
Yeni Mahalle’ye fırına götürüyoruz, fırından
uymazdı. Annem 12’de evde olacaksınız
börekleri alıyoruz Küçüksu’da yiyoruz eve
derdi. Madam Aleksendra vardı. Öğlen 10’ da
tepsileri boş getiriyoruz” derdi.
gideceğiz, 12’de evde olacağız. Gelir yemeğimizi
- [Yüksel Hanım] Gitmesi çok güzeldi Gülçin yer yatakta olurduk saat 1’e kadar öğlen uykusu
abla. Güle oynaya giderdik. Ama akşam oldu mu uyuyacağız.
dönerken uykumuz gelirdi. Yolumuz uzun. Bir
- Oo sıkı yönetim.
de Kandilli’nin yokuşu…
-Öyle, çok disiplin vardı.
- [Gülçin Hanım] Ama nasıl güzel gidiyoruz
biliyor musunuz? On beş yirmi kişi, belki otuz - Selma Hanım bize Kandilli’deki
kişi. Araba geçmiyor yoldan. Araba yok ki bayramlardan bahseder misiniz biraz...
geçsin. Çok az. Yani hep caddenin ortasından - Mahalledeki bütün evleri gezerdik. Mutlaka
yürürdük. mendilin içinde harçlık şeker verirlerdi. Yüksel
Abla’nın annesi en güzel mendilleri verirdi.
- Selma Hanım Kandilli deyince aklınıza
neler gelir? -Gülçin hanım burada çarşı pazar yok,
alışveriş nasıl yaparlardı?
- Kandilli’nin yazmaları meşhur, bilirsiniz.
Kandilli’de yaparlarmış, deniz kenarında - Eminönü’ne gidilirdi. Bir de kapıya mesela
kuruturlarmış. Şöyle; deniz suyuna batırıp karpuzcu gelirdi. Büyükbabam sorardı, bir
daha ne zaman geleceksin? Ooo ta ne zaman!
çıkarırlarmış, oyaların desenlerin rengi birbirine
O vakit, taşlık vardı evin önünde, bir sürü
akmasın diye. Sonra da çubuklar hazırlarlar
karpuz oraya yığılırdı. Basmacı gelirdi taşlığın
yazmaları çamaşır asar gibi asarlar, deniz
içine açardı basmaları. Üç metre sen üç metre
kenarında kuruturlarmış. Beşir Hamamı’nın
ben... Bizim yanımızda Madam Augustina
orada asıldığını, sallanan tülbentleri
vardı. Fahire Hanım teyze, Safiye Hanım teyze.
hatırlıyorum. Onlar da gelir bakarlardı basmalara. Bizim
- Beşir Hamamı deniz hamamı değil mi taşlık herkesin toplanma yeri. Madam Agustina
Gülçin Hanım? baklasını, Fahire Hanım teyze bezelyesini alır
gelir. Büyük bir taşlık, malta taşları kehribar
- Evet deniz hamamı. Orada öğrendik yüzmeyi.
rengi. Kimisinin nişanı orda yapılırdı. Yerde
Annem Beşir Hamamı’na halıları yıkamaya
gömülü küplerimiz vardı. Limonata, su koyardı
inerdi. 12 yaşına kadar orada denize girerdim. annem. Üzerini beyaz tülbentle kapatırdı,
On iki yaşımdan sonra babam yasak etti buzdolabı yok o zaman. Cezveyle küplerden
yüzmeyi. Kandilli kıyısında yüzdük. Ama alırdık. Sabah kahveleri bu taşlıkta içilirdi.
yüzmeyi de bir türlü öğrenemedik. Kandilli’de Yanımızda oturan Zekiyecik’le Alicik var. Alicik
çocuklar önce kendilerini iskeleden atarlar. Zekiyeci’ği kaçırmış, yanımızdaki küçüçük
Ondan sonra vapur yanaşır vapurun en üstüne kulübeye yerleşmişlerdi. Hatta Zekiyecik
çıkar yine atlarlar, vapur gider. En büyük zevki anlatırdı, “Alicik beni kaçırıp getirdiğinin ertesi
budur Kandillili gençlerin. Hanımlar yapmaz. günü annen elinde bohçayla geldi içinde havlu
Kızlar da Beşir Hamamı’nda yüzmeyi öğrenirdi. gecelik ne ararsan var.” Annesiyle babasını
40 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
öldürmüşler, Zekiyecik divanın altına saklanıp -Öğretmeniniz mi tavsiye etmişti?
kurtulmuş. Hürrem Hanım’ın yanına almışlar, - Kendim almış okumuştum. Ama kim tavsiye
iş görsün diye. Oğulları da kızcağızı sahipsiz etmişti orasını hiç hatırlamıyorum.
diye kullanmış. Aile de onu cezalandırmak için
saçını sıfıra vurmuş. Alicik bunu kaçırmış da - Selma Hanım büyükleriniz Kandilli’ye ne
kurtarmış işte. zaman gelmiş?
- Rus işgalinde Anadolu’dan kaçan muhacirleri,
- [Yüksel Hanım] Ben de tanıdım Zekiyecik’i.
İstanbul’a gelenleri sarayın önündeki çilek
Çok hamarat biriydi, her şeye yetişirdi. Evin
bahçelerine yerleştirmişler. Adile Sultan
önünden geçerken kapıyı çalardık su verirdi
Sarayı’nın önünde dört tane set var, orası sarayın
bize.
çilek bahçesiymiş. İlk birinci sıradaki set benim
- [Gülçin Hanım] Bizim taşlık çok büyük ve yola babaannemin annesine verilmiş. Babaannem
yakındı, kapıdan girince hemen sağda musluk Münire Hanım çocukmuş geldiğinde.
vardı. Büyükbabam herkese kapıdan o sudan
verirdi. Kapıyı açın istediğiniz kadar oradan su - Onlar nereden göç edip geliyorlar?
alın, derdi. Bu Zekiyecik hep oradan su taşırdı. -Giresun’dan kaçıyorlar geliyorlar, arazilerini
Kuyumuzdan da su alırdı. Çok güzel bahçe mallarını bırakıp. Şebinkarahisarlılar. Oradan
yapardı. geliyorlar savaş zamanı. Erkekler savaşa gidiyor,
hanımlar gelip buraya yerleşiyor. Gecekondu
- [Selma Hanım] Gülçin Abla iki tane sucumuz yapıyorlar, orada yaşamaya çalışıyorlar.
vardı hatırlar mısın? Biri Ahmet biri de Dimitri. Babaannem, teyzem evleniyorlar, bebekleri
Sakalarımızdı onlar. Omuzlarında iki tane oluyor. O zaman İstanbul işgal altında.
tenekeyle aşağıdan çeşmeden her eve su taşırlar, İngilizler var mahallede, Fransızlar var, onların
kapının kenarına kurşun kalemle bir çizik atar da çocukları olmuş, onlara gidip sütannelik
giderlerdi. yapıyorlar. Babaannem anlatırdı -bak tüylerim
- Kandilli Kız Lisesi, Adile Sultan Sarayı buraya diken diken oldu- “Çok kıtlık var, fakirlik var,
çok yakın... Orasına dair hatıralarınız var mı? savaştayız, her şeyi bulup yiyemiyoruz, ben
giderdim emzirmeye o İngilizlerin çocuklarını,
- [Selma Hanım] Adile Sultan’ın Sarayı Kandilli
önüme bir masa kurarlardı, envai çeşit
Kız Lisesi. Sarayın içinde okuduk biz. Eski
yiyecekler. Bol bol beni beslerlerdi ki sütüm bol
binada, eski sarayda okuduk. O yangına kadar…
olsun onları güzel emzireyim.” Bunları ağlayarak
Yangında pencereye çıkıp seyredip ağladım.
anlatırlardı.
Yapacağım hiçbir şey yoktu. Koskoca bina
yanıyor ne yaparsın? Seyrettim ve ağladım. - Gülçin Hanım siz hiç böyle bir şey
Çünkü çok güzel hatıralarımız vardı. hatırlıyor musunuz babaannenizin böyle
bir hikaye anlattığını, sütannelik yapmak
-Kandilli Lisesi’nin kütüphanesini hatırlıyor vs?
musunuz? Nasıldı kütüphane? Mesela
-Benim babaannem de asker çamaşırı yıkamış.
kitap alır mıydınız kütüphaneden. Neler
Babaannem anlatmadı da babaannemin
alırdınız? Nasıldı uygulama?
görümcesinin torunu anlattı. Kardeş
– [Yüksek Hanım] Alırdık tabii. Kütüphane çocuklarının çocukları oluyoruz biz. Biliyor
memuru aldığımız kitapların isimlerini yazardı. musun Gülçin dedi, babaannemle yengem
Aldığım iki kitabı hiç unutmam: Boğaziçi yabancı askerlerin çamaşırlarını yıkamışlar.
Mehtapları ve Boğaziçi Yalıları. Okuduğumun
ancak üçte birini anlıyordum o zamanlar. Çünkü - Ne acı...
çoğunluğu Arapça idi. Ama bir o kadar da - [Gülçin Hanım] Onların yanında büyüdüğüm
zevkle okumuştum o iki kitabı. için büyükbabamdan çok şey duydum tabii.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 41
Mesela Atatürk’ün sınıf arkadaşı olduğunu çok - Eskiden mezarlığa hanımlar gider miydi?
çok sonradan karşılaştıkları vakit, muhafızların Mezarlık ziyareti yapar mıydınız?
yanında Atatürk’ün “Muammer’i bırakın” - [Yüksel Hanım] Benim gittiğim yer Rum
dediğini ve elini uzattığını büyükbabam hep mezarlığıydı. Oraya herkes girerdi, küçük
anlatırdı. büyük herkes girerdi. Ama yakında müslüman
mezarlığı olmadığı için hafızamda yetişkinlerin
- Harbiyeden mi sınıf arkadaşı?
gidip gitmediğine dair bir şey yok.
- Evet büyükbabam kurmaydı. Muammer
Çelenk. Çelenk soyadını da Atatürk vermiş. - Selma Hanım siz hatırlıyor musunuz,
O zamanlar Rasathane Müdürü’yle gelip mezarlık ziyaretine kadınlar gider miydi?
gittiklerini büyükbabam anlatırdı. Ben tabi -Hayır gitmezdi, cenazelerde de gitmezlerdi.
bilmiyorum, yetişmedim o vakitlere. Kandilli Cenazelerde kadınlar aşağıya camiye bile
çok güzel bir köy o zamanlar. Herkes birbirini inmezdi, evde dururlardı. Şimdi gidiliyor ya, o
tanır. Hatta ben bir ara kirada oturdum zaman kesinlikle gidilmezdi.
Beyoğlu’nda beyimin işi sebebiyle. Ev sahibim - Gülçin Hanım siz ilkokulu nerde
Kandilli’ye misafirim olarak geldiği vakit, okudunuz?
“Gülçin burada kimin evinde ne pişiyor herkes
- Babamın görevi sebebiyle Suriye hududunda
onu biliyor!” demişti. Çok hoşuna gitti. Kapımız
idim dokuz yaşıma kadar. Okumam için
açık. Kapının üzerinde bir ip vardı. O ipi babam beni babaannemlerin yanına Kandilli’ye
dışarıdan çekince, dışarıda bir çan vardı. Çan gönderdi. Babaannem ve dedem ben
şıkır şıkır ederdi, birinin geldiğini anlardınız. üzülmeyeyim diye çok üzerime titremişlerdir.
Sonra Rum komşularımız vardı. Bizim burası O yaşta Kandilli’de kıyıda balık tutar, Vita
zaten Rum mahallesiydi. Bir tane Ermeni vardı kutusuna koyar eve getirirdim. Babaannem de
hepsi Rum’du. Bir de, kilisenin arkasında Rum kızartır, yerdik. Demek becerikli çocukmuşum.
okulu vardı. Babam Rum okulunda Rumlarla Üç sene Kandilli İlkokulu’nda okudum.
beraber okuduğunu söylerdi. Bütün çocuklar Şaduman ve Şehriban öğretmenler... Babamın
arkadaşmış, kimse kimseye sen şusun busun da öğretmeniydiler. Zaten ilk onlar açıyor
gözüyle bakmazmış. Bahçe Sokak civarında okulu, bütün çocukları, çocukların annelerini,
Rumlar, Sıra Mahalle’de Fransızlar, aşağıdaki babalarını, hepsini onlar okutuyorlar, herhalde
mahallede Ermeniler otururmuş. Hatta üç nesli okuttular. Babamı, beni, benim
hatırlıyorum ben de Arnavutköy’den Rum kızlar çocuklarımı. Muhtarımızı bile onlar okutmuş.
gelirdi buraya bu Rum okuluna vapurla. Şehriban Eryürek ve Şadıman Baysal. Babam
ben üçüncü sınıftayken beni görmek için
- Yüksel Hanım Rum komşularla ilgili sizin Urfa’dan trenle gelmiş. Kandilli’ye geldiğinde
hatırınızda neler var? annesiyle babasını görmeye gitmeden bizim
- Mesela hiç unutmam kilisede yapılan Rum sınıfa geliyor. Kapıya vurup içeri giriyor,
düğününü. Biz gelirdik kilisenin kapısına, hocasının elini öpüyor. Ben heyecanlıyım
düğün mü cenaze mi var anlardık sesten. Arka tabi, bir senedir görmemişim babamı. Hocam
kapı zaten hep aralıktı, oradan girer çıkardık. Şehriban Hanım “Emincim, al kızını hemen
Giderdik papazın yanına ne var ne yok izlerdik. evet git, o izinli.” diyor. Biz bu hocalarımızla hiç
Anneme derdik, “Anne biz kiliseye gidiyoruz.” irtibatı koparmadık. Hiçbirimiz. Çok muhterem
Oradan da mezarlığa mesela, arka taraftaki Rum insanlardı.
mezarlığına. Şu direğin hemen yanında Rum - [Yüksel Hanım] Hepimizin öğretmenleriydi
mezarlığı bitişiğinde de Ermeni mezarlığı vardır. onlar. Her şeyi o kadar iyi öğretmişlerdi ki ne
Çocuğuz dolaşırdık oralarda, çekinmezdik. ortaokulda ne lisede zorlanmadık. Nerdeyse her
42 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
şeyi ilkokulda halletmiştik. Dayak filan yoktu,
ama kendilerine mahsus bir disiplinleri vardı.
Yüzümüze şöyle bir baktıklarında önümüze
bakardık.
- [Selma Hanım] Okul tam gün olduğu için
okulda yemek yerdik. Yemeğimizle de alakadar
olurlardı. Zengin veliler sırayla yemek yapar,
talebelere öğlenleyin o yemekler dağıtılırdı.
Mesela Avukat Arif Beyler tencerelerle
yemek getirirler, okulun alt katındaki mutfağa
bırakırlardı. Bir keresinde etli yaprak sarması
getirmişlerdi, elli sene oldu hâlâ unutamam.
- [Gülçin Hanım] Selmacım sen benden
küçüksün, bizim zamanımızda öyle değildi.
Benim sefer tasım vardı. Babaannem yemeğimi
Kandilli ile
koyar, okulda maşinga gibi bir soba vardı,
Çengelköy
öğlenleyin ben onu orada ısıtır yerdim. O - Ne hediye etmişlerdi acaba? arasında-
zamanlar Kandilli’de havagazı vardı. - Sünnete geldiklerini hatırlıyorum, ağlamıştım ki yer, IV.
Mehmed tara-
- [Yüksel Hanım] Rahmetli Hatice Hanım teyze bana niye hediye getirmediniz diye. Tüllerin fından hocası
okulun hademesi, öğlen olunca, sefertaslarını içinde paralar, pırıl pırıl. Ama tül böyle, renkli Vânî Mehmed
pembe tüller, kırmızı kurdelelerle. Büyükbabam Efendi’ye
açar bizler sınıftan çıkmadan herkesin yemeğini verilince onun
ayrı ayrı ısıtır. Biz zil çalınca aşağı ineriz, ama da eğlence olarak hokkabaz getirmişti. Sefer
adına nisbetle
hiç çıt yok. dayım küplerde limonata yapmıştı Kolunda Vaniköy diye
kaç tane tabakla servis yaptı, bak çocukluğumu anılmıştır.
- [Gülçin Hanım] Türkan Saylan da bu ilkokulda hiç unutmuyorum. İşte Şehriban’la Şaduman Vânî Mehmed
okumuş. Kız kardeşi Turhan da. Efendi burada
hocam, nurlarda yatsın, bütün Kandilli’yi evvelce yapıl-
okutmuşlar, dayılarımı, babamı, amcamı... mış mescidi
- Öğretmenlerinizden bahsediyordunuz,
Onların oturduğu eve Başöğretmenlerin genişletmiş-
onlar da Kandillili miydi? tir. Bugün
evi derlerdi. Kıyıdan biraz yukarıda. Sonra
- [Selma Hanım] Vaniköy’de yalıda caminin
Vaniköy’e taşındılar. Üç katlı bir yalıda oturdular fotoğraftaki
oturuyorlardı. Çok asillerdi. Çok güzel kapalı, ama, yalılar şimdiki gibi pahalı değildi. Onlar halinden yel-
uzun kollu siyah önlükleri vardı, hiç böyle da çok mütevazı insanlardı. Başöğretmenin ler esiyor...
sıradan elbiseyle karşımıza gelmedi hocalarımız. 2020’de bü-
Şehriban Hanım’ın çocuğu yoktu, birkaç nesil
yük bir yan-
Ama gayri resmi değillerdi bize karşı, çok yakın evlatlık alıp büyütmüş, en son bizimle birlikte gın geçirdi.
insanlardı. okuyan Ümit diye bir kız vardı, Ümit Eryürek,
aynı annesine benzerdi mavi gözlü. Ondan sonra
- Onu nasıl sağlıyorlardı?! Eski nesilde bu
okutur evlendirirmiş.
var...
- Mesela korktuğunuz, çok saydığınız insanlara - Rahmet olsun ne güzel insanlarmış.
görüşmek için gidersiniz de yanlarına girerken -Diyorum ya, elleri değil ayakları öpülecek
titrersiniz, işte öyle insanlardı. Ama bir o kadar insanlar.
da samimilerdi. Biz ailecek gider gelirdik.
Abimle kardeşim sünnet oldukları vakit
gelmişler tebriğe, babamın düğününe gelmişler,
onların hediyeleri duruyordu hâlâ.
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 43
Boğaziçi önemle birlikte saray, yalı, kasır gibi çok sayıdaki
yapı, sultan ve saray mensupları tarafından
inşa edilmiştir. XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla
Camileri
yönelindiğinde farklı dönem ve özelliklere sahip
çok sayıda caminin inşa edilmiş olduğu görülür.
Bir kısmı sahil boyunca bazıları ise kıyının biraz
gerisinde set üzerinde kurulmuş olan camiler,
Boğaziçi’nin dinî karaktere sahip olmasını
sağlamıştır.2
Dr. Öğr. Üyesi Zeynep DEMİRCAN1 Boğaziçi sahil camilerini Anadolu ve Rumeli
yakalarının Marmara giriş hattından başlayıp
Karadeniz kıyılarına kadar sıralamak, bunları
sanat ve mimarlık tarihi açısından irdelemek
oldukça geniş çalışmanın konusu olacağından,
Osmanlı döneminden itibaren Rumeli ve söz konusu camileri niteliklerine ve kronolojiye
Anadolu olarak isimlendirilen Boğaziçi’nin göre belli başlı hatlarıyla incelemek daha uygun
iki yakasındaki köyler, arazinin sağlamış olacaktır.
olduğu imkânlara göre küçük veya biraz daha
İstanbul Boğazı’nın en erken tarihli camiinin
büyük olacak şekilde kuruluş göstermektedir.
hangisi olduğunu kaynak yetersizliği nedeniyle
Salacak’tan başlayan Anadolu yakasındaki
tam olarak tespit etmek kolay değildir. Fetihten
yerleşim hattı Üsküdar, Kuzguncuk, Beylerbeyi,
önce Anadoluhisarı’nda askerî birlik için bir
Çengelköy, Vaniköy, Kandilli, Anadoluhisarı,
mescidin ve Fatih Vakfı’ndan bir namazgâhın
Kanlıca, Paşabahçe, Çubuklu, Beykoz ve
yapıldığı bilinir. Günümüze ulaşmış olan bu
Anadolu Kavağı şeklinde sıralanır. Rumeli yakası
namazgâhın geç döneme ait olduğu da ileri
ise Karaköy-Tophane hattından başlayarak
sürülür.3
Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme,
Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı, Baltalimanı, Salacak’ta inşa edilmiş olan Fatih Camii,
Emirgan, İstinye, Yeniköy, Tarabya, Kireçburnu, Hadîka’ya göre Fatih dönemine aittir. Kare
Büyükdere, Sarıyer ve Rumeli Kavağı’ndan planlı ve ahşap çatılı küçük ölçekli bir mescid
oluşur. olarak inşa edilen yapıya Sadrazam Hekimoğlu
Ali Paşa tarafından bir minber ilave edilmiştir4.
Boğaziçi, Bizans döneminde Sarayburnu
Yarımadası’na yayılmış olan Konstantinopolis XVI. yüzyılda Tophane-Beşiktaş hattı ile
şehrinin bir dış mahallesi konumundadır. Üsküdar-Kanlıca hattı üzerinde farklı plan
Yerleşim alanlarının sınırlı tutulduğu bu tiplerine sahip çok sayıda cami inşa edilmiştir.
alanlarda manastır veya kale gibi dinî ve askerî Üsküdar Meydanı’nda yer alan Selman Ağa
mimarlık örnekleri yer almıştır. Osmanlıların Camii (1506) bu eserlerden ilki olup kare
ise Fetih’ten önce Anadolu ve Rumeli hisarlarını planı, almaşık duvar tekniği, çatı örtüsü ve tek
inşa ederek yapılanma faaliyetlerine gittikleri minaresiyle dikkat çeker. Yapı II. Bayezid’in
ve bu yapıları askerî üs olarak kullandıkları Babüssaade ağası Selman Ağa tarafından inşa
aşikârdır. XVI. yüzyıldan itibaren pek çok ettirilmiştir.5
Boğaziçi köyünde yerleşmeye bağlı olarak XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mimar
imar faaliyetleri artmıştır. Osmanlıların geç Sinan’ın Boğaziçi’ndeki sahil camilerine
döneminde ise Boğaziçi kıyılarına verilen damgasını vurduğu görülür. 1547 yılında
44 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Beşiktaş’ta
Sinan Paşa
Camii,
gökdelenlerin
ve trafik
keşmekeşinin
ortasında
yine de asude
bir hayatı
müjdeler
gibi dimdik
duruyor.
Üsküdar’da inşa ettirilen Mihrimah Sultan ve aynı isimle anılan cami Mimar Sinan’ın çatılı
Külliyesi, cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, camiler grubu içerisinde yer alır. Cami enine
tabhâne ve han yanında suyolları, çeşme, hazne dikdörtgen planlı, kâgir bir harimle sonradan
ve helâ gibi tesislerden oluşmaktaydı. Külliyenin ahşapla kapatılmış bir son cemaat yerine
ana yapısı olan cami, Sinan’ın merkezi planlı sahiptir.8
yapılarından olup, ana kubbenin üç yönde üç
Mimar Sinan’ın bulunduğu semte ismini veren
yarım kubbe ile desteklenmesinden oluşan bir
bir diğer eseri, cami, medrese (dârülhadis)
kuruluşa sahiptir.6 Üsküdar Meydanı’nı asırlar
ve türbeden meydana gelen Şemsi Paşa
boyu şekillendiren yapı, şiirsel görünümüyle pek
Külliyesi’dir (1580). Üsküdar sahilinde mütevazı
çok ressamın da esin kaynağıdır.
ölçüleriyle dikkat çeken cami, kare planlı kubbeli
Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı ile Beşiktaş ana mekanı, harime bitişik türbesi ve L planlı
Caddesi’nin birleştiği noktada yer alan 1555 medresesiyle Boğaziçi’nin önemli bir eseridir.9
tarihli Sinan Paşa Külliyesi, cami, medrese,
Bir diğer Sinan yapısı Tophane Kılıç Ali Paşa
mektep ve çifte hamamdan meydana gelmiştir.
Külliyesi olup, cami, medrese ve hamamdan
Dikdörtgen planlı ve almaşık yapı kuruluşuyla
meydana gelmiştir. Sinan’ın dört destekli
dikkat çeken Mimar Sinan imzalı yapı, altı
camilerinden olan yapı 1580 tarihlidir. Yapının
destek üzerine oturan ana kubbe ile yanlardaki
dikdörtgen biçimdeki harimini üç yanda
dört kubbeden oluşan tasarımıyla Edirne Üç
çevreleyen galeri kısmı ile dışa taşkın mihrap
Şerefli Camii’nin planının yeni bir yorumu
çıkıntısı Ayasofya’nın planına benzemektedir.
olarak değerlendirilir7.
Ayrıca ana kubbenin iki yönde birer yarım
Mağusa fatihi olarak bilinen Gazi İskender Paşa kubbe ile desteklenmesi ve kasnak kısmının
tarafından Kanlıca’da 1560 tarihinde yaptırılan destek payandalarına sahip olmasıyla da
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 45
çatı örtülü bir eserdir. XIX. yüzyılın ortaları
ve sonlarında onarım gören yapı, yakın tarihte
tekrar restorasyon kapsamına alınmış, özellikle
yıpranan ahşap kısımları yenilenmiştir.13
Vanî Mehmet Efendi tarafından 1665 yılında
yaptırılan Vaniköy Camii, kâgir zemin üzerine
ahşap karkas olarak inşa edilmiştir.14 2020
yılında elektrik tesisatından çıkan yangın
nedeniyle yapı büyük zarar görmüştür. Yapının
restorasyonu devam etmektedir.
Sadrazam Kethüdası (yardımcısı) Ali Efendi
tarafından 1695 yılında Sarıyer’de inşa ettirilen
Ali Kethüda Camii, dikdörtgen planlı, kırma
Kuruçeşme çatılı ve tek minareli bir eserdir. XVIII. yüzyılda
Defterdar Ayasofya ile örtüşür. Sinan, Ayasofya’daki statik Maktul Mehmet Ağa tarafından yapı onarım
İbrahim Paşa
Camii, kırma sorununu çözerek daha sorunsuz bir anlayışıyla görmüştür.15 Zaman içerisinde yıpranan ve
çatısı ve Kılıç Ali Paşa Camii’nde uygulamış ve bu açıdan deprem nedeniyle hasar gören yapı günümüzde
eliböğründele- daha güvenli bir kuruluş ortaya koymuştur.10 restorasyon kapsamına alınmıştır.
rin taşıdığı
ahşap çıkması XVI. yüzyıl Boğaziçi sahil camileri içerisinde XVII. yüzyıla tarihlendirilen başka bir eser
ile yapıldığı son Sinan yapısı 1589 tarihli Fındıklı Molla de Beykoz İncirköy bölgesinde yer alan ve
devirde
etrafındaki Çelebi Camii’dir. Sinan’ın altı destekli camiler Bostancıbaşı Sinan Ağa tarafından yaptırılan
yalılarla grubundan olan yapının ana kubbesi, doğu ve camidir. Ne yazık ki bu yapı özgünlüğünü
ahenkli bir batıda ikişer ve güneyde bir tane olmak üzere koruyamamıştır.
manzara
arzediyordu. beş yarım kubbe ile desteklenmiştir.11 Dışa XVIII ve XIX. yüzyıllar Boğaziçi köylerinin daha
Şimdilerde taşkın olan mihrap, harimin daha ferah olmasını ilgi gördüğü ve yapılanmanın daha da arttığı
önünden akan sağlamıştır. Beş bölümlü son cemaat yeri ve tek
deniz de dönemlerdir. Nüfusun artışına paralel olarak bu
olmasa epey
şerefeli minaresiyle yapı Boğaziçi’nin küçük dönemde farklı plan ve büyüklüklerde yirmiyi
yalnız. incilerinden biridir. geçen cami inşa edilmiştir. 1710 tarihli Üsküdar
XVII. yüzyılda Boğaziçi’nde inşa edilen sahil Gülnûş Emetullah Valide Sultan Külliyesi bu
camilerinin bölgenin kuzeyine doğru kaydığı yapıların en erkeni olup, cami, hünkâr kasrı,
gözlenir. 1613 tarihli Çubuklu Halil Ağa Camii türbe, imaret, sıbyan mektebi, sebil, ceşme
bunlardan ilki olup ne yazık ki özgünlüğünü ve dükkânlardan oluşmaktadır. III. Ahmed’in
koruyamamıştır. annesi olan Gülnûş Valide Sultan, Venedik
kökenli bir aileye mensup olup güzelliği ile IV.
İstinye Osman Reis (Yalılar) Camii, Boğaziçi’nin
Mehmed’in başkadını olmuş ve Harem’deki
en mütevazı ölçekteki camilerinden biridir. 1631
üstünlüğünü uzun yıllar muhafaza etmiştir.16
yılında inşa edilen eserin, XX. yüzyılın başında
Hayırseverliği ile de tanınan Gülnûş Sultan’ın
Ahmet Vefik Paşa tarafından yeniden yaptırıldığı
Üsküdar Meydanı’ndaki külliyesinin ana yapısı
bilinir.12 Kare planlı ve çatı örtülü cami 1999
olan cami, dört büyük taşıyıcı ayak ile beden
depreminde zarar görmüş, ardından onarım
duvarlarına gömülü dört paye ile sekiz destekli
görerek ibadete açılmıştır.
plan özelliğine sahiptir. Bilindiği üzere Sinan
Ortaköy-Kuruçeşme arasında deniz kıyısında sekiz destekli cami planının en ideal formunu
yol seviyesinin alt kısmında kalan Defterdar Edirne Selimiye Camii’nde yakalamış ve
İbrahim Paşa Camii (1661) de kare planlı ve böylelikle ana mekân ile yan mekânlar arasında
46 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Boğaz
kıyısındaki
ihtişamlı
selatin
camilerden
biri Nusretiye
Camii. Eski
saltanatlı
günlerin
hatırasına
“uzaklardan”
selam ediyor.
tam bir bütünlük sağlanmıştır. Üsküdar Yeni Ancak yapı 1834 yılında II. Mahmud tarafından
Valide Camii, Lale Devri’nde inşa edilmiş ampir üslupta yeniden inşa ettirilmiş. Geç
olmasına karşın klasik dönem özelliklerini dönem Osmanlı selâtin camilerinin kuzey
yansıtması bakımından önemlidir. Bânisinin açık cephelerine eklenen hünkâr kasrının bu yapıda
türbesini barındıran eser maden ve taş işçiliği doğu cephede yer alması, kasrın hem deniz
açısından oldukça zarif detaylara sahiptir.17 ile bağlantısını kurmuş hem de yapının ilk
döneminden kalan asırlık çınar ağaçlarının
XVIII. yüzyıl camilerinden Rumelihisarı’ndaki
altındaki meydan çeşmesiyle bütünleşmesini
Ali Pertek Camii (1712), Kuleli Kaymak Mustafa
sağlamıştır.18 Emirgân Meydanı’nın pek çok
Paşa Camii (1720), Kuruçeşme Tezkereci resme konu olan bu sokak dokusu, huzurlu
Osman Efendi Camii (1740), Rumelihisarı Hacı ve dingin ortamıyla İstanbulluların rağbet
Kemaleddin Camii (1751), Paşalimanı Silahdar ettiği yerlerden biri olarak kent belleğini
Abdurrahman Ağa Camii (1766), Emirgân yansıtmaktadır.
Hamid-i Evvel Camii (1781), Sarıyer Çayırbaşı
Kaptanıderya Cezayirli Hasan Paşa Camii (1785) XIX. yüzyılda da Boğaziçi camilerinin bir
kısmı daha öncekiler gibi dikdörtgen harim
ve Büyükdere Kara Mehmet Kethüda Camii
ve çatı örtüsüyle benzer tasarıma sahiptir.
(1785) dikdörtgen planlı olup harimi çatıyla
Beykoz Serbostanî Mustafa Ağa Camii (1809),
örtülüdür.
Çengelköy Hamdullah Paşa Camii (1823),
Bu yapılar içerisinde Neoklasik cephe tasarımı Baltalimanı Serhazin Süleyman Ağa Camii
ve zarif iç dekorasyonuyla Emirgân Camii dikkat (1826), Harem Defterdar Mehmet Tahir (İskele)
çeker. Yapı I. Abdülhamid tarafından genç Camii (1826), Arnavutköy Tevfikiye Camii
yaşta kaybettiği şehzadesi Mehmed ve onun (1838), Kuzguncuk Üryanizade Ahmed Esad
annesi Humâşah Kadın adına yaptırılmıştır. Efendi Camii (1862/ 1889), Bebek Kayalar
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 47
gidilmiş ve yapıya bir muvakkithane eklenmiştir.
Yapının kareye yakın dikdörtgen planlı
hariminin üstü kubbe ile örtülmüş olup, kuzey
cephe boyunca uzanan hünkâr kasrı ile dikey
ve yatay hatlar arasında denge sağlanmıştır.
Kasrın iki kenarına eklenen minareler ile görsel
bütünlük tamamlanmıştır.19
Sultan II. Mahmud tarafından 1826 yılında
Mimar Krikor Amira Kalfa’ya yaptırılan
Tophane’deki Nusretiye Camii, Tophane-i
Âmire ve Tophane Kışlası’nın bir parçasıdır.
Dönemine ait görsellerden bir avlu duvarıyla
çevrili olduğu anlaşılan yapının zamanla hem
etrafındaki doku kaybolmuş hem de sahil
Rumelihisarı
dolgusunun eklenmesiyle pek çok resme konu
Hacı Mescidi (1877) ve Çengelköy Hacı Ömer
Kemaleddin olan görüntüsünden uzaklaşılmıştır. Karaköy-
Camii (1894) bu plan tipine göre inşa edilmiş
Camii “eski Beşiktaş sahil yolunun kenarında yüksekçe bir
Boğaz” camilerdir.
platformda yer alan cami, kare planlı kubbeli
dokusuna
mütenasip
Beylerbeyi Camii (1778), Dolmabahçe Camii harim kısmı ile bunun kuzeyindeki hünkâr
ahşap çatısı (1853), Ortaköy Camii ve Nusretiye Camii kasrından oluşmaktadır. Yapıda Barok ve Ampir
ile tipik yalı mimarî estetiğin denizle buluştuğu yapılar üslupları birlikte kullanılmış, gerek iç mekânda
camilerinden. gerekse yapının dış cephesindeki taş işçiliğinde
olarak Boğaziçi’nin adeta ışıldayan pırlantaları
gibidirler. Klasik dönemin anıtsal formundan bu üslupların karakteristik motiflerine yer
uzaklaşılmış olmasına karşın her bir yapıda verilmiştir. Mustafa Rakım Efendi, Mehmed
süsleme detaylarında görülen estetik, yapıların Hâşim ve Recâi Şakir Efendi’ye ait hatlar ise
mütevazı boyutlarının sağlamış olduğu dinginlik yapıya ayrı bir değer kazandırmaktadır.20
ve huzur geç dönem Boğaziçi sahil camilerinin Dolmabahçe Sarayı’nın yakınında olması
ortak yönleri olarak görülebilir. nedeniyle Dolmabahçe Camii olarak anılan eser,
I. Abdülhamid tarafından annesi Rabia Sultan hayırsever bir kişi olarak tanınan Bezmialem
adına Mimar Tahir Ağa’ya yaptırılan Beylerbeyi Valide Sultan tarafından yapımına başlatılmış,
Camii denizle bütünleşmiş formuyla yalı Sultan’ın ölümüyle oğlu Abdülmecid tarafından
camilerinin en göz alıcılarından biridir. Esasında 1853 yılında tamamlatılmıştır. Yapının mimarı
yapı, medrese, sıbyan mektebi, kütüphane, Nikoğos Balyan olup, Barok, Rokoko ve Ampir
aşhane, sebil ve türbeden oluşan külliyenin bir üsluplarını Osmanlı zevkine göre yorumlamıştır.
parçasıdır. Ancak söz konusu I. Abdülhamid Dört büyük kemer üzerine oturan kubbe harim
vakfına bu yapılar Bahçekapısı’ndayken caminin kısmını örterken, kuzey cepheyi kaplayıp
yeri için Boğaziçi’nin en güzel konumlarından yanlardan taşan hünkâr kasrıyla yapı döneme
biri olan Beylerbeyi tercih edilmiştir. Külliye bu özgü bir görünüm sergiler. Oldukça aydınlık
yönüyle erken dönem Osmanlı mimarlığında bir harime sahip caminin, Barok bezeme
sıklıkla görülen dağınık külliye kuruluşunun geç unsurlarına sahip mihrap, minber ve vaaz
dönemdeki bir uygulamasıdır. Beylerbeyi Camii, kürsüsü aynı anlayıştaki kalem işi süslemelerle
Batılılaşma döneminin karakteristik özelliklerine bütünlük oluşturmaktadır.21
sahip olmakla birlikte, II. Mahmud döneminde Boğaziçi’nin simge yapılarından bir tanesi olan
yeniden ele alınarak son cemaat yerinde Ortaköy Camii 1854 yılında Sultan Abdülmecid
değişikler yapılmış, çifte minare uygulamasına tarafından Dolmabahçe Camii’nde olduğu gibi
48 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
mimar Nikoğos Balyan’a yaptırılmıştır. Büyük tezi, İstanbul, 2004, s. 13 Nazire Papatya Seçkin,
18-26. “Defterdar İbrahim Paşa
Mecidiye olarak da bilinen Barok üsluptaki yapı,
3 Semavi Eyice, Camisi Ahşap Malzeme
kare planlı kubbeli harim ile buna bitişik çift “Anadoluhisarı”, TDV Analizi”, Restorasyon ve
kanatlı hünkâr kasrından oluşmaktadır. Batıdaki İslam Ansiklopedisi, Konservasyon Çalışmaları
hünkâr kasrının girişi dışında simetrik bir İstanbul, 1991, III, 148. Dergisi, 2011, S. 6, s. 3.
kuruluş gösteren yapı, statik sorunu veya yangın 4 Tarkan Okçuoğlu, “Fatih 14 Esra Dişören, “Vaniköy
Mescidi”, Dünden Bugüne Camii”, Dünden Bugüne
gibi nedenlerle pek çok defa onarım geçirmiş İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul Ansiklopedisi,
olmasına karşın günümüze ulaşan şekli ve sahip İstanbul, 1994, III, 270. İstanbul, 1994, c. 7, s.
olduğu konumuyla son derece estetik bir duruş 5 Nesrin Aydoğan İşler, II. 368.
sergilemektedir. Bol ışık alan harim kısmı iç Bayezid Dönemi İstanbul 15 Tarkan Okçuoğlu,
Camilerinde Mihrap, “Ali Kethüda Camii”,
bükey büyük pencerelere sahip olup, mihrap,
Ankara Hacı Bayram Veli Dünden Bugüne İstanbul
minber ve vaaz kürsüsündeki taş işçiliği devrin Üniversitesi, Edebiyat Ansiklopedisi, İstanbul,
sanat zevkini yansıtacak biçimde zarif görünüme Fakültesi Dergisi, (1), s. 70. 1993, c. 1, s. 193.
sahiptir.22 6 Oktay Aslanapa, Osmanlı 16 Mehmet İpşirli, “Gülnûş
Mimarlığı, İstanbul, 1986, Emetullah Sultan”, TDV
Boğaziçi sahil camilerinin son örneğini Bebek s. 191. İslam Ansiklopedisi,
Camii oluşturur. Yapı aslında 1725 yılında Bebek 7 Doğan Kuban, Osmanlı İstanbul, 1996, c. 25, s.
mahallesinin kurulduğu yıllarda, alt katının Mimarisi, İstanbul, 2007, 248-249.
s. 336. 17 Oktay Aslanapa, Osmanlı
mektep olarak kullanıldığı fevkânî bir plana
8 Baha Tanman, “İskender Devri Mimarisi, İstanbul,
göre inşa edilmiştir. Çeşitli yıllara ait kayıtlardan Paşa Külliyesi”, Dünden 1985, s. 367-369.
pek çok defa tamir edildiği anlaşılan bu ilk yapı Bugüne İstanbul
18 Belgin Demirsar,
yıktırılarak 1912 yılında Mimar Kemalettin’e Ansiklopedisi, İstanbul,
“Emirgân Camii”,
1994, IV, 206-2007.
günümüze gelen cami yaptırılmıştır. I. Ulusal Dünden Bugüne İstanbul
9 Ebru Karakaya, “Şemsi Ansiklopedisi, İstanbul,
Mimarlık Akımının simge ismi olan Kemalettin, Paşa Külliyesi”, TDV İslam 1994, III, 169-170.
yapıyı kare planlı kubbeli, üç bölümlü son Ansiklopedisi, İstanbul,
19 Selçuk Mülayim,
cemaat revağı ve tek minaresiyle oldukça 2010, c. 38, s. 529-530.
“Beylerbeyi Camii ve
10 Semavi Eyice, TDV İslam
mütevazı ölçekte ele almıştır. Yapının mihrap, Külliyesi”, TDV İslam
Ansiklopedisi, Ankara,
minber gibi pek çok detayında Osmanlı klasik Ansiklopedisi, İstanbul,
2002, c. 25, s. 412-414;
1992, VI, 75-76.
dönem üslup özellikleri dikkat çeker.23 Oktay Aslanapa, Türk
20 Semavi Eyice, “Nusretiye
Sanatı, İstanbul, 1997, s.
Sanatın ve aşkın esin kaynağı İstanbul… 267-268. Camii”, TDV İslam
Koca bir nehir gibi Boğaziçi’nin serin suları… Ansiklopedisi, İstanbul,
11 Baha Tanman, “Molla
2007, c. 33, s. 274-276.
Şairin hiçbir yere benzetemediği bir tutkudur Çelebi Camii”, Dünden
Bugüne İstanbul 21 Tahsin Öz, İstanbul
İstanbul’u sevmek. Eşi bulunmayan elmas Camileri, Ankara, 1965, II,
Ansiklopedisi, İstanbul,
bir kolye gibi ona değer katan her yapısıyla 1994, IV, 483-484. 20.
kutsallığı ve güzelliği korunmalı… Bir lütuf 12 Ahmet Vefa Çobanoğlu, 22 Afife Batur, “Ortaköy
olduğu unutulmadan… “Boğaziçi Camileri”, Camii,” Dünden Bugüne
Geçmişten Günümüze İstanbul Ansiklopedisi,
Boğaziçi, (ed. Haluk İstanbul, 1994, VI, 143-
Sezgin) İstanbul 2008, s. 144.
NOTLAR
153. 23 Çobanoğlu, a.g.e., s. 147.
1 Muğla Sıtkı Koçman Avcı ve Tayyibe Nur
Üniversitesi Edebiyat Kurt’a teşekkürlerimle.
Fakültesi Sanat Tarihi 2 Yıldız Salman, Boğaziçi
Bölümü. Tarihi Sit Alanının Yok
Katkıları için değerli Olma Süreci ve Kalan
arkadaşım Haluk Sınırlı Değerlerin Korunma
Çorbacıoğlu’na Olasılıkları, İstanbul
ve yüksek lisans Teknik Üniversitesi,
öğrencilerim Çağdaş Fen Bilimleri Ens.,
yayımlanmamış doktora
Her ne kadar “Boğaziçi Medeniyeti” diye Bugün Boğaziçi’nin her iki yakasında, yapıldığı
yıllardan beri tarif edilen “şehirli estetiği algısı” günden kalmış ve iyi korunabilmiş yalıların
kimilerinin “Lale Devri” adıyla tanımladığı III. sayısı 40’ı geçmiyor. Kamunun mülkiyetindeki
Ahmed’in saltanat yıllarında şekillenmişse de, bu tarihî saraylarla hisarları da hesaba katınca hâlâ
su yolunun her iki yakasındaki hayatiyet -eldeki asırlar öncesinden bugüne Boğaziçi’ni seyreden
kalıntılar, izler ve belgeler öyle gösteriyor ki- çok ve değişmeyen son izin mezarlıklar olduğunu
daha eski tarihlerde başlamıştır. Manastırlar, söylemek yanlış olmayacaktır.
inzivagâhlar, tarassut noktaları da denebilecek Boğaziçi’nde en az varlıkla yoksulluk kadar
kuleler, hisarlar ve kaleler ile birkaç tenha tezat teşkil eden ikinci başlık mezarlıklardır.
balıkçı köyünün yanında antik devirden kalma Dünyanın bu en güzel köşesinde, eşsiz
nekropoller de Boğaziçi’nin ilk sakinlerinin manzaraya sahip pek çok yamaç -bir zamanlar
geride bıraktıkları izlerdir, şüphesiz... bu beldenin her köşesi bomboş olduğundan
Yıllar önce Vaniköyü’nde yapılan bir inşaatın olmalı- mezarlıklara tahsis edilmiştir. Dünyada,
hafriyatında dev ölçekli mermer lahitler bir böylesi eşsiz bir manzarayı seyreden başkaca kaç
anda kazılan topraktan çıkmış, bunun üzerine mezaristan vardır? Bakmalı…
inşaat sahipleri yapının tamamlanmasına izin Boğaz’ın başlangıcını Rumeli yakasında
verilmeyeceği endişesiyle lahitlerin üstünü -en Dolmabahçe-Beşiktaş, Anadolu sahilinde
azından- yeniden örtmüş, bir anlamda onları ise Üsküdar diye kabul edersek, Kavaklara
korumuştu. Yine aynı inşaatta bir başka tuhaf kadar uzanan bu delişmen su yolunun her
olay yaşanmış, bu defa inşaatta kullanılacak iki yanında yüz kadar mezarlık alanından
kumu şantiyeye çeken kamyon, damperini bahsedilebilir. Bunların bir kısmının, vaktiyle
devirdiğinde Çubuklu tarafından getirilen İstanbul kültürünü meydana getiren ekalliyete
kumla birlikte ortaya değişik boyutlarda mensup Rum, Ermeni gömütlükleri ve yahudi
50 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
meşatlıkları olduğunu hatırlatmalı. Elbette Boğaziçi’nde,
hâkim unsur müslüman kabristanlarıdır. tıpkı
İstanbul’daki
Kuzguncuk sırtlarındaki İcadiye, Kuruçeşme’ye diğer umumî
mezarlıklar
dek uzanan Arnavutköy ve Boğaziçi’ni yüksek gibi yoğun
bir vadi yamacından seyreden Ortaköy tahribe
meşatlıkları yahudi mezarlıklarının şehirdeki en uğrayan
kabristan-
gösterişli ve büyük örnekleridir, XVI. yüzyıldan
larda
kalma birkaç taş örneği hesaba katıldığında kalabilmiş en
ise bu belge-taşların bölgedeki demografik eski tarihli
şekillenme ve değişim hakkında verebilecekleri taşlardan biri:
Sâkine Hatun
ipuçları daha da değer kazanır. binti Hıdır
Ağa’nın 1554
Rum mezarlıkları, müslüman kabristanlarının
tarihli mezar
ardından Boğaz’da en çok rastlanan taşı. (M. B.
gömütlüklerdir. Neredeyse her Boğaz köyünde Çetintaş arşivi)
bir Rum mezarlığı bulunur. Bunlardan kimisi
Ortaköy, Kuruçeşme, Bebek ve Çengelköy
gibi genel mezarlık olarak şekillenmiş; bazıları
ise mahalle kilisesinin etrafında, cami,
mescid, tekke, medrese gibi İslâm yapılarının
Boğaziçi
de olsa göstermesi, böylece kaynaklardan
derlenen bilgi kırıntılarını yerleştirme imkânını
sağlamasıdır. İlkçağ ve Ortaçağ denizcilerinin
Sanayi
bakım evleri ve bazı hastalıkların tedavi
edilmesine yönelik hastaneler inşa edildi.2
Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında
Sonuçları
sonra Boğaziçi XV. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren savunma amaçlı yerleşme yanında
dinlenme/sayfiye alanı olarak da kullanılmaya
başlandı ve böylece bir “Boğaziçi medeniyeti”
ortaya çıktı. Elbette Osmanlılar döneminde
Boğaziçi’nin de dahil olduğu sur dışı
İstanbul’daki yerleşim yerlerinin gelişimini
Prof. Dr. Hamdi GENÇ1 etkileyen başlıca faktör devletin savaş ve barış
halinde olma veya olmama durumları ile devleti
yönetenlerin karar ve karakterleriydi. Ayrıca
buna ulaşım imkânlarındaki gelişmeleri de
dahil etmek gerekir. İstanbul’un fethinden sonra
Boğaziçi’nin Sayfiye Yerinden Konut
şehrin imarı ve iskânı sadece suriçi ile sınırlı
Mekânına Dönüşümü
kalmadı. Yapılan imar ve iskândan Boğaziçi de
Boğaziçi ilkçağlardan itibaren Asya’dan kendi hissesine düşen payı aldı ve Boğaziçi’nin
Avrupa’ya Avrupa’dan Asya’ya geçişte bir köprü vadileri ve kıyılarında da yerleşimler oldu. Fatih
vazifesi görmüştür. Sahip olduğu bu özelliği döneminde Boğaziçi’nin Avrupa yakasında
nedeniyle Boğaziçi her dönem -değişen şartlar Salıpazarı, Fındıklı, Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy,
içerisinde bugün de- stratejik önemi olan bir Arnavutköy, Bebek, Rumelihisarı, Baltalimanı,
bölge olmuştur. Bizans öncesi dönemde Boğaziçi Kuruçeşme, Kefeliköy ve Büyükdere gibi yerlere
bir yerleşim yeri olmaktan daha ziyade önemli iskânlar gerçekleşti. Buralardaki köylerde
bir geçiş yeriydi. Roma İmparatorluğu’nun ikiye Osmanlı tebaasından Müslüman, Rum ve
ayrılmasıyla Doğu Roma İmparatorluğu’nun diğer milletler yaşamaya başladı. XV. yüzyılın
merkezi İstanbul oldu. Ancak sürekli yaşanan ikinci yarısında Boğaziçi’ndeki yerleşim yerleri
kuşatma ve saldırılar nedeniyle Doğu Roma genellikle tarım ve balıkçılık ile geçimini
suriçi İstanbul’una sıkışıp kaldığından sur sağlayan köylerden oluşuyordu. Ayrıca yerleşim
dışında kalan Boğaziçi’ne yerleşim olmadı. yerleri içinde saray mensuplarının günü birlik
Boğaziçi’nde en eski yerleşim yerleri doğu kullanım için yaptırdıkları az sayıda köşk ve has
kısmında Göksu ve Küçüksu derelerinin bahçe de yer alıyordu.
vadilerinde, batı kısmında ise bugünkü Boğaziçi’ne yapılan yerleşimler XVI. yüzyılda
Belgrad ormanlarının içinde kaldığı alandı. deniz ulaşımındaki nisbî gelişmeler sayesinde
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 63
artmaya başladı. Deniz ulaşımında kullanılan yüzyılda Boğaziçi’nde daha önceki yüzyıllarda
kayık ve peremelerin sayısında bir artış yaşanmış olduğu gibi güçlü bir savunma organizasyonu
ve bunlara sahip olanlar Boğaziçi köylerinde olmadığından saldırılar oldu. Özellikle 1624
kendilerine ait iskeleler ve kayıkhaneler inşa yılında Rus Kazaklar tarafından yapılan saldırı
etmişlerdir. Yaşanan bu gelişmeler sayesinde toplum hafızasında önemli yer etmiştir. Saldırı
Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Beykoz, sonucunda Boğaziçi’ndeki köylerin bir kısmı
Üsküdar ve Anadoluhisarı önceki dönemlere zarar gördü. Yaşanan saldırının tekrarlanmaması
göre daha yoğun yerleşimin olduğu yerler haline için Osmanlı Devleti eski kaleleri onarmış ve
geldiler. Yerleşim yerinin artmasına karşın Boğaziçi’nde Kilyos, Anadolu Feneri, Rumeli
Boğaziçi’ndeki bazı yerler eskiden olduğu gibi Feneri, Rumeli Kavağı ve Garipçe gibi yeni
askerî amaçla kullanılmaya devam ediyordu.3 köyler kurulmuştur.7
Çünkü bunun ihmali telafisi güç saldırıların
XVIII. yüzyıla doğru Boğaziçi köylerine
gerçekleşmesiyle sonuçlanabilirdi.
yerleşimin genel çizgilerini belirleyen unsur
Boğaziçi, Osmanlı Devleti’nin iktisadî, siyasî, ise Osmanlı Devleti’nin yaşadığı değişimdir.
sosyal ve toplumsal yapısında meydana Bu yüzyılda da İstanbul’a yapılan göçlerden
gelen değişimlere paralellik arz eden değişim Boğaziçi kendi hissesine düşen payı almaya
süreçlerini yaşıyor, dönüşümün izlerini devam etti. Boğaziçi’nin göç dışında gelen bir
bünyesinde taşıyor, bu değişim gâh hayat başka misafiri de bazı yabancı büyükelçiliklerdi.
tarzında, gâh mimarîde gâh nakliye vasıtalarında Bunlar genelde yazlıklarını Büyükdere ve
kendini gösteriyordu. XVII. yüzyılda Yeniköy gibi yerlerde inşa ettiler.8 Başlangıçta
Boğaziçi’nde saray ve devlet ricali daha görünür Osmanlı Devleti’ne gelen yabancı elçiler,
hale geldi. Aslında bu görünürlük iki şekilde suriçi İstanbul’un merkezinde yer alan Elçi
tezahür ediyordu. İlki kendileri için yaptırdıkları Hanı’nda ikamet ediyorlardı. Bir süre sonra
yalılar ve köşkler yoluyla olurken, ikincisi daha buradan Galata’ya taşındılar. Ancak çok zaman
çok dinî ve sosyal amaçlı yapılarla oluyordu.4 Bu geçmeden XVI. yüzyıl ortalarında Fransız
yüzyılın sonlarında Osmanlı saray halkı/devlet elçiliği Pera’ya doğru tekrar taşındı ve onu da
ricali arasında yeni bir eğilim ortaya çıkmıştır: diğer elçilikler takip ettiler. XVIII. yüzyılda
Sur dışı bölgelerinde, ikinci derecedeki saltanat yabancı elçilikler ve maiyetleri de Boğaz’ın
konutlarının yapılması. Bu konutların yapıldığı kuzey kıyılarına -Büyükdere, Tarabya ve Belgrat
bölgelerin başında Haliç kıyıları, Boğaziçi, Ormanları’na doğru taşındılar.9 Boğaziçi, ifade
Üsküdar ve Salacak geliyordu. Padişahın şehir edilen faktörler nedeniyle bir önceki yüzyıla
merkezinden uzağa doğru hareketini taklit eden göre daha fazla yerleşime açılmıştı ancak nüfus
saray halkının üyeleri -özellikle Padişahın kızları yoğunluğu kent merkezi ile karşılaştırıldığında
ve kız kardeşleri- ile bürokrasinin başında yer daha düşük seviyelerde seyrediyordu. Nüfus ve
alanlar Boğaz kıyıları boyunca ikincil ikametgâh imar bakımından görülen nisbî artış Boğaziçi
kompleksleri kurdular.5 Boğaziçi’nin bir başka köylerindeki yerleşimin birbirinden uzakta ve
konuğu ise Anadolu’dan yapılan göçlerle kopuk biçimde gerçekleşmesi sebebiyle nüfus
İstanbul’a gelenlerdi. Şehrin yeni sakinlerinin yoğunluğuna yansımıyordu.
ilk hedefleri suriçine yerleşmekti. Ancak suriçi
İstanbul’unun dolması nedeniyle dar gelirli XIX. yüzyılda İstanbul’un geçirdiği değişim ve
göçmenler Eyüp ve Boğaziçi’nde yer alan köylere dönüşümden Boğaziçi de bütün boyutlarıyla
yerleşmeye başlamışlardır. Bu gibi sebeplerle etkilendi. Bu değişim sadece İstanbul’un
Boğaziçi dahilinde yer alan köylere saray erkanı, mekânsal tasarımından ibaret değildi, sosyal,
devlet ricali yanında sıradan ahali de yerleşmeye kültürel, toplumsal ve zihinsel büyük bir
başlamış ve buralar toplumun her kesiminden dönüşüme tekabül ediyordu. Bu yüzyılda
insanın yaşadığı bir yer haline dönüşmüştür.6 Boğaziçi’ne yerleşenlerin dinî ve ekonomik
Bu gibi olumlu gelişmelere karşı XVII. kompozisyonunda ciddi değişikler olmaya
64 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
başladı. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi önceki Boğaziçi’nde Sanayileşme ve Çevre Sorunları
yüzyılda Boğaziçi köylerine yerleşenlerin önemli Osmanlı Devleti çağdaşı olan Avrupalı
bir kısmını farklı nedenlerle İstanbul’a göç devletlere göre sanayileşme aşamasını daha geç
edenler oluşturuyordu. Şehrin yeni sakinlerinin yaşadı. Bunun doğal bir sonucu olarak da XIX.
sahip oldukları iktisadî imkânlar suriçine yüzyılın başından itibaren sanayileşmiş Avrupa
yerleşmelerine imkân vermediğinden gönüllü/ ülkelerinin ürettiği mallar kısa süre içerisinde
zorunlu olarak Boğaziçi’ne yerleşiyorlardı. Osmanlı pazarlarında görünür hale gelmeye
Bu dönemde ise Boğaziçi saray erkânı, devlet başladı.15 Avrupa mallarının Osmanlı piyasasını
ricali ve yabancı elçiliklerin yazlıkları yanında kaplaması devletin tepkisine neden oldu.
İstanbul’un zenginlerinin de oturmak için Tepki de ithal edilen malları üretecek sanayi
tercih ettikleri bir mekân haline geldi. Boğaziçi tesislerinin kurulması şekilde oldu. İthal edilen
kimileri için yazlık ve kışlık yaşanılan bir yer malların yerine yerli üretimi yapacak fabrikalar
olurken kimileri için ise sadece mevsimlik ya devlet ya da özel kesim tarafından tesis
sayfiye yeri konumunu sürdürüyordu. 10 XIX. edildi. Bu dönem ve sonraki yıllarda Osmanlı’da
yüzyılda gayrimüslim Osmanlı vatandaşları kurulan sanayi tesislerinin/fabrikaların büyük
için Boğaziçi dahilindeki bir köye yerleşmek bir kısmı başkent İstanbul ve çevresinde yer
sadece buranın sahip olduğu güzelliklerden aldı.16 İstanbul’da inşa edilen fabrikalar da
yararlanmak anlamına gelmiyordu. Onlar genelde şehrin üç bölgesinde yoğunlaştı. Buralar
için burayı anlamlı kılan başka bir neden de Haliç ve çevresi, Boğaziçi’nde özellikle Beykoz
gözetimden ve kontrolden uzak kalmalarına ve Paşabahçe kıyıları ile Marmara kıyılarında da
imkan sunmasıydı. Özellikle varlıklı Yedikule-Küçükçekmece arasındaki bölgeydi. Bu
gayrimüslimler için Boğaziçi’nin herhangi bir bölgelerde sanayi tesislerinin yoğunlaşmasının
yeri onların hareketlerine yönelik devlet/cemaat gerisindeki sebep büyük oranda kara ve deniz
engellemelerinden kaçma fırsatı veriyordu. Bu ulaşımı açısından sundukları imkânlardı.17
da onların İstanbul Boğazı kıyıları boyunca İstanbul’da sanayileşme XIX. yüzyıl öncesi ve
yerleşmelerine yol açtı.11 Boğaziçi köyleri sonrası uzun dönem hep bu aks üzerinde devam
etti. İfade edilen aks üzerinde fabrika/sanayi
ise XIX. yüzyıl boyunca hem büyümüşler
tesislerinin inşa süreci 1804’te Boğaziçi’ndeki
hem izole yerleşmeler olmaktan çıkıp kentle
Hünkâr İskelesi’nde kâğıt fabrikası, yünlü
bütünleşmişlerdi. Yalı boyu yerleşmeleri büyük
kumaş dokuma fabrikası, Eyüp’te iplik fabrikası
ölçüde yıl boyunca sürekli yaşanan yerler haline
ve Feshane, Beykoz’da tabakhane ve ayakkabı
geldi.12 Bu da daha çok İstanbul kent merkezi ile
fabrikası, Tophane yakınında kereste ve bakır
Boğaziçi köyleri arasında deniz ulaşım ağının
levha fabrikasıyla başladığı söylenebilir.18
gelişimi ve XIX. yüzyılın ikinci yarısından
Boğaziçi köylerinde kurulan sanayi tesisleri ilk
itibaren buraların kara ulaşım ağına dahil başlarda yoğun olmadıklarından onların ortaya
edilmesiyle ilgilidir. 1851’de kurulan Şirket-i çıkaracağı sorunlar gündeme gelmemiştir.
Hayriyye deniz ulaşım ağının gelişmesine büyük Ancak süreç içerisinde sayılarının artması
bir ivme kazandırmıştır. Şirketin kuruluş gayesi Osmanlıların sanayileşmenin nimetleri yanında
Boğaziçi’nde oturanların şehre geliş gidişlerini külfetleri ile de yüz yüze gelmesine neden
daha da kolaylaştırmak olarak açıklanmıştır.13 oldu. Bu külfetlerin başında sanayileşme
Bu şirket işlettiği vapurlarla seyrüseferi ve uğruna Boğaziçi’nin tabii güzelliklerinin göz
Boğaziçi’ne rağbeti arttırmıştır.14 Boğaziçi’nin ardı edilip edilmeyeceği ve yerleşim yerleri ile
XIX. yüzyılın başında tanıştığı yeni bir olgu da sanayi tesislerinin yan yana olmasının getirdiği
sanayileşmeydi. Sanayileşme Boğaziçi köylerinin sorunlar geldi. Sanayi tesisleri kurulduğu ilk
mekânsal kullanımını genişletmiş, burayı yıllarda çevre sorunlarına kaynaklık edecek
fabrika/sanayi tesislerinin inşa alanı haline bir unsur olarak görülmüyorlardı. Hatta bir
getirmiştir. nevi modernleşmenin imgesi olarak kabul
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 65
ediliyorlardı.19 Ancak Boğaziçi’nde sanayi Meabir tarafından tanzim olunan layihanın 17
tesislerinin yoğunlaşmasıyla birlikte ortaya maddesine riayet etmeleri talep ediliyordu.24
çıkan sorunlar zamanla buralarda oturanların Boğaziçi ve İstanbul’un diğer kıyı bölgelerinde
gündemine girdi ve resmi yazışmalarda yer fabrika inşasını yasaklayan düzenlemeler XX.
etmeye başladı. yüzyılın başında iptal edildi. Neredeyse elli
1853 tarihine ait bir arşiv belgesinde Boğaziçi yıl devam eden yasağın kalkmasıyla beraber
ve sair yerlerdeki kireç fırınlarında yakılan Boğaziçi ve İstanbul’un Marmara kıyılarında
kömürün çevre ve hava kirliliğine neden çok sayıda fabrika yapıldı. Yapılan fabrikaların
olduğu, bundan dolayı kömür yerine eskiden Boğaziçi’nde özellikle yerleşim yerleri ile iç içe
olduğu gibi çalı yakılması talep ediliyordu. olması kirlilik ve çevre sorunları yanında başka
Kömür yakılmasından dolayı özellikle kireç problemleri de gündeme getirdi. Bu bölgelerde
fırını yakınında bulunan hastane, askeriye ve ikamet edenler fabrikaların ortaya çıkardığı
hanelerde yaşayanların bundan rahatsızlığı dile sorunları ve buralara yeni fabrika yapımı için
getiriliyordu.20 1859 tarihli bir başka belgede ruhsat verilmemesi doğrultusundaki taleplerini
ise Galata’da yapılması istenen fabrikaya gündeme getirmeye başladılar. Bunlardan biri de
izin verilmesi halinde hem orada yangın 1921’de Balta Limanı’na yapılmak istenen sabun
çıkma ihtimalinin artacağı hem de kirliliğe fabrikasıyla ilgiliydi. Mirgün ve Boyacıköy halkı
yol açacağından endişe ediliyordu. Bölge verdikleri dilekçelerinde: Şûrâ-yı Devlet kararına
ahalisi endişelerini içeren dilekçeyi ilgi yerlere göre Boğaziçi’nin havasının muhafaza edilmesini
vermişler ve bu soruna bir an önce çözüm sağlamak için buralara fabrika yapımına
getirilmesini istemişlerdi.21 Devletin resmî müsaade edilmemesi gerektiği halde buna
yazışmalarına konu olan 1860 tarihli başka izin verildiğini ancak Boğaziçi’nin havasının
bir belgede de Osmanlı tebaasından tüccar koruması için fabrikanın açılmasına müsaade
Davidoğlu Karabet’in İçerigöksu’da inşa edeceği edilmemesini talep etmişlerdi. Verdikleri dilekçe
değirmene hava kirliliğine neden olmaması Meclis-i Vâlâ’da görüşülmüş ve sonunda çeşitli
şartıyla ruhsat verilmesi isteniyordu. Bunun nezaret temsilcilerinin olduğu bir komisyon
sağlanması için Karabet’in değirmeninde kurulmasına karar verilmiştir.25 Boğaziçi ve
kullanacağı makinelerin duman çıkarmayan çevresinde fabrika yapımına karşı çıkan ve buna
makineler olmasını sağlamaya yönelik denetim yönelik gerek resmî makamlar gerekse de halk
yapılması talep ediliyordu.22 nezdinde kamuoyu oluşturmaya çalışanların
bazı gerekçeleri vardı. Bunlar şu şekilde
Devlet başta Boğaziçi olmak üzere şehrin
sıralanabilir: Boğaziçi’nin İstanbul’un sayfiye
değişik bölgelerinde faaliyet gösteren
yeri olduğundan temiz havasının muhafazasının
fabrikaların neden olduğu hava kirliği ve
gerektiği, inşa edilecek fabrikalarda çalışan
çevre sorunlarını önlemek için çeşitli yasal
işçilerin büyük bir kısmının bekar olması
düzenlemeler yürürlüğe koymuştur. Boğaziçi
nedeniyle fabrika çevresinde yaşayan ailelere
ve İstanbul’un diğer yerlerinde yaşayan insanlar
rahatsızlık verecekleri ve fabrikaların yapıldığı
çevre sorunları çıktığında veya gündeme
alanlarda yeterince konut arzı olmadığında
geldiğinde bunlara atıf yaparak meselenin
fabrikalarda çalışmak için gelenlerin kiraların
bir an önce çözülmesini istiyorlardı. Devlet
yükselmesine neden olacaklarıydı.26 Bu gibi
yetkilileri XIX. yüzyılın ortalarında İstanbul’da
gerekçeler öne sürülse de uzun dönem bunlar
Boğaziçi’nin de dahil olduğu Marmara
göz ardı edilmiş ve Boğaziçi köyleri fabrikalarla
kıyılarında fabrikaları çevreyi kirletecek bir
konutların içe içe olduğu bir yapıyı devam
unsur olarak gördüklerinden bunların yapımını
ettirmiştir.
yasaklamaya yönelik düzenlemeler yapmışlardı.
23
1861 tarihli bir belgede kirliliğin ve yaşanan Görüldüğü üzere ilkçağlardan itibaren başta
çevre sorunlarının önlenmesi için vapurların güvenlik ve istihkam mekânı olan Boğaziçi
ve deniz kenarındaki fabrikaların Meclis-i zamanla imara açılmış bu mamuriyet, sayfiye
66 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
sefaları yapan Boğaziçi mehtaplarını seyreden
varlıklı kimselerden balıkçılık, bahçecilik,
kayıkçılık gibi gündelik iaşelerini temine çalışan
göçmenler ile fabrika işçilerine kadar uzanan
müslim ve gayrimüslim birçok Osmanlı’yı içine
almış; boğaza Şirket-i Hayriye vapur bacaları
ile eş zamanlı sayılabilecek bir dönemde fabrika
bacalarının eklenmesine kadar sürmüştür.
NOTLAR
1 İstanbul Medeniyet Yayınevi, Ankara, 2006, s.
Üniversitesi Siyasal 372. Fotoğraf: Fulya İbanoğlu
Bilgiler Fakültesi 13 Ali Akyıldız, “Şirket-i
2 Mehmet Çabuk, Hayriyye”, DİA, c. 39, s.
“Boğaziçi”, Dünden 201.
Bugüne İstanbul 14 M. Tayyip Gökbilgin, Dünyada içinde türbe olan
Ansiklopedisi, Kültür a.g.m., s. 260. tek fener: Rumelifeneri
Bakanlığı ve Tarih Vakfı, c. 15 Edward C. Clark,
2, s. 271. “Osmanlı Sanayi Devrimi”, İstanbul’un en eski feneri, karanlık gecelerde
3 Mehmet Çabuk, a.g.m., s. Tanzimat Değişim Karadeniz’in hırçın dalgalarını aydınlatan
272. Sürecinde Osmanlı Rumelifeneri’dir. Rumelifeneri yaklaşık
4 “Boğaziçi”, MEB İslâm İmparatorluğu, editör: 1600 senelik bir yerleşim yeridir. Buradaki
Ansiklopedisi, c. 2, s. 672. Mehmet Seyitdanlıoğlu-
fenerin ise tam olarak ne zaman inşa edildiği
5 Edhem Eldem, Halil İnalcık, Phoenix
“İstanbul: İmparatorluk Yayınevi, Ankara, 2006, s.
bilinmemektedir. Bununla birlikte 1555’te
Payitahtından 467. burayı ziyaret eden Avusturya Sefiri Busbeque
Periferileşmiş Bir Başkent”, 16 Doğan Kuban, İstanbul hatıralarında buradan bahsetmektedir. Şimdilik
Doğu ile Batı Arasında Bir Kent Tarihi, Tarih Vakfı hakkında kayıtlarda bulunan en eski tarih de
Osmanlı Kenti: Halep, Yurt Yayınları, İstanbul, budur. 1839’da Tersane-i Amire eliyle işletilen
İzmir ve İstanbul, editör: 2000, s. 350. fener, 1855’teki Kırım Savaşı sırasında İngiliz-
Edhem Eldem vd., Tarih
17 Mustafa Cezar, Osmanlı Fransız-Osmanlı müttefik donanmasının güvenli
Vakfı Yayınları, İstanbul, s.
Başkenti İstanbul, Erol seyri için 1856’da şimdiki haliyle hizmete
176.
Kerim Aksoy Kültür, girmiştir.
6 Mehmet Çabuk, a.g.m., s. Eğitim, Spor ve Sağlık
272. Vakfı Yayınları, İstanbul, s. Fenere kemer şeklinde bir kapıdan girilerek
7 M. Tayyip Gökbilgin, 517-520. zemin kata ulaşılır. Zemin katın bir bölümü
“Boğaziçi”, DİA, c. 6, s.
18 Edward C. Clark, a.g.m., s. Sarı Saltuk türbesi olarak düzenlenmiştir. Fakat
260-261.
467-468. buradaki yatırın, Hoca Ahmet Yesevi’nin dervişi
8 Mehmet Çabuk, a.g.m., s.
19 Doğan Kuban, a.g.e., s. olan Türkmen babası Sarı Saltuk’la irtibatına
272.
350.
9 Edhem Eldem, a.g.m., s. dair kaynaklarda bir malumat yoktur. Fenerin
20 BOA. A.MKT.NZD., 65-29.
176. hemen girişinde ayrıca Saltuk Dede isimli bir de
21 BOA.A.MKT.NZD., 285-37. çeşme vardır. Türbedeki mezar taşında şunlar
10 Mehmet Çabuk, a.g.m., s.
22 BOA. A.MKT.NZD., 298- yazmaktadır:
272
45.
11 Edhem Eldem, a.g.m., s.
175. 23 Hamdi Genç, “İstanbul “Hüve’l-baki kutbu’l-arifîn gavsu’l-vasilîn
Boğaziçi Sahillerinde Hazreti Hacı Bayram Veli kuddise sırruhu evlad-ı
12 İlhan Tekeli, “19. Yüzyılda
Sanayileşmeye Gösterilen kiramlarından Sarı Saltuk Hazretlerinin merkadi
İstanbul Metropol
Tepkiler”, Toplumsal Tarih,
Alanının Dönüşümü”, şerifine sene 1204”.
S. 169, Ocak 2008, s. 57
Tanzimat Değişim
Sürecinde Osmanlı 24 BOA.A.MKT.MHM., 206- Kaynak: Ali Soysal, Kara Deniz Beyaz Işık,
İmparatorluğu, editör: 13 Denizler Kitabevi, İstanbul 2004, s. 52.
Mehmet Seyitdanlıoğlu- 25 BOA.MV., 221/254
Halil İnalcık, Phoenix 26 Hamdi Genç, a.g.m., s. 58.
Tarabya İskelesi’nde Çımacı Pavel:18 yerine birini bırakıp İstinye İskelesi’ndeki işine
İstanbul doğumludur. Rum’dur ve babasının gelmediğinden iki buçuk yevmiyesi kesildi. Kısa
adı Yani’dir. Çımacı yamağı olarak 1902’de bir süre sonra 27 Kasım 1927’de ise 51 numaralı
Tarabya İskelesi’nde çalışmaya başladı. İşine vapur süvarisi Hacı Hüseyin Kaptan’a İstinye
devamsızlık eylediğinden 21 Temmuz 1909 iskelesine yanaşırken halatın çabuk alınması
tarihinden itibaren açığa alındı. İçki düşkünü ve uyarısına ters cevap verdiğinden 11 Aralık
işini yapamaz durumda olduğu için 22 Ağustos 1927’den itibaren şirketle ilişiği kesildi.
1910’da işine son verildi. Yerine 23 Ağustos Yeniköy İskelesi’nde Çımacı Koço:20 1877’de
1910’da 150 kuruş maaşla Hasan çalışmaya İstanbul’da doğdu. Babasının adı Dimitri’dir.
başladı. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde
Vaniköy İskelesi’nde Çımacı Nesim:19 belirtilmemekle birlikte isminden Rum olduğu
1903’te İstanbul’da doğdu. Babasının adı sanılmaktadır. Yeniköy’de ikamet ediyordu.
Avram’dır. Uyruğu ve dinî kimliği ilgili defterde 1919’de yani 42 yaşındayken 1000 kuruş maaşla
belirtilmemekle birlikte isminden Yahudi olduğu Şirket-i Hayriye’nin Yeniköy İskelesi’nde çımacı
sanılmaktadır. Ortaköy’de Mecidiye Mahallesi olarak çalışmaya başladı. Evli olan Koço’nun
Kayıkçı Sokağı 12 numaralı evde ikamet Poliksani adında bir eşi ve bir de çocuğu
ediyordu. 10 Nisan 1927’de yani 24 yaşındayken vardı. 6 Ekim 1927’de Yeniköy İskelesi’nde
150 kuruş maaşla Şirket-i Hayriye’nin Vaniköy kapılar kapanmadan önce 52 numaralı vapur
İskelesi’nde ihtiyat çımacısı olarak çalışmaya hareket eylediği sırada yolculardan bir kadının
başladı. Çalışmaya başladıktan yaklaşık altı telaş ile açık kapılardan girip vapura atlarken
ay sonra 14 Kasım 1927’de izinsiz olarak yaralanmasına neden olduğu için bir yevmiyesi
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 73
kesildi. 19 Eylül 1933’te ilk postada görev yeri Şirket-i Hayriye (1851- 10 Çımacı: İskeleye ya
1945), İDO Yay., İstanbul, da rıhtıma yanaşan,
olan Yeniköy İskelesi’nde bulunmadığından
2007. Ali Akyıldız, avara eden gemilerin
dolayı yarım yevmiyesi kesildi. 31 Mayıs 1934 Osmanlıda Ulaşımın halatlarını alıp volta ya
günü akşam 23.45 postasında vazifesi başında Modernleşmesi, Timaş da mola eden gemici.
bulunmadığı için yarım yevmiyesi kesildi. 9 Yay., İstanbul, 2019. bkz. Ulaştırma Denizcilik
Ekim 1934 gecesi Yeniköy İskelesi’nde işaret 6 Abdulahâd Nuri, Türkiye ve Haberleşme Terimleri
Seyr-i Sefâin İdâresi Sözlüğü, Ulaştırma
feneri yanmadığından ve vazifesi başında Denizcilik ve Haberleşme
Tarihçesi, Ahmet İhsan
bulunmadığından gece yevmiyesi verilmemekle Matbaası, İstanbul, Bakanlığı Yay., Ankara,
beraber başkaca bir yevmiyesi de kesildi. 2 1926; “İdare-i Aziziye”, 2012, s. 297. https://
Mayıs 1936 gecesi 73 numaralı vapur iskeleye Dünden Bugüne İstanbul www.uab.gov.tr/uploads/
Ansiklopedisi, c. 4, s. 136; pages/kutuphane/
yanaşırken görevinin başında olmadığı a9ed7795d6e394d-
Zafer Toprak, “Akay”,
anlaşıldığından gece yevmiyesi kesildi. 5 Ocak Dünden Bugüne İstanbul 5ea04166a902a.pdf
1939’da 48 numaralı vapur Yeniköy İskelesi’ne Ansiklopedisi, c. 1, s. 152; Erişim Tarihi: 09.05.2022.
yaklaştığı sırada yük taşımak amacıyla Zafer Toprak, “Fevaid-i 11 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Osmaniye İdaresi”, Hayriye’nin Tekaüt Dışı
iskeleden ayrılması ve sorumlu olmayan bir
Dünden Bugüne İstanbul Tayfa-Mavnacı Defteri No.
kişinin onun yerine halatı vapura atarken kıç Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 307; 2, s. 94.
salon camlarından birini kırmasından dolayı Eser Tutel, “Seyr-i Sefain 12 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
cam bedeli olarak 165 kuruş maaşından kesildi. İdaresi”, Dünden Bugüne Hayriye’nin Makinist-
İstanbul Ansiklopedisi, c. Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
19 Aralık 1940’ta Yeniköy İskelesi’nin demirbaş
6, s. 541-542; Eser Tutel, Tayfa Defteri No. 14, s. 234.
eşyasından olan bayrağın çalınmasından Seyr-i Sefain, Öncesi ve
13 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
sorumlu tutularak bayrak bedeli olan 137,5 Sonrası, 3. bsk., İletişim
Hayriye’nin Makinist-
kuruşun iki taksitle maaşından kesilmesine Yay., İstanbul, 2006; Arzu
Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
Terzi, “Hazine-i Hassa
karar verildi. 29 Nisam 1943’te Yeniköy Tayfa Defteri No. 14, s. 238.
Vapur Kumpanyası”,
İskelesi’nde kırılan iki camın bedeli olarak Tarih Boyunca Dünyada
14 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Hayriye’nin Tekaüt Dışı
maaşından 135 kuruş kesinti yapıldı. 8 Nisan ve Türklerde ve Denizcilik
Tayfa-Mavnacı Defteri No.
1944’te vefatından sonra eşinin yardım talebi Semineri 17-18 Mayıs
2, s. 21.
2004 Bildiriler, İÜEF Tarih
üzerine Şirket-i Hayriye’den kırk yıldan 15 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Araştırma Merkezi Yay.,
uzun bir süre şirkette çalıştığı için eşi ve iki İstanbul, 2005, s. 147-154. Hayriye’nin Makinist-
çocuğuna maaş bağlandı. Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
7 Eser Tutel, “Halic-i
Tayfa Defteri No. 14, s. 248.
Dersaadet Şirket-i
Hayriyesi”, Dünden 16 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
NOTLAR Bugüne İstanbul Hayriye’nin Makinist-
1 Bu makale, çımacılar 2 Marmara Üniversitesi Ansiklopedisi, c. 3, s. Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
dahil olmak üzere Şirket-i İktisat Fakültesi 500-501; Eser Tutel, Tayfa Defteri No. 14, s. 232.
Hayriye’nin yabancı ve 3 Murat Koraltürk, Buharlı Gemiler... Süvariler... 17 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
gayrimüslim çalışanları Vapurlardan Deniz İskeleler..., 2. bsk., İletişim Hayriye’nin Tekaüt Dışı
hakkında yayınlanmış Otobüslerine İstanbul’da Yay., İstanbul, 2006, s. Tayfa-Mavnacı Defteri No.
olan şu çalışmadan Deniz Ulaşımı, Varlık Yay., 199-228; Murat Koraltürk, 2, s. 120.
kısaltılarak hazırlanmıştır. İstanbul, 2010, s. 18. Haliç’te Ulaşım ve Haliç 18 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Bkz. Murat Koraltürk, 4 Koraltürk, 2010, aynı yer. Vapurları Şirketi (1909- Hayriye’nin Makinist-
“Şirket-i Hayriye’nin 5 Boğaziçi, Şirket-i Hayriye, 1941), İstanbul, 2005; Ateşçi-Kömürcü-Çımacı-
Gayrimüslim ve Yabancı Tarihçe, Salnâme, Ali Akyıldız, Haliç’te Tayfa Defteri No. 14, s. 261.
Çalışanlarının Sicil İstanbul, 1330/1914; M. Seyrüsefer Haliç Vapurları 19 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Kayıtları Hakkında Bir Orhan Kızıldemir, Şirket-i Şirketi ve Faaliyetleri, Hayriye’nin Tekaüt Dışı
Araştırma”, Osmanlı’dan Hayriye İdaresi, Türkiye Türkiye İş Bankası Kültür Tayfa-Mavnacı Defteri No.
Cumhuriyet’e Süreklilik Denizciler Sendikası
Yay., İstanbul, 2007. 2, s. 125.
ve Değişim: Zafer Toprak Yay., İstanbul (basım yılı
Armağanı, ed. Mehmet belirtilmemiştir.); Eser 8 Koraltürk, a.g.e., 2007, s. 20 TDİ Genel Arşivi, Şirket-i
Ö. Alkan, Tarih Vakfı Yurt Tutel, Şirket-i Hayriye, 92-100. Hayriye’nin Tekaüt Dışı
Yay., İstanbul, 2022, s. İletişim Yay., İstanbul, 9 Koraltürk, a.g.e., 2007, s. Tayfa-Mavnacı Defteri No.
145-226. 1994; Murat Koraltürk, 29-31. 2, s. 85.
Kimler
bilhassa Boğaziçi ve Haliç sahillerine dair
nerdeyse bahsettiğimiz tüm alanlarda veriler
elde edebileceğimiz çok önemli yazılı belgelerdir.
şeridi boyunca çok fazla üretim ve ticaret elde edebileceğimiz, çeşitli mukayeseler ve
alanlarına yer verilmemiştir. 108 tane olan değerlendirilmeler yapılacak türden bilgilerdir.
kahvehaneler hariç tutulduğunda sadece 72 Bostancıbaşı defterleri, bahsi geçen türden
tane dükkân bulunmaktadır. Boğaziçi ve Haliç bilgilerin yanında Boğaziçi’ndeki pek çok
semtlerini tanıyıp, sınırlarını ve tarihini tespit özel ve kamusal yapının ve mülk sahiplerinin
edebilmek için en önemli mihenk taşlarından mevcudiyeti, değişimi-dönüşümü veya
olan camilerin sayısı 60’tır. Buna karşı sadece sürekliliğini takip edebileceğimiz daha birçok
bir kilise bir de sinagog arsası vardır. Ayrıca nitel ve nicel bilgiler vermektedirler. Hatta
şehrin ulaşım, ticarî ve lojistik ihtiyaçlarını bostancıbaşı defterlerinde, siyasî ve askerî
karşılamak için de beş tane büyük birkaç tane de gelişmelere göre zaman zaman bazı mekânların
küçük liman, 121 tane de iskele bulunmaktadır. kullanım amacının değiştiğini, mülklerin el
Askerî yapılara ocaklara, kışlalara da yenileri değişimiyle de siyasî olarak kimlerin ikbalinin
eklenmiştir. Yönetim merkezinin giderek parladığının veya yıldızının söndüğünün izlerini
Topkapı Sarayı’ndan sahile kaymasıyla padişah bile bulabiliriz.
kızlarına ve çeşitli devlet ricalinden kişilere hatta Örneğin Boğaziçi sahillerinde mülkü bulunan
bizzat padişahlara ait saray, kasır ve bunların gayrimüslim reaya, on yıllar boyunca,
etrafında oluşan yeni sosyalleşme ortamları nesilden nesile mallarına malik olmaya devam
olan bahçeler, defterin yazıldığı dönemde artış etmişlerdir. Fakat 1818 yılları ve sonrası
göstermiştir.14 Bunlar elbette bostancıbaşı İmparatorluk’ta Rum İsyanı’nın ayak izleri
defterlerinden sadece istatistiksel olarak ve isyanın bütün yansımaları bostancıbaşı
78 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
defterlerinde de karşımıza çıkmaktadır. 1818- Bostancıbaşı defterlerine göre Boğaziçi sahil
1821 yıllarına ait defterde birçok zimmî reayanın şeridindeki toplam mülklerin yarısından fazlası
ismi başında “selb olunan, menfi, maktul, firarî” müslüman reayaya aittir. Yine defterlerde kayıtlı
sıfatları bulunmaktadır. Bir sonraki defterde ise Boğaziçi kıyılarında yaşayan müslüman tebaanın
Rum tercüman, voyvoda, tüccar, patrik ve daha isimlerine, unvanlarına, mesleklerine, mülk
birçok kişinin mülküne isyana dahli olduğu sahibi oldukları senelere bakınca neredeyse
gerekçesiyle devlet tarafından el konulduğu arşivlerde ve kroniklerde yer alan vakaları,
yazılmıştır. Mülklerine “canib-i mîrîde” kaydı Osmanlı devlet yapısı ve siyasî olaylarını
düşülen bu kişiler ya katledilmişler ya da sürgün takip etmek mümkün görünmektedir. Mesela
edilmişlerdir. Bazılarının yalılarına ise Boğaz’ın ilmiye mensubu çoğu müderris, şeyhülislam,
giriş çıkışını kontrol altında tutmak, deniz ve vakanüvis gibi Boğaziçi sakinleri hemen
civarının güvenliğini sağlamak maksadıyla hemen gayrimüslimler kadar bu kıyılarda
Osmanlı askerî birlikleri yerleştirilmiştir. kalıcı ve daimî olmuşlardır. Yalıları, haneleri
Evlerinden silahlar çıkan, isyana medhalleri kendilerinden sonra eşlerine, evlatlarına intikal
sonradan sabit olan bazı zimmî kişilerin etmiştir. İlk defterde gördüğümüz sabık bir
yalılarının yerlerine de 1830’lu yıllarda karakol, şeyhülislamın yalısı son defterde de yazılıdır.
cami gibi yeni bambaşka binaların yapıldığı veya Osmanlı ilmiyesinde önemli bir yeri olan, birçok
devlet ricalinden bazı kişilere îtâ kılındığı da şeyhülislam ve müderris yetiştiren Dürrizade
bostancıbaşı defterlerinden görülebilir. Bunlara ailesinin Bebek’teki yalısı bunlardan biridir. Yine
örnek olarak “hanesinde dört top zuhur eden 1803’te “müderrisîn-i kiramdan Tarakçızade
Hekim Desil”15in Arnavutköy’deki yalısının Atâ Efendi’nin” Ortaköy’deki yalısı16 1823
yerine Sultan II. Mahmut’un 1832-1838 yılları tarihli bostancıbaşı defterinde “Mevâlîden hâlâ
arasında oğlu Şehzade Tevfik adına Tevfikiye vakanüvis Tarakçızade (Şanizade) Ataullah
Efendi kullarının yalısı” olarak varlığını
Camii ve Kebir Karakolhane’yi yaptırdığı
korumaktadır. Ancak 1826’da Bektaşî olabileceği
da bostancıbaşı defterinde tarihi tarihine
şüphesiyle Tire’ye sürgünü sırasında Sultan
yazılmıştır.
II. Mahmut’un af fermanını getiren kavasın
Birçok yahudi reayanın mülkleri bostancıbaşı telaşla “Şanizade’nin itlafına ferman getirdim.”
defterlerinde 1800’lerin başında hane olarak demesi üzerine Şanizade’nin yığılıp kalması
kayıtlıyken 1820’li yıllarda aynı yahudi isimlerin ve 1826’da vefat etmesinden17sonra olsa
meskenlerinin yalıya dönüştüğü görülmektedir. gerek Atâullah Efendi’nin ve zevcesinin yalısı,
Yine aynı yıllar arasında yahudi nüfusun Mabeyn-i Hümayun kâtibi Osman Kâmil Bey
ikamet ettikleri yerleri, mahiyetini ve sayılarını ve Mabeyn-i Hümayun Kâtibi Tevfik Bey’e
mukayese ettiğimizde ilk defterlerde sayıca çok intikal etmiştir. Öte yandan devlet ricalinden
daha fazla olan, ayrı odalar ama ortak mutfak paşalar, sadrazamlar, valiler gibi kişiler için
ve banyonun kullanıldığı, alt gelir grubuna Boğaziçi sakini olabilmek ve kalabilmek pek
ait yahudilerin toplu olarak yaşadıkları ve kolay olmamıştır. Özellikle XIX. yüzyılda
sahiplerinin nerdeyse tamamının müslüman Osmanlı Devleti içinde yaşanan siyasî
olduğu yahudi hanelerinin son defterlerde hayli bunalımların sonucu olarak çok sık bürokrat
azaldığı dikkat çekmektedir. Buradan Boğaziçi değişimi yaşanmıştır. Görevden alınmalar,
ve Haliç kıyılarında mukîm yahudi nüfusun sürgünler, idamlar sonucu Osmanlı mülkiyet
ekonomik kalkınması ve buna bağlı olarak kuralları gereği bu kişilerin malları müsadere
yahudi tebaanın Boğaziçi’nin başka semtlerinde edilmiştir. Bu değişimler, Osmanlı elitinin
daha büyük evlere yöneldiği tespit edilebilir. rezidansı haline gelen Boğaziçi ve Haliç’in
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 79
demografisine de yansımıştır. Elbette tüm bunlar NOTLAR
Boğaziçi’nin asayişi ve imarından sorumlu 1 İstanbul Fatih Sultan 8 Yıldız, a.g.e., s. 97-189.
olan bostancıbaşılar tarafından düzenli olarak Mehmet Vakıf 9 Evliya Çelebi, Evliya
defterlere kaydedilmiştir. Buna örnek olarak Üniversitesi Yüksek Çelebi Seyahatnamesi, c.
Sultan III. Selim ve II. Mahmut döneminde Lisans 1, s. 53.
siyasete yön veren önemli kişiler arasında 2 Süheyl Ünver 10 İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
(Süleymaniye Osmanlı Devleti’nin
yer alan, birçok kişinin siyaseten ayağını
Kütüphanesi’nde Saray Teşkilatı, Türk
kaydıran, devletin kâhyası olarak anılan Hâlet bulunan ve kendisinin Tarih Kurumu Yayınları,
Efendi’nin Beşiktaş’taki yalısıdır. İlk kez 1815 1930 da istinsah ettiği Ankara, 1984, s. 475.
tarihli bostancıbaşı defterinde18 gördüğümüz defterin 1.b’deki notu) 11 Fatih Sultan Mehmet,
bu yalı Hâlet Efendi’nin 1822 yılında idamının 3 Murat Yıldız, Kanunname-i Âl-i Osman,
ardından müsadere edilmiş, 1822-1823 tarihli Bahçıvanlıktan Saray s.16.
Muhafızlığına Bostancı 12 P.G. İnciciyan, “XVIII.
deftere göre 1834 yılında II. Mahmut’un kız
Ocağı, Yitik Hazine Asrın Sonunda Osmanlı
kardeşi Hibetullah Sultan sahil sarayı olmuştur.19
Yayınları, İstanbul, 2011, Devleti. İkinci Ocak:
Birçok bürokratın siyaset ve hayat sahnesinden s. 18. Bostancıbaşılar”, Hayat
çekilmesiyle, Boğaziçi sakinlerinin de çehresi sık 4 Fatih Sultan Mehmet, Tarih Mecmuası, S. 11,
sık değişmiştir ve bostancıbaşılar bütün bunların Kanunnname-i Âl-i Aralık 1965, s. 89.
kaydını tutmuşlardır. Osman, haz. Abdülkadir 13 Samiha Ayverdi,
Özcan, Kitabevi, İstanbul, Boğaziçi’nde Tarih, Baha
Bu türden müsaderelerin ardından 2003, s.16. Matbaası, İstanbul, 1968,
Boğaziçi’ndeki birçok yalı padişah kızları veya 5 Necdet Sakaoğlu, s. 55.
kız kardeşlerine tahsis edilmiştir. Bostancıbaşı “Bostancı Ocağı”, 14 Hülya Arslan, Son
defterlerine göre sultan yalıları çeşitli yıllarda Dünden Bugüne İstanbul Bostancıbaşı Defterine
farklılık gösterse de şunlardır: Şah Sultan Ansiklopedisi 2, Kültür Göre Boğaziçi ve
Bakanlığı ve Tarih Vakfı Haliç Sahilleri”, Yüksek
yalısı, Fatıma Sultan yalısı, Beyhan Sultan
Yayınları, 1994, s. 305- Lisans Tezi, Fatih
Hazretlerinin sahil sarayı, Esma Sultan Sultan Mehmet Vakıf
307.
Hazretlerinin sahil sarayı, Hadice Sultan 6 Yekta Özgüven,” 19. Üniversitesi Tarih
Hazretlerinin sahil sarayı, Hatice Sultan Yüzyıl Başlarında Anabilim Dalı, Tarih
Neşatâbâd sahil sarayı, Hatice Sultan Tırnakçı İstanbul’da Değişen Kent Bölümü, 2019.
sahil sarayı, Hibetullah Sultan Hazretlerinin Yönetimi Mekanizmaları”, 15 BOA., HAT, 1316/ 51291.
sahil sarayı, Beşiktaş sahil sarayı, Çırağan Saray-ı Yıldız Teknik Üniversitesi, 16 Murat Bardakçı, Üçüncü
Fen Bilimleri Enstitüsü Selim Dönemine Ait Bir
Hümayun, Beyhan Sultan sahil sarayı.
Doktora Tezlerinden Bostancıbaşı Defteri, Pan
Boğaziçi sahillerinde neredeyse hiç değişmeyen Üretilmiş Yayınlar, Sigma Yayıncılık, İstanbul, 2013,
yapı türünün kimi gösterişli kimi mütevazı 3, 2011, s. 286. s. 60.
7 Abdülkadir Özcan, 17 Ziya Yılmazer, “Şanizade
cami-i şerifler olduğunu da bostancıbaşı
“Bostancıbaşıların Mehmed Atâullah
defterlerinden öğrenebiliyoruz. Onlar
Beledi Hizmetleri Efendi”, DİA, 2010, c.
varlıklarıyla Boğaziçi’nin mekânsal bekçiliğini ve Bostancıbaşı XXXVIII, s. 334.
yapmaya, kıyıları semt semt takip etmemizi Defterlerinin İstanbul’un 18 R. Ekrem Koçu,
sağlayan mihenk noktaları ve maddî manevî Toponomisi Bakımından “Bostancıbaşı Defterleri”,
kutupları olmaya devam ediyorlar. Değeri”, Tarih Boyunca İstanbul Enstitüsü
İstanbul Semineri, 29 Mecmuası, 1958, s. 68.
Ezcümle, yaşadıkları zamanda İstanbul ve Mayıs-1 Haziran 1988 19 Süheyla Yenidünya
kıyılarının asayişini sağlayan, koruyan tek yetkili Bildirileri, İstanbul Gürgen, Devletin
inzibat amiri olan bostancıbaşılar yazdıkları Üniversitesi Edebiyat Kahyası, Sultanın Efendisi:
defterlerle de dönemin Osmanlı Boğaziçi’ni Fakültesi Tarih Araştırma Mehmed Said Hâlet
Merkezi, Edebiyat Efendi, Dergâh Yayınları,
bizler için muhafaza etmişler, görünür bilinir
Fakültesi Basımevi, İstanbul, 2018, s. 349-
hale getirmişlerdir. İstanbul, 1998, s. 31-38. 355.
80 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Boğaziçi’ne (...) Hükümdarlar da Boğaz tepelerinde
kendilerine ait korularda avlanmaya çıkıyorlar
ve buralarda bazı küçük istirahat köşkleri inşa
sohbetleri, lale alemleri, kayık safaları arasında taraflarile Boğaziçi yalılarına geniş ölçüde girmiş
Patrona İhtilali’nin nereden çıktığı, nasıl bulunuyordu (...)
geldiği bile farkedilemedi (...) Lale devrinin
II. Abdülhamit devriyle beraber Boğaziçi eski
en şöhretli semti olan Kağıthane bu ihtilalle
ahengini kaybetmiş oldu. Denizden tehlikeler
darmadağın edilmiş, kasırlar yıktırılmış,
geleceğine inanan Padişah sahilsarayları,
bahçeler dağıtılmıştı. I. Mahmud bu uğursuz
kayıkları ve gemileri sevmiyordu (...) Tazyikler,
semt yerine Boğaziçi’ni tercih eder oldu (...) I.
tenezzüh yasakları sebebiyle Boğaziçi eski
Mahmut devriyle halk yavaş yavaş eski günleri
hayatını kaybetmiş, Birinci Cihan Harbi
unutmuş, Patrona İhtilali’nin huzursuzluğu
sonunda ve Cumhuriyeti takibeden yıllarda
dağılıp gitmişti. Boğaziçi kıyılarında tekrar o
eski yalılar, yeni hayat şartlariyle idame
eski renkli hayat başladı (...) 18. asrın benzersiz
edilmediğinden birer birer ortadan kalkmaya
devri III. Selim’le beraber başladı. Boğaziçi bir
başlamıştı (...)
kat daha imar edildi. Avrupa tesiri daha kuvvetli
olarak kendini hissettirmeye başladı ve yeniden Beş yüz senedir Boğaziçi’nde kurulup yıkılmış
servet edinenler, hudutsuz bir israfa, zevk ve yanmış yalıların isimleri saymakla bitip, tükenir
debdebeye düşenler görüldü (...) gibi değildir. Fakat ne yazık ki bugün eski
yalılarımızdan kalan örnekler de ancak geçen
Bütün bu güzel günlerin üstünden Kabakçı
asra ait yapılardır. Bir ikisi 18. asır sonundan
Mustafa İhtilali kızılca bir kıyamet halinde gelip
kalmadır.
geçti (...) 19. asır başından itibaren eski Boğaziçi
değişmeye başlamıştı. II. Mahmud devrinin
ampir üslubu Boğaz’a yeni bir yalı zevki getirdi. NOT
Daha sonraları alafranga tanzimatçılar Fransız 1 Metin, Haluk Y. aslına sadık kalarak
ve İtalyan mimarlarına Boğaz’da çok büyük Şehsuvaroğlu’nun özetlenmiş, bu sebeple
Boğaziçi’ne Dair (Türkiye imlasına müdahale
muhteşem yalılar kurdurdular (...) 19. asrın
Turing ve Otomobil edilmemiş, sayfa
ikinci yarısında Avrupalılık mimarisile, resmi, Kurumu, İstanbul, geçişleri (...) işaretiyle
musikisi, ev eşyası ve adetlerini hatta lüzumsuz 1986) isimli kitabından belirtilmiştir.
Bir İftar1
bizi alıp içeriye götürdü. Hareme duhulümüzde
me hilafında şeyler gördüğümü itiraf etmeliyim.
Rayiha-i tayyibe ile mücevherat ve gergef
ile işlenen nakışlar göreceğimi tahayyül ve
şark sergisinde görüldüğü vechile odalıkların
ipek yastıklara dayanıp cariyelerin yelpaze
Hazırlayan: Fulya İbanoğlu urmalarını göreceğimi zan ediyor idim. Cevdet
Paşa’nın haremi böyle değil idi. Sonradan
anladığıma göre mevcut olan kadınlar paşanın
hemşireleriyle mütellakatından ibaret idi.
Zamanımızın Osmanlıları resmen bir zevceden
“Bu akşam nöbetçi olan Bogos Kulları ziyadesine malik değildirler. Diğer taraftan
[tarafından] Londra’da neşrolunan St. James mütellakatlarından olan kadınları kayırırlar.
gazetesinin 10 Temmuz tarihli nüshasından İbtida bu kadınları Cevdet Paşa’nın zevceleri
tercüme olunmuştur. Temple Par risale-i şehrîde zan ederek içlerinde bir güzel bulunmadığına
bir Osmanlı hareminde iftar edilmesine dair taaccüb ediyor idim. Gördüm ki o da
“Tasma” imzasıyla görülen mektuptur: selamlıktaki odanın heman aynı gibi idi. Yani
Nisan ayında İstanbul’da bulunduğumuz zaman onun gibi büyücek ve çıplak bir oda idi. Yerlere
hep hasır serilip ipekli kanapeler var idi. Pek
sâbık adliye nazırı Cevdet Paşa’nın haremi
yüksek olmayan tavan da çiçekle nakş olunup
tarafında iftara davet olunduk. Cevdet Paşa
duvarlara adi kâğıt urulmuş idi. Cevdet Paşa’nın
sahilhanede2 ikamet etmekte idi. Osmanlı
oldukça Fransızca tekellüm eden bir kerimesi
adliye nazırının sahilhanesi Bebek’tedir. Latif
en evvel bizi istikbal etti. Muma ileyha yirmi
bir bahar akşamı alafranga saat altıya doğru
üç yaşında olup yaverân-ı hazret-i padişahîden
oraya muvasalat ettik. Arabamız kapıda
birinin zevcesidir. 3 Oldukça dahi (?) güzeldir.
durdukta iki uşak gelip bizi istikbal ettiler.
Kendisinin sayesinde haremde bulunan
Büyücek bir havluya girup hasır ile örtülü olan hanımların kimler olduklarını öğrendim.
nerdübanlardan çıktık. Her taraf çıplak ve Since ve büyücek olup tebessüm eden ve
temizdir. İngiltere’de bir hastahaneye girmekte Arap usulü üzre bol esvap giymiş olan kadın
olduğumuzu hatırlıyoruz. Nerdübanlardan Cevdet Paşa’nın zevcesidir. Türkçeden başka
çıktıkta mefruşatı kezalik az olan büyük bir lisan bilmediğinden gözlerimiz yekdiğerine
odaya girmişizdir. Duvarlara doğru kanapeler tesadüf ettikte tebessüm ile iktifa ediyoruz.
konulup yerler dahi hep hasır idi. Her Ondan sonra şişmanca genç bir kadına dikkat
kanapenin önünde küçek Osmanlı kaliçeleri ettim. Birkaç sene evvelki Fransız modasından
konmuştur. Odada mevcut olan eşya adi esvap giymiş idi. Sair Osmanlı nisvanı gibi asla
bir bürüden ibarettir. Bir çok zarif eşya ile korse giymediği belliydi. Paşa’nın kerimesi
mefruş olan odalara alışmış bulunan Avrupalı tarafından beyan olunduğuna göre muma ileyha
gözlerine bu oda pek çıplak görünüyor idi ise Çerkestan’dan alınmış bir cariye olduğu halde
84 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Bebek’teki
Paşa’nın mahdumu tarafından tezvic olunup tevzi olunduktan sonra yine hanımlar diğer Hekimbaşı
hürriyetin Osmanlıca mânâsıyla âzâd edilmiştir. odaya gittiler. Cariyeler dahi başka bir odada Yalısı.
(Kaynak:
Paşa’nın kerimesi adeta tahkir-âmiz surette iftar ediyorlar idi. Ben dahi Paşa’nın kerimesinin Sedad Hakkı
muma ileyhanın tercüme-i halini söylemiş taht-ı himayesinde kahve ve sigara içmekte Eldem, Boğaziçi
yahud kendisinin yalnız iki kızı bulunduğu halde idim.” Yalıları: Rumeli
Yakası, Vehbi
muma ileyhanın dokuz on yaşında bir mahdumu Mütercimi Koç Vakfı, c. I,
odada oynamakta olduğundan kıskançlık ile Bogos Kulları İstanbul 1994,
idare-i lisan etmiştir. s. 146-147)
6 Temmuz 1307
Paşa’nın taallükatı olan diğer dokuz on kadının
tercüme-i hallerini dinlemeye vakit olmadı. NOTLAR
Top atıldığından derhal civardaki odaya gittik. 1 Hicri 03.12.1308 padişahın hemen bütün
Bu odada dahi pek çok eşya bulunmayıp bir tarihli, Y.PRK. gezilerine katıldığı gibi,
TKM.00021.00032.001 onu birkaç defa da
tepsinin etrafından oturduk. Kadehler ile su BOA’da mevcut yalısında ağırlamıştır.
ve şurub ve küçük tabaklarda reçel ve havyar bir vesikanın Sultan Abdülmecid de
ve sardila var idi. Ben Paşa’nın kerimesinin transkripsiyonu olan bu yalıda iki kez misafir
bu yazının esasında bir olmuştur. Sanat tarihine
yanında oturuyor idim. Beyaz ve siyah cariyeler başlığı ve notları yoktur. Hekimbaşılar Yalısı
hizmet ediyorlar idi. Çorbadan sonra külbastı Notlar tarafımıza aittir. adıyla geçen bu yalıda
geldi. Benim adetime hürmeten ayrı bir tabak 2 Cevdet Paşa XIX. asrın 1830’da Yunanistan’ın
meşhur Hekimbaşıların bağımsızlığını elde
konmuş ise de ben Osmanlıların adetine tatbik-i
Bebek’teki yalılar etmesi üzerine kurulan
hareket etmek efkarı ile gitmiş idim. Harem manzumesinin bir Hudut Komisyonu
kadınlarının önlerine de başka başka tabaklar kısmında oturmuştur. toplanmıştır. İlk sahibi
konmuş ise de bu sırf bir resimden ibaret olup Bkz. Haluk Şahsuvaroğlu, Hekimbaşı Behçet
Boğaziçi’ne Dair, s. 228. Efendi burada bir
cümlesi çatallarını ortadaki tabağa götürerek botanik bahçesi
Yalı II. Abdülhamit’in
yemek yiyorlar idi. Bazen de parmakları çataldan kızı Ayşe Sultan’a bir kurmuş, Mahmud Baba
pek çok evvel icat olunmuş olduğunu andıran yalı yaptırmak üzere Dergâhı’na kadar uzanan
satın alınıp yıktırılmış bahçede yetiştirilen
eski kaide üzere yemek yeniyor idi. Benaberin
fakat yerine bir yalı meyve ve çiçekler o
benim adetime hürmet edilmesinden müteessif yapılamamıştır. Esasen dönemde meşhur
olmadım. Külbastıdan sonra yumurta ve soğan bu yalı Abdülhak Hamid olmuştur. bkz. “Abdühak
ile başka bir yemek geldi. Yine o manzara Tarhan’ın da doğduğu, Molla”, Ayşegül Demirhan
dedesi Hekimbaşı Erdemir, DİA, I, 210.
görüldü. Ba‘dehu börek ve enginar getirildi. Abdülhak Molla’ya aittir. 3 Bahis mevzu kerime,
Çatal ve parmak ile bunlar da heman tenavül Tabip, âlim, şair bir kimse Fatma Aliye Hanım’dır.
edildi. Bu kere etli börek geldi. Tavuk göğsü olan Abdülhak Molla bu Çok iyi Fransızca bilen
meziyetleri sebebiyle, Fatma Aliye Hanım
geldikte başka tabakta yemek yediğime yine
henüz hekimbaşı II. Abdülhamid’in
teessüf edemedim. Nihayet kuzu ve pilav geldi. olmadan II. Mahmud’un yâverlerinden Kolağası
Oruç ile acıkmanın da bir sonu var. Portakal yakın çevresine girmiş, Fâik Bey’le evlidir.
Salacak’ta
yalıyar
kapladıkları olur. Bu denli çeşitliliğe sahip bir yamaçlarına
yörede anıt ağaçların tür çeşitliliği de bir hayli güçlü
fazladır. kökleriyle
tutunmuş bir
Boğaziçi’nin kuzey yarısı yeterli yağışlar sakız ağacı
dolayısıyla daha boylu ve cüsseli ağaç türlerini (Fotoğraf: V.
Yalazay, Eski
barındırırken güney yarıda çoğunlukla makiler İstanbullu
gibi pek boylu olmayan çalı formasyonları Ağaçlar, s.327)
vardır ama biraz kızılçamlar ve özellikle de sakız
ağaçları2 anıt ağaç potansiyellerini Akdeniz iklim
bölgesine de taşır. Sakızlar Boğaziçi’nin güney
yarısında uzun ömürleri ve iri gövdeleriyle pek
çok semte veya sokağa da isim olmuşlardır.
Boğaziçi’nin kuzey veya güneyi fark etmez, dere
boylarında veya taban suyu yüksek, alüvyonlar
bakımından da zengin sahalarda ise çınar,
dişbudak, saplı meşe gibi yaşlanmaya ve heybetli
Beykoz’da Kaymakdonduran mesiresindeki anıt kestane
ağacı; eski ormanların yaşlı ağaçlarından bir hatıra. boyutlara ulaşmaya meyilli türler doğaları gereği
(Fotoğraf: V. Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar, s.274) yerleşmiştir. İstanbul’un doğal yollarla alana
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 87
Paşabahçe’de,
Yeşilçam
filmlerinde
pek çok kez
görüntülenmiş
fıstık
çamlarından
biri
günümüzde
kurumuştur.
(Fotoğraf: V.
Yalazay, Eski
İstanbullu
Ağaçlar, s. 418)
Beylerbeyi,
Hasip
Doğu çınarları (Platanus orientalis) Boğaziçi’nin
Paşa Yalısı
doğal bir türüdür ve hem Bizans’ta, hem de bahçesindeki
Osmanlı’da heybetli çınarlardan mevcut olanlar ginkgo ağacı
güz renklerine
korunmuş, yenileri de uygun yerlere dikilmiştir.
bürünmüş
Osmanlı devirlerinde çınarların dikimleriyle halde.
-özellikle de çeşme başlarına dikilenlerle- ilgili (Fotoğraf: V.
epey belge ve doküman vardır ancak tarihi Yalazay, Eski
İstanbullu
bilinmeyen çınarlar yine de daha fazladır. Ağaçlar, s.390)
Boğaziçi, hem geçmişte, hem de günümüzde
çok sayıda ünlü çınar ağacını barındırmış ve
barındırmaktadır. Günümüze yetişemeyen,
1900’lü yılların başlarında yangın, yıldırım ve
insan eliyle parça parça yok olmuş bir çınar ise
Günümüzde kemik hastalıkları hastanesi olarak kullanılan Boğaziçi’nin kuşkusuz gelmiş geçmiş en ünlü
Baltalimanı Sahil Sarayı bahçesinde sarayla yaşıt
olan manolya ağacı İstanbul’un en yaşlı manolyasıdır. ağacıdır. Büyükdere yakınındaki Çayırbaşı
(Fotoğraf: V. Yalazay, Eski İstanbullu Ağaçlar, s.386) mevkiinde yaşamış olup Türklerin Yedi
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 89
ünlü ağacı da bir çınardır. Çayırbaşı içlerinde
tarihi Bilezikçi Çiftliği arazisinde3, 800 yıldır4
küçük bir derenin kenarındadır; zamanında
kovuğunun ağıl olarak kullanılmasından dolayı
Ağıl Çınar ismi verilmiştir. İçi bir oda gibi boş
olsa da halen genç sürgünler vermeye devam
eder. Aynı civarda Boğaziçi’nin ve aslında yine
tüm İstanbul’un en ilginç görünüşlü ağacı
yaşar; o da bir çınardır. Çok sayıdaki gövdelerin
çağrışımı ile “Ahtapot Çınar” ismi verilmiş bu
ağacın gövdelerinden biri geçtiğimiz yıllarda
yıkılmış olsa da kalan gövdeleri ilginç şeklini
muhafaza etmeye yeterlidir.
Bunlar dışında Emirgân Çınaraltı veya
Çengelköy Çınaraltı gibi yine “Çınaraltı” ismiyle
anılan çok sayıda mekân vardır Boğaziçi’nde.
Anadolu Kavağı ve Rumeli Kavağı halen
çınarlarıyla anılır. Tarihî Beykoz Çayırı da öyle.
Bu ağaçların eksilmesi veya yokluğu o mekânı da
eksiltir. Anıt ağaçlar her ne kadar mimarî yapılar
değilseler de bazen yüzlerce yıl aynı mekânda
olmaları kuşaklar boyu süregelen bir kalıcılık
hissini besler ve yokluklarını telafi etmek
mümkün olmaz.
)ر-م- (عKökü
analiz yöntemine göre kelime, içerisinde
bulunduğu sözdiziminin bir parçası olup bu
dizimin içinde bulunmakla anlam kazanmıştır.
İşte bağlamın çeşitlenmesiyle de anlam
Hûd Sûresi çeşitliliği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple “imar
etmek” anlamı üzerinden bu sorgulamanın
61. Ayet
bağlamı Hûd sûresi 61. ayet metni olacaktır.
Yüce Allah, Hûd sûresi 61. ayette şöyle
buyurmaktadır:
Kelimesinin
var etti ve size orayı mamûr hale getirme görevi
verdi. O halde O’ndan mağfiret isteyin; sonra
O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim yakındır,
Sonrasında العمر (el-‘Umru)’nun hayat ömrü Ayetin bağlamında “O sizi yerden var etti
ُ ُْ ve size orayı mamûr hale getirme görevi
anlamına geldiğini söyleyerek Arapların
‘ ’ َل َعمر َكifadesiyle, ömre yemin edildiğinden verdi.” ifadesiyle Allah’ın Semûd kavmine
ُ ْ
bahsetmiştir. أن َت ْف َع َل َك َذا
ْ ( َع ْم َر َك اهللAllah’tan nimetlerinden bahsedilmektedir. Tâbiinin önde
sana uzun ömür isterim, böyle yapıyorsun) gelen müfessirlerinden İmam Mücahid (ö.
ِ
ifadesi, ya birisi için Allah adına yemin 103/721) “ٖيها َ ” َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم فifadesinin “”أَ ْع َم َر ُك ْم فيها
ettiğinde ya da onun için uzun ömür istediğinde “Yeryüzünü size âbâd/imar ettirdi.” anlamına
söylenmektedir. إنك َعمري, “Sen tatlı bir geldiğini belirtmektedir3. Mukâtil b. Süleymân’ın
ْ
hurmasın” diye söylemek zarif, hoş bir ifadedir. (ö. 150/767) tefsirinde ise “وعمر ُكم ِفيها ” “Size
ْ ََ َ
orada ömür verdi.” açıklaması bulunmaktadır.4
َع َمر النّاس األرض َي ْع ُمرو َنها ِعمار ًةdenildiğinde
ُ َ Taberî (ö. 310/923) bahse konu ifadenin “وجعلكم
insanların yeryüzünü mamûr ettiği anlaşılır.
Burada yeryüzü için عامرةve معمورةkelimeleri “ ” ُع َّماراً فيهاSizi yeryüzünde yaşayanlar/mukim
kullanılır. العمران olanlar kıldı.” anlamına geldiğini söyler. Yani
ُ da bu kullanımlar arasındadır.
ْ “Hayatınız boyunca sizi orada meskûn kıldı.”
اس لي ْع ُمروها استعمر اهلل الن, ifadesiyle Hûd sûresi 61. anlamına gelmektedir. Çünkü “أَ ْعمر فال ٌن فالن ًا
َ َ ّ ََ
ayetteki duruma açıklama getiriliyor gibidir. داره
Müellif, Allah’ın insanlara yeryüzünü imar َ ” “Filan, filana evini ömrü boyunca kalmak
üzere verdi.” denildiğinde, o evin, yaşadığı süre
görevi verdiğini ancak Allah’ın dünyayı zaten boyunca ( ) ُعمرىona ait olduğu anlaşılır.5 İşte
tam olarak âbâd ettiğini ve böylece dünyayı َ ْ
ayet-i kerimede de Allah’ın insanoğluna ömrü
mamûr kıldığını sonra da onu yıkıp harap hale süresince yaşamak üzere yeryüzünü bağışladığı
getireceğini belirtmiştir.
sonucu çıkmaktadır. Taberî kendi açıklamasının
ِ ’nın “büyük kabile” ve ’العمورun Abdu’l-
العمارة arkasından Mücâhid’den iki farklı tarikle
ُ ُ
ِ
Kays’da bir bölge adı olduğunu söylemiştir. Bu َ ” َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم فnın açıklamasının “”أَ ْع َم َر ُك ْم فيها
“ٖيها
açıklamadan sonra aşağıdaki beyti1 şahid olarak ya da “ ”أَ ْعمر ُكمolduğunu belirtmiştir. İbn Ebû
ْ ََ
getirmiştir: Hâtim’in (ö. 327/938) tefsirinde ise bu ifadenin
ٍ «فلوال كان أسعد عبد
»قيس أعاديها لعادتني العمور açıklaması farklı olarak ““ ”استخلفكم فيهاSizi oraya
halife/idareci tayin etti.” şeklindedir.6 Mâturîdî’de
“Eğer Abd-i Kays onun düşmanları mutlu (ö. 333/944) ise ayetteki bu ifadenin açıklaması
etmemiş olsaydı, ‘Umûr’da o beni ziyaret ederdi.” için farklı görüşler tek tek sıralanmıştır: Bazıları
Halil b. Ahmed daha sonra العمر ُة ’nın da küpede ““ ”أسكنكم فيهاSizi yeryüzüne yerleştirdi, oturttu.”
َ َْ
bulunan uzun kırmızı boncuk olduğunu şeklinde, bazılarının ise “ ”استخلفكم فيهاşeklinde
belirtmiştir. En son açıkladığı ifade de ve bunların dışındakilerin de “”جعلكم ُعمار األرض
ّ
müflisliğin künyesi olan ’أبو َعمرةdir. Aşağıda bu “Sizi yeryüzünün sakinleri/oturanları kıldı.”
َ ْ
bilgilerin tamamı tablo halinde gösterilmiştir. anlamında olduğunu savunmuşlardır. Yani
94 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
yeryüzünü dönüp gelecekleri ve yaşayacakları göre “din ve millet” olduğu söylenmiştir.
yer kıldı. Dolayısıyla Allah yeryüzünün imarını Ancak çoğunluk alimin kanaati, bu yemin
kullarına verdi ve onlar da imar ve bina ifadesindeki anlamın “hayat ve bekâ” olduğu
yönündedir. Aynı şekilde ت َك َذا ِ
etmekle yeryüzünden çeşitli şekillerde istifade ُ َع ْم َر اهلل ما َف َع ْل
ettiler. Mâturîdî, zikredilen bu görüşlerin aynı denilmesinde “Allahu Teâlâ’dan senin için
anlama geldiğini söylemektedir. Bir kesimin ömür isterim, böyle yapmadım.” anlamı
de “ٖيها
َ ” َو ْاس َت ْع َم َر ُك ْم فifadesini “”جعل عمركم طويال mevcuttur. Aslı, ًاهلل َت ْع ِميرا َ َع َّم ْر ُت َكşeklinde
“Ömrünüzü uzun eyledi.” şeklinde anladığını “Yüce Allah’tan senin için ömür ve bekâ
dile getirmiştir.7 niyaz ederim.” demektir. Aynı şekilde َعمر َك
َ ْ
3. Kitâbu’l-Ayn’daki Anlamların Okyanûsu’l- ت َك َذا
ُ اهلل ما َف َع ْل
َ şeklinde de söylenmektedir.
Bunun aslı da أن َت ْف َع َل َك َذا ْ اهلل ِ ُ
Basît’le Mukayaesesi: َ أ َع ّم ُر َكifadesidir.
Muhataba yeminle “Allahu Teâlâ sana uzun
Genel olarak sözlüklerde ‘a-m-r )ر-م-(ع ömür nasip eylesin, o ömür hakkı için
kökünün oldukça hacimli bir yer tuttuğu sen böyle yapmadın mı yahut böyle yap.”
gözlenmiştir. Geniş anlam yelpazesine sahip anlamındadır. Bu ifadenin aslının اهلل ِ َلعمر,
olması, müştak kelimelerinin çeşitliliği ve aynı ِ ب َقاءolma durumu da söz konusudur. ُ َْ
yani اهلل ُ َ
kelimenin farklı anlamlara gelebilmesinin Bu durumda “ َما أ ُ ْق ِسم ب ِِهyemin ettiğim şey”
bu konuda rolü büyüktür. Bu farklı kullanım ُ
takdirindedir. Bazılarına da göre bunun
ve anlamlardan bazıları, Mütercim Âsım aslı ُ َعمر َك اهللşeklindedir ve ًاهلل َت ْذ ِكيرا ِ ُ
َ أ َذ ّك ُر َك
Efendi’nin Okyanûsu’l-Muhît adlı eserinde şöyle َ َّ
demektir. Hak Teâlâ’nın bekâ ve devamını
sıralanmaktadır8: ikrara kasemdir. Burada şöyle bir beyit
1. العمر kelimesi, üç farklı harekeyle (/العمر zikredilmektedir:
ُُُ ُ ُْ
الع ُمر/ ُ الع ْمر
َ ) “Dirilik, hayat ve zindelik” ِ أَيها الم ْن ِكح ال ُّثريا سهيالً عمر َك اهلل َكي َف ي ْل َت ِقي
ان
ُ ُ َ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ُ َّ َ ُ ُ َ ُّ
mânâsına gelmektedir. Çoğulu ار َ
ٌ ’أ ْع َمdır.
Mesela “ال اهللُ ُعمر َك
َُ َ َ ”أdenildiğinde “Allah
َ ط “Ey Süreyya’yı, Süheyl yıldızına nikahlamak
senin ömrünü uzun eylesin.” şeklinde dua durumunda olan kişi, Allah Teâlâ sana
kastedilmektedir. Bu kelimenin aslı ار ٌة ِ
َ ع َم
ömür versin, onlar nasıl kavuşabilirler ki
(imâret)’den gelmektedir ki bunun zıddı (kavuşamazlar).”
“harâb”tır. Bu anlamı ( ِعمرا ٌنimrân)’dan
َ ْ Burada اهلل َ َع ْم َر َكile kastedilen anlam اهلل
َ تُ َسأَ ْل
kazanmıştır. İmrân, bedenin hayat ile imareti “ ُع ْمر َكAllah’tan senin için ömür istiyorum.”
müddetinin ismidir. Diğer mânâlar da َ
şeklindedir. ’ َعمرın ilk mânâsı “diş eti” ya
buradan türemiştir. العمر (el-umru) kelimesi ٌ ْ
ُ ُْ da iki dişin arasında uzunca sarkan ya da
aynı zamanda mescit (kilise, manastır vb.) diş köklerinde bulunan ettir. İkinci anlam
anlamına da gelmektedir. Mesela “رأيت ُه في ُ olarak “salkım küpe” ifade edilmektedir.
ِالع ْمر
ُ ” Onu mescitte gördüm, demektir. Bu Üçüncü anlamı, “uzun hurma ağaçları”dır.
anlam Kitâbu’l-‘Ayn’da bulunmamaktadır. Bu anlamlar, Halil b. Ahmed tarafından da
2. العمرِ ُّي genellikle ilk sırada verilmiştir.9 العمرِ ُّي
ْ ُ uzun zamandır bulunan nesne, ْ َ (el-
demektir; eskiliği kastedilmektedir. Bir ‘Amriyyu) ise bir başka hurma çeşididir. Bu
görüşe göre de ِجرَ الش
َّ ُع ْمرِ ُّيnehirlerin anlam da el-‘Ayn’da bulunmaktadır.
yanında/üstünde yetişen “Sidr Ağacı” 4. العمر (el-‘Ameru)/ العمر (el-‘Amru)/ العمر (el-
demektir. Bu anlam da Kitâbu’l-‘Ayn’da ََُ ُ َْ ُ ُْ
‘Umru)/ ار ُة
َ ََمالع (el-‘A mâretu) kelimeleri, “çok
bulunmamaktadır. zaman yaşayıp kalmak” mânâsınadır. Yani
3. العمر (el-amru): Mesela ( َل َعمر َكle’amruke) uzun ömürlü, “muammer olmak” demektir.
ُ َْ ُ ْ
“Benim için en değerli olan hayatın üzerine Bu isimler َع ِمرve َعمرfiillerinden 1., 2. ve 4.
َ ََ
yemin ederim.” demektir. ( َل َعمرِ يle’amrî) bablarda gelen fiillerin mastarlarıdır ve “uzun
ْ
ifadesindeki anlam için azınlık bir görüşe ömürlü kılmak” anlamına gelmektedir. Aynı
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 95
zamanda birinin kendisi ya da verdiği kişinin bir yeri âbâd ve mamûr ettirmek, bir yeri
ömrüne kayıtla bir şeyi vermek mânâsı da mamur bulmak, birini zengin kılmak,
mevcuttur. hacda umre yapan kişiye yardım etmek ve
iç güveyiliğe girmek. ار
ُ الع َم
َ , selam vermek
َ ‘( َع َمAmâret) ve ٌورة
5. ار ٌة َ ‘( ُع ُمUmûret) kişinin mânâsına geldiği gibi şair, sanatçı ve ileri
evine ve malına bağlı olması anlamına
gelenlerin toplandığı meclisleri süslemek için
gelmektedir.
kullanılan “kokulu çiçek” de demektir. الت ْع ِمير
6. ار ٌة ُ َّ
َ َع َم/الع ْم َر ُة
َ , başa giyilen takke vb. şapka sırasıyla şu anlamlara gelmektedir: Uzun
demektir. Başa şapka giymek de ار ِ ِ
ُ اال ْعت َم ömürlü kılmak, hayatta kalmak için belirli bir
kelimesiyle ifade edilir. Bu kelimenin “ziyaret miktar tayin etmek, bir yeri mamur etmek
etmek” mânâsı da mevcuttur. ٌارة َ َع َمkabileden ve bez ya da kumaşın ipini/dokumasını güzel
küçük olan topluluk için de kullanılır. Bu yapmak. Bu anlamların hiçbiri el-Ayn’da
kelimeyle kabileden kollara ayrılmış olan bulunmamaktadır.
“küçük kabile” kastedilmektedir. Ancak ِ bir yeri birine mamûr ettirmek
11. اال ْس ِت ْعمار
Halil b. Ahmed, aksine bunun için “büyük َ
( ) ِا ْس َت ْعمر ُفالَ ًنا فيهdemektir. Hûd sûresinin 61.
kabile” anlamını belirtmiştir. Bir görüşe ََ ِ ’dan kastedilenin
ayetinde zikredilen اال ْس ِت ْعمار
göre de “hayy-ı azim” diye adlandırılan َ
“Allah yeri imar etmeniz ve kavminizi o
kabileden küçük, batından büyük olan ve
yerden meydana getirmeniz için size izin
kendi başlarına konup göçer olan çokluk
verdi. Sizi yeryüzünü mamûr edenler eyledi.”
cemaat anlaşılmaktadır. “Boy” diye tabir
şeklinde olduğu ifade edilmiştir.
edilen topluluktur. Ayrıca topluluk liderinin
çadırına asılan süslü ruk’a (yazılı kâğıt/deri) 12. العمر ُة baş için kullanılan giyecektir. Ayrıca
َ َْ
demektir. inci veya tespihte ayırma işi amacıyla
kullanılan boncuk çeşididir. Burada “küpe”
7. العمر hür kadınların başlarını örttüğü mendil
ََُ anlamıyla da bağ kurulabilir. Halil b. Ahmed
ya da tülbente denilmektedir. Bir görüşe
de küpede bulunan boncuk anlamını detaylı
göre de kadınların başını örtmek için de
olarak belirtmiştir.
kullandığı “gömlek yeni” anlamındadır.
Arap gömleklerinin yenleri büyük ve geniş 13. العمر ُة ziyaret mânâsına gelmektedir.
َ ُْ
olduğu için bu şekilde başı örtmek için de Hacda gerçekleştiren “umre” fiili buradan
kullanılabiliyordu. gelmektedir. ُعمر ٌةde, içgüveyilik anlamında
َ ْ
ِ kullanılmaktadır.
8. ار ٌة
َ ‘( ع َمİmâret) kendisiyle bir mekanın mamûr
olacağı şeye denilmektedir. Ayrıca “selam
vermek” mânâsındadır. Aslında “ömrün uzun NOTLAR
olsun” anlamında kullanıldıktan sonra selam 1 Beyti söyleyen, tespit 5 Taberî, Câmi’u’l-beyân,
vermek şeklinde kullanılmıştır. ار ٌ َع َمda aynı edilememiştir. XII, 453.
anlama gelmektedir. 2 Muhammed Eroğlu, 6 İbn Ebû Hatim, Tefsîru’l-
“Hûd Sûresi”, TDV İslâm Kur’âni’l-azîm, VI, 2048.
9. ار ٌة
َ ع َم/
َ َع ْم ٌرAllah’a ibadet etmek mânâsındadır. 7 Mâturîdî, Te’vilâtu’l-
Ansiklopedisi, XVIII, 281.
Yani imâr-ı din eylemek demektir. Kur’ân, VII, 195.
3 Mücahid, Tefsîru’l-İmâm
8 Mütercim Âsım Efendi,
10. اإل ِْعمار/العمرى bir şeyi birine “ömrü boyunca”
َ ُْ
Mücâhid. b. Cebr, s. 389.
َ Okyanûsu’l-basît, رمع
kaydıyla vermek mânâsına gelmektedir. 4 Mukâtil b. Süleymân, md., III, 2200-2207.
Yani kullanan kişi vefat ettiğinde verilen şey Tefsîru Mukâtil b. 9 Halil b. Ahmed, Kitâbu’l-
sahibine geri iade edilmiş olacaktır. Mesela Süleymân, II, 288. ‘Ayn, III, 228.
“Ömrüm oldukça ya da ömrün oldukça bu ev
senindir, öldükten sonra benimdir.” diye mülk
vermektir. اإل ِْعمارise, sırasıyla şu anlamlara
َ
gelebilmektedir: Bir yeri âbâd etmek, birine
96 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Klasik Türk bize engin bir nehrin kıyısındaymışız hissini
vermez mi? Ve o demde Boğaziçi diye de
kendine bir güzelce isim verilen bu eşsiz vadi,
beytinde ceylan gözlü bir güzel için ağlamaktan Gemiler Hazreti Eyyûbden tâ / Beşiktaş’ı geçince
göz yaşlarının kuruyup tükendiğini, gözlerinin encüm-âsâ
Kuruçeşme’ye döndüğünü söylerken hem Dizilmiş şöyle kim deryâ görinmez / Bir iğne
kurumuş bir çeşmeyi hem de Kuruçeşme bıragacak yir bulunmaz
semtini kasteder. Şairlerce Frengistan diye de Deniz yüzinde sandallar yol itdi / Masâlıhlı
anılan ve daha çok gayrimüslim ahalinin yaşadığı kişiler geldi gitdi
Galata semti yangın kulesi, meyhaneleri, Ne denlü var Sitânbul içre âdem / Leb-i deryâya
hıristiyan güzelleri, ayak seyri ve mevlevîhanesi cem oldı hem ol dem
ile her dönem klasik şiirde kendine yer bulan Kadırgalar dakınup perr ü bâlı / Dilerler kim
semtlerdendir. Avnî mahlasıyla şiirler yazan uça ankâ misâli
Fatih, İstanbul’u ve Galata’yı iki ayrı diyar gibi Kalâtâdan dizildi Üsküdâr’a / Çekilmek dilesen
düşündüğü beytinde sevgiliyi de Galata şahı yir yok kenâra
olarak tahayyül eder ve bir şahın başka bir şaha
Lale devrinde Boğaziçi, özellikle mutedil bahar
kul olmayacağını, boyun eğmeyeceğini dile
günleri ve yaz mevsiminde hanedanın ve halkın
getirir:
gündüz bahçe gezintileri, akşam sandal sefaları
Avniyâ kılma gümân kim sana râm ola nigâr ve mehtap seyirleriyle kiminin mehtaba kiminin
Sen Sitânbul şâhısın ol da Kalâtâ şâhıdur. -mehtap bahane güzeller şahane- diyerek
Helâkî de suriçi İstanbul’unu Galata’dan ayıran güzelleri seyre çıktığı bir eğlence güzergâhıdır.
benzer bir söyleyişle buraları dünya gözüyle Avrupa yakasında Kağıthane, Sâdâbâd, Bebek
gören birisinin artık Mısır, Semerkand ve ve Rumelihisarı, İstinye Körfezi; Anadolu
Buhara şehirlerinin adını dahi anmayacağını yakasında Beykoz’dan Fenerbahçesi’ne kadar
belirtir: bütün sahil şeridi bazen karada bazen deniz
üstünde sandallarda kurulan sazlı sözlü
Helâkî bir dahi görsem Sitânbul u Kalâtâyı eğlence meclisleriyle şenlenir. Tabii ki en
Ebed anmaz idüm Mısr u Semerkand u Buhârâyı gözde mekanlar birçok şair tarafından mehtap
Surre alaylarına ev sahipliği yaptığı için Mekke seyirleriyle anılan Göksu-Kandilli-Bebek-
toprağı gibi mübarek sayılan ve tarih boyunca Rumelihisarı hattıdır. Şairler; mehtap etmek,
böyle hürmet gören Üsküdar sahilleri de mehtaba çıkmak, mehtap âlemi gibi ibarelerle
98 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Bugün Aşiyan
Mezarlığı
diye bilinen
Rumelihisar’ı
Kayalar Me-
zarlığı’ndan
bir görünüm
(İstanbul Ata-
türk Kitaplığı,
Krt. 010841.)
okuyucuyu Boğaziçi’nin dolunaylı gecelerine içinde” mısraıyla baş başa Göksu’ya gitmeyi
götürürler. Esrar Dede, ay yüzlü sevgilinin göz teklif eder, bir başka şiirinde Göksu’nun havasını
kamaştıran güzelliğiyle Kandilli’den Göksu’ya nâhoş, Çubuklu’yu pek kalabalık bulur ve
doğru mehtaba çıktığını şöyle anlatır: Sâdâbâd’a gitmek ister. Şimdi iskelede onlar için
hazırlanmış üç çifte kürekliye binip kah şarkı
Gice Kandilli’de gök kandil olup ol meh-rû
kah gazeller okuyarak gezinme vaktidir:
Mâh-tâb eyleyerek eyledi ‘azm-i Göksu
Bir safâ bahşedelim gel şu dil-i nâşâda
Enderunlu Vâsıf, o güzeli Göksu’daki “âlem-i
Gidelim serv-i revanım yürü Sâdâbâd’a
âb”dan alır ve yine kayığa bindirip Kalender
İşte üç çifte kayık iskelede âmâde
bahçesine götürür ve orada sabaha kadar
Gidelim serv-i revanım yürü Sâdâbâd’a
eğlenmeyi teklif eder:
Şeyhülislam Esad Efendi Çubuklu’yu gülleri,
‘Âlem-i âb eyle Göksu’dan olup zevrak-süvâr
Göksu’yu sümbülleri, Kandilli’yi laleleri, Sarıyer’i
Kıl Kalender Bâgçesin tâ subha dek cây-i karâr
nergisleriyle hatırlar:
Fatin, bu güzele Küçüksu’ya gitmeyi oradan da
Çubuklu gülbüne cây oldı sünbüle Göksu
Fıstıklı’ya, Çamlıca tepelerine çıkmayı teklif
Virildi lâleye Kandilli nergise Sarıyâr
eder:
XVIII. yüzyılın sonunda vefat eden Şeyh Gâlib
Vaktidür şimdi Küçüksu’ya giderseŋ gidelüm
de (ö.1799) III. Selim için yazdığı mehtabiyye
Gâh Fıstıklı’ya geh Çamlıca’ya ‘azm idelüm
kasidelerinde sultanın mehtap gezintilerini
Devrin en meşhur şairi Nedim’in sevgiliyi hep renkli tablolarla anlatır. Beyhan Sultan’ın
tenhaca davet ettiği mekanlar Haliç’te Sâdâbâd yaptırdığı Çırağan sahil sarayı, Hatice Sultan’ın
ve şıngır mıngır Boğaziçi sahilleridir. Salınıp yaptırdığı Neşatâbâd sahil sarayı, bu sarayların
yürüyen bir serviye benzettiği şuh sevgilisine deniz tarafında inşa edilen küçük mehtabiyye
önce “Tenhaca varup Göksu’ya bir işret var köşkleri, kameriyeleri, havuzları, bahçelerindeki
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 99
türlü yemiş ağaçları, sakız gülü, buhur-ı biner. Şaire bu manzara billur bir aynadan
Meryem, lale ve sümbüllerle tarh edilmiş hilâlin görünüp geçtiği hissini verir. Sâdâbâd
bahçeleri bize aynı zamanda Boğaziçi mimarisi halkı iki sahil boyunca dalga dalga toplanmış
ve bahçeleri hakkında zengin detaylar sunar. o sevgilinin gelişine uzaktan alkış tutmakta ve
tabii ki kıyıda onu bekleyen saz heyeti mahurdan
Gâlib, aşağıdaki beytinde; Sultan Selim’in
sazın teline vurmaktadır:
sandalla denize inişini tebrik için o gece
mehtabın apaydınlık ışıklarıyla adeta havai Gördüm ol meh dûşına bir şal atup lâhurdan
fişekler patlattığını söylerken, dönemin sur Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan
adını verdiğimiz hanedan düğünlerinde, …
kutlamalarında havai fişek patlatıldığını da Atladı dâmen tutup üç çifte bir zevrakçeye
haber verir: Geçti sandım mâh-ı nev âyine-i billûrdan
Kudûm-i Hazret-i Sultân Selîme deryâda Halk-ı Sâdâbâd iki sâhil boyunca fevc fevc
Hezâr şevk ile sûr-ı fişenk eder mehtâb Vade-i teşrifine alkış tutarken dûrdan
Klasik şiirin XX. yüzyıldaki son temsilcisi Yahya Tevfik Fikret’e bir cevap olarak yazdığı Siste
Kemal’in Boğaziçi’si sadece eğlencenin adı Söyleniş şiirinde halis bir zümrüt yeşilliğin
değil; Müslüman-Türk milletinin yeryüzüne arasında muzaffer ve hür akıp giden firuze bir
nakşettiği kimliğidir aynı zamanda. Onun nehre benzettiği Boğaziçi’ni, bir zamanlar şen
İstanbul’unda tarih, geçmişle gelecek, ses ve ışık, kahkahaların bülbül seslerine karıştığı Kandilli,
mısra mısra haşrolur. Şair zaman zaman derin Göksu, Kanlıca, İstinye koylarının semalarını
bir tahassürle, zaman zaman coşkun bir ruhla arar.
sokak sokak dolaşır… Yahya Kemal’de Boğaziçi
semalarında donanmayı uğurlarken gürleyen Bir başka şiirinde Mayısın taze rüzgarı etrafı
top sesleri, fethe çıkan yeniçerinin ayak sesine, okşarken karşı sahilde köhne Üsküdar’ın dost
niyaz makamındaki halkın Hakka yalvaran ışıklarını görür. O Üsküdar ki bu sahillerin
sesi, gökteki meleklerin kanat sesine karışır. en bahtlısıdır. Müslüman-Türkün İstanbul’u
Rüzgâr bu seslerden doğan Müslüman-Türkün fethettiği o mehabetli günü gören, elli üç gün
mûsikîsini, İstanbul’un şarkısını söyler. bu büyük hengameyi izleyen bir ulu rüyayı
görenlerin şehridir.
Üsküdar Vasfında Gazel’inde cennete benzettiği
bu mübarek beldenin suları zemzem gibi tatlıdır Ve şimdi artık sandallar çekilmiş, meclisler
ve Sultan III. Selim’in sûz-ı dilârâ bestesiyle dağılmış, körfez dalgın sularıyla geçmiş geceleri
yahut beyâtî faslında akar gider: koynunda saklamakta, Boğaziçi yüzlerce yıllık
rüyasını derinden derine görmeye devam
Firdevs bu şehrin şeb ü rûzında ıyândır etmektedir:
Her çeşmeden âb-ı Şerefâbâd revândır
… Körfez’deki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Her lahzası bir zemzeme-i sûz-ı dilârâ Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden;
Her saati bir fasl-ı beyâtî Arabandır Mehtap… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!
Şair, Mahurdan Gazel’inde Nedim’in Sâdâbâd’a
gezintiye çıkardığı güzeli takip eder gibidir. O
ay gibi sevgili omzuna lâhurdan bir şal atmış, NOT
gül yanaklarının üzerine nurdan bir yaşmak 1 Marmara Üniversitesi Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü Eski
takmıştır. Narin ayaklarıyla merdivenleri adeta Türk Edebiyatı Anabilim Dalı
sığınmışlar, taşlara sinen havada fetih günlerinin hayatındaki sosyal değişimin edebî eserlere nasıl
şevk ve heyecanını aramışlardır. yansıdığını görmek mümkündür. Ancak bazı
2-Roman ve hikâyelerde, kahramanların yazarlarımız, Boğaziçi’nin edebiyatımızdaki
hayatına tesir eden, onları değiştiren bir mekân akislerini az bulmakta bir ölçüde haklıdırlar.
olarak Boğaziçi: Bu mânâda Boğaziçi roman Batılı tarzdaki edebiyat ürünleriyle geç
ve hikâyelerde, bazen sayfiye bazen de sürekli karşılaşmamız edebiyatın insanla buluşmasını
oturulan bir yerdir. Bu da iki şekilde görünür: geciktirmiş, gelenekten gelen ve tüm Ortaçağ
edebiyatları gibi alegorik bir edebiyat olan
a) Egzistansiyel Mekân: Eserde önemli yer Divan edebiyatında -modern edebiyatın anladığı
tutan, kahramanların hayatını, duygu ve mânâda- insanla mekânın buluşması yetersiz
düşüncelerini etkileyen yahut da olaylara tesir kalmıştır. Yine de bu eserler, kültürümüze bir
eden bir mekân olarak Boğaziçi: Bunun en ayna görevi yapmaktadır. Tanzimat Dönemi’nde
güzel örneklerini Eylül, Aşk-ı Memnû, Hep O yeni denenmeye başlayan bir tür olan romanda,
Şarkı ve -Boğaziçi’nin şanına yaraşır bir final mekânın tam olarak yerini almadığını
sayabileceğimiz- Huzur romanında görüyoruz. görüyoruz. Bu devirde mekânlar sadece isim
b) Occassionnelle (Tesadüf î) Mekân: Önemli olarak vardır, kahramanlar ve olaylardaki etkileri
bir yeri olmayan, kahramanlar üzerinde tesiri üzerinde durulmaz.
bulunmayan, dekoratif bir fon yerine geçen Boğaziçi, edebiyatla kucaklaşmada zaferini
mekân. Servet-i Fünûn döneminde idrâk eder. Servet-i
Boğaziçi Şemsettin Sami’den Ahmet Hamdi Fünûn devrinde dikkatlerin dış âleme ve tabiata
Tanpınar’a kadar pek çok yazarın eserinde daha fazla yöneldiğini görüyoruz. Bu dönemdeki
yer almıştır. Roman ve hikâyelerde Boğaziçi tasvirlerin temelinde bir de resim altına şiir
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 103
yazma modası bulunmaktadır. Bu durum zaman şahsî ve hissî bir roman gibidir. Bu romanın
içinde gelişecek, tek bir tablonun tasvirinden kemale erdiği şahıs, Abdülhak Şinasi Hisar’dır.
geniş mekân tasvirine doğru yön değiştirecek Hisar, geçip giden zamanlarının toplandığı
ve Mehmet Rauf ’un Eylül romanı ile tabiat Boğaziçi’ni kendisi için bir “mazi cenneti”
tasvirinin edebiyattaki yeri doruk noktasına olarak kabul etmiş ve eserleriyle bize o cenneti
ulaşacaktır. Bu dönemde Boğaziçi edebiyatçılar tanıma imkânını vermiştir. Ahmet Cevdet
için bir kaçış mekânıdır. Önce Yeni Zelânda’ya, Paşa, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa, Abdülhak
sonra da Manisa yakınlarında bir çiftliğe Hâmid Tarhan, Recaizâde Mahmut Ekrem,
yerleşmeyi hayal eden Servet-i Fünûncular bu Ahmet Mithat Efendi, Nabizâde Nazım, Şair
istekleri gerçekleşmeyince Boğaziçi’ni âdeta Nigâr Hanım, Ahmet İhsan Tokgöz, Halit Ziya
bir “O Belde” gibi kabul ederler ve yaşadıkları Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın,
dönemin realitelerinden kurtulmak için Safvetî Ziya, Ali Kemal, Halide Edib Adıvar,
Boğaziçi’ne sığınırlar. Bunun en tipik örneği Yahya Kemal Beyatlı, Ruşen Eşref Ünaydın, Refik
Tevfik Fikret’tir ve Âşiyan onun sığınağıdır. Halit Karay, Ziya Osman Saba Boğaziçi’ne dair
Millî Edebiyat ve Cumhuriyet dönemlerinde hatıralarını anlatan yazarlarımızdır.
de Boğaziçi’nin ve Boğaziçi insanlarının 5-Bir medeniyetin yaşandığı yer olarak Boğaziçi:
önemli bir konu olarak edebiyatta yer aldığı Boğaziçi medeniyetinin bitişini ve hızla
görülür. Yazarlarımız Boğaziçi’nin sosyal aramızdan ayrılışını hisseden yazarlar, ondan
hayatındaki değişimleri gözlemişler ve eserlerine daha sonraki nesillere bir parça tat bırakabilmek
aksettirmişlerdir. Bu dönemde yazılan roman ve için burada yaşanan hayatı anlatmışlardır. Başta
hikâyelerde Boğaziçi daha çok yıkılış manzarası Abdülhak Şinasi Hisar olmak üzere, Yahya
ile yansımaktadır. Yazarlarımızın bir kısmı geriye Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar ve
dönüşlerle, romanlarına eski Boğaziçi’nden Ruşen Eşref Ünaydın’ın konuyla ilgili eserleri
mesire gezileri ve mehtap âlemlerini bu noktada toplanabilir. Artık o günlerin mazi
katmışlardır. Devrin şartları düşünülürse buna olduğunu anlayan ve yaşadığı devir içinde
bir nostalji, bir mazi dâüssılası demek hiç de kendisini bir yabancı gibi hisseden Abdülhak
yanlış olmaz. Şinasi Hisar; varlığının mânâsını tarihî atmosfer
3-Güzel bir tabiat parçası olarak şiire ve içinde bulan Yahya Kemal Beyatlı; daima
edebiyata ilham teşkil eden Boğaziçi: Şiirin ve güzele ve güzelliğe meftun, İstanbul’un ve
sanatın ebedî temlerinden biri ve en önemlisi Boğaz’ın mensur şiirini yazan Ahmet Hamdi
tabiattır. Boğaz tabiatı güzelliği, manzaralarının Tanpınar; hayatından güzel şeylerin gitmek
çeşitliliği, bu çeşitlilik içinde hazırladığı hayat üzere olduğunu hisseden Ruşen Eşref Ünaydın
çerçevesi dolayısıyla şairlere ilham kaynağı hemen kaleme sarılmışlar ve geçmişle beraber
olmuştur. Ziya Paşa, Abdülhak Hâmid Tarhan, kendi zamanlarının Boğaziçi’ni ebedîleştirmek
Recaizâde Mahmut Ekrem, Nabizâde Nazım, istemişlerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ve
Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy, Mithat Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserlerinde bugün
Cemal Kuntay, Enis Behiç Koryürek, Yahya aramızdan ayrılıp gitmekte olan kültür ve
Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk medeniyete ait unsurların hasretle yad edildiğini
Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Necip görürüz.
Fazıl Kısakürek, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Boğaziçi’nin edebiyatımıza yansıması
Tarancı, Orhan Veli Kanık şiirde Boğaziçi’nin noktasında beş isim ön plana çıkmaktadır:
sesini duyuran isimlerdir. Yahya Kemal Beyatlı Aziz İstanbul adlı
4-Hatıralar arasından görünen Boğaziçi: Bu eserindeki denemelerinde, Kendi Gök
konuda eser vermiş olan pek çok edebiyatçımız Kubbemiz ve Eski Şiirin Rüzgârıyle adlı şiir
Boğaziçi’nde yaşamıştır. Kiminin çocukluğu, kitaplarında; Abdülhak Şinasi Hisar Boğaziçi
kimininse aşk çağları Boğaziçi’nde geçmiştir. Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş
Boğaziçi onların eserlerinde hatıraya dayalı, Zaman Köşkleri adlı eserlerinde ve “Boğaziçi
104 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
Edebiyatımız-
da pek çok
şiire, romana,
hikâyeye
ilham veren
Boğaz’a Bey-
lerbeyi sırt-
larından bir
bakış... (Kay-
nak: İstanbul
Atatürk Kitap-
lığı, Krt_026
541_01)
Mekân İlişkisi
hücum onun vicdanından mazisini almak,
hafızasında mazisini yok etmektir. Bundan
mahrum edilen bir millet en emin kuvvetini
Boğaziçi1
açtığını öne sürerek, yirminci yüzyılın giderek
hızlanan “ilerleme” olgusuyla ilişkili bir şekilde,
“küresel bir nostalji salgını, kolektif hafızası
olan bir cemaate duyulan dokunaklı bir hasret,
parçalanmış bir dünyada sürekliliğe duyulan bir
özlem”in6 ortaya çıktığından bahseder.
Havva Yılmaz 2 Abdülhak Şinasi Hisar’ın çizdiği kendine has
adetleriyle, özgün bir kültürel birikim üreten
Boğaziçi portresinin, Boym’un nostalji salgınının
ortaya çıktığını öne sürdüğü dönemle kesişmesi,
Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi’ni “sanki bir Boğaziçi nostaljisinin Türk edebiyatında ve bu
göl tarzında kendi üstüne kapanmış ve kendine metnin konu edindiği Türk sinemasında neden
mahsus âdetleri ve zevkleri olan büsbütün kuvvetli bir yere sahip olduğunu büyük ölçüde
hususî bir âlem”3 olarak tanımlar. 1887 açıklar. Esasında, Jennifer M. Groh’un işaret
yılında dünyaya gözlerini açmış, çocukluğunu ettiği üzere, mesele bir yönüyle oldukça basittir:
Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’da geçirmiş “Bellek sistemlerimize depolanmış bilginin
yazarın bu tasviri, şüphesiz bugüne ait olmayan, büyük bir kısmı doğası gereği mekânsaldır. Bir
bugünden peyderpey uzaklaşan bir mekân şeyleri nereye bakmamız gerektiğini hatırlayarak
deneyimine dayanıyor. Çağdaşı pek çok yazar buluruz.”7 Dolayısıyla, geçmişe ilişkin tüm
gibi Abdülhak Şinasi Hisar da hafızasında yer anlatılar, kaçınılmaz bir şekilde mekânsal
tutan güzel anılarla özdeşleştirdiği Boğaziçi’ni olmak zorundadır. Geçmişin tumturaklı
eşsiz bir mekân deneyimi olmanın yanı sıra yaşayışından bahsetmek için sadece tarihin
özgün bir kültür birikimi, hatta bir kimlik ve tozlu sayfalarını karıştırmak yetmez; hâlihazırda
aidiyet meselesi olarak ele alıyor. Boğaziçi’ni fizikî mevcudiyetini yitirmiş olsa bile güçlü bir
konu edinen çalışmalarından biri olan Boğaziçi
dekora, hafızanın objektifini odaklayacağı bir
Mehtapları’nda, konuyu toparlamaya şu sözlerle
sahneye ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, Robert
başlaması, bu açıdan, anlamlıdır:
T. Tally Jr.’ın edebiyat okuru için söylediklerini
“Geçmiş bir zamanı diriltmek, kendi gençlik genellersek,8 her türlü anlatı için anlatıcının
çağımızı tekrar etmek gibi, tamamen ve anlatıya muhatap olan dinleyicinin bir çeşit
112 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
kartograf gibi hareket ettiğini, imgelemini bu
doğrultuda kullandığını öne sürebiliriz.
Muhsin Ertuğrul’un, erken Cumhuriyet eşsiz bir güzellik olarak tasvir edilirken, diğer
Dönemi’nde çektiği İstanbul’da Bir Facia-i yandan işgal altındaki vatanı düşmana peşkeş
Aşk (1922), Nur Baba - Boğaziçi Esrarı (1922), çeken yozlaşmış saray elitlerinin yalılarına
Kız Kulesi’nde Bir Facia (1923), Karım Beni ev sahipliği yapar. Bununla birlikte, bazı
Aldatırsa (1923), İstanbul Sokaklarında (1931), erken Cumhuriyet dönemi romanlardaki gibi
Kaçakçılar (1932), Allah’ın Cenneti (1939) ve Boğaziçi’nin bu ideolojik eleştirinin sembolik
Şehvet Kurbanı (1940) adlı filmlerde Karaköy, mekânı olarak kötülenmesi söz konusu değildir.
Galata Köprüsü, Moda ve Adalar’la birlikte
Kayıp Medeniyetin Peşinde
Boğaziçi de yerini alır. Bu filmlerde Boğaziçi,
İstanbul’un güzelliğini yansıtan mekânsal 1960’lar, Yeşilçam sinemasının toplumsal bir
bir unsur olarak vurgulanıp, aynı zamanda fenomene dönüştüğü, sinemanın popüler bir
filmin romantik sahneleri için etkileyici bir fon eğlence aracı olarak gündelik hayatta belirgin
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 113
bir yer edindiği, halkın taleplerinin sinemayı Aynı özlem, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ah Güzel
yönlendirdiği, film üretiminin hızlandığı İstanbul (1966) filminde de seyircinin karşısında
bir dönemdir. Bu dönemde, göz dolduran çıkar. Bu defa konu doğrudan bir medeniyet ve
Boğaziçi manzarası, bazen ağaç yaprakları kültür kaybına, ahlâkî yozlaşmaya odaklanır.
arasından süzülen genel bir siluet, bazense Beylerbeyi sahilinde, bir sabahçı kahvesinde
lebiderya yalıların bahçelerinde ışıldayan bir sabahlayan paşazade Haşmet İbriktaroğlu’nun
görünüm olarak perdeye yansır. Genellikle, sınıf (Sadri Alışık) seyirciye terceme-i hâlini
farklılıklarının olay örgüsünde temel gerilim takdimiyle başlar film. Ailesinden kalan malı
hatlarından birini oluşturduğu bu filmlerde, mülkü kaybeden ve eskiden ailesine ait olan
Boğaziçi zenginliğin, geçmişten devralınan yalının bahçesindeki küçük kulübede yaşayan
ekonomik ve kültürel gücün sembolü olarak ön Haşmet, giderek “kozmopolitleşen” İstanbul’da,
plana çıkar. Modern ve seçkin yaşayışın konforla Boğaziçi’nin günden güne değişen mekânsal
birleştiği şık yalılarda oturan zenginlerin, çehresinin işaret ettiği köksüzleşmeyi -bir
yoksul mahallelerden gelen karakterlerle yolları yandan sahilde Boğaziçi’nin Avrupa yakasını
kesişince ortaya çıkan kimlik ve toplumsal temaşa ederken söylediği- şu sözlerle ifade
aidiyet sorgulaması velut bir tartışma zemini eder: “Ah ihtiyar medeniyet, çocuklarına
olarak kullanılır. Üsküdar İskelesi (1960), sağlam, yepyeni bir dünya kurmaktan bunca
İstanbul Kaldırımları (1964), İstanbul’un aciz misin? Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin
Kızları (1964), Biraz Kül Biraz Duman (1966), süslü yalanlarla mı besleyeceksin?” Köyden
Boğaziçi’nde Aşk (1966), Boğaziçi Şarkısı ünlü olmak hayaliyle kaçıp İstanbul’a gelen
(1966), İstanbul Tatili (1968), Sarmaşık Gülleri Ayşe’nin başına gelenlerin sebebi, Boğaziçi’nin
temsil ettiği kültür birikiminin, yaşam tarzının
(1968), Kınalı Yapıncak (1969) gibi filmler buna
yok olması, İstanbul’un bu kültüre aidiyetini
örnektir.
kaybetmesidir.
1960’larda, döneme damgasını vuran iç göç
olgusu, şehrin tüm çehresini değiştirmiş, göçle Değişen İstanbul, Unutulan Boğaziçi
gelenlerin şehir hayatına uyumunda sinema 1960’lar aynı zamanda Türk sinemasında güçlü
önemli bir rol oynamıştır. Bir yandan da hızlı entelektüel arayışların da ön plana çıktığı
gecekondulaşma ve yeni kurulan lüks semtlerin bir dönemdir. Lütfü Akad’ın 1952’de çektiği
sinema perdesine yansımaya başlamasıyla Kanun Namına filmiyle başlayan “Sinemacılar
Boğaziçi’nin nostaljikleştirilmesi de ivme Dönemi”, 1960’larda Metin Erksan, Halit Refiğ,
kazanmıştır. Örneğin, Ertem Göreç’in yönettiği Atıf Yılmaz gibi isimlerin kendi tarzlarını
Otobüs Yolcuları (1961) filminde, derme-çatma ispatlamalarıyla güçlü bir auteur sinema kuşağı
evlerde yaşayan mahalle halkının konut vaadiyle doğurmuştur. Bu gelişme, yönetmenlerin dünya
kandırılması konu edinilir. Samatya-Beyazıt görüşlerinin filmlerine yansıması yönüyle, Türk
hattında otobüs şoförlüğü yapan Kemal (Ayhan sinemasında şehir tahayyüllerinin çeşitlenmesini
Işık), yeni taşındığı mahallede insanların inşaat ve Türk sinemasında İstanbul’un sınırlarının
şirketi tarafından boş vaatlerle kandırıldığını genişlemesini sağlamıştır. Halit Refiğ’in yönettiği
fark edince halkın hak arayışının öncüsü Gurbet Kuşları (1964) filminde köyden kente
haline gelir. Filmde, Boğaziçi sadece yoksulluk göçün hikâyesi Haydarpaşa Garı’nda başlarken
nedeniyle eğitimi yarım kalan Kemal’in şiir Boğaziçi’ne sınırlı bir şekilde yer verilir. Büyük
tutkusu bağlamında yer bulur. Her gün uzaktan hayallerle şehre gelen ailenin pişman olup köye
selamladığı Süleymaniye Camii gibi, Boğaziçi de, geri dönmesine sebep olacak olaylar silsilesi
Kemal için kendisinin yetişemediği geçmiş güzel içerisinde Boğaziçi, ailenin tek kızı Fatma’nın
günlerin hatıralarını sembolize eder. evlilik hayaliyle kandırıldığı yazlığa ev sahipliği
114 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
yapar. Fatma’nın Beyoğlu’nun arka sokaklarında yöneltmiştir. Şehir hayatının taşralaştığı bu yeni
son bulan trajik hikâyesi, kimliğini yitirmiş iklimde Boğaziçi’nin yerini arabesk şarkıların
İstanbul’a uyum sağlayamayan iç göçmenlerin mekânsal karşılığı olan kenar mahalleler
öyküsü gibidir. Şehre tek uyum sağlayan aile almıştır. Komediler, şehrin yalnızlaştırdığı
ferdinin üniversite eğitimine odaklanan Kemal bireyin beyaz perdedeki son sığınağı olurken,
olması, kentlileşmeyi bir yaşam tarzı olarak Ali Özgentürk’ün yönettiği At (1982) ya da Halit
önerirken Boğaziçi’ni bu pratiğin bir parçası Refiğ’in yönettiği Hanım (1989) gibi toplumsal
olarak koyutlamaz. yozlaşmayı geçmişe sırt çevirmekle ilişkilendiren
İstanbul’un kenar mahalleleri ile yeni oluşan lüks ve bu doğrultuda mekân tercihini Boğaziçi’nden
semtleri arasındaki sınıfsal farklılaşmayı konu yana kullanan tek tük filmler bulunsa da, ağırlık
edinen Acı Hayat (1962) filminde ise evlenmek merkezi çoktan dağılmıştır.
üzere olan manikürcü genç kız ile tersane işçisi
Bir Rüyaya Ağıt: Boğaziçi
delikanlının yuva kurma hayalleri sırasında
başlarına gelenler konu edinilir. Filmde, eskinin 1990’lı yıllar ve sonrasında ise Türk sinemasında
köşk ve konakları çok sayıda yoksul ailenin Boğaziçi görünürlüğünü neredeyse tamamen
bir arada kaldığı, tuvalet, banyo ve mutfağın kaybeder. Bir yandan, şehrin modernleşmeye
ortak kullanıldığı mekânlara dönüşürken, kenar karşı koyuşu, diğer yandan taşrada olup-bitenler
mahallelerde yaşayanların payına Levent gibi objektifi Boğaziçi’nden uzaklaştırır. 2000’li
yeni kurulan mahallelerdeki lüks hayatlara yıllarda kentin kalabalığı içinde varoluşsal
özenmek kalır. Boğaziçi artık yeni yapılan sorgulamalara girişen birey iyice ön plana çıkar.
lüks apartmanların penceresinden görülen Şehrin kenar mahallelerinde zor hayat şartları
hoş bir manzaradan ibarettir. Yeni zenginlerin altında yaşarken hayatın acımasızca oradan
duvarlarını süsleyen hat levhaları gibi “bir oraya savurduğu karakterlerin yolu Boğaziçi’ne
zamanlar” sahip olunan kültür ve estetiğin değil Beyoğlu’nun arka sokaklarına düşer
sınıfsal beğeni nesnesine dönüşmüş halidir. sıklıkla. Yalnızlık, kimsesizlik, yersiz-yurtsuzluk,
ötekileştirme gibi meseleleri sorunsallaştıran bu
1970’li yıllarda Arım, Balım, Peteğim (1970),
filmler, kimlik problemini farklı bir mekânsal
Seven Ne Yapmaz (1970), Beklenen Şarkı
bağlama taşırlar. Şehrin mekânsal değişimiyle,
(1971), Bülbül Yuvası (1970), Güller ve Dikenler
Türk sinemasının değişen yönünün ilginç bir
(1970), Beyoğlu Güzeli (1971), Küçük Sevgilim,
kesişimi seyirciyle buluşur bu şekilde.
Gümüş Gerdanlık (1972), Zulüm (1972) gibi
filmler klasik Yeşilçam formunu sürdürürken, Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu, Zeki
1960’larda başlayan etkinin devamıyla toplumsal Demirkubuz, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu
sorunlara duyarlılık ön plana çıkar. İstanbul’un gibi Yeni Türk Sineması’na hayat veren
mekânsal ağırlığı önemini korusa da, toplumcu yönetmenlerin objektiflerini İstanbul’a
gerçekçilik akımının ürettiği şehir tasavvuru çevirdiklerinde gördükleri şey, küreselleşmenin
da mevcudiyetini sürdürmektedir. Daha çok kıskacında giderek anonimleşen, özgün silueti
Yeşilçam melodramlarında kendisine yer bulan gibi zamanla otantik kimliğini de kaybeden
Boğaziçi, 1980’lere yaklaşınca beyaz perdeden yalnızlaşmış bireyler kümesinin mekânsal
uzaklaşmaya başlar. 1960’lardan itibaren izdüşümüdür. Bu tabloda Boğaziçi kendine yer
kalabalıklaşan şehirde, Boğaziçi gibi elit bir bulamazken, nadiren bulabildiğinde de Tabutta
medeniyet tasavvuruna pek yer kalmamış Rövaşata (1996) filminde olduğu gibi her şeye
gibidir. İstanbul’un temsil değeri artık kalabalık rağmen hâlâ güzelliğini korusa da ihtişamını,
yığınlarla özdeşleşmiş, sinema da objektifi bu kimlik ve aidiyet vaadini kaybetmiş bir Boğaziçi
kalabalıkların içinde giderek yalnızlaşan bireye karşılar seyirciyi. Küreselleştikçe sakinlerini
Din ve Hayat/2022-1444 Yaz • 115
yalnızlaşmaya ve kent kültüründen kopmaya kullanan yönetmenler de aynı izleği takip
iten şehrin, müzeyle arkeolojik kalıntı arasında ederek, Türk sinemasında Boğaziçi’ni Karaköy,
bir yerde sıkışıp kalmış bir köşesidir artık Galata Köprüsü, Moda ve Adalar’la birlikte
Boğaziçi. İstanbul’un güzelliğini yansıtan mekânsal bir
unsur olarak konumlandırmış henüz otantik
Bunun istisnası olan Büyük Adam Küçük Aşk
siluetini yitirmemiş haliyle güçlü ve romantik
(2001) filminde Ulus’ta yaşayan emekli hakim
aşkların vazgeçilmez dekoru olarak tasvir
ile yakınlarını kaybetmiş küçük Kürt kızın
etmişlerdir. Yitip gitmekte olan bir medeniyetin
yollarının kesişmesi konu edinilir. Yaşlı adamın,
son kalıntılarını Boğaziçi’nin kusursuz
çocuğu akrabalarına teslim etmek üzere gittiği
güzelliğinde aramış, geçmiş güzel günleri
Ayazma Mahallesi, şehrin güncel sınırlarına
Boğaziçi dekorunda yeniden canlandırmaya
göre dahi hayli çeperde bulunduğu için Ulus
çalışmışlardır. Yeşilçam sinemasıyla bu arayış,
ve Boğaziçi’yle tam bir tezatlık içerisindedir.
değişen topluma eskinin reçetelerini takdim
Boğaziçi burada yine klasik İstanbul’un seçkin
etme hamlesine dönüşmüş, kimlik ve toplumsal
yaşayışını temsil eder. Reha Erdem’in Hayat
aidiyet tartışması sınıfsal farkların iyilik ortak
Var (2008) filmi ise Boğaziçi’ne yakın bir dere
paydasında eşitlendiği bir çözülme zemininde
kıyısındaki bir gecekonduda yaşayan yoksul bir karşılık bulmuştur. Zamanla köyden kente
ailenin kızı olan Hayat’a mercek tutar. Filmde göç olgusunun şehrin dokusunu değiştirmeye
Hayat’ın hayatı keşfetme çabasıyla, Boğaziçi’ni başlamasıyla Boğaziçi hatıralarda kalan
tanıma gayreti birbirine paralel ilerler. Babasıyla tatlı bir hülyaya dönüşmüş, Türk sineması
Boğaz’ın sularına açıldıkça hayatı daha yakından objektifi önce kenar mahallelere, sonra taşraya
tanıyan Hayat, eski Boğaziçi’nden tamamen çevirmiş, İstanbul kalabalıkla ve yalnızlıkla
bihaberdir. özdeşleştirilmiştir.
Sonuç Yerine...
NOTLAR
Bütün bu anlatılanlar, Boğaziçi’nin hafıza,
1 Bu araştırmada “Türk 5 Svetlana Boym,
mekân ve kültür/kimlik arasındaki kuvvetli Sineması Araştırmaları Nostaljinin Geleceği,
ilişkinin, İstanbul’un Türk sinemasında temsili Projesi” verilerinden Metis Yayınları, s. 14.
açısından önemini tespit etmemize olanak faydalanılmıştır. 6 Nostaljinin Geleceği, s. 15.
2 *
Marmara Üniversitesi 7 Jennifer M. Groh, Mekân
sağlıyor. Sosyal bilimlerin de önemli konu
İngilizce Sosyoloji Yaratmak – Beyin Neyin
başlıkları arasında yer alan hafıza ile mekan ve doktora öğrencisi Nerede Olduğunu Nasıl
kültür/kimlik inşası ilişkiselliği, günümüzde, 3 Abdülhak Şinasi Hisar, Biliyor?, Metis Yayınları, s.
özellikle mekanın nostaljikleştirilerek kültürel Boğaziçi Mehtapları, YKY, 183-184.
s. 9. 8 Robert T. Tally Jr,
bir temsiliyete dönüştürülmesi konusunda 4 Boğaziçi Mehtapları, s. Mekânsallık, Hece
çarpıcı örnekler sunmaktadır. Geçmişin, 175. Yayınları, s. 113.
mekânsal mesafeyle özdeşleştirilerek
anlamlandırılması çabasının, yirminci yüzyılın
hızlı “ilerleme” serüvenin bir sonucu olduğu
yönündeki açıklamalar, bu doğrultuda,
Boğaziçi’nin Türk sinemasındaki temsiliyetini de
kültür ve kimlik inşası bağlamında incelemeye
imkan tanımaktadır. Abdülhak Şinasi Hisar’ın
Boğaziçi’ni tasvir etmeden önce, Boğaziçi
kültürünün özgünlüğünün altını çizmesi
bu açıdan anlamlıdır. Şehri bir stüdyo gibi
116 • Din ve Hayat/2022-1444 Yaz
K İ TA P L I K
Boğaziçi Kitaplığı
Büşra Nur Güler